İlk Kurşun Dergisi Sayı:19

Page 1

N1 bü

AYVALIK LİSESİ EĞİTİMKÜLTUDSANATOEDGISi

YAŞAR FARUK İNAL YILMAZ GÜLTEKtN MUZAFFER GÜLTEKtN ABDÜLKADİR GÜLER MÜZEYYEN TUTAK FERİDUN ARKIN t. AIIİD OZTOKAT MELEK ÇANDARLI ZAKİR GÜVEN ADİL MERT BERRİN IŞIN EMRULLAH EVLİ EMİN İLKDOGAN ÜNAL ÇALLI SAVAŞ ERDEM ZERRİN IŞIN

YIL : 4

SAYI : 19

MART :

1975


HABERLER

tL K K U R ŞU N Ayvalık Lisesi

t

|

ZE R R İN IŞIN

Aylık E ğitim , Kültür

ı

■fc 30.1.1975 Perşembe günü saat 15.30’da oku­

Sanat Dergisi

lumuz kütüphane salonunda, I /C öğrenci velileri ile, I

sınıf öğretmenleri toplantısı yapılmıştır, öğrencile­

Sahibi: Okul Müdürü

I

Y IL M A Z

1 ,

İ

Yazı iğleri

öğrenci - öğretm en - Veli

sınıfı Rehber

öğretm em G ÜLSE-

V İL B O ZY E L düzenlemiştir.

Sorumlu

Yönetmeni:

rin de hazır bulunduğu toplantısını I /C

GÜ LTEK İN

Toplantıyı, okul MUdüril Sayın Yılm az Gül tekin

1

açmış, daha sonra öğrenciler şiir ve fıkralarla top­

M U Z A F F E R GÜ LTEK İN

lantıya renk vermişlerdir. Hep birlikte pastalar yen­

Başkan

miş, çaylar içilmiş; öğrencilerin okul içi ve okul dışı davranışları üzerinde durulmuş, ders durumıan gö­ rüşülmüştür. Oldukça yararlı geçen toplantı, velile­

E M İN

il k d o

Ga n

B aşkan Yardımcısı TAYFUN

rin ilgisini çekmiştir. Bu tür toplantıların sürekli 11

ruma Kolu öğrencileri arasında «Eski Eserleri Ta­

Müdür

nıtma ve Koruma» konulu bir kompozisyon yarış­

Ü N A L Ç A L LI ı1

ması düzenlenmiştir. Yapılan değerlcndiımede dere­

Müdür Yardımcısı E C E Ç ELİK

ı

ce alan öğrencilere çeşitli armağanlar verilmiştir.

,

uğraşıları sonunda oluşturduğu; A yvalık’m llkkur-

ı

Saymanlar

İC

BÜLENT A Y A N j!

Gültekinin büyük

F E R İD U N C O ŞKUN

!

nü, okulumuz şeref salonuna yereştlrllmiştlr. Büstün

Yazmanlar

1

yapımından sonra çekilen fotoğrafını bundan önceki

T A N GÜL İZB E K

|

sayanızda, Sayın I. Ünver Nasrattmoğlu'nun A li Çe-

ŞÜ KRAN M ERT

<

tinkaya’y a değgin yazısında yayımlamıştık.

b e r r in

s ad an

S.Şubat.1975 günü yapılan öğretmenler Ku­

, • rulu toplantısında alınan bir karara

ZE R R İN IŞIN

||

Lisemiz Müdürü Yılm az

şun tepesinde İlk kez düşmana karşı koyan ve İlk kurşunu atan büyük değer A li Çctlnkaya’n m büstü­

F U N D A GENCEL

'!

30.1.1975 günü Eski Eserleri Tanıtm a vo Ko­

'k

BALABANER

I

olarak yapılacağı sanılmaktadır.

göre; 7 Mart

İnceleme Kurulu

1975** gününden itibaren öğrenci velileri ile okulda,

UÖUR VARŞAL

öğrencilerin ders çalışmaları konusunda bir ö ğret­ men - Veli görüşmesi yapılacaktır.

M ELEK çA N D ARLI M ÜZEYYEN

TUTAK

M U S T A F A DÖNM EZ MUKADDES H AŞAN

ÇALKAKÇI

YURTCAN

ve Koruma Kolu, yönetici öğretmen FE R İD U N A R ­ K IN

başkanlığında Tekel binası olarak

kullanılan

kiliseye bir inceleme gezisi yapılmıştır. 1844 yılında yapılan kilesinin bugüne değin hiç bozulmadan ge-

Fotoğraflar T A H İR C E Y H A N Kapak

■fcÖ.Şubat.1975 tarihindo Eski Eserleri Tanıtma

|

(Devanu 27. sayfada)

Kompozisyonu 1 A Y V A L IK LİSESİ A Y L IK EĞİTİM , KÜ LTÜ R. S A N A T DERGİSİ

ILHKUHŞUN

N E CD E T SÜ M E R

Y ıl: 4 M art 1975 Sayı: 19

* Tanıtma ve yayın kolu organıdır. „ ♦ * Gönderilen yazılar yayınlansın yayınlanmasın geri verilmez.^ * Gelen yazılar inceleme kurulundan geçer. 4 * Gelen yazılarda gerekli özleştirme yapılabilir. 4

Karınca Matbaası * A yda bir kez yayınlanır, yıllık sekiz sayıdır. T el: 35S90 trmlr * Abone şartlan : Yıllık 20, dört aylık 10, sayısı 2,5 liradır.’ * Yazışm a adresi: Ilkkurşun Dergisi, A yvalık Lisesi - AyvalıkJ


HİSAR ŞAİRLERİNDE DOĞA ESİNLENMELERİ YAŞAR FARUK İNAL Edebiyatımızda kökü 1950 yılı öncesine uzanan bir şairler topluluğa vardır. 1950 Martında «HİSAR» dergisi etrafında kümeıenen bu şairle­ rimiz kısaca HİSARCI’L A R adını alırlar. Hisar şairleri, şiirlerinde doğa güzellemelerine, ağaç, orman, çiçek ve yeşil’e değgin mısralara çokça yer vermişlerdir. Onların doğa güzel­ likleri üe ilgili şiirlerinden bazı mısraları yazımıza alıyoruz. HANCI şiiri ile haklı bir üne kavuşan ve şiirle ilgilenen hemen her­ kesin tanıdığı BEKİR SITKI ERDOĞAN, «Çiçekler İçinde» başlığını ta­ şıyan şiirinde bakınız çiçekler hakkındaki duygulanmalarını nasıl dile ge­ tiriyor: «Yine erken erken dallar bu sene, Korkarını, okşamış kar çiçekleri. Caııevinıdc, birkaç fide sakladım, Gelsin de koparsın yâr çiçekleri. H aftaya, sarmaşık tırmanır dam a; Balkondan geçerken, uğrar odama, Gül, menekşe, lâle hep güzel ama, Çiçekler içinde nar çiçekleri.»

Evet, çiçekler içinde ille de «Nar Çiçekleri» diyor şair. Zaten ötedenberi Türk’ün gözü al’da değil midir? Bayrağımıza rengini veren «al»da. Ama yeşil tutkusu, «Yeşil, murad rengidir» simgesi ile ayrı bir anlam kazanmıştır ulusumuzun dilinde... Yine Hisar şairlerinden GÜLTEKİN SAMANOĞLU, «Ağaçlar Ayakta ölü r» başlıklı şiirinde bir güzel anlam peşindedir. İşte o güzel anlam: «Toslün bayrağını çökmeden burçlara, Söylenecek sözo en güzel örnek; A ğaçlara benzeyip, ayakta ölmek...»

Marmara’nın; maviyle yeşilin, yeşil ile mavinin kucaklaştığı görü­ nümlerini tanımlamaya kelimeler yetmez. Şiirin ta kendisidir Marmara’­ da, Ege’de doğanın güzeliği. işte Erdek kıyılarının çocuğu şair ADNAN ARDACI, bize «Erdek Görünümleri» adlı şiirinde bu güzellikleri şöyle aktarıyor:

3


«Zeytin rüzgârları Kapıdağı’nın ölümsüzlüğü çizer Boşluğunda Erdek düşüncesinin.»

Hisar deyince ismi hemen akla geliveren MEHMET ÇINARLI, «Yıl­ başı Düşüncesi» başlıklı şiirinde çam kırımını ruhunun dünyasında nasıl evrenleştiriyor birlikte görelim: «Dışarda bir tek ağaç yok, İçerde çanı dalı var; O hür dağın ofesiyken ne hale koymuşlar. Bugün ki pek sayılan bir günüydü İslâmîn; Gelişti bir yeni din çevresinde süslü çamın. Janet ve Jim gibi içmede Ayşe, A hm et do; Bütün duman ve sis, İsa da yok, Muhammedi de. Derin bir ince sızıyla burkulur kalbim; Köküyle bağları kopmuş bir süslü çam gibiyim.»

Kavakların da bir insan gibi düşündüğünü düşler M. NECATİ K A ­ R A ER. Doğanın sessizliği içersinde duruşlarına bir insan suskunluğu ve­ rir. «Kar Altında Kavaklar» adlı şiirinden aldığımız bir kopum bize şai­ rin bu duygularmı getiriyor: «Atılm ış köprüleri zamanuı, Görünürlerde ne yol, ne dc iz var. Beyaz sessizliğini içmiş de dünyanın Düşünür, kar altında kavaklar...»

İLHAN GENÇER, Hisarcılar’m zarif ve ince şairi. Onun şiirinde bulutlar, yıldızlar, dökülen yapraklar vardır. Çok sevdiği ve her yaz git­ tiği Erdek’in doğa güzelliklerini çokça dile getirir. O sevgilerin, yıkılış­ ların, atılan köprülerin has şairidir. Dizelerinde bir miskinin tatlı teren­ nümleri saklıdır sanki. Dutlar, vişneler, limon çiçekleri gülümser onun şiirinde. «Yaz Rüyası» adlı şiirinin bir bölümü ile yazdıklarımızı kanıtla­ maya çalışalım: «Öptüm mavi dudaklarım Düşlerime sarkan bulutların Güneşledi ümidin pembe kelebekleri Gür saçlarında dutların. Bir karınca getiriverdi yazı Esm er kuş umutlu zamanlar içinde Boy attın limon çiçeğim Temmuz bahçelerinde.»

Bir başka yazımda Hisar şairlerinden aldığım örneklere devam et­ mek isterim. Hoşça kalın.

