Mayishaziran2016

Page 1

KÜLTÜR KÜLTÜRSANAT SANATYAŞAMINDA YAŞAMINDA

Mayıs Mayıs- Haziran - Haziran2016 2016ıssn ıssn1303-9113 1303-91132016/05-06 2016/05-06sayı:157 sayı:1572.50tl 2.50tl

“Madem ki insandır Düşleri gerçek yapan Kurabiliriz o zaman Dünyayı yeni baştan”


Bir mermi de benden aslanım, Bir mermi de benden. Bir mermi de benden zafer topları Mukaddes namlular! Daha gelmesin mi bahar, Daha gülmesin mi ağlayanlar?


Bize UlaĹ&#x;Äąn, Bizi Takip Edin tavir.org

tavir2007@gmail.com

tavir dergisi

/tavirdergisii

TAVIRdergisi

/tavirdergisi



Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Sorumlu Yazı işleri Müdürü Yeliz Yılmaz Genel Yayın Yönetmeni Gamze Mimaroğlu Yayın Danışmanları Veysel Şahin Naciye Yavuz Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Paşa Mah. Mektep Sk. No: 4-B Okmeydanı - Şişli / İstanbul İletişim Tel: (212) 238 81 46 tavir2007@gmail.com www.tavirdergisi.org Ankara İdilcan Kültür Merkezi General Zeki Doğan Mah. İmam Alim Sultan Cad. No: 12/19 Mamak Tel: (312) 391 37 75 Hesap no (TL) 68-6634140 Selma ALTIN Garanti Bankası Galatasaray / İST Hesap No (EURO) Selma ALTIN Garanti Bankası Galatasaray / İST Fiyatı (DÖVİZ) Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro İsviçre: 7,5 Frank İngiltere: 4 Sterlin Posta Çeki Hesap No Selma ALTIN 515 72 82 Abone Bedeli (Yıllık) 50 TL Baskı: Sanatkar Ofset San. Tic. Ltd. Şti. Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi F Blok 4NF 4-5 6. Kat Topkapı / İSTANBUL Tlf: 0212 567 39 40 Yayın Türü: Yerel Süreli

IÇINDEKILER MAYIS-HAZIRAN 2016 3 4 6 7

Halk İçin Sanat... Sanat Cephesi

İdeolojik Hegemonya Reklamlar Savaş Rençber

26 Çukur

Fazıl Aktaş

28 Yaşayan Bir Orhan Kemal Çağlar Mirik

Siir / Umutsuz Değilim Ayşegül

Anadolu Halk Koroları Grup Yorum

30 Aşık Mahzuni Şerif Aslı Tekin

10

Sağ Kurtulan 1 Mayıs

32 Hannibal

14

İHT ile Bedreddin Üzerine

Sınıfı Proleteryadır 34 Mühendislerin

16

Geleceğin İnsanı

18

Çiğdem’e Son Mektup

Şilan Orhan

Tavır

Özgür Tutsaklar

Volkan Koyutürk

Özgür Tutsaklar

Mayıs Kurt

36 Kısmetse Olur Gülnaz Atak

38 Sobadaki Hikmet Kıssadan Hisse

20 Neşe, Kavganın Musikisidir 39 Ayın Resmi 22 Barikat 40 Yoldaş OLmak Özgür Tutsaklar

Buket Özden

Filiz Gencer

Özgür Tutsaklar

24 Şiir / Yürür Hayatı Yürüten 43 Film: Spotlight 25 Sanat Alanına 6 ayda 50 saldırı46 HABERLER Ümit İlter

Fazıl Aktaş

Sanat Meclisi / Mehmet Esatoğlu


MERHABA .·/7·5 6$1$7 <$ĺ$0,1'$ .·/7·5 6$1$7 <$ĺ$0,1'$

0D\ČV +D]LUDQ ČVVQ VD\Č WO 0D\ČV +D]LUDQ ČVVQ VD\Č WO

´0DGHP NL LQVDQGÖU ' üOHUL JHUoHN \DSDQ .XUDELOLUL] R ]DPDQ ' Q\D\Ö \HQL EDüWDQµ

İki sınıf vardı 2013’ün Haziran’ında... İki sınıf... Kanın, katliamın, rüşvetin, hırsızlığın, arsızlığın, kopkoyu bir yalanın... ve korkunun en büyüğünü yaşayanları tairihi... Tayyip’in destanı... Diğeri ise Berkin’in, Ferit’in, Abdocan’ın, Ethem’in, Mehmet’in, Ali İsmail’in, Medeni’nin, Ahmet’in... cümle halk çocuklarının direnişinin, coşkusunun, vefasının, cürretinin tarihi... Unutmayacağız... Nerede olursak olalım; işyerinde, okulda, dağda, kırda, şehirde... Ne sizi ne de sorulacak hesabı unutur halkımız... Ne halkı nasıl sevdiğini ne de düşmana kini unutur devrimciler... Temmuz sayımızda görüşmek üzere...

NOT:

Değerli okurlarımız Tavır’a göndermek istediğiniz her türlü çalışmalarınızı “okuryazar@tavirdergisi.org” adresine gönderebilirsiniz.

2


halk için sanat, emperyalizme ve faşizme karşı olmaktır... Tekelci burjuvazi, sömürünün tül perdesi olarak sanat faaliyetlerini kullanır. Emperyalistlerin bu türden faaliyetleri, efendilerine özenen işbirlikçileri tarafından da taklit edilir. Ülkemizde de işbirlikçi burjuvazi; sanat vakıfları, müzeleri açarak ya da sponsor olarak halk düşmanı yüzlerine “sanat” makyajı yaparak “güzel” görünmeye çalışıyor. Ve fakat, tarihsel ve toplumsal çirkinlikleri hiçbir şey gizleyemez. Kozmetik olarak kullanmaya çalıştıkları sanat bile... Çünkü, burjuvazinin sanatı kokuşmuş bir cesetten başka bir şey değildir. Böyle olduğu içindir ki, burjuvazinin sanat alanında yaptıkları çürümüşlüğünün kokusunu çıkartır.

nesnel gerçekliği estetik olarak işleyip yeniden yaratarak halkı aydınlatma işlevinin yok edilmesi demektir. Burjuvazi, ne kadar sanat sever ve böylece ne denli “insani” olduğunu göstererek kanlı ve kirli yüzünü gizlemeye çalışır. Bir diğer yandan da, halkı gerçeklerden uzak tutmak için sanatın gözbağı olmasını sağlamaya çalışır. Öne çıkardığı sanatçılar üzerinden de, diğer sanatçılara “eğer siz de böyle yaparsanız sizi de ihya ederim” mesajı verir. Böylece, sanatçıyı halktan koparmanın tuzağını kurmuş olur.

Ernesto Che Guevara’nın ifadesiyle söylersek: “Tekelci kapitalistler -sadece deneysel yöntemlerle çalışırken bilesanatın etrafına, onu kendi emirlerine uymaya hazır bir araç haline getirecek Sabancı Holding müzesinin geçtiğimiz karmaşık bir ağ örerler. Toplumun üst sene Jaen Mero adlı “ressam”ın yapısı, sanatçının eğitimini yapacağı bir yapıtlarını sergilemesi de bu kapsamsanat tipini saptar. Buna karşı çıkanlara, dadır. Gazete ve TV’lerde bu sergiden toplumun mekanizması aracılığıyla bahsedildi, propagandası yapıldı. başeğdirilir, ancak çok ender yetenekli Öncelikle, söylemeliyiz ki, karikatür ya da sanatçılar bildiklerini okurlar. Geri desen bile sayılamayacak şeylerdir bunlar. kalanlar, ya utanması kalmamış kiralık adamlar haline getirilir yahut da ezilirler.” Herhangi bir anlatım içermez. Sanatı, ( Sosyalizm ve İnsan Syf: 84- Yar Yayınları ) hayatı anlamsız göstermenin arasına indirgeyen, metalardır söz konusu olan. Bu tuzağa düşmenin, bu kuşatmadan Bu yanıyla, sanat eseri diyemeyiz ama çıkmanın tek bir yolu vardır: Halk İçin ‘Sanat’ piyasasının metası diyebiliriz bunlara. Ki zaten sanat değerinden çok, Sanat… Halk için yapılmazsa sanat, gerçeklerden ticari değerinden bahsediliyor. kaçış kaçınılmaz oluyor. Çünkü, burjuvazi öyle istiyor. Bunu özendiriyor ve ödüllenElbette, burjuvaziden başka bir şey de diriyor. beklenmez. Çünkü, “içeriksiz, biçimsiz sanatı sever” burjuvazi. Küçük burjuva sanatçıların içinde bulunduğu durum da budur: GerçekleBurada sözü devrimci aydınlardan rden kaçış… Lunaçarski’ye bırakalım: “Bugünün burjuvazisi sadece içeriksiz, biçimsiz Bakın, bir sinema eleştirmeni Antalya sanatı sever. ( aynı bugünkü gibi)… bunu ( bu içeriksiz biçimsiz sanatı) tüm Film Festivali’nde izlediği filmler için ne diyor: “Antalya’da beş yarışma filmi halk katmanlarına enjekte etmek istemektedir.” ( Hayatın İçindeki Teori-2, gördüm, aynı ortak özellik devam ediyor: Sinemamızda hikayeden kaçış sanat syf: 526, Haziran Yayıncılık) yapmanın birinci özelliğiymiş gibi benimsenmiş. Duruyorum ve düşünüyoİçeriksiz, biçimsiz sanatın halka empoze rum, Türkiye’de filmler neden özellikle edilmesi demek, sanatın asli işlevi olan

son 20 yıllık dönemde hikayeden kaçıyor? Hikayemiz olmadığı için mi, yoksa her birinin ipe sapa gelmez bir hikayesi olduğu için mi? Bence hikayeden kaçışın ardında çok derin bir özellik var: GERÇEKLİKTEN KAÇIŞ” ( Zahit Atam 19 Ekim 2014 Birgün) Burada “hikaye”den kasıt, Yılmaz Güney’in ele aldığı, irdelediği toplumsal konular, bir diğer ifadeyle bireyin bunalımları değil halkın hikayesidir. Eş deyişle, hayat denilen kavgadır. Hayatın gerçekliğini belirleyen temel, sınıfsal çelişkilerdir. Bütün toplumsal yapıyı, kişilikleri ve insan ilişkilerini belirleyen bu gerçeklerdir. Ve bu gerçeklikten kaçış yoktur. Sanatçı eğer, halkın hikayesini anlatmıyorsa, burjuvazinin istediği “masalı” anlatıyor demektir. Bunun arası ortası da yoktur. Bu dayatmayı esip geçmenin tek yolu, halk için devrimci sanattır. Devrimci sanat, halkın hayat denilen kavgasını anlatan sanattır. Devrimci sanat, halk her şeyin en güzeline layıktır ilkesinden hareketle, estetik yaratıcılıkta sınır tanımayan sanattır. Devrimci sanat, sanatçıyı özgürleştirdikçe kendisi de özgürlük ateşine dönüşen sanattır. Ki sanatın özgürlüğü, halkın hak ve özgürlük kavgasının öncüsü olmaktan geçer. Devrimci sanat, hayatın gerçeklerini açığa çıkartarak halkın hayatı sorgulamasına ufuk açan sanattır. Devrimci sanat, halk düşmanlarına karşı halkın elinde silah olmayı başaran sanattır. Sanatın içine burjuva ideolojisinin zehri karışmadığı sürece halkın sanatı ilericidir. Devrimci sanatçı bunu yoğurarak yeri alanı yaratandır. Halkın hikayesini anlatmaya devam edendir.

SANAT CEPHESİ

3


İdeolojik hegemonyanın bir aracı olarak

artar her zaman fark yaratırsın! Yapılan Artık yazılı ve görsel medya haricinde reklamlarla hayatımızı kocaman bir hayal dünyası inşa edilir. nereye bakarsak orada bir reklam görebiliyoruz. Okulda, durakta, Çünkü reklam, görevi gereği insanların vapurda, toplu taşımalarda. v.s tüm duygu ve düşüncelerini hizmet ettiği yönde ‘gönüllü olarak’ değiştirmBir toplumda hakim sınıf ya da Sistemin krizlerinin derinleştiği, son elerine odaklanır. Buna reklamcılık da yönetici sınıfın iktidarını doğal ve yıllarda reklamcılık sektörü, kar ‘denetimli ikna’ denir. Yani, hedef meşru göstermesi, kendi sınıfsal akışının zorla gerçekleştirmenin kitlenin belli bir konu ya da alandaki çıkarlarını evrensel çıkarlar olarak araçlarından biridir. Zorla, çünkü ifade etmesi durumu; Marksist düşünce, duygu ve davranışlarına reklamcılık, ilk dönemlerindeki teorisyen Antonio Gramsci tarafından basitçe ‘ürün tanımı’ ile sınırlı olmak- içinden nüfuz ederek, kontrol altına kapitalist bir toplumda, yönetici almaya ve yönlendirmeye çalışmak. tan çoktan çıktı. Düzen kültürün Reklamcılığın kendisi kapitalizmin bir sınıfın ideolojisini kitlelere çok büyük psikolojik, ideolojik-kültürel baskı ürünü olmakla birlikte, günümüzde bir çoğunlukla güce hiç başvurmekanizması haline geldi. Bunu ‘her ulaştığı yoğunluk ve yaygınlık düzeyi ile maksızın empoze edişini açıklamada şeyin alınır-satılır, her şeyin reklamtoplumsal kültür, alışkanlık ve bakış kullanılan kavram. Hegemonya!!! laşmasından görmek mümkündür. açılarının değiştirilmesinde de belli bir etkide bulunabilmektedir. Hegemonya kitleleri kandırmanın ve Neredeyse bütün reklamlarda sömürmenin, sınıflar mücadelesinden insanlara sınıfsal durumundan farklı uzaklaştırmanın, hizmet ettiği bir dünya dayatılıyor. Hem ihtiyaç dışı Bir otomobil reklamında, çok katlı bir evin cephesini boyayan işçi, bastığı sistemin ideolojik bir saldırı aracıdır. ürün beyinlerimize empoze ediliyor iskele kayınca asılı kalır. Ev sahibi hayatı Hayatımızın her alanında yolda evde hem istedikleri insan modelini işte okulda misafirlikte her yerde bu yaratıyorlar. Bu ürünü almazsan sen tehlike yaşayan işçiyi kurtarmaya saldıra maruz kalırız. Ekonomik, çalışmak yerine, üzerine düşmesin diye nesin ki! İnsanı insan yapan her aşağıdaki otomobilini ‘kurtarır’. psikolojik, kültürel, siyasi….Bugün bu şeyden uzaksın. Mutsuz zavallı saldırıların en güçlü silahı olan çağdışısın. Ama bak bu ürün senin Bir hazır çocuk mobilyası reklamında, reklamlardan bahsetmek istedik. olursa çok özel olursun, saygınlığın Hegemonya: Bir devletin başka bir devlet üzerindeki siyasi ekonomik eğemenliğidir. Kapitalist toplumda bu eğemenliğin kültürel boyutu reklamlar aracılığı ile hayata geçiriliyor.

4


baba çocuklarına yeni aldığı iki katlı yatağa kafasını çarpar. Çocuklar, babalarına bir şey oldu mu diye bakmaz bile, sanki canı yanmış gibi mobilyalarını özenle siler ve okşarlar.

paketleyip veriyorlar. Diyorlar ki dünün yok yarının yok yalnız ''an'' var .bir yandan bizi tüketim kültürün esiri yapmaya çalışırken düşünmemeyi, düşünürsek de yalnızca anlık düşünmemizi empoze ediyorlar. Hiç bir şey Örnek verdiğimiz reklamlarda olduğu için kendini yormaya değer mi ? gibi bencil bireyci bir kişilik yaratmak bunlara hiç gerek yok, hiç bir şey için ister, çünkü hizmet ettiği düzen için mücadele etmeye de gerek yok insanın hiç mi hiç değeri yoktur. diyorlar. Dünya yerle bir olmuş ; boş Sadece sattığı kadardır her şey. ver! Varsın olsun ,Sen sms yollamaya ucuz tarifeden konuşmana bak! Vatan Dünyada her sekiz kişiden biri kronik parsel parsel satılmış, her gün onlarca açlık çekiyor. Yani dünya nüfusunun insanımız katlediliyor açlık yoksulluk yüzde 12’si yeterli beslenemiyor. diz boyu, olsun siz gene de anı Ülkemizde ise 46 milyon kişi açlık yaşayın. Çünkü sizden başka değerli sınırı altında ama bir çikolata reklamı hiç bir şey yok. Alın işte bizden size açken sen aç değilsin diyecek kadar kocamannnn bir özgürlük. acımasız olabiliyor ve günde onlarca kez aynı reklamı yayınlıyorlar. Çünkü Hayır bizim özgürlükten anladığımız onlar için açlığın yoksulluğun önemi şey bu değil. Gerçek özgürlük Sosyalyok, sadece kar var. izmdedir. Bir başka reklamda ise anı yaşa sloganı ortaya çıkıyor. Gerçekten de pazarladıkları bir telefon mu? Tabi ki cevabımız hayır. Telefonun yanında hediyesi olarak birde ideolojisini

Kapitalizm, insanlara sunduğu kimi imkânlarla onlara sahte bir özgürlük vaat eder. Her şeyin üstünde bireyin ihtiyaçları ve özgürlüğü gelir. Burjuva ideolojisi, sosyalizmi ve devrimcileri,

insanları bir makine gibi görmekle suçlar. Sosyalistler, insanın hayatına müdahale edip onu kendi ihtiyaçlarına uygun şekillendirdiği ve mücadeleye soktuğu için özgürlük düşmanıdır! Sosyalistler burjuvazinin bu propagandasının bir tuzak olduğunu bilirler. Bilmelidirler. Kapitalizmin bireyinin ihtiyaçları da özgürlüğü de bu düzen tarafından belirlenmiştir. Sizin özgürlüğünüz, kapitalist sistemin size izin verdiği ölçüdedir. İnsanı makineleştiren ve kendi istediği gibi çalıştıran aslında kapitalist sistemdir. Gerçek özgürlük, zorunluluğun kavranmasıdır. O zorunluluk, insanın özgürlüğünü sınırlayan ve tutsak eden şeyin bu sistem olduğu ve onu yıkmak için mücadele edilmesi gerektiğidir.

Savaş RENÇBER

5


umutsuz değilim

konuşuyorum heceler gibi, çat pat sanki yüzyıllar süren bir sessizlikten geliyorum sesim bir başkasına aitmiş gibi sesim uzun süren suskunluğun etkisiyle kısık. her şeyi yeni baştan öğrenmeliyim çünkü hep yalanlar öğretildi bana ait olmayan bir tarih aklımı bulandıran bir yığın bilgi her şeyi ama her şeyi yeni baştan öğrenmeliyim düşünmeyi bile. hatta en çok düşünmeyi çünkü en çok istedikleri şeydi hiç düşünmemem sorgulamadan her şeyi kabul etmem verdiklerinden fazlasını istememem ancak bir soru düştü karanlığın ortasına yankılandı yalanlar dünyasının dört bir yanında bir soru ve bir soru daha delikler açılıyor yalandan örülü duvarlarda ışıklar giriyor açılan deliklerden işte böyle oldu düşünmeyi öğrenmeye başlamam soruları duydum ben de ve cevap veremedi yalanlar

6

ben de sormaya başladım çatlayacak gibi oluyor başım şimdilerde sanırım kullanmaya alışık olmadığımdan umutsuz değilim ama. yılların tecrübesince bilgili birliğin ivmesiyle güçlü olabilirim çünkü haksızı gören milyonlarla gözüm yanlışı düzelten yoldaş ellerim oldu gayrı bundan kelli sesim güvenli aklım duru olacak inandım güvendim içimdeki ben biz olacak….

Ayşegül / ANKARA


Halk Koroları 1 Milyonluk Konserimiz Kadar Önemlidir Halk koroları Grup Yorumun halklaştığı, halkla iç içe olduğunun bir göstergesidir. "Grup Yorum Halktır" sloganı bunun simgesidir. Biz bu sloganı nedensiz atmıyoruz, altını dolduruyoruz.

yoktur, olmayacaktır. "Senin sesin iyi değil, sen bence bir dahaki sefere katılmalısın", yada "senin sesin güzel sen biraz daha önde dur, senin sesin daha çok çıksın", gibi düzenin anlayışını yok edeceğiz, bu düşüncelerimizden uzaklaşacağız. Evet kimse Evet Grup Yorum politik bir müzik şarkıcı olarak doğmadı, eğitilmesi grubudur, sosyalizmi savunan, adalet gerekiyor. Bu eğitimi vermekte bize isteyen ve halk için mücadele eden bir düşüyor. Biz öğrendiklerimizi öğretemüzik grubu. Sadece müzik yaparak, ceğiz, ve halkımızdan öğreneceğiz. 13 kişilik bir grupla konserler vererek Onlar sanatımıza zenginlik katacaksanat alanında bu mücadeleyi yürüt- lardır. Yetenek değil, istek ve emek müyoruz. Biz halkın bir parçası belirleyicidir. olduğumuzu korolarımızla gösteriyoruz. Evet biz halk korolarında, halkımızla şarkılar söyleyerek onları eğitiyoruz. Korolarımızın önemini unutmamalıyız. Umudun çocukları orkestrasını Yaptığımız devrimci sanatın halkın bir kurarak, yoksul çocukların'da müzik parçası olduğunu, onlarla birlikte yapma imkanı sağlıyoruz. Ama... yaptığımızı halk korolarımızla göster- Sadece biz onlara öğretmiyoruz, meliyiz. Halkımızı Yorumla iç içe bizlerde Grup Yorum olarak onlardan geçirmeliyiz. öğreniyoruz. Grup Yorum halk korolarında, eğitim verirken, halktan HALKLAŞACAĞIZ! öğreniyor. Düzenin korolarındaki torpil, sınıflandırma, ayırmacılık bizim korolarımızda Hangi sorunlar var, nasıl bir koro

kurabiliriz, nasıl bir sanat oluşturabiliriz vs.. Halkımızın önerilerini, isteklerini ciddiye almalıyız ve çalışmalarımızda kullanmalıyız. Biz onları örgütlemek istiyorsak, bu devrimi halkla yapacaksak sanat alanımızdada onlarla sanat yapmalıyız. HALK BİZİZ... Halkın ürettiği, yarattığı hiçbir eseri küçümsememeliyiz. Halkın sanatçıları kendilerine bir beste geldiğinde ona gereken değeri vermelidir. En büyük yaratıcı halktır. Halk kendi yaşadıklarını müzikle, şiirle anlatır. Üreten ve yaratan halktır, halkın üretimini küçümsemeyeceğiz. Onlardan'da öğrenmemiz gerektiğini herzaman bilincinde olacağız. Halk bizim en önemli parçamızdır biz halktan oluşuruz, halk için mücadele ederiz. Grup Yorum'un elemanları da teker teker bu halktan çıkmıştır.

GRUP YORUM

7


Grup Yorum Anadolu Halk Korosu Üyeleri ile röportaj Kendinizi tanıtır mısınız? Grup yorum çalışmalarımız sürüyor. Anadolu Halk korosu’nda ne kadar zamandır söylüyorsunuz? Grup Yorum Halktır sloganı üzerinden düşündüğümüzde... Bu sloganı nasıl Adım Engin Olcay. Aslen Dersimliyim. değerlendiriyorsunuz, koro açısından? Antalya’da katılıyorum Grup yorum Koroların önemi nedir? korosuna. Yaklaşık 6 aydır birlikte söylüyorum onlarla. Grup Yorum bu çalışması ile insanlara bildiklerini aktarabilmek istiyor. Grup Yorum Halktır sloganı üzerinden İnsanlara birşeyler vermek istiyor. düşündüğümüzde... Bu sloganı nasıl Müzik de insanlara ulaşmak için önemli değerlendiriyorsunuz, koro açısından? bir yol. Grup yorum da böyle yapıyor. Koroların önemi nedir? Korolar da böyle... Grup yorum halkın içinden... Gerek müziği gerek sözleriyle Grup Yorum halk için var. Onlar halkın amaçlarına ulaşıyorlar. Biz de onlarla sanatçıları. Geçmişimize de sahip birlikte olarak aynı amaca hizmet çıkıyorlar. Ruhi Su gibi ustalarımızın ediyoruz. da türkülerini söylüyorlar artık. Bizlere de öğretiyorlar aynı zamanda. Koro çalışmalarınızı nasıl sürdürüyorÖyle olunca da susturulamazlar tabi... sunuz, neler yapıyorsunuz? Koro çalışmalarınızı nasıl sürdürüyorsunuz, neler yapıyorsunuz? Biz Antalya’da cemevinde yapıyoruz. Antalya Cemevi kapılarını açtı. Her hafta orada toplanıyoruz çalışmalarımız için. Orada yaklaşık dört veya beş saat çalışıyoruz.

