ülkemizde
gençlik
DÜNYAMIZ ÇÖL OLUYOR!
2007 Eylül Sayý:12 Fiyatý: 1 YTL(KDV dahil)
gelecektir
E M Þ
E L K
KÜRESEL ISINMANIN SORUMLUSU
Ý T Ý
OL
AP
A M Þ
A L Z
YO
GÖZLERÝNÝ KAR HIRSI BÜRÜYEN EMPERYALÝSTLERDÝR!
BE
BÝ
NC
ÝLL
ÝK
RE
YC
ÝLÝ
K
GENÇLÝÐÝ BU HALE 12 EYLÜL’CÜLER GETÝRDÝ!
M Ý T E R Ü M I Þ A L PAY M Ü Z ÇÖ
ÝÇÝN:
GENÇLÝK FEDERASYONU’NDA ÖRGÜTLENELÝM! w w w. g e n cl i k fe d e r a s yo nu . i n fo
mAO ZEDUNNG’u ÖLÜÜMÜÜNÜÜN 31. YILINDAA SAAYGIYLAA ANIYORUZ...
Merhaba
ÝÇÝNDEKÝLER...
Eylül sayýmýzla tekrar geldik karþýnýza. Ah etmiyoruz Eylül'lere, dert yanmýyoruz, yaprak dökümlerine aldanmýyoruz. Ýþkenceleri kayýplarý yaþattý Eylül bize ve hala yaþatmak ta… Ama gözümüz güneþin kýzýllýðýnda, yüzümüz Sosyalizme dönük ve bedenlerimiz direniþlerde. 12 Eylül'ü yaratanlara, 12 Eylül'ü devam ettirenlere karþý, gençliði apoli tikliðin, yozluðun, benciliðin, ahlaksýzlýðýn bataðýna gömenlere karþý Baðýmsýzlýk, Demokrasi, Sosyalizm þiarýný yükseltmeye devam ediyoruz… Dört mevsimi yaþadýðýmýz güzel ülkemizde mevsimler birbirine girdi. Topraklar kurudu, buðdaylar baþaklarýný döktü, susuzluktan boyunlarýný büktü, ayçiçekleri güneþe küstü. Ormanlarý yandý, barajlar, göller kurudu ve iktidar koltuðundakiler "Çözüm" diye akarsu larý satýlýða çýkardýlar. Ülkemizde satýlmadýk bir þey býrakmayacaklarýný açýktan söylüyor emperyalizme satýlmýþ iþbirlikçi iktidar "babalar gibi satmaya" devam ediyorlar… Küresel ýsýnmanýn sorumlusu emperyal istler her zaman yaptýklarý gibi kendi pislik lerinin faturasýnýn halklara ve doðaya ödetiyor lar… Ýnsan hayatýna deðer vermeyen, doðaya nasýl deðer verebilir ki... Sömürüye karþý çýkanlar ise iktidarýn “demokrasiye 0 töleransýndan” nasibini alýyor... Barýþa Rock'lar, barýþ güvercinleri uçadursun oportünizmin, reformizmin semalarýnda. Halklar katlederken emperyalist bombalarla, akbabalar uçuþurken Ortadoðulu çocuklarýn cesetleri üzerinde kiminle barýþacak halklar, kendi katileriyle mi? Evet güvercinler uçmalý ama besili güvercinler deðil kavganýn güvercinleri. Ve kurtuluþa kadar savaþýp emperyalizmi yok etmeli… Çünkü Emperyalizmin postallarý altýnda ezilen halklar oldukça barýþ olamaz…
3... Merhaba 4... Gençlik Federasyonu; Üretim, Paylaþým, Çözüm için 6... Gençlik, “Güzel ve Dahi”deki gençliðe nasýl dönüþtürüldü? 8... Kapitalizm demek çevre katliamý demektir 10. Ulucanlar direniþten bir kale 11. 12 Eylül cuntacýlarýndan hesap soracaðýz! 14. ÖSS’nin deðiþtirilmesi çözüm mü? 16. 6-7 Eylül olaylarý; Þovenizm bulaþtýðý halký zehirler! 18. Halklarýn ABD’ye olan öfkesinin patladýðý an: 11 EYLÜL 21. Emperyalizmin postallarý altýnda ezilen halklar oldukça dünyada “barýþ” olmaz! 22. Hukuk Köþesi; Demokrasiye “Sýfýr Tolerans” 25. Devrime Seherlerle yürüyoruz! 26. Okuyalým Okutalým... “Faþizmin Yargýlanmasý” 28. Hayatýmýzdan Yansýmalar; Yeni nesil gençlik ve halk kültürüne yabancýlaþma 30. “Babalar gibi satmaya” devam... 31. Kalbimiz Sarý nehre doðru akýyor. 32. Halkýn sanatçýsý, halkýn savaþçýsý Yýlmaz Güney 34. Türkülerimiz 5. kez ateþ baþýnda buluþtu.
ÜLKEMÝZDE GENÇLÝK GELECEKTÝR DERGÝSÝ Sahibi ve Yazýiþleri Müdürü: Onur Urbay Adres: Piyalepaþa Mah. Piyalepaþa Cad. No: 148/3 Okmeydaný/Ýstanbul Tel: (0212) 297 97 33 Yazý, Eleþtiri ve Önerileriniz Ýçin: genclik.gelecektir@mynet.com Ofset Hazýrlýk: Yeniden Özlem Yayýncýlýk Baský: Ezgi Matbaasý Davutpaþa Cad. Emintaþ Kazýmdinçok Sitesi No:81/229 Davutpaþa-Topkapý 0212 501 93 75
3
Ü R E T Ý M P A Y L A Þ I M Ç Ö Z Ü M Ý Ç Ý N ; Kimiz biz? Düzenin dayattýðý yoz, ahlaksýz bencil, kültüre karþý paylaþýmý ve onurlu bir yaþamý savunan devrimcileriz. Her yönüyle insana yabancý olanýn alternatifiyiz. Anadolu haklarýnýn ilerici olan kültürünü sahiplenen, geliþtiren ve olmasý gereken yaþamý savunanlarýz. Kýsacasý dünyanýn Türkiye'sinde baðýmsýzlýk demokrasi ve sosyalizm için mücadele eden gerçek vatanseverleriz. Düzenin yaratmak istediði insan modeli; söylenilen her þeye boyun eðen kendinden baþka kimseyi düþünmeyen, kendi sorunlarýna dahi duyarsýz apolitik insanlardýr. Kýsacasý düzen kendi çýkarlarýna uygun insanlar yaratma çabasý içerisindedir. Bugün karþý karþýya olduðumuz bu yozlaþtýrmanýn ve yabancýlaþtýrmanýn tek nedeni de yukarda bahsettiðimiz amaçtýr. Düzen bu amaç doðrultusunda yaptýðý her þeyi mübah görür. Okullarda verdiði eðitim ezbere dayalý halktan uzak bencilce yaþamý dayatan eðitimdir. Onlar da bilir ki aðaç yaþ iken eðilir iþte bu nedenlerden kaynaklý insanlara daha 6-7 yaþlarýndayken kendi kültürlerini aþýlayýp haksýzlýklar karþýsýnda sinip boyun eðen itaatkar kullar haline getirmeye çalýþýrlar. Bu þekilde eðittiði topluma, medyasýyla bütün ahlaksýzlýklarý, namussuzluklarý pompalamaya çalýþýr. Bugün bir televizyon kanalýný ya da bir gazeteyi açtýðýmýzda, halkýn sorunlarýný anlatan, çözüm üretmek için çaba harcayan tek satýra rastlayamayýz. Bu durum tesadüf
olabilir mi? Elbette ki hayýr. Yapmak istedikleri þeye terstir bu zaten. Onlarýn tek istediði daha fazla insaný uyutmaktýr. Sistem kendi tekerine çomak sokulmasýný istemez, kendi çýkarýna ters düþen ya da onun gibi düþünmeyen herkes düþmandýr, teröristtir, yok edilmesi gerekendir. Emperyalistlerin ve iþbirlikçilerinin düzeninin en büyük korkusu ise örgütlenmiþ halktýr. Çünkü halk örgütlendiðinde kendi haklarý ve özgürlükleri için mücadele ettiðinde bu sömürü düzeninin de sonu gelecektir. Bundan kaynaklý bencilliði ve örgütsüzlüðü yaymak için elinden geleni ardýna koymaz. Bu ülkede halkýn örgütlenmesinin önünde baskýlar, yasaklar hiç eksik olmaz. 12 Eylül generallerinin en isabetli "tespiti" gençlerin "kurtarýlmasý"nýn halkýn ahlak, gelenek ve deðerler sistemini parçalamaktan geçtiðiydi. Uðruna ölünecek deðer, peþinden gidilecek gelenek, sarýlýp tutulacak tek bir ahlak kuralý kalmamalýydý. Herkes kendi için yaþamalý, kendisi için eðlenmeli, yaþamaktan zevk almalýydý. Baþkasý umurunda dahi olmamalýydý. Boþ vermiþliðin, kayýtsýzlýðýn, umursamazlýðýn ötesinde bencillik
4
yaþamýn hedefi olmalýydý. Düzenin tersine bu ülkenin devrimci gençliði olarak örgütsüzlüðün ve bencilliðin düþmanlarýyýz yani bu düzenin düþmanlarýyýz. Bizim kültürümüzde bencilliðe, adaletsizliðe, namussuzluða yer yoktur. Bizler dünyanýn neresinde olursa olsun acý çeken her insanýn acýsýna kendi acýmýz gibi bakar, yüreðimizde onun sýzýsýný hissederiz. Ýþte bunun için terörist ilan ediliyoruz, sürekli saldýrýlara maruz kalýyoruz, gözaltýna alýnýyoruz, iþkencelerden geçiriliyoruz, tutuklanýyoruz, insanlarýmýz katlediliyor, okullarýmýzdan atýlýyoruz. Açtýðýmýz yasal derneklerimizin yaptýðý yasal, demokratik eylemlere dahi tahammül edemiyor ya saldýrýyor ya da para cezalarý vererek, insanlarýmýzý tutukluyor. Yani devlet bir taraftan gece gündüz demeden demokrasiden, özgürlüklerden bahsederken diðer taraftan kendi koyduðu yasalara bile uymuyor.
Bugün karþýlaþtýðýmýz bütün baskýlarýn nedeni ilerici , devrimci, demokrat olmamýzdýr. Bu halkýn örgütlendikten sonra çözemeyeceði sorun yoktur. Sorunlarýmýzýn çözümü düzenin dayattýðý bencilce yöntemlerde aramayýz; birlikteliðimizde, beraberliðimizde ararýz. Gençlik mücadelesinin baþlayýp, yükseldiði 1960'lardan günümüze hayatýn her alanýna yetiþmeye çalýþtýk. Çünkü bizler baðýmsýzlýk þiarýný 6.filolar karþýsýnda haykýran, þanlý haziran günlerinde sýnýfla kaynaþan… Vatansever gençliðiyiz bu ülkenin. 1968'lerde geliþen gençlik mücadelesinin ilk merkezi örgütü, 17 Aralýk 1965’te kurulan FKF'dir (Fikir Kulüpleri Federasyonu). FKF 10 Ekim 1969'daki 4. kurultayýnda Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu yani Dev-Genç adýný aldý. Sadece ismini deðiþtirmiyordu FKF, mücadelenin daha kýzgýnlaþtýðý, militanlaþtýðý bir döneme uygun olarak örgütlenmesinin yapýsýný da deðiþtiriyordu. Bunun sonucu olarak bir çok devrimci önderin de yetiþtiði bir okul oldu Dev-Genç. Mahirlerdi, Hüseyinlerdi, Ulaþlardý ve nice devrimci kahramandý bu þanlý tarihi yaratan. Hayatýn her alanýnda faaliyet yürütüyordu Dev-Genç. Gençliðin akademik-demokratik mücadelesiyle halkýn devrimci mücadelesini iç içe götürmesini biliyordu. 1968'lerde yoksul köylüyle birlikte toprak iþgallerinde,
Dolmabahçe'de denize dökülen A m e r i k a n bahriyelerinin peþinde, iþgal, boykot ve forumlarla demokratik üniversite kavgasýnda ve iþçinin grevinde, halkýn sokaklara sýðmayan yürüyüþlerinde en önünde Dev-Genç vardý. 73’lerden 80’lere faþist teröre karþý diþe diþ mücadele görevlerine canla baþla yerine getiren, 1 Mayýs alanlarýnda, fabrika önlerinde, gecekondularda, ezilen, yok sayýlan Kürt halkýnýn yanýnda, gün oldu faþizme karþý Kerim Yaman, Hatice Özen oldu, gün oldu üniversitede dayanýþma masasý baþýnda Seher Þahin oldu, gün oldu tecrite karþý Zehra Kulaksýz oldu. Kýsacasý sorun neredeyse gençlik oradaydý. 12 Eylül cuntacýlarýnýn karþýsýnda da yine gençlik vardý. Ýlk iþgalden ilk boykota, ilk sokak gösterisinden ilk direniþe kadar... 37 yýldýr Anadolu topraklarýnda nice kahramanlýklar yaratýldý ve hala yorulmadan, yýlmadan yolumuza devam ediyoruz. Dün olduðu gibi bugün de sorunlarýmýz var. Baský, sömürü, zulüm azgýnlaþarak devam ediyor. Elbette ki bu sorunlara karþý mücadele eden örgütlü gücümüz de var. 6 Kasým'larda YÖK'e, yozlaþmaya, paralý eðitime karþý üretim, paylaþým, çözüm için Gençlik Federasyonu’muz var. Federasyonumuz, Türkiye genelindeki gençlik derneklerinin bir çatý altýna gelmesiyle oluþmuþtur. Bir çatý altýnda toplanmamýzýn temel amacý ortak sorunlarýmýza birlikte çözüm üretmektir. Gençlik Federasyonu baþta öðrenci gençlik olmak üzere tüm gençliðin sorunlarýnýn çözümü için örgütlü mücadele etmesini savunuyor. Federasyonumuz 11 Ocak 2005'te yasal çerçeveler doðrultusunda kurulan bir federasyon
5
olup, esas aldýðýmýz güç ise gençliðin akademik-demokratik mücadelesinin ve halkýn devrimci mücadelesinin meþruluðudur. Tabi ki tarihimiz bundan çok daha eskiye dayanýyor. 38 yýllýk bir tarihin mirasçýsýyýz. Dev-Genç’ten TÖDEF/ÝYÖDER’e oradan da bugüne kesintisiz bir devrimci mücadelenin mirasýdýr bu. Gençliðin de bu miras üzerinden kendi yataðýný bulacaðýný ve halkýn en ileri tabakasý olarak devrimci mücadeleyi yükselteceðini biliyoruz. Federasyonumuz da gençliðin örgütlü gücü olarak buna öncülük edecektir. Hem tecrübemizle hem de direniþ ve mücadele destanlarýyla dolu tarihimizle hem de þehitlerimizden aldýðýmýz güçle buna talibiz. Gençlik Federasyonu olarak düzenin yaratmak istediði yozlaþmýþ, kendisine ve yaþadýðý topraklara yabancýlaþtýrýlmýþ, apolitik, kendi sorunlarýna duyarsýz bir gençliðe karþý devrimci halk kültürüyle donanmýþ bir gençlik yaratma mücadelesi veriyoruz. Emperyalizmin dayattýðý yoz kültürle deðil deðerlerimiz, geçmiþten aldýðýmýz halk kültürümüzle yaþamak istiyoruz. Anadolu halkýnýn kültüründe bencilliðe, haksýzlýða yer yoktur tam tersine komþun açken kendin tok yatmamayý öðretir bu kültür Gençlik Federasyonu olarak lise ve üniversitelerde akademik demokratik mücadeleyi, devrim
geçmiyor ki yenisinin üretildiðini duymayalým. Bugün cebinizdeki telefon normal ise yarýn onun kameralýsý çýkýyor diðer gün onun daha ilerisi çýkabiliyor. Peki bu düzen halkýn karnýný doyurmak için ne yapýyor tabi ki hiçbirþey. Emperyalizmin yarattýðý tüketim toplumunu reddediyoruz. Bizler tekeller için deðil halkýn çýkarlarý için üretim yapýlacaðý sosyalizm için mücadele ediyoruz. Bizler kolektif yaþamý esas alarak hayatýmýzý yönlendiririz. Yaptýðýmýz bütün iþlerde ortak çalýþmayý ve üretimi dikkate alarak hareket ederiz. Derneklerimiz de yürüttüðümüz kolektif çalýþmalarla emperyalizmin tüketim kültürüne karþý üretimi ve paylaþýmý çoðaltýyoruz. Bunun için gerek eylemlerimizle gerekse sosyal ve kültürel etkinliklerimizle düzenin yaratmak istediði gençliðe alternatifiz. Bizler her türlü ahlaksýzlýða karþý onurlu, özgür yaþamýn temsilcileriyiz. Baþta Ýstanbul, Ankara, Ýzmir, Adana, Diyarbakýr, olmak üzere birçok ilde yüzünü dahi görmediðimiz insanlarla ayný düþünceler için mücadele etmenin güzelliðini paylaþýyoruz. Ýyiden, güzelden yana olan herkesi mücadelemize ortak olmaya çaðýrýyoruz ve diyoruz ki eðer bizler bir araya gelirsek ancak o zaman sorunlarýmýzý çözebiliriz.
mücadelesini yükseltmeyi hedefliyoruz. Biz örgütlülüðümüzle, ideolojimizle gücüz. Þehitlerimizden aldýðýmýz mirasý yükseltmeye seni de çaðýrýyoruz. Sorunlarýmýza çözüm bulmak için, üretimi paylaþýmý çoðaltmak için, söylediðimiz türkülerde seninde sesin olmalý. Bugün gençliðe sadece tüketim kültürü dayatýlýyor, düþünmek ve üretmenin sýnýrýný da yine bu tüketim kültürü belirliyor. Gençlik Federasyonu olarak bize dayatýlan yoz tüketim kültürünü kabullenmiyoruz. Bu düzen yeni bir eþya üretirken halkýn ihtiyacýný dikkate almaz düþüneceði tek þey kendi çýkarlarýdýr. Örneðin bu gün yaygýn olarak kullanýlan cep telefonlarýný düþünün gün
GENÇLÝK “GÜZEL VE DAHÝ”DEKÝ GENÇLÝÐE NASIL DÖNÜÞTÜRÜLDÜ? Ülkemizde gençlik içerisine düþürüldüðü durum bakýmýndan yozlaþmýþ, apolitikleþmiþ ve sorgulamaktan uzaklaþtýrýlmýþtýr. Emperyalistler gençliði bu hale getirirken pervasýzlýklarýnda hiçbir sýnýr tanýmamýþlardýr. Bu pervasýzlýðý özellikle 12 Eylül 1980 cuntasýyla daha da hýz kazanmýþtýr. Gün geçmiyor ki yozlaþtýrmak, apolitikleþtirmek, yok etmek için politikalarýna yeni politikalar eklenmesin. 80 cuntasýndan beri emperyalistler bu politikalarýný daha bir hýzlandýrmýþtýr Bir yandan eðitim alanýnda ÖSS gibi, çan eðrisi gibi sistemlerle gençliði bireycileþtirip bencilleþtirirken diðer yandan da Kurtlar Vadisi gibi mafyacýlýða özendiren dizilerle, futbolla, fuhuþla, kumarla, magazin programlarýyla ve Tele Vole gibi halk kültürüne, devrimci kültüre yabancý programlarla hedefine ulaþmýþ, gençliði bu hale getirmiþtir. Özellikle de 80 cuntasýyla kurulan, üniversitelere karabasan gibi çöken YÖK'ün bunda büyük payý vardýr. Kurulduðundan beri soruþturma açtýðý, okuldan attýðý öðrenci sayýsýnýn haddi hesabý yoktur. Özelliklede devrimci öðrenciler bundan en çok nasibini alanlardýr. Zaten kurulmasýnýn amacý da üniversiteli gençlik üzerinde baský oluþturup onlarý mücadeleden uzaklaþtýrmak deðil midir? Ya da bugün eðitimin getirildiði hali düþünürsek, yaný baþýmýzda ki sýra arkadaþýmýzla rekabet içerisine sokulduðumuzu, eðitimin bilimsellikten uzak ezberci sisteme dayandýrýlarak gençliði sorgulamaktan uzaklaþtýrdýðýný, ne kadar yozlaþtýrýlmaya, apolitikleþtirilmeye, mücadele-
den uzaklaþtýrýlmaya çalýþýldýðýný görürüz ya da bir yandan dizilerle, filmlerle çeteciler, mafyacýlar gençlik tarafýndan örnek karakter olarak benimsenmiþtir. Diðer yandan da "Tele Vole" gibi ve kýsa bir süre önce yayýnlanan "Güzel ve Dahi" gibi TV programlarýyla gençlik her türlü ahlaki deðerinden soyutlanmýþ, uyuþturucu, ahlaksýzlýk, yoz iliþkiler artýk onlar için "ÖZGÜRLÜK" olmuþtur. Geçtiðimiz günlerde liseli ve üniversiteli öðrenciler baþta olmak üzere gençliðin içerisinde bulunduðu vahim durumu ortaya koyduðundan kaynaklý yayýn akýþýndan kaldýrýlan "Güzel ve Dahi" gençliðin ne kadar yozlaþtýrýldýðýný, apolitikleþtirildiðini ve ne hale getirilmek istendiðini gösteriyor.Yarýþma 8 kýz ve 8 erkekten oluþuyor. Geneli de lise ve üniversite öðrencisi. Yarýþmanýn bir bölümünde kendisine sorulan Irak'ýn baþkenti nedir sorusuna üniversite öðrencisi genç kýz Lübnan yanýtýný veriyor. Ya da Pavarotti'ye Bill Gates, Mehmet Aðar'a Mehmet Arif diyenler ve Turgut Özal'ý ünlü birisi, sanatçý olarak yorumlayanlar var. Hatta 80 darbesinin Cunta Þeflerinden Kenan Evren'i tanýmayanlar, neler yaptýðýný
6
bilmeyenler de var. Ýþte futbolla, fuhuþla, dizilerle ve filmlerle gerçek yaþamdan koparýlan gençlik kendini sanal alem içerisinde buluyor. Artýk kendini yani özünü kaybetmiþ ve her gün o televizyonlarda gördüðü ne idüðü belirsiz sanatçýlara, artistlere, futbolculara benzemeye baþlamýþtýr. Onlar gibi giyinip, onlar gibi saçýný tarayýp, onlar gibi konuþmaya hatta onlar gibi düþünmeye baþlamýþ durumdadýr. Yarýþmada soruyu bilemeyenler de masanýn üzerine çýkarýlarak masa dansý yapýyor. Mini etekleriyle masanýn üzerine çýkýp dans eden kýzlar da yarýþmanýn ahlaki boyutunu gösteriyor. Yarýþmada amaçlanan bir þeyler öðretmek deðil genç kýzlarýn pazarlanmasýdýr. Bu da her þeyi kar amaçlý olan emperyalizmin insana verdiði deðeri, onlarý nasýl küçük düþürdüðünü, ahlaksýzlaþtýrdýðýný göstermektedir. Bugüne baktýðýmýzda geçmiþi arar olduk. Özellikle 12 Eylül 1980'den bu yana gençlik sindirilmek için her geçen dönem içerisinde daha da yozlaþtýrýlmakta, apolitikleþtirilmektedir... Hep duyduðumuz bir þey vardýr ya "nerde eski gençlik" diye. Bu da içerisinde bulunduðumuz durumun ne kadar vahim olduðunu gösteren en bariz örneklerden biridir. Peki, bizi bu düþünceye iten nedir? Yani geçmiþe özlem duyuran nedir? Tabi ki toplumda var olan deðerlerden uzaklaþýp, deðerlerimizi yitirmemizdir. Yani geleneklerimizden uzaklaþýp, halk kültürüne yabancýlaþmamýzdýr. Paylaþýmdan, birliktelikten kýsacasý kolektif bir yaþam tarzýndan uzaklaþmamýzdýr. Ýþte tüm bu nedenlerden kaynaklý geçmiþi özler olduk. Çünkü artýk bu deðerlerimizden güzelliklerimizden, paylaþýmýmýzdan, birlikteliðimizden uzaklaþmýþ durumdayýz. Daha doðrusu uzaklaþtýrýlmýþ durumdayýz. Bakýn gençliðin bugün getirildiði durum karþýsýnda Anadolu Grubu Yönetim Kurulu Baþkaný Tuncay Özilhan; Türkiye'de milyonlarca insanýn açlýk seviyesinde yaþadýðýný, temel sorunun istihdam olduðunu söyledi. Özilhan ayrýca izlediði "Güzel ve Dahi " adlý televizyon programýnda ki genç yarýþmacýlarýn kültür seviyelerinin kendisini hayrete düþürdüðünü belirtti.(13 Temmuz 2007, milliyet ). Milliyet gazetesinin "Gençlere Aðladým" baþlýðý ile
verdiði habere göre, güya programda gördüðü gençlerin haline aðlamýþ, çok üzülmüþ Tuncay Özilhan. "Türkiye bu tabloyu çok iyi analiz etmeli ve eðitim politikasý yeniden ele alýnmalý " demiþ. Görüldüðü gibi pervasýzlýkda, ikiyüzlülükte sýnýr tanýmýyorlar. Göz göre göre yalan söylüyor Tuncay Özilhan. Demagoji yapýp kendini masumlaþtýrmaya çalýþmaktadýr. Tüm iþbirlikçiler gibi o da hedef saptýrmaya çalýþmaktadýr. Önce sorunlarý yok saymaya çalýþýp görmezden geliyor. Tabi sorunlar gizlenemez boyutlara gelince de "evet böyle bir sorun var, ciddi bir sorun vb.’ deyip sahte gözyaþlarý ile konuyu saptýrmaya çalýþmýþtýr. Evet, Tuncay Özilhan'ýn söylediklerinin hepsi yalan deðildir. Bugün ülkemiz gençliðinin getirildiði durum, yaratýlan gençlik tablosu ortadadýr. Ama Tuncay Özilhan tüm bunlardan baðýmsýz deðildir. Bu tablonun yaratýcýlarýndan biri de kendisidir. Boþ yere timsah gözyaþlarý döküp de kendini masum göstermeye çalýþmasýn. Tüm bunlarý yaratan 12 Eylül darbesiyle üniversitelerde gençliðin üzerine karabasan gibi çöken, gençliði sindirerek, apolitikleþtirerek, kiþiliksizleþtirerek tek tip gençlik yaratmak için için YÖK'ü kuranlardýr. Bilimsellikten uzak ezberci eðitim verenlerdir. Dizilerde, filmlerde çetecileri, mafyacýlarý örnek gösterenlerdir. "Güzel ve Dahi" gibi programlarla, "Tele Vole" lerle ahlaksýzlýðý aþýlayanlardýr. Ahlaksýzlýðý geniþlik, Avrupalýlaþma, yenilik olarak gösterenlerdir. Çarklarýný döndürmeye çalýþanlardýr. Yani içerisinde bulunduðumuz bu sistemdir, bizi yöneten bu iktidarlardýr. Emperyalistler ve iþbirlikçileridir. Yani Tuncay Özilhan'lardýr. "Kültür seviyesi çok düþük, eðitimsiz" dedikleri, uyuþturucu, fuhuþ, kumar, çeteleþme ile zehirleten, yozlaþtýrarak apolitik, kiþiliksiz hale getiren onlardýr. Ýþsiz, yoksul, aç býrakarak yozlaþma bataðýna iten onlardýr. Emperyalistler ve onlarýn politikalarýný eksiksiz yerine getiren iþbirlikçi tekeller, iktidarlardýr. Gençlik ki bir ülkenin en dinamik kesimidir. Gençlik umutlu olmak demektir. Her koþulda haksýzlýklara karþý mücadele etmek demektir. Öyle bir tarihe de sahibiz. Ve zaten bunun içindir ki iþbirlikçi iktidarlarýn
7
ilk hedefi hep gençlik olmuþtur. Senelerdir uygulamaya çalýþtýðý yozlaþtýrma politikasýnýn ilk hedefi yine gençliktir. Uyuþturucu ve fuhuþ bataðýna saplanmýþ, sabahlara dek diskolarda tepinen, bireysel özgürlük adýna her türlü ahlaksýzlýðý meþru gören, ülke ve dünya sorunlarýna karþý duyarsýz, bencil, bireyci bir gençlik yaratmaya çalýþmýþtýr. Ama bunda belli baþarýlar elde etseler de, gençliði tamamen kirletememiþ, haklarý ve özgürlükleri için, kendisinin, halkýnýn, ülkesinin geleceði için mücadele etmesinin önüne geçememiþtir. Peki, düzenin tüm bu politikalarý karþýsýnda çözümsüz müyüz? Tabi ki hayýr. Düzen bizi sindirmek, yozlaþtýrmak, apolitikleþtirmek için ne kadar politika üretirse üretsin bizimde onun karþýsýnda üreteceðimiz politikalarýmýz vardýr. Düzenin bizlere sunduðu tüm bu politikalarýnýn karþýsýnda bizlerde onun sunduklarýný reddederek, kendi kültürümüzü, Anadolu kültürümüzü, devrimci halk kültürünü savunmalýyýz. Ve bu kültürümüzle hareket etmeliyiz. Çünkü ancak bu kültürle hareket ettiðimizde, bu kültürü benimsediðimizde düzenin tüm bu saldýrýlarý karþýsýnda dimdik ayak da durabiliriz. Saldýrýlarýný püskürtebiliriz. Düzen bize karþý saldýrýlarýndan hiçbir zaman vazgeçmedi. Bizleri sindirmek, yozlaþtýrmak için her defasýnda farklý politikalar üreterek bizi çözümsüzlüðe uðratmaya çalýþtý. Fakat biz hiçbir zaman çözümsüz kalmadýk. Çünkü biliyoruz ki çözüm biziz. Kendi sorunlarýna çözüm üretemeyen halkýn sorunlarýna da çözüm üretemez. Bunun için ise gençlik olarak birleþmeli, örgütlenmeli, çözümler üretmeliyiz.
