Ocak 2017

Page 1





Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Sorumlu Yazı işleri Müdürü Yeliz Yılmaz Genel Yayın Yönetmeni Gamze Mimaroğlu Yayın Danışmanları Veysel Şahin Naciye Yavuz Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Paşa Mah. Mektep Sk. No: 4-B Okmeydanı - Şişli / İstanbul İletişim Tel: (212) 238 81 46 tavir2007@gmail.com www.tavirdergisi.org Ankara İdilcan Kültür Merkezi General Zeki Doğan Mah. İmam Alim Sultan Cad. No: 12/19 Mamak Tel: (312) 391 37 75 Hesap no (TL) 68-6634140 Selma ALTIN Garanti Bankası Galatasaray / İST Hesap No (EURO) Selma ALTIN Garanti Bankası Galatasaray / İST Fiyatı (DÖVİZ) Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro İsviçre: 7,5 Frank İngiltere: 4 Sterlin Posta Çeki Hesap No Selma ALTIN 515 72 82 Abone Bedeli (Yıllık) 50 TL

Yayın Türü: Yerel Süreli

IÇINDEKILER OCAK. 2017 3 5 6 8 10 11

Fidel Bizimdir,Devrimindir Levent Navruz

Baskın

Leyla Güney

Grup Yorum Halktır... Gürhan Torun

Acep Biz Ne Haldeyiz? Mehmet Esatoğlu

Grup Yorum Açıklama Bir Türkü Söyleyelim

Edirne Hapishanesi Özgür Tutsaklar

12 Sanatta Hak İhlalleri 16 18 Gerçeküstü F Tipi Söyleşi 21 Sahnede Halk Var 22 Bir Tele Bir Tuşa Sanat Meclisi

Grup Yorum’a Selam Niyetine İbrahim Karaca

28 30 Bugünler de Geçecek 31 Takvim 32 Hikayemiz Yorum’la Dayanışma 33 Grup Mesajları Ekmeğimiz, Onurumuz... Mehmet Özer

Muzaffer Gezer

Kandıra Hap. Özgür Tutsaklar

Hüseyin Kılıç

37

Şarkılarımız En Önde Savaşacak Tavır

38 Adalet Yoksa Hayat Ne? Levent Navruz

40 Bir Yiğit Ki...

Bedirhan Deveci

Veysel Şahin

Berrin İnce

Çiğdem Türkmen

42 Nasıl Yapmalı? 43 Sevdadan Fedaya Yadigar Pur

24 Grup Yorum’dan Mektup 44 Lagaan 25 Şiir 46 Karikatür 26 Cemo Nota 47 Haberler Cemo Söz 27 Grup Yorum

Oğuz Meşe

Burak Ergün


MERHABA Yeni kavga yılımızın ilk sayısıyla merhaba diyoruz sizlere. 2016 yılını bir direniş yılı olarak geçirdik. Yarı yılda ilan edilen OHAL’le birlikte ülkemiz yeni bir sürece girdi. OHAL, hak gasplarıdır, OHAL kazanılmış bütün hakların çalınmasıdır. AKP bu yöntemi kullanarak birçok alana kurum ve kuruluşa saldırdı. Dernekleri mühürledi, mühür tanımayan derneklere gün içinde baskınlar düzenleyerek kapatmaya, sindirmeye çalıştı. AKP, bütün katliamcı iktidarlar gibi her yolu denese de halklardan alamayacağı, koparamayacağı tek hak direnme hakkıdır. Basılan yerlerden biri bizim de çalışmalarımızı yürüttüğümüz İdil Kültür Merkezi’ydi. Daha ilk yapılan baskının üzerinden bir ay bile geçmeden kurumumuz ikinci defa basıldı. 7 Yorumcu ve 4 işçi gözaltına alındı, kurumumuz darmadağın edildi. Altı günün sonunda Yorum’u yeşil gömlek giymekle yargılayan mahkeme Yorum’un tutuklanmasına karar verdi. OHAL’de devrimci sanat üretme iddiası her mevzide gelişiyor şimdi. Bu sayımızın birçok sayfasında da Grup Yorum’u sizlerle buluşturduk. Onların ilk el emeği olan 2017 takvimini de sizlerle paylaştık. Yine Sanatta Hak İhlalleri yazımız bu ayda da sayfalarımızı dolduruyor. Dünya devrim önderlerinden Fidel Castro aramızdan ayrıldı. “Fidel Bizimdir” diyerek halklar emperyalizmle mücadele etmeye devam edecek. “Cemo” dağda yakılan türküdür, gerillanın kış günü sıcak nefesinden çıkan ezgidir. Anadolunun dört bir yanında dağlarda ateşler yanmaya devam edecek. Ve son olarak AKP’nin gücü Yorum’a yetmez diyerek gelecek sayıda görüşmek üzere...

NOT:

Değerli okurlarımız Tavır’a göndermek istediğiniz her türlü çalışmalarınızı “okuryazar@tavirdergisi.org” adresine gönderebilirsiniz.

2


FİDEL BİZİMDİR, DEVRİMİNDİR! Küba Devrimi’nin önderi Fidel Castro 90 yaşında, 25 Kasım’da hastalıkları nedeniyle şehit düştü. Başta Küba halkı olmak üzere tüm ezilen dünya haklarının başı sağ olsun… Fidel sadece Küba halkının değil, tüm ezilen halkların önderidir, Comandante’sidir. Fidel bizimdir, devrimindir. Küba halkının “sakallılar” dediği bir grup silahlı kişiyle başlayan kurtuluş savaşı, faşist diktatörün Küba’yı terk etmesiyle, devrimin zaferiyle sonuçlandı. Fidel ve 173 yoldaşı, 1959 devriminden 6 yıl önceki bir mayıs sabahında giriştikleri “Moncada Baskını”nda başarılı olamazlar. Batista’nın kışlasındaki silahları ele geçiremezler. Çatışmada 72 devrimci yaşamını yitirirken, Fidel Castro geriye kalan yoldaşlarıyla birlikte tutsak düşer. Fidel Castro yıllar sonra o süreci şöyle anlatır: “Artık bir devrimcinin ateşli tutkusuyla çalışıyordum. Devrimle iş başına geçme stratejisi ilk defa o zaman aklıma geldi. Parlamentoya girdikten sonra parti disiplinini bozguna uğratıp, devrimden bu

yana kanun şeklini alan bütün değişiklikleri bir program halinde sunacaktım. Böyle bir programın parlamentoda onaylanmayacağını biliyordum. Çünkü parlamento üyelerinin büyük bir çoğunluğu mal mülk sahiplerinin, Kübalı yahut yabancı iş adamlarının sözcüleriydi. (…)“Batista, hükümet darbesini indirince her şey değişmeye başladı. O zaman bir hareketi organize etmekten çok, Batista’ya karşı olan bütün güçleri birleştirmeyi düşündüm. Mücadeleye bir er olarak katılacaktım. Batista’ya karşı esaslı bir savaşa girişecek, partinin liderleri yanında çalışabilmek umuduyla hareket ocaklarını örgütlendirmeye başladım. Tek istediğim bir tüfekle herhangi bir ödevle görevlendirilmekti. Bir şef bulabilmek için tükettim kendimi. Fakat liderlerin hiçbirinde Batista’yı yenecek yetenek, cesaret yahut da onların bu amaca ciddi bağlılığı olmadığı anlaşılınca, kendi stratejimi uyguladım. Paramız yoktu. Yardımcılarıma silahlarımızı yabancı memleketlerden getirtmemizin gereksizliğini belirttim.

İstediğimiz bakımlı silahlar elimizin altında bulunuyordu; Batista’nın cephaneleri. Silahların bir kısmını elde etmek için Moncada Kışlası’na hücum ettik.” (Lee Lockwood-F. R. Alleman, Fidel Castro Konuşuyor, Syf :18-19) Günlerce bir hücrede tecrit edilen Fidel Castro tarihe geçen o ünlü savunmasını yapar: “Tarih Beni Beraat Ettirecektir!” 76 gün boyunca kimseyle görüştürülmez Fidel Castro. Amerikancı faşist diktatör Batista’nın satılmış savcıları Fidel’i ve yoldaşlarını “Devletin anayasal kuvvetlerine karşı silahlı bir başkaldırıyı amaç gütmek”le suçlamaktadır. Bu suçlamaya yönelik olarak Fidel tarihe geçen o ünlü savunmasında şöyle haykırır: “Sorarım, acaba sayın savcı hangi ülkenin toprakları üzerinde yaşamaktalar? Bizlerin DEVLETİN ANAYASAL KUVVETLERİ’ne karşı bir başkaldırı harekâtına girişmeyi düşündüğümüzü kendilerine kim söylemiş ki? Ortada apaçık olan iki önemli husus var: Her şeyden önce, halkı ezmekte olan dikta yönetimi bir ANAYASAL KUVVET değildir. Aksine anayasa dışı bir KUVVETTİR. Dikta

3


yönetimi anayasayı karşısına alarak, anayasayı ayaklar altına alarak, anayasayı tepeleyerek kurulmuş bulunmaktadır. Meşru (haklı) anayasa demek, özgür bir halkın doğrudan doğruya kendi bağrından çıkan anayasa demektir. Haksızı haklı gösterebilmek için, korkak ve vatan hainleri tarafından düzenlenen bütün hile ve dolanlara rağmen, bu nokta üzerinde ileride daha etraflı bir şekilde duracağım.” (Tarih Beni Beraat Ettirecektir, Yar Yayınları, Syf: 229-230) Fidel Castro ünlü savunmasını şu sözlerle tamamlar: “Haince işkence ve tehditlerle dolu cezaevi yaşantısının, herkes için olduğu gibi benim için de güç olacağını biliyorum. Ne var ki 70 yoldaşımın kanına giren o sefil diktatörün gazabından korkmadığım gibi, cezaevine girmekten de korkmuyorum. Zararı yok, beni mahkûm ediniz. La Historia Me Absolvera!” (Tarih Beni Beraat Ettirecektir) Fidel Castro 1955 yılında hapishaneden çıkar. Meksika’ya geçer. Orada devrimin hazırlıklarına başlar. Che ile tanışır. Verecekleri halk savaşını Che’ye anlatır, kendilerine katılmasını ister. Che; “Kabul ederim ama bir isteğim var…” “Tamam” der Fidel. Che, Küba devriminden sonra başka ülkede devrim yapmak için izin ister Fidel Castro’dan. Bunun üzerine Fidel de, “Ben deliyim ama sen zır delisin” der. Fidel ve yoldaşlarının ilk işi Meksika’da “26 Temmuz Hareketi” örgütünü kurmak oldu. Moncado deneyiminden dersler çıkardılar. Küba’da uzun soluklu bir gerilla savaşı vermek için eski kadrolardan eğitim aldılar. Çok geçmeden Ernesto Che Guevara da aralarına katılmıştı. Hazırlıklar tamamlandı. Artık Küba’ya dönme zamanı gelmişti. Fidel, Che ve Raul Castro’nun aralarında bulunduğu gerilla birliği 12 metrelik “Granma” adlı bir tekneye doluşup 1956 yılının Aralık ayında Küba’ya çıkarma yaptılar. Fidel ve yoldaşları karaya ayak basar basmaz ateş yağmuruna tutuldu. 82 kişilik gruptan topu topu 12 kişi, Sierra Maestra dağlarındaki karargâha ulaşabildi. 12 gerillanın karşısında yaklaşık 40 bin kişilik Batista ordusu vardı. Yılmadılar. Onlar da Küba özgürlük savaşçısı José Martí’nin “Haklı olmak bir ordudan bile kuvvetlidir” sözüne sarıldılar. Maestra dağlarına vardıklarında “Ne kadar tüfek var?” diye sorar Fidel Castro kardeşi Raul’a. “Beş” der Raul. “Bende de iki tane var, hepsi yedi eder. Artık bu savaşı kazanabiliriz.” Bu; devrime inancın, kendine güvenin bir ifadesiydi. Bu inanç ve kararlılığı yıllar

4

sonra da Fidel şöyle ifade edecektir: “Devrim hareketine 82 kişiyle başladım. Eğer bunu tekrar yapmak zorunda kalsaydım yanıma 10 ya da 15 sadık insan alırdım… Eğer sadıksanız ve hareket planınız varsa ne kadar küçük olduğunuzun bir önemi yoktur” Küba halkı kendilerini devrime ve özgürlüğe götürecek olan bu bir avuç insanı “Yaşasın Sakallılar” (Viva Los Barbudos) sloganlarıyla bağrına bastı. Asi Radyo’dan (Radio Rebelde) savaş çağrısını duyan köylüler ve öğrenciler, akın akın gerillaya katıldı. Fidel ve yoldaşları, önce kendini savundu, sonra taarruza kalktı. Dağlarda geçen iki yılın ardından Fidel’in başkomutanlığında yedi cephe açıldı. Che, Raul Castro, Camilo Cienfuegos, Juan Almeida, Ramiro Valdes, Calixto Garcia komutasındaki gerillalar, kırları fethedip şehirlere dayandı. 1956-1959 yılları arasında 60 bin kişiyi katlettiren diktatör Batista, canını kurtarmak için 1 Ocak 1959 günü Dominik Cumhuriyeti’ne kaçmak zorunda kaldı. Dokuz bin gerilla, bir gün sonra zafer şarkıları eşliğinde Havana’ya girdi. Fidel Castro, eski koruması Fabien Escalente’ in anlatımlarına göre, 638 suikast girişimine maruz kaldı. Emperyalizm Küba Devrimi’ni yıkmak için çıkartmalar yaptı. Fidel’e karşı yüzlerce suikast girişiminde bulundu. Fidel’i öldürürse, sosyalizmi yıkacaklarını sanıyorlardı. Küba devrimi, Fidel komutasında hiç durmadan yoluna devam etti. Savaşçıların çoğunu kaybetmesine rağmen devrim inancını yitirmemiş, savaşı sürdürmüş, zaferi kazanmışlardı. Fidel Castro devrim iddiamızdır. Fidel’in iddiası, kararlılığı ve cüreti dünya halklarına her daim yol gösterici olmuştur. Fidel bizimdir, devrimindir… Fidel Castro Küba devriminden sonra, “biz devrimimizi yaptık, gerisi bizi ilgilendirmez” dememiştir. Devrimi yaptıkları 1959’dan 1990’lı yıllara kadar, dünyanın dört bir yanında süren ulusal kurtuluş savaşlarına destek sunmuşlardır. Enternasyonalist dayanışmanın en güzel örneklerini hayata geçirmişlerdir. Bilinir o yıllar; Sovyetler Birliği’nde Kruşçev revizyonizminin iktidara geldiği ve emperyalizmle “barış içinde bir arada yaşama” politikalarının revaçta olduğu yıllardır. Oysa Fidel Castro, “Emperyalizme teslim olmaktansa adayı batırırım” diyordu. Fidel Castro, CIA’ nın 638 kez suikast girişimine rağmen, dünyanın her yerinde, devrim mücadeleleriyle dayanışmadan vazgeçmemiştir. 90’ların başında yaşanan karşı-devrimlere, tüm emperyalistlerin

Küba’daki devrimi yıkmak için gerçekleştirdikleri saldırılara, ambargolara rağmen Fidel Castro önderliğindeki Küba halkı direndi. Fidel Castro ve Küba devrimi, Küba halkına emperyalizme karşı her koşulda direnme bilinci yaratmıştı. Küba halkı yıllardır bu bilinç ile direniyor ve direnmeye de devam edecektir. Ancak Fidel Castro ve Küba devrimin önderleri 90’lardan sonra emperyalizme karşı dirense de, “kendini korumak” için, ezilen dünya haklarının mücadelesine karşı, geçmişteki enternasyonal görevlerini yerine getirmemiştir. “SSCB çöktüğünde pek çok insan yalnız kaldı. Buna bizler, Kübalı devrimciler de dahildik. Ama biz ne yapmamız gerektiğini biliyorduk. Farklı yerlerde mücadele veren devrimci hareketler vardı. Kim olduklarını, hangileri olduklarını söylemeyeceğim ama bunlar çok ciddi hareketlerdi. Bu umutsuz durum -SSCB’nin çökmesi- karşısında, mücadeleye devam mı etmeleri yoksa karşıt güçlerle barış pazarlığı yapmaları mı gerektiğini bize sordular. Bu barışın onları nereye götüreceğini biliyorlardı halbuki. Ben diyorum ki, bizim fikrimizi soramazsınız; mücadele edecek olanlar sizlersiniz, ölecek olanlar sizlersiniz, buna ancak siz karar verebilirsiniz. (…) O anda alacakları kararın Küba’ya getireceği yarar ve zararları düşünemezdik: ‘Kendiniz karar verin’ dedik. “ (İki Ses Bir Biyografi Ignacio Ramonet Doğan Kitap Syf: 265-266) Bu devrimci bir politika değildi. “Ölecek olan sizlersiniz, buna ancak siz karar verirsiniz’’ demek, dünyanın diğer ezilen haklarının ve devrimcilerinin acılarına göz yummaktır. Devrimcilerin görevi, dünya halklarına umut olmaktır. Onlar umutsuzluğa düştüğünde, destek olmaktır. Sonra, Fidel Castro ”karışmadık” dese de bu doğru değildir. Karışmışlardır. Latin Amerika’daki birçok örgütün emperyalizmle uzlaşmasına karışmışlardır. Hatta Latin Amerika’da silahlı mücadelenin tasfiyesinin ve emperyalizmle uzlaşmasının baş mimarlarındandır Küba devriminin önderleri. Küba’yı yıkmak için uğraşan ABD emperyalizmiyle, bugün, Küba yönetimi uzlaşma görüşmeleri yapmaktadır. Kendini korumak emperyalizmle uzlaşmamayı gerektirir. Küba devriminin efsane önderi Fidel Castro eksik ve doğrularıyla bizimdir, devrimindir. Fidel’i savunacak olan biziz, eleştirecek olan da biziz... Levent NAVRUZ


BASKIN Geldiler ve çekip gittiler... Bir ayda iki baskın... Ne kültür merkeziymiş ama... Ne Grup Yorum’muş... Geliyorlar, suç aletlerini kırıyorlar, aletleri kullanan “terörist”leri alıyorlar ve gidiyorlar. O kadar çok suç aleti, o kadar çok mühimmat varmış ki kıra kıra bitirememişler. Sağlam kalan müzik aletlerini, pardon; suç aletlerini de kırmak için tekrar gelmişler. Onlar gittikten sonra elinde bir bağlama, bir pankart Grup Yorum çıkmış yeniden. Hem de o bastıkları, o “kimsenin kalmadığı” kültür merkezinin önünde. Tüh, yine bitmedi ha... Bitmedi. Bitmez, neden biliyor musunuz? Çünkü halkın yüreğine baskın işlemez. Basarak ezmeye çalıştıkları halkın yüreği, savaş alanıdır zaten Spartaküs’ten bugüne. Bin yıllardır süren sınıf savaşının son 14 yılında vardır AKP iktidarı. Bizse savaşta ustalaştık, kavgada çelikleştik artık. Nesimi’ydik derimiz yüzüldü, Vaptsarov’duk kurşuna dizildik, Bedreddin’dik dara çekildik, Nazım’dık mapuslarda tanıyıp daha bir çok sevdik memleketimizi.

Köşeyi dönünce karanlığın içinden İdil’in önünde bekleyen yüzleri seçmeye çalıştım. Çok kalabalık görünüyordu. Yakınlaştıkça tanıdık tanımadık dost yüzleri ayırt edebilmeye başladım artık. İlk gelen biz olduğumuza göre bu insanları kim çağırmıştı? Baskının üzerinden henüz iki saat geçmişti, ne ara gelmişlerdi? Ne zaman basın açıklaması örgütlemişlerdi, ne çabuk pankart yazmışlardı... Onlar İdil’in sahipleri, onlar Yorum’un ta kendisi, onlar deryada su kadar çok, onlar Berkin’in ahı kadar haklı. Onlara “halk” deniyor cümle cihanda.

lecek zindanları yoktur onların. Ama bizim milyonlarca evimiz, milyonlarca sahnemiz var. Halkın evleridir Yorum’un evi ve sahnesi.

Daha yedi üyemizin tutsak düşmesinin üzerinden bir ay bile geçmeden İstanbul’da beş konser verdik. Anadolu Halk Koroları’mızdan öğrencilerimizle birlikte konserlere çıkmaya, ezilen halkımızın yanında olmaya, direnen memurları, işçileri, tutsak ailelerini ziyaret etmeye devam ediyoruz. ‘Yorum’u tutuklarlarsa onların öğrencileri olarak biz varız’ diyen Umudun Çocukları Orkestramız derslerine devam ediyor, hızla abilerinin İçeri giriyorum. Her odada işkencedeki ablalarının yerlerini almak için hazıryoldaşlarımızdan bir hatıra, her odada lanıyorlar. AKP’nin tüm tehditlerine tarihsel mirasımızdan bir sembol. rağmen Yorum’la dayanışma cüretine Parçalanmış, yerlere atılmış, postallar- sahip sanatçı dostlarımız var, konserla çiğnenmiş hepsi. Ekmek koyduğulerinde bizden bahsediyorlar, bizim muz plastik kabı paramparça etmişler, şarkılarımızı söylüyorlar, yeni albüm ekmekler yerlere saçılmış. Ekmek hazırlığımızın içinde doğrudan teknemize bile tahammül çalışıyor, emek harcıyorlar. Her gün edememişler. Ama ağlamak yok, kafemizden içeri başını uzatıp ‘bir kahretmek yok. Biz çağırdık çünkü ihtiyacınız var mı?’ diyen halkımız var. onları sinemize. Adaletsizlik düzeninde adalet için kavgaya tutuştuk ve bütün Postacı kapımızı aşındırmaktan okları sinemize çağırdık. Büyük yoruldu artık. Her gün bir kaç defa öfkemizin ve sevgimizin gücüyle kırdık gelip Kandıra F Tipi’nden mektup zehirli okları birer birer. Bugünler getiriyor. Biz ne söylediysek biliriz öyle geçecek ve bu talanın, yağmanın yaşamasını da. ‘Özgürlüğün Ferhatı’yız sahiplerinin adı bile hatırlanmayacak. sevdamız kalmaz yarına. Zindanı da Kar Makinası ise yol açmaya devam dağları da delip geçen yürek bizim. edecek.” Dört duvarı yol eyleyip yürümek bizim’ demişiz bir kez. Özgür Tutsaklar Grup Yorum’u bitirmeye kalkışan AKP Boşuna değildir sembolümüz olan Cephesi’ne katılan arkadaşlarımızın de öğrenecek halkı yenemeyeceğini. siluetteki isimsizlik ve resimsizlik. sıcak mektuplarından direniş kokusu Ondan öncekilere öğrettik. Pir Sultan İsimsiz ve resimsiz halk çocuklarıdır yayılıyor. ‘Direnişimizin coşkusuyla...’ idik öğrettik, Ruhi Su idik öğrettik. Yorum. Halkın sanatçıları, umudun diye başlıyor her biri. Hapishanede Yorum’uz, öğretiyoruz... sesidir Yorum. türkü gibi yaşıyor Yorum. İçerisi de biziz, dışarısı da biziz. Baskın olduğunda dışarıda olan Grup Türkülerimiz en önde saldırmaya Yorum elemanlarından birinin anlatımı, Sandılar ki sayısal çoğunluğu tutsak edince sesimiz çıkmaz olur, soluğumuz devam edecek düşmana. Bu büyük erişmez olur halka. Oysa sayısal aileyi dağıtamayacaklar. “İdil’in basıldığını ve orada bulunan sekiz arkadaşımızın gözaltına alındığını çoğunluk dedikleri yedi kişi değil, milyonlardır. Milyonları hapsedebiLeyla GÜNEY duyduğumuzda hızlıca İdil’e gittik.

