Sosyalist İşçi 654

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

654

26 Şubat 2020 3 TL. sosyalistisci.org

8 MART'TA SOKAKLARDAYIZ!

KADIN CİNAYETLERİNİ DURDURALIM

-

MÜCADELE YASATIR! 8 Mart Özel 5-6-7-8-10. sayfalarda

YILDIZ ÖNEN YAZDI: ALMANYA’DA IRKÇILIK KARŞITLARINDAN DAYANIŞMA DERSİ 3. sayfada

ALEX CALLINICOS YAZDI: CORONA VİRÜSÜ KAPİTALİZMİN HASTA OLDUĞUNU GÖSTERİYOR

4. sayfada


2

GÜNDEM

OSMAN KAVALA VE ERDOĞAN’IN SİYASET TARZI

Gezi davasında beraat kararının ardından yapılan analizlerin ortak özelliği şuydu: batıyla, özellikle Almanya’yla ilişkilerin toparlanması için beraat çıkmasına Erdoğan ikna olmuş olmalıydı. Bu türden her analiz iki temel soruna sahipti oysaki. Öncelikle, Alman devletinin Osman Kavala için neden mücadele etmesi gerektiği izaha muhtaçtı. İzah eden argümanın izaha muhtaç olmasının yanı sıra, Erdoğan’ın şu ya da bu pazarlığın ürünü olarak, Osman Kavala’nın gözaltına alındığı günden beri dile getirdiği iddialardan vazgeçeceğini düşünmek, rejimin 16 Nisan’dan sonra koşar adımlarla içine girdiği ya da yaratıp sonra teslim olduğu girdabın şiddetini görmezden gelmek anlamına geliyordu. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” şaşırtıcı bir hızla eskiyi yıkıp, yerine mekanizmaları işleyen bir yeniyi koyamadığı, özetle eskiyi yıkmaktan ibaret bir rejime dönüştüğü ve bunu yaparken Gezi-Kavala-üst akıl-“yerli milli” ve dış destekli darbe gibi tezlere bir çırpıda vaz geçmesi imkansız yoğunlukta ve ağırlıkta bir yatırım yaptığı için bu çizgiden geri çekilmek hükümet açısından 23 Haziran İstanbul seçimlerinin ardından yenilen ikinci röveşata golü anlamına gelecekti. Aslolan klikler değil! Duruşmanın öncesinde, sabahında ve öğlen saatlerinde ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Hangi klikler ne gibi bir mücadele verdi, bunun bilgisine de sahip değiliz. Ama aslolanın klikler olduğunu düşünmek, sorunun merkezini es geçmek anlamına geliyor. Sorunun merkezi Erdoğan ve etrafındaki yönetici ekip. İlk karar da son karar da bu yönetici ekip tarafından veriliyor. Fakat, 2015 yılının Şubat ayında Dolmabahçe’de yapılan çözüm süreci basın açıklamasından beri biliyoruz ki Erdoğan, parti tabanı, parti kadroları ve partinin kendisinden sonra gelen liderliğiyle, ilginç bir ilişki kuruyor. Dolmabahçe’de çözüm sürecinin aktif taraflarının yaptığı basın açıklamasının üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra, Erdoğan, bu süreçten haberi olmadığını iddia etmiş ve açıklamayla esmesi beklenen bahar rüzgarlarının doğmadan ölmesine neden olmuştu. Erdoğan daha sonra bu yöntemi bir çok kez uyguladı, kamuoyu, son olarak termik santrallara filtre takmasını ertelemeyi amaçlayan ve AKP’li vekillerin alkışlarıyla geçen yasanın Erdoğan tarafından veto edilmesinde bu yöntemle karşılaştı. Bu yasa meclise Erdoğan’ın haberi olmadan gelebilir miydi? Yasa geçtiğinde de Erdoğan tarafından veto edildiğinde de “durumu” alkışlarla karşılayan AKP’li vekillerin acıklı ruh hallerini araştırmayı ileride meclis tarihini meclis zabıtlarından yola çıkarak analiz edecek tarihçilere bırakalım. Erdoğan bu yöntemle tek yetkilinin kendisi olduğunu, kendisinin AKP’den başka bir şey, onun üstünde, tek bir kararıyla partililerin aldığı tüm kararları değiştirecek bir siyasal figür, bir “kurucu baba” adayı olduğunu gösteriyor. Parti tabanının bir kesimine, ama mutlaka Erdoğan’ın AKP’lileri (çözüm süreci bağlamında Davutoğlu, termik santral bağlamında cümle AKP’li milletvekilini) hiçe sayan tutumundan memnun kalan bir kesimine çıkarlarını en iyi kendisinin/ başkanlık rejiminin temsil ettiğini gösteriyor. Bu tutum, parti ve devlet kadroları arasında giderek, Erdoğan nihai kararını açıklamadan tutum belirtmeme, inisiyatif almama eğilimini güçlendiriyor. Koca bir siyasal gövde paralize oluyor, kocaman bir devlet örgütlenmesi hiyerarşik bir

Osman Kavala duruşmada. Çizim: Murat Başol

felç yaşıyor. Erdoğan’ın siyasal gücü, Erdoğan’ın siyasal tabanının donuklaşması, silikleşmesi, paralize olması pahasına daha da pekişip, merkezileşiyor. Kavala davasında, bu senaryonun yeniden çevrimini izledik. İzlediğimiz bir başka film ise bizzat yargılama süreciydi. Aralarından birisini 840 gündür hapsedecek kadar tehlikeli gören, bazılarını idamla yargılayan mahkeme, bir çırpıda beraat kararı verdi. Mahkeme heyetinin gerekçeli kararında “Yargıtay içtihatları” ve “zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” ilkesi de göz önüne alındığında iddianameye konu tapelerin yasak delil mahiyetinde bulundukları kabul edilmiştir” yazıyor. Sanki aylardır mahkemenin ciddiye aldığı “delillerin” “zehirli ağacın meyvesi” olduğu belli değilmiş gibi. Kitle hareketlerine sopa gösterildi Gezi davası ve Osman Kavala’nın özel olarak maruz bırakıldığı baskı sürecinde, başka örneklerde de gördüğümüz gibi sert bir sağcı müdahaleye tanık olduk. Erdoğan, bazen başta suskun kalıp sonradan karar açıklayarak bazen de en baştan kararlara müdahale ederek, bu derin sağcı hukuki eğilimlerin, fikirlerin ve kararların içinden geçeceği kapıyı aralıyor. 31 Mart seçiminden sonra da sanki Erdoğan seçim sonuçlarını tanımış, çevresindeki bir klik bu sonuçlar tanınmasın diye bastırmış gibiydi. Erdoğan dört, beş gün sonra ikna olmuş gibi görünüyordu seçim

sandıklarında “hiçbir şey olmadıysa da bir şey olduğuna”. Fakat bu doğru olmayabilir, Erdoğan nihai kararını açıklayana kadar istediği türden siyasal bir havanın en azından kendi çevresi arasında hakim olması için kapıyı aralıyor da olabilir. Bu, yeni rejime, bazılarını kendisi kendi ayağına doladığı, bazıları önceki dönemden devralınmış sınırlara dayandığında, hareket imkanı yaratan önemli bir strateji olabilir. Hem Kavala beraat etti, “AİHM kararına ve Türkiye’deki yasal sınırlara uyuldu”, hem hakimler gerekçeli kararın bazı bölümlerinde ifade ettikleri garip mahkeme sürecinin sorumluluğundan kurtuldu hem de yeniden gözaltı ve tutuklamayla yıllardır Osman Kavala ismi etrafında yapılan sağcı yatırım devam ettirildi. Öte yandan Gezi’nin bir vandallık olduğu gerekçeli mahkeme kararına da yedirilmiş oldu. Böylece, aşırı sağcı iklimin mimarları, iki mesajı birden vermiş oldu: 1. Öfkeden, çözülmeden, yönetim krizinden, açlıktan, yoksulluktan söz edenlere, “aklınıza yeni bir direniş, kitlesel eylem getirmeyin” demiş oldular. Gezi’yi vandallıkla suçlarken gelişebilecek kitle hareketlerine sopa gösterilmiş oldu. Son olarak da iktidar gücünün korunması için ne kadar ileri gidilebileceği gösterilmiş oldu. Osman Kavala, bu eğilimin sahipleri açısından, giderek etkisini yitirse de kullanışlı görüldüğü için, haksız yere hapis yatıyor. Yine de bu yöndeki gelişmeler, siyasal iktidarın çözülüşünü ertelemiyor, hızlandırıyor. Bu çözülme, her davada, her siyasal gelişmede açığa çıkıyor.


GÜNDEM

“ŞAHİN” DIŞ POLİTİKANIN MALİYETİ ARTIYOR

3

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

ALMANYA’DA IRKÇILIK KARŞITLARINDAN DAYANIŞMA DERSİ

İdlib’de ölümden kaçan siviller VOLKAN AKYILDIRIM

İktidar ilk defa adını koydu: İdlib'de yaşanan bir savaş. Esad rejimi ve Rusya savaş uçaklarının, Türkiye askerlerine yönelik üç saldırısı ve çok sayıda kaybın ardından Ankara ile Şam topyekun bir savaşın eşiğinde. Çok sayıda tank, zırhlı araç ve komando, İdlib'e sevk edildi. TSK’nın 12 askeri gözlem noktasının bulunduğu İdlib'de yaşanan çatışmaların ardından Ankara'nın Suriye topraklarına gönderdiği asker sayısının 100 bine yaklaştığı tahmin ediliyor. İktidar Esad rejimine mühlet verip, asıl muhatabı Rusya ile pazarlıkları sürdürürken, Libya'dan 2 askerin ölüm haberi geldi. "Şehitler tepesi boş kalmayacak" diye duyurulan habere göre Ankara, kendi sınırlarından 2.186 kilometre uzaklıktaki Libya'da da savaşta. Öte yandan Türkiye'nin Libya'ya asker ve kendisine bağlı Suriye Milli Ordusu denilen silahlı güçleri göndermesine yol açan Doğu Akdeniz'deki sondaj krizi, savaş gemilerinin eşliğinde sürüyor. Kayıplar, daha çok silah ve asker, elbette daha fazla para, çoğalan ve derinleşen uluslarası krizler, çatışmalar... Yerli-milli denilen ve sınırları ötesinde sert güç kullanmayı esas alan "şahin" dış politikaların iktidar açısından hem siyasi hem de ekonomik maliyeti artıyor. "Dengeleme" politikasının taşıdığı risk Türkiye askerleri, İdlib'e Esad rejimin hamisi ve İran'ın ortağı Rusya'nın onayı ile girmişti. Herkes biliyor ki Türkiye'nin Suriye'deki askeri varlığı, ülkeyi havadan ve karadan kontrol eden Putin'le yapılan anlaşmalara bağlı. Akkuyu'da nükleer santral, S-400 füze savunma sistemleri gibi milyarca dolarlık anlaşmalarla Moskova'nın karlı çıktığı bu ilişki, şimdi kopmak üzere. Askerleri ve özel militer güçleri, İdlib'de ve Libya'da karşı karşıya gelen Erdoğan ve Putin arasındaki "dostluk" bazılarının parlattığı gibi "yeni bir vizyon" değil, tamamen çıkarlara dayalı. Şimdi bu çıkarlar çatışıyor. Ankara'nın "şahin" dış politikasının yarattığı krizlerde

kimi zaman ABD emperyalizmi ve Batılı müttefiklerine kimi zamansa emperyalist Rusya ve Çin'e doğru yönelmesine "dengeleme" deniliyor. Emperyalist devletler arasındaki rekabet ve anlaşmazlıklardan yaralanarak alt-emperyalist Türkiye'nin bölgesel etkinliğini artırmayı hedefleyen, askeri güç kullanımına dayalı bu "strateji" Türkiye'yi çok daha büyük savaşların içine çekme riskini taşıyor. Görüldü ki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dostları Trump ve Putin ile yaptığı anlaşmalar hep geçici, her seferinde yeni anlaşmalar gerekiyor. Nitekim son krizle birlikte Ankara ABD'nin füze savunma sistemi Patriot'u da almak için başvurdu. İçerideki siyasi maliyet Suriye'ye yapılan üç sınır ötesi harekat, HDP dışındaki meclis muhalefetinin de aktif desteğini kazanmış ve oluşan koyu milliyetçi havayla birlikte Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı'na verilen destek yüzde 50'nin biraz üzerinde korunmuştu. "Devletin bekası" ve "sınır güvenliği" gerekçeleriyle destek toplayan Suriye politikası, bugün Esad rejimiyle savaşan ve "demokratik bir hükümet kurulana dek buradayız" diyerek kalıcılık belirten bir duruma dönüştü. Suriye'de rejim değişikliğini hedefleyen ve kurulacak yeni Suriye'de nüfuz sahibi olmak isteyen Ankara'nın (herkesin bir felaket olacağı konusunda anlaştığı) "şahin" politikası şimdi sorgulanıyor. Libya tezkeresi ve İdlib savaşının başlangıcından bu yana yapılan kamuoyu araştırmaları, Erdoğan'ın başkanlığına verilen desteğin yüzde 50'nin altına düştüğünü, bugün seçim yapıldığı takdirde AKP-MHP ittifakının yüzde 50'nin altında kalacağı sonuçlarını veriyor. Bunca savaş, çatışma, gerilim olurken milliyetçi bir dalganın varolmaması, "şahin" dış politikanın içeride artık kazandırmadığını, aksine tepkiyle karşılandığını gösteriyor. Dört yıldır uygulanan, iç siyaseti de belirleyen "şahin" dış politika, büyük siyasi krizler yaratırken artık iktidarı gerileten bir faktör.