Genelde hafta sonları buluşuyoruz. Yaklaşık dört beş saat çalışıyoruz. Repertuarımızdaki şarkıları çalışıyoruz. Kendi yöresel türkülerimizi söylüyoruz. Sohbetlerimiz oluyor. Ayrıca çalışma saatlerinin dışında da buluşuyoruz. Grup yorum Korosu olarak bir programınız var mı, hedefleriniz nelerdir?

Grup yorum Korosu olarak bir programınız var mı, hedefleriniz nelerdir?

Anatlya Korosu olarak albümümüzde kendi bestemizle yeralmak istiyoruz. Aynı zamanda söz ve bestelerde Biz Antalya’da Antalya Halk korosu katkıda bulunmak istiyoruz. Koroolarak daha fazla insana ulaşıp güçlü muzun çoğalmasını ve büyümesini bir koro oluşturmak isitoyruz. istiyoruz. Ve biz şuanda Yorum’öğrenGücümüzü büyütmek istiyoruz. Aynı cileriyiz. Biz de eğitmen olup yeni zamanda Anadolu Halk koroları olarak öğrencilerimizi yetiştirmek istiyoruz. kendi albümümüzü yapmak istiyoruz. Ve tabi kendimiz üretmek istiyoruz. *** ***

Kendinizi tanıtır mısınız? Grup yorum Anadolu Halk korosu’nda ne kadar Kendinizi tanıtır mısınız? Grup yorum zamandır söylüyorsunuz? Anadolu Halk korosu’nda ne kadar zamandır söylüyorsunuz? İsmim İlker Akkaya. Eskişehir’de öğrenciyim. Geçtiğimiz sene katıldım Ben Cansu Doğan. Öğrenciyim, koro çalışmalarına. üniversitede eğitim görüyorum. Geçtiğimiz sene Eylül ayında bir Grup Yorum Halktır sloganı üzerinden Yorum konserinde koro düşündüğümüzde... Bu sloganı nasıl oluşturulduğunu öğrendim. Hem değerlendiriyorsunuz, koro açısından? onlarla tanışmak istedim hem de Koroların önemi nedir? eğitim almak, koro içerisinde yer almak istedim. Onlar da zaten seve Bizler yetişen devrimci sanatçılarız. seve içlerine kabul ediyorlar tüm Grup yorum sanatını halktan yana insanları. Yaklaşık altı – yedi aydır da yapıyor. Bizler de bu yolda ilerliyoruz.

8


Koroların bu kadar kalabalık olması aslında bu sloganın ne kadar gerçek bir slogan olduğunu gösteriyor. Koro çalışmalarınızı nasıl sürdürüyorsunuz, neler yapıyorsunuz?

Hedefimiz çocukluğumuzda vardı Grup Yorum ve hep daim olsun. Hedefimiz bu... ***

nasıl değerlendiriyorsunuz, koro açısından? Koroların önemi nedir? Grup yorum kocaman bir aile aslında. Ben öyle de düşünüyorum. Biz büyük bir aileyiz.

Kendinizi tanıtır mısınız? Grup yorum Koro çalışmalarınızı nasıl sürdürüyorAnadolu Halk korosu’nda ne kadar sunuz, neler yapıyorsunuz? zamandır söylüyorsunuz? Ustalarımız var. Bir nevi usta çırak Ben Barış.. Ankara’da yaşıyorum. Lise ilişkisi gibi bizim koro çalışmalarımız. öğrencisiyim. Ailemden dolayı sürekli Bu konuda bize en iyileri veriyorlar. . dinlediğim bir grup. Tanıtımını Devrimci sanatçılık anlamında... gördüm, bildirilerden afişlerden. Ben de haber alır almaz başvurdum. Kabul Grup yorum Korosu olarak bir ettiler beni. programınız var mı, hedefleriniz Grup yorum Korosu olarak bir nelerdir? Grup Yorum Halktır sloganı üzerinprogramınız var mı, hedefleriniz den düşündüğümüzde... Bu sloganı nelerdir? Tabi ki bu aileyi daha da büyütmek nasıl değerlendiriyorsunuz, koro istiyoruz. Halkımızı bilinçlendirebilmek, Grup yorum korosu olarak Eskişehir’in açısından? Koroların önemi nedir? öğrendiklerimizi öğretmek istiyoruz. köylerini dolaşmayı istiyoruz. Hem koromuzu tanıtmak için hem tanışmak Grup yorum halktır evet. Burada da Kendinizi tanıtır mısınız? Grup yorum halkın içine geldiğimizi hissediyoruz. Anadolu Halk korosu’nda ne kadar için. Oralardan beslenmek istiyoruz. Sürekli öğretmek istiyoruz. Çok farklı zamandır söylüyorsunuz? Aynı zamanda bir albüm çalışmamız görüşten insanlar var burada. Ama var. Anadolu Halk Koroları’nın albümü. Bizler de orada hem koromu- biraraya geldik. Ben Nazım Demirkaya. Dersim’den zla hem de enstrümanımızla yer katılıyorum çalışmalara. Bu koroda Koro çalışmalarınızı nasıl alacağız. olmak beni çok mutlu ediyor. Uzun sürdürüyorsunuz, neler yapıyorzamandır Yorum dinliyorum. sunuz? *** Grup Yorum Halktır sloganı üzerinden Haftada bir gün buluşuyoruz. Çok düşündüğümüzde... Bu sloganı nasıl Kendinizi tanıtır mısınız? Grup yorum güzel geçiyor. Ve hatta eğleniyoruz değerlendiriyorsunuz, koro açısından? birlikte. Amacımız sadece türkü Anadolu Halk korosu’nda ne kadar Koroların önemi nedir? söylemek değil, öğrenmek, tanışmak, zamandır söylüyorsunuz? sohbet etmek ve hatta demin Korolarımız önemli evet. Çünkü Ben Ufuk. Hatay Halk Korosu’ndayım. dediğim gibi eğlenmek. Birlikte türkülerimiz kayboluyor. Bugün Grup eğlenmek... Yaklaşık dokuz aydır çalışmalara yorum Koroları olarak bunu dile katılıyorum. Grup Yorum’u halkların getirdiğimizi düşünüyorum. UnutmayGrup yorum Korosu olarak bir sesi olarak biliyorum. Yorum alım türkülerimizi. programınız var mı, hedefleriniz sevdalısıyım. O nedenle korodayım. nelerdir? Koro çalışmalarınızı nasıl sürdürüyorGrup Yorum Halktır sloganı üzerinsunuz, neler yapıyorsunuz? Herkese düşüncelerimizi anlatmak den düşündüğümüzde... Bu sloganı istiyoruz. nasıl değerlendiriyorsunuz, koro İlçelerde çalışmalar yapıyoruz. Biraz açısından? Koroların önemi nedir? uzak birbirine ama güzel geçiyor. Hem çalışıyoruz hem eğleniyoruz birlik*** Aslında halkların korosu bence. teyken. Değişik milliyetlerden insanlar var. Kendinizi tanıtır mısınız? Grup yorum Grup yorum Korosu olarak bir Arap, Kürt, Türk... Bu nedenle Anadolu Halk korosu’nda ne kadar halkların korosu... programınız var mı, hedefleriniz zamandır söylüyorsunuz? nelerdir? Koro çalışmalarınızı nasıl Adım Deniz Özkan. Grup Yorum sürdürüyorsunuz, neler yapıyorTürkiye’nin her yerinde olsun istiyoruz. Anadolu Halk koroları ilk oluşmaya sunuz? Konserlerde Yorum’a destek vermek başladığından beri içindeyim. Küçük istiyoruz. Dersim’de de Grup Yorum yaşlarımdan beri Grup yorum dinliyo- korosu olarak konserler vermek Çalışmalarımız gayet iyi gidiyor. Ben rum. Benim için çok şey ifade ediyor. istiyoruz. çok memnunum koroda olmaktan. Onunla büyüdük. Bu ailenin bir parçası olmayı her zaman istedim. Grup yorum Korosu olarak bir programınız var mı, hedefleriniz SÜRECEK... Grup Yorum Halktır sloganı üzerinnelerdir? den düşündüğümüzde... Bu sloganı İçeriğinden bahsetmek istiyorum. Biz halkın sanatını öğreniyoruz, halk sanatçılığını öğreniyoruz. Tabi müzik çalışması yapmadığımız anlamına gelmiyor bu. Öğreniyoruz, müzik çalışmaları yapıyoruz, kendimizi ilerletmeye çalışıyoruz. Yeni şeyler de üretmeye çalışıyoruz.

9


SAĞ KURTULAN 1 MAYIS bedenler gördüm sonra. Kopuk kollar, kaybediyoruz ve suçlu bizler oluyoruz. bacaklar gördüm. Bu süreç içerisinde ben hala Rasim Kafamı biraz daha kaldırıp Ağabey’den haber almak için uğraşıyor, doğrulduğum vakit Meral'i gördüm... ölen insanların adlarını sık sık yokluyorMeral; benim can yoldaşım, sırdaşım, dum. Daha sonra kızı Rengin Elmas'tan arkadaşım, ekmeğimi bölüştüğüm Coşkulu bir kalabalık vardı, aşağı aldım haberini. Rasim Ağabeyimiz güzel kadın... Yer Kazancı Yokuşu; yukarı 300-500 bin kişi vardık. Meral henüz 41 yaşındaydı film stüdyolarında ile beraberdik, Meral Özkol. Zaten bir vücudu ezilmiş, üstü başı yırtılmış, elektrik makine teknisyenliği yapıyoronu bir de Rasim Elmas'ı tanıyordum, vücudu kan içerisinde... Çok sonra du. Filmlerin görünmeyen kahramanı duydum bir panzer tarafından orada diyorlardı ona. O güzelim Rasim onlarla katılmıştım mitinge. kıstırılıp ezildiğini. Ağabey’imizi kıstırmışlar bir köşeye Her şey yolundaydı inanılmaz bir omzuna bir bıçak saplamışlar önce, kalabalık, ağızda sloganlar; adeta bir Demek benim nazlı yoldaşımın vücudu kurşunlanmış, sırtı ezilmiş üzerinden panzer geçmiş öyle mi? düğün yerini andırıyordu Taksim o sonrasında. Bunları öğrendim işte. Her Meral o anda oracıkta son nefesini gün. Yani görseniz belki siz de söylenişte, sanki o vahşi işkence bana vermiş öyle mi? Öyle diyorlar, sahiden yapılmış gibi bedenimde hissettim tüm gözlerinize inanamazdınız. öyle mi? acıyı. Sonra aniden bir el silah sesi duyuldu, ardı sıra üç beş derken ortalık çoktan Meralin başındaydım cansız bedeninin Evet işkenceydi çünkü insan olan toz duman olmuştu bile. Herkes sağa önünde diz çöktüm, dakikalarca insana böyle bir şeyi yapmazdı, bekledim. sola kaçışmaya başladı kimse ne yapamazdı. Kim bilir nasıl canı acımıştır. olduğunu anlamamıştı. Gözüme uyku girmiyordu. Hafif bir Sonra aklıma Rasim ağabey geldi. dalsam o görüntüler, o çığlıklar, o O anlardan hatırladığım çok fazla şey Kalktım ayağa sağa sola koşturmaya, kurşun sesleri geliyordu gözümün bağırmaya başladım. İçimde ince bir var aslında. Kulakları sağır edici önüne. Kulağım artık en ufak bir sızı dualar ediyorum sağ olması için. çığlıklar, yakarışlar, silah sesleri, yüksek sese tahammül edemez Rasim Ağabey’i bulamadım o gün. yardım isteyen insanlar, acı dolu olmuştu. Bir yanım Meral idi bir yanım Saatlerce aradım o cansız bedenler iniltiler. Rasim Ağabey. Ya tanımadığım ama arasında ama bulamadım. Onlarca yüreği benimle orada bir atan ceset gördüm. Bıçaklanmış, kurşunO anlara kadar Meral ve Rasim yoldaşlarım? Kim bilir nasıl işkenceler Ağabey yanımdaydı, o karmaşada her lanmış, ezilmiş, dövülmüş insanlar ile katledildiler. Kim bilir nasıl acıdı gördüm. ikisini de kaybettim. canları. Tarih 1 Mayıs 1977; bir kanlı katliamın başlangıcında olduğumuzu bilemezdik elbet. O günden sağ çıkmış biri olarak yazıyorum bugün sizlere bunları.

Yazdıkça o güne gidiyorum hala. Her 1 Mayıs benim için sadece o günden ibaret artık. Kanlı Mayıs, Kanlı 1 Mayıs. Olayların üzerinden birkaç gün geçmişti, o günlerin gazete manşetleri hala hafızamda duruyor. O kirli ağızları, o leş söylemlerini daha dün gibi hatırlıyorum "Solcular 40 kişiyi katletti”, “Kızıllar kudurdu”, “Mitingde Komünistler birbirini yedi”, Birkaç dakika evvel beraber sloganlar “Maocu vatan hainleri Taksim'i kana buladı"... attığım, gülüp eğlendiğim hep bir ağızdan türküler tutturduğum arkadaşlarımın, yoldaşlarımın kanıydı Bu başlıklar atıldı günlerce gazetelerde. Olayın içerisindeyiz, yaşıyoruz, yerdeki. Ortalıkta parçalanmış Yerdeydim gözlerimi sımsıkı yumduğumu ellerimle başımı koruduğumu hatırlıyorum. Vücudumun ıslandığını hatırlıyorum, gözlerimi hafiften aralayıp ıslaklığın kandan kaynaklandığını gördüğümde başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Ellerimle vücudumu, bacaklarımı yokladım, sağlamdım.

10

Son sözleri ne olmuştur acaba? En son kimi görmüştür gözleri veya? Peki ya evde bekleyen anaları, eşleri, çocukları var mıdır dersiniz? Şöyle düşünün, sabah evden sağ salim çıkıyorsunuz, akşam evinize ölüm haberiniz geliyor. Hem de nasıl bir ölüm... Panzer altında kalınan bir ölüm, bedenine kurşunlar yağan, bıçaklanan, dövülen bir ölüm. Okurken canınız acıyor mu? Benim anlatırken, yazarken canım acıyor. O günü yaşıyorum senelerdir ve kendi


kendime keşke orada ben de ölseydim de bu acıyı yaşamasaydım diyorum. Kalana mı zor gidene mi derler ya... Gidene nasıldır bilemem ama kalana çok zor olduğunu yaşadım, yaşıyorum ben. İnsan ölmek ister mi hiç? Ben o günden sonra her gün istedim. Her gün o günün acısıyla yaşadım. Benim can yoldaşım panzer altında kalmış ha? Benim ağabeyim bıçak yemiş, kurşunlanmış öyle mi? Allah’ım neler işitti benim kulaklarım öyle... Şimdi çıkmış birileri diyor ki, Taksim 1 Mayıs alanı değildir, çıkamazsınız. Yahu siz kimsiniz çok sayın beyefendi? Bizi orada katledenler için var mı bir cezanız bir kınamanız, siz kimsiniz takım elbiseli beyler... Meral'in önünde diz çöküp o kanlı ellerini tuttuğumda bir söz vermiştim o cansız bedene, o zalimler o katiller de bir gün diz çökecek; lakin cansız bedenlerimizin önünde değil. Bizim düşümüz bir gün hakim olacak, ve o gün hepsi bizim zaferimizin önünde diz çöküp af dileyecek. Bakın şimdi de diyorum ki asla ve asla uzlaşmayacak asla affetmeyeceğiz. Bugün Bakırköy'e çıkmayı kabul edip, bu fikre yanaşan oportünistler; şehitlerimize, yoldaşlarımıza tarihimize ihanet ediyorlar. O dönem DİSK öncülüğünde düzenlenen 1 Mayıs'ı bugün en çok onlar sahiplenmeliyken ilk cayanlar, ilk geri çekilenler, pes edenler onlar oluyor. Tarih nasıl ki o katliamı, o acıları, gözyaşlarını unutmayacak bu yapılan ihaneti de asla unutmayacaktır. Sorulacak hesabımız sadece o katillerden değil, bu insanlardan da vardır.

Her sokak ucu Taksim. Şehitlerimizin yüreğini de bir yel eyleyip yüreğimize, öylece sesimizi yükseltiyoruz. Şimdi karşımızda öfkesinde kibrinde boğulmuş koca koca takım elbiseli adamlar diyorlar ki yasak, diyorlar ki çıkamazsınız. Hele bakın gözlerimize, göremezsiniz ya, ama bakın hele bir yüreğimize; nasıl çıkacağımızı göreceksiniz.

İşte sizin göremediğiniz ama bizde hep var olan o inançla, o cesaretle çıkacağız o gün o kanlı meydana. Şimdi madem fırsatım var söylüyorum işte Meral ile, Rasim Ağabey ile ve kaybettiğimiz tüm yoldaşlarımız ile o meydanda ben de vardım.

Şilan ORHAN

Gözlerim o günde; aklım, yüreğim o günde; o acılarda, o yakarışlarda çürüyor. Bize şehitlerimizi anmayı bile çok görüyorlar, bu görgüleri korkudandır biliriz. Halkın haklı davasından korktuklarını en iyi biz biliriz. O gün yakınlarını, eşlerini, evlatlarını belki babalarını kaybedenler, yoldaşlarını kaybedenler bugün yüreği harmanlanmış kocaman olmuş olarak çıkıyorlar meydanlara. Her sokak Taksim'e çıkıyor, bir çığ oluyor her yerden akıyoruz Taksim'e.

11


İdil Halk Tiyatrosu ile Bedreddin Oyunu Üzerine... “Bedreddin halkların mücadelesi ile bütünleşmiş ve bugün de Bedreddin’in mücadelesini halka taşıyoruz... Daha çok insanı Bedreddin’le tanıştırmak istiyoruz...” Daha önce sizden dergimiz için kısa bir röportaj almıştık ama o zaman oyunun ilk provalarıydı, hatta bazı sahneler daha yazılmamıştı, neredeyse fikir aşamasındaydı diyebiliriz. Pek çok prova aldınız oyun sahneye hazır. Biraz detay isteyeceğiz sizden bu sohbetimizde... Ülke tarihimizde birçok ayaklanma ve birçok halk önderi var neden Şeyh Bedreddin?

gösteren bir önder. Bu yüzden bugünle bağını kurarak anlatmak istedik.

Nazım hikmetin bir tespiti var diyor ki: “Kurtuluş savaşı Şeyh Bedreddin’le başlamıştır” Yani sınıfsız bir toplumun tohumlarını atmak sınıfsız bir topluma yönelmesi...yani bizim topraklarımızda böyle ama diğer ülkeler içinde böyle bir önder var mıdır araştırmak Bedreddin bu topraklarda çağının çok gereklidir. çok ilerisinde bir sistemi yani ilkel komünizm diye adlandıracağımız bir Bir de 1300’lerin sonu 1400’lerin sistemi hayata geçirmiş bir önder. başında sosyalizm düşüncesinin o Adına ortaklar denen herkesin eşit yıllardan itibaren var olduğunu da olduğu, ortakça, kimsenin kimseyi görüyoruz. Gerçi o yıllarda adı sömürmediği kendilerinin üretip ortaklardı ama öz olarak aynıydı. kendilerinin tükettiği sistemi kurmuş Ortakça bir düzen, adil bir düzen... O bir önder. O nedenle böyle bir öndere düzenin ta o zamanlar kurulduğunu sahip olmaktan gurur duyuyoruz. ve o zamanlarda da mücadele Halkı için kendini feda eden önderler içerisinde olduğunu halka anlatmak hep oldu onlara da saygı duyuyoruz, açısından da önemli. Yani bu yeni sahipleniyoruz. Bedreddin Anadolu çıkmamıştır. Kapitalizmden önce de toprakları için bir sembol, hatta ezilen var olduğunu ortak düzenin, sömürü tüm dünya halkları için bir sembol, olan her dönemde böyle bir alternatiezilen halkların kurtuluş yolunu fin olduğunu anlatmak için de önemli

12

Şeyh Bedreddin. Onun için Şeyh Bedreddin. Peki şimdi tüm oyuncular, çalışanlar olarak Bedreddin’in ne yaptığına vakıf olmak için neler yaptınız? Herkes kimi ve hangi dönemi anlattığınıza dair bilgi sahibi olabildi mi? Bir tarih çalışması da gerektiriyordur... Bunu yapma şansı bulabildiniz mi? Nerelerden yararlandınız? Oyunun öncesinde hepimiz zaten Bedreddin’le ilgili kitaplar okuduk. Hep beraber okuduğumuz bir kitap da var, Bende Halimce Bedreddin’em. Radi Fiş’in yazdığı bir kitap bu. Onun dışında sonradan dahil olan arkadaşlar da yine o kitabı okudular ve farklı kaynaklardan da yararlanarak, hem de kendi aramızda yaptığımız tartışmalarla yeterli seviyeye geldi. Yani hepimiz belli bir seviyede Bedreddin’i biliyoruz. Çalışmasını yaptık yani. Ve aslında hala da yapmaya devam ediyoruz. Hep öğreniyoruz, araştırıyoruz.


Bedreddin’le ilgili aslında ilk oyun değil, daha önce de pek çok kez oyunlar sahnelendi. İdil Halk Tiyatrosu’nun oyununu, Bedreddin’i bugünden gördüğü yeri diğer oyunlardan ayıran yan nedir? Bedreddin bugün yaşayan bir tarih. Bizden önce ele alanlar bizden önce oyunlaştıranlar, sadece bir dönem oyunu gibi ele alarak sınıfsallıktan uzak ele almışlar. Belki dokunduğu yerler olabilir bu oyunların, ama gerçekten de sınıfsal bir bakış açısıyla ele alıp Bedreddin’i bugüne taşıyıp ve bu günde de insanlara kurtuluş yolunun savaşmaktan , mücadele etmekten geçtiğini anlatan Bedreddin oyunu yok, benim bildiğim okuduğum, gördüğüm kadarıyla. Evet bizim oyunumuz bunu gösteriyor, bunu gösterecek, bunu anlatacak, bu bilinci taşıyacak. Berkinle bağını kuruyoruz biz Bedreddin’in.14 yaşında bir çocuğun sapanında Bedreddin’in düşüncesi yatıyor. O sapanla direnirken Bedreddin’in Ortaklar’da ellerinde çapayla kazmayla direnen Hakikat Bacılarının düşünceleri yatıyor. Berkin’in sapanında biz bunu anlatıyoruz. Bedreddin hala yaşıyor, bizde yaşıyor, düşüncemizde yaşıyor. Sanatımızda yaşıyor, oyunlarımızda yaşıyor, küçük bir çocuğun Berkin’in elindeki sapan silahında yaşıyor Bedreddin... Çünkü çelişki bitmiş değil, sınıflar arası çelişki ortadan kalmış değil. Hala ezenler ve ezilenler var ve bu iki sınıf hala çarpışıyor. İşte bizde Bedreddin gibi ezilenlerin , mazlumların yanındayız, yoksulların açların yanındayız. Bizim oyunumuzda bu bakış açısıyla ele alındığından diğer oyunlardan ayrışıyor. Bedreddin oyunu sömürüye dayalı kapitalist düzenin nasıl yıkılacağını sosyalizmin nasıl kurulacağını, nasıl mücadele edileceğini anlatıyor onu örgütlüyor. Bir de şu boyutu var bundan önce oynanan Bedreddin oyunları halkın belli bir kısmına hitap ediyordu, yani aslında Bedreddin’in yaratmak istediği hayata yani sosyalizme çok fazla değil de küçük burjuva kesime daha çok hitap eden kişilere oynandı bu oyunlar ve açıkçası öylede anlatıldı. Yorumlayanlar tarafından halka çok halka çok indirgenmeden anlatılmış yazılmış. Halk Bedreddin’i ne kadar tanımıyor?

