, DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
631
21 Aralık 2018 5 TL. sosyalistisci.org
2018: İsciler, kadınlar, öğrenciler ,, ırkcılık karsıtları mücadeledeydi , ,
Buenos Aires’te kadın protestosu, Mart 2018 Gebze’de kriz protestosu, Ekim 2018
Sarı Yelekliler Paris’te, Aralık 2018
Helsinki’de savaş karşıtları sokakta, Haziran 2018
YENİ YILDA MÜCADELE KAZANACAK! Londra’da ırkçılığa karşı yürüyüş, Aralık 2018
2
31 MART SEÇİMLERİNDE IRKÇILARA OY YOK!
Savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan Suriyeli göçmenler, ırkçı politikacıların hedefinde.
Sekter siyasal eğilimler, siyasal koşulların ayırt edici niteliğini gözetmeksizin her koşulda ve daima “boykot” çağırısı yapabiliyor. Oysa seçimlerde “boykot” tutumu çok özel siyasal koşullarda alınabilir. Kitle hareketi parlamenter sınırları aştığında boykot bir taktik olarak öne sürülebilir. Milyonlarca işçi seçim sandığına gidip oy kullanırken boykot çağrısı yapmak işçi sınıfıyla kader birliği yapmaktan vaz geçip, işçilere “ne haliniz varsa görün!” demek anlamına gelir. Özel bir anın, bir devrimci kabarma anının önünü kesmek için gündeme getirilen seçim sandığına karşılık önerilebilecek boykot tutumu dışında genel geçer bir boykot tutumu olamaz, olursa, bu kitlelerden kopuk bir tutum olur. Boykot değilse ne? Yerel seçimler çok katmanlı bir seçim dönemi. Muhtarlıklardan, il genel meclisine, ilçe belediyelerinden şehir ve büyükşehir belediyelerine kadar çok sayıda mahalli yönetici seçilecek. Geleneksel olduğu üzere, bölgede her düzeyde HDP’nin kazanmasını savunmak çok önemli. Ama batıda tartışmalar bütünüyle farklı bir muhteva kazanıyor. Özellikle Ankara, İzmir ve İstanbul gibi illerde, HDP yetkililerinin “AKP-MHP’nin kaybetmesi için gerekirse CHP-İP ittifakının adayı desteklenebilir” yaklaşımı, ‘ilke’yi İstanbul’u AKP’den almaya indirgeyen bir içeriğe sahip olduğu için büyükşehirlerde kendisi aday çıkartıp çıkartmayacağı belli olmayan HDP adaylarının desteklenmesi, afaki bir tartışmadır. CHP-İP ittifakına rağmen aday çıkartsa bile, HDP, bu aday etrafında esaslı bir kampanya yapmayacağını şimdiden ilan etmiş oldu. Oysa özellikle İstanbul’da yapılacak kampanyanın tüm illerde yapılan kampanyalara, alınan oydan daha farklı bir katkısı oluyor. Geçmiş yıllarda “Meclise Ufuk gerek” kampanyası, 2007 seçimlerinde tüm Türkiye’de en çok izlenen, en çok heyecan yaratan kampanya olmuştu. İstanbul gibi
illerde yapılacak kampanya, bölgede yapılan kampanyaya tahmin edilenden çok daha büyük bir katkı yapıyor. Yeni bir kayyım atama müdahalesi olacaksa da yüzde 60 oy alan bir adayın değiştirilmesi yüzde 51 oy alan bir adayın değiştirilmesine göre çok daha zor olacaktır. Bu gelişmeler hem aday belirleme sürecinin karakterine, yani ne kadar şeffaf olup olmadığına hem de çıkartılacak adayların yaratacağı etkiye bağlı olduğu kadar İstanbul’da çıkartılacak adayların profiline ya da CHP-İP ittifakına destek verilip verilmeyeceğine göre değişecek siyasal tercihleri etkileyecek. HDP neden CHP-İP ittifakının müteahhit adaylarını desteklemek zorunda hissediyor kendisini? Ne faşist partiden kısa süre önce kopan, liderliği faşist olan İyi Parti’yle ve onun içinde olacağı bir adayın kampanyasıyla, ne de her hafta Suriyeli avcılığı yapan ve başarılı müteaahitler olarak öne çıkan CHP adaylarıyla ya da bu adayları desteklemeyi AKP’den kurtuluşun başlangıcı olarak görenlerle birleşik bir kampanya yapmamız mümkün değildir. Bu somut olarak şu anlama gelir: Örneğin İstabul’da il genel meclisi için HDP’ye oy çağrısı yaparken, büyükşehir belediye başkanlığında HDP destekliyor diye CHPİP ittifakının müteahhit adayına oy çağrısı yapmayacağız. Yerli-milli adaya karşı bir başka yerli-milli adayı desteklemek zorunda değiliz. İstanbul’un CHP-İP ittifakının adaylarının eline geçmesinin ise AKP-MHP ittifakı açısından sonun başlangıcı olacağı görüşü hem tehlikeli hem de bütünüyle yanlıştır. Tehlikeli, belediye seçimlerini sahip olduğu anlamdan daha büyük anlamlar yükleyerek tıpkı iktidar gibi bu seçimi de bir ölüm kalım sürecine çevirerek mücadeleyi seçim sandığıyla özdeşleştirmek sayısız mücadele dinamiğini görmezden gelmeye tekabül ediyor. Yanlış, zira, Ekmeleddin örneği, Mansur Yavaş örneği gibi örneklerin üzerinden çok uzun bir zaman geçme-
di. AKP-MHP koalisyonunun arasındaki çatlakları derinleştirmek ve AKP tabanının mevcut gelişmelerden, yargı alanında olan bitenlerden, ekonomik krizin sonuçlarından rahatsız olan kesimlerinin AKP’ye oy vermesini engellemek için en yanlış yöntem, aşırı sağcı ve göçmen düşmanı, üstelik sınır ötesi harekat gibi konularda en az mevcut iktidar gibi düşünen adaylarla seçim sürecine girmektir. Teşhire dayalı bir seçim kampanyası Seçim tutumumuz işçi sınıfı içinde milliyetçi fikirlere karşı tartışma yürütmek açısından büyük bir öneme sahip. HDP’ye yönelik baskıyı teşhir etmeliyiz. CHP’nin İP tarafından da desteklenen adaylarına oy çağrısı yapmak, AKP-MHP koalisyonuna karşı mücadele açısından da, kitlesel antikapitalist bir alternatifin şekillenmesi açısından da hiçbir anlam taşımıyor. Her seçim, ezilenlerin ve en başta da işçi sınıfının siyasal eğilimlerini ölçmemize yarayan bir barometre işlevi görüyor. Türkiye’de birkaç yıl içinde kurulan beşinci seçim/referandum sandığıyla karşı karşıyayız. Bu seçimlerde de işçi sınıfının siyasal eğilimlerini gözlemleyeceğiz. Sadece gözlemlemekle yetinmeyeceğiz, aynı zamanda işçi sınıfının öncülerinin siyasal
eğiliminin şekillenmesine yardımcı da olacağız. Bu ise seçimlerden önceki mücadelemizle seçimlerden sonraki mücadelenin ayrılmaz bir bütün oluşturduğunu görmekle mümkündür. Hedef, seçimlerden sonra, yerli-milli çatlak adını verdiğimiz durumun gelişmesini sağlamak olmalıdır. Tersi durumda OHAL’den sonra OHALimsi bir rejimin hüküm sürmesi durumunu sona erdirmek çok güç. Yerli ve milli politik iklime, milliyetçiliğe karşı çıkmanın seçim sürecinde taktiklerini bulmak bu açıdan çok önemlidir. Bu ilkeleri savunan adayların olmadığı yerlerde belediye meclis üyeleri arasında böyle adaylar varsa onlar için mücadele edeceğiz. Mart yerel seçimlerinde seçimlerden daha önemli olan, seçim sürecini seçim sonrasının mücadelesinin hazırlık süreci olarak gören bir politik kampanyayı inşa etmektir. Son beş seçimdir her seçimin “köprüden önce son çıkış” olduğu uyarısını yapanlara inat, köprüden önce mümkün tek çıkışın mücadeleye hazırlanmak olduğunu savunan bir seçim taktiği ve seçim kampanyası örgütlemeliyiz.
Teorik derginizi gazete dağıtımcılarımızdan alabilirsiniz!
GÜNDEM
KAZA DEĞİL, KAPİTALİST CİNAYET! Ankara’dan Konya’ya giden Yüksek Hızlı Tren’in başka bir trenle çarpışması sonucu 9 kişi öldü, 86 kişi yaralandı. En güvenli yolculuk araçlarından sayılan demiryollarında bu 5 aydaki ikinci kaza! Hükümet yetkilileri her zaman olduğu gibi hiçbir siyasi sorumluluk üstlenmiyor. Oysa “dev proje”, “mega proje” gibi isimlerle duyurdukları hızlı tren hatlarını sadece kâr etmek ve göz boyamak için tamamlanmadan işletime açanlar onlar. Demiryolları ile ilgili tüm uzmanlar yüksek hatlı tren hatlarında sinyali-
zasyonun olmazsa olmaz olduğunu ve Ankara’daki kazanın sinyalizasyonun yokluğundan kaynaklandığını anlatırken, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Cahit Turhan, “sinyalizasyon olmazsa olmaz değil” diye bir açıklama yapabiliyor. Hükümete yakın inşaat şirketleri kârlarına kâr katarken TCDD Genel Müdürlüğü, bir inşaat şirketinden sinyalizasyonu tamamlanmamış bir hattı devralabiliyor. Ne bakanlar, ne genel müdürler, ne inşaat patronları hesap veriyor! Kazanın sorumluluğu demiryolları çalışanlarının sırtına yüklenmeye çalışılıyor. Suçlu olan çalışanlar değil, tren
yollarını kâr hırsı yüzünden güvensiz hâle getiren hükümet, TCDD ve şirketlerdir! 9 kişinin hayatını kaybetmesinin sebebi demiryollarını özel şirketlere peşkeş çekenlerdir. Kazanın önlenmesi için çalışanlar değil kazanın ekonomik ve siyasi sorumluları hesap vermelidir. Ulaştırma Bakanı Turhan derhâl istifa etmelidir. İnşaatın sinyalizasyonunu tamamlamayan şirket yöneticileri ve insanları ölüme yollarcasına hattı sinyalizasyon tamamlanmadan kullanıma sokan politikacılar yargılanmalıdır. Ulaşımda kârı değil insanı temel alan bir yaklaşım hayata geçirilmelidir.
3
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
BARIŞ MÜCADELESİNDEN 2019’A DEVREDENLER SAVAŞIN SESİNİ SUSTUR, BARIŞIN SESİNİ YÜKSELT Barış isteyenler 2018 yılında bir dizi açıdan çok fazla yara aldı. Mahkemeler, hapis cezaları, sınır ötesi operasyonlar, aşırı milliyetçi bir dilin kurduğu hegemonya, barış isteyenleri sık sık köşeye sıkıştırdı. Üstelik bu durum sadece Türkiye açısından geçerli de değil. Trump’ın karar verici odağı olduğu ABD askeri gücü ticaret savaşlarından doğrudan askeri müdahalelere kadar 2018 yılının her bir gününün ‘daha büyük bir savaş mı geliyor?’ duygusuyla geçmesine neden oldu. Yılın son haftaları adeta yılın özeti gibi. Türkiye ABD’yle geri dönülmez bir aşamaya geçecekmiş gibi bir izlenim vererek Fırat’ın Doğusu’na askeri müdahale etmenin hazırlıklarına başladı. Yemen’de Birleşik Arap Emirlikler ve Suudi askeri gücünün liderliğinde süren askeri müdahaleler görülmemiş bir insani yıkım yaratmış durumda. Suriye’de İdlip gibi bölgelerde olayların her an denetimden çıkabileceği çok açık. 2018 yılı, savaş isteyenlerin sesinin daha çok barışta ısrar edenlerin daha kısık çıktığı bir yıl oldu. Ama barış istemenin koşulu olmaz diyenler, bu durumdan morallerini bozarak değil, barış isteyenlerin sesinin nasıl daha gür çıkacağını tartışarak çıkmaya çalışıyorlar. 2019 yılının en önemli sorunu bu olacak.
