İlk Kurşun Dergisi Sayı:20

Page 1

i L nA _j\ A

IYV A 1IK LİSESİ ECiTiM KÜLTÜR

MUZAFFER GÜLTEKİN YILMAZ GÜLTEKİN I. ÜNVER NASRATTINOGLU RÜŞTÜ ÇEVİK ÜNAL ÇALLI MUSTAFA ULUGÜR FERİDUN ARKIN ABDÜLKADİR GÜLER ZAKİR GÜVEN AHMET YÜZENDAĞ SAVAŞ ERDEM GÜL VARIM CEMİL AY'DIN NAİL BOYDAN NURCAN KUGAY FÜSUN ÇELİK ÇETİN EVİN ŞÜKRAN MERT

YIL :

3

SAYI :

20

NİSAN :

1975


Okulumuzdan Haberler

JtLKKURŞUN Ayvalık Lisesi Aylık Eğitim, Kültür Sanat Dergisi

ŞÜKRAN MERT ★

1-7 Nisan 1974 Uluslararası Kanser Savaşı Haf­

Sahibi: Okul Müdürü YILMAZ GÜLTEKİN

tasında, okulumuza göstermiş olduğu başarılı çalışma­ lar ve sağladığı yardımlar nedeniyle; TÜRK KANSER ARAŞTIRMA - SAVAŞ KURUMU GENEL MERKEZİN­ CE bir ŞÜKRAN BELGESİ göndermiştir.

Yazı işleri Sorumlu Yönetmeni: M UZAFFER GÜLTEKİN

İC 13 Mart Çanakkale Zaferi’nin 60. yıldönümü ne­ deniyle, okulumuzda da bir anma programı düzenlen­

Başkan EMtN ELKDOĞAN Başkan Yardımcısı TAYFUN BALABANER Müdür ÜNAL ÇALLI

★ 1974-1975 yaz döneminde 14.7.1975 ve 26.8.1975 tarihleri arasında Lisemizde açılacak ve Ankara Eğitim Fakültesinin yöneteceği (EĞİTİM YÖNETİMİ VE TEFTİŞ SERTİFİKASI) kursu nedeniyle; Okulumuz Müdürü Sayın Yılmaz Gültekin, Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Birimi Müdürlüğünce, 20-21 M art tarihleri arasında An­ kara'da açılan seminerlere katılmıştır.

Müdür Yardımcısı ECE ÇELİK Saymanlar BÜLENT AYAN FUNDA GENCEL FERİDUN COŞKUN Yazmanlar TANGÜL IZBEK ŞÜKRAN MERT BERRİN S ADAN ZERRİN IŞIN

★ Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu'nun Ortaokul son sınıf öğrencileri arasında yapılacak Türkiye çapındaki yarışmaya; okulumuz 3/B sınırın­ dan SİBEL GÜLTEKİN, NİLGÜN dan AFİFE KESEBİR asil öğrenci BELGİN KIRTON, 3 /C sınıfından 3 /E sınıfından DEVLET KESEBİR seçilmişlerdir.

İnceleme Kurulu UĞUR V ARŞ AL MELEK Ç AND ARLI MÜZEYYEN TUTAK M USTAFA DÖNMEZ MUKADDES ÇALKAKÇI HAŞAN YURTCAN Fotoğraflar T AH İR CEYHAN Kapak Kompozisyonu NECDET SÜMER

İLKKURŞUN

miştir. Düzenlenen bu programda okulumuz Tarih öğ­ retmeni Şengül Erhanoğlu, öğrencilere yaptığı konuş­ masında Çanakkale Zaferinin, Türk ve Dünya tarihi üze­ rindeki önemini belirtmiştir, öğrencilerce de Çanakkale zaferine değgin şiirler okunmuştur.