Aslında Bedredddin’i tanıması gereken halk. Biz her kesimin ve halkın anlayacağı bir oyun yarattmayı amaçladık. Ve halkın her kesimine bu oyunu götürmek istiyoruz. Diğer oyunlardan farkı bu olacak. Bedreddin dönemini şu an yaşadığımız Türkiye dönemiyle ciddi benzerlikler taşıdığını düşünüyoruz. Çünkü Osmanlı çok egemen bir zihniyet taşıyan ve halkları teslim almaya çalışan bir imparatorluktu. Mehmet Çelebi’nin bugün iktidardakiyle aynı karakterleri taşıdığını düşünüyoruz. Çünkü kendi iktidarını korumak için kardeşlerini katleden, kendisiyle alakalı muhalif bir ses çıkaranları katliamlardan geçiren bir zihniyet. Timur da buna benzeyen bir karakter. Bugün yaşanan durum da bu aslında. Günümüzde ülkemizin bir çok

yerinde vahşi katliamlar başta Kürdistan olmak üzere İstanbul’un yoksul mahallelerinde aslında pek de Bedreddin döneminden farklı şeyler yaşanmıyor. Biz Bedreddin’le o günlerden bu günlere yapılan katliamları anlatıyoruz. Tabi ki bunu yaparken de bu katliamları yapanlara karşı mücadele etmenin örgütlenmesini de anlatıyoruz. Bu yanıyla diğer Bedreddin oyunlarından ayıran noktada bu. Çünkü Bedreddin’i anlatırken katliamlar yapıldı, ölümler yaşandı. Bu ölümlere ve katliamlara karşı nasıl mücadele ederiz, aslında temel dayanak noktası da bu. Aslında bir şey yapmanın gerekliliğini anlatan bir oyun. Kostüm hazırlıklarınız bir yandan devam ediyor, İdil Halk Tiyatrosu’nun ne koşullarda çalıştığını olanaklarını ve olanaksızlıklarını biliyoruz zaten.

13


Kostüm olarak ilk önce dönemsel kostümler seçtik onlara ulaşmaya çalıştık, oyunda kullanacağımız kostümlerin yüzde seksenini tamamlanmış durumdayız.

mahallede oyunu sergilemek. Daha sonra tüm Anadolu ve yurtdışı hedeflerimiz var.

Son olarak şu önemli yana dikkat çekelim. Yazılan ve oynanan oyunlarla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Danslar var müzikler var ! Bence yazılan ve oynanan oyunları yabana atmamak lazım, onlar bizi ileri Evet danslar ve müzikler var. İHT’nun taşıdı, Bedreddin konusunda onlardan sözlerini yazdığı semahlar var. Sanatçı da yararlandık. Yani hem şiirler hem dostumuz Barış Güney’inde katkıları de oynan oyunlar. Mehmet Akan hiç çok oldu. Yeni besteler var. oyun yokken ilk tiyatro konusunda bizi ilerleten Bedrettin nasıl olur Nerede oynayacaksınız? olursa biz nasıl yaparız noktasında ışık tuttu bize. Aslında sonradan 3 tane Her yerde , Kim davet ederse... oyunun yardımıyla onlardan yardım alarak, aslında onlar bize 1 adım attı, Buna dair bir perspektifi mutlaka biz 2. Adımı attık diye biliriz. Çünkü vardır, neresidir? onlar 1 adım atmasalardı biz birinci adımı atıyor olacaktık. O yüzden İHT sahne olarak gördüğü, çıkacağı, seyirci daha önceki Bedreddin oyunu sergileyeceği yer neresidir? oyunları izlemiş olanlar aradaki farkı görmüş olacaklar, belki büyük eleştirEkibiz kalabalık olduğu için büyük iler sunulacak. Veysel abinin de dediği salonlara ihtiyacımız var. Öncelikli gibi biz bu oyunu halkın anlayacağı bir amacımız İstanbul içinde hem Anado- dilde yazdık. lu hem de Avrupa yakasında bir çok

14

Yani küçük bir zümrenin ki ortaklar bile bu oyundan rahatsız olabilirler. Küçük bir ortaklar köyü var. Onlar bile kendilerine hikaye anlatıyorlar. Biz bunu çıkıp Türkiye’nin her yerine yaracağız, bu çok önemli bizim için. Bedreddin halkların mücadelesi ile bütünleşmiş ve bugün de Bedreddin’in mücadelesini halka taşıyoruz... Daha çok insanı Bedreddin’le tanıştırmak istiyoruz.... Böyle bir mücadelemiz var. Bu mücadele bize yardımcı da olacaksa gezi ayaklanması. Gezi Ayaklanması bizim için ışık oluyor Bedreddin ayaklanması için. Ortak bir düzen derken Gezi süreci gibi ortak bir mücadeleyle birleştiğimiz zaman bu ortak düzeni kurabilir. Gezi sürecinde sembolleşmiş şehit düşmüş Berkin Elvan’ı örnek alıyoruz kendimize. Bütün şehitlerimiz çok önemli gezi şehitlerimiz. Bu oyunu halk ayaklanması süreciyle anlatıp tüm halka yayacağız. Mehmet Akan güzel bir şey yaptı kendi oyunuyla alakalı, sadece en belirgin olanı söylüyorum oyunlar içerisinde. Mehmet Akan sadece ortaklar için biyografik olarak anlattı Bedreddin’i


ekibiz. Ekibimizde çeşitli iş alanlarından olanlar da var. Mühendisi, çaycısı, fotoğrafçısı, avukatı gibi... ortak bir hayali ideali gerçekleştirmek için bir araya gelmiş bir ekibiz aslında. İlk defa çıkanlarda var daha önce sahne deneyimi yaşamış olanlarda var, nasıl bir araya geldik? Çünkü ortak bir inanca sahibiz...

Profesyonelce tiyatro yapan insanlara sorduğumuz zaman bu şartlarda bu oyun çıkmaz, vazgeçin denmişti bize. Bütün gününüzü tiyatroya ayırmazsanız bu iş olmaz denmişti. Bu oyunla böyle olmadığını göstermiş Ama biz tek Bedreddin’i anlatmayıp olduk aynı zamanda. Popüler kültürde Börklüce’yi torlağı ve ortak hikayeyi şöyledir ya herkes tiyatro yapamaz, anlatmaya çalışan bir kurguyu anlatherkes oyuncu olamaz, herkes müzisymaya çalıştık. Ve Avrupa’ya gidebilen olamaz... doğuştan yetenek olması irsek, ve Avrupa’ya da çağrımızdır bizi Çalışmalarımızı kolektif bir hale gerekir gibi bir algı vardır. Ya da de çağırsınlar. getirmemiz bizi daha ileriye taşıdı. kişilerin daha magazinsel yönüne Devrim mücadelesi sadece ekonomik, bakarlar, görüntüye bakarlar ve ona Tabi ekibinizin şöyle bir özelliği de siyasal... anlamda sürmüyor sadece önem verirler. Biz İdil Halk Tiyatrosu var. Oyunculukla yeni tanışan ve ilk kültürel olarak da sürüyor. Bu olarak bu algıyı da kırdık. Biz ise kez sahneye çıkacak olanlarda var mücadeleyi daha da ileri taşımak gönüllüğe bakarız. Biz de önemli olan Bedrettin oyunuyla. Aslında idil gerekiyor mesela grup yorum milyon- düşüncelerdir, duygulardır, neye kültür merkezinin yabancı olduğu ları bir araya getiriyor bizde Anadohizmet ettiğimizdir, gönüllülüktür bir gelenek değil. Yorumda da böyle lu’nun her yerinde binleri milyonları bunlara önem veririz biz her daldan, ilk defa müzikle tanışanlar hem hem seyirci hem katılımcı olarak meslekten oyuncularımızın olmasının öğreniyorlar hem öğretiyorlar. görmek isteriz. sebebi de bu. Böyle büyük çaplı bir oyunda bu deneyimsizliği nasıl aştınız? Büyük bir emeğin ve fedakarlığın İdil halk tiyatrosu halk tiyatrosu olmanın hakkını veriyor. Kalabalık bir

ürünü. Tiyatro yapmakla birlikte herkes mücadelenin bir yerinde...

TAVIR

15


Çocuklar geleceğimizdir. Onlar için bugün ne ekiyorsak gelecekte biçeceğimiz odur. Yani çocuklarımızın beynini neyle beslediğimiz çok önemlidir. Eski bir çin atasözü: “İnsan ne yerse odur'' der. Onların beynini çöplükle doldurursak onu, güzellikler ve doğru bilgilerle doldurursak da doğruları geleceğe taşıyacaktır. Unutmayın çocuklarımız salt anne babası yada çevresindeki büyüklerinden yada okuldan değil içinde bulunduğu düzenin propagandasından, eğitim adı altında çocuklarımıza sunulan bencil, bireyci, amerikancı yaşamdan da ciddi anlamda etkilenirler. Çünkü aile çevresi, sinema, çizgi filmler, animasyonlar, televizyon, bilgisayar oyunları, internet, gazeteler, dergiler, kitaplar da okuldur. Çocuğun beynine bilgi ileten her şey okuldur diye düşünmeliyiz. Çocuklarımızın alışkanlıklarını, davranışlarını bunlar belirler. Yaşama biçimini, tercihlerini bunlar şekillendirir. Öyleyse çocuklarımızın hayatını, geleceğimizi biçimlendirmek için attığımız her adımı bilinçlice doğru atmalıyız İlk Gıda Çocuklarımızın ilk gıdası Anadolu kültürümüzdür. Geleneklerimizi değerlerimizi ana sütü misali yudum yudum içirmeliyiz. O daha beşikte de olsa annesinin sevgi ve sabırla

16

kulağına fısıldadığı ninnilerle büyümelidir. '' Uyu yavrum, uyanacak günler var Eli, dostu gözetecek günler var. Sen büyürsen düşmanlara korku var Sen ağlama ben ağlayayım ninni Uyu yavrum ninni.....'' Erdem, ahlak, iyi ve güzeli ninnilerden, anlattığımız masallardan öğrenmelidir. Masallardaki halkın binlerce yıllık yaşamından süzülmüş, dilden dile, dolaşarak gelmiştir. Hayatının içinden damıtıldığı için de en doğal, en saf gıdalardandır.

mücadelesi verdiği için Atinalı muktedirleri kızdırmış ve ölümle cezalandırılmış bir masalcıdır. Bunun için Ezop çocuklara olduğu kadar masallarında büyüklere de dersler verir. Çocukları eğitirken eğlendiren bu masallar 17.yy Fransız yazarı La Fontaine'in de ilham kaynağı olmuştur ve La Fontaine 'in kimi masalları Nazım Hikmet'in şiirlerinde yer alır. Usta şairimiz de çocuklar için unutulmaz şiirler kaleme almıştır.

'Güzel günler göreceğiz çocuklar Motorları maviliklere süreceğiz'' diyerek çocuklara da büyüklere de Masallar Olur Da Masalcılar Olmaz umudu, coşkuyu taşırken, yine Mı? “Doğum” şiiriyle hak etmedikleri acıları Çocuklar için yazılan binlerce masal yaşayan çocuklara değinir. Siyah, vardır. Bunlarda çocuklarımıza beyaz, sarı ırktan tüm çocuklar için vereceğimiz eğitimin bir parçasıdırlar dünyayı mavi atlas döşekli bir beşik Mesela milattan önce yaşamış ünlü olacak diye tasvir eder.'' Kız Çocuğu'' Hint yazarı Beydaba'nın sonrasında da şiirinde ise Hiroşima 'da Amerika’nın Ezop, çocuklar daha iyi anlasınlar diye attığı atom bombasıyla kavrulan, ölen eserlerinde hayvanları konuşturmayı çocukları dile getirir. düşünmüşler ve öylede yapmışlardır. Beydaba'nın Kelile ve Dimne '' isimli Eserlerinde çocuklara yönelik anlatımmasalı dönemin zalim Hükümdarı lara yer vermeyen şair yoktur. Ahmet Depşelim'i anlatır. Gerçi bugünün Arif’in “Adiloş Bebe''sini hatırlayın. Arif zalimlerinin karşısında Depşelim bile “tanı bunları” diyerek sanki bugün masum kalmaktadır, ama Beydaba üzerinde bombalar yağan, kurşun onlara taa o çağdan zalimlere boyun sesleriyle uyanan, sokak ortasında eğmeyin diye nasihatte bulunur. katledilen çocuklara dostunu düşmanını da tanı der. Ezop ise bir köle iken bilgeliğinden dolayı azat edilmiş anacak özgürlük “Bunlar engerekler ve çıyanlardır


Bunlar ekmeğimize aşımıza göz koyanlardır. Tanı bunları Tanıda büyü Bu namustur Künyemize kazılmış Buda sabır Ağulardan süzülmüş Sarıl bunlara Sarıl da büyü'' Adiloş bebeye nasihattan Rusya’da faşizme karşı savaşan ve zafer kazanan Sovyet halkının çocuklarına yazdığı nasihat dolu mektuba geçelim. '' Sevgili evladım, Bu mektubu sana, 1970 yıllarının insanları yazıyorlar. Bizler ,senin rüştünü ispatladığın gün, kimin sayesinde yetişkin bir insan, sözcüğün en soylu anlamıyla yetişkin bir insan olduğunu bilmeni istiyoruz. Bizler yaşadığın dünyayı senin için fethedenin bizim kuşağın insanları olduğunu bilmeni istiyoruz. Olağanüstü zeki ve yetenekli nice genç insanın faşizme karşı savaş sırasında can verdiğini, senin geleceğinin tehlikelere gebe olmaması için yaşamlarını feda ettiğini bilmeni istiyoruz. Sovyet halkının ,senin yaşayacağın komünist toplumu kurmak için nice büyük başarılar kazandığını bilmeni istiyoruz. İşte sana emanet ettiğimiz görev :Bizim senin uğrunda yaptıklarımızı, sende çocukların ve torunların için yap.

ÇOCUKLARIMIZA ÖNEREBİLECEĞİMİZ KİTAPLARDAN BAZILARI

*Koca Ren *Dünya güzeli *Saka Kuşları *Sakarya

Masal kitabı olarak Pertev Naili Boratav'ın derlediği;

''... İki iş tuttum ömür boyu köklü. Çocukları okutmaktı ilk işim; ikincisi yazdıklarımı çocuklara okutmak.... Kim *Az Gittik Uz Gittik ne derse desin çocuklar için yazdım *Zaman Zaman içinde hep. *Nasrettin Hoca Bu satırların yazarı Rıfat Ilgaz da *Tekerlemeler... çocuklarımız için çocuklar için değerli çalışmalar yapmış eğlenceli olacaktık. bir yazarımız. *Cankurtaran Yılmaz Çocukların dünyasına girmeyi başaran *Öksüz Civciv bir masalcıda Samed Behrengi'dir. *Bacaksız Onu öncelikle “Küçük Kara Balık'' *Kumdan Betona kitabıyla tanırız. Ki bu kitabı tüm *Aparman Çocukları çocuklar okumalıdır. “Beni diken, yetiştiren, emek veren meyvemi yiyemedikten sonra, emeği olmayana da ben yedirtmeyeceğim.” Bu sözler yine Samed Behrengi'ye ait “Bir Şeftali Bin Şeftali” isimli masalda geçer. Okunması gereken kitaplardan birisi de budur. Soru sormaya korkar hale getirilen çocuklarımız için Behrengi'nin eserleri cesaret verecektir. Diğer kitapları; *Bir Sevgi Masalı *Pancarlı Çocuk *Kel Güvercinci *Bir Günlük Düş ve Gerçek

Çocuklarımızı okuyabileceği diğer bir yazar, çocukluğu dahil tüm ömrü yoksulluk içinde geçen Orhan Kemal'dir. Kitaplarında çocuklara ve Geleceğin insanı, senin için elimizden onların dünyasına sık sık yer veren gelen her şeyi yaptığımızı, hiç bir Orhan Kemal özellikle yoksul çocukzaman unutma. Sende gelecek kuşakların yaşamına ışık tutar lar için elinden geleni esirgeme. Mutlu *Yağmur Yüklü Bulutlar ol! 1970 yıllarının insanları...... *Kırmızı Küpeler (Sos. Top. Yaratıcı Yarışma -S.Gerşberg *Küçücük s8) *Sokakların Çocuğu *Arslan Tomson Evet, çocuklarımızı geleceğin insanı *İnci’nin Maceraları olarak görmek istiyoruz. Onlar geleceği kurarken bugünlerden ders Yine çocuklar için dersler içeren çıkaracaklar. Yoksulluğun, zulmün, kitaplarıyla Fakir Baykurt da okunmaadaletsizliğin olmadığı bir dünya için lıdır. Fakir Baykurt öykülerinde halkın çalışacak, bu uğurda savaşacak ve yaşamına yer verir. Bunu yaparken de ölecekler. sürecin ekonomik, politik gelişmelerini aktarır. Siyasi gündemi işler; Bunun için onları bugünden çalışmalar bunun için bir belge işlevi gerçeklerle yüzleştirmeli, soran-sorgörür. gulayan, çözüm üreten, duyarlı, halkını ve vatanını seven insanlar *Amerikan Sargısı olarak yetiştirmeliyiz. Beyinlerini *Sarı Köpek doğru bir eğitimle belemeli, okuduk*Keklik ları, izledikleri, araştırdıkları, her *Kaplumbağalar şeyde “Kim İçin?” “Halk İçim!” *Topal Arkadaş diyebilmelerini sağlayabilmeyiz. *Yandım Ali *Barış Çöreği

Dünya edebiyatında klasikleşen çocuk kitapları da vardır. Charles Dickens gibi. Yaşamı boyunca köleliğe karşı çıkan İngiliz yazar kitaplarında yoksul yaşamlarına tanık olduğu insanları anlatır.''Oliver Twist'', ''David Copperfield'' en güzel çocuk klasiklerindendir. Bir çocuğun yaşam mücadelesine ve hayatın öğreticiliğine tanık olmak isterseniz Maksim Gorki'yi öneririz size Çocuklar üzerinde yürüttüğü eğitim çalışmalarıyla tanıdığımız Sovyet eğitim emekçisi Makarenko, Gorki'yi kendisine, eğittiği çocuklarına klavuz edindiğini söyler; Bizi eğlendirmek, ya da o dönemde söylenen biçimiyle bizi geliştirmek için uzun öyküler yazan sıradan bir yazar olmadığını biz yeni anlıyorduk. *Çocukluğum *Benim Üniversitelerim *Ekmeğimi Kazanırken *Donko'nun Yüreği... Şimdiden tün çocuklarımıza iyi okumalar diliyoruz.

ÖZGÜR TUTSAKLAR İZMİR KADIN HAPİSHESİ

17


''Güzel günlerin sokakları bunlar Güzel günlerin insanları bunlar Yoksa ne durulur ne yürünür'' (Oktay Rıfat)

Çiğdem’e Son Mektup

gelişmelere; sen olduğun kesinleşiyor. Ne güzel bedeninde yanana alevin Boğazımda bir yanma, düşünüyorum, Yeni dünyanın müjdecisi olması böyle zamanlarda anılar usulca sokulu ne güzel verir insanın yanına. Ama ben yine de bakamıyorum kanlı fotoğrafına senin. Gülüşünün aklımda Bir boşluk oluşur, bir şeyler göğüs kalmasını istiyorum. Yüzünün her kafesini kırıp, uçup gitmiştir. Sesin hattının. Saçlarının, nasıl kıymışlar geliyor kulaklarıma, kanlar içinde fotoğraflarına bakınca, sesiniz. Nasıl sana, saçların nasıl da kana bulanmış. yankılanıyor karanlığın bağrında. Nasıl İncecik bedeninde kaç kurşun izi var şimdi. Gri bulutlar çöküyor kuşların da çöküyor kentin üstüne sesiniz. anavatanına, penceremde ölü Tuhaf bir duygu içimi kapladı. Bir kelebekler. yanda ölmüş olmanın kabullenilemey- Maltepe’den, Kızıldere’den, işi diğer yanda zulme boyun eğmeyÇiftehavuzlar’dan, Çağlayan’dan Bir kanat çırpışıyla geçmek isteği işin onuru. geliyor bu ses. Bu ses, bir ihtilali okyanusu, ya da kanatlarının alev haber veriyor. Bu sesin havada almasına aldırış etmeden güneşe Bir yandan şaşırmıyorsun, çünkü seni bıraktığı yankı düşmanı korkutur, tanıyorum gözlerinin nasıl ışıl ışıl dostu cesaretlendirir. Bu ses havada uçmaktan bir an olsun vazgeçmemek. Koşmak alabildiğine, nefesin kesilincolduğunu, yüreğinin nasıl hızla attığını süzülmüyor, dağlardan ovalara bir biliyorum. Diğer yanda ölümün şahin gibi iniyor. “Biz buraya dönmeye eye kadar. Hiç ölmeyecekmiş gibi ve ölmek rahat bir uykuya dalar gibi. yarattığı karanlık. Bir daha göremeye- değil, ölmeye geldik.” cek olmanın hüznü. Yaşamak, saatlerle ölçebilirsiniz belki Dövüşmek ne güzel ama sadece bu mu ya da yaşamak Oturup haberlere bakıyorum, yeni Teslim olmamak Nerden başlamalı, nasıl yazmalı bilmiyorum, bu yazıyı yazarken bile sana yine mektup yazıyormuşum gibi geliyor. Sabah kahvaltı yaparken televizyonlar Bayrampaşa Çevik Kuvvet otobüsüne “silahlı saldırı” olduğunu söylediler. Öğleden sonra, haberlerde senin resmini gördüm. Eylemi gerçekleştiren iki kadından devrimciden biri sendin.

18


sadece saatler günler, aylar mı, hayvanlar da yaşıyor, yosun da. Ama anlar var; yaşamak denilen şey bu anlardan oluşuyor, işte sen her anını kavgayla doldurmak için savaştın. Bu yüzden resmini gördüğümde hiç şaşırmadım, ki en son karşılaşmamızda da bunu anlamıştım. Selam yollamışsın arkadaşlarla. Ne zaman olmuş ben İstanbul’a gelmeyeli, sen ne zamandır ya tutsaksın ya da kayıp. Selamını aldım ve İstanbul’a geldim. Seni gördüm, yine gülen yüzünü gördüm; o gün nasıl sevindiğimi sen bile tahmin edemezsin. Kucaklaştık hasret giderdik, uzun uzun sohbet edemedik, senin işlerin vardı. Ama olsun bu kucaklaşma da yeterdi, özlem gidermek için. Tebessümle “İyi ki geldin, benim işim belli olmaz.” dedin. Bir insanın mücadeledeki geleceğini görmek istiyorsanız onun gözlerine bakın, ben Çiğdem’i tanıdığımda 19 20 yaşlarındaydı, daha yeni örgütlenmişti. Heyecanlı, parlıyordu gözleri. 1 Mayıs’a gidiyorduk o gün. Son olarak yine İstanbul’da karşılaştık ve yine gözleri parlıyordu. İlk karşılaşmamız, ilk birlikte eylemimizden sonraki sekiz yıl boyunca hep beraberdik. Tutsak düşsen de, fiziken bir araya gelemediğimiz zamanlar olsa da, ya mektuplaşırdık ya da selam yollardın. Bir mektubunda “Hoş geldin koğuşumuza seni burada görmek ne güzel” , diğer mektubunda “Gel hele kucaklaşalım bir.” diyordun.

korkmamışım gibi senin nasıl Çiğdem bütün bir anını, yanlışlarıyla korktuğunla ilgili şakalar yapıyordum. doğrularıyla mücadeleyle geçirdi. Yürüdü hata yaptı ama devam etti Yine 1 Mayıs’a gideceğimiz zaman yürümeye. Hata yapmaktan korkup polisler gara gelip seni almaya oturmadı. “Yürüyen insan hata yapar, çalışmışlardı da alamamışlardı. Çünkü hata yapmayan aptallardır.” diyor sen adamları geldiklerine gelecekler- Nazım. Ne mutlu sana zafer senindir. ine pişman etmiştin. Bütün garda katil “Şen olasın Anadolu, kızın erdi muradıolduklarını haykırdın. Arkalarına bile na.” bakmadan gitmişlerdi. Anılar hattında o kadar çok durak var ki her birinde Alnının çatlaklarından dursak bu mektup bitmez. sızmış hayata can veren kan, senin anlında çatlayan hayat şimdi Durup dinlenmeden çalışmak, bir kavgamıza yol olur. zeytin ağacı gibi verimli, bir karınca Vurulup düşmüş gibi hamarat olmak, aslında bütün Ne gülen bir yüz artık o devrimcilerin hayatını özetleyen Ne konuşan bir ağız kelimeler ve bir devrimci olarak senin Ama atacak yüreği yanı başımızda de hayatını özetleyen cümleler. Çünkü boylu boyunca hayat o Bu yüzden Eskişehir, Kütahya, Ankara, İstanbul... Yoksul mahaller seni tanır. Özverini, çalışkanlığını, hızlı, dobra konuşmanı ve içten olmanı bilir. Kimse samimiyetsiz bulamazdı seni. Bir devrimcinin saflığını, temizliğini görür insan sende. Sımsıkı kucaklardın arkadaşlarını. Şimdi elimde yolladığın mektuplar var, görülmüştür damgası tam ortasında. İzninle mektubundan bir kaç alıntı paylaşacağım: “İnsan okuyup araştırınca, gündemi takip edince ve politikalarımızı iyi bilince süreci iyi tespit edip, değerlendirebiliyor değil mi? Biliyorsun dışarda pratik içinde koşturmaktan hep kendi eğitimimizi boşluyoruz. Okumuyor, araştırmıyor gündemi takip etmiyoruz hatta. Bu da ideolojik olarak güçsüzleştiriyor tabi insanı. O yüzden eğitim çok önemli diye düşünüyorum.