2004’te Pamukova’dan sonra yine YHT kazası, 2018
“BURADA BÜYÜK BİR SUÇ VAR” Ankara’da 9 kişinin hayatını kaybet-
tiği tren kazası ile ilgili Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası’nın (BTS) eski genel sekreteri İshak Kocabıyık ile konuştuk. Kocabıyık, TCDD Genel Müdürlüğü’nün siyasi sorumluluğu olduğunu ve Ulaştırma Bakanı’nın açıklamalarının doğru olmadığını anlattı. Hızlı tren hatlarında sinyalizasyon olmamasının kaçınılmaz şekilde bu tür kazalara yol açacağını vurgulayan Kocabıyık, tren sisteminin yeniden kamusal bir hizmet hâline getirilmesi gerektiğini söyledi. Ulaştırma Bakanı tren kazası üzerine “sinyalizasyonun olmazsa olmaz bir şey olmadığını” söyledi. Şimdiyse sinyalizasyonun parasının verildiği ancak tamamlanmadan hattın teslim alındığı söyleniyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? İshak Kocabıyık: Ulaştırma Bakanı’nın açıklaması, şu anlamda doğru: Demiryolu sistemi için sinya-
lizasyon olmazsa olmaz değil. Türkiye’deki demiryollarının yarısından fazlası sinyalizasyon ile çalışmıyor. TMİ, yani Trenlerin Merkezden İdaresi dediğimiz bir sistem ile çalışıyor. Ancak hızlı tren hattında sinyalizasyon olmazsa olmazdır. 250 kilometre hızla tren çalıştırdığınız bir hatta, bunu sinyal sistemiyle yapmazsanız bu kaza olur. Bu kazanın olmaması mümkün değildir. Üstelik, başka bir yanlış daha var. Herkes kılavuz makinenin neden o hatta olduğunu soruyor. Asıl yanlış hızlı trenin o hatta olmasıdır. Hızlı trenin işletme talimatnamesine göre, trenin gidiş yönüne göre en sağdaki hattan gitmesi gerekir. Fakat ne hikmetse sinyal sistemi olmadığı için, bunun yolunu değiştirdiler ve kılavuz makine ile aynı yöne verdiler. O ihaleyi alan firmanın Cengiz İnşaat olduğu söyleniyor. Yani Cengiz İnşaat her zaman yaptığını yapmış, işi bitirmeden bütün paralarını almış ama yapılması gereken pek çok işi de yapmamış, bırakmış. Bu hattın kabulünü yapan
TCDD Genel Müdürlüğü. Burada büyük bir siyasi sorumluluk, büyük bir hata, büyük bir suç var. Sinyalizasyonu bitmemiş bir hattın teslim alınmasından dolayı aslında savcılığın resen harekete geçip dava açması gerekir çünkü bu kazanın asıl sebebi budur. Hükümetin zaten çok uzun zamandır bir cezasızlık politikası var. Burada da makinist veya makasçı cezalandırılacak gibi görünüyor. Bu cezasızlığa karşı neler yapılabilir? İshak Kocabıyık: Birincisi demiryollarının bu kadar güvensiz hâle getirilmesi süreci Türkiye’de özelleştirme süreciyle başladı. Çokbaşlılık, bölme, tasfiye bizi bu noktaya kadar getirdi. Bu özelleştirmelerden vazgeçilmeli ve TCDD tekrardan, tek elden ve bir kamusal hizmet olarak faaliyet sürdürmelidir. İkincisi kamu idaresi, sendikaların ve meslek odalarının bu konudaki görüşlerine itibar etmelidir.
Barışın sesinin daha güçlü çıkması için nasıl bir hareket inşa etmemiz gerektiğinin yanıtını vermek zorundayız. Tıpkı 2018 yılında olduğu gibi önümüzdeki yıl da askeri müdahale ve çatışma eğiliminin artarak sürmesinde devletlerin, sadece Türkiye’de değil birçok ülkede hükümetlerin, devlet başkanlarının kullandığı ana kavram, “beka kaygısı” olmaya devam edecek. Birçok ülke, bir beka kaygısı yaşadığını ya da yaşamak üzere olduğunu, “eski”, “şanlı” günlerine yeniden dönmek için de otoriter yöntemlerin devreye girmesinin kaçınılmaz olduğunu ilan ederek adım atıyor. Brezilya, Rusya, Macaristan gibi iktidarların otoriter partiler tarafından merkezileştirildiği ülkeler de ise muhalefet içinde aşırı sağ partiler, ırkçı partiler, faşist örgütlenmeler milli bir devlet hamlesinin şimdi tam zamanı olduğunu ilan ederek güç biriktiriyorlar. Beka kaygısı kapitalizmin genel krizine bağlı olarak gelişen emperyalizmin hegemonya kaynaklı sorunlarına tek tek devletlerin verdiği bir milliyetçi tepki olarak öne çıkarken, giderek daha keskin bir şekilde farkına varılıyor ki bu kaygıya bağlı geliştirilen çatışma kapsamlı “çözümler” giderek gezegen açısından, yoksullar, kadınlar, çocuklar, ekosistem açısından gerçek bir beka kaygısına yol açıyor. 2019 yılında barış isteyenlerin bu güzergahı değiştirecek bir kitlesel seferberliği tüm dünyada yaratması için kolları sıvamamız gerekiyor.
4
DÜNYA
MÜCADELENİN BAYRAĞI: SARI YELEK dı. Eylemlerin daha ilk gününden itibaren hareket komşu ülke Belçika’ya da yayıldı. Sendikaların da dahil olmasıyla ülkede kemer sıkma politikalarına karşı grevler başladı. Belçika ile birlikte Hollanda’da da gösteriler yaşandı.
ÖZDEŞ ÖZBAY
Fransa’da 5 haftadır süren sarı yelekliler eylemlerinin etkisi tüm dünyada hissedilmeye başlandı. Hareketin hem küresel sorunlar üzerinden çıkması hem de dünyanın en büyük kapitalist ülkelerinden birinde yaşanması tüm dünyada işçilerin ve patronların harekete odaklanmasına yol açıyor. Sarı yelekliler benzin fiyatlarına yapılan vergi zamları üzerine bir tır şoförünün çektiği videonun birkaç saat içinde yüzbinler tarafından izlenmesi ile başladı. Videoda tır şoförü 17 Kasım’da herkesi her arabada bulunma zorunluluğu olan sarı yeleklerini giyerek yolları kapatmaya davet ediyordu. Hükümet, akaryakıt zammını iklim krizi ile mücadele kılıfı altına sokarak açıklamıştı. Şirketleri değil dar gelirliyi vergilendiren bu vergi tepki yarattı. Ancak eylemlerin başlangıcında yeşil hareketin bir kısmı sokak eylemlerine karşı tavır aldı. Hükümetin uzun süredir toplu taşımada yaptığı kesintiler sonucu kent merkezi dışından kente ulaşmak zorlaştı, benzin fiyatları lojistik, taşımacılık ve tarım sektörlerinde çalışanları zora soktu, zenginlerin gelir vergileri için af çıkarılırken işçilerden alınan vergilerin artırılması toplumda öfke biriktirdi. 17 Kasım’da ve sonraki haftalarda giderek yayılan eylemler önce Fransa solu tarafından mesafeli bir şekilde izlendi. Hareket şehir merkezlerinden değil taşradan gelişiyordu. Taşra sendikaların ve solun daha güçsüz olduğu, halkın daha sağ-muhafazakâr değerlere sahip olduğu bölgelerdi. Faşist Ulusal Cephe lideri Le Pen’in harekete destek vermesi de kafaları karıştırıyordu. Eylemciler kent merkezlerine yürüdükçe Cumhurbaşkanı Macron’un kemer sıkma politikalarından bıkan farklı kesimler de harekete dahil oldu. Liselerde işgaller başladı, ambulanslar destek turları attı, göçmenler ve üniversite öğrencileri eylemlere katılmaya başladı, ardından da
İNGİLTEREDE FAŞİZME KARŞI KİTLESEL MÜCADELE English Defense League (EDL) isimli faşist hareketin kurucusu Tommy Robinson’un geçtiğimiz aylarda tutukluğuna son verilmesinin ardından moral bulan faşist hareket o günden beri fırsat buldukça sokak gösterileri düzenliyor. Yükselen faşist tehdide karşı bir araya gelen Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk hareketi de faşistlerin sokağa inmeye hazırlandığı her yerde kitle gösterileri örgütlüyor.
Sarı Yelekliler Hareketi
sendikalar eylemlere çağrı yaptı. 8 Aralık’ta düzenlenen ve 25 bin kişinin katıldığı iklim eylemine sarı yelekliler de katıldı. “Yeşil yelek, sarı yelek, hepimiz öfkeliyiz” sloganları atıldı. Hareketin içerisinde liderlik mücadelesi veren aşırı sağcılar başarısız oldular. Sol ve sendikalar hareket içerisinde örgütsüz kitlelerle bağ kurmaya başladı. Ancak hareket hâlâ lidersiz, örgütsüz ve net bir siyasi tavrı yok. Liderliği olmadığı için net bir talepler programı da yok ancak bazı ortak talepler hareketin hemen hemen tamamı tarafından kabul görüyor. Bunlar arasında asgari ücretin yükseltilmesi, zenginlerden varlık vergisi alınması gibi talepler bulunuyor. Bütün televizyon programları sarı yelek giymiş eylemcilerle yapılan röportajlar ve söyleşilerle doldu. Fransız halkının %84’ünün harekete destek verdiği kamuoyu araştırmalarıyla ortaya çıktı. Macron’un neoliberal uygulamaları çok şiddetli bir tepki ile karşı karşıya kalmış oldu. Macron şimdiye kadar birçok geri adım attı. Önce benzin vergilerini askıya aldığını duyurdu, asgari ücretlilere 100 Avro zam yapıldı, emekliler için getirilen ver-
20 Ekim’de Londra’da bir konferans düzenleyen ırkçılık karşıtı hareket dünyanın dört bir yanından 1400 kişiyi ağırlamıştı. Hareket 17 Kasım’da yine Londra’da 40 bin kişinin katıldığı büyük bir gösteri düzenlemişti. 9 Aralık’ta ise Robinson’un başını çektiği faşist grup, ırkçı parti UKIP ile birlikte muhafazakar iktidarın Brexit (İngiltere’nin AB’den ayrılması kararı) sonrası ilan ettikleri AB-İngiltere anlaşmasına karşı sokağa indi. Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk hareketi ise faşistlerin örgütlediği gösteriye karşı ırkçılık karşıtlarını sokağa davet etti. 10 bin kişinin katıldığı gösteriye sendikalar, göçmenler ve sosyalistlerin yanı sıra İşçi
giler kaldırıldı, yılsonunda işçilere ikramiye verilmesi kararlaştırıldı. Bunlar çok önemli kazanımlar olmakla birlikte hareket uzun süredir uygulanan neoliberal politikalara karşı çok daha fazla şey talep ediyor. Macron, hareketi durdurmak için bir takım tavizler verse de hemen her ülkede olduğu gibi güvenlik sorununu öne çıkararak eylemlere son verilmesini istiyor. Macron paylaştığı Twitter mesajında “cesaretleri ve istisnai profesyonellikleri” nedeniyle polislere teşekkür etti. Hareket içerisine provokatörlerin katılma ihtimali olduğunu söyledi. Strasbourg’ta geçen hafta kalabalığa ateş açarak üç kişiyi öldüren saldırganı göstererek eylemleri güvenlik gerekçesi ile durduracağını açıkladı. Bu açıklamaların ardından 15 Aralık’ta gerçekleşen beşinci hafta eylemlerine yine binler katıldı ve yine polis saldırısı ve gözaltılar yaşandı. Hareket, sosyal adalet konusunda ciddi adım atılana kadar Macron’un istifası talebiyle birlikte eylemlere devam edeceğini duyurdu. Dünyada sarı yelekliler Sarı yelekliler hareketi birçok ülkeye yayıl-
Avrupa’nın dışında Ortadoğu’da da eylemler yaşandı. Irak’ın Basra kentinde iş ve kaliteli kamu hizmeti talep eden işçiler sarı yeleklerle sokağa indi. İsrail’de 14 Aralık’ta pahalılığa ve yolsuzluğa karşı sarı yeleklerle sokağa inen göstericiler oldu. Ürdün’de işsizliğe karşı birkaç yüz gencin katıldığı sarı yelekliler eylemi gerçekleşti. Tunus’ta “kırmızı yelekliler” ismiyle kurulan ve sokak eylemleri çağrısı yapan bir facebook grubu hızla yayıldı. İşsizliğe, yolsuzluğa ve kötü yönetime karşı 2011 devrimini hatırlatan sayfa yöneticileri yakında ülke çapında eylemleri duyurulacaklarını açıkladı. Sarı yelek eylemleri Kuzey Avrupa’ya da sıçradı. ABD’de New York dahil birkaç şehirde 15 Aralık için sarı yelekli gösteri çağrıları yapıldı. Kanada’nın birkaç şehrinde karbon vergisi ve BM göçmen anlaşmasına karşı sağcı grupların örgütlediği küçük gösteriler yaşandı. Almanya ve İtalya’da ise bazı küçük ırkçı gruplar sarı yelekli yürüyüşler gerçekleştirerek ülkelerinde göçmen düşmanlığını yükseltmek için bir fırsat yaratmaya çalışsa da başarılı olamadılar. Toplumsal gerilimin biriktiği birçok ülkede egemen sınıf ve hükümetler eylemleri engellemek için güvenlik önlemleri almaya başladı. Örneğin Mısır’da yani 2011’de dünyayı sarsan Ortadoğu devrimlerinin başladığı yerde, darbeci Sisi yönetimi sarı yelek satışını sınırlandırdı. Hareketin lidersiz ve örgütsüz olması dünya çapında sağdan sola tüm sistem karşıtlarına sarı yeleklilerin meşruiyetine dayanma fırsatı yaratıyor. Dolayısıyla sosyalistler için sarı yelekli eylemleri sistem karşıtlığını örgütlemek kadar aşırı sağın yükselmesini engellemek için de önem taşıyor.
