Sosyalist İşçi 646

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

646

10 Ekim 2019 3 TL. sosyalistisci.org

-

BARIS DSiP, KÜRESEL BAK VE BARIŞ VAKFI’NDAN HAKAN TAHMAZ’IN AÇIKLAMALARI sayfa 3 ve 5’te

AKP’NİN ‘YENİ EKONOMİK PROGRAMI’

KRİZİN YÜKÜ İŞÇİLERE

u ALTERNATİF NEDİR? u DEĞİŞİM TEPEDEN DEĞİL AŞAĞIDAN GELECEK u SOSYALİSTLERİ NEYİ SAVUNUYOR? sayfa 6-7’de

IRAK’TA PROTESTOLAR REJİMİ SARSIYOR Hükümetin açıkladığı Yeni Ekonomi Program’da (YEP), krizin nasıl emekçilerin sırtına yıkılacağı madde madde anlatılıyor. 30 Eylül 2019’da ilan edilen programda, n Ücretlerin hedef enflasyona göre zam yapılmak suretiyle geriletilmesi, n Emeğin esnekleştirilerek güvencesizleştirilmesi ve n Emekçilerden daha fazla vergi alınması, en önemli politikalar olarak sunuluyor. n Kıdem tazminatının gaspında da hiç vazgeçmiyorlar

sayfa 2’de

sayfa 5’te


2

GÜNDEM

YEP, “KRİZİN YÜKÜ İŞÇİLERE” DİYOR SAVAŞIN GÜRÜLTÜSÜ GEÇİCİDİR Suriye’ye yönelik askeri harekât gündeme geldiğinden beri, muhalefete bir hâller oldu. En keskin görünümlü ulusalcı sosyalistler, Trump’ın deli saçması gibi görünen açıklamalarına öfke püskürüp, Türkiye’nin askeri harekât yapmasına tek bir cümleyle karşı çıktılar. Ya da kendisini solcu partinin solcu gazetesi gibi sunan bir gazete ise tıpkı Irak Kürtlerinin yaptığı referanduma karşı çıktığı gibi şimdi de “Yolun sonu karanlık” manşetiyle bir dizi soru sorarak yaklaşıyor soruna. İma edilen çok açık, yolun sonu karanlık olmasa, Suriyeliler evine dönmek istese, IŞİD’lilerin akıbeti belli olsa askeri harekât savunulacak. Sosyalistlerin savaş karşısındaki tutumu girilen yolun karanlık olup olmamasıyla alakalı olmayan bir prensip meselesidir. Savaş, savaşan güçlerin işçilerinin ve ezilenlerinin ve savaşın yaşandığı yerdeki tüm canlıların, başta yaşama hakkı olmak üzere tüm haklarının kademe kademe ellerinden alınması demektir. Bir yandan savaş, çatışma ve askeri gerilim yaşanırken öbür yandan sosyal, siyasal ve ekonomik yaşamın “olağan” seyrinde devam etmesi beklenemez. Savaş, elde avuçta kalan demokrasi kırıntılarının da yok edilmesi eğilimini güçlendirir. Askeri harekâtlar, milliyetçiliğin kabartılmasıyla elele gider. Milliyetçiliğin kabarması ise “içeride” milli olmadığı düşünülen her birey, odak, grup, parti ve şekillenmenin düşmanlaştırılması anlamına gelir. Savaş ortamının düşünce, ifade, örgütlenme ve gösteri özgürlüklerinin üzerinde ağır bir baskıyla elele gitmesinin nedeni de budur. Bir yanda insanların öldüğü sınır ötesi bir savaş varken, içerde özgürlüklerin kullanılarak kitlesel gösteriler yapılmasına, bu türden hareketlilikler milliyetçi kabarışı gölgeleyeceği ve aradan barışçıl gerçeklerin keskin sesinin duyulma ihtimalinin engellenmesi bir zorunluluk olduğundan, izin verilmemeye çalışılır. Sadece dış siyaset iç siyasetin bir yansıması değildir, dış siyaset de iç siyaset üzerinde etkiye sahiptir. Türkiye bir beka kaygısı anlatısıyla militarist merkezileşmesini güçlendirdi ama şimdi, çok açık ki sınır ötesi bir askeri harekat bu beka kaygısı anlatısına yeni bir içerik kazandıracak. Dev emperyalist güçlerin ve bölgesel iddiaya sahip güçlerin aynı anda sayısız gerilim içinde mücadele ettiği bir alanda nelerin yaşanabileceğini kestirmek zor. Fakat sosyalistlerin neleri yapmaması gerektiği çok açık: Trump’ın ırkçı, pespaye, saldırgan ama dikkatle seçilmiş olduğu görmezden gelinmemesi gereken tüm açıklamalarını ulusal varlığınıza bir hakaret olarak değil, ABD emperyalizminin “sahadaki” tüm güçlere savaşın sınırlarını kimin belirlediğini göstermek için öne sürdüğü yaklaşımlar olarak görmelisiniz. Bu tür yaklaşımlarla tutarlı bir şekilde tartışmanın yolu, önce “kendi askeri harekâtınıza” karşı çıkmaktır. Böylece, aynı anda Trump’ın sözcüsü olduğu emperyalizmin çelişkili, saldırgan, ikiyüzlü politikalarına karşı çıkabilirsiniz! Suriye söz konusu olduğunda “muhalefet” elbirliğiyle, Türkiye’nin Esad’la görüşmesi gerektiğini söylüyor. Esad’ın yaklaşık 500 bin Suriyelinin katili olduğundan söz etmeden, Esad rejimini meşru bir otorite olarak muhatap almadaki bu “muhalefet ısrarı” anlaşılabilir gibi değil. Türkiye’nin Suriye’yle, Suriye halklarının nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşamasına saygı duyması, Suriye halklarına her düzeyde insani yardım yapması dışında bir müdahalesi olmamasını savunmak başka bir şeydir, Suriye’yle ilişkisini Esad’ı meşrulaştırmak üzerinden kurmasını savunmak başka bir şey. Bakış açısını kavramayan ve antikapitalist bir antiemperyalizmi savunmayanların, Türkiye işçi sınıfının çıkarlarının Suriye halklarının özgürlüğünden geçtiğini görmeleri ne yazık ki mümkün değil! Bunu görmeden tutarlı antimilitarist olmak ise mümkün değil.

YEP’te işçilerin talepleri yer almıyor

CCumhurbaşkanlığı hükümet siste-

minin kurulduğu, Berat Albayrak’ın Maliye Bakanı yapıldığı 2018 yılı ortasında yabancı sermaye girişlerinin hızla düşmesi sonucu dış kaynağa dayalı Türkiye kapitalizmi aniden çöküşe geçti. Bugün bu çöküşü yaşamaya devam ediyoruz. Ekonomi küçüldü, küçülmeye devam ediyor. İşsizlik ve enflasyon yükseldi, yükselmeye devam ediyor. Hükümetin açıkladığı Yeni Ekonomi Programı (YEP)’nda, krizin nasıl emekçilerin sırtına yıkılacağı madde madde anlatılıyor. 30 Eylül 2019’da ilan edilen programda, n Ücretlerin hedef enflasyona göre zam yapılmak suretiyle geriletilmesi, n Emeğin esnekleştirilerek güvencesizleştirilmesi ve n Emekçilerden daha fazla vergi alınması, en önemli politikalar olarak sunuluyor.

Kıdem tazminatının gaspından hiç vazgeçmiyorlar Fakat bütün bu laf kalabalığının arkasında Kıdem Tazminatının gaspının da planlandığı gözden kaçmamalı. Hükümet özel sektöre ucuz ve uzun vadeli kaynak yaratmak için kıdem tazminatını “tamamlayıcı emeklilik sistemi (TES)” içerisine dahil etmeye hazırlanıyor. YEP’te “bunun sosyal tarafların mutabakatı ile kurulacağı” belirtiliyor. Ancak sosyal taraflarda bu konuda bir mutabakat yok. YEP’te açık bir şekilde “kıdem tazminatı” denilmese de hükümetin kıdem tazminatını fona dönüştürerek bireysel emeklilik sistemi ile birleştirme hedefi görülüyor. Hükümetin krizden çıkış politikası,

tamamen emekçilerin sırtına basmak üzerine kurulu. Gerçek ücretler enflasyon karşısında hızla eriyor, işçi ücretleri ucuz işçi cennetleri sayılan Çin’in, Hindistan’ın gerisine düştü. Eğitim ve sağlık gibi sosyal devlet hizmetleri daha fazla piyasaya açılıyor, özelleştiriliyor.

Eylül ayında IMF’nin açıkladığı Türkiye değerlendirmesindeki diğer bir husus da ücret zamları ile ilgili. IMF, asgari ücretin gerçekleşen enflasyona değil hedeflenen enflasyona göre belirlenmesi gerektiğini ifade etti, hükümete ücretlerin düşürülmesinin yolunu gösterdi.

Özel sektörün borcu, devletin borcu haline getirildi

IMF’nin bu değerlendirmesinden bir hafta sonra Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, YEP’te aynı yönde bir politika tedbiri açıkladı, ücretlerin hedeflenen enflasyona göre (yani yüzde 5) ayarlanacağını ilan etti.

Türkiye kapitalizmi, tüm ekonomi politikalarını, devasa borçlarının bedelini 81 milyona ödetmek üzerine kuruyor. Varlık fonu borçlu şirketlere milyarlarca lirayı, ulufe dağıtır gibi veriyor. Hazine’nin batık şirketlere ortak olmasına dair Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ve benzeri düzenlemelerle, kapitalist sistem kendi borçlarının bedelini işçilere, emekçilere ödetmeye devam ediyor. Bu ağır borç yükü kamunun sırtına yüklendikçe başta dolaylı vergiler olmak üzere emekçiler üzerindeki vergi yükünün daha da ağırlaştırılacağının işaretlerini, Berat Albayrak son açıkladığı YEP’te verdi. Vergiyi tabana yayacaklarmış! Deprem gerçeğinin kendini yeniden hatırlattığı günlerde, yıllardır toplanan “deprem vergileri”nin hesabı verilmezken, emekçilere yeni vergiler koyacaklar. Hâlbuki vergiyi tabandan değil zengin tavandan almalılar. Hükümet, yeni kaynak arayışlarının bir parçası olarak işsizlik fonunu yağmalamakta, kıdem tazminatının fona devredilmesi gibi, işçi sınıfının asla kabul edemeyeceği dayatmaları sürekli olarak gündemde tutmaktadır. Bu konuda iktidarın ısrarlarına paralel olarak, IMF de geçen ay Türkiye değerlendirmesinde kıdem tazminatında “reform” yapılması gerektiğini söyledi.

Kendisine saray yaptırıyor, emekçilere kemer sıktırıyor Siyasal iktidar krizle mücadele adı altında en bilinen yolu denemekte, para politikalarını sıkılaştırmakta, diğer bir ifadeyle kendisinin değil ama emekçilerin kemerlerini sıkmaktadır. Krize rağmen yazlık ve kışlık sarayların yapımları son hızla devam ediyor. Önümüzdeki dönemde emekçi sınıfları etkileyecek en önemli gelişmeler asgari ücret ile özel sektördeki büyük grup toplu pazarlıkları ve 2020 ortalarında gündeme gelecek olan merkezi idare ve belediye şirketlerindeki toplu pazarlıklardır. Türkiye’de ücret düzeylerini belirleyecek olan bu pazarlıklar hayati öneme sahiptir. Hükümetin krizin faturasını emekçilere ödetme politikalarına karşı işçi sınıfının birliğini ve dayanışmasını sağlayacak, onu geliştirecek mücadelelere ihtiyaç vardır. Bu mücadeleler, sadece emeğin hakları için değil, Türkiye’nin geleceği için de belirleyici olacaktır.


GÜNDEM

“YARGI PAKETİ” ÜZERİNE

3

AVUKAT AYŞEN FUNDA ATA: “REFORM DEĞİL GÖZ BOYAMA” Aylardır bekletildikten sonra ancak meclis gündemine gelebilen yargı reformunu Avukat Ayşen Funda Ata ile konuştuk. Bu paketteki en temel maddeler nelerdir?

