DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
649
5 Aralık 2019 3 TL. sosyalistisci.org
ASGARİ ÜCRET
NET 3200 TL OLMALI!
SADAKA DEĞİL HAKKIMIZI İSTİYORUZ! n 2020’de asgari ücretteki artışı belirleyecek görüşmeler başladı.
n Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda hükümet ve işveren temsilcileri çoğunluğu oluşturuyor. n Hükümet ‘bakın işsizlere’ derken, her türlü teşvik ve afla devlet tarafından kurtarılan patronlar 8 milyon işçi ve ailelerini doğrudan ilgilendiren bir gerçek bir zamma yanaşmıyor. n Yeni yılda daha iyi bir ücretin gündeme gelmesi, işçilerin ve sendikaların birleşik mücadelesiyle mümkün olabilir.
2
GÜNDEM
TERMİK SANTRALLAR KAPATILSIN NATO DAĞITILMALIDIR! 15 Temmuz darbe girişiminin ardından hem iç siyaset hem dış siyaset birbirlerini görülmemiş bir hızla etkilemeye başladı. İç ve dış siyaset daima birbirine bağlantılıdır ancak 15 Temmuz’dan sonra yaşanan tam bir savrulma. Bu savrulmanın boyutlarını görmek için son NATO zirvesine bakmak yeterli. NATO, öncelikli tehdit olarak Rusya’yı görüyor. Fakat NATO’nun bileşenlerinden Türkiye Rusya’dan S400 füzelerini alıp NATO teamüllerinin dışında davranıyor. Avrupa’nın ağır toplarından Fransa’nın cumhurbaşkanı Macron, bugünlerde Londra’da süren NATO zirvesi sırasında yaptığı açıklamada Rusya Devlet Başkanı Putin’in “NATO ile işbirliği konusunda hazırım” açıklamasını “benim NATO'ya ilişkin sözlerimin haklı olduğunu ortaya çıkardı. Terör tehdidi mevcut. Bu nedenle de Rusya ile diyalog içinde olmalıyız. İstanbul buluşmasında dile getirdim. Ukrayna sorununa çözüm bulacağız. 9 Aralık'ta Paris'te Normandiya zirvesini toplayacağız. Avrupa barışının, Rusya ile müzakerenin çerçevesini belirlemeliyiz.” diyerek yorumladı. Macron geçtiğimiz ay, NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini ilan etmişti. Türkiye NATO’yla bir dizi soruna sahip. Türkiye ABD’yle bir dizi soruna sahip. Fransa hem Türkiye’yle hem de NATO’yla sorunlara sahip. Kendi yol haritası konusunda ağır bir bunalım yaşayan NATO, birbiriyle gergin ilişkilere sahip üye iki ülkesi Fransa ve Türkiye’nin eleştirilerini de üzerinde topluyor. ABD NATO’nun YPG konusunda Türkiye’nin istediği kararı almasını engellerken Türkiye de ABD’nin baltık ülkeleriyle ilgili NATO kararını engelliyor. 15 Temmuz savrulması olarak adlandırdığımız durum bu işte. Türkiye, 15 Temmuz’dan önce ABD’ye göbekten bağlı bir durumdayken ve devlet örgütlenmesinin esası bu bağ üzerinden şekillenirken, 15 Temmuz’dan sonra devletin hallaç pamuğu gibi atıldığı koşullarda, ABD’yle mesafelenirken Rusya’ya yakınlaşmanın başladığı yeni bir döneme girildi. Bu yeni dönem üzerinde ise hem AKP teorisyenlerine hem de AKP’yi gerçek güçlerinin çok ötesinde bir şekilde etkileyen ulusalcı-Rusçu-Çinci-Avrasyacı odakların koparttığı yaygaraya prim vermemek lazım. Çünkü, gerçekte, Türkiye ABD-NATO’dan bağımsızlığını kazanmış değil. Bu bağımlılık, Suriye harekatının her bir evresinde kendisini gösterdi. Şimdi yaşadığımız ise zayıflasa da kopmayan ABD ile bağlara, artık, Rusya ile olan bağların da eklenmiş olması. Dış politikanın “stratejistleri” kendilerini deha sanıyorlar ve sayısız hurafeyle toplumun üzerine üzerine geliyorlar ama bu gerçek değişmiyor: Türkiye, uzun vadeli dış ilişkiler perspektifinden kopmuş ve konu odaklı dış politika tarzını benimsemiş durumda. Bu, emperyalizmden bağımsız bir dış politika anlamına gelmiyor. Her bir konuda emperyalist bloklardan birisiyle bağlarını güçlendirmek, başka bir deyişle o emperyalist gücün mevzilenmesinin aracısı olmak anlamına geliyor. Dış politikadaki bu seri savrulma iç politikada da seri bir sağcılaşma ve otoriterleşmeyle elele gidiyor. Bu bütünlüklü gelişmenin sadece ABD’yle ilişkilerin eskisinden bir ölçüde farklı ilerlemesini sol ve sosyalizm adına savunanlar ise dışarda Türkiye’nin bulduğu her fırsatta askeri harekatlara kalkışmasına, içerde ise beka kaygısı anlatısı etrafında geliştirilen sağ-milliyetçi politikalara sol-milliyetçi bir sos katıyorlar. Sosyalistlerin savunması gereken bir suç örgütü olan NATO’nun dağıtılmasıdır. Sadece NATO değil, Suriye’de sayısız insanlık ve savaş suçunun sorumlusu olan Putin ve Rus emperyalizmiyle de bütün askeri bağlar kopartılmalıdır. Türkiye’de işçilerin, yoksulların, kadınların, gençlerin ihtiyacı militarist yeni bağımlılıklar değil, demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet ve insanca yaşamdır.
Termik santrallerden salınan C02 NURAN YÜCE
Kahramanmaraş’ın Afiş-Elbistan ilçesindeki iki kömürlü termik santral yıllardan beri havayı kirletiyor. Türkiye’nin hava kalitesine ilişkin açıklanan 2018 yılı raporunda da bu gerçek bir kez daha teyit edilmiş, Kahramanmaraş Türkiye’nin hava kalitesi en kötü ili olarak yer almıştı. Kasım ayından itibaren ise Afşin-Elbistan termik santrali dahil 15 termik santralin 2022’ye kadar filtresiz çalışmasına izin verecek Madde 50 gündemimize girdi, 21 Kasım’da TBMM’de onaylandı. Cumhurbaşkanı tarafından veto edildiği için bu düzenleme şimdilik askıya alındı. Şimdi yasayı veto etmesinden dolayı Cumhurbaşkanı’na övgüler düzülüyor, kahraman ilan ediliyor ama Madde 50’nin hazırlanmasından veto edilmesine kadar olan süreçte yaşananlar tam bir rezalet. Örneğin Kahramanmaraş Ak Parti milletvekili Habibe Öcal, Tayyip Erdoğan’ın termik santralların filtresiz çalışmasını düzenleyen yasayı veto etmesinden sonra “Milletvekillerimizin çabaları ve aziz milletimizin beklentilerini göz ardı etmeyen Cumhurbaşkanımız ‘önce insan’ diyerek Afşin-Elbistan Termik Santralleri’nin bacalarına filtre takılmasını erteleyen düzenlemeyi veto etti” diyen bir tweet attı. Sonra bu tweeti sildi. Bu silinen mesajda yer alan tek doğru şey “aziz milletin beklentisi”ydi, diğerlerinin gerçekle hiçbir ilgisi yok. Yıllardır şirketleri korudular İlk olarak 2013 yılında özelleştirilen kömürlü termik santrallerin çevre yatırımlarını tamamlamaları için 6446 Sayılı Elektrik Piyasası Kanunu Geçici 8’inci Maddesi ile 2018 yılına kadar süre tanıdılar. 2014 yılında Anayasa Mahkemesi çevre yatırımlarının bu kadar ertelenmesinin anayasaya aykırı olduğu kararı ile Geçici 8’inci Madde’yi iptal etti. Peki Hükümet Anayasa Mahkemesi’nin kararını hayata geçirdi mi? Tabi ki geçirmedi. 2017 yılında Anayasa Mahkemesi bu sefer iki kez, Türkiye’nin en kirli termik santrallerinin 2019 yılının sonuna kadar çevre yatırımlarını tamamlamalarını mecburi kılınmasına karar verdi. Mahkeme’nin bu kararı karşısında hükümet ne yaptı? Şubat 2019’da Madde 45 ile söz konusu santrallere iki yıl daha süre tanınmasını içeren bir düzenlemeyi Meclis’e getirdi. Kamuoyunun yoğun baskısı ile 45. Madde kanun teklifinden
çıkarılarak komisyona geri çekildi. Ama iddia edildiği gibi karşımızda ne “önce insan” diyen ne de mahkeme kararlarını tanıyan bir hükümet var. Tek derdi şirketlerin çevresel yatırımlar için katlanacağı maliyet olan Hükümet son olarak 21 Kasım’da Madde 50 ile termik santrallerin filtresiz çalışmasına 2022’ye kadar izin veren düzenlemeyi tekrar TBMM’nin gündemine getirdi. Bu arada CNN Türk’te, Türkiye’nin dört bir yanında termik santral gerçeğini bizzat yaşanlarda ve genel olarak kamuoyunda termik santrallere karşı oluşan tepkiyi sindirmek için yalanlara dayalı bir yayın yapıldı. Yayında açık açık ‘çevrenin korunması, halk sağlığı diyorsunuz’ ama ‘şirketler çevresel yatırımlar için büyük paralar harcamak zorundalar kalacaklar, işten çıkarmalar olacak, günlerce elektriksiz kalacağız, hiç bunları düşünmüyorsunuz’ denilebildi. Sonunda Madde 50 217 kabul, 36 red oyuyla Meclis’ten geçti. Termik santraller filtresiz çalışsın diye evet oyu verenler arasında Kahramanmaraş milletvekili Habibe Öcal da vardı. Şimdi bu evet oyu verenler Cumhurbaşkanının Madde 50’yi veto etmesini alkışlıyorlar. Söz konusu termik santraller hala filtresiz çalışıyor. 2019’un bitmesine günler kaldı ama bu şirketler yılsonuna kadar filtre takmamaları halinde herhangi bir ceza ile karşılaşmayacaklar. Çünkü Cumhurbaşkanı da veto ederken şirketlere ek altı ay süre tanındı. Ortada alkışlanacak hiçbir şey yok. Türkiye’nin öldüren kömür gerçeği ise var olmaya devam ediyor. Kömürlü termik santrallerin hava, su ve toprağı kirlettiğine, kanser, astım, KOAH, erken doğum, otizm gibi daha bir çok hastalığı tetiklediğine ilişkin çok sayıda bilimsel tespit var. Bir başka gerçek ise kömürün ister filtreli ister filtresiz kullanılsın iklim krizine olan fosil yakıtlardan biri olması. Cumhurbaşkanına Madde 50’yi veto ettiren gücün içinde kömüre karşı oluşan tepkinin payı büyük. Şimdi bu tepkiyi “tüm kömürlü termik santrallerin kapatılması, kömürlü termik santrallerde çalışanların hiçbir hak kaybına uğramadan iklim dostu işlerde istihdam edilmesi” talebiyle büyütme zamanı. Kömürlü termik santraller olmaz ise elektriksiz, işsiz kalırız söylemi doğru değil. Şirketlerin sözcülüğünü yapan, kendisi de şirket gibi davranan AK Parti ve hükümet de Madde 50 sürecinde bir kez daha bunu sergilemiş oldular.