SAVAŞIN KAYBEDENİ: İDLİBLİ SİVİLLER Rusya destekli Suriye ordusunun taaruzu öncesi İdlib vilayetinde 3 milyon kişi yaşıyordu. Suriye’de cihatçı ve silahlı muhaliflerle, siyasi muhalif halkın bulunduğu son vilayet, 1,5 yıldır savaş uçaklarıyla yerle bir edildi. Türkiye'nin askeri gözlem noktalarıyla çevrili "şiddetten arındırılmış bölge" defalarca vuruldu ve giderek daha sıkıştırılan rejimin ablukası altına girdi. Astana'da Esad rejiminin hamileri Rusya ve İran'ın ortağı olan Ankara, İdlib'e sivil halkı korumak gerekçesiyle yerleşmişti. Bugünse yaklaşık 1 milyon sivil Türkiye sınırına sığınmış

durumda ve ağır koşullarda yaşam mücadelesi veriyor. Sosyalist İşçi, Suriye'de iç savaşın başladığı andan itibaren oraya yapılacak tek doğru müdahalenin insani yardım olduğunu savundu ve savaştan kaçan insanlara kapıların açılmasını destekledi. Bugün de yapılması gereken büyük bir savaşın mağduru olan İdlibli sivillerle dayanışmaktır. n İdlibli siviller, sınırdan içeriye alınsın. Güvenli ve sağlıklı barınmaları sağlansın. n Savaş, zorunlu göç demektir. Suriye’deki yıkıcı savaş artık son bulsun

Almanya’nın Hessen eyaletindeki Hanau kentinde iki ayrı kafeye düzenlenen ve 20’li yaşlardaki 9 kişinin öldürüldüğü, 6 kişinin yaralandığı ırkçı saldırı bir laboratuvar işlevi gördü. Irkçıların farklı ülkelerde yaşamalarına rağmen benzer laflar ettiklerini gördük. Saldırının ardından gözlerin üzerine çevrildiği ırkçı Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) liderleri “Olayın bize bağlanması saçma. Nargile kahveleri pek çok kişinin hoşlanmadığı yerler. Bu kadar fazla insanın hoşlanmadığı yerlerde, böyle olaylar olabilir.” açıklamasını yaptı. Bu, sadece ırkçı katliamı hoş karşılamak anlamına gelmiyor, nargile kahvelerinin müdavimlerini açıktan tehdit etmek anlamına geliyor. Türkiye’de de özellikle İstanbul’da yaygın nargile kahveleri hakkında AfD üyeleri gibi, bu kahvelerin müdavimi olan Araplara karşı bir nefret dalgasını büyütmeye çalışan konuşmalara sık sık tanık oluyoruz. Kuşkusuz benzerlik sadece kahvelere yönelik algılamayla sınırlı kalsaydı sorun değildi, Almanya’da Türkleri, Kürtleri, yani Alman olmayanları, göçmenleri, Almanya dışından çalışmaya gelen ama üç kuşaktır Almanya’da yaşayanları düşman gören bir siyasi eğilim var. Bu eğilim, Afrika’dan, Afganistan’dan ve en son, 2011 yılından Suriye’den Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan insanlarda Türkiye’nin bekasına yönelik bir tehdit gören siyasilerin, gazetecilerin açıklamalarıyla, hemen her gün şişirdikleri ırkçı propagandayla benzerlik gösteriyor. Fakat büyük bir farklılık da var! Almanya’da bu ırkçı söylemleri kullananlara solcu, demokrat ya da tarafsız gazeteci muamelesi yapılmıyor. Yapılması imkansız! İnsanlar Almanya’da gerçek adıyla çağrılıyor ve ırkçılara, açıkça “Irkçı ve faşist” olduğu söyleniyor. Irkçılık yapanlara televizyon köşeleri, gazete köşeleri kolayca açılmıyor. Irkçı tiplerden alıntılar yapılıp, sanki demokrat bir muhalifmiş gibi kitap ve yazıları paylaşılmıyor. Farklılık bu kadarla sınırlı değil. Almanya’da ne zaman ırkçı bir saldırı olsa derhal ırkçılık karşıtları harekete geçiyor. Sokaklarda eylemler yapılıyor, dayanışma örgütleniyor. Son saldırıdan sonra da böyle oldu. Almanya’nın en az 50 ayrı şehrinde ve Hanau’da binlerce kişinin katıldığı protesto gösterileri düzenlendi. Berlin, Münih, Frankfurt, Kön başta olmak üzere birçok şehirde binlerce insan meydanları doldurarak katliamı lanetledi ve “Anma Nöbetleri” tutuldu. Berlin’de, tarihi Brandenburg Kapısı önündeki “anma nöbeti”ne, Federal Meclis’teki partilerin temsilcileri ve yüzlerce kişi katıldı. “Durdurun bu kin ve nefreti”, “Faşist teröre son”, “Saldırı hepimizi hedef aldı”, “Irkçılığa yer yok” yazılı dövizlerin taşındığı anma nöbetinde katılımcılar, Brandenburg Kapısı’nın yanına mumlar ve çiçekler koydu. Katılımcılar, daha sonra Brandenburg Kapısı’nın etrafında insan zinciri oluşturdu. Türkiye’de yalana dayalı iddialarla linç edilen Suriyelileri düşününce, ırkçılık karşıtları olarak çok daha hızlı, çok daha etkin ve çok daha kapsayıcı bir şekilde harekete geçmemiz gerektiği görülüyor.


4

DÜNYA

CORONA VİRÜSÜ KAPİTALİZMİN HASTA OLDUĞUNU GÖSTERİYOR

ABD BAŞKANLIK SEÇİMLERİ ÖNCESİ “SOSYALİZM” RÜZGARI

Karantinadaki Wuhan eyaleti ALEX CALLİNİCOS

Covid-19 salgınının (son dönemde meydana gelen koro-

na virüsü salgınının en güncel ismi) ne kadar ciddi bir salgın olacağını söylemek için henüz çok erken. Virüs, şimdiden başka bir tür koronavirüsün yol açtığı 2002-3 Sars salgınından çok daha fazla insanı öldürmüş durumda. Ancak kesin olan bir şey varsa, o da Covid-19'un dünya ekonomisinin değişen yapısının adeta röntgenini çeken bir işlev gördüğüdür. Sars da Çin'den çıkmış ve yayılmıştı, ancak Çin ekonomisi 2002-3'teki salgının yaşandığı dönemle kıyaslandığında, bugün dört kat daha büyük. Covid-19 dünyanın ikinci büyük ekonomisini felç etmiş durumda. Çin hükümeti, nihayet uzatılmış bir yılbaşı tatilinden sonra insanların geçtiğimiz hafta işbaşı yapmalarına geçen hafta karar verdi. Ancak geçen hafta Çarşamba günü Çin'deki yolcu trafiğinin, geçen yılın aynı günüyle kıyaslandığında yüzde 85 azaldığı görüldü. Çin'deki Avrupa Birliği Ticaret Odası Başkanı, 2020 yılının ilk çeyreğinde Çin'in ekonomik büyümesinin yüzde 2'ye düşeceğini tahmin ediyor. Bu, 2019'un aynı çeyreğinde gerçekleşmiş olan yüzde 6,4'lük büyümenin üçte biri demek. Çin dünyanın en büyük ihracatçısı ve hammadde alanında en büyük ithalatçısıdır. Dolayısıyla, Çin ekonomisindeki bu yavaşlamanın, ürün ve hizmetlere yönelik küresel arz ve talep üzerinde büyük etkisi olacağı çok açık. Çinli tüccarlar, bakırdan gaza kadar pek çok farklı ürün için verdikleri siparişleri iptal ediyorlar. Çin, seyahat kısıtlamaları nedeniyle besleyemedikleri evcil hayvanlarının yerine ABD'den canlı tavuk ithal etmeye başladı. Ancak arz tarafında, bu etkinin çok daha şiddetli olması muhtemel. Yükseliş Çin’in, dünyanın en büyük üretim ekonomisi haline gelmesi, üretimin küresel olarak yeniden yapılandırılmasının bir sonucuydu. Kuzeydeki ulus aşırı (transnasyonal) şirketler, özellikle doğu ve güneydoğu Asya'da emek-yoğun montaj sanayisinin gelişimine emek gücü sağladılar. Apple ürünlerinin montajı için bir milyondan fazla işçi çalıştıran Tayvanlı Foxconn firmasını, en çarpıcı örnek olarak gösterebiliriz.

Çin hükümeti, ekonominin teknolojik altyapısını bir sonraki aşamaya taşımaya uğraşıyor. Çokuluslu şirketlerin kendi ülkelerinde gerçekleştirdikleri ArGe gibi yüksek değerli faaliyetleri, Çin de kendi ülkesinde gerçekleştirebilmeyi istiyor. Dünya genelinde ihraç edilen elektrik ve elektronik parçaların yüzde 30'u Çin’de üretiliyor. ABD ile birlikte en büyük Asya ekonomileri de Çin'in makine ve taşıma ekipmanı ihracatına fazlasıyla bağımlı. Financial Times gazetesi haberine göre, “Covid-19'un ilk görüldüğü Wuhan eyaleti, son on yılda hacmi üç kat, hatta motor ve motor parçaları ihracatı özelinde bakılırsa dört kat büyüyen Çin otomotiv sektörünün üretim merkezi haline gelmişti.” Üretim zaten dünya çapında durgunluk içinde ve otomotiv, küresel tedarik zincirine aşırı bağımlı olması nedeniyle de çok kırılgan bir sektör. Bir Financial Times köşe yazarının belirttiği gibi, büyük otomobil firmalarının başları zaten belada. “Dieselgate”, yani içten yanmalı motorun belirsiz geleceği ve elektrikli araçların yükselişi, Brexit'in ticaret engelleri… ve Beyaz Saray'ın neden olduğu ticaret savaşları. “Tüm bunların Avrupa ve Amerika'daki endüstriyel durgunluğun artmasında payı var.” Covid-19 gerçekten de ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşlarında yeni bir cephe açabilir. ABD tıbbi tedarik zinciri, mamul ilaçlar, ilaç bileşenleri ve yüz maskeleri gibi tıbbi malzemeler için Çin'li tedarikçilere bağımlı. Donald Trump’ın ticaret danışmanı Peter Navarro geçen hafta yaptığı açıklamada, “Bu yıllardır göz ardı edilen, ancak ABD'nin ekonomik ve ulusal güvenliği için kritik öneme sahip bir meseleye eğilmeye başlamamız için bir alarm zili” dedi. Dolayısıyla Covid-19 sadece küreselleşmenin etkilerini değil, hastalıkların dünyamızda yayılmasına karşı fiziksel korunmasızlığımızı ve küresel tedarik zincirlerine olan ekonomik bağımlılığımızı da bizlere gösteriyor Bu, gelişmiş ekonomilerin üretimi kendi topraklarına geri çekmesi olarak tanımlayabileceğimiz, "de-globalizasyon"a yönelik çabaların hız kazanması ile sonuçlanabilir. Sonuç olarak, bu durum, günümüz kapitalizminin sağlıksız durumuna daha da fazla ışık tutuyor. (Socialist Worker’dan çeviren TN, redaksiyon Deniz Güngören)

