DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
635
28 Şubat 2019 3 TL. sosyalistisci.org
-
-
KADINLARDAN SAĞCILARA-IRKCILARA-MACOLARA OY YOK! 31 Mart yerel seçimlerinde siyasi partiler çok az sayıda kadın aday gösterdi. Gösterilen kimi kadın adaylar da seçilemeyecek yerlerden aday. AK Parti’nin 1297 adayının 24’ü, MHP’nin 750 adayından 14’ü, İYİ Parti’nin 122 adayından 5’i, Saadet Partisi’nin 261 adayından 2’si kadın. Parti tüzüğünde kadınlara yüzde 33 oranında temsil hakkı tanıyan CHP’nin 842 adayından sadece 44’ü, yani yüzde 5,23’ü kadın. Kadınların siyasette temsilinin önü yine kesilmiş durumda.
sayfa 3
- -
16 Mart’ta ırkcılığa karsı sokağasayfa 3
8 MART: KÜRESEL Filiz Kerestecioğlu: KADIN GREVİ “Kadınlara
sayfa 4
kazanılmış haklarından geri adım attırmak kolay değil”
sayfa 5
Yıldız Önen: Barışa inanmaktan vazgeçmemeliyiz
Meltem Oral:
sayfa 7
sayfa 8
Otoriterizme karsı yükselen kadın hareketi -
Sibel Erduman:
2
YİĞİT HEMEN ÖZGÜR KALMALI!
Arkadaşımız Yiğit Aksakoğlu’nun tutukluluğunun üçüncü ayında hakkındaki iddianame hazırlandı. Biz “ortada apaçık bir yanlışlık var” diye düşünürken, iddianameden yansıyanlar hukuka, adalete, eşitliğe inanan her bir insanı paralize eden suçlamalar oldu.
YİĞİT’TEN MEKTUP Yiğit Aksakoğlu cezaevinden bir mektup yolladı. Bianet’te yayınlanan mektupta Yiğit şunları vurguluyor: “Gözaltındaki sorgu sürecimde karşıma işimle ve özel hayatımla ilgili konuşmalarımdan oluşan 150 farklı dinleme kaydını içeren 100 sayfalık bir soru listesi çıkarıldı. Dinleme kayıtları Haziran 2013 – Şubat 2014 tarihleri arasında, 5 yıl öncesine aitti. Konuşmalarım Gezi olaylarıyla ilgiliymiş gibi gösteriliyordu.
Sadece Yiğit Aksakoğlu açısından değil, Osman Kavala ya da Taksim Dayanışması bünyesinde yer alıp Gezi eylemleri sonrası yargılanıp beraat edenler açısından da yıllardır bir çok kampanyada birlikte çalıştığımız Çiğdem Mater gibi arkadaşlarımız açısından da inanılmaz bir suçlamayla karşılaştık. 657 sayfalık iddianame Yiğit Aksakoğlu gibi arkadaşlarımızın “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapisle, “mala zarar verme”, “tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması”, “ibadethane ve mezarlıklara zarar verme”, “ateşli silahlar kanuna muhalefet”, “nitelikli yağma” ve “nitelikli yaralama” gibi suçlardan da değişen oranlarda hapisle cezalandırılmasını talep ediyor. Arkadaşlarımızın Gezi eylemlerini finanse etmek ve koordine etmek için 2011 yılından beri yönlendirme faaliyetine giriştiği iddianamenin üzerinde durduğu başlıklardan birisi. Yiğit gibi, Osman Kavala ve Çiğdem gibi arkadaşlarımız hakkında öne sürülen bu iddialarla ilgili söylenebilecek ilk şey şu galiba: yerel seçim atmosferinde kutuplaştırıcı bir ana aparata acilen ihtiyaç duyuluyor ve böylece 2013 yılında gerçekleşen Gezi eylemi, bir suç üretme platformuna dönüştürülüyor. Gezi eylemlerini suç sayarken, neredeyse, iktidar partilerine oy verenlerin
SAĞCILARA, SAĞA KARŞI SAĞCI ADAYLARA, IRKÇILARA, CİNSİYETÇİLERE, RANTÇILARA OY YOK! 31 Mart seçim kampanyaları görülmemiş ölçüde sağcı bir iklim içerisinde cereyan ediyor. OHAL koşullarında gerçekleşen 24 Haziran seçimleriyle siyaset bütünüyle sağa kaydı. Bu hem iktidar blokunun OHAL uygulamalarını kalıcılaştırma çabalarında hem de iktidara muhalif görünen koalisyonun sağcılığında net bir şekilde görülüyor.
“Bu kayıtların hiçbirinde herhangi bir suç unsuru bulunmamaktaydı, hepsi yasal ve meşru sivil toplum faaliyetleriyle ilgiliydi. Aksine birbiriyle ilgisi olmayan konuşmaların sanki ilgiliymiş gibi gösterilmesi, kayıtlarda böyle bir ibare bulunmamasına rağmen ısrarla birilerinden talimat ve yönlendirme aldığımın iddia edilmesi, üzerinden beş yıl geçmesine rağmen dinleme kayıtlarının silinmemiş olması ve dinleme emrini ilk veren savcının firari oluşu bu soruşturmada asıl suçun aranması gereken alanları oluşturuyor.” Yiğit Aksakoğlu eylemleri dışında her eylemi “kökü dışarıda” olmakla suçlayan eğilim kendisine yasal bir gerekçe de bulmayı hedefliyor bu iddianameyle. Yüz binlerce, insanın bir anda, kurulu bütün ilişkileri sorgulayarak, eleştirerek ve değiştirmeyi hedefleyerek başlattığı hareketler elbette bu eylemlerin hedefindeki siyasi odaklar tarafından karalanmak istenebilir, eylemlerin yaşandığı ülkelerde demokrasinin ne kadar içselleştirilmiş olduğu bu karalama çabasının nerelere kadar uzanacağında belirleyici olacaktır. Yiğit gibi, Osman
31 Mart seçimlerinde AKP-MHP ittifakına karşı CHP-İP ittifakına mahkum olduğumuz fikri bu sağcı iklim içerisinde tek doğru politika gibi sunuluyor. Bu politika doğru olmadığı gibi bütünüyle tehlikeli bir seçim taktiğini içinde barındırıyor. İşçi sınıfını sağcı iktidar bloğuna karşı başka bir sağcı seçeneğe mahkum ediyor. Mücadeleyi 5 dakikalık demokrasi alanına, sandığa indirgeyen bu yaklaşımın muhalefetin geniş kesimlerinde hakim hale gelmesi, 31 Mart seçim sürecinin sıkışmışlığının da göstergesi. DSİP, işçi sınıfının öncülerinin ve geniş kesimlerinin politik eğilimlerinin dağınık bir şekilde yansıdığı 31 Mart seçimlerini seçimlerin hemen ardından başlayacak mücadelenin zemini olarak değerlendiriyor.
Kavala gibi arkadaşlarımız, bırakalım bir darbe girişimine katılmayı şiddet içeren hiçbir etkinliğe prim vermeyen tutumlarıyla bir karalama, suçlu icat etme ve siyasal kutuplaştırmayı derinleştirme girişiminin hedef alındığı barışçı, demokrasiden yana aktivistlerdir. Yapılması gereken tek şey mahkemenin iddianameyi geri çevirmesi, tutuklu arkadaşlarımızın hemen serbest bırakılması ve Gezi’den bir darbe girişimi çıkartma eğiliminin sonsuza kadar terk edilmesidir.
- Oylarımız bölgede HDP’ye, batıda ise il genel meclislerinde, kendi adaylarını çıkarttığı yerlerde HDP’ye! Irkçılığa, milliyetçiliğin işçi sınıfını bölen baskıcılığına karşı çıkıyoruz. - Oylarımız, işçi sınıfının haklarını, demokratik bir belediyeciliği, halkların kardeşliğini, kadınların özgürlüğünü ve ekolojik dengeyi korumayı, barış ve diyalog girişimlerini, programının en başına yazan adaylara! Böyle adayların olmadığı yerlerde iktidarı geriletecek diye CHP-İP ittifakının adaylarına ya da bu adayları destekleyen eğilimlere oy yok! Sağcı ittifakın adaylarının kazanmasının, ezilenlerin çıkarlarına, demokrasinin gelişimine hiçbir yardımı olamaz! - Her yerde göçmenlerle dayanışan bir yerel yönetim yaklaşımını programında savunan adaylara
“Tutukluluğuma gerekçe oluşturabilecek bir argüman ‘delilleri karartma’ şüphesiyse sorgu dosyasında delil diye bulunan, beş yıl öncesine ait ses kayıtlarını karartmamın ya da şayet yürütülen herhangi bir soruşturma varsa akışını etkilememin mümkün olmadığı ortadadır. Ben kaçmak için değil, çocuklarımı okula bırakabilmek için tahliyemi talep ettim ve ediyorum. “Yasal ve meşru, barışçıl ve şiddet içermeyen sivil toplum faaliyetlerinin tutuklanma sebebi, uzun ve gereksiz tutukluluk ile tutuklulukta tecridin cezalandırma yöntemleri olmadığı ve adalete olan toplumsal güvenin tesis edildiği bir ülke umut etmekten ise vazgeçmiyorum. Bu süreçte ailemle ve benimle dayanışma gösteren tüm dostlara en içten selamlarımla.”
oy vereceğiz. Göçmen düşmanlarına, Suriyelileri hedef tahtasına koyanlara, bu ırkçıların ortak adaylarına oy yok! - AKP-MHP ittifakı ekonomik yoksullaşmanın temel sorumlusudur. 2018 yılında hepimiz yüzde 40 yoksullaştık. Zenginlerse zenginleşmeye devam ettiler. AKP-MHP ittifakı bir burjuva ittifakıdır. Ama bu ittifakın karşısına “muhalefet” olarak çıktığını iddia eden CHP-İP ittifakı da burjuva ittifakıdır. Rantçıların, sermayenin, müteahhitlerin ne iktidardaki ne de “muhalefetteki” hiçbir adayına oy yok! Bizler seçim döneminde sermaye partilerinin adayı olmayan adaylara oy çağrısı yapıyoruz, böyle adayların olmadığı yerde, krizin faturasını emekçilere ödetmeyi amaçlayan politikalara karşı seçimlerden önce ve sonra mücadele çağrısı yapıyoruz.
- DSİP tüm işçileri, emekçileri, kadınları, göçmenleri, ırkçılık karşıtlarını, halkların eşit koşullarda kardeşliğinden yana olanları, özgürlükleri amasız fakatsız savunanları, seçim sürecinde işçi sınıfını bölen, kutuplaştıran eğilimlere kesin bir şekilde karşı durmaya çağırıyor. Seçimlerin böldüğünü mücadelede birleştirmek zorundayız. 16 Mart’ta tüm dünyada göçmenlerle dayanışma hareketinin Türkiye ayağında ırkçılığa karşı buluşalım! 24 Nisan’da yaşamını kaybeden Ermenilerle dayanışmak için bir arada olalım! 1 Mayıs’ta krizin faturasını patronlara ödetmek için Türk-İş, DİSK, Hak-İş, KESK, Memur-Sen gibi tüm sendikal konfederasyonunun birleşik ve yığınsal mitingini gerçekleştirelim.