4


I

i Heykeltraşlık |Sanatının Tarihçesi

YILMAZ GÜLTEKİN

Çeşitli madenlerden yontulmak, yoğrulmak, ya da dökmek suretiy­ le yapılan ve bir düşünceyi can­ landıran yapıtlara heykel denir. Bu düşünce, doğadaki cisimlerin ya da bir insanın benzerini yap­ mak da olabilir. Soyut bir düşün­ ce de olabilir. İnsanların kendile­ rinin ya da öteki yaratıkların üç boyutlu şekillerini ne gibi bir duy­ gunun tesiri altında yapmışlar­ dır Hiç şüphesiz ki, ilk heykel sa­ dece sanat bakımından ve yalnız güzel bir yapıt meydana getirmek için yapılmamıştır. Heykel, resim gibi en eski iki sanat kolundan bi­ ridir. Kesimin yanında heykel sa­ natı, dinsel inançlara dayanılarak ortaya çıkmıştır. İlk insanların heykelleri, kendi­ lerini kötü ruhlardan koruyacak tanrıları temsil eden şekiller ola­

rak görülür. Bu heykellere kur­ banlar kesip taparlardı. Bulunabi­ len ilk heykeller Idol denilen iri memeli, bereketi temsil eden, detaysız, küçük kadın heykelcikleri idi. 30.000 yıl öncesine giden bu heykellerin daha gelişmişi Anado­ lu’da bereket tanrıçası «Kibele» adına yapılmış olanlarıdır. Yunan lılar da önceleri insan şekline ben­ zemeyen heykellerden sonra, Ksoana denilen taşa, ya da tahtaya oyulmuş, insanı andıran kaba hey­ keller yapılmağa başlanmıştır. insan şeklinde yapılmış ilk hey­ kel, Yunanistan’da Delos'ta bulu­ nan Tanrıça Artemis heykelidir. Çeşitli dinsel inanışlardaki Tanrı­ ları temsil eden heykeller M .ö. V. Yüzyıldan sonra dinsel nitelik­ leri yanında sanat ve güzellik yön­ leriyle de ön plâna çıkarlar. Tanrı ve tanrıçalar ile peygamberlerin heykelleri çoğu zaman tapmaklar içinde bulunur ve bunlara dinsel heykeller, mezarların üstünde ya la lahit kapaklarına yapılan hey­ kellere mezar heykelleri, ulusuna ve ırkdaşlarına büyük yararlıklar da bulunmuş kimselerin meydan ve binaların içine ve dışına diki­ len heykellerine de şeref heykelle­ ri adı verilir. Mısırlılar, heykel sanatında çok ileri gitmişlerdir. Sert taşlardan yaptıkiarı heykel ve kabartmalar günümüzde de ilgiyle seyredilmek tedir. Eski Mısırlılar öldükten son­ ra da yaşayacaklarına inandıkları için mezar anıtlarının içine ve dı­ şına ölülerinin birçok heykel ve kabartmalarım yapmışlardır. Bu heykellerdeki çehreler sahibine çok benzerlerdi. Y an insan, yan

5


hayvan olarak yapılan Sfenksler de mezarları bekleyen heykeller­ di. Ünlü Keops, Kefren, Mikerinos piramitleri yöresindeki Sfenks ya§ı 5000 yıla varan eşsiz bir sa­ nat şaheseridir. Mısır heykelleri­ nin ana karakteri Frontal (Simet­ rik) oluşları idi. Çoğu kez ayakta veya oturmuş halde yapılırlardı. Mezopotamya devletlerinde de heykeltraşlık Mısırlılar kadar es­ kidir. İnsan ve hayvan bedenlerin­ deki kasların işlenmesine çok önem verirlerdi. Asurluların kale ve saray kapılarına yaptıkları ka­ natlı, insan başlı, boğaları ile as­ lan heykel ve kabartmaları eşsiz­ dir. Asurlular ilk kez Perspektif görünüşü olan kabartmalar yap­ mışlardır. Ege uygarlığına dahil heykeller ve kabartmalar yüksek sanat ya­ pıtı niteliğini taşırlar. Yunanlıla­ rın ArkaiK devir heykelleri hariç diğer yapıtlarının çoğu hakkında Romalıların yaptığı kopya heykel lerden fikir edinebiliyoruz. Yunan lılar ve Romalılarda gerek ünlü kişilerin, gerekse insan biçiminde düşündükleri tanrı ve tanrıçaların birçok heykelleri yapılmış, estetik güzelliği bulunan bu heykeler dün ya müzelerini süslemektedirler. Romalılar ölen kimselerin çehre lerinden hemen aldıkları maskları törenden sonra evlerinin Atrium denilen bölümlerindeki bir köşeye koyarlardı. Bu nedenle onlarda çok gelişmiş bir portre (Büst) sa­ natı ile tarihi olayları yansıtan kabartma sanatı ilerlemiştir.

nesans heykeltraşları ilhamlarını Roma ve Yunan yapıtlarından alı­ yorlardı. Bu devrin önemli heykeltraşı Chiberti’dir. Ortaçağ heykeltraşçılığı 16. yüzyılda Mikelanj ile en yüksek seviyesini bulur. Mike­ lanj heykele heyecan ve ihtiras ge tirmiştir. Musa ve Davut Pey­ gamberlerin heykelleri ile Pieta halen hayranlıkta seyredilmekte­ dir.

Orta çağda kiliselerde kabartma şeklinde heykeller yapılmıştır. Rö

Ondan sonra bu sanat kolu eski önemini kaybeder. 18. yüzyılda

6


klâsik sanatın sadeliğine dönülür. İtalya’da bu ortamı ilk kez yara­ tan Kanova’dır. Mikelanj gibi bir deha olmamakla beraber heykeltraşlığın eski öneminin tekrar ka­ zandırılmasının şerefi ona aittir. Bu yeni hareketi ileriye götüren DanimarkalI Thorwaldsen olmuş­ tur. Roma’ya gelen heykeltraş Ro ma mitolojisinden ilham alarak güzel heykeller yaptı. Sonraları onun yapıtları da zayıf ve hareket­ siz bulunmuştur. Klâsik yapıtları taklitten vazgeçip yapıtlarına ye­ ni bir ruh katan ilk heykeltraş Fransız Houdon olmuştur. Tarihi önemli simaların heykelleri üe ta­ nınmıştır. Barye adlı Fransız hey keltraşı da o zamana kadar hiçbir heykeltraşın erişemediği güçlü hayvan heykelleri yapmıştır. Bun­ lardan başka 19. yüzyıl Fransız heykeltraşlarmdan Pariste Etual (De Gaulle) meydanmdaki zafer takının heykellerini yapan Rude ve Bartholdi, Barrias meşhurdur. Mikelanj’dan sonra gelen en bü­ yük heykeltraş Rodin olup «Dü­ şünen Adam» ve «öpüş* gibi yapıtlarıyle ölümsüzleşmiştir. Rodin’den sonra heykelcilikte «Kübist, Fütürist, Sürrealist» görüşler güç kazandı. Alışılmış kalıplan kırarak, heykelde klasik tarzı terkedip biçim, ruh ve anlam serbest liğine kavuşmak isteyen sanatçı­ lar, eskilerden çok değişik anla­ yışta heykeller yaptılar. Eski Türkler’de Balballar ilk heykeller olarak görülüyor. Uygurlarda heykel sanatı çok ileri

idi. Kuzey Çinde devlet kuran Topgaç Türklerinde kağan ailesin den herkes Buda dininin heykel yapma sanatını öğrenmeğe zorun­ lu tutulurdu. Ancak bu sanatı öğ­ rendikten sonra saraydaki kızlar­ la evlenme hakkına sahip oluyor­ lardı. Kibar saray kadınlarının mezarlarında bulunan topraktan yapılmış küçük heykeller çok mo­ derndir. Müslümanlığın benimsenmesin­ den sonra bir tür heykel olan put­ ların yapüması ve bunlara tapınıl ması yasak edilmiştir. Put yapan ve puta tapanlar büyük günah iş­ lemiş sayılıyorlardı. Bu bakımdan üç boyutlu heykel, yerine süs oy­ macılığına bıraktı. Tanrı kabul edilip tapılmadıktan sonra heykelin günah sayıla­ cağım ileri sürmek safdillik olur. Cehaletin, yanlış anlama ve yoru­ mun sonucu heykel sanatımız çağ­ daş uygarlıklara ayak uydurama­ mış; ancak geçen yüzyılda «Güzel Sanatlar Akademisi» (Sanayii Nefise Mektebi) nin kurulması ile heykel yapımı başlamıştır. Bu okulun ve ük müzelerin kurulma­ sında Osman Hamdi Beyin büyük çaba ve katkısı olmuştur. Sultan Abdülaziz de heykelini yaptırarak bu sanat koluna dinsel yönden katkıda bulunmuştur. Cumhuriyet devri ile taassup tamamen ortadan kalkarak resim sanatı gibi heykel sanatı da yeni akımlara doğru yol almağa başla­ mıştır.

7


]

• •

rfan Unver Nasrattınoğlu ile Söyleşi ■ M UZAFFER GÜLTEKÎN

îrfan Ünver Nasrattınoğlu, okurlarımızın anımsayacağı gibi, dergimizin konuk yazarlanndandır. Ulusal kurtuluş savaşımızın büyük isimlerinden ALÎ ÇETİNK A Y A üzerine dergimizde yayım­ ladığı yazılarla ilgimizi çeken ve yazılarını zevkle okuduğumuz Sa­ yın Ünver’in çok yönlü sanatçı bir kişiliği vardır. Bugüne değin dört betiğini ya­ yımladığını bildiğim ve yeni be­ tikler üzerinde yoğun bir uğraş içinde bulunan İrfan Unver; hem yazar, hem ozan, hem eleştirmen, hem de folklor derleyicisidir, ö zellikle Afyonkarahisar üzerine yönelttiği çalışmaları ile, Afyonkarahisar’ın unutulmak üzere olan birçok değerini gün ışığına çı­ karmış ve okurlarma kazandırmış­ tır. Çoğul sanatçı kişiliğini, para­ sal çıkarların ötesinde toplum ya­ rarına kullanan Sayın Unver’i, ki­ şisel yorumlamalarımla övgünün doruğuna çıkarmak istemiyorum. Çünkü O, sanatsal uğraşıları ile, birçok yazar ve ozan gibi, yerine oturmuştur. Ebedî kişiliğini, sana­