SELÇUK; 3 /D sınıfın­ olarak; 3 /A sınıfından KANİYE AKDENİZ, ve yedek öğrenci olarak

Aynı kurumun lise Öğrencileri arasında yapacağı yarışmaya ise yine okulumuz 6/Fen sınıfı öğrencilerin­ den UĞUR VARŞAL, YELDA YORULMAZ, AYFER ER­ DEN asil ve CANSELİ KAFADAR ise yedek öğrenci olarak seçilmişlerdir. ★

Mayıs ayı içinde İstanbul'da

yapılacak

Liseler

arası Tiyatro şenliği için Balıkesir'i temsil edecek lise­ nin ön seçimini yapma amacıyla 27 Mart 1975 tarihin­ de; Milli Eğitim Müdür Yardımcıları Sayın HÜSNÜ TAŞ, (Devamı 24. Sahifede)

AYVALIK LİSESİ AYLIK EĞİTİM, KÜLTÜR, SANAT DERGİSİ * Tanıtma ve yayın kolu organıdır.

YIL: 3

SAYI: 20

NİSAN 1975

* Gönderilen yazılar yayınlansın yayınlanmasın geri verilmez. * Gelen yazılar inceleme kurulundan geçer. * Gelen yazılarda gerekli özleştirme yapılabilir.

Karınca Matbaası * Ayda bir kez yayınlanır, yıllık sekiz sayıdır. Tel: 85S90 İzmir * Abone şartlan; Yıllık 20, dört aylık 10, sayısı 2.5 liradır. * Yazışma adresi: Ilkkurşun Dergiai, Ayvalık Lisesi - Ayvalık^


S i ÎR Y E O ZAN MUZAFFER GÜLTEKÎN Bugüne değin her ozan kendince bir tanım yapmış, bir kaç söz söy­ lemiştir şiir üzerine. Fakat yine de tanımlanamamıştır şiir, tanımlana­ mazda. Gerçi tüm tanımların ortak bir özelliği söz konusu edilebilir. Bu ortak özelliğin dışında tüm tanımlar şiirin ayrı bir gizemli özelliğini or­ taya koymaktan öteye gidemez. Bu nedenle şiir acunu, bir düş acunu ka­ dar zengindir. Bu acunun tüm verilerinden en iyi biçimde yararlanmak, tanrısal bir gücün duyarlılığı ile olanaklıdır. Şiir, yazın’m (edebiyatın) en güçlü sanat dallarından birisidir. Bu sanat, duyma ve duyurma sanatıdır. İçsel bir yetidir duymak ve duyur­ mak. Doğaldır. Özde vardır. İnsan m iç evreninde oluşan şiir; usda bi­ çimlenir, sözcüklerin dilinde bir uyumla düşleşir ve düş acununun bir yapıtı olur. Gerçek ozan, duymasını ve duyurmasını bilen kişidir. Evrensel tüm sorunlar karşısında, öz benliğinde çığlaşan bir coşku duyabilir. Bu du­ yuş duyurmanın temel taşıdır. Ozan, bu içsel coşkuyu duyabildiği an ozandır, duyurduğu da şiir. Çünkü evren de tüm varlıklar tir gizemlilik içinde yaşamlarını sürdürürler. Ozanı coşkulandıran bu gizemliliktir. Şiir, en büyük gücünü bu gizimlilikten alır. Friedrich Schiller: «Şiirinde coşar dalgaları böyleco birden Gözlerden uzak, sır dolu kaynaklar içinden.» diyerek, şiir acununun bir gizemlilik içinde bulunduğunu, lirik bir du­ yuşla iç evrenimize sergilemeyi amaçlamıyor mu acaba? Çağdışı kalmamaya özen göstermelidir ozan şiirlerinde. Somut de­ ğerlerde aramalıdır gerçek şiir acununun coşkusunu. Somut değerlerde çığlaşmalıdır bu coşku. Gerçek anlam, somut değerlerde sürdürmelidir yaşamını. Çağdışı kalma, yaşamı umursamamaktır. Oysa yaşamın izle­ rini taşımıyan şiirler, karanlıkta bir iz aramağa benzer. Anlamsızlık, bu karanlık acunda öldürmüştür şiiri... Şiirin en önemli unsuru da «dil»dir. Ozan, dili biçimlendirirken söz­ cükleri seçme sorumluluğunu her zaman duymalıdır. Yaşadığı toplumun dilini güçlendirmede tüm yetisini kullanmalıdır. Bir anlam tümlüğü için­ de dil, doruğuna ulaştırılmalıdır. Kimsenin eremiyeceği doruğuna... Sorumluluk duygusundan uzak bir ozanın yaşamın izlerini taşımıyan şiiri; sonbahar yaprakları gibi solgun, yaz yağmuru gibi gelip - geçici­ dir. Şiirde dış güzellikten çok, iç güzellik ön değer taşımalıdır. Bir dil tümlüğü, bir anlam güzelliği bulunmayan şiir, olgun değildir. Şiir göze değil, önce insanm iç evrenine «hoş» görünmelidir. Göze «hoş» görünen şür, içi boş bir ağaçtan farksızdır. Oysa şiir, kökleri çok derinlerde bu­ lunan, damarlarmdan özsuyu çekilmemiş, verilerinden tüm insanîarm yararlanabileceği bir ağaç örneği olmalıdır. (Devamı 17. Sahifede)