GÜNDEM
DOĞU AKDENİZ VE EGE'DE BARIŞ KIBRIS'TA ÇÖZÜM! VOLKAN AKYILDIRIM
Uluslararası ticaret yolları üzerinde hakimiyet mücadelesi, enerji üretimi ve dağıtımı konusunda kıyasıya rekabet, bölgesel gerilimler ve savaşlar, denizleri de gerginlik ve çatışma alanı haline getirdi. Suriye meselesi nedeniyle Rusya Federasyonu, ABD, İngiltere ve Fransa gibi devletlerin önemli bir deniz gücünün bulunduğu Doğu Akdeniz'de ise askeri hareketlilik artıyor. Kıbrıs kıyılarından Ege'ye uzanan bu hareketliliğin sebebi, Doğu Akdeniz'de keşfedilen hidrokarbon yatakları. 2000'lerin başında bazı bilimsel bulgulara dayanılarak Kıbrıs etrafında zengin doğalgaz kaynaklarının bulunduğu ileri sürülmüştü. 2010'da zengin hidrokarbon kaynaklarının keşfi ile dev enerji şirketleri bölgeye doluştu. Türkiye'nin 1974'ten bu yana kuzeyini askeri kontrolünde tuttuğu Kıbrıs adasının etrafı parsellere ayrıldı. Güneydeki Kıbrıs Cumhuriyeti, kendi parsellerini ihaleye açıp dev şirketlere sondaj ruhsatı verirken, küresel güçlerin tanımadığı KKTC etrafında Ankara kendi sondaj faaliyetine başladı. Türk savaş gemileri ve ABD 6. filosu gibi Doğu Akdeniz'e demir atan bir çok askeri güçle birlikte sular daha ısındı. Kıbrıs Cumhuriyeti ile Türkiye'nin ilan ettiği parselllerin önemli bir kısmında yaşanan ihtilaf sonucu sert açıklamalar ve karşılıklı askeri tatbikatlar geldi. Gerilimin tarafları Doğu Akdeniz'deki gerilimin bir tarafında Türkiye ve ona bağlı KKTC yönetimi duruyor. Diğer tarafındaysa Mısır ve onunla anlaşmalar yapan Kıbrıs Cumhuriyeti ile Yunanistan, Avrupa Birliği, İsrail ve ABD var. 2000'lerin başında Kıbrıs Cumhuriyeti başta olmak Lübnan, İsrail ve Suriye ile ayrı anlaşmalar imzalayan Mısır, Doğu Akdeniz'deki hegemonik güç. 2018 itibarıyla bölgenin ana doğalgaz dağıtımcısı haline geldi. Mısır gibi doğalgaz dağıtımcılığına yönelen İsrail'in de Kıbrıs adası etrafındaki parsellerde sondaj anlaşması var. Mısır'da Arap Baharı sırasında kurulan Müslüman Kardeşler hükümeti, hidrokarbon kaynaklarından pay almak isteyen AKP için bir şans olarak görülmüştü. Fakat Mısır ordusu darbe yaptı ve başa General Sisi geldi. Mısır'daki darbeci yönetimle derin anlaşmazlıklara sahip olan AKP iktidarı, Doğu Akdeniz'de söz sahibi olan başlıca güçle kavgalı durumda. 2010 yılında Mavi Marmara'ya yapılan saldırı sonrası, İsrail ile ilişkilerk koptu. Erdoğan yönetimi Mavi Marmara konusundaki taleplerini geri çekse de İsrail yönetimi tarafından düşman olarak görülüyor. Yunanistan ve Avrupa Birliği de Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tarafında. AB, Türkiye'yi sondaj faaliyetlerine son vermediği için yaptırımlarla cezalandırmaya başladı. Türkiye kapitalizmine en çok yatırım yapan ve dış kredi finansmanını sağlayan devletler topluluğu Ankara ile tarihi bir anlaşmazlık içinde.
ile karşı saflarda bulunuyor. Avrupa'ya doğalgaz satan Rusya ise Kıbrıs Cumhuriyeti ve bölge devletleriyle kendi anlaşmalarını yapmışken Ankara'yı yalnız bıraktı. Tek "dost" Erdoğan yönetimi bu "değerli yalnızlığa" son vermek için Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile bir anlaşma imzaladı. Ancak bu hükümet Mısır başta olmak üzere Türkiye'nin bölgesel rakipleri tarafından tanınmıyor. Libya ile yapılan anlaşma, Ankara'nın bugüne kadar bir parçası olmayı reddettiği BM uluslararası hukukuna dahil olması ve kendi tezlerine destek olacak bir devlet bulmanın ötesinde anlam taşımıyor. Askeri güç ve hareketlilikle fiili bir durum yaratmak isteyen Ankara, Yunanistan ve Avrupa Birliği'ne karşı da "mülteci kozunu" ileri sürüyor. AKP hükümetinin zik zaklı dış politikası sonucu Türkiye büyük bir krizin ortasına yuvarlanmış durumda. Kıbrıs'ta çözümü engelleyenler, karşılarına bir duvar örülmesine yol açtılar. Gerilim ve çatışmaya hayır! Birçok orduyu barındıran, bölünmüş Kıbrıs adası gibi Doğu Akdeniz de sıcak çatışma potansiyelleri taşıyan bir soğuk savaş alanı haline geldi. Bu durum Doğu Akdeniz'e kıyısı bulunan devletlerde yaşayan işçilerin ve emekçilerin aleyhinedir. n Kıbrıs halkının yıllar boyunca altında yaşadığı soğuk
savaş durumu yeniden canlandırılıyor. Kıbrıslı işçiler çözüm isterken, çözümsüzlük derinleştiriliyor.
n Ankara ve Atina'daki milliyetçilerin rekabeti, daha faz-
la askeri harcamaya sebep oluyor. Faturayı Türkiyeli ve Yunanistanlı işçiler ödüyor.
n Türkiye ile Mısır ve İsrail arasında, altemperyalist dev-
letler arasındaki anlaşmazlıkların büyümesi bu ülkelerde yaşayan işçilerin aleyhine ekonomik ve siyasi sonuçlar doğuruyor.
n Emperyalist devletler ve küresel şirketlerin Doğu Ak-
deniz'deki imtiyaz mücadelesi ve çıkarları, bölgede yaşayan işçilerin ve emekçilerin aleyhinedir.
Yunanistan ve Türkiye kapitalizmi arasındaki tarihsel Ege anlaşmazlıkları ve askeri rekabet de canlandı.
n Türkiye'ye uygulanan ve yenileri gelebilecek olan yap-
ExxonMobil'in Doğu Akdeniz'e gelişiyle birlikte, ABD soruna dahil oldu. Trump yönetimi bu krizde Türkiye
Sosyalistler, Doğu Akdeniz ve Ege'de barıştan yanadır. Kıbrıs’ta siyasi çözümden yanayız.
tırımların bedelini işçiler ve yoksullar ödeyecek.
3
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
HRANT DİNK, TAHİR ELÇİ VE BARIŞ MÜCADELESİ Türkiye, bütün bir ömrünü barışa adamış insanların bir çırpıda katledilebildiği bir ülke. Geçtiğimiz hafta, ömürlerini barışa, gerçeklerin ortaya çıkartılmasına adamış iki insanla ilgili gelişmeler yaşandı. Hrant Dink’in ikinci dönem duruşmaları diyebileceğimiz ve öldürülmesinde ihmali ya da doğrudan katkısı bulunan kamu görevlilerinin de yargılandığı davaların 100. duruşması gerçekleşti. Hrant’ın Arkadaşları olarak, 100. duruşmada da adalet nöbetine katıldık. Hrant Dink’in öldürülmesinin üzerinden neredeyse 13 yıl geçti. Ama hala cinayet, tüm kapsamıyla açığa çıkartılabilmiş değil. Devlet, o dönem hedef tahtasına hangi karanlık örgütlenmeyi aldıysa, Hrant Dink cinayetinden o sorumlu tutuluyor. Oysa çok net bir şekilde bildiğimiz gibi devlet mekanizmasının hemen her katmanından görevlilerin karanlık örgütlenmeleri, medyanın ırkçı hedef göstermeleri, yargıda kasıtlı cümle kaydırmalar ve çarpıtmalarla hazırlanan iddianamelerle gerçekleştirilen yargılamalar, 301. Madde gibi ayrımcı ve insan hakları aktivistlerini “ötekileştirici” bir işlev gören yasanın hedef tahtasına alması, siyasilerin Ermeni Soykırımı üzerinden Hrant Dink’e yönelik nefret söylemini sık sık kullanmaları, içinde ırkçı, derin devletle bağlantılı isimlerin Hrant Dink’i yargılandığı davalarda rahat bırakmamaları ve giderek bir linç havasının örgütlenmesi, 2007 yılının 19 Ocak’ında gerçekleşen cinayetin taşlarını döşeyen gelişmelerden bazıları. Hedef göster-linç örgütle-katlet! Oysa, Hrant Dink, ne kendisini hedef gösterenlerin iddia etikleri türden şeyler söyleyen ya da yazan birisiydi ne de halkların eşit koşullarda bir arada yaşamasının, ama gerçekleri bilerek yaşamasının dışında bir amacı vardı. Hrant Dink, kelimenin tam anlamıyla bir barış insanıydı. 18 Kasım 2006'da "Pen Award fikir ve düşünce özgürlüğü ödülü"nü alırken şunları söylemişti: “Biliyorsunuz bazıları Başkan Bush gibi demokrasiyi ihraç etmek için başka yöntemlerle çalıştılar. Bunun için de bombaları kullandılar. Irak'ı bombaladılar. Onun silahlı kuvvetleri vardı. Ama dünyadaki insanların bir de silahsız kuvvetleri var. O silahsız kuvvetler bizleriz. Bizim silahımız bomba değil, bu ödüller. Keşke biz, Bush'tan önce davransaydık. O Irak'a bombaları yollamadan önce biz Irak'a ödüller yollasaydık. Ben onun için size şunu hatırlatmak istiyorum. Biz çok güçlüyüz gücümüzün kıymetini bilelim.” Hrant Dink katledildi. Aynı yöntemle, “hedef göster-linç örgütle ve katlet” yöntemiyle aramızdan çekip alınan bir diğer barış insanı da Tahir Elçi’ydi. Geçtiğimiz hafta Tahir Elçi’nin katledilmesinin 4. yıldönümüydü. Katıldığı televizyon programında fikirlerini söyledi, söyledikleri milliyetçi bir saldırganlıkla çarpıtıldı, hakkında savcılık soruşturması başlatıldı, nefret dalgasıyla yüz yüze kaldı ve bir basın açıklaması yaparken katledildi. Tahir Elçi, ölmeden kısa bir süre önce konuştuğu basın açıklamasında, “Buradan bir çağrı yapmak istiyoruz. Biz bu tarihi bölgede, birçok medeniyete beşiklik etmiş ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede insanlığın bu ortak mekanında çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar çatışmalar silahlar operasyonlar bu alandan uzak olsun diyoruz.” demişti. Tıpkı Hrant Dink gibi kardeşlik, barış, eşitlikten başka bir perspektifi yoktu. Onu da aramızdan aldılar. İki insan hakları aktivistinin anısı barış mücadelemize ışık tutmaya devam edecek.