Bernie Sanders

ABD’de bu yılın sonunda gerçekleşecek başkanlık seçimleri öncesi Demokrat Parti’nin adayını belirleyecek ön seçimler sürüyor. Şimdiye kadar Iowa, New Hampshire ve Nevada eyaletlerinde yapıldı ön seçimler. Kendisini “demokratik sosyalist” olarak niteleyen Sanders, ilk iki eyalette %26 civarı oy alarak birinci oldu. İkinci en yüksek oyu alan kişi ise hiç beklenmedik şekilde %26 ve %24 oy alan Pete Buttigieg oldu. Esas büyük rakip olması beklenen Joe Biden ise ilk iki eyalette %16 ve %8,5 ile oldukça kötü bir başlangıç yaptı. Ancak esas göstergenin Nevada olacağı herkes tarafından dile getiriliyordu çünkü ilk iki eyalet %90 üzerinde beyazlardan oluşması nedeniyle ve ekonomik yapıları gereği ABD ortalamasından farklılıklar gösteriyordu. Nevada’da 22 Şubat’ta gerçekleşen ön seçimlerde ise Sanders oyların %46’sını alarak tahminlerin bile üzerinde bir zafer kazandı. En yakın rakibi %19,6 ile Joe Biden olurken, Buttigieg %15 oy alabildi. Nevada, nüfusun %60’ının beyaz olduğu geri kalanının Hispanikler (Latinler), siyahlar, yerli halklar ve göçmenlerden oluştuğu bir eyalet. Trump ile birlikte aşırı sağın ve ırkçılığın yükselişte olduğu bir dönemde en net ırkçılık karşıtı aday olan Sanders’ın kampanyasını 16 dilde gerçekleştiriyor olması çok önemli. Kumar ve gümüş madenciliği gibi sektörlerin gelişmiş olduğu Nevada (Las Vegas da bu eyalet içerisinde) ücretlerin en az arttığı yerlerden biri ve işsizlikte de %13 ile birinci sırada. Dolayısıyla bu seçimler, kampanyanın gerçek başarısını ölçmek açısından çok önemliydi. İşçi sınıfına ve beyaz olmayanlara seslenen Sanders kampanyasının ilk ciddi sınavı büyük bir başarıyla geçilmiş oldu. Demokrat Parti sağı ise daha ilk seçim sonuçlarından beri Sanders’a karşı saldırıya geçti. Nevada sonrasında da partide alarm verilmiş durumda. Sanders’a karşı diğer adaylara milyonlarca dolarlık destek yağarken, medyada da Sanders için “çılgın”, “komünist” hatta “Nazi” dahi deniyor! Tüm bu baskılara rağmen Corbyn kampanyasının başarılarından ve hatalarından da öğrenen Sanders, kampanyasını basitçe bir seçim kampanyası olarak görmüyor. Bunu bir “politik devrim” hareketi olarak ilan ediyor ve tüm işçileri bu hareket etrafında örgütlenmeye ve hareketi inşa etmeye davet ediyor.


KADIN

5

8 MART’TA BİR KEZ DAHA SOKAKLARA! Türkiye’deki kadınlar son yıllardaki siyasi iklimin bunaltıcılığını her 25 Kasım ve 8 Mart’ta daha da kalabalık sokağa çıkarak kırdı ve özgürlüğün sigortasının birlikte harekete geçmek olduğunu gösterdi. Kendimizi küresel kadın hareketinin bir parçası olarak görüyoruz. Türkiye’de de bir kadın grevi örgütleyebilme ihtimaline heyecanlanan hatta bunun için yavaştan kolları sıvayan kadınlarla bir araya gelmek istiyoruz. Setten, sahneden, kampüsten, işyerinden, evden, sokaktan kısaca olduğumuz her yerden grev ihtimalini mümkün kılmak için harekete geçiyoruz. 8 Mart kadınların maruz kaldığı baskılara, şiddete ve ölümlere karşı öfkemizi alanlara taşıma günümüz! 8 Mart otoriter liderlere, sağcılara, ırkçılara, göçmen düşmanlarına karşı mücadele günü! Antikapitalist Kadınlar 8 Mart’ta tüm kadınları mücadeleye çağırıyor.

“8 MART BU SENE AYRI BİR ÖNEME SAHİP”

New York kentinde bir tekstil fabrikasında yükselen alevler alevlerin arasında mahsur bırakılan kadın işçilerin çığlığı, bir direniş günü olarak 8 Mart’ı başlattı. 8 Mart 1857 günü 40 bin kadın işçi, daha iyi koşullarda çalışmak için greve başladılar. Polisin saldırısına karşı kadın işçilerin fabrikaya kilitlenmesi 8 Mart’lara ilham verdi. Bu her 8 Mart gününde önemle üzerine vurgu yapılan tarihsel olayın bu sene ayrıca bir önemi var. Son birkaç senedir dünyanın çeşitli ülkelerinde kadın grevleri örgütlendi ve binlerce kadın sokağa döküldü. Talepleri eşit işe eşit ücret, kürtaj hakkı, ırkçılık, ev içi emek sömürüsüne yönelikti. Oy hakkı için mücadele de dâhil tarihte toplumsal politik bir hareket olarak ortaya çıkan kadın hareketi “cinsiyetler arasındaki hiyerarşi hangi amaca hizmet ediyor?” sorusunu sorarak başladı. Ve bu sorunun yanıtı sorunun sadece kadınları baskı altına alma amacına hizmet etmediğini de gösterdi; bu cevap zaten açıktı. Önemli olan “toplumsal yapının kendisinde bu bölünmeyi sürdüren ve üreten neydi?” sorusunda kadınların ısrar etmeleriydi. Onun için son birkaç yıldır örgütlenen kadın grevleriyle birlikte bu soru yeniden sorulmaya başlandı. Artık sadece var olan düzende kadınlara yer açmak ve eşit fırsatlar değil talepler. Şu anda dünyada gittikçe artan otoriterleşmeyle birlikte kadınların mücadeleyle kazandıkları hakları yok edilmeye çalışılıyor. Cinsiyet hiyerarşisi eril söylem lehine yaygınlaşıyor ve normalleşiyor. Ve bu durum kadınların hayatını çok etkiliyor. 8 Mart her zaman kadın mücadelesinde önemli tarihsel bir dönemeçti bu sene de geniş katılımlı olması mücadeleyle kazandığımız hakların gasp edilmemesi ve kazanımlarımızı genişletmek için sokaktayız. Sibel (İstanbul)

YAŞANIR BİR DÜNYA İÇİN… Bugün Sudan’dan, iklim haraketine, dünyada mücadelenin başını kadınlar, genç kadınlar çekiyor. Hem kadın olarak yaşadıkları cinsiyet ayrımcılığına karşı hem de dünyada yoksuları hedef alan her türlü ayrımcılığa karşı kadınlar ayakta. Bu mücadelelerin içinde yer almak, bu mücadeleleri büyütmek, öne çıkan tüm genç kadınlardan öğrenmek bizi daha yaşanır bir dünyaya biraz daha yaklaştırıyor. Özden (Antalya)

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü

“AYRIMLARIN DEĞİL BİRLİKTE MÜCADELENİN ZAMANI” 8 Mart kadınların hem cinsiyet hem de emekçi kimlikleriyle ezilmeleri ve çifte sömürüye tabi tutulmalarına karşı baş kaldırdıkları bir mücadele günüdür.

“BİRLİK, DAYANIŞMA, MÜCADELE” Kadınlar yaşamın bir çok alanında bilinçli ve sistematik olarak maruz kaldıkları ayrımcılığa, şiddete ve sömürüye karşı yüzyıllardır mücadele yürütmekte ve eril zihniyetin bedeni ve yaşamı üzerindeki baskısına karşı çıkmaktadır.

Tam da bu yüzden 8 Mart’ta tüm mücadele alanlarında var olmalıyız.

Hem Türkiye'de, hem dünyanın dört bir yanında kadınlar hala yaşam hakkını savunmak ve özgürce yaşayabilmek için mücadele etmektedir. Bunun için tüm dünyada kadınların mücadele tarihinin sembolü olan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde birlik, dayanışma, mücadele vurgusu yapmak ve erkek egemen sisteme sesimizi yükseltmek adına meydanlarda olmalıyız ve olacacağız da.

Hacer (İzmir)

Nursen Güçkan - Aktivist (İzmir)

Bu nedenle kadınların hakları ve özgürlükleri için bu mücadele gününü unutmamaları ve yeni gelişen her türlü baskı ve şiddete karşı aralarındaki her türlü ayrımı bir kenara koyarak bu ortak mücadeleyi büyütmek ve geliştirmek zorunluluklarıdır.

“BİR KİŞİ DAHA EKSİLMEYECEĞİZ” Kadınların sokaklarda, iş yerlerinde, aile içinde şiddete mağruz kalmasını ve istismar edilmesini münferit gibi gören otoriter iktidarlara karşı son yıllarda artan bir güç ve etkiyle sokaklarda bir araya gelerek, bunun ‘münferit’ olmadığının, politik olduğunun cevabını veriyoruz. Bu aynı zamanda eşit işe eşit ücret gibi talepleri münferit görenlere de bir yanıt oluyor.

sel olması. Kadınlar uzak ülkelerden, başka coğrafyalardan birbirlerine mücadele için ilham veriyor. Her sene 8 Mart’ta olduğu gibi bu sene de hep birlikte sokakta cinsel saldırıya, tacize, kadın cinayetlerine karşı, ‘bir kişi daha eksilmeyeceğiz’ diyerek hep bir ağızdan cevap vereceğiz.

Kadınların bu otoriter iktidarlara karşı bir araya gelerek, birlikte mücadele ederek, direnirken birbirinden çok şey öğrenerek ve güçlenerek çıktığı bir dönem içinden geçtiğimiz.

Yaşamı örgütlemek, başka türlü bir hal mümkün demek, kesinlikle değişmez deneni sarsmak ve yeniden inşaa etmek için sokaklarda olacağız. Kadınların nesne olmadığı, kurucu bir özne olduğunu ve kaynağın kendisi olduğunu bir kere daha göstermek için sokaklarda olacağız.

Kadın hareketinin son yıllarda en önemli yanı ise evren-

Tuğba (İstanbul)


6

KADIN

“KADINA ŞİDDET TAHAKKÜM İLİŞKİLERİNDEN GÜÇ ALIR” Kadına şiddet üzerine konuşulacağı zaman dikkat çekilmesi gereken nokta, şiddet öznesinin kadın oluşu değil, diğer şiddet özneleri ile ortak noktalarıdır. Şiddeti meşrulaştıranların, normalleştirenlerin, bu şiddetin kadın oluştan kaynaklandığını öne sürmesi kendi durumlarını meşrulaştırma çabasından öte değildir. İlk çağdan orta çağa, rönesanstan liberal burjuvaziye şiddetin bahanelerine ve tarihsel seyrine baktığımızda, iktidar ve tahakküm ilişkileriyle doğrudan bağlantılı olduğunu, şiddeti güçlü kabul edilenlerin uyguladığını görüyoruz. Öyleyse, hapsedilen, zedelenen ya da yitirilen hayatların hesabını da erkeğe değil bu erkek hegemonyasını oluşturan güce sormalıyız. Kendi erkeklerini yücelten din, kadınları kapı dışarı eden devlet, sessiz kalmış hukuk ve hepsini normalleştiren medyatik toplum parmaklıkları ardında kadın hareketlerinin yükselişi nasıl mümkün olacak? Toplumun oldukça geniş bir kısmını oluşturan kadınların yükselişi yaşanmadan insanlığın idealleşmesi, toplumun kalkınması hayalden öteye gidebilir mi? Sorunumuz kadına şiddet olgusu ya da olayı değil; bahsini ettiğimiz gücün nereden beslendiği durumudur. Bunu da ancak tümel bir yaklaşım ile çözebiliriz. Kadına uygulanan şiddetin altını doldurmaya çalışanların öne sürdüğü insan modeli hiçbirimiz değiliz ve de olamayız. Yani kadına şiddet, farklı olana, hepimize, yönelik bir şiddet girişimidir.

