si_3

Page 1

KURTULUŞ GEÇİCİ ÖRGÜTÜ YAYIN ORGANIDIR HAZİRAN 1984 SAYI: 3 YHK’nın %25 zammı ve ardından asgari ücretin arttırılması son zamlarla işçilerin eline geldiği gibi ve hatta daha fazlasıyla geri gitti. Şimdi işçilerin alım gücü YHK zammı öncesindekinden daha az. Yani işçiler bugün düne oranla daha yoksullaştılar. Şimdi bir işçiler “serbest toplu pazarlık” döneminin başlamasını bekliyorlar. Ama acaba işçi sınıfı “serbest toplu pazarlık dönemi” ne gerçekten girdi mi? Bu sorunun cevabı ‘Hayır’dır.Askeri diktatörlüğün 3.5 yıllık icraatı işçi sınıfı için öyle bir yasal ortam yarattı ki,”serbest toplu pazarlık” tan bahsetmek mümkün değil. Her şeyden önce serbest sendikalar yok. Var olan Türk-İş ve sözüm ona sendika; Hak-İş yıllardır işçiler tarafından iyice biliniyorlar. Özellikle mücadele deneyine sahip işçiler Türk-İş’ten ayrılıp DİSK’e geçmek için verdikleri mücadeleleri daha unutmadılar. Ancak ortada bir-iki bağımsız sendika dışında sendika olarak sadece Türk-İş (ve olduğu kadarıyla Hak-İş) var. Yeni sendikalar kurmak ve bunları işler hale getirmek hemen hemen olanaksız. Öte yandan DİSK fiilen kapatıldı. Kısacası işçiler için serbestçe sendika seçme özgürlüğü yok. Sendika seçme özgürlüğünün olmamasından daha önemli bir sınırlama, mücadele özgürlüğünün olmamasıdır. Sendikalar ve grev ve toplu sözleşmeler yasaları öylesine bir içeriğe sahipler ki grev yapmak adeta olanaksız. Ve kazara bir fabrikanın, işyerinin işçileri bütün engelleri aşarak greve gitseler bu takdirde de gene önlerinde sayısız engel var. Grevleri ertelenebilir, yasaklanabilir vs. Fakat burjuvazi için bütün bu yasal tedbirler dahi yeterli görünmüyor. İşçi sınıfı hareketi bu denli dağınık, örgütsüz ve dolayısıyla güçsüz olmasına, mücadele etmek için gerekli tüm olanaklardan, silahlardan arındırılmış olmasına rağmen burjuvazi gene de bütün bunları yeterli görmüyor. Geçenlerde basına yansıyan TİSK ve MESS’in toplu sözleşme prensipleri bunun en güzel örneği. 12 Eylül mücadelesi içinde işçilerin yakından tanıdıkları TİSK ve MESS, bu prensipleri ile işçi sınıfı hareketine göz açtırmamayı hedefliyor. En ufak bir mücadele, grev olanağına bile tahammülü yok. TİSK ve MESS prensiplerini en kısaca, kapitalistler toplu sözleşme istemiyorlar diye özetleyebiliriz. TİSK ver MESS tüm kapitalistlere “yasaların tanıdığı haklardan başka hiç bir şey vermeyin, verilmiş olanları dondurun ve geri alın” diye talimat veriyor ve hemen tehdidi ekliyor:

ÖNÜMÜZDEKİ GÖREVLER ZORLU AMA BAŞARACAĞIZ SOSYALİST İŞÇİ YAZI KURULU

“tersine davrananlar cezalandırılır.” Bilindiği gibi ekonomik mücadelede işçilerin tek gücü üretimi durdurmaktır, yani grevdir. Grev boyunca işçiler ücret almazlar. Yaşamlarını diğer işçilerin desteği ile karşılarlar. Sendikanın işçiler için en önemli yararlarından birisi budur. En geniş işçi yığınlarını bir araya getirir sendikalar. Grev boyunca üretimin düşmesi patron için ise artı-değer sömürüsünün durmasıdır, yani kârının durmasıdır. Kapitalist için ölüm budur işte. 12 Eylül öncesinin mücadelesi içinde güçlenen sendikal harekete ve sertleşen grevlere karşı tekelcilerin önderliğinde kapitalistler de örgütlenmeye ve yeni tedbirler almaya başladılar. Hemen her işkolunda patron sendikaları doğdu. Patron sendikaları ikili bir işleve sahip: Birinci olarak, işçilere karşı patronların dayanışmasını sağlıyorlar. TİSK’in açıklanan prensiplerinde prensiplere uymayan patron sendikalarının ve patronların cezalandırılması işte ilk olarak bu dayanışmadan yararlanmamak şeklinde olacak. TİSK bünyesinde oluşturulan “merkezi dayanışma fon “undan yararlanamayacak TİSK prensiplerine uymayan patron sendikaları. Patronların dayanışma fonu esas olarak devlet kurumlarının verdiği katkılarla oluşuyor. Örneğin metal işkolunda “dayanışma fonu” esas olarak bu iş kolundaki devlet kurumlarının, Karabük, Seydişehir, MKE gibi işletmele-

