iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 1
İklim krizi nedir? klim değişikliği gerçeğiyle tanışmamız doksanlarda başladı diyebiliriz. Bilim insanları atmosferde doğal olmayan bir sera gazı artışının olduğunu ve sera gazlarının yerküreye olan etkisini bizimle paylaşmaya başladıklarında çocuklarımız hatta belki de torunlarımız için endişe etmeye başlamıştık. Daha sonrasında ise durumun çok daha vahim olduğunu gördük.
İ
Peki, neydi tüm gezegeni ısıtan şey? Aslında dünyayı ısıtan şey güneş ışınlarıdır. Atmosferdeki karbondioksit(CO2), metan, su buharı gibi sera gazları ise güneş ışınlarının bir kısmını atmosferde tutuyor. Böylece normal koşullarda gezegenimizin ortalama bir sıcaklığa sahip olması olanaklı hale geliyor. Ancak sanayi devrimi sonrasında kömürün, petrolün ve doğalgazın kullanılmasıyla atmosfere salınan karbondioksit ve diğer sera gazlarının oranı arttı. Bu gelişmelerin yanı sıra ormanların, tarım ve sulak alanların yok edilmesiyle arazi yapısında radikal değişiklikler yaşandı. Tüm bunların sonucu artan sera gazları atmosferde daha fazla ısı tutmaya başladı. Atmosferdeki karbondioksit miktarını bilim insanları ppm (toplam madde miktarının milyonda 1 maddesi) ile ifade ediyorlar. Atmosferdeki çok eski tarihlere ait karbondioksit oranları da tespit edilebiliyor. Yapılan araştırmalara göre 5000 yıl boyunca 270-280 ppm olan karbondioksit oranı, fosil yakıtların kullanımına başlanmasıyla birlikte yaklaşık 100 yıl içinde 280’den 290 ppm’e ulaşıyor. 290’dan 300 ppm’e 40 yılda ve 300’den 310 ppm’e 30 sene içinde yükseliyor. Ve her on birimlik artışın süreleri gittikçe azalıyor. Örneğin 410’dan 415’ppm’e yükselmesi sadece 2 yıl içinde oldu. Diğer sera gazları içinde durum farklı değil. Ve sera gazı miktarı arttıkça atmosferin ısı tutma miktarı da artmaya devam ediyor.
Küresel ısınma nasıl iklim krizine dönüşüyor? Yerkürenin sıcaklığının artması öncelikle var olan doğal afetlerin sıklaşmasına ve şiddetlerinin büyümesine neden oluyor. Örneğin kasırgalar ve seller son 20 yılda dünyanın kâbusu haline geldi. Meteoroloji Örgütü’nün geçtiğimiz yıla ait iklim değişikliğinin başlıca etkilerini derlediği rapor 2018’de su sıcaklığının rekor düzeye çıktığını, su seviyesinin de sadece 2018’de küresel düzeyde 3,77 mm yükseldiğini belirterek başlıyor. Raporda, iklim olayları ve aşırı ısınmaya 1
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 2
bağlı afetlerin 2018’de yaklaşık 62
IPCC 1,5ºC sıcaklık artış milyon insanı etkilediği, sellerin raporu yaklaşık 35 milyon, yılın en şiddetli fırtınası Mangkhut Tayfunu’nun ise Filipinler’de 2,4 milyon insanı etkilediği, 134 kişinin ölümüne yol açtığı yer alıyor. Son yüzyılın en kötü sel ve yağışları Hindistan’ın Kerala eyaletinde yaşanırken Avrupa, Japonya ve ABD’de sıcak hava dalgalarından ve orman yangınlarından 1.600’den fazla insanın öldüğü de rapordaki veriler arasında. Türkiye’de ise Türkiye Ormancılar Derneği (TOD), 2018 yılının kaydedilen 840 doğa kaynaklı afet ile en fazla afet yaşanan yıl olarak tarihe geçtiğini açıkladı.
-Isınma, kıtaların büyük bölümünde küresel ortalama değerlerin üzerinde. Hemen şu an insan kaynaklı emisyonları sıfırlasak bile 1,5°C’lik ısınma kaçınılmaz. Hatta bunun üzerine çıkabilir. Artık asıl mesele bunun ne zaman gerçekleşeceği. -Büyük ihtimalle 2°C’lik sıcaklık artışı olacak. Bu durumda en iyi ihtimalle böceklerin %18’ini, bitki türlerinin %16’sı yok olacak, ekosistemler zarar gördükçe ısınma artacak, süreç hızlanacak. -Orman yangınları, anormal hava olayları, işgalci türlerde artış, mercan resiflerin kaybetme ihtimalimiz çok kuvvetli. Okyanus ekosistemleri büyük zarar görecek ve okyanusların asit oranı artacak.
İklim krizinden doğrudan etkilenen insan sayısı her geçen gün artıyor. Bu sene Hindistan’da 50,8 dereceye varan sıcaklıkta kuraklık nedeniyle yüzlerce köy boşaltıldı. Ülkenin en kurak bölgesi Maratva’da son beş yılda 4700’den fazla çiftçi intihar etti. Haziran’da erimeye başlayan Grönland buzulları bu sene Nisan ayında erimeye başladı. Bu yılın erimesinin rekor seviyede olduğu duyuruldu.
-Pirinç, buğday ve tahıl üretiminde muazzam oranda düşüşle beraber gıda krizi, orta ve düşük gelir seviyesindeki ülkelerde açlık riski… Şehirleri vuran sıcak hava dalgalarının sayısı ve sıklığında artış, sıtma ve dang humması gibi salgın hastalıkların yaşanması ve kitlesel göçler… - Isınmanın en fazla etkileyeceği bölgelerden biri Akdeniz. Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya kuraklaşıp çölleşiyor. Tüm dünyada içme suyu kaynakları azalıyor.
Artık dünya ortalama sıcaklığı eskisine göre 1°C daha yüksek. Ayrıca iklim değişikliği kademeli bir süreç değil. Sıcaklık artışı kontrol altına alınmazsa permafrostların (donmuş (Tuna Emre’nin derlediği IPCC’nin toprak) ve buzulların tuttuğu 2018 Ekim ayında yayınlanan 550 milyonlarca ton sera gazı buzulların sayfalık Global Warming of 1.5ºC erimesiyle birlikte açığa çıkarak raporundan) atmosfere salınacak ve o günden 2
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 3
itibaren atmosfere hiç sera gazı salmasak bile küresel ısınmayı durdurmak bir daha asla mümkün olmayacak. 1988’de iklim krizinin risklerini değerlendirmek üzere Dünya Meteoroloji Örgütü ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından kurulan IPCC (Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli) 2018 yılında hazırladığı raporda, 12 yıl içerisinde karbondioksit salımını sıfıra indirmezsek geri dönüşü olmayan bir yola gireceğimizi açıkladı. Bu krizden en fazla etkilenecek coğrafyaların başında Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı Akdeniz havzası yer alıyor. Şimdi Türkiye’nin iklim değişikliğinden nasıl etkilendiğine ve iklim değişikliğine nasıl katkıda bulunduğuna bakabiliriz.