Partisi’nde Corbyn’i başkanlığa getiren sol hareket Momentum da destek verdi. Irkçılık karşıtları faşist ve ırkçı eylemcileri ikiye katladı. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi İngiltere’de de merkez siyasetin çökmesi aşırı sağcılara güç veriyor. Ancak diğer yanda İşçi Partisi’nin Corbyn liderliğinde sola kayışı ve ırkçılık karşıtı hareketin anti-kapitalist taleplerle birleşerek yükselmesine de sahne oluyor. İngiltere’de önümüzdeki dönemde yaşanacakları bu iki hareket arasındaki mücadele ve işçi sınıfının alacağı tavır belirleyecek.
Londa’da ırkçı saldırılara karşı yürüyüş, Aralık 2018
5
2018’DE DÜNYA
2018’DE KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE KADIN MÜCADELESİ
OTORİTERLEŞME GERİLETİLEBİLİR Donald Trump ABD’nin
İngiltere’de yürüyüş, Mart 2018
2018 yılı bir yandan kadınların her düzeyde şiddete maruz kaldığı ama diğer yandan bu şiddete karşı direndiği bir yıl oldu. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre kadınların %35i hayatlarında en az bir kez fiziksel/cinsel şiddete uğramış, Aynı rapor kadınların %30’unun ise ilişkide oldukları partnerleri tarafından (sevgili ya da koca gibi) şiddet gördüğünü belirtiyor. Şiddetin en çok geldiği yer burası. Ev bir kadın için en korkutucu yer. 2017 Birleşmiş Milletler kadın ve genç kadınlara yönelik cinsiyet temelli şiddet raporunda ise şu öfkelendirici veriler yer alıyor: 2017’de 87,000 kadın öldürüldü. 50,000’i güvenecekleri partnerleri veya aile üyeleri tarafından, 30,000’i ise eski/yeni partnerleri tarafından öldürüldü. Dünya üzerinde öldürülen kadınların yarısından fazlası (%58) yakın partneri veya aile üyesi tarafından öldürülmüş. Bu oran 2012 %47’ydi. Her bir saatte 6 kadın tanıdıkları biri tarafından öldürülüyor. Her güne 137 kadın cinayeti düşüyor. Türkiye’de ise kadın cinayetleri geçtiğimiz iki yıl
boyunca artmaya devam etti. 2017’de 409, 2013’te 237, 2014’de 294, 2015’te 303, 2016’da 328 kadın cinayeti gerçekleşti. 2018 yılında ise ilk 10 ayda 328 kadın öldürüldü. Erkeklere kadınlara göre daha yüksek statü atfeden her toplumsal norm kadına şiddet olarak geri dönüyor. Şiddete göz yummak ve cezasız bırakmak ise şiddetin devam etmesine neden oluyor. 2017 yılında 15-19 yaş arasında 15 milyon genç kadının tecavüze ve cinsel saldırıya uğramasının nedenlerinin başında bu iki etken geliyor. Kadınların direnişi ABD’de Trump’ın iktidara gelmesiye küresel çapta güçlenme eğilimi gösteren, yükselen otoriter dalgayla birlikte ‘tepeden aşağıya’ boca edilen cinsiyetçilik ve kadınların kazanılmış haklarına dönük saldırılar birbirine paralel bir şekilde ileriyor. Bu ilerleyişin karşısında güçlü bir kadın hareketi de yine küresel çapta kendisini gösteriyor. Hollywood’daki tecavüz vakalarının ortaya çıkmasıyla birlikte popüler kültürde yaşanan tartışmalar, ABD’de tacizci yargıç Kavanough’ya karşı kararlı eylemler, McDonald’s işçisi kadınların tacize karşı grevleri, ara seçimlerde Temsilciler Meclisi’ne giren kadın sayısının tarihi bir rekor
kırmış olması ABD’deki kadın mücadelesinin hareketliliğine dair sadece birkaç örnek. Üstelik Brezilya’nın diktatörlük sevdalısı yeni başkanı Bolsonaro’ya karşı sokakları dolduran yine kadın hareketi oldu. Dünya çapındaki bu örnekleri arttırmak mümkün. Çok açık ki küresel çaptaki kadın hareketi; tacize, tecavüze ve şiddete sessiz kalmayan Avrupa Parlamentosu vekilinden Hollywood oyuncusuna, üniversite öğrencilerinden işçi kadınlara birbirine güven veriyor. Küresel hareketin ‘yüzde 99 için feminizm’ veya ‘antikapitalist feminizm’ gibi sloganları sahiplenmesi ise ekonomik ve politik kriz koşullarında kadın mücadelesinin sadece bir ‘eşit haklar’ mücadelesi olmanın ötesinde, kapitalizmi hedef alan ve sistem karşıtı farklı mücadelelerle birlikteliği savunan bir çizgide olduğunu gösteriyor. Türkiye’de İstanbul’da 8 Mart gece yürüyüşünün yığınsallığı ve 25 Kasım’da binlerce kadının polis barikatı karşısında geri adım atmaması, otoriter eğilimlerin de bu eğilimlerden güç alan şiddetin ve kadınları öldüren erkeklerin de karşılarında giderek büyüyen bir hareket bulduklarını ve bulacaklarını gösteriyor.
başkanı olarak geçirdiği ikinci yılını tamamladı. Bu aynı zamanda, tüm dünyadaki otoriterleşme ve sağcılaşma dalgasının da ikinci yılı demekti. Dünyanın en büyük kapitalist aygıtını yöneten ırkçı trilyoner, ekonomik olarak kendisini en çok zorlayan Çin ile rekabeti dahilinde ticaret savaşlarını başlattı. AB ile küreselleşmeci serbest piyasaya karşı korumacı ekonomiyi savunarak gerginliğini sürdürdü. Yaz aylarında gerçekleştirdiği Avrupa ziyaretinde, merkezdeki klasik neoliberal partilere saldırırken, her ülkede yükselmekte olan aşırı sağcı, popülist veya ırkçı siyasi hareketlere cesaret verdi. Öyle ki, sağ kolu Steve Bannon, Brüksel’de bir ofis açarak Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesi kıtadaki tüm aşırı sağcı güçleri koordine etmeyi planlıyor. Bu arada, aşırı sağ yükselmeye devam ediyor. Yaz aylarında, İngiltere, yıllar sonra görülmüş en büyük ırkçı gösteriyle çalkalandı. Futbol taraftarları üzerinden örgütlenen faşistler,
Londra sokaklarında 15 bin kişiyi yürütebildiler. Almanya’da Chemnitz’de naziler birkaç gün sokakları kontrol etmeye kalktılar. Brezilya’da askeri diktatörlüğü özleyen, ırkçı, cinsiyetçi, homofobik ve iklim inkârcısı Bolsonaro başkan seçildi. Bütün bunlara karşı her yerde mücadeleler ve direnişler de var. Ancak sağcılaşma ciddi bir sorun olarak varlığını sürdürüyor. Otoriterliğin yükselişi mülteciler için ölüm anlamına geliyor. Krizin sürdüğü Akdeniz’de, özellikle aşırı sağcıların içine girdiği İtalyan hükümetinin baskıları sebebiyle, göçmenleri kurtarmaya çalışan bir tane dahi insani yardım gemisi kalmadı. Fakat her ülkede otoriter yönetimler ve bu yöndeki eğilim, küresel kapitalizmin açmazlarını çözmüyor. Ardı ardında ülkeler daha güvenlikçi politikalara geçerken, bu aynı zamanda tek tek tüm ülkelerin dışarıyla ilişkisinde de daha sert bir tutum takınmasına neden oluyor. Savaş ihtimalleri bu şekilde artıyor.
Otoriterleşme, 2008’de içine düşülen ekonomik krize de çözüm olmuyor. IMF’nin yeni yayınladığı bir rapora göre, küresel borç miktarı rekor düzeyde. En fazla borçlu olan ülkeler ABD, Çin ve Japonya. İngiltere’nin Brexit görüşmeleri hükümeti devrilmenin eşiğine getirdi. Fransa’da Sarı Yelekliler sokaklarda, zenginlerin başkanı Macron’u sallıyor. ABD’de Trump, seçimlerde Temsilciler Meclisi’ndeki çoğunluğunu kaybetti ve daha denetlenebilir bir iktidar hâline gelerek kitlesel gösterilerin ve mücadelenin otoriter liderleri geriletebileceğini gösterdi. Almanya’da Merkel dönemi sona eriyor. 2007-2008’de başlayan küresel ekonomik kriz, son birkaç yılda, 2. Dünya Savaşı kurulan dünya düzeninin siyasi ve jeopolitik krizine dönüştü. “Sistemin dışından gelen” aşırı sağcılar bu ortamda güç kazanıyor. Buna yanıt ise eski neoliberal partilerin merkezciliğinde değil; Fransa’dan Irak’a tüm dünyanın sarı yeleklilerinde.
Macaristan’da köle vergisi protestosu, Aralık 2018 Dünyada ve Türkiye’de 2018 sayfalarına katkıda bulunanlar: Çağla Oflas, Faruk Sevim, Meltem Oral, Nuran Yüce, Ozan Tekin, Şenol Karakaş, Volkan Akyıldırım
6
IRKÇI HAREKETLERİN YÜKSELİŞİ ÖNLENEBİLİR
2018’DE DÜNYA
MÜCADELE ETMEKTEN VAZGEÇMİYORUZ!
