İlk Kurşun Dergisi Sayı:18

Page 1

[Y İ UÜ

nrVAlIK LİSESİ EĞİTİMKUITÜRSANATDERGİSİ

YILMAZ GÜLTEKİN t. AHtD OZTOKAT [. Ünver NASRATMNOGLU ÜNAL ÇALLI SEVİL KARA CEMİL AYDIN FERİDUN ARKIN ZAKİR GÜVEN MUZAFFER GÜLTEKİN SAVAŞ ERDEM HÜSNİYE CAMLI ÖZKUL ÇOBANOÖLU ŞÜKRAN MERT İFFET ÖZAK FERİDUN COŞKUN

YIL :

4

SAYI :

18

ŞUBAT :

1975


O K U LU M U Z D A N

ILKKURŞUN Ayvalık Lisesi Aylık Eğitim, Kültür Sanat Dergisi

H A BERLER

Sahibi: Okul Müdürü YILMAZ GÜLTEKİN Yazı İşleri Sorumlu Yönetmeni: MUZAFFER GÜLTEKİN Başkan EMİN i l k d o ğ a n Başkan Yardımcısı TAYFUN BALABANER

FERİDUN COŞKUN 197-1-1975 öğretim Yılı Birinci Dönem TAKDİR­ NAME ve TEŞEKKÜR alan öğrencilerimizin İsim­ leri aşağıya çıkarılmıştır. Başarılarının devamını di­ ler, kendilerini kutlarız. ORTAOKUL SINIFLARI EN YÜKSEK NOT ALAN ÖĞRENCİLER:

Müdür ÜNAL ÇALLI Müdür Yardımcısı ECE ÇELİK Saymanlar BÜLENT AYAN FUNDA GENCEL FERİDUN COŞKUN Yazmanlar TANGÜL İZBEK ŞÜKRAN MERT BERRİN SADAN ZERRİN IŞIN

S 00 1. 2. 2. 2. 3. 3.

İnceleme Kurulu UĞUR V ARŞ AL MELEK ÇAND ARLI MÜZEYYEN TUTAK MUSTAFA DÖNMEZ MUKADDES ÇALKAKÇI HAŞAN YURTCAN Fotoğraflar T AHİR CEYHAN Kapak Kompozisyonu YILMAZ GÜLTEKİN

İLKKURŞUN Y ıl: 4 Şubat 1975

1—C 3—B 1—A 1— E 1—C 2—C

O

1 1

o §* fc H

< a

672 Seval Güitekin 1243 Sibel Güitekin 630 .luhsar Erman 43 Hanife Dikduran 166 K Figen Yücel 231 Saadet Akdöl

110 101 '.04 103 95

12 11 12 12 12 11

9.2 9.2 8.6 8.6 86 8.6

130 117 122 122

1T • m 13 14 14

9.3 9.0 8.7 8.7

im

LİSE SUNULARI EN YÜKSEK NOT .ALAN ÖĞRENCİLER : 1. 2. 3. 3.

6 /Fen—B 1437 Ş. Uğur Varşal 6 /Fen—A 286 Y. Yorulmaz 6/Fen—A 283 Ayşe Analan 6/Fen—B 873 Ayfer Erden

1974—1975 öğretim Yılı Birinci dönem Takdirna­ me alan ve Disiplin Kurulumuzca da uygun görülen öğrencilerin listesi: (Devamı 26. sayfada)

AYVALIK U SE Sl • AYLIK EĞİTİM, KÜLTÜR, SANAT DERGİSİ* * Tanıtma ve yayın kolu organıdır.

* Gönderilen yazılar yayınlansın yayınlanmasın geri verilmez. * Gelen yazılar inceleme kurulundan geçer. SAYI: 18 * Gelen yazılarda gerekil özleştirme yapılabilir. * Ayda bir kez yayınlanır, yıllık sekiz sayıdır. Karınca Matbaası * Abone şartlan: Yıllık 20, dört aylık 10, sayısı 2,5 liradır. Tel: 55S90 İzmir * Yazışma adresi: îlkkurçun Dergisi, Ayvalık Lisesi - Ayvalık

\


İKİNCİ KANAT DÖNEMİNE GİRERKEN YILMAZ GÜLTEKİJN Sevgili öğrencilerim, Dinıenme tatilinizin son günü olan 27 Ocak Pazartesi günü sizlere tekrar kavuşmakla; öğretmenleriniz ve yöneticileriniz olarak duyduğu­ muz mutluluk büyüktür. X. Kanaat döneminde başarısız dersleriniz için üzüntüye kapılmamamzı, bu dersleri yüzüstü bırakmamanızı ve «sınıfta kalmak yok» diyerek, yanlış bir saplantıya girmemenizi istiyorum sizlerden. II. Kanaat döneminde her dersten (5) ve daha yukarı not alarak, sınıfını doğrudan geçen öğrencilerimiz; 21 Mayıs’tan başlamak üzere Eylül’in ilk haftası sonuna dek, (5) ay tam bir tatil yapma olanağını bulmuş; böyhce anne, baba, kardeş ve akrabalarının da huzur içinde bir yaz tatili geçirmelerini sağlamış olacaktır. Yazm başlangıcı olan en gü­ zel aylarda sınıf geçen öğrencilerimiz plajlara koşarken, sınıfını doğru­ dan geçemeyen öğrenciler bunaltıcı sıcaklarda okula sürekli gelerek kurs görecek, bütünleme sınavlarını izleyecek ve sıkıntılı günler geçire­ cektir. Sevgüi çocuklar, 1974-1975 öğretim yılı uygulanacak yeni smıf geçme yönetmeliğinin sizlerle ilgili kesimlerini teksir ederek sınıf öğretmenlerinize vereceğiz. Sizler gerek sırnl öğretmenlerinizden rehberlik derslerinde, gerekse der­ gimizin gelecek sayılarında yayımlanarak; tüm ayrıntılarına dek bi*gi edinme Olanağına kavuşmuş olacaksınız. Öğretmenlerimizin söylediklerini, istediklerini yaptıktan, verilen ödev ve görevleri eksiksiz yerine getirdikten sonra, başarılı olmamanıza hiç bir neden göremiyorum. Tüm mutluluklar ve başarılar sizlerin olsun. Sayın veliler. Bazı velilerce «Ahlâk Dersi»nden (5) ten aşağı not alan öğrencile­ rin ahlâklarının iyi olmadığı için mi bu notları aldıkları sorulmaktadır. Bu dersin çocuklarımızın kişisel ahlâk ve disiplinleri ile hiçbir ilişkisi yoktur. Dersin konusu: Türk gelenekleri, töreler, büyüklere saygı, kü­ çüklere sevgi, iy, davranışlar v.s. dir. Bu dersler Felsefe Öğretmenleri­ miz tarafından okutulmakta ve çocuklarımızdan da, diğer derslerdeki gibi, bu dersleri bilip bilmedikleri sözlü-yazıh olarak sınavlarda değerlen­ dirilmektedir. Sayın Veliler, Çocuğunuzun başarısı, okul ile ailenin sıkı bir işbirliği ile mümkün olur, işbirliğinin verimli olabilmesi için, taraflar paylarına düşen görev­ leri eksiksiz yerine getirmelidirler. Velilik, insan yetiştirme sorumluluğu­ dur. Veli de bu sorumluluğu yerine getirecek kişidir. Gerek okul \çinde, gerekse okul dışında öğrencinizin öğretmeni ile sık sık görüşün. Evdeki ders çalışmalarım izleyin: Çocuğunuzun başarı(Devamı 18. sayfada)

3


T Ü R K Ç E Y E KARŞI ÇIKA N LA R İ. Ahid ÖZTOKAT Son günlerde Türkçeye karşı çıkanlar nedense çoğalmaya baş­ ladı. Bakıyorsunuz Dostça söyle­ şirken, birdenbire «Şu sözcüğü beğenm iyorum » deyiveriyorlar. Yahut da «bon günlerde falanca sözcüğü çok kullandığın gözüm­ den kaçmadı..» Sonra da hemen sözcüğün Osmanlıcasını kullanıveriyorlar. Ben bu olaylara «Türkçeye kar­ şı çıkma» diyorum. Öne sürdük­ leri de arapça yahut da Farsça’­ dan alınmış bir sözcük. Daha açık­ çası, Osmanlıca. Bu sözcüklerden sakın Arap ve Fars dostlarımız alınmasınlar. Araplar için Arapça, Farslar için Farsça ne denli gerekli ve kutsal­ sa; Türkleı için Türkçe de o den­ li gerekli ve kutsaldır. Açıklayalım ki, dil insanın or­ taya koyduğu önemli bir araçtır. Biz bu araca çeşitli anlam vere­ rek kullanır; düşüncemizi, duy­ gularımızı belirtiriz. İnsanlar di­ lin sözcükleri ile düşünürler. Di­ lin anlamı, kuralları bu düşünce­ yi belirlerler. Hatta kanıma göre ulusların davranışlarını da dil de­ diğimiz bu araç belirlemiştir. Bugün her ulus dili üzerinde büyük bir özenle duruyor. Fransızlar öz dillerini hem arıtmışlar, hem de Fransız dilini iyi bilme­ yenlere —Hem de çok iyi bilme­ yenlere— doktora vermemişler­ dir. Vermiyorlar da-.. Her yıl dilde yeni bulaştarı ya­ yımlayan bir yayını çıkar. İngilizler de dil konusunda kuşkulu-