3


OKULLARDA MODELAI

YILMAZ GÜLTEKÎN Çamur, plastilin ve balmumu, çocuklarm ilgi duydukları birer nesne olup; bunlardan yoğurarak oluşturdukları işler, eski insanla­ rın - şimdi müzelerde bulunan yapıtları ile yakından ilgilidir. Ço cuğun kullandığı bu nesnelerin, ellerini acıtacak sert bir tarafları olmadığı gibi, çocuğa birçok izle­ nimler kazandırır. Sıcaklık, soğuk luk, sertlik, yumuşaklık, dış yü­ zey, biçim ve derinlik, bunların başlıcalarıdır. İlkokul öğrencilerinin evlerinin bahçelerinde, deniz kıyılarında, tarlalarında kilden yaptıkları te­ peler, köşkler, kaleler, mağara­ lar, kap - kacak eşya ve yiyecek­ ler, onlara tatlı zamanlar geçirtir. Kış günleri etrafı kirletmeyecek şekilde bir tahta, mukavva, mer­ mer v.b. parçaları üzerine konu­ larak yapılan çamurdan heykel­ cikler onları oyalar. Çamur, plastilin ve balmumundan da­ ha ucuz olduğu gibi, her yer­ de kolayca bulunabilecek bir ge­ reçtir. öğretm enler ve anne - ba­ balar her türlü önlemi alarak sı­

4

nıflarda ve odalarda kışın, yaz aylarında okul ve evlerin bahçe­ lerinde K ÎL adı verilen heykel ça­ muru ile işler yapma olanağını çocuklara yaratmalıdır. Çamur, çocuğun yaratıcı gücü­ ne en az karşı koyanıdır. Çocuk çamurdan sayısız denecek kadar çok iş yapar. Çocuk, verilen ça­ mur parçasını önce elinde yuvar­ layarak bir toparlak yapar. Altlık olarak kullandığı yüzeyde çamu­ ru yuvarlar ve şeklin bir silindir olduğunu görür. Küre ile silindir­ den neler yapılabilir? Parmaklan ile kürenin üstüne bastırarak kü­ çük bir tas yapar. Bu tasın kenar­ larını ezerek bir tabak oluşturur, îçi çukur çamurun her iki kena­ rına birer kulp takarak, akla gel­ medik bir çok şekiller ortaya çı­ karır. Küre ve silindir şekline konan çamurdan oluşturulacak işler de çoktur. Küçük yaştaki çocuklar­ da, insan heykellerinin çoğunda, baş bir küre, gövde silindire ya­ kın bir yuvarlak, kollar ve bacak­ lar sucuk şeklinde gövdeye yapı­ şıktır. Heykel çamurunu kurutmadan süreli olarak tutamıyan ve etra­ fını, üstünü - başını temiz tutamıyan; üstüne - başına çamuru bu­ laştıran çocuklar, plastilin kulla­ nabilir. Plastilin ele ve etrafa bulaşmaz, kolayca elde yoğrulur. Çeşitli renklerdeki plastilinlerden yapılan işler çok gösterişli olur­ lar. Çocuklar bir örneğe bakarak çalışabilecekleri gibi, diledikleri her şekli yapmakta bağımsız ol­ malıdırlar. Yapılan işler çok fazla ayrıntılı olmamalıdır. Bu durum­ ları ile çoğu kez modern yapıtla­ ra benzetilirler.