Paket,TBMM alt komisyonunda kabul edildi

Yargı reformu denilerek ortaya sürülen paketin bir reform adını alması mümkün değil. İktidarın MHP’yle anlaşarak gündeme aldığı bu paketin reform olabilmesi için öncelikle çöpe atılıp, yeniden yazılması gerekir. Bu yazım sürecinin ise bir adet baro başkanının dışında toplumun ezici çoğunluğunun görüşlerinin alınarak oluşturulması gerekir. Örneğin, kendilerine karşı bir iç savaş ilan edilmiş gibi sürekli olarak öldürülen kadınların kadın cinayetlerine ses çıkartan örgütlerinin görüşlerinin alınması gerekir. Örneğin, grevleri yasaklanan, eylem yaptıkları için haklarında dava açılan, yasaklara rağmen mücadelelerinde geri adım atmayan işçilere sorulabilir. Nasıl bir yargı reformu istediği, KHK’yla işleri ellerinden alınan, pasaportlarına el konulan binlerce insana sorulabilir. Barış için imza vermesi nedeniyle neredeyse vatan haini ilan edilip meslekleri, pasaportları ve zaman zaman da özgürlükleri ellerinden alınan akademisyenlere sorulabilir. Öğrencilere sorulabilir. Demokratik ve bilimsel eğitim talep ettikleri için polis coplarıyla dövülen, gözaltına alınan, tutuklanan öğrencilere sorulabilir. Darbe girşiminin ardından ilan edilen OHAL’e yaslanan iktidarın kayyum atadığı 90’dan fazla belediyenin belediye başkanlarına, sokak hayvanlarının uğradığı şiddete karşı çabalayan aktivistlere, hakkında herhangi bir iddianame hazırlanmadan aylarca hapis yatan insan hakları aktivistlerine sorun. Osman Kavala’ya sorun örneğin, nasıl bir yargı reformunun uygun olacağını, Selahattin Demirtaş’a sorun, AHİM’in hakkında verdiği hak ihlali kararına rağmen çeşitli “ayak oyunlarıyla” hapiste tutulan, cumburbaşkanı adayı olmuş ve milyonlarca insanın siyasi temsilcisi olan Demirtaş’a. Yargı reformu, muhalefet üzerinde bir yıldırma aracına dönüşen yargı mekanizmasını baştan sona değiştirmelidir. Yargı alanında yapılacak değişiklikler düşünce özgürlüğünü garanti altına almalıdır. Düşünce açıklamayı terör örgütüne üye olmadan onun propagandasını yapmakla ilişkilendiren tüm davalar düşürülmelidir. Düşünce özgürlüğünü ve düşünceyi ifade etme özgürlüğünü garanti altına almayan bir düzenlemeden, reform çıkmaz. Yargı alanında işleyen bürokrasinin işleyiş mekanizmasını yeniden yeniden tanımlamak değildir yargı reformu. Böyle bir reform her şeyden önce iktidarın yargı üzerindeki “ağrılığını” kaldırmayı hedeflemelidir. Savcı gibi hakimlerle siyasi parti programı yazar gibi iddianame yazan savcıların yargı alanındaki ağırlığına son verilmelidir.

Bir tanesi 7/2 değişikliği, TMK 7/2’ye getirmek istedikleri değişiklik. İki yeni düzenleme yapıyorlar. Haber niteliği taşıyan paylaşımlar ve eleştiri niteliği taşıyan paylaşımlar cezalandırılamaz diye... Ama TMK 7/2’de daha girift bir değişiklik yapmışlardı, onu uygulamamışlardı. Daha önceki değişikliğin ruhuna uysalardı zaten son 3 yılda alınan cezaların hiçbiri alınmazdı. Bir tanesi bölge adliye mahkemelerine ilişkin değişiklikler, bölge adliye mahkemelerinin tamamen işlevsiz olduğunu söyleyebiliriz artık. Temyiz değişti, eskiden temyiz edilemeyen pek çok konudaki pek çok dava artık temyiz edilebilir oldu, bölge adliye mahkemelerinin hiçbir anlamı kalmadı. Yargılamanın uzaması dışında başka bir işe yaradığını söylemek mümkün değil. Ceza muhakemesinde yine değişiklikler yapıyorlar. İşte ceza mahkemelerinin 24 saat usülüyle çalışması, çocuk yargılamasına yeni düzenlemeler getiriyorlar ama mesele parça parça düzenlemeler yapmaktansa bütün bir ceza yargılamasının yeni baştan oluşturulması, demokratik temellere oturtulması ve her şeyden önemlisi uygulanması gerekiyor. Tek başına yasa değişikliği asla önemli

değil.

lemeyle.

Bir diğer değişiklik KHK’lıların pasaportlarına ilişkin düzenleme. Bu oldukça sıkıntılı bir düzenleme. KHK ile işinden atılan ve pasaportu iptal edilenlerin pasaportlarını geri almaları Emniyet Müdürlüğü’nün güvenlik soruşturmasına bağlanıyor bu yeni değişiklikle yani hiçbir suçu olmayan bir KHK’lı, beraat etmiş olsa bile pasaportunu alabilmek için emniyetin güvenlik soruşturmasından “Uygundur” içerikli görüşünü alarak geçmek zorunda aksi takdirde pasaportunun iadesi mümkün olmayacak. Bu ciddi sıkıntılı, muhalif olan herkes için kalıcı bir pasaport muafiyeti anlamını taşıyabilir.

Bir bütün olarak bakıldığında birkaç ufak tefek göz boyama dışında çok olumlu görülebilecek gelişmeler yok yargı paketinde. Daha temel değişiklikler yapmak lazım, değişiklikten öte var olanı uygulamak lazım.

Başka bir değişiklik hukuk fakültelerine sınav konulması, işte hukuk fakültesi mezunlarının katip vs. olabilmesi, emniyette çalışır hâle gelmesi… Onu da olumlu bir şey olarak sunuyorlar ama fırsat eşitliğini zedeleyen bir şey aslında, mesleğin sorunları bu şekilde çözülemez, başka türlü önlemler düşünmek gerekir. Şirketleşmenin önünü de açan bir düzenleme bu, zaten giderek büyük hukuk şirketleri kuruluyor ve avukatlar bağlı çalışan işçi avukatlar hâline dönüştürülüyor. Daha küçük işler yapan, tek başına, bireysel olarak işlerini yürütmeye çalışan avukatlar saf dışı bırakılmış oluyor bu düzen-

Yargı reformu iktidar bloku arasındaki çatışmanın da açığa çıktığı bir alan oldu. Ne düşünüyorsunuz? Evet, o yüzden de infaz yasasına dönük bir düzenleme yapmadılar. En azından kamuoyuna yansıdığı kadarıyla buna dair bir ibare görünmüyor. Kamuoyunun yoğun beklediği, tutsakların yoğun beklediği bir düzenleme bu. Bu esas olarak kimlere yarayacak. Sanıyorum tartışma esas olarak buradan kaynaklanıyordu. Onu henüz göremiyoruz, bilemiyoruz. Peki, yargı reformu yapma gereği niye duyuldu? Bence iktidar blokunda yeni yeni ittifaklar oluşuyor, bu ittifaklara dair bir düzenleme. Son olarak bu paketi seçim yenilgisinden sonra, yani İstanbul, Ankara seçimlerinden sonra, alışılageldiği üzere seçimlerden sonra demokratik açılım yapıyormuş gibi yapma ve kendi oylarını korumaya çalışma çabası olarak görüyorum.


4

DÜNYA

PROTESTOLAR IRAK’I SARSIYOR

“YA ÖLÜRÜZ YA REJİMİ DEĞİŞTİRİRİZ”

TRUMP’A AZİL TEHDİDİ, ABD EGEMEN SINIFINI KRİZİNİ ARTIRIYOR GABY THORPE

ABD toplumunun tepesinde süren politik savaş yeni bir aşamaya ulaştı. Temsilciler Meclisi sözcüsü Nancy Pelosi, geçen hafta, Başkan Donald Trump’a dönük resmî azil işlemlerinin başlatılacağını duyurdu. CIA’in bir üyesi Trump’ın “görevinin gücünü yabancı bir ülkenin 2020 ABD seçimlerine müdahale etmek için ısrar etmekte” kullandığını iddia etti. Trump, Ukrayna’ya dönük askeri yardımı, Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelensky’yi, Demokrat Parti başkan adayı Joe Biden ile oğlu hakkında soruşturma başlatması için baskı altında tutmak amacıyla askıya almakla suçlanıyor.

Bağdat ATİLLA DİRİM

konuda adım atılmasının önüne geçiyor.

Irak'ta 1 Ekim'de başkent Bağdat'ta ve başta ülkenin güneyindekiler olmak üzere, birçok başka şehirde yolsuzluğa, kötü yaşam koşullarına ve ekonomik durumdaki bozulmaya karşı başlayan protesto gösterileri giderek sertleşiyor. Bağdat'ta bulunan İnsan Hakları Komisyonu, şu ana dek 100 kadar kişinin öldüğünü, en az 4000 kişinin yaralandığını belirtti.

Irak başbakanı Mehdi, protestocuların haklı nedenleri olduğunu söylediyse de, sokağa çıkma yasağı ilan etti ve güvenlik güçlerine ateş açma emri verdi. Özellikle Bağdat'ta ve güneydeki Divaniye'de polisle sert çatışmalar yaşandı. 4 Ekim cuma akşamı, sokağa çıkma yasağı kaldırıldı. 5 Ekim cumartesi günü, ülkenin büyük kısmında internet kesintisi yaşandı. Alman Basın Ajansı'nın bildirdiğine göre, parlamento üyelerinden oluşan bir heyet, yaklaşık 50 protestocu ile görüşerek taleplerini dinledi.

Yolsuzluğa ve işsizliğe karşı öfke büyüyor Dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biri olan Irak'ta, 40 milyon nüfusun %60 kadarı, günde 6 dolar kazanıyor. İran'la yapılan yıkıcı savaş ve ABD işgalinden sonra, ülkenin çökmüş olan altyapısı toparlanamadı, işsizlik ve yoksulluk çok büyük boyutlara ulaştı. Ülkenin birçok yerinde elektrik, su, kanalizasyon gibi temel hizmetlerin verilmesinde büyük sorunlar yaşanıyor. Yıllardır büyüyen sorunlar, 1 Ekim'de Bağdat'ta ve diğer şehirlerde on binlerce işsiz gencin hem yeni iş olanaklarının yaratılması, hem de kaynakların doğru yere aktarılması için sokağa dökülmesine neden oldu. Hükümetin yıllardan bu yana yapacağı çeşitli reformlarla yolsuzluğu ve yozlaşmayı sona erdireceğine dair verdiği sözlerin hiç birini yerine getirmemesi, protestocuların öfkesinin önemli nedenlerinden biri. Meclisteki iki büyük siyasi kamp birbirlerini bloke ederek, herhangi bir

HAİTİ'DE İSYAN BÜYÜYOR Karayip Denizi'nde bir ada devleti olan Haiti, dünyanın en yoksul ülkelerinden biri. On yıllardır kanlı diktatörler ve Fransa-ABD destekli darbeler, halkın yaşamını neredeyse sürdürülemez bir hale getirmiş durumda. Bunun yanı sıra, Haiti sık sık kuraklık, sel ve deprem gibi doğal felaketlerle de boğuşmak zorunda kalıyor. 2010 yılında yaşanan şiddetli deprem sonucunda yüz binlerce insan öldü ve adadaki binaların büyük kısmı yıkıldı. Haiti'de 2018 yılından bu yana yolsuzluğa ve yoksulluğa karşı büyük bir isyan yaşanıyor. IMF politikalarına uygun olarak ithalat vergilerinin düşürülmesi, tarımsal üretimin cazip olmaktan çıkmasına ve işsiz kalan binlerce tarım işçisinin başta Port au Prince ol-

Siyasi kriz derinleşiyor Geçen yıl yapılan seçimlerde en yüksek oyu alan Şii lider Mukteda es-Sadr, hükümetin istifa etmesini ve seçimlere gidilmesini istedi. Ancak protestoculara göe, hükümetin istifası ve yerine yenisinin gelmesi yeterli değil. İş, su, elektrik ve yolsuzlukla mücadele talepleriyle sokağa dökülen on binler, 6 gündür devam eden gösterilerde 100 kişinin ölmesinin ardından, artık yozlaşmış düzenin tümüyle değişmesini istiyor. Seyid isimli 32 yaşındaki bir gösterici, artık geri dönmeyeceklerini söylüyor: "15 yıldan uzun süredir bu sözlerin aynısı dinliyoruz. Hiçbir şey değişmiyor, bizi sokaklardan çekemeyecekler. Ya ölürüz ya rejimi değiştiririz".