GÜNDEM
ERKEK SİYASET DEĞİL GERÇEK SİYASET 31 Mart yerel seçimlerinde siyasi partiler çok az sayıda kadın aday gösterdi. Gösterilen kimi kadın adaylar da seçilemeyecek yerlerden aday. AK Parti’nin 1297 adayının 24’ü, MHP’nin 750 adayından 14’ü, İYİ Parti’nin 122 adayından 5’i, Saadet Partisi’nin 261 adayından 2’si kadın. Parti tüzüğünde kadınlara yüzde 33 oranında temsil hakkı tanıyan CHP’nin 842 adayından sadece 44’ü, yani yüzde 5,23’ü kadın. Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin kadın aday sayılarının azlığına ilişkin eleştirilere “Kadın aday istiyoruz, kadın arkadaşlar da kalkıp erkek aday söylüyor” yanıtını verdi. Kadınların aday gösterilmemesinin sebebi kadınlardır diyerek, kadınları suçladı. Oysa CHP içinde kadın adayların diğer kadın adayları destekledikleri ve pek çok kadının adaylık başvurusu yaptığı biliniyor. Kadınların siyasette temsilinin önü yine kesilmiş durumda. Yerel yönetimler ve kadınlar Kadın adayların azlığı partilerin yerel yönetimler konusundaki ufkunun ne kadar kısıtlı olduğunu da gösteriyor. Belediyeler için kadın adayların
Her yıl Birleşmiş Milletler’in Ulus-
lararası Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Günü olan 21 Mart’ta, dünyada bir dizi etkinlik düzenleniyor. 21 Mart tarihi, 1960’da Güney Afrika’daki Sharpeville’de apartheid yasalarına karşı düzenlenen barışçıl gösteride polisin ateş açması sonucu ölen 69 kişiyi anmak için seçildi. Aşırı sağ partilerin uluslararası arenada kimi zaman ön plana çıktığını, kimi zaman sessizliğe büründüğünü görüyoruz. 1930’lu yıllar aşırı sağ partilerin revaçta olduğu bir dönem. Bu dönemde aşırı sağ partilerin ortak paydası, ekonomik kriz sonrası yaşanan buhran ve Yahudi karşıtlığıydı. Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında faşist politikaların merkez üssü hâline gelmiş Almanya’nın yenilmesi, farklı ekonomik gelişme modellerinin oluşması ve savaşın izlerini silme çabaları, aşırı sağcı partilerin bu süreçte uluslararası arenada kendilerine yer bulamamasıyla sonuçlandı. 1950’ler Avrupa’da ‘birlik’ düşüncesi etrafında şekillenirken, 1960’lardan itibaren aşırı sağ partiler Avrupa’da yeniden etkili olmaya başladı. 1960’lar aynı zamanda göçmenlerin işgücü olarak Avrupa’ya gelmeye başladıkları bir dönemdir. Göç-
GÖRÜŞ Roni Margulies
SÜPER KAHRAMAN KADINLAR Amerika’da Temsilciler Meclisi’ne yeni seçilen Alexandria Ocasio-Cortez hem genç hem sosyalist hem de Latin kökenli. Meksika sınırına duvar inşa etmek için Trump’ın istediği paranın Meclis’te onaylanmasını engelleyen Nancy Pelosi ise beyaz, yaşlı ve düzen içi bir politikacı. İkisi de Trump’a hayatı zehir eden kadınların başında geliyor.
neredeyse hiç olmaması, yerel seçimlerden sonra belediyelerin kadın politikası için de ipucu. Çok açık ki kadınların talepleri ancak seslerinin güçlü olduğu ortamlarda dile getiriliyor. Yerel yönetimler kadınların gündelik birtakım haklara erişimi için çok önemli. Şiddet gibi konuların yanı sıra sağlık ve bakım hizmetleri, kadınları güçlendirici araçlar açısından, yerel yönetimler kritik bir rol oynuyor. Kayyumlar Kürt illerindeki HDP belediyeleri, yerel yönetimlerin kadın politikası açı-
sından önemli role sahipti. Kayyumların atanmasıyla birçok belediyenin kadın faaliyeti de yok edildi. Sadece Diyarbakır’da 43 kadın merkezi kapatılmıştı. HDP belediyelerindeki bu merkezler, şiddete maruz kalan kadınlara destek hizmeti sunuyordu. Farklı illerde kadın sığınma evleri, kreşler, belediyelere ait ‘alo şiddet’ hatları kapatıldı. Kayyum politikasıyla kadınlar aile içi şiddete bir nevi terk edilmiş oldu. Kadın adaylara dair genel manzara birçok büyükşehir ve ilçe belediyesinde benzer bir durumla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
16 MART: IRKÇILIĞA KARŞI SOKAĞA SİBEL ERDUMAN
3
menler 1970’li yıllardan itibaren Avrupa’da baş gösteren istihdam sorunlarının, kültürel değişimlerin ve toplumsal memnuniyetsizliklerin kaynağı olarak görülmeye başlandı.
veren katılımcıların yüzde 70’i işsiz ya da emekli olmayan, çalışan insanlardan oluşuyor. Suriye’den Almanya’ya giden 20 bin mülteci, Pegida sempatizanlarını rahatsız ediyor.
Soğuk Savaş sonrası süreçte kurulan ‘yeni dünya düzeni’ küreselleşmenin etkisiyle gelişirken artık bir ülkede yaşanan bir ekonomik kriz sadece o ülke ile sınırlı olmamaya, tüm dünya ülkelerini etkilemeye başladı. Bu durum önce ırkçılığı körükledi, ırkçı politikalar ise 11 Eylül olaylarının ertesinde İslamofobi’ye dönüştü. 1990’lı yıllara gelindiğinde aşırı sağ görüşlerin yükselişe geçmesiyle göçmenlere yönelik algılar, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı söylemlerine kaymaya başladı. Sağ popülist partilerin ekonomik krize karşı sunduğu belirli bir strateji olmamasına rağmen, ulusal açıdan içe dönme vurgusu ve küreselleşme karşıtlığı söylemlerinin ekonomik politikalara yönelik olduğu görülüyor.
Avrupa’daki ırkçı hareketlere karşı hatırı sayılır etkisi olan ve göçmenlerle dayanışmayı örgütleyen hareketler de var. Geçen yıl İngiltere’de çeşitli politik, sivil, yardımsever organizasyonların ve sendikaların örgütlediği 30 bin kişi sokağa çıktı. Ekim ayında Berlin’de yaklaşık 242 bin kişi göçmenler için sokaktaydı. Kasım’da Roma’da binlerce insan ‘siyah hayatlar önemlidir’ ve ‘sınırları açın’ sloganlarıyla sokağa çıktı.
Irkçılık karşıtları mücadelede İlk olarak Almanya’da ortaya çıkan ve daha sonra bazı Avrupa Birliği ülkelerinde de kendini gösteren Pegida (Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Yurtsever Avrupalılar) hareketi, 20 Ekim 2014 tarihinden itibaren yeni bir fenomen olarak dünya gündemine oturdu. Pegida hareketine destek
Türkiye’de de Suriyeli göçmenlere yönelik aynı türden ırkçı saldırıların gittikçe arttığını görüyoruz. Bunun karşısında ‘Hepimiz Göçmeniz’ kampanyası ve www.gocmeniz.org sitesi etrafında örgütlenen aktivistler, Suriyeli göçmenlere yönelik ırkçı saldırılara yanıt olarak bir direniş ve dayanışma hareketini oluşturmaya çalışıyor. Bu sene Uluslararası Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Günü kapsamında 16 Mart’ta küresel çapta dayanışma gösterileri düzenlenecek. Hepimiz Göçmeniz diyen aktivistler de küresel hareketin parçası olarak sokağa çıkacak. Katılalım ve siteyi izleyelim.
Bu hafta Washington’da Ocasio-Cortez’i bir süper kahraman olarak hikâye eden bir çizgi roman yayınlanmaya başlamış! Gazetede çizgi romanın kapağını görünce aklıma Amerikan tarihinin iki başka süper kahramanı geldi. İkisi de Kuzey eyaletleriyle Güney eyaletleri arasında 1861-65 yılları arasında yaşanan, tarihin o güne kadarki en kanlı savaşı olan ve köleciliğin lağvedilmesiyle sonuçlanan Amerikan İç Savaşı döneminde yaşamış. Biri Kuzeyli, özgür, beyaz bir kadın. Diğeri Güneyli, köle bir kadın. Ve ikisinin de adı Harriet. Harriet Beecher Stowe (1811-1896), tüm insanların eşit ve özgür olduğuna, siyahların beyazlardan, kadınların erkeklerden farklı olmadığına inanan ve bu uğurda mücadele eden bir kadın. Onu tanımadığını zannedenleriniz olabilir. Yanılıyorsunuz. Tanıyorsunuz çünkü. Bu Harriet, Tom Amca’nın Kulübesi romanının yazarı. Çoğumuz bu romanı sevimli bir çocuk kitabı olarak biliriz. Oysa, köleciliğin korkunç etkilerini anlatan ve 1852’de yayınlandıktan sonra çok kısa sürede milyonlarca kişi tarafından okunan kitap köleciliğe karşı mücadelenin önemli silahlarından biri olmuş. Ve bugüne kadar baskısı hiç tükenmemiş. Harriet Tubman (1822-1913), Maryland eyaletinde bir köle olarak doğmuş. 27 yaşındayken kaçmış, Kuzey’e ulaşmayı becererek özgürlüğünü kazanmış. Kaçmanın cezasının çok ağır olduğu ve yasalara göre Kuzey’de bile yakalandığı taktirde sahibine iade edilmesi gereken Harriet, tam 13 kez gizlice Maryland’e dönüp 70 kölenin kaçmasına yardımcı olmuş. İç Savaş başladığında Kuzey ordusuna katılmış; aşçı, hemşire, casus ve izci olarak görev yapmış. Savaştan sonra, öldüğü güne kadar kadınların oy hakkı için mücadele etmiş. Kadınların böyle bir mücadele geleneğine sahip olduğu bir ülkede, Trump’ın işi kolay değil
4
DÜNYA
8 MART KÜRESEL KADIN GREVİ
İspanya’da kadın grevi, 2018
ABD’de 2017 yılında ‘yüzde 99
için feminizm’ sloganıyla yola çıkan kadınlar, tüm dünyadaki kız kardeşlerine grev çağrısı yapmıştı. Çağrı dünyanın dört bir yanında onlarca ülkede karşılık bulmuş, hemen her ülkede son on yılların en büyük 8 Mart gösterisi gerçekleşmişti. Birçok ülkede kadınlar hem iş yerlerinde hem de evde çalışmayı durdurmuştu. Son yıllarda yükselen hareketin kitleselliği, dinamizmi ve radikalliği, kadın grevi mefhumunu mücadele hayatımıza soktu. Bu yıl da dünyanın birçok ülkesinde kadınlar 8 Mart’ta greve çıkmaya hazırlanıyor. İsviçre’deki kadın grevi ise 14 Haziran’da, yaklaşık 30 yıl önce yarım milyon kadının katıldığı grevin yıldönümünde gerçekleşecek. Kadınların talepleri her yerde aynı. Eşit işe eşit ücret ve kreş hakkı gibi talepleri kazanmanın yanı sıra cinsiyetçiliği, tacizi, kadın cinayetlerini durdurmak için de küresel bir dalga yükseliyor. Almanya 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasına öncülük eden Clara Zetkin’den 1968’e güçlü bir kadın mücadelesi geleneği olan Almanya da bu yıl grev listesine eklendi. Almanya’daki grev hazırlıkları hakkında Sosyalist İşçi’ye konuşan sosyalist Dimitra Kyrillou, mevcut ve önceki hükü-
metlerin neoliberal uygulamalarının, kreş, eğitim ve sağlık gibi refah devleti politikalarını zayıflattığını söylüyor. “Esnek çalışma koşulları, temizlik vb. sektörlerdeki kadın işçilerin daha kötü koşullarda ve güvencesiz şekilde çalışmaları anlamına geliyor.” Kadınların karşılaştığı başka bir sorun ise Nazi döneminden kalma 218 ve 219A yasaları. Kyrillou’nun aktardığına göre bu yasalar kürtaj hakkında bilgi veren ve kürtaj yapmayı teklif eden kişileri suçlu ilan ediyor. “2017 yılında bir kadın, Hristiyan bir köktendinci tarafından mahkemeye verildi ve para cezası ödeme ya da hapis yatma cezası aldı!” Kyrillou bugün iktidarda olan büyük koalisyon partilerinin bu türden yasaları iptal etmeyi reddetmelerini utanç verici olarak tanımlıyor. Ancak her yerde olduğu gibi Almanya’da da kadınlar mücadele ediyor. Söz konusu yasalara dikkat çekmek için 6 Ocak’ta Berlin’de, geniş çaplı bir organizasyonun çağrısıyla protesto gerçekleşmiş. “13 Şubat'ta Birleşik Hizmet Sendikası (Ver.di), kemer sıkma politikalarına karşı grevdeydi ve en önde kadınlar vardı. Temizlik işçisi kadınlar da daha iyi çalışma koşulları için kendi mücadelelerini yürütüyor ve şimdiye kadar davalarına dikkat çekip, dayanışma gösterilmesini sağladılar.”