K APÝTALÝZM DEMEK ÇEVRE K ATLÝAMI DEMEK TÝR! Son 70 yýlýn en sýcak yazýný yaþýyoruz hep birlikte. Güneþ ensemizde boza piþiriyor. Sürekli sýcak ve nemle boðuþuyoruz. Meteoroloji haberleri de sürekli havalarýn daha sýcak olacaðýný bildirip duruyor. Neredeyse bir buçuk aydýr özellikle büyük þehirlerde yaþayan halkýmýz yaðmur haberi bekliyor. Ancak havalarýn daha da sýcak olacaðýndan baþka duyabildiðimiz bir þey yok. Bu sýcak havalarýn ve yaðmur miktarýnýn çok düþük olmasýnýn doðal sonucu olarak da barajlar kuruyor, içme ve kullanma suyu sýkýntýsý ortaya çýkýyor. Yetkililer özellikle de çýðýr açan açýklamalarýyla Melih Gökçek tüm suçu halka atýyor. Yaðmurun yaðmamasýný da "Allah'ýn hikmetine baðlýyor. Çözüm olarak da akarsularýn, göllerin, barajlarýn özelleþtirilmesi gibi akla ziyan öneriler sunuluyor halkýn önüne. Son 5-6 aydýr yaþadýðýmýz "su" ve "küresel ýsýnma" karmaþasýnýn kýsa özetini bu þekilde yapabiliriz. Peki, biz bu duruma nasýl geldik? AKP iktidarýnýn bir temsilcisi olan Melih Gökçek'in savunduðu gibi "Allah'ýn bir gazabý" olamayacaðýna göre dünyamýz, çevremiz bu hale nasýl geldi, susuzluk kaderimiz haline nasýl geldi? Þimdi bu sorularýn cevabýný arayalým. Doðayla insan arasýndaki mücadele on binlerce yýldýr sürüp gitmektedir. Ýnsan doðadan hayatta kalmak için gereksinim duyduðu su, yiyecek, giyecek vb. maddeleri temin etmek için ona karþý savaþýr. Bu savaþ ayný zamanda insanýn doðaya hakim olma savaþýdýr da. Fakat bu savaþ yani doðayla insan arasýndaki bu mücadele kapitalizme kadar insanýn doðayý yok edecek kadar tahrip ettiði bir aþamaya sýçramamýþtý. Kapitalist üretim iliþkilerinin
geliþmesiyle insan, doða üzerinde en kalýcý ve geri dönülmez tahribatlara neden olmuþtur. Çünkü kapitalizm üretim aþamasýndan tüketim aþamasýna kadar azami kar mantýðýyla örgütlendiði için tam bir tahripkarlýk ve savurganlýk içinde olmuþtur. Burada da dönüm noktasý kapitalist üretimin belirginleþmesi yani makineli üretime geçiþ ya da daha biline adýyla "Sanayi Devrimi" olmuþtur. Sanayi devrimi ile kapitalist üretimin ve doðalýnda tüketimin de boyutlarý geometrik bir sýçrama yapmýþtýr. Artarda açýlan fabrikalarda gerçekleþtirilen üretimin boyutu feodalitenin tarým toplumunun üretimiyle karþýlaþtýrýlamayacak ölçüye çýktý. On binlerce zanaatkarýn el tezgahlarýndaki üretimini tek bir fabrika bir kerede üretebilecek duruma çýktý. Bunun sonucu olarak da daha önceki toplumda tasavvur edilemeyecek ölçüde bir doða talanýnýn da baþlangýcý oldu. Tabi bu olgunun üretimden kaynaklý bir tahribatýnýn yanýnda kapitalizmin bir sonucu olarak ortaya çýkan "tüketim kültürü" de doðanýn bu ölçekte tahrip edilmesinin önünü açmýþ oldu. Bu kültürün ortaya çýkmasý ve geliþmesi sonucu mantýksýzca bir tüketim çýlgýnlýðý da kapitalizmin yaþandýðý ülkelerde daha sonra da bu ülkelerin sömürgeleri durumuna gelen ülkelerde hakim oldu. Bunu bir örnekle açýklayacak olursak toplu taþýma araçlarý olarak tabir ettiðimiz otobüs, metro, tren gibi araçlarýn ulaþýmda kullanýlmasý hem çevre açýsýndan, hem doðadaki kaynaklarýn saðlýklý kullanýlmasý açýsýndan, hem de güvenlik açýsýndan herkesin kendisine ait bir binek otomobil kullan-
8
masýndan çok daha avantajlýdýr. Fakat kapitalizm açýsýndan ise bu durum azami kar etmesinin önünde bir engeldir. Bunun için kapitalizm herkesin kendine ait 1 hatta iki arabasý olmasýný ister. Bizim gibi ülkelerde de bunun için toplu taþýmaya yatýrým yapýlmasý yerine "Karadeniz sahil yolu" gibi çevre ve insan saðlýðý açýsýndan akýl almaz projelere yatýrým yapýlýr. Böylelikle hem inþaat tekelleri hem petrol tekelleri hem de otomotiv tekelleri para kazanmýþ olur. Onlar için önemli olan tek þey de budur zaten Kýsacasý doðanýn bugünkü hale gelmesinden yani küresel ýsýnma ve susuzluktan sorumlu olan kapitalizm ve onun üretim iliþkileridir. Baþka suçlu aramaya da gerek yoktur. Zaten sorunun yani küresel ýsýnma olarak tabir ettiðimiz kapitalist üretim iliþkilerinin bir sonucu olarak ortaya çýkan çevre tahribatý sorununu buna neden olan kapitalistlerde görmezden gelememektedirler. Paris'te düzenlenen Birleþmiþ Milletler Hükümetler arasý Ýklim Deðiþikliði Paneli'nin açýkladýðý raporu bu konudaki tartýþmalarý yoðunlaþtýrdý. Raporu, 2 bin 500 bilimcinin altý yýlda hazýrladýðý belirtiliyor. Bazý tespitler þöyle: Dünyanýn yüzey sýcaklýðý son yüz yýlda ortalama 0,74 derece arttý. Her on yýlda hava sýcaklýðý 0,2 derece artacak. Modern kayýtlarýn baþladýðý 1850'den bu yana görülmüþ en sýcak 12 yýldan 11 yýlý, bu son 12 yýl içinde yaþandý. Deniz yüzeyi, okyanuslarýn geniþlemesi ve buzullarýn
erimesi nedeniyle, yüzyýl sonunda 28-58 cm arasýnda yükselebilir. Ancak, ýsýnma nedeniyle buz tabakalarýnýn erimesi de hesaba katýldýðýnda, 1 metreyi bulabilir. Hem Kuzey ve Güney Kutuplarýnda deniz buzlarý azalacak. Sera gazý salýmlarý tahmin edilen yüksek düzeylere ulaþýrsa, yüzyýl sonunda Kuzey Okyanusu'nda yýl boyu görülen buz örtüsü, artýk var olmayabilir. Kuraklýðýn süresi de yoðunluðu da 1970'lerden bu yana artmýþ durumda. Sahra'nýn kuzeyi, Akdeniz, güney Afrika ve güney Asya, 20. yüzyýl boyunca daha kurak hale geldi. Atmosferdeki karbon dioksit ve metan düzeyleri sanayileþme öncesi döneme göre çok daha fazla. Rapor, "Küresel ýsýnmanýn kesinlikle var olduðunu" ve "insan eseri" olduðunu söylüyor. Bu raporlarýn sunulduðu emperyalist ülkelerin temsilcileri ne yapýyorlar peki? Daha kendilerinin sebep olduðu küresel ýsýnmanýn etkilerinin azaltýlmasý için sera gazý salýmýný azaltmayý dahi kabul etmiyorlar. Sera gazlarý yani kapitalist üretimin bir sonucu olarak fabrika bacalarýndan havaya salýnan ve atmosferde yer edinerek güneþ ýþýnlarýnýn yer yüzünden yansýyarak tekrar atmosfer dýþýna çýkmalarýný engelleyip, bu sayede dünyanýn sýcaklýðýnýn artmasýna neden olan gazlardýr. Karbondioksit, karbon monoksit gibi gazlardýr ve otomobillerin egzozlarýndan, fabrika bacalarýndan sürekli olarak doðaya salýnýr. Sera gazlarýnýn salýmýný 1991 seviyelerine çekmeyi -dikkat edin tamamen engellemeyi deðil- taahhüt anlamýna gelen Kyoto protokolü dahi birçok kapitalist ülke tarafýndan reddedilmiþtir ki bunlar arasýnda doðayý en çok kirleten ve bu gazlarý doðaya en çok salan ABD de vardýr. 1997'de Japonya'da 154 ülkenin katýlýmý ile yapýlan toplantýda hazýrlanan ve protokolü imzalamamasýný, "ABD'nin dünya ekonomisinde rekabet gücünü olumsuz etkileyeceði için Kyoto prensiplerine tümüyle karþýyýz" þeklinde açýklamýþtýr. Bush hükümeti petrol ve kimyevi madde
üreten Amerikan tekelleri için Irak ve Afganistan'ý iþgal etmiþken onladan çevreye karþý duyarlýlýk beklemek de abes olurdu zaten. Rapordaki verilerin çarpýcýðýna ve KAPÝTALÝZM ÇÖLLEÞTÝRÝR! can yakýcýlýðýna raðmen bu basit taahhüdü vermeye bile yanaþmak istemez kapitalistler. Çünkü bunu yapmak ekonomik deðildir devrim sorunudur. Devrimden önce onlar için. Emperyalist tekeller de bu sorunun çözülebileceðinin doðanýn ve insanlýðýn geleceðin- teorisini yapmak siyasi körlük veya den çok kendi kasalarýnýn nasýl korkaklýktan baþka bir þey deðildir. Sosyalizm gerek insana daha çok þiþirileceðinden baþka bir þey düþünmezler. Yeni arýtma sis- gerekse de çevreye verdiði deðertemleri kurmak, filtre sistemleri den kaynaklý çevre sorunun geliþtirmek bunun için hiç ama hiç çözülebileceði tek alternatiftir. Kapitalizm azami kar hýrsýyla üreiþlerine gelmez. Küresel ýsýnmanýn bugün artýk tim yapar ve tüketimi körüklerken yakýcý olarak pek çok olumsuz yan- sosyalizm insanýn ihtiyacý oranýnda sýmasýný görüyoruz ki bunlardan en üretim ve tüketimi planlar. Kültürel önemlisi de susuzluk ve susuz anlamda da sosyalizm kapitalizmin kalma tehlikesidir. Aslýnda küresel tersine doðanýn tahrip edilmesine ýsýnma hangi boyutta olursa olsun karþý çýkar. Bu noktada Engels bu sorunu yaþamamýz yine de þöyle der: "Biz her adýmda, bizim doðaya, abes kaçar. Çünkü bugün gelinen aþamada deniz suyundan içme ve bir yabancý ülkeyi fethedenlerin, o kullanma suyu temin edecek ülke halkýna hükmettikleri gibi hükteknolojiler mevcuttur. Fakat dedik metmediðimiz konusunda uyarýlýyya bu kapitalistler açýsýndan pek oruz. Biz doða dýþýnda olan biri gibi karlý olmayacaktýr. Onun yerine tar- hükmetmiyoruz doðaya. Tersine biz ihin gördüðü en iþbirlikçi iktidar etimizle, kanýmýzla, beynimizle olan AKP iktidarý ülkemizin akarsu- doðaya aidiz ve onun içindeyiz ve larýný satýlýða çýkarmýþtýr. bizim ona hükmetmemiz, yalnýzca Kapitalizmde ahlak zaten bu kadar onun yasalarýný tanýmak ve doðru olur sorunu kendi yaratýr uygulamak konusundaki avantajýmýzdan oluþmaktadýr." (Marksçözümünü de parayla satar. Sorunu ortaya koyduktan ve Engels, Seçme Yapýtlar, c.3, sorumlularý da belirledikten sonra "Maymunun Ýnsanlaþmasýndaki sorunu nasýl çözeceðimize bir Emeðin Payý" adlý makalesinden) Sonuç olarak tüm sorunbakalým. Kapitalizmin üretim anlayýþýný ve doða tahribatýnda larýmýzýn kaynaðý olan bu düzen sýnýr tanýmaz yaklaþýmýný ortaya bizi açlýk ve sefalete mahkum ettiði sorun diye koyuyorsak karþýmýza gibi üretim anlayýþýnýn bir sonucu bir tek çözüm yolu çýkar; o da kap- olarak doðaya verdiði zararla da italist üretim iliþkilerinin yýkýlýp yer- susuzluða ve yok olmaya yüz tutine sosyalizmin ve üretim iliþki- muþ bir dünyada yaþamaya da mahkum ediyor. Kendimizin e lerinin geçirilmesi. Sadece çevre sorunu üzerinden dünyamýzýn kurtulmasýnýn tek yolu geliþen bir mücadele temel sorunu dünyamýzýn tekrardan yaþanabilir çözemeyeceði için sadece "eleþtiri- bir hal almasýnýn tek yolu ülkemizin cilik"le sýnýrlý kalacak ve kapital- ve dünyamýzýn kapitalizmden kurizmin çevre tahribatýnýn önüne tulmasýdýr. Tek yolumuz sosyalgeçemeyecektir. Bunun için sorun izmdir, devrimdir…
9
ULUCANLAR; DÝRENÝÞTEN BÝR KALE...
Öfke Þahlanýr Taþar Yürekten ULUCANLAR ÞEHÝTLERÝNE... GÜN SÝZÝN ÖLÜM HABERÝNÝZLE
O ÜÇ YÝÐÝDÝN KANINA KARIÞTI 10 ÞEHÝDÝN KOLLARI DENÝZLERE KAVUÞTU. BÝR YANDAN HÝÇ SÝLEMEYECEÐÝ BÝR KAN LEKESÝ SÜRERKEN KENDÝ YÜZÜNE DÜÞMAN VE BÝR YANDAN ASLA VEREMEYECEÐÝ BÝR HESAP ASARKEN BOYNUNA DÜÞMAN 10 BAYRAK YÜKSELDÝ ULUCANLAR'DAN. 10 BAYRAK DALGALANDI ULUCANLARIN BURÇLARINDAN. BÝR MAPUSHANE DEÐÝL ARTIK ORASI BÝR KALE BÝR DÝRENÝÞ KALESÝ BÝR SAVAÞ KALESÝ VE BURÇLARINDA 10 YÝÐÝDÝN BAYRAKLAÞMIÞ BEDENLERÝ...
DOÐDU YOLDAÞ… NEYLERÝM BEN BÖYLE GÜNÜ… PARÇALANMIÞ BEDENLERÝNÝZ, DELÝK-DEÞÝK OLMUÞ VÜCUTLARINIZ, ÇIKMIÞ GÖZLERÝNÝZ, AKMIÞ KANINIZ NEYLERÝM BEN BÖYLE GÜNÜ NEYLERÝM… 10 CAN 10 CAN BÝRDEN… ALÇAKÇA, KAHPECE, KALLEÞÇE… KURÞUNA MI DÝZDÝLER SÝZÝ CAN… DELDÝLER MÝ YÜREÐÝNÝZÝ TAM ORTASINDAN… GÜNEÞ MÝ DOÐMUÞ ONDAN SONRA NEYLERÝM BEN BÖYLE GÜNÜ NEYLERÝM… ULUCANLAR… ADI ÜSTÜNDE ULU CANLAR… O KÖHNE MAPUSHANENÝN AVLUSU BÝR DENÝZLERÝ GÖRDÜ BÝR DE GÜMBÜR GÜMBÜR DÝRENEN SÝZLERÝ… O MAYIS ÞAFAÐINDA TEKMELENEN SANDALYE, ATILAN SLOGAN VE GÖÐE YÜKSELEN ÝNANÇ YIKMIÞTI KÖHNE MAPUSHANENÝN DUVARLARINI. VE ONDAN BERÝ DE ULUCANLAR KALMIÞTI ADI.
26 EYLÜL 1999 ULUCANLAR HAPÝSHANESÝ'NDE KATLÝAM
10 DEVRÝMCÝ TUTSAK AMERÝKAN ÇIKARLARI ÝÇÝN KURÞUNLANARAK, ÝÞKENCEYLE KATLEDÝLDÝ
"19-22 Aralýk 2000'deki büyük katliam öncesi, hücrelere geçiþin en pervasýzca gerçekleþtirilen provasýydý." Dönemin Baþbakaný Ecevit, ABD'ye giderken, "gereðinin yapýlacaðýný" söylüyordu. Gereði bombalar, kurþunlar ve Ulucanlar'ýn "Hamam"ýnda korkunç iþkencelerle yapýldý. Sonuç; Ýsmet Kavaklýoðlu, Ahmet Savran, Aziz Dönmez, Habib Gül, Önder Gençaslan, Ümit Altýntaþ, Abuzer Çat, Mahir Emsalsiz, Halil Türker, Zafer Kýrbýyýk isimli tutuklular katledildi.
DUVARLARINDAN DEÐÝLDÝ ULULUÐU CANLARINDANDI… ÝÞTE ÞÝMDÝ ULUCANLAR DAHA BÝR ULU… 10 YÝÐÝDÝN KANI 10
12 EYLÜL CUNTACILARINDAN HESAP SORACAÐIZ! "Bizim çocuklar baþardý…" Pek çok yerde (bir sýnav, deney ya da müsabaka sonrasýnda) sarf edilebilecek basit bir cümle gibi. Fakat bizim için o kadar kolay sarf edilebilecek bir cümle deðil. Bu basit cümle ülkemizde katliamlarla, tutuklamalarla, iþkence tezgahlarýyla yani 12 Eylül faþist cuntasýyla anýlýyor. ABD'li eski diplomat Paul Henze 12 Eylül cuntasýný Baþkan Jimmy Carter'a müjdelemek için bu sözleri söylediði günün sabahýnda ülkemiz sokaklarýnda tanklar yürümeye baþlamýþtý. Diplomat Henze'nin de bizzat belirtmekten çekince duymadýðý gibi Amerika’nýn çocuðu haline gelmiþ ordu yönetime el koymuþ, yüz binlerce insan iþkencehanelerden geçirilmiþ, 1,5 milyon insan fiþlenmiþ, her türlü örgütlenme yasaklanmýþ, parlamento bile kapanmýþtý. Peki, neydi bu cuntanýn asýl sebebi ve Amerikalýlarý neden bu kadar sevindirmiþti? 1950'lerden beri yeni-sömürge durumunda olan ülkemizde antiemperyalist, anti-oligarþik cephe geliþmekte iþbirlikçi politikalar tehlikeye girmekteydi. Örneðin; IMF'nin hazýrlamýþ olduðu ve Türkiye'yi tek taraflý yabancý sermayeye açan 24 Ocak Programý uygulanamaz olmuþ ve bizzat Amerikalý yetkililerce askeri müdahalenin gerekli olduðu dile getirilmeye baþlanmýþtý. Evet, Amerikanýn çocuklarý babalarýnýn çýkarlarýna ters düþtüðü anda aldýklarý talimatla halkýn üzerinde terör uygulamaktan tereddüt etmeyeceklerini bir kez daha göstererek yönetime el koydular. Bunu yaparken de "kardeþ kanýný durdurma" yalanýna sýðýnmasýna raðmen yüzlerce kiþiyi iþkence tezgahlarýnda, hapishanede ve daraðaçlarýnda katlet-
mekten de geri kalmadý. Daha sonra 12 Eylül faþist cuntasý 1983'de yeniden parlamentonun açýlmasýyla sona ‘ermiþ’, 12 Eylül sanki bir kabusmuþ da sona ermiþ havasý yaratýlmaya çalýþýldý. Fakat iktidarlar tarafýndan her zaman bir tehdit aracý olarak kullanýlmaya devam etti. En ufak kitlesel memnuniyetsizlikte "12 Eylül öncesine dönüleceði" demagojisiyle halkýn gözünde bir 12 Eylül karabasaný yaratýldý. Katliamlarýyla, iþkenceleriyle teþhir olmuþ cunta daha fazla sürdürülmeyip, yeniden demokrasicilik oyununa geçilmiþ oldu. Burjuva medyanýn yazarlarýný bir kenara býrakalým 12 Eylül'ün bizzat sorumlularý dahi bunun artýk geçmiþte kaldýðýndan bahseder oldular. 13 Eylül 2000 tarihli sabah gazetesinde darbe þefi Kenan Evren'in; Ali Kýrca'nýn "sizce 12 Eylül devam ediyor mu?" sorusuna þu cevabý verdiði yazýyor: Ali Kýrca: Sayýn Evren sizce 12 Eylül devam ediyor mu? EVREN: Efendim herkes kendine göre bir yorum yapýyor. 12 Eylül'ün arasýndan 20 sene geçmiþ. Eðer halen 12 Eylül devam ediyor olsaydý, 12 Eylül'den itibaren cereyan eden olaylarýn birçoðunun devam etmesi gerekiyordu. 12 Eylül artýk kapanmýþtýr, kapanmýþtýr ama 12 Eylül bize çok þeyler öðretmiþtir. Gerek topluma, gerek sivil toplum örgütlerine, politikacýlarýmýza çok þeyler öðretmiþtir. Bunun neticesinde artýk siyasi partiler arasýndaki kavgalar çekiþmeler çok asgariye inmiþtir. Bu cevabýyla Kenan Evren'e
11
göre 12 Eylül artýk kapanmýþtýr. Bu gerekli olan bir süreçtir, alýnmasý gereken dersler alýnmýþtýr ve artýk kapanmýþ bir sayfadýr. Baþtan sona yalan ve demagoji üzerine yapýlmýþ bir darbenin anlatýmý da ancak bu kadar yalanla olabilir. Kenan Evren'de bunu yapýyor. 12 Eylül emperyalizmin çýkarlarýnýn korunmasý amacýný taþýr ve sadece üç yýl için deðil sonsuza kadar koruma amaçlýdýr. Halkýn emperyalizme olan baðýmlýlýða karþý olmasýný istemeyen iþbirlikçiler 12 Mart’ta yapamadýklarýný 12 Eylül'le gerçekleþtirip ülkemizde faþizmi kurumsallaþtýrmýþ, halký da sürekli baský altýnda tutmaya devam etmiþtir. 12 Eylül'de amaçlanan halkýn tepki vermesine engel olmaktýr. Bu zihniyet hala yerli yerinde dururken 12 Eylül'ün artýk bittiðini söylemek uygulanan baskýnýn, zulmün üzerini örtmekten baþka bir amaç taþýmaz. 12 Eylül bitmedi ve bitmesi için deðil sürekliliði için yapýlmýþ bir müdahaleydi. 12 Eylül tek baþýna katliamlar, iþkencelerle anlatmak doðru deðildir. 12 Eylül ayný zamanda yozlaþtýrma, örgütsüzleþtirme ve tepkisizleþtirmeye yönelik bir darbedir. Kaldý ki sadece katliamlar, iþkencelerle alsak bile 12 Eylül'ün bitmediðini hatta daha da artarak devam ettiði görülür. 12 Eylül sonrasý yapýlan katliamlar 12 Eylül'e rahmet okutacak türdedir.