4
DÜNYA
ŞİLİ’DE KADINLAR MÜCADELENİN EN ÖNÜNDE
COP25: SALONDA ÇÖZÜMSÜZLÜK SOKAKTA ALTERNATİF ZİRVE Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP25), İspanya'nın başkenti Madrid'de 2 Aralık’ta başladı. Zirve 13 Aralık’ta sona erecek. Aslında Şili’de gerçekleştirilmesi gereken zirve Şili’deki neoliberalizm karşıtı kitle eylemleri nedeniyle İspanya’ya alındı. Her yıl, iki hafta boyunca ülkeler iklim kriziyle mücadelede neler yapmaları gerektiğini tartışıyorlar. Bu yıl 25. kez biraraya geldikleri için COP25 deniyor. Zirvenin en önemli konusu olan karbon emisyonu vergileri ve ticareti yıllardır karbon salımını azaltma konusunda ciddi bir adım oluşturamasa da hala devletlerin en çok önem verdiği konu olmaya devam ediyor. Bu zirveden de devletlerin 2030’da sıfır karbon emisyonuna geçmeleri için gereken ciddi adımları atmaları beklenmiyor. Konferansın açılış konuşmasını yapan BM
Genel Sekreteri António Guterres insanlığın önünde net bir tercih bulunduğunu, bunun ya dönüşü olmayan yola girmek ya da 2050 yılına kadar atmosfere salınan ve atmosferden çekilen sera gazlarını eşitlemek olduğunu söyledi. Bu sözler bile BM’nin hedefinin gezegenin çıkarlarıyla uyumlu olmadığını gösteriyor. Guterres iklim acil durumu ve sıfır karbon politikası demiyor. Zirve sırasında dünyanın dört bir yanından gelen aktivistler bir haftalık bir alternatif iklim zirvesi düzenleyecek. Bu alternatif zirvede antikapitalizmden, su hakkına, yerli halkların mücadelesinden, iklim göçüne kadar yüzlerce başlıkta toplantı olacak. 6 Aralık Cuma günü ise Madrid’de çok büyük bir yürüyüş olması bekleniyor. 29 Kasım’daki küresel iklim grevinde Madrid’te 150 bin kişi sokağa çıkmıştı.
4. KÜRESEL İKLİM GREVİNE KİTLESEL KATILIM
Santiago
Şili feminist hareketin en güçlü olduğu ülkelerden biri dünyada. Kadın hareketi 2016’daki Ni Uno Menos (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz) ve ardından MeToo (Ben de) hareketiyle birlikte 2019’a kadar kadına yönelik şiddete ve baskılara karşı çok büyük eylemler düzenlemişti. 2019’daki 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde 350 bin kadının başkent Santiago’da, 800 bin kadının ise ülke genelinde sokağa çıkması birkaç ay sonraki ayaklanmanın habercisi gibiydi. Kadınlar sadece kürtaj hakkı, taciz ve tecavüz gibi konularda değil sosyal adalet konularında da slogan attılar. Ekim ayında ise lise öğrencilerinin başlattığı ulaşım zammı protestosu hızla hükümet ve neoliberalizm karşıtı bir kitle hareketine dönüşmüştü. Lise öğrencileri içerisindeki genç kadınların çokluğu da gösterilerde göze çarpıyordu. Sokaklara çıkan ve genel grev örgütleyen yüzbinler arasında kadınlar hemen her karede en önde yer alıyordu. Çok sayıda kadın polis şiddetine maruz kaldı, öldürüldü, gözaltına alındı, işkence gördü, onlarcası plastik mermiler nedeniyle gözünü kaybetti. Devlet şiddetini protesto eden de yine kadınlar oldu. 1 Kasım’da başkent San-
tiago’da sokağa inen 1000 kadın “sessiz yürüyüş” adını verdikleri yürüyüşte siyahlar giyerek ve ellerinde çiçek taşıyarak iki hafta süren gösterilerde ölenler ve yaralananlar için adalet talep etti. Şili’de gösterilerin sembolü haline gelen bazı kadınların şüpheli ölümleri hem ülkede hem dünyada yankı uyandırmıştı. 20 Ekim’de başkent Santiago’da cansız bedeni demir parmaklıklara asılı olarak bulunan Sokak Sanatçısı Daniela Carrasco’nun gözaltında işkence ve tecavüz sonrası öldürüldüğü iddia edilmiş ancak feminist avukatlar durumun henüz belli olmadığını söylemişti. Bu şüpheli olayın ardından da 22 Kasım’da gazeteci ve fotoğrafçı Albertina Martinez Burgos evinde bıçaklanarak öldürülmüş şekilde bulundu. Martinez’in polis şiddetini fotoğraflayarak medyaya geçtiği söyleniyordu. Bu ölümlerin ardından 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde binlerce kadın sokaklara indi. Feminist örgüt Las Tesis ise aynı gün Şili Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Bakanlığı önünde tecavüzcülere karşı danslı bir protesto gerçekleştirdi.
Londra’da iklim grevine katılan öğrenciler
Fridays for Future (Gelecek İçin Cumalar) tarafından 29 Kasım Cuma günü için ilan edilen dördüncü küresel iklim grevinde 157 ülkede 2.300 kadar noktada yüzbinler bir kez daha sokaklara indi. Eylemlerin en büyük olduğu ülke Almanya oldu. 630 bin kişi sokağa çıktı. Hamburg’ta 50 bin, Berlin’de 60 bin kişi grevlere katıldı.
12 Aralık’ta genel seçimlerin gerçekleşeceği İngiltere’de de binlerce kişi sokaktaydı. Eylemciler İngiltere’de bir süredir sürmekte olan üniversiteler grevine de destek verdi ve grevler birleşti. Grevlerin en önemlisi 2-13 Aralık tarihleri arasındaki COP25 Zirvesi’nin gerçekleşeceği Madrid’te oldu. Zirve öncesi devletlere baskı yapmak için 150 bin kişi sokağa indi.
İKLİM KRİZİ
İKLİM OHAL’İ İLE YÜZLEŞMEK TUNA EMREN
Gezegenin sınırlı kaynaklarını, sınırsız büyümeye ihtiyaç duyan ekonomiyi ayakta tutmaya çalışarak tükettiğimiz için bu haldeyiz; nam-ı diğer OHAL’de. Artık önümüzde pek fazla seçenek kalmadı. Bu, gerçek bir kriz. İklim krizini çözebilmek için küresel ısınmayı 1,5C’de sınırlandırmak ve bunu en geç 2050’ye kadar başarmak zorundayız. Fakat iki önemli noktayı hatırlatmakta fayda var. Birincisi, 2050’ye dek başarmanın yolu, 2030’u hedeflemekten geçiyor. İkincisiyse şu; krizin yıkıcı sonuçlarını önleyebileceğimiz noktayı çoktan geride bıraktık. Diğer bir deyişle, ısınmayı 1,5C ile sınırlandırmak, bizi iklim değişimi kaynaklı felaketlerden koruyamaz; sadece sayısı, sıklığı ve etkilerini azaltabilir. Hükümetlerin bu gerçekleri 30 yıldır bildiği, buna rağmen bizi ve gezegeni değil, bizzat krizi yaratan fosil yakıt şirketlerini koruma altına almayı seçtiklerini de unutmayalım. IPCC’nin 1,5C’lik Isınma raporunda açıkça belirtildiği üzere; aşılmaması gereken üst sınırımız bu; yani 1,5C. Her yarım derecelik artış, küresel ekosistemler ve insan yaşamı için yıkıcı etki yaratıyor. CarbonBrief’in, IPCC raporu üzerine yaptığı analiz, 1,5 ile 2C’nin farkını özetlerken ısınmadaki en ufak artışın bile ne kadar büyük felaketlere yol açacağını gösterdi. Örneğin, 1,5C’de bitkilerin %8’ini kaybederken, 2C’de %16’sına veda etmek zorunda kalırız. Dahası, 2C’yi görürsek, 3C’lik ısınmayı önleme şansımız azalır. Çünkü ısınan okyanuslar daha az CO2 emer, böylece atmosferdeki sera gazı yoğunluğu artar, ve bu esnada Yağmur Ormanları’nın %40’ını kaybedeceğimiz için atmosfere salınan miktarın ikiye katlanmasını önleyemeyiz. 3C’ye ulaşırsak, bitkiler fotosentez döngülerini gerçekleştirmekte zorlanacağı için ısınma hızla 3,5C’ye doğru ilerler. Sonuçta nehirlerin kuruyup, yer altındaki içme suyu kaynaklarının zehirlendiği bir dünyada yaşamak zorunda kalabiliriz. Buradan sonra ısınmayı durdurma ya da yavaşlatma
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE SEBEP OLAN ŞİRKETLERE KARŞI ANTİKAPİTALİST BİR TUTUM…
şansımız yok. Bir mucize gerçekleşmezse 4-5C’yi de görür, kutuplarda buzulların kalmadığı, deniz seviyesinin metrelerce yükseldiği, okyanus ekosistemlerinin çöktüğü, bir yandan suya ve gıdaya erişim sorunları yaşarken diğer taraftan iklim felaketleri yüzünden sıkça yer değiştirmek zorunda kaldığımız bir gelecekte ayakta kalabilmek için yürüteceğimiz çaresiz stratejileri konuşuyor oluruz. Milyonların katılımıyla her geçen gün çığ gibi büyüyen iklim grevlerinde, başımıza gelebileceklerin farkında oldukları için “Geleceğimizi çaldınız!” diye haykıran gençleri küçümsüyor, yüzümüze doğru hızla yaklaşan trene gülüyoruz. Oysa haklılar; gelecekleri çalındı. Kimse 3C’lik ısınma değerine ulaşan bir gezegende, alışkın olduğu türden bir yaşam sürdürebileceği yanılgısına kapılmasın. Bilim, bu krizden kurtulmanın tek yolunun, “2030’da sıfır karbon” hedefine odaklanan uluslararası bir eylem planını harekete geçirmek olduğunu gösterdi. Buna hemen, şimdi başlamak zorundayız. 2030 elbette iddialı bir hedef. Fakat iklim değişiminin yaratacağı felaketleri azaltmak istiyorsak buna mecburuz. Fosil yakıt kullanımına tamamen son vermek ve sıfır karbon ekonomisine doğru kademeli bir geçiş yapmaktan başka şansımız kalmadı. Birleşmiş Milletler’in, geçtiğimiz günlerde sunduğu yeni emisyon raporu; ‘Ya şimdi ya hiç’, diyor; “Paris Anlaşması’nda sunulan taahhütlere güvenir de bununla yetinirsek, bu yüzyıl sonlanmadan 3,2C’lik artışa tanık olacağız.” 2030’a odaklanan sıfır karbon hedefini en az risk ve akla en uygun senaryolarla başarmanın yol haritaları mevcut. Karbondan arınmak için esaslı dönüşümlere ihtiyaç var. Ama önce iklim adaletinin, sosyal adalet sorunu olduğunu görmeliyiz. Yenilenebilir enerji sistemlerine dayalı sıfır karbon ekonomisine geçiş sadece bir zorunluluk değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal adaletin küresel ölçekte tesis edilebilmesi adına, tarihte ilk kez yakaladığımız benzersiz bir fırsat.