8 MART’TA SESSİZLİĞİ

Selen Ünal (Antikapitalist Öğrenciler, Antalya)

“YAŞAM HAKKI İÇİN MÜCADELE!” Türkiye’de kadın cinayetleri her yıl artmaya devam ediyor. Her gün en az bir kadın acımasızca öldürülüyor. Erkekler, öğretilmiş erkekliğinin tehdit edildiğini düşündüğü zaman şiddete, reddedildiğini düşündüğü zaman ise yakmaya, yok etmeye, öldürmeye başvuruyor. Etrafımız şiddetle, nefretle sarılı. Bu coğrafyanın kadınları şiddetle, korkuyla örülmüş duvarların arasında çok temel bir hak için, yaşam hakkı için mücadelede. Artan tüm kadın cinayetlerine, şiddete, istismara rağmen kazanımları iktidarın hedefi haline gelmiş pek çok kadın kızgın. Fakat her ne olursa olsun tüm kadınlar sağlıklı bir kendini sevme biçimi geliştirerek, şiddeti kadın bedenini, emeğini, cinselliğini bir kontrol aracı olarak gören tahakküm kültürüne karşı çıkarak sokaklarda, evlerde, plazalarda, fabrikalarda seslerini yükselterek bir kez daha haklarından ve hayatlarından vazgeçmeyeceklerini haykıracaklar. Zilan Akbulut (Trakya Üniversitesi öğrencisi)

GECELERİ DE SOKAKLARI DA MEYDANLARI DA HEPİMİZ İÇİN İSTİYORUZ! “Göçmenlik bir buğulu cam hali değil mi? Ne dışarısı net olarak görünüyor, ne de içerisi. Ama yine de göçmenler hep bir pencere arıyor…Başlarını kaldırmadan gidip geldikleri sokağa kaçamak bir bakış attıkları, dar ve konforsuz bir çerçeveden ibaret. Dışarıyla kendisi arasında bir korunak görevi gördüğünden belki de, göçmenler hep şehir uyurken bakıyor pence-

25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Yürüyüş, İstanbul

Bu yıl da 8 Mart’ta sokaklara dökülmek için çokça nedenimiz var. Ceren Damar’ın katilinin avukatı olan Vahit Bıçak’ın temsil ettiği zihniyetin pişkinliğinden, sistematik olarak öldürülmekten, tacizden, tecavüzden, kadın düşmanı ve homofobik tezahüratlarıyla metrolardan taşan erkek güruhlarından, İstanbul Sözleşmesi’yle kazandığımız haklara göz koyan iktidardan, çamaşırdan, bulaşıktan, her türlü bakım hizmetinden, bedenimizin denetlenmesinden, ‘hayır’dan anlamayanlardan, istemediğimiz şeyleri yapmaya ve istemediğimiz hayatları yaşamaya zorlanmaktan gına geldi.

kızı bir erkek tarafından pencereden atılarak öldürülen ve o günden beri adalet mücadelesini bırakmayan Yesenia Zamudio’nun protestodaki sözleri tüm dünyaya yayıldı: “Ben kızı katledilen bir anneyim. Her şeyi yakıp yıkmaya hakkım var. Kızımdan önce başka kadınları öldürdüler. Peki biz ne yapıyorduk, konforlu evlerimizde ağlayıp dikiş dikiyorduk. Artık bitti! Sessizliği bozduk. Kendim, kızım ve kimsenin bahsetmediği tüm kadınlar için adalet istiyorum. Her gün bir diğerini öldürüyorlar. Kızımın davasını çözemedim. Ve çoktan on, yüz, bin vakaya şahit oldum”. Sessizliği bozan Meksikalı kadınlar 9 Mart’a grev çağrısı yapıyor.

8 Mart hazırlıkları tam gaz sürerken, Meksika’dan yükselen bir haykırış tüm dünyadaki kadınların öfkesinin sembolü oldu. Partneri tarafından öldürülen Ingrid Escamilla’nın parçalanmış ve derisi soyulmuş bedeninin fotoğraflarının gazetelerde yayınlanmasının ardından kitlesel protestoların başladığı Meksika’da birkaç gün önce 7 yaşında bir kız çocuğunun bedeninin çöp poşetinde bulunmasıyla protestolar isyana dönüştü. Sokaklara dökülen Meksikalı kadınlar anayasa mahkemesini ateşe verdi. 2016’da 19 yaşındaki

Meksika’nın yanı sıra Şili, Yunanistan, Asya Pasifik ülkeleri grev çağrısı yapıyor. Türkiye’de bu yıl yine sokak eylemleri olacak, İstanbul’da 8 Mart Pazar günü Fransız Kültür Merkezi’nin önünde Feminist Gece Yürüyüşü için toplanma çağrısı var. Henüz bir grev çağırısı olmasa da böyle bir ihtimali mümkün kılmak için bir araya gelen Kadınlar Greve İnisiyatifi kamuoyuna duyuruldu. İnisiyatifi sosyal medya platformlarından takip edebilirsiniz.

reden.” 11. Peron, Gökhan Duman Yine bir 8 Mart arifesinde Türkiye ve dünyadaki eylem fotoğraflarına bakarken bir yandan da bu alıntıyı görünce bundan sonra daha çok göçmen/mülteci kadını ve mücadelelerini kattığımız 8 Mart yürüyüşlerimiz olmalı diye düşündüm. Kadınlar her felaket durumunda zaten var olan eşitsizliğin daha da derinleştiği bir gerçeklik ile karşı karşıya kalıyor. Bu noktada dayanışmanın içinde bulunduğumuz baskı sindirme koşullarında daha da önemli olduğu bu zamanlarda kadın

Meltem (İstanbul)

hareketi olarak göçmen/mülteci kadınlar ile dayanışmayı genişletmenin yollarını aramalı, var olanları güçlendirmeli ve ortak mücadele alanlarımızı meydanlara taşımalı ve görünür kılmalıyız. Alıntıda bahsedildiği gibi göçmen/mülteciler hiçbir durumda yaşadıkları sokaklarda yere bakarak yürümemeli, bir parçası olduğu şehre tedirginliğinden uyurken bakmamalı. Bizler yan yana, daha büyük daha kalabalık ve daha kendimize güvenli; en başta cinsiyet eşitsizliğini doğuran sistem ve mekanizmalara karşı, cinsiyetçiliğe karşı, devletin baskıcı ve ayrımcı

politikalarına karşı alanları birlikte doldurmalıyız. Geceleri de sokakları da meydanları da hepimiz için hep birlikte özgürleştireceğimiz bir 8 Mart için bizler mülteci kadınlarla birlikte onların sesini daha da gür çıkartmak ve taleplerimizi taleplerine katmak üzere alanda olacağız. Yaşasın Kadın Dayanışması Yaşasın Enternasyonalizm Ayşe (İstanbul)


KADIN 7

İ BOZMAYA

“KADINLARIN MÜCADELESİ BİR YILDIZ GİBİ PARLIYOR” Uluslararası Kadınlar Günü ilk kez 1911’de kutlanmıştı. O günden bu yana hem çok şey değişti hem de daha yapılacak çok şey var. Örneğin İngiltere’de hükümetin yayınladığı istatistiklere göre 2020 yılı itibariyle, sosyal güvenlik ve vergi politikalarında yapılan değişiklikler sonucunda oluşacak kaybın yüzde 85’ini kadınların üstlenmek zorunda kalacak. Bu iki şeyi gösteriyor; birincisi kadınların durumundaki eşitsizliğin kapitalizmin yol açtığı koşullar nedeniyle daha da kötüleşme eğiliminde olduğunu. İkincisi ise, kadınların bu durumdan erkeklerden çok daha fazla etkilendiğini. Bunun temel nedeni ise hala kadının aile içinde oynadığı ve kapitalizm için kritik öneme sahip temel rol. Bu rol, tarihsel olarak önemini hala koruyor ve kadının ezilmesinin en önemli temelini oluşturuyor. Ancak, diğer yandan geçtiğimiz birkaç yılda kadının hem Türkiye’de hem de dünyada bir çok mücadelenin en önünde yer aldığını, başka mücadelelere ilham kaynağı olduğunu ve daha eşit ve özgür bir dünya mücadelesinde kazanımlar elde etmek için neler yapmamız gerektiği konusunda yol gösterici olduğunu gördük. Tüm dünyanın sağcı ve otoriter yönetimlerle birlikte zaman zaman karamsarlığa düştüğü günümüzde kadınların mücadelesi gerçekten bir yıldız gibi parlıyor. Bu anlamda, bu yıl Dünya Kadınlar Günü, kadınların bu mücadelesinin kutlandığı bir gün olsun. Arife

“DAHA BÜYÜK BİR FEMİNİST DALGA GELECEK”

“İSYAN, YAS VE MÜCADELE”

2019 uzun yıllar boyunca toplumsal protestoların yılı olarak hatırlanacak. Hong-Kong’dan Orta Doğu’ya, Avrupa’dan Latin Amerika’ya kadar tüm insanlar seslerini duyurmak için sokağa çıktı. Sokaktaki insanların ekonomik eşitsizlik, otoriter hükümetler, daha da önemlisi insan haklarının göz ardı edilmesi gibi çok haklı sebepleri vardı. Bunlardan biri de Şili’de başlayan ve Türkiye de dahil tüm dünyaya yayılan “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele” yürüyüşleriydi. Bu yürüyüşlerde milyonlarca kadın “Las Tesis” ismini verdikleri özgün danslarıyla kadın cinayetlerini, istismar ve tecavüz olaylarını protesto ederek bu durumun artık değişmesi gerektiğini tüm dünyaya hatırlattılar. Fakat oldukça anlamlı olan bu feminist hareket, ne yazık ki kanunlar nezdinde bir değişiklik yapılmasını henüz sağlayamadı. Ceza kanununda yapılacak olan hakiki bir değişiklik, caydırıcılığı artırabilir ve kadınların maruz kaldığı şiddete artık bir son vermeye başlangıç noktası olabilir. Bunun için çaba sarfaden kadınların dur demeyeceğini, daha da büyük bir feminist dalganın önümüzdeki aylarda kendini göstereceğini tahmin ediyorum. Özellike 8 Mart’taki gösterilerde buna şahit olacağımızı düşünüyorum.

Neden 8 Mart artık daha da önemli diyerek başlamak beni biraz daha tatmin ediyor aslında. Çünkü ‘daha iyi koşullarda çalışma hakkı’ diye başlayan isyan artık öyle bir halde ki ‘daha iyi yaşam koşulları’ boyutuna kadar düşmüş durumda. Günden güne ilerlemesini, değişmesini beklediğimiz sistem tam bir çöküşün eşiğinde ve kendini bize, kadınlara her alanda daha fazla hissettiriyor. Bir kadın olarak, geçirdiğim her gün yüzüme çarpan çoğu zaman dayatılan gerçekleri bazen kabulleniyor bazen de normalleştirmiş buluyorum kendimi; fakat bu normal değil! Kadın olduğum için daha az söz hakkım olamaz, aynı emekle daha az ücret almam onaylanamaz, güçsüz görülemem, tacize tecavüze uğrayamam, metalaştırılamam. Bunların sebebi benim kadın olmam olamaz ve bu yüzden de bu düzene ses çıkartmak, harekete geçmek zorunda hissediyorum kendimi. Bir yerden başlamak kadın hareketinin içinde olmak beni ve birçok kadını çok daha eşit daha adil boyutlara taşıyabilir ve ben buna inanıyorum. 8 Mart hem bir isyan hem bir yas hem de mücadele ve ben de bu mücadelenin içinde olmaktan gurur duyuyorum.

Leyla Genç (Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi)

Rana (İzmir)

Şule Çet için Adalet eylemi

UMUTLU OLALIM, YÜKLENELİM, KAZANALIM!

Flormar işçisi kadınlar

Dünyada birçok ülkede kadınlar örgütleniyor. İspanya’da yaşayan ve büyük çoğunluğu Latin Amerikalı olan ev işçisi kadınlar sosyal güvence ve diğer hakları için örgütlendi. Kadınlar, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 2011 yılında hazırladığı ve ev işçilerinin haklarını güvence altına alan ‘Ev İşçileri için İnsana Yakışır İş Sözleşmesi’nin imzalanması için harekete geçtiler. Çeşitli düzeylerde eylemler ve kampanyalar düzenleyen kadınlar, ev işçiliğinin kadın ve göçmen olmalarından kaynaklı ayrımcılık ve güvencesizliğine dikkat çekip insana yakışır bir iş istiyor. Sadece İspanya değil, İsviçreli kadınlar da cinsiyet eşitsizliğine ve şiddete karşı, eşit işe eşit ücret talebiyle 14 Haziran’da İsviçre'nin 200 ayrı noktasında “İyi bir ücret, yaşamak için zaman ve saygı” diyerek sokaklara çıktı. İsviçre’nin hemen tüm kentlerinde gerçekleşen eylemlere beyaz-mavi yakalı işçi kadınlar, ev kadınları, öğrenciler, aydınlar, sendikalar, göçmen emekçi kadınlar katıldı. Günümüzde çalışan kadınlar olarak önümüzde zorlu bir yol var. İşyerlerinde, evde ve sokakta ilk olarak kadınların, ikinci cins olarak görülmesine neden olan tüm düşünce, söylem, yönetmelik ve davranışların karşısında olmak ve bunu ısrarla anlatmak, bunları yapan, uygulayan kişi, kurum vs bunları teşhir etmek gerekiyor. Ayrıca sendikalarda ve işyerlerinde kreş, süt izni, doğum ve hamilelik izinleri ve ücretleri, çocuk ödenekleri gibi birçok yasa ve yönetmeliğin geliştirilmesi, bu yönetmeliklerde kadınların aleyhine olan kısımların kaldırılması için mücadele edilmeli. Eğitimdeki ders kitaplarından tutun da, sağlık, hukuk, aile vs gibi kurumlarda hakim olan ve toplumun her alanına sinsice sızdırılan cinsiyetçi bakış açısının sönümlenmesi için antikapitalist bir hatta mücadele etmeye devam etmeliyiz. Dünya çapında yapılan eylemler, kampanyalar cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadelede bizlere yol gösteriyor. Yolumuzun zorlu olması, umutsuz olmamızı gerektirmiyor. Daha çok yüklenmek gerek! Berna (Eğitim Sen üyesi)


8

KADIN

BUGÜN KADINLARIN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN MÜCADELE Sosyalistler kendini feminist olarak niteleyen yeni politize olmuş kadınlarla bizleri birleştiren noktadan hareketle tartışmak zorundalar. Bu nokta kadınların cinsiyetçiliği reddetmeleri, adaletsizlik ve ayrımcılığa duydukları öfke ve mücadele etme isteği. Yeni bir nesli devrimci sosyalizme kazanabiliriz ama bunu kaba bir feminizm aleyhtarlığıyla yapamayız.

biri yazarların bizzat kendilerinin tarif ettikleri sorunların çözümü için yeterli olmanın yakınından geçmiyor. Biz ise ezilmişlik deneyimleri yüzünden politikaya ilgi duyan kadınları farklı bir politik geleneğe kazanmak zorundayız. Kadınların mücadelesini işçi sınıfının daha geniş mücadelesinden ayırmayan bir geleneğe. Büyük işçi sınıfı direnişlerinin ve isyanlarının her bir dönemi kadın sorununun ortaya çıkışını görmüştür. İşçi sınıfı mücadelesinin sistemi alt etme becerisini sergileyemediği böylesi bir dönemden sonra ise bireysel yaşam tarzı çözümlerinin, ya da kadınların ayrı örgütlenmesinin tek seçenek gibi görünebiliyor olması çok şaşırtıcı değildir.