8

Irfan Unver Nasrattınoğlu tını toplum için yaparak, kazan­ mıştır. Bu nedenle gerçekçi bir gözle Ünver’i yorumlamak, anla­ mak gerekiyor. Sayın îrfan Unver’i siz okurla­ rıma daha iyi tanıtmak amacını güderek kendisiyle bir söyleşide bulunmayı uygun buldum. Bu ya­ zı serisi ile sanatçıyı daha yakın­ dan tanıyacağınızı sanıyorum: — Sayın Ünver bize kısaca ya­ şam öykünüzü anlatır mısınız? — 1937 yılında Afyonkarahisarda doğdum. îlk ve orta öğrenimi­ mi doğduğum kentte tamamladık­ tan sonra, yurdun bir çok yanmda devlet hizmetinde çalıştım. Halen Ankara’da oturuyorum. Evliyim, iki kızım, iki oğlum var. — Sanatsal uğraşılarınızdan, ya pıtlarınızdan söz eder misiniz? — Ortaokul sıralarında şiir ya­ zardım. Çok iyi şiir okuduğum için Türkçe derslerinde özellikle kah­ ramanlık şiirlerini, öğretmenimiz bana okuturdu. Bu arada öykü ve roman denemeleri yaptım. Sonra-


lan tarihî, ebedî ve özellikle folk­ lorik araştırma ve derlemelere yö­ neldim. Şimdi, araştırma ve der­ lemelerimi çeşitli yayım organla­ rında yayımlıyor, öte yandan sa­ nat eleştirilen yapıyorum. Eleştir menlik beni şiir, öykü ve roman yazmaktan alıkoydu. Çünkü, eleş­ tirmenlik yapan bir kişinin çok iyi şair ya da ozan olması gerekir. Ben iyi bir şair ve iyi bir öykü, roman yazarı olmadığım için, eleş­ tirmenliğe başladığım günden bu yana şür, öykü ve roman yazmı­ yorum veya yazdıklarımı yayınla­ mıyorum. Birçok dergi ve gazete­ deki yazılarımdan başka dört be­ tik yayımladım. Bunların tümü, doğum yerim olan Afyonkarahisar’la ilgilidir. Burada hemen be­ lirtmeliyim ki ben, doğduğum bel­ deye ölesiye bağlı bir kişiyim ve inanıyorum ki, bir insan doğup büyüdüğü yöreye bağlı değilse, onun ülkesine de hayrı olmaz. Ya­ yımladığım betiklerin ilki, «A fyonkarahisarlı Şairler - Yazarlar Hattatlar» 1971 yılında yayımlan­ mıştır. Bu betiğimde Osmanlı im ­ paratorluğunun kuruluşundan gü­ nümüze değin Afyonkarahisar’dan yetişmiş olan bütün Şairler, Ya­ zarlar ve Hattatlardan söz edil­ mekte, yaşam öyküleriyle birlikte yapıtlarından da örnekler veril­ mektedir. İkinci betiğim: «Afyonkarahisar - Kocatepe - Dumlupınar - Zafer Şiirleri Antolojisi»dir. Üçüncüsü: «Afyonkarahisar E f­ saneleri», kısa bir süre önce ya­ yımlanan dördüncü betiğim de: «Anaır/jı (Afyonkarahisar) Ye­ mekleredir. Bu betikleri, Afyon­ karahisar folkloru, tarihi ve dili üzerine yayımlanacak ötekiler izle­ yecektir. Bu arada şunu da belirt­

mek isterim: 15 yılı bulan bir sü­ redir büyük asker, devlet adamı ve diplomat ALÎ ÇETİNKAYA ile ilgili araştırmalar yapıyorum. Di­ leğim, bu büyük insan için dört başı mamur bir yapıt ortaya ko­ yabilmektir. — Sizce sanat nedir, sanatçı ne olmalıdır? — Sanat için soyut tanımla­ malar yapmıyacağım ben... Ben­ ce sanat toplum yaşantısında en büyük etkendir. Sanat, şiirdir, resimdir, heykeldir ve güzel olan herşeydir. Örneğin güzel konuş­ mak ta bir sanattır. Örneğin «Mü zik ruhun gıdasıdır» özdeyişinde sanatın gerçek bir tarifi vardır. Çünkü ruha gıda veren müzik ki­ şinin yaşantısını olumlu yönde et­ kilemektedir. Burada hemen şuna da değinmek isterim ki, «Sanat sanat içindir...» Sanat yapıyo­ rum diye, örneğin bir şiir oku­ mak ihtiyacını duyan kişinin bel­ leği bir takım fikirlerle allak bu­ lak edilirse bu sanat olamaz... — Türkiyed’e sanatsal çalış­ maların düzeyi nedir? Bu uğraşlar sizi mutlu ediyor mu? — Ülkemizde sanatsal çalışma­ ların düzeyi olumlu çizgidedir. Or neğin Türk tiyatrosu, Türk kari­ katürü, Türk resmi, Dünyanın bü­ yük ulusları düzeyindedir. Öteki sanat kollarında da oldukça başa­ rılı bir ülkeyiz biz. Ne varki sa­ natçılarımız arasında esaslı bir birliğin bulunmayışı başarımızı önemli ölçüde azaltmaktadır, ö r ­ neğin, bir Halide Nıısret Zorlutuna, bir Arif Nihat Asya (v.b.) gi­ bi şâirleri yok sayan bir zihniyet, ya da uluslararası alanda birer değer olan Aziz Nesin, Turhan

9


Selçuk (v.b.) gibi kişilere haka­ ret yağdıran bir başka zihniyet hüküm sürmektedir ülkemizde. Oysa ideolojik veya ekonomi politik düşüncelerle sanatsal gö­ rüşler bir yana bırakılarak salt sanat görüşü ile tüm sanatçıları­ mız bir araya gelebilselerdi, ka­ nımca Türk Sanatı çok daha ileri düzeyde olurdu. O nedenle, ülke­ mizdeki sanatsal çalışmalar kimi zaman beni karamsar etmekte, üz mektedir. — Türkiye’deki yayınlar sa­ natsal uğraşları tam olarak yansıtıyor mu? Okur ve ya­ yın rasında bir değerlendir­ me yapabilir misiniz? — Yurudumuzda üç tür yaym yapılmaktadır. Bunlar, kimi araş tırmacı ve yazarlarm kişisel ya­

ğerli yaymlar yapmaktadırlar bu konuda. Sizin ve benim gibi sanata gönül vermiş kişilerin yaptıkları yayınlar ise gereken ilgiyi görmü yor ve yayımladığımız kitaplar baskı masrafını güçlükle karşıla­ dığı için, ya bir daha kişisel ya­ yınlar yapmaktan kaçmıyoruz, ya da sık yaym yapamıyoruz. Baskıya hazır yapıtlarımızı ya­ yımcılara götürdüğümüzde de ya ilgilenmiyorlar, ya da harcadığı­ mız kâğıt parası kadar bir tel’if ücreti vermeyi teklif ediyorlar. — Ilkkurşun dergisinin diğer yayınlara göre yeri nedir? Bir değerlendirme yapabilir misiniz? — Ilkkurşun dergisi bir okul dergisi olarak kalmayıp sürekli aşamalar yaparak yaym evrenin­

D ostum İrfan Ü nver’ e Bir Afyonlu dostum var, adı İrfan UNVER'dir. «Yurtta Sulh. Cihanda Sulh» daima seferberdir. Gerçek dost, iyi insan: Mahlası İsmet Kemal. Toprakla beraberdir. Bayrakla oeraberdir. Abdülkadir Güler

yınları, özel ve resmi kuruluşla­ rın yaptığı yayınlar ve profesyo­ nel yayımcıların yayınları... Pro­ fesyonel yayımcılar yayımladık­ ları yapıtın içeriğine aldırış et­ mezler. Onlar için önemli olan ki­ tabın ne miktar satış yapacağıdır. O nedenle yayımcılarımız daha çok polisiye ve seksi yaymlar yap mayı tercih ediyorlar günümüz­ de!.. Kimi banka ve kuruluşların yayınlarında sanatsal değerler bulunmaktadır. Özellikle kimi bankalarımız gerçekten çok de­

10

de haklı olarak olumlu bir yer al­ mıştır. Çünkü salt okul ya da böl­ ge çerçevesi içerisinde kalmamış, yurt sathına yayılarak, ünlü - ün­ süz birçok sanatçmm yazılarına yer vererek ülke çapmda bir ya­ yım organı olmak başarısını gös­ termiştir. Derginin bugünkü ba­ şarılı çizgiye ulaşmasında liseni­ zin sanatçı müdürü Saym Yılmaz Gültekin’in ve sanatçı olan sizin büyük rolünüz vardır. Ote yan­ dan birçok büyük lisenin hatta (Devamı 27. Sahifede)


EĞİTİM DE A T A T Ü R K MÜZEYYEN TUTAK «insanın gerçek nitelik ve yeteneklerini geliştirmek ve onu mensup olduğu toplum içinde gerçek bir insan hayatı yaşaması için gerekli ola­ nak ve araçları kazanmağa muktedir duruma getirmek, eğitimin doğal anlamlarından biridir.» Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi eğitim, kişiyi belli bir amaca yöne­ lik olarak yetiştirecek, hayata atıldığı zaman da onun toplum içindeki parasal ve içsel her türlü gereksinmelerini sağlayabilecektir. Öyleyse, eğitim çalışmalarından sonra uygulama alanına geçtiğimiz­ de elde edüen sonuçların istenilene uygun düşmesi gerekir. Bunun için de bir takım eğitim kuralları gereklidir. Örneğin, derslerin uygulanışı ya öğrencinin düşünce ve istem yaşamını değiştirecek, ya da onu geleceğe hazırlayacak biçimde olmalıdır ki, böylelikle kişi belli bir mesleğe itilmiş olsun. Türkler bugünkü eğitim düzeyine ulaşabümek için çeşitli basamaklarden geçmişlerdir. Eğitim alanında hızlı gelişim çağım açan ilk büyü­ ğün ATATÜRK olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Atatürk, Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında bir yandan eğitim ku­ ruluşlarım çoğalm akla uğraşıyor, diğer yandan da uygarlık ışığı altın­ da bir güneş gibi doğan Türk ulusunun yetiştirilmesi, geleceğe umutla bakabilmesi için elinden gelen her yönteme baş vuruyordu. Harf Devrimi yolundaki uğraşıları, sonunda 9 Ağustos 1928’de ger­ çekleşti. Tüm isteği, kolay olan Türk dilinin herkesçe benimsenmesiydi. Halka hitaben yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu Ulu Önder ATA­ TÜRK: «Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk Alfabesi­ ni kabul ediyoruz. Yeni Türk Alfabesini çabuk öğreniniz. Bütün millete, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu yurtseverlik, mületseverlik vazifesi biliniz. Büyük Türk Milleti cehaletten az emekle kısa yoldan ancak kendi güzel ve asil diline kolay uyan böye bir vasıta ile sıy­ rılabilir. Bu okuma yazma anahtarı, ancak latin esasından alman Türk alfabesidir.» Böylelikle Arap harflerinin atılıp yeni Türk Alfabesinin be­ nimsenmesi; îlk, Orta ve Teknik Öğretim sahalarının hızla artışı, eğitim alanmda Türk devletinin attığı ük emin adımlar olmaktaydı. Eğitim, o günaen bugüne nice emin adımlar atarak bugünkü düzeye ulaşmayı ba­ şardı. Günümüz eğitiminde kişi düşüncesi yanında dünyanın duyuş, düşü­ nüş ve olayları da önemli bir yer tutmaktadır. Artık eğitilen bir kişi, yalnız kendi çevresinden «ilham» alarak değil, dünya görüşü açısından başarıya ulaşacaktır. Bu nedenledir ki, küçük topluluklar için olduğu gi­ bi, tam varlığıyla dünyamızın yükselmesi, huzur ve rahatı bakımından eğitim ve öğretim büyük değer taşımaktadır.