“Kadın örgütleri, LGBT+ grupları ve siyasi partilerin katılımıyla birçok şehirde protesto ve gösteriler düzenleniyor.” 8 Mart’ın resmi tatil ilan edildiği Berlin başta olmak üzere o gün birçok şehirde kadınlar sokakta olacak. Yunanistan 8 Mart’ta ilk kez bir grevin örgütlendiği Yunanistan’da, kamu sektörünün en büyük sendikası da grev ve gösteriye çağrı yapıyor. Birçok büyük şehirdeki onlarca hastanede, belediyede ve okulda uzun süredir grev hazırlıkları sürüyor. Gennimatas Hastanesi’nde çalışan Argyri Erotokritou grev kararının kadınlar ve işçi sınıfı için devasa bir bir gelişme olduğunu ve yeni bir mücadele yolunun sinyalini verdiğini söylüyor. Sendika militanı olan Erotokritou aynı zamanda DSİP’in Yunanistan’daki kardeş örgütü Sosyalist İşçi Partisi’nin üyesi. Erotokritou’ya göre kadınların taleplerini kazanmasının yolu, işçi sınıfının merkezi güç olmasından geçiyor. “Grev kararı iş yerindeki ayrımcılığı ve eşitsizliği tersyüz etmek kadar evdeki iş yükünü durdurmaya yönelik de bir eğilimin olduğunu vurguluyor. Ücret eşitliği, çalışma koşulları ve iş yerindeki tacize dair mücadeleye, günümüzde aileye devredilmiş olan ve yeniden üretim ihtiyaçlarını karşılayan sosyal hizmetleri devletin üstlen-
mesi gerektiği talebi eşlik ediyor. Barınma, yemek, bakım, eğitim gibi ihtiyaçlar için çalışmak aile içinde kadınlar üzerindeki bireysel baskılara dönüştürülemez. Emek mücadelesinin talepleri kadınların, işsizlerin, emeklilerin ve gençlerin taleplerini içerecek şekilde genişletilmeli.” 8 Mart’taki grevin bir dönüm noktası olacağını düşünen Erotokritou, örgütlü ve kolektif mücadelenin iş yerindeki tacize karşı koymak için işçilere güç verdiğini söylüyor.
biseksüel, inter, queer, heteroyuz. Dünyayı durduruyoruz ve bağırıyoruz: Yeter!” İspanya’daki kadınlar 8 Mart’ta greve böyle çağrı yapıyor.
Erotokritou’nun aktardığına göre, Marksist Kitaplık’tan çıkan, Maria Styllou imzalı ‘kadın özgürlüğü mücadelesi’ kitabı grevin örgütlenmesinde önemli rol oynamış. İş yerlerinde kitabın tanıtımı için yapılan toplantılar, işçi kadınları bir araya getirmiş. “Grev kararı işçilerin katıldığı bu toplantıların sonucuydu. İşçi kadınların mücadele isteği ve öfkesi kitabın dört ay içinde yeniden basılmasını sağladı. Çalıştığım hastane gibi birçok iş yerinde kadınlar komiteler kurdu. Bildiriler dağıtıp afişler asarak grevi örgütlüyorlar. Öğrenciler üniversitelerde, yoldaşlarımız mahallelerde grevi örgütlüyor.”
Marx21 grubundan aktivistler, geçen sene açılan yolun ardından bu sene de başlıca sendikaların grev çağrısı yaptığını aktarıyor. “En büyük sendikaların bürokrasisi, iki saatlik iş bırakma çağrısı yaparak birçok iş yerindeki hareketliliği tepeden kontrol etmeye ve kısıtlamaya çalıştı. Buna rağmen mücadeleci sendikalar ve feminist hareket, tüm sektörlerde 24 saatlik genel grev çağrısı yaptı. Tabandan gelen bu baskı, sendika bürokrasisini bazı sektörlerde 24 saatlik genel grev için çağrısını genişletmeye zorladı.”
İspanya “Kırda ve kentte yaşıyoruz, iş yerinde ve evde çalışıyoruz. Çingene, göçmen, lezbiyen, trans,
Geçen yıl 8 Mart’ta başarılı bir genel grevin gerçekleştiği, kadın erkek binlerce insanın cinsiyet eşitliği için büyük şehirlerin sokaklarını doldurduğu İspanya’daki aktivistlere göre bugünlerde kadın hareketi İspanya’daki en güçlü mücadelelerden birisi.
İspanya’da grev çağrısı kadın ve erkek tüm işçilere yapılıyor. “Ancak grev mücadelesinin ön saflarında olanlar kadınlar. Erkekler sadece onları takip ediyor ve kadınlar iş yerlerinde, mahallelerde grevi örgütlerken bakım işlerini üstleniyor.”
RÖPORTAJ
5
“ŞİDDET UYGULAYANLAR FİLİZ KERESTECİOĞLU: AYRICALIKLI “KADINLARA KAZANILMIŞ KONUMLARINDAN HAKLARINDAN GERİ ADIM VAZGEÇMEK İSTEMİYOR” 6284 Sayılı Kanuna ve nafaka hakkına dönük saldırıları ve bu bağlamda İstanbul Sözleşmesi’nin önemini, araştırmacı, hukukçu ve kadın hakları savunucusu Nisan Kuyucu’ya sorduk. “6284 Sayılı Kanun, Türkiye’nin iç hukukunun kamuoyunda İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi ile uyumlaştırılması için sözleşmenin imzalanmasının ardından 2012 yılında yürürlüğe girmişti. Kanun, şiddete maruz bırakılan kadınlara yönelik koruyucu ve şiddet uygulayanlara yönelik önleyici tedbirlerin yanı sıra, sığınak, ekonomik, hukuki ve psikolojik destekler gibi kadınların yararlanabileceği özelleşmiş destek hizmetlerine ilişkin de düzenlemeler içeriyor. 6284 Sayılı Kanun İstanbul Sözleşmesi ile büyük oranda paralel düzenlemeler içerse de yürürlüğe girdiği günden beri uygulamada karşılaşılan pek çok sorun var. Üstelik 6284 Sayılı Kanun tek başına iç hukukun İstanbul Sözleşmesi ile uyumlu hâle getirilmesi için yeterli değil. Sözleşmenin yerine getirilip getirilmediğini izlemekle görevli uzmanlar grubu GREVIO, Ekim 2018’de açıkladığı raporda Türk Ceza Kanunu başta olmak üzere kanunlarda ve uygulamada yapılması gereken değişikliklere ilişkin birçok tavsiyede bulundu. Son aylarda 6284 Sayılı Kanun’a yönelik bir karalama kampanyası başlatıldı. Bu bize kanunun şu anki eksik ya da ihmale dayalı uygulamasının bile erkeklerin ev içindeki ya da genel olarak kadınlar üzerindeki iktidarını sarstığını gösteriyor. Şiddet uygulayanlar cezasızlık kültürünün, şiddete karşı hoşgörülü tutumların yarattığı ayrıcalıklı konumlarından vazgeçmek istemiyorlar. Aileden anladıkları da bu konumlarını rahatça sürdürebilecekleri elverişli ortam olmalı ki, bu kanunu aile kurumunun karşısına koyuyorlar, onu aileyi yıkmakla itham ediyorlar. Yani aslında açık açık şiddet olmayınca ailenin de olmayacağını söylemiş oluyorlar. Oysaki tüm birliktelik formlarını bozan 6284 Sayılı Kanun değil şiddetin ta kendisi. Kadın haklarına yönelik saldırılar 6284 Sayılı Kanun’la kalmadı, nafaka hakkına da sıçradı. Türk Medeni Kanunu’nun 175. maddesinde düzenlenen nafaka, cinsiyetinden bağımsız olarak “boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf”a bağlanır. Nafaka hakkından orantısız bir biçimde daha çok kadınlar yararlanı-
ATTIRMAK KOLAY DEĞİL” Çankaya İlçesi Belediye Başkan Adayı olduğunuzu açıklarken ‘erkek siyasete’ karşı bir vurgu yaptınız. Kent ve kadın ilişkisi bağlamında neler yapmak istediğinizi anlatır mısınız? Siyasetçilerin söylemleri, militarizm, hiyerarşi, her yerde adaylıklara baktığımızda yerel seçimlerde gösterilen kadın adayların neredeyse yokluğu aslında erkek egemen siyasetin tezahürleri. Parti olarak sadece HDP bunun dışında kalıyor.
Nisan Kuyucu
yorsa, bu kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizliğin göstergesidir. Üzerinde konuşulması, politika üretilmesi gereken de budur. Kadınların ev içi emekleri ücretlendirildiğinde, evlenme veya çocuk sahibi olma dolayısıyla çalışma yaşamından uzaklaşmalarının önüne geçildiğinde, kız çocuklarına erkek çocuklarıyla eşit eğitim olanakları sunulduğunda, eşit işe eşit ücret ilkesi hayata geçirildiğinde, kısacası çalışma yaşamında ve hayatın her alanında kadınların mücadele etmek zorunda kaldığı ayrımcılıkların önüne geçildiğinde, nafakanın süresi de kendisi de tartışma konusu olmaktan çıkacaktır. Şu hâliyle yürütülen tartışmalar, Türkiye’nin taraf olduğu ve uygulamakla yükümlü olduğu hem 2011 tarihli İstanbul Sözleşmesi’nin hem de 1979 tarihli Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin (CEDAW) özüne aykırıdır. Özellikle kamu gücü kullananların ayrımcı söylemleri bakımından Türkiye’nin önlem alma yükümlülüğü vardır. Tartışmaların temelinde yer alan nafakanın süresiz olduğu yönündeki argümanın en yalın ifadeyle manipülasyon olduğunu söylemem gerekir. Türk Medeni Kanunu’nun 176. maddesine göre yoksulluğa düştüğü için kendisine nafaka bağlanan taraf evlenirse veya maddi durumu değişirse nafaka kaldırılır. Nafaka ödeyen tarafın maddi durumunda değişiklik olması hâlinde de nafakanın kaldırılması gündeme gelebilir.
Ankara’da da birçok yerde olduğu gibi, yerel siyaset çok önemli olmasına rağmen, aynı tektiplik içinde bir siyaset yürütülüyor. Belediye meclisleri çok önemli yerler olmasına rağmen, sanki bir rant aracı veya başkanlığa odaklı bir sistem olarak yürüyor. Yerel yönetimin güçlenmesini demokrasinin olmazsa olmaz şartlarından biri olarak görüyoruz. Stratejimiz genel olarak bölgede kazanacağız, atanan kayyumların yerine oraları alacağız ve daha fazlasını alacağız ama Batı’da da kaybettireceğiz üzerine kurulu bir siyaset. Ankara’da beş ilçede aday çıkararak, sözümüzü söylemek ve iddiamızı göstermek istiyoruz. Şehrin çok sayıda sorunu var. Ankara, gençliğim de burada geçtiği için özellikle biliyorum, bir hastaneler bölgesidir. İnsanların çok daha kolay ulaşabileceği, daha nitelikli hizmet verilebilecekken ve şehrin sağlık merkezi hâline dönüşebilecekken ‘müşteri esaslı’ çalışan bir şehir hastaneleri sistemi kuruldu ve bu hakikaten sağlığın da ticarileşmesi anlamına geliyor. Oraya insanların nasıl ulaşabileceği ve nasıl hizmet alabilecekleri de bir soru işareti. Sürekli sellerle, alt geçitlerde tıkanmalarla batan bir şehir var. Türkiye’nin başkenti ama ne ulaşım sorununu ne de altyapı sorununu çözebilmiş durumda. Burada her şey rant peşinde, müteahhitlik hizmetleri üzerine kuruluyor. 20 tarım ürünü var ki bütün şehri besleyebilir, buna rağmen tarım ve hayvancılık öldürülme noktasına gelmiş. Hâlbuki kent bostanlarının olması, tarımın canlanması ve sadece kendine yeten değil etrafına da yeten bir şehir olması mümkün. Birçok kentte olduğu gibi kadına şiddetin önlenmesi için tedbirler alınmıyor. İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması, hayata geçirilmesi gibi farklı önlemler alınması gerekiyor ama sığınakların da olması gerekiyor çünkü şiddete uğrayan kadınla-
Filiz Kerestecioğlu
rın sığınabileceği yer yok. 100 bin nüfuslu yerlerde sığınak olması zorunlu ama Ankara’da bunu göremiyoruz. Sadece kadın misafirhanesi denilen 1-2 yer hizmet verebiliyor. Özellikle göçmen kadınlar veya genel olarak kadınlar açısından, kadına şiddete karşı hem STK’ların desteklenmesi hem de şiddete maruz kalanların korunabilmesi, yerleştirilebilmesi, rehabilitasyonu anlamında bir politika üretilmiyor. Parkların, sokakların aydınlatılması gibi toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçe kent bütçesine yansımıyor. Kadınların olmadığı bir yerde, bunların dillendirilmesi ve hayata geçirilmesi kolay olmuyor. Son yıllarda bütün dünyada otoriter yönetimlere karşı en güçlü ses kadın hareketinden geliyor. OHAL’de en güçlü eylemleri kadın hareketi yaptı. Politikada bu harekete dönük nasıl bir kanal yaratılabilir? Kadınlar Sufrajetlerden ve daha öncesinden başlayarak, feminist hareketle dünyada ve Türkiye’de çok önemli kazanımlar elde etti. Kazanılan haklardan geri adım attırmak kolay değildir. Kadınların mücadelesi bu nedenle öne geçiyor çünkü bütün bu sağ muhafazakâr politikalar aslında kadın kazanımlarını gasp etmeye uğraşıyor. Türkiye’de ve farklı ülkelerde bazen kürtaj hakkına, bazen istihdama ilişkin oluyor. Çocukla evliliği aynı cümlede anmak istemiyorum ama buna yeltenenler oluyor ve dolayısıyla kadınlar da özellikle Türkiye’de Medeni Kanun, Ceza Kanunu, 6284, İstanbul Sözleşmesi gibi çok sayıda kazanımı geri vermemek üzerine mücadele ediyor. Biz de onların sesi olmaya çalışıyoruz. Yakın zamanda İstanbul Sözleşmesi’nin Uygulanmasının Denetlenmesi alt komisyonu kuruldu. Buna biz önayak olduk ama kadın hareketinin gücü olmasaydı bizim de bunu parlamentoda yapmamız kolay olmazdı.