Türkiye: Daha sıcak daha az yağışlı Yıllardan beri birçok bilimsel raporda küresel düzeyde sıcaklık artışının kuraklığı, aşırı yağışların sıklığını, miktarını ve fırtına gibi aşırı hava olaylarının sıklık ve şiddetini yükselteceği uyarısı yapılıyordu. Türkiye için de daha sıcak, daha az yağış alan ve daha yüksek buharlaşmanın olacağı bir iklim ile kuraklık, fırtına, sel ve don gibi afetlerle karşı karşıya kalacağı uyarıları yapılıyordu. Şimdi yapılan bu uyarıların bir bir gerçekleştiğine tanık oluyoruz. Geçtiğimiz her bir yıl iklim değişikliğinden kaynaklı afetlerin sayısı ve şiddeti artıyor. 2019 yazında İstanbul sıcaklardan kavrulurken, bazı illerde aşırı yağışlar sellere, heyelanlara yol açıyor. İklim değişikliğinin etkilerini uzun zamandır yaşıyoruz. Kurak dönemlerin sıklaşmasına, tarımsal üretimdeki azalmaya, sıcaklara, daha önceleri nadiren görülen hortum olaylarının daha şiddetli hallerine, ani ve şiddetli yağışlara daha sık tanık oluyoruz. Yani iklim değişikliği uzak bir geleceğin ya da bizden sonraki kuşakların sorunu olmaktan çıkalı çok oldu. Artık etkilerini bizzat yaşıyoruz. Yapılan araştırmalar da Türkiye’nin iklim değişikliğinden nasıl ve hangi boyutlarda etkileneceğini bütünlüklü olarak görmemizi sağlıyor. Örneğin bu verilerden biri şöyle: Türkiye’de son 30 yılda önemli su ve tarım rezervleri olan su havzalarına düşen yağış miktarları yaklaşık %25 oranında azaldı deniyor. Bu azalış miktarının hemen bir sonucundan bahsedebiliriz. Tarımsal ürünler için gerektiği zaman ve miktarda yağışın olmaması ya da sulama amaçlı barajlarda yeteri kadar su olmaması halinde üretim miktarları düşüyor, 3
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 4
ürünlerin fiyatları artıyor. Bu durumdan ise hem geçimini tarımdan Türkiye’de sıcaklık değişimi sağlayanlar hem de ekonomik krizle birlikte zaten alım gücü azalan 2017 yılında, Türkiye’de ortalama kesimler çok ciddi bir biçimde sıcaklık 1970 yılına göre 1,5 etkileniyor. İklim değişikliğinin derece artarak 14,2 derece olarak havzalardaki su potansiyelini nasıl gerçekleşti. Türkiye ortalama etkileyeceği üzerine yapılan bir sıcaklıklarında 1998 yılından bu araştırmanın verileri ise durumun yana (2011 yılı hariç) süreklilik arz daha da kötüye gideceğini gösteriyor. eden bir artış var. Türkiye’de yaz maksimum sıcaklık 2050 yılına kadar Akdeniz Bölgesi ayları ortalamaları artarken, kış ayları Havzaları’nda %37, Konya minimum sıcaklık ortalamaları Havzası’nda %70, Fırat-Dicle eğilimi gösteriyor. Havzası’nda %10’lara varan su düşme (Meteoroloji Genel Müdürlüğü verileri) miktarı azalmalarını öngörüyor (TEMA 2015). Buna benzer verilerin olduğu başka raporlar da mevcut. Raporlarda belirtilen rakamlar bir miktar değişse de tüm raporlarda değişmeyen tek şey önümüzdeki yıllar içinde kuraklığın artacağı gerçeği. Suyun azalması ile birlikte hepimizin hayatını çok olumsuz etkileyecek sağlık, gıda, türlerin azalması vb. krizler ekolojik ve sosyal yıkımlara yol açacak.
İklim krizinin şiddetlendirdiği afetler Başta fırtına, sel ve don olmak üzere afetler günlük yaşantımızın birer parçası haline geldi. Bütün bu yaşanan afetler yıllardan beri dile getirilen uyarılırlar Türkiye’de yağış değişimi ile Türkiye’de beklenen iklim değişikliğinin etkileri ile bire bir 2017 yılı, Türkiye yıllık alansal uyumlu. ortalama toplam yağışı 506.6 mm ile 1981-2010 normalinin (574 Türkiye’de 2017 yılında 598, 2016 654, 2015 yılında mm) %12 altında gerçekleşti. yılında ise 731 meteorolojik afet gözlemlendi. 1990 yılından günümüze kadar Genel Müdürlüğü yağış miktarında azalma eğilimi Meteoroloji verilerine göre bahsi geçen bu üç yıl, bulunurken, 2017 yılında, 1990 yılından günümüze kadar görülen 1940’lardan beri ülke tarihinde en çok azalmaların üçüncüsü gerçekleşti. meteorolojik afetin görüldüğü yıllar (Meteoroloji Genel Müdürlüğü verileri) oldu. Ve bu afetlerin ortalama %80’inden fazlası fırtına, şiddetli yağış/sel ve dolu afeti olarak 4
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 5
gerçekleşti. Son yıllarda Türkiye’de iklim değişikliği kaynaklı afetlerin sayısının arttığını veriler tartışmasız bir biçimde ortaya koyuyor. Bu afetler gündelik yaşantımızı bir kâbusa çeviriyor. 2018’in ilk altı ayında Türkiye’nin çeşitli yerlerinde olup bitenler bile iklim krizinin geleceğin değil bugünün sorunu olduğunu ve hemen harekete geçilmesi gerektiğini gösteriyordu. Ocak ve Şubat ayında Türkiye’nin birçok yerinden fırtına ve aşırı yağış haberleri geldi: Kayseri’yi, Aydın’ı fırtına vurdu, Şanlıurfa’nın ilçesi Siverek’i sel aldı. Antalya ve Mersin’de aşırı yağışlardan dolayı okullar tatil edildi, eğitim sekteye uğradı. Fırtına Antalya’nın Kemer ilçesinde etkili oldu. İzmir’deki fırtınada, deniz taştı, iş yerlerini su bastı. Mart ayının özellikle son haftasında Türkiye’nin dört bir yanında aşırı yağışlar görüldü. Meteoroloji Genel Müdürlüğü, bütün yurtta aşırı yağış uyarısı verdi. Antalya’da metre kareye 149 kg yağış düştü. İstanbul’da sel ve dolu hayatı felç etti. Nisan ayında Bursa, Hatay ve Şanlıurfa’nın Birecik ilçesi sel ile mücadele etmek zorunda kalırken, Adana’da fırtına ağaçları kökünden söktü. Mayıs ayında ise Ankara’da sel felaketi kent yaşamını sekteye uğrattı. Yetkililerce “500 yılda olabilecek bir afet” olarak adlandırılan sel, 6 kişiyi yaraladı. Haziran ayı da afetsiz geçmedi. Ankara’yı yine sel vurdu, İstanbul’da şiddetli yağıştan uçaklar inemedi, su baskınları oldu. Kahramanmaraş’ta sel felaketinden 3 kişi hayatını kaybederken, Konya’da sağanak yağmur sele dönüştü (iklimhaber.org). Bütün bu felaketlerden kimimiz maddi kayıplar yaşadık; evlerimiz sular altında kaldı, kimimiz ise yaşamlarımızı kaybettik. Bütün bu büyük felaketler karşısında tek tek bireyler olarak çok savunmasızız. Bilimsel çalışmalar,iklim krizini durdurmazsak daha büyük felaketlerle karışılacağımız uyarıları yapıyor. Küresel iklim modelleri ile yapılan projeksiyonlara göre 2030 yılında Türkiye’nin büyük bir kısmının oldukça kuru ve sıcak bir iklimin etkisine gireceği, sıcaklıkların kışın 2, yazın ise 2 ila 3 derece artacağı söyleniyor. İklimin bu şekilde değişmesinin etkisiyle, meteorolojik, iklimsel ve hidrolojik afetlerin sayısında ciddi artışlar olacak deniliyor. Yani yukarıda 2018 ilk altı ayında yaşadıklarımızın daha şiddetlilerini daha sık yaşamaya başlayacağız. 5
