KURTULUŞ ÖRGÜTÜ YAYIN ORGANIDIR MART 1985 SAYI: 12
YENİ BİR DÖNEM YENİ İNİSİYATİFLER İSTİYOR Behçet TOPRAK Turgut Özal hükümette birinci yılını tamamladı. Sonuç tam bir başarısızlık. “Haksızlık etmeyelim adam başbakan olalı sadece bir yıl oldu”, diyenlere Monaterizmin 1980’ den beri iktidar olduğunu hatırlatırız. Bu son bir yıl sadece 24 Ocak tedbirlerinin daha da derinleştirildiği ve sınırlarına kadar zorlandığı bir yıl oldu. Ve şimdi artık yeni bir adım, çantadan yeni bir tedbir bulup çıkartmak. Monaterizm 1980-83 döneminde “kazandığını” iddia ettiği başarıları (ücretlerin sürekli düşmeye devam etmesi hariç) geri iade ediyor. Monaterist propagandanın göz bebeği “enflasyonun düşürülmesi başarısı” bugün tekrar %50-55 civarına ulaşan fiyat artışları karşısında artık mazi olmuş durumdadır. Sabit sermaye yatırımları ve şirket kârları tekrar düşmeye aşladı. Şirketler büyük hızla borç altına giriyorlar, aksi halde ayakta kalmaya devam etmek zor. Fakat ekonomi artı değer üretme kapasitesini arttıramazsa bu borçların sonu yok. Yeni bir Kastelli skandalını hem de daha büyük boyutlarda yaşamak işten bile değil. Ekonomik krizin yeniden derinleşmeye başladığı şu günlerde Türkiye toplumunun sosyal yapısı her türlü çürümeyi kokuşmayı gittikçe daha geniş çapta üretiyor. Devlet bürokrasisinde ve hükümet kademelerinde rüşvet ve görevini kötüye kullanma skandalları birbirini izliyor ve kirli çamaşırlar ortaya döküldükçe dökülüyor.
Bugün anlaşılan bürokrasinin en küçük memurundan en büyük bakanına kadar her kademede rüşvet günlük hayatın bir parçası olmuştur. Adeta tarih tekerrür ediyor ve Osmanlı imparatorluğunun çöküş yıllarını yeniden yaşıyoruz. Diğer taraftan açlık ve sefalet derinleştikçe insanlar gelecekten ümitlerini kaybettikçe kendilerini çeşitli sahte kaçış yollarıyla avutmaya çalışıyorlar. Küçük burjuvaziden başlayarak orta sınıfın çocukları bu yabancılaşmayı, amaçsızlığı en derin bir biçimde yaşıyorlar. Dünü ve bugünü çoktan kayıp ettiklerinin farkındalar, yarından ise hiçbir umutları yok, çıkar yolunu: her türlü uyuşturucu kullanmakta arıyorlar. Kapitalist sınıfın yeni kuşakları giderek kendi sınıflarına ya-bancılaşıyorlar, devrimci-sosyalist alternatifin görünmediği günümüzde ise bu hayal kırıklıklarını karsalize edebilecek hiçbir mecra yok. Sermaye ise kendi çocuklarının sırtına, cesetlerine basarak kârlarına kâr katıyor. Burjuva toplumunun temel taşlarından en sağlamı olduğu iddia edilen aile bile bu çürümeye artık dayanamıyor, bir taraftan ekonomik baskılar diğer taraftan kültürel ideolojik karmaşa ve şaşkınlık ve bunlara eklenen ataerkilliğin en koyu baskısı genç kızları hatta bazen evli kadınları kitleler halinde randevu evlerine, sokak köşelerine itiyor. Aile kurumu dağılıyor ama bu yeni, ilerici biçimlere dönüşmeden gerçek kurtuluş yolları açmadan kadınların üstündeki baskıyı hafifletmeden sürüyor. Çürüme ve dağılma her düzeyde egemen ama henüz yeni biçimleri doğurmuyor. Türkiye
halkları kopkoyu bir karanlığın içinde gittikçe daha derinlere doğru yuvarlanıyor. Bugün cuntanın süngüsü altında yaşanan dört yıllık ekonomik toparlanma yerini hızla gerilemeye sarsıntıya bırakıyor. Türkiye ekonomisi 1968-72’de dört yıllık 1976-80’de beş yıllık sarsıntılar yaşarken, yani sarsıntılı yıllar uzarken, 1972-76’da beş yıl olan toparlanma dönemi bu sefer üç, üç buçuk yılda bitiyor. Demek ki şimdi beş yıldan daha uzun sürmesini bekleyebileceğimiz yeni bir sarsıntı dönemine girdik ya da girmek üzereyiz. Sonra belki yine bir toparlanma dönemi! Bu toparlanma dönemlerinin ne hikmetse hep askeri rejimler altında gerçekleştiğini ise not etmeden geçmeyelim. Bu fasit daire daha ne kadar sürecek? Başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi halklarımız hem toparlanma dönemlerinin nimetlerinden faydalanamıyorlar hem de gerileme dönemlerinde yaralarına tuz basılıyor. Bir taraftan dünya kapitalizmi öbür taraftan Türkiye kapitalizmi içine düştükleri genel krizden çıkamıyorlar. Ama kriz sadece açlık ve sefalet değil, sadece yenilgi yılgınlık değil. Kriz aynı zamanda olanak demek. Bugünkü karabasana bunaltıya karşı bir umut ışığı demek. Kapitalizm kriz içinde, çünkü sermaye birikim sürecinde artık işçi sınıfının mücadelesi ve direnişi eskiden olduğu gibi kolaylıkla saf dışı edilemiyor, kapitalizm yok olma tehlikesi ve karşı karşıya, onun için krizde diyoruz. Kriz karar anıdır. Ya sömürü düzeni yeniden düzenlenerek tekrar rayına oturtulacak ve daha uzun seneler
sürüp gidecektir. Ya da yıkılıp gidecektir. Kararı sınıf mücadelesi, işçi sınıfının hem tek tek ülkelerde hem de dünya çapında mücadelesi belirleyecek. Burjuvazi açısından ise işçi sınıfını tümüyle ezmek her türlü örgütlenme olanağını yok etmek son moral ve güven kırıntısını silip süpürmekten başka seçenek Kalmıyor. Ya işçi sınıfı ya burjuvazi, işte karar anı. Türkiye hakim sınıfları özellikle tekelci burjuvazi 1968-70 ve 198084’te olmak üzere işçi sınıfına iki büyük darbe indirdi. Ve ikincisi birincisiyle kıyaslanamayacak tahribatlar yarattı. Şimdi yeni bir döneme giriyoruz. Türkiye burjuvazisi henüz sorunlarını çözemediği için yine saldıracaktır. Ama her şeye rağmen bizim de, işçi sınıfının da bir takım avantajları yok değil. Bunlardan en önemlisi zaman. Bu yeni döneme burjuvazi iç çelişkileri ile fena halde zedelenmiş olarak giriyor. Bugün üzerinde anlaşılmış gibi gözüken programa burjuvazinin saflarından muhalefet gittikçe artıyor. Sarsıntı devam ettikçe ve yaygınlaştıkça bu muhalefet daha da artacak. Diğer taraftan uluslararası koşullar son dört yılın olumluluklarını yavaş yavaş kaybediyor. Düşen petrol gelirleri ve siyasi Karışıklıklar Türkiye’nin Orta Doğu pazarlarını çok olumsuzca etkiliyor. Metropol ülkelerinde ise yeni bir sarsıntı döneminin ilk işaretleri gittikçe daha belirgin bir şekilde su yüzüne çıkıyor.