4

durlar. İngilizcenin, öz İngilizce­ nin yayılmasına çalışıyorlar. Bu­ gün dünya dilini özleştirmeye ça­ lışırken; biz, niye geriye, Osmanlıcaya dönelim? Bu bize ne sağlıyacaktır bugünün ileri doruğun­ da? Bu dil özleştirmesinden kimse dönecek değildir- Biz İmparator­ luk devresinde «Osmanlıca» dedi­ ğimiz karmaşık bir dil kullanmı­ şız. Bu dili, okumuş bir azınlık kullanmış. Türk köylüsü ise öz Türkçesine bağlı kalmış. Bugüne değin yaşayışım bu şekilde sür­ dürmüş. Bunu çok da iyi yap­ mış. İlkönceleri Türkçe sözcükle­ rini Köylerden topladık- Sonra bu sözcüklerden yenilerini türettik. Çok da başarılı olduk. Yanılmıyorsam bugün dilimizde 60 bin Türkçe sözcük var. Bunla­ rı kullanan pek çok da öğretme­ nimiz, aydınımız var. İstenirse bu Tüçkçe Devrimi de oluyormuşBaşka dile eğilme, öztürkçe’den kopma, bize çok şey yitirtmiştir. Bir örneği üzülerek dile getire­ yim : ö z Türk çocuğu olan MEVLÂNA, «M esnevi» adlı yapıtını Fars dili ile yazdığı için, İranlI­ lar ona sahip çıkıyorlar.. Elbette kültürel ilişkilerde bulunduğumuz ulusların dilinden etkilenmemiz; sözcüklerinden, te­ rimlerinden yararlanmamız ola­ ğandır. Fakat bu düşünüz Bilim Dili için geçerlidir. Çoğu kez de bir özenti sonucu, öz Türkçe ol­ mayan yeni bir sözcük dilimize (Devamı 24. sayfada)


Ali Çelinkaya armağan kabul etmiyor

İr f a n ü n ve r NASRATTINOĞLU

Ali Çetinkaya’nııı Büstü - Yılmaz Güitekiu. Alı Çetinkaya’nm ne denli dü­ rüst ve namuslu bir kişi olduğu­ nu, bundan önceki yazılarımızla kanıtlamıştık- Ve demiştik ki: Ali Bey, Ankara’nın Samanpazarı semtindeki bir ahşap evden (o da Atatürk’ün yardımı ile satın ala­ bildiği) başka mal sahibi olama­ mıştır. Oysa dileseydi, milyoner, hatta milyarder olması işten de­ ğildi. Bırakınız yasal çizgilerin dışı­ na çıkarak zengin olmayı, iyi ari­ yetle sunulan armağanları da ka­ bul etmemiştir, büyük insan. Ör­

neğin, Afyonkarahisar’a yaptığı büyük hizmetlerin karşılığında kendisine Afyonkarahisar Beledi­ yesi tarafından bir ev armağan edileceği bildirilince şiddetle red­ detmiştir. Bu konuda, Afyonkarahisar Halkevlerinin ünlü reislerinden Galip Demirer, şunları yazmak­ tadır (*) : «Dürüstlük ve şeref mefhumun­ da taassup derecesinde bir titiz­ lik gösterdiğini herkes bilir. Rah­ metli, memleketin şeref ve haysi­ yeti kadar kendi şeref ve haysi­

5


yetine de toz kondurmazdı. Yurdun muhtelif köşelerinde, memleket büyüklerine, evler, köşkler hediye edildiği günlerde­ yiz; bu, hem o büyüklere bir bağ­ lılık tezahürü, hem de o intisa­ bın bir tefahürü oluyordu. A fyo­ numuzun da şöhretli ve şerefi bü­ tün yurda mal olmuş büyük bir evlâdı vardı; hemşehriler arasın­ da ve belediye meslisinde, her­ kesten fazla bizim olan, şerefimiz ve medarı iftiharımız olan Ali Beye de Afyon namına bir arma­ ğan vermek, bir ev yapmak iste­ niliyordu. Bunu yapmak kolaydı, fakat kabul ettirmek güçtü. Arka­ daşlar bunun teminini yani rah­ metlinin muvafakatinin istihsali­ ni, Belediye Reisi ile bana vazi­ fe vermişlerdi, uzun zaman buna imkân bulamadık- Nihayet 1931 senesi Mart’mda şehrimize getir­ dikleri rahmetli Atatürk’ü misa­ fir ettiğimiz ve selâmetlediğimiz gündü, kendileri hemşehrilerle ko nuşmak dertleşmek için kalmış­ lardı; Belediye Reisi Hüseyin Tiryakioğlu ile birlikte bir sırasını getirip hemşehrilerin ve şehir meclisinin bu mütevali ve ısrar­ lı arzularını arz ederek müsaade­ lerini rica ettik- Şehrin ve hem­ şehrilerin her isteğini büyük bir alâka ile karşılayan o büyük si­ mada derin bir heyecan belirdi, o arslan bakışlı gözler yaşardı, göz yaşları yanaklarını ıslatmaya baş­ ladı; biz acaba «gönlünü mü kır­ dık» diye şaşırdık ve üzüntüye düştük, bir kaç saniye sessiz kal­ dık. Bu sessislizi onun heyecan­ dan titreyen sesi bozdu: «Sevgili hemşehrilerime, hepinize te­ şekkür ederim, fakat bunkı yapmayın

6

memleketin sevgisinden eminim, bu sevgi bana kâfidir, bu alüka tezahürü beni gaşyetti. Sevinç heyecanıyla ağ­ lıyorum. Manâ olarak kabul ediyorum, lâkin madde olarak kabul edemem, ederscm manen küçülürünü Benim bü­ tün kuvvetim ahumun açıldığıdır; böy­ le bir hediye kabulüm benim zaafım olur, sizlerde bunu istemezsiniz ana > baba yurdunda bir ev yapmak ben de İstiyorum, maaşımdan artırdığım para­ larla aldığım Ankara’daki evimin ya­ nındaki arsamı biliyorsunuz, onu satıp burada bir ev yaptırmağı düşürüyo­ rum, inşallah o arsayı satar parasını size gönderirim, arsasını alır, yapısını yaptırır, bana öyle hizmet edersiniz, d^ha mcnmun olurum» diyordu.

Susuyorduk, bu büyük fazilet tezahürü bizi gaşye’.mışti. Düşü­ nüyorduk şehrin kendisine yap­ mak istediği ev samimi, meşru ve mutad bir ikramdı. Fakat milyon­ larca servet imkânların: ayak al­ tında çiğneyerek er. yarsek bir ruh asaletiyle şeref servetini her şeye tercih eden o büyük adam her şeyden üstün tuttuğu aziz milletinin şerefi kadar üstüne tit­ rediği şahsi şerefine, aç:k alnına zerre kadar toz kondurur ihtima­ li ile bu ikram: redediyor, fakat kalpten sevildiğine emin olduğu hemşehrilerinden gördüğü bu ik­ ram arzusundan, yetiştirdiği ev­ lâdından hizmet ve hürmet gören bir atanın engin şefkat ve has­ sasiyet: ile heyecandan ağlıyor­ du. İşte hepimize nasip olmasını di­ lediğiniz İlâhî fazilet... Gai:p Demirer’in anısına bir ek yapmayı gereksiz buluyoruz(» ) TAŞPINAR DERGÎSÎ, 21 1974 Sayı; 160

Şubat


M EVSİM LİK Z EY T İN İŞÇİLERİ Ünal ÇALLI Fren, debriyaj... Fren, debriyaj... Zavallı Java’nın nedir bu çektiği? He­ le akşam üstleri.. Bir yandan dürtüklenen, bir yandan da yuları kasılan merkep gibi... İnönü Caddesindeki son günlerin trafik tıkanıklığa motosiklet-min bu tür uyarısıyla dikkatimi çekti. Salkım-saçak insan yüklü traktör rö­ morkları ve at arabaları ile t*vanan cadde, yen; bir kottu sergiledi önüme. Zeytin işçileri... Nasıl da unuttum pulcu klanmış giysüer ;çlnde şeker ve ekmek kuyraklarrada buüikte ıtekleştıklenmız:. Bu mevsimm göze batan kişileri de zeytin işçileri. Ayvalık'ta yaz mevsimine değgin olan insan kü­ meleri de var ama, ne de olsa biri yaz, diğeri kış işte. Musul denince petrol, Giresun denin­ ce akla nasıl fındık gelirse; Ayvalık denince de zeytini düşünmemek elde değil. Ve böylece güncel olay dedim inceleyeyim, konum olsun bu sayıda mevsimlik zeytin işçileri... Serüven yine Java’nm sırtında baş­ ladı. Aldı götürdü beni Murateli Köyü­ ne. Köyün yüksekçe bir tepesine varıp yeşillik denize şöyle bir göz gezdir­ dim. Orada burada zeytinlikler arasın­ da ince uzun tüten birkaç duman, zey­ tin toplayıcıların yerini belirleyip be­ ni çağırıyorlardı. Yolunu düzgünce bul duğum birine yöneldim. Ama çukurun sözünü geçirdiği bir bölgede bağırdı, eşelendi bizim Java; ne yapalım indik sırtından. Kısa bir yaya yürüyüşten sonra amaçladığım dumana ulaştım. Uzaktan gördüğüm şekliyle yamaç bir tarladaki dizi dizi işçiler, bana göç eden turnalar düzenini anımsattı. Yaklaştım. Kâhya ile selâmlaştık.

Kendimi tanıttım, konuk oluşumun ne­ denini anlattım. Mutlu oldu Kâhya Zckeriya, gözleri sevinçle ışıldadı sanki.. Saat oııiki olmuştu; yarım saatlik öğ­ le yemeği paydosu verildi. Kâhya işini iyi biliyordu. Ufak - tefek yapasma karşın şimşek gibiydi, otoriter bir ko­ mutandı. Çoğu kadın olan işçiler üçerbeşer kümeleşip birer ağaç altına çe­ kildiler. Çıkınlar açıldı, yemeğe baş­ landı. Ne yediklerini merak ettim ama anıkta kalıyordum. Zaten beş-on daki­ kada sona eren bir yemek zamanında neyin onlara enerji vermek yolunda yendrraş olacağını kestirmek güç ol­ masa gerek. Kâhya, beni de ısrarla kendi arasına çağırdı ama, gitmedim. Birkaç lokmaya ortak olup parazitlik yapmak istemedim. Ben de yanımda getirdiğim helva-ekm eği doğayı katık yaparak mideme bir güzel indirdim. «İş başına!» sesiyle yine amansız bir çaba başladı zeytinlikte. Sırıkçıların bir zeytin ağacını çevreleyerek pataklayışı değişik bir tabloydu. Sepetçi ko­ şuyor, çuvallar doluyor, ağızlar dikili­ yordu. Doğanın kucağında amansız bir savaş... Kâhyaya yaklaştım: «Bana bu zeytinlikten ve bu İşçilerden biraz bil­ gi verir misiniz» dedim. O da konuyu şöyle özetledi: «Burada onsekiz toplayıcı, on sırık­ çı, bir sebotçl, bir tayfabaşı olmak üzere toplam otuz kişi çalışıyor. On iş­ çi Balıkesir’in Konakpıııar Nahiyesin­ den geldi, gerisi Ayvalık’la. Burada altıyüz ağaç zeytin var. Bu çalışma ile bir haftada toplarız. Zeytin iri, ürün bolsa bir kişi günde yaklaşık bir çuval toplayabilir. Dışardan gelen işçilerimiz patronun Muradeli köyündeki damında