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 6
Türkiye’nin iklim değişikliğine katkısı Türkiye’de doğanın sömürüsüne dayalı kalkınma uygulamaları yeni değil. Ama AKP hükümetleri ile birlikte, doğanın sömürülmesine ve iklim değişikliğine Türkiye’nin olumsuz katkısının artırmasında eşik atladığı kesin. “Büyük ve güçlü Türkiye” vurgusuna son dönemlerde “yerli ve milli” olmayı da ekleyerek AKP hükümetleri, doğal varlıkların hem piyasaya açılmasını hem de bizzat devlet eliyle sömürülmesini sağladı. Toprakları Hidroelektrik santral (HES) ve barajlarla sular altında kalan insanlar tüm geçim kaynaklarını, tarihlerini, kültürlerini kaybettiler. Aynı şekilde enerji projeleri (kömürlü termik santraller, nükleer santralleri, kaya gazı aramaları, jeotermal enerji santralleri, rüzgar enerji santralleri) ile Türkiye’nin enerji pazarında daha fazla pay almasına yönelik enerji nakil hattı projeleri ile havalimanları, otoyollar ve Kanal İstanbul gibi “çılgın” projeler de bulunmakta. Ve tabi madencilik faaliyeti ve tüm ekolojik sınırları zorlayan betonlaşmış kentler... Bahsedilen tüm bu projeler tarım arazileri, meralar, ormanlık ve sulak alanlar üzerinde inşa ediliyor ve Türkiye’nin su varlıklarının, tarımsal alanlarının azalmasına kirlenmesine, hayvancılık ve tarımsal üretimin sekteye uğramasına, havanın kirlenmesine, ormanlık alanların hızla yok olmasına ve biyo çeşitlilikte azalışa neden oluyor. Bütün bunların olumsuz etkilerini çok kısa bir zaman diliminde hissediyoruz, görüyoruz. Ama aynı zamanda bu yapılanların her biri daha büyük bir krize, iklim değişikliğine olumsuz katkıda bulunuyor. AKP hükümetlerinin kalkınma ve büyüme hedefi enerji ve inşaat sektörüne dayanıyor. Türkiye’nin 2023 yılı Strateji hedefleri içinde enerji alanındaki hedefleri önemli yere sahip. Enerjinin büyük kısmını ithal eden Türkiye “cari açığı, enerjide dışa bağımlılığı azaltma” hedeflerine ek olarak, enerji ihraç eder konuma gelme hedefi ile tüm yerli enerji kaynaklarını kullanmak üzere hareket ediyor. Türkiye’nin hidrolik potansiyelinin şuan yaklaşık 3’te biri enerji alanında değerlendirilmekte. 2023’e kadar potansiyelin yüzde yüzünün kullanılmasını hedefliyor. Bu hedef doğrultusunda 2002-2016 dönemi içinde 439’u 10 MW’nin altında 919 HES projesi için elektrik üretim lisansı verildi. Verilen bu lisanslarla çok az debisi olan dereler üzerine bile HES’ler yapıldı. Can suyu diye tarif edilen HES işletmesinin dereye bırakması gereken su miktarı o kadar azaldı ki, dereler kurudu. Küçük HES’lerin beklenen ekonomik katkıyı sağlamadığı anlaşılınca kömürlü termik santrallere yönelindi. Türkiye’de 2012 yılı kömür yılı ilan edildi ve termik santrallere hız verildi. AKP hükümetlerinin ilk 11 yılında (2013) termik santral için toplam kapasitesi 67 bin 786 MW olan 251 elektrik üretim lisansı verildi. 2013-216 döneminde ise 314 elektrik üretim lisansı verildi. Birincil enerji kaynağı olarak fosil yakıtlardan vazgeçmeyen AKP hükümetleri yerli kömür kaynaklarının tamamını ve ithal 6
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 7
kömür kullanmayı da hedefliyor. Türkiye’nin küresel emisyonlardaki payı her geçen yıl artarken, salım miktarlarındaki artış hızı Türkiye’yi iklim değişikliğine olumsuz katkıda bulunan ülkelerin başına yerleştiriyor. TÜİK tarafından Türkiye’nin en son 2017 yılı sera gazı emisyonu CO2 eşdeğeri 526,3 milyon ton olarak açıklandı. Bu veri sera gazı emisyonlarının 2016 yılına göre %5,6 oranında 1990 yılına göre ise %140,1 artığını gösteriyor. 2015’te iklim zirvesinde kabul edilen Paris Anlaşması, Türkiye tarafından imzalandı ama TBMM’de onaylanmadı. Bu yüzden şuan Paris Anlaşmasının Türkiye için hiçbir anlamı yok. Paris Anlaşması küresel sıcaklık artışının 2, mümkünse 1,5 derecede sınırlandırılmasını hedefliyor. Bu hedefe ulaşmak için de taraf ülkelerin karbon emisyonlarında yapacağı azaltım planlarını içeren INDC (Kesin Katkılar İçin Ulusal Niyet Beyanları) talep edildi. Türkiye’nin sunduğu Ulusal Katkı Niyet Beyanı tam bir iklim eylemsizlik planı niteliğindeydi. Türkiye şunu söyledi: “2030’a kadar herhangi bir iklim politikası uygulamazsam ulaşacağım emisyon miktarı 1.175 milyon ton CO2 olacak. 2030’da 929 milyon ton CO2 ’ye düşmeyi planlıyorum, böylece %21 azaltım yapıyorum”. Türkiye’nin açıkladığı artıştan azaltım hedefi iklim değişikliğini durdurmak için ihtiyaç duyulan hedeflerden çok uzak olduğu gibi gerçeği de yansıtmıyor. Hiçbir gerçekliğe dayanmayan kağıt üzerinde büyük büyüme hedeflerine dayanarak fosil yakıtların kullanımında, bu sektörlere teşvikler verilmesinden vazgeçilmeyeceğini açıklamış oluyorlar. Herhangi bir doğal afet halinde yetkililer şöyle açıklamalar yapıyorlar “Ne yapalım, iklim değişikliği var. İklim değişikliğinin şiddetlendirdiği bu doğal afet karşısında elimizden bir şey gelmiyor”. Hayır, durum böyle değil. İklim değişikliği kendiliğinden olan bir süreç değil, bir kader de değil. Fosil yakıt kullanımı, yeni havalimanları, otoyol projeleri, kentlerin betona boğulması, tarım ve ormanlık arazilerin yok edilmesi atmosfere daha fazla karbondioksit salımı iklim değişikliğine yol açıyor. Bu yüzden tarihsel olarak iklim değişikliğine katkısı diğer gelişmiş ülkeler kadar olmasa da günümüzdeki politikaları ve artan emisyon miktarı açısından Türkiye de iklim değişikliğinden sorumludur.