6 GÜNDEM
İKTİDARIN KADIN POLİTİKASI KARNESİ dar kürtaj bir hak. Ancak pratikte yasak. 2012’de Erdoğan’ın ‘kürtaj cinayettir’ açıklamasının ardından, kürtaj hızla yasaklanmaya çalışıldı. Yaygın ve kitlesel eylemler sonucunda yasak kanunlaşamadı. Ama kamu hastaneleri ve birçok özel hastane yasal bir hak olmasına rağmen kürtaj yapmıyor. 2016’da İstanbul’da sadece 3 kamu hastanesi isteğe bağlı kürtaj yapıyordu. Kadınların bedenlerini üzerindeki denetim hakkını kısıtlayan politikaların bir uzantısı olarak, sezaryeni sadece tıbbi zorunluluk durumuna kısıtlayan bir yasa geçirildi. Ayrıca tüp bebek SGK kapsamına alınıp teşvik edilirken, doğum kontrol ilaçlarına erişim zorlaştırılıyor ve sigorta kapsamına alınmıyor. Kürtaj hakkı üzerindeki pratik yasak son bulmalı. Yasal kürtaj süresi olan 10 hafta yeterli değil, uzatılmalı. Kürtaj için kadının isteği yeterli görülmeli. Doğum kontrol önlemleri ücretsiz ve erişilebilir olmalı.
AKP’nin iktidarda olduğu son 17 yılda kadınların yaşam koşullarında önemli dönüşümler gerçekleşti. İktidar partisi, her zaman sermaye sınıfının işgücü talebini karşılama hedefinin bir uzantısı olarak, aile merkezli politikalar üretti. Bu politikalara çoğu zaman kadınların rolünü ev içi işlerle sınırlayan, en yakıcı sorunlar olan tacizi, şiddeti, cinayetleri önlemekten uzak cinsiyetçi açıklamalar eşlik etti. Son yıllarda daha sık duyduğumuz ‘ailenin güçlendirilmesi’ hedefi her zaman AKP’nin kadın politikasının temelini oluşturdu. 2002’deki ilk AKP hükümeti programında geçen “sağlıklı nesillerin yetiştirilmesi ve ailede mutluluğun sağlanması için kadın sorunlarının giderilmesine büyük önem verilecektir” ifadeleri, 17 yıldır hükümetin kadın meselesine yaklaşımının özeti gibi. Yani iktidar için kadınların sorunları sadece doğurganlığın garanti altına alınması ve aile kurumunun korunması için önemli. Yasal kazanımlarımız
Kürtaj Haktır Karar Kadınların eylemi, İstanbul 2012
2000’li yılların başı Cumhuriyet’in kuruluşundan beri varolan, kadınlar aleyhine birtakım yasaların değiştiği bir dönemdi. Kadın hareketi, yıllarca değiştirilmesi talebiyle mücadele ettiği iki önemli kanunda reform yapılmasıyla birlikte önemli bir zafer kazanmış oldu. Önce 2001’de Medeni Kanun’da eksik de olsa önemli reformlar yapıldı. Evin reisinin koca olduğu ibaresi değiştirildi, evlenen kadının kocasının yanı sıra kendi soyadını kullanabilmesi, evlilik dışı çocukların mirasta eşit hakka sahip olması, boşanma hâlinde mal bölüşümünün kadın ve erkek arasında eşit uygulanması gibi birçok değişiklik yapıldı. Ardından AKP hükümetinin belki de tarihindeki ilk geri adım olan, Türk Ceza Kanunu’ndaki değişiklik geldi. TCK düzenlemesi için kurulan meclis komisyonunun AKP’li üyesi Bekir Bozdağ “komisyon üyeleri olarak toplumu arkamızda hissettik” diyerek o günlerde meclisin önünü dolduran kadınların kamuoyunda yarattığı etkiyi itiraf etmişti. Cinsel suçları baştan sona cinsiyetçi bir perspektifle ele alan TCK’da yapılan de-
ğişiklikle birlikte, suçun ve cezanın belirlenmesinde ahlak, namus, bekâret, fazilet gibi ibarelerin kullanımı bırakıldı, cinsel suçlar bireye karşı işlenmiş suçlar olarak kabul edildi, namus cinayetlerine ağırlaştırılmış müebbet verilmesi öngörüldü, evlilik içi tecavüz suç olarak tanımlandı ve nihayet bekâret testi yasaklandı.
NAFAKA: LÜTUF DEĞİL HAK “Siz erkeklerin 80 senelik kazanılmış hakkını aldınız elinden. ‘Ölünce bitiyor.’ E tabii ki bitecek canım. ‘Yeniden evlenince bitiyor.’ E tabii ki bitecek. Sen elin adamıyla evlen, ben de sana ödemeye devam edeyim. Sen elin adamıyla gayrı meşru yaşa, ben de sana her akşam içki paranı göndereyim. Var mı böyle bir şey? Bunları örnekleyerek ‘Bu
Bu yıllarda hükümetin neoliberal ve muhafazakâr önceliklerine rağmen kadınların lehine reformlar yapmak zorunda kalması mücadelenin bir sonucuydu. Diğer yandan hükümetin AB üyeliği hedefiyle uyumlu genel reformlar yapmayı benimsemiş göründüğü bir dönemdi. Saldırılar 2011’de Kadın Bakanlığı’nın ismi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirildi. Bakanlığın faaliyetleri şiddet, tecavüz, cinayetler gibi yakıcı sorunlara çözüm üretmekten çok uzak. 2016’da 22.079.932.656 lira bütçe ile toplamda sadece iki kreş açmayı hedefleyen bakanlık, bu kreşleri aç-
sürelidir’ denilir mi ya. Tabii ki bitecek bu hâller. Bu hâle düşmezse, kocan ölmezse, kötü yola düşmezsen, evlenmezsen ölene kadar alıyorsun. Ben 1988’den bu yana bu nafakanın süresiz olmasını içime sindiremedim.” Yukarıdaki ifadelerin sahibi Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Uğur Gençcan. Konu ise kadınların nafaka hakkı. Bu hak bir süredir toplumun önemli bir sorunuymuş gibi tartışılıyor. Nafaka Mağdurları ve Boşanmış İnsanlar ve Aile Platformu gibi gruplar oluşturularak kamuoyu yaratılmaya çalışılıyor. Akit ga-
tığı için kendini yüzde 100 başarılı sayıyor. Şimdiki bakan Zehra Zümrüt Selçuk, şarkıcı Sıla’yı dayanışma için aradığında, bazı çevreler tarafından ‘aileden ziyade ‘kadın’ bakanı gibi’ davranmakla ‘suçlandı’. 2012’de iktidarın kürtaj hakkını yasal olarak engelleme girişimi, genel kadın politikası için adeta bir milattı. Önceki yıl İstanbul Sözleşmesi’ne imza atan, aynı sene içinde şiddet mağduru kadınları korumaya dönük 6284 sayılı yasayı onaylayan hükümet, diğer yandan da kadınların kendi bedenlerini denetleme hakkına dönük ciddi bir saldırı başlattı. Kürtaj hakkına saldırının ardından bugünlerde dozunu giderek arttıran, kazanılmış birçok hakkımıza dönük gasp girişimleri geldi. Hükümet son yıllarda tüm dünyada muadili olan otoriter sağ siyasetlerle uyumlu bir şekilde kadınlar aleyhine sosyal ve ekonomik politikalara, yasal değişikliklere hız vermiş vaziyette. Bedenimiz bizimdir Türkiye’de yasaya göre 10 haftaya ka-
zetesi bu grupların sözcülüğünü yapıyor. Adalet Bakanlığı gerekli çalışmaların başladığını açıkladı. Erdoğan’ın eylem planında nafakanın adil hâle getirilmesinden bahsediliyor. Gençcan’ın ifadeleri, bir süredir altı harlanan tartışmaya hükümet de yeşil ışık yakınca kadınları nelerin beklediğini gösterdiği için önemli. Nafaka hakkı nedir? Medeni Kanun’un 175. maddesine göre, cinsiyete bağlı olmaksızın boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, diğer taraftan mali gücü oranında sü-
2015’te resmi nikâhtan önce dini nikâh kıyılmasını engelleyen yasa kaldırıldı. 2017’de kadın örgütlerinden itirazlara rağmen, Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda yapılan değişiklikle birlikte müftülere resmi nikâh kıyma yetkisi verildi. Kadın örgütlerinin erken yaşta evlilikleri teşvik edeceği gerekçesiyle karşı çıktığı düzenleme, hükümetin öncelliğinin boşanmak istediği için her gün öldürülen kadınlar yerine aile kurumu olduğunu yine gösterdi. İstismarcılara affa hayır Hükümet son iki yıldır periyodik olarak ‘cinsel istismar’ yasasını gündeme getiriyor. Daha önce tepkiler üzerine çekilen yasa tasarısı yine meclisin komisyonunun gündeminde. Hükümet ‘mağdurlara af’ diyerek tasarıyı maskelemeye çalışıyor. Af getirmeye çalıştıkları, 15 yaş altı çocuklara cinsel istismardan yargılananlar ve hüküm giyenler. 2018’de en az 347 kız çocuğu istismara uğradı. Tacize, tecavüze, cinsel şiddete, istismarcılara affa veya iyi hâl indirimlerine son!
resiz olarak yoksulluk nafakası isteyebilir. İki taraf yasal olarak nafaka talep edebilir. İşsizlik durumunda nafaka azaltılabilir veya kaldırılabilir. Peki neden nafaka alan taraf çoğunlukla kadın? Çünkü eşitsizlik var. Çünkü kadınlar toplumda dezavantajlı pozisyonda. Ev işleri, çocuk bakımı kadınların omuzunda. Esnek ve güvencesiz işlerde çoğunlukla kadınlar çalışıyor. Kadınlar aynı işi yapmalarına rağmen erkeklerden daha az maaş alıyor. Genellikle kadınlar nafaka alıyor diye yapılması gereken bu hakka göz dikmek değil, kadın yoksulluğu-
nun önüne geçecek politikalar üretmektir. Üstelik göz dikilen mevcut nafaka sistemi hiç de düzgün işlemiyor. Çoğu zaman nafaka tahsil edilemiyor, erkekler nafaka vermemek için mülklerini elden çıkartıyor veya kendisini sigortasız gösteriyor. Dahası nafaka miktarları geçinmeyi sağlayacak düzeyde değil. Devlet sorunu tek tek bireylerin omzuna yıkıyor. Mağduriyetleri önlemenin yolu nafakayı kesmek değildir. Boşanan kadınların barınma, geçinme gibi sorunlarına çözüm olacak sosyal politikalar geliştirilmeli.
GÜNDEM 7
EĞİTİMDE CİNSİYET EŞİTLİĞİNE TIRPAN ŞEYMA KUŞBAŞI
oluşturulmuştu.