7


kalırlar. Bazı günlerde damda bir nö­ betçi bırakılır. İşçilerimizin çamaşırla rım yıkar ve ekmek yapar, bu arada yövmlycsl de çalışır. Kâhya Zeker:ya'dan zeytinliğin bir yıllık bakımını da özetlemesini rica ettim. Kendinden emin olarak şöyle an­ lattı: «Toprak, yerin durumuna göre trak­ tör veya beygirle olmak lizere iki kez sürülmelidir. 3Iart ayında yağışsız har valarda yapılan ilk sürmeye birinci kat denir. îkinci kat denen sürme İşi ise Mayıs ayında başlar, Hazirana değin uzar. Alman İlk zeytin ürününe birinci

8

dip denir. Bu yeni ürünün dibe düşenle rini toplamaktır. Daha sonraki bir ay­ lık zaman içinde de ikinci dip topla­ nır. Üçüncü toplayış ise, şimdiki yap­ tığımız son toplamadır. Sırıklar konu­ şur, en güzel yağ bu ürünündür. Fa­ kat sırıkçılar, sırıklarını filizlere vur­ manı alıdır. Ustaların tanımına uygun çalışmak gerekir. Şöyle, dalın yatımına vurulmalıdır.» Kâhyaya, beni ücretler hakkında da aydınlatır m ısınız? dediğimde: Tahmi­ nen kâhya 50, toplayıcılar 25, sepetçi do 50 lira alır, dedi. Sepetçinin 50 lira alışını yadırgadı­ ğımı görünce şöyle devam etti: Sepet­ çinin işi zordur. Zeytini çuvallara taşı­ mak ve çuvalları dikmek onun görevi­ dir. Toplayıcılar da epey emek harcıyor­ lar, hem herkesten aynı ölçüde zeytin toplanması istenir m i? dediğimde: Gerçekten ağır bir işçiliktir bu, sabah­ ları soğuktan üşürler, ellerini oğuştun ır dururlar; biz de ateş yakılıp ısın­ malarına izin çıkarırız. Tabii yaşlı top layıcılann işi gençlere uymaz ama, on­ lar birbirlerine yardım ederler. Genç­ ler ihtiyarlara destek olarak onları da yüze çıkarırlar. Biraz da kadın toplayıcılarla konuş­ mak istedim: birükte yaklaştık onlara doğru: — Kolay gelsin bacılar! Sözümü bir­ likte yanıtladılar: — Sağol yavnnn, hoş geldin. — Böğür, hava güzel şöyle dağ—ba­ yır dolaşayım, zeytin işçileriyle konu­ şayım dedim, şeklindeki söyleyişime yaşlıca bir kadın yanıt veriyordu: — iy i ettin ya ! Bizler çalışalım ki sîzler sayemizde gezin, dolaşın. Benimle konuşuyorlardı ama, hepsi­ nin gözleri önlerindeki kara cevheri izliyordu. Elleri görünmez bir hızla kı­ pırdayıp avuçlar doluyor, sonra sepet­


ler boşalıyordu. Kadınların giysilerine değgin çarpıcı bir tasvir gücünü bula­ mıyorum kalemimde. Eller ciğer par­ çalayıcı eller... Sabahtan akşama de­ ğin, yere meyletmiş, yay gibi kıvrık, yorgun beller. Netice, emekleri öden­ mez insanlar izlenimini bırakıyor ben­ de. — Ne zaman geldiniz Ayvalık’a, da­ ha ne kadar çalışacaksınız? Adının Nahide olduğunu öğrendiğim güçlü kuvvetli bir kadın sanki küme­ nin sözcüsü kesiliyor karşımda ve şöy­ le diyor: — Kurban bayramına bir ay kala o-eldik. Devamlı Zekeriya Kâhya ile ça lışıyoruz, her halde daha onbeş-yirmi günlük işimiz var. — Iş bulsanız daha kalabilir misi­ niz? — Biz iş insanıyız. Daha iş olsa aha böylece çalışır dururuz. Diğerleri de söze karışıp iş olsun yirmi sene bile böylece çalışırız, dediler. İçimden, pes dedim. Bana yüz lira yövmlye verseler bile düşünürüm doğrusu. — Peki gündeliğiniz ne kadar? — Yüğmiye ha, deyip birbirlerine bakıştılar. İlginç yanıt yine Nahide Bacıdan geldi: — Biz patronlara bağlıyız yavrum. Ni gadar verirlerse alırız. Şeraatm kes ti barmak ganamaz... Bu arada zeytinliğe patron adına gençten biri kontrole geldi. Kâhya ta­ nıştırdı bizi. İşçiler, patron adına ge­ len bu gence dikkatlice baktılar. Son­ ra orta yaşlı bir kadın belini doğrul­ tup kalktı, yamalı giysisinin cebine elini soktu, ikiz bir zeytin çıkarıp: — Buyur bakalım patron, dedi. Ardından iki işçi daha koşarak gel­ di, ayni hareketi tekrarladı. Patron istemeye istemeye gülümsedi. Avucun­ da zıplattı ikizleri. Bana, «bilir misin bunu?» diye sordu. Ben bilmemezlik-

ten gelip omuzlarımı kaldırdım. O, ce­ binden cüzdanını çıkarıp üç tane kâğıt beşlik çekip kadınlara verdi. Ben yine söze karışıp: Bak patronun temsilcisi de burada, bu çalışmalarınız karşısın­ da daha beklediğiniz birşeyler var mı deyince sözcü şöyle yanıtladı: — Sağlığınızı isteriz. Biz işimizden memnunuz. Cenab-ı Allah patronumu­ za verir, o da bize. Yalnız... Onbeş gün do bir birer sepetçik te zeytin verir­ lerse daha bi başka memnun oluruz. Tüm işçiler mutlu mutlu gülüştüler. Bir ses: Iladin bakalım, hadin evlâ­ dım ellerinizi biraz oynadın. — Damda fırınımız da yok. — Banyo var m ı? — Var ya bi tane var. — Hepinize yetiyor mu? — Yeter ya, yetmez olur mu, aha duzlu deniz, isteyen giriversin. Sepetçi (sinirlice) — Yavru sen ih-

9


tiyaç mamın mısın elinde defter dikil­ mişsin oraya? Yaz öyleyse, bana da bir çuvaldız lâzım, bak çomakla iş gö­ rüyor». Bu andan itibaren neşem kaçtı. Anlı­ yordum ki işe engel olacak kadar kal­ dığım uyarılıyordu. Şimdiye kadar ilk kez konuşmaya katılan orta yaşlı bir kadın, benim adım Meryem özmeşe. Konakpınar kılgılardan, diyerek kendi­ ni tanıttı. Aslında anlayışlı, cin gibi bir işçi, belki de benim bozulduğumu sezinleyerek yavaş sesle: — Hem çalışmak, hem gonuşmak ikisi beraber yürümez. Böyloslne faz­ la itibar olmaz şimdi çalışma /amam. Hemen yakma çömeliyor, bir tuhaf oluyorum devam mı, tamam m ı? Bir vakit öylece kalıyorum. Meryem öz meşe uyandırıyor beni, niye susarsın sorsana diye. Ve devam ediyor patro­ na, kâhyaya, sepetçiye yan gözle bak­ tıktan sonra alçak sesle: — Onlar kafa erdirmez senin gaze-

HASRET

İ

Sevil KÂRA* ♦ Hasretim, köyüme her zaıuan ♦ Hasretim, bir karış toprağına * Hasretim, babama, anama, karılasım a4 Hasretim, kırda otlanan ♦ kuzularına * Hasretim, aşıma, çorbama a Hasretim, kuru katık soframa + Hasretim, bacıma, teyzeme

yengenıcT Hasretim, hasretini, hasretim f Hasretim, tatlı, şirin, güzel ♦ köyüme. ♦

10

teciliğlne, onlar iş bilir, iş ister. Cesaret dip soruyorum: — Akşama kadar şu kadar zeytin toplayacaksın, bu kadarı az denir m i? — Zamanına göre isterler, şu elleri­ min haline bak oğlum, golayla olmıyo bu işler.. Kahya — Oniki çuval oldu ha! Da­ ha altı çuval isterim akşama kadar, ona göre. Meryem — Gördün mü, duy işte. Çalışan kümenin içinde bir genç kız var, hep gülümseyip duruyor. Bunun bir anlamı olsa gerek, diye düşünüyo­ rum ve ona dönerek: . — Sen ne diyorsun bakalım bacım, hep güldün? — Kâhya yanında halımızdan haber olmaz, deyip yine gülüyor. Meryem bacı söze karışarak, o be­ nim kızım, onsekiz yaşındadır, onu da çalışmaya getirdim. Babalan çocuklar­ la köyde kaldı. Onların aşım pişirip ba kıyor, diye bilgi veriyor. Biraz önce beş liralık bahşişi alan­ lardan birisi de Meryem idi. Deminden beri avucu .çinde terleyen parayı se­ zinliyor ve başındaki kaim örtüsünün arasına özenle sanyor. Orada daha fazla kalmadım. Herke­ se ayrı ayrı teşekkür edip aralarından ayrıldım. Yolda onlan tekrar tekrar ammsıyarak gidiyordum. İyi çalışıyorlardı, buna karşın ücret­ lerini düşünmüyorlardı. Herkesin sağ­ lığım istiyorlar, hallerine şükredip Tanrıya teşekkür ediyorlardı. Çok iyi! diye düşündüm içimden. Y a tüm Ayva lık’taki mevsimlik işçiler terslik etse­ ler de: Bizim emeğimizin karşılığı bu değil; çalışmıyoruz deseler hepimizin hali nice olurdu? Zeytinlik sahipleri, tüccarlar, fabrikalar ve t-zler zeytinyağsız neylerdik? Kiş... Kişe... Kötü düşünceler. Kör şeytan norden aklıma c iş r _ i ? KÎŞ’E..