5


Ne vakittir zalimin zulmüne karşı baş eğmeyen, dağları mesken eden yiğitler, efeler, halkın önderleri var olmuş. Onların sesine ses, yüreğinden coşkun akan sele de destan yazmış ozanlar çıkmıştır. Pir Sultan Abdal, Gevheri, Dadaloğlu, Köroğlu ve daha niceleri… Halkın kurtuluşu için savaşan, canından geçen yiğitlere, yarattıkları kahramanlıklara besteler yapıp söylemiştir. Halkın acılarını, yaşadıkları zulmü, kurtuluşun yolunu türküleriyle dile getirmiştir. Turna vurdukça kanadına, ozanların türkülerini taşımıştır dört bir yana, umut saçmıştır Anadolu halkına. “Yetti sürdüğünüz bu sefa, geldi sıra hakkımızı almaya ‘’ diyen Anadolu halkı mücadeleye katılmaya başlamıştır. Her yanda yeşeren örgütlenmeleri, boy veren ayaklanmaları, düşmanı bozguna uğratan destansı zaferleri yazmış, dile getirmiş… Bedeli ne olursa olsun, hak yolundan, adaletten vazgeçmemiş, zalimin işbirliği tekliflerini öfkeyle karşılamış, kabul etmemiş halk ozanları. Halka doğruyu, adaleti, yaşadıkları zulmün nedenini anlatmaya devam etmiştir. Zafer yolunda büyük değerleri, gelenekleri tarihe bırakan ozanlar,

6

günümüze kadar gelmiştir. Tarihte tek bir zalim bile güzel anılmazken, yedi kat lanetlenir, lanetle hatırlanırken, halk ozanları yüreğimizde, bilincimizde, dünya var oldukça onurla, bıraktıkları tertemiz tarihle anılacak ve yaşatılacaktır… Emekçi halkın söyleyecek sözü oldukça, mücadele sürdükçe Grup Yorum susmayacak. Günümüze kadar gelen halk ozanlarını, ustaları kendine rehber edinip, tarih sahnesine, omuzlarına yüklediği büyük bir sorumlulukla çıkmıştır Grup Yorum. Açların, yoksulların, ezilenlerin yüreğini, yaşamlarını tanıyıp pusula edindi. Halkın içinde yönünü buldukça, kapitalist sistemin, faşizmin sanata olan düşmanlığını görmeye başladı. Zamanla iradesini çelikleştiren Yorum, ideolojik netliğini de bu süreçte kazandı. Tüm kuşatmalara, saldırılara, işkence ve tutuklamalara; sanatıyla, müziğiyle karşılık verdi. Sanık sandalyesinde yargılanan değil, burjuva hukukunu yerin dibine sokan oldu. Tüm zorluklarda, olanaksız koşulları olanaklı hale

getirerek, halktan yana sanatı yapmaya devam etti. Yaşamın içinde, halkın arasına karışarak öğrendi her şeyi, üretti. Halktan gelen önerileri, üretimleri, mücadele içinde yetkinleşmiş “ tutsaklık alnımızın ak cefasıdır “ diyen özgür tutsaklardan gelen fikirleri, önerileri, üretimleri özenle değerlendirip, büyük bir ailenin kolektif çalışmalarıyla, imecesi ile üretti. “Biz müziğimizi halkın yaşamına sokabilmek için uğraşmalıyız işçinin, grevcinin, madencinin, gecekondulunun, Theodarakis’ in deyişiyle “ sokaktaki adamın “ türküsünü yaratmak için uğraşmalıyız”. Sanatımızın kaynağı halktır diyerek amfi sıralarında, öğrenci meclislerinde, fabrikalarda, tersanelerde, yerin yedi kat dibinde madenlerde, grevlerde, gecekondularda, köylünün sorunlarında, tarlalarda gördü, öğrendi, üretti… Emekçinin alnından akan terden, bu zulüm, bu sömürü düzenini türkülerinde, ezgilerinde söyledi. Emekçiler olmadan dünyanın güzelleşemeyeceğini, yaşama ait ne varsa onların elinde şekil bulduğunu, tüm üretim araçlarının esas sahibi


birlikte ağlar, hep birlikte öfke duyar, hep birlikte tutuşurlar kavgaya… Kimdir dersen Grup Yorum; bendir, sendir, bizdir, milyonlardır, halkın yüreğidir… Bir adadır Grup Yorum. Adası; Baba İshak’ın, Bedreddin’in, Pir Sultan’ın torunlarıyla doludur, Ruhi Su’nun, Pueblao’nun, Gevheri’ nin ustalığıyla yoğrulmuştur; Dadal’ın Köroğlu’ nun sevdasını taşır, Victor’un, Mahsuni’nin, Theodorakis’in, Nazım’ın yoldaşlığıyla büyütür sanatını, tınıları birleşir, dünya halklarına ulaşır, ses olur, umut taşır…

olduklarını haykırdı, bilinciyle aydınlattı. Örgütleyici bir yanı olan konserlerinde; bu sömürü düzeninde gücün, paraya sahip olan burjuvazide değil; gerçek gücün, büyük olan gücün, halkta olduğunu gösterdi. Halkın bilincinde ve dilinde yer etmiştir türküleri, ezgileri. Halkın yüreğindedir artık Yorum… Halkın evladıdır Grup Yorum; düşe kalka, yangınlar içinde, sancılı zamanlarda, zordan doğurup, direnci kuşanıp, geldi bugüne. Karanlık yollardan geçerken, ışığı görüp izinde yürüdü. Zulme boyun eğmedi, çelik olup bükülmedi, geldi bugüne. Nice kahramanları dilden dile, destan dolu direnişleri yürekten yüreğe taşıdı, yorulmuşları ayağa kaldırdı, yürüyenlere mücadele azmi kattı, geldi bugüne. Yorum’dur bu, adı umutla, hasretle anılır. Coşkun bir yel olup dolaşır ülkeyi Ab-ı Hayat türküleri, Dersim’ in doruklarında, Ege’ de, Toroslar’da, Nurhak’ın patikalarında, Munzur’ un çayına bulanır, Amed’ in burçlarından, kavgamızın başkenti, İstanbul’ da yankılanır… Umudun neferidir ezgileri... Kundaktaki bebeye fısıldanır tınısı ,

umudun çocuklarına adanır. Amfi sıralarında dolaşan, Öğrenci Meclislerinde coşan, işgallerde isyandır. Sabahın seherinde, yollara düşen emekçidir, fabrikada, tersanede işçi tulumu giyen, makinanın ritmine sesini katandır; madene, göçük altına, yerin yedi kat dibine inen Yorum’ un sesidir, kömüre bulanmış yüzleri türkülerinde anlatır. Sarı sıcak havada tarlada ırgat, kan ter içinde kalır kara tenli yiğitler, yazması oyalı kızlar emeğini işler, başakların, pamukların, çayların, fındıkların arasında duyulur şarkıları. Grevlerde, meydanlarda direnişler omuzladı, dalga dalga boy verip geldi bugüne. Yoksul kentlerde kapımızı çalar, soframızda diz kırar, birde memleket meseleleri konuşup, çayımızı yudumlar, hele vurdu mu sazın teline, değme keyfimize… Onlar; su gibi berrak, okyanus gibi derindirler... Ulaşılmaz bir halk sevgisi ile doludur yürekleri… Onlar; gökte yıldız, yerde kum tanesi kadar çokturlar… Aynı göğün altında, birlikte söyler ezgisini, hep birlikte güler, hep

İlmek ilmek örülen bir sanattır halkın sanatı, özveri ve gerçeklik ister, büyük bir emeğe sahiptir. Onlar yola çıktığı ilk günden bugüne, yüzünü Anadolu’ ya döndü, kültüründen, gelenek ve değerlerinden ilham aldı, o sonsuz hazineden, birikimden, rengarenk yaşamlardan öğrendi ve üretti, bastı notalara, sırtını halkına dayadı, aslolan halkın gücüdür, gücünden bugüne vardı, var olacak! Daima! Sevdadan, fedaya… Cüretin, cesaretin, umudun, kavganın, direnişin, marşıdır dilinden düşmez. Selam olsun on yıllardır baş eğmezliğine! Selam olsun düşünü kurduğumuz o günü, yaşattığın bugüne! Selam olsun sürgündeki, zindandaki dostlara. “Demir kapı, kör pencere, hain hücre '' teslim alamaz, yüreği özgürlük türküsü söyleyeni! Halkın yüreğindedir Grup Yorum. Nicedir sevdası susmaz, susturulamaz. Onlara karşı durmaya çalışanlar çoktan yenilmiştir, zaferi yalnızca direnenler elde etmiş, Yorum hep direnmeyi seçmiştir. Yani sen sanat düşmanı burjuvazi, halktan yana sanatın önünde yeniksindir. Onlar, özgürlüğe olağanca hasreti ile, zafer için yanıp tutuşan yürekleri ile üretmeye devam ediyor... Gürhan TORUN

7


ACEP BİZ NE HALDEYİZ?

Geçen yıl henüz olağanüstü hal ufuklarda görünmez iken, Balıkesir’de bir kültür merkezinin basılıp kapatılmasıyla başlamıştı 2016 yılı.

Neydi suçları? Oyunlar sergilemişlerdi. Müzik resitallerine sahne açmışlardı. Çocukların ve gençlerin sanat eğitimi için etkinlikler düzenlemişlerdi. Bütün bunlardan ötürü, kapılarının üzerini koca bir mühürle mühürlemişti devlet onların. Biz “nasıl olur” diye bakıp dururken, İstanbul Şehir Tiyatroları da ilk kıyım denemesini gerçekleştiriyordu. Bir oyuncu sessiz sedasız kolundan tutulup kapı önüne konuveriyordu. Adı Çimen’di. Tanınmış bir sanatçı değildi. Onun kapı önüne konmasına pek ses çıkartılmadı. Onunla yan yana sahnede duranlar bile tepki göstereceklerine, “kim bilir ne suçu vardı?” sessizliğine bürünüverdiler. Sanat alanına darbeler iniyordu ama alanın bir sahibi, ses çıkaranı olmadığı için, ilgili kurumlar kuru bir bildiri yayınlamakla yetiniyor. Geri kalanlar ise, “biz onun için ne yapabiliriz ki?” çaresizliği içinde uzaktan bakıp duruyorlardı. Kurt ise bu dumanlı havayı seviyordu. Güvenlik güçlerinin 70’li yıllarda başlattığı, 80 ve 90’larda sokaktan adam kaçırma ve faili meçhul oluşturma yöntemi, bu kez bir heykele uygulandı. Tophane Parkı’nda yıllfardır uğramadığı saldırı

8

kalmayan Muzaffer Ertoran’ın “İşçi Heykeli” faili meçhul güçlerce parktan çıkarıldı ve kaçırıldı. O gün bugün izi tozu bulunamadı. Heykeltraşı belki hayatta olsa, o da evladı yok edilmiş anneler misali sokaklara düşer evladını aramaya koyulurdu. Ama ne yazık ki heykeltraş da ölüp gidivermişti. Tophane Parkı’nda yıllardır duran bir heykel, bir yıldır ortalıkta yok. Ne yazık ki onu arayan da yok. Olağanüstü hal gelmeden aylar önce Grup Yorum için olağanüstü günler başlamıştı 2016 yılı başlarında. İki müzisyen yolda yürüyebilir mi bu ülkede? Bu soruya herkes “evet bunda ne var” diye sorabilir. Grup Yorum üyesi iki müzik adamı da böyle düşünerek yürüyorlardı yolda, geçen yıl bu zaman. Birdenbire gözaltına alındılar. Hatta birinin kolunu kırdılar yolun ortasında. Bir süre hapis yattılar. Sonra salıverildiler. Ortada olağanüstü hal falan yoktu. Ama Grup Yorum için ülkede durumlar otuz yıldır olağanüstüydü zaten. İzmir’de bir şair, liseli gençlerle sohbet için davet edilmişti. Şair Şükrü Erbaş, bu davete çok sevinmişti. Gençlere son yazdığı şiirlerini okuyacaktı, ancak, okul kapısında kendisine bir yasak bildirildi. Güvenlik güçleri şairin şiirlerini oturarak okumasına karar vermişti. Peki şair coşup da şiirini ayağa kalkarak okursa ne olacaktı? Güvenlik güçleri ona da karar vermişlerdi;

tutuklanacaktı. Yılın ilk üç ayı geçtikten sonra sanatsal yasaklar salgın bir hastalık gibi ortalığı ve her tarafı sarmaya başladı. İstanbul Üniversitesi’nde okuyan bir kız öğrenci. Elinde kemanı ile okula geldi. Kapıda güvenlik güçleri üstüne çullanıp kemanı elinden alıverdiler. Okula müzik enstrümanı ile gelmek yasaklanmıştı ama öğrenci Büşra’nın bundan haberi yoktu. Yasağı mı kim koymuştu? İşte bunun adresini de tam bilen yoktu. Oyuncu Füsun Demirel, ülkenin köklü gazetelerinden Cumhuriyet’le bir söyleşi yapıyordu. Sanat muhabiri Ezgi Atabilen, onunla değişik konular üzerine söyleşirken, birden, “Oynamak istediğiniz bir rol kaldı mı?" diye soruverdi. Ülkede onlarca yayın organında, oyuncularla yapılan söyleşilerde defalarca sorulmuş bir soruydu bu. Demirel bu soruya “Çok var. Mesela o dağlardaki gerilla kızları oynamayı çok istedim. Belki bir gerilla annesi olurum artık ya da anneannesi” diye yanıt verince, kızılca kıyamet kopuverdi. Önce oynadığı dizi “Aile İşleri” bir haftalığına durduruldu, ardından Demirel, malum makamların emri ile diziden çıkarıldı. Olağanüstü hal gelmeden önce, sanat alanına yapılan darbeler bunlarla sınırlı kalmadı. Üniversitelerde her türlü sanatsal etkinliğe yönetimler engel koydu. Yapılan festivallere salon verilmedi.


Nisan ayında yine hedefin başında Grup Yorum vardı. Bir ay önce Grup Yorum’ la çalışan halk korolarının etkinliğine konulan yasak, bu kez kaç yıldır yapılan ve milyona yakın izleyicinin katıldığı “Bağımsız Türkiye” konserinin önüne çıktı. Yasağı tanımayan Grup Yorum elemanlarına gaz bombalarıyla saldırıldı. Bütün engellemelere karşı türküler susmadı, halaylar sürdü! Denizli’de 32 yıldır yapılan bir tiyatro festivali uydurma gerekçelerle engellendi. Roboski Katliamı’nı konu alan belgesel filmin, festivalde gösterimine yasak kondu. Karaman'ın Kazımkarabekir İlçesi sınırlarında gerçekleştirilen Yörük Şöleni'nde yapılan konuşmalarda hükümet eleştirilince, Belediye Başkanı AKP'li Ali İhsan Alanlı, şenliğe verdikleri desteği çektiklerini açıkladı. Başkan Alanlı' nın talimatı üzerine belediye tarafından bölgeye getirilen su tankeri, çöp konteynerleri, jeneratör ve kurulan çadırlar, görevlilerce götürülmek istendi. Bölgede bulunan Sarıkeçililer olaya tepki gösterdi. Ege’nin dört bir yanında on yıldır tiyatro festivalleri düzenleyen, oyunlar sergileyen Yenikapı Tiyatrosu Yönetmeni Orçun Masatçı “terörist”, İstanbul Şehir Tiyatroları yönetmeni “küfürbaz” ilan edilerek hedef gösterildiler. Emeğe Ezgi müzik topluluğuna verdikleri bir konser yüzünden Adana Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Haziran sanat için tam bir kıyım ayı oldu. İstanbul Şehir Tiyatroları’nda oyuncu Levent Üzümcü, yönetmen Ragıp

Yavuz ve Kemal Kocatürk hakkında soruşturmalar açıldı. Kurumdan atılmaları için yol aranmaya başladı. Dizi setlerinde aşırı çalışmadan ölenler oldu. Öte yandan sektörde işsiz kalan bir yönetmen yardımcısı da kendini astı. İşte sanat alanı olağanüstü hal günlerine böylesi kıyımlarla geldi. 15 Temmuz 2016 gecesi 241 insanımızın yaşamına mal olan darbe sonrası, dinci sermaye çevreleri arasındaki kavganın faturası çalışan halka ve sanat alanına kesildi. Olağanüstü hal her türlü engelleme, baskının bir gerekçesi oldu. Ülke çapında başta emekçiler olmak üzere büyük bir sürek avı başlatıldı. Bugün bile net sayısı ifade edilememekle birlikte, yüz bin kişi çalıştığı kurumlardan atıldı. Darbenin yaşandığı ayın sonuna doğru yazar tutuklamaları başladı. Şahin Alpay ve Hilmi Yavuz’un da bulunduğu 47 yazar gözaltına altındı. Ağustos ayında, “FETÖ Darbesi” diye adlandırılan darbenin cezalandırma yönü, sanat alanına doğru yöneldi. Şehir Tiyatrosu’ndan 30 sanatçının kapı önüne konmasıyla başlayan süreç, Antalya’da her yıl gerçekleşen Opera ve Bale Festivali’nin yasaklanmasına, öğretim üyesi Selen Korad Birkiye’ nin işten atılmasına yazar Aslı Erdoğan’ın tutuklamasına, İzmir’de Metin Altıok Kültür Merkezi’nin basılmasına kadar vardı. Saldırı ortamından sıradan vatandaş da ruhsal olarak etkilendi. İzmir’de bir genç heykele tecavüz etmeye kalkıverdi. Sonbahar bir kıyım yağmuru

olarak geçti. 90’lı yıllardan bu yana çıkan Evrensel Kültür Dergisi ve bir dolu muhalif gazete, dergi ve televizyon kapatıldı. Oyuncu Levent Üzümcü, yönetmen Ragıp Yavuz ve Kemal Kocatürk Şehir Tiyatroları’ndan atıldılar. Okmeydanı’nda İdil Kültür Merkezi baskınlara uğradı. Son baskında Grup Yorum’un nerdeyse tüm kadrosu önce gözaltına alındı, ardından tutuklanarak cezaevine kondu. Yorum’a yapılan haksızlıkları protesto etmek amacıyla yapılan basın toplantısı bile, Mehter Marşı çalınarak sabote edilmeye çalışıldı. Yeni yıla bir gün kala İzmir’de Metin Altıok Kültür Merkezi ve yine İzmir’de ve Antakya’da Ay Işığı Sanat Merkezleri basılarak kapatıldı. Şimdi, iki altı ayı karşı karşıya koyuyoruz. İlk altı ayda olağanüstü hal yok, ancak sanat alanı üzerinde yoğun bir baskı var. İkinci altı ayda olağanüstü hal var ve aynı baskılar yine sanat alanının tepesinde. Şu anda ülke çapında yoğun şiddet olayları altında, ne olduğu ve ülkenin nasıl bir felakete sürüklendiği konusunda her kafadan bir ses çıkıyor. Sanatçıların bir kısmı yazacağı yazıdan çizeceği resim, karikatür; çalacağı, besteleyeceği şarkı; sahneleyeceği oyundan ötürü nasıl bir yaptırıma uğrayacağını hesaplayamıyor. Bir kısmı da “inadına” bir başkaldırı, “inadına” bir yürüyüş içinde. Bakalım gelen günler önümüze neler çıkaracak? Mehmet ESATOĞLU

9


AÇIKLAMA: AKP FAŞİZMİNE TESLİM OLMAYACAĞIZ..! Grup Yorum üyeleri İnan Altın, Ali Aracı, Selma Altın, Helin Bölek, Dilan Poyraz, Sultan Gökçek ve Fırat Kıl tutuklandı! Faşizm, sömürü ve zulüm düzenlerini sürdürebilmek için 80 milyon halkı baskıyla sindirmek istiyor. Bunun için de baskı politikalarının önünde duran, direnen, umut olan ve umut veren; halka cesaret aşılayan her şeye ve herkese de pervasızca saldırıyor. İşte bunun için tutuklandı Grup Yorum üyeleri. Bunun için tutuklamalarla bitirmek istiyorlar Grup Yorum’u. Oysa, Grup Yorum’u tutuklayarak bitirmeye çalışmak bir hayaldir..! Fırtına olanlara rüzgar neylesin! Günü doğuranlara gece neylesin! Grup Yorum’un 31 yıldır süren varlığı ve mücadelesi zaten baskıların, tutuklamaların onları yolundan çeviremeyeceğinin ispatıdır! Kimdir Grup Yorum? Halkın yaşadığı acıları, bu acılarla nasıl baş edebileceğimizi türküleriyle anlatan; 12 Eylül karanlığını yırtanların mücadelelerini türküleriyle büyüterek dizlerimize derman, yüreğimize cesaret aşılayanlar! Başka? Hapishanelerde; baskıların, işkencelerin teslim alamadığı yüreklerin, yeri geldiğinde ömründen vazgeçerek yükselttiği direnişleri türküleriyle bize taşıyanlar! Başka? Madenciyle birlikte ocaklara inip onların soludukları kömür tozunu soluyan; Kürt halkının acılarını, ağıtlarını direnişlerini türküleştirip; Dağların yücesinde ateş yakmaya cüret edenlerin cesaretlerini destanlaştıranlar! Başka? Onlarca kez gözaltına alınmaları, tutuklanmaları; yüzlerce kez konserlerinin yasaklanması, enstrümanlarının bile defalarca parçalanıp kırılmasına rağmen 31 yıldır baş eğmeden yürüyerek umudu büyütmek, halkın ve haklının türkülerini söylemekten vazgeçmeyenler! Başka? Kapitalist sistemin, karın tokluğuna çalışmaktan başka hiçbir şeyi reva görmediği yoksul halkın çocuklarına ücretsiz enstrüman çalmayı öğretip onlardan orkestra kurmayı başarabilenler! Başka? Her milliyetten ve inançtan, her yaştan, her siyasi düşünceden milyonlarca insanı büyük coşkuyla bir araya getirebilen, Anadolu’da bugüne değin biletli ve biletsiz en büyük konserleri yapanlar! Başka? Ankara’dan Dersim’e, Bursa’dan Antalya’ya, Eskişehir’den İzmir’e pek çok ilde kurdukları halk korolarıyla kendilerini bir okul haline getirenler! Başka? Abartısız; konuşmayı yeni öğrenen bebelerden 70 yaşındaki nenelere-dedelere binlerce gönüllüsüyle, Anadolu’da, artık bitirilemez bir güç haline gelenler! Özet ve sonuç olarak; 31 Yıldır Susmadı Grup Yorum, Susmayacak, Susturamayacaksınız! Sizin Gücünüz Bizim Türkülerimizi Susturmaya Yetmez!.. Çünkü Grup Yorum Halktır Susturulamaz!.. GRUP YORUM’A ÖZGÜRLÜK! GRUP YORUM HALKTIR SUSTURULAMAZ! DEVRİMCİ SANAT ENGELLENEMEZ!

İDİL KÜLTÜR MERKEZİ - TAVIR DERGİSİ- FOSEM

10


Bir türkü söyleyelim yaşama dair, yaşanacak bir dünyayı yaratmak için. Dalgalara yükleyip düşlerimizi sonsuz maviliklere yelken açalım. Fırtınadan sıyrılıp gelen nameler, enginleri aşsın notalarıyla. *** Bir türkü söyleyelim umuda dair, ilkbaharda filizlenen nergis misali özlemlerin bittiği yerde başlasın özgürlük ülkesine varabilme tutkusu, inancı, sabrı, emeği, dünden yarına aksın notalarıyla.