Kütahya’da gençlik çalışmaları yürütürken Eskişehir’den gelip giderdin. Hiç unutmuyorum ki sen de unutmamışsın. Yazdığın bir mektupta Dayımızın bir sözü var diyor ki: “Okumayanlar, araştırmayanlar, anlatacağım bu anıdan bahsediyorbaşkalarından öğrenmeyi reddedendun. ler gelişmemizin önünde engel oluştururlar.” (Mektupta biraz daha Bir seferinde gece ikide Kütahya’ya inecektin ve seni ben karşılayıp kadın ilerliyorum) “Böyle durumlarda kendi pratiğimizi de bir değerlendirmek arkadaşların evine götürecektim. gerekiyor diye düşünüyorum, yanlış Bilenler bilir Kütahya’nın soğuğunu, hele gece iki ve kar yağıyorsa dışarda. mıyım? İstasyondan seni aldım, arkadaşların evine doğru gidiyorduk karşımıza 6-7 Bak mesela benim Eskişehir sürecim hep böyle değerlendirmelerle dolu... tane köpek çıktı. Tabi sen korkuyordun ve daha da yaklaşıyordu köpekler, Ne diyelim böyle öğreneceğiz, kıracağız, dökeceğiz, düşüp kalkacak “Volkan geliyorlar!” Ben ise sana korktuğumu belli etmemeye çalışsam öyle öğreneceğiz değil mi? Bizimkiler da bunu pek becerdiğim söylenemez- demiş ya, her cephelinin hayatı bir okuldur... 5,10,20,30 yıl sonra belki di. Ki bunu sende fark ediyordun. ama mutlaka mezun olmak...” Çiğdem Neyse ki köpeklerden zor bela bu okuldan mezun olanlardan oldu. kurtulduk. Ertesi gün korkudan dudağın uçuklamıştı. Ben sanki

Bir kuş kanat çırpar, ağaçlarda rüzgarını bulur gökyüzünde izini, şuracığımızda boşluğunu. Şimdi çekip gittiniz, gittin, senden geriye kalan, kavgan, gülüşün ve mektupların. Mektup yazmak bilindiğinden daha zordur. Nerden nasıl başlayacağını bilemezsin ama başladın mı gerisi gelir. E gide gelede uzatırsın mektubun ucunu. Şimdi sana bu mektubu yazıyorum istersen son mektup olarak düşün. İnan ki, ilk yazdığım mektuptan daha kolay değil… Bir gün mutlak buluşacağız. Sen yinexbir selam yollarsın nasılsa, ben yine gelirim. Bir gün yine buluşacağız, çocuklar avuç avuç yeni hayatı getirdiklerinde. O gün şehitlerimiz en önde olacak sen yine bize bakacaksın, belki gelip yine kucaklaşacağız. Şimdilik hoşçakal dostum, kardeşim, Çiğdemimiz… Gömdük biz ölülerimizi Kazıp yüreğimizin topraklarını Defnettik onları Yüreğimizdir onlara biçtiğimiz kefen Kanımızla sularız topraklarını Ve attıkça kalbimiz daha bir güzelleşir Daha bir yeşerir toprakları Yürekleri yüreklerimize vurdukça Daha da gürleşir daha da büyür ormanlarımız...

Volkan KOYUTÜRK

19


NEŞE,

KAVGANIN MUSİKİSİDİR

İki gardiyan iki yanımda koridorları geçerek kargoların açıldığı bölüme doğru ilerliyoruz. Soğuk, gri duvarlar boğucu, sevimsiz. Masada dizilmiş görevlilerin bir tören edasıyla paketi açışını izliyorum. O soğuk devlet resmiyeti onların da yüzlerine vurmuş sanki.

Karikatürlerin her birinde ayrı bir vuruculuk, ayrı bir yaratıcılık var. Bazıları sözlerle desteklenmiş, bazılarıysa sadece çizimlerle anlatmış vermek istediğini. Öle kalabalık ki kitap. Dışarıdan, hapishanelerden birçok çizim, renk, desen, düşünce gelmiş girmiş kitabın içine. Halktan yana, halk için adalet! Çizgilerle verilen net mesaj bu.

miş, gün yüzüne çıkması engellenmiştir.

Mesela çok eskilere, ülkemizde bilinen ilk karikatürün geçmişine yani 1970’lerde çıkılan Diyojen adlı dergide yayınlanan Teodor Kasap’a ait karikatürlere gidelim. Bu karikatürler Osmanlı yönetimini eleştirir ve adalet, eşitlik, özgürlük konularından söz Posta TAYAD’dan. İçinden TAYAD’ın 30. Yıl için yapılan karikatür ederler. Bu yüzden de mutlakıyet yönetiminin baskısıyla karşılaşır ve yarışmasının kitabı çıkıyor. Neşeli, Tekrar göz kırpıyor karikatürler dergi birçok kez kapatılır. Hatta hınzırca göz kırpıyor sanki bana. Hiç bana!.. meşrutiyetin ilanından sonra bile şaşırmıyor aksine ben de ona göz dönemin aksaklıklarını eleştirdiğinden kırpıyorum gizliden. Bir selamlaşma Eh diyorum, boyuna değil sizden bu bu, keyfim yerine geliyor. Teodor Kasap 3,5 yıla mahkum edilir. O kadar korkmaları! dönem mizahın serbest olup olmaması, “Tam da karikatür kitabına uygun bir Çok uzun zamandan beri egemenler- günah sayılıp sayılmayacağı gibi açılış” diye düşünüyorum. Ama hemen in, zalimlerin, diktatörlerin başlarının tartışmalar parlamentoya kadar girmiştir. Bu kadarına da pes demeyin kavuşamıyoruz. belası olmuştur karikatürler. çünkü korku insana her şeyi yaptırır! Kitap önce okuma komisyonuna Tarihini şöyle bir incelediğimizde gidecek. Belki de sakıncalı bulunacak görürüz ki, karikatürler demokratik Yine çok partili dönemde ortaya çıkan Marko Paş’yı ele alalım. Mizahta ve komisyondan geçemeyecek. Hızlıca mücadelelerle hep içiçe olmuştur. çeviriyorum sayfalarını, niyetim o adından uzun süre söz ettiren bir Hep muhaliftir. Bu çileli yaşamının birkaç dakikayı lehime çevirmek... nedeni de işte bu muhalefetidir. Onun dergidir bu. Karaborsacılar, hapr zenginleri konu edilir dergide. Bu için yıllarca yasaklanmış, sansürlen-

20


durum iktidar çevresini ve buna bağlı olarak da emperyalistleri rahatsız eder. Dergi iktidar tarafından kapatılınca çeşitli adlarla tekrar çıkar. Marko Paşa, olur Malum Paşa, Merhum Paşa, Ali Baba vb. Marko Paşa’da köyden gelen bir karikatürcünün güçlü karikatürler çizdiğini görürüz. Bu köylü çizer Mim Uykusuz’dur. Özellikle Mim Uykusuz’dan sonra baskının, sansürün daha da arttığı görülür. Çünkü Türk karikatüründe ilk kez sınıf çelişkileri Mim Uykusuz ile birlikte işlenmeye başlanmıştır. Ve sanayileşme hızlandıkça işçi-işveren konuları çizimlere girmeye başlar. Ülkede var olan, gelişen devrimci fikirler karikatürlere de yansır. İşçi-patron ilişkisi, grevler, emperyalizm konuları işlenmeye başlanır. Yani karikatürdeki “karaborsacının” yerini artık “patron” almaya başlar. Bu dönemde çizilen karikatürlerin en önemli özelliği sömürüye karşı çıkması ve halkın çıkarlarını savunmasıdır. Bu dönemde de birçok karikatürcü “komünist” olmakla suçlanır, baskı ve sansürle susturulmaya çalışılır. Bugün de karikatürcülerin başına gelenler çok farklı değildir. Eğer sanat (resim, müzik, tiyatro, karikatür vb) ezilenden yanaysa faşizm kanlı bir el, bir karabasan olur sanatçıların üzerinde. “Sus yoksa...” ile başlayan uyarı tehditleri alenileşir. Bu tehditlerle egemenlerin yavaş yavaş zerk etmek istedikleri sansür zehri, onların istediği sanatçı tipini yaratmak içindir. Öyle ki baskı altına alınan sanatçı kendi kendine otosansür uygulamaya başlar.

rebilme gücüne sahiptir. Toplumları, insanları bir teraziye koyar, tartar ve çıkardığı sonucu topluma sunar. Yani çağının tanığıdır o.

İşte tam da bu sebeptendir egemenlerin korkusu. Dönemin İsterler ki, karikatürler (mizah diyelim) sosyal-siyasal olaylarını konu edinen her bir karikatür tarihi bir belge popüler kültürü işleyen, ben altı niteliğindedir. Haziran ayaklanması esprilerle donatılan, suya sabuna dokunmayan, sadece “eğlendiren” bir sırasında çıkan karikatür dergilerini hatırlayın. Hemen hemen hepsi nitelikte olsun; halkın açlığından, ayaklanmadan etkilenmiş ve ona dair yoksulluğundan, adaletsizliklerden çizmişlerdir. Bundan yıllar sonra bu hiç bahsetmesin. karikatürleri gören bir kişinin, bu ayaklanmaya dair fikri olacaktır. Oysa mizah, özünde düşündürme sanatıdır. Mizahın saygıdeğer Yine hapishanelerde özgür tutsakamaçlarından biri de kötülere ve ların çıkardığı karikatür dergilerini kötülüklere haddini bildirmektir. İyilere ve iyiliklere de cesaret vermek- hatırlayalım. Her biri bir dönemin tir. Maskaralık, şaklabanlık ve sululuk tanığıdır. Sadece hapishanelerde olanları değil dışarıdaki sosyal, mizah sanatının sokak kapısının siyasal her olayı konu edinmişlerdir. dışında kalır, içeriye giremez. Mizah akla gelebilin her konuyu değerlendi- Karikatür deyip geçmeyin. Kalem, kağıt ve düşüncenin birleşimi bazen

son model tankların gücünden daha sarsıcı olabilir. Hücreme dönerken, yine o gri, dar, soğuk koridorlardan geçiyor da olsam, karikatürlerin yüzümde bıraktığı gülümseme hala duruyor. İçimden bir şarkı mırıldanıyorum. Sonra Nazım Usta’nın dizeleri geliyor aklıma... “Neş’e kavganın musikisidir ... ve işte bizimkiler güldüler mi ağız dolusu gülüyorlar...” (syf 53, 835 satır) Ağız dolusu gülümsememle bir selam da TAYAD’ımıza gönderiyorum. Bin Selam!

ÖZGÜR TUTSAKLAR

21


BARIKAT Günün ilk ışıkları ile sokaklar aydınlanıyor. Kadın evin kapısının önünde, beslenme çantasını unutan çocuğuna seslenirken bir yandan da yan evde uyuduğunu bildiği komşusunu uyandırmamak için kısık sesine el kol hareketlerini de ekliyor... “Unuttun, unuttun; gel al şunları.” Sessiz sedasız sokakta bir araç geçtiğinde ortalık inliyor adeta. Haftanın ilk gününde işe gitmenin zorluğu ve sıkıntısı görünüyor yürüyen insanların

22

yüzlerinde. İşe giderken mutlu olan yok. Önceki gecenin heyecanı da olmasa çekilir gün değil. Bugün biraz farklı. Daha öfkeli suratlar, daha inançlı ve kendine güvenli ve de gururlu. Hiçbir şeyden habersiz olanlar bu bakışlardan, yürüyüşlerden bir şeyler seziyor. Ama asıl olarak ne olup bittiğini anlamaları için mahallenin üst girişinden aşağı inen caddeyi görmeleri gerek.

Yani bu hayatta kalmak için hiç durmadan çalışmak zorunda olanların mahallesinde bugün hava başka. Böylesi günlerde hep olur; yaşamak için çalışanlar değişir, öleceksek savaşarak ölelim diyenlerden olur. Yoksul mahallelerin tarihi cenazelerine bakıyoruz. Çatışmalarda bize siper olan ve yaralanmamızı engellemek için önümüzde duran bunca eşya şimdi


simsiyah bedeni ile karşımızda duruyor. Anıt gibi... Barikat... Kendisine minnettarca bakan gözlerin altında için için yanmaya ve dumanlar çıkarmaya devam ediyor hala. Gururlu, oturaklı halinde aynı zamanda bir yorgunluk da seziliyor. Saatler önce yaşadıklarını sayıklıyormuş gibi ara ara görünen ateş kıvılcımları adeta yaşlı bir amcanın yüzündeki kırışıklıklar gibi kendisinde saygı uyandırıyor. Ah bir dili olsa da konuşsa... Bu kıvılcımlar aynı zamanda kendisinden sonra kurulacak olan barikatlara bıraktığı son sözleri olabilir. Vasiyet gibi... Ya da bir şehidimizin son nefesini vermeden önce yanağının kenarında beliren hoş bir gülümseme... Öyle mağrur ve içten. Miras dediğin budur. Ne para ne pul... Bir gelenek, bir gülümseme, bir el sallayış, bir haykırış... “Halkımız sizi seviyoruz...” mesela. Büyük insanlığa kalan değerli miraslarımız... Asla tükenmez ve hiç eskimez...

Tüm bunlar yaşanırken köşe başında kepenkleri aralık kalan bakkal dükkanının içinde üst üste konulmuş kasaların gözlerinden merakla bakan boş şişeler ellerinden gelse durdukları yerde zıplayıp kendilerini göstermek için şangır şangır ses çıkarıyorlardı dün. Zaten bakkal amca da görünsünler diye aralık bırakmamış mıydı kepenkleri. Sol ayağından dolayı topallayarak gezen bakkal Hamza, hep böyle yapardı. Ama şişeler bekle bekle öldüler bu sefer. Onlara sıra gelmemişti bir türlü.

Bakkal Hamza... Sessiz sedasız bir adam... “Ben bu halimle bir şey yapamam... Ayağım topal. Haaa, ama gözlerim görüyor şükür” der ve bir bir anlatmaya başlardı izlediklerini... Sokakta şüpheli ne varsa bilir ve hemen anlatırdı gençlere. Uçan kuştan haberdar ederdi. Mahallenin gözlerinden biriydi. Devrime adamıştı gözlerini, gözlemlerini... Hamza Amca, akşam çıkarken ne olur ne olmaz diye, Barikat anlatıyor. “Kimler geldi kimler şişe dolu kasaları bakkalın kepenkli ön geçti...” Şimdi hastanede yatan bacağı bölümüne doldurur ve bir ittirmeyle kırık gençten bahsediyor. “Çok iyidir, açılabilecek şekilde kilidi eğreti takar giderdi. Varsa yakınında onu gören savaşçıdır... Benim dilimden en iyi O gençlerden birisi bir göz kırpar ve anlar...”, “Haaa O mu, durma dedim ilgisizmiş gibi topallaya topallaya git dinlen biraz dedim, bana mısın giderdi üç sokak ötedeki evine. demedi, saatlerce çatıştı durmadan çocuk yaşında...”... Hafif rüzgar, kaldırım kenarlarındaki ağaçlarda asılı kalan sancakları Kararmış ve delik deşik olmuş, tam dalgalandırıyor aynı zamanda barikatyanıp kül olmadan kalan bir koltuk. ta kalmış son ateşi de hafif hafif Eskidiği için günlerce bodrumda harlıyor ve böylece son kalan malzembekleyen ve bir gün savaşta alacağı eleri de yakıyordu. Bu rüzgar aynı yere hazırlanan biri gibi... Kapı zamanda barikattan geriye son kalan aralanıp gençler onu almaya içeri şeyi, barikat korusunu da tüm mahallgeldiğinde yüzünü onlara dönüp “Hadi hadi nerde kaldınız yahu, çabuk eye yayıyordu. Onun havasını, söylediklerini tüm mahalleye yayıyor ve çabuk...” diye karşılar gençleri. rüzgar barikatın dili ile konuşuyordu Beklemekten sıkılmıştır, artık o da savaşmak istiyordur sokaklarda. Genç mahalle ile... “Barikat... Yine yüreklerin gelip, onu sıkı sıkı tutmas- gelecek...” Öğle saatlerine doğru ise yine aynı rüzgar tüm kokuyu alıp ını ve en önemli anda, sırası geldiğinde bir sıra neferi gibi barikata götürüyor ve yeni günde havayı temizleyip tazeliyordu. geçmenin hayalini kuruyor hep... Karanlık izbe bodrumun nemi bunalSabahın erken saatlerinde barikatın tıyordu onu, boğuyordu. Sağını yanından geçenler, arkadaş dün ne solunu kemirmeye gelen farelere kızarak, tamam yeter biraz da barika- yandı be diyerek hayran bakışlarını küllerin üzerinde gezdiriyordu. ta kalsın diye söyleniyordu. En korktuğu şey de bir eskiciye verilmek- Bakıyorlardı fakat gördükleri, küllerden öteye hayallerinde kalanlardı. ti, yok yere ölmek yani... Şimdi hala Dün akşam nasıl yandığını, alev ölmemiş ve savaş gazisi olarak bekliyordu barikatın içinde. Korkaklar, dalgalarının gökyüzüne doğru nasıl birbiriyle yarıştığını, tomanın suyuna o yanıp bitmeden gitmişlerdi çünkü. karşı nasıl direndiğini bilmeyenler; “Daha ölmedik, bizde iş var haa” diyerek kendini göstermeye çalışıyor- küllere karşı bu hayranlık dolu ve parıl du mahalle halkına. Ve gerçekten de parıl bakışları anlayamazlar. onu fark edip, bir kenara ayırdılar. Barikat bir vatan savunması, barikat

bir cüret ilanı, barikat bir kalkan, barikat bir namustu... Bu barikatta tüm mahallelinin emeği vardı. Sokak sokak ev ev oda oda, elden ele toplananlarla büyümüştü tüm barikatlar gibi... Bu barikatta yaşlı mahalle sakinlerinin bilgeliği, gençlerin cüreti, çocukların çevikliği vardı. Mahalle kadınlarının özeni çevresinde hazırda duran kovalardan bellidir mesela. Kova kova hazırladıkları sular barikatın çevreye zarar vermesini engeller... Her şey ne kadar kıymetliydi... Kiminin eski dediği, kiminin işe yaramaz dediği bu barikatta öyle kıymetli ki... Bu barikat tam 7 saat direndi. Ardı vatan, ardı çocuklarımız, evlerimiz, anılarımız, umutlarımız... Korudu 7 saat. Düşman korksun bizden diyerek yandı... Kimi zaman başında sohbetler bile edildi, türküler söylendi. Sıcaklığıyla eşlik etti barikat. Sohbetimizin ortağı, çayımızın demi oldu. İdeallerimizin, düşlerimizin, adalet, eşitlik, özgürlük özlemimizin koruyucusu... Velhasıl severiz biz barikatı... Halk olarak severiz... İlk ne zaman kuruldu, ne zaman doğdu bu barikat bilen var bilemeyen var. Derler ki ezilenin ilk ayaklanmasında vardır. O zamandan bu zamana dili, dini olmamıştır. 1789’da Paris’te görenler olmuş. Oradan Madrid’e, Almanya’ya, Filistin’e gittiği olmuş, Antep’e gelmiş... Tüm ezilenlerin en önemli kalkanıdır barikat. Düşmanın korkulu rüyasıdır. Nerde bir direniş olsa koşar gelir. Mahalleleri, fabrikaları, okulları ve de işçiyi, köylüyü, öğrenciyi... ayırt etmeden korur kollar. Güç verir, moral verir... Hep yanar... İşte bizim barikat da bugün tarihinden aldığı güçle için için yanmaya devam ediyor. Hikayesi çok gerilerde... Dün gece de çocuklarımız için, geleceğimiz için, düşlerimiz için, adalet için mahallemizdeydi. Hoş geldin barikat dedik. Yine yalnız koymadın bizi... Usta genç eller bir kez daha doğurdu seni... Mahallemize umut getirdin. Zaferi de seninle kazanacağız biliyoruz... Hoşgeldin dostumuz...

Buket ÖZDEN

23


Yürür... Ha�atı Yürüten...

2... Yürümek Kaçınılmaz bir eylemdir Ve düşmek Ayağa kalkmanın temrinidir Başka yolu yoktur Tek başına kalınacak Ama ayağa kalkılacak Ve adım adım yürünecektir...

1...

3...

Hayatın yürümeyi öğrenmesi Düşe kalka adım atan bebeğin Yürümeyi öğrenmesine benzer Çağıran ana sesidir Memeye atılır gibi adım atılır Düşülür sonra ve kalkılır Düşülür ve kalkılır Düşülecek ve kalkılacaktır Can yanacaktır Kaç yerinden yaralanacak Belki de şaşılıp ağlanacaktır...

Düşmeler, durmalar ve susmalar Hatta göz göre göre çelmeler Tecrübe olur yürüyen hayata Bebeler de yürümeden önce Düşüp ağlarken durabilir Yürümeyi bırakıp sürünebilir Fakat hayatın ilk öğretmeni analar Yürümeye bebelerinden çok inanırlar Ve bebek Anasının inancı üstünde yürür.... ÜMİT İLTER

24


50 SALDIRI

6 AYDA

50 SALDIRI

6 AYDA

6 AYDA

50 SALDIRI

SANAT ALANINA 50 SALDIRI Geçtiğimiz yaz iktidarın ülke çapında başlattığı çatışma, bombalama, katletme ortamı bir yanıyla ülke halkını vurup geçerken öte yandan sanat alanı da bu saldırılardan nasibini aldı.

edebiyatıyla başlayan saldırılar bir dolu heykelin kaldırılmasıyla sonuçlanırken öte yandan yılın ilk günlerinden itibaren heykeller de tıpkı insanlar gibi “faili meçhul” bir biçimde yok edilmeye başlandı.

Tiyatro, edebiyat, heykel, müzik, karikatür alanlarıyla başlayan engelleme ve saldırılar giderek sanatın her alanına yayıldı. Geçmiş yıllarda iktidar yöneticilerinin muhalif gördükleri sanatsal yapıtlara olan yönelimi son yıllarda yaşamın her alanına yayıldı. Sahnede oynanan bir oyundan dağ başında yapılan köylü şenliğine dek her etkinlik iktidarın hedefinde artık.

Dikildiği 1973 yılından günümüze her yıl uğradığı saldırılarla ünlenen Muzaffer Ertoran’ın “İşçi” heykeli Tophane Parkı düzenlemesi sırasında Ocak ayında ortadan yok edildi. Heykelin akıbeti bilinmiyor.