Eski Çağların 7 Sanat Harikası

j ♦

MAUSOLOS’nn MEZAR ANITI Yılmaz GÜLTEKÎN

ÎLKKURŞUN’un 8. sayısından itibaren yayınlanan Dünyanın ye­ di harikasından sonuncusu olan Halikarnasos - Bodrum’daki K ar ya Satrapı Mausolos’un mezar anıtı ile bu yazı serisini noktala­ mış oluyorum. Türkiyemizin güneybatı kıyıla­ rından denize dökülen Dalaman çayı ile Büyük Menderes nehri arasındaki İstanköy körfezinde şimdiki Bodrum eski adı ile Halikarnas, Karya krallığının başşeh­ ri idi. Kral Mausolos genç yaşta ölünce yerine geçen eşi Kraliçe Artemisya o zamana kadar gö­ rülmemiş güzellikte bir mezar a* mtı yaptırmaya karar verdi. Dün­ yanın en ünlü sanatkârlarım Halikarnas’a davet eden kraliçe, anı­ 2 — 24 basamaklı piramit. ta derhal başlanmasını istiyordu. 3 — îyon tarzında yapılmış ta­ Ünlü heykeltıraş ve mimarlar­ pınak bölümü. dan Skopas, Pityos, Briyaksis. 4 — Mezarların bulunduğu CelSatiros, Leohares tarafından bi­ la. nanın yapımına ve plâstik süsle­ 5 — Yeşil mermerden kaide rinin yontulmasına başlandı- Ne (Podium). yazık ki kraliçe de eşinin acısı­ Yapıt, gövdesini saran frizlerde na daha fazla dayanamıyarak iki Amazonlarla Greklerin savaşları yıl sonra ölünce şahaseri tamam­ îyon sütunların arasında koruyu­ lanmış halde göremedi. cu sfenksler, aslanlar, podium Yapıt 50 metre boyunda 5 par­ çevresinde atlı askerlerin heykel­ çadan oluşmaktaydı. leri ile anıtsal bir görünüşe sa­ 1 — En üstte 4 atlı bir savaş hiptir. arabasının içinde Kral Mausolos Anadoludaki antik yapıtların ile eşi kraliçe Artemisyanm ayak­ çoğu savaşlar, yağmalar, yangın ta durdukları kollasal heykel gru ve depremler sonucu yerle bir ol­ bu. duğu halde bu mezar anıtı uzun

11


süre ayakta kaldı. Halikarnas’ı yakıp yıkan MakedonyalIlar bu yapıta saygı gösterdiler. Romalı­ lar ve daha sonra BizanslIlar da el sürmediler- 32x38 metre yüze­ yinde olan bu yapıtın tepe kısım­ lardan bazı parçalar kopmasına rağmen 15. yüzyılın başlarına ka­ dar sağlam denecek şekilde kal­ mıştır. Ancak 1402 yıllarında Halikarnas’a gelen Rodos şövalyele­ ri Saint Peter kalesini yapmak için taş ve kireç ihtiyacını bu ölümsüz yapıtın eşsiz güzellikteki mermer sütun, Röliyef ve heykel­ lerini yakıp kireç yapmak sure­ tiyle karşıladılar. O güzelim röliyeflerdeki figürleri yontarak kendi şövalye armalarım kazıdı­ lar. Ve kalenin temellerine yapı taşı olarak kullandılar. Bu bir ci­ nayetti ama hesap soran yoktu. Büyük mezar anıtlarına, bu me­ zar anıtına ismini veren Kral Mausolos’un adına izafeten Mausoleum (Mezole) denilmektedir19. yüzyılın ikinci yarısında İn­ giltere’nin İstanbul büyükelçisi tarafından zamanın Osmanlı pa­ dişahı I. Abdülmecit’ten alınan fermanla Halikarnas’ta kazılar ya pılarak Rodos şövalyelerinden ar­ ta kalan çok değerli heykeller ve röliyefler büyük bir ihtimamla sessiz sedasız Londra British Museum’e taşınmış ve bu ünlü mü­ zenin en değerli köşesi olan (Mozoleum adası)na yerleştirilmişler­ dir. Arkeolojik müzelerimizin kuru­ cusu ünlü ressam Osman Hamdi Bey, Osmanlı padişahlarının em­ peryalist devletlere verdiği kazı müsaadesi fermanlarına karşı çık­ makla elimizde bir miktar tarihi yapıtın kalmasına olanak sağla­ mıştır.

12

Arkeolojik kazıların çok mas­ raflı olması nedeni ile ve bu ko­ nuya yurt turizmi açısından da gereksinme görmemizden ve bun­ lara ilaveten mevcut kanunların yetersizliğinden son yıllarda bü­ yük çapta tarihi yapıt kaçakçılı­ ğı almış yürümüştür. Bu duruma, dur demenin zamanı gelmiş ve geçmektedir. İçtenlikle istediğimiz, bizden sonraki kuşakların topraklarımız­ da bulunan yapıtların yabancı milletlerin müzelerinden seyretmemeleridir. Örneğin: Almanların Bergama’dan söküp götürdükleri ZEÜS SUNAĞI’nı Berlin müzesinde yeniden inşa ederek çok yüksek bir ücretle tu­ ristlere göstermeleri gibi. Merhum Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı)nm dün­ ya milletlerine çağrısına kulak asan olmamıştır ama büyük res­ sam ve yazarın sanata gösterdiği büyük sevgi ve saygının bir te­ zahürüdürHalikarnas balıkçısı diyordu ki: «Çeşitli dünya müzelerindeki ta­ rihi yapıtlar esas bulundukları yerlere iade edilerek teşhir edi­ lirse kıymetleri bin kat daha ar­ tacaktır.» Atı alan Üsküdar’ı geçmiştir..En büyük temennimiz mevcut Asar-ı Antika kanununun tekrar ele alınması, kesin ve ağır yasa­ larla, tarihi yapıt kaçıranlarla amansız bir uğraşa girişilmesi, çok iyi bir örgütleme ile bu yapıtla­ rın müzelerimize kazandırılması­ dır. Diğer bir konuda Arkeolojik kazılara ve vatandaşların bulduk­ ları ve yok pahasına yabancılara sattıkları yapıtların normal değe­ ri verilerek satın alınması için devlet bütçesinden bir fon ayrıl­ masıdır.


(f i' f #

AÇLIK VE B ÎZ

jy

> I»

> #

$ I # i'

<»

Akşam olmuş Evde korkulu bir telâş var, suratlar hep asık Yaşantımız gibi evimiz de karanlığa gömülmüş Ne bir kandil var, ne bir ışık Ağabeyimin altı aylık çocuğu da durmadan ağlıyor aksi gibi Babamın yüzü karmakarışık.

(f

1 i' •' > w i»

Annem korkuyla bakıyor elinde tuttuğu boş tencereye Mardinli çocuklar geçiyor aklımdan Orta-Doğu’da kanlı bir savaş Annem kalkıyor oturduğu yerden Konuşuyor yavaş yavaş Bugün aş pişiremedik diyor cılız ve korkuk sesiyle Çocuğa ne yedireceğiz diye bağırıyorum , tutamayıp öfkem i AÇ ÖLESİYE.

V

ı1 * * > ) I» I»

> #

Kalleş depremler gibi çöküveriyor üstümüze açlık korkusu Ha deseniz ölüm bizi alıp götürecek Örneğin bütün azığını çölde kaybetmiş bir askeriz şimdi biz H iç yakılmamış ağıtlar geliyor aklımıza acı ve buruk Yüreğimizde dert karıncalar örneği Yüreğimizde öfke yumruk yumruk

v V

> i' <s I» I1

ü

i

>

Suratımızı görseniz bize sonbahar diyeceksiniz Oysa yarınlar bizim için doğacak artık İhsanlar sevgiyle kucaklaşacak Kapılarımızı ak günlere açacağız Ne pahasına olursa olsun Açlığın heykelini artık yıkacağız. Cemil AYD IN

if

^

V

W

W

W

W

V

W

W

W

W

W

%

W

%

^

W

W

W

V

^

W

W

W

-

l> .' i' i»

d I1 <'

%

:: (

13


ARAŞTIRMA

ç E P N I

L E R Feridun ARKIN

(Geçen sayıdan devam) Anadolu’nun XII. ve XIII. yüz­ yıllarının karanlığı içinde bu ta­ rihten önce ÇEPNİLER’in nerede oldukları ve yaşayışları hakkında kesin bilgimizin olmaması olası­ lıklara dayanan kurgular doğuru­ yor. Sayın Hocam Prof. Dr. Fa­ ruk Sümer, Vilayet namedeki «Kırşehir’in Suluca Kara -Höyük köyüne gelen Hacı Bektaş Veli’nin ilk müridleri ÇEPNÎLERDEN idi.» tümcesine dayanarak bu boy dan olanların büyük bir kesiminin