11


ARAŞTIRMA :

Ç E P N I

L E R FERİDUN ARKIN

(Geçen sayıdan devam) Bugün Balıkesir’e bağlı 33 (0 tuzüç) ÇEPNI köyünden ikisi Sünni ve BAŞIMKIZDULU ile KANTEMIR boyundan, 31 (0 tuzbir) ÇEPNI köyü ise alevidir­ ler. Yaptığım araştırmada KANTEMIR ÇEPNILERI’nin daha ELLEZLİLER Güvem Çepni Koca Sinan İbiş Tepe Kalebayrı Kanlıkavak

12

K ARALAR

bir takım obalara ayrıldıklarmı da saptadım. Bu obalar: Ellezliler, Karalar, Yalınayaklar, Eynocalılar ve Nusuretliler diye isim­ lendiriliyorlar. KANTEMIR ÇEPNILERI’nin beş obaya ayrıldığmı (36) sapta­ dıktan sonra bu obalardan herbirine ait saptadığım köylerdeki ortak özelliklerden en belirgini KANTEMIR adının çokluğu oldu. Yukarıdaki beş obanm birbirleriyle yakın akraba olduklarını, BAŞIMKIZDULU köyünün de kendileriyle aynı ırktan geldiğini, fakat sünni BAŞIMKIZDULARIN bunu sakladıklarım öğren­ dim. Tüm bunlardan sonra ILYAPAN köyünden Haşan Çavuşoğlu ve Derviş Bulut’tan elde etti­ ğim; üzerindeki tarihten IV. Sul­ tan Mustafa tarafından verildiği anlaşılan fermanda - Rumeli sa­ kini Boz Ulus Türkmanı maktaasından mübrez ebediye canibinde sakin Çepni Kantemir maktaasının.. vs., de görüldüğü gibi bun­ ların KANTEMIR ÇEPNI’si ol­ duklarında hiç bir şüphem kal­ mamıştır. HER ÇEPNI OBASINDAN BİR KOY MACARLAR, 1463 nüfuslu olup, Balıkesir’in merkez köylerindendir. Ahmet Vefik Paşa za­ manında Fiili Hüseyin oğlu Bat­ tal Bey tarafından yerleştirim

Y A LIN A Y A K LA R EYN OCALILAR

NUSURETLİLER

Karamanlar

Macarlar

Kabakdere Orta Mandıra Söğüt Kırı Çukur Hüseyin Çoraklı Ayvaoğlu

Taşagiren Delik Taş Soğan Bükü Koca Bük

Gökçe Ören Dana Veli Armutlu Kapaklı Kömürdere Kozpınar

Akyar Elyapan Killik Inkaya Çiftlik Kuşkaya Yumruklu Çetmi


yapılmıştır. Köy ismini «Macaris­ tan’dan dönen Macar Mustafa'­ nın lâkabmdan alır» diyen ÇEPN ILER köylerinin kuruluşu ve ataları hakkında başkaca bir şey anımsamamaktadırlar. Köye son­ radan dönen ve ismini veren bu Macar Mustafa, muhakkak hatı­ rı sayılır, soylu bir kişi olmalı. Macar Mustafa Macaristan’a ni­ çin, ne zaman ve hangi koşullar altında gitti. Büyük bir olasalıkla akrabası, ya da obası olan ırk­ taşlarının yanma nasıl ve niçin döndü? Bu sorularımıza köy ih­ tiyarlarından doyurucu bir yanıt alamadım. KAVAKBAŞI (BAIIÇEDER E ), 412 nüfuslu olup, Balıkesir Merkez köylerindendir. Balıkesir dolaylarındaki alevi ÇEPNI köy­ leri tarafmdan, dinsel duygularla saygı duyulan Şıh Ali Oğuz’un anlattığına göre; Kavakbaşı kö­ yünü, babası Mehmet Bey’in 1882 yılında Bergama’dan gelerek kur­ muştur. (40) Şıh Ali Oğuz, «Be­ nim dedem Köse Süleyman Bey, Kösedağ savaşmda SU şehrinde şehit oldu. Mezarı halâ oradadır.» der. Buradan ÇEPNILER’in ta­ rihlerine düşkün olduklarını ve olaylarm babadan oğula geçtiğini, günümüze değin bu şekilde geldi­ ğini anlıyoruz. GÜVEM ÇETMİ; Balıkesir’in merkez köylerinden olup nüfusu 1500’diir. Köyün en yaşlısına gö­ re ilk yerleşim Ahmet Vefik Paşa zaman mda Salih Bey tarafından yapılmıştır. Bu köyün büyük bir çoğunluğu Almanya’da işçi ola­ rak çalışmaktadır. A K Y A R ; Balıkesir Çağış buca­ ğına bağlı 1700 nüfuslu bu köy, ismini on metre yüksekliğindeki

dik ve beyaz bir kayadan almak­ tadır. ilk olarak 1878’de Ahmet Vefik Paşa zamanmda yerleşim yapılmıştır (41). Yusuf Ayhan ve bir çok Akyarlı’mn anlatımı şöyledir: «1878 yılındaki yerle­ şimden iki yıl sonra tekrar Aydm yöresine göç ettik. 1888’de tekrar kabile reisi Satılmış Haşan Bey öncülüğünde aynı yere döndük.»

'-k.

E L (IL ) - YAPAN, Balıkesir Bigadiç kazasına bağlı olup 650 nüfusludur. Dedeleri «Burada kalalım, bir el (il) yapalım» di­ yerek H. 1290 (m. 1874) yılında Dizi Kuru oğlu Abdullah Bey baş­ kanlığında bu köyü kurmuşlar­ dır. II Yapanlı Derviş Bulut (do­ ğum: h. 1327) ve konuştuğum köylülerin anlattıklarına, aynı zamanda bu köyde bulduğum Berat’tan da anlaşıldığına göre, bu köy ÇEPNILER arasında «Beyler’in» çıktığı önemli bir köydür. BAŞDIKIZDI (YENİ İSKEN­ D E R ), Bu köy de 237 nüfuslu olup Balıkesir’in merkez köylerin­ dendir. Bu köye ilk gittiğimde kendilerinin ÇEPNI olduklarmı ve eski isimleri BAŞIMKIZDU(Devamı 24. Sahifede)

13


KUŞAĞIMIN ÖĞRETMENLERİ I. AHİT OZTOKAT Ben, İstanbul’da okudum. Vefa Lisesi’ni bitirdim. Benim okul günlerimde Anadolu’da ve büyük kentlerde çoğu çoğu 18 lise var­ dı. Öğretmenlerimizin bazıları su­ bay, bazıları Avrupa’da öğrenim yapmış genç kişilerdi. Bazıları da memleketimizin öz öğrenim yuva­ larında yetişmişlerdi. Bir Askerlik dersi öğretmeni­ miz — HALIT BEY — vardı. Göğ sünde İSTİKLAL MADALYASI’nı taşır, gururlu ve tam bir asker­ di. Bizlere, girdiği savaşları anla­ tırdı. 16 mermiyi bir dakikada atar, vuruşu 10’dan aşağı düşürmezdi. Hem bir kampta atış gü­ nü kendisinden bunu denemesini istemiştik, atmıştı da. Hem de bir dakikadan daha az bir zamanda. Bir NECATI BEY vardı ki, tam bir insandı. Beden Eğitimi öğretmenimiz idi. Tatlı tatlı to­ kat atardı. Şimdi «Elleri var ol­ sun» diyorum. Bir Beden Eğitimi öğretmenimiz de CEVAT TINIÇ’ ti. Tam bir sporcuydu. Disiplinli ve prensipleri olan bir insandı. Her Ankara’ya gidişimde ziyaret eder, saygılarımı sunarım kendi­ sine. Bana kalırsa bugünkü sporu­ muzun gelişmesini sağlamıştır bu iki öğretmen. Bugünkü kültür or­ dusu da daha nice öğretmenlerin eseridir. Bir Matematik öğretmenimiz vardı. HAKKI BEY. Çok korkar­ dık kendisinden. Ama kimseye birşey de yapmazdı. Bu arada isimlerini anamadığım bir avuç öğ retmen... Pek çok anı... Ben, yaramaz mı idim? Bile­ mem ama öğretmenlerimizi çok

14

sayardık bizler. Herhalde son öğ­ retmenim de çekilecek artık kül­ tür ordusunun yedeğine... Ben, beni ve benim gibi küçük­ leri okutan bu değerli kişilere say gılarımı sunuyor, onları hürmet ve saygı ile anıyorum. Aramız­ dan ayrılanlara rahmet diliyorum.

sizsiz M E L E K ÇA N D A R L I ’

Bizim gözlerimiz

ı

Bir başka görür dünyayı Bozan kirli - s a n 1 11

', <1

Bazan kapkara

S İZİN K İL E R H E P TO Z P E M B E .11

i

Bizim ellerimiz

<

Bir başka olur her

gün

Bazan çatlak ı

,

''

Bazan sert, kara SİZİN K İLE R

1,

H E P B O Y A L I, i'

'!

AK. Bizim yaşamımız

ı

Bir başka bu yerlerde

,t

Bazan kederli, yorgun

*'

Bazan bir A ğ a korkusu

',

SİZ İN K İL E R H E P

KAHKAHA

1

DOLU.* ’ !

Bizim yazgımız Bir başka ahırlarımızda Bazan çileli

ı

*

Bazan yaslı S İZİN K İL E R

(\

', H E P A C ISIZ,

!