mak üzere, büyük şehirlere göç etmesine neden oldu. Bir zamanlar pirinç cenneti olarak anılan ülke, ABD'den pirinç ithal eden bir ülkeye dönüştü. “Başkan istifa, kahrolsun ABD!” 2018 yılında Başbakan Jack Guy Lafontant’ın akaryakıt fiyatlarına %39 (benzin) ve %51 (dizel ve gazyağı) zam yapması, isyanın başlamasına neden oldu. On binlerce insan sokaklarda protesto gösterilerine başlayınca hükümet zammı iptal etti, ancak protestocular başbakanın istifa etmesini, protestolarda tutuklananların derhal serbest bırakılmasını ve asgari ücretin artırılmasını talep ediyordu. Bunun üzerine Başbakan Lafontant istifa etti ve yerine devlet başkanı Moise tarafından toprak gasp etmesiyle tanınan ve halkın nefret ettiği bir kişi olan Jean Henry Céant atandı. Bunun üzerine isyan

daha da büyüdü, yağmalama olayları yaşandı, 20'den fazla insan hayatını kaybetti. İsyan dalgası, bu yılın Eylül ve Ekim aylarında yeniden şiddetlendi. Ülkeye gönderilen yardım paralarının Devlet Başkanı Jovenel Moise tarafından çalındığı iddiasıyla, binlerce kişi yine protesto gösterilerine başladı. Başkent Port au Prince sokaklarında barikatlar kurulmuş durumda ve polisle göstericiler arasında sert çatışmalar yaşanıyor. Şu ana kadar 6 göstericinin öldüğü bildiriliyor. Hastaneler, yetimhaneler ve ambulanslar ancak kısmen görev yapabiliyor, çünkü akaryakıt ve temiz su temininde büyük zorluklar yaşanıyor. Göstericilerin çok sayıda mağazayı yağmaladığı da gelen haberler arasında. Yükselen sloganlar arasında sadece "Moise istifa" değil, "Kahrolsun ABD" sesleri de işitiliyor.

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’ya Trump yönetiminin Ukrayna’yla ilgili anlaşmalarını teslim etmesi talimatı verildi. Trump, bütün kanuna aykırılık suçlamalarını reddediyor ancak iki başkan arasında 25 Temmuz’da gerçekleşen bir telefon görüşmesinin dökümü Trump’ın defalarca Joe ve Hunter Biden’ın soruşturulması için baskı yaptığını ortaya koyuyor. Trump, Joe Biden’ı Ukrayna’nın en büyük gaz şirketi olan Burisma Holding’i inceleyen bir savcının görevden alınmasını sağlamaya çalışmakla suçluyor. Hunter Biden, 2014’te bu şirkette çalışmaya başladı. Hiçbir kanıt olmadan yapılan bu suçlamaların, Trump’ın Joe Biden’ın önümüzdeki seçimdeki olası seçim kampanyasını baltalamak için bir girişimi olduğu düşünülüyor. Azil girişimi Trump’ı devirebilir ama hiç kimse çok rahat olmamalı. Hakkında suçlamalar yapılsa da, en az 35 Cumhuriyetçi senatörün Trump’ın görevden uzaklaştırılması için oy vermesi gerektiği düşünülüyor ve suçlamaları sürekli “sahte haber” diye reddetmesi yaklaşan 2020 seçimlerinde ona oy vermek isteyenlerde yankı buluyor. Müesses nizam karşıtı mı? Trump, bu olayları müesses nizam karşıtıymış gibi yapmak için de kullanabilir ve azil tehdidi dikkatleri Trump’ın hâlen sürdürdüğü gerçek saldırılardan başka bir yere çekebilir. Perşembe günü ABD Dışişleri Bakanlığı ülkeye kabul edilen mültecilerin sayısını 18.000’e kadar gerilettiğini duyurdu. Bu duyuru, bu boşlukların zaten mülteciler arasındaki belli başlı gruplara, örneğin ABD ordusuyla çalışan Iraklılara, tahsis edilmiş olduğu olgusunu içermiyordu. Bu, beklenmedik bir krizle başa çıkmak için çok daha dar bir hareket alanı olduğu anlamına geliyor. Kesintilerin yanı sıra, eyaletlere ve şehirlere istedikleri takdirde mültecileri geri çevirme seçeneği verildi. Savaştan ve yoksulluktan kaçmaya çalışan korunmasız insanlar sınır dışı veya toplama merkezlerinde bir hayat ile yüz yüzeler. Bu sırada Trump, İran’la savaşa doğru ilerlemeye devam ediyor, son olarak ekonomik yaptırımları yine arttırdı. Azil tehdidi, Trump’ı ırkçılığında ve işçi sınıfına saldırısında geri adım atmaya zorlamadı. Üstelik süreç aylar sürecek ve sağcı bir seçim kampanyası yürütmesi açısından onu rahat bırakacak. Trump’ın devrilmesi için mücadeleyi ABD toplumunun en tepesindeki bir avuç insan tarafından yapılacak manevralara bırakmakta bir tehlike var. Bunun yerine tabanda sıradan insanlar tarafından liderlik edilen daha fazla mücadele olması gerekiyor. Geneleral Motors işçilerinin son zamanlarda ABD çapında gerçekleştirdiği grevler, Trump’la baş edebilecek tarzda bir direnişin örneği. (Socialist Worker’daki orijinalinden çeviren Can Irmak Özinanır)


BARIŞ

“SURİYE’YE MÜDAHALE VE BARIŞIN GÜCÜ” Barış Vakfı sözcüsü Hakan Tahmaz, Suriye’ye yönelik harekat kararını değerlendirdi.

ABD Başkanı Donald Trump, iki gündür Suriye konusunda yaptığı açıklamalarla şaşırtmaya devam ediyor. Donald Trump ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın telefon görüşmesiyle beliren ve ardından yapılan açıklamalarla netleşen Suriye’nin yeni döneminde olası gelişmelere ve özellikle de Türkiye’deki yansıma ve sonuçlarına odaklanmakta yarar var. Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi sürecinde, 29-30 Ekim 2019 tarihlerinde Cenevre’de Anayasa Yazım Komitesi ilk toplantısını yapacak. Aynı tarihlerde Türkiye-Rusya-Fransa-Almanya zirvesi olacak. Kasım’ın ilk yarısında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump ile ABD’de görüşülecek. Bu süreçte, Suriye’de önümüzdeki dönem yaşanacak gelişmelerin seyri ortaya çıkmış olacak. Bugün belirsiz gibi görünen birçok nokta ve konu netleşmiş, yeni dönemin çatışma ve gerilim alanları daha fazla açığa çıkmış olacak. AK Parti Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş, dün (pazartesi) akşam Haber Türk televizyonunda katıldığı bir programda konunun adın: “Nihayetinde savaşa giriyoruz. Buradan terör örgütlerinin temizleneceği, sınırları belli olsa da bir savaşla karşı karşıyayız ve Allah’ın izniyle inşallah bu savaşı biz kazanacağız” diye adını koydu. Savaş ölüm demek, öldürme demek; yaşam hakkının ihlali demek. Savaşla, askeri ve siyasi müdahaleyle “Güvenli Bölge” oluşturmak demek, başkalarının egemenlik haklarına müdahale etmektir. Savaşa girişenler her zaman toplumu milli-

KUZEY SURİYE VE TÜRKİYE’DE BARIŞ HEMEN ŞİMDİ! DSİP tezkere meclise gelmeden önce Suriye harekatıyla ilgili bir basın açıklaması yaptı. Trump hükümetiyle Cumhur İttifakı arasında varılan anlaşmanın ardından, 8 yıldır savaş nedeniyle harap olmuş Suriye’nin kuzeyine bir askeri harekât düzenlenmesinin yolu açıldı. Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) olarak Türkiye’nin Suriye ile kuracağı tüm ilişkilerin barışçıl bir temelde, Suriye halklarının kendi kaderlerini belirlemelerinin önünü açacak şekilde belirlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Benzer şekilde, Kürt sorununda 2013 başından 2015 ortalarına

Suriye sınırını geçen askeri birlikler

yetçilikle, nefret söylemiyle zehirlemişlerdir. Şovenizmi körüklemişlerdir. Tarih boyunca başkalarının egemenlik haklarının ihlali, toplumlar ve ülkeler arasında sürgit düşmanlıkları körüklemiştir. Suriye’deki “güvenli bölge”yle Sedat Ergin’in yazısında belirtiği gibi şöyle bir sonucu olacak: “Suriye’de yeni bir statüko belirlenecek. Bu, Fırat’ın doğusunda sınır ötesi alanda ilk kez askeri varlığını tesis ettiği TSK’nın da denklemde yer aldığı bir statüko olacak.” Bölgesel ve uluslararası güçlerin “güvenli bölge” konusuna temkinli yaklaşmalarının veya karşı olmalarının esas nedenlerinden birisini bu konu oluşturuyor. Türk askerinin kontrol ettiği bölgelerden çıkmayabileceğine ilişkin kaygı ve güvensizlik. Ankara’nın oluşturmayı planladığı güvenli bölgede 200 bin konut, her biri 5 bin nüfuslu 140 köy , 30 bin nüfuslu 10 ilçe oluşturacağını, üstüne de Gaziantep üniversitesine bağlı 3 yüksek okul kuracağını tek başına ilan etmesi Sedat Engin sözünü ettiği “denklemin” alt yapısı olsa gerek. Türkiye’nin yeni statüko içinde yer alma planı, Türkiye’nin çatışma alanlarını çeşitlendirmek, gerilimleri derinleşmek anlamına gelecektir. Türkiye’nin, Suriye’de Kürt karşıtlığı ile kurduğu oyun, kendine kaybettirecek bir hal

alacaktır. Sınır boylarında sıcak çatışma yaşanmasıyla, Suriye savaşının 9 yıllık kirini temizlemek ve IŞİD sorunu Türkiye’ye ihale edilmiş olacak. Türk, Arap, Kürt çatışmasını, gerilimini derinleştirecek, güvenlikçi, askeri politikalar yerine sorunun muhataplarıyla müzakere ve diyalogla çözümü için her yerde, herkes için barış açısını savunulmalı. Yeni Suriye tezkeresini Meclis’te kabul edildi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Suriye’deki askerlerimizin burnunun kanamaması için içimiz kan ağlayarak evet oyu vereceğiz” açıklamasında bulundu. Bu tür tutarsız, gerçekle hiçbir ilgisi olmayan politikalarla ancak savaş politikalarının koltuk değneği olunabilinir. Tezkereye evet oyu verildiği için askerlere Suriye gidecek, ölme veya öldürme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklar. Seçimlerde Kürt seçmeni hatırlayan CHP, oyunun Kürtlere kaybettirilmek üzerine kurulduğunu çok iyi biliyor ama gerçeği çarpıtarak iktidarın işini kolaylaştırıyor her zamanki gibi. Bu oyunu bozacak olan barışın gücüdür. Her yerde, her zaman, herkes için barışı açısını savunan güçlü bir barış hareketine bu gün daha fazla ihtiyacımız var.

kadar devam eden çözüm süreci politikalarının çatışmaları ve ölümleri nasıl durdurduğunu, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde huzurlu bir ortamın gelişmesine nasıl katkıda bulunduğunu hatırlatıyoruz.

Diğer yandan, hükümet liderliği, operasyonu gerekçelendirirken göçmenlerin geri gönderilmesini savunuyor, onların yarattıkları “sosyal, kültürel ve ekonomik sorunların” farkında olduklarını dile getiriyor.

Devletin ve hükümetin politikalarında 2015 yazından beri yaşanan değişimin yol açtığı sonuçlar ise ortada. Çatışmaların yarattığı acıların yanı sıra, bu politikalarda ısrarın, bu coğrafyada yaşayan halklar arasına kalın duvarlar örme tehlikesinin bulunduğunu bir kez daha vurguluyoruz.

Toplumdaki sorunların kaynağı olarak göçmenlere işaret eden bu ve benzeri açıklamalar, milyonlarca insanın güvenli bir yaşam sürmesine yönelik büyük bir tehdit oluşturuyor.

Özetle, Barış Pınarı Harekâtının çözüm olmadığını, Türkler, Kürtler ve tüm bölge halklarının ortak bir gelecek kurması için silahlardan azade, diyaloğa ve çözüme odaklanan barışçıl politikaların uygulanması gerektiğini belirtiyoruz.