2016 yılı Balıkesir’de sanat etkinlikleri yapan onlarca gencin dramadan dansa çalışmalara katıldıkları, ticari olmayan toplulukların perde açtıkları Balıkesir Sanat Merkezi’nin basılmasıyla başladı. Ardından alana baskılar çığ gibi yağdı. Samsun Sanat Tiyatrosu geçen yıl oynadıkları “Diren” adlı oyundaki kimi sözcüklerden ötürü sorguya alındılar. Yasaklardan en çok nasibini alanlardan biri de çocuk oyunları oldu. Ülkenin dört bir yanında izin verilmeyerek onlarca çocuk oyununun izleyicisi çocuklarla buluşması engellendi. Plastik sanatlar alanında özellikle heykellere yapılan saldırılar uzun bir zamandır ülke gündeminde. Geçtiğimiz yıllarda “içine tükürürüm”

Edebiyata yönelik yasaklamalardan biri ise Aziz Nesin öykülerine konu olacak cinstendi. İzmir’in Kiraz ilçesinde Eğitim-Sen temsilciliği tarafından Sağlık Meslek Lisesi Konferans Salonu'nda düzenlemeyi düşündüğü ve şair Şükrü Erbaş’ın katılacağı şiir dinletisine Kiraz İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından yasak getirildi. Getirilen yasağa herhangi bir gerekçe bulunamazken Eğitim-Sen tarafından etkinlik yeri değiştirilerek düğün salonu kiralandı. Ancak etkinliğe birkaç gün kala düğün salonu sahibi tarafından yine herhangi bir gerekçe gösterilmeden etkinliğin yapılamayacağı açıklandı. Son çare olarak Kiraz’da bulunan tek otel olan Koru Otel’e alınan etkinlik için İlçe Emniyet Müdürlüğü’nden ilginç bir kısıtlama getirildi. Emniyet Müdürlüğü ile yapılan görüşmede şair Şükrü Erbaş’ın şiirlerini ancak oturarak okuyabileceğini, dinleti esnasında oturduğu yerden ayağa kalkması ve şiirlerini ayakta okuması durumunda “Emniyet Güçleri” tarafından müdahalede bulunulacağı

belirtildi. Grup Yorum yine konser yasaklarıyla gündeme oturan müzik topluluğu oldu. İzmir’den İstanbul’a tüm konserleri yasaklanan topluluğun yurt dışı konserleri de vize engeli yaratılarak engellendi. Topluluğun müzisyenlerinin sokaklarda güvenlik güçleri tarafından uğradıkları saldırılarda elleri ve kolları kırıldı. İktidar bir yanda sanat ve sanatçıyı hedef alırken onun yandaş medyası da geri kalmadı. İzmir’de yıllardır tiyatro yapan ve Ege’nin dört bir yanında festivaller düzenleyen Orçun Masatçı, yandaş medya tarafından “terörist” ilan edildi. 2016’nın ilk altı ayında sanat alanına baktığımızda 32 yıllık Denizli Uluslararası Amatör Tiyatro Festivalinden, Newroz şenliklerine Karaman'ın Kazımkarabekir İlçesi sınırlarında gerçekleştirilen Yörük Şöleni'ne bir dolu etkinlik engellemeler sonucu yapılamadı. Düşüncesini açıkladı diye oyuncu Füsun Demirel’e gerek ekranda gerekse sahnede yasaklar konulmuş durumda. Üşenmedim oturdum saydım. 2016 yılının ilk altı ayında sanat alanı 50 saldırı yaşamış durumda. Bakalım ikinci 6 ayda sanat alanının ve sanatçının başına neler gelecek?

SANAT MECLİSİ (Mehmet ESATOĞLU)

25


ÇUKUR

Hayat suda başladı. Tek hücreli canlıdan türedi bugünün tüm canlıları. İçlerinden biri diğer canlılardan daha çok gelişti ve onlardan ayrıldı. Zekasıyla, yetenekleriyle ve kazandığı tüm özellikleri nesilden nesile aktarmasıyla bugün tüm doğaya egemen olan en güçlü tür haline geldi. “İnsan”dan basediyoruz, günümüzün doğa karşısında en güçlü varlığından yani. Diğer tüm canlıları çekip çeviren, yönlendiren, nakimiyeti altına alan canlıdan...

güçlü oldu diğerlerini sömürmeye başladı, köleleştirdi. Ve günümüz insanının 50.000 yıllık evrim tarihinde sınıflar ortaya çıktığında her sınıfın kendine ait kültürleri de ortaya çıkmaya başladı.

Ezenler ve ezilenler olarak en genel şekliyle adlandırabileceğimiz sınıfların o kendilerine ait kültürleri de apayrı olacaktı elbette. Nihayetinde aralarında uzlaşmaz çelişkiler olan sınıflardı onlar, ortak kültürleri nasıl olacaktı ki? Olmadı. Birbirlerine benzemezlerdi, Doğanın diyalektiğinden bahsedecek benzeyemezlerdi. Karakterlerinin değiliz. Konumuz antropoloji de değil, oluşum tarihi farklıydı çünkü yani insanın evriminden de bahsede- içerisinde yaşadıkları maddi yaşam koşulları farklıydı. Bir ezenin bir ezilen cek değiliz uzun uzun. Değinsek de ucundan kıyısından bu yazı nihayetin- gibi yaşaması ve düşünmesi de bir bilimsel tez veya akademik bir olanaksızdı. Tabi ezilenin de öyle... yazı olmayacak... Üretim araçlarını özel mülkiyetine geçirenler, sahip oldukları sömürü Değerlerden bahsedeceğiz ama. İnsanın evrim süresince maddi yaşam düzenlerinin verdiği kültürle geldiler koşulları içerisinde kazandığı ve onu günümüz kapitalist dünyasına. Köle sahipliğinden asilzadeliğe, krallıklardiğer tüm canlılardan ayıran manevi dan/feodal beyliklerden burjuvaziye yanlarından... kadar değişen evrimsel süreçlerinde kendilerinden ve servetlerinden İlkel komünal toplumda her şey başka hiçbir şeye/hiçbir kişiye önem ortaktı. Ayrı gayrı yoktu. Birlikte vermeden yaşadılar... Hala da öyleler avlanıyor, birlikte topluyor, birlikte üretip birlikte tüketiyorlardı. burjuvazi olarak. Benciller, paradan başka hiçbir değerleri olmadan Kardeşliğin, eşitliğin, paylaşımın ilk yaşıyorlar. örnekleri yaşanıyordu bu toplumda. “Sınıf” denilen kavram daha icat Ve ezilenler... Onlar da ilkel komünal edilmemişken herkes eşitti çünkü, toplumda eşit/özgür insan olarak kimse kimseyi sömürmüyor, aşağılamıyordu. Uzatmayalım, gerisini yaşadıktan sonra köleydiler serf oldular, sonra da ücretli köle olarak herkes biliyor zaten. Ne zaman özel mülkiyet çıktı, birileri bir şeyleri kendi yaşıyorlar hala. Şimdilerde adları işçi/emekçi/işsiz vesaire... Ezildiler, mülkiyeti altına aldı işte o zaman “farklılıklar” çıktı ortaya. Birileri daha hakir görüldüler, inkar edildiler,

26

katledildiler, kişilikleri elllerinden alınmaya çalışıldı ama onlar ilkel komünal toplumda tohumları atılan ve süreç içerisinde ezilenlerin ortak kültürüyle zenginleşen değerlerinden asla taviz vermediler. Gerektiğinde hiç düşünmeden öldüler ama asla ezdirmediler burjuvazinin ayakları altında değerlerini. Çünkü onlarla insandılar, onları kaybettiklerinde insanlıklarının da yitireceklerini iyi biliyorlardı... İnsan soyunun yarına taşınacak güzel değerleri bugün ezilenlerle yaşıyor, yaşayacak ve elbet bir gün yine birlikte üretip birlikte tüketmeye başlayacaklar, aralarındaki “fark”lar tümden ortadan kalkacak, mülkiyet duygusu ile beraber tüm bencilce hisler tarihe karışacak, çelişki adına tek şey doğa ile yaşanan olacak sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyada... İnsan değerleriyle insandır. Yardımlaşmayı sever, paylaşımcıdır, vefalıdır, bencil değildir, ahlaklıdır, namusludur, onurludur, sözünün eridir, dürüsttür, tutarlıdır, adildir, zalimin karşısında dik durur, mazlumun yanındadır... Bütün bunları çıkarın insanın bedeninden, yüreğinden, geriye ne kalır: Yavuz Bingöl! Kalemimiz bir kez daha Yavuz Bingöl'e dair birkaç cümleyi yazmaya mahkum! Yazmaya değer olduğundan değil, ona dair edilecek cümlelerin tarihe not olarak düşülmesi gerektiğinden. Kalemimizden özür dileyerek... Türkiye'nin ilk kadın ozanlarından olan Şahsenem Bacı'nın oğludur. Şahsenem Bacı 80 öncesinin devrimci ozanların-


Bu Tayyip sevgisinde samimi olsa amenna ama değil! Değil çünkü kirlenmiş birisinden samimiyet beklemek katrandan şeker olmasını beklemek gibi... “Kirliliğine” dair çok şey söylenebilir, Tayyip'i insan görmesi ve onu sevmesi başlıbaşına kirlenmek değil de nedir? Tabi bu”sevgi”nin paraya tahvil edildiğine dair çok kuvvetli emareler de mevcut. Yavuz Şahsenem Bacı şimdilerde alzheimer Bingöl sıkı bir kumarbazdır ve kumar borcu dağları aşmıştır. Milyonlarca hastalığı ile boğuşmaktadır. Yani hafıza kaybı yaşıyordur, aile mefhumu dolar borcu vardır ve bu borcun Tayyip tarafından kapatıldığı bilinir! yavaş yavaş ortadan kalkmakta, kimseyi tanımamaktadır. Nihayetinde Eh bu borcun ödenmesi Yavuz beyin hücrelerinde onulmaz kayıplar Bingöl'de tayyip'e yönelik minnet yaşıyor, bunlar da hastalığının etkile- borcunu getirir. Yavuz bu minnet ridir. Halkın değerleriyle büyüttüğünü borcunu ödemek için geçenlerde yine piyasaya çıkar ve faşizmin sesi düşündüğü Yavuz Bingöl'ün son süreçte yaptıklarına, ettiklerine, sarf Sabah'ın eki Günaydın'da der ki: ettiği sözlerine tanıklık edememesi, “Sayın Erdoğan ile ilk kez yan yana bunun ayırdına varacak bir idrake gelmiyorum ki ben. Başbakan olduğu sahip olmaması kendisi için daha iyi olmuştur herhalde diyoruz. Hastalığı yıllarda da, sanatçıların düşüncelerini dikkate alan ve onlara itibar eden bir üzücü, keşke böyle bir hastalığın lider olan Cumhurbaşkanımızla, pençesinde olmasaydı elbette ama eminiz ki soysuz oğlunun yaptıklarını sürekli yan yana gelmişimdir. Bir ülkenin sanatçısı; siyasetçisi ile de anlasaydı çok daha üzülecekti, oturur kalkar, vatandaş ile de sohbet kahrolacaktı... eder. Ben otobüsle seyahat eden, Berkin Elvan'ın annesi Tayyip Erdoğan gemiyle karşıya geçen, halkın içinde tarafından halka yuhalatılır. Ve Yavuz olan biriyim. Bazılarının içlerindeki Erdoğan düşmanlığını doğru bulmuyBingöl, bunun çok insani bir şey orum. Erdoğan, siyaset döneminde olduğunu söyler bir röportajında. oyunu sürekli artıran, halkın seçtiği bir İnsan bir kez değerlerini yitirmeylider. Doğal olarak dostu da, düşmanı egörsün, çürüme kaçınılmaz, çirkefleşme mutlaktır! Halkın tepkisi büyük da, çekemeyeni de olacaktır. Benim olur ve yalandan bir özür diler Berkin kendisine çok büyük saygım ve sevgim var. Kendisi çok büyük bir dünya lideri. Elvan'ın annesinden... Özrünün Ben onu seviyorum, siyasetini seviyokabahatinden büyük olduğunu rum. Erdoğan’la olan yakınlığım bilmeden... bazılarının ağrına gitti. Erdoğan’ı Tayyip'i insan olarak görmeyi sürdürür sevmek suç mu? Ben kendisinin elbet ve sanat cephesinden faşizmin duruşunu seviyorum. Erdoğan, herkesin saldırdığı bir dönemde bize ekmeğine yağ sürmeye devam eder. dandır. 3000'i aşkın şiiri, 150'yi aşkın türküsü vardır ve hemen hepsi halka dairdir, kavgaya dairdir. İşte böyle bir ananın oğludur Yavuz Bingöl ve elbet ondan etkilenir, yüreğine anasının değerleri işlenir... Sonra... Sonrasını birazdan aktaralım, Şahsenem Bacı üzerine birkaç cümle daha edelim önce...

sahip çıktı” Bu kadar pervasızdır Yavuz Bingöl. Çok büyük saygısı ve sevgisi olduğunu söylediği, bugün bu ülkede uygulanan faşist düzenin en tepesindeki isindir ve sorumluluk düzeyi en üst seviyededir. Yani bu ülkede dökülen her damla kandan, yapılan tüm işkencelerden, açlıktan, yoksulluktan, anaların gözyaşından... birinci dereceden sorumludur! “Siyasetini ve duruşunu seviyor”muş. Hangi siyasetini seviyorsun, Haziran Ayaklanması'nda ayaklanmazcıları polise vurdurma siyasetini mi? 17-25 Aralık yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık siyasetini mi? Üsküdar Kısıklı'daki evinde bulunan milyarlarca dolarlık rüşvet parasını sıfırlatma siyasetini mi? Bu vatanın emperyalizme satışı siyasetini mi? Kürdistan'da taş üstünde taş bırakmama, evlerin bodrumlarında yüzlerce insanın yakılarak katledilmesi siyasetini mi? Bu memleketi kana bulama, halkı birbirine karşı düşmanlaştırma siyasetin mi? Nesini seviyorsun açıkla! Bir de utanmadan; “Solcu doğdum, solcu öleceğim; görüşlerim değişmedi. Solculuğun en değerli vasıflarını hayata geçirmiş biriyim. Solculuk, paylaşım demektir.” diyor. Hadi oradan, solculuk kim sen kimsin? O lafı da ağzına alma bir daha rezil! Solculuğun adını yalakalığa, halk düşmanlarının çanağını yalamaya, insanlıktan soyunmaya çıkarmaya mı niyetlendin yoksa? Al sevdiğini başına çal! Birlikte bir ömür yaşayın! Ömrünüz kısa olsun! Bak her zaman söylediğimiz sözü bir kez de senin için söyleyelim: "Alçaklığın da bir yüksekliği var; sen çukursun, çukur...”

Fazıl AKTAŞ

27


YAŞAYAN BİR ORHAN KEMAL

Büyük yazarlar için söylenegelen birbirine benzer sözler vardır: Yazmak onlar için insana, hayata ve halka sahip çıkmak demek, yaşama tutunabilmek demektir. Günlük hayatın telaşından, karmaşasından ve insanın yaşadıklarından gözlemlediklerini, kendi sanatlarıyla işleyip bize yeniden sunmalarıdır onları ölümsüz kılan. Yüzyıllardan beri okunan ve okunacak olan yazarların zamana yenik düşmemesinin sırrı biraz da buradadır: eserlerini, insanı ve insan hallerini merkeze alan bir bakış açısıyla üretmiş olmalarında.

ayrılıyor: En candan dostunu anlattığı Arkadaş Anılarında Orhan Kemal kitabı. Günlüklerinden yapılan derleme ile Orhan Kemal’li günlerini anlatıyor Muzaffer Buyrukçu. Büyük yazar Orhan Kemal’i bir başka büyük yazar Muzaffer Buyrukçu anlatıyor. On yedi yıla yayılan ve Orhan Kemal’in ölümüyle fiziksel varlığı yok olan bir dostluğun görkemli bir anlatımını okuyoruz bu kitapta. Bu iki usta yazarın günlerinin nasıl geçtiğine, içtenliklerine ve paylaşımlarına tanık oluyoruz. Hikaye ve romanlarıyla olduğu kadar, sözü ve sohbetiyle de ünlü olan Orhan Kemal'i tarihine ismini böyle yazdırmış sayısız tanıyoruz bu kez. Düşündüğünü yaşama geçirebilen, yazdığı ile yaşadığı yazar var ve bu liste uzar gider. Öte birbirine uygun olan Orhan Kemal'i. yandan bir o kadar da vefasızlığa uğramış nice yazar vardır ki en az yukarıdaki isimler kadar anılmayı hak “(…) Masanın altından Orhan Kemal’in ayağını dürttüm. Başını eğdi. “Fikret ederler. (Otyam) gelmeli de poz poz resimlerimizi çekmeli,” dedim. Muzaffer Buyrukçu da onlardan “İyi resim çekiyor namuzsuz!’ dedi birisidir. Edebiyat tarihinde hem vefasızlığa uğramıştır hem de ismini Orhan Kemal. altın harflerle işlemiştir. On sene önce “Ama değişik yerlerde çektirelim,” dedim. kaybettiğimiz Muzaffer Buyrukçu “Nerelerde mesela?” dedi Orhan gerek öykücülükte olsun gerekse Kemal. günlük türünde yazdıklarıyla olsun “Küçükpazar’ın o karışık sokaklarında, Türk edebiyatını omzunda taşıyıp Haliç köprüsünün üstünde.” ilerleten ve büyüten yazarlardandır. Kitaplarına sahaflarda bile rastlamak (…) “Peki kimlerle resim çektirmek istiyorzor olan Muzaffer Buyrukçu’nun sun?” dedim Orhan Kemal’e. nihayet üst üste kitapları basılmaya “İşçilerle, çöpçülerle, meyhanecilerle, başlandı. kahvecilerle ve maçta.” - (sf.14)

Pir Sultan Abdal’dan William Shakespare’e, Tolstoy’dan Yunus Emre’ye, Anton Çehov’dan Sabahattin Ali’ye, Pablo Neruda’dan Nazım Hikmet’e, Maksim Gorki’den Orhan Kemal’e kadar insanlık ve edebiyat O kitaplardan biri var ki, diğerlerinden

28

Fotoğraflarda hep ciddi, donuk ve


dalgın görünen Orhan Kemal aslında oldukça şakacı ve gülmeyi seven birisi olarak karşımıza çıkıyor Buyrukçu’nun anılarında. Yaptığı telefon ve el şakalarıyla, sözlü sataşmalarla ve muhabbete dahil ettiği günlük konuşma diliyle bunu Orhan Kemal ile ilgili her satırda yakalamak mümkün. Her şeye rağmen aralarındaki ilişkide sevgi, erdemlerini yücelten bir tutum, yanlışlıkları düzeltmeye yönelik eleştirel yaklaşım hakimdir. Sadece yaşanan günü ve geçmişi değil aynı zamanda geleceği ve ileriye yönelik planları da paylaşmış iki büyük yazar. İşte, eğer ömrü yetseydi Orhan Kemal’in planlarını Buyrukçu'nun anlatımıyla öğreniyoruz: “En büyük romanım olacak.” dediği, bazı pasajlarını coşkuyla okuduğu, ‘Doksanüçten Bu Yana’ ya da ‘Romancının Romanı’ adlarını verdiği, olayları ve kişileri kalabalık, bir Afrika devleti gibi kalabalık romanı yazacaktı. Murtaza’yı üç ciltte tamamlayacaktı. Baba Evi serisine bir kitap daha ekleyecekti. Çukurova’yla, doğumuyla başlayan gelgitli bağlarını kopardığı ve gerçekten İstanbullu olduğuna inandığı zaman, kocaman bir İstanbul romanını yaratacaktı. Romanlarının çoğunu oyunlaştıracaktı. - (sf.49)

patladığı bir sesle: “Bu ne lan, Buyruk, Çukurova'nın sarı sıcağını da geçti,” dedi, nüfus cüzdanını yelpaze gibi kullanmaya başladı.

Orhan Kemal, Muzaffer Buyrukçu’nun anlatımıyla sayfalardan capcanlı olarak karşımıza çıkıyor ve sizi de o konuşmaların, paylaşımların içine çekiyor:

Orhan Kemal’in yazarak kazandığını, yazdıklarından elde ettiğinden başka bir geliri olmadığı söylenir. Bu gerçeği bir de Muzaffer Buyrukçu’nun tanıklığı ile doğrulayalım:

sokak tutkum büyüktü. Yaşadıklarının bilincindeki kişiler olarak bizleri bütün bir ömür evlere, işyerlerine, kahvelere, meyhanelere, sinemalara götüren sokak önemliydi. (…) Bir sergiydi bir “Gerçekten çok mu sıcak oluyor panayırdı, bir hayat defilesiydi, Çukurova?” yerleşim birimlerinin soluk alıp verdikleri ciğerleriydi; sanatçılara “Sıcak da laf mı? Yakar, kavurur, soluk sonsuzca yiyecek üreten bir tarlaydı. aldırmaz, iflahını keser insanın. Kuşlar Çoklarımızı demeyeceğim, yüzde pat pat düşer... Köpeklerin dili bir yüzümüzü sarsan durumlar, karış dışarıda, girer çıkar boyuna hayatımızın dengeli düzenli gidişini ağızlarına.. Güneş sanki Çukurovalı'yı ansızın saptıran, bozan, yüreklerimizi cezalandırmak için mahsustan alçalır, karanlıklarla, aydınlıklarla dolduran adamın tebdilini şaşırtır.” rastlantılar… yücelten ve alçaltan tanıklıklar, sokakların ürünüydü.” “Peki nasıl çalışır ırgatlar o havada?” -(sf.74) “Düşe kalka, yuvarlana yuvarlana... Bayılırlar, başlarına güneş geçer, sıtmalanırlar... Felaket!” “Cehennem denen yer Çukurova olmasın?” “Ne demek olmasın? Çukurova'dır elbet... Aynı zamanda da bereketiyle cennettir. İnsan durduğu yerde üzerine tuz dökülmüş sümüklüböcek gibi erir, akar... akar ki ne akar, ırmaklaşır...” dedi öfkeyle. “Tokan hele.” - (sf.27)

“Orhan Kemal, gömleğinin düğümleri- “Orhan Kemal bir dergiye, bir gazeteye verip hemen para –tahvilni çözdü, çemirlendi, her harfin edeceği (tahvil sözcüğü onundur) kısa tepesinde yüzlerce dinamitin hikayeleri okumaya koyulurdu. (İstese de uzun hikaye yazamazdı. Çünkü dergiler, gazeteler yazı siparişinde –bu sözcük de onundur- bulunurken kaç sayfa olacağını belirtirlerdi. Orhan Kemal’in küçük hikayede ısrar etmesi, büyük hikayeyle ilgilenmemesi diye bir sorun yoktu da küçük hikaye yazmaya itilmesi, zorlanması vardır. Çehov, Gorki, O. Henry de öyledir: yüzlerce küçük hikayeyi onlara gazete, dergi koşulları ürettirmiştir.” (sf.73)

Orhan Kemal’in ölüm haberini alınca olduğu yere yığılıverir Muzaffer Buyrukçu. Kendinden geçer. Bunun bir şaka olduğuna inanır. Kendine geldiğinde ve Orhan Kemal’in gerçekten öldüğünü öğrenince hüngür hüngür ağlar. İki usta yazar, ölümsüz bir dostluk ve ölümsüz anlarla, anılarla dolu bir kitap. Muzaffer Buyrukçu olayları ve yaşananları ifade etmedeki ustalığıyla bize yanıbaşımızdaymış gibi gerçek bir Orhan Kemal portresi sunuyor. Muzaffer Buyrukçu, böylesine güçlü iki yazarı bir araya getiren Arkadaş Anılarında Orhan Kemal kitabını şu cümlelerle bitiriyor: “Böylesine bin kollu, bin katlı, on bin uzantılı bir ilişki ancak yirmi ciltle sergilenebilir. İleride sağlığım el verirse birkaç cildini yazarım belki, ama şimdi sevgili okurum, küçük bir kitapla yetinmek zorundasınız. Bu kitapta, benliklerimizi geren ve gevşeten kimi günlerden canlı, özgün kesitler bulacaksınız; Orhan Kemal’i, bizi yaşayacaksınız.” - (sf.77) Muzaffer Buyrukçu saygı ile okunmayı hak eden bir yazardır. Bir ucundan, nereden olursa okunabilecek eserler vermiştir. Bu iki büyük yazarın anıları önünde saygıyla eğilirken, onları sonsuzluğa taşıyan eserlerinin daha çok okunması dileğiyle.