M UTLU. ' 1

'| |

Bizler

ı

Yeni bir dünya

'|

J

Yeni bir yasam istiyoruz

a

}

Sîzlerle

f

J

A M A SİZ O L M A D A N .

i


C Î B E K ZAKIR GÜVEN Cibek, Doğu Anadolu’da çoğun gönlü ışımış (yetişkin) kızların her ilkbaharda düzenledikleri eğ­ lencenin yöresel adıdır. Yeşile öv­ güdür Cibek. Kökeni Antik çağa dek uzanır. Belgelerin diline g ö­ re Cibek, dinsel inançları anımsa­ tan, kutsal günlerde yapılan bü­ yük törenlermiş. Bereket ve verimlilik kaynağı kabul edilen doğanın doğurgan­ lık mevsiminin simgesi ilkbahar adına kurulan şölenler, pek renkli geçermiş. Kanları kaynatan baha rm çiçek kokulu havası, kişilerde yaş ayrıcalığını süermiş. «Kırmı­ zı lâlelerle bezenmiş kadife tenli bakireler» tören alanlarını doldu­ ran halk önünde yaptıkları göz gönül doyuran kıvrak danslarla CIBEKLER’e doyumsuz bir renk ve görünüm uyumu verirlermiş. Baharm verdiği dirlik ve güvence karşı duyulan borçluluk duygula­ rını yerine getirmek amacıyla kurbanlar kesilir, adaklar ada­ nırmış. Bilinmezin habercileri (kâ hinler) yeni yılın falına bakar, topluma ilerisi için muştular ve­ rirlermiş... Eski bir Iran takvimine göre, 22 Mart, baharm ilk günü nevruz (Yeni gün) bahar bayramı ola­ rak bugün de tüm canlılığıyla kutlanır. Halk kırlara çıkar, eğ­ lenir. Artık çoğunlukla unutulup gi­ den eski güzel törelere oranla,

Cibek’in türlü adlar altında zama nımıza dek sürüp gelmesinin ne­ deni, kanımızca, ağır koşullar al­ tında geçen uzun kışlardan sonra güleryüzlü dost baharm yorgun ve bezgin ruhlara getirdiği erin­ lik (huzur) olsa gerek. Hiç kuş­ kusuz bu böyledir. Omeğin, Ana­ dolu’nun bazı bölgelerinde kış, yı­ lın yarısına yakın bölümünü kap­ sar. Gelişi de hiç belli olmaz. Çağırmasız inen pişkin konuk gibi­ dir. Habersizce bastırır doğayı. Bir gecelik uykunun sabahmda değişik dünya içinde bulur insan kendini. Yollar, geçitler bağlan­ mış; kapı, pencere tüm beyazla örtülmüş, akar sular taş kesmiş­ tir. Çevrede herşey ister istemez karakışın tutsağı olmuştur. Can­ lının yaşam özgürlüğü kısıtlanır. Günler, haftalar, aylar bir tutam yeşilin özlemi içinde sürüp gider. Sonsuzluğa değin uzanırcasma sımrlanamayan kar okyanusunun ortasında, karamsarlığın erittiği güçsüzlük içinde, kişinin yaşam güvencesi yiter, umudu kırılır. Elle tutulurcasına somutlaşan soğuk, kimseye özerklik tanıma­ yan katı bir yasadır; bu anda yü­ zünün aklığına aldanmamak. Ka­ rası altındadır. Aymazlığa gel­ mez (gaflet). Açm acısı, tokun bacısıdır acımasız kış. Kötü bir rastlantıyla amansız bir tipiye tu­ tulan yazgılı ölüm uykusuyla ka­ panan gözlerinde resimlenen son

15


görüntü; ana, baba, çocuk ya da do yulmamış sevgilinin değil, basma minderlerle döşeli bir odada çıtır çıtır yanan saç sobanm üstünde sızlayan sıcak buğulu bir bardak çaydır. Tanrılaşır gözünde ateş kurbanın. Yaşamadan ince ayrmtılarıyle dile getirmek olanaksız­ dır acımasız canavarı. Tüm bu çekilenlerin ardmdan bir gün ılgıt ılgıt esip gelen tatlı güney yelinin üflediği muştu se­ vinciyle bir değil, bin bayram ya­ pılmaz m ı? işte bizim Suna kızla­ rımız da onu yaparlar. Görkemli bahar, becerikli eller­ le kışın geride bıraktığı yaraları hemen sarar. Uyanan yorgun top rakta bir acul (telâş), bir acul ki görmeğe değer, ilk kızını göçüren genç ananın biteviye çırpman argın durumu vardır üzerinde. Vadilerin dibinden dağların doru­ ğuna dek uzayan yamaçlar ayrı motiflerle işlenmiş çiçeklerle renk renk yanmaya başlar. Doğa ya­ şama sevincine bürünmüştür tü­ müyle. Çevrenin yetişkin, sözlü, nişan­ lı tüm ergen kızları; gönlü gü­ neşli, ılımlı bir günün ikindisinde toplanır, CIBEK kararı alırlar. Önce içlerinden sevilip sayılan ve de her birinin gönlünde yatan ars lanı bilen, kulağı delik güzel sesli birisini CIBEK BAŞI seçerler. Sonra ortaya konulan ham bir toprak testiyle yalnız başkanın tanımladığı dilek simgelerini (Bon cuk, para, kumaş parçası v.b.) bu testiye atarak çiçekli bir ağacın altına gömerler. CIBEK’le yenilip içilecek şeylerin yapımını arala­ rında bölüşür, ayrılırlar. Hazırlıklar günlerce sürer. Ni­ ne andacı selvi sandıklar açılır;

16

kutnu, kadife, atlas, ipek daha da olmazsa günün geçer rengi bas­ ma kesilir, büzülür, dikilir, dal vü cutlara yakıştırılır. Günün gece­ sinde saçlar örük yapılır. Gümüş boncuk ya da el örmesi süslerle donatılır. Folklörümüzde adı sık sık geçen kemerler mutlaka takı­ lır. «A y , gümüş kemer sıktın belim Sen bir tane, yar bir tane...»

Tüm bu bezemelerde başı bağ­ lamanın ayrı bir önemi vardır. Uygun el ve ince bir zevk ister bu iş. Mavi, yeşil, sarı, kırmızı (1) valalarla (ince Eşarp) töre­ lere uygun çevreye özgü — ki bu­ na Sultanbaşı denilir — göz alıcı biçimde bağlanır başlar, ince yü­ rekli analarm içleri titrer, gözleri nemlenir. Bu içlenişleri biraz da — Artık çok gerilerde kalmış — kızlık çağ­ larını anımsatmış olmasından ile­ ri gelir. Erkenden kalkılır. Eller öpülür. Dilek ve övgüler arasında sabah sisinin vadilere indiği saat­ lerde evlerden çıkılır. Ardıl gelenlerle CIBEK alanı gittikçe şenlenir. Hoş - beşler, sa­ rılıp öpüşmeler, fısıltılı söyleşme­ ler arasmda her biri diğerini kir­ pik tutsaklığına alır. Takılar, ur­ balar, giyiniş ve kuşanışlar ince­ den inceye göz eleğinden geçirilir. Karşılıklı yapmacık beğentiler (Takdirler) bol bol harcanır. Y e­ terince kalabalık olunca CIBEK BAŞI’nm ünnemesiyle, eleştirme ve dedikoduların tadı yanda ke­ silir. Tüm kızlar saygılı bir ses­ sizlik içinde yaygıların üzerine diz kırıp halkalaşırlar. Tören baş­ lamıştır o anda. Manici cibeği, ba­ hara övgülerle başlar:


Elde altın açarım Yar kapısını açarım Göçüp gitti soluk kış Geldi nazlı baharım.

Manici Cibeği, ardından sus­ kunluğu gidermek, kızları cana getirmek amacıyla ikinci dörtlü­ ğü de söyler: Un eleye eloye Çıktım karşı tepeye Kızlar gülün oynayın Onur verin Cibeğe.

Dilek destisi ortaya getirilir. Manici ilgiyi toplamak ve sabır kabartmak için özenle ağırdan alır. Kızlara söz atar, benzetme­ ler (taklit) yapar, sorular sorar, sonunda nazlı bir tutumla destiden ilk simgeyi çeker. Sanki tanımıyormuş gibi bir zaman bakınır. Ve o anda yürekleri oynatan pek duru, içli, doknaklı bir ses çağla­ yanı ile: Giderim ülkesinden Korkarım yol kesenden Dağlar guzeyli gönlüm Kalkmıyor gölge senden.

Dörtlüğünü söyler. Böylece simge sahibinin gizlisini dile geti­ rir (2). Dinleyenlerin gözleri özen lidir şimdi. Acaba kimin içindi bu yakılan mani? işkilli bakışlar yüz leri tarar. Küçük bir depreşme, yere bakış, kızartı simge sahibini ele verir. Gülüşler, taşlama ve sitemler arasında bu tören böylece sürer

gider. Bu sırada, orta işlerini, ge lecek yılların cibek adayı daha kü çük kızlar görürler. Abla olmak kolay mı... Sıra oyunlara gelir. Barlar, or­ ta oyunları türkülerle birlikte yükselen artan kahkahalar orta­ lığı çınlatır. Cibeğin kokusunu alan vurgun gönüllü delikanlılar kenar - bucaktan sazlanırlar (Ha fiften türkü söylerler). Danışıklı bir döğüştür bu. Hemen tepsiler dolusu keteler (Tandır Pastası) gönderilir. Böylece delikanlıların sesleri kesilir. Artık gün tepeye dikilmiştir. Evlerden beklenirler. Ayrılma za­ manı yine bir mani ile kapanır: Gür dağlar, gülen dağlar Gül bağlar, gülen dağlar Gelen yıla ya kısme: Ölüm var, ayrılık var.

Ayrılıktan söz etmenin sırası mı şimdi, demeyin. «Gurbet» ve «ayrılık» Anadolu insanının silin­ mez yazgısıdır. Şu yeni açmış gül kadar taze süsen gibi nazlı filiz­ ler; babalarının her ekim yılında: «Taşa, kuşa, yaşa...» diye serp­ tikleri tohumlar git», yarın dağı­ lıp gidecekler. Ama arkadan ge­ lenler, CIBEK’i yaşatacaklar.

N O T : (1 ) Halk arasında: Mavi = iç huzurunu, Yeşil = Dileği, Kır mızı = Utangaçlığı, Sarı = Özlemi ve ayrılığı simgeler.

17


HAYALET DÜMENCİ Yazan: Hector Gamilly Çeviri: Adil Mert 1938 yazıydı. Hindistan’dan dö­ nen Vulcain adlı bir İngiliz tica­ ret gemisi, Kaptan Johson yöne­ timinde Bengala kıyılarında Zenci Burnunda fildi§i yüklemek için durdu. Kaptanın iş arkadaşı, kap­ tana, fil avcılarının buluşmağa gelmediklerini, eğer onları bul­ mak isterse Cannibales nehrinde 15 mil kadar içerilere ilerlemesini söyledi. Bu aksilik kaptanın canı­ nı sıktı. Sandallarını silâhlandırdı ve avcıları bulmak için nehire yol­ ladı. Bütün fildişini yüklemek için nehirde dört yolculuk yapmak ge­ rekti. Son yolculukta, kaptan ge­ miyi yardımcısının kumandasma bırakarak bizzat kendisi oraya gitti. Fildişinin toplandığı köye vardığında, orasmm tamamen ıs­ sız olduğunu görünce az şaşırma­ dı. Bu anormal olay hakkında bil­ gi istedi. Yerliler ona, koleranın nehü'den aşağıya gelmekte olduğu haberi üzerine herkesin kaçtığını söyledüer. Bu korkunç haberi öğrenen köy lüler derhal sandallara bindiler ve geri döndüler. Vulcain tam yükle ve iyi bir kuzeydoğu rüzgârı üe bu kıyılan terkettiğinde vakit ge­ ce yarısı olmuştu. Ertesi gün öğle yemeğinden sonra, tayfaların bü­ tün tehlikelerden uzakta oldukla­ rına sevindikleri esnada, Walter Addison aniden hastalandı. W. Addison tayfaların ve süvarilerin sevdiği biriydi. Onun hastalandı­ ğını duymak Vulcain’in güverte­ sinde herkesi üzdü. Titreme ve baş dönmelerine ka­ pılmış olan zavallı delikanlı iki sa-