12 Eylül Özallarla,Demirellerle, Tayyiplerle DEVAM EDIYOR...
Peki, ne oldu 12 Eylül'de? Baþlarýnda Kenan Evren’in de bulunduðu 5 tane üst düzey general ki bunlardan Kenan Evren Genelkurmay baþkanýdýr, ülkede yönetime el koyduklarýný açýkladýlar. Bu açýklamanýn ardýndan parlamento dahil tüm devlet kurumlarýnda asker denetimi saðlandý ve TBMM kapatýldý. Bundan sonra ise darbeciler 13 Eylül sabahýný dahi beklemeden cuntanýn asýl hedefi olan devrimcilere yöneldiler. Ýþkencehanelerini daha önceden hazýrlamýþlardý zaten. Yüz binlerce insaný buralara taþýdýlar ve iþkence tezgahlarýndan geçirdiler. 12 Eylül cuntacýlarýnýn vahþeti bununla sýnýrlý kalmadý. Hitler’in toplama kamplarýný aratacak nitelikteki hapishanelere taþýnan on binlerce devrimci-demokrat buralarda ýslah edilmeye çalýþýldý. 12 Eylülcüler Mamak, Metris gibi iþkencehaneleri inþa ederken halkýn en ileri unsurlarýný da nasýl ýslah edebileceklerini düþünmüþlerdi. Çünkü devrimcilerin düþüncelerini teslim alabilirlerse yaptýklarý askeri darbenin kesin baþarýsýný ilan edebilirlerdi. Böyle buyurmuþtu Amerikalý abileri. Bunun için 12 Eylül’ü yapanlar baskýyý ve zulmü sürekli uygulayabilecek, halký ve devrimcilere sürekli baský uygulayabilecek yani faþizmi süreklileþtirecek kurumsallaþmaya ihtiyaç duydular.
12 Mart'ta faþizmin kurumsallaþmasýnda kayda deðer bir geliþim saðlanamamýþtý ve bundan ders çýkaran oligarþi tamamen buna göre þekillendirmiþti cuntayý. Demokratikleþme yalanlarýnýn ardýnda faþizmi kurumsallaþtýrdý ve ülkemiz açýk faþizm koþullarýna geçti. Bunu yaparken de muhalif olabilecek herkese baský uygulamaktan geri durmadý. 12 Eylül 1980'le baþlayan ve 1983'te Özal'ýn iktidara geçmesiyle son bulan cunta döneminde: 650 bin kiþi gözaltýna alýndý. 1 milyon 683 bin kiþi fiþlendi. 7 bin kiþi için idam cezasý istendi, 517 kiþiye idam verildi, 50 kiþi asýldý. 230 bin kiþi yargýlandý, onlarca yýl hapis istendi. 23 bin 677 derneðin faaliyeti durduruldu. 30 bin kiþi sakýncalý olduðu gerekçesiyle iþten atýldý. 14 bin kiþi yurttaþlýktan çýkarýldý. 300 kiþi infaz edildi. 171 kiþi iþkencede, 299 kiþi hapishanelerde katledildi. Bütün bunlar ülkede faþizmin olduðunun açýk göstergesidir. Kesinlikle hafife alýnacak bir durum deðildir. Fakat yanlýþ olan bütün bunlarýn sadece 12 Eylül'e özgü bir durummuþ gibi algýlanmasýdýr. Bu sanki faþist cunta geçtikten sonra bunlarýnda son bulmuþ olduðu izlenimi vermektedir. Gerçekse bundan çok daha farklý; Cunta döneminde gözaltý sayýsý 650 binken, 1995-2003 yýllarý arasýnda gözaltý sayýsý 2 milyon 59 bin 25
12
kiþi olarak sayýlmýþtýr. Buca, Ümraniye, Ulucanlar ve 19-22 Aralýk katliamlarýnda uygulanan vahþet 12 Eylül'ün vahþetini aratacak niteliktedir. Evet, 12 Eylül kanlý bir tarihtir, hiçbir þekilde meþrulaþtýrýlamaz. Fakat ülkemizdeki faþizm ve katliamlarda 12 Eylül'le sýnýrlandýrýlamaz. Yani bazý burjuva yazarlarýnýn ve Kenan Evren'in dediði gibi o günler ne geride kalmýþ, ne de 12 Eylül'le baþlamýþtýr. Emperyalizm destekli baskýlar ülkemizin yeni-sömürgeleþmeye baþladýðý 1950'lerden itibaren baþlamýþtýr. Bu tarihle beraber ülkemizde faþizmin kurumsallaþtýrýlmasý çalýþmalarý baþlamýþ, 12 Eylül'le bu çalýþma doruða çýkmýþ ve baþarýya ulaþmýþtýr. Emperyalistlerin çýkarlarýný tehlikeye atacaðýndan kaynaklý bütün örgütlülüklerin önüne geçilmeye çalýþýlmýþ, muhalif hiçbir düþünceye tahammül edemeyen faþizm en ufak muhalif söylemleri bile yalan ve demagojilerle bastýrmaya çalýþmýþtýr. Bunu sadece baský ve zor yöntemleri ile baþaramayacaðýný bilen faþizmin çýkardýðý anayasa ve oluþturduðu kurumlarla bütün halk kesimleri üzerinde halen baský aracý olarak duruyor. 12 Eylül oluþturduðu kurumlarla halkýn bütün kesimlerini ve en önemlisi demokrasinin temsili olarak gösterilen meclisi dahi kontrolü altýna aldý. 12 Eylül'ün ürünü olan MGK'ya; anayasada meclise "uyulmasý zorunlu tavsiye kararlarý alýr" ibaresiyle açýk bir þekilde bütün irade teslim edilmiþtir. Bunun yanýnda Hakimler ve Savcýlar Yüksek Kurulu, Yüksek Hakem Kurumu vb. kurumlar 12 Eylül faþist cuntasýnýn halkýn bütün kesimlerini kontrol altýnda tutmak için oluþturduðu kuruluþlardýr. 12 Eylül faþist cuntasý halk muhalefetinin yükseldiði yerlerin baþýnda gelen ve en dinamik gücü olan gençliðin teslim alýnmasýna da özel önem veriyordu. Bu alanda baský ve sindirme aracýný üstlenen kurum olarak ise hala farklý þekillerde de olsa sürekli tartýþma konularýndan biri olan ve hiçbir zaman meþruluðu kabul görmemiþ
YÖK kuruldu. YÖK'ün görevi; soruþturmalarla, okuldan atmalarla en küçük muhalif düþünceleri bile okullardan, insanlarýn düþünüp üretebilecekleri yer olan kampüslerden uzak tutmak ve üniversiteleri öðrencileriyle beraber tekellerin hizmetine açmaktý. Ki bu görevini yerine getirmek için senelerdir iþ baþýnda duruyor. Bunun yaný sýra özellikle gençlik üzerindeki yozlaþtýrma ve apolitikleþtirme saldýrýlarý da kesintisiz bir þekilde uygulanmakta. Politik olan bütün gençliðe direk terörist yaftasý yapýþtýrýlmakta, gençler apolitik, yoz, bencil bir þekilde yetiþtirilmeye çalýþýlmaktadýr. Polisin her sene kültürel faaliyet yürüten öðrencileri terörist gibi göstermeye çalýþtýðý broþürleri okullarda daðýtýp, tiyatroya, sinemaya gitmeyi örgütsel faaliyetmiþ gibi göstermeye çalýþmasýnýn sebebi de bu yozlaþtýrmasý politikasýdýr. Gençler barlara, sarhoþ olup kendilerinden geçecekleri partilere gidebilir, uyuþturucu, fuhuþ bataðýna saplanabilirler. Bunlarý yapmalarýnda herhangi bir sakýnca yoktur, çünkü bunlarý yaparken her hangi bir þey düþünemez ya da bir çözüm üretemezler. Bu yoz, bencil ortamda tek baþlarýna düzenin deðirmeninde rahatlýkla öðütülebilirler. Daha öðrencilik yýllarýnda sindirilip ilerisi için önlem alýnmýþ olur. Bu örgütsüzleþtirme ve sindirme politikasý gençlik üzerinde daha fazla olmakla beraber halkýn bütün kesimleri üzerinde etkisini göstermiþtir. 12 Eylül'ün hemen arkasýndan tam 23 bin 677 derneðin ve sendikalarýn kapatýlmasý oligarþinin örgütlü halktan korkusunun, onlarý her zaman bir tehdit olarak gördüðünün de kanýtýdýr. Bu günde bu örgütsüzleþtirme politikasý devam etmektedir. Yasalarda örgütlenme özgürlüðü tanýnmasý sadece göz boyamakla kalýyor. Belki dernek kurma þu an geçmiþe nazaran daha kolay. Fakat düzenin isteði iþlevsiz içi boþ derneklerdir. Her yerde dernek ismiyle açýlmýþ kýraathaneler varken ve gençlerin bu dernek çatýsýnda açýlan kýraathanelerde
kumar oynayarak vakitlerini geçirmesine hiçbir ses çýkmýyor. Fakat uyuþturucuya, yozlaþmaya karþý faaliyet yürüten derneklerin üyeleri tutuklanýyor, dernekler hakkýnda kapatma davalarý açýlýyor. Ýþte 12 Eylül anayasasýnýn tanýyabileceði örgütlenme hakký. Yozlaþmaya hizmet ettiðin oranda isteðini yapabilirsin, bunu yaparken kimse sana karýþmaz. Fakat iþ düzenin çýkarlarýna dokunduðunda tutuklanýrsýn, derneklerin kapatýlýr. Katliamlar, iþkenceler, gözaltýlar, dernek kapatmalar vs. hepsi 12 Eylül'le beraber anýlýyor fakat bunlar 12 Eylül öncesinde de uygulanýyordu, þimdi de üzerine daha fazlasýný diri diri insan yakmalarý, tecriti, sansürü de katýp devam ediyor. Yakýn tarihimize bakýp 12 Eylül'ün bitmediðini anlamak hiç de zor deðil. Hatta artýk yozlaþtýrmadan, tepkisizleþtirmeden aldýðý sonuçla egemenler çok daha pervasýzlaþmýþ durumda. Her þey çok normalmiþ gibi utanmazca hem ülkeyi sattýklarýný açýk bir þekilde söylüyorlar, üstüne halký azarlýyorlar. Halkýn yararlanmasý gereken kurumlarý "babalar gibi satarým" diyerek tekellere peþkeþ çeken iktidar bununla yetinmeyip akarsularý bile tekellere satacaðýný rahatlýkla hiçbir çekince duymadan açýklayabiliyor. Bu oyunlara karþý çýkan halk kesimleri de týpký o "geçti artýk, Allah bir daha yaþatmasýn" dedikleri 12 Eylül dönemindeki gibi yerlerde sürüklenerek, sokak ortasýnda iþkence görerek gözaltýna alýnýyor, tutuklanýyor. Seçim oyununu reddettikleri için 200 kiþinin iþkence görerek gözaltýna alýnýp 87 kiþinin tutuklanmasýnýn 12 Eylül sürecinden farký nedir? Demokratikleþme sözlerinin sadece masal olduðu, faþizmin azgýnca devam ettiði açýktýr. Parlamentoya geçiþle 12 Eylül geçmiþ ya da demokratikleþmiþ olunmuyor. "12 Eylül"ü yenmenin de demokratikleþmenin de tek yolu, o çok korktuklarý kurulmamasý için ellerinden gelen her türlü baskýyý uyguladýklarý halk örgütlülüklerini kurup, mücadele etmektir. 12 Eylül sonrasýnda halkýn üzerinde bir süre kara bulut-
13
lar dolaþtýrdýklarý gerçektir. Fakat gerçek olan bir þeyde vardýr ki zulmün kol gezdiði o dönemlerde de, açýk açýk katliam yaptýklarý, insanlarý diri diri yaktýklarýnda da halklarý için direnenleri bitiremediler. Bu zulüm bitene kadar da bu mücadele bitmeyecek, er ya da geç bu zulüm düzeni de yýkýlacaktýr. 12 Eylül 1980 tarihi ülkemiz devrimci mücadelesi için bir dönüm noktasýdýr. Emperyalistler ve iþbirlikçi oligarþi bu darbeyle hem halkýn büyük çoðunluðunun devrimden ve devrimcilerden umudunu kesmesini hem de faþizmin kurumsallaþmasýný saðlamýþlardýr. Bunu gerçekleþtirirken de halka karþý dizginsiz ve acýmasýz bir terör uygulamýþlardýr. Kenan Evren ve bu darbeden çýkarý olan emperyalist tekeller Türkiye halklarýna karþý çok büyük suçlar iþlemiþlerdir. Ýþkenceler, katliamlar, kaybetmeler, aþaðýlamalar, halka karþý psikolojik savaþ bu dönemden sonra hep en üst düzeyde sürmüþ bu güne kadar da artarak devam etmiþtir. Biz bu ülkenin devrimcileri ve de halklarý bu zulmün sahiplerinin suçlarýný hiçbir zaman unutmayacaðýz ve affetmeyeceðiz. Adalet o yýllardýr özlemini duyduðumuz adalet mutlaka saðlanacaktýr. Çünkü tarih bize öðretmiþtir ki bir iktidar iktidarda kalabilmek için ne kadar çok zulüm uygularsa iktidarýn ömrü de o kadar kýsalýyor demektir. Ülkemizde de elbet bu düzenin yerine Devrimci Halk Ýktidarý kurulacaktýr. Halklar ancak o zaman 12 Eylüllerden kurtulup gerçek adalete ve demokrasiye kavuþacaklardýr. Ancak o zaman 12 Eylül’ü sürdürenler halka hesap verecektir. Bunu gerçekleþtirebilmek için ise hesap sorma bilinciyle hareket ederek ülkemizi açýk faþizmle yöneten, halkýmýzý demokrasi masallarýyla uyutmaya çalýþan bu düzenin sahiplerinin karþýsýna dikilmeliyiz. Gençliðin sindirilemeyeceðini ve de teslim alýnamayacaðýný göstermeliyiz. Aksi taktirde ülkemiz daha yýllarca 12 Eylüllerle ve Evren gibilerce yönetilecek.
temini þekillendiren, bu yönde politikalar uygulayan iþbirlikçi iktidarlardýr. Sýfýr çeken, baþarýsýz olan kapitalist sistemdir. Sýnavlara endeksli eðitim sisteminin ne sonuçlar yarattýðýný daha önce de anlatmýþtýk. En özet haliyle odaðýnda insan deðil daha fazla kar olan kapitalist sistemin eðitim politikasý þöyledir; Her alanda olduðu gibi eðitim alanýnýnda da daha fazla nasýl kar edilebileceðinin hesaplarý yapýlmakta; iþbirlikçi iktidarlarýn desteði ile eðitim ticaretleþtirilmektedir. Parasý olanýn her türlü imkândan faydalandýðý, kaliteli eðitim aldýðý, emekçi halk çocuklarýnýn parasý olmadýðý için okullarýn kapýsýndan bile giremediði ya da 'üvey evlat' muamelesi gören 'devlet okullarýnda' kalitesiz eðitim aldýðý bir eðitim sistemi. Özel okullara ve dershanelere sýnýrsýz destek veren, özel okullara ayrýlan bütçeyi arttýran iþbirlikçi iktidarlar devlet okullarýna ayýrdýðý ödeneði kýsmakta, bununla da yetinmeyip 'kayýt parasý, karne parasý, aidat vb.' adý altýnda soygun yapmaktadýr. Teþvik edilen, desteklenen özel okullara da kayýt yaptýrabilenlerde yine emekçilerin çocuklarý deðildir. OKS sonuçlarý üzerine yapýlan araþtýrmalarda OKS'de düþük puan alanlarýn, 'baþarýsýz' denilenlerin yoksul çocuklar olduðu görülmektedir. Yine ÖSS de 'baþarýlý olan okullarýn' da özel okullar olduðu görülmektedir. Geleceðini garanti altýna almanýn yolunu ÖSS'yi kazanmak, 'kariyer' yapmak olarak gören, böyle olduðuna inandýrýlan milyonlarca öðrenci ilköðretim sýralarýndan itibaren yanýndakilerin sýrtýna basýp yükselme, sýnav adý altýndaki bu yarýþlarda öne geçme derdine düþmektedir. Durum böyle olunca da öðrenciler varsa-yoksa sýnavlarý düþünmekte, sýnavla yatýp sýnavla kalkmaktadýrlar. Pratik yaþamdan kopuk, ezberci, yoz, þovenist eðitim müfredatlarý ile 'eðitilen' gençlik ne hale getiriliyor hepimiz görüyoruz. Býrakalým vataný-halký için bir þeyler yapmayý, tam tersine her geçen gün daha da bencil bireyci olmaya itiliyorlar. Sadece OKS ve ÖSS ile sýnýrlý kalmayýp tüm derslerdeki baþarýnýn sýnavlarla ölçüldüðü bir ortamda, sýnavlarýn her þey olduðuna inandýrýlan-þartlandýrýlan gençlik tek bir noktaya; sýnavlara odaklanýyor. OKS'yi, ÖSS'yi kazanamadýðý için bunalýma giren, intihar eden öðrencileri konu alan haberler her sýnav döneminin 'klasiði' haline geliyor. Ve ardýndan Van'da OKS'yi kazanamadýðý için intihar eden bir gencin cenazesine katýlan Hüseyin ÇELÝK'in yaptýðý gibi öðrencileri "yarýþ atýna" çeviren eðitim sistemine hiç deðinmeden aileleri, eðitimcileri, öðrencileri suçlayýp iþin içinden sýyrýlmaya çalýþýyorlar. Bir yanda özel okullarda, dershanelerde eðitim görenler bir yanda parasý olmadýðý için okula dahi gidemeyen milyonlar. Diðer yanda ise yalan, demagoji ve iki yüzlülükte sýnýr tanýmayan açýklamalar yaparak sorumluluktan kurtulmaya, sorunu saptýrmaya, üzerini küllemeye çalýþan iþbirlikçi iktidarlar… Kapitalist sistem yarattýðý bu tabloyu çözemez, çözmek de istemez. Herkese eþit, parasýz, bilimsel eðitim olanaklarý sunmak iþlerine gelmez. Zaten istedikleri gençlik tipi olan; apolitik, kimliksiz, asosyal, kendinden baþka kimseyi düþünmeyen gençliði umursamazlar. Kurduklarý sömürü düzeni ile uðraþmasýn, tabiri caizse
ÖSS’NÝN DEÐÝÞTÝRÝLMESÝ ÇÖZÜM MÜ? Ülkemizde eðitim sistemi bir yara gibi sürekli kanamaktadýr. Bu durum aynen þuna benziyor; sen bataklýðý kurutmak yerine üstünü örtüyorsun, sonra türlü türlü materyallerle süslüyorsun, bataklýk üstünde ne varsa içine çekiyor. Sivrisinekler dolaþýp kokmaya baþlýyor. Neticede yaptýklarýn bataklýðýn ortadan kalmasýna çözüm olamýyor. Ama üstünü örtmekten öte bataklýðýn oluþmasýna neden olan koþullarý ortadan kaldýrýr, sonra da temizleyip korursan, ne üstünde sivrisinekler uçuþur ne de kokar. Eðitim sisteminde çürüme, uygulanan eðitim politikalarýnýn iflasý, lafla deðil rakamlarla gözler önüne serilmektedir. Her geçen gün eðitimde dibe vuruþun, eðitimin çöküþündeki örneklerini, kanýtlarýný ortaya koymakta, boþ vaatlerle, yalan-demagoji ve çarpýtmalarla sorunu gizleme -nedenlerini saptýrma derdinde olan iþbirlikçi iktidarlarýn ipliðini pazara çýkarmaktadýr. 2007 OKS ve ÖSS sonuçlarý açýklandýðýnda ortaya çýkan rakamlar tüm yalan ve demagojileri parçalar niteliktedir. Ortaöðretim Kurumlarý Öðrenci Seçme ve Yerleþtirme Sýnav'ýnda (OKS) 27 bin 277 öðrenci sýfýr çekti. "Çalýþan kazanýr... Kimsenin düzenden þikâyet etmeye hakký yoktur; çalýþýp kazansaydý, kazananlarýn beþ eli, beþ beyni mi vardý?" Düzenin 'eðitimde fýrsat eþitliði' iddiasý budur. Doðrudur; sýnava giren liseli gençlere, ayný sorular sorularak 'eþit' davranýlmaktadýr; ama asýl aldatmaca, asýl adaletsizlik tam da iþte bu 'eþitlik'tedir. Eþit olmayanlara eþit davranmak, adaletsizliðin ta kendisidir. Eþit sorularla sýnava sokulan öðrenciler, eþit koþullarda eðitilmemiþ, sýnav öncesinde eþit imkanlara sahip olamamýþlardýr. Öyleyse, yüz binlerce öðrenciye sunulan bir "fýrsat eþitliði"nden söz etmek mümkün deðildir. ÖSS, 'eðitimde fýrsat eþitliði'nin ifadesi deðil, tersine eþitsizliðin sürdürülmesidir. Oligarþinin anti-bilimsel, akýldýþý ve yazboz tahtasýna çevrilmiþ eðitim sisteminde gerekli eleme ve tasfiyeleri gerçekleþtirmenin bir aracýdýr. Adaletsizlik, ÖSS'nin her yanýndan fýþkýrýyor '27 Þampiyon' baþlýklarý ile gazetelere manþet olan, 'þampiyonlarý' tartýþýlan ÖSS'de ise 47 bin 587 öðrenci sýfýr puan aldý. 1 milyon 615 bin 326 adaydan 200 bininin üniversitelere yerleþtirileceði ÖSS sonuçlarýna göre sadece 1 net alanlarýn sayýsý daha da yüksek. Fen-1 testinde 686 bin 318, matematik-1 testinde 1 milyon 212 bin 299, Fen2 testinde 264 bin 696, Matematik-2 testinde 635 bin 406 '1 net' çýkardý. Rakamlar çok açýk ve nettir. Bu sonuçlara göre binlerce öðrenci baþarýsýzdýr. Bu sonuçlara göre binlerce öðrenci '1 net' çýkarmýþ, 47 bin öðrenci sýfýr puan almýþtýr. Evet, MEB'in açýklamalarýna göre böyledir. Ancak gerçek þudur ki sýfýr çeken, baþarýsýz olan eðitim sistemidir. Baþarýsýz olan tekellerin çýkarý için eðitim sis-
14
'tekerlerine çomak sokmasýn' da ne iþle uðraþýrsa uðraþsýn, ne yaparsa yapsýn gençlik. Sýnavlara hapsolmuþ, sýnavý kazanamadýðý için intihar etmiþ, sýfýr çekmiþ vb. vb. ne gam! Sömürü çarklarýnýn dönmesi dýþýnda düþündükleri bir þey, kasalarýna giren para dýþýnda yaptýklarý hesap yoktur. Sistem iflas etmiþtir; çünkü temelindeki mantýk yanlýþtýr! Geçen yýlki sýnavlarýn ardýndan YÖK baþkanýndan hükümet üyelerine kadar birçok kesim, bu sonucun "eðitim sisteminin iflasý" olduðunu belirten açýklamalar yaptýlar. Geçen bir yýl içinde bu 'iflas'ý engellemek için bir þey yapýldý mý? Hayýr! Gün geçmiyor ki müfredatta ya da yönetmeliklerde bir deðiþiklik olmasýn.Yapýlan deðiþiklikler ise sözde deðiþiklikler olarak kalýyor. Özde ise deðiþen bir þey yok. Senelerdir deðiþen müfredatlarýn bilançosu ayný; geçtiðimiz sene ÖSS ile ilgili birçok 'deðiþiklik' yapýldý. Ama her ne hikmetse yapýlan bu deðiþiklik milyonlarca öðrencinin sýnavdan sýfýr almasýnýn önünde engel olamadý. Olamazdý da. Müfredatta ya da yönetmenlikte ne kadar deðiþiklik yapýlýrsa yapýlsýn kafa yapýsýnda bir deðiþiklik yoktur. Dolayýsýyla yapýlan deðiþikliklerin de bize bir faydasý yoktur. Zaten her geçen sene okullarýmýzda artan baskýlar ve eðitim sistemindeki çarpýklýklardan da bunu görüyor ve yaþýyoruz. B a t a k l ý ð ý ya r a t a n l a r, Sorunlarý çözemezler Gençliðin bugün içinde bulunduðu bataklýðý yaratanlarýn "ne olacak bu gençliðin hali?" diye 'çözüm' aramalarýnýn hiçbir anlamý yoktur, bu söylemler yalnýzca aldatmacadan ibarettir. Sorunun parçasý olanlar, parçasý olduklarý bu sorunu çözemezler. Kapitalizmi savunanlar, emperyalist kültürü özgürlük diye pazarlamak isteyenler kapitalizmin neden olduðu sorunlarý çözemezler. Bugün geniþ gençlik kitlesi her þeyden önce umutsuz, idealsiz býrakýlmýþtýr. 2006 yýlý baþýnda Ýstanbul'da 14-19 yaþ arasý liseli gençlerin arasýnda yapýlan araþtýrmada; gençlerin yüzde 60'ýnýn içkiyle 15 yaþýn altýnda tanýþtýðý tespit ediliyor ve bu gençliðin yüzde 38'inin dönmemek
üzere yurtdýþýna gitmek istediði belirtiliyordu. Çarpýcý olan bir baþka nokta ise, yüzde 66 gibi büyük bir çoðunluðun, gelecekten umutsuz oluþuydu. Emperyalistler, gençliðin dinamizmini ve idealist olmalarý yanýyla devrimci kanala akýþýný kontrol altýnda tutmak isterler. Bunun en önemli araçlarýndan biri ideolojik olarak düzenlerine kazanmak iken, bir diðeri buna baðlý olarak emperyalist yoz kültürle gençliði çepeçevre sarmaktýr. Emperyalizm bu amaçla her türlü iletiþim araçlarýný kullandýðý gibi, uyuþturucu, alkol, fuhuþ gibi gençliði yozlaþtýran, duyarsýzlaþtýran, düþünme yetisini yok eden araçlarý da kullanýr. Buna son örnek Ýlköðretim Kurumlarý Yönetmeliði'nde yapýlan deðiþiklik oldu. Milli Eðitim Bakanlýðý Ýlköðretim Kurumlarý Yönetmeliði'nde deðiþiklik yaptý. Deðiþiklik ile ilköðretim öðrencilerin alkol ve uyuþturucu madde kullanmasý suç kapsamýndan çýkarýldý. Yürürlüðe giren yönetmeliðe göre eski yönetmelikteki 'Okul deðiþtirme' cezasý öngören 'Alkol veya baðýmlý maddeleri kullanmak veya bulundurmak, baþkalarýný kullandýrmaya teþvik etmek' maddesi deðiþtirildi. Bu madde kaldýrýlarak, 'Baþkalarýný, alkol veya baðýmlýlýk yapan maddeleri kullanmaya teþvik etmek' olarak sýnýrlandýrýldý. Bu deðiþiklik ile alkol ve uyuþturucu kullanmak suç kapsamýndan çýkarýldý Ülkemizde ise polis-MEB el birliði ile yeni çýkarýlan yasa ile kirli oyunlarýný artýk yasal bir þekilde uygulamaya koyacaktýrlar. Eðitimden, saðlýða, ulaþýmdan barýnmaya kadar hiçbir þeyde halk göz önüne alýnarak halkýn yararýna olacak þekilde düzenlenmemiþtir. Her þeyde olduðu gibi bu çýkarýlan yasalar da egemenler; 14-15 yaþýndaki taze, temiz beyinleri çarpýk, halkýn gelenek ve göreneklerinden uzak, yozlaþtýrýlmýþ, özgürlük adýna ahlaksýzlýðý mübah gören bir gençlik kitlesi yaratarak, halklarýn kendi kültürlerindeki gelenekleri yok ederek, emperyalizmin kültürü altýnda yok olmuþ yýðýnlar yaratmayý hedeflemektedir. Gençlerin beyinleri, içerisinde yaþadýðýmýz bu düzene hizmet etmelidir. Çünkü bu, düzenin varlýk koþuludur. Bizler bu ülkenin devrimci gençliði olarak biliyoruz ki, bu düzen gençliðe hiçbir þey veremez. Kendi sömürü düzenlerini sürdürebilmeleri için ihtiyaç duyduklarý eðitim modeli olan bugünkü gerici, faþist, yoz nitelikli eðitimi vermeye devam edeceklerdir. Çünkü varlýk AR L Þ A koþullarý tamda budur. D N Ý ARKA LARI ÝÇ Ý K I D A Hesaplarýný bozacak, geleM D HA ÇALIÞ EMEDÝ IM Ç E ceðimizi karartmalarýna izin verG I SINAV HADÝ ASLAN meyeceðiz. Utançsa bu sistemin , M Ý KOÇUM GÖREL Ý N E utancý, ayýpsa bu sistemin S BÝR DE ayýbýdýr. Baþarýsýz olan da, sýfýr çeken de sistemin kendisidir. Bencil, dar dünyalara hapsolmak deðil; daha çok örgütlenmek, daha güçlü olmaktýr gençliðin omuzlarýndaki yük. Hep birlikte; dibe vuran bu sistemi, sýfýr çeken bu düzeni deðiþtirebiliriz ve deðiþtireceðiz. Bunun için Baðýmsýzlýk, Demokrasi, Sosyalizm mücadelesine katýlmak bir görev, bir zorunluluktur. Bu mücadeleye katýlmak omuzlarýmýzdaki en büyük sorumluluktur.