Ekonomik kriz, hayat pahalılığı, işsizlik gibi sorunların kaynağı göçmenler değil, açgözlü kapitalistler ve onları koruyan siyasetçilerdir. Toplumdaki sosyal ve ekonomik sorunların çözümü göçmenleri göndermekle değil; işten çıkarmaların yasaklanması, patronların daha fazla vergilendirilmesi, grev yasaklarının kaldırılması gibi emekçilerden ve yoksullardan yana politikala-

rın hayata geçirilmesiyle sağlanabilir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne göre, insanların baskı, zulüm ve savaştan kaçarak başka bir yere yerleşme ve orada kabul edilme hakları vardır. Göçmenlerin kendi iradeleri dışında bir yere gönderilmelerine yönelik her çaba, insan haklarının ihlali anlamına gelmektedir. Yaşamı savunan ve daha iyi bir gelecek isteyen herkesi, askeri seçenekleri değil barışı ve diyaloğu savunmaya ve ırkçılığa ve zorla geri göndermelere karşı mültecilerle dayanışmaya çağırıyoruz.

5

ASKERİ SEÇENEKLERİ DEĞİL, BARIŞI VE DİYALOGU SAVUNUYORUZ Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu askeri seçeneklere karşı bir basın açıklaması yayınladı. Hükümet Suriye’nin kuzeyine bir askeri harekât düzenleyeceğini ilan etti. 8 yıldır savaştan yorgun düşmüş Suriye toprakları, yeniden bir kargaşa ile karşı karşıya. Bu müdahale, Kuzey Suriye’de yaşayan insanlar için, kan, gözyaşı ve ölüm demektir. Yeniden yüzbinlerce insanın mülteci olması demektir. Hiçbir ulvi amaç bir çocuğun ölmesinden daha önemli olamaz. Kürt sorununda 2013-2015 arasında gerçekleşen çözüm süreci, çatışmaları ve ölümleri durdurmuştu. Kürtlerin yaşadığı bölgelerde huzurlu bir ortam oluşmuştu. Bu politikalara tekrar geri dönülmelidir. Hükümet, acı sonuçları olacak bir askeri harekâttan vazgeçmeli, sorunları müzakere ve barış ortamında çözmeye çalışmalıdır. Hükümet, sorun olarak gördüğü Suriyeli mültecileri “güvenli bölgelere” yerleştirmeyi planlamaktadır. Göçmenlerin kendi iradeleri dışında bir yere gönderilmeleri insan haklarına aykırıdır. Ekonomik kriz, hayat pahalılığı, işsizlik gibi sorunların kaynağı göçmenler değil, açgözlü kapitalistlerdir.

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi

Yaşamı savunan ve daha iyi bir gelecek isteyen bizler, askeri seçenekleri değil barışı ve diyaloğu savunuyoruz.

08.10.2019

Barış hemen şimdi!

“Barışın kaybedeni olmaz!” Savaşı ve ırkçılığı ancak birleşen işçiler durdurabilir.


6

ALTERNATİF

-

-

DEĞİSİM TEPEDEN DEĞİL ASAĞIDAN GELECEK

20 Eylül İklim için okul grevi, Kadıköy VOLKAN AKYILDIRIM

kanıtlamak istiyor. Kendi aralarında örgütleniyor.

Dünyanın neresine baksak, 30 yaş altındaki gençler sokakta, mücadele ediyor.

Büyük hoşnutsuzluk

Irak'ta işsizliğe ve rejimin yozlaşmasına karşı hayatları pahasına protestostaya devam eden üniversite mezunu işsizler, Hong Kong'da sömürgeci Çin'i alt eden lise ve üniversite öğrencileri, iklim krizine karşı 160 ülkede eylem yapan ilkokul ve ortaokul öğrencileri, Cezayir ve Sudan'da diktatörleri yenen genç işçiler... Bu kuşak, baskının ve geleceksizliğin ortadan kalkması için bir sonraki seçimi beklemeyi, egemen sınıf partilerden birinin reform yapmaya karar vermesini beklemiyor. Büyük çoğunluğa seslenerek, kapitalist sınıfın yarattığı rezaletlere hemen son vermek mücadele öneriyor. Bu kuşak gerçekçi. Devlet şiddetini, kitle mücadelesiyle bertaraf ediyor. Sudan ve Irak'ta olduğu gibi kurşunlara verdikleri yanıt barışçıl protestoları büyütmek. İşçilerin üretimi durdurmasının yani grevin, kapitalistleri ve despot yöneticileri dize getirecek etkili bir güç olduğunun farkındalar. Greta Thrunberg ve Gelecek için Cumalar (FFF) aktivisti öğrencilerin, iklim için her Cuma okula gitmeme ve eylem yapmayı grev olarak adlandırması bir tesadüf değildir. İsviçre'de kitlesel kadın grevi, güvencesiz işlerde çalışan genç kadın işçilerin eseridir. Bu kuşak, insanları değil bankaları kurtaran politikacılardan, yeryüzünde yaşamın yok olmasına seyirci kalan devletlerden, küresel kapitalizmin örgütlenmelerinden değişim gelmesini beklemiyor. Çoğunluğun mücadelesiyle değişimin kazanılabileceğini düşünüyor, bunu göstermek,

Dünyanın bir parçası olan Türkiye'de de yeni kuşaklar benzer düşüncelere sahip. 2013'te Gezi Parkı protestolarının motor gücü olan 15-22 yaş arası, hayatlarında ilk defa bir eylem katılmış yüzbinlerce genç, kendini "özgürlükçü" olarak tanımlıyordu.* Bu mücadele, 8 gencin öldürülmesi ve gaz bombalarıyla bastırıldı. Gezi sonrası gittikçe otoriterleşen rejim, sistematik devlet şiddetiyle kitle mücadelesini engelledi. Fakat değişim isteğini yok edemedi. Konda Araştırma Genel Müdürü Bekir Ağırdır, gençlerin yüzde 49’unun mevcut aktörlerle Türkiye’nin sorunlarının çözülemeyeceğini düşündüğünü, toplum genelinde ise yüzde 40’lık kesimin bu konuda hemfikir olduğunu söylüyor. Bu hoşnutsuzluk, baskıcı devlet geleneğinin üzerine eklenen başkanlık rejimine ve Türkiye kapitalizminin krizine tepki üzerinden gelişiyor. Öylesine güçlü ki AKP'nin bugün herkes tarafından tasdiklenen erimesine yol açıyor. Yeni yüzler, eskimiş fikirler Parlamenter alternatiflere bakıldığındaysa, her biri öfkeli genç kuşakları kazanmak istiyor, ancak hiçbiri gerçek bir değişim vaat etmiyor. İlk seçimlerde Cumhurbaşkanlığı adayı olmak için şimdiden seçim kampanyasına başlayan İBB başkanı Ekrem

İmamoğlu, Erdoğan ve AKP elitleriyle kıyaslandığında, bir kurtarıcı gibi gözükebiliyor. Ancak İmamoğlu da diğerleri gibi milliyetçi ve belediyeyi Koç Holding eski CEO'su ile yönetmeyi tercih etti. Kendisini sol olarak tanımlamaktan kaçınan İmamoğlu, her fırsatta devlete bağlılığını bildiriyor. İmamoğlu yeni bir yüz, ama temsil ettiği fikirler eski. Genç bir kapitalist olan Ali Babacan, asık suratlı ve buyurgan AKP'liler karşısında daha iyi bir seçenek gibi gözükebilir. Fakat patronların çıkarları temelinde örgütlenen, egemen sınıfın yeni yöneticileri olmak isteyen Babacan ya da Davutoğlu etrafında toplananlar, AKP'nin eski siyasi elitleridir. Diktatörlük karşısında demokratikleşmeden yana olsalar da kurmak istedikleri partiler, zaten denenmiş ve artık başarısızlığı kabul edilmiş eski projeler. Değişimin aracı Sosyalistler bambaşka bir yol öneriyor. Değişim için sonraki seçimleri beklemek yerine ortak talepler için aşağıdan mücadeleyi; değişim isteyenlerin kendi öz örgütlenmeleri inşa etmesini, temsili değil doğrudan demokrasiyi savunuyoruz. Kapitalist sınıfı yenebilecek tek güç olan işçilerin mücadelesine yardımcı olacak, egemen sınıf fikirlerine karşı mücadele edecek, ayrı ayrı yürüyen toplumsal hareketleri ve işçileri birleştirecek bir parti, gerçek bir değişim isteyenler için yegane araçtır. Küresel antikapitalist hareketin radikal sol kanadında yer alan DSİP, böyle bir partidir. DSİP ve enternasyonalist sosyalistler güçlendikçe, eskinin hükmü de sona erecek.


ALTERNATİF 7

DSİP NELERİ SAVUNUYOR?

1 Mayıs yürüyüşü, İzmir

AŞAĞIDAN SOSYALİZM n Kapitalist toplumda tüm zenginliklerin yaratıcısı işçi sınıfıdır. Yeni bir toplum, işçi sınıfının üretim araçlarına kolektif olarak el koyup üretimi ve dağıtımı kontrol etmesiyle mümkündür.

REFORM DEĞİL DEVRİM n İçinde yaşadığımız sistem reformlarla köklü bir şekilde değiştirilemez, düzeltilemez. n Bu düzenin kurumları işçi sınıfı tarafından ele geçirilip kullanılamaz. Kapitalist devletin tüm kurumları işçisınıfına karşı sermaye sahiplerini, egemen sınıfı korumak içinoluşturulmuştur. n İşçi sınıfına, işçi konseylerinin ve işçi milislerinin üzerinde yükselen tamamen farklı bir devlet gereklidir. n Bu sistemi sadece işçi sınıfının yığınsal eylemi devirebilir.

KADINLARIN ÖZGÜRLÜĞÜ n Sosyalistler kadınların tam bir sosyal, ekonomik ve politik eşitliğini savunur. Toplumsal cinsiyetçiliğe tavizveren, kadınların özgür olmadığı bir sosyalizm olamaz, kadınların bugünkü mücadelesi ve sosyalizm olmadanda kadınlar nihai özgürlüğü kazanamaz.

ENTERNASYONALİZM n Sosyalistler, bir ülkenin işçilerinin diğer ülkelerin işçileri ile karşı karşıya gelmesine neden olan her şeyekarşı çıkarlar. Sosyalizm için mücadele dünya çapında birmücadelenin parçasıdır. Sosyalistler başka ülkelerinişçileri ile daima dayanışma içindedir. Tek bir ülkede sosyalizm olamaz, tek bir ülkede sosyalist devrim ancak bu devrim bir dünya devrimiyle desteklendiği ölçüde sosyalizme doğru ilerleyebilir.

IRKÇILIĞA DUR DE! n Sosyalistler ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşıdırlar. Irkçılık tazviz verilebilecek bir fikir değildir. İşçiler ırkçı vemilliyetçi fikirlerden kopabildikleri ölçüde egemen sınıflara karşıbağımsız sınıf çıkarları etrafında daha güçlümücadele edebilirler.

LGBTİ+ BİREYLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ n Sosyalistler insanların cinsel yönelimlerinden dolayı aşağılanmalarına ve baskı altına alınmalarına karşıçıkarlar. LGBTİ+ bireylerin özgürlük mücadelesi tüm ezilenlerin özgürlük mücadelesinden bağımsız düşünülemez.

SAVAŞA HAYIR! n Sosyalistler emperyalizme, dev küresel askeri-sanayi devletlerin dünya işçi sınıfı, ezilen halklar ve tüm ezilen gruplar üzerinde estirdiği militarist tahakküme ve savaşlara karşıdır. Hegemonya savaşlarına, küresel,bölgesel, yerel tüm savaşlara karşı dünya işçi sınıfının ve ezilen halklarının birliğinden yanadır. Kendi egemensınıfını savunan, aynı zamanda antikapitalist olmayan bir antiemperyalizm milliyetçiliği savunmak anlamınagelir vemilliyetçiler gerçekten savaş karşıtı olamazlar.

HALKLARIN EŞİT KOŞULLARDA KARDEŞLİĞİ n Sosyalistler bütün ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunurlar, bütün haklı ulusal kurtuluş hareketlerini desteklerler. Başka bir ulusu ezen bir ulus özgür olamaz, ezilen halkın kendi kaderini tayin hakkını savunmayan ezen ulusun işçi sınıfı da özgür olamaz. Ezilen halkların güvenini kazanmanın ve çeşitli halklardan işçilerin biribirine güvenmesini ve birlikte mücadele etmesini sağlamanın tek yolu budur.