Bunun yanı sıra sosyalist feminizm ya da Marksist feminizm gibi başka bir feminizm türü yaratmak için tartışırsak kadınlara iyilik yapmış olmayız. Dünya görüşümüz ve uğrunda mücadele ettiğimiz temel devrimci değişim kadın hakla- rını kazanmak için savaşma konusunda belli bir bakış açısı üretmekten fazlasını gerektiriyor. Kadınların ezilmişliğinin her türlü ifadesine karşı savaşmayı ama gerçek kadın özgürlüğünün sadece sosyalist bir devrimle gerçekleştirilebilir ol- duğuna inanmayı gerektiriyor. Yeni tartışmaların parçası olmak bizim için hayati öneme sahip. Bazılarımız birkaç on yıl önce sahip olduğumuz argümanları ısıtıp sunmakla yetinebilir. Ama bu büyük bir hata olur. Bugünün tartışmalarına bakan kadınlar 1960’lardaki ka- dınlardan çok farklı deneyimlere sahipler. Bugün 40 yıl önce kadınlara yasak olan birçok alanda kadınlar var. Bugünün kadın nesli kadınların aslında her şeye sahip olduğu yalanıyla yetiştiler. Hükümette kadınları gördüler; geçimlerini sağlamak için çalışacakları varsayımıyla yetiştiler; pornoya erişim olanağını dönüştüren interneti gördüler; ve 1960’ların cinsel özgürlük gibi bazı kazanımlarının basma- kalıplara dönüştürülüp özgürlükmüş gibi satıldığına şahit oldular. Marksistler daha önceki dönemlerde pornografi, fahişelik, metalaşma ve cinsel özgürlük gibi tartışmaların parçası oldular ve bugün de yapılan tartışmalarda ortaya koyacakları çok şey var. Marx yabancılaşma süreci üzerine yazmıştı. Kapitalizmin insanlığımızın içkin/hakiki yanlarını alınıp satılacak ve sahip olunacak yabancı nesnelere çevirme yeteneğini ortaya koydu. Eğer hayatta kalmak istiyorsak emek harcama yeteneğimizi satmaya zorlanırız. Bu yüzden cinselliğimiz bile bize yabancı bir şeye dönüştürülüyor. Kazanmak için mücadele ettiğimiz ifade hür- riyetinin yeni hali sistemin her şeyi kar kaynağına çevirme itkisiyle çarpıtılıyor. Özgürlük tam tersine dönüştürülüyor: kadınlar seksi olduğu düşünülen kalıpların her zamankinden daha abartılı karikatürlerine uyma baskısı hissediyor. Erkeklerse kendilerini testosteronlarının umutsuz tutsakları olarak görmeye teşvik ediliyor: cinsel açıdan agresif ve doyumsuz. Bununla birlikte yeni cinsiyetçilikle mücadeleden bahsettiğimizde şunu net ortaya koyalım ki gerçek cinsel özgürlükten ve cinsiyet ve cinsellikle ilgili daha fazla açıklıktan yanayız. Muhafazakârlar, cinsellik ve kadınların toplumdaki yeriyle ilgili gerici bir gündem dayatanlarla yan

EĞİTİMDE CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİ Cinsiyet eşitsizliğinde Dünya Ekonomik Forumu’nun 2018 raporuna göre dünyada 149 ülke arasında 105. sıradayız. Eğitim kurumları ise toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en yoğun yaşandığı yerler. Kız çocuklarının geleneksel aile içinde uğradığı ayrımcılık okulda da devam ediyor ve hatta pekiştiriliyor. Eğitim-Sen’in yaptığı açıklamalarda kız çocuklarının okullaşma oranı düşüş gösteriyor. Ekonomik kriz öne sürülerek eğitim harcamalarının artması, bu masrafın

Tarih göstermiştir ki ezilenler mücadele etmek üzere örgütlendiklerinde büyük muhalefet hareketlerine ilham verebilirler ama tek bir probleme odaklandıklarında şu anki toplumun sınırlarına çarparlar.

Hindistan’da greve çıkan kadın işçiler

yana duramayız. Kadınların cinsel ilişkilerde ağırbaşlı ve pasif olmaları gerektiğini savunan, okullarda cinsellik eğitimini sınırlandırmak gerektiğini düşünen ve sansürü dayatan fikirlerle yeni cinsiyetçiliği eleştirenlerle aramıza mesafe koymalıyız. Sansür, egemen sınıfın yargıçlarının ve politikacılarının neyi okuyup, neyi izleyip, neyi üreteceğimize karar verecek hakem rolüne bürünmelerine olanak sağlar. Açıkça belirtelim ki karşı çıktığımız şey kadın bedenlerinin kaba bir şekilde metalaştırılmasının cinsel özgüven olarak sunulması. “Eşit fırsatlar krizi” olarak adlandırılan küresel bir ekonomik krizin pençesindeyiz.Eşit fırsatlar demesinin sebebi ise kadınların hiç olmadığı kadar büyük bir oranda işgücünün parçası olmaları. Kadınlar da erkekler kadar iş kesintileri ve işten çıkarma yaşayacaklar. Şu ana kadar rakamlar erkeklerin kadınlardan daha fazla iş kaybı yaşadığına işaret ediyor ama bu kati sonuç değil. Hükümetin kamu harcamaları için planladığı yıkıcı kesintilerin de etkileri olacak. Yaşlılar için, engelliler için, çocuklar ve başkaca gruplar için verilen hizmetler kesintiye uğradığında işçi sınıfı ailelerinde yaşayan ve yaşam standartları bu hizmetlere bağlı kadınların oluşacak boşluğu dolduracağı varsayılıyor. Görünen o ki önümüzdeki süreçte mücadele edecek çok şey olacak. Bu yeni feminist yazarların bu konudaki önerileri nelerdir? Daha aktif olmayı savunuyorlar. Banyard, kadınların katılabileceği kampanyaları listeliyor. Redfern ve Aune, milletvekillerine mektup yazmayı, erkek arkadaşımıza meydan okumayı ve yaşam tarzımızı değiştirmeyi öneriyor. Popüler kültürdeki cinsiyetçiliğe karşı önerileri şöyle: “Tüketiminizi çeşitlendirin… erkekler ve kadınlar hakkında günlük hayatta duyduğunuz atıl basmakalıpları reddedin”. Bu önerilerin hiç aileler tarafından kız çocuklarından yana kullanmaması, çocuk evliliklerinin önüne geçilmemesi, bu konuda herhangi bir adım atılmaması, kız çocuklarının gelecekle ilgili planlarında aile , evlilik vurgusunun yapılması, meslek liselerinin örneğin çocuk gelişimi gibi bölümlerine yönlendirilmesi, ortaokuldan alınıp açık liselere kaydının yapılması kız çocuklarını hem sosyal hem de eğitim ortamından mahrum bırakıyor. Ders kitaplarında sürekli karşımıza çıkan, her seferinde ‘’ gözden kaçan ‘’ cinsiyetçi ibarelerin (ev işlerini annenin yaptığı, babanın alışveriş yaptığı gibi), çocukların zihninde çok hızlı yer eden görsellerin ( okul müdürünün erkek, öğretmenin kadın olduğu gibi) ayıklanmalı. Kız çocukları için sınıf içinde pozitif ayrımcılık, teşvik ve cesaretlen-

1960’lardın kadın hareketi sistemin genişliyor ve ileri gidiyor olduğu varsa-yımıyla şekillendi. Her yeni neslin bir öncekinden daha iyi bir yaşam kalitesi ve daha büyük fırsatlara sahip olacağına dair ortak bir hissiyat vardı. Birçokları için bu hissiyattan da öte gerçeklikti. Bugünse kapitalizm 60’ların aksine uzatılmış ve derin bir kriz içinde. Vahşi savaşlar bu sistemin artık süreklileşmiş bir yanı ve iklim değişimi gezegen hayatı için büyük bir tehdit. Britanya’da milyonlarca insan gelecekleri ile ilgili derin bir kaygı içinde ve sistemin sıradan insanlara daha eşit ve tatminkar bir hayat sun- ma imkanı yok. Neo-liberalizm adına sürdürülen dizginsiz piyasa mekanizması bu toplumun en savunmasız unsurları için bir çözümün bu sistem tarafından sunulmasının artık mümkün olmadığını gözler önüne serdi. Her türlü illüzyonu bir kenara attı. Bu yüzden de kapitalist sistemin kendisini hedef almamız gerekir argümanı bugün popüler bir argüman. Feminist olduklarını beyan eden, cinsiyetçi reklamların üzerine çıkartmalar yapıştıran ya da yeni internet siteleri ve feminist gruplar kuran genç kadınların çoğu sosyalist fikirlere düşmanca yaklaşmıyorlar. Bu kadınlarla bugün karşı karşıya olduğumuz tüm mücadelelerde birlikte hareket etmeliyiz. Gerek eğitimdeki kesintiler gerekse Muhafazakarlar’ın kürtaj haklarına saldırma hamlelerine karşı yan yana durmalıyız. Cinsiyetçi reklamlarla ilgili tartışmalar ve protestolar örgütlemeli ve gerçek cinsel özgürlük için mücadele etmeliyiz. Kadınların ezilmişliğinin farklı biçimlerine karşı her günkü mücadelenin parçası olmalı ama her zaman ezilmişlikten tamamen kurtulmuş bir toplumu nasıl kazanabileceğimize dair perspektifimizi korumalıyız. Judith Orr’un Günümüzde Marksizm ve Feminizm broşüründen alınmıştır. Broşür, Z Yayınları tarafından basıldı. dirme yöntemleri uygulanmalı. Müfredatta bu konuda düzenlemeler yapılmalı. Kendine güvenen, yaşamın her alanında başarılı olabileceğine inan, geleceği hakkında söz sahibi olan kadınlar yetiştirmek eğitim sisteminin derdi olmalı. Bu eğitim öğretim yılında kaldırılan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği proje etkinliklerinin tekrar yer alması sağlanmalı. Bu projenin kaldırılmasında ön ayak olan dernek ,vakıf ve gazeteler aynı gerekçelerden İstanbul Sözleşmesi’ne de karşı. Çünkü bu sözleşme 18 yaşın altındaki kadınların da güvencesi. Ebru (Öğretmen)


AKTİVİZM TEKNOPARK İŞÇİLERİ KAZANDI!

Teknopark direnişi

İstanbul Çayırova’da Teknopark şantiyesinde çalışan işçilere, ücretleri ve diğer hakları ödenmeden çıkışları verildi. Şantiye dışına çıkarılan İnşaat-İş üyeleri direnişe başladı. Direnişin 6. gününde tüm alacakları ödenen işçilerin mücadelesi kazanımla sonuçlandı.

KALE PRATT İŞÇİLERİ DİRENİŞE BAŞLADI

İşçiler direniyor

İzmir Gaziemir Serbest Bölge’de bulunan Kale Pratt fabrikasında Birleşik Metal-İş’e üye oldukları için işten atılan 94 işçi fabrika önünde direnişe başladı. 450 işçinin çalıştığı Kale Grup-ABD ortaklı fabrikada patron ve temsilcileri sendikal örgütlenmeyi dağıtmak, yetkiyi işlevsizleştirmek için önce işçilere mobbing uyguladı, daha sonra yedi işçinin işine son verdi, ardından gruplar halinde yapılan kıyımla bu sayı 94’e çıktı.İşten atılan işçiler hem fabrika önünde hem de Serbest Bölge girişinde direnişe başladı.