15
6-7 EYLÜL OLAYLARI ÞOVENÝZM BULAÞTIÐI HALKI ZEHÝRLER! "Üç parti olarak geliyorlardý. Ýlk parti baðýrýyor çaðýrýyor, ikinci parti Rum dükkanlarýný kýrýyordu. Kepenkler kolay açýlmýyordu. Hazýrlýklýydý bu iþ, ellerinde demir sopalar, kepenkleri deldiler, açtýlar, ne varsa yere döküldü. Üçüncü parti hýrsýzlýk için geliyordu. Kiliselere girdiler, çanlarý çalýyorlardý. 12'ye kadar yani... Nasýl yaþadýk, tarif edemem.”
Türkiye oligarþisinin çok kanlý bir suç dosyasý vardýr. Tarihimiz onlarýn halka karþý gerçekleþtirdikleri katliamlarla doludur. Sýkýþtýðý, halk muhalefetinin yükseldiði her dönem ayný zamanda oligarþinin katliamlarýný arttýrdýðý, provokasyonlarla, linçlerle halklarý birbirine kýrdýrdýðý dönemler olmuþtur. Oligarþi tarihi boyunca özellikle Türk milleti dýþýndaki milliyetlere karþý daha gaddar, daha katliamcý ve acýmasýz olmuþtur. 6-7 Eylül olaylarý olarak anýlan ve Ýstanbul'daki gayrý-Müslim azýnlýðý hedef alan saldýrýlar da bu gerçekliðe acý bir örnek teþkil eder. 6 Eylül 1955 günü yaþanacaklardan habersiz Rum, Yahudi, Ermeni milliyetinden insanlar, evlerine, iþ yerlerine doðru azgýnca saldýran bir linç güruhuyla karþýlaþacaktý. Peki, nasýl geliþmiþti
bu linç ve yaðma operasyonu? Ýktidar olan DP, Kýbrýs sorununda açmazlar yaþamakta, izlediði politikalarla halký yoksullaþtýrmakta, halk üzerindeki sömürüsünü artýrmakta ve muhalefeti çeþitli baský yöntemleriyle susturmaya çalýþmaktadýr. Böyle bir dönemde dikkatleri daðýtmak istemekte hem uzun yýllardýr asimile etmeye çalýþtýðý halklardan kurtulmak hem de ortaya çýkacak þovenizm dalgasýndan kendine kar saðlamayý hesaplamaktadýr DP iktidarý. Bunun için 6-7 Eylül olaylarýný tezgahlamýþlardýr. MAH (bugün ki MÝT) tarafýndan Atatürk'ün Selanik'teki evi bombalanýr. Bu haber MAH'çý Mithat PERÝ'nin çýkardýðý Ýstanbul Ekspres gazetesinin öðlenden sonraki ikinci baskýsýnda "atanýn evi bombalandý" þeklinde duyurulur. Bu zaten kurgulanmýþ olayýn tetikçisi olur ve 6 Eylül 1955 akþamý cumhuriyet tarihinde görülmemiþ yaðma ve talan baþlar. Ýstanbul'un 13 ayrý yerinde özellikle Ýstiklal Caddesi'nde gayriMüslimlere ait olup da yaðmalanmayan tek bir dükkân, iþ yeri kalmaz. Ýstanbul ve Ýzmir'de biri papaz üç kiþi katledilir. 30 kiþi yaralanýr. Ve mahkeme tutanaklarýna göre 4214 ev, 1004 iþ yeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastýr, 26 okul ile aralarýnda fabrika, otel gibi yerlerin bulunduðu 5317 mekân saldýrýya uðrar. Elbette linç güruhunun ahlaký yoktur. Kendisinden
16
olmayana karþý her türlü ahlaksýzlýðý reva gören milliyetçi-þoven zihniyet 200'e yakýn kadýna kýza gözü dönmüþçesine tecavüz eder. O günleri yaþayan bir Rum ailesi baþýndan geçenleri þöyle anlatýr: "Anneme Müslüman kadýnlar gibi görünsün diye beyaz baþörtüsü taktýk. Pencereye bir bayrak uydurduk, kapýya oturduk. Önümüzden kalabalýk bir grup aktý. Kiminin elinde bir top kumaþ, kiminde bir makine parçasý vardý. Bütün cadde eþya doluydu. Sadece Rum evlerine deðil, tüm gayri Müslimlerinkini yaðmaladýlar. Yedikule Caddesi üzerindeki bir kiliseyi ateþe verdiler. Kývýlcýmlar bizim evin üzerine düþüyordu. Sonraki gün dükkânýma gittim. Kepenkler kýrýlmýþ, dükkâna girilmiþti. Benim dükkânýma komþum Laz Mehmet girmiþ. Sabahlarý birlikte çay içerdik. Çok aðrýma gitti." diye anlatýyor. Evet, her sabah merhabalaþtýðýnýz, beraber çay içtiðiniz komþunuz sadece diliniz, ýrkýnýz, inanýþlarýnýz farklý diye sizin dükkânýnýzý yaðmalayabilir. Çünkü o, bu sistemin oyununa gelmiþ, þovenist duygularý körüklenmiþ güruhtan biridir. Peki, bu yaðmadan, provokasyondan kimlerin çýkarlarý vardýr? Provokasyondan oligarþi içi bütün kesimlerin çeþitli hesaplarý vardý elbette. DP iktidarýnýn hesabý, iç ve dýþ politikadaki yaþadýðý açmazlarý "Kýbrýs Türk'tür" propagandasý üzerinde yaratacaðý havayla örtmek, böylece iktidarý elinde tutmak ve o günlerde üzerine gelen muhalefeti bastýrmaktý. Bu yaþananlardan sadece DP iktidarýnýn deðil, Kemalistlerin de iç hesaplarý vardý. Cumhuriyetin ilk yýllarýndan itibaren baþlayan "ulusdevlet" yaratma projesiyle de ilgilidir. Bunun için onlarca milliyeti barýndýran Anadolu'nun "homojenleþtirilmesi" amacýyla 6-7 Eylül'den önce de asimilasyon, yok sayma,
Emperyalizm ve onun Türkiye'deki iþbirlikçileri tarih boyunca sömürü düzenlerinin devamýný sürdürebilmek için þovenizmi, milliyetçiliði kullanmýþtýr. Þovenizm, egemen sýnýflar için iktidarlarýný sürdürmenin, siyasal getiri elde etmenin bir aracý iken halklar için bir bataklýktýr. inkar gibi kimi politikalar devreye sokulmuþtur. Anlaþmalarla azýnlýklarýn haklarýný tanýyan küçük-burjuva Kemalist diktatörlük, fiiliyatta azýnlýklarý asimile etmekten, sindirmekten vazgeçmemiþtir. 6-7 Eylül onun için kaçýrýlmamasý gereken bir fýrsattýr. Bunun yaný sýra oligarþinin en büyük çýkarlarýndan biri ise tarihten bu yana ülke ekonomisinde önemli bir yere sahip olan gayri Müslimlerin sahip olduðu mal varlýðýydý. Bu olaylarla birlikte dükkânlarý yaðmalanýp evleri yakýlan gayri-Müslimler göç etmek zorunda býrakýlýyor. Bu da oligarþinin azýnlýklarýn tüm mal varlýðýna sahip olmasý anlamýna geliyor. Bugünün büyük burjuvalarý hamallýktan, bakkallýktan gelmediler. Halklarýn mallarýný yaðmalayarak, kanlarýný dökerek holdingleþtiler. Onun içindir ki 6-7 Eylül'ün bu yönü yaðmadan kimlerin rant elde ettiði sýr gibi saklanmaktadýr.
Bunun içindir ki bu yaðma sýrasýnda linççi gruba hiçbir müdahalede olmamýþtýr. Günümüzde olduðu gibi o günde devletin "emniyet güçleri" linççi güruhla kol koladýr. Polisin yaðmacý güruha yardýmcý olduðu, orduya zor kullanmama emri verildiði devletin resmi belgelerinde mevcuttur. Kitleyi yönlendiren 20-30 kiþilik organize gruplarýn Ýstanbul'un birçok yerine sevkýyatý özel araçlarýn yaný sýra askeri araçlarla da yapýlmýþtýr. Yaþanan bu yaðma ve linç saldýrýsýndan sonra ülkemizde gelenek olduðu üzere yine komünistler ve gayrý-Müslimler suçlanmýþtýr. Orgeneral Sabri YÝRMÝBEÞOÐLU gazeteci Fatih GÜLLAPOÐLU'yla yaptýðý röportajda "6-7 Eylül'de bir özel harp iþiydi ve muhteþem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaþtý." diyordu. (Tempo 9-15, Haziran 1991). Evet 6-7 Eylül olaylarýný organize eden katillerden birinin itirafýydý bu. Ama tüm bu itiraflara raðmen hala komünistlerin suçlandýðýný görürsünüz. DP denetimindeki Emniyet Genel Müdürlüðünün sipariþi üzerine MAH mensubu General Þevki MUTLUGÝL'in hazýrlattýðý bir fezlekeyle suç komünistlere yüklenilir, NATO'ya karþý komünistlerin tertibi olan bir eylem gibi yansýtýlmaya çalýþýlýnýr. Kanýt ise hazýrdýr. Nazým HÝKMET'in Kýbrýs iþçilerine emperyalistlere baþkaldýrma çaðrýsý yapan iki mektubudur. Oysa gerçek emniyet baþmüfettiþliði tarafýndan hazýrlanan ancak
17
Emniyet Genel Müdürlüðü tarafýndan beðenilmeyerek "burada komünistler suçlanmýyor" diye geri çevrilen rapordur. Tüm bu hukuksuzluklara raðmen solcu olduðu bilinen komünistler polis tarafýndan hazýrlanan bir listeye göre tutuklanýr sonra da delil yetersizliðinden serbest býrakýlýr. Bugün de çok defa þahit olmuþsunuzdur. Oligarþinin þovenizmi kýþkýrtarak halklarý birbirine kýrdýrdýðý Sivas'ta, Maraþ'ta Çorum'da da yaptýðý budur. Trabzon'da, Sakarya'da, Erzincan'da da olan budur. Linççiler deðil linç edilmek istenenler yargýlanmaktadýrlar. Emperyalizm ve onun Türkiye'deki iþbirlikçileri tarih boyunca sömürü düzenlerinin devamýný sürdürebilmek için þovenizmi, milliyetçiliði kullanmýþtýr. Þovenizm, egemen sýnýflar için iktidarlarýný sürdürmenin, siyasal getiri elde etmenin bir aracý iken halklar için bir bataklýktýr. Düþünün ki Anadolu binlerce yýldýr medeniyetlere beþiklik etmiþ, her dilden türkülerin söylendiði, halklarýn kardeþçe yaþadýðý, ayný beþikte çocuklarýn büyüdüðü, halklarýn kardeþliðinin hâkim olduðu topraklardý. Bugün "Türkiye Türk'tür Türk kalacak" diyerek Anadolu'nun gerçekliðini ve zenginliðini reddedenler halk düþmanlarýdýr. Halk düþmanlarýnýn Türk, Laz, Kürt, Çerkez, Rum, Ermeni vb. gibi Anadolu halklarýný birbirine düþürerek sefahat iktidarlarýný sürdürmek istedikleri gerçektir. Emperyalistlerin ve iþbirlikçilerinin bu en pis ve en eski politikasý olan "böl, parçala, yönet" politikasýný ülkemizde hayata geçirmelerini engellemek mümkündür. Bu da Halklarýn kardeþliðini daha güçlü savunmaktan geçer. Halklarý birbirine düþman eden þovenizme karþý halklarýn kardeþçe bir arada yaþadýðý bir düzenin, sosyalizm mücadelesi verilerek yapýlabilir. Bunun dýþýndaki her yol yani bir halkýn baþka bir halk tarafýndan aþaðýlandýðý bir düzene karþý mücadele etmek dýþýndaki her yol bizi þovenizmin bataðýna saplatacaktýr.
HALKLARIN ABD'YE OLAN ÖFKESÝNÝN
11 EYLÜL Tarihler 11 Eylül 2001'i gösterdiðinde ABD’de tarihinin en büyük saldýrýsýný yaþadý. Ayný gün içinde Amerika'nýn en stratejik yerlerinden üçüne düzenlenen intihar saldýrýsý Amerika için beklemediði bir darbeydi. Halklarýn öfkesi 11 Eylülde Amerika'nýn askeri ve ekonomik üslerini yerle bir etmiþti. Dahasý ABD halklara karþý iþlediði insanlýk suçlarýnýn bir gün mutlaka halklar tarafýndan sorulacaðý daha iyi, görüldü. Hiç beklemediði bir þekilde halklarýn öfkesinin þiddetini yaný baþýnda bulan imparatorlukta büyük bir þok havasý hâkim oldu 11 Eylül'ün ardýndan. Kendi egemenlerinin dünyanýn bir köþesini daha yakýp yýkmasýný sadece televizyonlarda izleyen ABD halký, ayný acýyý belki ilk defa kendi içinde yaþadý. Ýmparatorluðun beklemediði bir þeydi bu. Dünya’nýn süper gücünü bir günde en stratejik yerlerinden vurmuþtu halklar. Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon'a, kaçýrdýklarý uçaklarla intihar saldýrýsý düzenleyen eylemcilerin on dokuzu da ayný eylemde can verdi.. Düzenlenen saldýrýda 2973 kiþi öldü, Dünya Ticaret Merkezi'nin bulunduðu ikiz kuleler yerle bir oldu. AFGANÝSTAN SALDIRISI 11 Eylül saldýrýlarýnýn ardýndan Amerika’nýn ilk hedefi daha ilk günlerde belli olmuþtu. 11 Eylül'ü kendisine karþý bir savaþ ilaný olarak kabul eden Bush ilk olarak teröristlere yardým ettiðini öne sürerek 7 Ekim 2001'de Afganistan'a saldýrdý. ABD artýk teröre karþý savaþ söyleminin kullanarak ülkelere girecek, halklarý tehdit edecek ve her defasýnda halklara gözdaðý verecekti. Ýki saf vardý artýk ABD için; kendisinden taraf
olanlar, kendisine karþý olanlar. Bu baðlamda ise kendisine karþý olaný yok etmede alabildiðine pervasýzlaþtý. "ABD'nin bölgedeki manevralarý ile Afganistan'a yönelik saldýrýlarýnýn belirleyici unsurunun, soðukkanlýlýkla kovalanan ekonomik çýkarlar ve kâr olmasý, ürpertici." Evet, saldýrýdan çok kýsa bir süre sonra bir muhabirin Afganistan iþgaliyle ilgili yaptýðý bir tespitti bu. Saldýrýnýn hemen sonrasý artýk tüm dünya biliyordu ki iþgalin nedeni ne terör ne de Bin Ladin. ABD tekellerine pazar açmak için girmiþti Afganistan'a. ABD için aslolan IMF'nin ve emperyalist tekellerin hudutsuzca sömürüyü sürdürebilmesidir. Afgan halkýný sömürmek, yeraltý, yer üstü bütün kaynaklarýný talan etmekti amacý ve ayný amaç için tereddütsüzce Irak'ý iþgal edecek ve daha birçok ülkeyi listesine alacaktý. ABD'nin Afganistan iþgaliyle yaptýðý hesaplar ta en baþýndan çeliþkilerle doluydu aslýnda. Çünkü imparatorluðun hesaba katmadýðý bir gerçek vardý. ABD politikalarýnýn gelip çarpacaðý gerçek; halklarýn direniþiydi. Ýþgalin ilerleyen aylarýnda tüm dünya gördü ki; ABD'nin iþi o kadar kolay deðildi. Çünkü ABD'nin Afgan halkýna reva gördüðü bu zulüm Afgan halkýnýn öfkesinin doðurmakta gecikmeyecek ve Amerikan üsleri bir bir vurulmaya baþlayacaktý. Ýþgalin ilk günleri nispeten daha durgun olan direniþ iþgal ilerledikçe daha fazla vurmaya baþlayacaktý. Ýþgalin ilk günlerinde 'zafer' çýðlýklarý atanlar direniþ büyüdükçe gördüler ki halka raðmen, halka karþý savaþ kazanýlan hiçbir zafer kalýcý olmaz. Nitekim öylede oldu. Bunun en
18
bariz kanýtý ise Amerika'nýn hala Afganistan iþgaliyle amaçladýðý Orta Doðu'yu þekillendirememiþ olmasý aslýnda. Öte yandan bu savaþla ortaya çýkan ve sonrasýnda Irak iþgaliyle daha da açýða çýkacak Amerika'nýn savaþ kültürü oldu. Afgan halkýnýn tepesine bombalar yaðdýran bir savaþ uçaðýnýn pilotu telsizden
konuþurken þöyle diyordu; "çok gurur duyuyorum. Týpký futbol oynuyormuþ gibi. Kendimi futbolcu gibi hissediyorum. Bu duyguyu herkesin yaþamasýný isterim." Düþünün ki, bunlarý söyleyen kiþi attýðý her bombayla onlarca insanýn yaþamýný yok ediyor ve bunu
PATLADIÐI AN:
Daha sonra Irak iþgalindeki iþkence görüntüleriyle gündemde kalacak bu kiþilikler tüm dünyaya 'özgürlükler ülkesi, medeniyet merkezi' Amerika'nýn gerçek yüzünü gösterecekti. Ýþgalin bir baþka boyutu da kuþkusuz Türkiye'nin tavrýydý.
yaparken de kendini bir futbol maçýnda gibi hissediyor ve bu duyguyu herkesin yaþamasýný tavsiye ediyor. Canavarca, vahþice, insanlýk dýþý gibi birçok kavramý sýralayabiliriz bu durumu anlatmak için ve kuþkusuz hepsinin bir yanýyla doðruluk payý vardýr ama durumu anlatmak için yetersiz kalacaðý açýk. Bu kiþilik Amerika'nýn yaratýðý
Amerika'nýn her politikasýnýn bir numaralý destekçisi ve savunucusu olan Türkiye devleti bu iþgalde de geleneði bozmadý. Halkýn bütün muhalefetine ve oluþan kamuoyu baskýsýna raðmen iktidarda olan Ecevit hükümeti Afganistan'a asker gönderme konusunda hiçbir tereddütte bulunmadýlar. Halkýn büyük bir çoðunluðunun istememesine raðmen ABD isteði ile Afganistan'a asker gönderildi ve bu askerler ABD'nin Ortadoðu'daki ABD çýkarlarýnýn bekçiliðini yaptýlar, ulusal onuru ayaklar altýna alarak. ABD Afganistan iþgaliyle yaratmak istediði Ortadoðu'yu hala yaratamadý. Üstelik iþgal baþladýðýnda Afganistan'a giriþ nedeni olarak gösterdiði Bin Ladin'in yakalanmasý ve Taliban güçlerine yönelik saldýrýlarýndan da sonuç alamadý. Bin Ladin ise her gönderdiði video kasetiyle ABD'yi tehdit etmeye devam ediyor. ABD her hamlesiyle halklarýn direniþine çarpmaya mahkûm oluyordu böylece. Daha sonra ayný amaçlarla saldýracaðý Irak'ta da ayný sonuçlarla karþýlaþacak ve kendi saplandýðý bataktan çýkamayacak hale gelecekti. IRAK ÝÞGALÝ
bilinçli bir kültürdür. Dahasý bu kültürü yaratan kapitalizmdir. Kapitalizm, yarattýðý bu kültürle düþünmeyen, sorgulamayan, yaþamýndaki her þeyin deðerini parayla ölçen, diðer insanlarý bir sinek gibi gören insanlar yaratarak kendi sistemini garanti altýna almaya çalýþýyor.
Afganistan saldýrýsýnda istediði sonucu elde edemeyen ABD'nin ikinci hedefi ise Irak oldu. Bush yönetimi Afganistan operasyonunun ardýndan Saddam Hüseyin'in liderliðindeki Irak'a yöneldi. Irak'ta kitle imha silahlarýnýn bulunduðuna dair elinde kanýt belgeler olduðunu savunan Bush yönetimi, uluslararasý arenada istediði desteði tam olarak alamasa da Irak'ý iþgal etmekten çekinmedi. 23 Mart 2003'te girdiði Irak için dünya kamuoyuna vaadi; 'Diktatörlük
19
altýnda inleyen Irak halkýna barýþ ve demokrasi götürmek'ti. Geçen dört yýl gösterdi ki ABD Irak'a yýkým ve gözyaþýndan baþka bir þey götürmedi. Ýlk iþgalin baþlamasýndan çok kýsa bir süre sonra Amerikan Ordusu Baðdat'a kadar girince ABD zafer çýðlýklarý atmaya baþladý. Ama ilerleyen zamanda direniþ güçleri ABD Ordusu'na vurmaya baþlayýnca Bush yönetimi çark etmeye baþladý. Kolay bir zafer kazanacaðýný düþünen ABD Irak'ta aldýðý her darbeyle kendi içinde çeliþkiler yaþamaya baþladý. Irak'a girmek için bahane olarak kullandýðý kitle imha silahlarýný da bulamayýnca Irak iþgalinin hiçbir meþruluðu kalmadý. 'Demokrasi' Enkaza
Vaatlerinden
Geçen dört yýlýn ardýndan iþgalin Irak için bilânçosu aðýr oldu. 700 bine yaklaþan ölü sayýsý, milyonlarla ifade edilen yaralý sayýsý ve dört milyonu aþan yerlerinden yurtlarýndan edilmiþ mülteciler. Ýþgalin dördüncü yýlýnda karþýmýza çýkan istatistikler þöyle diyor; Son kamuoyu anketleri gösteriyor ki her 4 Iraklý'dan biri aile fertlerinden birini kaybetmiþ, her 5 Iraklý'dan birinin yakýný kaçýrýlmýþ ve 3 Iraklý'dan birinin yakýný güvenli yer bulmak için dýþarýya kaçmýþ. Bu tabloda bize ABD'nin özgürlük ve demokrasi söylemiyle girip bir ülkeyi nasýl kan gölüne çevirdiðini rakamlarla gösteriyor. ABD imparatorluðu bölgedeki çýkarlarýný güvenceye almak için bir milyona yakýn insanýn iþgal altýnda can vermesine neden olmuþ ve hala da olmaya devam etmektedir. ABD içinde iþgalin hasarý beklediðinin çok üstündeydi. Baþka bir istatistiðe göre; 4 yýl içinde resmi rakamlara göre yaklaþýk 4000'i Amerikan askeri, diðerleri Ýngiliz, Ýtalyan, Polonya, Ukrayna, Bulgar, Ýspanyol, Danimarka, El Salvador, Slovakya, Romanya, Estonya, Hollanda, Avustralya, Letonya, Macar, Kazak, Tayland askeri olmak üzere toplam 4500 civarýnda iþgalci direniþ güçleri tarafýndan
öldürüldü. Direniþ ayný zamanda 25.000'e yakýn Amerikan askerini de yaralayarak savaþ dýþý býraktý. Gelinen süreçte artýk Amerika'nýn Ortadoðu'yla ilgili halklara -kendi halký da dâhil olmak üzere- söyleyecek hiçbir sözü kalmamýþtýr. Ýþgal baþlayalý beri Bush her demokrasi demek için aðzýný açtýðýnda, gün yüzüne çýkan iþkence ve vahþet görüntüleri bu söylemleri yerle bir etmeye yetmiþtir. Bugün kendi halký bile ABD hükümetinin Irak'la ilgili söylediklerine inanmamaktadýr. 'Demokrasi, özgürlük, kitle imha silahlarý' gibi gerekçelerin artýk hiçbir inandýrýcýlýðý kalmamýþtýr. Ayrýca ABD kendisini "özgürlük ve demokrasi sevdalýsý" bir güç olarak tanýtýrken, iþkence, zulüm ve soykýrýmla anýlan bir devlet olarak teþhir olmuþtur son süreçte. Artýk tüm dünya biliyor ki, Irak'taki kaosun, mezhep çatýþmalarýnýn baþ sorumlusu ABD ve O'na iþgal boyunca destek olanlardýr. Direniþ Ýþgalciyi Devam Ediyor
Vurmaya
Dört yýllýk süreçte ABD için Ortadoðu'da deðiþmeyen tek olgu belkide direniþ gerçeði oldu. ABD girdiði her ülkede direniþle karþýlaþtý, aðýr kayýplar verdi. Öyle ki kayýplarýný gizlemek, psikolojik üstünlüðü elden býrakmamak için tarihte eþi görülmemiþ kadar çok yalana baþ vurdu. Ama sað gidip tabut içinde ülkesine dönen Amerikan askerlerini kamuoyundan çok gizleyemedi. Gün geçtikçe iþgalciler "bataklýktan nasýl kurtuluruz"un tartýþmasý yaparken, direniþ
açýkça iþgali geriletiyor ve her geçen gün baþka bir üst düzey Amerikan yetkilisi yenilgi itirafýnda bulunuyordu en üst düzeyde; Irak'a Vietnam benzetmesi yapýldý, Irak'tan çekilme çaðrýlarý yapýldý. Anayasa tartýþmalarý yapýlýrken 'istikrar uðruna demokrasiden vazgeçildiði' açýklamasý yapýldý . Ýþgalin ilk döneminde üç ayda zafer ilan eden iþgalciler artýk yýllardan -en az 12 yýl- bahseder oldu. Bu süreçte ABD bataklýktan kurtulma yolunda izleyeceði politikayý da belirledi. Ülkede demokrasi varmýþ gibi halký seçim oyununa sokacak; kendi kukla hükümetini halka seçtirerek hem demokrasi nutuklarýnýn altýný dolduracak, hem de kukla hükümetini kendi çýkarlarý doðrultusunda yönlendirecekti ve böylece meþruluk sorununu çözmüþ olacaktý. Ama oynanan bu seçim oyununun karþýsýnda da yine direniþ vardý. 15 Aralýk 2005 tarihinde yapýlan seçimlerin ardýndan direniþin bitmemesi ve hatta intihar saldýrýlarýnýn oranýnda artýþlar görülmesi bile ABD'nin bu hesabýnýn da tutmadýðýnýn en açýk kanýtý oldu. ABD'nin diðer büyük yanýlgýsý da devrik Irak lideri Saddam Hüseyin'i asmak oldu. Ýþgalden kýsa bir süre sonra bir sýðýnakta ele geçirilip tutsak edilen Hüseyin iþgal mahkemelerince yargýlanmaya baþladý. Yargýlanma sürecinde her mahkemesinde iþgalcilerden hesap soran Saddam Hüseyin son mahkemesinde idama mahkûm edildi ve 30 Aralýk 2006'da çýkarýldýðý idam sehpasýnda mahkemedeki tavrýný aynen sürdürerek son nefesini verdi. ABD Hüseyin'i asarak daha çok iþgal güçlerine mesaj vermek istiyordu
20
ama bu da ters tepti ve direniþ güçleri Saddam asýldýktan sonra yaptýklarý açýklamalarda Saddam Hüseyin'in hesabýný soracaklarýný ilan ettiler. Böylece ABD için Irak'ta istikrar baþka bahara kalmýþ oldu. Sonuç olarak ABD Ortadoðu'ya demokrasi getirecek ve Ortadoðu'yu diktatörlerin elinden kurtaracaktý. Azýmsanamayacak bir kesimi buna inandýrmýþtý. Ama geçen altý yýlda bu kesimlerde tüm dünya gibi gördüler Amerika'nýn getireceði huzur ve refah kan, gözyaþý, ölüm ve yýkýmdan baþka bir þey deðildir. Son süreçte katliamcý yüzü daha da açýða çýkan ABD kuþkusuz Ortadoðu'dan sonsuza kadar elini çekmeyene kadar karþýsýnda direniþi bulmaya devam edecektir. Çünkü güçlü olan ABD emperyalizmi deðil direnen halklardýr ve tarihin her döneminde olduðu gibi bugünde, yarýnda son sözü direnenler söyleyecektir. Dünya'daki hiçbir ordu inanmýþ bir halk kadar güçlü deðildir; ABD'de bunun en somut örneði olmuþtur. Yenilmez imajýna güvenerek girdiði Ortadoðu'da tam anlamýyla bataða saplanmýþ, yakmýþ, yýkmýþ, katletmiþ, aç býrakmýþ ve halklara her türlü zulmü reva görmüþ ama sonuç alamamýþ ve netice itibariyle görüldüðü gibi istediði Ortadoðu’yu yaratamamýþtýr.