14

«kızılbaş» olmasının, bunlarla i1gili olduğunu belirtir (22). ÇEPNİLER, Baba İshak taraftarları tarafından BABAÎ (Batıni inan­ larını), sonunda Hicri XII. asrın ortalarında (M Ö. 1253 - 1245) ka-, bul ettiler (23)ÇEPNİLER’in önemli bir kesi­ minin 1277 yılında Sinop yöresin­ de yaşadıkları görülüyor. Aynı yılda Çepni Türkmenleri Sinop şehrine denizden saldıran Trab­ zon Rum İmparatorluğuna karşı şehri başarıyla savunmuşlardır. Bu tarihten sonra adları sık sık duyulan ÇEPNİLER, Anadolunun çeşitli yörelerine dağılmışlardır. Fakat onların en önemli özelliği Anadolunun kuzey ve kuzey do­ ğusunun Türkleşmesinde büyük hizmeti geçenlerden olmalarıdır. Bugün, Batı Anadolu’da ilk özel liklerinin belli - başlılarını koru­ yarak yaşayan; yukarıda söz ko­ nusu ettiklerimizin torunları ol­ duğunu bildiğimiz (24), Balıkesir ve dolaylarında yaşamlarını sür­ düren boylara ÇETMİ denilmek­ tedir. XII. asrın sonlarında Osmanlı Devleti, büyük ümitlerle girdiği savaş nedeniyle, acı kayıplara uğ­ ramıştır (25). Yapılması gerekli mal ve yönetime değgin yenilik­ ler, ordunun ve sarsılmış bulunan iç düzeninin yeniden kurulması gibi işler için Köprülü Fazıl Pa­ şa, Sadrazamlığa getirildi. Fazıl Mustafa Paşa, birçok yenilikler yanında, Anadolu ve Suriye ta­ raflarında büyük bir yerleşme si­ yasetine girişti. 1691 yılı baharın­ dan başlıyarak Konar - göçer oy­ maklar yıkkın yerlere yerleştiril­


diler- Böylelikle oturulmayan ve işlenmeyen boş yerleri bayındır duruma getirmek; konar - göçer yaşam biçimleri nedeniyle yerle­ şik halk ile oymaklar arasındaki anlaşmazlıkları çözümlemek ve —Bunların bu sırada Anadolu’yu kaplamış bulunan— Sarıca Sek­ ban kır uğrularının (eşkiya) ara­ larına grim 2İerini de önlemek is­ tedi (26)28 Mart 1691 tarihli bir buy­ rukla Rakka bölgesinde Colap nehri çevresinde yerleştirilmek üzere, o sırada Anadolu’da yaşa­ yan bir çok oymaklarla birlikte ÇEPNÎLER de görevlendirildiler (27)- Fakat ÇEPNlLER'in duru­ mu bir yerleştirilmeden çok. sür­ gündü (28). Bizi bu kanıya var­ dıran nedenler ;onlarm başta Kur tuluş savaşında olmak üzere, bu­ gün de kendilerinden olmayan halkla, hiçbir şekilde geçineme­ meleri; devletin güvenliğini koru­ mada güçlük çekildiği günlerde baş kaldırmaları ve yağmacı (29) alışkanlıklarıdır. Kendilerine ayrılmış topraklar üzerinde diğer oymaklarla birlik­ te çiftçilik yapmaya başlayan ve bunda başarılı sonuçlar kazanan ÇEPNÎLER’in kısa bir zaman son­ ra yeniden konar - göçer yaşama başladıkları anlaşılıyor (30). Bu sıralarda ÇEPNÎLER’in di­ ğer bir kolu olan BAŞIMKIZDULULAR’ın bir kısmı ise, Balıke­ sir ve dolaylarma yerleşmişlerdir. Sayın Hocam Faruk Sümer, XVI. yüzyıldan sonra Halep Türkmenleri arasında bulunan BAŞIMKIZ DULU Çepnileriinin îzmir, Mani­ sa, Aydın ve Balıkesir bölgesine yerleştiğini yazar (31). Buna gö­ re Halep Türkmenleri arasından

batıya göçen BAŞIMKIZDULU Çepnilerj Balıkesir dolaylarında iken diğer kol, (KANTEMIR Çep niler’i ile BAŞIMKIZDULULAR'in kalan kısmı) Rakka yerleştir­ mesine bağımlanmıştı. Çünkü bu­ gün Balıkesir’de kendi köylerin­ de araştırdığımız ÇEPNÎLER’den Balıkesir merkez köylerinden BAŞIMKIZDU (Bugünkü adı İS­ KENDER) köyü Çepniler’i. ilk yerleştirilmelerini ansıyamamaktadırlar. Daha sonra, Balıkesir do laylarında kendi kanlarından say­ dıkları ikinci köy Kepsut’a bağlı EYİBÜKÜ ÇEPNÎLER’i dir- Ba­ lıkesir dolaylarında saptadığımız 33 (Otuzüç) Çepni köyünden 31 (Otuzbir)ini oluşturan KANTEMİR ÇEPNÎLER’i, ilk yerleşim­ lerinin Ahmet Vefik Paşa zama­ nında olduğunu, buralara (Balı­ kesir) güneyden (Rakka’dan) gel­ diklerini anımsıyorlar ve anlatı­ yorlar (32)- Yalnız adından da an­ laşılan BAŞIMKIZDULU köyün­ de yerleşenler —EYİBÜKÜ’nün de akrabaları olduğunu söyledi­ ler— yerleşmelerini anımsamıyor lar ve de alevi olan KANTEMÎR ÇEPNİLER’ini kendilerinden say­ mıyorlarYukarıda Rakka yerleştirimine bağımlandığını söylediğimiz ÇEPNİLER, KANTEMÎR ÇEPNÎLERÎ ile BAŞIMKIZDULULAR’m bir kısmı olsa gerek. Konar - gö­ çerliğe alışmış bulunan ÇEPNέ LER’in, yerleşik yaşama uyamamaları; genel olarak hayvancılı­ ğa elverişsiz doğal nedenlerle, yö­ neticilerin anlayışsız ve bilgisizce tutumları nedeniyle (33) bu yer­ lerde daha çok oturmadılar, yer­ leşim yerlerinden kaçtılar. Bugün Balıkesir yöresi, Çepni köylerin­

15


den BAŞIMKIZDULU (YENİ İS­ KENDER) köyü dışında, gördüğü­ müz diğer tüm Çepni köyleri, kö­ ye ancak 100-200 metre yaklaşıl­ dığında görülebilmektedir (34). Bu onların yerleşim bölgelerinden kaçtıklarının bir kanıtı sayılabi­ lir kanısındayım. İşte elimizdeki araştırmanın ko­ nusunu oluşturan, Balıkesir yö­ resinde «ÇEPNÎLER»in büyük bir kesimi KANTEMİR ÇEPNİLER’i* nin; pek azı da —ancak iki köy— BAŞIMKIZDULU ÇEPNİLLER’inin torunlarıdır. BAŞ1MKIZDULU ÇEPNÎLER’inin çok az olma­ sını, onların —sünni, yerli ve göç men— halk arasmdaki erimeye bağlıyabilirim (35). Çünkü KAN­ TEMİR ÇEPNİLER’i alevi olduk­ ları ve sayıları pek çok olarak es­ ki geleneklerini, törelerini koru­ yabildikleri halde; BAŞIMKIZDULULAR’in izleri kaybolmak üzeredir. Eski geleneklerini, töre­ lerini terketmiş —göçmen ve ma­ nav— köylülerinin kopyası duru­ munda, sünnileşmişlerdir. (22) F. Sümer, Oğuzlar, S. 31S (23) F. Köprülü, a.g.e. E. 207. A na­ dolu’da İslamiyet, S. 63 (24) F. Sümer, Anadolu’da Ü ç Ok’lu Oğuz Boylarına Mensup Teşekkül­ ler, S. 44 F. Sümer, Aynı yazarın Oğuzlar,

(25) (26)

(27) (28) (29)

16

S. 321 Ahmet Refik, Anadolu’da Türk Aşiretleri, S. 171 İ.H. Uzun çarşılı Osmanlı Tarihi III, I. Bölüm, S. 493-536 Dr. Cengiz Orlıonlu, Osmanlı İm­ paratorluğunda Aşiretleri İskan Teşebbüsü, 39 A Refik, a. g. e. S. 135 A Refik, a. g. e. S. 60-82 A. Refik, a- g, e. S. 96

(29) Balıkesir Merkez köylerinden KAVAKBAŞI'da A li Oğuz bu konu­ da şu öyküyü anlattı: «Kuva-i 3fiiliye zamanında de­ dem Mehmet Ağa, Yunanlılara karşı Savaştepe Soğucak cephe­ sinde çete başı idi. Yunanlılar gittikten sonra yöre halk: Kazım Özalp Pa-şa’ya şikayette bulunur­ lar: — Efendim, düşmanlar memleket­ ten gitti. Şimdi ise mal düşmanınuz olan bir millet var. Bunlar, Yunan işgali sırasında davarları­ mızı talan eden ÇETMİLER’dir. Kazım Özalp, Mehmet Bey’i ça­ ğırtır, haklarında şikayet olduğu­ nu söyler. Mehmet Bey savun­ masında: — Efendim, işgalde a ç kaldık, sadece doyumluk çaldık. Paşa, bu söz üzgüne şikayetçiye döner ve şöyle der: — Doymak için koyun, inek çal­ makla millet kırılmaz. (30) C. Orhoıılu, a. g . e. S. 93 ve A. Refik, a. g. e., S. 121 (31) R. Sümer, Anclopedia Islanıica, ÇEPNÎ maddesi, F. Sümer, Oğuzlar, S. 321 (32) Yeni İskender Köyünden Muhtar İsmail Yaşar, Kavakbaşı’ndan Ali Oğuz Akyar’dan Yusuf Ayhan (33) C. Orhonlu, a. g. ©., S. 77 (34) Köyler ya iki tepe arasında bir yerde, ya da büyük bir yarın çukuıunda kurulmuş olan ilk evin etrafındaki konutlardan oluşur, örneğin: Macarlar, llyapan, Gü­ vem, Çetııü ve Akyar köyleri bu­ na en belli örneklerdir. (35) Çünkü, KANTEMİR Çfepniler’i alevi oldukan ve sayılan pek çok ola­ rak bugün de gelenek ve göre­ neklerini, törelerini korumaktar dırlar.