Bu felaketin sorumlusu kim? İklim krizini anlamak için kapitalizmin insanı ve doğayı nasıl meta olarak görüp onları sömürerek ekolojik bir felakete neden olduğunu görmek önemli. Kapitalizmin motoru sermaye birikimidir ve teker teker şirketler 7
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 8
AKP’nin çevre yıkımı AK Parti hükümetleri bugüne kadar açıkladıkları tüm programlarda her alanda serbest piyasa koşullarını güçlendirmeyi hedeflediklerini söylediler ve buna uygun adımlar da attılar. Doğal varlıkların şirketlerce daha fazla sömürüsü için yasal sınırlamaları şirketler lehine değiştirdiler. 1993 yılında yürürlüğe giren Çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) “yatırımları yavaşlattığı” iddiası ile 2014 yılına kadar 17 defa, 2014 yılından bu yana da 3 kez değiştirildi. 2016 yılında madde 80 ve 2017 yılı sonunda bir torba kanun ile tekrar ve tekrar şirketler, yatırımcılar lehine değiştirildi. Şirketler lehine yapılan bu düzenlemeler sayesinde 1993-2017 yılları arasında çevreye ciddi zararlar verebilecek pek çok faaliyet ÇED kapsamından çıkarıldı. Belirtilen yıllar arasında sadece 49 proje için ÇED olumsuz kararı verilirken, 4.887 projeye ÇED olumlu kararı, 57.658 proje için ise ÇED gerekli değildir Üçüncü Köprü inşaatı sırasında kateledilen kararı verildi. ormanlık alan. arası rekabet aynı zamanda teker teker kapitalist devletlerarası bir rekabeti de beraberinde getirir. Her biri daha fazla sermaye biriktirmek ve büyümek isteyen şirketler ve devletler üretimi kör bir rekabet girdabı içerisinde sürdürüyor. Kapitalizmin bu temel amacı, sürekli sermaye birikimi, devletlerin savaş, yoksulluk, iklim değişikliği gibi küresel sorunları gidermede hiçbir önemli adım atamamasının nedenidir. Hükümetler 30 yıldır iklim krizini bildikleri halde dev petrol şirketlerini korumaya devam ettiler. 30 yılda iklim krizinin önüne geçmek için hiçbir şey yapmadılar. Bundan 4 sene önce 2015’te global gayri safi gelirin %2’si ile CO2 salımını %60 düşürmek ve bu krizi durdurmak mümkün ve çok daha kolaydı. “İklim krizinin sorumlusu hepimiziz” yalanın gerçek olmadığını biliyoruz. İklim krizini yaratan fosil yakıt şirketleri, hükümetler ve kapitalizmdir. Yani dünya nüfusunun %1’idir. 8
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 9
İklim adaleti sosyal adalettir İklim değişikliğinin dünya üzerindeki etkileri her geçen gün daha belirgin hale gelirken her kıtadan her ülke iklim değişikliğinden farklı şekilde etkileniyor. Bugüne kadar dünya iklim değişikliğinin çevresel etkilerine odaklanıldı. Atmosferdeki sera gazı emisyonu miktarına, yükselen denizlere, artan sıcaklıklara ve diğer verilere odaklanılıyor, bütün bunlar önemli, ama kritik bir bileşen eksik; iklim değişikliğinin yarattığı sorunların temelinde bir sosyal adaletsizlik sorunu olduğu.
Ayın sonunu sonuna karşı
getirmeyenler
gezegenin
Oxfam raporuna göre, dünyanın en zengin 26 milyarderinin serveti, dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50’sini oluşturan 3,8 milyar insanın toplam varlığına eşit. Dünya çapında 2200 milyarderin serveti 2018’de 900 milyar dolar, yani günde 2,5 milyar dolar arttı. En zenginlerin serveti yüzde 12 oranında artarken, dünya nüfusunun en yoksul yarısının varlığı yüzde 11 azaldı. 2001 krizinin atlatmak için özelleştirme politikalarına hız verilen Türkiye’de ise gelir adaletsizliği her geçen yıl arttı. İş yasalarında yapılan düzenlemelerle işçi sınıfının parçalanmasına yol açan bir dizi düzenleme gerçekleştirildi. Taşeron sistemi gibi güvencesiz ve geçici çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması, sendikaların bir güç olmaktan çıkartılması, işçi mücadelelerine saldırıların artması (grevlerin yasaklanması), emeklilik yaşının yükseltilmesi, sosyal güvenliğin kapsamının daraltılması, iş saatlerinin uzatılması, işgücü maliyetlerinin aşağıya çekilmesi gibi birçok uygulamanın sonucu işçiler yoksullaşırken daha az sayıda daha büyük zenginler yaratıldı. Türkiye’de 2017’de sayıları 40 olan dolar milyarderleri, 2018’de azalarak 29 kişiye indi. 2018 yılı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’na göre en yüksek gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay, 2017 yılında yüzde 47,4 oldu (TÜİK). 2018 borç krizi sonucu ise yüzde 40 oranındaki gelir kaybı ile başlayan yoksullaşma dalgası bölüşümdeki bu adaletsizliği daha da artırdı. Dünyada açlık çeken insanların sayısı 820 milyonu aştı. Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Raporu’nda, 2017-2018 aralığında dünya nüfusunun yüzde 11’inin yeterli beslenemediğini açıkladı. 2015 yılında açlık çeken insanların sayısı 785 milyondu. 2 milyar çocuk, kadın ve erkeğin ise gıda 9
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 10
İklim değişikliği ve kadınlar İklim değişikliğinin yarattığı doğal afetler ve sosyo-ekonomik koşulları toplumsal cinsiyet ilişkisi açısından inceleyen tüm araştırmalar, yoksulların ve özellikle yoksul kadınların iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden daha fazla etkilendiğini gösteriyor. Bu durumu yaratan kadınların fiziksel ya da ruhsal olarak güçsüz olmaları değil tarihsel olarak ve şiddetli bir biçimde kadınlara yönelik ayrımcılığın, cinsler arası eşitsizliğin, adaletsizliğin bir sonucudur. 1990’ların başında Bangladeş’teki kasırgada ölenlerin yüzde 90’ı kadınlardı. Özellikle iklim değişikliğinin şiddetlendirdiği kuraklıktan en fazla kadınlar etkileniyor. Kimi Sahraaltı Afrika ülkelerinde kadınlar günde 8 saatlerini su bulmak için harcıyorlar. Okullarda su bulunmaması kız çocuklarının okula gitmemelerinde önemli bir yere sahip. Kentlerde her geçen gün artan su fiyatlarından yoksul kadınların yaşam standartlarında düşüşe neden oluyor. İklim değişikliği ‘Afrika’nın yoksul ülkelerinde çocuk gelinler’ kuşağı yaratıyor. Yiyecek bulmakta zorlanan, gelirleri radikal bir biçimde düşen ailelerin hayatta kalmak için buldukları çözüm; çocuk yaştaki kız çocuklarını evlendirmek. BM Nüfus Fonu verilerine göre 2015’de yaklaşık 4,5 milyon kız çocuğu 15 yaşından önce evlendirilmiş. BM Çocuk Fonu UNİCEF, 2015’te mevcut hal devam etmesi durumunda sadece Afrika’da “çocuk gelin” sayısının 2050’ye kadar en az ikiye katlanacağını, 310 milyona ulaşabileceğini söylüyor.
10
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 11
güvensizliğinden farklı şekillerde etkileniyor ve bu sayı da dünya nüfusunun yüzde 25’inden fazlasına tekabül ediyor. Açlık özellikle iklim değişikliğine daha az etkide bulunan, ekonomisi zayıf ülkelerdeki insanları vuruyor. Afrika’da her beş kişiden biri açlık çekiyor. Açlık her kıtada artış gösteriyor; Güney Asya’da insanların yüzde 15’i, Latin Amerika ve Karayipler’de insanların yüzde 7’si yeterli beslenemiyor. 2008 yılında başlayan küresel ekonomik kriz tüm dünyada sosyal eşitsizlikleri artırdı. Kemer sıkma politikalarına, işsizliğe ve düşen ücretlere karşı tüm dünyada işgal et (occupy) eylemleri başladı. Hareketin “Biz %99’uz, onlar %1” sloganı tam da burada bahsettiğimiz adaletsizliklere dikkat çekiyordu. Tüm dünyayı saran hareketler ekonomik taleplerin yanında ekolojik talepleri de dile getirdiler. 2018 yılında Fransa’da ortaya çıkan Sarı Yelekliler hareketi de Macron’un kemer sıkma politikalarına ve “yeşil benzin vergisi” uygulamasına karşı sokağa çıktı. Ekolojik ve ekonomik krizin çalışanlar ve çiftçiler üzerindeki etkisinin farkında olan bu hareket “Ayın sonunu getiremeyenler gezegenin sonuna karşı” sloganıyla Paris ‘te düzenlenen iklim değişikliği eylemine destek verdiler.