18

atten kısa bir zamanda öyle bir zayıflama durumuna varmıştı ki, âdeta gerçek bir kadavraya ben­ ziyordu. Öğlene kadar müthiş ıs­ tırap çekti. Sonra hareketsiz ve soğuk kaldı. Onun ölümü geminin bir ucundan öteki ucuna çınladı. Neden ölmüştü? Koleradan. Bu geminin birinci kurbanıydı. İkinci si kim olacaktı acaba? Bütün tayfalar o anda paniğe kapıldılar vc kimse simdi talihsiz Addison’un cesedine dokunmağa cesaret edemiyordu. Gece yakla­ şıyordu. Hava sakindi. Adet üze­ re cenaze merasimi yapılması için kaptan boşuna ısrar etti. Tayfa­ lar cesaretsizce başlarım sallıyor­ lar ve hiçbiri kımıldamıyordu. Bütün bu çabalar m faydasızlığı karşısında kaptan Johnson teğ­ menine bu tehlikeli cesedi güver­ teden atmak için kendisine hazır olup olmadığını sordu. Teğmen razı oldu ama içtenlikle değildi. İki süvari, dikmek zahmetine bile katlanmadan, hatta ayağına da yüzmesine engel olmak için bir ağırlık bağlamadan cesedi bir çar­ şafa sardılar ve arka taraftan de­ nize fırlattılar. Zavallı delikanlı­ lım vücudu dalgalarda kayboldu. Kaptan onu gözleriyle izliyordu. Suların fosforlu soluk ışığında, onun battığını, sonra tekrar g ö ­ ründüğünü ve yeniden suya daldı­ ğım gördü. Gözetleme nöbeti değiştirme za­ manıydı. Fakat buna hiç kimse yanaşmıyordu. Tayfalar, zavallı arkadaşlarının öldüğü yerden u­


zaklaşarak, hastalığın bulaşması­ nı önlemek için ne yapmaları ge­ rektiğini bilmeksizin ya birbirle­ rine korkulu ve şüpheli gözlerle bakıyorlar, ya da orada burada gruplaşıyorlardı. Saat onbire doğ­ ru çıkan hafif rüzgâr, kuzey batı­ dan esen sert ve soğuk kuvvetli bir rüzgâra dönüştü. Rüzgâr kısa zamanda daha da kuvvetlendi. Ge ce yarısından sonra herkes ma­ nevrayla meşguldü. Her biri so­ ğukkanlılığını tekrar elde etmiş görünüyordu. Onları ürkütecek hiç bir belirti olmadı; ümit tek­ rar geliyordu. Herkes sanki hiçbirşey olmamış gibi görev başın­ daydı. Rüzgâr hep serin esiyordu. Düz gün bir kuzey rüzgârı ve gemi ga­ yet iyiydi. Çan üste asılıydı. Dü­ mende kalan ihtiyar BÎL SHİPPEN gece yarısından sonra saat yarımı çalmak için kalktı. Gözleri kompasta tekrar görevine döndü­ ğünde omuzuna bir elin dokundu­ ğunu hissetti. Sertçe döndüğünde lâmbaların titrek ışığında kimi görsün ?... Walter Addison’un mosmor kesilmiş yüzü!. Bu korkunç görüntü karşısında ihtiyar gemici bir an taş kesilmiş gibi kaldı; sonra bir korku çığlığı atarak dümeni bıraktı ve arkası­ na bakmadan kaçtı. Kendi kendine terkedilmiş ge­ mi kötü bir yön almakta gecik­ medi. O zaman dümenciyi kaçıran Walter Addison’un hayaleti yeri­ ni aldı ve her şey düzene girdi. Bu esnada Bili Shippen’in çığ­ lığı bütün tayf al an birden ayağa fırlatmıştı. Herkes için bu kor­ kunç çığlık şu anlamı taşıyordu: Bili koleraya yakalanmıştı! Kole­ ranın ikinci kurbanı oydu. Onun korkulu hareketlerle kısa açıkla­

malarından gerçek biraz anlaşılır gibi oldu. Şimdi herkes için belli olan şuydu ki: Dümende bir ha­ yalet vardı. Birkaç saat önce ölü olarak denize atılmış olan Walter Adison’un hayaleti.. Hiç biri ona yaklaşmağa cesaret edemiyordu ve aslında hiçbirinin de kaçmağa takati yoktu. Çünkü hepsi bir ke­ lime söylemekten, bir adım at­ maktan aciz, dilleri tutulmuş ve dizleri titreyerek yere çakılmış­ lardı. Hayalet ölü bir sesle: «Arka­ daşlar bana yardım edin, yoksa şimdi bayılacağım. Zayıfım ve çok üşüyorum» dedi. Bir dakikalık duraklamadan sonra kaptan Johnson ileri atıldı ve konuşan, fakat tamamen bir hayaleti andıran bu insan şekline ellerini sertçe değdirerek bunun bir hayalet olmadığını anladı. Çünkü su ile tamamen ıslak oldu­ ğundan soğuktan titriyordu. O (Devamı 22. Sahifede)

19


BİR MASANIN ÜYEÜSÜ BERRİN Ben insan soyundan orta gelir­ li bir ailenin uzun yıllar emeği geçmiş bir masasıyım. Geçen bu uzun yıllar beni içimden çürüttü. Kurtlar kemire kemire; kentten kente, evden eve; otobüs üzerin­ de, at arabasında hoyratça taşın­ dım. Omurgalarım mı çatlamadı, bacaklarım mı kırılmadı. Herhal­ de beni çok sevmiş olmalılar ki atmadılar, marangoza tamir ettir diler. Bunlar, yıllar içinde başıma gelen ender kazalardır. Bir de günlük yaşantımın öykü­ sünü dinleseniz... Genel olarak benim de insanlar gibi, bana yakıştırılan giysilerim vardır. Yemek sofrası olduğum zaman, üstüme muşamba örter­ ler. Bunun dışında yılların yıprat­ tığı çizgilerimi saklamak için de, süslü püslü, saçaklı maçaklı örtü­ lerle beni güzelleştirirler. Kullanıl madiğim zaman içinde mevsimin en güzel çiçeklerini koyduklarını görkemli vazolarla süsüme süs katarlar. Ünlü ressamlar için bi­ le bu sayede hem yardımcı, hem de model olmuşluğum da vardır. Amaa.. Günlük yaşantımda çektiğim çileler saymakla tüken­ mez. örneğin, günde 3-5 öğün tüm aile üzerimde yemek yer. Tabak, çatal, bıçak, kaşık üzerimde ho­ ra teper. Hiç düşüncemi almadan sıvılarla silerler. Bu arada ıslak bıraktıkları da çok olur. Hele alış tığım yerden kaldırıp başka yere taşımaları uykularımı kaçırır. Hele hiddetli aile babasının tüm öfkesini yumruklayıp ben­ den çıkarması çok zoruma gidi­ yor, ama dilim yok ki bağırayım, isyan edeyim.

20

iş in

Üstüme çıkıp elektrik onarır­ lar, perde takıp çıkarırlar, ütü ya parlar. Ama bilmezler şu zayıf ayaklarımın nasıl dayandığını. Ancak çocukların üzerimde ders çalışmalarma, ödev yapmalarma bir diyeceğim yok. O saatler hiç tedirginlik duymadığım en zevkli anlarımdır. Belki de bu bilinci ai­ lenin okur - yazarlarına borçlu­ yum.

OKU «Rabbin için, yaratan için oku...» «Beşiktan mezara kadar» «Oku... Oku... Oku...» Unutma, İlâhi bir emirdir bu... Aydınlanacaksın Aydınlatacaksın Bu toprak, bu bayrak, bu kitap senin Okursan eğer A m a hak için, insanlık için Y a r m , en büyüğü «ensin beserin. Bak no diyor Peygamberin: «Çin’de de olsa ilim, arayıp bula­ caksın onu». «Oku... Oku... Oku...» En güzel, en iyi §oy Ve en büyük, insanın duyduğu İlk ses «Oku...» Unutma, İlâhi bir emirdir bu...» «Oku...» Haykır çağdan çağa Birşeyler, de Birşeyler söyle İnsanlığa. E M R U L L A H EVLİ


A L IB E Y Y E TİŞ TİR M E Y U R D U EMİN i l k d o g a n (Okulumuz Tanıtma ve Yayın etmekten zevk alıyorum.. Kolu, kendi arasında bir inceleme — Yemekleri beğeniyor mu­ - araştırma kurulu oluşturarak, sunuz? Ayvalık Alibey Yetiştirme Yur­ — Evet, çok beğeniyoruz. du’na göndermeyi kararlaştırmış­ — Annen, Baban var mı? tı. Tanıtma ve Yaym Kolu Yöne­ — Annem var, babam beyin tici Öğretmenlerden Emin Ilkdo- kanamasından öldü.. ğan’ın başkanlığında Feridun Coş Bu küçüğün doktor olma iste­ kun, Zerrin Işm, Gülden Ozak ve ğini, babasmm kötü sonuna bağ­ Zeynep Yılmazdemir olmak üzere layabiliriz. dört öğrenciden oluşan kurula İn­ Bu arada Yurt Müdürü Nail gilizce öğretmenlerimizden Hari­ Boydan ile öğretmen Nedret Baka Oztekin’de katılmıştır. kan’a da bazı sorular yöneltiyo­ Aşağıdaki yazı dizisinde incele­ ruz. me - Araştırma Kurulu’nun A y­ — Verilen yiyecek ve içecek­ valık Alibey Yetiştirme Yurdu ler çocuklar için yeterli oluyor yönetici ve öğrencileri ile yaptığı mu? söyleşinin bir kesimini okuyacak — Alibey Yetiştirme Yurdu’­ smız.) nun 1974 yılı bütçesi, 603.144 li­ Motordan inip okula geldiğimiz radır. Yiyecek gideri için «ÇARE» de sıcak bir sevgiyle karşılandık. kuruluşunca verilen bulgur, sütto O mini mini sevgiye susamış yav­ zu, et ve un dışında 80.000 lira­ rular bizi görünce o denli sevin­ dır. Bir öğrencinin günlük yiye­ diler ki.. Kimi gülüyor, kimi de cek gideri 4 lira üzerindedir. Eli­ anne ve baba sevgisinin sıcaklı­ mizdeki sağlık yönetmeliklerine ğından yoksun kalmanm acısmı göre bir öğrencinin günlük kalo­ taşıyordu... ri gereksinmesini karşılayabile­ Yurt Müdürü Nail Boydan’dan cek yiyecekler bugün için verile­ aldığımız bilgiye göre Alibey Ye­ bilmektedir. tiştirme Yurdu’nda 6-12 yaş ara­ — Buraya gelen öğrenciler, ön­ sı çocuklar eğitilmektedir. Yetiş­ celeri uyumsuzluk gösteriyor mu? tirme Yurdu’nun kuruluşundan — Değişik bir yaşamdan yur­ bugüne değin 924 çocuk sıraya da gelen öğrenci, yurt havasma alınmıştır. Bir kısmı 12 yaşma alışıncaya dek, «Köyüme gidece­ dek bakılmış, 640 çocuk ise gerek ğim», «Annemi isterim», «Babam öğrenimini bitirme, gerekse yaş beni alsm» sözlerini yeniler du­ sınırlamasını geçtiğinden, 12-18 rur. Ancak bu düşünceler kısa za­ yaş arası çocukların bakıldığı manda silinir. Gurup öğretmeni Balıkesir Merkez Yetiştirme Yur- kaçma eğilimi gösteren öğrencile­ du’na aktarılmışlardır... ri, evine götürür. Çocuğa bazı so­ Uzun boylu, sevimli bir çocuğa rumluluklar verilir. yaklaşıyoruz: — 18 yaşını dolduran çocukla­ — Büyüyünce ne olmak isti­ rın yüksek öğrenimi için birşey düşünülüyor mu? yorsun? — 18 yaşını dolduran çocuklar — Doktor. Hastalara yardım