Yükseköğrenim Kurulu (YÖK), üni-
YÖK Başkanı Yekta Saraç, yaptığı açıklamada projenin “toplumsal değerlere uygun olmadığını” savunarak, gelinen süreçte “toplumsal cinsiyet eşitliği kavramına, murat edilenin dışında farklı anlamlar yüklendiğini” söyledi. Yeni yapılacak değişikliklerle, bundan böyle üniversitelerde kadın çalışmaları alanında verilen derslerin müfredatının ana kavramı toplumsal cinsiyet değil, “adalet temelli kadın çalışmaları” olacak.
versitelere gönderdiği Toplumsal Cinsiyet Eşitliği (TCE) ‘tutum belgesini’ iptal ettiğini açıkladı. TCE Projesi, yükseköğretim kurumlarında toplumsal cinsiyet derslerinden, güvenli kampüslere (aydınlatma, ulaşım vb.) veya iş yerinde mobbing ve taciz konularına kadar bir dizi başlık içeriyordu. Projeye sapkınlık diyen Akit gazetesi ve benzer çevreler, projenin iptali için bir süredir çağrı yapıyordu. YÖK açıklamasında, tepkilerden bağımsız olarak tutum belgesinin değiştirilmesi için zaten bir süredir çalışma yürütüldüğü ifade edildi. 2015’te Özgecan Aslan cinayetinin yaşandığı süreçte YÖK, tarihinde ilk defa Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Üniversite Çalıştayı düzenlemişti. Bu çalıştay sonucunda, toplumsal cinsiyet eşitliği dersinin zorunlu olması, üniversitelerin akademik ve idari personeline toplumsal cinsiyet farkındalığının kazandırılması, üniversitelerde toplumsal cinsiyet eşitliğinin genel kabul görünürlüğünün sağlanması, üniversite ortamında şiddet, cinsel taciz, istismar ve mobbing başlıklarında dört tema belirlenmiş, bu temalar hakkında hazırlanan raporlar neticesinde bir tutum belgesi
ÜCRETSİZ PED VE TAMPON İSTİYORUZ! AYNUR KARAŞ
Bir kadın hayatının ortalama yedi yılını regl olarak geçiriyor. Yaşamı boyunca 12 binden fazla ped veya tampon kullanıyor. Regl rahimde endometrium tabakasının soyularak, kanama ile atılmasıdır. Eğer gebelik oluşmazsa, aynı olay her ay kendini tekrarlayarak devam eder. Yani zorunlu bir durumdur. Ped kullanmak zorunlu bir ihtiyaçtır. Ama devletler bunu lüks bir ihtiyaç olarak görüyor. Dünyanın birçok ülkesinde kadınların mücadelesiyle hijyenik ped ve tamponlara uygulanan vergiler ya düşürüldü ya da kaldırıldı. Tampon vergisine hayır! İki yıl önce İngiltere'de Laura Corydon adlı bir kadın imza kampanyası başlattı. Şöyle diyordu: "Devlet deve kuşu, kanguru ve timsah eti gibi egzotik etlerden ya da helikopter satın alanlardan vergi almıyor. O zaman neden hijyen ürünlerinden vergi alıyor? O etleri yemek de helikoptere binmek de bir seçim. Hem de lüks bir seçim. Hijyenik ped ve tampon gibi ürünlerin olmaması kadınlar için
Saraç “Verilmekte olan ders, konferans ve seminerlerde Türk toplumunun aile kavramı başta olmak üzere sahip olduğu üstün değerlerin öne çıkarılması” gerekliliğini vurgulayarak, hükümetin kadın konusundaki politikalarını özetlemiş oluyor. Başta KADEM gibi kuruluşlarca vurgulanan ‘adalet’ temelli yaklaşım, kadın ve erkek sabit cinsiyet rollerine vurgu yapıyor. Kadın ve erkeklerin farklı fıtratları (örneğin kadın ve annelik) olduğunu, toplumda da biyolojilerine uygun görevleri olduğunu savunan bu özcü, heteronormatif ve sağ muhafazakar yaklaşım, ‘cinsiyetler arası adalet’ gibi hiçbir yaraya merhem olmayan kavramlar öne sürüyor. Bunun sonuçlarını, boşanmanın zorlaştırılmasında, onur haftasının yasaklanhayal edilemez bir şey. Aksi birçok sağlık sorununa davetiye çıkartmak demek. Dolayısıyla bu vergilendirilecek bir lüks değildir." Hijyenik ped ve tamponlara uygulanan vergilerin kaldırılması için başlatılan bu kampanyaya 300 binden fazla kişi imza verdi. İngiltere'de 15 sene önce yüzde 17.5 olan vergi oranı, yüzde 5,5'e düşürüldü. Ancak kadınlar meselenin peşini bırakmayıp ‘tampon vergisine son ver’ kampanyası yaptı. n Kanada'da Tampon Vergisine Hayır kampanyası sonucu yüzde 5'lik vergi kaldırıldı. n Fransa'da tampon ve hijyen ürünlerinden yüzde 20 vergi alınıyordu. Gazlı içeceklerden alınan vergi ise yüzde 5’ti. Mecliste yapılan bir oylamada, tamponun birincil ihtiyaç sayılması ve yüzde 5,5 oranında vergilendirilmesi teklifi hükümet tarafından reddedildi. Kadın aktivistler, üzerlerine ketçap sıkılmış pedleri parlamento etrafını çeviren demirlere asarak protesto etti. Pek çok eylem yaparak vergiyi yüzde 5,5 'e düşürttüler. n İskoçya ise genç kızların hijyen ürünlerini karşılama kararı aldı. Okullarda bedava hijyen ürünü dağıtılıyor.
masında veya nafaka tartışmalarında görüyoruz.
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
Bakanlık cinsiyet eşitliğinden pişman
BARIŞA İNANMAKTAN VAZGEÇMEMELİYİZ
Sene başında benzer bir süreç, Milli Eğitim Bakanlığı’nda yaşandı. AB desteği ile 2014-2016 yıllarında 40 okulda pilot uygulamaya sokulan Eğitimde Cinsiyet Eşitliği Projesi, MEB tarafından iptal edildi. Proje, yine Akit tarafından hedef gösterilmiş, KADEM “Veliler arasında dil, din, ırk, kültür, cinsiyet, cinsel yönelim vb. hiçbir ayrım yapılmaz” maddesinde geçen cinsel yönelim ifadesinin insan doğasına aykırı olduğunu iddia etmişti.
Ankara’da kadın mitingi, 2003
Geleneksel cinsiyet rolleri biyolojik özden kaynaklanmaz; medya, din, aile, okul gibi ideolojik aygıtlar üzerinden aktarılır. Bu roller zor kullanımı ve rıza inşası ile benimsetilerek, mikrodan (beden) makroya (devlet) iktidar yapılarının devamlılığı sağlanır. Bugün aileye ve ekonomik güvencesizliğe mahkum edilen kadınlar üzerinden yürütülen sistemin, devasa AKP aygıtı için ne kadar kullanışlı olduğunu seçim çalışmalarında veya sonuçlarında görmek mümkün. AKP, sorunların kaynağına eğilmek yerine bizzat onları yamıyor, tektipçi görüşleri hayatın her alanına yaymaya çalışarak toplumsal mühendislik yapıyor. n İrlanda'da vergi uygulanmıyor fakat kadınların yarısından çoğu hijyen ürünü alamıyor. Açlık sınırında yaşayan kadınlar ve evsiz kadınlar, yemek yemekle hijyen ürünü almak arasında seçim yapmak zorunda kalıyor. n ABD’de bazı eyaletlerde vergi kaldırıldı. Diğer eyaletlerde yasa tasarıları gündeme alındı. Türkiye'de yüksek vergilendirme Türkiye’de devlet, hijyenik koruma ürünlerini birincil ihtiyaç saymıyor. Viagra'dan yüzde 8 KDV alan devlet, ped ve tamponları yüzde 18 vergilendiriyor. Hapisteki Kadın Ağı, cezaevlerinde hijyen ürünlerine ücretsiz erişim için kampanya yapıyor. CHP milletvekili Seda Kadıgil de hijyen ürünlerinde vergi oranlarının düşürülmesi için TBMM'ye kanun teklifi verdi. Ne istiyoruz? Regl olduğumuz için vergi ödemek istemiyoruz. Birincil ihtiyaçlar, şirketlerin kâr malzemesi olamaz. Vücudumuza zarar vermeyen maddelerden üretilmiş ped ve tamponu parasız istiyoruz.
Selahattin Demirtaş kendisiyle yapılan bir röportajda T24 muhabirine şunları söylüyor: “Barış süreçleri her zaman başarıyla neticelenmeyebilir, ama buna rağmen barışa dair arayışlardan vazgeçmek doğru olmaz. Velev ki, bir zamanlar muhatabımız olanlar ilkesiz, ahde vefasız, samimiyetsiz çıkmış olsalar bile, barışa inanmaktan vazgeçmemeliyiz.” Demirtaş bir başka röportajında da tek eksikliklerinin barış sürecini tamamlayamamak olduğunu söylemişti. Cezaevinden barış konusundaki ısrarlı yaklaşımını önemsemek, öne çıkartmak ve benzer şekilde barış için mücadeleye devam etmek zorundayız. Maalesef çözüm süreci, hiç beklenmedik isimlerin, kurumların, esas olarak “AKP’yle barış mı olur?” sorusu etrafında propaganda yaparak ördüğü barış karşıtı barikata tanık olduğumuz bir dönemdi. Oysa çözüm sürecindeki gelişmeler, AKP karşıtlığıyla barış karşıtlığını birbirinin içine yedirerek, Kürt sorununun tüm düzeyleriyle tartışılmasını ve Kürtlerin demokratik bir dizi kazanım elde etmesini, genel demokrasinin seyrinin yükselmesini engellemek isteyenlerin iddialarını çürütecek kadar açıktı. AKP’nin tüm anti demokratik uygulamalarının çözüm sürecinin bir ürünü olduğunu iddia ederek karşı kampanya yapanlar, düşünmemizi istedikleri gibi Kürtlerin daha sağlam kazanım elde etmelerinden yana değillerdi. Genel demokrasi alanının genişlemesinden yana hiç değillerdi. Yoksa “AKP’yle barış olmaz” yaklaşımını, “demokrasi olmadan barış olmaz” yaklaşımıyla perçinlemezlerdi. Önce demokrasi olacak! AKP ile değil muhtemelen solcu bir parti ile olacak, artık hangi solcu partiyse o! İşte o zaman masaya oturulabilir! Söylenen buydu. Akan kanın durması önemsenmedi ve çatışmaların durmasının desteklenmesi bir şarta bağlandı. Genel demokrasi şartına. Oysa genel demokrasinin ilk şartı çatışmaların durmasıydı. Kürtlerin demokratik haklarının gündeme alındığı bir diyalog ortamının gelişmesinin, en başta demokrasiden yana olanların elini güçlendireceğini de 2013-2015 döneminde gördük. Bugün çok net görülüyor ki çözüm süreci, ölümlerin durduğu, birçok demokratik adımın atıldığı bir dönemdi. Bu dönemin ürünü olarak öne fırlayan barış ikliminin çocuğu olarak öne çıkan HDP, 6 milyon oy aldı. Kaçırdığımız fırsatın ne anlama geldiğini öğrenmek isteyenler, Demirtaş’ın röportajının ilgili bölümünü bir daha okuyabilir. Biz ise bu fırsatın sonsuza kadar elimizden kaçmış olamayacağından emin bir şekilde çözüm, diyalog ve barış için politik fırsat yaratmaya, oluşan politik fırsatları bu kez sonuna kadar değerlendirmeye kararlıyız.
8 YORUM
OTORİTERİZME KARŞI YÜKSELEN KADIN HAREKETİ dınlar, Polonya ile aynı günlerde grevdeydi. Grev hükümeti ‘eşit işe eşit ücreti’ zorunlu kılan bir yasa tasarısını meclise getirmeye zorladı.
MELTEM ORAL
2008’de başlayan küresel finansal kriz, on yıldır dünyanın birçok ülkesinde siyasi krizlerle el ele giden bir istikrarsızlığa yol açıyor. Birçok ülkede sağ muhafazakâr siyasetler, bu çoklu kriz ortamında güçlenecek zemin buldu. Otoriter liderler günümüzün fenomeni hâline geldi. Bu süreçte Trump, Orban, Maduro, Putin, Erdoğan, Bolsonaro gibi isimler birbirinin yanına eklendi. Almanya, Fransa, Kuzey Avrupa ülkeleri, İspanya, İtalya, İngiltere gibi ülkelerde aşırı sağ hareketlerin önceki on yıllara göre daha güçlü olduğunu görüyoruz.
Arjantin’de son 10 yılda kadına yönelik suçlar yüzde 78 arttı. Sağcı ve inşaat mühendisi Macri 2015’te devlet başkanı oldu. Bir yıl sonra yüz binlerce kadın şiddete ve kadın cinayetlerine karşı grev çağrısı yaptı, meydanlara çıktı. İrlanda kürtaj yasağının kalkması için uzun soluklu bir mücadele geleneğine sahip. Son yıllarda bu talepteki kadın eylemleri kitleselleşti. 2018’deki referandumda kürtaj hakkını savunanlar yüzde 66,4’le kazandı. İngiltere’de kürtaj hakkı ve eşit işe eşit ücret talebi son yıllarda iktidardaki Muhafazakâr Parti karşısındaki önemli muhalefet başlıklarından.