29 Kasım Kadıköy
29 Kasım’da, dördüncü küresel iklim grevi gününde, İstanbul’da Yokoluş İsyanı, Antikapitalist Öğrenciler ve Gelecek İçin Cumalar (FFF) birer etkinlik düzenlediler. İklim hareketinin liseli aktivistlerine, bu eylemlerle ilgili görüşlerini sorduk. TİBET ŞAHİN: “GERÇEK BİR SİSTEM DEĞİŞİKLİĞİ İÇİN MÜCADELE EDİYORUZ” Antikapitalist Öğrenciler ile yaptığım ilk eylem oldu, bu açıdan çok mutluyum. Umarım kış sezonundan sonra Nisan’da çok daha kalabalık olacağız. Eylem esnasında davul çalmış olmak da beni mutlu etti, insanın kendisini siyasetin bir şekilde içine sokması ona bir mutluluk veriyor zannediyorum. Antikapitalistler ve Antikapitalist Öğrenciler’in iklim krizi mevzusuna daha bütüncül bir şekilde yaklaşabiliyor olmaları, eylemleri çok daha değerli kılıyor; çünkü bizce olay farkındalık yaratmak değil gerçek bir sistem değişikliği yaratmak. En gencinden yaşlısına kadar eylemimize sokakta şahit olmuş herkesin iklim krizinden haberi vardı zaten diye düşünüyorum; genel olarak artık neredeyse herkesin var. Bu yüzden eylem bir şeyi öğretme amacıyla yapılmış değil, siyasi talepler amacıyla yapılmıştır. Apolitik olmadan, antikapitalist tutumumuzla iklim değişikliğini ve buna sebep olan şirketleri protesto etmek bizim için şu anlık en gerçekçi adım. Çok daha büyük grevler, şirketlerin boğazına sarılabilecek kalabalıklar dileğiyle... SELİN GÖREN: “DÜNYADAKİ KÜRESEL İSYANLA İKLİM GREVLERİ BİRBİRİNİ DESTEKLİYOR”
Şehirlerin üzerindeki tehdit: Kuraklık
5
Bugün bizim için çok önemli bir gündü. Bir sürü insan için Black Friday (Kara Cuma)
önemli ama biz bunu protesto ederek bugüne farklı bir anlam kattık. İnsanlar indirimlerle alışverişe zorlanıyor. Kapitalist sistem insanları sevdiklerine pahalı hediyeler almaya teşvik ediyor. Bizse burada takas şenliği düzenledik. İhtiyacınız olan bir şeyi buradan alırsanız çok daha fazla anlamı olabilir. İkinci el ürünler aldığımız için de doğaya zarar vermiyoruz. Dünyada devam etmekte olan gösteriler ve isyanlarla iklim hareketi arasında ciddi bir etkileşim ve kardeşlik var. Bütün bu isyanlar mevcut düzene karşı çıkıyorlar. Bir şeylerin doğru gitmediğini, insanların oy verdiği politikacıların insanların dilediğini yapmadığını gösteriyor. Dolayısıyla demokrasiyi ve adaleti talep eden bu isyanlarla iklim hareketi elbette ki bağlantılı. İnsanlar eşitlik istiyorlar. İklim kriziyle eşitliğin çok alakası var. Örneğin az gelişmiş bölgelerde kadınlar eşitsizlik nedeniyle iklim krizinden çok daha fazla etkilenecekler. Adaleti etkileyen her şey iklimi de etkiliyor, birbirini destekliyor bu gösteriler. MELİSA AKKUŞ: “İNSANLAR BİRLİK İÇERİSİNDE” Geçtiğimiz yıldan beri çevreyle ilgili çok fazla uğraş içerisindeyim. Özellikle iklim kriziyle ilgili durum her geçen gün kötüleşiyor. Dolayısıyla dünyanın genelinde birçok ülkede öğrenciler harekete geçti. İklim hareketi gençler arasında hızla yayıldı. Çeşitli grevler ve etkinlikler düzenlendi. Bugün de Kadıköy’de Tasarım Atölyesi’nde takas şenliği yapıyoruz. Az önce Birileri grubu sahne aldı. Şimdi de Teneke Trampet sahne alacak. Her şey beklediğimiz gibi gidiyor, insanlar paylaşmayla ve takasla bütünleşiyorlar, beklentilerimiz karşılanıyor. İnsanlar birlik içerisinde ve herkesin yüzü gülüyor.
6
KÜRESEL İSYAN
YİRMİ YIL ÖNCE Charlie Kimber 20 yıl önce Seattle’da Dünya Ticaret Örgütü’nün protestoları sırasında patlayan ve tüm dünyanın ezilenlerine ilham veren antikapitalist hareketi özetliyor.
Seattle 99
Yirmi yıl önce, Dünya Ticaret Örgütü toplantısı sırasında-
Toplantıda 40 konuşmacı 10 saaten fazla bir süre ara vermeksizin dikkatle dinlendi. Kapitalizmi yıkma ve DTÖ’nün önceliklerini tümüyle reddetme çağrısı yapan konuşmacılar gürültülü alkışlarla karşılandı.
Amerika’da Seattle’daki gösteriler, dünyaya hükmeden elitlere karşı keskin bir öfkenin olduğunu gösterdi ve “antikapitalizm” ifadesini popüler hale getirdi.
Yürüyüş
ki gösteriler, sokak işgalleri ve isyanlar politik ve ekonomik sistemin merkezine karşı yeni bir mücadele biçiminin doğuşunu müjdelemişti.
Patronların dergisi The Economist 10 yıl önce şöyle yazdı: “Protestocular Üçüncü Dünya’nın yoksulluğunun zamanımızın en acil ahlaki ve ekonomik sorunu olduğunu söylerken son derece haklıydılar. Ayrıca, küreselleşmenin dalgalanmaları güçlü olsa da geri döndürülebilir derken de haklılar. Gerçek şu ki, bu iki konu protestocuları haklı kılıyor ve en önemlisi son zamanlardaki yaygın görüş onlara yönelik sempatinin artması, ki bu son derece tehlikeli.” Aktivistler protestolar için aylar öncesinden hazırlık yapmaya başlamıştı. DTÖ, ekonomik küreselleşmenin getirdiği tüm sorunların sembolü olarak seçilmişti. DTÖ’nün ticaret ilkeleri çevrenin imhasını teşvik ediyordu. Bu, yıkıcı borçlarını ödemekte zorlanan fakir ülkeler için önemliydi. Bu ilkeler aynı zamanda çokuluslu şirketlerin her şeyin kontrolünü almasının önünü açıyordu. Seattle kapitalist evrenin efendileyimiş gibi tutum alanlara karşı bir meydan okumaydı.Ana gösteriden günlerce önce, 2500’den fazla insan “Küreselleşme, DTÖ ve Alternatifler” başlıklı toplantıya katıldı. Saat 6.30’da 150 kişi boş yer bulmak için bilet kuyruğundaydı ve gişelerde iade biletler aşırı fiyatlara satılıyordu.
DTÖ toplantısının başlamasından bir gün önce, binlerce aktivist çevresel yıkımı protesto etmek için sokaklarda yürüdü.
Polisin saldırıları yoğunlaştığında, şehrin eteklerinde bir gösteri düzenlemekte olan 25 bin sendikalı işçi yürüyüşe geçti. Sendika liderlerinin planı radikallerden ayrı durmaktı, ama önce birkaçı, sonra binlercesi onlara katıldı. Bu, ünlü “nakliyat işçileriyle kaplumbağaların birleşmesi” anıydı. Polis daha kararlı bir şekilde göstericilerin üzerine çullandı; ses bombaları atmaya ve birçok kişiyi tutuklamaya başladılar. Ama protestocular kazandı. DTÖ ciddi bir şekilde sarsıldı.
Bazıları, yasalar yoluyla DTÖ’nün türleri yok edici etkisinden korunmak gerektiğini vurgulamak için deniz kaplumbağası gibi giyinmişti. Akşamın erken saatlerinde 5000 kişi “Üçüncü Dünya’nın borçları iptal edilsin” diyerek bir insan zinciri oluşturdu ve DTÖ’nin açılış galasının yapıldığı yere doğru yürüyüp orayı kuşattı. Şiddetli yağmur altında, “Sırıslıklam ıslandık, borçları iptal edin!” diye bağırdılar. Konferansın başlamasının planlandığı sabah erken saatlerde, binlerce kişi konferans merkezinin çevresindeki ana kavşakların kontrolünü ele geçirdi. Kol kola girerek caddelerdeki malzemelerle tüm yolları kapattılar.
Ertesi gün, şehirde “protestodan arınmış bölge” oluşturabilmek için, yüzlerce Milli Muhafız birliği ile birlikte daha fazla polis bölgeye sevk edildi. Sendikacılar ve diğerleri yürüyüşe başladıklarında saldırıya uğradılar ve yüzlercesi otobüslerle hapishanelere gönderildi.
DTÖ’nün yaldızlı elitleri otellerinden çıktılar ve kendilerini aşamayacakları kalabalıkların arkasında buldular. Konferansın sabah yapılması planlanan seansları iptal edildi. Barikatları güçlendirmek için şehrin en yoksul semtlerinden yürüyerek gelenlerle birlikte, protestocuların sayısı giderek artıyordu.
Gösterilere katılanları değiştirdi. 1000 km’den fazla yoldan Seattle’a gelen Amber Pattison, “buraya kaplumbağaları öldürmelerini protesto etmek için geldim. Dünyayı ters yüz etmeye kararlı bir şekilde dönüyorum” diyordu.
Okullardan çıkan öğrenciler de protestolara katıldı. Çok öfkelenmiş olan polis göz yaşartıcı gaz ve plastik mermilerle protestoculara saldırdı. Ama barikatları yıkamadı.
Devam Buna rağmen protestolar, otoritenin kontrolü kaybettiğini vurgulayarak, daha düşük seviyede de olsa iki gün daha devam etti. Çok büyük bir zaferdi. Neoliberal saldırganlığın durdurulabileceğine dair umudunu kaybetmiş olanlara yeni bir umut verdi.
İngiliz sosyalist Chris Harman sonrasında şöyle yazıyordu: “Bazen bir etkinliğin simgeselliği o etkinliğe doğrudan katılan insan sayısının çok daha ötesinde bir önem kazanmasına yol açar. Gösteriler çok da büyük değildi. Ama çok çok önemli bir şeyin başlangıcı oldular. Nere-
KÜRESEL İSYAN
deyse tam on yıl önce Berlin Duvarı’nın yıkılışı sosyalizmin sonu olarak sunulmuştu, kapitalizm artık insanlık tarihinin geri kalanının tümüne hakim olacaktı. Seattle ise yeni bir mücadelenin doğumunu müjdeledi.” Protestolar siyasi bir genelleştirme sürecini yansıttı. Hedef alınan sistemin kendisiydi, herhangi bir belli adaletsizlik değil. Seattle’dan sonra, çeşitli neoliberal toplantılarda tekrar tekrar gösteriler yapıldı. Bu gösteriler Temmuz 2001’de Genova’da yapılan G8 zirvesinde doruk noktasına ulaştı. Polisin genç bir protestocu olan Carlo Giuliani’yi öldürmesinden sonra 300 binden fazla kişi gösterilere katıldı. Ocak 2001’de Brezilya’nın Porto Algre kentinde yapılan yıllık Dünya Sosyal Forumu, organizasyon, tartışmalar ve teoriler için bir odak oldu.
AMAZON ORMANLARINI YAKAN LEONARDO Dİ CAPRİO
Seattle’dan sonra antikapitalizmin yükselişi solun önüne yeni mücadele alanları koydu. Gerekli ilk adım protestonun son derece pozitif olduğunu görmekti.
Amazon, dünyada kalan yağmur ormanlarının yarıdan fazlasını oluşturuyor. Dünyadaki bitki ve hayvan türlerinin yarıdan fazlasına ev sahipliği ediyor.
Soldaki hiç kimse bunu beceremedi. Bazıları protestocuları “şiddet yanlısı” olmakla suçlandı. Bazıları milliyetçi oldukları için olarak protestoların yanlış olduğunu düşündü.
Bu ormanlar, dünyada yaşayan herkesin soluduğu havanın temiz olmasını sağlıyor. Her tarafta fabrikaların, elektrik santrallerinin, uçak ve arabaların havaya saldığı karbon dioksiti bu ormanlar emiyor. Amazonlara ‘Gezegenimizin akciğerleri’ denmesinin nedeni bu.
Bazıları ortaya çıkan yeni dil ve insanların el işaretleri ile anlaştığı toplantılar nedeniyle hareketi beğenmedi.