İKLİM KRİZİ KAPİTALİZMİN ÜRÜNÜDÜR n Geçtiğimiz yüzyılın başında sosyalistler ‘ya sosyalizm ya barbarlık’ diyorlardı. Buslogan bugün çok dahagerçekçi. Kapitalizmin dizginlenemez kar ve rekabet güdüsü tümcanlı yaşamını göz göre göre yok ediyor. İklimdeğişimi tüm doğa olaylarının şiddetini artıyor ve en çok yoksulları vuruyor. İklim krizi gıda krizine, kuraklığa,pahalılığa, yoksulluğa, yıkıma, göçlere neden oluyor. Sosyalistler iklim değişimini durdurmak için mücadeleyianti kapitalist mücadelenin en önemli konularından birisi olarak görür. n İklim değişiminin yanı sıra gezegeni ve doğayı tahrip eden enerji politikaları yerinesosyalistler yenilenebilirenerjinin kullanılması gerektiğini savunur. Petrol, doğal-

gaz ve kömür gibi fosil yakıtlar toprakta bırakılmalı.Güneş, rüzgar bize yeter! n Hem iklim değişimini durdurmak hem de nükleer santrallar ve kömürlü termil santrallar gibi tehlikeli ve kirli enerji kaynaklarının kullanılmasını engellemek işçi sınıfının sosyalizm mücadelesinin temel bir öğesidir.

STALİNİZM SOL DEĞİLDİR n Rusya deneyi göstermiştir ki, sosyalizm tek bir ülkede izole olarak yaşayamaz. Rusya, Çin, Doğu Avrupa ve Küba sosyalist değil, devlet kapitalistidir. Doğu Bloku ve Rusya’da 1989-1991 yıllarında yıkılan rejimler, işçi sınıfının sömürüldüğü, iktidardan uzaklaştırıldığı, kadınların baskı altında tutulduğu, kapitalizmin devlet brokrasisi eliyle işletildiği kapitalist rejimlerdi. Bu rejimlerin yıkılmasının sosyalizmin yenilgisi olarak görülmesinin nedeni, stalinizmin tek parti diktatörlüğüne dayanan baskı rejiminin reel bir sosyalist rejim olarak görülmesidir. İşçilerin ücretli emek sömürüsüne maruz kaldığı, aşağıdan yukarıya doğru işleyen özyönetim organlarının lavedildiği ya da olmadığı, dolayısıyla işçi sınıfının siyasal iktidarı kolektif bir şekilde ellerinde toparlayamadığı rejimler sosyalist rejimler olamaz.

DEVRİMCİ PARTİ n Sosyalizmin gerçekleşebilmesi için, işçi sınıfının en militan, en mücadeleci kesimi devrimci sosyalist bir partide örgütlenmelidir. Böylesi bir parti işçi sınıfının yığınsal örgütleri ve hareketi içindeki çalışma ile inşa edilebilir. n Sosyalistler pratik içinde diğer işçilere reformizmin işçi sınıfının çıkarlarına aykırı olduğunu kanıtlamalıdır. n Egemen sınıfın fikirlerine karşı en çok tartışan, en ileri yanıtları veren, en dirençli kadın ve erkek işçilerin politik birliği sınıfın geri kalanını hareket içinde kazanmak için sürekli inşa edilmesi gereken bir olgudur. Sosyalistler, ancak teorilerinin ve eylemin merkezine işçi sınıfının kendi hareketini koydukları ölçüde sekter olmayan, işçi sınıfının bütününden etkilenen ve sınıfın bütününü etkileyebilen kitlesel bir devrimci sosyalist işçi partisi kurmak için adım atmış olabilirler. n İşçi sınıfının kurtarıcılara ihtiyacı yoktur. Sosyalizm, işçi sınıfının kendi eylemi, kendi mücadelesinin ürünüdür. Bu fikirlere katılan herkesi devrimci bir sosyalist işçi partisinin inşası çalışmasına omuz vermeye çağırıyoruz.


8 TEORİ

VAKİT NAKİTTİR:

KAPİTALİZM, ZAMAN, HIZ RONİ MARGULİES

Seksen Günde Devriâlem romanının kahramanı Phileas Fogg, arkadaşlarıyla oturmuş sohbet ederken iddiaya girerler. Londra’dan 2 Ekim 1872’de yola çıkacak, bütün dünyayı dolaşacak, 21 Aralık’ta, 80 gün sonra, tekrar oturdukları yere dönecektir. Becerirse arkadaşlarından £20.000 (bugünün parasıyla $2,5 milyon) alacak, bir gün bile gecikirse kaybedecektir. Başından geçen tüm talihsiz olaylara rağmen, Fogg iddiayı kazanır. Tarihçi Eric Hobsbawm, Phileas Fogg’un aynı yolculuğu 1872 yerine 1848’de yapması durumunda ne kadar süreceğini merak edip hesaplamıştır. Hobsbawm’un hesabına göre, 1872’de 80 gün süren devriâlem 1848’de en az 11 ay, yani dört kat daha uzun sürecekti! Bir başka ifadeyle, aynı seyahat 24 yılda dört kat hızlanmıştı. Phileas Fogg’un gününde New York’tan Liverpool’a vapur yolculuğu 11-12 gün sürüyor, White Star denizcilik şirketi bunu bazı seferlerinde 10 güne indirebilmekle övünüyordu. Tam yüz yıl sonra, New York’tan Londra veya Paris’e uçakla 3,5 saatte gitmek mümkün oldu! On dokuzuncu yüzyılın ortalarında başlayan ve günümüze kadar giderek hız kazanan hızlanmanın daha güncel bir örneği de bilgisayar. Intel mikroçip şirketinin kurucusu Gordon E. Moore 1965 yılında yazdığı bir makalede, bilgisayarların hızının ve kapasitesinin her iki yıl iki katına çıkacağı tahmininde bulunmuştur. Doğruluğu artık kanıtlanmış olan bu tahmin bugün Moore Yasası olarak adlandırılıyor ve hâlâ geçerli. Ama gelişme hızı Moore’un beklediğinden de yüksek: İki yılda değil 18 ayda iki katına çıkıyor bilgisayarların hızı, 55 yıldır! Sürekli dönüşüm, değişim, hız Niye? Ses hızından daha hızlı gitmek, her yıl daha hızlı bilgisayarlar kullanmak ihtiyacı nereden geliyor? Yolculuktan üretime, iletişimden gündelik hayata kadar her şeyin 150-200 yıldır sürekli hızlanması nereden kaynaklanıyor? İki kelimeyle “kapitalizmin doğasından” diyebiliriz. Marx ve Engels, 1848’de kaleme aldıkları Komünist Manifesto’nun en başında konuya şöyle girer: “Burjuvazi, tarihsel olarak, son derece devrimci bir rol oynamıştır.” Burjuvazinin “devrimci” olarak tanımlanmasının temelinde üretim araçlarını (ve bunun sonucunda insanlığın toplam üretim kapasitesini) sürekli geliştirmesi yatar. Bunu yaparken, iktidara gelişinden önceki

tüm inançları, değerleri ve hayat tarzlarını tasfiye eder ve bunların yerine ticaret, kâr, değişim ve hızı yeni değerler olarak dayatır. Bu, burjuvazinin sermaye birikimi ve kâr peşinde koşarken sınır tanımamasından, daha çok kâr etmek için daha çok üretmek ve daha çok metayı pazara daha hızlı ulaştırıp paraya çevirmek amacıyla üretimi, tüketimi ve yaşamı sürekli dönüştürme, değiştirme, hızlandırma özelliğinden kaynaklanıyor. Tarım ve gıda Kapitalizmin yarattığı değişim ve hızı görmek için tarım ve gıda sektörüne bakalım. Birleşmiş Milletler’in Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) göre, bugün dünyanın toplam gıda üretimi toplam dünya nüfusunu kolayca besleyecek düzeyde. Bu, burjuvazi-

nin “devrimciliğinin” sonucu. Ama sorunlu bir sonuç. Evet, bugün üretim toplam nüfusu kolayca besleyecek düzeyde. Besliyor mu? Hayır. FAO rakamları 2016 yılında dünya nüfusunun yüzde 11’inin kronik açlık koşullarında yaşadığını gösteriyor. Bu oran Afrika’da yüzde 20; her beş Afrikalı’dan biri aç. Toplumun maddî üretim güçleri herkesi doyurabilecek koşulları yaratmış durumda, fakat üretim ilişkileri (mülkiyet ilişkileri) bunun gerçekleşmesini engelliyor. Yüz milyonlarca insan aç, gıda mevcut, fakat kapitalizmin üretim ilişkileri uyarınca mülksüz ve işsiz (yani parasız) olan kişilerin gıdaya erişmesi mümkün değil. Gıda üretimi müthiş düzeylere yükseltiliyor, ama insanı beslemek amacıyla değil

kâr etmek amacıyla yükseltildiği için açlık ortadan kalkmıyor. İkinci sorun, kâr amacıyla yapılan tarımın çevre, ormanlar, doğal yaşam, toprak ve su kaynakları üzerindeki tahribat etkisi. Üçüncü sorun, gıda tüketiminin başına gelenler. Kapitalizm açısından önemli olan, gıdanın kalitesi ve insan sağlığına etkisi değil, önce üretiminin kârlı olması, sonra da ürünün hızlı tüketilmesi. “Fast food” (“hızlı gıda”) kavramını kapitalizmden bağımsız olarak düşünmek mümkün değil. Fast food sektörünün dünya çapında toplam geliri yılda 570 milyar dolar. (Dünyadaki en zengin 25 ülke hariç, tüm diğer ülkelerin her birinin millî gelirinden daha yüksek bir rakam). Sadece Amerika’da 200.000 fast food restoranı var ve bunlar her gün 50 milyon kişiye hizmet veriyor. Amerika’nın nüfusu 320 milyon kişi olduğuna göre, her gün nüfusun yaklaşık altıda biri “hızlı yemek” yiyor! Sattığı yemeklerin kalitesi, lezzeti, temizliği, sağlıklılığı ile değil hızı ile övünen bir sektörün ürünlerini yiyor. Kâr mı, insan ihtiyaçları mı? Kapitalist kâr etme sürecinin iki aşaması vardır: Ürünün üretilmesi ve üretim yerinden alıcıya ulaştırılması. Daha sık ve daha fazla kâr etmek açısından bunların ikisinin de hep daha hızlı yapılması gerekir. Basit bir örnek düşünebiliriz: Avrupa’da bir ürünün üretimi altı ay sürer ve Hindistan’daki pazara ulaştırılıp satılması da vapurla altı ay sürerse, yılda bir kez kâr edilir. Aynı ürün yeni teknolojilerle bir ayda üretilip uçakla Hindistan’a bir günde ulaştırılırsa, yılda on iki kez kâr edilir. Kapitalizm, üretim süreçlerinin sürekli geliştirilmesini, işçilerin daha çok ve daha verimli çalışmasını, ulaşım yöntemlerinin sürekli hızlandırılmasını gerektirir. Sonuç olarak, hız bir insan ihtiyacı değil, kapitalizmin bir ihtiyacı. Her alanda olduğu gibi, bu alanda da kapitalizmin tek bir önceliği vardır: Kâr. Kâr oranlarını yükseltmek için üretimi ve dağıtımı hızlandırırken bu hızlanmanın (ve hızlanmak için yapılanların) diğer etkileri kapitalizmin ilgi alanının dışındadır. İnsan sağlığının, çevrenin, gezegenin ve gezegeni bizimle paylaşan diğer canlıların bu hızlanmadan nasıl etkilendiği kapitalizmin kâr-zarar hesaplarının dışında kalır. Kapitalizm insan sağlığına zararlıdır. İnsan toplumunu başka ve tümüyle farklı bir biçimde örgütlemenin zamanı gelmiştir.


EMEK GÜNDEMİ

METALDE TOPLU SÖZLEŞME SÜRECİ HEPİMİZİ İLGİLENDİRİYOR işyerlerinden metal işçileri devam etmekte olan MESS toplu pazarlık süreci ile ilgili görüşlerini açıklıyorlar:

İşçiler, Türk Metal Sendikası tarafından istenen zam oranını yeterli bulmadıklarını söylüyorlar. Bugün için sosyal haklarla birlikte yüzde 26’lık bir zam talebinin kötünün iyisi olduğunu ama yeterli olmadığını belirtiyorlar. “Görüşmeler devam ederken her şeye zam gelmeye devam ediyor, en son yine elektriğe yüzde 15 zam geldi. Sadece buna bakmak bile, yüzde 26 zam talebinin yetersizliğini gösteriyor” diyorlar.