İklim krizini durdur, göçmenleri savun Yaşanan yıkıcı afetler, geçim kaynaklarının azalması gibi etkiler sonucu ulusal ekonomiler, topluluklar ve insanlar etkileniyor. Bu olumsuzluklardan en çok etkilenenler hep en yoksul ve en savunmasız insanlar oluyor. Ekonomisi iklimle bağlantılı sektörlere dayanan, geçim
İklim mültecileri Göç, iklim değişikliği gibi, küresel bir mesele ve geleneksel devlet sınırlarını dikkate almadığı için konuyla ilgili 1951 Mülteci Sözleşmesi, Nansen Girişimi veya 2015 Paris Sözleşmesi gibi uluslararası buluşmalar yapılmasına ve iklim mültecilerinin küresel göçün önemli bir parçası haline gelmesine rağmen, “iklim mültecileri” terimin hala uluslararası hukukta bir yeri yok. “İklim mültecileri” sayısını tahmin etmek zor çünkü bu sayılar bugün alınacak önlemlere ve yapılacak değişimlere bağlı olarak değişecek. Birkaç rapordan örnek vermek gerekirse; IPCC, 2050 yılına gelindiğinde, dünya nüfusunun yüzde 1,5’inin - 150 milyon – insanın göç etmek zorunda kalacağına inanıyor. Dünya Bankası Grubu’nun raporunda yine benzer rakamlar veriyor, yapılan ortalama tahmin 200 milyon.
11
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 12
seçeneklerinin kısıtlı olduğu bazı bölgelerde ürün veriminin azalması, kıtlık, içme suyuna erişim gibi tehditlerle gıda güvenliği sorunu oluşuyor, yoksul insanların sağlığı olumsuz yönde etkileniyor. Bu ve kıyı bölgelerindeki yükselen su seviyeleri yüzünden toprak kayıplarının beklendiği yerlerde, göç etmek tek çözüm oluyor. Bazen geçici bazen de kalıcı göçlerle evlerini terk etmek zorunda kalanlar “iklim mültecileri” haline geliyor. Göçlerin yanında sosyal adaletsizliklerin içinde cinsiyet ve yaş gibi faktörler de var. İklim krizinin, kadınlar ve erkekler arasındaki mevcut eşitsizlikleri daha da arttırabileceğini, onları yeni kırılganlıklara maruz bırakabileceğini ve yoksulluk, ayrımcılık ve sosyo-ekonomik eşitsizlik deneyimleri artırabileceğini vurgulamak önemli. Yaşlı ve çocukların da kırılganlıkları göz önüne alındığında iklim krizinin neden olduğu hasarlara yetişkinlerden daha duyarlı olduğu gerçeğini de unutmamak gerekiyor. Güney ve Orta Amerika’dan ABD’ye doğru ilerleyen kitlesel göçün ardındaki önemli nedenlerden biri de iklim değişikliğidir. Bu bölgelerde yaşan insanların yaklaşık üçte biri geçimlerini tarımsal faaliyet ile sağlıyorlar. İklim değişikliğine bağlı olarak tarımsal ürünlerde azalış hem insanların işsiz kalmasına yol açıyor hem de daha fazla sayıda insanın gıda güvenliğini tehdit ediyor. İnsanlar, işsizlikten, şiddetten, yoksulluktan ve aynı zamanda yiyecek bir şeyleri olmadığı için göç ediyorlar. Hem iklim değişikliği inkârcısı hem de göçmen düşmanı Trump gibi sağcı, otoriter figürler göçmenlere karşı nefreti körüklüyor, sınırlara duvarlar örüyor. Yaşam koşullarının daha iyi olduğu ülkelere kaçmaya çalışan göçmenler bu ülkedeki aşırı sağcılar tarafından ekonomik krizin sorumlusu ilan ediliyor. Oysa göçmenler ne ekonomik krizin ne de ekolojik krizin sorumlularıdır. İkisinin de sorumlusu küresel zenginler yani %1’dir. Bu nedenle iklim adaleti aynı zamanda ırkçılığa karşı göçmenlerle de dayanışan bir taleptir.
Küresel İklim Hareketi Çevre ve ekoloji hareketleri 1968 hareketinin ardından tüm dünyada yükselen bir ivme izledi. Şirketlerin yol açtığı çevre felaketlerine karşı yerel ve ulusal hareketler mücadelelerini sürdürmekle birlikte hareketlerin uluslararası bir nitelik kazanması ve iklim değişikliği özelinde harekete geçmeleri çok daha yakın bir zamanda oldu. İlk kez ABD’de 22 Nisan 1970’de düzenlenen Yeryüzü Günü (Earth Day) doğanın kirletilmesine ve hava kirliliğine karşı gerçekleşen ilk büyük 12
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 13
eylemdi. ABD’de gerçekleşen bu eyleme 20 milyon kişi katıldı. Onbinlerce okul ve üniversitede iş bırakıldı. 1990 yılında Yeryüzü Günü Network’ü tüm dünyada eylem ilan etti. Bu çağrıyla birlikte insanlık tarihinin gördüğü en büyük eylemlerden biri gerçekleşti. 141 ülkede 200 milyon kişi sokağa çıktı. Bu eylem, geri dönüşüm meselesini öne çıkarmayı başardı ve 1992’de Rio de Janeiro’da BM Dünya Zirvesi toplanmasını sağladı. Yeryüzü Günü 1990 yılından beri her yıl 22 Nisan’da yapılmaya devam ediliyor. Hatta Paris İklim Antlaşması 2016 yılında Yeryüzü Günü’nde ABD, Çin ve birçok devlet tarafından imzalanmıştı. Yeryüzü Günü eylemleri her ne kadar küresel bir eylemliliği tetiklemiş ve çevre ve iklim meselelerini gündeme taşımış olsa da bugün küresel iklim hareketi olarak adlandırdığımız hareket esas olarak 1999 yılında başladı. O yıl, ABD’nin Seattle şehrinde gerçekleşen Dünya Ticaret Örgütü (WTO) toplantısı yüzbinlerce işçi ve aktivist tarafından protesto edildi. İşçiler, göçmenler, ekoloji aktivistleri birarada “başka bir dünya mümkün” sloganını öne çıkardılar ve kapitalist küreselleşmeye karşı “alternatif küreselleşme”yi savunmaya başladılar. 1991’de SSCB’nin dağılmasının ardından kapitalizmin mutlak zaferinin ilan edildiği ve Dünya Ticaret Örgütü’nün (WTO) küreselleşmenin başını çektiği bir dönemde, dünyanın en güçlü kapitalist ülkesi olan ABD’de küresel adaletsizliklere ve ekolojik yıkıma karşı bir isyan patlamış oldu. Bu isyan dalgası küresel bir antikapitalist hareket olarak hızla dünyaya yayıldı. Seattle’da başlayan hareket Porto Alegre’de yeni bir aşamaya geçti.