ABD tekellerinin çıkarlarını savunan milliyetçi ittifakın temsilcisi Trump'ın başkanlığı ve otoriter yönetimler, ırkçıların ve faşistlerin önünü açıyor. 2018'de Müslüman göçmenleri sınırdışı eden, Meksika sınırı Latin göçmenlere karşı Meksika sınırına duvar ören, saldırgan bir milliyetçilik ve kaos politikalarıyla uluslararası gerginlikleri artıran Trump'ı örnek alan faşistler, özellikle Avrupa'da yönetimi ele geçirmek için atağa kalktı. Trump'a başkanlığı kazandıran sağcı kampanyanın mimarlarından, Nazi sempatizanı ve ABD'deki neo-faşist hareketin örgütçülerinden Steve Bannon, Eylül' ayında Roma'da yeniden sahneye çıktı. Bannon, Trump'ın başstratejistiyken 2017 Ağustos'unda görevinden ayrılmıştı. Saklamadığı faşist ideallleri ve Charlotsville'deki ırkçı saldırılara direnenlere "soytarılar" demesi üzerine, Trump onu daha fazla savunamaz hale gelip, yolladı. O ise durmadı, Trump'ı örnek alan Avrupa'daki ırkçı partileri birleştirmeye soyundu. Roma'da Bannon , İtalya'yı yöneten koalisyonun faşist ortağı Kuzey Birliği adlı partinin lideri, Başbakan yardımcısı ve İçişleri Bakanı Matteo Salvini ile basının karşısına geçerek "Hareket" adını verdikleri yeni bir oluşumu ilan etti. 2019 ilkbaharında yapılacak Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri öncesi, Avrupa'daki sağ popülist ve milliyetçi partileri bir araya getirmeyi amaçlayan oluşumu kuran Bannon, Fransa'daki faşist hareketin lideri Marie Le Pen, Macaristan diktatörü Victor Orban gibi dostlara sahip. Bannon, Salvini ve Le Pen gibilerin ortak amacı bulundukları ülkede işbaşına gelmek, bunu kolaylaştırmak için AP'de çoğunluğu kazanmak. Propagandaları da benzer: Göçmen ve Yahudi karşıtlığı, sosyalizm ve sol düşmanlığı, aynı zamanda her bir ülkede iflas eden merkez partilerin eleştirisi. Cesaret aldıkları Trump'ın başıysa dertte. ABD'de ırkçılığa karşı büyük bir direniş ve göçmenlerle büyüyen bir dayanışma var. Alttan gelen bu mücadele, geçen kasım ayındaki ara seçimlerinde önemli siyasi kazanımlar elde etti. Irkçılık karşıtları, sosyalistler, göçmen ve kadın hakları savunucusu aktivistler bir dizi yerde seçildi. Le Pen ve Salvini gibilerin yükselişi önlenebilir. Yılın sonunda, Sarı Yelekliler Hareketi'nin başta kendisini destekler gibi gözüken Le Pen'in aslında ne olduğunu göstermesi ve ırkçıların işçiler arasında örgütlenmesinin önünü kesmesi bunun bir örneği. Bir yerde ırkçıların durdurulması, diğer yerlerde mücadele edenlere örnek olacak.
Avustralya’da binlerce öğrenciden iklim değişikliği protestosu, Aralık 2018
Küresel düzeyde karbondioksit emis-
yonları üç yıllık bir aradan sonra, 2017 yılında %1,6 oranında arttı. 2017’deki artışın ardından 2018’de %2 artarak karbondioksit emisyon oranlarının yeni bir rekor düzeye, 407 ppm’e çıkacağı söyleniyor. Bu veriler açık ve net bir biçimde hükümetler düzeyinde yirmi küsur yıldır yapılan müzakerelerin ve iklim değişikliğini durdurmak için atılan adımların başarısız olduğunu gösteriyor. Basit, temel ve reddedilemez bilimsel bir gerçek var ki; iklim değişikliğini durdurulabilmek için emisyonların azaltılması gerekiyor. Oysa geçen onca yıl içinde değil azaltma, sabit kalmasını bile sağlayamayan, sürekli artmasına yol açan ekonomik bir modelin içinde hapsolmuş durumdayız. Bu emisyon artış oranları bizi şu anda 1,5 derecelik bir sıcaklık artışının üstüne taşıyacak miktarlarda. Bu artışın etkilerinin ne olacağı konusunda sayısız endişe verici bilimsel rapor da bu yıl içinde açıklandı, iklim değişikliğine bağlı çok sayıda felaketi de yine bu yıl içinde yaşadık. Bu yazın ortalarında yayınlanan bir rapor iklim değişikliğinin Avrupa’da sıcak hava dalgası olma ihtimalini en az iki misli artırdığını, kuraklığın giderek daha sık ve daha ciddi boyutlarda yaşanabileceği uyarısı yapıyordu; Avrupa’da geçtiğimiz Ağustos ayında sıcaklık son 20 senin ortalamasının 4 derece üzerine çıktı. Yaşanan kuraklık nedeniyle Ren Nehri’nin suları da son 100 yılın en düşük seviyesine indi. IPCC’nin 1990 tarihli ilk raporunda “ hava iklim şartlarından köklü bir
şekilde uzaklaşacağımız” uyarısı yapılıyordu, bu Aralık başında COP24 zirvesi sırasında Germanwatch’in yayınladığı Küresel İklim Riski Endeksi raporunda son 20 yılda 11,500 aşırı hava olayı, trilyonlarca dolar hasara ve 525 binin üzerinde ölüme yol açtığı tüm dünyaya duyuruldu. 2018 yılı içinde Çin ve Hindistan’da aşırı yağışlar, Japonya ve Kore’de tayfunlar, ABD’de orman yangınları, tropik fırtınalar, Avrupa’da aşırı sıcaklar, kuraklık ve seller yaşandı. Son üç yılda açlık ve hastalıktan 5 yaşın altında 85 bin çocuğun öldüğü Yemen’de 13 milyon insan açlıktan ölme tehdidi altında. BM’ye göre Yemen’de “son 100 yılın en büyük açıklık olayı yaşanabilir.” Bu büyük insanlık dramına yol açan emperyalist devletlerin ve onların Ortadoğu’daki işbirlikçilerinin Yemen’e savaş açmış olmaları. Ama felaketi büyüten, insanları açlığa sürükleyen, susuz bırakan bir başka şey de iklim değişikliğinin yarattığı kuraklık. Tıpkı Güney ve Orta Amerikalıların işsizlik, şiddet ve yoksulluğun yanı sıra iklim değişikliğinin yarattığı koşullar nedeniyle de yaşamak için ölümü göze alarak kat ettikleri kilometrelerce yol gibi. 2018 yılında Türkiye’de de çok sayıda iklim felaketi yaşandı. Geçtiğimiz üç yılda Türkiye’deki afetlerin ortalama %80’i fırtına, şiddetli yağış, sel ve dolu idi. Bu yılın ilk aylarında da fırtınaların yaşandığı kentler Kayseri, Aydın. Aşırı yağışların yaşandığı kentler ise Antalya, Mersin ve İzmir’di. Mart’ta sel ve dolu İstanbul’u vurdu. Nisan’da fırtına Adana’daki ağaçları kökünden sökecek kadar şiddetliydi.
Yetkililerin “500 yılda olabilecek bir afet” dedikleri aşırı yağış ve sel Mayıs’ta Ankara’yı felç etti. Daha bir ay geçmeden Ankara’da yine sel yaşandı. Kahramanmaraş’ta yaşanan sel felaketinde 3 kişi öldü. 24 kişinin ölmesine yol açan Çorlu’daki tren kazasında tek neden olmasa da aşırı yağışların etkisi vardı. İklimi değiştirenlere karşı küresel isyan İklimi değiştiren sera gazlarını azaltmak için yeterli teknolojimiz, bilgimiz var. İnsanları, tüm canlı türlerini yok oluşa sürükleyecek bu bu yıkım karşısında bugüne kadar anlamlı hiçbir şey yapılmamasının nedeni açık ki ne teknolojik yetersizlik ne de insanların bencil varlıklar oluşu. Bizi bu yok oluşa sürükleyen de yoksulluğu, işsizliği, göçü, savaşı, ırkçılığı, cinsiyetçiliği var eden de ekonomik ve toplumsal örgütleniş biçimimiz. Kapitalist sistemin yarattığı yıkımlara karşı 2018 yılında da dünyanın dört bir yanında 7’den 70’e insanların sokağa çıktığı bir yıl oldu. İklimi değil sistemi değiştireceğiz diyen eylemler, 15 yaşındaki Greta Thunderg’in İsveç’teki “iklim için okul grevi” eylemine sokaklarda eşlik eden Avustralyalı öğrenciler, Almanya ve Belçika’daki on binler, Fransa’yı sallayan Sarı Yeleklilerin “ayın sonunu getiremeyenler gezegenin sonunun gelmesine karşı” eylemleri… İklim değiştiren sistemi ortadan kaldıracak olan işte bu her gün bin bir zorluğa rağmen küresel düzeyde örgütlenen, gelişen mücadeleler olacak.
7
2018’DE DÜNYA
ENTERNASYONAL SOSYALİSTLERİN 2018'İ
GÖRÜŞ Roni Margulies
Uluslararası Sosyalist Akım'ın Koordinasyon Komitesi'nde DSİP'i temsilen yer alan Ozan Tekin ile enternasyonal sosyalistlerin 2018 yılında verdikleri mücadeleleri konuştuk.
DUVAR VE SUÇLULAR
30'dan fazla ülkedeki sosyalist örgütlerin birliği olan akım için 2018'in en kritik politik halkası neydi?
Hükümetin Senato’ya ve Temsilciler Meclisi’ne sunduğu bütçenin onaylanması gerekiyor. Bütçe, Trump’ın Meksika sınırına inşa etmek istediği duvarın maliyetini karşılamak için 6 milyar dolarlık bir ödenek içeriyor. Hem Senato hem Temsilciler Meclisi bu ödeneği onaylamayı reddediyor.
Şüphesiz birçok sorun sayılabilir; otoriterleşme, aşırı sağın yükselişi, yoksulluk ve kriz. Ancak bunların ürettiği en somut politik sorun, göçmenlere yönelik tehditler ve ırkçılığın bu bağlamda yükselişi. Uluslararası Sosyalist Akım, son birkaç yıldır bu vurguyu siyasetinin merkezine koyuyor. Bu nedenle, BM'nin Uluslararası Irkçılık Karşıtı Gün kabul ettiği dönemde, her sene bulunduğumuz her ülkede eylemler yapmaya çalışıyoruz. 2018 yılında da dünyanın 63 farklı noktasında, bizim öncülük ettiğimiz inisiyatiflerin koordinasyonuyla, her yerde mültecileri savunmak için sokaklardaydık. DSİP de İstanbul'da bir panel ve İstiklal Caddesi'nde bir basın açıklaması düzenledi. Hem aşırı sağcıların güçlenmesine hem de artan otoriter eğilimlere verilecek en iyi yanıt, sıradan insanların daha iyi bir yaşam için göç etme ve serbest dolaşım hakkını savunmak. Böylesi bir enternasyonal dayanışma hareketini inşa etmek, tüm dünyadaki ezilenlerin nefes alacağı bir ortam yaratacaktır. Bu çabanızda ne kadar yol alabildiniz? Hiç de azımsanmayacak kadar! İngiltere'de Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk (Stand Up to Racism), klasik bir STK olmaktan çıkıp bir sosyal harekete dönüşüyor. Ülkenin birçok yerelinde birimleri var, on binlerce kişiyi sokağa dökebiliyor. Onun dinamizmi sayesinde daha geniş çevreler harekete geçebiliyor; Trump'a karşı 250 bin kişinin eylem yapması biraz da bu sayede oldu. Almanya'da benzer bir oluşum olan Aufstehen gegen Rassismus, 70 ayrı yerel birimi olan, Uluslararası Irkçılık Karşıtı Gün'de 25 noktada eylem yapan ciddi bir hareket. Yunanistan'da yoldaşlarımızın çabasıyla var olan KEERFA, hem mültecilerle somut bir dayanışmayı inşa ediyor hem de Avrupa'nın en tehlikeli faşist partilerinden biri olan Altın Şafak'ın serpilip gelişmesini önlüyor. Türkiye'de henüz bu ölçüde kitleselleşebilmiş değiliz. Ancak "Irkçılığa hayır, hepimiz göçmeniz" kampanyasının 1 Aralık'ta İstanbul'da düzenlediği panele gösterilen ilgi, burada da mültecilerle dayanışmak isteyen çok sayıda aktivistin olduğunu ortaya koyuyor.