İNANDIRMA SANATI Zakir GÜVEN Pırıl pırıl bir Temmuz günüy­ dü. Vakit kuşluğu gösteriyordu. Enstitünün alt yanında kurulmuş olan kavak fidanlığının mevsim­ lik bakımını yapıyorduk. Buda­ ma, sulama, ayıklama gibi uğra­ şılara dalmış, çevreyi unutmuş gidiydik. — Kolay gelsin ağalar-.Sık kavaklar arasından göreme diğim kişiyi kalın sesinden tanı­ mıştım. Komşu köyden yetmişlik Ahmet Ağaydı bu. Pek içli dışlı değildik ama rasladıkça selâmlaşırdık. İşi bırakıp yanına çıktım. Üzüntülü küskün bir hal vardı üzerinde. Su arkının kenarına iliştik. Hoşbeş ettik, hal hatır sor­ duk. Paketi uzattım, karşılıklı du­ manladık. Elinde sıkıca tuttuğu sarı buğday demetini göstererek: «Bak oğul, pas gene anamızı ağ­ latmış- Yayladüzü’nün ekini tüm böyle kavrulmuş, yanmış en ufak olmuş.» Duyduğu hıncı elindeki sigara­ dan alırcasma derin derin birkaç nefes çekti, boynunu büktü, zor duyulur bir sesle: «Bu yıl da oğul uşak bize evcek gurbetlik görün­ dü yine. Asıl şaştığım sizin ekin­ lere hiçbir şey olmaması. Tarla­ lar taranmış, sırma gibi rüzgârın altında nazlı nazlı bükülüyorlar. Bir türlü işin sırrım çözemedim. Havamız, güneşimiz, suyumuz bir. Ve de tarlalarımız komşu. Şu me­ ret sürme, Karacık, pas gibi bir sürü dert neden hep bizleri bu­ lur? İşte görüyorsun kaç aydır şap denen ocağı batasıca hastalık,

malı davarı otttan sütten kesti. Sizinkilerin maşallahı var- Hepsi tavlı (Besili) bozarak kel toprak­ larda, sizler gelmeden önce, kör sıçanlar açlık orucu tutarlardı. Bereket taşıyor şimdi her yan­ dan» Sözünün ardından göğün boş­ luğunu göstererek: «Yoksam siz, yukarıdakiyle ortak mısınız?» de­ di. Sorusunu yanıtlamadım, ken­ disi bulsun istedim. — Hele buyurun, şöyle biraz gezelim seninle.. Koluna girdim, sırasıyle, demircilik, dokuma, ma­ rangozluk, peynircilik atelyelerini dolaştık. Öğrenciler işlerine dalmış habire çalışıyorlardı. Ahırların temiz­ liğine şaştı: «Burası bizim evden temiz» dedi, gülüştük. îyi bir raslantı sonucu, civciv­ lerin kuluçka makinesinden çık­ ma zamanında oldu bu inceleme. İhtiyar, yavruların kabuklarını delişini görünce olduğu yerde dondu kaldı: «Sizden korkulur-» dedi. Tohum ilâç ve gereçlerine çok ilgi gösterdi. Fırsatı da kaçırma­ dan: «Oğul, güzlük tohumlarımı­ zı dermanlamazsan gönüllenirim, masrafını çekeriz.» Arıcılığı da dolaştık. Bulgur pi­ lâvı ve kendi ürünümüz taze fa­ sulyeden öğle yemeğimizi, sebze bahçesinde çalışanlarla birlikte yedik. Çocuklar, saz, keman, man dolin çaldılar. Memleket türküle­ ri söylediler, güldüler, güldürdü­ ler. Ve çapalara sarıldılar.

17


Gezi sonunda «Anladın m ı ne­ deni» der gibi yüzüne baktığımı gören zeki ihtiyar: — Anladım, oğlum anladım. Ne demiş atalarımız- Göz gördüğünü, el ördüğünü bilir. Bu yaşa dek çok şeyler söylediler okumuşlar bize, ama söz nedir ki buz üstü­ ne yazılmışcasma gün vurur si­ linir-.. H iç kimse bize böyle yaptırmadıki. Biz köylük milleti her yoksunluğu alın yazgısı biliriz. Sabahtan beri gördüklerimden an ladımki: «Essah düşman cahillik­ miş. Gün inmeye başlamıştı. îhtiy izin istedi, bir öğrenciye işmar et­ tim, (Göz işaretiyle anlatmak) Arı evinden büyükçe bir çerçeve bal getirdi. Sardık uzattık. Alm ak

la almamak arasında kararsızlandı- Direndik kabul etti. El sıktık tam ayrılacağımız zaman: Boynu­ nu büktü, ellerini kavuşturdu, «B ir ricam var senden oğlum .» — Buyurun, söyleyin. — İhtiyarlık hali olaki seneyi göremem. Dördüncüde okuyan to­ runum kınalı A yşe’yi bu okula yazdır. — H iç merak etme. Gittikçe inen ikindi güneşinin altında uzayan gölgesini çiğneye çiğneye yürüdü gözden silindi. Aradan çeyrek yüzyıldan fazla zaman geçti, A yşe’ler, Fatma’lar. Emine’ler şimdi emeklilik çağma ulaşmışlardır, ama anılar kocamıyor ki.

İkinci kanal dönemine girerken ^

(Baştarafı 3. Sahifede)

sizliği tüm derslerden m i? Y oksa belirli bir gruptan m ı? Tek dersten m i? Bunu biliniz ve ona göre davranışlarınızı düzenleyiniz. Bizce başarının ilk koşulu sevgidir, öğretm enini ve okulunu sevmeyen öğrenci öğrene­ mez, başarılı olamaz. Öğretim yılma girerken okul aile birliği ve koruma derneği genel kurul toplantısında, da açıkladığımız gibi, Perşembe günleri R E H B E R ­ LİK saatlerinde çocuğunuzun devam - devamsızlık, disiplin, eğitim ve öğ ­ retimle ilgili tüm durumları müdür yardım cıları arkadaşlarımdan ve sı­ nıf öğretmenlerinden öğrenebilirsiniz. Sm ıf öğretmenleri, öğrencinizin ikinci bir velisidir. Sm ıf öğretmenleri öğrencilerinizi okul içinde veli adı­ na izleyen ve savunan bir görevlidir. Siz veliler okulda önce sm ıf öğret­ meni ile ilgi kurarak; çocuğunuzun belli başlı sorunlarını öğretmenine açıklamalısınız. Okul ile ailenin birbirine güvenmesi gerekmektedir. Oku­ la ve öğretmenlere tam bir güven beslenmelidir. Sayın Veliler, Çocuklarınızı iyi insan, iyi vatandaş yapmak ve başarısını sağlamak onlara göstereceğim iz yakın ilgiye bağlıdır. Çocuklarımızın başarısı he­ pimizin başarısı olacaktır. Saygılarımla...


ULUDAĞ’da KIŞ MUZAFFER GÜLTEKİN Mevsim: Karlı bir kış Uludağ’da tüm ağaçlarda Ve yorgun topraklarda Akça bir alkış. Yapraklılar, yapraksızlar Y an yeşil, yan aç, yan çıplak Sarmış kollanna kar’ı Kucak kucak; sımsıkı sarılarak. Alnı yere değiyor ağaçların Değdi, değecek Derken HEY BABAM HEY... Büyümüş dudakları Öpecek toprağı Toprağı öpecek Öpecek toprağı Öpecek gerçekten Sevgiden kurşun yüklü dallar Ağaçların. Mevsim: Karlı bir k-§ Uludağ’da dağlar arasında Kıvnla döne, döne kıvnla akan sularda Erkekçe bir alkış Dereler, çaylar; çaylar, dereler Yarı çok, yan az, yan susuz Ama şimdi hepsi de korkusuz Akıp gider.. Akıp gider... Yüzü artık gülüyor insanların Güldü, gülecek Derken HEY ANAM H EY... Sevecek toprağı Toprağı sevecek Sevecek gerçekten Yürekten umut yüklü yarınlar İnsanların.

19


BİR ŞAİR — BİR KİTAP

SUÇLUSUN YAŞAMAKLA Savaş ERDEM BUZ ÇİÇEĞİM - ATEŞ AĞ A­ CI - CEYLAN PINARI ve SUÇ­ LUSUN YAŞAM AKLA, sanat dünyamızda haklı bir yeri olan hanım şairlerimizden Güner Ceylan’ın dört güzel kitabı. 1970 de yayınlanan ilk ürünü BUZ ÇİÇE­ ĞİM ve ATEŞ AĞACI’ndan son­ ra yayınladığı CEYLAN PINARI (1973) ve en son SUÇLUSUN Y A ŞAM AKLA (1974) ile sanatının doruğuna erişmiş durumdaBir edebiyatçının dört kitabı birden eleştirilebilinir mi? Gü­ ner Ceylan’m dört kitabı da elim­ de olduğundan onun ilk günden songüne kadar şiirdeki yücelişle­ rini daha iyi görme fırsatı bul­ dum- Bundan mutluyum- Çünkü Ceylan hakkında sağlam bir yar­ gıya, böylece daha iyi varabilece­ ğim. Sosyal faaliyetleri yanında şiir ve sanatla da uğraşan Ceylan edebiyat dünyamıza kazandırdığı güçlü eserlerle gerçek bir şöhret olduğunu ispatlamıştır. ATEŞ AĞACI’nda Ceylan’m ge­ leceği hakında fikirlerini ünlü ro­ mancı Kerime Nadir şöyle belirt­ miş o yıllar. «Çok yönlü çalışmalarını takdir le izledim. îstidatı, meziyetleri ve samimi çabalarıyla sanat alanın­ da layık olduğu yere erişeceğin­ den hiç şüphe etmiyorum.» Ceylan’m ilk kitabında, kendi his ve hayal dünyasında özlemi­ ni duyduğu ortamı bulamamış ol­

20

duğundan, insan sevgisi ve onlar­ la kaynaşma isteklerine karşılık yine onlardan kaçmış ve kendi umutlarıyla yaşamış olduğu gö­ rülüyor. YAZARIM adlı şiirinde hakındaki düşüncelerimizi kendi­ si de doğruluyor. Ben bir ozanım Hem okur hem yazarım Dilediğim gibi Satırlarımla coşanm. Düşlerimin ötesinde Sevilerden arta kalan Türlü izdi raplarla eş olan Bu evrende umutlarımla yaşanm.

Ceylan, şairlerin yazma dürtü­ sü olan seviyi de eksik etmiyor şi­ irlerinde. SEV şiirinde: Kısa olsun fakat uzun sev Nişlerle hayat çarpışınca Sevgi büyür, olur gözlerde dev Yitik do olsa düğümler çözülür Yeterki sev. Bul sevgiyi bir yorde , ek ilmikleri ekle günlere Teşbih gibi sırala günlere senelere Ve bir.sk olduğu yere Yitik de olsa düğümler çözülür Yeterld sev.

CEYLAN PINARI iki bölüm­ den oluşmuş- I- bölümde yine şa­ irin iç dünyasından kopup gelen mısralar yer alırken II- bölümde ise memleket ve milli duygularla dolu şiirler yer almış. MEHMET­ ÇİK adlı şirde Mehmetçiği över­ ken:


Ünün dünyayı sardı Gök ateş barut kokusu kardeş Kalırsan gazi ölürsen şehit İsmin asırlar boyu canlı şehit Gönüller fatihi Mehmetçik.

ANADOLUM adlı şiirde de Anadoluya olan tutkusunu belirti­ yor: Kızgın güneşini sevdim Anadolum Y,eşil yaylam Çatlak toprağufc Ulu ağaçlarım Bilgiçlikten uzak insanlarım.