Bir türkü söyleyelim kavgaya dair. Çifte su verelim dizelerine. Bu ebedi sevdanın görkemli meydanında halaylar durmaz sürer zafer naralaryla. Baseğmeyen ezgilerin sarsılmaz cesareti, yürekten yüreğe dolsun notalariyla. *** Bir türkü söyleyelim yarına dair. Yarını bugünden tutuşturma vaktidir. Haramiler kesmiş yolu işgalci iktidarda. Boydan boya Anadolu Baştan ayağa hapistir. Uluyan düşmanın hali, bir acayip zavallılık, bir o kadar korkaklıktır. Zindancının kapı kolu, kelepçe, ranza, ve zulüm, ve hapishane kapıları demirdendir ancak, halkın bağrında boy veren türküler kazanacak. *** Devrim sabahlarında güneşi kucaklarken biz, rüzgarın ıslığıyla türkü söyleriz... Edirne F Tipi Hapishanesi Kasım 2016

11


SANATTA HAK İHLALLERİ RAPORU ARALIK 2016 Geçen yıl henüz olağanüstü hal ufuklarda görünmez iken Balıkesir’de bir kültür merkezinin basılıp kapatılmasıyla başlamıştı 2016 yılı. Bu yıl İzmir’de iki Antakya’da bir sanat merkezi yılın son günü kapatılarak yıl tamamlanmış oldu. Yılın son ayında sanat alanında ise aşağıdaki gelişmeler yaşandı.

iptal edilmesini isteyen kişi, sanat Meltem Cumbul, senaryo gereği merkezinin güvenlik görevlilerince çekimlerde küçük bir bebeğin yer alması gerektiğini öğrenince duruma etkisiz hale getirildi. Olay yerine tepki gösterdi ve çekimleri terk etti. gelen polis ekipleri, eylemciyi Cumbul, çocuk oyuncuların çalışma gözaltına aldı. koşullarını belirleyecek olan yönetmelik hâlâ çıkmadığı için çocuk işçi •2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas Madımak Oteli katliamında yakılan çalıştırma kuralları konusunda şair Behçet Aysan’ın kızı Eren çalışmalar yapmaktadır. Aysan, çıkarılan bir KHK ile Devlet •Tutuklu yazarlar Necmiye Alpay, •Bir grup müzisyen yaptıkları açıkla- Tiyatroları’ndaki dramaturg göreAslı Erdoğan ve tutuklu tüm gazete- ma ile tüm üyeleri tutuklanan Grup vinden alındı. Aysan hakkında nasıl ciler için Bakırköy Cezaevinin Yorum için dayanışma kampanyası bir soruşturma yürütüldüğü ve önünde sürdürülen dayanışma başlattı. “İçinde yaşadığımız toprak- hangi delillerle görevden alındığı nöbetinde; sanatçı Haluk Tolga larda yaşayan herkes için çok zorlu bilinmiyor. Devlet Tiyatroları’na İlhan’ın da katılacağı mini bir müzik günlerden geçiyoruz. Faşizm mask- kurum dışından (ilk kez) vekaleten dinletisi düşünülmüş, etkinlik çeşitli esini araladı, OHAL’le, KHK’larla ve genel müdür olarak atanan Nejat gazetelerde haber olmuş ama tüm baskı aygıtlarıyla kendisinden Birecik, "Genel Müdür olarak bu gerçekleşmemişti. İstanbul Devlet olmayan tüm kesimleri sindirmeye kadar nazik ve hassas konuda Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü bu çalışıyor. Siyasetçileri tutukluyor, ayrıntılı bilgi vermem doğru değil, haberden yola çıkarak yazarları, sanatçıları tutukluyor, tüm soruşturmayı Kültür ve Turizm gerçekleşmeyen konser için İlhan toplumu kendi korku imparatorluğu- Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı hakkında “müdürlüğün izni olmadan na itaat ettirmeye çalışıyorlar” yürütüyor" dedi. Bakanlık ise etkinliklere katılıyor” gerekçesiyle denilen açıklamada Grup Yorum’un yaptığı açıklamada, "Böylesine soruşturma açtı. Aynı Müdürlüğün tüm üyelerinin tutuklanmasının hassas konuların öncelikle kişilerin aynı sanatçıya açtığı ikinci soruştur- bunlardan bir tanesi olduğu ifade çalıştığı kurumlarla ilgili olduğunu" mada ise, “görevli olduğu halde belirtti. Yetkililer, ”Eren Aysan'ın edildi. “Bir şarkı da biz çalalım konser salonda bulunmadığı” açığa alınmasıyla ilgili soruşturma, karanlığın yüzüne, duvarları aşsın gerekçe gösterildi, olay şu: Bu yıl gitsin Grup Yorum müzisyenlerine” çalıştığı kurumdaki makamlarca Kadıköy’de bulunan Süreyya Oper- diyen grup “Sonra dedik ki, niye yapılan değerlendirme sonucu asında düzenlenen Ernani gerçekleşmiştir" ifadelerini sadece biz çalalım, herkes çalsın, konserinde görevli olan sanatçının kaydetsin ister telefon kamerasıyla, kullandılar. Bir ay süren sürecin konser esnasında tansiyonu yüksel- ister stüdyoya girsin, ister klip ardından Kanun Hükmünde Karardi, sahne yetkililerine hastalandığını yapsın, isterse tek cümle, üç-beş name (KHK) ile açığa alınan Eren ve revire gideceğini söyledi… akor, türkü çalsın, caz yapsın, elek- Aysan, görevine iade edildi. Revirde tedavi gördüğü için de tronik müzik yapsın, cover yapsın, konser esnasında salona geri döne- beste yapsın, ne yaparsa yapsın ve •Muzaffer İzgü'nün "Üç Kuruşluk medi. Haluk Tolga İlhan’ın basın hep birlikte 26 Aralık günü #grupyo- Diktatör" oyununu sahneleyen danışmanı Duygu Cankılıç, sanatçınınrumiçin etiketinde buluşalım” Ankara Birlik Tiyatrosu’na, muhalif kimliğinden dolayı, düzen- ifadelerini kullanıyor. soruşturma açıldı. Topluluğun lenmeyen bir konsere katıldığı yönetmeni Gül Göker, konuya ilişkin gerekçesiyle soruşturma açan •İzmir Ahmet Adnan Saygun Sanat şu açıklamayı yaptı: “Geçtiğimiz yıl İstanbul Devlet Opera ve Balesi sahneye koyduğum oyunla ilgili Merkezi'nde, sanatçı Fazıl Say'ın Genel Müdürlüğü’nün sanatçıya konserine satırlı saldırı düzenlendi. olarak Burhaniye’de ki gösteriminin mobbing uyguladığını söyledi. arkasından bir soruşturma açıldı. Kimliği belirlenemeyen saldırgan Gittim ve ifademi verdim. İstanbul, tekbir ve satır eşliğinde konser •Oyuncular Sendikasının “Bu Sette yapılan alana girmek istedi. Saldır- Ankara ve Anadolu’nun birçok Çocuk Var” adlı kampanyası devam ganın "Bu konser olamaz" diye yerinde sergilenen oyuna dair ederken çocuk oyuncu konusunda bağırıp bir taraftan da satır salladığı Burhaniye’de soruşturma açılması bilinçlendirme çalışmaları yapan doğal olabilir. Ankara Birlik Tiyatrobelirtildi. Tekbir getirip konserin

12


su’nun 45 yıllık tarihinde soruşturma açılmamış bir tek oyunu dahi yok. Ama bu kez açılan soruşturmayı farklı kılan, Burhaniye Belediye başkanının hemen arkamızdan Cumhuriyet Savcılığı’na koşuşturarak suç duyurusunda bulunması! Belediye başkanı oyuna gelmedi, salonun kapısından bile geçmedi, hatta oyun başlamadan salon görevlilerini arayarak, salonda sürekli bulunan çelengini de kaldırttı. Ee, hiç izlemediği bir oyunda suç işlendiğini, üstüne üstlük cumhurbaşkanına hakaret edildiğini nasıl iddia ediyor?” 45 yıldır Anadolu'nun dört bir yanına tiyatro götüren Ankara Birlik Tiyatrosu, bakalım hangi bedelleri ödeyecek? Bunun hep birlikte takipçisi olacağız. •Uluslararası ölçekte e-dergi yayını sağlayan Issuu, 107 no’lu sayısının kapağında yer alan Diego Rivera imzalı Nü tablo “müstehcen/sakıncalı” bulunarak erişimini kısıtladı. Geçtiğimiz yıllarda “genital organların” açıkta yer aldığı gerekçesiyle Picasso‘nun Kore’de Katliam adlı tablosunu kapaklaştıran 84. sayısını sansürleyen Issuu, çıplaklığa müsaade etmeyen ayıklama anlayışıyla diğer sosyal medya kanallarından farkı olmadığını göstermesi bir yana, gerici ve yasakçı çürümüşlüğün küresel boyutunu da bir kez daha gözler önüne sermiş oldu. •“Babamın Sesi” filminin ödüllü yönetmeni Zeynel Doğan, kayyım ataması sonrası içerisinde girilen ortamda çalışmalarını sürdürmekte zorlanacağı için, belediyeye yeniden halk iradesi hakim oluncaya dek çalışmalarını başka alanlarda sürdürme kararı aldı. Aynı zamanda Çandamed’in sinema biriminde eğitim veren Zeynel Doğan, Amed Film Festivali’ni belediye bünyesinde yapmayacaklarının bilgisini verdi. Belediye tarafından 17 dönümlük alan üzerine yaptırılan devasa büyüklükteki kültür ve kongre merkezi olan Çandamed’de, belediye eş başkanlarının görevden alınarak tutuklanması sonrası atanan kayyım ve birçok sanatçının kültür çalışmalarından alınarak farklı birimlere verilmesi nedeniyle kültür ve sanat çalışmalarına başlanamadı. Kış

aylarında kentin en büyük etkinlikleri olan tiyatro ve film festivalleri de bu nedenle alternatif mekanlarda gerçekleştiriliyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nde oyunlarını sergileyen şehir tiyatrocuları, kayyımın “güvenlik” gerekçesini göstererek sahneyi yasakladığını söylüyorlar. Belediye binasının polis ve zırhlı araçlarla kapatıldığı, çalışanlarının giriş çıkışlarda arandığı bir atmosferde çalışılamayacağının altını çizen Doğan, “Böyle bir müdahalenin olduğu yerde kimse sanattan, sanatçıdan, özgürlükten bahsetmesin. Halkın seçtiği belediye başkanları alınıyor, belediyeye seçilmemiş biri geliyor. Benim çalışmaya başladığım belediye bu belediye değildi. Biz bundan sonraki çalışmaları Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin demokratik ruhuna denk bir çalışma olacağını düşünmüyoruz. Bundan sonra kültürel, sosyal ve sanat çalışmalarının yerelin taleplerine denk yürüyeceğini sanmıyorum. Ne kadar kendi oyununu yapacak? Ne kadar Kürtçe oyun yapılacak? Nasıl filmler oynayacak bu salonlarda belli değil” diye konuştu. Amed Film Festivali’nin de askıya alındığı bilgisini veren Doğan, şunları söyledi: “Bizim orada öngördüğümüz şey Amed Film Merkezini kurmaktı. Salonlarda film gösterimleri olacaktı, festivaller düzenlenecekti, Bu bizim yerel yöneticilik sürecinin bir parçası olarak olgunlaşmış bir projeydi, deneyimlerimizi somutlaştıracağımız bir çalışmaydı. Bu festivalin hiçbir şey olmamış gibi Amed Büyükşehir Belediyesi’nin eliyle yapılmasına karşıyım. Amed Film Festivali’ni belediye bünyesinde yapmayacağız. Görünen şu ki şov belediyeciliği yapacaklar, insanların gözünü boyayan, içi boş, ayakları yere basmayan, kısa vadeli işlerle yılların birikimini yok edecekler. Filmlerimizi, tiyatrolarımızı, tüm sanatsal faaliyetlerimizi kendi oluşturduğumuz komünlerimizde yapmaya devam edeceğiz ve bu yönlü çalışmalarımız var.”

vi’nden mektup gönderen gazeteci-ressam Zehra Doğan, cezaevinden hazırladığı ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı sanat galerisinde yer alacak olan sergisine belediyeye atanan kayyım tarafından engel olunduğunu açıkladı. •İstanbul Şehir Tiyatroları’nı "dingonun ahırı" gibi yöneten İstanbul Büyükşehir Belediyesi yöneticileri, önce açığa aldıkları ardından göreve çağırdıkları oyuncu Kemal Kocatürk'ü yeniden kovdular. Geçtiğimiz günlerde, OHAL kapsamında açığa alınan Şehir Tiyatroları sanatçıları Sevinç Erbulak ve Mahperi Mertoğlu görevine geri dönmüştü. Erbulak, Kocatürk'ün yeniden ihraç edildiğini duyurduğu satırlarda şöyle yazdı: "Ellerinde kına ile bekleyenler vardır bu haberi. Eksilmemizi kutlayanlar. Varsın olsun, hiçbir zafer sonsuza dek sürmez. Eksildikçe içimiz boşalıyor. Bunu biliyoruz ama elimizden bir şey gelmiyor. Öfkem, buna. Kendini ve düşüncelerini, alıntısız, kaçak göçek olmaksızın ifade edenlerin, yazanların, söyleyenlerin dışarıda bırakıldığı günlerden geçiyoruz. Seyredenin, seyirci kalanın gidenlerden çok daha fazla üşüdüğü ve giderek üşüttüğü günler. Bugünler geçip, gidenler geri döndüğünde ''yuva''dan geriye kalan o şey neyse, yeniden bir şeye benzetmeye çalışacağız onu. Umarım o gün, herkes bakabilir birbirinin yüzüne. Yüz yüze bakabilmenin güzelliği benzemez başka bir şeye. Umarım, yapabiliriz bunu." Sanatçı onurunun bu kadar ayaklar altına alındığı bir dönem daha olmamıştır.

•Geçtiğimiz aylarda gazete manşetlerinde rastladığımız yandaş medyanın sanatçılara saldırıları aralık ayında da sürdü. Daha önce Akit Gazetesi’nde yönetmen Ragıp Yavuz ve öğretim üyesi Selen Korad Birkiye için yapılan saldırıların bir benzeri bu kez Sabah Gazetesi manşetinden •Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne atanan kayyım, belediyeye ait yönetmen Mustafa Altıoklar, sanat galerisinde yer alacak tutuk- oyuncu Bülent Emrah Parlak, Cem lu gazeteci Zehra Doğan'ın sergisini Mumcu, Şehrazat, Levent Üzümcü ve Ceren Moray için yapıldı. Sabah engelledi. Mardin E Tipi Cezae-

13


gazetesi, birinci sayfasında “Türkiye düşmanları” diyerek Mustafa Altıoklar, Levent Üzümcü, Mirgün Cabas, Cem Mumcu, Şehrazat ve Ceren Moray'ın fotoğraflarını yayımladı. Oyuncu Bülent Emrah Parlak, kendisini “Türkiye düşmanı” diyerek hedef alan Sabah gazetesine dava açacağını twitter'da “Kim Türkiye düşmanı? Kim Türkiye sevdalısı? Bunu tarih gösterecek. Sizinle mahkemede hesaplaşacağız Sabah. Yaşasın demokratik, laik Türkiye” şeklinde yazarak duyurdu. •Severek izlediğiniz, bir sonraki bölümünü iple çektiğiniz dizilerin görünmeyen tarafında, yönetmen, reji asistanları, kameramanlar, montajcılar, kurgucular yani set işçileri var. Dizi setleri, set işçileri için, uzun çalışma saati, güvencesiz çalışma, stres, yorgunluk, uykusuzluk, haftalarca evin yolunu unutmak demek. Bir dizi kısa sürede reyting kurbanı olursa, set işçileri hiçbir hak iddia edemeden işsiz kalıyor. Dizi tuttu diyelim... Bu kez de insanüstü çabayla çalışmak zorundalar. Birkaç kişinin yapacağı işi, tek kişi üstleniyor. Oyuncular Sendikası ve Sinema TV Sendikası, dizi setlerindeki emek sömürüsüne karşı harekete geçti ama bugüne dek olumlu hiçbir adım atılmadı. Yapım şirketleri kör, sağır, dilsiz! Kostüm şefi, oyuncu kaprisinden ve mesai saatlerinden yakınıyor. Kostüm asistanı, sigortalarının yatırılmadığını ve parasını zamanında alamadığını söylüyor. Yönetmen, dizi süreleri nedeniyle mesai saatlerinin uzadığını söylüyor. Çalışma koşulları yüzünden evlenememiş. “Güvencemiz yok, bu dizi bittiğinde işsizim” diyor. Kime dokunsak bin ah işitiyoruz. Herkes yorgun... Kamera asistanı: “Bir daha bu dünyaya gelsem asla bu işi yapmam. Kameraman geliyor, sahnesini çekip gidiyor. Kamerayı, milyarlık lensleri korumak zorundayız. Tabii bir de onları taşıma işi var. Çok ağır!” Çekim sırasında uzun mikrofonu tutan ve oyunculara mikrofon takan ‘boomcu’: “Ailemi görecek vakit bulamıyorum.” Sinema TV Sendikası Genel Koordinatörü Cemal Nadir Tekel’e göre, set işçilerinin en büyük problemi ödeme, ikincisi çalışma saatleri, üçüncüsü mobbing. Tekel “Haklarımızı biz bilmiyoruz. Yapımcılar da. Sigortasız çalıştırılıyoruz.

14

çağrılarak düğünlerde hiçbir suretle Sektörün bir tanımı yok. Meslek siyasi içerikli terör örgütlerini ve tanımı da yok. Devlet tarafından üyelerini övücü her türlü sözlü ve vasıfsız işçi olarak görülüyoruz. sesli müzik çalmayacaklarını ve ”Oyuncular Sendikası Genel söylemeyeceklerini aksi takdirde Başkanı Meltem Cumbul, sorunhaklarında terör örgütünün propaların çözümü için ilk adımın her gandasını yapmaktan işlem yapılazaman örgütlenmek olduğunu vurguluyor. Dayanışma olmadan bu cağının, sorumluluğunu aldıklarını sorunlarla baş edebilmenin oldukça imzaları karşılığında tebellüğ ettiklerine dair, bu tebliğ tebellüğ zor olduğunu söyleyerek, “Az zamanda, az parayla, çok iş yaptır- tutanağı tarafımızdan tanzimle imza mak gibi bir mantık var. Koşulları altına alındı.” değiştirmek istiyorsak hep birlikte çalışmalıyız. Sektör çalışanlarının •Yazar ve siyasi tutsak Bejdar Ro Amed'in cezaevinde kaleme aldığı çoğu serbest meslek makbuzu "Demokratik Siyaset ve Özgür açmak zorunda kalıyor. Bu da Toplum" isimli kitap taslağının belirli sektörümüzü iş kanunu çatısı bölümleri "örgüt propagandası" altından çıkarıyor. Denetim olarak değerlendirilerek, cezaevi mekanizması işlemediği için dışına çıkarılmaması kararı alındı. kanuna uygun hareket etmeyen işverenlere bir yaptırım uygulan- Bafra T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu Başkanlığı'nın mıyor” diyor. aldığı söz konusu karar, Anayasa Mahkemesi'ne yapılan başvuru •Edirne’de öğrencilerle buluşan yönetmen Çağan Irmak, Türkiye’de sonucu iptal edildi. "Zamanda yolculuk, insan evreni ve evrensel yayımlanan dizilerinin reyting kaygısıyla izleyiciyi sürekli gerdiğini tarih, anlam ve hakikat, yapısallık ve ve reyting uğruna olması gereken işlevsellik, evrensel akıl olarak yere gelemediğini söyledi. Yapımcı demokratik özerklik ve demokratik diyor ki “bunu ev kadını seyrediyor, konfederalizm, demokratik siyaset sosyolojisi, özgürlüğü yaşamak, orada çocuğunu doyuruyor bir demokratik siyaset felsefesi ve taraftan dizi izliyor, o yüzden bir lafı on kez söyletiyorum. Anlıyorum örgütlenme halleri, inanmak ve inanarak çoğalmak" konularının da bana neden bu işkenceyi işlendiği kitaba ilişkin AYM, yerel yapıyorsun diyecek başka bir mahkemeler tarafından verilen izleyici kitlesi lazım”. kararların "ifade özgürlüğünün •Yönetmen Yeşim Ustaoğlu Kültür ihlali"ni oluşturduğunu ve anayasanın 26'ncı maddesi olan ifade Bakanlığı desteğiyle çekilen “Tereddüt” adlı filmini Sınıflandır- özgürlüğünü ihlal ettiğine karar ma Kurulunda sevişme sahneleri verdi. yüzünden “+18” almamak için •Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal festivallerde gösterilen orijinal Erdoğan’a ‘üstün zekalı’ dediği halindeki bazı sahnelerini farklı kurgulayarak (yani sansürleyerek) gerekçesiyle gözaltına alınan Yazar Seray Şahiner, şimdi de Limon vizyona girdi. Ustaoğlu’nun filmi sevişme sahneleri yüzünden “+18” Film'deki işinden atıldı. Durumu sosyal medya hesabından duyuran yaş sınırı alsaydı bu durumda Şahiner, "Ekim 2016'dan beri senabakanlık verdiği desteği geri ryo grubunda çalıştığım, Limon alabilme hakkına sahip olacaktı. Film'in çektiği, ATV'de yayınlanacak •Suruç'ta yıllardır çalınıp söylenen Aşk ve Gurur adlı dizideki işimden atıldım. Projede birlikte çalıştığımız kimi şarkı ve türküler hakkında "terörü övüyor" saptaması yapan yazar Yıldırım Türker de benim işten Suruç Emniyet Müdürlüğü, müzik çıkarılmamın üzerine, duruma göz yummayarak işten ayrıldı. İşimden gruplarına uyarı yazısı gönderdi. atılmam sebebiyle Limon Film'i İlçede düğün salonlarında ve kınıyorum" dedi. Şahiner, BirGün sokaklarda müzisyenlik yapan gazetesinde yazdığı yazı sebebiyle gruplara gönderilen resmi yazı 11 Aralık'ta Bursa'da gözaltına şöyle diyor: "Suruç ilçesinde alınmış, daha sonra serbest düğünlerde müzik çalan müzisybırakılmıştı. enler 14.12. 2016 günü saat: 14.00'da İlçe Emniyet •Sanatçı Ahmet Güneştekin’in geçen Müdürlüğümüz hizmet binasına


yıl Venedik Bienali’nde sergilenen eseri Kostantiniyye, Ataköy’deki alışveriş merkezinin önüne konulmasından sonra tepkiler üzerine brandayla kapatıldı, ardından da kaldırıldı. Güneştekin, yaptığı açıklamada, “Eserimi satın alan işadamı Nihat Delibalta, 'İstanbul’u sembolize eden bu eseri herkes görmeli' diyerek A Plus AVM’nin önüne koymak istedi. Perşembe akşamı 50’nci doğum günümdü. Saat 18.00’de eserin açılışını yaptık. 23.00’te ‘Bu ismi nasıl koyarsınız, burası 1453’ten beri İstanbul’ diyen öfkeli bir grup AVM’nin önüne gelmiş. Tepkiler artınca Bakırköy Belediyesi gece eserin üzerini brandayla kapatmış” dedi (Not: Ahmet Güneştekin’in son dönemde düzenlediği sergilere yandaş Çalık Holding‘in sponsor olması dikkat çekerken, Kars’ta, İzmir’de, Bursa’da, Kadıköy’de heykellere yapılan saldırılara sesini çıkartmayan sanatçıları yandaşlığın da kurtaramaması tarihe önemli bir anekdot olarak düşüyor)

çağrısına destek veriyoruz. Düşünce ve ifade özgürlüğünün engellenmesini reddediyoruz. Eşitlik ve barışın yanındayız. Yaşam hakkının yanındayız. Özgür düşüncenin ve sanatın yanındayız. Ama’sız fakat’sız eğer’siz: Bu suça ortak olmayacağız! Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’nin yanındayız” ifadeleri yer almıştı. •Almanya'da 20 yıla yakın bir zamandır düzenli biçimde çalışmalar sürdüren Tiyatro Ulüm, AKP’ye yakın olduğu bilinen Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UETD) tarafından hedef gösteriliyor. Geislingen Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu’nun düzenlediği bir etkinlikte yer alan Tiyatro Ulüm, gösterim öncesinde salonda yapılan konuşmalardan rahatsız olan bir grup tarafından tehdit edildi. Barış mesajlarının sıklıkla vurgulandığı konuşmalar esnasında “ülkemizi kötülemeyin, cehenneme kadar yolunuz var, şerefsizler, hainler cezasını çekecek” sözleriyle protesto eden bir grubun eylemi yaşandı. Salondakilerin müdahalesi sonucunda grup dışarı çıkarıldı. Daha sonra UETD’lilerin olduğu öğrenilen grup kısa bir süre sonra sosyal medyadan harekete geçti. Paylaşımlarında Tiyatro Ulüm’u hedef gösteren grubun bu çabasından sonra ekibin Köln’deki gösterisi iptal edildi. Tiyatronun sanat yönetmeni Atilla Cansever; bizler bugüne değin cami derneklerine gittik, demokrat derneklere de gittik. En küçük bir olay olmadı. Yabancı düşmanlığı, ırkçılık konusunda söylediklerimiz alkışlarla destekleniyordu. Almanya, Fransa, İşviçre, Hollanda ve Avusturya’da seyircilerle buluşmalarımızda sevinçle ayrılıyorduk. Fedakarlıklar yaparak, sanatı emekçilerle buluşturmaktan onur duyuyoruz. Seyircilerimizi güldürmeye devam edeceğiz’ dedi. 1998 yılında Almanya’nın Ulm şehrinde kurulan Theater Ulüm, Türkçe ağırlıklı oyunlar sergiliyor. Ulm Belediyesi tarafından desteklenen ve düzenli oyunların oynandığı kendilerine ait bir salonu bulunan Theater Ulüm, aynı zamanda Güney Almanya’nın ilk profesyonel Türk tiyatrosu olma özelliğini de taşımakta.