Amerikan hükümeti parasız kalma tehlikesiyle karşı karşıya!
Trump ise bu ödeneği içermeyen bir bütçeyi kabul etmiyor. Bütçe onaylanmadığı taktirde, hükümet “kapanıyor.” Maaşlar ödenemiyor, her şey kilitleniyor. Bu hafta, Trump’ın danışmanı Stephan Miller, “Duvarı inşa etmek için gerekli her şeyi yapacağız” dedi. Gazetecilerin “Her şey dediğinizde, hükümetin çalışamaz hâle gelmesi de buna dahil mi?” sorusuna, “Durum oraya gelirse, elbette” cevabını verdi. Yunanistan’da ırkçılığa karşı eylem, 2018.
Akım bunun dışında neler yaptı 2018'de? Var olduğumuz her ülkede, neoliberal hükümetlere, aşırı sağa ve egemen sınıfa karşı verilen mücadelelerin içinde yer alıyoruz. İrlanda'daki yoldaşlarımız kürtajın yasallaştığı referandumun kazanılması için canla başla çalıştılar. Hollanda'daki yoldaşlarımız "daha sosyal" bir toplum için emek hareketinin verdiği mücadelenin içinde yer alıyorlar. İspanya'daki yoldaşlarımız Katalonya'nın kendi kaderini tayin hakkını antikapitalist bir perspektifle savunuyorlar. Yunanistan'da her grevin ve eylemin içinde SEK'in varlığını ve etkisini görüyoruz. Türkiye'de DSİP, yerli ve milli ittifakın zayıflatılması ve krizin faturasını patronların ödemesi için mücadele ediyor. Tüm bunların yanı sıra, Uluslararası Sosyalist Akım’daki tüm partiler olarak, enternasyonal dayanışma ağlarını inşa ediyoruz. DSİP üyesi Emin Şakir'in tutukluluğu boyunca Yunanistan'dan Avustralya'ya, Nijerya'dan Kanada'da birçok akım örgütü Emin için kampanya yaptı, mesaj yolladı, protestoda bulundu. Sadece kendi yoldaşlarımız için değil, işçi sınıfının saflarında mücadele eden tüm aktivistler için benzer bir uluslararası hareketliliği sağlamak için gayret gösteriyoruz.
YENİ YIL MESAJLARI
2019, 2018'de dünyanın çeşitli yerlerinde yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayan başlayan mücadelelerin büyüdüğü, umudumuzu daha da artırdığı, yeniden barışı konuşmanın savaşmaktan daha makbul olduğu bir olsun. Arife Köse
Umudumuzu asla yitirmeyeceğimiz, örgütlü ve mücadele dolu bir yıl diliyorum. Tüm zorluklarına rağmen 2018 yılı direnmenin ve örgütlenmenin aynı şey olduğunu gösterdi. 2019 yılı için deneyimler biriktirdik. Dila Ak
Yıllardır taşeron zulmü bitsin diye mücadele ettik şimdi devlet İş-Kur aracılığıyla yeniden sessizce taşeronu yaymaya başladı. Temennim taşeron zulmünün bitmesi. İsmet Çeçe Birkaç yıldır, iyi dileklerle girdiğimiz her gelen yıl, giden yılı arattı. Umarım 2019, 2018’i aratmaz. Mutlu yıllar. Garo Paylan
2019 yılında kazanmaya daha da yaklaşacağımız inancıyla mücadele eden tüm aktivislere şunu söylemek istiyorum: Mücadelenin hiçbir dakikası boşa geçmiş değil, her bir aşaması çok değerli.
Artık mağdurların, mazlumların takatlarının son haddinde olduğu bu yıldan 2019'a geçerken en onemli dileğim insan hakları ihlallerinin bitmesidir.
Emin Şakir
Ömer Faruk Gergerlioğlu
2019 yılının bu ülkede Şebnem Koru Fincancı, Gençay Gürsoy, Osman Kavala gibi onurlu yüzlerce akademisyenin, barış insanın yargılandığı, cezalar aldığı bir yer olma utancından kurtulduğumuz ve hiç kimsenin sokakta işsiz, evsiz, vatansız, savaşta ölü olmadığı bir yıl olması temennisiyle herkesin yeni yılını kutluyorum.
2019, 2018 gibi olmasın yeter. Adayların merkezden atandığı yerel seçimlerde ciddi bir değişiklik olmayacağını görüyoruz. Umarım yerel seçimlerden sonra bütün ezilen ve mağdurları ortak zeminlerde buluşturma özlemimizi ete kemiğe büründürürüz de gelecek kuşaklara mahcup olmayız. Şimdi değilse ne zaman?
Hakan Tahmaz
Ufuk Uras
İki hafta önce, babasıyla beraber Meksika’da yüzlerce kilometre yol alıp Amerika’nın güney sınırının en ücra bölgesinden geçen yedi yaşında Guatemalalı bir kız çocuğu Amerikan sınır görevlileri tarafından yakalandı ve birkaç saat sonra öldü. Gazeteciler Beyaz Saray sözcüsüne şu soruyu sordu: “Trump yönetimi bu kızın ölümünün sorumluluğunu kabul ediyor mu?” Cevap şöyle: “Bir baba Amerika’ya girmek için çocuğunu Meksika üzerinden yüzlerce kilometrelik bir yolculuğa çıkarıyor ve bunun sorumluluğunu biz kabul ediyor muyuz? Hayır, etmiyoruz.” Yani suçlu, Trump’ın politikaları değil, kızın babası! Guatemala’da baba ile kızın Raxruhá adlı köyüne giden Amerikalı gazeteciler ailenin bütününün ayda 5 dolar ile geçinmeye çalıştığını yazıyor. Amerika’da bunlar olurken, Uşak’ın Eşme ilçesinde yaşanan bir olayın ardından “toplanan 100 kişilik grup, ‘Eşme’de Suriyeli istemiyoruz’ sloganı atarak, Suriyeliler’in evlerinin bulunduğu olay yerinin üç sokak ilerisindeki bölgeye yürümek istedi. Bunun üzerine bölgeye çok sayıda polis ekibi sevk edildi.” Olay şu: “On kişilik Suriyeli bir grup ile 1,30 promil alkollü olan Özgür E. ve Evren K. arasında tartışma çıktı. Tartışma kısa sürede kavgaya dönüştü.” Polis olaya karışan dört Suriyeliyi gözaltına almış. Olayın ne olduğu önemli bile değil. Ne olursa olsun. Kavgaya karışan Suriyeliler yüzde yüz suçlu bile olsa, suçlu olan “on kişilik bir grup”; “Suriyeliler” değil. Ama CHP ve İYİ Parti sürekli Suriyelileri hedef gösterirken, AKP Avrupa’yla görüşmelerde Suriyeli göçmenleri koz olarak kullanırken, ırkçılığın yukarıdan aşağıya doğru yayılması kaçınılmaz oluyor. Suçlu, açlık ve yoksulluktan kaçan Guatemalalılar değil; savaştan ve ölümden kaçan Suriyeliler değil. Suçlu, savaşların da yoksulluğun da sorumlusu olan Trump ve hükümetler.
SOSYALİST İŞÇİ YILBAŞI ÖZEL MALCOM X EKİNİ İSTEMEYİ UNUTMAYIN!
8
2018’DE TÜRKİYE
KRİZİN BAŞLADIĞI YIL
TL’nin hızlı değer kaybıyla kriz kendini ortaya koydu.
Türkiye kapitalizmi için krizin başladığı yıl 2018 oldu. Ağustos-Eylül döneminde sanayide yüzde 2,7, ekonominin genelinde ise yüzde 1,1 küçülme yaşandı. Ekim-Aralık dönemi verileri üç ay sonra açıklandığında krizin 2018 son çeyreğinde daha da hızlandığını göreceğiz. 2018 krizinin en belirgin sonuçları, iki çeyrek üst üstü küçülme yaşanması ve bu küçülmeye yüzde 25’lik bir enflasyonun eşlik etmesi. Ekonomide buna slumpflasyon, yani enflasyon içinde küçülme deniyor. TL’deki değer kaybı, 2018 krizinin ilk aşaması oldu. Mayıs ve Ağustos aylarında iki defa TL ani olarak düştü. Eylül ayında ABD
ile olan gerilimin azaltılması ile TL bir miktar değer kazansa da son bir yılda TL’deki değer kaybı yüzde 40’ı buldu. Bunun ilk etkisi enflasyonun patlaması oldu, yıllardır yüzde 10’larda seyreden enflasyon, Ekim ayında yüzde 25’lere fırladı. Açlık sınırı aylık 2000 TL’ye, yoksulluk sınırı 6400 TL’ye yükseldi. Üretici ve tüketici fiyatları arasındaki farkın halen çok yüksek olması, enflasyondaki yükselmenin önümüzdeki aylarda da devam edeceğini gösteriyor. Faizler yükseldi, batık krediler arttı TL’deki ani değer kaybı faizlerin aşırı yükselmesine neden oldu. Alım gücü daralan bireylerin ve
üretimini kısan firmaların kredi kullanma talebi azaldı, ekonomik daralma hızlandı. KOBİ’lerin ve esnafın batık kredi oranı yüzde 7,3’e yükseldi, bu oranın 2019 yılında yüzde 10’ları geçeceği tahmin ediliyor. Normal koşullarda yüzde 1’lerde seyretmesi gereken bir orandan bahsediyoruz. Konkordato ilan ederek borçlarını erteleyen firmaların önemli bir kısmı önümüzdeki aylarda iflas edebilir. Pek çok firma iflas durumunda olduğu halde konkordato sistemine sığınarak iflasını geciktiriyor. Sanayi sektörü ile bankacılık arasında borç yapılandırmaları devam ediyor, ama kredi sisteminin tekrar nasıl işler hale geleceği belli değil, çünkü
bankacılık sektörü işlerin gidişatından tedirgin, krizin yükünü olabildiğince savuşturmak için ticari kredi musluklarını kapatmış durumda. Sanayi daralıyor, işsizlik artıyor, gelirlerimiz azalıyor 2017’nin son aylarında başlayan sanayi üretiminde daralma devam ediyor. Kasım ayında sanayide kapasite kullanım oranı yüzde 73,7 oldu. Bu oran en son Mart 2010’da bu kadar düşük olmuştu. Elektrik tüketimi son bir yılda yüzde 2,2 azaldı. Sanayi Eylül 2018’de bir önceki yıla göre yüzde 2,7 daraldı. İşsizlik rakamları TÜİK tarafın-
“ONLAR BİR AVUÇ! BİZ MİLYONLARIZ!”
tal Gece Neden ve Nasıl Oldu?”
30 Mayıs Panel: Umuda, barışa, Demirtaş’a
27 Ocak 2018, Basın açıklaması: “Holokost kurbanlarını saygıyla anıyoruz”
31 Mayıs Panel (İzmir): Umuda, barışa, Demirtaş’a
2018 yılında Antikapitalistler Platfomu bir dizi etkinlikle kapitalizmin bir çok yönüne karşı ses çıkarttı ve önümüzdeki günlerde çok daha etkili bir hareket inşa etmek için güç biriktirdi. Paneller, forumlar, basın açıklamalarıyla, bildiriler, afişler ve broşürlerle sürekli etkinliklerle Antikapitalistker hiç durmadan hareket ettiler. Bu etkinlikler zaman zaman küresel mücadelelerle dayanışma olarak örgütlendi. Aşağıda etkinliklerin bazılarının kısa bir dökümü yer alıyor.