Çağlar MİRİK

Orhan Kemal’in eserlerini üretirken hangi kaynaklardan beslendiğini, nerelerden hikayeler çıkardığını bu anıları okuduktan sonra daha iyi somutlaştıracaksınız. Muzaffer Buyrukçu da benzer kaynaklardan beslendiği için bunu şöyle dile getiriyor: “Orhan Kemal’le benim

29


çocuk daha o yaşlarda rahatsız etmiştir efendileri. Ve böylece 1960'ta ordudan atılır. 1961'de elinde sazı yüreğinde biriken öfkesi, bilincinde eşitlikçi, adaletli toplum düşüncesiyle 1938'de bu köyde dünya gelir Mahzuni. Küçücük yüreğinde kocaman yürür ozanlığa doğru... ufuklar açan türkülerle büyümektedir. Ozanlık güzel dizeler yazabilmek Berçenek... Osmanlı'nın yüzlerce yıl Köyde okul yoktur, gelene kadar süren zulmüne direne direne, Kuyucu medreseye gider. Okulda da değildir. Görüneni söylemek, acıyı, sevinci türküleştirmek yetmez. Murat Paşaların elinde can vere vere başarılıdır, Mersin astsubay okuluna Nedenini sormalı, tanıyıp anlamalı, oradan oraya sürüklenen Türkmen gönderilir. Oradan da Ankara Ordu anladığını dosdoğru söylemelidir. aşiretlerinden Ceritli ve Ağucan Donatım Teknik Okulu'na... Ozanlar zulüm ne kadar pervasız olursa Türkmenleri Afşin'in 15 km kuzeydoğusunda bir tepede dururlar Mahsuni sazını eline ilk 12 yaşında alır. olsun, halkın acılarını, umutlarını, adalet ve özgürlük düşlerini ve Berçenek'i buraya kurarlar. O zamandan sonra yüreğinin bir Sonradan zulümden kaçan suni parçasıdır, düşmez elinden sazı. Okul haykıranlardır. Halk ne yaşıyor, ne düşünüyorsa onların sazında sözünde Türkmenlerin de gelip yerleştikleri bu yıllarında da ayrı değildir. Alevi karşılığını bulur... köyde çocuklar gelenek ve Bektaşiliğin eşitlikçi, paylaşımcı, göreneklerini öğrenerek büyürler. erdemli , insan ve toplum anlayışının Ve Mahzuni bunca zulmün, acının, Ayrıntılarla anlatılan tarih, kitap dile getirildiği türküleri söyleyen bu "gıyas edilir mi çul ile halı kimler yapmış size böyle bir yolu yemekle biter mi milletin malı yiyin babo yiyin meydan sizindir köşkler saraylar hanlar sizin ama onu yapan eller emekler bizimdir"

30

sayfalarında değil, ağıtlarda, deyişlerde, koçaklamalarda, sazın telindedir.


kanın, adaletsizliğin olduğu yerde kendini kahredip, herşeyi kadere, zalim feleğe bağlayıp hayata küsmeyi seçmez. Hor görülen, aşağılanan, ekmek peşinde koşanların içindedir. Görür bir damla alınteri dökmeden safahat sürenleri. Haksızlığın kaynağını kavradıkça sazının, sözünün , sözünün içeriği gelişir ve derinleşir. Anlatır dizelerinde Anadolu'nun yoksul köylüsünün göçlerini, acılarını, çelişkilerini.

yeni, açık, doğrudan seslenişi ezgilerinde de gerçekleştirmeye koyulur. Onu dinlerken hem Maraş'ın acıya sabırlı ağıtlarını, hem Orta Anadolu'nun bozlaklarının dik başlı haykırışını, hem Doğu Anadolu'nun halaylarının çoşturan ritmik yapısını bir arada hissedersiniz.

Mahzuni Alevi-Bektaşi geleneğinden gelmektedir. Dinsel inançların sınırlarını bilimin ışığında açarak tarihi, insanı ve günün koşullarını 1960'ların sonunda ülkemizde gelişen daha doğru kavradıkça muhalif söylemi giderek devrimci bir içerik emperyalizme ve faşizme karşı kazanır. Artık eleştirmekte, varolanı mücadelenin içersindeydi Mahzuni. göstermekle yetinen değil, adaletli Sömürü ve zulüm düzeninde ezilen özgür bir düzenin gerekliliğini halkın yanında açıkça saf tutmayı söylemekte, bunun gerçekleşeceği sorumluluk bilir. umudunu diri tutmaktadır. 'Ben alevi bir aileden gelme olduğum 'Soyulmadık bir derimiz kalmıştı için kök kültürümde alevi-bektaşilik Soyun babo soyun meydan sizindir yatar. Siyasi rengime gelince, ben Hiçbir canlı kıymaz kardeşine demokrat solcu bir ozanım...' der. Kıyın babo kıyın meydan sizindir Sorumluluğunun bilincinde olan bir Şimdi sizin ama yarın bizimdir ozanın emperyalizm gerçeğini bilip Toprağa karışmış fakirin teri söylememesi mümkün mü? Ağlamak bilirmi beylerin biri Size beyfendi bize serseri Bir yandan sokakta, kahvede halkın içindedir, bir yandan da halka sunulan Deyin babo deyin meydan sizindir Bugün sizin ama yarın bizimdir...' politikaların, dünyada gelişen emperyalist saldırganlığın yakından Aynı zamanda Mahzuni 71'de izleyicisidir. Anadolu'nun bereketli geleneksel uzlaşmacı mücadele topraklarının, Anadolu'nun fedakar halkının türkülerini söyleyebilmek için anlayışına karşın devrimci mücadelenin yolunu çizen halkın yiğit bu halkı bu vatanı derinden evlatları Mahir'leri, Deniz'leri, İbo'ları sevebilmek gerekir. Bir avuç toprağı sahiplenmiş, dizeleriyle kucaklamıştır. bile kıskançlıkla korumak, göz dikenlerin karşısına korkusuzca dikilebilmek gerekir. Halk ozanın yeri 'Doğudan batıya bir ses yükselir Yiğitler yiğitler bizim yiğitler halkının yanıdır. Sömürünün zulmün Gavur dağlarından dadallar gelir haksız savaşların akıtılan kanın Yiğitler yiğitler bizim yiğitler...' sorumlularını ilan ederken onun türküleri anti-emperyalist mücadelede halkın duygularını ifade 1971 yılında askeri darbe sonucu Süleyman Demirel hükümeti eder, onlara yön gösterir. devrilmiş, Nihat Erim başkanlığında bir hükümet kurulmuştu. Bu hükümet '... halkın her kesimine karşı şiddetli bir Birgün gramlar bir olur baskı uyguluyordu. Bu dönemde üç Kilodan hakkını alır fidan, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Zalim olan bela bulur Hüseyin İnan idam edildi. Mahzuni Amerika katil katil kendisini derinden etkileyen bu haksız infazın karşı 'Erim erim eriyesin' Mahzuni Şerif uyuma türküsünü patlatır. Ne demek o Gün geldi çattı akşama zaman başkana böyle türkü yakmak! Bizden selam Vietnam'a Hemen tutuklanır ve 10.5 ay hapis Amerika katil katil' cezası alır. Konuya ilişkin Erim şöyle bir açıklamada bulunmuştu; Düşünce ve duygu dünyasının ' Bir halk ozanı, başbakanı sevmek sınırlarını genişlettikçe sazının tellerinden çıkan ezgiler de derinleşir. mecburiyetinde değildir.' Bunun ardından 'Şikayetçi olsaydı Yöresinden aldığı ezgileri ve dört yıl yerdim, şikayetçi olmadığı için Anadolu'nun seslerini harmanlar. 10.5 ay yattım.' diyor Mahzuni. Geleneksel deyiş söyleme tarzından ayrı olarak şiirlerinde de dile getirdiği

'... Aslan pençesi vurulsun Çayın denize kurusun Gözlerin yansın çürüsün Erim erim eriyesin Sürüm sürüm sürünesin Mahzuni' yi severidin O'na sevgilim deridin Candan başka ne yeridin Erim erim eriyesin Sürüm sürüm sürünesin...' Faşizmin baskı ve zorunun kar etmediği noktada, sanatçılar, aydınlar üzerinde uygulanmaya çalışılan politika çeşitli yöntemler kullanarak aydın kimliğinden halktan uzaklaştırmaya çalışarak kendi yanına çekmek, saf değiştirmeye zorlamak, sahiplenerek isimlerini değerlerini kullanmaya çalışmaktır. Mahzuni'yi de aramızdan ayrıldığı zaman, ömrü boyunca karşısında durduğu düzenin temsilcileri onu sahiplenmeye çalıştı. İster geceler, anmalar düzenlesinler, isterse büyük adam ödülleri versinler güçleri Mahzuni'yi halktan koparmaya yetmeyecek. Hele bak şu aynaya yüzün yüze benzer mi Ta sabahtan uyumuş gözün göze benzer mi Vay o boyun devrilsin özün bize benzer mi Adam olamadın gitti zevzek Beni bilemedin gitti zevzek Yürü be yürü be yürü be yürü be insan değilsin Kendini bilmeyen canım eli ne bilsin Halkı halkı halkı halkı Hakkı ne bilsin. Mahzuni 64 yıllık ömrü boyunca düşünce ve inançlarından vazgeçmemiştir. Çoğu kez hakkında davalar açılmış tutsaklıklar yaşamıştır. Elbette onunda iç hesaplaşmaları, arayışları vardır. Sevdaları, özlemleri yaşamıştır. Türküleriyle halkın acılarını, sevinçlerini anlatmıştır. Halkın içinde halkla beraber var olan bir halk ozanıdır ve bize önemli bir miras bırakmıştır. Bize düşense bu mirası sahiplenmek ve gelecek kuşaklara taşımaktır...

Aslı TEKİN

31


Hannibal!..

YA BİR YOL BULACAĞIZ YA DA BİR YOL AÇACAĞIZ

Adı “Tanrı Baal’in oğlu” anlamına geliyordu. Kararlı,, gözüpek bir savaşçıydı.

Daha dokuz yaşındayken, barbar diyerek yoksul halklara kan kusturan Roma İmparatorluğu’nu yıkmaya yemin etti.

100.000 asker ile Pirene ve Alp Dağları’nı geçip Roma’ya hiç beklemediği bir anda, hiç beklemediği bir yerden saldıracaktı. Romalılara ir sürprizi daha vardı, yanında 37 savaşçı fil götürüyordu. Askerleri Afrika’nın sıcak iklimine alışkındı. Alplerin sert kış şartlarında ne yapacaklarını bilmiyorlardı.

“Ya bir yol bulacağız Ya da bir yol yapacağız!” Takıldıkları kayayı asitle, ekşi şarapla eritip, yollarına devam ettiler. Zorluklar ve soğuk nedeniyle askerlerinin yarısını kaybetse de, Alpleri 15 günde aştı.

Ve Roma İmparatorluğu’nun o güne kadar topladığı en büyük ordu ile Her gün binlerce askeri donarak öldü. yaptığı savaşta 85 bin kişilik Roma Kendini bu uğurda yetiştirdi. Önce Ama o hiç durmadı, yürüdü. ordusunun 50 binini kılıçtan geçirip, 10 Kartaca ordusuna komutan oldu. binini esir aldı. Sonra da girdiği savaşlarda gücünü ve Alpleri geçerken bu defa önlerine aklını büyüttü. büyük bir kaya çıktı. Birçok komutanı Roma topraklarında yaptığı savaşların umutsuzlukla geri dönmeyi önerse de hepsinde imparatorluğu yendi. Ve sonunda o gün geldi... Hannibal şöyle dedi: Bir gözünü kaybetti ama savaşçı

32


coşkusunu ve kazanma azmini hiç yitirmedi. Askerlerine de bu kararlılığı aşılamıştı. Manevi bir sorumluluktu onlarınkisi... Ve biliyordu ki manevi değerler savaşın en önemli unsurlarından burudur. Savaşın ruhudur. Kendi ana-babalarını, çocuklarını, kardeşlerini, yoldaşlarını katleden düşmana karşı tüm güçleriyle savaşmaları boyunlarının borcudur. Bu bilinç ve irade onlara rehberlik edecekti. Ancak tüm zalimler gibi Roma İmparatorluğu da kalleşti. Ordularını bir kolunu Kartaca üzerine göndererek Hannibal’i Roma sınırlarından çekilmeye zorladılar. Uzun süre direndi, mevziisini terk etmedi Hannibal. Fakat Kartacalı yöneticilere laf anlatamıyordu. Eğer geri dönerse destek göndermeyeceklerini söylediler. Zor durumdaydı... Orduyu geri çekti. Kartaca’ya dönüş yolunda Romalılarla tutuştuğu “Zama” savaşında ilk ve son yenilgisini aldı. Ve Kartaca ileri gelenleri söz dinlemediği, geciktiği bahanesiyle onu Bithynia Kralı Prusias’ın yanına sürgüne gönderdiler. Kısa süre sonra de geri çağırdılar. daha 9 yaşındadır. Ve o gün tanık Çünkü Romalılar bir kez daha Kartaca olduğu vahşet karşısında babasına kapılarına dayanmıştı. verdiği sözü hiç unutmaz.

ateşe atılan yoksul halklar hala yanar. Yüzbinlerce insan ölürken, yaralanan, göç yollarına düşen milyorlarcadır.

İmparatorluğun kuyruk acısı dinmem- Evet, Roma İmparatorluğu yıkılıp iş, daha da saldırganlaşmıştı. Kartagitmiştir. Ama nihai zafere kadar calılara “Hannibal’in kellesini verin” zalimin yeri boş kalmaz. diyorlardı. Bilineceği üzere bugün de başta ABD Kaypak ve korkak yöneticiler hemen olmak üzere zalimleri emperyalist işe koyuldu. Fakat Hannibal asla efendiler temsil ederler. Yarattıkları teslim olmayacaktı. yeni düzenleri ile halkları katletmek artık onların işidir. • ** Hannibal İ.Ö 247-182 arasında Çünkü tüm sömürgeler savaşla yaşamıştır. Onu kahraman yapan beslenirler. Bunun için, dünyada her yalnızca üstün askeri yetenekleri geçen gün artan açlık, yoksulluk ve değildir. göçler vardır. Öyle ki ABD emperyalizmi tekellerin Hannibal’i Hannibal yapan zalime imparatorluğu uğruna her türlü karşı duyduğu büyük öfke ve halkına vahşeti mubah sayar. olan sevgisidir. En son Ortadoğu’yu yakıp-yıkmış, Romalılar ülkesine ilk saldırdığında halkları birbirine düşürmüştür. Ve

Bu zulmü, minik yüreklerinde Hannibal gibi öfkeye dönüştürecek halkın adaletini kuşanan çocuklar ise, tıpkı Roma İmparatorluğu gibi “ABD İmparatorluğu”nu da yerle bir edecekleri günün sabırsızlığındadır. Ve tıpkı yıllar sonra Romalı şair ve yazarların büyük saygıyla Hannibal’i yazdıkları gibi tarih de emperyalist zalimlere baş kaldıran bu çocukları yazacaktır. Çünkü onlar yüce bir yaşam uğruna zamanın dışına çıkan kahramanlardır.

ÖZGÜR TUTSAKLAR UŞAK E Tipi Hapishanesi

33


MÜHENDİSLERİN SINIFI PROLETERYADIR 2015 yılının Ekim ayının sonunda resmi kayıtlara göre 1461 işçi iş kazası nedeniyle can verdi. Her ay yaklaşık 100 insanımızın iş cinayetlerinde kurban gittiği ülkemizde, “iş kazası” diye tanımlanan cinayetler sadece birer kaza mı yoksa ilahi takdir mi(!) Yaşanan olayın büyüklüğüne göre medya ve basın da gündeme gelmektedir. İşin bir diğer yanı da, sayı bazına göre gündem olan iş cinayetlerinin, dizi sektörüyle “masumlaştırılması” ve yumuşatılmaya çalışılması. Günümüzdeki en güncel dizi ise “Kara Sevda”. Baş roldeki Burak Özcivit; fakir ama gurulu bir ailenin okumuş, maden mühendisi olmuş bir oğludur. Türk dizilerinde ya da filmlerinde klasiktir, zengin bir kıza aşık olmuş ancak sınıf farkından dolayı evlenip mutlu olamamışlardır. Bu genç mühendis, yaşadığı kalp kırıklığı ile Zonguldak’taki maden ocağına mühendis olarak başvurmuş ve kabul almış, ardından bu kömür madeninde çalışmaya başlamıştır. 2014 yılının en büyük işçi katliamı olan Soma ve Ermenek maden kazalarına gönderme yapılan sahnede, teftiş sırasında madende bir göçük meydana gelmektedir. Ancak, kahraman mühendisimizin özverisi ve yardım severliği ile kimsenin burnu bile kanamadan maden ocağından

34

kurutulmuştur. Bu olay medyaya flaş haber olarak düşmüştür. Ardından mühendisimiz terfi etmiş, patronu ona ortaklık teklif edip maden işletmeciliğine alınmıştır.

mühendisin bu şekilde terfi alması yaşadığımız koşullarda pek mümkün değildir. Kaldı ki haberlerde takdir haberlerinden ziyade felaket haberleri yapılması bir alışkanlık haline gelmiş, başarılı insanlar gündem konusu bile Peki, günümüze baktığımızda olamamaktadır, bu sebepten böyle bir mühendisler hangi koşullarda, nasıl haber flaş olarak ekranlara yansıması çalışmaktadırlar. Öncelikle mühendis- neredeyse mümkün değildir. ler patron sınıfında yani ezen kesimde değil işçi, proletarya yani ezilen kısmı Yine iş cinayetlerinde en çok gündeme temsil etmektedir. Mühendisler gelen diğer olay ise, Torunlar inşaattaelbette işlerini en iyi şekilde yapmalı, ki asansör katliamında hayatını yitirenraporlamalarını teftişlerini usule lerdir. Yine bu duruma gönderme uygun yapmalıdırlar. Ancak şu bilinen yapan bölümde kahraman mühendisibir gerçektir ki, iş sağlığı ve güvenliği miz işçilerin dertlerini dinlerken patron bir iş sahasında en son uygulanmakişçiyi kovmakta onu önemsememektetadır. İşçilerin hayatı ise en ucuz dir. Hatta büyük patron mühendise malzemedir. Birçok iş yerinde “seni ilgilendirmeyen konularla mühendislerin uyarıları dikkate ilgilenme” diyerek öğüt vermektedir. alınmazken, iş güvenliği için yapılan Ancak yine bu bölümde hiçbir can iyileştirmeler iş yerinde gereksiz kaybı yaşanmaz, mühendisimizin olaya masraf, zarar olarak iş veren tarafınel atmasıyla büyük bir felaketin önüne dan değerlendirilmektedir. geçilmiş olur. Tabi dizide herhangi bir sınıfsal vurgu yapılmazken, mühendisiBir işveren için en iyi mühendis, mizin patronlara adeta ders vererek onlara en çok kar sağlayan “bu işçilerin can güvenliliği bir tercih mühendistir. Çünkü yaşadığımız değil bir zorunluluktur” demesi; düzen insan odaklı değil kar odaklıdır, kahraman mühendisimiz ve rakibi olan yani kısacası kapitalizmdir ve bu patronun kapışması gibi gösterilmekdüzen her şeyde olduğu gibi eğitim tedir. Dizinin devamında yine tüm olay sistemiyle de mühendislerin bakış kişisel bir kapışmaymış gibi gösterilip açılarını para ve mevkii sahibi olma mühendisimize, zengin çocuk tarafınhırsıyla bozmakta, emeğe dan kumpas kurularak hapishaneye yabancılaştırmakta tam da patrongirmesi sağlanacak gibi görünüyor. ların istediği gibi mühendisler yaratmaktadır. Bu sebepten, dizimizin Diziler bu şekilde entrikalar, kişisel kahraman mühendisi gibi normal bir kapışmalar gibi gösterile dursun; iş


cinayetlerinin davaları sürerken bu tip dizi bölümlerinin yayınlanması ile toplumda patronların da insan olduğu ve bu tip durumlara üzülüyorlarmış, önem veriyorlarmış gibi bir algı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Yine aynı dizide zengin kız çocuklara yardım amaçlı resim çizerken, mendil satıcısı küçük kıza tek bir destek sağlamamakta sadece saçını okşamaktadır. Diziler bile artık bu zengin şımarıkların ne kadar iki yüzlü olduğunu gizleyememektedirler. Evet, bizim halkımız oldukça duygusaldır, bağışlayıcıdır ve onun bu özelliğinden kan emici iş verenler faydalanmaktan başka bir şey yapmamaktadırlar.

dikildiği, işçilerin kendi örgütlülükleriyle kurdukları komitelerle denetimlerini sağladıkları ve bunun bakanlık denetimlerinden daha sağlıklı işlediği ve temelinde insan odaklı bir sistemle Somada 307 canımız gitti, yargılanan- iş cinayetlerinin önüne geçileceği lar nerede, nasıl yaşıyor, davanın seyri bilimsel olarak da kabul edilmiştir. ne alemde, medyada ne kadar gündem? Aynısı Torunlar için de Böyle bir düzene sahip olabilmek için geçerli, kan parasıyla insanları öncelikle bağımsızlık mücadelesi susturmaya çalışanların nasıl bir vermemiz gerektiği çok açıktır. Çünkü vicdanı, insanlıkları olabilir. dışa bağımlı, montaj sanayisi olan bir ülke olarak, biz mühendisler de kendi Biz farklı iki sınıfız. Ezenler ve ezilen- mesleki alanımızda gelişememekte, ler. Ezenler ezilenler için asla vicdan mesleki bilgilerimizi bir mühendis gibi azabı yaşamaz, yas tutmaz. Onların üretmekten ziyade ya satış bölümamacı sömürülerini devam ettirelerinde yer almakta ya da bir teknibilmektir. Bunu için de en çok kerden öte gidememekteyiz. Düzenin kullandıkları arada kalmış olanlar bize mesleğimizi bu şekilde mühendislerdir. Biz mühendisler ait yapmamızı dayatması olanaklarımızın olduğumuz sınıfı yani proletaryayı ne kısıtlı olması, düzenin değişmemesi kadar çok sahiplenirsek o kadar biz mühendisleri bunalımlara umutsuonurlu mühendisler oluruz. Ne kadar zluklara itmemelidir. Kuracağımız çok kendi sınıfımızın yanındaysak o yeni dünyanın umutlarının tohumkadar iş cinayetlerinin önüne geçebilir larını şimdiden ekeceğimiz komiteleişte o zaman “işinde başarılı birer rde filizlendirmeliyiz. Evet, bu mühendis” olabiliriz. Bunları yaparken düzende demokratik haklarımız için de mühendis Kemal gibi terfi değil mücadele etmeli, halkın yanında asıl olsa olsa işimizden olmak gibi sınıfımız olan proletarya ile birlikte bedeller ödeyebiliriz. Bunların olarak, onlar için yapacağımız her hepsinin sorumlusu elbette ki bu üretimle birer onurlu mühendis kapitalist düzendir. Ve kapitalizme olabilir, para ile insanlığımızı alacak alternatif ve tek çözüm de sosyalizm- kadar ucuz insanlar olmadığımızı, dir. Sosyalizm hakkında bize ışık tutan onurlu insanlar olduğumuzu ezenlere Sovyetlerde iş sağlığı ve güvenliği ile gösterebiliriz. Biliyoruz ki ilgili alınan önlemler hala literatürde örgütlülüğümüzle gücümüzü göstereyerini korumaktadır. Para babalarının bilecek kadar da güçlüyüz. heykellerinin değil de çalışan üreten emektar işçilerin heykellerinin Biz Halkın Mühendis Mimarları olarak

diyoruz ki gelin “Rant için Değil Halk için Mühendislik” yapalım. Kurduğumuz Bahçe Komiteleri ile Halk Bahçelerini yaygınlaştıralım. Halka sağlıklı ucuz GDOsuz tarımı sebze meyveleri anlatalım. Tohum tekellerine muhtaç olmadığımızı kurduğumuz Halk Bahçelerinde somut bir şekilde gösterelim. Enerji Komitelerimizle emperyalistlerin enerji politikalarına kafa tutalım. Kendi enerjimizi kendimiz üretelim. Yapacağımız rüzgar türbinleri, enerji üreten kondisyon bisikletleriyle halkımıza bedava elektrik sağlayalım. Enerji şirketlerinin bizi soymalarına karşı kendi çözümlerimizle cevap verelim. Engelli halkımıza umut olalım, omurilik felçli insanlarımız için yürüteçler yapalım, onları geliştirelim. Halkım Mühendis Mimarları tüm bu projelerin prototipini yaparken tüm mühendis mimarlara birer ışık bir yol göstermeye hedefliyor. Gelin örgütlülüğümüzü bu saflarda güçlendirelim. Düşlediğimiz sosyalist dünyayı şimdiden kuralım.