•Barış için akademisyenlerin ardından barış sinemacıları için de soruşturma başlatıldı. Oyuncular Sendikası’na gönderilen üzerinde İstanbul İl Emniyet Müdürü Haydar Özdemir imzalı bir bilgilendirme metinde “Sözde çağrı ve barış müzakerelerine destek amaçlı bildiri yayınlayan 11328 şüpheli hakkında 2016/5734 sayılı evrak üzerinden ‘Terör örgütü propagandası yapmak’ suçundan soruşturma yürütülürken 14701/2016 no’lu, konusu suç teşkil eden bildiri içeriği ve bildiride bulunanlara destek olmak amacıyla bildiri yayınlayan sinemacı olduğu bildirilen 433 kişi hakkında ‘suçu ve suçluyu övmek’ yönünden soruşturma başlatıldı” denildi. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü, Oyuncular Sendikası’na gönderdikleri isim listesinde üyelerine ait kimlik ve iletişim bilgilerini İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’ne göndermelerini istedi. ‘Bu suça ortak olmayacağız’ diyerek çatışmalı sürecin sona ermesini isteyen ancak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun hedefi olan 2 bini aşkın akademisyene, gazeteciler, edebiyatçılar, hukukçular ve sinemacılar destek vermişti. 400’ü aşkın sinemacıya ait açıklamada “Bizler Türkiyeli sinemacılar olarak, Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’nin 11 Ocak 2016 tarihinde hükümete yaptığı barış ve müzakere •İzmir Yenikapı Tiyatrosu ve

Antakya ve İzmir Ayışığı Sanat Merkezi son KHK'yle birlikte mühürlendi. Yenikapı Tiyatrosu'nun Alsancak'ta bulunan Metin Altıok Kültür Merkezi'ne giden polisler, yapılan sayımın ardından binayı mühürledi. Ardından Konak'ta bulunan Ayışığı Sanat Merkezi’ne giden polis burada da sayım yaparak kapıya mühür vurdu. Yapılan saldırıyı protesto eden Yenikapı Tiyatrosu oyuncuları yayınladıkları açıklamada şu görüşlere yer verdiler: “Yenikapı Tiyatrosu alanlara çıkmakta inatçıdır biraz. Türlü yalan ve hilelerle onları sokaktan, sahneden koparmaya çalışanlara hiç eğilmemiştir. Zaten dikkat edin her türlü baskı mekanizması oluşturmaya çalışanın temel derdi de bu olmuştur: Eğilmemesi. O yüzden mühür vuranlar, arkası yarın meraklarını radyolarına bıraksınlar, bizim yarınımız dünden belli. Hülasa; ezilenlerin kapısı hep açık ki bu yüzdendir adı "Yeni Kapı". Mühürleriniz onur nişanesi olarak tarihimizdeki yerini çoktan aldı. Dememişlerdi demeyin sonra; kapılarına mühür vurduklarınız; aç bıraktıklarınızı, işsiz, evsiz bıraktıklarınızı, emeğini sömürdüklerinizi de yanına alarak çalacak kapınızı er ya da geç. İşte o zaman güleceğiz ağız dolusu. Madımak'tan, Gezi Parkı’ndan, Suruç'tan, Ankara'dan, emekçi mahallerden, fabrikalardan çıkıp geleceğiz; uykunuzun en tatlı yerinde irkildiğiniz türküler söyleyeceğiz. Alın size kar topu gibi döne döne gelen son söz; Faşizme ölüm, halklara mutlu yıllar!” Ayışığı Kültür Merkezi çalışanları da İzmir’de ve Antakya’da kültür alanlarına yapılan saldırıları kınayarak “Bütün Çiçekleri Koparabilirsiniz Ama Baharın Gelişini Engelleyemezsiniz” dediler. Bu yıl sanat alanına yılın ilk günlerinde başlayan saldırılar son günlerine dek böyle sürdü gitti. Bakalım 2017’de sanat alanı ne serüvenler yaşayacak!

SANAT MECLİSİ

15


Grup Yorum’a Selam Niyetine Sene 1987, aylardan Aralık. Grup hep görelim be Karaca” dedi Kemal Yorum solisti Gülbahar’ın eşi Nabi. İşte o günden beri, bana kendini arkadaşımdı. Akşam Kadıköy’deki yazdırmaya izin veren dizeler ve evlerinde kalmıştım, sabahleyin Tuzla yazılar yazdım. Piyade Okulu’na kısa dönem askerlik Bir hafta arayla uğradığım OKM’ye iki için sınava gidecektim. Küçükçekhafta üst üste geldiysem, mutlaka mece’den kalkıp sabahın sekizindeki yeni bir yazı veya şiir vardır cebimde. sınava yetişmem çok zordu. O akşam Hafta içi verimli geçmiştir demek ki. Grup Yorum’un Taksim’de bir evde Geriye baktığımda 27 yılı bulan zaman provası varmış, arkasından bir filmin içinde, yazdıklarıma kimsenin dokun(Katırcılar) galasına davetlilermiş… duğunu hatırlamıyorum. Kimse bana İkisine de birlikte gittik. İlk Grup şöyle ya da böyle yaz demedi. Okurlar Yorum ile yüz yüze tanışmam böyle tarafından gönderilen şiirleri ve şiir oldu. dosyalarını eve götürdüm, her şiirin Fakat şarkılar için bir araya gelmemiz kenarına notlar aldım. Sonra her notlu daha sonralara dayanır. Tabii ki o şiir yazarına ulaştırıldı, aralarından zamanın Grup Yorum elemanlarından bazıları dergide yayınlandı. şu anda kimse yok; eğer grubun bir Yorum şarkıları ise başlı başına bir elemanı olarak kabul ederlerse, film şerididir. Çoğu bir kolektif otomatikman en eski Yorum’cu ben tarafından gözden geçirildi, izlenimler olurum (Bu parantezin içinde bir alındı, eleştiriler, önermeler ve gerekli gülücük işareti olduğunu düşünün). müdahaleler yapıldı. Her albümden Tavır ile yazılı şiirli, Yorum ile ise önce ezgiler bana da geldi, sözlere şarkılı serüvenimiz 1991 yılına dayanır. müdahale edilmesi gerekiyorsa ettim Sevgili arkadaşım Olcay Uzun İzmir’de kendimce. Yani bu çorbada benim de yargısız infazla öldürüldüğünde bir tuzum olsun demeden önce çorbanın şiir yazmışım. Eskiden adını tadına baktım, tuzu zaten varsa kekik duyduğum ve 80 öncesi bir sayısını atmayı denedim… Grup Yorum ile Olcay’dan okuduğum Tavır dergisi olan serüvenimin bütün özeti budur geldi aklıma… Derginin hala yaşıyor aslında. olup olmadığını bilmiyordum. Yorum albümlerine şarkı olarak giren Cağaloğlu tarafına gidip dergilere ilk şiirim “Karadeniz”dir. Bir hafta baktım, yaşıyordu. Adresini aldım ve sonu gittiğimde, OKM çalışanlarını OKM zamanlarım başlamış oldu… bahar tadilatı yaparken bulmuştum. Kendiliğinden. Şiirleri verip sohbete Her yanda boya kutuları var, içeride daldık. Ayrılırken, “seni bu sayfalarda bir yerden de mis gibi yemek kokuları

16

geliyor. Biraz sonra “abi dur sana bir şarkı dinletelim” deyip gitarı aldıklarında, ne zaman verdiğimi bile unuttuğum dizeler şarkı olarak karşımdaydı. Dinledim ve tulum kullanmalarını önerdim. Sonra bizim Mahmut’u alıp götürdüm, tulum çaldı… Güzel bir şarkı oldu. O zamana kadar tulum, hep mahalli sanatçıların mani ağırlıklı hkasetlerinde sıkışıp kalmıştı. Yüksek Hemşin yaylalarında Grup Yorum’un “Cesaret” adlı kasetine rastladım defalarca, Karadeniz şarkısındaki tulumun etkisiyle. Her şarkının önünde veya arkasında mutlaka bir hikaye vardır, hepsini yazmak uzun yer tutar. Uğurlama, Çorlu Hapishanesi’ne ziyarete gittiğimizde verdiğim bir şiirdi, İdil’de vardı yanımda. Dersim’de Doğan Güneş, Dersim’den gelmişti… Düzeltip onaralım derken neredeyse yeniden yazıldı. Phoenix’i ise, 12 Temmuz yargısız infazlarından sonra bitirmiştim. Grup Yorum o günlerde de baskı altındaydı. Kültür merkezi hep basıldı, kırılıp döküldü, talan edildi. İki oğlum çok küçüktü ve “beraber gitmeyelim” diyordu bazen eşim, “ikimizi birden gözaltına alırlarsa çocuklar ortada kalır”. O günlerde bir akşam İhsan ile birlikte OKM’den çıkmışız, durakta otobüs bekliyoruz. Otobüs bileti satan küçük çocuğa dalıp gitmişim ben. İhsan ise bir


çocuğa bir benim halime bakıyor. “Yahu Karaca, ben senin yüzünde yeni bir şiir görüyorum” dedi, “Sen o şiiri yazmaya başladın bence”… Ve doğru söylüyordu. O çocuk bana yeni bir şiir yazdırmak üzereydi. Sonra, İhsan’ın şahsında bir devrimciyi de fotoğrafa katarak şiiri tamamladım: İyi bak şu bilet satan çocuğa Elleri donmuş, üşüyor besbelli Mavi başlığını annesi örmüştür Ayakkabısı çamurlu, ıslak, boyasız Çorabı yok Bir eli cebinde, avucunda ekmek parası Burnu pancar gibi soğuktan, Salya sümük Birazdan otobüs gelecek Bineceğiz Gideceğiz O kalacak Ne dersin şair? Dalıp gitmiş gözlerin Diş gıcırtını duyuyorum Yazmaya başladın bile En yeni şiirini Yüzünden okuyorum Farkımız budur belki, kim bilir Sen şiirini yazarsın, içinde insanı saklarsın Ben çakarım kibritimi karanlığa O çocuğu düşünürüm Yakamazsam üşürüm Ben vururum saraylara O çocuğu düşünürüm Vuramazsam üşürüm Ben dövüşürüm Yorum’dan, Tavır’dan, OKM’den, İKM’den (ve AKSM’den) yüzlerce insan geldi, geçti. İdil, Ethem, Ayşe Gülen, Ayşe Nil, Latif, Nuri, Sumru, Ufuk, Kemal, Sadık, Nuray, Efkan, Taner, Özcan... Ve daha nicelerini ben bu üretim sürecinde tanıdım, onlarla unutulmaz bir dostluğu paylaştım. Bazı arkadaşlar kendi özel koşulları nedeniyle, bazıları ise çok da merak edip irdelemediğim nedenlerle bu imeceden ayrıldılar. Arka planlarını bilmesem de, ayrılıklar hep üzdü beni. Grup Yorum denildiğinde, bir ülke devriminin müziğe yedirilmiş yakın tarihi geliyor akla. Grup Yorum benim için, anadili müzik olan bir imecedir; sahnedeki arkadaşlar ise bu imecenin türkü söyleyen sureti. Hani “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” diyor ya Yunus Emre... Onun gibi bir şey.

Grup Yorum 31 yıl boyunca hem müzikle hem baskılarla anıldıysa, bunun böyle olmasını kendi istemedi. Köyler yakıldıysa, insanlar gözaltında kaybedildiyse, sendikalı olan işçiler işten atıldıysa… Yorgun, yarınsız ve ekmeksiz kalabalık hep çoğaldıysa, iş cinayetlerinde 10 yılda 13 bin insanımız öldüyse, demokratik üniversite için mücadele eden öğrenciler coptan geçirildiyse, 17 yaşında delikanlılar asıldıysa, çocuklar tacize ve tecavüze uğradıysa ve uğruyorsa, tarikat adlı kimi ruhani kılıklı karanlık çeteler ömrümüze kefen biçiyorsa, ölümlerimiz fıtrattan sayılıyorsa, çalanlar vatansever olup soygunu dillendirenler hain diye kodlanıyorsa… Ve halk denilen o büyük bulanık deniz daha az baskı ve sömürü, daha çok özgürlük ve demokrasi istiyorsa… İçten içe bir yanardağ kaynıyorsa, yani sosyalizm düşü için bir devrimci yürüyüş çağrısı varsa, böyle bir yürüyüş başlamışsa; önce bu yürüyüşü başlatan düşü solduracaklar, yetmezse yürüyüş koluna saldıracaklar, yetmezse yürüyüş yolunu karartacaklar, yetmezse yoldakileri sindirecekler, tek tek olmazsa hepsini birlikte yapacaklar! Mutlaka bir bedel ödemek için yola çıkılmasa bile bu ihtimal hiç unutulmadan yürünecek, “hiç durmadan” yürünecek. Yürüyenlerin adı ve yüzü değişse de yürüyüş devam edecek. Mirası süsleyerek, onu aşarak, çeşitlendirerek. Çünkü hayat aynı büyük acılarla geçiyor. İşte Grup Yorum, halkın bu devrimci yürüyüşünün müzikal ifadesidir. O sadece İdil Kültür Merkezi çevresinin değil, bazen acı bazen tatlı söyleyen dostlarının da Grup Yorum’udur. O bir okuldur. Onun müzikal estetiğinin büyümesi, devrimin büyümesidir. Grup Yorum’un ve herkesin bunu unutmaması lazım… Ama benim de lafı daha fazla uzatmamam lazım. 10 yıl önce Grup Yorum’un yirminci yaşına armağan diye yazdığım şiirle bitireyim bari diyeceklerimi: Bir tünelin içindesin, bir koyu karanlığın Yürüyüp gitmek de, düşmek de var Ardında bir kez bile yüzünü görmediğin Dostun da var, düşmanın da Yürüyorsun, yolunda bir aydınlık Önünde ateş böcekleri Işıklı şarkılar kuytuda, meydanlarda Sokakta halkın çocukları Türküler susmadı, halaylar büyüyecek Kavgada sınandı düş ve gerçek Yirmi yıl bu imece bir hayat ırmağında Sürecek, insan tükenene dek

İbrahim KARACA

ey sevda kuşanıp yollara düşen bilesin bu yollar daglar dolanır yare ulaşmadan düşersen eger yarına sesinin yankısı kalır

17 17


GERÇEKÜSTÜ F TİPİ SÖYLEŞİ Bu söyleşi bir F tipi hap-Abi adam hayvanları iyi-kötü, iklerini böyle öğrenirler. ishanenin, üç kişilik hücreleri- asalak-emekçi, kurnaz-aptal -Abi biliyorum ben bunları, nin birinde, hücrede hemen diye mi bölmedi, hayvanlara zaten o yüzden “iğrenç” dedim hemen hiçbir şey yokken, insani özellikler yükleyerek biziesprine. okunacak tek şeyin kantin birbirimize düşman mı yap- -Niye iğrenç olsun, gül gibi listesi ve ilaç prospektüslerinin madı ... Yahu sana ne? Bırak biz espri işte... Buradaki “gül” olduğu koşullarda, havalandır- kendi hayvanlığımızı yaşaykelimesinin ikili anlamına maya düşen talihsiz bir çekirge alım. Biz hayvanız ya, bildiğin dikkatini çekerim... Çiçek olan ile yapılmıştır. Gerçeküstü hayvan... gül ve gülmek! olduğu için gerçek kişi ve -Yalancılığı nerden geliyor -Güldüğüne göre bu da espriykuruluşlarla bir ilgisi yoktur... peki? di herhalde... Yok yok belki vardır. Amaan, -Nerden gelecek abi, herif -Seninle espri anlayışımız çok varsa da yarası olan gocunsun ağustos böceği hakkında farklı anlaşılan. bana ne ! “asalaktır” diye bir yalan attı, -Abi espri falan değil de sende-Merhaba çekirge. zavallı böcek o günden beri ki bu şizofrenik haller beni -Merhaba abi! kendini temize çıkarmak için endişelendiriyor. -Abi mi? debeleniyor. Yahu adamın bir -Neyse neyse, tamam -Abi bak bu gerçeküstü bir mevsimlik ömrü var zaten, niyesöyleşimizin yönü farklı söyleşi biliyorsun. Yani kış için yiyecek toplasın ki? mecralara kaymasın. Biz konukonuşan ben değilim sensin, Bırak yesin içsin şarkı söylesin muza dönelim... biliyorsun değil mi? değil mi? Sonra şu karga-tilki -Tamam ben bir soru sorayım o -Öyle de, sen birden “abi” mevzuu... Allah’ını seversen zaman. deyince şey oldum biraz... tanıdığın kadarıyla sen söyle, -Sor bakalım. -Ne dememi isterdin abi... Sana kurnazlıkta karganın yanına -Senin sorunla sorayım, “Sen şöyle bir bakıyorum da , saçın bile yaklaşacak hayvan mı tilki nasıl düştün buralara peki?” başın ağarmış, kamburun da ? Karga onu suya götürür susuz-Camiden getirdiler. çıkmış, elin yüzün kırışmış getirir... Kıyaslama yaparsak, -Abi fazla zorlamasan... kabartmalı fiziki haritaya sizde Einstein neyse bizde de -Neyi? dönmüşsün... karga odur... -Espri mevzuunu diyorum... -Tamam tamam yeter, abi -Valla öyle... Bak bir dakikada -Bunu da mı beğenmedin ? demene bir şey dediğim yok... soğudum şu La Fontaine’den... “Senin sorunla” filan derken, Söyleşimize devam edelim Eeee sen nasıl düştün buralara sanki bu konuda da yakınistersen... peki? laşıyoruz diye şey ettim. -Sanıyorum kızdırdım seni -İftira abi... Bana bu iğrenç -Söyleşimizi daha düzeyli ve biraz. espriyi de yaptırdın ya helal ciddi kılmaya çalışıyorum ama -Yok yok kızmadım, valla... Şu olsun sana abi... Gülme krizin sen inatla aynı şekilde davranan kendimi biraz La Fontaine sona erdiyse devam edelim maya devam ediyorsun. gibi hissettiğimi söylemeliyim istersen... -Sende inceden bir ukalalık yalnızca... -Niye kızıyorsun ya, araya espri sezinliyor gibiyim, sen ne -Abi, bırak o yalancı ve de ajan katmak iyi olur dedim... Seninkidersin ? provokatörü... kelimenin gerçek anlamıyla -Ne diyeceğim abi, sen ne -Hoppala, niye öyle dedin ya; öyle ama, resmen düştün diyorsan odur. Ben hayvanım bize ilkokulda onun masallarını havalandırmaya... Buralardan biliyorsun, bildiğin düz okuturlardı. Güzel şeylerden adli tutuklular birbirine böyle çekirgeyim. bahsederdi masalları... hitap eder, hangi suçtan geld- -Sahip olduğunuz bilgelikten

18


kaynaklanıyor zannımca bu halleriniz? -Ne bilgeliği abi? Dedim ya biz düz çekirgeyiz. Ye, iç, yat, üre! Budur bizim olayımız... -Düzeyden bahsedene bak, argoyu da biliyor. Ne demek “olayımız” ? -Benden kaynaklanmasa da özür diliyorum, ağzımdan kaçtı... -Kabul ediyorum özrünü... Bilgelikten bahsediyorduk değil mi? Çin felsefesinde özellikle sizin ayrı bir yeriniz var... Benim çocukluğumda televizyonda “Kung Fu” adlı bir dizi vardı... Kung Fu ustası, bir çırağı eğitiyordu ve onun adını “çekirge” koymuştu... Eskiden Çinli çocuklar özel kutularda beslermiş sizi... -Abi bırak o çekik gözlüleri, aramız hiç iyi değil aslında onlarla. Tamam bize değer verirler ama kütür kütür de yerler bizi. Neslimizi kuruttular resmen koca ülkede. -E tabii 1,5 milyar insan nasıl doyacaktı? Adamlar taştan yumuşak canlı, cansız ne varsa yiyorlar. -Zıkkım yesinler abi, bula bula bizimi buldular? -Öyle deme, ben onların yalancısıyım ama sizde tam bir protein deposuymuşsunuz kardeşim . -Bana niye öyle bakıyorsun abi? -Nasıl? -Yiyecekmiş gibi. -Yok yok korkma, bu ülkede kimse yemez sizi. Damak tadımıza uymuyorsunuz... -He uysa yiyeceksiniz yani... -Lafın gelişi öyle dedim... Tamam biz de sizin ırkınızdan bir çok hayvanı yiyoruz ama “böcek” sınıfını mutfaklarımıza

sokmuyoruz. Yemek kültürümüzde yoksunuz yani, rahat ol... Bak ne geldi aklıma biliyor musun? Biri çıkıp açlığın çaresi olarak sizi gösterdi “Aç kaldığınızda böcek yiyin, çok besleyiciler” dedi. -Vay şerefsiz vay... Abi bu dünyada size de bize de yetecek kadar çok yiyecek-içecek var ki, niye birbirimizi yiyelim? Ne yani bizi yeseniz açlık sorunu bitecek mi? O alçak başka çözüm bulamamış mı? -Sen hiçte apolitik değilmişsin yahu? Çok güzel bir soru sordun, dilim döndüğünce anlatayım... Bu sözü söyleyenler var ya dostum çekirge; Dünya üzerindeki açlığın, yoksulluğun baş sorumluları aslında. Doymak bilmez hırslarıyla dünya üzerindeki tüm zenginlikleri gasp ettikleri yetmezmiş gibi, bir de insanları köle gibi çalıştırıp sömürürler... Bunlar çok büyük ve sömürücü ülkelerin yöneticileridir, sayıları 8-9 tanedir ama tüm dünya ülkelerini sömürürler. Afrika’daki kıtlığın sebebi olarak bazen sizi bile gösterirler biliyor musun? Hoş sizde az değilsiniz hani, yeşil olan ne varsa götürüyorsunuz... -Abi bizim fıtratımız bu n’apalım? Bulduk mu yeriz. Bulamadık mı açlıktan ölürüz. Ama sizden farkımız, biz birbirimizi veya başka bir hayvanı sömürmeyiz... -Bak bunu doğru söyledin... Bu arada “fıtrat” kelimesini kullandın ya bana birini hatırlattın. -Kim abi o? -Demin sana bahsettim ve adına emperyalist denilen

ülkelerin bizim ülkemizdeki işbirlikçilerinden birini hatırlattın bana. Adam hırsızın, katilin, yalancının, sahtekarın önde gideni... Bu ülkedeki açlığın yoksulluğun baş sorumlularından... Sadaka toplumu yarattın diye eleştirilmişti bu, o da “sadaka bizim fıtratımızda var” demişti. -Anladım abi... Sizin işinize akıl-sır ermez... Sizde bir zenginler, doymazlar var anladığım kadarıyla; bir de açlar, yoksullar... Birleşip ortadan kaldırsanıza bunları... -Ah çekirge kardeşim ah, bu senin dediğin şey keşke bu kadar kolay olsa. Şu senin dediğin zengin-yoksul savaşı var ya, bin yıllardır sürüyor. Bu sömürgen takımını ne zaman dünyadan silip atacağız bilemiyorum ama senin gül hatırın için söyleyeyim, bu tarih hiç de uzak değil! Bak bu cümlede geçen “gül”... -Abi lütfen!... -Tamam be tamam, bir daha espri mespri yok sana... Ukala şey... -Gereksiz bir alınganlık gösteriyorsun abi. Ne dedim ki ben şimdi? Hem benim soruma daha cevap vermiş değilsin, sen neden buradasın demiştim hatırlıyorsan... Ha bir de, koskoca Çin felsefesini kıytırık bir televizyon dizisine indirgedin ya helal olsun sana... -Bak bak, herşeyi de biliyor... -Alınganlığın hala sürüyor anladığım kadarıyla -Ne yapsaydım sana; Konfüçyüs’ tan girip Buddha’ dan mı çıksaydım, Tao’dan sapıp Mao’ya direksiyon mu kırsaydım? Bu bizim söyleşiyi iyice ağırlaştırmaz mıydı sence?

19


İstersen girelim, bana göre hava hoş... -Yok yok, tamam, girmeye gerek yok abi, onlar teferruat, sonra başka söyleşide anlatırsın. Seni buraya niye attıklarından bahsedecektin... -Niye olacak o sömürgen takımından olmadığım, onlar gibi düşünmediğim için ve en önemlisi onlara karşı mücadele ettiğim için beni tutup buraya attılar . O bahsettiğim hırsız ve katil vardı ya, işte o ve onun çakallığını yaptığı zenginler, bizden çok ama çok korkuyorlar... Biz onların çıkarlarına ters geliyoruz anlayacağın, bize o yüzden düşmanlar. -E siz ne istiyorsunuz peki? -Ne isteyeceğiz; sömürü olmasın, kimse kimsenin alın terini gasp etmesin; baskı, işkence olmasın, herkes eşit ve özgür yaşasın; birileri zengin birileri yoksul olmasın, herkes aynı olsun! Biz bunları istiyoruz işte. -Bak bu dediklerinin hepsi bizde var... Bir tek insanlarda var bu kötülükler... -Öyle deme! Hiçbir insan kötü doğmaz. Onları “kötü” yapan, içinde yaşadıkları maddi hayat koşullarıdır, sistemdir. Biz bu sömürü düzenini ortadan kaldırıp, demin saydığımız koşullara sahip bir dünya kurduğumuzda yeni insanı, kaybettiği değerlere yenilerini de ekleyip yaratmış olacağız. -Dediğin gibi olur umarım, güzel şeyler söylüyorsun çünkü... Şu anki halinizle dünyayı yaşanmaz hale getiriyorsunuz. Söylediklerin gerçekleşmezse hepimiz yok olacağız hep birlikte. -Hiç merak etme tüm insanlığı ve onun yanında da hayvanları ve bitkileri de kurtaracağız. -Bu sesler ne abi? -Burası hiç insani koşulları olmayan bir yer biliyor musun? İnsanları birbirlerinden ve hayattan tecrit edilmeye göre inşa edilmiş.