7 Şubat, Irkçılığa Karşı Birleşelim Atölyeleri 3: Göçmenlik, Göçmen politikaları ve Birlikte Mücadele
5 Ekim Forum: Krizin faturasını patronlar ödesin
3 Ocak 2018, Basın Açıklaması: "İran halklarının mücadelesi bizim mücadelemizdir!" 10 Ocak, Irkçılığa Karşı Birleşelim Atölyeleri 1: “Irkçılık ve Kapitalizm” 17 Ocak, Panel: “Hrant Dink'siz 11 yıl: Adalet mücadelesi sürüyor 24 Ocak, Irkçılığa Karşı Birleşelim Atölyeleri 2: “Holocost – Kris-
24 Şubat, Panel: “Bedenimiz, Hayatımız, Emeğimiz, Kararımız Bizim; Kadınlar Direnişte” 3 Mart, Göçmenlerle Dayanışma gecesi 17 Mart, Basın açıklaması: “17 Mart Uluslararası Irkçılığa karşı Dayanışma Gününde; Irkçılığa Karşı Birleşelim” 17 Mart, Panel: “17 Mart Uluslararası Irkçılığa karşı Dayanışma Gününde; Irkçılığa Karşı Birleşelim”,
28 Haziran Panel: Yeni bir dönemde mücadele için birleşelim 7 Ekim 2018, Kampanya Çağrısı Yaptık: Hepimiz Göçmeniz: Irkçılığa Hayır! 9 Ekim, Göçmenlerle Dayanışma gecesi 14 Ekim Forum (İzmir): Dünyada ve Türkiye’de Kriz, Krizin faturasını patronlar ödesin, 11 Kasım, Panel (İzmir): İş güvenliği ve işçi sağlığı 1 Aralık, Panel: Hepimiz Göçmeniz, Irkçılığa Hayır
7 Nisan, Emek Forumu
1 Aralık, Göçmenlerle Dayanışma gecesi
21 Nisan, Panel: 24 Nisan’dan Hrant’a Bu acı hepimizin
16 Aralık, Bursa Antikapitalistler Toplantı: “Krizin faturasını patronlar ödesin”
24 Nisan, “Bu acı hepimizin” anması 17 Mayıs, Basın açıklaması: “Filistin Halkının Yanındayız”
17 Aralık, Toplantı: "Irkçılığa hayır, hepimiz göçmeniz" kampanyası aktivistler toplantısı
dan üç ay gecikmeli olarak açıklanır, Aralık ayında açıklanan, ancak Eylül ayına ait olan rakamlara göre dar tanımlı işsizlik yüzde 11,4’e, genç işsizliği ise 21,6’ya çıkmış durumda. Dar tanımlı işsiz sayısı 3,8 milyon oldu. Geniş tanımlıları da katarsak Türkiye’de yaklaşık 7 milyon işsiz var. 2019 yılında bu sayının 8 milyona yükselmesi bekleniyor. 2019 yılında ekonomik krizin sonuçlarını daha da ağır bir şekilde yaşayacağız. Krizin faturasını ödemek istemiyorsak, emekçiler olarak taleplerimizi daha gür sesle söylemeye başlamalıyız: Asgari ücret 2800 TL olmalı, ücret zamları yüzde 25 olmalı.
9
2018’DE TÜRKİYE
BASKILARA RAĞMEN İŞÇİLER MÜCADELE ETTİ İşçiler 2018’de, 0toriter yönetimin baskılarına, grev ve gösteri yasaklamalarına, tutuklamalara rağmen mücadele etti. Emek Çalışma Topluluğu verilerine göre 2017 yılında 77 bin işçi eyleme çıktı. Gazetemizin yıl boyunca yayınladığı irili ufaklı eylem haberlerine göre; 2018 yılında bu sayı yaklaşık 65 bin civarında. Ancak bu rakamlara 2017’ye oranla azalan, KHK kararıyla ihraç edilen kamu çalışanlarının eylemleri, Şubat ayında metal sektöründe 130 bin işçiyi ilgilendiren MESS sözleşmesi esnasında her bir vardiyada yapılan bir saatlik işe geç başlama eylemleri ve basın açıklamalarını, 4000 işçinin çalıştığı 14 şeker fabrikasının kapatılmasına karşı Şeker-İş sendikası tarafından düzenlenen bir milyonluk imza kampanyası ve mitingleri, sağlıkta şiddet yasasına ve yeni mezun hekimlerin güvenlik soruşturması nedeniyle SGK anlaşmalı hastanelerde çalışamayacağına ilişkin torba yasaya karşı eylemleri, DİSK, KESK ve Meslek Odalarının “Krizin faturasını ödemeyeceğiz” eylemlerine katılan işçi sayılarını da eklediğimizde geçen sene eylemlere katılan işçi sayısını aştığı görülecektir. Metal işçileri yol gösterdi Bu yıl metal işçileri işçi sınıfının öncüleri olduğunun bir kez daha altını çizdi. Yaklaşık 130 bin metal işçisini ilgilendiren MESS toplu sözleşme sürecinde, OHAL ko-
Antikapitalistler’den İsmail Çapar’la mücadele deneyimlerini konuştuk. İzmir’de Antikapitalistler neler yapıyor? İsmail Çapar: Irkçılık, milliyetçilik ve her türlü fobi nedeniyle ayrımcılığa ve ötekileştirmeye maruz kalmış, bütün ezilenlerin mücadelesini sınıf mücadelesiyle birleştirmeye çalışıyoruz. Çünkü bütün bu ezme ezilme pratiklerinin büyük oranda sistemde kaynaklandığını biliyoruz. Bu nedenle bize göre çözüm sisteme karşı ortak ve birleşik mücadele. Sizce günümüz sınıf mücadelesinin zorlukları ve sorunları neler? İsmail Çapar: En temel sorun sınıfın bölünmüşlüğü. Siyasi parti tercileri, sendika tercihleri, inanç, etnik mensubiyet vs. bir çok eksende kamplaşıp ku-
kin tedbirler alınması, ücretlerin ödenmesi ve işten atılmaların durdurulması. Özellikle inşaat sektöründeki durgunluk nedeniyle pek çok inşaatta ücretlerini alamayan işçiler çatıya çıktılar, iş bıraktılar. 3. Hava Limanı inşaatında çalışan 36 bin işçi de benzer koşullarda çalışıyordu. 29 Ekim tarihine işin yetiştirilmesi için artan iş ritmi bardağı taşıran son damla oldu. Hava limanı işçilerinin kendiliğinden isyanı egemenlerin yüreğine korku saldı. Birleşen işçiler yenilmezler Kriz koşullarında 2018 yılında yüz güldüren bir diğer eylem de Adana’da Suriyeli ve Türkiyeli Saya işçilerinin yüzde 40 zam talebiyle birleşik mücadelesi oldu. Suriyeli ve Türkiyeli işçilerin birleşik mücadelesi ırkçılığın panzehrinin de sınıf mücadelesi olduğunu gösterdi. İzban işçileri grevde, Aralık 2018.
şullarında grev yasaklarına rağmen MESS patronlarına boyun eğdirdi. MESS patronları yüzde 24,63 oranında iki yıllık sözleşmeyi imzalamak zorunda kaldı. 2018 yılında işçi sınıfının ağırlıklı olarak gündeminde yer alan diğer bir mücadele de kamuda çalışan taşeron işçilerin kadro sorunuydu. Hükümetin kamuda çalışan bir milyon taşeron işçinin kadro düzenlenmesine ilişkin güvenlik soruşturmasına takılan, beledi-
yelerde çalışan kapsam dışında kalan işçilerin eylemleri sınıf hareketinin gündeminde ağırlıklı yer aldı. Bu yıl sendikalı oldukları için işten atılan işçilerin direnişlerin sayısında artış yaşandı. Yaklaşık bir yıldır sürmekte olan çoğunluğunu kadın işçilerin oluşturduğu Flormar işçilerinin direnişi, en fazla ses getiren direniş oldu. Cargil, TÜVTÜRK, Metro Market, Süperpak, Babacanlar Kargo iş-
çilerinin eylemleri halen sürüyor. Krizin faturasını ödemeyeceğiz Yılın ikinci yarısından itibaren ekonomik krizin etkisiyle işverenlerin krizin faturasını işçilerden çıkarmaları nedeniyle işçi eylemleri artarak devam etti. Sendikaların yönlendirmesi dışında gelişen, kendiliğinden eylemler benzer taleplerle gerçekleşti: Çalışma koşullarının düzeltilmesi, iş cinayetlerinin önlenmesine iliş-
HAREKETİ BİRLEŞTİRMEYE ÇALIŞIYORUZ tuplaşarak bölünmüş. Bir diğeri örgütsüzlük, son rakamlara baktığımızda, 19 milyon çalışandan OECD verilerine göre sadece % 4,5’i sendikalı. Oysa Bakanlık verilerine bakıldığında bu oranın %10 olarak görülüyor, sadece sendika üyeliği baz alındığında bu doğru lakin sendikalı olup toplu iş sözleşmesi (TİS) yapan sendikalı işçi oranına bakıldığında gerçek sendikalı olma oranı %4,5 . Bunlara bağlı olarak, sınıfın, uluslararası sözleşmelerden doğan, anayasal ve yasal, kazanılmış haklarını kullanamaması çok önemli bir sorun. Son olarak da, çalışma yaşamındaki denetimsizlik ve cezasızlık nedeniyle her gün yaşanan ve önlenemeyen iş cinayetleri var. Bu zorlukların yanında ola-
naklar neler? İsmail Çapar: Az önce bölünmüşlük demiştim. Bildiğiniz gibi en büyük bölünme siyasi parti tercihlerinde görülüyor, bu gün işçi sınıfının önemli bir kesimi iktidar partisine oy veriyor. Olağan zamanlarda, neoliberal bir kitle partisi olan AKP için bu durum büyük bir avantajdı, fakat krizin var olduğu koşullarda bu kendisinin ve aynı zamanda sistemin en büyük handikapı olmaya aday. Zira AKP, her ikisi de kendi seçmeni olan, hem patronu hem de onun yanında çalışan işçiyi aynı anda memnun etmekle karşı karşıya. Takdir edersiniz ki kriz dönemlerinde bu çok da kolay değil. Olağanüstü hal koşullarını vesile ederek, grevleri erteliyoruz, söyleminden de gö-
rüldüğü üzere krizin her zamanki gibi işçi sınıfına fatura edilmeye çalışıldığı aşikar. Tabii bu durumda, işçi sınıfının otomatik olarak sola meyledeceği sonucu ya da kendi sınıfsal çıkarları için örgütleneceği sonucu da çıkmaz, çıkmadığını da bir önceki seçimde gördük. Peki bunun için neler yapmak lazım? İsmail Çapar: Mücadele... Antikapitalistler olarak bizler de İzmir’de bunun mücadelesini vererek bunun olanaklı hale getirmeye çalışıyoruz. Bu amaçla kentte var olana bütün eylem, direniş ve grevlerle (devam eden Tariş direnişi ve İzban grevi) ilişkilenip dayanışarak, hem işçilerin taleplerini kazanması
“Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” misali ekonomik kriz koşullarında 2018 yılının son aylarında yükselme eğilimi gösteren kendiliğinden eylemler, direnişler, iş bırakmalar 2019 yılında da artarak devam edecektir. Bu mücadelelerden hangisinin sınıfın genel mücadelesi haline dönüşeceği belirsiz olmakla birlikte, birbirinden kopuk, parçalı süren bu eylemlerin kalıcı bir zaferle sonuçlanması işçi sınıfının birleşik mücadelesiyle mümkün olabilecek. için mücadele ediyoruz hem de becerebildiğimiz oranda mücadeleyi birleştirmeye çalışıyoruz. Bu amaçla önümüzdeki hafta Karakedi kültür merkezinde İzban ve Tariş işçilerinin katılımıyla, ortak bir toplantı örgütlemeye çalışıyoruz. Ayrıca, birisi işçi derneği birisi de soruna duyarlı olan iki dernekle, “işçi sağlığı ve iş güvenliği” konusunda bir kampanya örgütlemeye çalışıyoruz. Bir de sürekli yapmaya çalıştığımız hem Karakedi’de hem başka merkezlerde bilgilendirme ve örgütlenme toplantılarına devam ediyoruz. Önümüzde bir çok mücadele alanı var, kriz koşullarında iş güvencesi ve güvenliği, şu an devam eden asgari ücret görüşmeleri, gelecek günlerde kıdem tazminatının fona devri, sendikalaşma vs. Hasılı kelam gücümüz yettiğince tüm bu alanlarda örgütlenmeye ve mücadeleye devam.