ERMENEK’TE MADEN İŞÇİLERİ DİRENİŞİ

SOMALI MADENCİLER: VERDİĞİNİZ SÖZLERİ TUTUN! Tazminat mağduru işçiler, aileleri ve Soma halkı, Bağımsız Maden-İş’le birlikte verilen sözlerin yerine getirilmesi, özellikle bu ayın sonunda yapılacağı söylenen torba yasa düzenlemesinin bir an önce yapılmasını isteyerek, “uyarıyoruz” dediler. 16 ŞubattaSoma Hükümet Meydanı’nda bir araya gelen işçiler, aileleri ve Soma halkı TKİ’ye kadar yürüdü.

Soma’daki yürüyüş

IRKÇILARI NORMALLEŞTİRMEK ÇAĞLA OFLAS

DİSK Genel Kurulu’nda da HDP Eş Başkanı Sezai Temel-

li, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu , CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu konuştu. İşçi sınıfının mücadelesi dünyada yükselişe geçmişken, Fransa’da bir milyonluk, Hindistan’da 250 milyonluk genel grev yaşanmışken, sermaye ve hükümet işçi sınıfına yönelik emeklilik haklarından, barınma hakkına, sağlık hakkına, eğitim hakkına kapsamlı saldırılar yaparken, Kılıçdaroğlu, “bütün dünyanın demokratları birleşin” dedi. Daha vahimi, divan başkanının İYİ Parti temsilcisini “yakın bir dostumdur” diyerek çağırması, salonun da alkışlaması oldu. İYİP göçmenleri, mülteci işçileri düşman olarak gören ırkçı bir parti. 31 Mart yerel seçimlerinde İYİP ırkçı bir kampanya yaptı. Fatih Belediye Başkanı adayı İlay Aksoy , “Fatih’i Suriyeliler’e teslim etmeyeceğim” yazılı pankart astırdı. Birkaç ay önce “Suriyelileri geri gönderme çalıştayı” adı altında konferans düzenledi. Bu parti, İdlip’te yaşanan savaştan, bombardımanlardan kaçan insanlara sınırları kapatın diyor. Beş milyona yakın göçmenin de Esad rejimiyle görüşülerek geri gönderilmesini istiyor. CHP de her fırsatta Suriyelilerin gönderilmesini ve Esad ile ilişki kurulmasını istiyor. Türk-İş’in araştırmasına göre mültecilerin yüzde 61,2’si geçimini çalışarak sağlıyor. Yani işçi sınıfının önemlice bir kesimi Suriyeli göçmenlerden oluşuyor. Göçmenler içinde örgütlenmesi gereken DİSK, göçmen düşmanlarına kürsü verdi. İYİP sadece göçmenlere değil, Kürtlere de düşman. Meral Akşener her seferinde HDP ile bir itti-

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

SENDİKAL VE SİYASAL HAREKETLER, KADIN İŞÇİLERLE GÜÇLENİR Dünyadaki işçilerin, emekçilerin üçte birini kadınlar oluşturuyor. Kadınlar bulundukları her alanda sömürülüyorlar. Ailenin bütün bakım sorumluluğu kadına yüklenmiş durumda. Cinsler arasındaki eşitsizlik yüzünden ev yaşamında sömürülen kadın, iş yaşamında bu defa “emekçi” olarak sömürülüyor. Kayıt dışı, düşük ücretli, güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kalan kadınlar; işyerinde tacize, ayrımcılığa, mobbinge maruz kalmaktadır. Kriz dönemlerinde ucuz, güvencesiz ve ikincil olan kadın emeği ilk gözden çıkarılan olmakta, işyerlerinde ilk işten çıkarılanlar kadınlar olmaktadır.

9

DİSK Genel Kurulu

fak içinde yer almayacağını söylemekte. Dahası bugün bu partiyi oluşturan kadroların ülkenin 12 Eylül darbesine gittiği süreçte Kemal Türkler, Necmettin Giritlioğlu gibi sendika liderleri de dahil pek çok sosyalist, aydın, demokratın katliamında sorumluğu var.

Ermenek madenleri

Konya Ermenek Seba Madencilik çalışanı 55 madenci 5 aydır ödenmeyen ücretleri için 16 Şubatta direnişe geçti. İşçi komitesiyle patron arasında başlayan görüşme sonrası patron, 3 gün sonra tüm ödemeleri yapma sözü verdi. Bunun üzerine direnişi bitiren işçiler, söz yerine getirilmezse yeniden başlayacaklarını belirtti.

YFA MOMENTUM ÖNÜNDE PROTESTO

DİSK kongresine bin civarında delege katıldığı söylendi. Büyük bir kısmı işyeri temsilcisi ya da öncülerden oluşan işçilere kongrede İYİP’in normal bir siyasal parti olduğu, hatta demokrat olduğu mesajı verildi. Irkçılara kürsü vermek yanlış bir tutumdur. DİSK kongresinde bir ırkçıyı konuşturacak kadar sağcılığa pirim veren atmosferi bezdiriciı hale gelen, otoriterleşmeye borçluyuz. Kuşkusuz otoriterleşmeyi durdurmak için birlik politikalarına ihtiyacımız var. Ancak sağa karşı, “demokrasi bloğu” adı altında ırkçılarla kurulan ittifak siyasetin en sağında yer alan MHP’nin işine yarayacaktır. İçinde göçmenleri barındırmayan, Kürtleri dışlayan, kadın düşmanlarından, işçi düşmanlarından oluşan ittifaklardan, demokrasi bloğu çıkmaz. Otoriterleşmeyi durdurmak için, işçi sınıfının merkezinde yer aldığı, kadınların, göçmenlerin, iklim aktivistlerinden oluşan antikapitalist birliğe ihtiyacımız var.

Buna karşın tarih boyunca pek çok önemli işçi sınıfı eylemliliklerinde kadın işçilerin öncü rolleri olmuştur. Örneğin St. Petersburg tekstil fabrikalarındaki kadın işçiler, 1917’nin 8 Mart’ında (Rus takviminde Şubat ayı) başlattıkları grev hareketiyle, 1917 Ekim Devrimi’nin fitilini ateşlediler. Yine 1990’lı yıllarda Türkiye işçi sınıfına öncülük yapan, kamu çalışanları sendikal hareketinin örgütü KESK’te (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu), kadın emekçilerin önemli bir yeri vardır. KESK’teki kadınların mücadelede öne çıkması, kadın hareketinin genel olarak yükselişine çok önemli katkılar sağladı. 1996 yılında yapılan KESK 1. Genel Kurulunda, Kadın Sekreterliği kuruldu. Pek çok kadın sendikalara üye oldu, yönetim mekanizmalarında görev aldı, eylem ve mücadele süreçlerinde gönüllü oldu. 8 Mart ilk defa 1998 yılında KESK’li kadınların da içinde yer aldığı çeşitli kadın örgütlerinin çağrısı ile “Kadınların Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak İstanbul Çağlayan Meydanında kutlandı.

Kadın işçiler direnişte

Devrimci Tekstil İşçileri Sendikası (DEV TEKSTİL) İstanbul Avcılar’da bulunan Yfa Momentum işyerinin patronu ve yöneticilerinin işçi ve sendika düşmanı tutumunu protesto etmek için 18 Şubat Salı günü fabrika önünde basın açıklaması yaptı.

KESK’li kadınların yer aldığı ortak kampanyalardan en önemlisi; “Ayrımcılığa karşı” 4 bin imzalı dilekçenin Meclis’e verilmesiydi. Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası, Cinsel Tacize Karşı Kampanya, “Bedenimiz Bizimdir” yürüyüşü gibi eylemler, Türkiye’nin ilk kadın sığınağının açılmasına olanak sağladı. Süreç içinde kadınların yönetim organlarında daha fazla temsili gerçekleşti, kota sistemleri uygulandı, eş başkanlıklar, eş sözcülükler ortaya çıktı. Bütün bu gelişmelerin öncelikle kadın işçilerin, emekçilerin mücadelede öne çıkması sonucu olduğu gözden kaçmamalı. Bugün Türkiye’de sendikalara üyelik yüzde 15 civarında, bu oran kadın işçiler arasında biraz daha düşük. Sendika yönetimlerinde görev alan kadın sayısı ise çok sınırlı. Sendikal mücadelede kadınların öne çıkması, önlerindeki engellerin bertaraf edilmesi, işçi hareketinin daha hızlı hamle yapmasına, birleşmesine ve etkili olmasına yardımcı olacaktır. Sendikalar, kadın işçilerin yönetimlerde daha fazla görev alması için gayret etmelidir.


10

SİNEMA

#METOO DİYENLERİN SAYISI ARTTIKÇA…

Bombshell 2019 MELİKE IŞIK

2016 yılında televizyon yorumcusu Gretchen Carlson, sunucu Megyn Kelly ve daha birçok kadının Fox News’in kurucusu ve CEO’su Roger Alies’ın yıllardır mobing uyguladığı ve taciz ettiği kadınların bir bir seslerini çıkarmasıyla git gide artan taciz açıklamaları, Alies’ı istifa etme mecburiyetinde bıraktı. Gretchen Carlson, Alies’in ‘kariyerini sabotaj ettiğini’ sürekli cinsel tacize maruz kaldığını belirtmişti. Defalarca şikâyette bulunduğunu söyleyen Carlson, sonuç olarak maaşının düşürüldüğünü, daha az röportaj izni verildiğini ve Fox & Friends’den kovulduğunu eklemişti. Yıllar süren taciz vakalarının birer birer ortaya çıkmasıyla Roger Alies’ın istifa etmek zounda kaldı. Fox News’teki taciz vakaları Alies’tan ibaret değil. 5 kadın tacizleri sebebiyle Fox News sunucusu Bill O’Reilly’den şikayetçi oldu ve böylelikle O’Reilly istifa etmek zorunda kaldı. 14 kişinin şikâyeti sonucunda Fox News’te 10 yıl boyunca sunuculuk yapan Eric Bolling’in kadın çalışanları taciz ettiği açığa çıktı ve istifa etmek zorunda kaldı. Bolling’in sunduğu “The Specialists” adlı program ise yayından kaldırıldı. Filmin konu aldığı bir diğer olay da ABD seçimleri ve Donald Trump’ın cinsiyetçi açıklamaları. Trump daha önceden sevmediği kadınlara “şişman domuzlar” ve “iğrenç hayvanlar” gibi sözlerle saldırmış, bunun üzerine Megyn Kelly onu eleştirmişti. Trump ise “böyle uygunsuz sorular sorduğu için” özür dilemesi gerektiğini söylemiş, ardından Megyn Kelly hakkında yaptığı açıklamalar ve Twitter paylaşımları ile onu hedef haline getirmişti. Trump’ın Megyn Kelly hakkında söyledikleri tıpkı Kelly’nin önceden eleştirdiği gibi cinsiyetçi hakaretlerdi. Bu olaylar 2019 yılında Jay Roach tarafından yönetilen Skandal filminin konusu oldu. Filmde Megyn Kelly’i Charlize Theron, Gretchen Carlson’u Nicole Kidman can-

landırıyor. Margot Robbie ise her ne kadar kurgusal olsa da Fox News’te çalışan ve kovulmamak için tacize göz yummak zorunda kalan genç kadınları temsil eden Kayla karakterini canlandırıyor. İşyerinde taciz Bu konuda yapılan çalışmalar farklı sektörlerdeki kadınların %58’inin cinsel tacize maruz bırakıldığını söylüyor. Medyada da kadınlara karşı cinsiyetçilik ve taciz oldukça yaygın. Bu cinsiyetçiliğin önemli bir kısmı da televizyonlarda kimi zaman kadınların vücuduna yapılan zoomlarda kimi zaman da tartışma programlarında kadın konuşmacıya yer verilmeyişinde görülüyor. Fakat Fox News’te yaşanan tacizlerin açığa çıkması gibi birçok olay gösteriyor ki aslında medyadaki şiddetin çok küçük bir kısmı ekranlara yansıyor, önemli bir kısmı kameralar kapalıyken gerçekleşiyor. Tacizi kolaylaştıran önemli etmenlerden birisi patronla çalışan arasındaki hiyerarşi ve çalışanın daima kovulma tehlikesiyle karşı karşıya kalması. Fakat Skandal’ın bize gösterdiği üzere tek tehlike bundan ibaret değil; patron tarafından çalışanlar birbirlerine düşürülüp potansiyel bir mücadelenin önüne geçiliyor. Alies’in tacizine maruz kalan kadınların çevrelerinde bunu anlatacakları kimse yok. Herkes işini kaybetmekten, maaşını alamamaktan öylesine korkuyor ki Alies’in aslında herkes tarafından bilinen taciz vakaları kimse bilmiyormuşçasına saklanıyor. Ta ki birkaç çalışanın tacize uğradığını dile getirmesinin ardından diğer kadınlar da kendi aralarında konuşup bunun yalnız kendi başlarına gelmediğini fark edene kadar. Ancak o zaman, konunun giydiği elbisenin boyuyla ya da konuşma tarzıyla hiçbir ilgisi olmadığı anlaşılıyor ve kadınlar tacizin sebebini kendilerinde aramak yerine bir araya gelerek tacizle mücadele ediyor. Aynı şeye maruz kalan kadınların sesini çıkartması bir diğeri için de destek verici bir güç haline geliyor.