SUÇLUSUN YAŞAM AKLA ki­ tabında toplumsal şiirler yer alı­ yor. Acı çeken - ezilen, baskı al­ tında bulunan ve bunlara karşı artık tahammülü kalmayan isyan­ kar düşüncelerin birgün başara­ cağına inanan Ceylan, bundan mutluluk duymakta. Kişi - top­ lum arasıdaki bu gizli çatışmanın ezilenlerin zaferiyle sonuçlanma­

İMGELER

Hüsniye ÇAMLI

sını istemekte. Suçlu olarak dam­ galanan kişiyi mücadeleye yö­ neltmekte. Onu mücadeleden kaç­ makla suçlamakta. SUÇLU adlı şiirde bu düşüncelerini bulmak mümkün Ceylan’m: Suçlusun,. Demir parmaklıklar arasında Yaşlı gözlerle etrafım arama Eş, dost, ne derse desin kad'mna Suçlusun yaşamakla. Suçlusun, suçlu.. Ne gidiyorsun gitmo dur Bu toprak bu vatan senin Gökle denizin birleştiği yer senin Kadın, k>z erkek kınında duran kılıçlar senin Yeşü yaylan, tüten ocak senin Senin bu kan senin.

Güner Ceylan’ı başarılanndan dolayı yürekten kutlar, devamını dilerim. Kitapları edinme adresi: P.K- 109 Aksaray - İSTANBUL

Düşlerimde görüyorum seni Kucaklıyorsun beni Sanki Beraber olunca Mutlu oluyorum Büyütüyorsun küçük gecelerimi Süsleniyor düşlerim Dalıp gidiyorum Erkeklerimle Başbaşa Ümit veriyorsun Bana İmgelerim bir an yıkılsa Tüm bekleyişlerim yok olsa İmge kırıklığı içinde bile Bekliyorum Ne olacak d iye.'

21


(Geçen sayıdan devam)

R

E H B E R L I

K Haz : ORHAN ÇAPLI

22

1 — Rehberlik açısından okulun ola­ nak ve gereksinmelerini saptamak, 2 — Rehberlikle uğraşan, tüm ele­ manlara yardımcı olmak, 3 — Rehberlik örgütü için gerekil personelin seçiminde, Okul Müdürüne yardım etmek,, 4 — Yapılacak isleri planlamak ve bir programa bağlamak, Her okulun olanak ve gereksinmele­ ri değişik olmakla beraber okullarda genellikle ortak olan «Rehberlik Hiz­ m etlerinden bazı örnekler aşağıya ve­ rilmiştir. a) öğrencilerin ortak gereksinmeleri­ ni saptamak için öğrenci problemlerini tarama envanteri uygulamak, b) Problem teşkil eden öğrencileri saptamak, c ) öğretmen - öğrenci, öğretmen veli, öğrenci - veli ilişkilerini düzenle­ mek, d) Veli ve öğrencilerin okuldan, yö­ netici ve öğretmenlerin de öğrenci ile velilerden neler beklediklerini sapta­ mak, e) öğrencilerin sınıf içi ve dışı faa^Uyetlerini belirlemek, f) Çevrede iş ve meslek okullarım araştırmak, g ) Mezun öğrencilerin üst öğrenim ve çalışma hayatlarındaki basan ve başarısızlıklarım araştırmak, h) öğrencilerin iş ve meslekler hak­ kında aydınlatıcı bilgi verebilmek için meslek günleri düzenlemek, 1) Okul, aile ve çevre ile işbirliği yap­ mak VA Kurul, bu benzer konulan en geç onbeş gün içinde saptayarak okulun bir öğretim yılı uygulayacağı. rehberlik çalışma programım hazırlar. DANIŞMAN REHBER: Rehberliğe inanmış, daha açık bir


deyimle gönül vermiş kişiler arasından seçilmelidir. Doğrudan doğruya Müdü­ re karşı sorumludur. Rehberlik hizmet­ lerinin koordinatörü durumundadır. Yorumlama, mülakat yapma ve va­ ka inceleme konularında yeterli bilgi­ lere sahip olmalıdır. Danışman rehberokui disiplin kurulunda görev alamaz. GÖREVLERİ: 1) Okul Rehberlik hizmetleri ilgilile­ ri arasında görevlerin yürümesi için koordinatörlük yapmak, 2 — Okul rehberlik örgütü çalışma programının ye projelerinin hazırlan­ masına yardımcı olmak,

AYVALIK ö z k u l ÇOBAN OĞLU

Körfezin incisi Cennetin bir köşesi Meleklerin ülkesi Güzel, şirin Ayvalık. Yemyeşil tepeleri Toplanır zeytinleri Bol olur ürünleri Güzel, şirin Ayvalık. Altın gibi kumlan Billur gibi sulan Zümrüt gibi çamları Güzel, şirin Ayvalık. Dantel gibi kıyıları Küçük küçük koylan Alibey, Çıplak, adalan Güzel, şirin Ayvalık. Zeytin yeşili camlan Samıısak plajları Dalyan, Dolap, boğazlan Güzel, şirin Ayvalık. Altın gibi ovam Kıyılan .iğne oyası Meşhur Şeytan Sofrası Güzel, şirin Ayvalık.

3 — Rehberlik danışma kurulunca hazırlanan çalışma programının uygu­ lanmasında önderlik etmek, 4) Sınıf öğretmenleri veya grup reh­ berlerince saptanan özel vak’alar üze­ rinde bizzat çalışmak, elde ettiği bilgi­ leri grup rehberlileri ve ilgili sınıf öğ­ retmeni ile işbirliği yaparak değerlen­ dirmek, 5 — Grup rehberleri ile sınıf öğret­ menlerinin çalışmaları arasında koor­ dinasyonu sağlıyarak bilgi, beceri ve davranış yönünden yetersiz ya da in­ tibaksızlığı bulunan öğrencilerin başa­ rı ve uyumlarını sağlayıcı ve yetiştiri­ ci tedbirleri almak, 6 — Eğitsel faaliyetleri yöneten öğ­ retmenlere programın hazırlanmasında ve uygulanmasında yardım etmek, 7 — Smıf öğretmenlerince işlenen öğ­ renci kişisel dosyalarının düzenlenme­ sinde yardımcı olmak, korunmasını ve gizliliğini sağlamak, 8 — Rehberlikle ilgili materyellori temin etmek, 9 — Grub rehberlikleri ve sınıf öğ­ retmenleri ile birlikte rehberlikle İlgi­ li araştırmalar yapmak ve öğrencilerin rehberlik hizmetlerinden beklentilerini saptamak, 10 — Sınıf öğretmenlerince tesblt edilen başarısız öğrenciler için çeşitli derslerde kurslar açılmasını okul Mü­ dürüne önermek, 11 — İşitme, lisan anzası bulunan öğrencilere, okul doktoru ve diğer sağ­ lık teşkilâtlarının da işbirliği ile teda­ vileri konusunda yardım etmek, 12 — Üstün zeka ya da üstün özel yeteneklere sahip öğrencilerin daha İyi yetişmeleri için, sınıf öğretmenleri ve diğer öğretmenlerle birlikte tedbirler almak, 13 — Rehberlik programın m gereği olan çevre ile temasları plânlamak. NOT: Gerekli koşullara sahip öğret­ men bulunmaması halinde bu görev Okul Müdürünün uygun göreceği bir öğ­ retmene yaptırılabilir.

23


YAŞAMIN GÜÇLÜKLERİ Şükran MERT Çoğu kez «Yaşam güçtür, onun­ la bir uğraş verilemez, yıpratıcı­ dır.» diye düşünürüz. Oysa insa­ na kişilik kazandıran bu güçlük­ lerdirYaşam, taş ve çakıllarla dolu­ dur. Gülün dikeni olduğu gibi. Örneğin: Bizler gülün dikeni ol­ duğuna üzüleceğimize, dikenden gül açtığı için sevinmeliyiz- Ya­ şam içinde güçlükler olmasa ve biz onları aşmaya çalışmasak, usumuzun bizi hayvandan ayırma­ sının hiç bir değeri kalmazdı. Es­ kiden ulaşım, insanlar için bü­ yük bir güçlüktü. Bu güçlüğü yen me isteği, yaşadığımız acunu mil­ yonlarca kez küçültmüştür. Kişi, karşılaştığı güçlükleri yenmeye çalışmalıdır. Bunu ba­ şardığı an, mutlu olur. Yaşama, daha çok bağlanır. Yaşamayı se­ ver. Büyük Atatürk, üstün savaş tekniğini, etkileyici niteliğini, yaşamın güçlüklerinden kazanmış tır- O ’nun kişiliğine renk katan; karşılaştığı güçlükler ve bu güç­ lükleri aşarak kazandığı başarı­ dır. örn eğin : Kurtuluş Savaşında başarıya ulaşabilmek için bir çok güçlükler yenilmiştir. Bunun so­ nucu olarak da, umutsuz kişile­ rin bile hem kendine, hem de ulusuna güvenci artmış; bir güç, bir inanç kazanmıştır. İnsan tüm güçlükleri yendiği an doruklaşır. Bir kişilik kazanır. Bu kişiliği ile toplumda değerle­ nir. Toplumsal değeri artar. Doğa, kişinin karşılaştığı en bü­ yük güçlüklerden biridir. Daha

24

doğrusu, doğa içinde büyük güç­ lüklerin varlığı insanı çoğu kez uzun uzun düşündürür. Ama y ıl­ dırmaz insanı. Güçlüklere boyun eğmeyen, uğraş veren insanı- Ör­ neğin, büyük sel baskınlarının önüne barajlarla geçilmiş, önlen­ miştir. Yeraltmdaki cevhere en güzel biçimler verilmiştir. Yıldı­ rımlar, paratoner ile zararsız bir duruma getirilmiştir. İnsanların bu başarıları yanısıra, başarama­ dıkları da vardır. İşte kişi, bu ba­ şaramadıkların: başarmak, güç­ lükleri yenmek için uğraşır, çalı­ şır. Sonunda başarının gizini bu­ lur. Bu da onun güçlenmesini, güçlükleri göğüslemesini sağlarDemek istiyorum ki, kişiyi güç lendiren ve yeni bir kişilik ka­ zandıran yaşamın güçlükleridir.