Hareketler hem memnunsuzluktan doğar hem de memnunsuzluğu ifade etmenin yeni yöntemlerini yaratır Seattle gösterilerinin örgütleyicilerinden biri olan anarşist Chris Dixon çelik işçileri ve “Önce Dünya!” adlı çevreci grubun nasıl bir araya geldiğini şöyle yazar: “Çelik işçileri 1999’un başlarında lokavt ilan etmiş olan Kaiser Aluminum ile uzun zamandır mücadele ediyordu. Kaiser, Maxxam’ın bir şirketiydi ve ünlü CEO Charles Hurwitz tarafından yönetiliyordu. Aynı grubun Pacific Lumber adlı bir şirketi daha vardı ve kuzey Kalifornia’da yetişkin kızılçam ormanlarını yok ediyordu. ‘Önce Dünya!’ 1980’lerden beri bu ormanları korumak için eylemlere katılmaktaydı. Ortak düşmanlarını belirledikten sonra, işten atılmış çelik işçileri ve orman savunucuları protestolarını birlikte örgütlemeye ve grev hattında ve ağaçların altında beraber zaman geçirmeye başladılar.”
En iyi yanıt ne kadar çok öğrendiğimizin farkına varmaktı. İnsanlara nutuklar atıp, onlardan enerjilerini el üstünde tuttuğumuz projelerimize akıtmalarını istemeden yapamadık.
Önemli simgesel olaylar arasında 1994 başında Meksika’da Chiapas’da Zapatista ayaklanması, 1995’te Fransa’da kamu sektörü grevi ve 1998’de Endonezya’da 31 yıldır ülkeyi yöneten diktatör Suharto’yu deviren kitle hareketleri sayılabilir. Yeni hareketler hem memnunsuzluktan doğar hem de memnunsuzluğu ifade etmenin yeni yöntemlerini yaratır.
GÖRÜŞ Roni Margulies
29 yaşındaki Naomi Klein’ın No Logo’su gibi kitaplar (Seattle protestolarından önce yazılmış ve sonra basılmıştır) büyük bir aktivist kitlesi tarafından okunmuş ve tartışılmıştır. Otuzdan fazla dile çevrilmiş ve tüm dünyada bir milyondan fazla satmıştır.
En etkisiz yaklaşım, yeni enerjinin tamamını eski kanallara akıtmaya çalışmak oldu.
Seattle ayaklanmasının derin kökleri vardı. Rusya ve Doğu Avrupa rejimlerinin 1980 sonunda çöküşünün ardından, dünyanın büyük bir bölümünde neoliberal ekomonik ve sosyal şok tedavisi acımasızca uygulanmaya başlandı.
7
Hepimizin üzerinde anlaştığı %80’in üzerinde durmak gerekiyordu, anlaşamadığımız %20’nin değil. Ayrıca sosyalistlerin de katkıda bulunabileceği şeyler vardır. Her şeyden önce, değişimin yalnızca işçi devrimi ile mümkün olduğu ısrarını ortaya koyabilirdik. Fransız devrimcisi Daniel Bensaid’in söylediklerini kabul edemezdik: “Ütopyalar, dünyanın güç kullanmadan değişmesini sağlayacak olan serbest pazar düzenlemelerine, Keynesyen ütopyalara ve en önemlisi neoliberal ütopyalara dayanır.” Devrimciler işçi sınıfının rolü ile ilgili temel konuları ortaya koyabilirler. 9/11 saldırıları ve emperyalist “teröre karşı savaş” savunması Seattle ile başlayan dönemin sonu oldu. Başta İngiltere olmak üzere, katılanların çoğu savaşa karşı hareketin parçası oldular. Bu ABD’de çok geçerli değildi. Bununla beraber deneyim çok önemli. Seattle’da kullanılan sloganın dediği gibi, “Başka bir dünya mümkün, başka bir dünya gerekli.”
Ve 1960’lardan beri ormanlar azalıyor. Sadece 1990’larda, hayvancılık ve soya üretimi için İspanya boyutlarında bir orman alanı tarıma açıldı. Bu yıl ise Amazon yağmur ormanları 8.000 km2 azaldı. Brezilya’da yılın ilk sekiz ayında resmî rakamlara göre 87.000 orman yangını kaydedildi. Brezilya Ulusal Uzay Araştırmaları Enstitüsü (INPE), uydu verilerine dayanarak, bu yıl geçen yıldan yüzde 76 daha fazla yangın çıktığını bildirdi. Amazon’da Temmuz ile Ekim arasında, orman yangınları yaşanır. Bunlar yıldırım düşmesi gibi doğal olaylardan kaynaklanabilir. Ama bu yıl yangınların çoğu doğal değil. Yangınlar tarım ve hayvancılık için alan açmak amacıyla çiftçiler tarafından ve ağaç, tomruk, kereste ticareti yapanlar tarafından başlatılıyor. Bu yılki yangınların çoğu daha büyük, daha yoğun ve daha sürekli. Daha önemlisi, çok sayıda yangın Amazon ormanlarının orta bölgesinden geçen yolları izliyor. Bilerek, insan eliyle çıkarıldıkları çok açık. Brezilyalı çevre aktivistleri, sağcı Cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro’nun iktidara geldiğinden beri kullandığı çevre düşmanı söylemin orman yakma faaliyetlerini özendirdiğini söylüyor. Bolsonaro için önemli olan, ormanlar değil, sanayiciler, tüccarlar ve millî ekonomi. Ne var ki, bütün dünyanın gözleri Amazon yangınlarına odaklandığında Bolosaro’nun “Kim takar ormanları, önemli olan millî çıkarlarımız, önemli olan kâr etmek” demesi biraz zor. Dolayısıyla, bir suçlu bulması gerek. Ve buldu. Leonardo di Caprio! Ünlü Hollywood oyuncusu ormanların yakılması için para veriyormuş, milyonlarca dolar dağıtıyormuş! Amaç, Brezilya’daki çevreci STK’ların güçlenmesini, konunun ciddiyetini vurgulayıp daha fazla para bulabilmelerini sağlamakmış! Doğrusu, di Caprio’yu şahsen tanımıyorum. Brezilya’ya niye bu kadar düşman olduğunu bilemiyorum. Ama düşünüyorum da, Bolsonaro haklı olabilir. Bizim de benzer sorunlarımız yok mu? Türkiye düşmanı Soros, Osman Kavala aracılığıyla Gezi olaylarını çıkartmadı mı? Uluslararası faiz lobisi ikide bir Türkiye ekonomisini vurmuyor mu?
Seattle 99
Allah vere de, di Caprio Türkiye’de orman yangınları çıkartmaya başlamasa.
8
YORUM
KÜRESEL İSYAN VE SOSYALİSTLER
Beyrut OZAN TEKİN
2019 yılında olacakların habercisi, bir önceki yılın sonunda Fransa’da patlak veren devasa Sarı Yelekliler hareketiydi. Yeni yıl, Cezayir ve Sudan’da aylarca süren ve diktatörleri deviren isyanların heyecanıyla başladı. 16 Mart’ta dünyanın dört bir yanında yüz binlerce ırkçılık karşıtı sokaktaydı. İklim grevleri ve okul boykotları kitleselleşerek Eylül’de 8 milyonun katıldığı eylemlere dönüştü. 2019’un yazının sonlarına doğru ise isyan küresel bir boyut kazandı. Hong Kong’da Çin’in etkisine karşı verilen kitlesel mücadeleye Şili’de metro zammına tepki olarak başlayan gösteriler, Mısır’da cunta rejimine karşı ilk kitlesel öfke patlaması, Katalonya’da İspanyol devletinin baskısını püskürtme girişimleri, Lübnan’da WhatsApp vergisine öfkenin tüm mezheplerden işçileri birleştiren devasa bir dalgaya dönüşmesi, Irak’ta Şii yönetime karşı Şii emekçilerin ayaklanması, Ekvador’da IMF programına karşı hükümeti başkentte kaçırtan isyan, Bolivya’da darbeye karşı ezilenlerin kitlesel direnişi gibi birçok öğe eklendi. Haiti, İran, Gine, Çekya, Porto Riko, Kolombiya… Yıl biterken tüm dünyada kitlesel hareketlerin ve protestoların olduğu yeni bir mücadelesine tanıklık ediyoruz. İşçiler sahneye çıktı Bu hareketlerin anlamamız gereken birinci özelliği, kentli işçi sınıfının yoğun katılımı. 2009 yılında küresel ölçekte kentli nüfus kır nüfusunu geride bıraktı. İşçilerin büyük kent merkezlerinde yoğunlaşması zirve yapmış durumda. İşte şimdi bu güç sahneye çıkıyor. Örgütsüz emekçi kalabalıklar, kendilerini yoksullaştıran kapitalizme karşı kitlesel olarak mücadeleye atılıyorlar. İşçi sınıfının öldüğünü, şekillenmesini ve gücünü yitirdiğini iddia edenlerin aksine, her yerde isyan eden halklar sonunda “grev” seçeneğini gündeme getiriyor. Lübnan ve Şili’de milyonluk eylemler grevlerle devam ediyor, iklim hareketinden kadın hareketine tüm toplumsal mücadeleler “grev” çağrısı yapıyor, Sudan’da diktatörü devirmek isteyenler sonunda greve gidiyor. Toplumsal dönüşümün öznesi olarak işçi sınıfı, hiç olmadığı kadar kendine güvenli ve güçlü.