Yasaklıyorlar, kitaplarımızı vermiyorlar... İşte duyduğum sesler bu uygulamalara karşı buradaki arkadaşların çıkardığı sesler... -Ha slogan yani... -Sloganı da biliyorsun demek... -Ben değil abi, sen! Gerçeküstü öyküde olduğumuzu tekrar hatırlatırım... -İkide bir niye hatırlatıyor ve sohbetimizi kesiyorsun ki? Unut sende onu. Farzet ki sen de konuşuyorsun, öyle bir meziyetin var... -Yok abi kalsın... şuncağız öyküde bile çenem ağrıdı. Biz sizin gibi geveze olamayız. Gerekmedikçe sesimiz çıkmaz... -Biz boş konuşuyoruz yani, onu mu demek istiyorsun? -Al işte, gereksiz bir alınganlık daha... -Bak çekirgeciğim, bak bilge dostum! Bizde gerekmedikçe konuşmayız. Sözlerimiz yalındır, anlaşılırdır ve iyiyi, doğruyu, güzeli anlatır. Mesela ben tiyatro oyuncusuyum, yıllardır sahnelere çıkarım. Bizim “sermayemiz” dilimizdir sahnede. Kısacık zamana dünyayı sığdırmak zorundayızdır, o yüzden repliklerimizi mümkün olduğu kadar sadeleştiririz. Halktan yana devrimci sanat bunu gerektirir. Şimdi sakın “sanat ne, devrimci sanat ne “ deme; bildiğini biliyorum çünkü... -Yok abi demiyorum... Artık farkına vardın gerçeküstü söyleşimizin. -Bitirelim mi söyleşimizi o zaman. Gel seni yukarı taşıyayım, oradan uçup gidersin yeşilliklere doğru... Bizim ne vakit çıkacağımız belli değil, bari seni tahliye edelim, böylece özgürlüğüne kavuşmuş olursun... -Zahmet olmazsa abi, teşekkürler ...

Defalarca denememize rağmen dışarıya uçmayı beceremedi bizce çekirgemiz, sekiz metrelik gayya kuyusuna düştü her defasında. Ama özgürlük tutkusunu hiç kaybetmedi. Her gün düz duvarı tırmandı saatler boyu. Ama giderek güçsüzleşen vücudu sonunda iflas etti. Son saatlerinde hücrenin içine girdi. Herhalde iyice üşümüştü. Ruhu şimdi yeşilliklerin üzerinde uçuyordur eminiz...

Veysel ŞAHİN

20


Günlerden cumartesi... Yer, Oberhausen (Almanya) Arena. Bu arenada birkaç dakika sonra Grup Yorum sahne alacak. Ve Irkçılığa Karşı Tek Ses Tek Yürek konseri başlayacak. Bir yandan stantlarda insanlar dolmuş merakla kitap, dergi, cd. inceliyorlar... Bir yandan aç olanlar yemek sırasında yemek bekliyorlar, diğer yandan da gençler toplanmış Grup Yorum türküleri söyleyip, halay çekip, slogan atıyorlar. Hepsi Grup Yorum konserinde tekrar hep birlikte olmanın ırkçılığa karşı hep birlikte haykırmanın mutluluğunu yaşıyorlar... Ama bir yandan da düşünüyorlar. Evet Grup Yorum konserindeler ama Avrupa Grup Yorum elemanlarına Schengen yasağı koymuş ve vize vermemiştir. Eeehh bu konseri o zaman kim yapacak? Herkes hem merakla bunu bekliyor bir yandan da konserde olmanın heyecanını yaşıyor. Konser saati yaklaşıyor... İnsanlar yavaş yavaş yerlerine oturmaya, sahne önünde yerlerini almaya başlıyor. Saat tam 18.00 konser başlıyor ama sahne bomboş. Bir iki dakika sonra arkalardan bir yerlerden bağlama sesi geliyor... Biraz daha iyi dinledikten sonra anlaşılıyor ki Kızıldere türküsü çalıyor. Ve yavaş yavaş içerideki kitle Kızıldere türküsünü söylemeye başlıyor... Gittikçe bu ses daha da güçleniyor... bir yandan türküyü söylerken bir yandan da telefonlarındaki ışıkları sallıyorlar türkünün ritmine göre... Bu ses daha da yükseliyor, bir bakmışız ki 10.000

SAHNEDE HALK VAR!

kişi hep birlikte Kızıldere türküsünü söylüyor. Haa sahne mi? Sahne hala bomboş tek bir Grup Yorum elemanı bile yok. Türkü bittikten sonra iki Grup Yorum elemanı sahneye çıkıyor ve diyor ki "işte Grup Yorum tam da budur, Grup Yorum sizsiniz!" Ve sonra 33 kişilik bir sahne olacak dev bir kadroyu sahneye davet ediyor. Evet işte tam da anlatmak istediğimiz şey budur. Grup Yorum halktır! O sahne bütün konser boyunca boş kalabilirdi, hiç kimse o sahneye çıkmayabilirdi ama biliyorduk o konseri oradaki kitle yine de yapardı, o sahneye iki kişi olsa bile çıkıp, konseri yaparlardı. 31 bir yıldır Grup Yorum'un halk olduğu her yerde söyleniyor. 31 yıldır hiçbir şekilde bitmemesinin nedeni tam da budur. Halk biter mi? Bitmez. Bu yüzden Grup Yorum da hiçbir zaman bitmeyecektir. Grup Yorum ilk defa bu yasaklarla karşılaşmıyor, 31 yıldır bu baskıları görüyor. Yeri geldi albümler kurşunlandı, yeri geldi Grup Yorum elemanlarının hepsi tutuklandı, ama bitiremediler. Grup Yorum Bağımsız Türkiye diye haykıran 1 milyon kişinin sesidir! Grup Yorum ırkçılığa karşı haykıran 15.000 kişinin sesidir! Grup Yorum 80 milyon halkın sesidir!

Berrin İNCE

21


BiİR TELE, BiİR TUŞsA soysuzlar; kafasını, gözünü yara yara, kan kustura kustura... Sonra bize yöneldiler tek tek… Ayaklarımızın altından toprak kayıyordu! Her yere saldırdılar insan aklının erebileceği her yere, vahşice, gözü dönmüşçesine… O sırada benim yanımda arkadaşım gitar ve flüt vardı, seni Bağlama: Sevgili piyano gel seninle görmedim o vakit… Ama kulağımız işitti, sıra sana da bir hasbihal eyleyelim… Uzun zamandır ayrı yerle- gelmişti… Aldığın her darbedtelime vuruyordu avazın.. rdeydik bak şimdi yan yanayız… Sen Batı’nın ben Piyano: Doğu’nun sazı olmuşum ne Sazın eskisi, telin yenisi derler fark eder; gel beraber bir ya... Eskimeyen yerimiz kalmadı nitekim. Bak şimdi böylece yan köprü kuralım, bize can veren halkların sesine ses yana, sessiz sedasız durur olduk… Müzede sergileolalım. İster sizin, ister bizim ellerden başlayalım neceğimiz aklına gelir miydi hiç? Bağlama: söze… İsterse pazar pazar gezdirsinPiyano: ler bizi; utanacak, sıkılacak bir Ben çok yorgunum, siz halimiz yok; bizi bu hale başlayınız söze… Geçmişimizi, nereden geld- getiren düşman utansın sevgili dostum... Sen İdil’in piyanoiğimizi bir tarafa bırakalım susun, iyi bilirsin değil mi? isterseniz; önce bizden, başımıza gelenlerden bir söz Dünyanın ilk kadın ölüm orucu şehidinin sesi olmuşsun... O edelim, bakın ikimiz de buradayız şimdi işte, böyle nedenle saldırırlar sana da bana da… Varlığımızdan yan yana… korkarlar, parmak izi aldılar Bağlama: Madem öyle, dediğin gibi üzerimizden, daha ötesi var mı bunun biri söylesin bana?... Ah “buradan” başlayalım söze... Burası mı? Neden mi Ah! Korkuları büyük be güzel kardeşim ve şimdiler de ise, bu yan yanayız? Evet, evet korkuyu daha da büyütmek devam edelim söze… yaraşır bize… Hepimiz çok yorulduk, canımızdan can gitti yine… Piyano: Düşman elinden zulüm yine Haklısın üzüntüye yer olmamalı, öfkeye dönmeli üzüntümüz… çaldı kapımızı, çalmak ne Göz yaşımız içimize akmalı, kelime çifte silahlarla akmalı ki kayalaşsın her bir günün orta yerinde damla, böylece nefrete dayandılar kapımıza… dönüşsün, kinimiz daha da Evvel ustalarımızı aldı “Ne dua, ne beddua, ne kahır, ne bela etmekle kurtulur dünya… Bütün mesele savaşlara karşı, katliamlara karşı, darbelere karşı, baskı ve zulümlere karşı örgütlü mücadele!...” B. Brecht

22

büyüsün, dağ olsun! Bağlama: Evet evet, öyle öfkeye dönmeli ki!… Öyle öfkeye dönmeli ki arş-ı alayı inletmeli sesiniz!... Bağlama: Ben, ben yanlış mı görüyorum, bu konuşan, Pir Sultan değil mi? Piyano: Evet, evet o. Ben hp buradaydım, Pir Sultan’ım, arz edeyim halimi, sarf edeyim elimdeki varımı, şükür gördüm erkanını yolunu, ya bugün, ya yarın öldüm erenler. Çal hele kırık sazı ne dersin bize o vakit? Böyle mi karşılar yiğitlerin sazı, atasını… Ela gözlü Pirim geldi Duyan gelsin işte meydan Dört kapıyı kırk makamı Bilen gelsin işte meydan Ben Pirimi Hak bilirem Yoluna kurban oluram Dün doğdum bugün ölürem Ölen gelsin işte meydan Şâh Hatayi der sırrını Meydana koymuş serini Nesimi gibi derisin Yüzen gelsin işte meydan Görürüm ki meydanda yiğit halkım var, şahlar padişahlar değil… Düşman, hasret koymuş eşe dosta ama bilesiniz ki kör zindan, yüreğin sazına fayda değil… Hakikat kazanacak, biz kazanacağız… Bağlama: Gitti mi? Belki de hiç gelmedi düş gördük, hayal miydi yoksa neydi bu başımıza gelen? Piyano: Neden düş olsun, hayal olsun sevgili kardeşim? Gemi gemi taşınan sanatçı


müsveddelerinin meydanına mı yoksa gaz bulutlarına karışmış kamyon kasalarının üstünde, konser vermeye çalışan halk sanatçılarının meydanına mı yaraşır Pir Sultanlar? Kırılmış sazı duyar da çıkıp gezmez mi semaha durmuş canlar; Şeyh Bedreddinler, Köroğlu, Çakırcalı Efeler, tarlada ırgat Osman; hepsi bir olur gelir… Bağlama: Doğru söylersin sevgili dostum, doğru söylersin bak şimdi de sen teselli edip yüreklendirirsin beni… Kamyon kasası üstünde dünyanın en güzel konserini verdik halkımızla, tarih yazdık bir kez daha… O an önderlerimiz, halkımız hep yanı başımızdaydı doğru söylersin. Bizi susturabileceklerini sandılar ama nafile!… Kim susturabilir bizim türkümüzü, biz ki bu hasreti semahların seyrinden alıp gelmişiz , biz ki onu sitemkar anaların kirpiğinden derlemişiz, zümrüt-ü anka gibi küllerimizden doğmuşuz her daim… Piyano: Sevgili İdil, duvardaki resmine bile tahammül edemediler, gözlerini oydular önce, görmez sandılar, sonra parmakları kırdılar tuşlarımı sökerken, sazın çalmaz bildiler... Ama bugün düşmana inat daha güçlü çıkıyor sesim, kim susturabilir bizi kim! İdil’in gözleri kadar güzel, umutlu, dirençli çıkıyor sesim. Sesim artık dünyanın sesi, halkların verdiği onurlu mücadelenin sesi… Tarih yazanlarla beraber tarihe tanıklık ediyoruz, kim susturabilir bizi, kim! Ve dünyanın en güzel korosunu kuruyoruz halkımızla, duyun sesimizi!… Bağlama: Biz de yoldaşız şimdi seninle sevgili piyano… Yoldaşlık olmadan yol tutulmaz imiş… Beraber vuruşa vuruşa toprağa düşen iki yoldaş gibiyiz

artık… İnsanından çalgısına kadar en taze örneklerini veriyor alın teri ile yoğrulmuş bu topraklar… Biz de çifte karanfiller gibi düşeceğiz toprağa… Ve bu topraklar da “umut” en büyük bestemiz olacak sevgili dostum. Piyano: Evet, bütün bu insanlar yaşayanların omuzlarına, kendi hesaplarıyla birlikte, geçmişin bütün sorulmamış hesaplarını da yükleyerek toprağın altına girdiler. Biz ölülerimizi gözden ırak olsunlar da bir an evvel unutalım diye toprağın altına gömmedik. İntikam hissiyle dolacak her bir yanımız, eğer dolmuyorsak, bunun tek bir açıklaması olabilir: Her sınıfın kendi vicdanı vardır; vicdan vardır unutur, körelir ve siner; vicdan vardır, ant içer, bilenir ve saplanır.* Biz, bilenip ant içeceğiz, halkımıza sözümüz olsun… Bağlama: İnsanlık tarihinin en az iki bin yılı komünal yaşamın süzgecinden geçti. Komünal yaşamın doğuşu, gelişmesi, olgunlaşmasında insanın bin bir emeği var kuşkusuz. Bugünkü çağ dışı sistemin geçmişi ise komünal yaşamın yüzde biri kadardır ancak. Bu yüzden zalimlerin halka böyle amansızca saldırmaları, sapımı gövdemden ayırmaları, gündüz gece demeden uğradığımız baskınlar, mühürlenen kapılar hep bu yüzden… Halkların çalgıları, halkların en güçlü silahıdır sevgili dostum. İnsanlık tarihi boyunca birbirimize mürşitlik etmiş yol göstermişizdir, ama gel gör ki hiçbir zaman bu denli saldırıya uğramadı telimiz. Ve biz biliriz ki, biliriz ki bu onların sonunun yaklaştığının işaretidir. Kör olmamak gerek, bahtiyar günler yakındadır… Senin de dediğin gibi yerimizde oturup kahır etmek değil, telimizi bileyip ant içmek gerek, halkımıza sözümüz olsun! Sözünden dönen namert olsun! *Eren Buğlalılar

Çiğdem TÜRKMEN

23


GRUP YORUM’DAN MEKTUP VAR! MERHABA Hepinizi sevgiyle, hasretle kucaklıyoruz, nasılsınız? Bizler de çok iyiyiz. Malum havalarda oldukça soğuk epeyce. Sizlere bu mektubu yazarken dışarıda yoğun kar yağışı var. Şu hücreler daha fazla soğuk için yapılmış sanki. Mektuplarınız elimize ulaştıkça sıcak dost selamlarınızla, hücremiz ısınıveriyor bir anda iyi ki varsınız... Kaldığımız yer Kandıra 1Nolu F Tipi Hapishanesi dört kadın Yorumcu buradayız. İkili kalıyoruz. Sizlerle çoğu kez sahneden, meydanlardan, şenliklerden ,direnenlerin yanından seslendik. Şimdi de hapishaneden sesleniyoruz. Aslında pek de yabancısı olmadığımız yerler. Hapishaneler Yorum’un payına her dönem tutsaklık düşmüştür 31 yıllık tarihimizde sayısız konser yasaklarıyla karşılaştık. Tıpkı bugün yaşadığımız gibi. Yorum üyeleri için terörist yaftasıda yapılmıştır çoğu kez. En son tutuklandığımız zamanda bu tarz komplo haberler yapmışlardı. Oysa üyeleri gerçekten teröristse çok tehlikeli marjinal bir grupsa neden yüzbinler, milyonlar konserlerine katılır? Neden şarkıları sevilerek, 7 den 70 e herkes dinler? Yoksa bütün bir halkta mı teröristtir? Ya da şöyle soralım neden bitirilemiyor bu grup? Biz verelim cevabını. Yorum en yalın haliyle halktır. Halkını yürekten sever halkının çektiği acıları taa yüreğinde hisseder. Onun için çarpar yüreği. Soğuktan donarak ölmesin diye Ayaz bebekler, yiyecek bir lokma ekmeği olmayanların sesi olduğu için, bitmez Yorum. Devrimci sanatçılığın gereğini yerine getirir. Halkımız acılarında, sevinçlerinde, umutsuzluğa kapıldığında da dinler Yorum’u. Biz de söylediğimiz şarkıların sözleri gibi yaşıyor, şarkılarımızın ruhunu tüm benliğimizde hissediyoruz. Bunun içindir ki bitmiyor. Aksine köklerimiz bir çınar ağacı misali gürlemeye devam ediyor. Parayla pulla ya da şanla şöhretle uğraşıyor olsaydık elbette ki hapishanede olmazdık. Sizlere bu mektubu yazmazdık. Sesimiz tel örgüleri aşıyor. Duyuyorsunuz bizi. Sesimizi duymanıza yine engel olamadılar ne güzel ! Elimiz de bir yan flüt var .Yeni yıla demir parmaklıklı camdan marşlar çalarak ,söyleyerek girdik . Açıkçası bir konsere çıkar gibi heyecanlıydık Sesimizi yan hücrelere de duyurmak için var gücümüzle üfledik. Acaba duydular mı derken alkış sesleriyle duyduklarını anlamış olduk, ve de mutlu olduk. Yavaş yavaş mektubumuzun sonuna geliyoruz. Sizleri çok seviyoruz . Üretimlerimiz, kasetlerimiz, şarkılarımız ve kırılsa da enstrümanlarımız susmayacak. Türkülerimiz kazanacak ! BİZ KAZANACAĞIZ ! Bu inançla, yeni yılınızı kutluyor kucak dolusu selamlarımızı yolluyoruz.

24


Hayatın şartlarını Çeviren bizsek Üreten ve yaratan Değiştirip, dönüştüren bizsek Bizsek çirkini güzel eden Bizsek ölümlerden Yeniden doğan Bitmez ve tükenmezsek İşte biz çok güçlüyüz Güç demire şekil veren eller Güç ırağı yakın eden gözler Güç dağları, sarp yamaçları Aşan ayaklar Güç mahkeme kürsüsünde Yargılayan dil Biri yapar Biri yapmaz mı sanırsın? Yapar can gönülden Geçerse Yapar akıl baş kaldırırsa Önce kendine Yapar sen hele bir Salıver yüreği kavgaya Şimdi karar verin canlar Çizginin hangi yanındasınız Şimdi karar verin Sonsuza kadar mutlu olmak için Şimdi canlar

Söz biter Dil susar Silahlar konuşur artık

Oğuz MEŞE

25


26


Dağların yücesinde ateş yanar Oturmuş da başına sevdalılar Gün gelir kahpe savrulur Cemo ovaya inende Yar, yar, yar, yar Alnında yıldızlı bere Elinde mavzeriyle Çıkıp Dersim Dağları’nda Türkü söylemek var ya Oy Cemo Cemo can Savrulup ovaya inen bulutlar Muştusudur kopacak fırtınanın O büyük günün görkeminde Çocuklar halaya duracak Yar, yar, yar, yar Alnında yıldızlı bere Elinde mavzeriyle Çıkıp Dersim Dağları’nda Türkü söylemek var ya

27


EKMEĞİMİZ,ONURUMUZ, ÖĞRENCİLERİMİZ İÇİN...

Puslu bir Ankara öğleni.

Memurlar öğle tatili zamanını bitirmiş, telaşla iş yerlerine koşmaktadırlar. Okul kaçkını sevgililer, yağmakta olan kara aldırmaksızın duvar diplerinde gülüşüyorlar. İnsanlar koşar adım uzaklaşıyor, kedi duvardan duvara atlıyor. Yüksel Caddesi ve Konur Sokak’ta her şey olması gereken gibi... Bir ses, birden bire, bir bıçak gibi sokağa giriyor. Sevgililer dönüp bakıyor. Memurlar durup bakıyor, kediler kaçarak uzaklaşıyor. İnsan Hakları Anıtı’nın önünden yeryüzüne sesleniyor Nuriye ve Semih öğretmenler. “Bizler devrimci, demokrat öğretmen ve akademisyenleriz. KHK ile çalışma hakkımız gasp edildi. Ekmeğimiz onurumuz ve öğrencilerimiz için burada her gün saat 13.00–18.00 arasında oturma eylemi yapıyor, imza topluyoruz. Halkımızı oturma eylemine katılmaya, imza kampanyamıza destek vermeye çağırıyoruz.” Ses havada dolaşıyor, bir bir yokluyor

28

insanları. Sokağın köpeği direnenlerin yanında alıyor yerini. Direnişe desteğe gelenler var, soluk soluğa kalmışlar, uzaklardan gelmişler, pankartın ucundan tutuyorlar. Elinde direnişçiler için getirdiği kurabiye, poğaça ve dolmayı uzatıyor bir başka kadın. Soğuk havada dumanı tüten çay yetişiyor sohbetlere. Yüksel Caddesi’nde bir gün öncesinden devralınan direniş kaldığı yerden sürüyor. Çok değil daha bir ay önce Akademisyen Nuriye Gülmen adalet çığlığı ile direnişe başladığında polisler kaba hoyrat elleriyle Nuriye öğretmenin, bir buğday başağı gibi narin bedeni üzerine var güçleriyle çullanıyor, ağzı kapatılıyor ve cadde boyunca sürüklenerek gözaltına alınıyordu. Polis izleyenleri tehdit ediyor, fotoğraf çekenleri tehdit ediyor, terör estiriyordu. İzleyenler polise itiraz edememenin utancıyla öfkeleniyor. Kendisinin bile duymadığı bir sesle kendi kendine söyleniyor. Gözaltı terörüne tanık olan korkunun karanlığında


sessizce seyrediyor. Bu tam yirmi kez tekrarlandı. Nuriye öğretmen yirmi kez gözaltına alındı. Bu irade savaşına Semih öğretmen ve Veli Saçılık’ da katıldı. İktidarın saldığı korku, giderek yaşamımızın bir parçası haline gelirken, şiddet karşısında bizi seyirci yaparken, bu gidişata seyirci kalmayanlarda vardı. Şairden el alırsak; “Dövüşenler de var bu havalarda El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem Ümit, öfkeli ve mahzun Ümit, sapına kadar namuslu Dağlara çekilmiş Kar altındadır.” A.Arif Nuriye Gülmen, "FETÖ-PDY" iddiasıyla açılan soruşturma gerekçe gösterilerek görevden uzaklaştırılmıştı. Çalışma hakkının gasp edilmesi bir yana, bir aydın olarak mücadele ettiği gericilikle yan yana getirilerek keyfi ve hukuksuz bir şekilde açığa alındı. Devrimci bir aydının bunu kabul etmesi mümkün değildi o da etmedi. “İŞİMİ GERİ İSTİYORUM” talebiyle mücadeleye atılan Nuriye öğretmenin mücadelesi, sadece kendisi için değil, siyasi iktidarın tasfiye etmeyi amaçladığı arkadaşları, öğrencileri içinde mücadeleyi içeriyordu. OHAL’in kaldırılması, işten atılan ve açığa alınan devrimci demokrat kamu emekçilerinin işe iade edilmesi, hukuksuz işten atmalara son verilmesi, 13 bin ÖYP’ li araştırma görevlisinin kadro güvencesinin geri verilmesi, tüm eğitim ve bilim emekçileri için iş güvencesi talebi toplumsal bir itirazın, karşı çıkışın ifadesiydi. Mehmet ÖZER

29


Bugünler geçecek Bunlar da gidecek Teslim olduğumuz Hiç görülmeyecek Kimler geldi kimler gitti Diz çöktü önümüzde Neler gördük neler geçti Korku yok gözümüzde

Zulüm dediğin üç günlük Dağlar evimiz bin yıllık Şimdi dağa çıkmalı Selam durmalı Ege'ye Tüfek çatmalı geceye Bir yanımda Börklüce Bir yanda Çakırcalı Yiğitlerin yolunda Umut salmalı ülkeye