10
YORUM
KAPİTALİZM, KRİZLER ÜZERİNDEN YÜRÜYEN BİR SİSTEMDİR Tolga Tüzün’ün Adalet Zemini toplantısında yaptığı sunuştan kısaltılarak alınmıştır
lamento seçimlerinde aldığı oy oranları dehşet verici.
İçinde yaşadığımız kapitalist sistem, suni bir “özgür özne” kavramı etrafında şekillenmiş, varolan çok şiddetli, çok ayrıksı çeşitli toplumsal kesimlerin üstünü örtmek, bunların içinde barındırdığı çatışmaların ve tartışmaların üzerini demokrasi denen sembolik bir değerler bütünü ile kapatmak üzerine kurulu. Bu sembolik değerler bütününün arkasında yatan şey, 15-16. yüzyıldan itibaren yükselmeye başlayan, sonradan burjuvazinin liberal hukukuna evrilecek olan bir yasalar bütünü çerçevesinde toplumun yeniden örgütlenmesidir.
İsveç’in Demokratları Partisi yüzde 18, Finlandiyalılar Partisi yüzde 18, Danimarka Halkın Partisi yüzde 21, Almanya için Alternatif Partisi yüzde 13, Hollanda Özgürlük Partisi yüzde 13, Fransa’da Ulusal Cephe yüzde 13 oy aldı. Çekoslovakya’da aşırı sağcı Özgürlük ve Doğrudan Demokrasi Partisi var, kelimelerin altını boşaltmaya başladığınız, istediğiniz yere çekmeye başladığınız anda toplumda dayanışma hissiyatı uyandıran anlam ve değerler giderek ortadan kayboluyor, bu partinin ismi iyi bir örnek.
Bu örgütlenme biçiminin içerisinde her yurttaşın eşit olduğunu söyleyen şey aslında bir mit. Fransız devriminden itibaren bütün demokrasi deneyimlerinde, aynı Atina’daki antik versiyonunda olduğu gibi sadece bir takım sosyal ve sınıfsal kesimlerin egemenliği gözetilir, onların hegemonyası altında işler yürütülür. Demokrasi, Atina’da yönetici sınıf olarak erkeklerin, ABD’de 1793’ten itibaren beyaz, Avrupalı, burjuva, köle sahibi bir takım insanların kendi ideal dünyalarını ve kendi değerlerini topluma yansıtmak üzere kurdukları bir yönetim biçimi olmuştur. Kapitalist liberal demokrasi için şöyle bir anlatı vardır: “Aslında liberal demokrasi gayet mükemmel bir yönetim biçimidir, kapitalizm gayet mükemmel bir ekonomik sistemdir, ama arada sırada küçük arızalar oluyor”. Bu arızalar dünya savaşlarına, nükleer bombalara, büyük ekonomik bunalımlara, faşizmlere, yerel savaşlara, insan hakları ihlallerine, işkencelere, ekolojik krizlere yol açmıştır. Ama yine de bütün bunlara küçük arızalar denir. Ama nedense bütün bu arızalar sistemin bütünlüğünü ve mükemmelliğini bozmuyorlar. Bu arızaları sürekli olarak takip eden ama aslında çok da fazla konuşulmayan azınlıkların, kadınların, eşcinsellerin hakları, gelir dağılımı eşitsizliği, kıtlık, vb. gibi minik “arızalar” da var. Bu oldukça saçma bir durum. Bu arızaların bu şekilde ortaya çıkmasının altında yatan sebep,
Avusturya Özgürlük Partisi yüzde 26, İsviçre Halkın Partisi yüzde 29, İtalya’da LİG partisi yüzde 17, Yunanistan’da Altın Şafak yüzde 7, Kıbrıs’ta ELAM yüzde 4 oy aldı.
Avrupa’da göçmenlerle dayanışma büyüyor, 2018
bu arızaların aslında arıza değil, sistemin kendisi olmasıdır. Kapitalist sistemin kendisi, krizler üzerinden yürüyen bir sistemdir. Neoliberalizm Neoliberalizm, 1970’lerden sonra egemen hale geldiğinde, bir şekilde devam etmekte olan krizlerin gelip geçici şeyler olduğu hissiyatını külliyen reddetti. Böylece artık toplumu sadece krizlerle yönetebileceği bir sisteme doğru dönüştürdü. Sürekli kriz politikası sayesinde, liberal demokrasinin tam olarak üstünü örtemeyeceği bir durum oluştu. Hakiki demokratik taleplerle ortaya çıkan insanların da sayesinde, neoliberalizm, bu krizlerin sürekli olarak toplumu yönetme biçimi olduğu, bir şekilde toplumu sürekli kırmızı alarm durumunda bırakmak için gerekli bir şey olduğunu anladı ve bundan bir problem duymamaya
başladı. Bu problem duymamaya başlamasının erken örneklerinden bazıları 1970’lerde İngiltere’deki Thatcher ve ABD’deki Reagan iktidarlarıdır. Kapitalizmin liberal döneminde (19. yüzyılın tamamı ve 20. yüzyılın uzun bir dönemi) bilmeye, dünyayı bilgi ve bilme yoluyla anlama çabası üzerine kurulu bir toplum modeli iken, neoliberal dönemde kanaatler üzerinden örgütlenen bir topluma dönüşmeye başladık. Herkesin kanaat lideri olması, herkesin her konuda her şeyi biliyormuş gibi konuşmasının altında yatan sebep, sadece bu insanların derin bir narsisizmden muzdarip olmaları değil. Toplum artık bilgiye gerek olmadan kanaatler üzerinden, herkesin her şey hakkında her şeyi üfürebileceği ve üfürdüğü şeyin de gerçekmiş gibi algılanabileceği bir modele doğru gidiyor. Trump bunun en güzel örneği. Maalesef tek örneği değil.
İçinde yaşadığımız dünyada, içinde bulunduğumuz kültürel etkileşim ağının içinde özellikle sosyal medyayla beraber çok da kolaylaşan bir hakikatin altının oyulması söz konusu. Çünkü hakikatin altı oyuldukça her şeyi sallamak, sonra bambaşka bir şeyi sallamak çok kolaylaştı. Trump’ın, Erdoğan’ın son yıllarda söylediklerine bakın. Birbiri ile 180 derece zıt politikaları gayet aynı ikna edicilikle söyleyebiliyor ve kabul ettirebiliyorlar. Mesela Macron seçime gelirken önerdiği şeylerden yavaş yavaş dönüyor. Avrupa’da artan ırkçılık ve ırkçılara karşı direniş Bir yandan antisemitizmin, bir yanda islamofobinin arttığı bir dönemdeyiz. Avrupa faşizmi toplumda giderek daha fazla taraftar bulmaya başlamış gibi. Ekim 2018 tarihi itibarı ile Avrupa’da aşırı sağın, ırkçıların ulusal par-
Bu tabloya bakıp “bunlar artmış, nasıl oldu bu” diye şaşırmamak lazım. Irkçılık ve göçmen karşıtlığı ile mücadele edebilmek için, 2008 krizinin toplumun içerisinde ne tip hasarlara, ne tip önünü görememelere yol açtığının analizini yapmak ve bu analizler sonucu izlenecek doğru politikaları bulmak gerekiyor. Acilen bunu yaparken bir de hayatın pratiği var. Avrupa’da aşırı sağ hareketler giderek kabarırken, bir yandan da sokakta çoğalan, ırkçılara karşı direnen yoğun bir hareketlilik var. İnsanlar sokağa çıkmaya başladığında yani anti-faşist hareket, ırkçılık karşıtı hareket sokağa çıktığında, ırkçılar sokaklara çıkamaz oluyor. Bu direnişi devam ettirmek lazım, çünkü bu bizim tanıdığımız eski bir canavar. Yeni karşılaştığımız bir şey değil, arıza hiç değil. Bu hareketler şu anda 1930’lardaki ivmelerini kazanamıyorlarsa, bunun olmamasını sağlayan bir direniş var. Haliyle bu direnişi de pratik olarak nasıl güçlendirebiliriz, bunu tartışmalıyız. Ama bu işin arkasındaki felsefeyi ve daha siyasi kısmını da es geçmeden bu işi yapmalıyız, gündelik çözümlerle bir yere varamayız.
KÜLTÜR
BLACKkKLANSMAN: IRKÇI ATAĞA KARŞI MÜCADELE ÇAĞRISI
11
İKİ KADININ KALEMİNDEN TÜRKİYE’NİN 1968’İ
Melek Ulagay ve Oya Baydar’ın ilk karşılaş-
n Yönetmen: Spike Lee, Oyuncular: John David Washington, Adam Driver, Laura Harrier, 2018 yapımı.
Dünyada ırkçı ve sağ popülist hareketler ataktayken, Spike Lee'nin filmi tam zamanında geldi.
Türkiye'de Karanlıkla Karşı Karşıya adıyla gösterilen BlacKkKlansman, bir takım sorunlu yanlara sahip olsa da, ırkçılığa karşı güçlü bir ses çıkartıyor. ABD'de beyaz üstünlüğünü
savunan ırkçıların atakta olduğu 1970'lerin başında geçen filmin merkezinde, Colorado Spring şehrinin ilk siyah polis memuru Ron Stallworth’un gerçek hikayesi var. Siyah polis Stallworth, Yahudi meslektaşı Flip Zimmerman ile birlikte ırkçı örgüt Ku Klux Klan (KKK)’ın yerel birimine sızmak için gizli göreve atanıyor. Beyaz kukuletaları ve yanan haçlarıyla tanınan ırkçı ör-
gütün dayandığı boş fikirler zekice eleştirilirken, o günden bugüne KKK lideri olan David Duke ve örgüt üyeleri yerin dibine sokuluyor. Film baştan sona çok komik. Ancak faşistleri hafife almak tehlikelidir. Ayrıca KKK örgütlenmesinin devletle bağları da gözükmüyor. 70'lerin başındaki ırkçı atağa karşı siyahların mücadelesinin ürünü olan Black Power (Siyah Güç) hareketinin 'devrimci bir retorik' olarak veril-
mesiyse bir başka sorun. Fakat Lee, filmin sonunda öyle bir yere getiriyor ki, bu sorunları aşan bütünlüklü bir eleştiriye de ulaşılıyor ve filmi kurtarıyor. 2017'de ABD'de ırkçılar tarafından öldürülen aktivist Heather Heyer'in anısına ithaf edilen BlacKkKlansman, aşırı sağın yükselişini durdurmak için herkese yapılmış bir çağrı.
maları 1968’in sonlarında oluyor. O tarihte yirmili yaşlarının başında ve sonunda olan bu iki kadın uzun yıllar farklı siyasi yapılar içinde mücadelenin içinde yer alıyorlar. 2011’de yayınlanan Bir Dönem İki Kadın- Birbirimizin Aynasında kitabı Ulagay ile Baydar’ın bu uzun mücadele sürecine ilişkin söyleşilerini içeriyor. Çocukluk ve gençliklerinin anlatıldığı bölümlere o zamanın İstanbul’u eşlik ediyor. Bu söyleşinin içinde 1968, Kanlı Pazar, 12 Mart, 12 Eylül darbeleri, devrimci mücadele, sol örgütler, sürgünler, mültecilik “Tarihi sadece erkekler yazmamalı; tarih, erkeklerin insandan çok siyasete odaklı resmi tarihi olmamalı” diyen iki kadının tüm samimiyeti ile yazılmış, solun kendi resmi tarih anlatısının dışında bir tarih anlatısı bulabilirsiniz.