İşçi sınıfında durum böyleyken, kapitalizm ise büyük bir krizde ve neredeyse hiçbir bölgede istikrarlı bir ekonomik büyüme yok. Bu ortamda sosyal adaletsizlik artmaya devam ediyor. Her yerde elitler, geniş kitlelerden iyiden iyiye koptu. Toplumlardaki huzursuzluğun ne derece derinleştiğini anlayamıyorlar. İsyanların önemlice bir kısmı yoksulluğa, hayat pahalılığına ve yolsuzluklara karşı gelişiyor. Genç emekçiler, işsizler ve öğrenciler mücadelelerin başını çekiyor. Bu dalga, son yirmi yıldaki diğer iki mücadele dalgasına göre, çok daha küresel. 1999’da Seattle’da DTÖ toplantılarının basılmasıyla başlayan antikapitalist hareketin etkisi, savaş karşıtı mücadeleyle birlikte 2005’e kadar sürmüştü. Burada öne çıkan yer, sol iktidarların seçilmeye başlandığı Latin Amerika idi. 2008 ekonomik krizinden sonraki mücadele dalgasında ise devrimlerin gerçekleştiği Ortadoğu parlıyordu. Bu kez öncekilere kıyasla çok daha yaygın bir küresel ruh hâli var. Bu mücadele dalgası, kapitalizmin insanların ferahını sağlayacak nihai sistem olduğunu, onu değiştirmeye yönelik çabaların nafile olduğunu söyleyenlerin argümanlarını da yalanlıyor. Aksine, küresel kapitalizm içine düştüğü krizden kurtulamıyor, en büyük emperyalist güçlerin hegemonyası bölgesel altemperyalist kuvvetlere alan açacak şekilde zayıflamış durumda, sıradan insanlar kitlesel olarak sisteme ve anaakım politik partilere yabancılaşıyorlar ve her yerde mücadele dalgaları gelişiyor. Hareketlerden çıkaracağımız bir ders ise yarım bırakılan mücadelelerin geri dönüşünün ne kadar sarsıcı ve sert olduğu. Egemen sınıf, kendi ayrıcalıklarına meydan okuyan ayaklanmaları geriletmek, mağlup etmek ve sonrasında da intikam almak için elinden geleni yapıyor. Rus Devrimi’ne 14 dış ülkenin saldırmasından Mısır Devrimi’nin tüm uluslararası güçlerin desteğiyle Sisi darbesi tarafından ezilmesine kadar, her yerde durum bu. Şimdi Latin Amerika’da da bir benzeri oluyor. Neoliberalizm Şili’de yenilmişken, Bolivya’da egemenler intikam alıyor. Solcu iktidara karşı neoliberal ve ırkçı bir darbe gerçek-
leştiriliyor. Bunun yanı sıra, Trump, Bolsonaro, Johnson, Salvini ve Putinlerin dünyasında, otoriterleşme ve aşırı sağ tehditler de bu hareketleri vakti geldiğinde ezmek için bekliyorlar. Bunlara fırsat vermemek için gösteri dalgalarının başarılarla sonuçlanması gerekiyor. Siyaset ve örgüt Peki başarı nasıl gelecek? Bu isyanlar çok güzel ancak dünyayı nasıl değiştireceğiz? Bulunduğumuz her yerde bu hareketlere katılır ve onları inşa ederken, diğer yandan da mücadeleyi nasıl ileri taşıyacağımızla ilgili tartışmalar yürütmemiz gerekiyor. Zira her kendiliğinden hareketin içinde sayısız farklı eğilim, fikir ve çizgi bulunuyor. Örneğin, harekete “siyaset karıştırmama” fikrine karşı, kazanımlar elde etmek için tam da politik perspektifler üretmenin zorunluluğuna işaret etmeliyiz. Hareketin birliği “siyasetsizlik” ile değil tam da emekçileri birleştiren somut taleplerin de hedeflerin saptanmasıyla sağlanabilir. Bunun bir benzeri olarak, bir yandan da örgütlenmeyi savunmalıyız. Her mücadelenin içinde yer alan en atılgan, başkalarını peşinden sürükleyebilen aktivistler ortak bir örgütte yan yana gelmeli, işçi sınıfının geçmiş mücadelelerinin deneyimlerinden en iyi dersleri çıkaran teorilerle donanmalı ki, şu anki mücadelelerde bir sonraki adımın ne olacağını kolektif olarak en doğru şekilde belirleyebilen bir yapı inşa edilebilsin. Devrimci partilerin ancak “işçi sınıfının öncüsü sahneye çıktığında” inşa edilebileceğini söyleyenler yanılıyor. Alman Devrimi’nde Rosa Lüksemburg, böylesi bir hatanın bedelini canıyla ödedi. Kitlesel isyanlarda işçi sınıfının bilinci radikal dönüşümlere uğrarken emekçileri örgütleyecek bir parti, ancak öncesindeki dönemde bu görevi ısrarla üstlenen aktivistlerin çabasıyla yıllar boyunca emek verilerek kurulabilir. Ve her yerde böyle partilerin kurulması, kitlesel protesto dalgalarının daha eşit ve özgür bir dünyayı kolektfi olarak kurma gayretine dönüşmesi için muhakkak gerekli.
MÜCADELENİN İÇİNDEN
9
EMEK CEPHESİNDE BİRLİK ADIMLARI
İstanbul FARUK SEVİM
Türkiye sendikal hareketinde yıllardır görülmeyen birlikte davranmanın ilk adımları atılmaya başlandı. Türk-İş, Hak-İş ve DİSK geçtiğimiz günlerde bir araya gelerek hükümete “vergide adalet” çağrısı yapmıştı. Türk-İş, asgari ücret konusunda DİSK ve Hak-İş’in görüşünü almak üzere bir komisyon kurdu. Şimdi de bu konfederasyonlara bağlı sendikaların İstanbul şubeleri İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformunu oluşturdu. Bu oluşum hafta sonu geniş bir katılım ile bir araya gelerek başta asgari ücret olmak üzere birçok konuda yaşadıkları sorunlara ortak çözüm yolu aradı. Düzenlenen toplantı, işçi cephesinin birlikte hareket etmesinin son dönemlerdeki ilk adımlarından biri olarak görülebilir. Platform üyesi sendika yöneticileri, üç konfederasyon arasında farklar olduğunu, ancak Türkiye’de kötüye giden ekonominin neden olduğu sorunların tüm işçilerin ortak problemi olduğunu söylüyorlar. Yaşanan sorunları aşabilmek için işçi hare-
ketinin ortak bir platformda birleşmesinin gerekli olduğunu belirtiyorlar. Patronların ekonomik saldırılarına karşı işçilerin böyle birlikler kurması gerektiği ortada. Umarız İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformu bunun ilk adımı olur. Sorunlar bütün işçileri ilgilendiriyor Enflasyon ve işsizlik rakamları almış başını gidiyor, eğitimli işsizlik yüzde 25’lerde, iş cinayetleri artıyor. Yoksulluk nedeniyle intihar vakaları gerçekleşiyor. Bu sorunlar tüm işçilerin sorunları, şu ya da bu sendikanın sorunu değil. Bir yandan sendikal mücadelenin geldiği yer, öte yandan bugün içinden geçilen sürecin özellikleri dikkate alındığında, böyle bir platformun oluşturulması çok önemli. Platformun bütün işçileri kapsamalı Henüz metal, tekstil gibi bazı önemli iş kollarından sendika şubeleri platformda yer almadılar, bir an önce bu şubelerin de platforma katılması sağlanmalıdır. Kamu
çalışanlarının sendika şubeleri platformda yer almıyorlar, bu eksiklik acilen giderilmelidir.
genişlemesi, yıllardan beri bir araya gelemeyen üç konfederasyonu bugün bir araya getirdi.
Elbette böyle platformlar bir anda oluşmuyor. Tersine birkaç şube girişim yapıyor, ortak mücadele geliştikçe, yeni katılımlar oluyor ve platform genişliyor. Ya da mücadele temposu düştüğünde daha önce platforma aktif biçimde katılan şubelerin bazıları katılmaz da olabiliyor. Dolayısıyla platformun mücadele içindeki etkinliği döneme göre artıp azalabiliyor.
İstanbul’da 1989-90’larda, “Bahar Eylemleri” içinde oluşturulan İstanbul Sendika Şubeleri Platformu sonraki 15 yıla damgasını vurdu.
Kriz koşullarında işçilerin birliği Bugün yaşadığımız kriz koşullarında, işçilerin talepleri her geçen gün daha fazla ortaklaşmaktadır. Ortak mücadele ihtiyacı, şubeler düzeyinde mücadelenin merkezileşmesi ihtiyacı büyümektedir. Asgari ücret tespiti, krizin yükünün işçilerin üstüne yıkılması girişimleri, yeni zam ve vergiler vb. tüm konular, konfederasyon ve iş kolu farkı gözetilmeksizin bütün işçilerin sorunudur. Sorunların böyle büyüyüp
EĞİTİM EMEKÇİLERİNDEN KİTLESEL ANKARA MİTİNGİ
Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya gelen eğitim emekçileri Eğitim Sen’in mitinginde buluştu. 2020 yılı bütçe görüşmelerinin Meclis’te devam ettiği günlerde gerçekleşen mitingde eğitimde yaşanan sorunlara dikkat çekildi. Bütçeden eğitime daha fazla pay ayrılmasının talep edildiği mitingde eğitim emekçilerinin hak talepleri dile getirildi. Mitingde OHAL KHK’leri ile ihraçlara karşı “Geri dönece-
Bugün İstanbul’daki üç konfederasyona bağlı şubeleri bir araya getiren platform da önümüzdeki dönemde benzer bir rol oynayabilir. Burada en önemli husus, platform üyesi şubelerin, İstanbul’daki emek mücadelesini ayağa kaldırmak için gerekli inisiyatifi almalarıdır. İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformu’nun yeniden toplanmaya başlaması çok önemli. Bu Platform işçi sınıfının yakın tarihinde önemli roller oynadı. Bugün de kapsadığı sendikalar itibarıyla önemli bir platform, ama yine de yetersiz. Eğer yeterli örgütlenme seviyesine ulaşılır ve mücadele etme konusunda bir kararlılık oluşturulursa, bu Platform önümüzdeki mücadele dönemi için çok önemli bir rol oynayabilir.
TÜRK-İŞ, KASIM AYI AÇLIK VE YOKSULLUK SINIRINI AÇIKLADI Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) Kasım ayı açlık ve yoksulluk sınırını açıkladı. Türk-İş, yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
kıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 6.849,62 TL,
ğiz” dövizleri taşınırken, “Mesleğimizi savunmak haklarımızı kazanmak için birlikte mücadeleye”, “Güvenceli iş güvenli gelecek istiyoruz”, “İnsanca yaşamak istiyoruz” pankartları açıldı.
n Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 2.102,83 TL,
n Evli olmayan-çocuksuz bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ aylık 2.577,94 TL olarak hesaplandı.”
KESK, adil bir bütçe talebiyle 8 Aralık’ta İstanbul’da, 21 Aralık’ta Mersin’de, 22 Aralık’ta Diyarbakır’da ve 11 Ocak 2020'de İzmir’de bölge mitingleri düzenleyecek.
n Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, ya-
Türk-İş’in yaptığı hesaplamalara göre, bugünkü asgari ücret 4 kişilik bir aileye ancak 9 gün yetiyor.
10
PORTRELER
ALEXANDRA KOLLONTAY
Rus devrimci sosyalist Alexandra Mikhaylovna Kollon-
tay, 1872 yılında St. Petersburg’da doğdu. Kollontay’ın babası Rus ordusunda generaldi. Üniversite okumak isteyen Kollontay ailesinin karşı çıkışıyla karşılaştı, ondan geleneğe uyarak evlenmesi bekleniyordu ancak 1890 yılında tanıştığı Vladimir Ludvigovich Kollontay ile ilişkisi de ailesi tarafından onaylanmadı çünkü Vladimir fakir bir askeri görevliydi. Ailesi tarafından Vladimir’i ‘unutması’ için Batı Avrupa’ya yollanan Alexandra, aile otoritesini çiğneyerek Vladimir ile evlendi. Kısa bir süre sonra Kollontay, Rusya’daki popülist hareketle ve ardından Marksizm ile ilgilenmeye başladı. Kollontay’ın ilk faaliyeti kız kardeşi Zhenia’ya yardım ettiği kütüphanede Pazar dersleri alan işçilere sosyalist fikirleri sızdırmaya başlamasıydı. Daha sonra aynı kütüphanede Elena Stasova isimli devrimci Marksist ile tanıştı ve onun adına illegal dokümanları taşıyan bir kurye oldu. 1898 yılında eşinden ayrılarak iktisat okumak üzere İsviçre’nin Zürih kentine gitti, burada İngiliz sosyalist hareketinden isimlerle tanıştı. 1899’da döndüğü Rusya’da ise Vladimir Lenin ile tanışacaktı, aynı yıl tüm Marksistlerin üyesi olduğu Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne (RSDİP) katıldı. Yaşamı boyunca kadın mücadelesini merkeze alan Kollontay, 1905 Devrimi’ni heyecanla karşıladı. Devrimle ilgili şunları söylüyordu: “Kargaşa ve grev zamanında, mazlum, çekingen ve haklarından yoksun olan proleter kadın bir anda serpilir ve dimdik durmayı öğrenir”. RSDİP içindeki Bolşevik-Menşevik bölünmesinde iki taraftan yana da tavır almayan Kollontay, 1906 yılında
Menşeviklere katıldı. 1908 yılında ise Finlandiya halkını Rus İmparatorluğu’na karşı ayaklanmaya çağıran Finlandiya ve Sosyalizm eserini yazdıktan sonra sürgüne gitmek zorunda kaldı. Avrupa’yı dolaşan ve özellikle yıllarını Almanya’da geçiren Kollontay burada Alman sosyal demokrasisinin Karl Kautsky, Rosa Luxemburg, Clara Zetkin, Karl Liebknecht gibi önde gelen pek çok figürüyle tanıştı. 1914 yılında Alman sosyal demokratları savaşı destekleyince Kollontai, Almanya’yı terk etmeye karar verdi. Savaşa şiddetle karşı çıktı ve enternasyonalizmi savundu. Bu tavrın bir uzantısı olarak 1915 Temmuz’unda Menşeviklerden ayrılarak kendi deyişiyle “sosyal yurtseverliğe karşı kararlı bir şekilde mücadele eden” Bolşeviklere katıldı. Almanya’dan sonra Danimarka ve İsveç’e gitti ancak İsveç’te faaliyetleri nedeniyle bir süre tutuklandı. Serbest kalınca 1917’ye kadar kalacağı Norveç’e gitti. Norveç’teyken birkaç kere savaş karşıtı konuşmalar yapmak üzere ABD’yi ziyaret etti. Şubat Devrimi’nin ardından Çar’ın devrildiğini öğrenen Kollontay, 1917’de Rusya’ya döndü.