Yaşça daha büyükçe çocuklara balmumundan çeşitli işler yaptırılabilinir. Örneğin küçük yaprak­ lar, çiçekler, kurtlar, tırtıllar, ker tenkele, kelebek ve böcekler gibi. Yapılan işler belirli bir büyüklü­ ğü aşmamalıdu*. İlkokul çağında­ ki özellikle kız çocukları için bir tel iskelete yün ya da buna ben­ zer şeyler sarılarak yaptırılacak bebekler ilgi çekicidir. Bunlardan başka patates, ha­ vuç, kabuklu yer fıstığından hay­ van ve insan figürleri de yaptırılabilinir. Örneğin gövdesi patates, baş ve boynu kabuklu yer fıstı­ ğından, ayakları ince çıtalardan, kuyruğu kibrit çöpünden bir de­ ve; jöne gövdeleri yer fıstığından, kol ve bacakları kibrit çöpünden insanlar, ellerinde ince çubuk so­ palarla güzel bir görünüşe sahip­ tirler. Sırtı portakal kabuğundan, başı ve ayakları yer fıstığından yapılmış bir kaplumbağayı düşü­ nün... Gövdesi yumurta kabuğun­ dan bir tavşan, gövdesi çam ağa­ cı kozalağmdan yapılan bir ayı, diğer ayrıntıları da tamamlandık­ tan sonra çok ilgi çekici olur. Me­ şe palamutlarmdan gövdeleri ile tavuk tüylerinden de faydalanı­ larak tavus ve deve kuşları da, üzerlerine ince kâğıt sarılmış tel­ lerden boyun ve ayakları ile çok güzel olurlar. Okulun bir köşesi­ ne doğadaki çeşitli gereçler ile

çeşitli hayvanların bulunduğu bir çift­ liğin maketi bile öğrencilere yaptırılabilinir. Kibrit kutusu ve çöp­ lerden çiftlik evi, meşe palamutla­ rından tavuk ve ördek gövde­ leri, koparılmış kuru dal ve yap­ raklardan ağaçlar ve bitkiler, alçı dökülmüş yüzeye tutturulur­ lar. Alçmm yüzeyi boyanarak da doğal bir görünüme sokulur. Yu­ karıda sayılanlardan başka daha birçok yiyeceklerden ve gereçler­ den yapıştırmakla,, tel ve çubuk­ lardan yapılan kol, boyun ve ba­ cakların gövdelere bastırılmasıy­ la çeşitli hayvanlar yapılabilir. Zamanla bu işleri yapan çocuk­ lar, daha büyük yaştakilerin da­ ha başka gereçlerle yaptıkları üç boyutlu yapıtlara özenecek ve böylece gerekli aşamayı yapmış olacaklardır. Orta ve teknik öğretim kurum­ lar’ nda resim dersi gören öğren­ cilere de yaşlarına ve sınıflarına göre çeşitli gereçlerden çeşitli üç boyutlu yapıtlar yaptırılabilinir. Heykel çamurundan yaptırılacak çeşitli heykeller yanında, kare ya da dikdörtgen şeklinde çamur­ dan düz bir yüzey hazırlanır ve

5


bunun üstüne ayrı bir yerde iste­ nilen kalınlıkta hazırlanmış ça­ murdan yaparak, dal, insan ya da hayvan figürleri kesilerek ya­ pıştırılır. Sonradan yapıştırılan bu şekil­ lerin gereken yerlerinden çamur kalemleri ile çamurlar alınarak ya da eklenerek kompozisyona plas­ tik bir görünüş kazandırılır. Bu tür yapıtm uzun ömürlü olması isteniyorsa pişirilir ya da alçı ka­ lıba alınarak, modelin eşi alçıdan dökülebilinir. Kabartma (rölyef) yapmada kolay bir uygulama da şöyledir: İstenilen büyüklükte ha zırlanan dikdörtgen ya da kare biçiminde bir çamur katmanı yü­ zeyine, yapüacak kompozisyon­ daki şekillerin çıkıntılı yerleri çukur, çukur olan yerleri de ça­ mur eklenerek, çıkıntılı olarak iş­ lenir. Böylece alçıdan kalıpsız ola­ rak dökülecek şeklin tersi çamu­