EMPERYALÝZMÝN POSTALLARI ALTINDA EZÝLEN HALKLAR OLDUKÇA DÜNYADA “ BA R I Þ ” OLMAZ! 1 Eylül Dünya Barýþ Günü! Nazi ordusunun 1939’da Polonya’ya girmesinin yýldönümü, Nazi ordularýnýn Polonya’ya girdiði ve II. Paylaþým Savaþý’nýn, insanlýk tarihinin bu en acýmasýz, en kanlý ve en kirli savaþýnýn baþladýðý gün olan 1 Eylül. 1939’da Nazi ordularý Polonya’ya girdiðinde ve faþizm tehlikesi tüm dünyayý tehdit etmeye baþladýðýnda kuþkusuz barýþ Sovyet ordularýnýn Hitler’i yok etmesiyle saðlanmýþtý. O gün halklarýn barýþ istemi böyle yankýsýný bulmuþtu ve Nazi vahþeti, Kýzýl Ordu’nun kahramanca direniþi sonucunda tarihe karýþmýþtý. Hitler faþizminin tarihin çöplüðüne gönderilmesinin üzerinden 64 yýl geçti. Bugün gelinen noktada aslýnda en az o günler kadar çok barýþa ihtiyacýmýz var ve o günlerde halklar, barýþý nasýl ki faþizmi alt ederek kanýyla, canýyla saðladý bugün de aynýsý olacaktýr. Dün Hitler faþizmiydi halklara zulmeden ve halklarýn kanýný döken, bugün ayný konumda ABD ve AB emperyalizmini görüyoruz. ABD imparatorluðu Ortadoðu’yu kan gölüne çeviriyor kendi bölgesel çýkarlarý için, AB emperyalizmi buna ortak oluyor. Emperyalistler katlediyor, zulmediyor ve yaptýklarýna kimse ses etmesin istiyor. ABD Guantanamo’da, Ebu Garip’te savaþ tutsaklarýna en aðýr iþkenceleri yaparken tüm dünyanýn gözü önünde, kamuoyu baskýsýný bile zerrece umursamýyor ABD. Ayný þekilde Ýsrail yýllardýr Filistin halkýna her zulmü reva görüyor. Yýllardýr acý ve gözyaþý yaþamlarýnýn bir parçasý olmuþ Filistin halký, Ýsrail zulmüne karþý direniyor ve kendilerine aydýn, demokrat, savaþ karþýtý gibi sýfatlar veren bir kesim bu adil olmayan savaþ karþýsýnda suskun kalýyor. Peki, kimler giriyor bu suskunlarýn arasýna? Küçük-burjuva aydýnlar, sol perdeden atýp tutan reformistler, ABD’nin yeni-sömürgesi haline gelen ülkelerdeki bürokrat, aydýn kesimi genel olarak bu grubun içine dahil edebiliriz. Ve bu susanlar barýþ için konuþmaya gelindiði zaman en süslü cümleleri kurmaya çekinmiyorlar. ‘Þiddete hayýr’ diyorlar ABD en geliþmiþ silahlarýyla Irak halkýný katlettikçe. ‘Savaþa gerek yok’ diyorlar Ýsrail Filistin halkýna her zulmü reva gördükçe. Sanmayýn ki ‘þiddete hayýr’ dedikleri ABD’nin ve O’nun iþbirlikçilerinin uyguladýðý þiddet. Onlarýn
mahkûm ettiði; halklarýn kendilerini katledenlere karþý baþvurduðu þiddet. Yoksa ‘þiddete hayýr’ derken bir aklý baþýnda kalkýp derdi herhalde; ‘ya þiddete hayýrda, nasýl bir hayýr bu? ABD’nin, Ýsrail’in þiddetini nasýl engelleyeceksin þiddete baþvurmadan? Yüzyýllarýn halklara kazandýrdýðý bir deneyim olan, iþgalcinin ancak silahlý direniþle kovulacaðý gerçeðini yadsýyanlarýn aslýnda -niyetlerinden baðýmsýz olarak- emperyalizmin deðirmenine su taþýmaktan baþka bir iþlevi olmadýðý gelinen süreçte daha açýk ortaya çýkmýþtýr. Bu gerçek artýk süslü savaþ karþýtý teorilerin arkasýna saklanmayacak kadar aþikârdýr. ABD bugün dünyaya keskin çizgilerle dayatýyor, ‘ya benden yanasýn ya da bana karþý.’ Bu noktada taraf olmamak için üretilen hiçbir teori hayatta karþýlýðýný bulmayacaktýr. Dünya halklarý ise tüm bu entelektüel ukalalýklar bir yana, direnmeye; onurlu ve özgür bir yaþam caný pahasýna savaþmaya devam ediyor. Ki þu süreçte, iþgalcilerine karþý direnmek halklarýn en meþru hakkýdýr. Hatta halklar için olmazsa olmazdýr. Halklar ya emperyalizme karþý direnecek ve caný pahasýna özgürlüðünü söküp alacak ya da emperyalizmin postallarý altýnda, onursuz bir yaþama mahkum olacaktýr. Dünya da tablo bu þekildeyken ülkemizde ise çok farklý deðil aslýnda. Dünyanýn Ortadoðu’su kan revan içindeyken ülkemizinde de ayný tablo hakim. Bir ulus gözümüzün önünde kendi dilini konuþmak, kendi kültürüyle yaþamak, kendi köklerine tutunmak istediði için katlediliyor ve her türlü baský ve iþkence bu ulusa reva görülüyor. Kürt ulusunun yýllardýr yaþadýðý bu zulüm coðrafyamýza barýþýn ne kadar uzak olduðunun bir kanýtý aslýnda. Daha 9, 13, 12 yaþýndayken tek suçu Kürt olmak olan çocuklar öldürülüyor, çocuk yaþýna bakýlmaksýzýn. Ve ülkemiz baþbakaný çýkýp çocukta olsa gözünün yaþýna bakýlmayacak diyor. Düþünün böyle bir coðrafyada barýþ dileklerinde bulunup cafcaflý ‘þiddete hayýr’ nutuklarý atacaksýnýz. Dünya geneli için yaptýðýmýz tespit burada da yerini buluyor aslýnda. Devlete sýnýrsýz þiddet uygulama özgürlüðü ama sýra Kürt halkýnýn çocuklarýný, evlerini devletin zulmünden korumaya gelince ‘þiddete hayýr’ Bu þiddet karþýtlýðý kime
21
ne kadar samimi gelir bilemeyiz ama objektif olarak bakýldýðýnda samimiyet derecesi ortadadýr aslýnda. Öte yandan Ebu Garip’lerin, Guantanamo’larýn ülkemizdeki karþýlýðý da F tipleri oldu. F Tipleri açýldýðý günden itibaren can almaya baþlamýþ, sonunda 122 insanýn ölümüne neden olmuþtur. Ve maalesef bu ölümlerde Kürt sorunuyla ayný akýbete uðradý: Suskunluk. Yapýlan bir araþtýrmaya göre; 1 Eylül’e Dünya Barýþ günü dediðimiz 1946’dan beri 25 milyondan fazla insan emperyalizmin neden olduðu savaþlar nedeniyle can vermiþ; 40 milyondan fazla insan yaþadýðý topraklardan ayrýlmak zorunda kalmýþ. Bugün dünyanýn 55 noktasýnda, düþük yoðunluklu savaþ olarak nitelenen durum yaþanýyor ve dakikada 1 insan çatýþmalarda hayatýný kaybediyor. Rakamlara göre dünya da barýþ için harcanan her 1 dolara karþýlýk, silahlanmaya 2000 Dolar harcanýyor. Dünya’da silahlanma için harcanan her on dolarýn 4 dolarý ABD’ye gidiyor. Uluslararasý silah tekellerin kasalarýna giren her dolar yeni bir ölüm makinesi ve yeni bir savaþ olarak karþýmýza çýkýyor. Yani birileri ölürken birileri zengin oluyor ve bu döngü acýmasýzca dönüyor. Tüm bu gerçekler göz önündeyken hala birileri çýkýp ‘savaþlar olmasýn, her türlü þiddete hayýr’ çýðýrtkanlýðý yapýyor. Oysaki tarih görmek isteyenlere gösterir ki, halklar kendisine zulmedenle savaþmadýðý sürece barýþý saðlayamamýþtýr. Bu yüzyýllar öncesinden böyleydi, bugünde ayný gerçeklik gözlerimizin önünde. Ve halklar için bugün emperyalizmle savaþýp mutlak barýþý ve özgürlüðü elde etmek her zamankinden daha yakýcýdýr. Çünkü emperyalizm bugün yakýyor, yýkýyor, katlediyor, talan ediyor. Savaþ hukuku, ahlak, insan haklarý gibi kavramlarýn hepsini çöpe atan ABD emperyalizmi bir yanda yalanla dünyanýn gözünü boyarken, bir yanda Ortadoðu Halklarýný ele geçirmek için eþine yalnýzca Nazi kamplarýnda rastlanýr vahþeti uyguluyorlar iþgal ettikleri ülkelerde. Ve tüm bunlar bize gösteriyor ki halklarýn bugün bu vahþeti alt etmesinin tek yolu silahlarýna daha sýký sarýlýp emperyalizmlin halklarý bölme oyununa gelmeden daha büyük bir inançla savaþmaktýr. Türkiye halklarýnýn da sömürü ve zulümden kurtulmak için tek yolu vardýr o da; Kurtuluþa Kadar Savaþ’maktýr.
HUKUK KÖÞESÝ;
DEMOKRASÝYE "SIFIR TOLERANS"
22 temmuz seçimleriyle birlikte ülkemizin "demokrasi simgesi" olan bir sandýksal oyunu daha geride býraktýk. Sandýktan AKP ikinci kez tek baþýna iktidar olarak çýktý. Ýkinci iktidarý döneminde AKP'nin hangi "demokratikleþme hamleleri" yapacaðýný, halk için (siz bunu emperyalizm ve iþbirlikçileri olarak okuyun) hangi "ulusal" ekonomi politikalarýný uygulayacaðýný tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek. Ancak yazýmýzýn konusu bu olmadýðý için öyle uzun uzun "…cek, …cak" lý cümleler kurmaya gerek yok. Þu kadarýný söyleyelim bunlarý tahmin etmek için kahin ya da müneccim olmaya gerek yok. AKP iktidarýnýn 5 yýlda yaptýklarý, önümüzdeki 5 yýllýk süreçte yapacaklarýnýn da göstergesidir. Yazýmýzýn konusu da zaten AKP'nin beþ yýllýk iktidarý süresince yaptýklarýnýn yalnýzca hukukla ilgili bir bölümüdür. Evet, AKP; 5 yýllýk iktidarý boyunca, her alanda olduðu gibi hukuksal alanda da emperyalizme ve iþbirlikçi tekellere sýnýrsýz þekilde baðlýlýðýný ortaya koyacak düzenleme ve uygulamalara imza attý. Bu 5 yýllýk iktidarý süresince AKP tekellerin ihtiyacý olan her türlü yasal düzenlemeyi yaptý, onlarýn bir dediðini iki etmedi. Hatta yapýlan bütün yasal düzenlemeler tekellerin ihtiyaçlarý doðrultusunda yapýlmýþtýr desek yerindedir. AKP daha iktidara geldiði ilk gün, bir taraftan tekellere "ben sizin iktidarýnýzým, sizin çýkarlarýnýzý korumak için varým, beni destekleyin" mesajý verirken, bir taraftan da halktan yana, halkýn iktidarý havasý vermeye çalýþýyordu. Eðitim, saðlýk, haberleþme, sosyal güvenlik ve daha pek çok alanda yapýlan yasal düzenlemelerin tekellerin çýkarlarý için yapýldýðýný gizliyor, bunlarýn halkýn çýkarlarý için yapýldýðý demagojisini yapmaktan geri durmuyordu. Bu yazýmýzda AKP döneminde yapýlan yasal düzenlemelerin ve uygulamalarýn yalnýzca bir bölümünü (demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarý kavramlarýyla ilgili olan bölümünü) baþlýklar halinde inceleyeceðiz.
TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER AKP; iktidarýnýn ilk günlerinde, yukarda da ifade ettiðimiz gibi, tekellerin iktidarý olduðu gerçeðini gizliyor, halkýn iktidarý olduðu mesajýný vermeye çalýþýyordu. Bunun için ilk önce "temel hak ve özgürlüklerin kullanýmý geniþletilmeli ve yasal güvenceye alýnmalýydý…" AB yolunda hýzla ilerleyen bir Türkiye'de "demokratikleþme" için bu bir gereklilikti. Bunun için pek çok yasal düzenlemeler yapýldý. "düþünce ve ifade özgürlüðü" (ve buna baðlý olarak örgütlenme özgürlüðü) önündeki engeller kalkacak, hatta teþvik edilecekti. Ýlk olarak "iþkenceye sýfýr tolerans" söylemine sarýldý AKP. Artýk karakollardan iþkence sesleri gelmeyecek, manþetlere iþkencede ölüm haberleri taþýnmayacaktý. Basýn özgürlüðü olacak, herkes tarafsýz, yansýz haber alma özgürlüðüne sahip olacaktý… Hiç kimse düþüncelerinden dolayý yargýlanmayacak, ceza evine konmayacaktý, hiç kimse eðitim hakkýndan, saðlýklý yaþam hakkýndan mahrum býrakýlmayacak, hiç kimse okulundan atýlmayacak, parasý olmadýðý için hastane kapýlarýndan çevrilmeyecek, borcundan dolayý hastanelerde rehin kalmayacaktý vs. vs… AKP'nin bu radikal söylemleri kulaða o kadar hoþ gelmiþti ki; ülkenin "aydýn"larý, burjuva kafasýyla düþünen gazetecileri, köþe yazarlarý tarafýndan bir anda "demokrasi ve özgürlük havarisi" ilan edilmiþlerdi. Hatta kimileri iþi daha da ileri götürüp AKP'nin "demokratik devrim"i gerçekleþtirdiði sonucuna bile vardýlar. Peki, ne oldu dersiniz bu beþ yýlda? AKP ülkeyi nasýl demokratikleþtirdi, nasýl hukuk devleti yaptý? Burada bir hatýrlatma yapmakta fayda var... Çok deðil bundan birkaç ay önce Polis Vazife Ve Salahiyetleri Kanununda (PVSK) bir deðiþiklik yapýldý. Bu deðiþiklikle polise, zaten fiilen kullanmýþ olduðu olaðan(üstü) yetkilerin yasal olarak da verildiðini, böylelikle "hukuk devleti" deðil, polis devleti hükümlerinin "yasal olarak"
22
uygulamaya konulduðunu, iþkence, kötü muamele ve her türlü hak ihlali olaylarýnýn bu deðiþiklikle birlikte arttýðýný ifade edersek abartmýþ olmayýz. Ýsterseniz konuyu, uygulamadan örnekler de vererek, baþlýklar halinde inceleyelim; Düþünce ve ifade özgürlüðü Ýnsan haklarýnýn ve demokratikleþmenin önündeki yasal ve fiili engellerin kaldýrýlmasý, insan haklarýna saygýnýn yaþama geçirilmesi, her þeyden önce güç kullanma tehditlerinden arýnmýþ, demokratik bir tartýþma ortamýnýn ve düþünceyi açýklama özgürlüðünün yaratýlmasý ile olanaklýdýr. Düþünceyi açýklama özgürlüðü, diðer özgürlüklerin "olmazsa olmaz" koþuludur. Düþünce özgürlüðü, bilim ve sanat özgürlüðü, basýn ve iletiþim özgürlüðü, siyasal parti, sendika, vakýf ve dernek kurma hakký, ülke yönetimine katýlma, seçme ve seçilme hakký vb. hak ve özgürlüklerle iç içe olan temel özgürlüktür. Bu haklarýn ve özgürlüklerin kullanýlabilmesi, düþünce ve ifade özgürlüðünün varlýðýna ve korunup geliþtirilmesine baðlýdýr. Ýnsan haklarýna dayalý, demokratik ve özgürlükçü, çoðulcu bir toplum ve yönetim mekanizmasý oluþturma hedefinin ilk adýmý, düþünceyi açýklama özgürlüðünün gerçekleþtirilmesidir.
Peki, ülkemizde durum nasýldýr? AKP'nin en çok istismar ettiði konulardan biri hiç kuþkusuz düþünce ve ifade özgürlüðü konusundaki beklentilerdi. Bu konuda iddialý söylemleri benimseyen AKP iktidarý AB müzakere süreci çerçevesinde pek çok (göstermelik) deðiþiklik ve uygulamalara gitti. Bunlardan bazýlarý TMY'nin 8. maddesinin, TCK'nin 312. maddesinin ve düþünce ifade özgürlüðü önünde engel teþkil eden daha pek çok yasa maddesinin kaldýrýlmasý veya deðiþtirilmesi oldu. Ancak AKP'nin gerçek yüzünü göstermesi uzun sürmedi. Týpký kendinden önceki iktidarlarýn yaptýðý
gibi bir taraftan "düþünce ve ifade özgürlüðü demokrasinin olmazsa olmazlarýndandýr, bunlarýn önündeki engeller kaldýrýlmalýdýr" gibi içi boþ söylemlerle halký kandýrma yolunu seçip bu yönde "deðiþiklik" yaparken bir taraftan da bu deðiþikliklerin yaratacaðý boþluðu nasýl dolduracaklarýn hesabýný yapmaktaydýlar. TMY'nin 8. maddesi düþünce ve ifade özgürlüðü önünde engeldi, kaldýrýlmalýydý ve kaldýrýldý ama onu ikame edecek bir 312. madde zaten vardý. Sonra 312 maddenin kaldýrýlmasý ya da deðiþtirilmesi gerektiði söylendi ama bu söylenirken bir taraftan da onun yerine TMY 7. maddesinin olduðu vurgulandý. Yani zihniyet deðiþmemiþti. Bir yasa deðiþtirilir ya da kaldýrýlýrken onun yerinin hangisiyle doldurulacaðý düþünülmeye baþlanmýþtýr bile… Zihniyet budur iþte. 12 eylül hukukunun sürdüðü bir ülkede bundan baþkasý da beklenemez zaten. Ýktidarýnýn ilk iki yýlýnda "demokrasi havarisi" olan AKP sonraki süreçte birbiri ardýna faþist nitelikli yasalar çýkararak önceki iktidarlardan farký olmadýðýný, düþünce ve ifade özgürlüðü gibi (geniþ anlamda demokrasi ve insan haklarý gibi) bir dertleri olmadýðýný da göstermiþ oldu. Bu anlamda Türk Ceza Kanunu (TCK) ve geçtiðimiz yýl yürürlüðe giren Terörle Mücadele Yasasý (TMY) deðiþikliði örnek verilebilir. Bu iki yasada düþünce ve ifade özgürlüðünün (buna baðlý olarak da örgütlenme özgürlüðü ve diðer hak ve özgürlüklerin ) kapsamý geniþletilmek þöyle dursun, çok ciddi ve kapsamlý bir saldýrýya maruz kaldýðý, deyim yerindeyse son kerteye kadar budandýðý görülür. Geçtiðimiz aylarda Hrant Dink'in katledilmesiyle birlikte onun yargýlanmasýna ve hedef gösterilmesine vesile olan ve bu nedenle, çokça tartýþýlan TCK'nýn 301. maddesi de her türlü düþünce açýklama faaliyetini "suç" haline getirmiþ, kýsa sürede birçok devrimci, demokrat, ilerici, yurtsever aydýn kiþiler bu madde kapsamýnda, düþüncelerinden dolayý yargýlanmýþ, birçoðu da mahkûm edilmiþtir. TMY'nin yürürlüðe girmesiyle birlikte de birçok demokratik kurum ve kiþi çok çeþitli ve kapsamlý baský ve saldýrýlara maruz kalmýþ, dergi ve gazeteler kapatýlmýþ veya uzun süreli yayýn durdurma cezalarý almýþ; dergi, kitap ve gazeteler toplatýlmýþ, birçok kiþiye onlarca yýla varan hapis cezalarý verilmiþtir... Örneðin TMY'den önce 11 muhalif gazeteci tutukluyken, TMY ile birlikte bu sayý 30'un üzerine çýkmýþtýr. Þu an
halen tutuklu bulunan, bir kýsmý F tipi cezaevlerinde kalan "muhalif basýn" üyesi 26 gazeteci var. Düþünce ve ifade özgürlüðü kapsamýnda deðerlendirilebilecek daha pek çok konuda buna benzer saldýrýlar yaþanmýþ ve yaþanmaya devam etmektedir. Ýnsan Haklarý Derneði (ÝHD) tarafýndan yayýnlanan 2006 YILI HAK ÝHLALLERÝ RAPORU'nda, "düþünce ve ifade özgürlüðüne yönelik ihlaller" baþlýðý altýnda çok çarpýcý rakamlar verilmiþ. Yalnýzca 2006 yýlý içerisinde 513 kiþiye düþüncelerinden dolayý dava açýlmýþ, bunlardan 226'sý mahkûmiyetle sonuçlanmýþ, bir kýsmý da halen devam etmektedir. Ýhlaller açýlan dava veya soruþturmalarla da sýnýrlý deðildir. Pek çok kiþi düþüncelerinden dolayý iþinden, okulundan atýlmýþ, sürgün edilmiþ veya disiplin cezalarýyla sindirilmeye çalýþýlmýþtýr. Birçok yayýn(kitap,dergi, afiþ vs.) hakkýnda 22 toplatma kararý verilmiþ, 25 etkinlik yasaklanmýþtýr. TCK, CMK, TMY…derken son olarak Ankara ulus'ta meydana gelen patlamayý fýrsat bilerek polise olaðan(üstü) yetkiler veren AKP iktidarý demokrasi ve özgürlükler konusundaki samimiyetini(!) de böylece göstermiþ oldu.