Mayıs KURT http://www.guvenlicalisma.org/index.php?option=com_content& view=category&id=149&Itemid=236

35


AHLAKSIZLIĞIN ve DEĞERSİZLEŞMENİN PERDESİ

Televizyon hemen hemen hepimizin vazgeçilmezi; tablet, telefon da öyle... Onlar olmazsa yaşayamayız. Mesele sanki bundan 10 sene önce çok yoğun telefon veya internet ihtiyacı yoktu. Ama yaşıyorduk. Yada 20 sene önce çoğumuzun evinde ev telefonları vardı sadece yine yaşıyorduk. Ama 2000’li yıllarla birlikte internet, televizyon, telefon derken hep birlikte bir kıyamete doğru gitmeye başladık. Mesela televizyonsuz ev düşünemez olduk. Fakat sonra, tüplüden vazgeçtik gittik lcd aldık, led aldık. Biz aldıkça daha da yüksek modelleri çıktı, bir yarışın içine girdik; biz aldıkça kapitalist sistem yetmez dedi. Yetmedi de zaten 3 boyutlu - 4 boyutlu televizyonlar geldi evimize, her ev bir sinema salonu... Dev ekranlar, evin diğer odalarına koyulan ek televizyonlar derken, kendimizi o büyülü dünyanın vazgeçilmez bir öğesi yaptık. İzlemekten çıktık, yaşamaya başladık. Onlarla sevinip ağladık, bir sonraki bölüme neler olur diye onları konuştuk, heyecanla bekledik. Sanki onlar gerçek bir hayattı ve biz de bu hayatın içinde dahil olmalıydık. Bizi dahil etmeseler zaten bu çark nasıl dönecekti? Kapitalizmin büyük babaları nasıl kazanacaktı bizim sırtımızdan. Aşımızdan işimizden kestiler yetmedi; önümüze televizyon dizilerini, yarışmalarını koyup bunlar sizin için, izleyin diye buyurdular. Biz o yarışmalara gıpta ettik. Fakirken zengin bir sevgili nasıl ayarlanır rüyalarına soktular gençlerimizi. Onlar yarışıp paraları kazandı biz kazandık sandık… Para bizim sandık o aptal kutusunu

36

izlerken. Tabi hep yenilen tarafı tuttuk, vicdanımız kurusun huyumuz böyledir. Ezilen görürsek dayanamayız.

tabi ki. Suruç, Ankara, Silvan, Dilek Doğan… Bizi uyutup bu halkın insanlarını katlettiler. Onlar ölürken ölüm haberlerine yayın yasakları geldi. İnsan onurunun hiçe sayıldığı programlar ise 2000’li yılların başında televizyonlar- hiçbir şey olmamış gibi yayınlarına da yeni yeni açığa çıkan yarışma devam ettiler. Sanki biz ölmedik, furyalarında BBG (Biri Bizi Gözetliyor) katledilmedik… Hiçbir gündüz kuşağınevi başladığında, “Yok artık, bundan da geçmedi hayat hikayeleri... Oysa daha ötesi de olamaz. Oturup bütün Esra Erol’un evlilik programına evlengün, bunlar ne yedi, ne içti, ne mek için katılan Ali Haydar’a kısmet konuştu... tüm kişisel mahremiyetleri bulamadık bari 20 yıl sonra babanı mi izleyeceğiz” diye düşünmüş olanlar bulalım diyerek ne hikmetse babasını vardır mutlaka. bulmaları tam bir ay gündemimizde kaldı. BBG bitti sonra ikincisi başladı, sonra gelin kaynanana yarışmaları derken Gündüz kuşağında es kaza elinize aradan epey zaman geçti... Bir kumanda geçerse şaşırmayın. kanaldönem unutulan evlilik programları ların sıralaması şu şekilde; Kısmetse bu sene resmen hortladı. Gündüz Olur - geç, Zuhal Topalla... - geç, Esra kuşağı seyircisi olarak genel anlamda Erol’la.. – geç, Evleneceksen Gel Seda ev hanımlarına yönelik hazırlanan Sayan…. Diye peşi sıra devam ediyor programlarda evlilik programlarından liste. Biz kanalları geçtikçe tv bizi bu geçilmez oldu. Evlenemeyen, nişanprogramın içine sokmak, kenarından lanıp da iki gün sonra kavga edenler; kıyısından izletmek, belki bir iki bizim ev hanımlarımızın meselesi izlersek merak uyandırabilecek şeyler oldu, derdi oldu. Ah vah edip helak yapmak için elinden geleni de ardına ettiler kendilerini, hızlarını alamayıp koymuyor. Meğer işsizlik değil de evde telefonlara sarılıp canlı canlı bağlanıp kalmışlık en önemli sorunmuş. o çocuk sana göre değil, vah o kızın Başbakan bile seçim vaatlerinde hızını kıymetini bilemedin diye çokça da alamayıp asgari ücreti yoksulluğu bir yorumlarda bulundular. Öyle benim- kenara bırakıp seçmene sizi evlendiresediler ki, ekranda kendini pazarlayıp ceğiz diye vaatler vermiyor mu, gerisini rol peşinde belki keşfedilirim de siz düşünün! hayatım kurtulur zihniyetiyle insanlık onurlarını kaybedenleri resmen kendi Kanal D’nin yeni yarışması “Kısmetse çocukları gibi gördüler. Olur” diğer evlilik programlarından farklı bir formatta hazırlanmış. BBG evi Yani evlenmenin en büyük meselemiz gibi her tarafında kameralar dolu iki ev olduğunu, başka bir derdimiz var görüntülerde. Evlerden birinde olmadığını gözümüze soka soka bize kadınlar diğerinde ise erkekler kalıyor dayattılar. Onlar bunu dayatarak ve bunlar arada sırada bir araya paralarına para katarken biz de bu gelerek kendilerine uygun bir eş adayı çöplüğün içinde boğulduk. Biz seçiyorlar. Pazardan meyve sebze alır boğuldukça, onlar da boş durmadılar cinsten birşey olmuş aslında. Program-


da yarışan tipler ise yok artık bu kadarı da olmaz dedirtecek özenle seçilmişler. Elinden tespihi düşürmeyen delikanlılığın kitabını yazanlar mı dersiniz, çocuğunu bırakıp gelenler mi, artık siz seçin. Yarışmanın hafta birincilerine her hafta 10.000 tl veriyorlar. Bu parayı almak için de dikkat çekmek için yarışmacıların yapmadığı kalmıyor. Hakaretler diz boyu. Ahlaksız ithamlar laflar dönüyor sürekli. Kadın yarışmacılardan birisi her tartıştığı rakibine “Bana bak senin elinden alırım onu (yani hoşlandığı erkek yarışmacıdan bahsediyor) kalırsın ortada.” Yalnız bu lafı birkaç kere farklı rakibine söylüyor ve program sunucusu nasıl böyle iddalı konuşuyorsun diye yönelttiği soruda: “Çünkü güzelim, kedime güveniyorum” yanıtını alıyor hemen. Yani bu genç kızımız çok iddialı, kendine fazlasıyla güveniyor ve bundan dolayı bu ahlaksız ithamda bulunuyor.

yarışmaya neresinden bakarsanız bakın hiçbir şekilde tutulacak bir yanı olmadığı gibi izledikçe, “bu kadar da ahlaksızlık olmaz” denilen türden olaylar yaşanıyor sürekli.

Amerikalı gazeteci Ferdinand Lundberg tarafından yapılan evlilik ve aile pratiğinin bir tahlili, milyarder ve milyonerlerin ailelerinde evliliklerin on yıllardan beri sadece çıkar amacıyla yapıldığını göstermiştir - yani ancak, iki bankanın, sanayi tekelinin, ticaret kartelinin sermayesini birleştirmeyi gibi görülmüştür evlenmek. Araştırma tamda bu programın ana gerçeğini gösteriyor aslında. Araç için, mal mülk için, azıcık popüler olup tanınmak için evlilik değil de evcilik oynamak. Yarışmacılar kendilerine göre aşıklar. Ama neye? Birbirlerine mi? Elbette hayır. Yarışmanın şöhretine, hırsına, parasına aşıklar. Şimdi size Tülin ile Caner’i kaçınız hatırlıyorsunuz diye sorsam... Hani yıllar önce bir evlendirme yarışmasında tüm Türkiye Bunların üstüne bir de konuk olarak halkının milli meselesi olup da eğer ailelerden bir kişi de kadınların ve evlenselerdi milletçe rahatlayaerkeklerin yaşadığı evlere gelip cağımız çift... Bu yarışmanın da yorumlarda bulunuyor. Yorumlarda bulunuyor derken, resmen çocuğunu, sonunun bundan farklı olacağı yok. Yine belki birileri ödül için evlenecek. kardeşini, yeğenini pazarlıyor. Bir Bir süre gündem olacaklar birkaç yıl yarışmacının teyzesi yarışmacıyı su sonra olaylı boşandıklarında belki şekilde yönlendiriyor. “O çocuk sana bazımız hatırlayacağız. Gerisi yok. göre değil sen diğerine bak; o seni taşır, seni mutlu eder. Biz ataerkil, gelenekçi bir aileyiz. Ailemize yakışır Kapitalizmin azgınca sömürüsünün bir aday, bir kırmızı odada görüş.” altında sevgiyi, sevdayı, duygularımızı Unutmadan, yarışmada bir de kırmızı körelterek yok etmek istiyorlar bizi. Evlilik gibi kutsal bir bağı, sevda gibi odamız var. Burada yarışmacılardan saf ve temiz duygularımızı bu tv biri odaya gelerek hoşlandığı görüşmek istediği kişiyi davet ediyor programları ile köreltip insanlıktan ve diğeri de bu odaya geliyor. Kırmızı çıkarmaya çalışıyorlar. Sevdayı, kırmızı odalara hapsedip; evliliği adam koltuklu kırmızı panjurlu odada kapmaya, koca bulmaya çeviriyorlar. evliliğe dair konuşuyorlar, program Hiçbir şey yapmasalar en kıymetli sunucusunun deyimi ile belirtirsek şeyimizi, zamanımızı çalıyorlar ekran romantik anlar yaşıyorlar. Yani

başlarında. Herşeyimizi çalıyorlar, değerlerimizi, duygularımızı, gencecik bedenlerin yüreklerini, akıllarını. Düzenin dayattığı ve son kullanma tarihinin de tv sahibi tekellerinin elinde olduğu bu yarışmalarda aşk sevgi aramak... İnsan onurunun bu kadar yerle bir edildiği ve programcıların reyting uğruna kılıktan kılığa soktuğu bu yarışmalar bağımlılıktan başka bir şey değildir. Tv yayınlarına bakalım, günde en fazla 2 saat haber program varken 20 saat dizi ve reklam akışından ibaret. Gençlerimizin, düzenin yoz kültüründe bu tip yarışmalardan medet umar hale gelmesi bizim kaderimiz değil ve olmayacak da. Karacaoğlan gibi seveceğiz, Ferhat’ın sevdası gibi seveceğiz. Şeyh Bedrettin’in dediği gibi “yârin yanağından gayri paylaşmak için her şeyi” diyebileceğimiz sevdalar olacak yüreğimizde ve sevdamız da bu savaşın bir silahı olacak. Düzenin yoz kültürünün bize unutturamadığı ve unutturamayacağı nice sevdalar var geçmişimizde ve geleceğimizde de yalnızca bu sevdalar olacak. Ve bizim sevdamızda bu düzene karşı olan savaşın bir silahıdır.

Gülnaz ATAK

37


Kıssadan Hisse

Sobadaki Hikmet Fizikçi, matematikçi, kimyacı, jeolog ve antropologdan oluşan bir heyet, bir araştırma için arazide bulunmaktadır. Birden yağmur bastırır. Hemen yakında ki bir arazi evine sığınırlar. Ev sahibi bunlara bir şeyler ikram etmek için biraz ayrılır. Hepsinin dikkati soba üzerinde toplanır. Soba yerden 1 m. kadar yukarıda, altındaki dizili taşların üzerindedir. Sobanın niçin böyle kurulmuş olabileceğine dair bir tartışma başlar. Kimyacı: “Adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakmayı amaçlamış”; Fizikçi: “Adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş”; Jeolog: “Burası tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan, herhangi bir deprem anında sobanın taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak yangın olasılığını azaltmayı amaçlamış”; Matematikçi: “Sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş, böylece de odanın düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamış”; Antropolog: “Adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha hafif biçimi olan ateşe saygı nedeniyle sobayı yukarı kurmuş.” der. Bu sırada ev sahibi içeri girer ve ona sobanın yukarda olmasının nedenini sorarlar. Adam cevap verir: “Boru yetmedi de efendim!”

38


39


YOLDAŞ OLMAK Çakırcalı Mehmet Efe’yi duymayan yoktur. Efe yiğit, mert bir insandır. Tüm kızanları ve yöre halkı onu çok sever. Adaletli, gözünü budaktan esirgemeyen, korkusuz... Aynı zamanda devletin vergileri altında ezilen yoksul halkın da bir umududur. Osmanlı Çakırcalı’yı yakalamak için bölgeye bir müfreze gönderir. Askerler kasabaya karargah kurarlar ve köylere dağılırlar. Dağ, taş, her ağacın dibi didik didik aranır. Ama yok, Çakırcalı yer yarılmış da sanki yerin dibine girmiştir. Köylüler efelerini ele verecek tek kelime etmezler. Askerleri hep yanlış yönlendirirler. Ancak müfreze komutanı da inatlaşmaktadır. Aramalara ara verilmez.

kızanlar bir türlü çemberi yaramazlar. Son kurşunlarına kadar vuruşurlar. Ve askerler içlerinden birini sağ ele geçirir. Çakırcalı’nın yerine söyletmek için ona olmadık işkenceler yaparlar. Kızan Süleyman’ın söylediği tek şey: “Efem yaptıklarınızın hesabını soracak. Bekleyin efem benim için gelecek!” olmuştur. Kızan Süleyman’ı konuşturamayacaklarını anlayınca onu ibreti alem için asmaya karar verirler. “Hadi efen gelsin de seni kurtarsın.” derler. Süleyman ise her fırsatta efem gelecek, yaptıklarınızın hesabını soracak” demektedir.

askerler, “Boşuna bakma efen gelmeyecek” derler. O ise emindir, “iki eli kanda olsa gelir” der. Ve artık boynuna ip geçirilir, infaz anı gelmiştir. Süleyman hala ufka bakar ve son sözü “Efemin başında bir hal olmalı, yoksa mutlaka gelirdi” olur. Çakırcalı bu yiğidin öldüğünü öğrendiğinde artık çok geçtir. Günlerdir ateşler içinde yatmaktadır. Kızanlar bu yüzden Süleyman’ın yakalandığını söylemezler. Çünkü bilirler ki efe o haldeyken bile yola düşecektir.

Biraz kendine gelince durumu anlatırlar ama kızan Süleyman asıldığını söylemezmer. Çakırcalı yatağında Zaman hızla geçer. Kasaba meydanına doğrulur. darağacı kurulur. Halk şaşkın ve Ormanlık alana girdikleri bir gün “Hemen gidip alalım kazınımı” der. Der üzgündür. Fakat darağacına doğru Çakırcalı’nın birkaç kızanıyla karşılaşır- yürüyen Süleyman umutla gülümser demez de geri yatağa düşer, sayıklayarak kendini kaybeder. lar. Çatışma yaşanır. Bölge sarılmıştır, ve hep ilerilere bakar. Bunu gören

40


“Kujebergünof konuştu: -Kucaklaşalım. Hepsi biraz şaşırmış baktılar Kujerbergünof’a; İnsanın canını sıkacak kadar ağır başlı bir adamdı. Türkü söylemez, şakalaşmaz, sorulmadan ağzını açmaz ve ancak kendi sularında yaşayan balıklar gibi Çakırcalı anlatısında geçen kızan yaşardı kendi içine gömülü Süleyman’ın yoldaşına duyduğu sevgi Tekrarladı Kujebergünof: de öyledir. Peki bu sevgi ne ile -Vakit varken kucaklaşalım. ölçülebilir ki? Ya da Yürüyüş Dergisi Kucaklaştılar... dağıtırken gözaltına alınanların Yeni gelen tanklar iyice yaklaşmıştı işkence altındayken dahi elleri çözülür sipere. çözülmez birbirlerini kucaklaması, Kavga yarım saat sürdü. dayan diye birbirine güç vermesi nasıl Tanklardan yedi sekizini daha tanımlanabilir. ve insanlardan daha on altısını götürdü. Nazım Usta’nın anlattığı, Naziler Tükendi cephaneleri insanların. karşısında vatanı savunanların Bir tek bombaları kaldı elinde yoldaşça fedakarlığı karşısında hangi Kalaçkof Diev’in. güç durabilir? Tükendi cephaneleri insanların, fakat insanlar biliyorlardı yenilmeO cephede hepsi ölecektir. Fakat zliğini faşistler onların cesedini çiğnemeden namuslu insan yüreği – devin.” Moskova’ya bir adım daha atamazlar. (Nazım Hikmet - Memleketimden İşte yoldaşlığın ilk şartı sadakat, güven ve böyle güçlü bir vefa duygusudur. Bir şair der ki “yoldaş” sizi sevendir. Sevmek, sevilen bir insanı düşünmek anlamına geldiğine göre bizi düşünen, bizi unutmayan, bizim için gerektiğinde hayatını ortaya koyan insanlar yoldaşlarımızdır.

İnsan Manzaraları, syf:453) Sevinçlerimiz, üzüntülerimizi, başarılarımızı, başarısızlıklarımı, geleceğe- zafere dair düşlerimizi paylaşırız. Bombalar, kurşun yağmurları altında ağız dolusu güler, kan revan içinde de olsak birbirimize dayanak oluruz. Birimizin yere düşen silahını diğerimiz kaldırıp “Bir mermi de benden!” diyerek yürür düşmanın üstüne. Yoldaşlık çok büyük ve güçlü bir dostluk bağıdır. Birlikte savaşma ve ölme kararlılığıdır. Peki Düzendeki Dostluklar Nasıldır? Düzende birçok insan dostları olmadığından, şu hayatta bir başına kaldıklarından bahsederler. Kimsenin kendi dertleriyle ilgilenmediğini, tutunacak bir dalları olmadığını şikayet ederler. Aslında haklıdırlar. Çünkü düzen sahipleri birlik olmayı, dost yoldaş olmayı değil birey ve düşman

41


Maalesef genelde bize anlatılan şeylerin çok azını dinleriz. Bunda Çıkarları bu yöndedir. Zira birlik olan konuşanların da kabahati vardır elbit. Çok uzun konuşmak dinleyenisıkar. bir halk haksızlıklara karşı boyun eğmeyecektir. Sömürücüler karşısında Fakat herşeye rağmen biz yoldaşlarımızı da halktan insanlarımızı sesini yükseltecek hatta ona başkaldıracaktır. Böylesi bir başkaldırı da hap konuşmaya teşvik etmeliyiz. egemenlerin işine gelmez. Onun için Ve onları isteyerek dinlemeyi öğrenmeliyiz. hergün biraz daha yozlaştırdıkları insan ilişkileri ve ahlaki değerler Çünkü, hepimizin şu veya bu zamanda ellerinde bir silaha dönüşmüştür. ihtiyacı vardır. Biz nasıl bizi dinlesinler Sevgi, saygı, vefa değil kişisel çıkarları istiyorsak, yoldaşlarımızın da kendilerini dinletmek istediklerini unutöne çıkarırlar. Başkalarının sorunu, mamalıyız. ihtiyaçları seni ilgilendirmez derler. Çünkü bilirler ki başkalarıyla ilgilenmeyen, halkını-vatanını düşünmeyen Diğer yandan kimse şikayet ve insanların bir tarafı hep eksik kalacak- eleştiriden hoşlanmaz. Uluorta doğru ve gerçek sandığımızı birinin yüzüne tır. Ve bu eksiklik sömürücü söylemek belki cesaretli bir ister. egemenlerin gücünü büyütecektir. Fakat bunun olabilmesi için Onlara insanları istedikleri gibi söyleneceği yerin de zamanın da kullanma zeminini yaratacaktır. doğru tespiti gerekir. İşte böylesi bir zemine gelinmemeli, Unutmayalım ki gerçek çok değerli ve halkımız düzenin oyunları karşısında hassas bir ölçü aletidir. Fakat hayatta bilinçlendirilmelidir. Salt Anadolu her şeyi o kadar ince ve dakik kültürüne sarılarak dahi bu zemin ölçemeyiz. Mesela mihenk taşı yalnız yerle bir edilir. altın için kullanılır, onunla bakırı ölmezsiniz. Bunun için gerçekleri Halkımıza kendi değerlerine sahip söylerken dahi çok dikkatli olmalıyız çıkmayı, birbirleriyle ilgilenmeyi, dost-yoldaş sahibi olmanın güzelve onları ulu orta karşımızdakinin yüzüne çarpmamalıyız. Tabii böyle liklerini anlatmayı da bir yoldaş söyledik diye de en ufak şeyden sahiplenmesi olarak bilmeliyiz. kırılan, pulları dökülen bir hassasiyet Yoldaşlığın En Önemli Yanlarından Biri içinde olmamalıyız. Yoldaşlık ilişkilerinde dikkatli olacağız ama ilişkilerimDe birbirini Dinlemektir izin yalanlar üzerine inşa edilemeyeolmayı körükler.

42

ceğini de bilmeliyiz. Hatalarımızla yüzleşmekten kaçmayacağız. Sözün özü, sözlerimizi düşünerek söylemeliyiz. Sorumlu yoldaşlarımız bize hep şöyle der; asla ilk aklına geleni konuşma... Önce düşün, bir nefes al ve sonra diyeceğini söyle. Bu, deneyimlerle edinilmiş bir doğrudur. Düşünerek konuşmalıyız. Çünkü amacımız sözlerimizle kişileri cezalandırmak değildir. Amacımız yanlışı göstermek, kişiyi doğru olana sevk etmektir. Hele ki karşımızdaki kişi yoldaşımızsa doğru olanı göstermek ve onun bu anlamda harekete geçmesini yani iyi bir sonuç almasını sağlamak da devrimci sorumluluğumuzdur. Mao şöyle der; “İdealistler amaçlara ağırlık verir, sonuçları gözardı ederler. Buna karşılık biz diyalektik materyalistler, amaç ile sonuç arasındaki birliğe ağırlık veririz.” (Seçme Eserler 3, syf Evet yoldaşlık ilişkileri çok çok değerlidir. Bizi düşman karşısında güçlü kılan hazinemizdir. Elektrik akımına benzeyen bir yanı vardır. Teller birleşirse devre kapanır ve ışık yanar. Dileriz ki o ışık her yoldaşımız için sürekli yansın, hiç sönmesin.

Özgür Tutsaklar Uşak E Tipi Kapalı Hapishane


Tanrıdan Korkmaz Kuldan Utanmazlar ..

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın resmi internet sitesinde sorulan “Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşür mü?” sorusuna verilen kapsamlı cevap şöyleydi hatırlarsanız:

.. ..