STALİNİZMİN DEVRİMCİ ELEŞTİRİSİ NEDEN GÜNCEL? ketler, giderek teorinin önemini inkâr eder oldu.
n Rusya’da Devlet Kapitalizmi, Yazar: Tony Cliff, Çevirmen: Roni Margulies-Tarık Kaya, Baskı: Mart: 2018, Z Yayınları.
Küçük bir kanatsa, Stalinizmi olduğu gibi savunmaya devam etti ve bunu yaptığı oranda da etkisizleşti.
Bir zamanlar dünyanın üçte biri-
ni yöneten Stalinist SSCB yıkılalı çok oldu. Rusya’yı bugün despotça yöneten kişi, Stalinist rejimin bir görevlisi, eski KGB ajanı Putin. Putin’e göre, SSCB’nin çöküşünün sorumlusu, Rus olmayan halkların kendi kaderlerini tayin hakkını savunan Lenin. Büyük Rus şovenizmini geri getiren Stalin’i ise üniter devleti savunduğu için haklı buluyor! Yıkılmadan önce dünyada bir çol sol hareket ve parti SSCB’yi sosyalist bir rejim, Marx’ın savunduğu sosyalizm anlayışına uymasa da bir tür “reel sosyalizm” ya da yozlaşmış bir işçi devleti olarak görüyordu. ABD’ye karşı bir kamp olma özelliğini Doğu Avrupa’yı işgal ederek ve kendisine bağlı bir blok olarak tutarak kazanan Stali-
nizm, 1989’da Doğu Avrupa’daki işçi ve halk ayaklanmalarıyla tarihe karıştı. 1991’de “sabun istiyoruz” diyen maden işçilerinin greviyle birlikte SSCB devleti ve resmi ideolojisi çökerken, aynı sol hareketler bunu sosyalizmin çöküşü olarak algıladı. Stalin’i, 1917 Ekim devriminin lideri Lenin’in ve Bolşevik yönetimin bir devamı olarak gören, kendisine sosyalist diyenlerle gerçek Marksist geleneği ayrıştırmakta isteksiz olan bu hare-
Kapitalizmin tüm çelişkilerinin ve Marx’ın önemle altını çizdiği sınıf mücadelelerinin damgasını vurduğu 21. yüzyıla gelindiğindeyse, Stalinizm’le hesaplaşmanın ve devrimci teorinin önemi, sol alternatifin krizi olarak kendini bir çok ülkede ortaya koyuyor. Dün olduğu gibi bugün de, yeni bir dünya için mücadele edenler, SSCB’de neler olduğu ve neden yıkıldığı tartışmasından kaçamaz. Tony Cliff, 1948 yılında Rusya’da Devlet Kapitalizmi kitabını yayınladığında, dünya sosyalist hareketi büyük bir kriz yaşıyordu. Doğu Avrupa’da Kızıl Ordu’nun işgalleriyle tepeden SSCB’nin kopyası ve uydusu rejimlerin or-
taya çıkışı bu krizin sebebiydi. Eğer SSCB sosyalistse, sosyalizm Doğu Avrupa’daki gibi aşağıdan bir işçi devrimine gerek olmadan, yukarıdan, bürokrasi gibi işçi sınıfına yabancı bir güç tarafından kurulabiliyorsa, bu “işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” diyen Marksizm’in krizi miydi? Cliff, SSCB’ye, Marx’ın Kapital’de anlattığı yöntemle, yani kapitalizmin devrimci eleştirisiyle baktı. Eleştirisi Stalinist devletin, sosyalizm ya da yozlaşmış bir işçi devleti değil, batı kapitalizmini var eden neden ve eğilimlere sahip, onla rekabet halindeki bürokratik devlet kapitalist bir rejim olduğu sonucuna vardı. Cliff, krizde olanın Marx’ın sosyalizm fikri değil, Stalinizm’i bir tür sosyalizm olarak tanımlayan yanlış görüşler olduğunu kanıtladı. Kitapta, bir çok veri ve karşılaştırma ile karşımıza çıkan SSCB; grevlerin yasaklandığı, grevci işçilerin öldürüldüğü, 1917
Ekim Devrimi’nin kazanımlarının yok edildiği, Stalin liderliğindeki bürokrasinin kendisini egemen sınıf olarak örgütleyerek Batı kapitalizmi ile rekabet içinde devlet kapitalist bir rejim. Kitapta, SSCB’nin analizi yapılırken, bu toplumun da sınıf çelişkileri ve mücadelesine sahne olduğunu göstererek gelecekteki yıkışının arka planı da anlatılır. Cliff, öyle ya da stalinist rejimlerin işçi sınıfını tarafından devrileceğini düşünüyordu ve haklı çıktı. Tepeden inmeci, yukarıdan sosyalizm anlayışları, bugün mücadeleye atılan kuşaklar tarafından reddediliyor. Yeni kuşakların kazanmak için, merkezine işçi sınıfını koyan, devrimci bir teoriye ihtiyacı var. Tony Cliff’in stalinizm tahlili ve eleştirisi, Marksist geleneği bugüne bağlayan yegane açıklama olduğu için 21. yüzyılda güncelliğini koruyor. Volkan Akyıldırım
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
BİRLESİK , VE KİTLESEL 1 MAYIS MELTEM ORAL
2018 Türkiye işçi sınıfının birbirinden farklı sorunlarla boğuşmasıyla geçti. Önümüzde çok daha keskin bir mücadele dönemi bizi bekliyor. Seneyi işsizlik rakamlarının yükseldiği, ekonomik krizin derinleşeceğine dair küresel çapta beklentilerin arttığı koşullarda bitiriyoruz. Tüm dünyada sağcılığın ve devlet baskısının arttığı bir dönemde yaşıyor olmamız da cabası. Özellikle Türkiye'de bu baskı dönemi mücadele eden işçiler için grevlerin engellenmeye çalışılması, hakkını savunan işçinin vatan haini ilan edilmesi ve ana akım medya tarafından türlü kara propagandaların hedefi haline gelmesi demek. Bu koşulları
tersine çevirebilmek için birleşik bir mücadeleye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Bu 1 Mayıs’ın önemi Farklı sektörlerde irili ufaklı işçi direnişleri ve grevlerin yanı sıra işçi sınıfının kitlesel gücünü göstermesi açısından 1 Mayıs bu dönemde önemli bir fırsat. Uzun yıllar boyunca sol çevreler açısından, 1 Mayıs'ın nasıl daha kitlesel kutlanacağından çok nerede gerçekleşeceği daha önemli bir tartışma oldu. İki yıllık OHAL döneminde bilhassa sendikaların ve sol güçlerin büyük oranda sokakta kitleselliğini ifade etme gücünü yitirdiğini gördük. 1 Mayıslar bu zorlu süreçte hem eme-
ği savunmanın hem de OHAL'e karşı ses çıkarmanın fırsatı oldu. Bu iki yılda Bakırköy ve Maltepe meydanlarında yapılan gösteriler kalabalıkların yan yana gelmesi, sendikalı işçilerin sokağa çıkabilmesi bakımından moral vericiydi. Bölünmüşlüğü aşmalıyız Ancak Türkiye işçi sınıfının bölünmüşlüğü ne yazık ki devam ediyor. Farklı konfederasyonlarda süre giden bu bölünmüşlük ancak mücadele ile aşılabilir. Kuşkusuz birçok sendika eşit koşullarda değil. Başkanı pek çok kez yerli milli iktidarın politikalarını destekleyen açıklamalar yapan Memur-Sen bir milyondan fazla üyesiyle memurlar arasındaki en
büyük sendika. Ancak bu süreçte KHK ihraçlarının ciddi anlamda muhatabı olan KESK politik baskılara maruz kalmanın yanı sıra ne yazık ki çok güç kaybetti ve üye sayısı iki yılda 221 binden 146 bine geriledi. Kamu sektörü dışındaki sendikalar açısından da manzara farklı değil. Ancak liderlikleri hangi politik tavrı alırsa alsın, iktidar güçleriyle ilişkileri ne olursa olsun tüm sendikalardaki işçilerin karşı karşıya kaldığı sorunlar ortak. Asgari ücretin iki yılda yüzde 45 eridiği koşullarda krizin faturasını emekçilere kesmeyi arzulayanlar, kıdem tazminatı başta olmak üzere bir dizi hakkımıza göz dikmiş vaziyette. Faturayı ödememek
için ne yapmamız gerektiği ise çok açık. Fransa, Belçika, Macaristan son haftalarda kitlelerin mücadele için kolları sıvadığı ülkelerden birkaçı ve bize 2019'un mücadele dolu geçeceğini gösteriyorlar. Türkiye'de krizin faturasını ödememek için bölünmüşlüğü aşan, birleşik bir mücadeleyi örgütleyebilmeliyiz. Zamanında Türk-İş, Hak-İş, Disk, KESK Emek Platformu çatısı altında birleşip, ortak bir eylem programını hayata geçirebilmişti. Konfederasyonların şimdiden 1 Mayıs'ı birleşik bir şekilde örgütleyeceğini açıklaması, birleşmek için kolları sıvaması krize karşı mücadeleye moral ve güç katabilir.
Flormar işçilerinin mücadelesi yol gösteriyor, 2018
MARKSİST SÖZLÜK
sınıflardan bahsetmek için kullanılan aşağılayıcı bir sözcükken, dünyayı değiştirebilecek olan tek sınıf olarak proletarya Karl Marx’ın teorisinin kalbine yerleşmiştir.
PROLETARYA
Marksizm’de proletarya, üretim araçlarına sahip olmayan sınıf olarak tanımlanmıştır. Kapitalizm altında bu sınıf, kapitalist toplumdaki tüm zenginliğin yaratıcısı olan işçi sınıfıdır. Proletaryanın artık sahip olduğu varlık oğulları değildir, elindeki tek para eden şey satarak geçimini sağlayamaya çalıştığı emek gücüdür.
Proletarya sözcüğü Latincede en alt sınıftakileri tanımlamak için kullanılan proletarius sözcüğünden gelmektedir. Proletariusun kökeni ise gene Latincede döl anlamına gelen proles sözcüğüdür. Sözcüğün bu kökenden gelmesinin sebebi en eski sınıflı toplumlarda proletariusun kendi oğulları dışında herhangi bir “zenginliği” bulunmayan sınıfın mensupları olarak tanımlanmasıdır. Proletarius, alt
Marx’a göre kapitalizm altında sınıf çelişkileri netleşmiş ve birbirine karşı iki sınıf doğmuştur: Burjuvazi ve proletarya. Bunun sebebi burjuvazinin egemen sınıf
olduğu kapitalist toplumda, bu sınıfın varlığının bizzat sömürülen sınıf olan proletaryaya dayanmasıdır. Proletarya, yaşam koşullarını yeniden üretebilmek yani karnını doyurabilmek ve ihtiyaçlarını karşılayabilmek için emeğini satmakta ve burjuvazi üretimi yapan bu sınıfın ürettiği değerin bir kısmına el koyarak kâr edebilmekte yani sermaye birikimini genişletmektedir. Bu sınıfın üretim içinde tuttuğu bu hayati konum onun hem burjuvaziyi yıkabilecek olan hem de kendisiyle beraber tüm toplumu özgürleştirebilecek olan tek sınıf olmasını beraberinde getirmektedir. Proletarya kavramının sınırları pek çok solcu veya burjuva teorisyen tarafından
daraltılmaya çalışılmaktadır. Proletarya kol işçileri ile sınırlandırılarak ücretli işçi olmasına rağmen hizmet sektöründe çalışanların pek çoğu bu tanımın dışında itilmeye çalışılarak proletaryanın küçüldüğü iddia edilmektedir. Oysa proletarya bugün Marx’ın yaşadığı dönemdekinden kat be kat büyüktür. Üretim üzerinde denetimi olmayan ve emeklerini satmak zorunda olan geniş yığınlar proletaryanın bir parçasıdır ve proletarya genişlemeye devam etmektedir. İşte tam da bu yüzden yarının sınıfsız toplumunun anahtarı proletaryanın elinde bulunmaktadır. Can Irmak Özinanır