ra işlenmiş olur. Bir çeşit kalıp ödevi gören bu alçı katmanın et­ rafı, çamur ve alçı kalınlığı kadar bir tahta çerçeveye almır ve alçı dökülür. Alçı donduktan sonra ça­ mur katmanı çıkardır. Arzuya gö­ re çamur bulaşıkları su ve kıl fır­ ça ile temizlenip alçı beyazlığında bırakılır ya da alçı kabartmanın yüzeyinde istenilen yerlere biraz daha çamur sürülerek vernikle­ nir. Bu tür kabartmalar seramik hissini verir. Çamurdan yapılan işlerin uzun ömürlü olması için pişirilemezse, alçı kalıba alınarak dökiynü ya­ pılması gerekir. Kolay alçı kalıb alma işlemi salt kabartmalardan, kabartmalı küllük ve tabaklardan yapılmalıdır. Cam üzerine tahta çıtalardan istenilen büyüklükte ve kalınlıkta bir çerçeve içine dökülen alçı blok­ ların cama gelen yüzeyleri parlak ve düz olacağından bu yüzüne oyularak yazılan çeşitli atasözle­ ri, okul duvarlarını süsleyecek ni­ teliktedirler. Bu tür alçı levhalar üzerine yazılan yazıların harfleri yüksekte bırakılıp etrafı oyularak

6


da yapılabilinir. Bu alçı plakala­ rın dökümü anında alçı donmak üzere iken üst ve orta kısmına halka şeklinde çaprazlanmış bir tel parçanın yuvarlak kısmı dışa­ rıda kalacak şekilde gömülmelidir. Bu tel parçası rölyeflere de yapılabileceği gibi, bu tür yapıt­ ların duvarlara asılmasına yara­ yacaktır. Yazılar yazılmış alçı lev halar, mermer damarlarını anım­ satacak şekilde ya da çeşitli renk­ te plastik boyalarla ve yaldızlarla boyanarak renklendirilir. Mukav­ va gömlek kutularına dökülen alçı donmaya yakın üzerine yapı­ lacak şekillerin girinti ve çıkın­ tısına göre çukurlaştırılıp, yüksel­ tilebilir. Böylece yarı yarıya ko­ laylaştırılan iş oymak ya da alçı sürmekle tamamlanır. Bu kabart­ maların konuları biyoloji dersi ile ilgili gövde organları, hayvanlar; coğrafya dersi ile ilgili haritalar olabilir. Yüksek kenarlı tahta çer­ çeveler içine dökülmüş alçı kütle­ lerinden sütun başlıkları ve hey­ keller yontturulabilinir. Öğrencilere kâğıt hamuru üe heykel ve kabartmalarda yaptırı­ labileceği gibi tel iskeletlere sarı­ lı kâğıtlar üzerine alçı sıvamakla da ağırlığı az olan yapıtlar orta­ ya çıkarılabilinir. Yukarıdaki şekilde telden iske­ leti, bir altlığa tutturularak kâ­ ğıtla sarılan özellikle karaca, geyik, zebra, at gibi hayvan figür­ lerinin üzeri tabaka halindeki in­ ce sünger (köpük) ile kaplanma­ sından da çok güzel biblolar elde edilir. Kaplama işinde yapıştırıcı kullanılır. Plastik boyalarla da boyanan bu yapıtların güzellikle­ ri yanısıra evlerinin bir süsü, kü­ çük kardeşlerinin de oyuncağı ola cak nitelikleri vardır. Çeşitli renkte bakır tel kablola­