Metal işçileri eylemde

Bugün için ücret talepleri şöyle: “Tüm metal işçilerinin saat ücretine 75 kuruş iyileştirme zammı yapılsın, bunun üzerine yüzde 26 zam alınsın. Bu oranda bir zam alınabildiğinde kimi kayıplar karşılanabilir.”

leşik Metal pazarlık ediyorlar. Birleşik Metal-İş yüzde 34, Türk Metal ise yüzde 26 zam talep ediyor. Patronlar ise “sanayinin rekabet gücünün korunması gerektiğini” söylüyorlar.

Kadın İşçi Kurulu, gerçekten işçi kadınların sorunlarının çözüldüğü, kadın işçilerin birlikte karar aldığı bir kurul olsun. Bu kurulda yer alacak işçi temsilcilerini kadın işçiler seçsin, temsilciler atama usulü ile belirlenmesin. 186 fabrikadaki 150 bin metal işçisini ilgilendiren toplu sözleşme görüşme sürecinde MESS ile Türk Metal ve Bir-

Türkiye, işgücü ödemelerinin toplam üretimdeki payının en düşük olduğu ülkelerden biri ve dolayısıyla işçiler

Vergi dilimi yüzde 15’te sabitlensin, aşan miktar işverenlerce ödensin. 8 Mart, ücretli izin günü sayılsın.

gelir kayıpları oranında bir zammı hak ediyorlar. Ancak patronlar bunu vermeye yanaşmayacak. İşçiler buna karşı birlik olup mücadele etmeli. Metal sektöründe ortak talepler işçileri daha önce yan yana getirmişti. Farklı sendikalardan işçiler aynı anda eylemler yapmıştı. 2015 yılının ilk 6 ayında iki ayrı metal grevi dalgası Türkiye’yi sarsmıştı. Yine böylesi bir atılım, iyi bir zammı beraberinde getirebilir. Hükümet her zaman olduğu gibi patronlardan yana tutum alıp grevi yasaklayacaktır. Ancak 150 bin metal işçisi, talepleri karşılanmadığı takdirde fiili olarak grevi sürdürürse, grev yasağı anlamsızlaşır. Geçtiğimiz günlerde Ürdün’de öğretmenler grev yaparak grev yasağını aştılar. Bir benzeri Türkiye’de olabilir. Sosyalist İşçi, insanca bir yaşam için tüm hak arayışlarında metal işçilerinin yanında olmaya devam edecek.

u SOMA MADEN İŞÇİLERİ

u ZEYTİNOĞLU GRUP İŞÇİLERİ

u İBB’DE İŞTEN ÇIKARILAN

YÜRÜYOR

HAKLARINI ARIYOR

İŞÇİLERİN EYLEMİ 38. GÜNÜNDE

301 maden işçisinin hayatını kaybettiği Soma Katliamı’nın ardından tazminat hakları ödenmeden işten atılan ve mahkeme kararlarına rağmen hakları ödenmeyen maden işçilerinin Soma’dan Ankara’ya 10 günlük yürüyüşü 5 Ekim’de başladı. Yürüyüşe 30 madenci ile Bağımsız Maden-İş üyesi sendikacılar katılıyor.

DİSK Birleşik Metal-İş Sendikası, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından el konulan Zeytinoğlu Gruba ait Entil Endüstri, Hapalki Döküm ve Tarkon Makine’da çalışan 400 işçinin 4 aydır maaş alamaması ve üretimin de durdurulması üzerine Şişli'de bulunan TMSF binasının önünde bir basın açıklaması düzenledi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından işten çıkarılan işçilerin belediye binası önündeki eylemleri 38. gününde devam ediyor. Haksız şekilde işten çıkarıldıklarını ifade eden işçiler, işlerini geri alana kadar eyleme devam edecekleri mesajını veriyorlar.

"Sesimizi duyan var mı? Patron çaldı, sarı sendika sattı, T.K.İ. izledi, yargı görmedi, siyaset duymadı - Bağımsız Maden-İş ve 3500 Soma Emeklilik ve Tazminat Mağduru İşçiler” pankartı taşıyan işçiler, 5 yıl önceki katliamda hayatını kaybeden her işçi için birer kilometre yol yürüyeceklerini belirtiyorlar.

HÜKÜMETİN ENFLASYONU, İŞÇİLERİN ENFLASYONU

TÜİK’in enflasyon hesabı, enflasyonun düşük gösterilmesi üstüne kuruludur. Çünkü bu hesapta emekçinin her gün aldığı et, süt, peynir, soğan, patates, fasulye gibi gıda maddeleri ile giyecek, beyaz eşya, ayakkabı, mobilya, hatta ömrü boyunca bir kere bile alamayacağı araba, konut gibi mallar aynı sepettedir. Ve hesap her vatandaşın bunları her ay aldığı üstünden yapılmaktadır.

Metal işçileri 2018 yılı başında grev tehdidiyle %26 gibi çok yüksek oranda bir zam almıştı. Ancak bunun ardından kur dalgalanmaları ve yoğun ekonomik kriz başladı. Metal işçileri de tüm Türkiye halkları gibi o günden bugüne %50’den fazla fakirleşti. Hükümet enflasyon oranlarını düşük göstermeye çalışırken, ücret artışları çok düşük düzeylerde tutuluyor. Diğer yandan her şeye zam geliyor. AKP-MHP koalisyonu bu yöntemlerle krizin faturasını işçilere ödetiyor. Emekçilerin alım gücü düşerken onların cebinden çıkan para toplu olarak patronların cebine giriyor.

Sözleşme süresi 2 yıl olsun, 3 yıllık sözleşme kesinlikle düşünülmesin.

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

Hükümet enflasyon oranlarını açıkladı, güya enflasyon tek haneye düşmüş. Buna çarşı pazarda alışveriş yapan hiçbir insanın inanması mümkün değil. Ama hükümet kâğıt üstünde enflasyonun düşmekte olduğunu söylemeye devam ediyor.

Ford Otosan, Renault, Man ve diğer

Metal işçilerinin ücret dışında diğer kırmızı çizgileri ise şunlar:

9

"İşimizi, ekmeğimizi geri istiyoruz. Tüm sorumlular göreve" pankartı ardında toplanan işçiler, "Babalar işsiz, çocuklar aç", "Her şey çocuklarımızın geleceği için", "İşçi burada, hükümet nerede?" dövizleri taşırken sık sık "Direne direne kazanacağız", "Bu daha başlangıç, mücadeleye devam" sloganlarını attı.

u ÜSKÜDAR BELEDİYESİ’NDEN

ATILAN İŞÇİLER EYLEMDE Üsküdar Belediyesi’nin işten attığı işçilerin eylemlerine Temmuz ayından beri devam ediyor. İşçiler "yıllardır belediyede çalışıyoruz. Şimdi kapı önüne koyulduk, Hizmet iş sendikası da bize sahip çıkmıyor. Ama işe dönene kadar mücadelemize devam edeceğiz” diyorlar.

Daha geçen haftalarda elektriğe, doğal gaza, süte ve daha birçok ürüne yüzde 20’lere varan zamlar yapıldı. Son bir yılda elektrik ve doğal gaza yapılan zamlar yüzde 60’ı buldu. Geçen yıl 100 TL olan elektrik faturası bu yıl 165 TL oldu. Hükümet yine de bizden enflasyonun yüzde 9’a düştüğüne inanmamızı istiyor. Ve bir adım daha atıyor, bundan böyle enflasyona endeksli zamları, örneğin asgari ücret zammını, memur ve emeklilere zammı hedeflenen enflasyon oranında yapacağını açıklıyor. Hedeflenen enflasyonu ise yıllık yüzde 5 olarak belirliyor. Geçen yıl aldığımız herhangi bir ürünün fiyatının en az yüzde 50 arttığı koşullarda, ücretlerimize en fazla yüzde 5 zam yapılacak. Hükümetin enflasyon oranı bundan böyle yüzde 5’in üstüne çıkmayacak. Kısacası, TÜİK’in ve hükümetin enflasyon hesabı üstünde oynadığını vatandaş yaşayarak gördüğü için; artık hükümetin enflasyonu ile emekçinin enflasyonunun farklı olduğunu uzmanlar kadar emekçiler de biliyor. Bu yüzden de bu açıklanan enflasyon rakamına kimse inanmıyor. Hükümetin niyeti baştan beri belli, krizin faturasını emekçilere ödetmek. Biz karşı çıkmadıkça bu faturayı ödemeye devam edeceğiz. Sendikalar, işçi örgütleri hükümetin dayattığı bu enflasyon rakamlarını ancak mücadele ile geçersiz hale getirebilir. Sokağa çıkacak yüzbinlerce işçi, yoksulluğun, yolsuzluğun ve yasakların hesabını hükümetten sormalıdır. Aksi halde ücretleri enflasyon karşısında eriyen işçiler ve emekçiler, krizin bütün yükünü taşımaya devam edecekler. Masa başında hazırlanan enflasyon oranları, ancak sokakta hazırlanan kitlesel işçi mücadelesi ile ters yüz edilebilir. İŞTE GERÇEK İŞSİZLİK RAKAMI

Resmi rakamlara göre, işsiz sayısı bir önceki yıla göre 938 bin kişi artarak 4 milyon 243 bine yükseldi. Bu artış, istihdama yeni katılanlardan çok. geçen yıl aynı dönemde çalışan 802 bin kişinin işini kaybetmiş olmasından kaynaklandı. Bir yıldır Türkiye ekonomisi yeni istihdam yaratamadı. İstihdama yeni katılan genç işçiler ise, yeni işyeri açılmadığı için iş aramaya bile başlayamadılar.

İş bulma umudu olmadığı için iş aramayan, dahil edildiğinde Türkiye'deki gerçek işsiz sayısı 6 milyon 665 bine (yüzde 19'a) yükseliyor. Bir işte çalışmakla birlikte asıl mesleğine yönelik olarak iş aramaya devam edenlerle, kısa süreli çalışan ancak daha uzun süre çalışabilecek durumda olanlar da (eksik istihdamdakiler) dâhil edildiğinde geniş anlamda işsiz sayısı 7 milyon 724 bine, işsizlik oranı ise yüzde 22'ye yükseliyor.


10

AKTİVİZM

NASIL BİR KAMPANYA? "Hepimiz Göçmeniz, Irkçılığa Hayır" kampanyası, mülteci hakları tanınmayan Suriyeli sığınmacıları ve tüm göçmenleri hedef alan, savaştan ve iklim felaketlerinden kaçan milyonlarca insanın hayatını her geçen gün daha da zorlaştıran ırkçılığı durdurmak için iki yıl önce kuruldu. Hak savunucusu, kardeşlikten yana, faşizme karşı olan bireylerin oluşturduğu bu platform şeffaf, demokratik ve fonsuzdur; zorunlu göçleri yaratan ve göçmenlerin hayatını zorlaştıran tüm kurum ve taraflardan bağımsızdır. Herkes bir gün mülteci olabilir, biz nefrete karşı dayanışmadan, kurulu düzenin yarattığı sorunların sorumlusu ilan edilen göçmenlerden tarafız.

KAMPANYAMIZ: n Bu toplumun bir parçası olan milyonlarca göçmenin haklarını savunmak,

MORYA MÜLTECİ KAMPINDAKİ YANGIN ÜZERİNE AÇIKLAMA: GÜVENLİ BARINMA HAKTIR!