Türkçeye k a rşı ç ık a n la r ^

(Başt&rafı -i. Sahifcde)

girer- Fakat bu yabancı sözcük dilimizde bir zaman için kullanı­ lır. Sonra da bırakılır, yaşamaz. Yaşayacaksa Türkçesi yapılır, böyle yaşar. Atatürk Dü devrimini yaparken tüm bunları biliyordu. Devrimlerine karşı çıkacakları da biliyor­ du- Yine savunacakları da biliyor­ du. Sağlığında bunu da simgele­ miş ve tümüyle CUMHURİYETİ, öz Türk çocuklarının korunması­ na bırakmıştır. Biz Cumhuriyet çocukları Ata’nın diğer tüm devrimleri gibi, Dil devrimini de var gücümüzle savunacağız. Bu böyle bilene...


VEREM SAVAŞ VE EĞİTİM HAFTASI İFFET ÖZAK Verem (Tüberküloz) Koch basilinin sebep olduğu bir hastalıktır. Bu hastalığa İnsanlar kadar hayvanlar da yakalanabilir. Dünyada her yıl veremden milyonlarca insanlar ölüyor. Almanya - Fransa gibi sıhhat kıymetini iyice anlamış, cahillikten kurtulmuş, hastalıklardan nasıl kurtulacağını öğrenmiş memeketlerde bile verem her yıl yüzlerce can alıyor, işte insan sağlığını tehlikeye koyan ve insandan insana bulaşan Verem, eskiden beri korkunç bir hastalıktır, önceleri üzüntü ve merak so­ nunda kendiliğinden gelen bir hastalık sanılırdı. Halbuki verem, Koch basili tara­ fından meydana gelen bir hastalıktır. Verem mikrobunu ilk defa 1882 yılında A l­ man hekimlerinden Robert Koch bulmuştur. Mikrobun adı Koch basilidir. Bu mikrop gözle görülmeyecek kadar küçüktür, ancak çok büyüten mikros­ kopla görülür. Nasıl kü;uk bir tohum kendisinden yüzlerce defa büyük bir ağaç yapıyorsa, bu basil de vücutta milyonlarca kere üreyip koca bir vücudu kaplayarak onu ölüme sürükle, e ü : Ir..-ânlarda Veremin pek çok şekilleri vardır. Başlıcaları Akciğer, Kemik, Deri Gırtlak ve Bağırsak veremleridir. Beyin ve karın zarlarında da, aalak. böbrek, karaciğer g:bi organlarımızda da Verem olur. Bunlar içinde ençok gö: üleni ve eaçck öldüren;. AKCİĞER VEREM İ’dir. Verem insanlarda olduğu gibi ineklerde de olur. Veremli ineklerin sütlerinde Verem mikroplan var­ dır. Sütü alman reğ-r. hasta olup olmadığım araştırmak, sütü kaynatmadan içme­ mek lâzımdır. Kuvvetli güneş ışığı karşısında Verem mikrobu birkaç saat yaşaya­ maz. Gölgeli, kuytu yerlerde toz toprak arasında Verem mikrobu 10 aya kadar yaşar. Verem bulaşıcı bir hastalıktır. Veremlinin öksürükle saçılan basilleri, kirlen­ miş dışkı ve idrarı, cilt ve kemikleri Verem akıntıları Veremin bulaşmasını sağlar. İnsanlar arasında öıüm orunı </o 10’dur. Bu bakımdan insan bünyesinin Vereme do-ğuştan mukavim olduğu söylenebilir. Yalnız zencilerde bu mukavemet çok daha az­ dır. Kötü ve yetersiz beslenme şartlan hastalığa mukavemeti çok azaltır. Ruhen hassas kişilerin dayanma gücü de azdır. Koch basili vücudumuzun her dokusunda yerleşebilir. Ancak vücudun zayıf bir anında derhal ortaya çıkar. Verem mikrobu­ nun bedenimizde en fazla hoşlandığı konak yeri Akciğer alvcolüne giren Verem ba­ sili burada ilk merkezi meydana getirir. Lenf yolu İle lenf bezine ulaşır, ikinci bir merkez kurar. Hastalık ilerlediği taıkdirde A kciğer dokusu yaralanır ve boşluklar meydana getirir Basiller lenf ve kan damarlan 41e vücudun başka bölgelerine ula­ şabilir. Veremi hazırlayıcı sebeplerden; bakımsızlık, açlık, içki, sefahat ve kumar, aşırı derecede yorganluk, keder ve üzüntü belirgin özelliklerindendir. Veremden Kişisel Korunma : 1 — Açık veremlilerle sıkı temas etmemek, 2 — Vücuttan zayıf düşmemeğe dikkat etmek, 3 — Verem aşısı yaptırmak. Verem, tedavis'. mümkün olan hastalıklardandır. Yeni verem ilâçları (çeşitli ve etkl'.l) sayesinde Veremden kurtuluruz. Yalnız verem tedavisinin disiplin isteyen bir özelliği vardır. Başı boşlukla Verem tedavisi bağdaşamaz. Hekimin tavsiyeleri­ ni harfi harfine uygulamak ister. Vereme tutulmaktan korkmak ne kadar lâzım ise, tutulduktan sonra lüzumundan fazla korkarak evhamlara kapılmak ve ümitsiz­ liğe düşmek de o kadar lüzumsuz ve zararlıdır. Çünkü Verem şifasız hastalıklardan değildir. 25


Okulumuzdan Haberler ^

1— A 1—0 1—C 1—0 1— D 1— E 1— E 1— F 1— G 2— A 2— A 2—0 2—G 2— C 2—C 2— E 3— A 3— B 3— B 3—0 3—E 4— B 4— B 4—0 4— D

630 72 166 672 547 48 1036 729 887 534 1021 281 399 649 719 165 363 128 1243 410

(Baş tarafı 2. Sahnede) N. Ruhsar Erman Şerife Kavukçu K. Figen Yücel Seval Gültekin Rengin Aykök Hanife Dikduran Metin Kaplan Deniz Erten A . Berrin Işın Oya Tıpış Nurhan Dağlar Saadet Akdöl Sevgi Türkdoğan Dilhan Dedeköy Blrgül Izbak İbrahim Şötleoğlu H. Sema Çakın Nilgün Selçuk N. Sibel Gültekin Kâniye Akdeniz

12 Ben ar İlhan 176 Halûk Erol 1470 Gülden öz a k 25 Yüksel İskit 319 Dilek Dönmez

4— D 1081 Kübra Sınav 5— F en /A 107 Funda Gen çel 5 —F en /A 345 Ahsen Analan 5— F e n /A 1221 R . Cüneyt Zeytinci 5— Fen /B 83 Feridun Coşkun <5-—Fen/B 268 Tayfun Balabaner 6— F en /A 283 Ayşe Analan 6— Fen— B 286 Yelda Yorulmaz e —Fen /B 294 Canseü Kafadar 6— F en /B 873 A yfer Erden 6— Fen— B 1437 Ş. Uğur Sarsal 1974— 1975 öğretim Yılı Birinci Dö­ nem Teşekkür alan ve Disiplin Kuru­

26

lumuzca da uygun görülen öğrencile­ rin listesi: 1— A 1— A 1— A 1— B 1— C 1— c 1— c 1 -0 1— 0 1— D 1—D 1— F 1—F 1— F 1—G 1— G 2—A 2— A 2— A 2—B 2— B 2—0 2—C 2—0 2—D 2— D 2—D 3— B 3—B 3— C 3—0 3— D 3— D 4— B 4— B 4— 0 4—0 6—E d ./A 5—F en /A 5—F en /A

Hatice Koşvar 770 Nuriye Dinç 1003 Metin Çamlıbei 326 Oya Altıparmak 347 Kemal Çalışkan 558 Füsun Oğuz 773 Levent Berber 831 Cem May 833 Güldern Erim 185 İbrahim Kayandan 862 Z. Nuray Yılmaz 148 M. Fazıl Ayyürek 364 Sevgi Biret 734 Mihriban Uslu 386 Cemile Kesebir 951 Mete Gündofan 754 Semra Kavas 866 İdris Dinçer 1147 Ümmü Işıkmen 285 1278 334 894 1065 354 978 1073 177 908 87 104 264 1031 194 645 648 659 1119 134 387

Süleyman Gençel Tülin Alkan Candan Donbaycı Zekiye İlmen Pınar Soydan Serap Baran Emel Yücel M. Göksel Kantarcı H. Ayşe Levent Ecvet Güleli Hüsniye Çamlı Suzan Çankırılı A fife Kesebir Sevim An ak Nusret Kantarcı Vehbi Tutmaz Figen Sevinç Hayriye Korkmaz Naime Çaprazoğlu Aykut Gündüç Gül E ce Çelik


5— Fen /B 415 Fatma Kesebir 5— F cn /B 1083 Serhat Taner 6— Eki. 492 Emel Sonuç

6— Eki. 1035 6— F en /A 1223 6— Fen/13 619

Ortaokul sınıflar arası ilk üç dere­ ceyi alan öğrenciler. (Soldan sağu) 1. Seval Gültekin - Sibel Gültekin 2. Ruhsar Erman - Hanifo Dikduran S. Saa­ det Akdöl - K. Figen YüceL (F oto: tLKKUBŞUN )

Lise sınıflan arası ilk üç dereceyi alan öğrenciler: (Soldan sağa) 1. S. Uğur Varşal, 2. Yelda Yorulmaz, 3. A yfer Erden - Ayşe Analan. (F oto: ÎLKKURŞUN)

Takdirnamo alan öğrenciler toplu halde. (F oto: İLKKURŞUN)

Mukaddes Çalkakçı Nuray Dağlar Semahat Ertekin

Teşekkür alan öğrenciler toplu halde. (F oto: tLKKURŞUN)

27


YILMAZ GÜLTEKÎN

M E 'ı f 1u □ L (g? ö t

ts

c?

0

V E

HEYKELTRAŞLIK SANATI İLE İLGİLİ TÜM BİLGİLER OKULLARDA MODELAJ VE SERAMİK İŞLERİ 116 SAYFA, RESİMLİ EDERİ: 10 TL. EDİNME : YILMAZ GÜLTEKİN Lise Resim öğretmeni AYVALIK

250 KURUŞ


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.