Ancak yukarıdaki manzara madalyonun sadece bir yüzü. Diğer yüzünde neredeyse istisnasız olarak sağ hareketlerin yükseldiği her ülkede, bu yükselişe karşı en etkili yanıtı veren kadın hareketi yer alıyor. Polonya, İzlanda, Arjantin, ABD, İrlanda, Lübnan, Türkiye, İran, İspanya, Hindistan, Brezilya son yıllarda otoriter-muhafazakâr sağ iktidarların girişimlerine karşı kadınların kitlesel olarak sokağa çıktığı ülkelerden sadece birkaçı. Trump’ın iktidara geldiği gün ABD’nin onlarca şehri, ülke tarihinin en kitlesel kadın gösterilerinden birine sahne oldu. 2017 8 Mart’ında neredeyse her ülkede kadınlar önceki yıllara oranla çok daha kalabalık bir şekilde sokaktaydı, bazı ülkelerde İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki en kitlesel kadın eylemiydi. Otoriter ve kadın düşmanı Kadın hareketinin yükselişi, küresel bir tehdit hâline gelen sağ muhafazakâr siyasetin kadınların kazanılmış haklarına saldırmasına, otoriter liderlerin rahatlıkla boca ettikleri kadın düşmanı açıklamalara karşı bir tepki. Sağ siyasetler kadınların ev içi işler ve annelik dışında bir rolü olamayacağına dair erkek egemen görüşleriyle, aile kurumunu güçlendirmeye odaklı politik programlarıyla propaganda yapıyor. İktidarı aldıkları yerlerde ilk icraatları kürtajı sınırlamaya, doğum kontrol araçları-
Türkiye’de OHAL dönemi ve sonrasında sokaktaki tek kitlesel güç kadın hareketi. Özellikle 2012’den beri iktidar kazanılmış haklara saldırıyor, kadınlar haklarından vazgeçmiyor. #MeToo Kadınların Yürüyüşü 2019, Washington
na erişimi zorlaştırmaya, varsa şiddet merkezlerini kapatmaya, kısaca kadınlar aleyhine adımlar atmaya çalışmak oluyor. Bu politikalar sağ otoriterizmin kendine has bir icadı değil elbette. Dünya tarihi boyunca her kriz döneminde kadınlar hedef gösterildi. Kadınların cadı olarak yakılması, köylü isyanlarını bastırmanın bir yoluydu. Sermaye sınıfının ihtiyaçlarına göre kadınlar bazen ucuz iş gücü olarak piyasaya çekildi, bazen de damızlık olarak eve itildi. Kapitalizmin varlığı işgücünün sürekliliğine bağlı. Bu yüzden sermayenin temsilcisi olmaya soyunan tüm siyasetler kadınların doğurganlığını garanti altına alacak, üremeye zorlayacak politikalara sahip. Bu yüzden aile kurumu kutsanıyor, boşanmalar zorlaştırılıyor, LGBTİ+’lar düşmanlaştırılıyor, kürtaj yasaklanmaya çalışılıyor, doğum kontrol araçlarına erişim kısıtla-
nıyor, kadınlar aynı işi yaptıkları erkeklerle eşit ücret almıyor, işten en önce çıkartılıyor. Mücadele dalgası Dünyanın en büyük ekonomik gücü olan ABD’nin başkanı Trump’ın defalarca kadınları aşağılayan, cinsiyetçi açıklamaları herkesin malumu. Geçen yıl Trump’ın, birçok kadın tarafından hakkında cinsel taciz suçlaması olan Brett Kavanaugh’u Yüksek Mahkeme adayı olarak göstermesi kadınlar arasında hâlihazırda olan öfkeyi kızıştırdı, yaygın bir kampanya örgütlendi. Kavanaugh seçilince kadınlar Trump’tan hesabı ara seçimlerde soracaklarını söyleyip kampanyalarına ara vermedi. Ara seçimlerin sonucunda kadınlar ve LGBTİ+’ların yanı sıra Latinler, Müslümanlar, yerliler rekor kırarak Temsilciler Meclisi’ne seçildi.
Brezilya’da tecavüzü normal karşılayan, homofobik, kadın düşmanı Bolsonaro’nun seçilmemesi için en güçlü mücadeleyi kadınlar verdi. Seçimlerin öncesinde her gün neredeyse ülkenin tamamında kadınlar sokaktaydı. Bolsonaro iktidara geldikten sonra da kadınlar çekilmedi, ilk gösteriler onlardan geldi. Polonya’da iktidardaki sağ muhafazakâr Hukuk ve Adalet Partisi, göçmenler, basın özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı gibi konularda otoriter politikalara sahip. İktidara geldiğinde ilk hedefi kadınlardı. Ülkede zaten sınırlı olan kürtaj hakkını tamamen ortadan kaldırmaya çalıştı. 2016’da 60 şehirde milyonlarca kadın greve çıkarak, kürtajın tamamen yasaklanmasına dair yasa tasarısını geri çektirtti. İzlanda’da koalisyonda en çok oyu alan sağcı Bağımsızlık Partisi’ne karşı ka-
Madalyonun sağcı yüzünün karşısındaki kadınlar daha güçlü. Çünkü bu süreçte kadın hareketinin dalga yarattığı tek arena siyaset değil. Hayatın her alanında kadınların sözü yükseliyor. Trump’ın ‘genç erkekler için zor bir dünya’ diye hayıflanmasının nedeni bu. Kadınlar sadece otoriter liderlere karşı yasal haklarını savunmak ve daha fazlasını kazanmak için sokakta değil. Sosyal medyayı sarsan #MeToo dalgası, kültür ve sanat başta olmak üzere hayatın bir dizi başka alanını etkisi altına aldı. Hollywood’daki kadınların başlattığı teşhirin gerisi çorap söküğü gibi geldi. Birçok erkeğin tacizci olmadığı için değil bugüne kadar kadınlar konuşmadığı için saygın kabul edildiği daha çok görünür oldu. Çok açık ki sinema vb. sektörlerdeki kadınlarla sokaktaki kadınlar arasında karşılıklı bir etkileşim var. Kadınlar birbirinden besleniyor, birbiriyle güçleniyor.
EMEK GÜNDEMİ
9
İSTİHDAMDA KADIN EMEĞİ ARTIYOR, AMA NASIL?
Krizin ağır yükü kadınların omuzlarında. FARUK SEVİM
2018 ekonomik krizi, kadın istihdamının oransal olarak erkeklere göre daha fazla artmasına neden olmuş gibi görünüyor. Son bir yılda istihdam edilen erkek sayısı 250 bin azalırken, kadın sayısı 60 bin artmış. Bunun altında yatan sebepleri incelediğimizde başlıca üç konu karşımıza çıkıyor. Birincisi, kriz dönemlerinde işsiz kalan erkeklerin problemlerini hafifletmek için aile içindeki kadınlar daha fazla iş başvurusunda bulunmaya başlıyor. 2018 yılında İŞKUR’a kayıtlı erkek işsiz sayısı 1,7 milyon olurken, kadın işsiz sayısı 1,8 milyon oldu. İlk defa kadınlar işe yerleştirme talep eden erkeklerden daha çok. İkincisi, Türkiye’de 2011’den beri ailesindeki yaşlı ya da engelli bireylere bakan ve devletten aylık 480 ile 1200 lira arası değişen oranda evde bakım parası alan kadınlar iş gücüne katılmış sayılıyor. Yani zaten yaptıkları işi yapmaya devam eden, ama kâğıt üstünde artmış olan bir kadın işçi sayısı söz konusu. Üçüncüsü 2012’den itibaren gündelik ev
işçiliği yapan kadınlar kendi hesabına çalışan olarak hesaplamalara dâhil ediliyor. Aslında yıllardır kayıtsız çalışan ev işçileri kayıt altına alındığı için yine kâğıt üstünde bir kadın işçi artışı oldu. Kadınların çalışma yaşamına katılımı TÜİK’in Kasım 2018 verilerine göre 15 yaş ve üzeri toplam nüfusumuz 60,9 milyon. Bu nüfusun 30,8 milyonu kadın, 30,1 milyonu erkek. İşgücü olarak nitelendirilen, çalışmaya istekli nüfusumuz ise 32,3 milyon; bu sayının 10,5 milyonu kadın, 21,8 milyonu erkek. Toplam iş gücü hesaplanırken toplumda önemli bir kesim iş gücüne katılabilecek kapasitede olmasına rağmen çeşitli nedenlerden dolayı katılım sağlayamıyor. TÜİK verilerine göre iş gücüne dâhil olmayan kadın nüfus yaklaşık 20,3 milyon iken, erkek nüfus 8,3 milyon. Kadınların yaklaşık 11,5 milyonu, ‘ev işleriyle meşgul’ olduğu için iş gücüne katılım sağlayamadığını beyan ediyor. Bu işler arasında en önemli konu çocukların bakımı. 150’den fazla kadın işçi çalıştıran işyerleri-
nin kreş açma zorunluluğu var. Türkiye’de yaklaşık 2000 işyerinde 150’den fazla kadın işçi çalışıyor, ama bunların yarısından çoğunda kreş yok. Erdoğan en az 3 çocuk açıklaması yapmaya devam ediyor ama çalışan kadınların bu çocuklara bakması için yasal olarak zorunlu kreş uygulamasının bile hayata geçmesini sağlayamıyor. Kadın işsizliği erkeklerden fazla 32,3 milyon istihdama hazır kadın ve erkeğin 4 milyonu bugün için işsiz durumda. Erkeklerde işsizlik oranı yüzde 11,1 iken, kadınlarda bu oran yüzde 14,7. Son bir yıl içinde işsiz erkek sayısı 1,9 milyondan 2,5 milyona yükselmişken, işsiz kadın sayısı 1,4 milyondan 1,5 milyona yükseldi, yani erkeklerde işsizlik daha hızlı arttı. Kalan 28,3 milyonun, yani istihdam edilen nüfusun 9 milyonu kadın, 19,3 milyonu erkek. İstihdam oranı erkeklerde yüzde 64, kadınlarda yüzde 29. Eğitim durumu ve cinsiyete göre istihdam oranını incelediğimizde, son olarak bitirilen eğitim kalemi ne olursa olsun erkeklerin istihdam edilme oranının kadınlardan
İŞYERLERİNDEN MÜCADELE HABERLERİ
n Antep’te yüzde 10’luk zam önerisine iş bırakarak karşılık veren Boyar Kimya ve Flament Tekstil işçilerinin eylemleri sonuç verdi, yüzde 26 zam kazanıldı.
n Beşiktaş Mephisto’da kötü çalışma koşullarına itiraz ettikleri için işten atılan işçiler, her gün mağaza önünde nöbet tutmaya devam ediyor.
n Flormar işçileri kararlı direnişlerini sürdürüyor.
n Kocaeli Şehir Hastanesi inşaatında ücretleri ödenmeyen taşeron işçiler iskeleye çıkarak eylem yaptı.
n Karşıyaka Kent A.Ş. işçileri, ikramiyelerinin ödenmemesi sebebiyle bir saat iş bıraktı.
n İstanbul’da Şişli, İzmir’de Karabağlar belediyelerinde DİSK’li işçiler grevde. Avcılar’da ise belediye işçileri alacakları için yürüyüş yaptı. Bornova’da işçiler grev kararını astı. Geçen hafta da İstanbul’da Beşiktaş ve İzmir’de Buca belediyelerinde grev yapılmıştı.
n Tez-Koop-İş üyesi işçiler, LC Waikiki'nin kötü çalışma koşullarına, sendika düşmanlığına son verilmesini ve atılan işçilerin geri alınmasını talep ederek genel müdürlük binası önünde eylem yaptı.
n KESK İstanbul Şubeler Platformu, KHK’lara ve ihraçlara karşı Güngören’de protesto eylemi yaptı. n Bursa’da direnen Cargill işçileriyle dayanışma etkinliği düzenlendi.
Direnişteki Flormar işçileri
daha yüksek olduğunu görüyoruz. Örneğin hiçbir okul bitirmeyen erkeklerin istihdam oranı yüzde 49 iken, bu oran kadınlarda yüzde 21. Lise mezunu erkeklerin yüzde 63’ü istihdamdayken kadınların sadece yüzde 26’sı istihdamda. Yükseköğretim mezunları içerisinde de erkekler ve kadınların istihdam oranı arasında fark söz konusu. Yükseköğretim kurumundan mezun erkeklerin istihdam oranı yüzde 76, kadınların ise yüzde 61. Kadın işçiler eşit işe eşit ücret ve kreş hakkı istiyor Kriz koşullarında kadınlara vaat edilen çalışma düzeni ortada. Bu koşullarda istihdamdaki artış kadınların yaşadığı çifte sömürünün derinleşmesinden fazla bir anlama sahip değil. Çünkü krizle birlikte kadınların hem ev içi sorumlulukları artıyor hem de düşük ücretlerle güvencesiz ve niteliksiz işlere mahkûm oluyorlar. Kadın işçilerin iş yaşamında en önemli talepleri eşit işe eşit ücret ve kreş hakkının kullanılmasının sağlanması.