Dünya Sosyal Forumları 1999 yılı ve sonraki birkaç yıl Latin Amerika’da işçi hareketinin ve radikal solun yükseldiği bir dönemdi. 1970’lerden itibaren neoliberal politikaların laboratuvarı olarak bilinen Latin Amerika ülkelerinde başta Amazonlar olmak üzere birçok yerde yerli halklar, topraksız köylüler ve kent yoksulları hem sosyal adaletsizliğe hem de doğanın şirketler tarafından talan edilmesine karşı mücadele ediyordu. Ormanların özelleştirilmesi veya işletmelerinin maden şirketlerine verilmesine, doğayı mahveden barajlar gibi projelere karşı direnişler yaşanıyordu. 1999’da önce Venezuela’da ardından Brezilya ve diğer pek çok Latin Amerika ülkesinde radikal sol partiler veya sosyal demokrat partiler iktidara gelmeye başladı. Küreselleşmeye karşı Güney’den yükselen sosyal adalet talebi 2001 yılında yeni bir küresel hareketin doğmasına yol açtı. 13
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 14
Brezilya tarihinde ilk kez İşçi Partisi’nin iktidar oluşu ile birlikte 2001 yılında Porto Alegre’de ilk Dünya Sosyal Forumu toplantısı yapıldı. Daha ilk foruma 100’den fazla ülkeden 12.000 temsilci katıldı. Sol partiler, sendikalar, STK’lar, aktivistler biraraya gelerek devletlere ve şirketlere karşı ortak taleplerini belirlemeye başladılar. Sosyal Forumlar 2013 yılına kadar her yıl, 2018 yılına kadar ise iki yılda bir yapılmaya devam edildi. Forumların en önemli başlıklarından biri de kapitalizmin yol açtığı ekolojik yıkım ve küresel ısınmaydı. Hem Dünya sosyal Forumu hem de Avrupa Sosyal Forumu gibi küresel hareketlerin biraraya geldiği forumlar birçok kez küresel eylem günlerinin ilan edilmesini ve bütün hareketlerin küresel talepler etrafında birleşmelerine olanak sağladı.
350 kampanyası 350 kampanyası, iklim aktivisti Bill McKibben tarafından 2007 yılında kuruldu. O döneme kadar iklim hareketi fosil yakıtların terk edilmesini savunuyor olsa da somut olarak küresel ısınmayı durdurmak için ne talep edilmesi gerektiği konusunda net değildi. Bilim insanı James E. Hansen’in yazdığı bir makaleden yola çıkan McKibben, geniş bir hareketler koalisyonu kurarak 350 Kampanyası’nı başlattı. Makale, atmosferdeki karbon miktarını milyonda 350 ppm ile sınırlandırmayı savunuyordu. Adını buradan alan 350 kampanyası, 350 ppm sınırını küresel bir talep haline getirdi. 350 Kampanyası 24 Ekim 2009’da “İklim İçin Küresel Eylem Günü” ilan etti. COP15 zirvesine katılacak siyasileri ve uzmanları harekete geçirmek amacıyla 181 ülkede 5.200 eylem gerçekleştirildi. Bu küresel iklim hareketinin ilk bilimsel temelli talep eylemi olarak da tarihe geçti. 10 Ekim 2010’da “10/10/10 Küresel İş Partisi” ilan eden hareket tüm dünyada sadece eylemleri değil ağaç dikimi, güneş panelleri monte edilmesi gibi etkinlikler düzenledi. 2012’de ise küresel “Noktaları Sen Doldur” eylemleri ile küresel ısınma ile aşırı hava olayları arasındaki ilişkiye dikkat çeken eylemler gerçekleştirdi. 14
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 15
Halkların İklim Hareketi
350 kampanyası liderliğinde 21 Eylül 2014 yılında iklim değişikliğine karşı Halkların İklim Yürüyüşü çağrısı yapıldı. Eylem çağrısının nedeni 23 Eylül’de New York’ta BM İklim Zirvesi için toplanacak siyasilere “harekete geçin” demekti. Örgütlendiği yer ABD olmakla birlikte bu küresel bir eylem çağrısıydı. New York’ta 310 bin kişi tarihin en büyük iklim yürüyüşünü gerçekleştirdi. Dünya genelinde ise 600 bin kişi sokağa çıktı. 2008 ekonomik krizinin etkilerinin sürmekte olduğu ve göçmenlere karşı aşırı sağın yükselmekte olduğu bir dönemde Halkların İklim Hareketi “iklim adaleti” sloganını öne çıkardı. Yürüyüşün en önünde göçmenler yer aldı. Hareket, 2015 yılında Ulusal Eylem Günü ilan ederek onbinleri hareket geçirdi. 2017’de Trump’ın Başkan seçilmesinin ardından Trump’ın başkanlığının 100. günü için kitlesel bir yürüyüş düzenledi. Küresel ısınma gerçeğini reddeden Trump’a karşı “her şeyi değiştirmek için herkese ihtiyacımız var” sloganını öne çıkardı. 2018’de ise “İklim, İş ve Adalet İçin Ayağa Kalk” sloganıyla bir kez daha yüzbinleri sokağa çıkardı.
İklim İçin Okul Grevleri Okul grevleri ilk olarak 2015 yılında Paris’te gerçekleşen BM İklim Değişimi Kongresi sırasında gerçekleştirildi. Öğrenciler, konferansın başlayacağı gün tüm dünyada okul grevi yapılması çağrısı yaptı. Çağrıya 100’den fazla ülkeden 50 bin öğrenci katıldı. 15
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 16
Ancak okul grevinin küresel bir harekete dönüşmesi 15 yaşındaki İsveçli öğrenci Greta Thunberg’in, Ağustos 2018’de başlattığı okul grevi ile gerçekleşti. Greta, İsveç’teki orman yangınları ve aşırı sıcaklar nedeniyle ulusal seçimlere kadar okula gitmeyerek Stockholm’deki İsveç Parlamentosu önünde grev yapmaya başladı. İsveç’in derhal üzerine düşen görevleri somut olarak bir eylem planı ile hayata geçirmesini savunarak greve her Cuma devam etti. Greta’nın başlattığı okul grevleri tüm dünyada ses getirdi. Greta birçok uluslararası zirveye konuşmacı olarak çağrıldı ve küresel ısınmanın sorumlusu olarak %1’i, yani şirketleri ve harekete geçmeyen siyasileri işaret etti. Greta’dan ilham alan öğrenciler Almanya, İngiltere, İsviçre gibi birçok ülkede kendi hükümetlerini harekete geçirebilmek için yerel ve ulusal grevler örgütlemeye başladı. Küresel bir eylem biçimi olmaya başlayan grevler 15 Mart 2019’da ortak bir küresel greve dönüştü. 15 Mart’ta 2000 şehirde 1,4 milyon öğrenci iklim değişikliğini durdurmak için yetişkinleri göreve davet ederek greve çıktı. 24 Mayıs 2019’da ise Küresel İklim Grevi’nin ikincisi örgütlendi. Fridays for Future (Gelecek İçin Cumalar) 1851 şehirde 1,5 milyondan fazla öğrencinin greve katıldığını ilan etti. Hareket, 20-27 Eylül’de bir kez daha grev çağrısı yapıyor. Ancak bu kez sadece Cuma günü değil bütün bir hafta eylem haftası ilan edildi. Üstelik bu defa sadece öğrenciler değil sendikalar da grev çağrısı yapıyor.
Yokoluş İsyanı (Extinction Rebellion) Yokoluş İsyanı, içinde bulunduğumuz iklim değişikliği krizine, biyolojik çeşitlilik kaybına, sosyal ve ekolojik çöküş riskine karşı devletlerin hareketsizliğini şiddetsiz sivil itaatsizlik eylemleriyle protesto eden bir hareket. Küresel ısınma gerçeğini 30 yıldır bilmelerine rağmen hiçbir adım atmayan hükümetleri gerçekçi adımlar atmaları için zorlayan eylemler düzenliyor. İsyan, 31 Ekim 2018’de, İngiltere Hükümeti aleyhine bir isyan beyanı ile başladı ve kısa süre içerisinde 59 ülkede 350’den fazla grubun olduğu küresel bir harekete dönüştü. İklim krizinden ırk, cinsiyet, milliyet, yaş veya dil gözetmeden herkes etkileniyor, bu sebeple de hayatın her kesiminden, kendi, çocuklarının, torunlarının geleceği için endişelenen ve Yokoluş 16
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 17
İsyanı’nın değerlerini benimseyen, sistem değişikliği gerekliliğine inanan her insanın dahil olabildiği bir hareket. Yokoluş İsyanı’nın varlığımızı tehdit eden iklim felaketi ve ekolojik çöküşe karşı üç temel talebi var: 1. Hükümet, içinde bulunduğumuz durumun ne kadar ölümcül olduğu konusunda doğruyu söylemeli, bu pozisyonla uyumlu olmayan tüm politikalarını değiştirmeli ve medyanın yanı sıra kendisi de değişimin aciliyeti konusunda halka bilgi vermeli. 2. Hükümet karbon salımlarını 2025 yılına kadar net sıfıra indirmek üzere bağlayıcılığı olan yasalar çıkarmalı. 3. Biz enkazdan çıkarken, bu hedefe ulaşmak için atılacak adımları denetleyecek bir Yurttaşlar Meclisi kurulmalı.