“Türkiye bir hukuk devletidir” AKP iktidarýnýn her üyesinin, TSK’nýn generallerinin, TÜSÝAD’ýn burjuva patronlarýnýn aðzýlarýndan duyduk bu sözü. Ve aðýzlarýndan çýkan her hukuk-insan haklarý-demokrasi kelimesinde sonra yeni baský yasalarý çýktý halkýn karþýsýna. Toplantý ve gösteri yürüyüþü hakký Düþünce ve düþünceyi yayma (ifade) özgürlüðünün doðal sonucu olarak (genel anlamda demokrasinin de bir gereði olarak) kabul edilen ve bunun sonucu olarak da hem "anayasal güvence"ye alýnan hem de uluslararasý sözleþmelerle (Avrupa Ýnsan Haklarý Sözleþmesi vb) tanýnan toplantý ve gösteri yürüyüþü hakkýna yönelik saldýrýlar da önceki yýllara oranla hayli artmýþtýr. Birçok demokratik eylem (basýn açýklamasý, miting, yürüyüþ vs.) kolluðun azgýnca
23
saldýrýsýna maruz kalmýþ ya da türlü bahanelerle "yasal"(!) ya da "fiili" olarak engellenmiþtir. Taleplerini veya düþüncelerini demokratik yollarla kamuoyuna duyurmak isteyen muhalif düþünceye sahip kurum ve kiþiler de bu "demokrasi ve özgürlük"ten kendi paylarýna düþeni almýþ, yani devletin (ve AKP iktidarýnýn emrindeki) kolluk güçlerinin coplu-panzerli saldýrýsýna maruz kalmýþ, gözaltýna alýnmýþ, iþkencelerden geçirilmiþlerdir.Yine ÝHD raporundan rakamlarla ifade edecek olursak 2006 yýlý içerisinde çeþitli "gerekçelerle" ertelenen ya da yasaklanan toplantý ve gösteri sayýsý 48, polisin ya da jandarmanýn joplu-panzerli saldýrýsýna uðrayan gösteri sayýsý ise 179'dur. Yapýlan bu toplantý ve gösterilere katýlan kiþilere açýlan soruþturma ve dava sayýsý ise toplam 1221. bunlardan 178'i mahkûmiyetle sonuçlanmýþtýr.
Kiþi Güvenliði Ve Yaþam Hakký Ayný raporun "kiþi güvenliði ve yaþam hakký" ile ilgili bölümlerinde 2006 yýlý içerisinde yargýsýz infazla 44 kiþinin öldürüldüðü, 914 kiþinin ise yaralandýðý bilgisi mevcut. Yalnýzca bu veri bile AKP iktidarýnýn, burjuva hukukunda bile "kutsal(!)" sayýlan "yaþam hakký"ný ihlal ederek devletin katliamcý, faþist politikalarýný uygulamada diðer iktidarlardan farký olmadýðýný göstermeye yetmektedir. Ayrýca yine ayný yýl 4 kiþi gözaltýnda öldürülmüþ, cezaevlerinde ise 17 kiþi katledilmiþtir. Bunlarýn dýþýnda (2006 yýlýnda) kiþi güvenliði ile ilgili olarak 277 ev baskýný, 1545 tutuklama, 226 kaçýrma, tehdit ve ajanlýk teklifi olayý yaþanmýþtýr Bunlar sadece 2006 yýlýna ait verilerdir… Þemdinli'de umut kitapevinin bombalanmasý, Kýzýltepe'de 13 yaþýndaki uðurun ve babasýnýn katledilmesi, Adana'da þiar perinçek'in sokak ortasýnda infaz edilmesi Mersin'de Ümit Gönültaþ'ýn gösteri sýrasýnda yakýn mesafeden göðsüne isabet eden tek kurþunla hayatýný kaybetmesi, Þemdinli olaylarýný protesto eden Yüksekova'da 3 göstericinin ateþli silahlarla öldürülmesi AKP iktidarý döneminin dikkat çekici olaylarýndandýr. Adalet bakanlýðýna yönelik eylem giriþiminde bulunan Eyüp Beyaz'ýn etkisiz hale getirildikten sonra infaz edilmesi hafýzalardaki yerini hala koruyor. Sayýlan bu örnekler yaþam hakkýnýn ihlaline iliþkin örneklerden yalnýzca birkaçýdýr. Þiar Perinçek'in sokak ortasýnda infaz edilmesi ve Kýzýltepede 13 yaþýndaki uður ve babasýnýn katledilmesi olay-
larýnda katillerin beraat ettirilmesi ve Þemdinli'de suçüstü yakalanan JÝTEM'cilerin askeri mahkemede yargýlanarak(!) beraat ettirilmeye çalýþýlmasý ise AKP iktidarýnýn nasýl bir "demokrasi ve hukuk devleti" anlayýþýna sahip olduðunu ortaya koyan aymazlýðýn bir baþka boyutudur.
bilinçli bir tercih yapan birinin baþbakaný olduðu bir iktidarýn "insan haklarýna saygýlý, demokratik hukuk devleti" söylemleri de sahtedir. Kaldý ki baþbakan Tayyip Erdoðan demokrasiden ne anladýðýný "demokrasi bizi gideceðimiz istasyona kadar götürecek bir araçtýr" diyerek gayet net bir þekilde ortaya koymuþtur zaten.
ÝÞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE YARGI BAÐIMSIZLIÐI Ýktidarýnýn ilk günlerinden itibaren "iþkenceye sýfýr tolerans" söylemini dilinden düþürmeyen AKP, beþ yýllýk iktidarý boyunca ki uygulamalarýyla iþkenceye deðil ama "demokrasiye", "hukuk devletine", "insan haklarý, özgürlük…"gibi kavramalara sýfýr toleranslý olduðunu gösterdi. Beþ yýllýk AKP iktidarý süresince iþkence ve kötü muamele olaylarý azalmadýðý gibi artarak sokaklara da taþýndý. Her türlü muhalif hareket polis zoruyla, copla, panzerle bastýrýlmaya çalýþýldý, insanlar meydanlarda, sokak ortasýnda iþkencelerden geçirildi. Konuyla ilgili rakamsal verilere geçmeden önce bir hatýrlatma yapmakta fayda var. Yukarýda da ifade ettiðimiz gibi PVSK'da yapýlan deðiþiklik ve polise verilen olaðan(üstü) yetkilerle birlikte iþkence ve kötü muamele olaylarý artmýþtýr. Ayrýca iþkence davalarýnda iþkencecilerin cezalandýrýlmasý yerine beraat ettirilmesi veya kamuoyu baskýsýyla göstermelik cezalar verilmesi, neredeyse bütün iþkencecilerin terfi ettirilmesi, yani ödüllendirilmesi de yerleþmiþ bir uygulama haline gelmiþtir. Bu da "iþkenceye sýfýr tolerans"ýn ne anlama geldiðini ortaya koymaktadýr. Örneðin Hacettepe Üniversitesi öðrencisi Birtan ALTUNBAÞ'IN iþkencede katledilmesi ile ilgili davada AKP dahil bugüne kadar gelmiþ geçmiþ bütün iktidarlarýn katilleri aklama ve onlara kol kanat germe çabalarý aþikardýr. Hepsi bir yana, korumalarý bile iþkenceci olan bir baþbakanýn "iþkenceye sýfýr tolerans" söylemi ne kadar inandýrýcý olabilir ki? Hatýrlatmakta fayda var; baþbakanýn yakýn korumalarýndan ikisinin tescilli iþkenceci olduðu ortaya çýktý. Bunlardan biri "yakýþýklý" lakaplý Maksut Karal'dý. Baþbakanýn yakýn koruma amiri Maksut Karal'ýn Ankara'da DAL(Derin Araþtýrma Laboratuarý) olarak bilinen iþkencehanelerin en azgýn iþkencecilerinden biri olduðu ortaya çýkmýþtý. Diðer iþkenceci korumanýn adý da Hanefi Karal. O da týpký akrabasý ve "meslektaþý" Maksut Karal gibi tescilli bir iþkenceci. Ankara'da birçok devrimciye iþkence yapmaktan yargýlanmýþ. Böyle
Yargý baðýmlýsýzlýðý kavramý (ve sorunu) çok kapsamlý ve çok karmaþýk bir sorundur. Birçok farklý tanýmý mevcuttur. Ancak genel kabul gören kýsa ve net tanýmýyla yargý baðýmsýzlýðý; yargý erkinin diðer erklerden (yasama ve yürütme erkinden) baðýmsýzlýðýný ve her türlü dýþ etkiye kapalýlýðýný ifade eder. Bir baþka deyiþle yargý baðýmsýzlýðý; yargýnýn siyasetten baðýmsýzlýðýný, siyasal etkilere kapalýlýðýný, yargý faaliyeti yürütenlerin, bu faaliyetlerini yürütürken hiçbir makam veya kurumdan emir ve talimat almamalarýný, yalnýzca hukukun gerektirdiði þekilde vicdani kanaatleriyle hareket etmelerini ifade eder. Bu anlamýyla yargý baðýmsýzlýðý "hukuk devleti" ilkesinin bir gereði, hatta olmazsa olmazýdýr.
Peki, Türkiye'de gerçek anlamda yargý baðýmsýzlýðý var mýdýr? AKP iktidarýnýn dilinden düþürmediði bir baþka olgu da Türkiye'de yargýnýn baðýmsýz olmadýðý, "yargýnýn siyasallaþtýrýlmýþ" olmasýydý. Evet, Türkiye'de yargý baðýmsýzlýðý hiç olmadý, yargý hep siyasallaþtýrýldý, siyasetin, siyasi iktidarlarýn etkisi altýndaydý, iktidarlarýn siyaset araçlarýndan biriydi… vs. Ancak, AKP'nin yargý baðýmsýzlýðý olmamasýndan, yargýnýn siyasallaþtýrýlmasýndan dem vurmasý da yargýnýn siyasete alet edilmesinin bir baþka versiyonuydu. Yoksa AKP'nin bu söylemleri, yargý baðýmsýzlýðý gibi bir sorunu olduðundan falan deðildir. Sözü fazla uzatmadan birkaç örnekle Türkiye'de yargý baðýmsýzlýðý olup olmadýðýný ve AKP'nin bundan ne anladýðýný ortaya koyalým. Yukarýdaki tanýmdan yola çýkarak Þemdinli olayýný ele alýrsak Türkiye'de yargýnýn baðýmsýz olmadýðý tüm çýplaklýðýyla ortaya çýkacaktýr. Hatýrlayalým, Þemdinli'de PKK hükümlüsü Seferi Yýlmaz'a ait umut kitapevi 9 kasým 2005'te JÝTEM elemanlarý ve PKK itirafçýsý Veysel Ateþ tarafýndan bombalanmýþ, JÝTEM elemanlarý ve Veysel Ateþ halk tarafýndan suçüstü yakalanmýþtý. Olayýn hemen ardýndan Baþbakan ve iktidar
24
sözcüleri birbiri ardýna"ucu nereye dokunursa dokunsun gidebileceði yere kadar götürecekleri" nutuklarý attýlar. "Gidebileceði yer neresiydi?" diye sorulacak olursa olay sonrasýnda yaþanan geliþmelere ve dava sürecine bakmak yeter. Olayýn hemen ardýndan zamanýn Kara Kuvvetleri Komutaný (þimdiki Genelkurmay Baþkaný) Þemdinli'de suçüstü yakalanan astsubaylar Ali Kaya ve Özcan Ýldeniz için "tanýrým, iyi çocuklardýr" demiþti. Bu açýkça, yargýya verilen bir talimat, katilleri sahiplenme, onlara kol kanat germe mesajýydý. Nitekim bu açýklamanýn ardýndan "baðýmsýz yargý(!)" da almýþ olduðu talimatýn gereðini yerine getirip önce Þemdinli olayý ile ilgili bazý gerçekleri dile getiren Savcý Ferhat Sarýkaya'yý meslekten ihraç edip hakkýnda soruþturma ve davalar açtý. Ardýndan Þemdinli davasýnýn askeri mahkemeye gönderilmesine kadar varan, katilleri aklama, onlarý beraat ettirme çabasýna dönüþen bir "yargýlama" süreci yaþandý. Aslýnda 2004 yazýnda ortaya çýkan MÝT-ÇAKICI-YARGI iliþkisinde olduðu gibi, en son geçtiðimiz günlerde ortaya çýkan DGM hakimlerinden Ali Kayaoðlu'nun mafya ve uyuþturucu çeteleriyle olan iliþkisinde olduðu gibi yargýnýn hangi güçlerin hizmetinde olduðunu, hangi çýkar çevreleriyle iliþki içinde olduðunu, yargýnýn kimlerin çýkarýný koruduðunu, yani "Yargýnýn Baðýmsýzlýðý"ný ortaya koyan pek çok örnek sýralayabiliriz; ancak buna gerek görmüyoruz. Sanýrýz Þemdinli örneði bile tek baþýna Türkiye'de yargýnýn nasýl "baðýmsýz(!)" olduðunu, AKP'nin yargý baðýmsýzlýðýndan ne anladýðýný ortaya koymaya yeter… AKP iktidarýnýn 5 yýllýk icraatlarý ve yalanlarýyla ilgili söylenecek daha çok þey var aslýnda Ama buna ne zamanýmýz ne de sayfalarýmýz yeter. Son olarak þunu söyleyebiliriz; 12 eylül hukuku sürdüðü sürece, ülkemiz gerçek anlamda baðýmsýzlýðýný kazanýp halk iktidarý kurulmadýðý sürece hukuk da iktidarlar gibi tekellerin çýkarlarýný korumanýn bir aracý olmaktan öteye gidemez. Bu nedenle ne AKP'nin ne de bir baþkasýnýn "demokrasi ve hukuk devleti" söylemi gerçek olabilir. Hepsi yalan, hepsi aldatmacadýr. En azýndan, halk için demokrasi bu sistemde mümkün olmadýðýný söylemek yanlýþ olmaz. Gerçek anlamda demokrasi(halk demokrasisi) ve hukuk devletinin egemen olmasý için gerçek anlamda halk iktidarýnýn kurulmasý gerekir.
DEVRÝME SEHERLERLE YÜRÜYORUZ!
SEHER ÞAHÝN Yeni bir okul yýlý daha baþlýyor. Karþýlaþacaðýmýz þeyleri az çok biliyoruz. Önce harç parasý diyerek haraç kesecekler. Sonra kýrtasiye, sonra da bir sürü bir sürü ývýr-zývýr parasý. Barýnma, ulaþým, yemek gibi masraflarýmýzsa cabasý. Bunun kader olmadýðýný söyleyecek, demokratik üniversite taleplerimizi anlatacaðýz. Tabi haliyle saldýrýlar eksik olmayacak. Faþist saldýrýlar, polis terörüyle mücadele edeceðiz. Okul idareleri "basýn açýklamasýna katýldýn, kýrmýzý mendille halay çektin v.s." bahanelerle soruþturma açýp, ceza yaðdýracaklar. Geçen sene "okula bol miktarda yiyecek soktuðu için" arkadaþýmýza açýlan soruþturma hala hafýzalarda. Oysa okulda uyuþturucu içip, fuhuþ yaptýðý gazetelere manþet olanlara sadece kýnama cezasý verdiler. Öyle ya, bizim suçumuz daha büyük. Okullar açýlýyor. Her sene okullar açýlýrken aklýmýza geliyor Seher. Seher ÞAHÝN Mimar Sinan Üniversitesi Moda Bölümü ikinci sýnýf öðrencisiydi.1991 yýlýnda TÖDEF'in çaðrýsýyla rehberlik ve dayanýþma çalýþmalarýna katýlmak için Mimarlýk Fakültesi'ne masa açmýþlardý. Okula yeni baþlayan öðrencilere yardýmcý olmak, onlarla ve aileleriyle tanýþmak ve kaynaþmak amacýyla ilk kez 1990-'91 öðrenim döneminde Rehberlik ve Dayanýþma Masalarý kurulmaya baþlandý. Masalar açýldýðý günden itibaren yoðun ilgi odaðý haline geldi. Binlerce öðrenciyle tanýþýlýyor onlara TÖDEF'in mücadelesi anlatýlýyordu. Bu masalar da öðrencilerin sorunlarý tartýþýlýyor çözüm aranýyor, alternatifler gösteriliyordu. 1991 yýlýna gelindiðinde Rehberlik ve Dayanýþma Masalarý ülke çapýnda yaygýnlaþmýþtý. Ankara, Ýzmir, Eskiþehir, Bursa,
Kayseri, Malatya, Antep, Diyarbakýr vb. birçok ilde masalar açýlmýþ TÖDEF öðrenci gençlikle buluþmuþtu. Rehberlik Masalarýna yoðun ilgi gençliði "terörist", "dýþ mihrak" ilan eden, içinde bulunduðumuz süreçte mafyacý, kontrgerillacý yüzü kitlelerce iyice anlaþýlan devleti rahatsýz etmiþti. Kitlelerin masalarý sahiplenmesi onlarý her geçen gün daha fazla korkutuyordu. Masalara saldýrmaya baþladýlar. Bu saldýrýlar karþýsýnda gençliðin meþru direniþiyle karþýlaþtýlar tabi ki. Gençlik masalarýný korunmasý gereken bir mevzi olarak sahiplenmiþti. Mimar Sinan Üniversitesi öðrencisi Seher Þahin'de Rehberlik ve Dayanýþma Masalarý'nýn kararlý savunucularýndan biriydi. Baskýya, gözdaðýna aldýrmamýþ, iþkencecilere karþý masayý daha fazla sahiplenerek, daha fazla insanla konuþup tanýþarak cevap vermiþtir. 3 Eylül 1991 günü siyasi þube polisleri masaya gelerek O'nu ve arkadaþlarýný gözaltýna almak istemiþ, alamayýnca önce dövmüþ, sonra da okulun üçüncü katýndan aþaðýya atmýþlardý. Taksim Ýlkyardým Hastanesi'ne kaldýrýlan Seher beþ gün komada kaldýktan sonra 8 Eylül 1991'de TÖDEF'in ilk þehidi olarak devrim tarihindeki yerini almýþtýr. Bundan sonra rehberlik masalarý Seher ÞAHÝN adýyla bütünleþir. Her sene okullar açýlýrken, her rehberlik masasý açtýðýmýzda O'nu hatýrlarýz. Þu anda okullarda rahatça masa açabiliyorsak, bunda Seherler'in payý vardýr. Seher Þahin'in katledilmesinden sonra Rehberlik ve Dayanýþma Masalarý Seher Þahin ismiyle okullarda yeniden ve öðrencilerin daha fazla sahiplenmesiyle açýldý. Seher Þahin ismini, mücadelesini okullarda duymayan tanýmayan kalmadý. Seher Þahin Rehberlik ve Dayanýþma Masalarý bir gelenektir artýk. Her yýl birçok okulda yeni gelen öðrencilerle buluþtuðumuz, tanýþtýðýmýz mevzilerden biridir. Seher ÞAHÝN üniversiteyi kazanýp 1989'da Ýstanbul'a gelmiþti. O zamanlar
25
mücadele hakkýnda pek bir þey bilmiyordu. Maslak Yurdu'nda DevGenç'lilerle tanýþtý. Okullardaki ve yurtlardaki haksýz uygulamalarý gören, yaþayan Seher sessiz kalmamayý seçti. 2 Mart 1990'daki Yýldýz iþgaliyle mücadeledeki yerini aldý. 1973 doðumlu olan Seher yaþýnýn küçük olmasýna raðmen hýzlý öðreniyordu. Kýsa süre sonra Ýstanbul Dev-Genç yöneticilerinden biri oldu. Kendini mücadeleye adamýþ, kararlý, inançlý biriydi. Haksýzlýða boyun eðmemek, kavgada tereddüt etmemek baþlýca ilkelerindendi. Sorun üretmeyi deðil çözmeyi seçer, geliþmeler karþýsýnda kendini yenilerdi. Deðiþime inanýrdý. Ailesini dönüþtürmek için harcadýðý emeðin haddi hesabý yoktu. Ailesini her ziyarete gidiþi kavgalarla, Seher'in yediði dayaklarla sonuçlanýrdý. Ama O, kolayýna kaçýp ailesiyle iliþkisini kesmeyi ya da devrimci kimliðini saklamayý seçmedi. Ailesi O'nu evden kovdu, eve kilitledi ve daha pek çok þey yaptý ama Seher mücadelesinden vazgeçmedi. Ailesini dönüþtürmekteki ýsrarýyla diðer DevGenç'lilere örnek oluyordu. Devrimci kiþiliðiyle tanýþtýðý herkese kendini sevdirmeyi baþarýrdý. Fedakarlýðý, yardýmseverliði, emekçiliðiyle bilinirdi. Direniþ ruhunu Dev-Genç'ten alýyordu. 12 Temmuz sonrasý gözaltýna alýndýðýnda türlü iþkencelere raðmen ser verip sýr vermemiþti. Düþüncelerinden, inançlarýndan ayrý bir yaþamý düþünemiyordu. Seher, bütün bu devrimci özelliklerinden dolayý katillerin hedef listesindeydi. Katlederek kurtulacaklarýný sandýlar ama yanýldýlar. Birtanlar, Sonerler, Cananlar, Zehralar, Özlemler birer Seher olup karþýlarýna çýktý. Seher bir bayraktý artýk. Kurtuluþa kadar elden ele taþýnacak bir bayrak. Okullarýmýz açýlýyor. Yeni bir kavga yýlýna baþlýyoruz. Daha gidilecek çok yolumuz var. Yolumuzu Seherler aydýnlatýyor. Onlarýn ýþýðýný takip etmeliyiz. Kendimize onlarý örnek almalý, onlar gibi yaþamalýyýz. Onlar kendileri için ölmediler, kendileri için hayatlarýndan vazgeçmediler. Umutlarý, düþleri vardý. Göremeyeceklerini bildikleri halde o düþleri için öldüler. Evet, biz de göremeyeceðiz o günleri. Ama görecek olanlar olacak. Görecek olanlar bizim çocuklarýmýz olacak. Biz çocuklarýmýza sömürünün, zulmün olmadýðý eþit, özgür bir ülke býrakacaðýz. Bu uðurda gerekirse Seherler gibi öleceðiz.
OKUYALIM OKUTALIM...
FAÞÝZMÝN YARGILANMASI Evrensel Basým Yayýn tarafýndan basýlan 176 sayfalýk "Faþizmin Yargýlanmasý" isimli kitap sekiz bölümden oluþuyor. Sunuþ bölümünde de anlattýðý gibi bu kitap alman parlamento binasý (Reichstag) yangýný sanýðý olarak tutuklanan Georgi Dimitrov'un; tutukluluk, dava süreci ve beraat kararý ile Almanya'dan sýnýr dýþý edilene kadarki süreç içerisindeki en önemli belgeleri, mahkemenin tanýk olarak çýkardýðý nasyonal sosyalizmin kurmaylarýnýn sorgularýný ve mahkeme önündeki son konuþmayý anlatýr. Ayrýca faþist zindanlardan kurtulduktan hemen sonra, Dimitrov'un yazdýðý bazý mektuplarý ve dava üzerine yayýnlanmýþ en önemli belgeleri bir araya getirmektedir. Sunuþ bölümü, tarihe Leipzing Davasý olarak geçen bir provakatif davayý hazýrlayan geliþmelerin özetlendiði kýsa bir bölüm. 30 Ocak 1933'te Alman Reich baþkaný, Alman faþistlerinin lideri Hitler'i Reich þansölyesi ilan eder.