rın bir eksen etrafında sarılarak bir altlığa tutturulması ile kom­ pozisyonlar halinde biblolar yap­ tırılabileceği gibi çeşitli taşların ya da deniz kabuklarının bir alt­ lığa üst üste, yan yana yapıştırıl­ masıyla da biblolar hazırlanabi­ lir. Yapıştırma işlerinde UHU tü­ ründen yapıştırıcılar kullanılırsa, şeffaf olmamaları nedeniyle bir­ leşme yerleri göze batmaz. Pürüzlü camlar üzerine kitrelenmiş pamuk yapıştırmak ve bo­ yamakla da kabartma, yapıtlar yapılabilinir. Pişmiş topraktan yapılmış küçüklü büyüklü vazolar ya da testiler ıslatılır. Dış yüzle­ rine tutkallı alçı sürülerek; çe­ şitli deniz kabukları, deniz yıldız­ ları alçıya yarı yarıya gömülecek şekilde yapıştırılır, istenirse yal­ dız ya da plâstik boyalarla boya­ nabilir. Hazırlanan bu pişmiş top­ rak işlerin üzerine kum, irmik, çeşitli şekilde şehriye ve makar­ na, kırık ayna ve renkli cam par­ çaları, zeytin çekirdekleri gibi şeyler yapıştırılıp boyanabilir. Çev rede bolca bulunabilen ve işle­ mesi de kolay olan ağaçlardan yontmak suretiyle yazı, heykel, rölyef de yaptırılabilinir. Deniz kıyılarında dalgaların ge­ tirdiği çeşitli ağaç kökleri ve dal­ ları ile kırlarda bolca bulunan bo­ dur ağaçların gövdelerinde yapı­ lacak birkaç değişiklikle soyut yapıtlar yapabilecekleri, öğren­ cilere salık verilebilir. Usa gelebilecek birçok gereçle ve çeşitli yöntemlerle yaptırıla­ cak MODELAJ kapsamına giren yapıtlarla resim derslerinin daha renkleneceği bir gerçektir. Çizgi ya da renkli resim yapamayacağı kanısında olan öğrencilerin bu tür işlerde de başarılı olamayacağmı kimse savunamaz.

7


X L t Ç ETİNK AYA M UTADA irfan Ünver NASRATTINOGLU Ünlü Mondros mütarekesinin askeri koşulları Osmanlı impara­ torluğunun aleyhine olmuş ve bunun tezahürü olarak 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul işgal edil­ mişti. Galip Devletlerin İstanbul’u işgal eden kuvvetleri ilk iş olarak, işgâle karşı direnen vatanperver insanları tutuklamaya başladılar. Ne yazık ki, düşmanlar, yerli iş­ birlikçileri bulmakta da güçlük çekmemişler ve elbirliği ile bir kı­ sım güçlü devlet adamı ve askeri uzun süre «Bekirağa Bölüğü Hapisanesi»nde tutsak etmişler, son­ ra da tutuklananların büyük bir kısmını Ingilizler’in elinde bulu­ nan Malta Adası’na sürgün et­ mişlerdir. Biz bu yazıda, işte bu Malta Adası’ndan ve bu Ada’ya sürgün edilenler arasında bulunan ALÎ ÇETlNKAYA’dan söz edeceğiz. Malta’ya çeşitli tarihlerde 100’den fazla Türk tutsak götürül­ müştü. Bunlar arasındaki belli başlı kişiler şunlardı: Sadrazam Said Halim Paşa, Abbas Halim Paşa, Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi, Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Bey, Şükrü Kaya, Meclis-i Ayan Reisi Rıfat Bey, Dahi­ liye Vekili Ali Fethi (Okyar) Bey, Maarif Nazırı Şükrü Bey, Hari­ ciye Nazırı Ahmet Nesimi Bey, Gazetecilerden Ahmet Emin (Yal­

8

man), Hüseyin Cahit (Yalçın), Celâl Nuri (ileri), Süleyman Na zif, Aka Gündüz, Ordu Kuman­ danlarından Ferik Yakup Şevki, Cevat Paşa, Medine Müdafii Fartettin Paşa, Refet Paşa, Hacı Adil Bey, Kara Kemal, İsmail Canbulat, Mithat Şükrü, Selâh Cimcoz, Ağaoğlu Ahmet Bey, Ali Cenânî, Velid Ebüzziya, Ziya Gökalp, Kuşçubaşı Eşref, Rauf Bey (Orbay) ve birçok valiler, kumandanlar, düşünürler... Ve de Ali Bey (Çetinkaya)... Ingilizler Türk tutsakları İstan­ bul’da ya da müstemlekesi bulu­ nan bir başka adada değil de Malta’da gözaltına almışlardı? Bu so­