21


bir KORUYUCU ailenin yanma verilebiliyorlar. — Verilecek ailelerde aradığınız bazı nitelikler var mı? — Önce ailenin öz geçmişi in­ celenir. Aile bireylerinin yaşları­ nın 40’tan küçük olmaması gere­ kir. Buna benzer bazı özellikler ararız. Yine bir öğrenciyle konuşuyo­ ruz: — Büyüyünce ne olmak istiyor sun? — Trafik Memuru. — Annen, Baban sağ mı? — Öldüler.. — Nasıl öldüler, bize anlatır mısın?

— Babam adam öldürdü, hap­ se girdi, orada öldü.. Annem de üzüntüsünden verem oldu ve ve­ remden öldü.. Haftada bir yıkanıyorlar. 12 yaşa dek «A N N E» dedikleri ba­ kıcılar yıkıyor onları. Yakını olan lar, tatilde sılalarına, akrabaları­ na, yakmlarma gidiyorlar. Hafta sonunda her çocuğa harçlık verili­ yor. Yazm, çocuklara el sanatlarıyle ilgilenebilmeleri için kurslar açılıyor. Alibey Yetiştirme Yurdu ve Yurtlar’a değgin bilgiyi de Yurt Müdürü Nail Baydan’ın kalemin­ den — Önümüzdeki sayıda — edi­ neceğiz.

HAYALET DÜMENCİ (Baştarafı 19. Sahifede) zaman tayfalar da yaklaştılar ve bunun et ile kemikten yapılı, genç arkadaşları Walter Addison’un canlı vücudu olduğunu anladılar. Kaptan tarafmdan kendi odası­ na götürülen ölümden dönmüş genç adama ilk acil müdahaleler yapıldı. Garip durumu hakkında bügiler vermek için kendine gel­ mesi pek geç olmadı. Vaziyet öy­ le gösteriyor ki, genç gemici acı­ ları sonucu kolera tesirijde ken­ dinden geçmişti. -K i bunun baş­ ka örnekleri de vardır- Bu ken­ dinden geçiş bazan o kadar ölüm görünümünü almıştır ki bir çok canlı Walter Addison’un yaptığı gibi kurtulma şansına da sahip olamadan vaktinden evvel gömül­ müşlerdir. Soğuk suya ani dalış onun fel­ ce uğramış duyularmı uyarmış, ve bu anda gemi yavaş gittiğin­ den o, yüzerek onu takip edebil­ miş ve insanüstü çabalar paha­ sına dümenin zincirlerinin uçları­ nı yakalayabilmişti. O zaman yar

22

dım istemeği denemişti, fakat hiç bir ses çıkaramamıştı. Nihayet gerideki sandalın bağlama ipleri­ ne ulaştı, fakat oraya varınca ta­ katsizliği onu tekrar dinlenmeğe zorladı ve bir zaman hareketsiz kaldı. Kendine gelince geminin içine girdi ve birini bulabileceği en yakın yer olan komuta odası­ nın yolunu tutup dümencinin ya­ nma vardı. Zavallı Addison konuşmak ye­ rine, hurafelere inanan Bili Shippen’in omuzuna şayet elini koy­ muşsa bu, hayaletçilik oynamak istediği için değildir. O anda böy­ le bir şeyi akimdan bile geçirmi­ yordu. Durum oydu ki, hiç sesi çıkmamıştı. Birçok kere bağırma­ yı denemişti, fakat donmuş dudak larmdan hiç bir seda çıkmamış, kendine gelebilmesi ve konuşabil­ mesi kolay olmamıştı. Ertesi gün Walter Addison teh­ likeyi atlatmıştı. Koleraya gelin­ ce, ki ük kurban kurtulmuştu; artık Vulcain’in tayfalarım o ka­ dar endişelendirmiyordu.


ÖĞRETMENLER KURULU, BÜTÜNLEME SINAVLARI SONUNDA DA TOPLANACAK ÜNAL ÇALLI («M.E.B.’na bağlı ortaokullar ve orta öğretim kurumlarmm sı­ nıf geçme ve smav yönetmeliği» nin önemli maddelerinin açıkla­ malı özeti.) Madde 1: Her öğrencinin ba­ şarısı: a— ) Öğretmen tarafından ya­ pılan devamlı bir kontrol ile elde edilen kanaat, b— ) Yapılan ödevlerle, yazılı ve sözlü yoklamaların so­ nucuna göre verilecek not la saptanır. Madde 2: Öğrenci, bir kanaat döneminde: a— ) En az üç yazılı yoklama­ ya, b— ) Sözlü yoklama, ödev, uy­ gulama v.s. çalışmalara tâ bi tutulur. Kanaat notu, öğrencinin bir dö nemde aldığı notların bileşkesi olarak takdir edilmeli ve bunlar­ la açıklanabilmelidir. Madde 4: Yapılan yoklamalar sırasmda, kopya yapanlar veya yaptıranlara sıfır not verilerek sı nıftan çıkarılır ve ayrıca kendile­ rine Disiplin Yönetmeliğinin bu konudaki hükmü de uygulanır. ö ğ r e n c il e r in b u t u n

DERSLERDEN YIL SONU BAŞARI DURUMU : Madde: II: Öğretim yılı sonun­ da, her öğrenci için kesin olarak şu iki durumdan biri vardır: a—) Doğrudan sınıf geçer.

b— ) Bütünlemeye kalır. Madde 12: a— ) Doğrudan sı­ nıf geçmek için: Her iki kanaat notu ortalama­ sı, her ders için en az beş ise ve ikinci kanaatte hiç zayıfı yoksa, sınıfı doğrudan geçer ve 19 Ma­ yıstan sonra tatili hak etmiş olur. Madde 13: b— ) Öğrenci, iki ka naat notu ortalaması beşten az olan derslerden ve birinci kanaat te iyi olan dersten, ikinci kanaat­ te dört ya da daha aşağı not al­ mışsa o derslerden bütünlemeye kalır. BÜTÜNLEME KURSLARI: Madde 14: Öğrenci başarısız olduğu tüm derslerden 28 Mayıs'ta başlayacak bütünleme kursla­ rına ücretsiz olarak devam etmek zorundadır. Kurslara gelmediği günler de devamsızlıktan sayılır. Madde 16: Bütünleme kursla­ rına katılanlar, kurs saatleri dı­ şında, ders hazırlığı, ödev ve uy­ gulama çalışmaları yapabilmek için etüd saatlerine de devam ederler. Madde 20: Okul dışından bitir­ me smavlarma girenler ile bekle­ meli öğrencilerin bütünleme kurs larma katılıp katılmayacağı okul müdürünün kararma bağlıdır. «Bu yıl için Ayvalık Lise Müdür­ lüğü öğrencilere bu olanağı sağ­ lamıştır.» BÜTÜNLEME SINAVLARI: Madde 23: Bu öğretim yılı için

23


Lisemiz, bütünleme smavlarmm: 25 Haziran ile 10 Temmuz tarih­ leri arasında yapılacağını sapta­ mıştır. Madde 27: Bütünleme sınavla­ rının hangi günlerde hangi ders­ lerden yapılacağına ilişkin prog­ ram, smavlardan bir hafta öncesi hazırlanır ve öğrencilere duyuru­ lur. Madde 31: Yazılı sınavlara en geç saat 10 da başlanır. Öğrenci­ lere cevapları yazmak üzere en çok iki saatlik zaman tanınır. Dı­ şardan bitirme smavına girenler için bu süre üç saate çıkarılabilir. Sözlü ve uygulamalı smavlar ise saat 8 de başlar. Okul idaresi gerekli görürse en geç 9 da da başlatabilir.

ÇEPHİLER (Baştarafı 13. Salıifede) LTJ’yu saklamaya çalıştılar. Akyar, El Yapan ve Kavakbaşı köy­ lerinden gerçekte bunlarm da ÇEPNI olduklarmı; sonradan sünni olunca ÇEPNILIK’lerini sakladığını öğrenmiştim. Köylü­ lere güvenirlik verince «Yeni İs­ kender, ismi yeni konuldu. Köyü­ müzün eski adı Başımkızdı’dır. Dedelerimizin söylediklerine göre köyümüzün kurucusu Deli Mehmettir.» şeklinde, Yeni İskender köyü muhtarı İsmail Yaşar ve ihtiyar Heyeti üyelerinden, bir bil gi edindim. Bu köyün dolaylarmda köyle­ rin tümü sünni, muhacir ve ma­ nav köyleri olup; Yeni Iskenderliler’e hâlâ kuşkulu bakmaktadır­ lar. Buraya ne zaman geldiklerini anımsayamamaktadırlar. Başımkızdılı Çepniler’in yaşa­ yış biçimleri, iktisadi yaşamları,

24

Madde 35: isim yerleri kapalı olan kâğıtları inceliyen smav ko­ misyonu, kâğıtları değerlendirir. Beşten az alan öğrencilerin kâğıt larını, ertesi gün, mümkün değil­ se en kısa zaman içinde bir kere daha inceliyerek neticeye varır. Artık verilen not kesindir. Madde 36: Sözlü sınavlarda: Sı rası gelip sınav odasına giren her öğrenciye komisyon uygun gör­ düğü soruları yazdırır. Hazırlık için 10 dakikalık bir zaman veri­ lir. Soruları cevaplamak üzere, Ortaokul öğrencilerine 20 daki­ ka, Lise öğrencilerine 30 dakika­ lık bir süre verilir. Eğer cevaplar bu zaman içinde bitirilmemişse, bitirinceye kadar beklenir. dinsel inanışları, diğer gelenek ve görenekleri; Kantemir Çepnileri’nin tamamen dışında kalıyor. Ya ni, diğer yerli halktan ayrı bir özellik göstermedikleri ve yerli halk ile karışmış bir durumda bulundukları için, ayrı ayrı ince­ leme yapmaktan kaçındım.