Muzaffer GEZER

30


31


Hikayemiz;

güzeldir, direnişte kadınlarımız Bütün geceyi hiç uyumadan, "Benim yaşadıklarıma kim katlanabilirdi ki?" diye sorarak geçirdi. Ne kadar dayanabilir ya da dayanamazsa bu yaşadıklarına nasıl son verebilirdi. Eliyle yüzünü yoklayınca, az evvel silmesine rağmen patlamış dudak ve gözlerindeki ıslaklığı acıyla karışık tekrar hissetti. Ürperdi, beraberinde heyecanlandı. Belli ki ertelenmiş bir kararı hayata geçirme zamanı gelmiş, uzun süredir düşündüğü kurtuluşu da az ötesindeydi. Donuk ama kararlı bir şekilde mutfağa yönelirken, yerde yatan kızına vedalaşır gibi baktı. Boyası dökülmüş, kapı kolu yuvasından çıktığı için hiçbir zaman kapanmayan oda kapısını aralayıp, sessizce mutfağa girdi. Çok susamıştı, ama içmedi. Yapacak daha önemli bir işi vardı. Kirli ekmek bıçağını bulaşıkların arasından alıp, üzerinde yağ lekeleri birikmiş bulaşık beziyle sildi. Susuzluğunu yeniden hatırlayınca iki bardak suyu üstüne döker gibi içti. Fakat heyecanı tüm vücudunu sarmış olduğundan elleri titremeye başladı. Kalp atışları hızlandıkça yere düşecek gibi olup, adımları kısaldı. Yine de vazgeçmeyi reddederek, loş ışıkla birlikte duvara sürtüne sürtüne oturma odasına vardı. Birkaç kez derinden nefeslenip farkında olmadan

32

sıkıca tuttuğu bıçağa baktı. Kilometrelerce uzun bir yol yürümüş gibi yorgun ve bitkindi. Fakat artık kapı önündeydi. Son bir gayretle içeri girdiğinde, sonsuza kadar özgür olacaktı. .............. Zeynep ile Rojda, Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin bahçesinde iki gündür Berkin Elvan'la dayanışma için bekleyenlerin arasındaydılar. Berkin ile ilgili medyada çıkan aşırı kilo kaybı haberlerine öfkelenip ailelerinden zorla izin alarak Bursa'dan gelmişlerdi. Bu iki günlük bekleme sürecinde buradaki dayanışma ruhunu gördükçe birbirlerine defalarca iyi ki gelmişiz dediler. Birçok kişiyle tanışmış, arkadaş olmuş, yeniden görüşmeyi kararlaştırmışlardı. İnsanların samimiyeti, sıcaklığı, duygularının sadeliği, özgüvenleri hatta kendi yaşıtlarının bilgeliğine şaşırıp kendilerine kızmışlardı. Gece olup da hava ayaza döndüğünde sessizce üstlerine örtülen battaniyelerin ve gece boyunca uzatılan çayın sıcaklığını asla unutmayacaklardı. Buraya gelirken öfkeliydiler, oysa şimdi ayrılmalarına az zaman kalmışken öfke yerine emri ben verdim diyenden hesap sorma noktasına gelmişlerdi. Herkesle tek tek vedalaşıp göremediklerine selamlarını bırakarak, buruk bir ifadeyle kısa sürede yeniden geleceğiz dediler. Gerçekten çok üzülmüş ve sanki Berkin'e

ihanet ediyormuş gibi hissetmişlerdi. Hastane yakınlarındaki bir otobüs firmasından bilet alıp, servis saatine bir saatten fazla vakit olduğu için, caddeyi gezerken iki günün değerlendirmesini de yapmak için bir börekçiye girdiler. Zeynep Kürt böreği bol şekerli olsun dedi. Rojda aynen aynen dedi. ............. Esenler' deki büyük İstanbul otogarına vardıklarında Zeynep ve Rojda yağmurdan ıslanmış halde aralıksız gülüyorlardı. Öyle ki, neredeyse dalakları şişmiş ama kendilerine bir türlü engel olamamışlardı. Börekçide yiyeceklerini yerken, açık olan televizyonda zamanın başbakanı az evvel ziyaretinden geldikleri Berkin Elvan hakkında olumsuz şeyler söyleyip mitingdekiler de alkışlayınca, Zeynep dayanamamış yüksek sesle "şerefsizler" demişti. Orta yaşın üzerindeki börekçi, badem bıyıklarının üstündeki hokka burnunu kısıp, kaşlarını çatarak, biraz da Bekçi Murtaza havasıyla "Siz de onlardan mısınız, bölücü müsünüz? Siz var ya siz, şersiniz şer"... Rojda "Şer ne ya?" demişti ki, börekçi hızını alamayıp kendinden zayıf gördüğü iki kızın üzerine doğru yürüyünce Rojda görünüşünden beklenmeyecek şekilde ok gibi fırlayarak adamın koca göbeğine deyim yerindeyse kafasını gömerek onu sırt üstü yere uzattı.

sürecek


Grup Yorum'la Dayanışma Mesajları Joan Baez: Hapse konulmanızın asıl nedenleri müziğiniz ve işlerinizin insana dokunması, onları harekete geçirmesi, onlara kuvvet ve cesaret vermesi, fikirlerinizin doğru olması. Şimdi bu cesareti kendiniz adına taşımalısınız. Şarkı söyleyeceğim zaman sizin hikayenizi anlatacağım. Bizim yerimize fedakarlık gösterdiğiniz için teşekkürler. İyi dileklerimle, #GrupYorumaÖzgürlük #GrupYorumHalktırSusturulamaz Türkiye Yazarlar Sendikası: Grup Yorum’a Özgürlük! Gitarlarını, sazlarını parçaladılar; bileklerini kırdılar. Susturamadılar ve hepsini tutsak ettiler. Ancak halkların sesini kim tutsak edebilir ki? Onların türküleri, şarkıları zalimlerin yasalarından daha uzun yaşayacaktır çünkü biz biliyoruz ki türküleri yakanlar, yasaları yapanlardan daha güçlüdür. Grup Yorum’u duvarların ardına atmak, türkülerini susturmaya yetmeyecektir. Biz yazarlar, müzisyen kardeşlerimize yapılan zulmün bir gün sona ereceğini biliyoruz. Onları tutsak etmenin, bizlerin sözcüklerini de tutsak kılmak olduğunu kamuoyuna duyuruyoruz. Onların özgürlük mücadeleleri bizim de mücadelemizdir. Grup Yorum Nerede? Bugün ülkenin herhangi bir alanında, sahnesinde konseri olabilir mi? Evet olabilir… Hatta olmalıydı ama olmuyor, olamıyor! Çünkü, ülkemizde halk üzerinde terör estiren bir iktidar var; otobüs duraklarını, metro girişlerini, vapur iskelelerini, tren garlarını çevirip geleni geçeni sorguluyor, gözaltına alıyor, nedeni belli olmadan aylarca tutukluyor! Konserleri ve tiyatro gösterilerini engelliyor, filmleri sansürlüyor, resim sergilerinde sanatçıları tehdit edip yapıtlarını gösterimden kaldırtıyor, görünmez ellere heykelleri parçalatıyor! Kitapların, karikatürlerin peşine düşüyor, kültür merkezlerine baskınlar düzenleyerek içeride müzik aletlerinden dergilere ne varsa darmadağın ediyor, kırıp döküyor! Halk düşmanlarını, tecavüzcüleri aklamak için yasal düzenlemeler yapan bir iktidar var karşımızda. Yalan ve talana yaslanan saltanatını sürdürmek için; itiraz edenleri yok etmek istiyor, yürüdüğü karanlık yolda ayağına takılan taş olarak ezberlediği her muhalefeti yok etmek istiyor… Kendini ancak baskı ve zor ile var edebiliyor! İşte bu ortamda, Grup Yorum da sahnede değil zindandadır… Çalışmalarını sürdürdüğü İdil Kültür Merkezi bu ay iki kez basıldı, kırıp döküldü ve topluluğun tüm elemanları gözaltına alındı! Ülkede Grup Yorum dinleyen milyonlarca insan… Grup Yorum gözaltında susturulmak ve yok edilmek isteniyor! Ülkenin yazarları hapiste… Düşünürleri yargılanıyor… Sanat yapıtları tehdit altında ve böyle bir ülkede yaşamak bize acı veriyor!Sanatçıları, düşünürleri, emeğinin hakkını arayanları zindana tıkarak bu kanlı iktidar daha ne kadar sürecek? Sanat Meclisi bileşenleri olarak biz bu oyunu bozmak istiyoruz! Böyle geldi ama böyle gitmeyecek! Zulüm ejderha olsa da yenilecek!

33


Suavi: 1-Grup, 2-Yorum. Grup elemanları her an ‘değişme’ ihtimali de taşıyan örgütlü insanlardır. Bu değişiklik, mapusluk da dahil, bir çok nedenle olabilir. Ancak ve asla devamlılık engellenemez. Bu nedenle; şartlar ne olursa olsun ‘Yorum’ sürdürülecek ve kesinlikle susmayacaktır-susturulamayacaktır. ‘Grup Yorum halktır’ şiarı doğrudur. çünkü; bu müthiş sahiplenme, her an onlarca hazır yeni ve yetenekli insanca, adeta bir bayrak yarışı gibi teslim alınarak, kesintisiz müzikal devamlılık ve tarz sağlanacaktır. Hiç bir topluluğun böylesi yetenekli bir insan kaynağı yoktur bence. Bu nedenle bu güç teslim alınamaz ve biraz iddialı olabilir ancak; Grup Yorum’suz bir Türkiye oluşturulamaz.! Yani; Kaç kişiyi tutuklarsan tutukla, ‘Yorum’ tutuklanamaz, o gider diğeri gelir, üstelik daha da güçlü gelir! Ve: gelenek-repertuvar sürdürülür. Tüm bu olup bitenler ne ilktir ve ne de son olacaktır! Yorum dinleyicisi bunu bilir. Bunlara hazırdır. Olanlardan ürkmez. Üstelik daha da motive olur-sahiplenir. Kuşkusuz yaşananlar gülücükle karşılanmaz, bedel ağır olabilir. Kuşkusuz öfke çoğalabilir, ancak, sesler değişir-enstrümanlar değişir-kişiler değişir-repertuvar değişir ama: asla ve asla devamlılık değişmez-olası kesintiler uzun sürmez. Her gelen ‘yeni Yorum üyesi’ üstelik daha da yenilenerek çıkar izleyicinin karşısına. Son kerte de ‘zorunluluk doğsa örneğin ben bile’, 1 yeni üye olarak katılırım gruba ve bu geleneğe sahip çıkarak, çıkarım o müthiş dinleyicinin karşısına! Kısaca; Ne Yorum susar-Ne de Yorum’cu.! Ne dinleyici cayar bu sevdadan-Ne de Türküler yoksun kalır “Grup Yorum”dan” İzmir müzisyenleri: Bir şarkı da biz çalalım karanlığın yüzüne, duvarları aşsın gitsin Grup Yorum müzisyenlerine... Haluk Tolga İlhan: “Halka mal olmuş, halkın sesi olan, milyonları bir araya toplayan bir grubun üyelerinin tutuklanmasına açıklama yapmak çok zor” Mehmet Esatoğlu: Onların yeri bu ülkenin güzel sahneleridir, parklarıdır, sokaklarıdır. Onların konserlerinde milyonlarca insan toplanır. Grup Yorum elemanları derhal serbest bırakılmalıdır.

Dinçer Çalım: Bir GrupYorum'umuz var; en karanlık zamanlarda ışık olan, acımızı, özlemlerimizi, öfkemizi seslendiren.. #GrupYorumiçin Gürhan Torun: Grup Yorum emperyalizme karşı verilen haklı savaşta dünya halklarına umudu ve mücadele azmini kazandıran bir meşaledir.. Zonguldak Grup Yorum gönüllüleri Tarih ve türküler yalnız neler çektiğimize değil, nasıl direndiğimize de boyun eğmediğimize de şahit... İbrahim Karaca: Her yanında allı morlu güller açar Türlü türlü Bu fırtına dünden belli baş edeceksin Gene türkülerimizi söyleyeceğiz! Sen; kapısı bir biçimde hayatın müzik avlusuna açılan sanatçı dost, müzisyen arkadaş! Kapın mı çalınmalı bunun için? #GrupYorumiçin Bir Şarkı da Sen Söyle! Sabahat Akkiraz Grup yorum müzik yapar ve muhaliftir. Ve bunlar şuç değildir. Sanatla kavga eden hep kaybeder. Kara gündür gelir geçer . #GrupYorumSusturulamaz Tayfun Talipoğlu: İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler Yahudileri topladıklarında bunun abartı olduğunu zannediyorduk. Gaz odalarında çocuklarıyla boğulacakken herkes sırasını bekledi. Yahudilere teker teker soyunun dedikleri filmleri gördük. Ama yine kimsede ses yoktu. Bunların hepsi hayal gibi görünüyordu. Daha doğrusu insanlar inanmak istediklerine inanıyordu ama zamanla bize inandırdılar. Grup Yorum her zaman saldırıların ilk hedefi olmuştur. Burada olmak, dayanışmak önemli...

34


Müzik düşmanınız değil, dünya izliyor: Grup Yorum’u serbest bırakın Tüm üyeleri tutuklanan Grup Yorum'a dünyanın her yerinden destek çığ gibi büyüyor. Amerika, İngiltere, İtalya, İsveç, Norveç ve Kanada’nın da aralarında olduğu ülkelerden onlarca sanatçı Grup Yorum için mesajlar göndererek, Grup Yorum üyelerinin bir an önce serbest bırakılmalarını talep etti. Ünlü sanatçılar; “Müzik düşman değil”, “Anlamakta zorlanıyoruz”, “Tüm dünya olup biteni izliyor” gibi ifadeler kullandı. “Ünlü Grup Yorum’un haksız yere hapsedildiğini öğrendik, derhal serbest bırakılmalarını talep ediyoruz.” Özgür bir ülke olun İmzacılar: Müzisyenler ayrı ayrı mesajlar yollayarak da Grup Yorum üyelerinin serbest Amy Barr, Luigi Mocciabırakılmasını talep ettiler. Dünyanın dört bir yanındaki sanatçılar, “Özgür bir İtalyaConstance Rockdevlet olun” ifadelerini kullandılar. Kanada,Helen Lacey- İskoçya Lütfen Yorum üyelerini serbest bırakın ve korkmadan, modern Nancy Carlin- İngiltere özgür bir devlet olun. Umutla…” Lynette Goad- İngiltere Gregory Dexter Janet Bymers- Amerika “Onları serbest bıraktığınızda size gerçekleri söyleyeceklerdir. Eğer Dr. Emily J. Davidson- Amerionlar yanılıyorsa, doğru olanı siz söyleyin. Yorum’un derhal serbest ka bırakılması için çağrıda bulunuyorum.” Sandra J Barton- Amerika Robert Gregory Gabriele Schmiegelt- Alman“Grup Yorum üyelerinin derhal serbest bırakılmasını istiyorum!” ya Serena Rigitano Chiara Camporesi- İtalya “Grup Yorum’un haksız yere hapsedilmesine olan öfkemi ifade Antje Reinecke- Almanya etmek için yazıyorum Stephen Jessen- Amerika Onların hemen serbest bırakılmasını istiyorum.” Viktor Öman- İsveç Bob Reid Vår Benum- Norveç “Grup Yorum’un yasadışı olarak tutuklanması beni şaşkına çevirdi. Elizabeth Barraclough- AmeriDerhal serbest bırakılmalarını istiyorum.” ka Debbie Burns Giulio Mariotti- İtalya ‘Onlarla birlikteyiz, bu adaletsizliğe son verin’ Anne Miller- Amerika “Müzisyenlerin derhal serbest bırakılmasını ve bu adaletsizliğin S. Walker- Amerika durdurulmasını istiyorum. Onlarla birlikte olduğumu ifade ediyoA. M. McCormick- Amerika rum.” Elise Bartosik- Amerika Lynette Schmidt Yumiko Abe- Amerika “Merhaba, bu Amerika’da büyük bir haber. Üyelerin hemen serbest Dr. Jonathan Warren- Amerika bırakıldıklarını da duyurmamız gerekiyor.” Julia Marie

“Türkiye hükümetinin Grup Yorum üyelerini tutuklamasından ötürü dehşet içerisindeyiz.” Dennis W. Gillespie “Tutuklama, hapis cezasını protesto etmek için yazıyorum. Grup Yorum üyelerinin derhal serbest bırakılmasını istiyorum. Teşekkür ederim.” Stephen Naughton “Türkiye eskisi gibi değil” “Üzgünüm. Geçmişte insanlar benden bir ziyaret için ülke önermemi istediğinde Türkiye bir numaralı tavsiyemdi. Ancak şimdi bunu tavsiye etmem. Ülkenin, müzisyenlerin hapse atıldığı bir noktaya kadar gitmesi çok üzücü. Yorum ve diğer politik tutsakları unutmayacağız. Onların serbest bırakılması için çalışmalıyız. Teşekkürler.” Susan Kusano “Ünlü müzik grubu Grup Yorum’un haksız yere hapsedildiği bildirildi. Lütfen demokrasinizi koruyun ve grup üyelerini bugün serbest bırakın.” Deb Fulham “Haksız yere hapsedilmiş Grup Yorum'u serbest bırakmanızı rica etmek için size yazıyorum. Bütün Dünya, Türkiye'yi izliyor ve bir şeyler yapmanızı istiyor.” Lesley Smith Ünlü rock grubu Yorum'un haksız yere hapsedildiğini öğrendim. Onların derhal serbest bırakılmasını talep ediyorum. Birkaç kez Türkiye'ye geldim ve şimdi hükümetin özgürlüğünü savunanlar konusunda ne kadar baskıcı olduğunu öğrenmek beni üzüyor.” Bill Carroll “Uluslararası ünlü müzik grubu Yorum'un saygınlığını selamlıyorum. Müzik düşmanınız değil. Grup üyelerini serbest bırakın. Tüm dünya izliyor.” Robert A. Johnson “Joan Baez'den öğrendiğim ünlü müzik grubu Yorum, Erdoğan rejimi tarafından hapsedildi. Yorum’un haksız yere tutuklanmış ve cezaevine konmuş diğer tüm kişilerle birlikte serbest bırakılmasını istiyorum.” Nancy Kaplan

35


İNDİGO DERGİSİ: Türk komünist müziğinin bam teli: Grup Yorum: Türkiye’nin son 30 yılına damgasını vurmuş; Türkiye’deki komünist düşünceyi sazlarıyla, sözleriyle anlatan; sosyal içerikli olayları devrimsel müzikleri dillendiren bu toprağın sesi olan Grup Yorum… Adları nedir, bilmem… Kaç kişiden oluşur, bilmem… Ne yerler ne içerler, bunu da bilmem… Nerede yaşarlar, onu da bilmem… Bilmem gerekir mi, hiç zannetmem!.. Ben, ne mi bilirim? Neden aşağı sarkan ve ayran izi kalacak kadar uzun bıyık bırakırlar, bunu bilirim… Neden yeşile çalan bir kaban giyerler, bilirim… Neden “Amerika katil!” derler, bilirim… Neden “halkımızın gelini” derler bilirim… Neden “Reşo” derler, bilirim… Neden “Cemo” derler bunu da bilirim… Neden Nazım, Yılmaz, Ahmet

derler, bilirim… Neden “Deniz, Hüseyin, Yusuf” derler, bilirim… Neden “bağımsızlık, özgürlük” derler, bilirim… Neden Mamak, neden Metris derler, bilirim… Neden bu ülkede yüz binlerce insanı peşinde sürüklerler, bilirim… Onlar neden 30 yıldır bu ülkede varlığını sürdürür, bilirim… Onlar, neden bu ülkede rutubetli cezaevlerine girmiştir, bilirim… Emperyalizme, kapitalizmin sömürüsüne neden ‘dur’ derler, bunu da bilirim… Onların bildikleri de vardır elbet… Onlar; rüşvet, yolsuzluk, rant, talan–dolan bilmezler; bildikleri; haktır, hukuktur, emektir, emekçidir, özlemdir, barıştır… Sevgidir, işçi sınıfının birlikteliğidir, haksızlığa haykırıştır, halkların kardeşliğidir… Hüzne veda, sevince ortaklıktır… Ezildiğini düşündüğünüzde, bittiğini zannettiğiniz zamanda bir gülün açması, bir güneşin doğması gibidir… Sevgiliye verilebilecek bir papatya gibidir… Madencinin elindeki çekiç, çiftçinin elindeki oraktır…

Faşizme meydan okuyuştur… Eşitliktir… 6 yaşındaki çocukla evlenilebileceğini masumlaştıracak ülkeye başkaldırıdır… Dirençtir… Devrimin simgesidir… Alındaki kızıl beredir… Kundaktaki çocuğun geleceğinin sesidir… ‘Berdel’e kurban giden genç kızın sesini dillendirendir… Batı ile Doğu’yu birleştiren bir köprüdür… Temel’i, Dursun’u; Bedirhan, Rojin ile birleştirendir… Yeri geldiğinde Ferhat ile Şirin, yeri geldiğinde Mem ü Zin ‘dir… Türkçe’deki “aşk”tır; Kürtçe’deki “evin”dir… Kimi zaman adı Munzur’dur, kimi zaman Honaz’dır… Kimi yerde poyraz, kimi yerde lodostur; o yüzden bazen serttir, bazen bir serinlik yaratır… Yoksulun, garibanın yanında, zulmün karşısındadır… Vakti geldiğinde Soma‘da kömür madeninde, vakti geldiğinde ise Şirvan‘da bakır madenindedir ler… Evet, onlar bu toprağın sesi olan, dertleri türkü söyleyip insan sömürüsünü dillendiren, bu ülkenin komünist müziğin bam teli olan Grup Yorum üyeleri…

Bekir Coşkun:

Tam yüz defa gözaltına alındılar… Her dönemde suçlu sayıldılar… Askeri dönemlerde de sivil despotların zamanında da Grup Yorum yönetenlerin hiddetini çekti… Suriye'de konser verip Türk Bayrağı'nı dalgalandırdıklarında, Avrupa kentlerinde “Türkiye, Türkiye” sloganları ile yeri göğü inlettiklerinde ya da Filistin'in acılarını haykırdıklarında da kızdılar… En son basıp enstrümanlarını kırdılar… Yerlere saçılmış piyanonun tuşları, kırılmış kemanın yayı, parçalanmış gitarlar… Ve önceki gün Grup Yorum tümden tutuklandı… Müziği kafese kapattılar… Sev sevme… Müzisyenlere “Terörist” diyorsan dahi; silah yerine flüt, tank-top yerine piyano, kurşun yerine do re mi fa sol… İnsanlığın muhtaç olduğu şey değil midir?.. İnadına dünden beri dilimde Grup Yorum: “İşte bizim son sözümüz Kanımızla yazıyoruz Özgür doğacak günlerin Bedelini ödüyoruz…

Edip Akbayram: Ülkemizde bir çok insanımız Sadece düşündükleri, yazdıkları ve şarkı söyledikleri için çok acı çektiler ve halen çekmektedirler... Çalmazsan kapımı çalarlar kapını. Dayanışmayı büyütmeliyiz.