İklim acil durumu ilan eden yönetimler Yokoluş İsyanı eylemleri sonucu İngiltere tüm dünyada iklim için acil durum ilan eden ilk ülke oldu. İngiltere’nin ardından İrlanda parlamentosu da İklim Acil Durumu’nu parlamentoda kabul ederek ilan etti. Daha sonra Portekiz ve Kanada parlamentoları da acil durum kararı aldılar. En son Arjantin parlamentosu aynı kararı aldı. Bugüne kadar 17 ülkede 820 yasama organı İklim Acil Durumu ilan etmiş durumda. Bunların büyük çoğunluğu yerel yönetimlerden oluşuyor ve neredeyse tamamı acil durum ilanını 2019 yılı içerisinde kabul ettiler. İklim Acil Durumu ilan eden yönetim bölgelerinde toplam 190 milyon kadar insan yaşıyor.
Bu taleplerle harekete geçen Yokoluş İsyanı en büyük kitle eylemlerini Londra’da gerçekleştirdi. Binlerce aktivist 10 gün boyunca merkezi noktaları işgal ederek yolları ve köprüleri trafiğe kapattı. Bu radikal mücadele sayesinde İngiltere Parlamentosu, İşçi Partisi’nin önerdiği “iklim acil durumu” ilanını kabul etti. Yokoluş İsyanı 20-27 Eylül’de gerçekleşecek İklim için küresel grev çağrısının da örgütçüleri arasında yer alıyor.
Türkiye’de İklim Hareketi Türkiye’de iklim değişikliğine karşı mücadele 2005 yılında Küresel Eylem Grubu’nun (KEG) kurulması ile başladı. KEG mücadelesine küresel ısınmanın, nükleer tehlikenin, ekolojik krizin, savaşların ve işgallerin, sosyal eşitsizliklerin, mülteci akınının ve yayılan şiddetin ortak nedeninin, 17
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 18
büyüme-ilerleme saplantısını sürdüren, kendi krizlerini yıkıcı tüketimi körükleyerek aşmaya çalışan ve dünyayı ya da insanları değil, sadece şirket kârlarıyla özel çıkarları kollayan küresel kapitalist sistem olduğu tespitiyle başladı. Uluslararası iklim adaleti hareketinin bir parçası olarak aktif olduğu dönemde çok sayıda zirve, toplantı, yürüyüş, festival, miting, konser düzenledi. Uluslararası eylem günlerinde eylemler gerçekleştirdi. 350 ppm talebini sahiplenerek Türkiye’de yaygınlaşmasını sağladı. Türkiye’de küresel ısınma konulu ilk eylem KEG’in çağrısıyla 3 Aralık 2005’te Kadıköy’de gerçekleştirilen “ABD Kyoto’tu imzala- temiz enerji istiyoruz” eylemi oldu. 28 Nisan 2007’de ise KEG’in “Başka bir enerji mümkün- Türkiye Kyoto’yu imzala” çağrısıyla yine Kadıköy’de gerçekleştirdiği eyleme 10 bin kişi katıldı. 24 Ekim 2009’da ise ilk 350 eylemi gerçekleştirildi. KEG’in çağrısıyla “350 Hemen Şimdi” eylemi yapıldı. 12 Aralık 2009’da ise Kopenhag’taki iklim zirvesi sırasında tüm dünya ile birlikte İstanbul’da da büyük bir yürüyüş ve konser düzenlendi. Tüm dünyada gerçekleşen 10/10/2010 eylemleri kapsamında Taksim’de gerçekleşen KEG eyleminde Noam Chomsky konuşmacı oldu. 18
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 19
KEG’in de içerisinde olduğu geniş bir koalisyon sonraki yıllarda “İklim Zirvesi”, “İklim İçin Ses Ver” gibi kampanyalar yapmaya devam etti.
Sıfır Gelecek Fridays for Future hareketine dahil olup okul grevlerini Türkiye’de başlatan öğrenciler, 24 Mayıs günü Maçka Parkı’nda yaptıkları basın açıklamasında 20 Eylül uluslararası iklim grevine katılma çağrısı yaptılar. Bu çağrı üzerine 31 Mayıs’ta bir araya gelen Yeryüzü Derneği, KOS, 350.org, Parents For Future, Antikapitalistler, Fridays For Future, Genç Yeşiller, Yokoluş İsyanı, Yeşil Düşünce Derneği ve Buğday Derneği gibi kampanya ve kurumlar her hafta buluşarak iklim eylemi haftasının örgütlenmesine başladı. Merkezi kampanyanın ismi Sıfır Gelecek olarak belirlendi. Kampanyanın tanıtım metninde “Önümüzde yalnızca iki seçenek duruyor. Ya küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlamak için üstümüze düşeni yapacağız ve sıfır karbon emisyonuna geçeceğiz ya da yaşamın sona erdiği bir gelecek ile yüz yüze geleceğiz. O yüzden biz de ya sıfır gelecek ya da sıfır gelecek diyoruz!” açıklaması yer alıyor. Sıfır Gelecek kampanyasına dahil olan gruplar 20 Eylül tarihine kadar iklim adaleti, ormansızlaştırma, fosil, hava kirliliği, gıda ve plastik konuları üzerinden iklim krizinin sebepleri ve yol açtıklarını gündeme alacağı toplantı, film gösterimleri, eylemler, sokak performansları ile 20 Eylül grevinin örgütlenmesini yapıyor.