runun yanıtını Mr. Vinston Çörçil’in anılarından öğrenebiliyoruz (D : «...Bizim için harbin mukadderatı Ak­ deniz'de alınacaktı. Bu sebeple, kondileriyle siyaset ve harp sahasında mücade­ le ettiğimiz insanlardan elimize geçen ve şahıslarına kıymet verdiklerimizin, do­ nanmamızın daimi kontrolü altında olan bir yerde toplanması şarttı. Müstahkem hususiyeti, Ingiliz donanması için daimi üs olması itibariyle iki yer üzerinde ka­ rar verilmek icab ederdi: Cebelüttarık ve Malta. Ben şahsen Malta fikrinde idim. Başvekil Mr. Loyd Corc da benim görüşümü tasvib edince. Malta kararlaş­ tı.»

Türk tutsaklar Malta’da Cene­ vizliler ve Maltızlar devrinden ka­ lan «Vardala Baraks K ışlasın­ da muhafaza altına alınmışlardı. «Kışla, on beşinci yüzyıl mimarisi içinde müstahkem bir kaleyi andırıyordu. Uzun­ luğu 60, genişliği 25 metre kadardı ve iki kat idi. A ve B bloku olarak ikiye ay­ rılmıştı. A blokunda Ingilizlerin şahısla­ rına çok kıymet verdikleri esirlere, müs­ takil odalar tahsis edilmişti. Bunlar, kış­ lanın firarlara imkân vermiyecek hususi­ yetlerine rağmen devamlı olarak göz hap­ si altında idiler. A blokundaki esirler içinde, sadece siyasi ve askeri şahsiyet­ ler yoktu: Tanınmış milli liderler, ihtilâl­ ciler, fikir adamları vardı. (2)»

Ali (ÇETİNKAYA) Bey’in ya­ kalanışı şöyle olmuştu: Yukarıda da değindiğimiz gibi, bir kısım Türk büyükleri İstan­ bul’da yakalanarak ünlü «Bekirağa Bölüğü»ne kapatılıyordu. Bun­ lardan kimileri kaçmayı başarı­ yor, kimileri orada muhafaza edi­ liyor, kimileri de îngilizler vasıtasiyle Malta’ya sürgüne gönderi­ liyorlardı.

Bir de yakalanır yakalanmaz Malta’ya gönderilenler vardı. İşte Ali Bey de bunlardandı. Çünkü gerek işgâl kuvvetleri, gerekse on­ ların işbirlikçilerince Ali Bey teh­ likeli bir adamdı ve İstanbul’da durdurulmamalıydı!... Nihayet Ali Bey, İstanbul’da Köprü üzerinde yakalanıyor ve zararsız hale getiriliyordu! Aynı gün «Göz doktoru Esat Paşa bir gece hanesinden uykudan kaldırı­ larak îngilizler tarafından bir harp gemisine bindirilerek Mal­ ta’ya gönderilmişlerdi. Müşir Şakir Paşazade Arapkirli Cevat Pa­ şa, Erkânı Harp Mirlivası Yakup Şevki Paşa da Bekirağa Bölüğün­ de yatırılmadan Malta’ya gönde­ rilenler arasındaydı (3)».

Duyguların Ötesinde

1 |

,ı ı1 | ı ı1 'I ,ı 1 ( ı 11

RÜŞTÜ ÇEVİK

11

İçimde bir yaprak dökümü var Sonbahar örneğin Herşey öyle anlamsız ki En duygulu şarkılar bile Anlamını yitirmiş Kulaklarımda Güneş sıcak doğmuş Çiçek mor açmış Hayır, hayır Duygulandırmıyor beni Yok artık gözlerimde

|, ı1

Sevenler, sevilenler Bilmiyorum, neden?

(ı ı1

Belki de Yiten bir sevgi İçimdeki.