10
KÜLTÜR
8 MART DİZİ, FİLM, OKUMA ÖNERİLERİ GÜL DÖNMEZ
Son yıllarda popüler kültürde cinsiyet eşitsizliğine, heteronormativiteye dikkat çeken ve kadınların gündelik hayattaki mücadelesinden izler barındıran film ve dizilerde artış var. Yükselen kadın mücadelesi ve Hollywood’daki #metoo dalgası, belli ki sektörde üretilen işleri de etkiliyor. Filmler, diziler, kitaplar bize ilham verdiği gibi, sokaktan ilham alıyor. Sosyalist İşçi olarak son dönemde radarımızda takılan, izlediğimiz ve cinsiyetçiliğe karşı mücadele edenlerin beğeneceğini düşündüğümüz beşer film ve diziyi listeledik. u Diziler The Handmaid's Tale Margaret Atwood’un Türkçeye Damızlık Kızın Öyküsü ismiyle çevrilen distopik romanından uyarlanan bir dizi. Otoriter Gilead rejimi altında, tamamen kadınların doğurganlığı temelinde dizayn edilmiş bir toplumda damızlık olarak kullanılan ve köleleştirilen kadınların sinirinizi tepenize çıkartacak öyküsü. Big Little Lies Yine bir roman uyarlaması. Bir cinayet öyküsünün arka planında, toplumsal iş bölümü ve annelik rolü kadınlar tarafından sorgulanıyor.
BAŞUCUMUZDAKİ KİTAPLAR n Cinsiyet, Sınıf ve Sosyalizm, Yazar: Lindsey German, Babil Yayıncılık n Kadınlar ve Sosyalizm, Yazar: ShaMade in Dagenham
Grace and Frankie Kocaları birbirine aşık olan iki orta yaş üstü kadının, toplumsal cinsiyet rollerini, heteroseksizmi, cinselliği sorgulatan arkadaşlığının öyküsü. Glow Hollywood’da tutunamayan bir grup kadının, TV şovu kapsamında güreş yıldızı olmak için yarışmalarının komik hikayesi. Apple Tree Yard Louise Doughty’nin aynı isimli romanından uyarlanan, dört bölümlük mini dizi. Tecavüzün statü, meslek, yaş fark etmeksizin, her kadının başına gelebileceğini, konuyu pornografikleştirmeden anlatmayı başarıyor. u Filmler Made in Dagenham 1968’de İngiltere’deki Ford fab-
BECHDEL TESTİ: BEYAZPERDEDE KADININ TEMSİLİ DİLA AK
Mo Movie Measure ya da Bechdel Rule olarak da adlandırılan Bechdel Testi, adını Alison Bechdel'in Dykes To Watch Out For çizgi romanındaki The Rule isimli karikatüründen alır. 1985 yılında çizilmiş olan bu çizgi hikayede, lezbiyen bir çiftin taraflarından birinin sinemaya gitmek istemesi ve diğerinin de sadece üç temel koşula uyan filmleri izlediğini belirtmesi ile Bechdel Testi koşulları ortaya çıkar. Bu koşullar, filmde adı olan en az iki kadın karakterin olması, bu iki kadın karakterin birbirleri ile konuşmaları ve konuştukları konunun erkekler dışında bir konu olmasıdır. ‘Adı olan kadın karakter’ bazıları için kulağa saçma gibi gelebilir ama Dun-
ron Smith, Yordam Kitap rikasında ‘eşit işe eşit ücret’ hakkı için greve çıkan kadınların mücadelesi. İşçilerin grev hattındaki mücadelelerinin yanı sıra ev içi iş bölümüne dair tartışmalar, erkek işçilerin (kocalarının) greve yaklaşımı ve mücadelenin birliği keyifli bir şekilde anlatılıyor. Roma Üç Oscar alan Roma, güçlü bir kadın filmi. Üst orta sınıf bir ailenin yanında hizmetçilik yapan Cleo ve patronu Sofia erkek egemenliğinin farklı travmalarıyla boğuşmaktadır. İki kadının, kadın olarak yaşadığı ortak deneyim kadar sınıfsal farklılıklar da gerçekçi bir biçimde anlatılıyor. Suffragette İngiltere’de kadınlara oy hakkı için mücadele eden süfrajetlerin 20. yüzyılın başında geçen hikayesi. Günümüzde ‘sıradanlaşan’ haklarımızın arkasında kadınların güçlü ve uzun so-
kirk filmini ele aldığımızda, tüm oyuncu kadrosu içerisinde sadece iki kadın karakter olduğunu ve o kadınların da film içerisinde hemşire ve hostes olarak adlandırıldığını görüyoruz. Hollywood filmlerinin çoğunun bu testi geçemediğini belirtmekte yarar var. The Lord of the Rings üçlemesi ve bazı Star Wars filmleri, Scarface, Forrest Gump da bu filmlerden popüler olan birkaçı. Çoğu Hollywood filmi bu testi geçmeyi başaramıyorken, kadın ve erkek karakterlerin konuşma oranları arasında da büyük uçurum var. Elbette ki Bechdel Testi kapsayıcılık konusunda mükemmel bir konumda değil ya da filmin kalitesini ölçmek gibi bir kaygısı yok. Bu test ile altı çizilmek istenen temel mesele, kadınların hayatının merkezinde erkeklerin olmadığı, kendi aralarında sürekli romantik meseleleri konuşmadıkları, erkeklere atfedilen bilim, politika, spor gibi alanların içinde var oldukları ve olacakları. Dolayısıyla bu
luklu mücadelesinin yattığını hatırlamak için iyi bir vesile. She is beautiful when she's angry 1960’larda ABD’deki kadın hareketini, dönemin aktivistlerinin anlatımlarıyla aktaran bir belgesel. Kürtaj hakkından eğitim ve iş hayatındaki cinsiyetçiliğe, kadınların her alanda bir anda örgütlenme ve sokağa çıkma deneyimi anlatılıyor. Diğer yandan kadın hareketinin içindeki, ırkçılıktan lezbiyen kadınların görünürlüğüne dek pek çok tartışma yansıtılıyor. Feminists: What were they thinking 1970’li yıllarda sanatçı Cynthia MacAdams’ın fotoğraflarını çektiği kadınları yeniden bir araya getiren bir belgesel. Dönemin kadın mücadelesi deneyimleri, günümüzün aktivistleriyle yapılan röportajlarla harmanlanıyor.
durumun sinema sektörüne, bilhassa da bu konuda çokça sefer sınıfta kalmış olan Hollywood'a yansıtılması. Zaten Alison Bechdel bu karikatürü seksizmi ortadan kaldırmak gibi bir amaçla değil, ne kadar aşağıda tutarsa tutsun Hollywood'un yine de çıtaya takılacağı sorununa dikkat çekmek için çizmiş. İzlediğimiz filmler sınıfta kalıyor Son yıllarda her yerde daha fazla duymaya başladığımız kapsayıcılık, elbette sinema sektörüne de yansıdı. Kapsayıcılık ve temsiliyet konusunda başka testler de hazırlanmaya başlandı. Derin analizler yapan bir blog olan FiveThirtyEight'in Bechdel Testi gibi daha fazla teste ihtiyaç duyulduğuna dair analizi oldukça fikir verici. Sinema sektöründen insanların kendi testlerini hazırladığı bu çalışmada toplamda 12 tane test, film ekibinin yarısının kadın olması, sağlıklı ilişkileri olan güçlü bir rolde yer alan siyahi kadın temsiliyeti,
n Kadınlar ve İşçi Hareketi, Yazar: Annik Mahaim, Alix Holt, Jacqueline Hein, Yazın Yayıncılık n Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim, Yazar: Silvia Federici, Otonom Yayıncılık n Utanç Bitti, Yazar: Anja Meulenbelt, Ayrıntı Yayınları n Osmanlı Kadın Hareketi, Yazar: Serpil Çakır, Metis Yayıncılık n Carol, Yazar: Patricia Highsmith, Can Yayınları n Kendine Ait Bir Oda, Yazar: Virginia Woolf, İletişim Yayınları n Queer Marksizme Doğru, Yazar: Kevin Floyd, Nota Bene Yayınları
filmin senaristinin ya da yönetmeninin kadın oluşu, her departmanda en az iki kadın çalışması, tüm departmanların yarısının başında bir kadın olması, eğitimli aksansız İngilizce konuşan ve seks objesi yapılmamış Latin kadın temsiliyeti gibi konuları içeriyor. 50 tane film üzerinde yapılan analizlere göre bu testlerin hepsini geçen bir film yok ne yazık ki. Bad Moms filmi bu testlerin 8'ini geçmeyi başarırken, sadece bir tanesinden geçebilen filmler Deadpool, Doctor Strange ve The Secret Life of Pets. Testler tabii ki bize bir filmin izlenebilir olup olmadığını söylemiyor. Fakat izlenebilir filmler yaparken kapsayıcı olmayı hatırlatmak ve cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırabilmek adına bize kılavuzluk etmek gibi bir amaca hizmet ediyorlar. Bu gibi testlerin ya da kadınların her geçen gün seslerini daha yüksek çıkarmaya başladıkları kolektif mücadele ortamının cinsiyet eşitsizliklerini ortadan kaldıracağına ve bunun da sinema sektöründe karşılık bulacağına inancım tam.
AKTİVİZM TOPLANTI DUYURULARI Şişli 1 Mart: Günümüzde Komünist Manifesto’nun önemi Konuşmacı: Şenol Karakaş 7 Mart: Günümüzde antisemitizme karşı mücadele Konuşmacılar: Betsy Penso (Avlaremoz.com editörü) Roni Margulies (DSİP) Adres: Nakiye Elgün Sok. No: 32/3, İkbal Apt. Osmanbey İletişim: 05556372450 Kadıköy 28 Şubat: Günümüzde Komünist Manifesto’nun önemi Konuşmacı: Ozan Tekin 7 Mart: Kompo teorileri dünyayı açıklıyor mu? Konuşmacı: Ozan Ekin Gökşin Adres: Serasker Cad. Nergiz Apt. No:88-90 Kat 3 Kadıköy İletişim: 05334479709 Fatih 28 Şubat: 28 Şubat mı? Bir daha asla! Konuşmacılar: Roni Margulies-Yasin Altıntaş 7 Mart: Günümüzde Komünist Manifesto’nun önemi Konuşmacı: Volkan Akyıldırım Adres: Ehibbâ Cafe - Zeyrek Mah. Haydar Bey Cad. No: 31 - Fatih İletişim: 05547307216 Ankara 3 Mart: Yerel seçimler ve sosyalistler Konuşmacı: Z. Soner Dinç (DSİP) Adres: Konur Sok. No: 14/13 - Kızılay İletişim: 05358842122 İzmir 1 Mart: İklim mültecileri bize ne anlatıyor? Konuşmacı: Nermin Biter Adres: Karakedi Kültür Merkezi 1462. Sokak No:20/1 Alsancak İletişim: 05073044567 Yenişehir (Bursa) 3 Mart: Mülteci karşıtlığı üzerinden yükselen ırkçılık Konuşmacı: Ferda Keskin (Bilgi Üni. öğretim üyesi) Adres: Yenişehir Eğitim Sen binası (İznik Caddesi, Hadim İş Merkezi, No:5, Yenişehir/Bursa) İletişim: 05077275045
GÖÇMENLERLE DAYANIŞMAYI BÜYÜTELİM! “Hepimiz Göçmeniz-Irkçılığa Hayır” kampanyası, 10 Şubat’ta İpsala’da Yunanistan’dan ırkçılık karşıtlarıyla birlikte gerçekleştirdiği eylemin ardından, 16 Mart’ta tüm dünyadaki hareketle birlikte sokağa çıkmak için hazırlıklarını sürdürüyor. Bu doğrultuda İstanbul’da 15 Şubat’ta yapılan aktivistler toplantısında, Mülteci Hakları Derneği’nden Veysel Eşsiz’in sunuşuyla Türkiye’de göçmenlerin genel durumunu ve yapılması gerekenleri tartıştık. Uluslararası Mülteci Hakları Derneği, Uluslararası Doktorlar Birliği, Hevi LGBTİ, Göçmen Araştırmaları Derneği, İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları
Norayr Olgar da Manuşyan’ın mücadeleci yönüne atıflarda bulunarak, bugün hem anti-
ÖNE ÇIKAN Betül Kasırga
DÜNDEN YARINA MÜLTECİ KADINLAR
Uygulama ve Araştırma Merkezi gibi birçok STK ve kurum ile görüşmeler yaparak, 16 Mart’ı nasıl daha güçlü inşa edebileceğimiz konusunda fikir alışverişinde bulunduk. 16 Mart’ta İstanbul, İzmir, Ankara ve Tekirdağ’da toplantılar ve basın açıklamaları ger-
çekleştireceğiz. Dünyanın onlarca kentindeki ırkçılık karşıtlarıyla eşzamanlı olarak “Mülteciler kardeşimizdir” diyeceğiz. Suriyeli sığınmacılarla dayanışmayı büyütmek, egemen sınıfın silahları olan ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı mücadelemizde bizi güçlü kılacaktır.