İklimi değil sistemi değiştir! İklimi değiştiren sera gazlarını azaltmak için yeterli teknolojimiz, bilgimiz var. İnsanlığı ve birçok türü yok oluşa sürükleyecek bu yıkım karşısında bugüne kadar anlamlı hiçbir şey yapılmamasının nedeni açık ki ne teknolojik yetersizlik ne de insanların bencil varlıklar oluşu. Bizi bu yok oluşa sürükleyen de yoksulluğu, işsizliği, göçü, savaşı, ırkçılığı, cinsiyetçiliği var eden de ekonomik ve toplumsal örgütleniş biçimimiz. Kapitalist sitemin içinde eşitsizlik ve adaletsizlik hep var oldu. İklim krizi ise var olan her alandaki eşitsizliği ve adaletsizliği derinleştiriyor. 19
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 20
Sermayenin küresel entegrasyonu, özelleştirme, yeni kitle iletişim araçları ve dijitalleşme ile ortaya çıkan küresel toplumdaki eğilimlerin, patron ve işçi arasındaki çelişkileri azaltacağı, kadın haklarına ve doğaya saygılı şirketlerin yön vereceği, ılımlı bir kapitalizmin ortaya çıkacağı iddia edilmişti. Fakat böyle olmadığı gibi milyonlarca insan ve canlı türü açısından yaşamsal öneme sahip birçok sorun derinleşti. Günümüzde yaşadığımız sorunların kaynağı bu sistemin temel işleyiş yasalarından kaynaklanıyor. Kapitalist üretim sistemi; üretici güçlerin sürekli dönüşümüne, pazarın sürekli genişlemesine, sürekli büyümeye ihtiyaç duyan bir sistem. Büyümeyi zorunlu kılan insan ihtiyaçları değil sermayenin ihtiyaçları. İşte, kapitalizmin doğasında olan bu kendisi için genişleme ve büyüme dürtüsü sınırlı kaynaklara sahip dünyayı yıkıma sürüklüyor. İçinde bulunduğumuz ekolojik krizin temelinde yatan budur. Sınırlı kaynaklara sahip dünyada sınırsız büyümeye ihtiyaç duyan bir sistemi ayakta tutmaya çalışmak. Fakat ekolojik yıkımı yaratan tek temel sorun büyüme değil. Kapitalizmin büyümeyi de zorunlu kılan rekabet halindeki bir birikim sistemi olması da bir diğer sorun. Rekabete dayalı bir üretim modelinde her bir şirketin üretim koşullarını belirleyen şeyler; daha faz kâr etmek, kârını yatırıma dönüştürmek ve üretimini artırma zorunluluğudur. Rekabet kapasitesini artırmak için kârı maksimize etmeye dayalı bu sistemin işleyişin içinde insanların, doğanın, yaşadığımız toprakların, içtiğimiz suyun, soluduğumuz havanın, uzun süreli sağlığını ve iyiliğini dikkate alacağını beklemek büyük bir iyimserlik. Kapitalist üretim modeli büyüdüğü dönemlerde de dünyanın kaynaklarını tahrip ederek ilerliyor, kriz dönemlerinde ise tamamen yok ediyor. Ekolojik bir yıkımın eşiğindeyiz. Bu yıkımın insani, sosyo-ekonomik maliyetleri her geçen gün boyutlanıyor. Bu gelişmelere rağmen BM iklim zirvelerinde, hükümetlerin gündemlerinde çevre istinasız olarak büyümeye feda ediliyor. Şirketler, CEO’lar, hükümetler “büyümeliyiz! bunun için de kaynak kullanmalıyız, giderek artan kirlilik ise bu üretimin doğal sonucudur” diyorlar. İklim değişikliğinden “hepimiz sorumluyuz” diyerek kendi suçlarının, sorumluluklarının üzerini örtmeye çalışıyorlar. İklim krizinin yarattığı koşullardan bile kâr sağlayan şirketler, “yeşil ürünler”i yeni piyasalar oluşturmak için kullanırken, ekonomik ve ekolojik krizin maliyetini de çalışanlara, işçilere ödetmeye çalışıyorlar. Evet, hepimizin hayatlarını devam ettirebilmesi için bir işe ihtiyacımız olduğu bir gerçek. Ama büyümenin bizzat işçilerin çıkarına olduğunu, işçilerle sermayenin birleştiği ortak bir çıkarı olarak açıklamak doğru değil. 20
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 21
Dünyadaki tüm üretimi gerçekleştiren bizlerin sahip olduğu tek şey emeğimiz. Neyin, nasıl, hangi kaynaklar kullanılarak üretim yapılacağına karar verenler ise üretim araçlarına sahip olanlar, yani patronlar. Bir planlama içerisinde değil de her bir şirketin kendini büyütmek üzere çalıştığı bir sistem içinde ne işçilerle sermayenin ortak çıkarlarından ne de gezegenin ortak çıkarlarından ve sürdürülebilir bir üretimden bahsedebiliriz. İşçiler olarak bizim ortak çıkarımız kapitalist üretim modelinin (rekabet, kâr, birikim için birikim, üretim için üretim sistemi) sonlandırılmasında, üretimin bir avuç patron yerine çoğunluğun ve gezegenin çıkarlarına uygun olarak düzenlenmesini mümkün kılacak bir üretim modelinde. İnsan türü olarak bu gezegende varlığımızı sürdürmek istiyorsak büyük bir dönüşüme ihtiyacımız var. Bireysel olarak iklim krizini durdurmak için verdiğimiz çabalar önemli ama daha fazlasına ihtiyacımız olduğu açık. Ne ürettiğimizi, nasıl ürettiğimizi, kimin için üretim yaptığımızı belirlemek durumundayız. Tüketimimizi de belirleyen üretim sürecine müdahale etmeden bu krizle başa çıkmamız pek mümkün görünmüyor. Her biri bir ulus-devlete dayanan sermayelerin uluslararası rekabetine dayanan küresel kapitalizm, insan ve canlı türlerinin yok olma tehdidini önlemek için hiçbir şey yapmıyor. Milyonlarca insan ve canlı türü açısından iklim değişikliği hayatta kalıp kalmama anlamına geliyor, bundan ötesi yok. Oysa geçtiğimiz otuz yılın gösterdiği gibi kapitalist sistem iklim krizine son veremiyor, etkilerine karşı insanları ve türleri koruyamıyor. Hem iklim krizini durdurmak hem de var olan eşitsizlik ve adaletsizliği ortadan kaldırmak için ihtiyacımız olan sermayenin, zenginlerin çıkarlarını değil milyonlarca yoksul insanın ve türlerin yaşam hakkını koruyan, savunan antikapitalist bir mücadele. Eşitsizlik ve adaletsizliğe karşı verilen mücadele ile iklim krizine karşı verilen mücadele bir ve aynıdır. İklim krizinin çözümü başka bir dünyanın yaratılmasıyla mümkün.
Ne yapmalı? İklim değişikliğini durdurmak için kapitalizmden kurtulmak gerektiği son derece somut bir gerçeklik. %1’in çıkarları iklim değişikliğinin bilindiği 30 yıldan beri devletlerin harekete geçmesini engelledi ve artık fazla bir zaman kalmadı. Ancak küresel ısınmanın geri dönülmez noktaya ulaşmasını engellemek için devrim gününü bekleyecek değiliz. Şirketlerin ve şirketlerin çıkarlarını savunan devletlerin karşısına şu acil taleplerle çıkıyoruz ve bu taleplerin tüm dünyada meydanları işgal eden, genel grevler örgütleyen emekçilerin yani %99’un savunması gerektiğini düşünüyoruz: 21
iklimyeni_Layout 1 19.08.2019 11:15 Page 22
Tüm devletler, iklim krizi konusunda en kapsamlı çalışmaları sürdüren IPCC’nin bilimsel verilerini kabul etmeli. Küresel sıcaklık artışını 1,5 derecede tutabilmek için gönüllülük üzerinden değil, gerekli olan sera gazları emisyon azaltım hedeflerini içeren, bağlayıcılığı olan, zengin ülkelerin tarihsel sorumluluğunu kabul eden ve yoksul ülkelere mali, altyapı, teknoloji gibi ihtiyaç duyulan her türlü desteği piyasalar üzerinden değil, devletler üzerinden sağlayacak uluslararası bir sözleşme hemen oluşturmalı ve uygulamaya başlanmalı. Hükümetler, içinde bulunduğumuz durumun ne kadar ölümcül olduğu konusunda doğruyu söylemeli, vatandaşları bilgilendirmeli. İklim değişikliğine katkı sunan tüm politikalara son verilmeli. Meclis derhal “İklim Acil Durumu” ilan etmeli. Hükümet, Acil Durum kapsamında 2030 yılına kadar sıfır karbon salımına geçiş için somut bir plan hazırlamalı. Sıfır karbon salım planı kapsamında kapatılacak iş alanlarındaki çalışan işçilerin hiçbir hak gaspına uğramadan yeni iş alanlarında istihdamları sağlanmalı. Sendikalar “Adil Geçiş” programının hazırlanmasının ve uygulanmasının merkezinde yer almalı.
Sosyalist İşçi gazetesinin özel sayısıdır. Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker cad., Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69
22