Kollontay, 1921 yılında Komünist Partisi içinde İşçi Muhalefeti isimli hizbe katıldı. Bu hizip, partideki bürokratikleşme eğilimlerine karşı çıkıyordu. Partideki iç hiziplerin yasaklanması sonucu İşçi Muhalefeti ortadan kalktı. Kollontay aynı zamanda Yeni Ekonomik Politika’ya da karşı çıkıyordu. 1922 yılından itibaren diplomat olarak çalışmaya başladı, dünyadaki üçüncü kadın diplomattı.
Lenin, 1917 yılında Rusya’ya döndüğünde onun Nisan Tezleri olarak bilinen tezlerini, yani bütün iktidarın sovyetlere verilmesi gerektiğini savunan tek önde gelen Bolşevik lider Kollontay’dı. Bu süreçte aynı zamanda Petrograd Sovyeti’nin yürütme kurulunda yer alıyordu. Bolşevik Partisi merkez komitesinde yer alan Kollontay, Temmuz günlerinde partinin pek çok lideri gibi tutuklandı ve Eylül ayına kadar tutuklu kaldı. Ekim’de devrimin kazanılmasını sağlayan isimlerden biriydi.
Stalinist bürokrasi iktidarı ele geçirirken Kollontay, SSCB’nin elçisi olarak çalışmayı sürdürdü. En yakın yoldaşları Moskova Mahkemeleri’nde yargılanıp idam edilirken Kollontay buna karşı bir şey yapamayacağını düşünüyordu. Stalinizm kadınların kazanımlarını yok ederken ses çıkarmadı. Kişisel bir sohbetinde “Ne yapabilirdim ki? İlkelerimi bilincimin bir kenarına koydum ve bana dikte edilen politikaları takip ettim” diyordu. Bu, Kollontay için de bir sürgün sayılabilirdi, Stalinizmin baskısı altında 1952’de öldüğünde devrime liderlik eden merkez komitesinden geriye kalan üç kişiden biriydi. Geriye kadınların ve işçilerin özgürlüğü için mücadele mirasını bıraktı.
Kollontay, hayatı boyunca kadınların kurtuluşu için mü-
Can Irmak Özinanır
1960’LAR, MAFYA, SENDİKA VE ŞİDDET Martin Scorcese yeni bir gangster filmiyle dönüş yaptı. Irishmen Netflix platfor-
SİNEMA
cadele etti ancak bunu yaparken çağının pek çok liderinin ötesine geçerek kadınların kurtuluşunun kapitalizmin yıkılmasıyla kopmaz bağları olduğunu savundu ve burjuva aile kurumunu hedefine koydu. Ekim Devrimi sonrasında da kapitalizm yıkıldı diye kadın haklarını savunmayı bir kenara bırakmadı, 1919 yılında Kadın Bakanlığı’nı kurarak kadınların yaşam koşullarının iyileştirilmesi için fiilen mücadele etti. Bu bakanlık 1930 yılında Stalinist karşı devrim tarafından kapatılacaktı.
munda gösterimde. 1995 yılında yönettiği bir başka gangster filmi Casino’da olduğu gibi Irsihmen’de ikonik oyuncular Rober De Niro ve Joe Pesci’yle çalışmış. Fakat son film, De Niro ve Pesci’den ibaret değil kuşkusuz, her biri bir diğerinden müthiş performanslar sergileyen çok sayıda kült oyuncu Scorcese’nin beyazperdede geçit töreni yapıyor.. Özellikle Al Pacino 1950’ler ve 1960’ların en tanınmış sendika lideri Jimmy Hoffa rolünde filme çok özel bir ton katıyor.
Irishman De Niro’nun canlandırdığı mafya
tetikçisinin biyografisi bir açıdan. Bir açıdan da sermaye-sendika-mafya-kamyoncular grevi-sendika başkanlarının kontrol ettiği paralar-ABD’nin Vietnam savaşı-J. F. Kennedey’nin öldürülmesi gibi belirgin politik arka planlara sahip. Film, klasik mafya filmlerinin İtalyan restorantlar, klasik evler, mekanlar ve arabalar, tüm gelişmelerin göbeğinde yer alan bilge bir mafya dokunulmazı, ikinci roldeki kadınlar gibi tüm özelliklerine sahip ama bazı farklılıklar da göze çarpıyor. Yıllar içinde derinleşen öykü sadece bir mafya tetikçisi değil aynı zamanda Hoffa’nın başkanı olduğu kamyoncular sendikasının şubelerinden birisinin de başkanı olan Frank Sheeran’nın hem şiddet dolu hem de hüzünlü hikayesi. Jimmy Hoffa, gerçekten de ortadan nasıl kaldırıldığı bilinmeyen, yıllarca kamyoncular sendikasının başkanlığını yapmış
olan hem çetelere hem de sağcı siyasetçilere milyonlarca dolar aktaran kirli bir sendikacı. Hoffa’yı merkezine alan bir başka film için Danny De Vito’nun hem yönetip hem oynadığı ve Hoffa rolünde Jack Nicholson’un parlak bir performans sergilediği 1992 yapımı Hoffa filmi izlenebilir. O filmde grev kırıcılarla grevci işçiler arasında geçen kıran kırana çatışma sahnesi özellikle çok etkileyicidir. Hoffa’nın hikayesinde çarpıcı olan bir başka yan ise sağcı Nixon’u açıktan desteklemesi ve hapisten Nixon’un çıkarttığı af sayesinde çıkmış olmasıdır. Irishman’de ise Hoffa etrafında süren gerilim, örülen kumpası gerçekten tüyler ürpertici bir acımasızlıkla içiçe anlatabilmesi Scorcese’nin başarısı.
Irishman uzun süresine rağmen parlak oyunculuklar, parlak bir kast ve parlak bir yönetmenlikle ele alınmış çok başarılı bir film.
AKTİVİZM 643
2019 21 Ağustos 3 TL. sci.org sosyalisti
K GAZETE
DEVRİMCİ
İTALİST HAFTALI
ANTİKAP
-
DEVRİMCİ
SLER
KAN SECİLMİ -
-
ATANMIS BA
ANTİKAPİTALİST
HAFTALIK
ALDI İ GÖREVDEN
GAZETE
1 Kasım 2019 3 TL. i.org
sosyalistisc
SDOEKĞ AKİLTA
KAYYUM İ MOKRAS YDASEAS IRAK
döndü. siyaseti geri Diyaru Kayyum oylarla seçilmiş belediye u Yüksek ve Van alındı. bakır, Mardin rı görevden orbaşkanla eçilme hakkını u Seçme-s antidemokratik teptadan kaldıran kesimlerin le farklı 3 müdaha 2019 dı. sayfa 23 Kasım TL. kisiyle3karşılan
HAFTALIK GAZETE
648
İST DEVRİMCİ ANTİKAPİTAL
g
sosyalistisci.or
ETİ İSTEDİ
IN KÜRESEL LARIN YOTİFKASDUAL İN
ÜM LÜBNAN AKP HÜK YÖNETİMİ SATTI
AN, HONG KONG,
GREVİ İÇİN KÜRESEL İKLİM MASINA KATILAN ÖĞRENCİ BULUŞ ANLATIYOR: SELİN GÖREN ORTAKLAŞTIRILDI” R “DENEYİMLE
İRAN, IRAK, LÜBN
-
647
MiLYONLAR
ŞİLİ
İSTANBUL’DA 29 KASIM GREVİ: İKLİM KRİZİNE KARŞI SOKAKTAYDIK!
K-İŞVYA... BOLİ ŞİLİ,TÜR
sayfa 9
sayfa 5
ÖFKESİ DÜNYAYI SARSIYOR SURİYE HAL BİTMEYEN KLARININ TRAJEDİS İ ve emperyalist mutabakat
Kapitalist sistemin içinde bulundu delesi sonucu ortaya ğu ekonom deniyle ik kriz, hegemo tüm dünyad çıkan savaşla r ve ona krizinde a emekçil nya mücaeşlik eden n sonra, erin sisteme devrimler, iklim krizi yılın ardında yönelik meydan nen, yeni öfkesi artıyor. işgalleri, bir küresel kitlesel grevlerl 2008 isyan dalgasıy e geçen la karşı 10 Çağla Oflas karşıyayız. yazdı: Küresel isyan büyüyo r sayfa 6-7’de
“IRKÇILIK CANLI TUTULUYOR FAKAT KAZA NMIŞ DEĞİL ”
n Yeni statüko
n Suriye’de
kazan kim?
n Sosyalistler
Kaybeden kim? nasıl bir çözümden yana?
neleri değiştirdi?
“Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Platformu”n Ahmet Yıldırım’la un kurucularınd milliyetçiliğin an şekillendiğin hangi dinamiklere i konuştuk. bağlı olarak
sayfa 2-3’te
PORTRELER:
ROSA LUXEMBURG
sayfa 4’te
29 KASIM’DA İKLİM İÇİN GREVE! sayfa 11
sayfa 4
BİZİ ARAYIN, SOSYALİST İŞÇİ’YE ULAŞIN! İstanbul Kadıköy: 0 533 447 97 09 Şişli: 0 555 637 24 50 Fatih: 0 536 219 63 41 Ankara: 0 535 884 21 22 İzmir: 0 507 555 02 72 Akhisar: 0 544 327 04 45 Antalya: 0 536 335 10 19 Antep: 0 533 627 30 25 Balıkesir: 0 543 692 96 23 Bursa: 0 507 727 50 45 Çanakkale :05324623804 Dersim: 0 543 447 24 15 Kars: 0 536 696 65 98 Malatya: 0 534 982 59 26 Muğla : 0 539 932 21 17 Samsun: 0 551 450 64 52 Sivas: 0 533 515 28 24 Soma: 0 532 693 70 57 Tekirdağ: 0 533 233 41 50
29 Kasım Kadıköy
29 Kasım küresel iklim grevinde İstanbul’da ilk etkinliği Yokoluş İsyanı gerçekleştirdi. Cevahir AVM önünde yapılan “defile” tarzı gösteride, Kara Cuma ve kapitalizmin ürettiği tüketim çılgınlığı protesto edildi. Ardından 17:30’da Kadıköy’de Antikapitalist Öğrenciler bir basın açıklaması gerçekleştirdi. “İklimi değil sistemi değiştir” sloganının hakim olduğu
eylemde termik santrallerin filtresiz çalıştırılmasını meclisten geçiren hükümet ve bunu gerekçelendirmeye çalışan CNN Türk de protesto edildi. Antikapitalist Liseliler’den Özge Korkmaz’ın okuduğu basın açıklamasında ise iklim krizinin sorumlusunun sıradan insanlar değil büyük şirketler ve onları koruyan hükümetler olduğu hatırlatılarak, iklim için kapitalizme
Şişli Cevahir AVM önü
100. DURUŞMADA ADALET NÖBETİ
Çağlayan
enternasyonalsosyalizm.org
Günün son etkinliği ise FFF tarafından düzenlenen takas şenliğiydi. Burada konserler verilirken, destekleyen kurumlar adına konuşmalar yapıldı.