TOPLANTI DUYURULARI Şişli 18 Ekim Cuma (19:00) KAPİTALİZM SONRASI YAŞAM Konuşmacılar:

Gül Dönmez Ahmet Yıldırım Adres: Nostalji Kitap Kafe, Teyyareci Fehmi Sk., Osmanbey İletişim: 0 555 6372450 Kadıköy

Morya Kampı

Yunanistan’daki sağcı hükümetin göçmen karşıtı kararı üzerine bir açıklama yapan Hepimiz Göçmeniz-Irkçılığa Hayır kampanyası gelişmeleri “kaygı verici” olarak niteledi. Göçmenlere yönelik ırkçılığa karşı mücadele eden aktivistlerin açıklaması şöyle: Güvenli barınma haktır! Yunanistan’daki sağcı hükümetin göçmen karşıtı kararı üzerine bir açıklama yapan Hepimiz Göçmeniz-Irkçılığa Hayır kampanyası gelişmeleri “kaygı verici” olarak niteledi. Yunanistan Hükümeti, Midilli Adası Morya mülteci kampındaki koşullara karşı yapılan protestoların hemen üzerine 10 bin mülteciyi geri göndereceğini açıkladı.

n Sığınmacılar hakkındaki ön yargıları kırmak,

Kapasitenin 4 katı mültecinin insanlık dışı koşullarda yaşamak zorunda bırakıldığı kampta çıkan yangının üzerine, hiçbir siyasi hakkı olmadan yaşayan sığınmacılar ellerindeki tek imkânı kullanarak hükümete ve kamuoyuna seslenmeye çalışıyor.

n Nefret yayan yalanlara karşı gerçekleri duyurmak,

Protestolardaki slogan ve pankartlarda kamptan “cehennem” diye bahsediliyor. Kampı inceleyen kuruluşların raporları da tümüyle bunu doğrular nitelikte.

n Türkiye’deki bütün kötülüklerin sebebiymiş gibi gösterilen göçmenlerin maruz kaldığı ırkçı baskılara son vermek için yapılmaktadır.

Ancak hükümet, mültecilerin en ufak bir itirazına dahi tahammülü olmadığını, gerektiğinde istenilen yere taşınabilecek varlıklar olduklarını hatırlatarak gösterdi.

Yunanistan, Avrupa’da göçmenlerle kitlesel dayanışmanın en geniş ve güçlü olduğu ülkelerden biri, bu yüzden yeni hükümetin göçmen politikalarını göçmenlerin aleyhine değiştireceğinin sinyallerini vermesi özellikle kaygı verici. Elbette 2016 yılında Türkiye ve AB arasında imzalanan ve Avrupa’ya geçişi durdurmayı amaçlayan anlaşmanın, görece sığınmacıların lehine olan yerel koşulların gerilemesini kolaylaştırdığı da çok açık. Mülteci meselesi yalnız göçmenlerin değil hepimizin meselesidir. Çözümün insanca ve dayanışmacı mı yoksa zorbaca mı olacağı, tüm dünyada siyasi istikrarsızlığın hâkim olduğu günümüzde insanlık olarak gideceğimiz yönde tayin edici olacaktır. Göçmenlerin yangında ölmemek ve asgari insani koşullarda yaşamak talebini bile onları eşya gibi sınırın dışına iterek cevaplayan siyasetler ise soruna çözüm getirmediği gibi, bu siyasi istikrarsızlıktan faydalanarak yükselen ırkçı ve faşist hareketlerin meşruiyetini arttırıyor. Fakat bugüne kadar Yunanistan’da ırkçılara göz açtırmayan ve göçmenlerle kitlesel dayanışmayı örgütleyen ırkçılık karşıtı hareketlere hükümete geri adım attıracakları konusunda sonuna kadar güveniyoruz. Sınırlar açılsın, göçmenlere özgürlük! Hepimiz Göçmeniz Kampanyası

17 Ekim Perşembe (19:00) #SUSAMAM: RAP VE DİRENİŞ Konuşmacılar: Aysim Türkmen Murat Ürek Özdeş Özbay Adres: Sosyal Araştırmalar Vakfı – Osmanağa Mah. Bahariye, General Asım Gündüz Caddesi, Üner Tan İş Merkezi, No: 35, Kat: 4, Daire: 14 - Kadıköy İletişim: 0 533 4479709

20 Ekim Pazar (15:00) Film gösterimi

Toprak ve Özgürlük (Yönetmen: Ken Loach)

3 Ekim 2019

TALEPLERİMİZ: n Sınırlar açılsın! Göçmenlere yönelik tüm kısıtlamalar küresel ölçekte son bulsun! n Mültecilik hakkı tanınsın! n Eşit işe, eşit ücret! Patronların mülteci işçileri sömürmesine hayır! n Nefret söylemleri yasaklansın! Irkçılık insanlık suçudur, cezalandırılsın!

Yeni sayı çıktı!

n Sınır dışı etmeye hayır!

Antikapitalist Öğrenciler olarak Ken Loach'un Ülke ve Özgürlük filmini izleyip İspanyol devrimi üzerine konuşacağız.

gocmeniz.org

Adres: Serasker Cad., Nergiz Apt., No:88-90 Kat 3 Kadıköy İletişim: 0 555 637 24 50


AKTİVİZM DEVRİMCİ

ANTİKAP

İTALİST HAFTALI

K GAZETE

2019 3 TL. sci.org

sosyalisti

SLERİ GÖRE

-

-

-

21 Ağustos

KAN SECİLMİ

643

ATANMIS BA

VDEN ALDI

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

644

KAYYUM D E DEMOKRAS ĞİL İ

5 Eylül 2019 3 TL. sosyalistisci.org

-

-

İKLİM KRİZİNİ CÖZMEK İCİN u Kayyum siyaseti geri döndü. u Yüksek oylarla seçilmiş bakır, Mardin Diyarve Van başkanla belediye rı görevden alındı. u Seçme-s eçilme hakkını tadan kaldıran orantidemokratik müdahale farklı kisiyle karşılan kesimlerin tepdı. sayfa 3

KÜRESEL İKLİM ÖĞRENCİ BULUŞ GREVİ İÇİN SELİN GÖREN MASINA KATILAN ANLATIYOR: “DENEYİMLE R ORTAKLAŞTIR ILDI”

AKP HÜKÜM ETİ TÜRK-İŞ YÖN İSTEDİ ETİMİ SATTI

sayfa 5

sayfa 9

TEK YOL DEVRİM yeni bir sıçrama korumak için başlayan büyük ve yeni mücadele dalgasının 20-27 Eylül’de iklimi, gezegeni, yoksulları, ekosistemi, yaşamı çok genç. İlkokul, Dünyada olduğu gibi Türkiye’de kolları sıvayan hareket noktası gerçekleşecek. Bu hareket yeni, genç ve çok kararlı. de geleceklerinin çalınmasına öfkeliler. ortaöğretim öğrencileri kızgınlar. Hem bugünlerinin hem

daha da artıyor. davranan otoriter liderlerin pervasızlığını gördükçe kızgınlıkları Şirketlerin arsızlığını, bu büyük şirketlerin sözcüsü gibi ve uyarı eylemlerine ortaya çıktı. Greta Thunberg’in başlattığı okul boykotları İngiltere’de “Yokoluş İsyanı” böyle bir öfkenin ifadesi olarak olmasa da nedeni bu. Türkiye’de de gençler, şimdilik kitlesel bir katılımla binlerce, on binlerce ve giderek milyonlarca gencin katılmasının yorumlar sayfa 2 ve 3’te vaziyetteler. u 20-27 Eylül iklim grevi üzerine haber ve her geçen gün büyüyen bir dalga halinde kolları sıvamış

BİZİ ARAYIN, SOSYALİST İŞÇİ’YE ULAŞIN! İstanbul Kadıköy: 0 533 447 97 09 Şişli: 0 555 637 24 50 Fatih: 0 536 219 63 41 Ankara: 0 535 884 21 22 İzmir: 0 507 555 02 72 Akhisar: 0 544 327 04 45 Antalya: 0 536 335 10 19 Antep: 0 533 627 30 25 Balıkesir: 0 543 692 96 23 Bursa: 0 507 727 50 45 Çanakkale :05324623804 Dersim: 0 543 447 24 15 Kars: 0 536 696 65 98 Malatya: 0 534 982 59 26 Muğla : 0 539 932 21 17 Samsun: 0 551 450 64 52 Sivas: 0 533 515 28 24 Soma: 0 532 693 70 57 Tekirdağ: 0 533 233 41 50

11

ANTİKAPİTALİST ÖĞRENCİLER NEDİR? dığı, politik bir sorun olduğu konusunda ısrarcıyız.

MELİKE IŞIK

Antikapitalist Öğrenciler emek sömürüsüne, ırkçılığa, doğanın ve geleceğimizin tahrip edilmesine, cinsiyetçiliğe, homofobiye, transfobiye, göçmen düşmanlığına ve emekçileri bölen her türlü ayrımcılığa karşı kurulmuş bir öğrenci topluluğudur. Antikapitalist Öğrenciler olarak amacımız, eşit ve adil bir dünya mücadelesinde birbirimizden güç alacağımız bir öğrenci birliği oluşturmak ve bu yolla haklarımızı hep beraber daha güçlü bir sesle savunmak. Ekonomik krizle beraber emekçiler için tüm ihtiyaçlar bir lüks hâlini aldı. Öyle ki televiyon programlarında fasulyenin pahalılığından şikayet eden insanlara fasulyenin bir lüks olduğu söyleniyor. Zira ekonomik kriz altında asgari ücretle geçinen birinin ihtiyaçlarını karşılayabildiğini iddia etmenin tek yolu, hiçbir ihtiyacın ihtiyaç olduğunun kabullenilmemesi. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi yerine “insanların iş beğenmediğini”, eğitim sistemindeki sorunların açıkça gündeme getirilmesi yerine “öğrencilerin yeterince çalışmadığını”, gençlerin istediklerini alana yönelmesinin önündeki ekonomik engelleri ortadan kaldırmak için mücadele etmek yerine gençlerin “farklarını ortaya koyamadığını” söylemek çok daha kolay. Antikapitalist Öğrenciler olarak

portreler KARL MARX (1818-1883) Karl Marx, 1848 yılında Almanya’nın Trier şehrinde orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Bonn’da hukuk okuduktan sonra Berlin’e giderek hukuk ve felsefe eğitimini burada sürdürdü. Berlin’de iken dönemin önemli felsefecilerinden Hegel’in eserleri ile tanışan Marx, Genç Hegelciler adı verilen ve radikal liberallerden oluşan bir çevreye dâhil oldu. Doktorasını son olarak Jena Üniversitesi’nde bitiren Marx, hayatının çoğunluğu boyunca gazetecilik yapmıştır. Rheinische Zeitung, Deutsch-Französische Jahrbüche (Alman-Fransız Yıllıkları) gibi gazetelerde çalışan ve genç yaşında üst sınıf bir aileden gelen Jenny Von Wesphalen ile evlenen Marx’ın radikalliği giderek artmaya başlamış ve çeşitli işçi sınıfı direnişlerine şahit olması onun dünyayı değiştirecek özne olarak işçi sınıfını görmeye başlamasını, aynı zamanda Genç Hegelcilerden kopmasını sağlamıştır. 1844 yılında hayatı boyunca en yakın arkadaşı ve fikirsel ortağı olacak Friedrich Engels ile tanışmış ve o günden sonra birlikte tarihsel materyalist yöntemi ve teoriyi geliştirmenin yanı

Gezi Parkı, 2013

nitelikli ve ücretsiz eğitim talep ediyoruz. Öğrenciler olarak, bize sık sık dayatıldığı üzere eğitimin ücretsiz olmadığını en iyi bizler biliyoruz. Üniversiteye giriş sınavında düşük gelirli ailelerden gelen öğrenciler, yüksek gelirli ailelerden gelen öğrencilerden yaklaşık %20 oranında daha başarısız oluyor. Eğitim ücretsiz değil, üstelik

çok pahalı. Kitaplar, ulaşım, yurt masrafları, devlet okullarında verilen niteliksiz eğitimin zaruri hâle getirdiği üniversiteye hazırlık kursları, eğitim için gerekli olan tüm bu masrafları asgari ücretle geçinen bir ailenin karşılaması imkansız. İşte bu yüzden eğitim sorununun bireysel bir “kendini ortaya koyamama” sorunu olma-

SİZ DE KATILIN! 20 Eylül’deki iklim grevinde binlerce kişinin sokağa çıkmasının ardından, Antikapitalist Öğrenciler yeni aktivistlerle tanışmaya ve örgütlenmeye devam ediyor. İstanbul’da Moda dahilinde Ferda Keskin’le “Neoliberalizmin krizi ve direniş” toplantısı düzenleyen Antikapitalist Öğrenciler üyeleri, Yeditepe Üniversitesi’ndeki LGBTİ+ dayanışma topluluğu 7tepe7renk’in tanışma toplantısına da katıldı. Kasım ayında Bilgi Üniversitesi’nde bir iklim zirvesi düzenlenecek. Bunun yanı sıra geçtiğimiz günlerde Kadıköy ve Kartal’da liseli öğrencilerle düzenlenen buluşmalarda, farklı liselerde toplantılar düzenlenmesi kararı alındı. Antikapitalist Öğrenciler her hafta üniversiteli ve liseli üye ve dostlarıyla düzenli toplantılar yapıyor. Katılmak için arayın: 0 (555) 637 24 50

sıra devrimci mücadelenin gelişimi için uğraşmışlardır. Politik fikirlerinden dolayı önce Paris’e sonra da İngiltere’ye taşınmak zorunda kalan Marx aşırı yoksul bir hayat yaşamıştır. Neredeyse hiçbir düzenli geliri bulunmayan Marx’a genel olarak Engels yardım etmiş, Marx’ın üç çocuğu yoksulluk yüzünden hayatlarını kaybetmiştir. Marx ve Engels, 1840’lı yıllarda tam da 1848’de bir devrimci dalga tüm Avrupa’yı sarsmak üzereyken Kutsal Aile, Alman İdeolojisi gibi eserlerle yepyeni bir akımın, merkezine sıradan insanların eylemini koyan bir teorinin öncülüğünü yapmış, hem de 1847’de Komünistler Birliği’nin kuruluşunda yer almış ve bu örgütün programını yani Komünist Manifesto’yu kaleme almışlardır.