36

Banda Bassotti: Bu gece Erdoğan’ın polisleri tarafından saldırıya uğrayan Grup Yorum, DEV-GENÇ’liler ve Okmeydanı halkının yanındayız. Yoldaşlarımızı derhal serbest bırakın! Zafer Yakında! "


SARKILARIMIZ EN ÖNDE SAVASACAK Sıyrılıp Gelen (1986) Grup Yorum efsanesinin ilk albümü. Albümde, Yorum henüz 17 yaşında idam edilen Erdal Eren için “Büyü” diyerek seslendi insanlara. “Sıyrılıp Gelen” bir saatin habercisiydi şarkılar. “Hüznün İsyan Olsun” dendi, şairlerden şiirler bestelendi... Haziranda Ölmek Zor/Berivan (1987) Şiir müziğin iskeletidir. Hasan Hüseyin’in, Nazım Usta’ya ağıdıydı “Haziranda Ölmek Zor”. Filistin’den Şili’ye tüm dünyayı dolaşmış bu albüm, bir geleneği başlatarak Çav Bella’yla son buluyordu. Türkülerle (1988) Türküler, türkülerimiz... Anadolu halklarının binlerce yıllık hasreti, sevdası, kini, neşesi... İşte Yorum bunun için üçüncü albümünü “Türkülerle” seslendirdi. Çukurova’da “İnce Memed”in hikayesiydi türküler, bebeğe söylenen “Nenni”, “Çatal Çama” atılan kurşundu... Cemo/Gün Gelir (1989) Halkın sanatını yapmanın bedelini ödedi Yorum yıllarca. Bu bedel çoğu zaman tutsaklıktı ve tutsaklıklar her zaman yeni üretimlere gebeydi. Mersin Hapishanesi bir başyapıtın doğuşuna şahit oluyordu. “Cemo”... Danimarkalı müzik gruba Savage Rose da Yorum için bir şarkı gönderdi albüme “Stein I Bjerget”... Gel Ki Şafaklar Tutuşsun (1990) Bir çağrıydı “Gel ki Şafaklar Tutuşsun”... Zulmün olduğu her yerde halkın safına yapılan bir çağrıydı. Teslim ol diyenlere verilen “Direnişcilerin Cevabı”; “Apo, Fatih, Hasan, Haydar”a yakılan türkülerdi. Yürek Çağrısı (1991) “Dalların sevdası düşmüş toprağa, Umutlar sığmıyor meydanlara...” Bu sefer Adnan Yücel’in sözleriyle yapıldı “Yürek Çağrısı”. Ne madenciler

unutuldu, ne evlatları için dayak yiyen analar... Cesaret (1992) “Yenik Değildik” hiçbir zaman, “Cesaret”imizi asla kaybetmedik çünkü. Yine ağıtlarımız en önde “Karadeniz”in evladı Sinan’a, “Seher Yeli Kız”a... Hiç Durmadan (1993) Bu albüm “Sivas”da yakılanların, can evinden ihaneti yaşamışların ve ona rağmen “Hiç Durmadan” yürüyenlerin, “Derviş” olup gönül gönül dolaşanların albümü. Müzikalite açısından bir dönüm noktasıydı Yorum için... İleri (1995) “İleri” bir Kürt marşıdır (Herne Peş). Geri adım atmamanın kararlılığıyla haykırılmış bir marş... “Dünya Halkları Kardeştir” diyerek yine diyar diyar dolanmış bir albümdür “İleri”. “Dersim’de Doğan Güneş” ve “Bağcılar’da Üç Karanfil”den de haber veren bir albümdür “İleri”... Geliyoruz (1996) ‘96 yılı Gazi’nin yılı oldu. Yüzyılların isyanıydı “Gazi”... Ve “Uğurlama”... Yorum denince akla gelen bir klasik, bu albümdeydi. Marşlarımız (1997) Marşlarımız, coşkularımızdır... Marşlarımız, öfkemizdir... Marşlarımız, sorulacak hesabımızdır... İşçilerin, köylülerin, gençlerin, savaşanların marşları bu albümde yer aldı... Boran Fırtınası (1998) “Boran bi maviş kuştur...” Bir destandır Boran, hapishanelerde direnişin sembolü... Bedenlerini mavzer yapıp düşmanın üzerine atılanların albümüdür Boran... Açlığın zaferidir Boran... Kucaklaşma (1999) Kucaklaşma Yorum’un ilk enstrümantel albümü. Müziğin gücünün sözsüz de ne denli büyük olduğunun kanıtıdır adeta. Kucaklaşma yoldaşına hasret kalanların albümüdür... 15.Yıl Seçmeler (2000) Cemo’dan Uğurlama’ya, Güleycan’dan Berivan’a 15 yıllık Yorum tarihinin seçmelerinin yer aldığı albüm...

Eylül (2001) Yorum’un ilk teklisi. Ulucanlar için bestelenmiş bir şarkıdır. Feda (2001) Çıktıktan 1 ay sonra toplatılan bir albümdür Feda... 19 Aralık’ların albümüdür. Bedenini yoldaşları ve halkı için tutuşturanların, 28’lerin, 122’lerin albümüdür Feda... “Kızılcık Şerbeti” içip “Bir Mevsim” açlığa direnenlerin albümüdür Feda... Biz Varız (2003) Yorum’un ikinci teklisi. Emperyalizme diz çökmeyen Irak halkı için, Amerika’ya “Geçit Yok’ diyenler için, her şeye rağmen “Biz Varız” diyenler için çıkarılmış bir albüm... Yürüyüş (2004) Açlığın “Yürüyüş”ünün beşinci senesinde çıkmış bir albümdür. “Beyler bu vatana nasıl kıydınız?” diye sorar. “İnsan olan vatanını satar mı?” diye sorar. Ve bu vatan bizim diyenlerin dilinden “İşte Buradayız” diyerek cevap verir... Yıldızlar Kuşandık (2006) “İşte yine doruğundayız hayatın Kalbimiz gümbür gümdür atmakta” Bu albümün özeti işte bu iki dize... Başeğmeden (2008) “Başeğmeden” yürünen yoldur Yorum’un yolu... “Çocuklarımıza” bırakılan yarınlardır Yorum’un yolu... “Sen Olacağız” dediklerimizin yoludur Yorum’un yolu... Halkın Elleri (2013) Hayatın temposuyla geç gelen albümdür “Halkın Elleri”... Zere’nin elleridir zindanlardan alıp çıkarılan... Haziran Ayaklanması’nın dayanışan elleridir “Halkın Elleri”... “Yeni Baştan” kurulan hayatın elleridir “Halkın Elleri”... Dünden Yarına Ustalarımız/Ruhi Su (2015) “Dünden Yarına Ustalarımız” serisinin ilk albümü... Yorum’un ustalarına vefasının göstergesi, yarının ustalarına bırakılan bir eser niteliği ve halkın Ruhi Su’ya duyduğu özlemle harmanlanmış “Dünden Yarına Ustalarımız/Ruhi Su” albümü...

37


ADALET YOKSA HAYAT NE? FOTOĞRAF(başlık değişecek) Dışarıda soğuk insanı donduracak derecedeydi. Dünde kar yağmıştı İstanbul’a. İşten eve yeni varmıştı. Eskiden olduğu gibi soba olsaydı ellerini üzerine koyup ısıtmak isteyecekti. Yanan sobanın üzerine çayı koyup demlemeyi de isterdi. Ama artık gecekondu mahallelerinde de sobalı ev çok az kalmıştı. Oturdukları mahalleyi Devrimci Sol’cular kurmuşlardı. İsmini de Birlik Mahallesi koymuşlardı. Yıllar sonra, AKP mahallelerinin ismini de değiştirmişti. Eskiden solcu olup sonradan dönen Cemil Meriç’in ismini koymuşlardı. AKP yıllar sonra bir döneği ödüllendirmiş oluyordu. Faruk ailesi ile birlikte yaşıyordu. Annesi, babası ve kardeşi yazın köye gitmişlerdi. Kış gelmesine rağmen, bu yıl köyde hayvanlarını bırakacakları kimse bulamadıklarından daha gelmemişlerdi. Yalnızdı. Dünden kalma yemekleri ısıtıp, yiyip sonra da odasına geçti. Odasında koca bir kütüphanesi vardı. Kitap okumayı seviyordu. Yıllarca yattığı mahpusluk kitapları daha çok sevmesini sağlamıştı Duvarlarında Mahir, Dayı, Sabo, Che, Marks, Lenin, Engels, Stalin’in fotoğrafları, Hasan Ferit’in bir fotoğrafı da odanın başka kösesinde asılıydı. Hasan Ferit’i tanıyordu. Çeteciler tarafında vurulduğunda Faruk’ta oradaydı. Gülsuyu’ndaki uyuşturucu çetecilerinin saldırılarına karşı yürüyüş vardı. Çeteciler yürüyüşteki kitleyi taramış, Hasan Ferit’i katletmişlerdi. Odası hücreyi andırıyordu. Dışarıya açılan penceresi yoktu. Ailesi yıllar önce bu evi tuttuklarında tanıdıkları olan ev sahibi, “bu odada ancak Faruk kalır. O yıllarca hücrelerde kalmış birinedeolsa”demişlerdi. “Bugün 16 Aralık” dedi kendi kendine tarihi hatırlatarak: Üç gün sonra 19 Aralık… Tam 16 yıl olmuş, 19 Aralık 2000... Gecenin karanlığında gelip uykularımızda basmışlardı. 19 Aralık Katliamı’nda Ümraniye Hapishanesi’nde yatıyordu. Kitaplığında Ümraniye Hapishanesi’ndeki direnişi anlatan “Canım Feda” kitabını eline aldı. “Canım Ahmet abi” dedi Ahmet İbili’ye seslenircesine. Ölüm orucu

38

ateşte kendi arkadaşlarını direnişçilerinin kesinleştiği son konuşmavurmuşlardı. Bir asker, askerlerin da, her gönüllüye sorulan “hazır mısın?” silahlarından çıkan mermilerle sorusuna, bir cümleyle şu yanıtı vermişti hayatını kaybediyordu. İkinci gündü Ahmet İbili : düşman subayı anons ediyordu: “Bir canım var, feda olsun halkıma!” Eline “Yeter artık teslim olun. Siz nasıl aldığı kitap, adını bu cümleden almıştı. insanlarsınız... Size yalvarıyorum Kitabı ilk çıktığında okumuştu. Kitapta teslim olun…” Tek bir devrimci tutsak anlatılanların tanığıydı zaten. Sayfaları teslim olmuyordu. Dost, siper yoldaşı çevirdi. Sayfaların arasında daha önce bildikleri de teslim olup F tipi hücrelsakladığı, ölüm orucu direnişindeyken erin yolunu tutmuştu. Kürt milliyetçilbedenini ateş topuna çevirip feda eden eri katliam operasyonu başladıktan Muharrem Karademir’in, Kandıra F Tipi sonra devrimcilerin üzerine koğuş Hapishanesi’nde kendisine hatıra olarak kapılarını kapatarak düşmana bıraktığı fotoğraf çıktı. 19 Aralık sığınmışlardı. Katliamı’nda Muharrem ile birlikteydiler. Üç gün boyunca, devrimci tutsaklar Aynı barikatın arkasında duruyorlardı. direnerek katliamın önüne geçmeye Muharrem Karademir’in ölüm orucuna çalışıyorlardı. Ümraniye Hapishanebaşladıktan sonra çektiği fotoğrafa bakarken, 19 Aralık Katliamı günlerine gitti. si’nde yıkılmadık koğuş kalmamıştı. Devrimci tutsaklar, F tipi hücre hapishanel- Onlarca devrimci tutsağı katletmeyi erine gitmemek için başladıkları açlık grevi göze almışlardı. Hapishanenin çatılarını delip, oralarda otomatik direnişini, ölüm orucuna çevirmişlerdi. silahlarla devrimci tutsakları tarıyorDışarıda TAYAD’ lı Ailelerin öncülüğünde lardı. sürdürülen bir mücadele de vardı. İktidarÜçüncü gün... Dört tarafları sarılmış, da DSP-MHP hükümeti vardı. Başbakan hareket edecekleri başka yerde Bülent Ecevit idi... 1 yıldan fazla üzerinde kalmamıştı. Devrimci tutsaklar çalıştık dedikleri katliamların, döneminin birbirlerine son vedalarını yapıyorbaşbakanı Bülent Ecevit, “IMF politikalarını lardı. Çatıdan otomatik silahlarla ateş hayata geçirmek için F tipi hapishaneleri ederken, kimyasal bombalar da açmak zorundaydık” diye savunuyordu. atıyorlardı. Attıkları kimyasallar insan Fotoğraf elindeydi. Arkasını çevirdi. üzerindeki elbiselere bir şey yapmazHasan Hüseyin’de bir şiirinde dizeler ken derileri yakıyordu. yazmıştı Muharrem yoldaşına; benim Faruk’ta o anda yakında olan bütün şarkılarım iri kuşlardır al ve şafakleyoldaşlarıyla vedalaşıyordu. Alp Ata yin / Işıklı nehirler büyütür silah seslerim Akçayöz ile vedalaşmıştı. Ona kendine tan karanlığında yekinir yürür orman / çok iyi bak demişti. Hangi yekinir yürür toprak / yekinir yürür yoldaşlarının şehit düştüklerini tam kalabalıklar / Ve der ki kitabın orta yerinde olarak bilmiyorlardı. Ağır yaralı olarak / bütün ırmakları dünyanın / Kızılırmak’tan Rıza Poyraz yoldaşları vardı. geçer.” İşkence ile ring araçlarına bindirilm(H. Hüseyin) işlerdi. Girişte işkenceci polislerden Şöyle seslenmişti yoldaşına; biri Faruk’a sordu : ‘’Kaç ölünüz var, Sevgili... 100 tane var mı?’’ Cevap vermemişti Her şafak vakti kulağın ve yüreğin şafakta Faruk. Öfkeli gözlerle bakmıştı. ve Kızılırmak’ta olsun. Kızılırmak her Sonra da ortaya çıktığı gibi, Türkiye coştuğunda belki coşan hasretimizdir. oligarşisi, AB başta olmak üzere Sevgilerimle /Muharrem Karademir ülkedeki siyasi partilerin hepsiyle, 19 Aralık Katliamı’nı unutmuyordu. Fotoğrafa bakarken o günleri yaşar gibiydi. devrimci tutsakların ölümü üzerine anlaşmışlardı. Üç gün boyunca düşman her türlü silahla Saatlerce süren işkenceli yolculuktan saldırdığında, devrimci tutsakların sonra Kandıra F Tipi Hapishanesi’ne yüreklerindeki inançlarından başka getirilmişlerdi. Kandıra F Tipi Hapishasilahları yoktu. nesi’nin girişinde işkenceden geçirAhmet İbili, katliam operasyonu durdurulsun diye bedenini ateşe verip hapishane ilmiş, çırılçıplak F tipi hücrelerine konmuşlardı. Hepsinin aklı maltasına doğru yürüyordu. Korkuyla ateş yoldaşlarındaydı. Ercan Polat, Umut açtılar. Ahmet İbili yere düşmüştü ama Gedik, Rıza Poyraz şehit düştü mü? askerler ateşi kesmiyordu. Onlarca mermi Ölüm orucu direnişçileri nasıldı? boşaltmışlardı. Korkuyla ateş ediyorlardı, o


haberleşecek, sohbetlerine devam edeceklerdi. İki gün üst üste zorla müdahale için hastaneye götürülmüştü. Üçüncüsünde kesin zorla müdahale ederler diye düşünüyordu. Bunun önüne geçmek için feda eyleminde bulunacaktı. Faruk hücresinde okuduğu kitaba dalmışken Muharrem’in sesini duydu. Koşarak havalandırmaya çıktı. Muharrem Faruk’a sesleniyordu. -Geliyooorrr... Çatı postasıyla not gönderdi. Faruk notu açıp okudu :”Bu akşam havalandırma kapıları kapanır kapanmaz feda eyleminde bulunacağım. Siz yoldaşlarıma, partime, halkıma ve aileme ayrı ayrı mektuplarım var. Onları da gönderiyorum. Sen ulaştırırsın. Hepinizi seviyorum. Sonuna kadar. Zafer'e kadar. Bu yürek daima size, BİZ'e ait olacak..." Faruk Muharrem’in kendisine gönderdiği mektupları ulaşılmazsa diye, birer kopyasını defterine yazdı. Defter duruyordu. Elindeki kitabı bıraktı. Dolapta sakladığı defterini açtı. Muharrem konuşuyordu: Canım Annem, Canım Kardeşim; Sizler bu satırları okuduğunuzda sizleri çok ama çok seven bu yürek durmuş olacak. Daha doğrusu bu bedende duran, artık, sizlerin yüreğinin yanında çarpmaya başlayacak. Şunu bilin ki her zaman sizlerle birlikte olacağım. Güldüğünüzde güleceğim, ağladığınızda ağlayacağım. Mutlu olun, birbirinize daha sıkı bağlanın. (...) Sizlere o kadar çok şey yazmak istiyorum ki. Ama zaman yok. Ki paylaşacağımız birçok şeyi paylaştık diye düşünüyorum. İnsan onuru için yaşar. Ben de onurum için öleceğim. Son nefesimi verirken mutlu olduğumu bilmenizi isterim. Siz de fazla üzülmeyin. Onurlu bir oğlunuz ve ağabeyiniz olduğundan dolayı gurur duyun. (...) Sizleri çok ama çok seviyorum. Birbirinize sıkı sıkıya bağlanın. Sizleri birbirinize bağlayan kolların arasında Yanlarında, yörelerinde kimler vardı? Birbirlerine seslendiler. benim de kollarım olacak. Kendinize çok ama çok iyi Seslerini birbirine kavuşturmaya çalıştılar. bakın. Günler sonra, Ahmet İbili, Ercan Polat, Alp Ata Akçayöz, Rıza Hoşçakalın... Poyraz’ın şehit düştüğünü öğrendiler. Diğer hapishanelerde de Dışarıda yağmur yağıyordu. Sanki başka bir gökte yağan şehitler vardı. bir yağmurdu. Muharrem’in umuduyla yağıyordu. Büyük Direniş F tipi hücrelerde yeni ölüm orucu ekipleriyle Muharrem hep derdi; “Mesele umutlu olmak değil, umut devam ediyordu. F tipi tecrit işkencesi de direnişi kıramamış. olmakta.” Umut olacaktı. Devrimci tutsaklar devrimci yaşamlarını F tipi hücrelerde Gardiyanlar havalandırma kapılarını kapatıp gittiler. sürdürmüş, direnirken üretmeye devam etmişlerdi. Birbirleriyle Muharrem Faruk’a söylemişti. Havalandırma kapıları haberleşmeleri ‘’Çatı postası” dedikleri, kestikleri pet şişelerin kapanır kapanmaz, kulağın bende olsun. Üst kata çık, içine ağırlık olsun diye eski gazete sayfalarından kağıtlar koyuyor- akşamları sohbet ettiğimiz duvara kulağını daya, kulağın lardı. Poşetlerin arasına birbirlerine yazdıkları notları koyup ve yüreğin bende olsun. Faruk yukarı çıktı. Kulağını çatıların üzerinden atarak ulaştırıyorlardı. Muharrem’in dediği gibi duvara dayadı. Faruk ile Muharrem’de ayrı hücrelerde kalıyorlardı. Ama her gün -Birazdan başlayacağım. Düşman beni alıp götürmeden çatı postası ile mektuplaşıp sohbet ediyorlardı. Aradan yıllar slogan atmayın. Hedefime ulaşmak istiyorum. Sizleri çok geçmişti. Bir gün hücrelerinin kapısı açıldı. Muharrem Kardemir’i seviyorum. Kendinize çok iyi bakın. karşılarında görünce sevinçten yerinde duramamıştı Faruk. -Bizlerde seni çok seviyoruz. Şehitlerimize selamlarımızı Eşyalarını bırakmış, uzun süre birbirlerine sımsıkı sarılmışlardı. ilet… Umut oldu Muharrem… Gardiyanlar Muharrem’in Gardiyanlar, “Muharrem hadi eşyalarını içeri almayacak mısın?” hücresine girmişlerdi. Biraz beklettikten sonra demese sarılmaları bitmeyecekti. Yoldaştılar, yıllar olmuş, aynı pencerenin camını açıp haykırdı Faruk; hapishanede olmalarına rağmen seslerini dahi duymamışlardı. O -Muharrem Karademir ölümsüzdür... gün, gece geç saatlere kadar uyumamış, özlem gidermişlerdi. Kandıra F tipi hücrelerinde yankılanan ses, İstanbul’un Fotoğrafı kalbine götürdü. “Muharrem’e” dedi, karşısında Muhar- emekçi mahallelerinde duyuluyordu. Konuşan Muharrem’i gördü. Muharrem Faruk’un gözlerinin içine bakıyordu. rem’di aslında. Yağan yağmurda. Yağmur başka bir Muharrem 20 Ekim 2003’te, Gültekin Koç Ölüm Orucu Ekibi’nde gökten yağıyordu o gün Kandıra’da… (10. Ölüm Orucu Ekibi) bir direnişçi olarak ölüm orucuna başladı. Muharrem’in ölüm orucu bandını Faruk takmıştı. O gün akşama doğru Muharrem’i, Faruk’un yanından alıp başka bir hücrede tek Levent NAVRUZ başına koydular. Bununla Muharrem’i yalnızlaştırıp ölüm orucunu bırakır diye düşünüyorlardı. Muharrem’i çaprazlarındaki hücreye koymuşlardı. Muharrem gider gitmez yoldaşına seslendi. Seslerini duyuyor ama birbirlerini göremiyorlardı. Çatı postasıyla

39


BİR YİĞİT Kİ : MOLLA MEHMET KARAYILAN “Atına binmiş de elinde dizgin Vardığı cephede hiç olmaz bozgun Çeteler içinde Yılanım azgın Vurun Antepliler namus günüdür Vurun Kürt uşağı namus günüdür Sürerim sürerim, gitmez kadana Fransız kurşunu değmez adama Benden selam söylen nazlı anama Vurun Antepliler namus günüdür Vurun Kürt uşağı kavga günüdür Karayılan der ki; harbe oturak Kilis yollarından kelle getirek Nerde düşman varsa orda bitirek Vurun Antepliler namus günüdür Vurun Kürt uşağı kavga günüdür"

“Antepli’ler silâhşör olur; uçan turnayı gözünden, kaçan tavşanı ard ayağından vururlar ve Arap kısrağının üstünde taze yeşil selvi gibi ince uzun dururlar.”

Anadolu halkı vefalıdır yiğitlerine. Sazlarıyla, sözleriyle, ağıtlarıyla anarlar düşenlerini. Karayılan bin bir açan tohum gibi düşerken toprağa; Antep halkı işte bu sözlerle andı onu… Anadolu tarihi sayısız kahramanlık, direngenlik ve zulme karşı başkaldırışlarla doludur. Hiçbir an yoktur ki Anadolu’da yeni bir kahramanlık destanı yazılmasın, yeni bir yiğit yoğrulmasın. Kawa’dan, Bedreddin’den, Mahirler’den bugünlere uzanan bu tarihin belki de en destansı dönemi “Kurtuluş Savaşı”mızdır. Emperyalizmin işgallerine karşı Anadolu halkının topyekun direnişi bu dönemdedir. Osmanlı’nın işbirlikçiliğine karşı dik duruş işte yine bu dönemdedir. Halk işgallere karşı yerelde örgütlenip Kuvva-i Milliye adını alırken, İzmir’de Hasan Tahsin ilk kurşunu atarak başlattı direnişi…v Ardından Demirci Mehmet Efe, Ege

40

Dağları’nda ayaklandı… Ve İç Anadolu’da Ethem… Ve Maraş’ta Sütçü İmam… Ve Antep… Tam 6317 şehit ile tarihinin en amansız savaşına tanık olmuştu. Bir yandan işgalciler, bir yandan soyguncu çeteler… Düşman şehre ilk ayak bastığında gelenler İngiliz’di. Ardından Antep’i Fransızlar’a bıraktılar. Antep halkı öfkeliydi, gizli örgütlenmeler daha ilk günden başlamıştı. Ufak bir kıvılcıma bakıyordu her şey. Ve 21 Ocak 1920, ilk kıvılcım alevlendi.