rin verdikleri aidatlar(!)la oluşuyor. Kısacası devlet veriyor, tekelciler kullanıyor. İkinci olarak ise ; “işveren dayanışması” adı altında patron sendikalarında küçükler büyükler lehine yok ediliyorlar. Çünkü patron sendikalarının politikalarını tekelciler belirliyorlar ve bu politikalar hemen her zaman küçüklerin büyükler lehine ortadan kalkmasını sağlıyor. Ama küçükler öylesine elleri kollar bağlı bir durumda ki, çok zaman, bile bile patron sendikasına katılıyorlar. Eğer katılmazlarsa tekeller katılmadıkları için cezalandırıyor onları. Krediler kesiliyor, ham madde bulamıyorlar, pazar kapanıyor, kirli çamaşırlar ortaya dökülüyor. Eğer katılırlarsa bu kez de patron sendikasının politikaları sayesinde gene eziliyorlar. Patronların sorunlarım (!) bir yana bırakırsak, TİSK ve MESS toplu sözleşme prensipleri önümüzdeki dönemde bunca örgütsüz ve silahsız olduğumuz bir ortamda işçiler için serbest toplu sözleşme yok demektir. Yanlış anlaşılmasın, toplu sözleşme değil, serbest olanı yok. Aynen dün YHK’nın hazırladıklarının “toplu sözleşme” olması gibi toplu sözleşmeler olacaktır. Ancak artmaya devam edeceği gün gibi ortada olan enflasyon karşısında gerçek ücretlerin azalması, yoksulluğun biraz daha çoğalmasıdır. Ücret artışı için mücadele işçi sınıfı

için savunma savaşıdır. Yaşam koşullarının biraz olsun düzeltilebilmesi veya daha doğru bir deyişle korunabilmesi için mücadeledir. İşçi sınıfı bugün bırakalım saldırıya geçmeyi, savunma savaşı bile \ erecek olanaklara sahip değil, öyleyse ilk görev bu olanakların, silahların yaratılmasıdır. Bu ise en geniş anlamı ile siyasal demokrasi mücadelesidir. Her sınıf bilinçli işçi bilir ki, demokratik haklar genişlemeden işçi sınıf mm mücadele olanakları son derece kısıtlıdır. Kazanılması gereken sadece sendika hakkı, toplu sözleşme ve grev hakkı değildir. Eğer genel olarak örgütlenme özgürlüğü genişlememişse, söz söyleme özgürlüğü yoksa, basının ağzı kapatılmışsa, burjuva siyasi partileri bile baskı altındaysa, on binlerce sosyalist, demokrat zindanlarda çürüyorsa, sosyalistlere, öncü işçilere karşı polisin sürek avı devam etmekteyse, insanlar siyasi nedenlerle öldürülüyor, idam ediliyorsa, işkence gizlenmeden açıkça yapılıyorsa, böylesi şartlar altında sendikal haklar, grev hakkı kazanılamaz. Bu durumda sınıf bilinçli sosyalist işçiler için önümüzdeki dönemde çok yönlü görevler var: Birinci olarak bütün sınırlılığına karşı işçilerin başlayacak olan günlük mücadelesini örgütlemek ve ilerletmek. Bilmek zorundayız ki, işçilerin yığınsal mücadelesinin genişlemesi siyasal demokrasi mücadelesini doğrudan etkileyecektir. Aynı şekilde demokratik hakların gerçekten kazanılmasının ve koruna-bilmesinin tek yolu, küçük burjuva devrimciliğinin yaymaya çalıştığı tüm hayallere rağmen sadece ve sadece işçi sınıfının yığınsal mücadelesinin siyasallaşması ile ve demokratik haklan kazanması ile mümkündür. Bugün toplumda işçi sınıfından başka hiç bir sınıf demokratik hakları kazanabilme ve koruma gücüne sahip değildir. İkinci olarak günlük mücadelenin yarattığı her olanaktan yararlanarak siyasal gerçekleri açıklamak ve işçileri siyasi olarak eğitmekle görevliyiz. Her siyasi gerçeğin açıklanışı işçilere demokratik haklar için mücadelenin gereğini bir kez daha gösterecektir. Üçüncü olarak işçi sınıfını uzlaşmacı küçük burjuva siyasi akımlarına karşı uyarmakla yükümlüyüz. İşçilere işçi sınıfının ve onunla birlikte tüm ezilenlerin, emekçilerin kurtuluşunun işçi sınıfının kendi esri olacağım kavratmalıyız. Küçük burjuva siyasetlerine karşı uyanıklık işçilerin siyasal bilincini hızla geliştirecektir. Dördüncü olarak ise her düzeyde örgütlenmek ve en önemli olarak sosyalist işçilerin siyasal birliğini oluşturmak görevi ile karşı karşıyayız. Kısacası önümüzdeki görevler zorlu ama başaracağız.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.