Manifesto’da işçi sınıfına kurtuluşunun kendi eserleri olacağını ve tüm dünyadaki işçilerin birleşmesi gerektiği açıkça söyleyen Marx ve Engels, 1848 devrimci dalgasının geri çekilmesiyle beraber kendilerini daha çok teorik çalışmalara vermişlerdir. Bu yıllarda Marx ilgisini çoğunlukla ekonomi üzerine yoğunlaştırdı. Kapitalizmin, işçinin emek gücünün sömürüsü üzerinden elde edilen artı değere muhtaç bir sistem olduğunu keşfeden Marx, sistemin mezar kazıcısının da bu sınıf olduğunu gösteren bütüncül bir analiz ortaya koydu. Bu çalışmaların en önemlisi Marx’ın hayatının eseri olan ve sağlığında sadece birinci cildini tamamlayabildiği Kapital oldu.

Maalesef dezavantajlı konumdakilere düşmanlık, medyanın ve siyasetçilerin söylemleriyle sınırlı kalmadı. 2018 yılında Türkiye’de en az 1923 iş cinayeti, 395 kadın cinayeti, 4 trans cinayeti işlendi. Suriyeli göçmenler siyasetçiler ve medya tarafından sistematik olarak hedef gösterildi. Bu medya linci çok geçmeden günlük hayata da sirayet etti. Ekonomik krizin en büyük mağdurlarından olan göçmenler, krizin sorumlusu ilan edildi ve bu yolla krizin faturasını işçilere ödeten patronlar aklandı. Daha adil bir dünya için bu sorunların her biriyle mücadele etmek şart. Fakat tüm bu ayrımcılıklar birbirini besleyip birbirinden güç alırken, onlara karşı, birbirine sırt çevirmiş ayrı mücadeleler başarılı olamayacaktır. Ne eril şiddetin had safhası ve en kolay meşrulaştırılan tezahürü olan trans cinayetleri yok sayılarak eril tahakkümle gerçekten yüzleşilebilir ne de kapitalistlerin en ağır şartlarda çalıştırdığı, bunu meşrulaştırmak için yine ırkçılığa başvurduğu, göçmenler görmezden gelinerek gerçek bir sosyalist mücadele verilebilir. İşte bu yüzden Antikapitalist Öğrenciler olarak tüm bu hususlarda kapsamlı bir mücadele vermeyi hedefliyoruz.

Marx, sadece ekonomik metinler yazmadı aynı zamanda Fransa’da 1848’den başlayan süreci, sonrasında Louis Bonaparte’ın iktidarını ve nihayetinde Paris Komünü’nü ele aldığı muazzam politik metinlere imza attı. Bu metinler bugün Fransız Üçlemesi olarak anılan Fransa’da Sınıf Savaşları, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i ve Fransa’da İç Savaş kitaplarıdır. Komünistler Birliği’nden 17 yıl sonra Marx ve Engels, Uluslararası İşçiler Birliği yani I. Enternasyonal’in kuruluşunda yer aldı. 1864’te kurulan Enternasyonal sınıfın içindeki pek çok farklı eğilimi bir arada barındırıyordu, bir yandan işçilerin uluslararası mücadelesini tüm insanlığın kurtuluşuna bağlayan bir mücadeleyi şekillendirmeye çalışan Marx, bir yandan da Enternasyonal içindeki elitist eğilimlere karşı mücadele etti. 1871’de Paris Komünü başladığında Marx, komünü “Gökyüzünün fethine çıkanlar” olarak selamladı. Komün’ün yenilgisinin ardından Enternasyonal ömrünü doldurdu. Marx, çalışmalarını kendisinin ve ailesinin yıkımına sebep olabilecek bir özveriyle öldüğü güne kadar sürdürdü. 1883’te öldüğünde geriye işçi sınıfının kendi kurtuluşunun kendi eseri olacağını anlatan bir eylem kılavuzu ve mücadele mirası bırakmıştı. Can Irmak Özinanır


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

DEPREM DEĞİL KAPİTALİZM ÖLDÜRÜR ÇAĞLA OFLAS

İstanbul’da 26 Eylül’de 5,8 büyüklüğünde gerçekleşen deprem bir süredir unutulan bir gerçeği hatırlattı. Ama aynı zamanda devletin nüfusu 20 milyona dayanmış İstanbul’da depremle ilgili hiçbir hazırlığı olmadığı gerçeğini de ortaya çıktı. Depremin ardından yapılan açıklamalara göre, 1999 yılında meydana gelen ve yaklaşık 50 bin insanın hayatını kaybetmesine yol açan Gölcük ve Düzce depremlerinden sonraki geçen 20 yılda hiçbir şey yapılmamış. 1999 depreminden bugüne geçen zamanın tamamında İstanbul Belediyesi AKP’nin yönetimindeydi. 2002 yılından beri de siyasi iktidarda hep AKP hükümetleri oldu. Duble yollar, köprüler yapan, Kanal İstanbul gibi “çılgın projelere” imza atan belediye milyonlarca insanın can ve mal güvenliğini sağlamak adına elle tutulur hiçbir adım atmamış. 20 yıl önceki depremde iletişim alt yapısı çökmüş, haberleşmek imkânsız hale gelmiş, ulaşım yolları ve deprem toplanma alanlarının yetersizliği nedeniyle arama kurtarma çalışmaları yetersiz kalmıştı. 5,8’lik deprem sonrasında 470 toplanma alanının 77’e düştüğünü öğrendik. İçinde ilk yardım malzemeleri, arama, kurtarma ekipmanları, battaniye gibi acil müdahale anında bulunması gereken malzemelerden oluşan konteynırların sayısı ise bilinmiyor! Binalar sağlam değil 1999 depreminden bugüne İstanbul’daki güvensiz yapı stoklarında kayda değer bir iyileşme sağlanamadı. Gayrimenkul Borsası (GABORAS)’ın İstanbul depremi sonrası zemin yapısı ve binaların yaşını inceleyerek yaptığı haritaya göre yaklaşık 429 bin konutta hem zemin, hem de yapı-

Avcılar ilçesindeki yapılaşma

lar riskli. Bu konutlarda 1 milyon 73 bin kişi yaşıyor. Ayrıca 1999 sonrası yapılan bazı binaların deprem şartnamesine uymadığı, yani denetlenmediği, konutlar dışında, bir dizi kamu binası, hastanesi ve okullar ve işyerlerinin de riskli olduğu ortaya çıktı. 1999 yılında Marmara ve Düzce’de meydana gelen depremde, fay hatları üzerinde, beton yapımında deniz kumu kullanmak dahil her türlü yapı güvenliği kurallarının ihlal edilerek inşa edilen binaların çökmesi nedeniyle on binlerce insan yaşamını kaybetti. O günlerde çok yaygın olarak kullanılan “deprem değil binalar öldürür” sözü de beklenen İstanbul depreminde asıl tehlikenin dayanıksız binalardan kaynaklandığını göstermekte. Riskli binalarda yaşayanların güvenli binalara taşınması, tüm masrafların devlet tarafından karşılanması, tüm binaların ücretsiz bir şekilde devlet tarafından denetlenmesi, depremde hasar gören hastaneler, okullar dahil tüm kamu

1999 MARMARA DEPREMİ: AFET DEĞİL CİNAYET! 1999 depreminde on binlerce insanı fay hatları değil, kar uğruna yapılan dayanıksız binalar öldürdü. Deprem öncesi alınmayan tedbirler, deprem sonrasında da alınmadı. Ordu, enkaz altında kalan insanları kürekleriyle, buldozerleriyle çıkarmak yerine, düzeni sağlamak üzere, tanklarıyla, silahlarıyla bölgeye gitti. Yetkililer hiçbir iş yapmadığı gibi, tek işleri emekçilerin seferberliğiyle ulaştırdıkları yardımları çöp dağlarına dönüştüren “kriz merkezleri” kurdular. Yaralıların her türlü tedavi hizmetlerine ücretsiz bir şekilde

ulaşmalarını sağlamadılar. Her türlü sağlık yardımına erişimi kolaylaştırmadılar. Dışardan gelen kan bağışlarının “Türk kanına bulaşmaması” gerektiğini iddia eden MHP’li Sağlık Bakanı’nı hala hatırlıyoruz. Tüm bu yaşananlar toplumun geniş kesimlerinde başta hükümet olmak üzere devletin tüm kurumlarına güveninin aşınmasına yol açtı. İlk işleri “kamu düzeni”ni sağlamak Depremde yaşananlar büyük çaplı bir

binalarının güçlendirilmesi milyonlarca insanın hayatta kalması için hemen atılması gereken adımlar. Sermayenin deprem fırsatçılığı Egemenler unuttuğumuzu düşünebilir ama o günlerde yaşananlar hala hafızalarımızda tazeliğini korumakta. İktidardaki DSP, ANAP ve MHP’den oluşan koalisyon hükümeti, on binlerce insanın öldüğü, binlercesinin kayıp olduğu depremi krizden çıkış için bir fırsata çevirdi. Emekçilerin emeklilik haklarını gasp eden “mezarda emeklilik” yasası bir gecede onaylandı. Emekçilere, sermaye lehine kaynak yaratmak adına “deprem vergisi”, “zorunlu deprem sigortası” gibi yeni soygun paketleri dayatıldı. Yurt dışından gelen yardımlar da patronlara dağıtıldı. Deprem sonrası ortaya çıkan korku ve panik atmosferi “kentsel dönüşüm” adı altında yeni rant alanlarının imara açılmasını kolaylaştırdı.

felaket olduğunda bizi nasıl bir durumun beklediğinin ipuçlarını vermeye yeter. Nitekim son yaşanan depremin ardından ordu komutanları, içişleri bakanı, emniyet müdürleri, vali ve cumhurbaşkanı yardımcısı gibi üst düzey bürokratların bulunduğu AFAD toplantısında devlet binalarının, bankaların, AVM’lerin nasıl korunacağı, toplumsal olayların nasıl önleneceği, kısacası “kamu düzeni”nin nasıl sağlanacağı konuşulurken, milyonlarca insanın yaşamının korunması için yapılması gerekenler üzerine bilindik tekrarlardan öteye gidilmedi. Konuyla ilgili kamuoyuna yönelik yapılan tek tartışma Ekrem İmamoğlu’nun toplantıya çağrılıp, çağrılmamasıydı. İmamoğlu da “devlet terbiyesi” gereği bir açıklamada bulunmayacağını söyledi.

MÜCADELE YAŞATIR! İstanbul’da beklenen 7 ve üzerindeki şiddetli bir deprem karşısında ayakta kalamayacağı aşikar olan konutların, işyerlerinin ve kamu binalarının karşısında alacağımız bireysel tedbirler yetersiz. Deprem sonrasında da gerekli yardımların yapılması, yiyecek, barınma, sağlık gibi her türlü ihtiyacı karşılayacak bir düzenin kurulması için kolektif bir çabaya ihtiyacımız var. Böylesi kolektif bir harekete sahip tek sınıf işçi sınıfı. O nedenle işyeri merkezli bir mücadele hayati öneme sahip. Şimdiden işyerlerinde sendikaların depreme yönelik tedbir almaları ve hazırlık yapmaları için harekete geçmeliyiz. 2018 yılından beri yaşanan ekonomik krizin faturasını emekçilere ödeten saldırılar ortadayken, deprem tehlikesinin karşısında hükümetin adım atmasını sağlamak için emekçilerin birleşik mücadele vermekten başka bir yolu olmadığı çok açık.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.