Annesiyle birlikte evine giderken, Fransız işgalcilerin tacizlerine taşla karşılık veren Kamil adında bir çocuk, askerler tarafından süngülenerek öldürülmüştü. Antep’in ilk şehidi henüz 14 yaşındaki Kamil olmuştu. Bu olayla birlikte artık direniş açık bir şekilde başlatılmıştı. 20 Ocak 1920 günü, Antep-Maraş yolu arasındaki Karabıyıklı mevkiinde Antep’ten Maraş’a geçmekte olan büyük bir bölük Fransız birliği, Karayılan Çetesi tarafından bertaraf edilmişti. Haber Antep’e ulaşınca büyük sevinçle karşılandı. Herkes Karayılan adındaki bu yiğidin kim olduğunu tartışıyordu. Karayılan bir askerdi. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Sarıkamış’ta savaşmış, bu savaşta ayağından

yaralanmış, savaş bitince de köyüne dönmüştü. Aslında Antep’in yerlisi değil, Besni kazasına bağlı Kürt Elifler köyündendi. Asıl adı Mehmet’ti. Yöresine göre varlıklı sayılabilecek Kabalar aşiretine mensuptu. Küçük yaşta kendi kendine okuma-yazmayı öğrenmiş, bir süre köy imamlığı yapmış ve halk arasında Molla Mehmet olarak anılmaya başlamıştı. Babası, kendisi 16 yaşındayken çeteler tarafından öldürülmüştü. Köyüne döner dönmez halkın perişan halini gördü ve harekete geçti. Tamamı akrabalarından 82 gönüllüyü çete olarak topladı. Bir an bile tereddüt etmeden 1600 baş hayvanını satarak cephanelik satın aldı ve kimseden yardım almaksızın çetesini donattı. Önce soyguncu çetelere karşı mücadele etti; Eşkıya Bozan Ağa’yı vurup, çetesini dağıttı. Ardından kimsenin haberi olmaksızın Antep-Maraş yolundan geçen Fransız birliklerine saldırarak 50 kişiyi esir aldı ve bu saldırıyla adını duyurdu. 82 kişilik çetesiyle birlikte kuşatmayı yarıp Antep’e girmeyi başardı ve Mehmet Sait (Şahin Bey) önderliğindeki Antep Direnişi’ne dahil oldu. Çetesiyle Antep Cezaevi’nin kapılarını açtıran Karayılan, mahkumların ellerine silah vererek çetesine yeni gönüllüler kattı ve düşmanla savaşmaya durmaksızın devam etti. Elmalı cephesinde Birinci ve İkinci Ağca-


koyunlu cepheleri, İkizkuyu Cephesi, Nizip Yolu Savaşları, Kurbanbaba Savaşı ve Mağarabaşı Savaşları’nda çetesiyle birlikte yer aldı. Bu arada 24 Mart günü, 300 kadar adamıyla, Antep-Kilis yolundaki Elmalı Köprüsü’nde tam 4 gün boyunca Fransız ikmal yollarını kesen Şahin Bey, düşmanın şehre girmesine engel olmaya çalışıyordu 4. Günün sabahında 18 kişi kalmışlardı, yanındakilerin geri çekilelim telkinlerini “Düşman buradan geçerse ben Antep’e ne yüzle geri dönerim, düşman benim cesedimi çiğnemeden Antep’e giremez” diyerek reddeden Şahin Bey, akşama doğru tek başına kalmış, Elmalı Köprüsü’nü yıktırarak taşların arkasında sipere yatmıştı. Tek başına Fransızlara karşı koyarken mermisi bitti ve cephanesiz kaldı. Tüfeğini köprünün taşlarında kırarak, yumruklarıyla düşmanın üzerine atıldı… “Ben Antepliyim, Şahin’im ağam. Mavzer omzuma yük. Ben yumruklarımla dövüşeceğim. Yumruklarım memleket kadar büyük…” Fransız işgalci askerleri onu sol kulağının arkasından ve karnından süngüleyerek öldürdüler. Şahin Bey’in şehitlik haberi Antep’e

tez ulaştı. Şahin Bey’in naaşını Karayılan kucağında taşıyarak şehre getirdi ve defnetti. Şehitlere yas tutacak vaktin olmadığını herkes biliyordu. Kavga artık daha çetin, gün artık daha kızıldı. 24 Mayıs 1920 sabahı Karayılan erkenden kalktı. Her zaman olduğu gibi beyaz elbiselerini giyip tüfeğini kuşandı. Karargah olarak kullandığı Karagöz Camii’ne giderek cami imamına kamçısını ve gümüş saplı kamasını emanet etti. “Dönersem bunları geri alırım, dönemezsem köydeki kızım Selvi’ye verirsin” diyerek Sarımsak Tepe mevkiine doğru yola koyuldu. O gün Sarımsak Tepe’de zorlu bir savaşta galip gelmişlerdi. Düşman kaçmaya başlayınca Karayılan’ın içi içine sığmadı, bir hışımla doğruldu siperden. İlerdeki çiti aşmak için yeltenirken vurulduğunu hisseti. Yıllardır cephelerde olan bir asker olarak bu hissi daha önce de yaşamıştı. Sinsice ateşlenen bir kurşun göğsünü parçalamış, ciğerini delmişti. Kabalar Aşireti'nden Molla Mehmet Karayılan 32 yaşında işte böyle şehit düşmüştü. Karayılan varlıklıydı. Bölgesinin en köklü, en namlı aşiretlerinden birinin reisi konumundaydı. Yüzlerce baş

hayvana, dönümlerce araziye, mala mülke sahipti. Gençti, sağlıklıydı, yeni evlenmiş, yeni çocuk sahibi olmuştu. Üstelik Antep'in yerlisi bile değildi. Ama kar etmedi. Karayılan 1600 baş hayvanını satarak, arazilerini sahipsiz bırakarak; karısını dul, çocuğunu yetim bırakmak pahasına Antep savunmasına katıldı. Kimseden tek bir kibrit çöpü bile yardım almadan kendi başına kurdu çetesini. Hepsi de aşiretinden akrabalarıydı. Şehit düştüğünde ise kızına miras olarak sadece “kamçısı ve gümüş saplı kamasını” bıraktı. İstese hiç bir şeye karışmaz, rahat minderinde oturur, bebesini büyütürdü. Malını mülkünü o telaşeden nasıl zararsız çıkaracağını hesaplardı. Kimse de “sen niye savaşmıyorsun” demezdi. İşte bu yüzden Karayılan'ın Fransızlara karşı savaşması insanları bu kadar şaşırtmıştı. Antep, 11 ay süren bu savaşta 6317 evladını şehit verdi. Ve bu sayı Kurtuluş Savaşı'ndaki bütün savaş meydanlarında şehit düşen insan sayısının yarısına eşittir...

Bedirhan DEVECİ

41


NASIL YAPMALI? “Yoksuluz biz, ama emekçiyiz, güçlü kollarımız var. Cahiliz, karanlıklar içindeyiz, ama aptal değiliz; ve aydınlık istiyoruz. Okuyup öğreneceğiz ve bilgi bizi kurtaracak; çalışacağız ve emeğimiz bize varlık sağlayacak. Bu iş böyle olacak, yaşayan görecek.” “Kabayız, ama kabalığımızdan yine kendimiz çekiyoruz. Bir yığın kör inançla dolu kafamız, bunun da acısını biz çekiyoruz ve bunun farkındayız. Mutluluğu arayacağız, insanlığı bulacağız ve hepimiz iyi olacağız. Bu iş böyle olacak, yaşayan görecek.” “Bilgiyle donanmamış emekten verim alınmaz. Başkaları da mutlu olmadan biz mutlu olamayız. Aydınlanacağız ve varlıklı olacağız; mutlu olacağız, kardeş-bacı olacağız. Bu iş böyle olacak, yaşayan görecek.” “Öğreneceğiz, alışacağız; şarkı söyleyeceğiz, seveceğiz; dünya cennet olacak. Yaşamaktan sevinç duyacağız, bu iş böyle olacak, o günler gelecek, hepimiz göreceğiz o günleri.” Çernişevski

42


SEVDADAN FEDAYA

Hasan Biber’ in yedinci kitabı, Boran Yayınları’ndan yayınlandı. Bu kitaplardan altısı şiir, bir tanesi roman. Son çıkardığı kitap ise, “Sevdadan Fedaya...Şafak Gözlü Vatanım” adlı şiir kitabıdır. Hasan Biber, yıllar önce bir liman işçisi olarak ellerinin nasırını bilincinin aydınlığıyla keskinleştirerek hayatı güzelleştirmenin kavgasına girmiştir. Girdiği kavga Amerikan emperyalizmi, işbirlikçileri vasıtasıyla Hasan Biber’i ve yoldaşlarını kaçırıp Yunanistan’ın Larissa ve Koridalllos Hapishane’lerinde tuttu. Ama onlar Anadolu’nun direngen kokusunu, ruhunu içlerine çekmeye devam ettiler. Kızıldere’nin kokusudur bu. Ki Hasan Biber’in dizeleri bize ihtilalin yolunun Anadolu’nun bağrından geçtiğini anlatıyor. Geleceğiz Dileklerimizle geleceğiz Dileklerimizin büyüttükleri umutlarla halk düşmanlarından hesap sormaya geleceğiz... Bir Şafak vakti Öfkemizle, kinimizle, inançlarımızla Ezilen, sömürülen, katledilen halklarımızla Sokakları, alanları doldurarak geleceğiz... Dileklerimizin ve bütün şehitlerimizin kuşandığı değerlerimizle

halkımızı ve vatanımızı özgürleştireceğizŞairimiz Hasan Biber önce hayata yazdıklarını şimdi kağıtlara geçirmiş... Hayata, şiir yazmak devrimcilerin tarihsel eylemidir. Ve eylem doğası gereği sevdadan fedaya uzanan derinlikte kapsar hayatı. Hasan Biber bu derinliği, hayli sade bir dil ve üslup ile yazılmış şiirleriyle aktarıyor bize. Hasan Biber bu şiirlerin çoğunu hapishanede kağıda dökse de bilenler bilir, bu dizelerin hepsi devrimci eylemin tam içinde yazılmıştır. Hasan Biber bir liman işçisiydi. İşçilerin desteğiyle önce sendika şube başkanı sonra da genel başkan oldu. Ama patron sendikacısı değil, işçilerin yoldaşı oldu. Bu yüzden karşılaşmadığı baskı kalmadı. Direndi hepsine .Boyun eğmedi. Gün geldi, hayat denilen kavganın çağrısıyla daha bir ileri atılıp kuşandı halkın öfkesini. Zalimlerin karşısına geçti ve şiir gibi dövüştü. Yaşım şu, durumum şu demedi... Nerede ihtiyacı varsa kavganın, oradayım demeyi onur bilenlerden oldu ve yürüdü kendi ufkuna... Dudağından dökülen şiirleriyle, yürüdü... İşte burada paylaşılanlar, bu yürüyüşün içinden bize ulaşanlardır. Bu şiirlere bakıldığında görülecektir ki, teslimiyetin zerresi yok bu dizelerde ah vah yok... Aksine direnç var, mücadele var, emperyalizme boyun eğmememe var... Çünkü halk ve vatan sevgisi var bu dizelerde. Böyle olduğu içindir ki ,Hasan Biber ‘in şiirlerinde küçük-burjuvazinin bunalımlı ruh hali yoktur. Ağdalı dili uyduruk benzetmeleri, sahte duygusallığı yoktur. Nettir, o kadar nettir ki sizden aynı netliği ister. Kavganın şiirini hayata önce ömrüyle yazıyor Hasan Biber. ...Köy türküleri söyleyelim birlikte Toprak kokan sevdaların ezgileriyle Gök maviliklerinde salıncaklar kuralım çocuklara Karınları tok güvenle gülümsesin geleceğe.... Yüreği halk ve vatan sevgisiyle dolu olan şairin şiirleri Grup Yorum ,Ercan Aydın ve Ergün Gedik gibi sanatçılar tarafında bestelenerek seslendirildi. Hayatını bir sıra neferi olarak devrime adayan devrimci şair Biber, biz varız umudun şafağında diyerek devrim mücadelesini sürdürmektedir... Gerçeğimizi yansıtan, geleceğimizi aydınlatan ve şehitlerimize duyulan sevginin örneği “Sevdadan Fedaya Şafak Gözlü Vatanım” kitabını bir solukta okumanız dileğiyle... Yayınlanmış Kitapları Umut Kavgada Büyür-Tavır yayınları(19996-şiir) Sürgün-İlke yayınları(2000-Şiir) Düşleri de Yakarlar-Anadolu Kültür Yayınları(2002-şiir) Kurşun Yangını Hasretin-Tavır Yayınları(2004-şiir) Merhaba Yoldaş-Boran Yayınları(2008-şiir) Işığı Görmek-Boran Yayınları(2008-roman) Sevdadan Fedaya Şafak Gözlü Vatanım-Boran Yayınları(2016-Şiir)

Yadigar PUR

43


Lagaan: Once Upon a Time in India “Bir Zamanlar Hindistan” Lagaan, İngilizler tarafından 1600’lü yıllarda başlayıp uzun yıllar devam eden sömürüyü ve sömürücülere karşı köylü Hintli’lerin ayağa kalkışının ve meydan okumasının filmidir. Lagaan’ın anlamı ise İngilizlerin Hint köylülerinden aldığı tarım vergisidir. Filmimizin kahramanı olan Bhuvan köylü genç bir delikanlıdır. Filmde ilk olarak Bhuvan ile köyünü kontrolünde tutan, İngiliz Yüzbaşı’yla ormanda avlanırken karşılaşıyorlar. Bhuvan ve Yüzbaşı Russell. İngiliz yüzbaşı ormanda geyik avındadır. Bhuvan ise attığı taşlarla geyikleri ürkütüp kaçırmakta, İngiliz sömürgecinin ormanlarında hayvan avlamasına engel olmaktadır. Bu ilk karşılaşma önemlidir. Bhuvan kendi ormanını, toprağını, hayvanını sömürü için orada bulunan İngilizlere karşı korumaktadır. Buna karşı İngiliz yüzbaşı öfkelenmiş bir şekilde Bhuvan’ı tehdit etmektedir. İngiliz sömürge yönetimi sırasında, Champaner adındaki küçük tarım köyünde, bütün gözler gökyüzüne çevrilmiştir. Son yağmur mevsimi çok kısa sürmüştür, bu yıl da tek bir damla yağmur bile düşmemiştir. Endişelenen köylüler bir yandan verginin bu yıl iki katına çıkarıldığını öğrenirler. Bhuvan adında genç bir çiftçinin önderliğinde, eyaletin racasını görmeye giderler. Raca onlara bu konuda yetkisi olmadığını, kararın İngilizler tarafından verildiğini söyler. Kaprisli, öfkeli ve kibirli yüzbaşı Russell, köylülere kendi subaylarından oluşan bir takımla kriket maçı teklif eder, ne var ki köylüler bu oyunu hiç bilmez. Maçı kazanırlarsa, üç yıl boyunca Lagaan’dan bağışık tutulacaklardır; kaybederlerse, Lagaan üç katına çıkacaktır. Bhuvan bu maç teklifini kabul eder. Kabul ettiği maçı kazanmaları gerçekten zordur köylüler için. Ama ortada hem bir bağımsızlık savaşı vardır hem de yokluk içinde geçmeyecek zamanlar vardır. Bhuvan bağımsızlık savaşlarının, içinde birçok küçük savaşların ve zaferleri barındırdığını bilerek bu savaşa girmişti. Tüm eyaletin üç yıllık geleceklerinin kaderi vardır bu maçta, kaderi bu adamların elindedir. Köylülerin çaresizlikleri, umutsuzları, hayal kırıklarının üzerine bir umut bir çare olarak geldi bu maç. Baştan adil olmayan bir yarışta, mücadelede adalet istediler. Bhuvan kendine ve aynı köydeki insanlara güvenerek maçı kabul ediyordu. Burada filmin üzerinde ısrarla durduğu sadece savaş meydanlarında değil birçok alanda bağımsızlık savaşının olduğu gösterilmek istenmiş. Baştan kaybettiklerini düşünerek Bhuvan’ın kararına karşı çıkan köylülere. “Evinizi yangından kurtarmak için yanmak zorundasınız.” diyerek girdi Bhuvan bu savaşa. Ev dediğiniz bazen bir toprak parçası, bazen koskoca bir ülke, vatan olur. Yangından kurtarmak için yanmak zorunda olduğunuz. “Bu maç tarla ve ekinlerimiz için. Kazanırsak üç yıl mutlu olacağız.”. Vergi ödemeyen halk mutludur çünkü. Kendi emeğiyle kendini geçindirebilen, emeğine göz koyulmayan, emeği çalınmayan halk

44


mutludur. Kendi ekip kendi biçtiğinde mutludur. Bunlar filmin genel karakteristik ve sürekli vermek istediği özelliği diyebiliriz. Bu kriket maçıyla olacak olan Bhuvan’ın savaşı, sadece Lagaan vergisine değil Kast sisteminin üzerine de sopalarla vuracaktır. Köylülere “Onlar pantolonla oynuyor ve adına kriket diyorlar. Biz peştemalle oynuyoruz ve gilli-danda diyoruz. Atalarımızdan beri oynuyoruz” der Bhuvan. Köylüler maçı kabul etmesinden dolayı Bhuvan’a karşı öfkelilerdir. Köylüleri ikna etmek öyle kolay değildir. Bunun çılgınlık olduğunu ve desteklemeyeceklerini söylüyorlar. Kendi çıkarları için köylülere ihanet edecek olan Lakha, karamsarlığın inançsızlığın başını çekiyor. Ama Bhuvan inanmıştır. Bu inanç ve ısrarla her gün çoğalacaklardır. Ancak Bhuvan’ın aldığı kararın doğruluğuna inancı çok fazla. Bunu annesi ile olan konuşmasında görebiliyoruz. “Sen söyle anne. Tohumları ekmek için toprağı süren kim? Biz. Sulayan kim? Biz. Niye onların kesesini dolduralım?” Ayrıca yine Bhuvan’ın söylediği şu sözler filmin içinde önemlidir. “Sadece düşleri olanlar, onları gerçekleştirebilir. “ Bhuvan bir düşün peşinde bir maç veya savaşa girmiştir. Köylülerin takımını oluşturanların kişisel özelliklerine göre bir strateji kurarlar. Kişisel becerilerini, özelliklerini, yerelliklerini/köylülüklerini ve kültürlerini yansıtıyorlar, buluşturuyorlar oynadıkları oyunla. Biri sapan gibi hızlı atıyor topu, biri gücü ile çok uzaklara vurabiliyor. Kiminin tutkusu, kiminin hızıdır bu özellikler. Bu oyuncular içinde İsmail adında bir oyuncu vardır. Köy, Müslüman köyü değildir ancak İsmail Müslümandır. Hint toplumu içinde ki çok kültüre, inançlara bir vurgu ve göndermedir. Yüzbaşı Russell’in kibri filmde sürekli gösterilir. Burada verilmek istenen aslında işgalcilerin kibridir. Yüzbaşı orada tüm sömürücüleri göstermektedir İşgal ettikleri topraklardaki halk hep aşağıdadır onlardan. Aptaldırlar, zayıftırlar, cahildirler. Kendilerini yönetip, yönlendirecek bir efendiye ihtiyaç duyarlar. Onlar olmasa gelişemezler, aç kalırlar. Onlara bağlı olmak zorundadırlar. Silahlarının güçlerinden dolayı kendilerini güçlü, güvende ve yenilmez sayarlar. Birde buna karşı yönetmen birleşmiş halkın öfke ve cesaretlerinin, kararlılıklarının en büyük silah olduğunu, önüne geçilemez bir güç olduğunu gösterir. Bunu film boyunca görebiliriz. Filmin yine önemli bir sahnesi de Arjan isimli köylünün yüzbaşının saldırısına uğramasıdır. İngiliz’in atı kadar değeri yoktur Hint köylüsü Arjan’ın. Hem köylüyü aşağılayıp eğlenecek, hem vergisini alacak. O kadar güveniyor kendine İngiliz. “Çizmelerimiz altında ezilmeye devam edeceksiniz.” diyerek gösteriyor bunu. Ancak Arjan’ın “Sahip, taban ne kadar kalın olursa olsun yine de aşınır. Sonra çiviler batmaya başlar.” diyerek cevaplaması köylülerin birlik olduklarını göstermeye başlıyor... Bir gün emperyalistlerin ayak izleri silinene kadar dünyadan, halklar vatanın bağımsızlığı için savaşmaya devam edecek. Birlikte kazanmanın, birlikte başarmanın hazzını keyifle izleyelim...

Burak ERGÜN

45


46


HABERLER İdil Kültür Merkezi'de 19 Aralık Anması İdil Kültür Merkezi'nde 22 Aralık akşamı 19 Aralık Katliamı anması yapıldı. Saygı duruşu İle başlayan anmada, 19 Aralık İle İlgili kısa bir belgesel izledi. Katliamı, Çankırı Cezaevinde yaşayan tanıkların anlatımının ardından 19 Aralığın bugün de OHAL İle devam etttiğini anlatan bir seminer gerçekleşti.

ODTÜ’de Grup Yorum’la Dayanışma Masası Açıldı ODTÜ’de Dev-Gençliler 8 Kasım Perşembe günü yemekhanede GRUP YORUM ile dayanışma masası açtılar ve yaklaşık olarak 2 saat GRUP YORUM türkü dinletisi yaptılar.

Belçika’da Grup Yorum Gönüllülerinden Dayanışma Eylemi Grup Yorum elemanlarının işkence ile gözaltına alınarak tutuklanmasının ardından Grup Yorum gönüllülerinin oluşturduğu Özgürlük Komitesi, 9 Aralık Cuma günü bir eylem yaptı. “Grup Yorumcuları Çekip Alacağız Zindanlarınızdan” sloganı ile ikincisi yapılan eylem, Belçika’nın Liege şehrinde gerçekleştirildi. Armutlu ‘da FOSEM Sergi Açtı FOSEM (Fotoğraf ve Sinema Emekçileri) AKP’nin saldırılarını teşhir etmeye devam ediyor. 1 Aralık günü ilk olarak İdil Kültür Merkezi kafe bölümünde sergilemeye başlanan İKM baskınları serginin ikincisini, 11 Aralık günü Armutlu Cemevi’nde yapıldı… FOSEM Faşizmin saldırılarını teşhir etmeye devam edecek.

CNN, Nuriye Gülmen'i 2016'nın Önde Gelen Sekiz Kadını Arasında Gösterdi CNN, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edildiği üniversitedeki görevine geri dönmek için 9 Kasım’dan bu yana “işimi istiyorum” diyerek direniş yapan akademisyen Nuriye Gülmen’i 2016’önde gelen sekiz kadını arasından gösterdi. Nuriye Gülmen defalarca kez gözaltına alınmasına rağmen direnişine devam ediyor.

Grup Yorum’a Özgürlük Nöbetleri Başladı Tutuklu Grup Yorum elemanları için Grup Yorum’a özgürlük kampanyası başlatıldı. Kampanya çerçevesinde Kandıra hapishane’si önünde özgürlük nöbetleri başladı. Yapılan eylemlere polis saldırmasına rağmen Özgürlük nöbeti durmuyor. Yorum gönüllüleri hapishane önüne giderek seslerini ulaştırmaya çalışıyor tutsak Yorumcu’lara. Kampanya dahilinde aynı zamanda Yorum’a özgürlük için imza toplanıyor, dilek tutma eylemleri yapılıyor, Yorum şarkıları söyleniyor her yerde.

47


AKP'nin Gücü TAYAD'a Yetmez Etkinlikleri Devam Ediyor "Faşizm ve Tiyatro" konulu söyleşide Mehmet Esatoğlu faşizm koşullarında sinema ve sanatçının önüne çıkan tercihleri tarihten örneklerle anlattı. Bu tercihlerden birisi sanatçıyı onurlu fakat varlıksız bir yaşama doğru iterken diğer tercihin onursuz ama varlıklı bir hayata doğru gittiğini çeşitli örneklerle anlattı. 12 kişinin katıldığı söyleşi karşılıklı sohbet şeklinde sıcak ve dolu dolu geçti.

Sinema ve Tiyatro Oyuncusu Erdal Tosun Hayatını Kaybetti Bir Demet Tiyatro'daki "Eyvah Necdet/Spartaküs Vedat" karakterleriyle hafızalara kazınan Erdal Tosun, trafik kazasında hayatını kaybetti. Levent'ten Sarıyer yönüne giden bir otomobilin sürücüsü kavşakta direksiyon hakimiyetini kaybetti 'Üç Kuruşluk Diktatör' Oyununa Soruşturma Açıldı Ankara Birlik Tiyatrosu’nun “Üç Kuruşluk Diktatör” oyununa cumhurbaşkanına hakaret iddiasıyla soruşturma açıldı. Geçtiğimiz yıl sahneye konulan ve İstanbul’da, Ankara’da ve Anadolu’nun bir çok kentinde sergilenen oyunun Burhaniye’deki gösteriminin arkasından soruşturma açıldı.

Gazeteci Ahmet Şık tutuklandı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında, Güvenlik Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından 29 Aralık perşembe günü gözaltına alınan gazeteci Ahmet Şık, Cuma günü Çağlayan Adliyesi'nde çıkarıldığı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklandı.

Yazar Seray Şahiner, Limon Film'deki işinden atıldı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’a bir yazısında ‘üstün zekalı’ dediği gerekçesiyle gözaltına alınan yazar Seray Şahiner, şimdi de Limon Film'deki işinden atıldı.

Nuriye Gülmen Direnişe Devam Ediyor Ankara’da, işten atılan ve işe geri alınmak için direnen akademisyen Nuriye Gülmen defalarca gözaltına alınmasına rağmen direnişine ara vermeden devam ediyor. Direnişini “işim ,ekmeğim ve onurum için direniyorum” diyerek başlatan Nuriye Gülmen’inin direnişi her geçen gün daha da üyüyor.

İtalyan Oyun Yazarı ve Yönetmen Dario Fo Yaşamını Yitirdi 1997 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülen İtalyan oyun yazarı Dario Fo 90 yaşında hayatını kaybetti. Türkiye'de "Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü" eseriyle tanınan Fo'nun yazdığı eserler arasında "Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü" (1970), "Klaksonlar", "Borazanlar ve Bırtlar" (Diğer adıyla "Yüzsüz"), "Kadın Oyunları" (1981), "Elizabeth", "Neredeyse Kadın", "Ödenmeyecek Ödemiyoruz" (1974) bulunuyor. Nobel ödül töreninde, "Burjuvazinin sözcüsü olmaktansa, proletaryanın köpeği olurum”demiştir.

48


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.