Alman sermayesinin en saldýrgan unsurlarý böylece dümen baþýna geçer ve faþist diktatörlük Almanya'da egemenlik kazanýr. Sosyal demokrat önderlerin, ihanetçi politikalarý ile bölünen iþçi sýnýfý, faþizmin iktidara geliþini engelleyemez. Ancak Alman Komünist Partisi, faþizmin korkulu düþmaný olmaya devam eder. Alman faþistleri, ekonomik krizin yükü altýnda ezilen küçük burjuvalarý iþçi sýnýfýna karþý kolayca kýþkýrtabilmek için onlarý korkutmayý planlýyordu. Böylece ürkütülmüþ burjuvaziye dayanarak rahatlýkla gerici planlarýný uygulamayý tasarlýyorlardý. Bu amaçla basýn bir saldýrý kampanyasý baþlatýr. Polis "Karl Liebnect Evi"nde arama yaptýðýný inanýlmaz bulgulara ulaþtýðýný açýklar. Ama öyle kaba bir þekilde raporlar düzenleyen polisin yaptýklarý komünizme oldukça soðuk bakanlarý bile güldürür. Bunun üzerine daha etkileyici þeylere ihtiyaç duyan Nazizmin kurmaylarýnýn yeni planý uygulanýr. 27 Þubat akþamý Berlin'de Reichstang'ýn ateþe verildiði haberi yayýlýr. Hitler "bu tanrýnýn bir iþaretidir! Þimdi komünistleri ezeceðiz!" açýklamasýnda bulunur. Ayný akþam Reichstang'ý kundaklayanýn komünistler olduðu yalaný ile ilgili resmi raporlar hazýrlanýr. 9 Mart'ta da Georgi Dimitrov'la birlikte iki Bulgar komünisti (Popov ve Tanev) tutuklanýr. Böylece "medeni Avrupa'nýn demokratik kurumlarýna" karþý uluslararasý komünist komplo yapýldýðý masalý anlatýlmaya baþlanýr. Ayný günde Alman faþizmi kampýnda sürtüþmeler yaþanýr. Milliyetçilerin önde gelenlerinden
26
Ernst Oberfrohen'in anýlarý ortaya çýkar ve gün ýþýðýna çýkan baþka gerçeklerle birlikte yayýnlanan bu anýlarýn ardýndan Oberfrohan evinde ölü bulunur. Artýk her þey açýk ve nettir. Yangýný Nazilerin çýkardýðý ve Reicstang binasýna Hitlerin sað kolu Güring'in evinden açýlan tek yer altý geçidinden gidildiði ortaya çýkar. Tüm dünya gerçek kundakçýlarý ve yarý deli olan Von Der Lubbe'nin bu yangýný tek baþýna çýkarmýþ olamayacaðýný görür. Dünyadaki tüm ilerici kamuoyu alarma geçer. Sadece iþçi sýnýfý deðil tüm onurlu insanlar büyük bir öfke duyar faþizmin bu komplosuna. Uluslararasý araþtýrma komisyonlarý, komiteler vb. kurulur. Ýngiltere'de yayýnlanan 'Kahverengi Kitap" isimli broþür tüm kanýtlarýyla kundakçýlarýn Hitler ve Guring etrafýndaki çete olduðunu ortaya koyar. Komünist partilerin önderliðinde hemen hemen bütün ülkelerde milyonlarca iþçi etkin bir kampanya yürütülür. Dimitrov'un ise tüm bunlardan haberi dahi olmaz. Tamamýyla yalýtýlmýþ bir þekilde tutulduðu hücresinde yaklaþýk altý ay boyunca gece-gündüz sürekli kelepçeli halde dilekçeler, protestolar, mektuplar yazar, notlar alýr ve günlük tutar. Ayrýca mahkeme önünde ki, ve son konuþmalarý için taslaklar hazýrlar. Bu kitapta ki belgeler böyle hazýrlanýr. Ve hazýrlarken Dimitrov'un amacý; kendisine yöneltilen suçlamayý püskürtmek ve hangi biçimde karþýsýna çýkarsa çýksýn faþist düþmaný alt etmektir. Önsöz yerine ise Dimitrov'un Prov'da 4 Mart 1934'te yayýnlanan bir makalesinden bölüm basýlmýþtýr. "Leipzing'teki provokatif dava çaðdaþ siyasi tarihin en büyük davasý. Faþist cellatlarýn Þubat 1933'de 'Avrupa'yý Bolþevizm'den
kurtardýklarý'ný bütün dünyaya kanýtlamak için faþist iktidarýn sahiplerince tertiplenmiþtir" diyor Dimitrov ve bu davanýn somut amaçlarýný açýklýyor. "…Birincisi; faþist kundakçý ve cellatlarýn ihbarýný iç ve dýþ kamuoyu önünde iade etmek, gerçek kundakçýlarý kamufle etmek için suçu komünistlere yýkmak. Ýkincisi; …Dava aracýlýðýyla, devasa kültürel deðerlerin hunharca yok edilmesi, bilime karþý yürütülen sürek avý, solcu burjuva 'düþünce özgürlüðü'nün bile acýmasýzca yok edilmesi, kitlesel katliam ve cinayetler vb. dünya önünde haklý gösterilecekti. Üçüncüsü; yeni bir anti komünist kampanyayý beslemeli ve Alman Komünist Partisi'ne karþý yeni bir 'dev dava'ya temel hazýrlamalýydý. Dördüncüsü; faþist hükümetin, dünya komünizmine karþý 'baþarýlarýyla' savaþtýðýný ve kapitalist Avrupa'yý, komünizm tehlikesinden tam zamanýnda kurtardýðýný kanýtlamalýydý…" Dava süresince iddianame hazýrlamak deðil "ne pahasýna olursa olsun elveriþli tanýklar bulma yoluna gidildi. Ancak tüm çabalara raðmen getirilebilen "tanýklar" nasyonel sosyalist milletvekilleri, faþist gazeteciler, katiller, kalpazan-hýrsýzlar, akýl hastalarý ve uyuþturucu baðýmlýlarý gönüllülerinden" oldu. Ve Dimitrov'un dediði gibi; "Faþizmin yenilgisi ve özgürlüðümüze kavuþmanýn Komünist Enternasyonal'in kazandýðý büyük bir zaferdir." "Tutukluluk" bölümünde Dimitrov'un yazdýðý mektuplar, resmi makamlara gönderdiði dilekçeler yer almaktadýr. Tüm bunlarla hem tutukluluk koþullarýný anlatýr, hem de komployu. Mektuplarýndan büyük çoðunluðu alýcýsýna ulaþmamýþ ancak geri de iade edilmemiþtir. Kendisine gönderilen mektuplarýn ise çok azý -o da gecikmeli olarakverilir. Büyük derslerle doludur tutukluluk koþullarý. Gece gündüz elleri
kelepçeli iken yazdýðý mektuplardan birinde kendisine nasýl davranýldýðýný þöyle özetler, mektubun altýna düþtüðü notla. "a-)Kiþisel parama el konuldu ve neredeyse tek kuruþum yok, kimi zaman mektuplarýmýn pul parasýný bile ödeyemiyorum. b-)Gazeteler verilmiyor. c-)Bir ay geçmesine raðmen hala bir avukat bulamadým. d-)Kimsenin beni ziyaret etmesine izin verilmiyor. e-)Gözlüklerimi dahi elimden aldýlar." Dimitrov'un savunma avukatlýðý için baþvuran hiçbir avukat kabul edilemez. Tamamen tecrit edilmiþ ve dýþarýyla neredeyse tüm baðlarý kesilmiþtir. Bu koþullarda Alman tarihi de dahil bulabildiði, ulaþabildiði (hapishane kütüphanesinden) her türlü imkaný kullanýr. Spor yaparak bedenini, okuyarak-yazarak zihnini diri tutar ve faþizmle mahkeme salonundaki savaþýna hazýrlanýr. "Reich Mahkemesi Karþýsýnda" isimli bölümde de bu savaþa nasýl hazýrlandýðýný tüm dünya görür. Mahkeme kürsüsünde yargýlanan deðil, faþizmi yargýlayan olur. Savunma avukatlarýnýn baþvurularýnýn reddedilmesi ve resmi savunma avukatýnýn resmen faþizmin safýnda ve onlarýn istediði gibi hareket etmesi nedeniyle savunmasýný da (avukat istemeyerek) kendisi yapar. Dahasý savunmadan öte yargýlar. Tüm gerçekleri ortaya koyar, kanýtlarý açýklar. Üstelik ne basýnýn, ne kamuoyunun tavýrlarýný bilmekte, ne de istediði belge ve bilgileri elde edebilmektedir. Hayal etmesi bile zor koþullar denirse abartý olmaz. Savunma hakký elinden alýnýr, dilekçelerine cevap verilmez, mahkeme salonundan çýkarýlýr, susturulmaya çalýþýlýr. Bu bölümdeki tüm belgeler salonda yaþayanlarýn belgeleri, dilekçeler ve savunmalardýr. Mahkeme salonunda Prusya Baþbakaný ve Ýçiþleri Bakaný olan Göring'i; propaganda bakaný Goebbels'i rezil etmiþtir. Faþizmin
27
"tanýk"larýný birer birer kamuoyu önünde rezil eden Dimitrov'un gösterdiði tanýklar dinlenmez, dikkate bile alýnmaz. Dimitrov'un bu tarihi yargýlamasý ile mahkum olan faþizm beraat kararý vermek zorunda kalýr. Ancak haklarýnda "ihtiyati tutukluk kararý verilerek Leipzig Adliyesinin tutukevinde belirsizlik içinde haftalarca tutarlar. Burada Dimitrov'un yazdýklarý "beraat kararýndan sonra" isimli bölümde yer almaktadýr. 15 Þubat'ta üç Bulgar'ýn Sovyet vatandaþlýðýna kabul edildiði kararýnýn bildirilmesi serbest býrakýlmasýný saðlayan belirleyici adým olur ve Dimitrov, Popev ve Tanev 27 Þubat sabahý erkenden uyandýrýlýp apar topar, eþyalarý dahi aranmadan bir uçaða bindirilerek Sovyetler Birliði'ne gönderilir. "Sovyetler Birliði'nde" bölümünde Dimitrov'un yabana basýn mensuplarýna uçaktan indiðinde yaptýðý açýklamayý yurt dýþýna yazdýðý bazý mektuplarý vardýr. Sonsöz yerine günlük Bakýþ Gazetesi'nde (Berlin, 21 Eylül 1948) Wilhelm Pieck'in yazýsý yer almýþtýr. Ýsimler dizini ile biten kitap faþizmin komploculuðunu, yasa hukuk tanýmazlýðýný, yalancýlýðýný ve daha birçok yönüyle faþizm gerçeðini Dimitrov'un kaleminden yazýlmýþ belgeler ve Dimitrov'un konuþmalarý ile gözler önüne seriyor. Faþizm karþýsýnda kazanýlan bir mahkeme olmaktan çok öte faþizmin komünizm karþýsýndaki yenilgisinin ifadesidir, somut gerçekliðidir bu tarihi belgeler. Diðer yandan faþizmin hücrelerinde, mahkeme kürsülerinde ne þartlarda olunursa olunsun nasýl mücadele edildiðinin belgeleridir. Öðretici derslerle dolu Faþizmin Yargýlanmasý ülkemizdeki faþizmin atalarýný açýk ve net ortaya koyan, bir kitaptýr. Ayrýca Dimitrov’un nezdinde devrimcilerin burjuvazinin mahkemelerinde yargýlanan deðil yargýlayan konuma nasýl geldiðinin güzel bir örneðidir.
HAYATIMIZDAN YANSIMALAR YENÝ NESÝL GENÇLÝK ve HALK KÜLTÜRÜNE YABANCILAÞMA
Kültür; esas olarak halklar için önemli bir olgudur, halklarýn kökleridir ve o kökler halklarý güçlü kýlar. Ýþte kültürün halklar için bu noktadaki önemini çok iyi bilen egemen sýnýflar, halklarý daha iyi sömürebilmek için onlarý köklerinden ayýrýr. Bunun en iyi yolu ise; halklarýn nesiller boyu kuþaktan kuþaða aktarýp günümüze getirdiði kültürünü yok etmek, hiç deðilse onu çürütmektir.
Toplum olarak kültürel anlamda her geçen gün büyük bir çürüme, deðer yitimi ve yozlaþma yaþadýðýmýz artýk su götürmez bir gerçek. Ve bu gerçek üzerinden atlanamayacak ve es geçilemeyecek kadar yakýcý bir sorun ayný zamanda. Yüzyýllar boyunca her toplum kendine sosyal, etik ve kültürel deðerler yaratýr. Yaratýlan bu deðerler toplum içinde birlikteliði, dayanýþmayý ve paylaþýmý artýrýr. Ne yazýk ki bu güzel deðerler her geçen gün unutturulmakta. Ve yerine halka yabancý, yoz bir kültür -daha doðrusu kültürsüzlük- aþýlanmaya çalýþýlmaktadýr. Her türlü yozluðun teorileþtirilerek kanýksatýldýðý bir dünyada yaþadýðýmýz aþikar ve bunun nedenlerini ve nasýllarýný incelediðimizde karþýmýza çýkan olgu emperyalizmin varolan sömürü düzenini sürdürme isteðidir. Tüm sömürücü toplumlarda halký daha fazla sömürmenin, halkýn tepkilerini bastýrmanýn, halkýn örgütlenmesini ve iktidara yönelik bir mücadele içine girmesini engellemenin çeþitli yollarý vardýr. Egemen sýnýflar bunun en temel aracý olarak zora baþvuruyor veya baþvurma tehdidini sürekli gündemde tutuyor olsalar da, zorun yanýnda baþka yöntemler de kullanýlmaktadýr. Çünkü zor ve þiddet, tek baþýna herhangi bir sömürü düzenini sürdürmeye yetmez. Ýþte bu noktada karþýmýza kültürel yozlaþma çýkýyor. Konumuza isterseniz öncelikle kültürü tanýmlayarak baþlayalým. Birkaç kaynaktan bakacak olursak: Marks'a göre kültür: “Doðanýn yarattýklarýna karþýlýk, insanýn yarattýðý her þeydir.” Bir kaynakta da þöyle yazýyor bu kavram üzerine; “kültür bir toplumun duyuþ ve düþünüþ birliðini saðlayan deðerlerinin tümüdür. Bu, gelenek-görenek, düþün ve sanat deðerleri gibi bir toplumun bütün deðerlerini kapsar.” Materyalist felsefe sözlüðüne baktýðýmýzda ise þöyle bir taným yapýlýyor: “Kültür, tarihin akýþý içinde toplum tarafýndan yaratýlan bütün maddi ve manevi deðerler ve onlarýn yaratýlmasý, kullanýlmasý ve aktarýlmasýna iliþkin araçlarý kapsar.” Bu tanýmlar daha da uzatýlabilir kuþkusuz. Ancak kültürün önemini vurgulamak için bu kadarý yeterli sanýrýz. Toparlayacak olursak; toplumun veya belli bir topluluðun bilim-sanat ahlak, eðitim alanýndaki ürün ve birikimleriyle duygu düþünce kurallar ve deðerlerinin toplamý kültür olarak adlandýrýlýr. Kültür esas olarak halklar için önemli bir olgudur, halklarýn kökleridir ve o kökler halklarý güçlü kýlar. Ýþte kültürün halklar için bu noktadaki önemini çok iyi bilen egemen sýnýflar, halklarý daha iyi sömürebilmek için onlarý köklerinden ayýrýr. Bunun en iyi yolu ise; halklarýn nesiller boyu aktarýp günümüze getirdiði kültürünü yok etmek, hiç deðilse onu çürütmektir. Çünkü kültürü yok edilmiþ bir halký teslim almak, sömürmek çok daha kolaydýr. Ýþte bundandýr ki emperyalizm sömüreceði ülkeye öncelikle kültürleriyle girer. Peki, nasýl olur bu? Aslýnda cevap çok basit.
28
Halk kültürü dediðimiz olgunun en ileri yanlarýný alýr önce. Örneðin dayanýþma, yardýmlaþma, ahlaklý olma, özü sözü bir olmak gibi. Sonra bunlarýn yerine kendi kültürünü empoze eder. Bencillik, bireycilik, sahtekarlýk, düzenbazlýk, ahlaksýzlýk gibi. Bu kültür erozyonundan sonra gelinen aþamada artýk kendinden olmayan yoz kültürü içsel bir olgu haline getiren o halký alabildiðine sömürür çünkü o halkýn artýk hiçbir dayanak noktasý kalmamýþtýr. Özcesi sömürür, aç býrakýr, yoksullaþtýrýr ve bu yaptýklarýna kimse ses etmesin diye beyinleri dumura uðramýþ bir halk yaratýr. Ülkemizde de bu durum çokta farklý þekillenmemiþtir. Özellikle 12 Eylül cuntasýyla beraber had safhaya çýkan kültürel dejenerasyon halkýn tüm kesimlerini etkisi altýna almýþ ama özellikle gençliði vurmuþtur. 12 Eylül'ün getirdiði bu dejenerasyondan en çok gençliðin etkilenme nedeni esas olarak bu politikanýn öncelikle ve özellikle gençliðe uygulanmýþ olmasýydý. Çünkü 80 darbesi öncesi egemen sýnýflarý en çok gençlik uðraþtýrmýþtý. Her hak arama eyleminde, halkýn her kesiminin sorunlarýnýn çözümünde gençlik hep en öndeydi. Grevlerde, boykotlarda, gecekondu yýkýmlarýnda, köylü iþgallerinde kýsaca yaþamýn her alanýnda gücü yettiðince varlýk gösteriyordu gençlik. Ülke sorunlarýna duyarlýydý, yüzü halka dönüktü ve dahasý halkýn en örgütlü kesimiydi. Saydýðýmýz tüm bu olgular aslýnda gençliðin tarihsel misyonuydu. Lenin'in üzerinde çokça durduðu gibi; "…yenilikçileri en isteklice izleyen her zaman gençliktir. Biz çürümüþlüðe karþý özünü feda eden bir mücadele yürüten bir partiyiz ve gençlik özünü feda eden bir mücadeleye giriþmekte her zaman en öndedir." Ýþte gençliðin bu öncü olma misyonu egemenlerinde gözünden kaçmadý ve 12 Eylül'ün en büyük saldýrýlarý gençliðe yöneldi. Ülkemizde egemenler gençliðe dayattýðý yoz kültürüyle, bireyciliði güçlendirerek gençliði apolitikleþtirme politikasýyla istediði gençlik modelini yaratmak için ne gerekiyorsa yaptý. Ýstediði gençlik modelini yaratmak için yasalarýný, kurumlarýný, medyasýný, televizyonunu, dizilerini, magazin programlarýný kýsaca ne gerekiyorsa seferber etti. Dizilerde sanal dünyalar yarattý, aþk, sevgi gibi
duygularý metalaþtýrdý, magazin karakterleri yarattý, tarikatlarý destekledi gençleri etrafýnda toplasýn diye, Polat'lar, Gaffur'lar yarattý. Gençler o karakterler gibi giyinecek, konuþacak; onlarla sevinip üzülecek ve onlarla yenip, yenilecekti. Yeter ki gençlik sorgulamasýn, düþünmesin, muhalif olmasýndý. Halka uzak, bencil, ülke sorunlarýna duyarsýz, tüketim kültürünün bir öðesi olmuþ gençlik tipi egemen sýnýflar için bulunmaz Hint kumaþýydý. Ve öylede oldu. Hayattan beklentileri dahi olmayan, günübirlik yaþayan, çareyi sanal dünyalar yaratýp içinde kaybolmakta olmadý uyuþturucuda bulan tiplemeler çok uzaðýmýzda deðil aksine artýk onlar ailemizden, çevremizden biri. Bugün ise bu politikanýn sonuçlarýný daha çýplak bir þekilde görüyoruz. Liselere kadar inen uyuþturucu kullanýmý, amfilerdeki esrar partileri, bekaret yaþýnýn ilköðretime kadar inmesi… Gibi gerçekler bunun çok açýk göstergesidir. Bir yandan kültürel düzeyde saldýrýlarýyla gençliði ideolojik olarak þekillendirmeye çalýþan 12 Eylül cuntasý, bu politikalarýnýn yetersiz kaldýðý noktada devreye yasalarýný ve kurumlarýný sokmuþ; okullardaki devrimci, ilerici, muhalif tüm gençliði YÖK'le zapturapt altýna almýþtýr. Bu þekilde bir yandan magazin, tüketim kültürüyle dejenerasyon, apolitizasyon saldýrýlarýna dolu dizgin devam ederken bir yandan da bu kültüre alternatif olacaðýný bildiði devrimci, solcu güçlere karþýda baský ve yasaklarla önlem almýþtýr. Egemen sýnýflarýn sömürüyü sürdürmedeki en önemli aracý dejenerasyon, kültürel yabancýlaþma ve depolitizasyondur dedik. Peki, nasýl oluyor bu? Bu noktada devreye medya giriyor. Tüketim kültürünün yayýlmasýnda en büyük pay kuþku yok ki medyanýndýr. Burjuvazi televizyonuyla, gazetesiyle, reklamýyla kýsacasý tüm medya gücüyle gençliði dejenere etme çabasý içindedir. Gençliði batýlýlaþma, özgürlük adýna bilinçsizce bir tüketime alýþtýrarak halkýn kültüründen uzaklaþtýrýyor, burjuvazi. Böylece hem kendi kurulu düzenini garantiye alýyor hem de þekillendirdiði tüketim kültürünü içselleþtirmiþ o gençlere kendi mallarýný pazarlýyor. Bu arada gençliðin bütün iliþkileri para, çýkar üzerinde dönmeye baþlýyor. Ýliþkiler bu temelde þekilleniyor. Anadolu
29
insanýnýn o saf sevgisinin yerini cinsel güdüler alýyor. Paylaþým, yardýmlaþma gibi kavramlar ise yerini çoktan 'her koyun kendi bacaðýndan asýlýr'a býrakmýþ. Emek, alýn teri ise bir anlam ifade etmiyor artýk gençlerimiz için 'kýsa yoldan köþeyi dönme' hayalleri var. At yarýþlarý, loto, toto, milli piyango… Gibi þans oyunlarý da cabasý. Sanýlmasýn ki bu tablo bizim abartýmýzdýr. Aksine bu tablo ülkemiz gerçeðidir ve bir o kadar vahimdir. Ama en önemlisi kanýksanamayacak kadar önemlidir bizler için. Çünkü biz biliyoruz ki bu dayatmalarý kabul etmemek bizim elimizde. Bu ülkenin devrimci gençliði olarak burjuvazinin o çürümüþ kültürüne karþý Anadolu insanýnýn alternatif halk kültürünü savunmalý, o kültüre alternatif olmanýn yanýnda alternatifimizi tüm halk kesimlerine ama öncelikle gençliðe götürebilmeliyiz. Bu, bu ülkenin devrimci gençliði olan bizler için bir zorunluluk, bir görevdir. Çünkü devrimcilerin görevi halka karþý olan her saldýrýnýn karþýsýnda caný pahasýna barikat olmaktýr ve buda bugün halka karþý yapýlan saldýrýlarýn en büyüðüdür. Ancak devrimci halk kültürünü kuþanarak tüm bu saldýrýlarý püskürtebiliriz. Düzen gençlikten bunalýmlý, karþýlaþtýðý en ufak sorun karþýsýnda dahi aciz, çözümsüz bir ruh halinde olsun ister. Bizler ise sorunlar karþýsýnda kendimizi çözümsüz, çaresiz hissetmemeliyiz. Tam tersine çözüm üretip, çare olmalýyýz. Kurumlarýmýzda yaptýðýmýz kültürel etkinliklerle gençliðe halk kültürünü vermeye çalýþýrýz. Bu noktada kültürel mücadele hiçbir zaman küçümsenmemelidir. Çünkü verdiðimiz mücadele emperyalizmin yoz kültürüne karþýdýr. Yani emperyalizme karþý mücadeledir. Düzenin saldýrganlýðý da bundan kaynaklýdýr. Tek suçu yozlaþmaya karþý mücadele olan onlarca devrimci kurum, 7 Aralýk 2006 tarihinde basýlýp, onlarca devrimci tutuklanýp F tipine doldurulmasýnýn tek amacý kendi kültürüne karþý olan alternatif kültürün yaygýnlaþmasýný önlemekti. Bu baskýlara, dayatmalara karþý kültürümüzü, deðerlerimizi savunmaya devam edeceðiz. Gençliðimizin halk kültürüne yabancýlaþtýrýlýp, zehirlenmesine izin vermeyeceðiz. Bunu da kendi içimizde halk kültürünü en iyi þekilde yaþatarak baþarabiliriz.
"BABALAR GÝBÝ SATMAYA" DEVAM EDÝYORLAR…
"Akarsu ve Göletlerin Özelleþtirilmesi" yasa tasarýsýna iliþkin Gençlik Federasyonu'nun 2 Aðustos 2007 tarihli yazýlý açýklamasýdýr. AKP, 22 Temmuz'un ardýndan 'Yoluna Devam' ediyor. Özelleþtirmede sýnýr tanýmayan iktidar, daha bor madenlerinin özelleþtirilmesiyle ilgili tartýþmalar soðumadan gündeme þimdide akarsular ve göletleri getirdi. 4 yýllýk AKP iktidarý boyunca, özelleþtirme konusunda sýnýrlarýnýn olmadýðýný gösterdi. Tayyip Erdoðan, Ýktidarý boyunca satýlmadýk bir þey býrakmadý. Türk Telekom, Petkim, Tüpraþ, Erdemir, limanlar, araç muane istasyonlarý… Bu liste uzayýp gidiyor ve bu listeye þimdi de akarsu ve göletleri ekleniyor. Bir süredir gündemi meþgul eden su sýkýntýsýna AKP kendince 'çözüm' buldu. Neydi AKP'nin 'büyük çözümü'? Aslýnda 'çözüm' diye pazarladýðý rant kapýsý desek daha iyi olur. Özelleþtirme. Kemal Unakýtan'nýn deyiþiyle 'babalar gibi satmak'tý çözüm Öylede yapýyor; 'sat, sat bitmiyor' diyor Unakýtan ve sýra temel yaþam kaynaklarýmýza geliyor. Sanýyoruz sýrada daðlar, tepeler var. Talep olsa onlarý da hemen elden çýkaracaklarýndan kimsenin þüphesi olmasýn. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakaný Hilmi Güler, 31 Temmuz tarihli gazetelere yaptýðý açýklamaya göre akarsu ve göletlerin kullaným hakký 49 yýlý geçmeyecek þekilde özel sektöre satýlacak. 12-13 akarsu tasarý kapsamýnda ve bunlarýn içinde en önemlileri Fýrat, Dicle ve Kýzýlýrmak. Ayrýca tasarýda içme sularý da gündeme alýnmýþ. 4 yýldýr ne var ne yok satýldý.
Anayasa'da var olan kamu yararýna iliþkin bütün maddeler hiçe sayýldý. AKP iktidarý bu soygunu en pervasýzca yapanlardan oldu. Dünya Bankasý verilerine göre son 20 yýlda yapýlan özelleþtirmelerin iki katýndan fazlasýný AKP 4 yýlda yaptý. Evet, halkýn hiçbir sorununu çözemeyen AKP'nin yaptýðý en iyi þey ülkeyi satmak oldu. IMF istedi, AKP yasa çýkardý. Tekellerin karýný artýracak ne varsa satýlýða çýkardý. Ve tabi kazanan tekeller, kaybeden halk oldu. Üç-beþ tekelin kazancý, AKP için 70 milyon insanýn açlýðýndan susuzluðundan her zaman önemli olmuþtur. Ýþte tamda bunun için bu kadar ciddi bir sorun karþýsýndaki tutumu; 'sorunu nasýl çözerim' deðil 'bunun üzerinden nasýl rant saðlarým' oldu. Ýktidar olduðundan beri halkýn içinde bulunduðu sefalete çözüm bulmak için tek bir iyileþtirme yapmayan AKP, tekellerin çýkarlarý için bir gecede yasalar çýkardý, kar getirecek her þeyi özelleþtirdi. Ne kamuoyu tepkisini umursadý ne de eleþtirileri dinledi. Kendisini eleþtirenlere Kemal Unakýtan'ýn cevabý hazýrdý. "babalar gibi satarým" çünkü her þey satýlýktý AKP için. Ne bir fabrika, ne iþletme, ne liman… Hiçbir þey kalmamalýydý geride. Nede olsa aslolan rant kapýlarýnýn açýlmasýydý AKP için. Telekom'un özelleþtirilmesi için; '20 bin dolarý veren kýzýmýzý görür' diyordu Binali Yýldýrým utanmadan. 'parayý veren düdüðü çalar' diyor Unakýtan pervasýzca. Bir iktidar düþünün ki; halkýn en temel gereksenimi olan su konusunda sýkýntý yaþanýyor ve bu hükümetin aklýna gelen tek çözüm su kaynaklarýný satmak. Soruyoruz hükümete; yok mu baþka bir çözümünüz? Tasarýda dikkat çeken diðer bir nokta ise satýþa yabancý þirketlerinde katýlabilecek olmasý. Yani düþünün ki bir ülkenin doðal kaynaklarý yabancý bir þir-
30
ketin elinde. Böyle bir ülkede ulusal baðýmsýzlýktan söz edilebilir mi? BOR madenlerinin satýþý gündeme geldiðinde çokça tartýþýlmýþtý ama görünen o ki iktidar bu tepkileri zerrece umursamýyor. Ulusal baðýmsýzlýk, ulusal onur gibi kavramda onlar için bir þey ifade etmiyor. Politikalarýnda ülke çýkarlarý, halkýn ihtiyaçlarý olmayan bir iktidardan da baþka türlüsü beklenemez. Çevre Mühendisleri odasýnýn açýklamasýnda da belirtilmiþ: "projenin uygulanmasý durumunda su kamu yararýna olmaktan çýkacak" ve devam ediyor açýklama: "proje IMF'ye verilen taahhütler gereði gündeme getirildi. 2000 yýlýnda Uluslar arasý finans kuruluþlarý tarafýndan ödenen on iki IMF kredisinde suyun özelleþtirilmesi var" Sanýrýz bu veriler fazla söze gerek býraktýrmýyor. Tekeller istiyor, AKP satýyor. Onlar ceplerini doldururken halkýn sorunlarý her geçen gün altýndan kalkýlamaz bir yüke dönüyor. Açlýk, susuzluk bize düþen oluyor hep. Biz bunu kabullendiðimiz sürece de hep böyle olacak. Onlar üzerinde yaþadýðýmýz yer kürenin kaynaklarýný talan ederken, bizim bebeklerimiz açlýktan, susuzluktan ölecek. Hastalarýmýz doktor, hastane yüzü görmeyecek. Onlarýn soygununa, talanýna seyirci kalmayalým, göz yummayalým. Emperyalizmin iþbirlikçi Ýktidarý AKP ülkemizi satmaktan vazgeçmelidir. GENÇLÝK FEDERASYONU
KALBÝMÝZ SARI NEHRE DOÐRUU AKIYOR.. . .