Kadıköy FFF kitap takası
GÖÇMEN DÜŞMANLARININ YALANLARINA KARŞI GERÇEKLER “Hepimiz Göçmeniz – Irkçılığa Hayır” kampanyası ve Uluslararası Mülteci Hakları Derneği’nin öncülüğünde çok sayıda aydın, akademisyen, aktivist ve STK, göçmenlerle dayanışmak için bir araya gelerek bir basın toplantısı düzenledi. Burada, zorla sınır dışı etme ve geri gönderme uygulamalarına karşı çıkılarak, göçmenlerin iradeleri dışında gönderilmek istendikleri bölgelerin “güvenli” olmadığı hatırlatıldı.
Z YAYINLARI
TEORİK POLİTİK DERGİNİZİ İSTEYİN!
karşı tüm emekçilerin birleşik mücadelesini inşa etmek gerektiği vurgulandı. Antikapitalist Öğrenciler, tüm dünyadaki isyan hareketlerini selamlayarak eylemlerini sonlandırdılar.
Kamu görevlilerinin yargılandığı Hrant Dink cinayeti davasının 100’üncü duruşması öncesi Hrant’ın Arkadaşları bir kez daha adliye önünde eylem yaptı. 'Öldür diyenler yargılansın', 'Hrant için Adalet için' sloganlarının atıldığı basın açıklamasında, "Hrant Dink cinayetini tezgahlayanlar, cinayet mekanizmasını harekete geçirenler yargılansın ve cezalandırılsın istiyoruz. Hrant Dink için adalet talep etmekten vazgeçmeyeceğiz ve adaleti yerini bulana kadar bu davayı takip etmekten vazgeçmeyeceğiz" vurgusu yapıldı.
Hepimiz Göçmeniz kampanyasının, ırkçıların yalanlarına karşı göçmenlerin hayatlarıyla ilgili gerçekleri açıkladığı 11 videoluk serinin de lansmanı yapıldı. Videolarda, göçmenlerin fatura ödemedikleri, devletten maaş aldıkları, sınavsız olarak üniversitelere yerleştirildikleri gibi iddialara yanıtlar veriliyor. Yıldız Önen tarafından okunan basın açıklamasında ise “Göçmenlerin geri dönüşlerinin durdurulması, Türkiye’de eşit haklar temelinde sosyal hayata katılabilmeleri, sağlık eğitim barınma gibi hizmetlerde insanlık onuruna yakışır bir konuma kavuşturulmaları, çalışma hayatında eşitliğin sağlanmasını talep ediyoruz” denildi.
11
İŞÇİLERLE DAYANIŞMA 25 Ocak’ta bir emek forumu düzenlemeye hazırlanan Antikapitalistler kampanyası, bunun için faaliyetlerini yoğunlaştırıyor. Geçtiğimiz haftalarda direnişteki Ataşehir Belediyesi işçilerine ve İnşaat ve Yapı İşçileri Sendikası (İYİ-SEN) üyesi Gentesişçilerine dayanışma ziyaretleri düzenlendi. Burada işçilerin mücadelesiyle ilgili bilgi alınırken, sınıf hareketinin genel seyri ve talepleri üzerine de sohbet edildi. İYİ-SEN Genel Başkanı Ali Öztutan “Tüm yokluklara, imkânsızlıklara rağmen Kayseri’den, Bursa’dan ve başka illerden geldik. Gentes’e ‘Artık yeter!’ diyoruz. Hakkımız olanı alıncaya kadar mücadelemize devam. İnşaat işçisi köle değildir” derken, Ataşehir Belediyesi tarafından işten çıkartılan DİSK Genel-İş Sendikası sendika temsilcisi Melike Şahin “İşçilerin örgütlenmesi, haklarının alınması için çaba göstermemiz gerekir. Bizler mücadeleden vazgeçersek bu durum işçiler için kötü örnek olur. O yüzden işe dönene kadar mücadeleye devam edeceğim” ifadelerini kullandı. Ayrıca, Birleşik Metal iş Sendikası toplu sözleşme uzmanı İrfan Kaygısız ile bu yılki süreç üzerine bir görüşme düzenlendi. Kaygısız, metal sektöründe işlerin kötü gitmediğini, patronların kârlarındaki azalmayı zarar gibi göstermeye çalışarak işçilere haklarını vermemeye çalıştıklarını anlattı. Kaygısız, metal işçilerinin resmi enflasyon oranı doğrultusundaki bir zammı kabul etmeyeceklerini, gerçek hayat pahalılığının bunun çok üzerinde olduğunu hatırlattı.
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
KADINLAR HAYKIRIYOR:
-
BİR KİSİ DAHA EKSİLMEYECEĞİZ ÇAĞLA OFLAS
Türkiye ve dünyanın dört bir yanında kadınlar 25 Kasım’da şiddete, tacize ve kadın cinayetlerine karşı sokaklara çıktı. Dünyanın her yerinde sokağa çıkan kadınlar, Şili’de öldürülen sokak sanatçısı Daniela Carrasco’yu andılar. Santiago’nun göbeğindeki meydanda “yolunda bir tecavüzcü” adını taşıyan performansın görüntüleri sosyal medyada yayınlandı. Ardından protestolar tüm dünyaya yayıldı. İspanya, Fransa, Kolombiya olmak üzere pek çok yerde kadınlar meydanlara çıkıp, kadına yönelik şiddeti protesto ettiler. Türkiye’de de dört bir yanda, sokağa çıkan kadınlar “Bir kişi daha eksilmeye tahammülümüz yok” dediler. Küresel isyanda kadınlar en önde Otoriter yönetimlerin baskı ve şiddet politikalarına rağmen kadın hareketi uluslararası düzeyde büyürken, dünya çapında kapitalizme karşı ayaklanan kitlelerin en ön safında kadınlar yer almakta. Sudan’da “Kadının yeri devrimdir” diyen kadınlar, Lübnan’da “tacize karşı devrim, tecavüze karşı devrim” sloganıyla sokaklara çıktılar. Başbakanın istifasının arkasından “Hepsi hepsi demektir” sloganıyla devam eden eylemler paramiliter güçler ve ordunun sokağa salınması üzerine, kadınlar, giderek tüm ülkeye yayılan bir “insanlık zinciri” oluşturdular ve gösterilerin ön saflarına yürüdüler. Latin Amerika’da da yeni liberal politikalara karşı kitlesel eylemlerde kadınlar ön saflarda yer aldılar. Ekvator’da polis şiddetine karşı hükümete geri adım attıran hareketin baş aktörü yerli kadınlardı. Ülkenin dört bir yanından gelip parklara yerleşen kadınlar hükümetin akaryakıt zammını içeren paket geri çekilene kadar alanları terk etmediler. Şili’de metro zammıyla başlayan, darbe anayasasının değiştirilmesi talebiyle devam eden eylemlerde kadınlar. “Piñera diktatörlüğünde kaybedildiler, tecavüze uğradılar ve işkence gördüler” pankartı altında toplanarak,
protestolar sırasında kaybolan kadınların isimlerinin yazılı olduğu dövizler taşıdılar. Kadınlara karşı savaş ABD’den Türkiye’ye çok geniş bir coğrafyada ortaya çıkan otoriter liderlerin şahsında ve icraatlarında vücut bulan kadın düşmanlığı, ırkçılık ve militarizm kadınların yaşamlarını, kazanımlarını tehdit etmekte. Kadınlar, küresel düzeyde ve sistematik saldırılar karşısında sınırları aşan, meydan okuyan bir öfkeyle otoriter yönetimlerin karşısına dikiliyorlar. Kadınlar, bedenlerine yönelik söylem ve pratiklerin dışında karşılıksız bakım emeğine, güvencesiz ve düşük ücretlerle çalışmalarına karşı mücadele ederken, işçi sınıfının en etkili mücadele aracı grev yöntemini kullanmaktalar. Polonya’da ve Kürtaj Yasasına karşı, İzlanda’ da “eşit işe eşit ücret” , Arjantin’de şiddete karşı gerçekleştirilen etkili grevler ve kitlesel eylemlikler üzerine ABD’de 2017 yılında ‘yüzde 99 için feminizm’ sloganıyla yola çıkan kadınlar, tüm dünyada grev çağrısı yaptı. Çağrı dünyanın dört bir yanında onlarca ülkede karşılık buldu. Birçok ülkede kadınlar hem iş yerlerinde hem de evde çalışmayı durdurdu. 2018 yılında İspanya’da sendikaların desteklediği genel greve 6 milyon kadın katıldı. İşçi sınıfının merkezi rolü İspanya’daki genel grev deneyimi işçi sınıfının merkezi rolünün açığa çıkmasında önemli bir deneyim. Tüm yaşamı felç eden, hayatı durduran genel grev kadın cinayetlerini durdurabilir. Herkesin kürtaj hakkına erişimini , İstanbul Sözleşmesini ve 6284 sayılı yasanın uygulanmasını sağlayabilir. Kadınlar işçi sınıfının yarısını oluşturuyorlar. Öğretmen ve hemşirelerin çoğunluğunu oluşturan kadınlar, güvencesiz işlerde de çoğunlukta. Kuşkusuz grev kararı kadınların ama bu kararın başarılı olması bir bütün olarak işçi sınıfının mücadelesine bağlı olacaktır.
KADINLARIN DİRENİŞİ SÜRÜYOR 25 Kasım’da şiddete karşı Türkiye’nin her yerinde kadınlar bir kez daha sokağa çıktı. İstanbul’daki eylemde erkeklerin katlettiği kadınların isimlerini yazılı olduğu dövizler taşındı ve '6284 yaşatır, İstanbul sözleşmesi yaşatır', 'Yasayı uygula kadını yaşat', 'Dünya yerinden oynar, kadınlar özgür olsa', 'JinJiyanazadi', 'Kadın cinayetleri politiktir', 'Kadınlar birlikte birlikte güçlü', 'Asla yalnız yürümeyeceksin', 'Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz', 'Dolapta zıkkımın kökü sokakta isyan var', 'Tayip kaç kaç kaç kadınlar geliyor' sloganları atıldı.
KADINA YÖNELİK ŞİDDET ARTIYOR Kadınlar her gün hayatı hakkında karar vermek istediği, çalışmak istediği, boşanmak istediği, ekonomik bahanelerle, telefona cevap vermediği, için öldürülüyorlar. Türkiye’de 2019 yılı başından bu yana ise öldürülen kadın sayısı 300’e ulaştı. Dünyadaki durum da farklı değil. Birleşmiş Milletler’in yayımladığı rapora göre dünya çapında kadınların yüzde 35’i hayatında en az 1 kez şiddete maruz kaldı. Avrupa’da da Dünya Sağlık Örgütü’nün “cinsiyete dayalı öldürme” için kullandığı kadın cinayetleri rakamları kaygı verici. 2019 yılı başından bu yana Fransa’da 130 kadın öldürüldü. Almanya’da 2018 yılında 114 binden fazla kadın tecavüz, taciz ve zorla fuhuş mağduru oldu. İtalya’da ise son beş yılda 538 bin kadının eşleri tarafından fiziksel veya cinsel istismar gördü. 2018’de ise 142 kadının öldürüldü.