Mağduru suçlama ve tacizin meşrulaşması Filmde CEO Roger Alies’in Kayla isimli Fox News’te sunucu olmaya hevesli genç bir kadını taciz etmesi ve sonrasında gelişen olaylar, tacizin nasıl da mağdurun kendisini suçlamasına sebep olabildiğini gösteriyor. Kayla utancından ne yapacağını şaşırıp Alies’ten bunun aralarında kalmasını istiyor. Odadan çıktığı sırada Kayla ne giydiğinden konuşma tarzına kadar kendisinin hangi davranışıyla buna izin verdiğini düşünürken Alies’in yüzünde tek bir şüphe ve suçluluk duygusu görülmüyor. Bu, yalnız Fox News’te değil, tüm dünyada kadınların devamlı taciz, şiddet, vb. olaylarında giyimlerini ya da alkol almış olmalarını bahane etmenin, ya tacize yeterince tepki gösterememiş olmakla ya da “çok abartmakla” suçlanmanın, bu konuda sesini çıkaran kadınların dikkat çekmeye çalıştığının savunulmasının kadınlardaki psikolojik yansıması. Birçok kadın için tacizi ifşa ettikten sonraki olay ve suçlamalarla mücadele etmek, tacizin kendisi kadar zorlu bir süreç. Filmde Alies’in çalışanlarını taciz edip etmediği araştırılırken söylenen “Bir insan kendini taciz eden kişiye gülücüklü mesaj atar mı hiç?!” ya da Trump’ın avukatının onu tecavüzden aklamak için “Kendi eşinize tecavüz edemezsiniz.” demesi gibi kadınların tacizi ve tecavüzü dile getirmesinin önüne geçen sayısız söylem var. Bu söylemler kadınların ya çok abarttığı ya da gereken tepkiyi gösteremediği arasında dolaşıyor ve her halükârda kadının suçlanmasıyla sonuçlanıyor. Bu yüzden her ne kadar Fox News’de çalışan kadınların bir kısmının taciz vakalarını, olayın üzerinden uzun bir süre geçtikten sonra açıklaması eleştiriliyor olsa da cinsel tacizi ifşa etmenin başlı başına ciddi bir adım olduğunun; #MeToo diyen kadınların sayısı arttıkça diğer kadınlar için de gerçekleri dile getirmenin daha kolaylaştığının kavranması gerekir.


AKTİVİZM 643

ANTALYA’DA İKLİM KRİZİ TARTIŞILDI

2019 21 Ağustos 3 TL. sci.org sosyalisti

K GAZETE

DEVRİMCİ

İTALİST HAFTALI

ANTİKAP

SLER KAN SECİLMİ

-

-

-

ATANMIS BA DEVRİMCİ

ALDI İ GÖREVDEN

ANTİKAPİTALİST

HAFTALIK

1 Kasım 2019 3 TL. i.org

sosyalistisc

SDOEKĞ AKİLTA

KAYYUM İ MOKRAS YDASEAS IRAK

döndü. siyaseti geri Diyaru Kayyum oylarla seçilmiş belediye u Yüksek ve Van alındı. bakır, Mardin rı görevden orbaşkanla eçilme hakkını u Seçme-s antidemokratik teptadan kaldıran kesimlerin le farklı 3 müdaha 2019 dı. sayfa 23 Kasım TL. kisiyle3karşılan

Osman Kavala’nın tahliye edilip aynı gün tekrar tutuklanmasının ardından, Cumhurbaşkanı şöyle dedi:

648

HAFTALIK GAZETE

g

sosyalistisci.or

ETİ İSTEDİ

IN KÜRESEL LARIN YOTİFKASDUAL İN

ÜM LÜBNAN AKP HÜK YÖNETİMİ SATTI

AN, HONG KONG,

GREVİ İÇİN KÜRESEL İKLİM MASINA KATILAN ÖĞRENCİ BULUŞ ANLATIYOR: SELİN GÖREN ORTAKLAŞTIRILDI” R “DENEYİMLE

İRAN, IRAK, LÜBN

-

SOROS’UN TÜRKİYE AYAĞI

647

MiLYONLAR

K-İŞVYA... BOLİ ŞİLİ,TÜR

sayfa 9

“Gezi olayları aslında tıpkı askerî darbeler, tıpkı muhtıralar, tıpkı terör örgütlerinin saldırıları, tıpkı FETÖ’nün 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimleri gibi devleti ve milleti hedef alan alçak bir saldırıdır. Bunların perde arkasında ciddi manada Soros türü bazı ülkeleri ayaklandırmak suretiyle oraları karıştıran tipler vardır. Onun da Türkiye ayağı malum içerdeydi ve bir manevrayla onu beraat ettirmeye kalktılar.”

sayfa 5

ÖFKESİ DÜNYAYI SARSIYOR SURİYE HAL BİTMEYEN KLARININ TRAJEDİS n Yeni statüko İ ve emperyalist mutabakat n Suriye’de kazan

n Sosyalistler

kim? Kaybeden kim? nasıl bir çözümden yana?

GÖRÜŞ Roni Margulies

GAZETE

ŞİLİ

İST DEVRİMCİ ANTİKAPİTAL

11

Kapitalist sistemin içinde bulundu delesi sonucu ortaya ğu ekonom deniyle ik kriz, hegemo tüm dünyad çıkan savaşla r ve ona krizinde a emekçil nya mücaeşlik eden n sonra, erin sisteme devrimler, iklim krizi yılın ardında yönelik meydan nen, yeni öfkesi artıyor. işgalleri, bir küresel kitlesel grevlerl 2008 isyan dalgasıy e geçen la karşı 10 Çağla Oflas karşıyayız. yazdı: Küresel isyan büyüyo r sayfa 6-7’de

“IRKÇILIK CANLI TUTULUYOR FAKAT KAZA NMIŞ DEĞİL ”

neleri değiştirdi?

“Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Platformu”n Ahmet Yıldırım’la un kurucularınd milliyetçiliğin an şekillendiğin hangi dinamiklere i konuştuk. bağlı olarak

sayfa 2-3’te

PORTRELER:

ROSA LUXEMBURG

sayfa 4’te

29 KASIM’DA İKLİM İÇİN GREVE! sayfa 11

sayfa 4

BİZİ ARAYIN, SOSYALİST İŞÇİ’YE ULAŞIN! İstanbul Kadıköy: 0 533 447 97 09 Şişli: 0 555 637 24 50

İklim krizine karşı mücadele tartışılıyor

Baküs Kültür Merkezi’ndeki toplantıda

Antikapitalistler platformundan Özdeş Özbay, FFF Türkiye aktivisti Tibet Şahin ve Antikapitalist Öğrenciler’den Selen Ünal konuşmacı olarak yer aldılar. Öncelikle iklim krizinin ne olduğu ele alınırken, buna karşı verilecek mücadelenin

nasıl olması gerektiği tartışıldı ve kapitalizm yok edilmeden gezegenin yıkımının önüne geçilemeyeceği vurgulandı. Antalya’da iklim aktivistleri 3 Nisan’daki iklim grevi gününde küresel hareketin bir parçası olarak etkinlik düzenlemeye hazırlanıyorlar.

Fatih: 0 536 219 63 41 Ankara: 0 535 884 21 22 İzmir: 0 507 555 02 72 Akhisar: 0 544 327 04 45

EMEK FORUMU’NUN MESAJI: BİRLEŞEN İŞÇİLER YENİLMEZ

Antalya: 0 536 335 10 19

KOMÜNİST MANİFESTO HALA GÜNCEL

Antep: 0 533 627 30 25 Bursa: 0 507 727 50 45 Çanakkale :05324623804 Emek Forumu

Kars: 0 536 696 65 98

Antikapitalistler platformunun İstanbul’da düzenlediği Emek Forumu’nda Marmara bölgesinin farklı yerlerinde çalışan birçok sektörden ve direnişten işçi bir araya geldi. Otoriterleşen dünyada mücadele perspektiflerinin ele alındığı panelde, Türkiye’de AKP-MHP koalisyonunun saldırılarına karşı işçilerin nasıl birleşerek karşı koyabileceği tartışıldı. Emek Forumu katılımcıları birleşik bir 1 Mayıs perspektifiyle faaliyetlerini sürdürmeyi ve bu tarz forumları başka şehirlerde de düzenlemeyi hedefliyorlar.

Malatya: 0 534 982 59 26 Muğla : 0 539 932 21 17 Samsun: 0 551 450 64 52 Sivas: 0 533 515 28 24 Soma: 0 532 693 70 57 Tekirdağ: 0 533 233 41 50

8-12 Nisan tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenecek Marksizm 2020’nin hazırlıkları devam ediyor. DSİP üyeleri Osmanbey ve Kadıköy’de Marksizm broşürleri dağıtarak herkesi antikapitalist solun en önemli tartışma platformuna çağırdılar. Ayrıca, Marksizm 2020’de ele alınacak konular DSİP birimlerinde hafta hafta tartışılıyor ve oturumlara daha iyi politik katkıların nasıl yapılabileceği belirleniyor. Ayrıntılı bilgi için: www.marksizm.biz

MARKSİZM

2020

MARKSİZM GÜNLERİ YAKLAŞIYOR!

TA R T I Ş M A TO P L A N T I L A R I D İ Z İ S İ

8-12 NİSAN CEZAYİR SALON

KÜRESEL İSYAN DEVRİMCİ FİKİRLER 11:00-12:15

13:00-14:15

15:00-16:15

8 Nisan Çarşamba

9 Nisan Perşembe

u

5 günde 18 toplantı

u

Uluslararası konuşmacılar

u

Marksist kitapçı

10 Nisan Cuma

11 Nisan Cumartesi

12 Nisan Pazar

Marx neden haklı? Konuşmacılar: Ferda Keskin-Tibet Şahin

17:00-18:15

19:00-20:15

Dünyayı değiştiren kadınlar: Rosa, Kollantay, Zetkin, Krupskaya… Konuşmacılar: Nuran Yüce - Özden Dönmez

Irkçılık ve göçmen düşmanlığı neye hizmet ediyor? Konuşmacılar: Ammar Akkash Bekir Berat Özipek- Tuğba Özçelik

Otoriter rejimlerin niteliği ve suç dosyası Konuşmacılar: Mithat Sancar - Mühdan Sağlam Yıldız Önen

Engels’in devrimci geleneği Konuşmacılar: Burak Demir- Hacer Yeşilçay

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile mücadele Konuşmacılar: Atilla Dirim- Merve Diltemiz- Umut Güven

Teknolojik değişimlerin sınıf mücadelesine etkileri Konuşmacılar: Haluk Levent- Özdeş Özbay

İklim krizi: Durduracağız, ama nasıl? Konuşmacılar: Ceren Karabulut- Hilal Şenel Selin Gören- Ömer Madra

AKP ve Kemalizm: Kim kime benziyor? Konuşmacılar: Fatma Akdokur- Polat Alpman Roni Margulies

Kürt sorununda çözümü aramak Konuşmacılar: Cuma Çiçek- Hüda Kaya- Şenol Karakaş

Küresel hareketin döngüleri Konuşmacı: Joseph Choonara

İnsan doğası sosyalizme engel mi? Konuşmacılar: Dila Ak- Volkan Akyıldırım

Evrimin kökenleri, dinamikleri ve yönü Konuşmacılar: Tolga Yıldız- Tuna Emren

Din, devlet, devlet dini Konuşmacı: Sinan Özbek

Ortadoğu’daki 2. ayaklanma dalgası Konuşmacılar: Ghayath Naisse Ozan Tekin-Selim Deringil

Faşizm, umutsuz kitleler ve antifaşist mücadele Konuşmacılar: Foti Benlisoy- Meltem Oral

Tarihte anti militarist deneyimler ve figürler Konuşmacı: Joseph Choonara

Kapanış toplantısı: Neoliberalizmin çöküşü, küresel isyan ve alternatifler

Marksizm 2020 toplantıları Cezayir Salon’da yapılacaktır. Adres: Kuloğlu Mahallesi, Hayriye Caddesi No: 12 Beyoğlu-İstanbul (Galatasaray Lisesi’nin arkası)

İletişim ve katılım için bize ulaşın: www.marksizm.biz - 05558631636 - facebook.com/marksizmgunleri Twitter: @marksizmgunleri

DSiP

Bir karışıklık olmasın. Marx ve Lenin’den değil, bir işadamından söz ediyoruz! Benim bildiğim, işadamlarının derdi iş yapıp para kazanmaktır. Bir işadamı para kazanmak yerine niye habire ayaklanma peşinde koşar, bilemiyorum. Dahası, ayaklanma başlatmanın, milyonlarca insanı seferber etmenin bu kadar kolay olduğunu da bilmiyordum. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben zor bir iş olduğunu sanıyordum. Kırk yıldır uğraşıyorum, beceremedim. Diyelim ki ben beceriksizim, ama dünyanın her yanında koca koca örgütler var, onyıllardır uğraşıp bir tek tane kitlesel ayaklanma başlatmayı becerememişler. İnsanın morali bozuluyor! Bir tane Soros, bir tane Kavala milyonluk kalabalıkları kukla gibi parmaklarında oynatıyor. Marx’ın bile başaramadığını kolayca yapıveriyorlar.