Mao Zedung 1893 yýlýnda Çin'de yoksul bir ailenin çocuðu olarak doðdu. Yüz milyonlarca açýn, yoksulun arasýna karýþtý. Halkýna duyduðu sevgi, halkýnýn açlýðýn, yoksulluðun içinde yaþamamasý gerektiðine olan inancý Mao'yu devrimci saflara çekti. 1919 yýlýnda gençlik mücadelesine katýlan Mao, daha sonra Çin Komünist Partisi'ne üye oldu. Mao öðretmenlik yapmaya baþladýðýnda kitleleri örgütleme ve onlarý bilinçlendirme faaliyetlerine devam eder. Mao bir taraftan teorik olarak kendisini geliþtirirken bir taraftan da yoksulluðun en acý þekliyle yaþandýðý köyleri gezer, halký dinler, halký tanýr, açlýklarýný, yoksulluklarýný paylaþýr onlarla bütünleþir. Kitlelerin içinde kitleden öðrenen ve kitlelere öðretendir Mao, þabloncu, dogmacý taklitçi deðildir. Çin'de nüfusun çoðunluðunu oluþturan köylüler, cahil ve geri kalmýþtýr, feodalite çok güçlüdür. Marksizm-Leninizm'e ve proletaryanýn ideolojik önderliðine inanan Mao Köylülüðün temel olduðu Çin'de halk savaþý stratejisini geliþtirir. Bu dönem üyesi olduðu ÇKP önderliði Sovyet devrimini taklit etmektedir ve Mao'nun teorilerini küçümserler. Mao'ya özellikle yapýlmasý çok güç olan görevleri verip oluþturduðu gerilla birliklerini kýrdýrýrlar. Kimsenin inanmadýðýna, olamaz, yapýlamaz dediðine Mao yapýlýr der ve yapar. Sabýr ve
emekle okuma yazma bilmeyin halktan kadrolar yetiþtirir, onlarý mücadelenin aktif militanlarý haline getirir. Devrimin ihtiyacý ne ise Ajitatör, propagandist, savaþçý, komutandýr Mao. Çin'de kitlelerin kýrlardan þehirleri kuþatýlabileceðini görür. Parti yönetimindeki þabloncu ve sol sapmacýlara karþýda sürekli ideolojik mücadele sürdürür. Partini verdiði görevleri de yerine getirir ayný zamanda. Parti önderliði Mao'dan, gerici, zorba Çan Kay Þek birliklerine karþý kurtarýlmýþ bölgeleri korumasýný ister. Mao bu zorlu görevi alýr ve tarihe geçecek, tüm dünya komünistlerine, sosyalistlerine örnek olacak olan Uzum Yürüyüþü baþlatýr. 120 bin kiþiyle baþlar Uzun Yürüyüþ, bir yýl sürer, Çan Kay Þek birliklerinin saldýrýlarý, aç, yarý çýplak ve pek çok olanaksýzlýkla binlerce kilometre süren yürüyüþün ardýndan 20 bin kiþi kalýr ve Çan Kay Þek birlikleri alt edilir. Mao sabrý, yýlmaz mücadele azmi ve pratiðiyle ÇKP'nin önderliðini alýr. Ülkedeki gerici, faþistlere karþý savaþý sürdürürken Faþist Japonya'nýn iþgali gerçekleþir. ÇKP iþgale karþý vatanseverlik temelinde vatan savunmasýný örgütler. Mao bu süreçte taktik ve stratejideki ustalýðý ile önderliðini pekiþtirir. Çin'i parça parça gerici feodal güçlerin elinden alýr, kurtarýlmýþ bölgeler oluþturur. Kýrlardan þehirlere doðru akar kýzýl ordu ve ÇKP'si önderliðinde milyonlarca köylü halk savaþýna katýlýr, Sarý nehre doðru yürür. Sarý nehrin ilerisi zaferdir. Kýzýl Ordu Ýktidarý alýr ve Çin Devrimi'ni ilan eder. Amerika'nýn Ýngiltere'nin tehditleri, gericilere yardýmlarý durduramaz Kýzýl Ordu'yu. Çin artýk kapitalistlerin sömürdüðü, feodal
31
derebeylerin halkýn sýrtýndan inmediði bir ülke deðildir. Halkýn iktidar olduðu, baðýmsýz, onurlu bir ülkedir. Emperyalizme büyük bir darbedir, bu devrimin mimarý Mao Zedung'dur. O herkesin burun kývýrdýðý, horlayýp, aþaðýladýðý eðitimsiz, cahil bir halký eðiten örgütleyen, ayaða kaldýran ve iktidara yürütendir. ABD'nin emperyalistlerin, halklara atom bombalarýyla saldýrdýðýnda, Mao "Emperyalizm Kaðýttan Kaplandýr" diyerek emperyalistlere korku salandýr. Gerçekleþen devrim, MarksizmLeninizm'in yaratýcý bir tarzda ele alýnmasý açýsýndan örnek ve yol göstericidir. Ve Mao iþte bu noktada dünya devriminin ustalarýndan biridir. Salvador ALLENDE 1908'de Þ i l i ' n i n Valparaiso Kenti'nde doðmuþtur. Gençlik yýllarý boyunca ö ð r e n c i hareketi içinde yer almýþtýr. 1933 yýlýnda Sosyalist Parti'nin kurulmasý için çalýþmalara katýldý. 1970'de yapýlan seçimlerde Halk Cephesi'nin (Unidad Popular) adayý olarak girdi. Seçim sonucu Þili Devlet Baþkaný seçildi. Reformistti, parlamentoyu kullanarak sosyalizmi getirebileceðine inanýyordu. Toprak daðýtýmýna, bakýr madenlerinin millileþtirilmesine giriþti. Tarih 11 Eylül 1973'ü gösterdiðinde CIA'in Þili faþist ordusunu da kullanarak düzenlediði darbeyle katledildi. Allende "kendini kurtarma" imkaný varken, yapmadý bunu. Biliyordu ki eðer kaçarsa tarih karþýsýnda mahkum olurdu. O teslimiyeti seçmedi. Fidel CASTRO'nun kendisine hediye ettiði silahýnýn tetiðine davranarak 65 yaþýnda çatýþarak, onurluca þehit düþtü.
HALKIN SANATÇISI HALKIN SAVAÞÇISI
YILMAZ Etrafý afiþlerle donatýlmýþ araba mahalle arasýnda dolaþýr ve megafonla 'sakýn kaçýrmayýn' anonslarý… Anons, filmin oyuncularýndan, konusundan ve baþlama saatinden bahsederek sokaklarý dolaþmaya devam eder. Anonsu yapýlan film Yýlmaz Güney'in olunca, Adana'nýn kondularýndaki telaþ bir baþka olur. Kadýnlar, kýzlar yemekleri biran önce piþirip, bulaþýklarý bir an önce yýkar, erkekler iþlerini biran önce yoluna koyar ve çocuklara en güzel elbiseleri giydirilir; gecekondulardan, naylon çadýrlardan, tarlalardan ve mahallelerden bir yürüyüþtür baþlar. Türk'ü, Kürt'ü, Arap'ý hiç fark etmez, yediden yetmiþe herkes katýlýr. Çukurova'nýn kavruk, yanýk yüzlü, esmer asi çocuðunu izlemek için doldurur sinemalarý çok sevdiði halký. Peki, ama kimdir Yýlmaz Güney? Ezilen halký neden bu kadar çok sevmiþtir onu? Hayata kattýðý, halkýyla paylaþtýðý nelerdir? Nedir onu Yýlmaz Güney yapan? Çocuk yaþta baþlamýþtý çalýþmaya. Irgatlara su taþýdý, tarlada artçýlýk yaptý, pamuk topladý, bað bekçiliði yaptý, simit ve gazoz sattý. Bir yandan da ilköðretimini tamamlamaya çalýþýyordu. Adana da etrafý afiþlerle donanmýþ arabanýn ardýndan koþtururken sinemayla tanýþtý, yedi lira yevmiye ile bir film þirketinde pursantaj memuru olarak çalýþmaya baþladý. Bu, geleceðin Yýlmaz Güney'inin sinemada ilk dönemi olacaktý. Lise sonrasý Ankara Hukuk Fakültesine kayýt olan Yýlmaz Güney, ekonomik sýkýntýlardan ötürü hem çalýþýp, hem de okuyabileceði Ýstanbul'a geldi ve Ýktisat Fakültesine girdi. Ancak bu eðitim çabalarý hayatýnýn gölgede kalan bir ayrýntýsý olacaktý. Ýstanbul da yönetmen Atýf Yýlmaz ile tanýþtý. O artýk pursantaj memuru Yýlmaz Pütün deðil Yýlmaz Güney'di. O yýllarýn Yeþilçam'ý halka sýrtýný dönmüþ, fakir kýzýn zengin erkeðe aþýk olduðu sonu baþýndan belli olan senaryolarla parsellenmiþti. Orhan Günþýray, Göksel Arsoy, Eþref Kolçak, Ayhan Iþýk gibi oyuncularýn arasýnda uzun süre dýþlandý. Ayhan Iþýk onu “araba camý silen Kürt çocuklarýna” benzetip “böylelerinden sanatçý mý
GÜNEY olur” diye alay etti. 1956 yýlýnda yazdýðý ve 'Onüç' adlý dergide yayýmlanan 'Üç Bilinmeyenli Eþitsizlikler Sistemi' öyküsü “komünistlik propagandasý” yaptýðý gerekçesiyle açýlan dava 1961'de bir buçuk yýl hapis ve altý ay da sürgün cezasý getirdi. Kaldýðý Nevþehir Hapishanesinde 'Boynu Bükük Öldüler' romanýyla Orhan Kemal Ödülünü alýr. Romanýnda bir yanda aðalarýn, ýrgatlarýn, diðer yanda ise sanayileþme çabasýnýn olduðu Adana'yla birlikte esasýnda Anadolu'yu anlatýr. Tahliyesi sonrasý 1963'te hem senaryosunu yazdýðý hem de baþrolünü oynadýðý 'Ýkisi de Cesurdu'yla sinemaya döner. Ancak komünist damgasýndan dolayý filmlerinin Ýstanbul'da gösterimi engellenerek örtülü boykot uygulanýr. Bu tavýrlar sonrasý Anadolu'ya yönelerek iki yýlda baþrol oynadýðý 21 filmle halkýn gözünde efsaneleþmeye baþladý. Kendine çizmiþ olduðu yol Çukurova'nýn ýrgatlarý, iþçi pazarlarý, Anadolu'nun mahpuslarýndan süzülüp ilk büyük duraðýna 1971 yýlýnda uðradý; adý 'Umut'tu. Yýlmaz Güney bu filmle Yeþilçam'ýn klasikleþmiþ sinema anlayýþýný sert bir darbe indirmiþti. Ayný yýl Ýsrail'in Ýstanbul baþkonsolosu Erlom THKP-C tarafýndan kaçýrýlmýþtý. Televizyon ve radyodan yapýlan 'yardým edenler idamla cezalandýrýlacaktýr' anonsu yapýlmasýna raðmen Yýlmaz Güney kendi deyimiyle 'hayatýnýn en büyük rolünü' oynayarak Ulaþ Bardakçý ve Mahirleri evinde sakladý. Sadece filmlerinde deðil yaþamýnda da devrimciydi ve yazdýklarýyla yaþadýklarý arasýnda bir çeliþki yoktu. Bu kiþiliði egemenlerin gözünden kaçmadý THKP-C ve DEVGENÇ'E yardým etmekten 7 yýl hapis cezasýna çarptýrýldý. Aralarýnda Elisabeth Toylar, Costa Gavras, Richard Burton, Melina Mercuri gibi sanatçýlar, Alman Film Yazarlar Birliði gibi dernek ve
32
sendikalarýnda bulunduðu büyük bir kamuoyu tutuklanmasýný protesto etti. Bu ikinci tutuklanýþýnda 'Salpa, Sanýk ve Hücrem'i yazdý. Kontrgerilla eseri olan Kültür Sarayý sabotajý ve Marmara Gemisinin batýrýlmasýnýn devrimcilere yýkýlma hikayesi ve bunun için yapýlan iþkenceli sorgular anlatýldý. 74'te yeniden özgürlüðüne kavuþan Yýlmaz Güney 'Arkadaþ' filmini çekti. Sonrasýnda Adana'daki pamuk ýrgatlarýnýn sorunlarýný anlattýðý 'Endiþe' filmini çekti. Adana Yumurtalýk savcýsý Sefa Mutlu'yu öldürmekle suçlanarak bir kez daha tutuklandý. Yýlmaz Güney ise Ankara 1. DGM'nin kendisini ezmeye çalýþmasýna þöyle cevap verdi: “Biz kitlelerin devrimci mücadelesine inanýr ve dayanýrýz. Bizi bir sokak intikamcýsý gibi göstererek kitleleri aldatmak isteyen kiþiler yakýnlarýmýzda pusudadýr. Onlardan sakýnýnýz. Önümüzde hukuki ve insani deðerleri çiðneyen Ali Elverdi gibi bir örnek var. Ali Elverdi üç devrimcinin idamýnda, onlarca devrimcinin en aðýr cezaya çarptýrýlmasýnda bir maþa olmasýnýn mükafatýný AP'den milletvekili olmakla görmüþtür. Bizim için o mükafat, halkýna ihanet etmenin. Halk çocuklarýnýn kanýna elini bulamanýn, sömürücülere uþaklýk etmenin karþýlýðýdýr.” Yýlmaz Güney'in Ankara Merkez Kapalý Hapishanesinde devam eden tutsaklýðý yeni üretimlerin kaynaðý oldu. 'Soba, Pencere Camý ve Ýki Ekmek Ýstiyorum' romanýnda çocuklarýn baþlattýðý bir isyaný anlatýr. Ardýndan tutsaklýk yaþamý direniþlerle
sürerken devrimci sanatçýnýn her koþulda üretmesi gerektiðini gösterir ve 'Sürü' filmini yazar. 'Sürü' Ýstanbul da vizyona girdikten kýsa bir süre sonra faþistler tarafýndan bombalanýr. Ama devrimcilerin öncülüðünde halk bu filmi gecekondulara taþýdý ve yüzbinlerce kiþi izledi. 1967 yýlýnda Antalya Film Festivalinde en baþarýlý erkek oyuncu ödülünü almasýyla baþlayan süreç Altýnkoza ve Antalya Film Festivallerinde üç en iyi oyuncu, beþ en iyi film, iki en iyi senaryo ve bir kere de en iyi yönetmen ödülleriyle perçinlendi. Umut filmiyle Gronoble Film Festivali Jüri Özel Ödülünü aldý. Fransa'da da 'Yol' filmi Altýn Palmiye ile ödüllendirildi. Ýmralý yarý açýk cezaevindeyken 'Yol' filmini yazar. Uluslar arasý Sinema Eleþtirmenleri Ödülü de alan film 1982'de ABD de en çok izlenen yabancý film olurken, Latin Amerika ülkelerinde, Japonya'da kapalý giþe oynamýþken Anadolu'da on yedi yýl sonra vizyona girer. Anadolu insanýný yakýndan tanýmasý ve tüm bunlardan yola çýkarak onlarýn kurtuluþu uðruna çaba sarf etmesi hayatýna ve sanatýna yön veren koþullarýn doðmasýna neden olmuþtur. Bu yüzdendir ki, aydýn olma misyonuna layýk olarak yüzünü halkýn yaþadýklarýna, tarihine ve kültürüne dönmüþ ve kurtuluþun nasýl olacaðýna kafa yormuþ, kendisini buna adamýþtýr. Yýlmaz Güney 12 Eylül'lü günleri Ýmralý da laðým akan, hücrelerinde farelerle dolu bir mahzende karþýladý. Isparta Yarý Açýk Hapishanesine götürülmesi ise özgürlüðü açýlan bir kapý oldu. Yurt dýþýna çýkýþýyla birlikte Cuntayý dünya kamuoyuna anlatmada da duraksamadý. Diðer yandan da 'Yol' filmini tamamladý. 'Yol' dünyanýn en büyük film festivallerinden biri olan Cannes'da Altýn Palmiye Ödülünü aldý. Bu arada 'Soba, Pencere Camý ve Ýki Ekmek'den uyarlanan 'Duvar' filmini tamamlamak üzereydi. Tüm rahatsýzlýðýna raðmen 1984 Nisan'ýnda cuntayý protesto etmek için Paris'ten Strasburg'a dek sürecek olan yürüyüþün en baþýnda yerini aldý. Yýlmaz Güney'li yürüyüþ önemli kamuoyu yarattý. 12 Eylül faþist generalleri Yýlmaz Güney'in 130 filminin 104'ünü yakarak 'O' efsaneyi bitirmeye çalýþtý. Uzun yýllar Cunta tarafýndan filmleri yasaklandý. Onurlu yaþamý 13 Eylül 1984'de son duraðýna gelip dayandý. Ardýnda
Hapishanelerdeki 'tecrit' politikasýna karþý kesin bir tavýr ortaya koymaktan uzak olan 'aydýnlar', 'tecrit'e karþý yedi yýllýk ölüm orucu sürecinde de bir türlü gereken duyarlýlýðý gösterememiþlerdir. Bunun üzerine bir de Baskýn Oran gibiler çýkýp 2007 seçimleri öncesi halka meclisin meþruluðunu gösterme yarýþýnda, gözünü o derece çýkar bürümüþ olacak ki, bu ülkenin onur, namus, adalet yolunda mücadele eden devrimcilerine laf söyleme cesaretini kendinde görmüþtür. Oysaki bir yanda devrimcileri en zor durumda dahi evinde saklayan, sýr vermeyen, duyarlý, yiðit bir halk sanatçýsýnýn aydýn kiþiliði var. Diðer tarafta ise en ufak baskýdan çekinen, git gide duyarlýlýðýný yitirmeye baþlayýp halktan uzaklaþan, sýkýþtýðýnda ilk sýrtýný çevirdiði kiþilerin devrimciler olduðu günümüz aydýný. Kendini aydýn görenler bir kez daha tarihle yüzleþmek zorundadýrlar. Aksi takdirde biten þey Devrimciler ya da Yýlmaz Güney deðil kendileri olacaktýr. Adý, soyadý, geçmiþi ne olursa olsun 'aydýn' olduðunu söyleyenler kafalarýný ellerinin aralarýna alýp düþünmeliler, iþkencelere, hapishanelere, Cuntanýn baskýlarýna raðmen sanatýndan, düþüncesinden ödün vermeyen devrimci sanatçý Yýlmaz Güney'in mirasýna layýkýyla sahip çýkýlmalýdýr.
halkýný anlattýðý pek çok film ve roman býrakarak hayata veda ederken adýný halkýnýn gönlüne kazýdý. Onu Fransa'daki komün savaþçýlarýnýn yattýðý Pere Lachaise Mezarlýðýna gömdüler. Yýlmaz Güney'i yýllarca hapiste tutarak, en verimli yýllarýnda kamerasýný elinden alanlar, ölümünden sonra onu ehlileþtirme kampanyalarý baþlattýlar. 'Nokta' ve 'Ýki Bine Doðru' Dergilerinde 'Ýnsan ve Sanatçý Yýlmaz Güney' öne çýkarýlarak kampanyalarýn ilk adýmý atýlmýþ oldu. Ardýndan 80'li yýllarýn sonlarýna doðru düzenin solu SHP 'Yýlmaz Güney'e Özgürlük' çaðrýlarý yaptý. Yasaðý kaldýrmak isteyenlerin pratiklerine baktýðýmýzda asýl yasakçý ve sansürcülerin kendileri olduðu JULÝUS FUÇÝK görülmekteydi. Çünkü onlar Halkýn, haklý bir davanýn Yýlmaz Güney'in insani ve aydýnýydý, örgütlü ve örgütçü bir sanatçý yönlerini önderdi. Faþist Nazi'lerin sahiplenirken siyasi tavýr ve Çekoslovakya'yý iþgal etmesi düþüncelerini es geçiyorüzerine bu ýrkçý ve yýkýcý zulme lardý. Adýný bile anmak istemeyenlerin asýl amacý karþý savaþta halka yol gösterdüzene yamanmýþ bir di, öncülük etti. Ýþgale karýþý zaman kaybetmeksizin illegal Yýlmaz Güney'di. çalýþmalara baþlayan Fuçik, Çekoslovak Bugün baktýðýmýzda Komünist Yeraltý Hareketinin liderlerinde biri düzen solunda deðiþen pek oldu. Bu sýrada halký bilinçlendirmek eðitmek, fazla bir þeyin olmadýðýný yönlendirmek için çeþitli yayýnlarý örgütledi ve görmekteyiz. Halk kültürünyönetti. den uzaklaþýp yoz-bireyci1942'de Prag'da tutuklandý. Bir devrimcinin örgütsüz bir kültür empoze etmeye çalýþmakta, insani her zaman her yerde yaratýcý ve teslim olmadeðerlerin içini boþalt- ma geleneði ile hapishanede çalýþmalarýný manýn politikasýný yapmak- sürdürdü. Bu dönemde "Daraðacýndan Notlar" tadýr. Kendini aydýn olarak kitabýný yazdý. Fuçik'e 23 Aðustos 1943'te niteleyen pek çok kiþinin Alman faþistleri tarafýndan idam kararý ise halkýn çok uzaðýnda çýkarýldý. Savaþ ve bedel gerçeðini bilen Fuçik, olduðu görülmektedir. halka kurtuluþ yolunun kavgadan, mücadele19 Aralýk 2000 hapis- den, boðun eðmemekten ve bedel ödemekten haneler katliamý ve son- geçtiðini gösterdi. 8 Eylül 1943'te Prag'dan rasýnda F Tipi Berlin'e götürülerek idam edildi.
33
T Ü R K Ü L E R Ý M Ý Z 5 . K E Z A T E Þ B A Þ I N D A B U L U Þ T U
Gençlik Federasyonu’nun düzenlemiþ olduðu 5. geleneksel yaz kampý 13-19 aðustos tarihleri arasýnda Þile-Sahilköy'de yapýldý. Ýlki 2003'te yapýlan kampa her yýl olduðu gibi bu yýl da Türkiye'nin birçok ilinde faaliyet yürüten Gençlik Dernekleri katýlým gösterdi. Ýlk olarak Ýstanbul'da bir araya gelen gençlik dernekliler otobüsle kamp alanýna doðru hareket etti. 12 Eylül'ün yarattýðý düþünmeyen, sorgulamayan gençlik modelini kabul etmediðimizi kuruluþumuzdan beri ilan ettik ve politikalarýmýza bu perspektifle þekil verdik. Cunta gençliðe kendinden olmayan bir kültürü -ya da kültürsüzlüðü- empoze etti. Onlara göre gençlik muhalif olmasýnda ister uyuþturucu kullansýn, fuhuþ yapsýn. Yeter ki muhalif olmasýn. Ta en baþýndan net olarak tavrýmýzý koyduk cuntaya. Biz sizin istediðiniz gibi bir Gençlik olmayacaðýz dedik ve her faaliyetimizde halk kültürünü sahiplendik, bunun için kampýmýzda devrimci kültürü, kendi kültürümüzü yaþadýk. Halay çektik, horon teptik, zeybek, kafkas, çiftetelli, rumeli havalarý oynadýk. Bunlar bizim kültürümüzdü, bizim olandý, yabancýsý deðildik Anadolu'nun verimli coðrafyasýndan çýkmýþtý hepsi. Köy seyirlik oyunlarýyla tanýdýk Anadolu köylüsünü. Türkülerimizle öðrendik Anadolu insanýný sevdasýný, hasretini nasýl yaþadýðýný. Ateþ baþlarý buluþma yeri oldu her bölgeden getirdiðimiz türkülerimizin. Bir hafta süren kampa yaklaþýk yetmiþ kiþi katýldý. Kamp programýna ilk olarak çadýr kurma ve kamp
alanýnýn düzenlenmesi vardý. Bir haftamýzý birlikte nasýl deðerlendireceðimizi, neler yapacaðýmýzý konuþtuk sonra. Bölgeler arasý ses, bilgi, halat çekme, kalasla yürüme, çuval, voleybol yarýþmalarý yapýldý. Ve tabi ülke gündemine dair ateþ baþlarýnda yaptýðýmýz ateþ baþý sohbetler. Kamp boyunca akþamlarý her bölgenin hazýrladýðý etkinlikler sunuldu. Bölgeler kendi içinde oluþturduðu gruplarla skeçler çýkardý, tiyatrolar oynadý, türküler söylendi, halaylar çekildi. Yeri geldi su sorununu biraz tebessümle iþledik skeçlerde, yeri geldi 17 Aðustos 1999 depremini tekrar yaþadýk tiyatro oyununda. Hüzünlendik biraz, biraz tebessüm ettik. Kýzdýk; insanlarýmýza bu zulmü çektirenlere, üç kuruþ kar için halkýn yaþamýný hiçe sayanlara; öfkelendik halkýn en temel ihtiyacý olan suyu bile iþkence aracý haline getirenlere. Ve tabi ateþ baþý sohbetlerimizde tüm bunlara dair çözümü-müzü konuþtuk. Bu ülkenin gençleri olarak geleceðin ellerimizde olduðunu ve gelecek güzel günleri inþa edecek olanýn bizler olduðunu vurguladýk her sohbetimizde. Son etkinlik olaraksa yapýlan kitap semineriyle Nikaragua'daki Sandinist devrim anlatýldý. "Daðdan Kopan Ateþ" kitabýnýn tanýtýldýðý seminerde Sandinistlerin örgütlenme tarzlarýyla birlikte halkýn hak alma mücadelesinin nasýl büyütüleceði üzere tartýþýldý. Kampýn son günleri, ayrýlma vakti yaklaþtýkça kampa hakim olan duygu ise ayrýlacak olmanýn verdiði burukluk oldu. Artýk çadýrlarýn toplanma zamaný gelmiþti. Dolu dolu geçirdiðimiz bir hafta sonunda kamp alanýndan ayrýlmak üzere otobüsümüze bindik. Kendimizi ifade ettiðimiz, alternatif kültürümüzü yaþattýðýmýz bir kampýmýzý da böylece bitirmiþ olduk.
34