MİSAK MANUŞYAN’IN HAYATI VE MÜCADELESİNİ KONUŞTUK 22 Şubat akşamı DSİP Şişli/Beyoğlu birim toplantısında, Nor Zartonk aktivisti Norayr Olgar’ın sunumuyla Misak Manuşyan’ı tartıştık. 1915 soykırımından kurtulan bir ailenin çocuğu, göçmen bir işçi ve antifaşist bir direnişçi olarak Manuşyan’ın hayatı bugün vermemiz gereken mücadeleler açısından bize muazzam bir örnek teşkil ediyor.
11
kapitalist bir mücadele yürütmenin hem de ırkçılığa karşı bir siyasi hareket inşa etmenin öneminden bahsetti. Toplantıda, 1915’le yüzleşilmesi yönünde Türkiye’de son 10 yıldır gösterilen çabanın da ırkçılığa karşı mücadelede çok önemli bir
mevzi olduğu hatırlatıldı. Ayrıca, Manuşyan’ın yaşadığı dönemde uluslararası işçi sınıfının durumu, o dönemki hareketlerin yenilgisine zemin hazırlayan stalinist tahribatın sosyalizmin saflarından temizlenmesinin ne kadar önemli bir gereklilik olduğunun altı çizildi.
Teorik derginizi gazete dağıtımcılarımızdan alabilirsiniz!
Suriye halklarının yaklaşık yarısı, 2011’den bugüne zorunlu göç krizi ile yüz yüze. Bu süreçte Türkiye dünyanın en fazla mülteci nüfusuna sahip ülke hâline geldi. Zorunlu göç sırasında tüm insanlar saldırı, yağma, ayrımcılık ve insanlık dışı durumlara maruz kalırken, kadın, çocuk ve LGBTİ+ bireyler yaklaşık iki kat daha fazla kötü muameleyle karşılaşıyor. Kadınların, çocukların ve LGBTİ+’ların cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ile zaten evlerinde de mücadele ettikleri, hem Suriye’de hem Türkiye’de bilinen bir gerçektir. Fakat bir kadının göç yoluna düşmesi, ailesindeki erkekleri kaybetmesi, travma yaşamış olması, göç etmeden önce şiddet, travma, tecavüz ve sonrasında hamilelik gibi durumlarla karşılaşması, onu cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin odağı hâline getirir. Göç öncesinde ve/ya yolunda bir kadın, çocuk ve LGBTİ+ bireyin hâlihazırda güvenli bölgesinde maruz kaldığı istismar, şiddet ve cinsel suçlar; kişinin kendisini savunma ihtimalinin ve hukuki koruyucu etmenlerin azaldığı her anda çığ gibi büyümüş ve durumu bir insan olma mücadelesine çevirmiştir. Kadınlar, savaşın içinde insan olma savaşlarında, dövülmüş, terk edilmiş, tecavüz edilmiş ve öldürülmüşlerdir. Tüm engellere rağmen bir şekilde sığınmacı oldukları ülkelere ulaşabilen kadınları ise burada pek de farklı sorunlar beklememektedir. Anneleri, gencecik çocuklarını taciz ve tecavüzden ‘korumak için’ 30-40 yaş büyük erkeklerle evlendirmeye razı konumuna düşüren erkekler vardır. Sosyolog Tuba Demirci Yılmaz’ın mülteci kadınlar ve kumalık üzerine yaptığı çalışmada bu erkekler şöyle tanımlanır; “Sosyoekonomik olarak dezavantajlı genç ve kırılgan kadınlara göz koyanlar, çokkadınlı evlilikleri hem resmi eşleri uysallaştırma aracı, hem de yarattıkları “taleple” cinsel istismardan, insan simsarlığına, ücret karşılığı çöpçatanlık da dâhil türlü sorunu tetikleyen, davranışlarıyla “demokrasimizin sözcüsü” medyadan, resmi kurumlara her yerde cinsiyetçi ve ırkçı önyargılar oluşmasına neden olan çokeşlilik meraklısı erkeklerdir.” Tüm bu insan gibi muamele talep etme savaşı içerisinde kadınlar, çocuklar ve LGBTİ+ bireyler tecavüze uğrayıp öldürülmedikleri zamanlarda sömürülüyor ve şiddet ile yüz yüze getiriliyor. Türkiye Milli Pediatri Derneği Genel Koordinatörü Kerem Hasanoğlu’nun paylaştığı rakamlara göre; mülteci ve sığınmacıların yüzde 49’u depresyonla mücadele ediyor. Sakarya’da kaçırılıp tecavüze uğrayan ve 10 aylık çocuğu ile öldürülen Suriyeli Emani Arrahman ve bebeklerinin cenazesinde konuşan bir göçmen kadın, “Biz de tacize uğruyoruz, sesimizi çıkaramıyoruz. Mahkemeye başvurmak istedik, bir şey çıkmaz dediler. Sürekli bu sorunlarla karşılaşıyoruz, evimize giderken bile korkarak gidiyoruz” diye haykırdı. Muhammed Wisam Sankari, Suriyeli bir mülteci, eşcinsel olduğu için tehdit edildi, kaçırıldı, tecavüze uğradı, kafası kesildi ve bedeni tanınmaz hâle getirildi. Bunlar basına yansıyabilmiş cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet olaylarından sadece ikisi. Tüm bunlara rağmen hayatta ve de ayakta kalmaya çalışan kadınlar, Türkiye’de birçok dernek ve inisiyatifin yardımı ile yaptıkları ürünleri satıyor. Hâlihazırda varolan dil kısıtlaması, kültürel farklılıkların yarattığı zorluklar ya da iş kaynaklarına erişememeleri gibi durumlar, Türkiye’de iş bulmalarını zorlaştırıyor; böylece onlar da pişiriyor, örüyor ve masallar anlatıyor. Tüm zorluklara kendileri olarak meydan okuyorlar. Kaynaklar; m.bianet.org, ekmekvegul.net, Hayata Destek Derneği
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
İKLİM KRİZİ VE KADINLAR:
- -
HER SEYİ DEĞİSTİRELİM! NURAN YÜCE
Geçtiğimiz yıl İngiltere’de iklim değişikliğini durdurmak için harekete geçen aktivistlerin kendilerine seçtikleri isim ‘Yok oluş isyanı’ idi. İklim değişikliğinin yol açacağı kaotik, her açıdan eşitsizliğin derinleşeceği, felaketlerle dolu dünyayı tarif etmek için ‘yok oluş’ çok yerinde bir isim. İklim değişikliği = Yok oluş! Milyonlarca insan ve canlı türü açısından iklim değişikliği hayatta kalıp kalmama anlamına geliyor, bundan ötesi yok. İklim yıkımı ile birlikte hayatlarımız altüst olurken, geleceğimize ilişkin kaygılarımız da derinleşiyor. Yıkımın yaratıcısı kapitalist sistem ve bu sistemin kaygılarımız üzerinden kârları arttırma planlarının acımasızlığı karşısında dehşete kapılmamak imkânsız. Apple yıllık net satışlarını 2,3 milyar dolar arttırma planını, “iklim değişikliğine bağlı olarak alışveriş alışkanlıkları değişmekte olan insanlara cazip gelecek ürünleri yaratmaya” dayandırmış. Bu sistem içinde milyonlarca insanın daha fazla yoksulluk ve yoksunluğa itilmesinin, eşitsizliğin artmasının, yok oluşa sürüklenmesinin bir önemi yok. İklim değişikliği insanlık tarihinin en büyük eşitsizliğini barındırıyor. Oluşmasına tarihsel olarak en fazla katkıda bulunan gelişmiş kapitalist ülkeler daha az etkileniyor ve daha fazla tedbir alma olanakları bulunuyor. Bu krize katkısı neredeyse yok denecek kadar olan yoksul ülkeler ise krizden daha fazla etkileniyor ve tedbir alabilme
konusunda imkanları kısıtlı. Aynı durum her ülkenin zengin ve yoksulları arasında da geçerli. Eşitsizliği en fazla yaşayanların başında da kadınlar geliyor. İklim değişikliğinin yarattığı doğal afetleri ve sosyo-ekonomik koşulları toplumsal cinsiyet ilişkisi açısından inceleyen tüm araştırmaların sonucu, yoksulların ve özellikle yoksul kadınların daha fazla etkilendiğini gösteriyor. Rakamlarla ifade edilen bu durum, kadınların iklim afetlerinden dolayı erkeklerden daha fazla öldüğünü gösteriyor. Bu araştırmalarda yapılan saptama da şöyle: “Varolan eşitsizlikler doğal afetlerde kimin öleceğini de belirliyor.” 1990’ların başında Bangladeş’teki kasırgada ölenlerin yüzde 90’ı kadındı. Kız çocuklarının ve kadınların yüzme bilmemeleri, sellerde en fazla onların ölmesine neden oluyor. Kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizlik, toplumsal cinsiyet rolleri yani kadınlara sadece annelik ve eşlik rolünün uygun görülmesi, kültürel ve dini kurallar ise kadınların yüzme öğrenip öğrenmemelerini belirleyen koşullar. İklim kadınları vuruyor Özellikle iklim değişikliğinin şiddetlendirdiği kuraklıktan en fazla kadınlar etkileniyor. Kimi Sahraaltı Afrika ülkelerinde kadınlar günde 8 saati su bulmak için harcıyor. Toplumsal cinsiyet rolleri gereği eve su getirme görevinin kadınlara ve kız çocuklarına yüklendiği bu yerlerde, kız çocukları okula gidemiyor. Kentlerde her
Brüksel liselilerin iklim protestosu, 2019
geçen gün artan su fiyatları, ilk başta kentlerin yoksul bölgelerinde yaşayan kadınların yaşam standardında düşüşe neden oluyor. Dünyanın her yerinde iklim değişikliği hâlihazırda var olan eşitsizlikten dolayı kadınların erkeklerden daha fazla etkilenmesine neden olurken, geleceklerini de belirler hâlde. İklim yıkımı kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini de yıkıma uğratıyor. Gethin Chamberlain’in Guardian gazetesindeki ‘Afrika’nın yoksul ülkelerinde çocuk gelinler’ röportajı, her şeyi değiştiren iklim yıkımının nasıl yeni bir çocuk gelinler kuşağı yarattığını tüm acımasızlığıyla ortaya koyuyor. Sıcaklık artışı, uzun kuraklık dönemleri, ani şiddetli yağışlar ve kıtlık… Yiyecek bulmakta zorlanan, gelirleri radikal bir biçimde düşen ailelerin hayatta kalmak için buldukları çözüm, çocuk yaştaki kızlarını evlendirmek. BM Nüfus Fonu verilerine göre 2015’de yaklaşık 4,5 milyon kız çocuğu 15 yaşından önce evlendirilmiş. BM Çocuk Fonu UNICEF, 2015’te mevcut hâl devam etmesi durumunda sadece Afrika’da ‘çocuk gelin’ sayısının 2050’ye kadar en az ikiye katlanacağını, 310 milyona ulaşabileceğini duyurmuştu. UNICEF’in 2018 raporu ise durumun daha vahim olduğunu gösterdi: Önümüzdeki 12 yıl içinde 18’inden önce evlendirilmiş kız çocuklarının sayısının yaklaşık 1 milyara ulaşacağı tahmin ediliyor. Bu kız çocuklarından biri evlendirilmesi-
nin nedeni hakkında “Asıl sebep açlıktı” diyordu. İklim değişikliği zaten iyi olmayan her şeyin daha da kötüleşmesine yol açıyor. Yaşam destek alanlarının, biyoçeşitliliğin azalması gıda krizlerine yol açarken milyonlarca insan açlık tehdidi ile yüz yüze. Savaşlar, iç savaşlar, baskıcı rejimler, demokratik hakların kısıtlanması, iklim inkârcısı liderlerin aynı zamanda kadın düşmanı olması, kadınlar üzerindeki her türlü ayrımcılığın, eşitsizliğin ve şiddetin de artmasına neden oluyor. Kadınlar için iklim değişikliği, her şeylerinin değişmesi anlamına geliyor. Kadınlar dünyayı sarsıyor Kapitalizmin ekonomik/ekolojik çifte krizi içinde dünya siyaseti hızla sağa kayarken, erkek egemen politikalara ve kapitalizme karşı yıllardan beri mücadelenin başını kadınlar çekiyor. Hiçbir baskıya boyun eğmeden dünyanın dört bir yanında ‘susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz’ sloganlarıyla, #MeToo, kürtaj hakkı kampanyalarıyla, ‘eşit işe eşit ücret’ talebiyle, sularını, ormanlarını talan etmek isteyen şirketlerin karşısında en önde kadınlar mücadele ediyor. Kadınların kaderini değiştirecek iklim değişikliğine karşı mücadelenin en önünde, yine kadınlar yer alıyor. Eşitlik ve özgürlük için her şeyi değiştirmeye kararlı olan kadınların, iklim değişikliğine karşı mücadelenin en önünde yer almasından daha doğal bir şey olamaz.