A N T A L Y A Antalya, hiç şüphesiz, dünya­ nın en güzel yerlerinden birisidir. Turizm olanaklarının cömertçe bağışlandığı bir cennettir. Bura­ da mevsimler değil, mevsim var­ dır. Y A Z... Zaman zaman ılıkla­ şan, serinleşen fakat sıcaklığını, parlaklığını yitirmeyen bir yaz mevsimi... Falih Rıfkı, «Bizim Akdeniz» adlı yapıtında «YER­ YÜZÜNDE CENNET VARSA, ORASI AN TALYA’DIR.» der. Türkiye’nin güney batısında bir kıyı şehri olan Antalya’nın do ğal durumunu, Teke ve Taşeli plâ tolarıyla, onun gerisindeki sıra dağlar oluşturur, iklimi, Akde­ niz’in etkisi altındadır. Bu neden­ le yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı geçer. Bazı kış gün lerinde, insanı denize girmeğe zor lar. M.O. 2000’den önce bu bölge­ nin durumunun ne olduğu bilin­ memektedir. Ancak Prof. I. Kılıç Kökten tarafmdan YAGÇA köyü dolaylarında yapılan araştırma­ larda YONTMA TAŞ DEVRI’ne değgin renkli çanak - çömlek ve insan kalıntılarına rastlanmıştır. Truva’mn düşmesinden sonra bir gurup, Anadolu’nun güneyine ine­ rek, Pamfilya ve Kilikya’ya yer­ leşirler. Mopsos, Kolohos ve Amphilorhos adlarındaki üç kişi bu devinimin öncüleri olarak göste­ rilmiştir. Bu bölge daha sonra Persler’in saldırısına uğrayarak, Pers Kralı II. Darius tarafmdan Pers imparatorluğuna katılmış­ tır. M.O. 479’da Persler’le Yunan­ lılar arasmda savaşlar sürer, M. O. 386 da Persler’in üstünlüğü ile

son bulur. Persler’in egemenliği M.O. 334 yılında Büyük İskender tarafmdan yıkılır. M.O. 323’de İskender’in Ölümünden sonra im ­ paratorluk, Bergama Krallığının eline geçer. Son Bergama Kralı III. Attolos ölünce Bergama Kral­ lığı «veraset» yoluyla Roma im ­ paratorluğuna geçer. 1207’de Sel çuklu Hükümdarı Gıyasettin Key

hüsrev’in eline geçer. 1299’da bu devletin yıkılmasından sonra bir süre Hamitoğullan’nm eline ge­ çer ve bir süre sonra da I. Sul­ tan Murat Hüdavendigar zama­ nında Osmanlı topraklarına katı­ lır. işte yurdumuzun cenneti An­ talya'nın öz geçmişi, böyle bir ta­ rih süreci içinde boyutlanır. Antalya’ya ulaşım üç koldan yapılır. Deniz yolu ile motor ve gemilerle gidilebilir, iki önemli li manı vardır. Hava yolu ile de git mek mümkündür. Yabancı CHAR

25


TES seferine açık tutulan Antal­ ya Hava limanı; Ankara, İstan­ bul, İzmir’den Türkiye’nin diğer illerine ve Avrupa’nın bazı kent­ leriyle bağlantılıdır. Kara yolu ile ulaşım; İzmir, İstanbul, Ankara gibi büyük illere günde birkaç kez düzenli ve aktarmasız otobüs seferleri ile sağlanır. Antalya’da büyük konaklama yerleri vardır. Çevresindeki ve içindeki otellerin yatak sayısı onbini geçmiştir. Eğlence yerleri ol­ dukça çoktur, ik i gece kulübü. Konyaaltı ve Arapsuyu lokanta­ ları ile; Motel Derya, Büyük otel restoranları vardır. Akşamları halkın serince oturabileceği Pergole, Mermerli Tophane ve Park Gazinoları en çok gidilen yerler­ dir. Kentte onu geçen yazlık ve kışlık sinema vardır. Denize girilebilecek plajlar: Konyaaltı Plajı, daha sonra Arap suyu Plajları ile Boğa Çayı ve Re­ şat adası Plâjları, Antalya'nın do­ ğusunda ise onuncu kilometreden sonra sırayla: Karpuzkaldıran. Lâra, Belek, Kundu, Side, Incekum, Ulaş, Alanya plajları uza­ nır. Bu plâjlarm tümü ince kum­ lu olup, özellikle Side Plajı sağılk bakımından küçük çocuklar için en elverişlisidir. Antalya’da doğal güzellikler Devlet narenciye bahçesi ile kar­ şımıza çıkar. Buarda - yaya veya bir fayton ile - sıcak mevsim mey valarmm tadma bakarak bir gez: yapüabilir. Doğal güzellikler Dü­ den ve İskender çavlanları ile devam eder. Türk Islâm sanatı ve sikkeleri, Yunan ve Roma plâstik sanatı yapıtları hakkında bilgi edinmek için Antalya müzesin: gezebilirsiniz. Türk Islâm sanatı­

26

nın en güzel örneklerinden biri olan Yivli Minare’yi görebilirsi­ niz. Antalya’da görülebilecek di­ ğer yerler: Aspendos Tiyatrosu, Myra Kaya Mezarları Antik şe­ hirler ve önemli sanat eserleri, Perge, Kingöz Hanı, Kretepolis, Evdir Hanı, Laga Şehri ve Termesos’tur. A Y V A L IK LİSESİ TURİZM V E TANITM A KOLU

ÇOCUKLUĞUM Yaklaş, Uzuklaşm a benden çocukluğum. Korkm a Ürkm e bakışlarımdan Saua gelmek, Sana dönmek

istiyorum

A nlıyor m usun? Eıı sa f dostlukları Gerçek sevileri sende bulmuştum Şimdi,

Büyüdüm Onların arasına katıldım Hırsı, İhtirası, Günahı tattım . E n acısı Benliğimden uzaklaştım Sana Dönm ek istiyorum Çocukluğum Beni Çevirme geri Zor kilitler V urm a kapılarına A ç kollarım bana A n am gibi K arım gibi Toprak gibi S A V A Ş ERDEM


HABERLER p- (Başt&rafı 2. Sahifede; len korint nizamı sütun ve çeşitli freskte:! hakkında bilgi edinilmiştir. Yine Eski Eserleri Tanıtma şe Ko­ ruma Kolu öğrencileri, Ayvalık’ta ele geçen eski eserleri lisemiz kütüphane­ sinde sergilemektediıler. Sergi, öğren­ ci ve öğretmenler tarafından ilgi ile iz­ lenmektedir. iç Eğitsel çalışmalar, okulumuzda son günlerde büyük bir yoğunluk ka­ zanmıştır. Tiyatro Kolu, liseler arası yarışmaya katılacak biçimde çalışma­ larını sürdürmektedir. Ertan Altınörs denetiminde sürdürülen çalışmaların önümüzdeki günlerde tamamlanacağı sanılmaktadır. Okulumuz Tanıtma ve Yayın Kolu da, ortaokul son sınıf öğrencileri KIZ­ L A R - ERKEKLER arası bir münaza­ ra düzenlemiştir. 27 Şubat 1975 Per­ şembe günü Okulumuz kütüphane sa­ lonunda düzenlenen münazara, sanılan­ dan daha çok ilgi görmüştür. Kızlar, «Ortaokul öğretiminde, çocuk üzerinde anne’nin etkisi daha büyüktür» tezini, erkekler de «Ortaokul öğretiminde, ço­ cuk üzerinde baba’mn etkisi daha bü­ yüktür» tezini savunmuşlardır. «Çocu­ ğun eğitiminde anne’nin etkisi daha büyüktür» tezini savunan KIZLAR ya­ rışmayı kazanmışlardır. Ayrıca, cn iyi konuşmacı olarak kızlardan SİBEL GÜLTEKİN, erkeklerden de ERTUĞRUL DİRİM seçilmişlerdir. Beril Sadan, Sibel Gültekin, Akide Bölgcl, Suzan Çankırılı ve ön em Süs­ lü'den oluşan kızlar gurubu ile Ertuğrul Dirim, Ecvet Güleli, Hüseyin Kayacaklı, Sedat Onuk ve Şafak Kıral’ın oluşturduğu erkekler gurubunun ar­ mağanlarım ilçemiz Kaymakamı Sayın MUSTAFA AŞKIN vermişlerdir. iç 27 Şubat 1975 günü rehberlik sa­ atinde, okulumuzda İffet ö z a k ile Bü­ lent Ayan birlikte öğrenci - öğretmen-

Veli toplantısı düzenlemişlerdir. Top lantı istiklâl Marşı ile başlamış, bunu öğrencilerin okuduğu şiirler, anlattığı fıkralar ve küçük bir skeç izlemiştir. Pastalar, çaylar sunulmuş; öğrenci ve­ lileri ile öğrencilerin ders durumları ele alınmıştır. iç 22.2.1975 Cumartesi günü okulu­ muzda yapılan A F S bursları ile ilgili olarak teşkilât yetkililerince yapıaln sı­ navlara; Iclûl Erdoğmuş, Nuray Dağ­ lar, Canseli Kafadar, Yelda Yorulmaz, A yfer Erden ve Şükran Mert katılmış­ tır. Yazılı sınavlarda başarılı olan Yel­ da Yorulmaz ve Canseli Kafadar, sözlü sınavlarda elenmişlerdir. öğrencilerimize gelecek yıllarda bu tür sınavlarda başarılar dileriz.

İrfan Ünver Nasrattınoğlu ile söyleşi (Baştarafı 10. sayfada)

yüksek okulların yapamadıkları­ nı bir ilçe lisesinin başarmış, hem de büyük ölçüde başarmış olma­ sı büyük bir sanat olayıdır. Ben­ ce Ilkkurşun, birinci sınıf sanat dergileri arasındadır yeri... — flkkurşun’ım daha da etkin olabilmesi için önerileriniz nedir? — Sayfa adedi çoğaltıldığı, ya­ yınını 12 ay aralıksız sürdürdü­ ğü ve dağıtım işini daha geniş ölçüde yapabildiği takdirde, Ilkkurşun’un tirajı bugünkü mikta­ rın çok üstüne çıkacak, sanat çev relerince daha geniş ölçüde tanı­ nacaktır.


YILMAZ GÜLTEKÎN

YENİ SEÇMELİ DERSLER İÇİN ARAN ILAN KİTAP

HEYKELTRAŞLIK SANATI ÎLE İLGİLİ TÜM BİLGİLER O K U LL A R D A MODELAJ V E SE R A M İK İŞLE R İ

116 SAYFA, RESİMLİ

EDERİ: 10 TL.

E D İN M E : Y IL M A Z GÜLTEKİN Lise Resim öğretmeni A Y V A L IK

250 K U R U Ş


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.