Dersim: 0 543 447 24 15 Edirne: 0 539 429 17 58

Cumhurbaşkanı’na göre, Soros “bazı ülkelerde” ayaklanmalar olmasını sağlıyor, Soros’un “Türkiye ayağı” olan Kavala da burada ayaklanma örgütlüyor.

Peki, kim bu Soros?

Marx ile Engels’in Komünist Birlik adına kaleme aldıkları manifesto, 21 Şubat 1848’de yayınlanmıştı. 172. yılında Antikapitalist Öğrenciler tarafından İstanbul’da, DSİP Ankara İl Örgütü tarafından Kızılay’da düzenlenen toplantılarda, Marx’ın gençlik yıllarındaki siyasi dönüşümü, Genç Hegelcilerden kopup sınıflı toplumların ve kapitalizmin nasıl devrilebileceğinin analizini yapması ve bu doğrutda yürüttükleri mücadele bağlamında Komünist Parti Manifestosu’nun önemi tartışıldı. Manifesto, işçi sınıfının kurtuluşunun kendi eseri olacağı fikrini işleyen en önemli eser olarak, küresel isyanların yaşandığı günümüzde de önemini koruyor.

Macaristan doğumlu, 90 yaşında, çocukken Nazilerin toplama kamplarına düşüp ölmeden kurtulmuş, şimdi Amerika’da yaşayan milyarder bir finans devi. Ha, ayrıca da Yahudi. Para kazanmakta çok usta olmanın yanı sıra, adam siyasî görüşleri açısından liberal ve demokrat bir kişi. Diktatörleri, baskıcı rejimleri sevmiyor. Örneğin, Macaristan’da aşırı sağcı Orban hükümetini beğenmiyor; Amerika’da Cumhuriyetçileri değil Demokrat Parti’yi destekliyor. Yani Trump’çı değil, Obama’cı. Parası da olduğu için, bu görüşleri doğrultusunda parti ve kurumlara destek veriyor. Örneğin, George W. Bush’un seçilmemesi için Demokrat Parti’ye büyük bağışlarda bulunmuş. Son seçimlerde Trump’a karşı Hillary Clinton’un kampanyasına para yardımı yapmış. Ama en çok bağışı eğitimle ilgili kurumlara yapıyor. Budapeşte’de kendi kurduğu Orta Avrupa Üniversitesi başta olmak üzere, çeşitli üniversitelere bugüne de 10 milyar dolardan fazla para verdiği tahmin ediliyor. Milyarder, bankacı, liberal bir Yahudi. Orban, Trump, Cumhurbaşkanımız ve komplo teorilerine düşkün bütün aşırı sağcılar bu adamdan nefret etmeyecek de kimden edecek?


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

İKLİMİ DEĞİL, SİSTEMİ HEDEFLİYORUZ! TUNA EMREN

NEDEN 1,5C?

Buzullar iklim modellerinde öngörülenden çok

daha hızlı eriyor, koca bir kıta gözümüzün önünde aylarca yanıyor, ısınan okyanus suyu yıkıcı kasırgalara sebep olduğu için tanık olduğumuz Doiran faciasını endişeyle izliyor, Antarktika’da olağanüstü sıcaklık değerlerine ulaşıldığını görüyoruz. Bunların hepsini bir yıl içinde yaşadık. Ve maalesef bu daha başlangıç… “Ama umut var… Bunu gördüm. Devletler ya da şirketlerden gelmeyecek bu umut,” diyordu Greta Thunberg, COP25 İklim Zirvesi’nde gerçekleştirdiği konuşmasında; “Bizzat biz insanlardan doğuyor!” Bu değişim için hazırız; “Özgür bir dünyanın yönetimi bizde. Beklemek zorunda değiliz! Değişimi hemen şimdi başlatabiliriz.” Bir şeyler yapmalıyız. Şu ana dek yaptıklarımızdan farklı bir şeyler. Amazonları şirketlere pazarlayan Bolsonaro’ya; iklim inkârcılarını kabinesine taşıyan Trump’a; ülkesi yanarken bu iki tirana destek verip fosil yakıt üreticilerini koruyan Morrison’a; biz ekolojik sürdürülebilirlik, ekosistem bütünlüğü derken, her yeri betona boğan, İstanbul’a Paris Anlaşması’na aykırı bir kanal inşaa etmeye adanarak yangına körükle giden AKP hükümetine artık bu “çılgınlıklarına” izin vermeyeceğimizi gösterecek bir şeyler… İklim eylemleri, son derece çarpıcı bir mücadelenin başladığını gösteriyor. Sınırsız büyüme takıntısı İklim değişimi, özünde kapitalizmin kendisinden kaynaklanan bir sınıfsal eşitsizlik meselesi. Bu krizi, ekonomiyi ve sosyal adaleti dışarıda bırakarak değerlendiremeyiz. Kapitalizm doğayı meta gibi kullanıyor, doğal kaynakları hızla ve çok dengesiz bir şekilde sömürerek çeşit çeşit ekolojik felakete sebep oluyor. Tek derdi, sermaye birikimi ve büyüme. Bu büyüme takıntısı, 1930'larda ortaya atılan Gayrisafi yurt içi hasıla (GSYİH) kavramıyla başladı. Kısa sürede sistemi ele geçirdi, ekonomik sorunların çözümünün daha fazla büyüme olduğu iddia edildi. Bu yüzden hiç dinmeyen rekabetin, kitlesel tüketim çılgınlığının, sürekli sermaye birikimi adına sürdürülen sonu gelmez bir şovun içinde hapsolmuş bulduk kendimizi. Dejenere bir ekonomiyi ayakta tutmak adına yeni büyüme hedefleri belirliyorlar.

İklim krizinin Türkiye’deki en vahim sonucu: Kuraklık

Büyüme dedikleri şu; aynı anda hem aşırı tüketim hem açlık. Milyonlarca, hatta milyarlarca insan en temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Sistemin çivisi çoktan çıkmış olmasa, herkese yetecek kadar gıda mevcutken, üretilen gıdanın %30’unu, her yıl 5 milyon insanın açlık yüzünden ölüyor olduğu gerçeğini hiç umursamadan çöpe atabilir miydik? Bu 5 milyonun 3,5 milyonu 5 yaş altı çocuklar… Büyüme eşitsizlik yaratırsa çözümü daha çok büyüme değildir; yeniden bölüştürmek, adil paylaştırmak gerekir. Sınırlı kaynaklara sahip dünya, sınırsız büyüme takıntısıyla yıkıma mahkum olur. Büyüme ekolojik felaketlere ve iklim krizine sebep olursa, çözümü daha fazla büyüme değildir; bir sürecin atığının başka süreci beslediği, doğal kaynakların tükenmeye yüz tutmadığı, fosil yakıtlara bağımlılığı reddeden, sürdürülebilir enerji kaynaklarına dayalı bir ekonomiyle çözüm sunulabilir. Kapitalizm sınırsızca büyümek istiyor. “Sınırsız büyüme” diye bir şey yok oysa ki. Kontrolsüzce, aşırı büyüyen hücrelere kanser diyoruz… Hedefimiz, enternasyonal adalet. Yani adil, sürdürülebilir bir gelecek. Hayatta kalmak istiyorsak buna mecburuz zaten. Yaşam mı, fosil yakıtlar mı? Dünya bankaları Paris Anlaşması’ndan bu yana 1,9 trilyon dolarlık fosil yakıt yatırımı yaptı. Kü-

5. KÜRESEL İKLİM GREVİ 3 NİSAN’DA! Karbon emisyonlarını sıfırlamak, küresel ortalama sıcaklık artışını 1,5C seviyesinde tutabilmek için sadece 10 yılımız kaldı. Artık bunun bir acil durum olduğu anlaşılmalı. Bir araya gelecek, geleceğimiz için mücadele edeceğiz. Milyonlarca olmalı, kazanana dek durmamalıyız. 2020, iklim krizine karşı mücadelemizde dönüm noktası olmalı.

resel emisyonların %71’ini 100 şirket gerçekleştiriyor. G20 ülkeleri tüm salımların neredeyse %80’inden sorumlu. İklim krizini doğuran fosil yakıt endüstrisi, gücünü sürdürmek ve kendisini denetimden bağımsız kılmak amacıyla, uluslararası iklim politikalarında bulduğu fırsatları kullanıp temiz enerjiye adanmamıza engel oluyor. Her yıl trilyonlarca doları bulan fosil yakıt sübvansiyonları bizim vergilerimizle karşılanıyor. Bu sübvansiyonlar vergi muafiyeti/affı ve imtiyazlı kredileri de içerir. Ayın sonunu getiremeyenler, gezegendeki yaşamın sonunu getirmeye ant içmiş fosil yakıt endüstrisinin vergi ödemeden ayakta kalması için çalışıyor. Bu sübvansiyonların %10’uyla yenilenebilir enerji devrimi başlatabilir, %30’uyla küresel dönüşüm gerçekleştiririz. Fosil yakıtlara uygulanan vergi muafiyetinin başlıca amacı, bu sektörü güçlendirip ayakta kalmasını sağlamak olduğu için ve artık buna ihtiyaç duymadığımıza göre, tüm sübvansiyonların hemen kesilmesi gerekir. Uygarlığımızın karbonsuzlaşması, ekonomiyi ve dolayısıyla işçi sınıfını derinden etkileyecek bir dönüşüm. Öyleyse işçilerin önderliğinde gerçekleştirmeliyiz. Dönüşümün, ondan en çok etkilenecek olanlar tarafından başlatılması, sıfır karbon ekonomisindeki yerlerinin garanti altına alınmasını sağlar. Adil geçiş, merkezinde onların bulunduğu bir dönüşümle mümkün olabilir.

İKLİM MÜLTECİLERİNİN TRAJEDİSİ İklim adaleti, sosyal adalettir, göçmen adaletidir. İklim krizini, küresel adalet ve göçmen hakları bağlamlarında ele alıyor, evrensel hareket özgürlüğü hakkının tesis edilmesini talep ediyoruz. Kitlesel iklim göçleri, bu krizin yaşanmasında neredeyse hiç payı bulunmayan fakat maalesef krizin ön saflarında yer alan yoksul toplumlarda görülüyor. 2008-2015

Küresel ortalama sıcaklık artışını 2030’da maksimum 1,5C olacak şekilde hedeflememiz gerek. Ne var ki insan nüfusunun yoğun olduğu bölgelerin %20 -40’ında şimdiden 1,5C’ye ulaştık. Isınma 2C’ye ulaşırsa: • Isınan okyanus suyu daha az CO2 emmeye başlar, atmosfere karışan CO2 yoğunluğu arttıkça ısınma hızlanır. • Yağmur Ormanları’nın %40’ı ölür, toprağın karbon tutma oranı düşer, atmosfere salınan miktar ikiye katlanır. • Ölen bitki örtüsü daha fazla karbon salar, ısınma daha da hızlanır. Isınma 2C’ye ulaşırsa 3C kaçınılmaz olur: • 3C’lik ısınma çok hızlı bir şekilde 3,5C’ye ulaşır. • Dağlardaki karlar bile eriyeceği için nehirler kurumaya başlar. • Tuzlu deniz suyu karalara sızmaya başladıkça yeraltı suları zehirlenir, içme suyu kaynakları hızla azalır. • Bu noktadan sonra ısınmayı yavaşlatmak için mucizelere ihtiyacımız var. Bir mucize olmaz da 4C’yi görürsek, kutuplarda tek bir buzul bile kalmaz. Deniz seviyesi metrelerce yükselir, tüm resifler ölür, okyanus ekosistemleri çöker.

yılları arasında 200 milyondan fazla insan doğal afetler yüzünden yer değiştirmek zorunda kaldı. O tarihlerden sonra sayısı, sıklığı ve etkisi artan iklim felaketlerinde göçe zorlananlar henüz buna tabloya dâhil edilmiş değil. Çeşitli bilimsel raporlar, önümüzdeki 30 yıl içinde 200 milyon insanın iklim mültecisine dönüceğini söylüyor. Oysa “İklim mültecileri” teriminin uluslararası hukukta hâlâ bir yeri yok.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.