..

tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duymak, bu tür bir “Babanın kendi öz kızını öperken haramlık oluşturmaz. Ayrıca kızın, 9 şehvet duyması durumunda nikâhın yaşından büyük olması gerekir. Şehvet ne olacağı konusunda görüş ayrılığı duymanın işareti, erkeğin organında vardır. Bazı mezheplere göre, babanın bir uyanma, uyanıksa uyanışının şehvetle kızını öpmesi ya da şehvetle artması, kadının da kalbinin heyecanla ona sarılmasının nikâha bir etkisi çarpmasıdır.” yoktur (bkz. İbn Rüşd, Bidayetü’l-Mücdehid, Mısır 1975, II, 33; İbn Kudame, Neresinden tutsan elinde kalır misali el-Muğni, VII, 486; İbn Cüzey, elbir durumdu bu. Soruyu soranın Kavaninü’l Fıkhiyye, 138). Hanefilere sapıklığından şüphe duyulmaz ama bu göre ise; babanın, kızını şehvetle sapıkça soruya, en az onun kadar öpmesi, kızına şehvetle sarılması hatta ondan daha sapıkça cevabı durumunda kızın annesi bu babaya verenlere ne demeli? Bir de referans haram olur. Ancak bu tür sonuç vermişler iki tefsirciyi. Tanrının bu doğuracak tutmanın, teni tenine konuyu bu kadar irdeleyeceğini değerek olması ya da altının sıcaksanmıyoruz ama “ulemalar” konuyla lığını iletecek kadar ince bir örtüden epey ilgilenmişler nedense. Başka olması gerekir. Kalın elbiselerden

işleri güçleri olmadığındandır herhalde... Bu kadar “ayrıntı” başka dinlerde var mıdır bilinmez ama papazların da bu diyanetçilerden aşağı kalır yanlarının olmadığı bir gerçek. Nereden mi biliyoruz, Spotlight filminden elbette... Yaşanmış, gerçek olaylardan yola çıkılarak Josh Singer ve Tom McCarthy tarafından yazılmış kusursuz bir senaryo; başta gazeteci Mike Rezendes rolündeki Mark Ruffalo olmak üzere, Sacha Pfeiffer rolündeki Rachel McAdams ve Walter Robinson rolündeki Michael Keaton’dan yüksek performanslı oyunculuklar; çoğu yönetmenin, senaristin, yapımcının ve bilcümle Hollywood tayfasının beyazperdeye

43


aktarmaktan korkacağı, en azından tereddüt edeceği cesur bir konu... Spotlight’ı son dönemdeki zirzop “filmlerden” ayrı bir yere koymaya yeter de artar bile... Böylesi filmler çok çekilmiyor Hollywood’da ya da çekilse bile Kilise’nin kendisini aklayacağı türde yapımlar haline getirilerek çekiliyor. Çünkü gerçekten netameli bir konu: Çocuk tacizcisi Papazlar! Spotlight filmi, Amerika'nın Boston eyaletinde yayınlanan bir günlük gazete olan Boston Globe'da çalışan bir grup sabırlı, detaylara yoğunlaşan ve editoryal bağımsızlığa sahip bir grup gazetecinin bir yıl boyunca bir mesele üzerinde araştırma yapıp uzun raporlar hazırladığı “Spotlight” bölümüne odaklanıyor. Artık her haberin masa başında yazılmasını sağlayan internetin, geleneksel gazeteciliği darmadağın etmeye başladığı 2001 tarihinde Boston Globe’a gelen New Yorklu editor Marty Baron (Liev Schreiber), gazeteye yeni bir heyecan aşılamak için Spotlight ekibinin, 1970'lerin başında Boston Glob'da bir muhabirin ortaya çıkardığı tecavüzcü papazlar olayının peşinden gitmesini öneriyor.

istememiştir. Fakat Baron, Bostonlu olmadığı için bu konuya daha objektif bakabilmektedir. Göz önünde bulunan haksızlıkları gerçekten görebilip bir şey yapabilmek için konuya dışarıdan bakmanın önemi üzerinde duruyor Spotlight. Tabi biraz da cesaretin, gerçek anlamda gazeteciliğin... Ülkemizde gazetelerin ne halde olduğu malum. Yarısından çoğu Tayyip’in borazanı ve çanak yalayıcısı konumunda, geriye kalanı birilerinin sesi olmaktan öteye geçmiyor, çok küçük bir bölümü de geleneksel gazeteciliği yürütmeye çalışıyor.

Faşizm artık casus suçlamasıyla içeri tıkabiliyor, Can Dündar ve Erdem gül gibi... Basın hürriyeti denilen hak, artık nostaljik bir söylemden başka bir şey değil. Spotlight’ı izlerken, başta Kilise’nin olmak üzere, Kilise’den nemalanan çıkar gruplarının ve kişilerin yapılacak yazı dizisini engellemek için tehdit dahil her yolu denemelerine rağmen, idealist gazetecilerin buna pabuç bırakmamaları gazeteciliğin ahlak ilkelerini de hatırlatıyor bize. Ders alması gerekenler alır mı; bu ülkede köşe tutmayı gazetecilik belleyen alçak ve satılık kalemlerin alacağını sanmıyoruz. Yazdıkları Katolik Kilisesi’nin Boston üzerindeki yazının ilk harfini sattıkları anda artık kontrolü biliniyordur ve bu yüzden bir geriye dönüşü mümkün olmayan bir yola girdiler çünkü. Tarih onları çıkar sürü gazeteci o ana kadar bu kadar netameli bir meseleyi takip etmek uğruna her şeyini satan adamlar

44

olarak yazdı bir kere. İşte Spotlight ekibi, önce kendilerinin bile kestiremediği münferit bir olay olduğunu, üç-beş kendini bilmez sapık papazla sınırlı kalacağını düşündükleri bu olayın aslında çok daha büyük bir yozlaşmaya denk geldiğini gördüklerinde, bizdekilerin yaptığı gibi üzerini örtmeye çalışmıyor, bundan nemalanmayı falan da düşünmüyor, üzerine üzerine gidiyorlar konunun. Ve böylece Amerikan tarihinde ortaya çıkarılmış en büyük kilise tacizi vakasını tüm insanlar öğrenmiş oluyor... Aslında yapılması gerekeni yapıyorlar fazlasını değil, bu yüzden övülmeleri de gerekmiyor fakat sistemi rahatsız etmemek kaygısıyla, korkuyla bu işten uzak kalındığından bu gazetecilerin yaptıklarını sıradışı görmeye ve teşekküre zorluyor bizi. Tabi esas sorun “idealist” olunmakla çözülecek bir şey değil sadece. Sonuçta karşında örgütlü işleyen bir sistem var ve bu sistemi yıkmanın yolu örgütlü mücadeleden geçer. Spotlight ekibinin düzeni değiştirmek gibi bir tasaları elbette yok ancak çözümü sadece teşhire ve üç-beş papazı mahkum etmekte görmenin yetersizliğini, yozluğun ve çürümüşlüğün kaynağını kurutmadıkça tecavüzcü papazların hep olacağını ve kiliselerde çocukların tecavüze


uğramaya devam edeceğini bilmeleri gerekiyor.

emperyalist-kapitalist sistemin suç ortaklığını yapıp bundan da sayısız rant elde ediyorlar. “Günahları” bunlarla sınırlı değil elbette. Burjuvazinin ahlak(sızlığ)ının Kilise'deki örnekleri oluyorlar yaptıkları ettikleriyle. Eşcinsellik, çocuk tacizciliği, tecavüz vesaire, kapitalizmin ne kadar yozluğu, çürümüşlüğü varsa hemen hepsini kiliselerde de fazlasıyla görmek mümkün.

papazların peşine düşüyor.

Sorun bir yerden sonra gazetecilik merakını da aşıyor ve bir insanlık görevinin yerine getirilişi oluyor. Buraya kadar tamam, her şey güzel, her şey yerli yerinde... Peki çözüm? Sapık rahiplerin isimleri açığa çıkıyor, ancak bunlar yine de buzdağının su üzerinde kalan kısmı, ya alttaki o büyük buz kütlesi ne olacak? Onlar sapıklığa devam ediyorlar hala kiliselerin Sadece kilise ve rahipler mi günahkar? karanlık odalarında. Şu an şu satırların Değil tabi, bütün dinlerin bu konuda yazıldığı anda bile bir dolu çocuk sabıkası var ve dosyaları hayli kiliselerde, camilerde, havralarda, kabarık... Din düşmanlığı yapmıyor, sinagoglarda tacize, tecavüze uğruyor inananları rencide etmeye belki. İşte çözümü göstermiyor Spotçalışmıyoruz. Tarihe not düşmeye light. Göstermesi de beklenecek bir çalışan bu filmden yola çıkarak şey değil tabi. zülfüyare dokunmaya çalışıyoruz. Çözümü biz söyleyelim o vakit. Bütün Yok mu sayacağız daha yedi-sekiz suçların kaynağı maddi yaşam koşulAslında tiksintiden öte bir duygu yaşındaki kız-erkek çocuklarına larıdır ve bilinç bu maddi yaşam sarıyor bizi. Kilise'nin burjuvazinin tecavüz eden sapık rahipleri? koşullarının sonucunda doğar, gelişir, kültüründen ayrı düşünülemeyeceği ondan bağımsız değildir. Maddi yaşam gerçeğinden hareketle, burjuvaziye Yok mu sayacağız kafasındaki sapık koşularının değiştiği, sömürü düzeninin ve onun kültürüne duyduğumuz sınıf düşünceleri bir de dini sözlerle ortadan kalkıp da yerine eşitliğin, topluma yaymaya çalışan sapık din kini sarıyor tüm benliğimizi. Kilise'yi özgürlüğün, kardeşliğin, ortak yaşamın, (/dini) kapitalist düzenden, kapitalist görevlilerini? sosyalizmin inşa edildiği bir düzen üretim ilişkilerinden ayrı düşünmek, kurulduğunda, geçmiş kapitalist onu maddi yaşam koşullarından soyut Yok mu sayacağız, Kur’an kurslarına kültürün yerini sosyalist kültürün aldığı değerlendirmek bilimsel değil çünkü. gelen sabilere tecavüz eden imamkoşullarda bir daha sapık rahipler, ları?... Bir üstyapı kurumu olarak dinin imamlar olmayacaktır. Çözüm budur! burjuvazi tarafından nasıl kullanıldığını, başta Vatikan'daki Papa Yok mu sayacağız Ensar Vakfı'nda Fazıl AKTAŞ olmak üzere tüm papazların empery- yaşananları, tecavüzcü Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerini? alizmin bekası için nasıl canla başla çalıştığını biliyoruz. Onlar da kaderYok saymayacağız elbette. Spotlight ciliği öğütlüyorlar, sessiz kalmayı erdem olarak aktarıyorlar insanlara ve ekibi de yok saymıyor ve sapık Gazeteciliğin basın ahlak ilkelerinde, “tarafsızlık” da geçer ama bunun gerçekliği yoktur çünkü tarafsızlık diye bir şey yoktur. Gazete mutlaka doğrudan yana, haklıdan yana olmalıdır. Herkese eşit mesafede olmak, tarafsızlık değildir, gerçekleri yazacaksın, gerçekleri yazdığında da haklıdan ve mazlumdan yana olmak durumundasın. Papazlar tarafından tacize ve tecavüze uğrayan kurbanların anlatımları (ki filmin en etkileyici bölümleri bu sekanslar) da Spotlight ekibini fazlasıyla etkiliyor ve kiliselerden, papazlardan tiksiniyorlar. Aynı tiksintiyi bize taşımayı da başarıyorlar oyunculuk güçleriyle. Tiksinilmeyecek bir şey değil yaşananlar çünkü.

45


HABERLER Halkın Mühendis Mimarları’ndan Rüzgar Türbini...

Halkın Mühendis Mimarları, geliştirdikleri Hasan Ferit Gedik Rüzgar Türbini ile artık elektrik enerjisinde tekellere bağımlılığı ortadan kaldırıyor. Çok ucuza malolan ve yüksek verimle çalışan rüzgar türbini üretmeyi başardılar. 6 Mayıs’ta bir basın toplantısı ile açılışı yapılan türbin bir evin tüm elektrik ihtiyacını karşılamak amacıyla yapıldı.

Yoldaş Lig yozlaşmaya karşı GOL atıyor...

Berkan Abatay 589 Spor Merkezi'nin ve Hasan Ferit Uyuşturucuya Karşı Savaş ve Kurtuluş Mezrkezi'nin düzenlediği "Yozlaşmaya karşı YOLDAŞ/LİG" turnuvası başladı. Tüm kurumların, mahallelerin ve halkımızın katıldığı turnuva; “Yozlaşmaya karşı bir GOL'de sen at” denilerek düzenin uyutan futboluna karşı halk çocuklarının sağlığına hizmet eden bir futbolla alternatif olma hedefiyledevam ediyor.

Muharem Cengiz özgürlüğüne kavuştu...

Yorum yaptığı açıklama ile “Grubumuzun üyesi Muharrem Cengiz özgürlüğüne kavuştu. Geçtiğimiz sene 1 Mayıs'ta tutuklanmıştı ve 1 yıl 16 gün boyunca mahkemeye çıkartılmadı. Bugün çıkarıldığı ilk mahkemede de tahliye oldu. "Tutuklu kalmana gerek yokmuş" demek için 1 senesini çaldılar. Tutuklamakla kalmayıp işkence dolu bir yıl yaşattılar. Bizden çaldıkları her bir saatin hesabını verecekler...” dedi. Muharrem Cengiz bir yıl boyunca F tipi hapishanede işkenceye maruz kaldı. En son telefon görüşmesinde şarkı söylemeye başlar başlamaz bağlantının hapishane idaresine dair açıklama yapan Yorum tahliye günü hapishane önüne giderek yoldaşlarını kucakladılar.

Grup Yorum Anadolu Halk Koroları yeni dönem kayıtları başladı...

Anadolunun dört bir yanına halkın direniş türkülerini yaymaya devam eden Grup Yorum yaklaşık iki yıldır sürdürdüğü halk koroları çalışmasının yeni dönemi için çalışmalara ve kayıtlara başladı.

Grup Yorum Antalya Konseri yasaklandı...

28 Mayis Cumartesi gunu Konyaalti Acik Hava Tiyatrosunda yapılacak olan Grup Yorum konseri AKP’nin Antalya valisi tarafindan yasaklandı. Gerekçe "GÜVENLİK" oldu yine... Grup Yorum, kararın kaldırılması için Antalya idari mahkemesine başvuru yaptı. İdari mahkeme ise 1 hafta boyunca bekleyip, cuma günü yani konserden bir gün önce mesai saatinin sonuna dogru valiliğin yasak kararını uygun görüdğünü belirten bir karar aldı. Bu yasakları tanımadıklarını söyleyen Yorum elemeanları konser saatinde salonun önüne gelen dinleyicileri ile birlikte şarkılar söyledi ve açıklama yaptı.

46


Sanatçı Orçun Masatçı’ya saldırı...

Ege'de ve İzmir'de yıllardır tiyatro çalışmaları yapan son 10 yıldır "Türkiye Tiyatro Buluşmaları" düzenleyen sanat insanı Orçun Masatçı A Haber'de "terörist" olarak hedef gösterildi. Konak Belediyesi'nin sanat danışmanlığını da yürüten Orçun Masatçı için bu yayına tiyatro toplulukları tepki gösterdi. Orçun Masatçı'nın maksatlı yayınlarla bir süredir hedef gösterilmesine dikkat çeken topluluklar onun yanında yer aldıklarını, sanat insanlarına böylesi saldırılar karşısında onları yalnız bırakmayacaklarını ifade ettiler.

Dizi setinde yine ölüm...

Televizyon ve dizi sektöründe yoğun ve stresli çalışma koşulları can almaya devam ediyor. Kanal 7 ekranlarında yayınlanan "Elif" dizisinin setinde kalp krizi geçirmesi sonucu Alemdağ Hastanesi'ne kaldırılan set kuaförü Hüseyin Maloğlu hayatını kaybetti. Evli ve 1 çocuk babası olan Maloğlu’nun ölümü dizi oyuncuları ve set çalışanları arasında büyük üzüntü yaşanmasına sebep oldu.

Şiar Ataol Behramoğlu’na Romanya’da ödül...

Romanya'nın Craiova kentinde, Mihai Eminescu Uluslararası Akademisi tarafından düzenlenen törende, ödül gerekçesi, "Ataol Behramoğlu'nun özlü bir duyarlılıkla işlenmiş büyük bir özgünlük ve moderniteye sahip yazınsal yaratıcılığının Avrupa şiirine kalıcı katkısı" olarak açıklandı.

Füsun Demirel’in oyununa kaymakamlık tehdidi...

İskenderun Belediyesi Kültür Merkezi'nde 16 Mayıs akşamı sahnelenecek olan Füsun Demirel'in 'Aşk Dersleri' oyunu İskenderun Kaymakamlığı tarafından engellenmek istendi. Oyun için, etkinliğin düzenleyicilerine yazı gönderen İskenderun Kaymakamlığı, oyunun sakıncalı içeriğe sahip olduğunu öne sürerek ‘olması muhtemel olayların tespiti amacıyla’ oyun sırasında bir polisin çekim yapacağını ve oyunun bir suretinin bu şekilde kaydedileceğini açıkladı. Oyuncular ise Kaymakamlık’tan savcılık ve mahkeme kararı talep etti. Savcılık kararı çıkaramayan Kaymakamlık ise bunun üzerine oyuncuları gözaltına almakla tehdit ederek, çekim yapılmasına engel olunmamasını istedi.

Operacılar beraat etti...

“Ali Baba ve 40 Haramiler” operasında, haramilerin başına “Reis” denilerek, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hakaret ettikleri iddiasıyla, metin yazarı ile, Devlet Opera ve Balesi sanatçıları hakkında suç duyurusu yapıldı. Savcılık ise soruşturmada takipsizlik kararı verdi. Savcılığın takipsizlik kararında, ‘' Sevenleri tarafından Erdoğan'a ‘Reis' denilse de, 1971'de çekilen Sadri Alışık, Hulusi Kentmen ve Erol Taş'ın oynadığı filmde de haramilerin başına ‘Reis' denilmiş, Muhsin Yazıcıoğlu ‘Reis' diye anılmış, Soner Yalçın'ın kitabında Abdullah Çatlı'dan ‘Reis' diye bahsedilmiştir. Haramilerin başına ‘Reis' denilmesi, Cumhurbaşkanına hakaret anlamına gelmez'' denildi. Osmanlı Ocakları Genel Başkanı Hayrullah Beyazıt, Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından sahnelenen 2 perdelik “Ali Baba ve 40 Haramiler” oyununda, Erdoğan'ın kastedildiğini ve haramilerin başına ‘Reis' diye hitap edildiği ve haramilerin başkanı rolündeki kişinin oyun sırasında sesini Erdoğan'a benzettiğini öne sürdü."

47


AKM yöneticilerinin 31 yıldır Grup Yorumla umutlandıklarını, onun şarkılarından güç aldıklarını ve kendilerinin de bu şarkılarla büyüdüklerini. çocuklarının da bu şarkılarla büyüyeceğini öğrendiler... AKM yöneticilerine anlattıkları yalan tutmayınca çok açık şekilde "o zaman Belediye'ye gideriz!" dediler. Memurların aldıkları görev ne olursa olsun Festivali Engellemekti.

ŞARKILAR YASAK TANIMAZ GRUP YORUM HALKTIR SUSTURULAMAZ! -FESTİVALİMİZİ ENGELLEME ÇABALARINA KARŞI -DEMOKRATİK HAKLARIMIZI YOK SAYANLARA KARŞI -GRUP YORUMA VİZE ENGELİNE KARŞI -GLADBECK BELEDİYESİ'NİN FİİLİ YASAKLARINA KARŞI AÇLIK GREVİNE BAŞLIYORUZ. Avrupa'da özellikle göçmenler başta olmak üzere ezilen tüm kesimlerin temel sorunlarından biri olan Irkçılığa Karşı binlerce insanın destek verdiği Büyük Halk Konserleri düzenledik... Bu yıl beşincisini düzenlerken bunu daha zengin yapalım istedik. Bu yüzden Acık Hava Festivali şeklinde düşündük. Gladbeck Alevi Kültür Merkezi'ne ait 30 küsür dönümlük arazide stantlarımızla, etkinlik çadırlarımızla, konuklarımızla, panellerimiz, sergilerimizle, çocuk parkımızla ve büyük sahnemizde orkestrası-korosu ile birlikte Grup Yorum Konseri ile daha zengin ve katılımcı organizasyon hedefledik.

Bir Belediyenin doğal görevi ise böyle bir festivali sevinerek karşılamak, her türlü hizmeti hazırlamak, komitesiyle birlikte hareket ederek daha zengin ve başarılı olması için çalışmaktır. Oysa Gladbeck Belediyesi Anayasa Koruma Örgütü'nün iki memurunun emri ile başka göreve soyunmuştur... Yaptıkları açıklama ile hiçbir alanın bu festival için verilmeyeceği çünkü Grup Yorum'un terör örgütlerinin propagandasını yapan bir kuruluş olduğunu ilan ediyor. Evet propaganda yapıyoruz. 31 yıldır şarkılarımızla propaganda yapıyoruz. Açlığa mahkum edilenlerin haklarını savunuyoruz. Yozlaşmaya karşı halkın değerlerini savunuyoruz. Adaletsizliğe karşı adalet talebini haykırıyoruz. Varlığını ve geleceğini kazanma mücadelesiyle Kürt halkımızın haklarını haykırıyoruz, Emperyalizme Karşı Bağımsızlığın Kapitalizme Karşı Sosyalizmin, Faşizme Karşı Demokrasinin propagandasını yapıyoruz. GRUP YORUM HALKLARIN VE HAKLILARIN ANADOLU'DAN YÜKSELEN EVRENSEL SESİDİR BU SES HİÇ SUSMAYACAK...

Şarkılarımız bu kadar mı korkutuyor Almanya'yı.. Merkel Hükümeti faşist Erdoğan hükümeti ile işbirliği içinde Erdoğan'ın her istediğini yerine getirmek istemiş olabilir. Biz konserlerimizi, Ülkemizde olduğu gibi, halkımızla birlikte gönüllüler ordusu ile birlikte başarıyoruz. Yüzlerce Türkiye'de 31 yılda yüzlerce kez yasaklandık. Son bir yıldır Grup Yorum Konserleri fasist AKP hükümeti tarafından Grup Yorum gönüllüsü İngiltere'den Polonya'ya Almanya'dan Fransa'ya Avrupa'nın birçok ülkesinde Irkçılığa karşı yasaklanıyor. Orada son Büyük Halk Konserlerinde festivalimizi heyecanla karşılayıp çalışmalarına başladılar. milyonlar toplanmıştı. VE TEK BİR KRİMİNAL SORUN YAŞANMAMIŞTI. Ve 18 Haziran'ı sabırsızlıkla bekliyorlar... BİZ DE BEKLİYORUZ! GLADBECK BELEDİYESİ YETKİSİNİ AŞAN HUKUKSUZ TUTUMUNA SON VERMELİDİR. Gladbeck kenti, belediye tarafından belki tarihi boyunca hiç yapmadığı bir şeye zorlandı. Bu kente Avupa'nın heryerinden gelecek olan ve ırkçılığa karşı halkların kardeşliğini hep birlikte haykıracak, birlikte eğlenecek, birlikte türkülerini söyleyecek binlerce insana kapılarını kapatmaya zorlanıyor... GLADBECK BELEDİYESİ ANAYASA KORUMA ÖRGÜTÜ'NÜN MEMURU MUDUR? BU KENTİ PDLİS Mİ YÖNETİYOR. HANGİ YALAN İLE ANAYASAL HAKLARI YOK EDİYORSUNUZ! ALMANYA ANAYASASINDA YER ALAN DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ, TOPLANTI VE GÖSTERİ ÖZGÜRLÜĞÜ BİZZAT ANAYASA KORUMA ÖRGÜTÜ TARAFINDAN İHLAL EDİLİYOR. YOK SAYILIYOR: SİHİRLİ SÖZCÜK "TERÖR!" Önce Alevi Kültür Merkezi yöneticileri çeğrıldı. "Grup Yorum Terörizme Destek Veriyor!" denildi. "Onlara alanınızı vermeyin", denildi. Anlaşma yapmayın, denildi...

48

1992 yılından beri Almanya'da konserler veriyoruz. 24 yıldır Almanya'da aynı propagandayı yapıyoruz... Ve 4 yıldır binlerçe insanımızı biraraya getirdik. Bu konserlerimizde de TEK BİR KRİMİNAL OLAY YAŞANMAMIŞTIR.. Grup Yorum'u tanımadan iki yalan ile mahkum etmek, engellemek Gladbeck Belediyesi'nin işi olamaz. DEMOKRATİK HAKKIMIZDIR VE KULLANACAĞIZ! BİZ BU FESTİVALİ YAPACAĞIZ!HAZIRLIKLARIMIZI SON GÜNE DEK DEVAM ETTİRECEĞİZ! GLADECK BELEDİYESİ YETKİLİLERİ BU HUKUKSUZ UYGULAMADAN DERHAL VAZGEÇMELİDİR. BİZE FESTİVAL İÇİN AKM ALANINI YA DA EN UYGUN ALANI GÖSTERMELİDİR! 18 HAZİRAN GÜNÜ GLADBECK'İN ŞENLİK ALANI OLMASINI İSTİYORUZ! BU TALEBİMİZLE GRUP YORUM ÜYESİ OLARAK AÇLIK GREVİNE BAŞLADIĞIMIZI İLAN EDİYORUM... GRUP YORUM ELEMANI İHSAN CİBELİK 02 HAZİRAN 2016


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.