'| (ı 9<1

1

.> ı1 11 11

ı (, ı1 1


Ali Bey’in Malta’ya ilişkin anı­ larını yazmamış olması, tarihimi­ zin bu bölümü için gerçek bir ka­ yıptır. Malta ile ilgili olarak yapı­ lan yaymlarda da, herkes kendi­ sinden söz etmiştir. Ancak, kimi anılarda Ali Çetinkaya hakkmda küçük küçük de olsa bilgiler edin­ mek olanağı doğuyor. Örneğin R auf (Orbay) Bey’in, Cemal Kutay’ın yazdığı «Siyasî Mahkûm­ lar Adası: Malta» adlı eserinde yer alan anıları arasında şu satır­ ları okuyoruz: «25 Eylül günü kampta hiç te hoş ol­

Ahmet Emin YALM A N 4 ciltlik anılarında Malta esaretinden uzun uzun söz eder ve kader arkadaş­ larını anlatırken de Ali Çetinka­ ya için şunları yazar: «Afyon Mebusu (K el) Ali Bey siyasî münakaşalarla çok vakit geçirirdi. sevdiği çatışmalar da harp dairdi. Harp zamanında

En

siyasetine

mesuliyet taşı­

yan ittihatçılara karşı, delillere dayanan tenkidlerde bulunmaktan hoşlanırdı.

Bir

akşam Ali Bey, zindanın kapısında garip bir eşkiya tecavüzüne uğramıştı.

İzinle

şehre çıkmış, fakat akşam geç vakit zin­ dana dönünce askerler

kendisini soy­

mayan bir hadise vukua geldi. Ali Bey

mak istemişlerdi. Arkasından içeriye ka­

(Çetinkaya) — İleri gazetesi başyazarı —

dar sokulmuşlar ve ancak

Celâl Nuri Bey'e giderek. Ma İtadan kur­

betçilerin araya girmesiyle bu soyguncu­ luk teşebbüsünü başaramamışlardı.

tulmamız için Ankara Meclisine yazı ile müracaat maksadiyle. hazırlanmış müs-

İçerdeki erler,

içerdeki nö­

ister istemez dtşarda-

vetteyi tashih ve kabul etmesi için ver­

kilerin aleyhinde ifade verdikleri için şe-

miş. Celâl Nuri Bey de bunu, etrafa, baş­

kavete yeltenenler cezalarını

ka bir tarzda yaymış. Kamptaki garnizon-

Polverista odalarına gece tecavüzleri ve

görmüştü.

cu denen bazı zabitlerle, daha birtakım­

odalardan saat vesaire

ları «bunu serbest bırakılmaları evvelce

kalar çoktu. Bunlar arasında

tebliğ edilen yirmi dört kişinin, kendile­

rayan ve suçlularına ceza verilen

rini kurtarmak için» Ingilizlere müracaat­

vaka bu olmuştu. (5 )»

ları ve bu suretle

Elbette saptadığımız Malta olayları bu kadar değil. Am a di­ lerseniz öteki anıları da sonraki yazılarımıza bırakalım...1 5 4 3 2

ötekilerin

elinde kalmasına sebep

Ingilizler

olacak bir hal

diye telâkki eylemişler. Ali Bey de, gerek Celâl Nuri Bey ve

çalmağa ait va­ takibe uğ­ biricik

gerekse bu konuda dedikodu yapan M u ­ rat Bey'in en ağır sözlerle sövmedik yer­ lerini bırakmadı.

Onlar da hiç seslerini

çıkarmayıp, bütün söylenenleri kabul et­ tiler. (4 )»

Rauf Orbay’m anılarından da saptanabileceği gibi, Ali Bey hak­ sızlığa, aldatılmaya asla taham­ mül edemiyen bir yaradılıştaydı. O’nun yaşantısı izlendiğinde görü­ lecektir ki, bu tahammülsüzlük nedeniyle pek çok kişinin canmı yakmak zorunda kalmıştır. Bun­ ları sırası geldikçe öyküleriyle bir­ likte anlatacağız.

10

(1 ) Cemal

Kutay,

Siyasî

Mahkûmlar

Adası: Malta, İstanbul - 1963. (2 ) a.g.e. (3 ) Samih Nafiz Tansu, iki Devrin Per­ de Arkası (Teşkilâtı Mahsusa Baş­ kam Hüsamettin Ertürk’ün anıları), stanbul - 1969,

Ararat

Yayınevi,

Üçüncü baskı. (4 ) Cemal

Kutsy,

Siyasi

Mahkûmlar

Adası: Malta, İstanbul - 1963. (5 ) Ahmed Emin Yalman,

Yakın Tarih­

te Gördüklerim ve Geçirdiklerim, Cilt: 2 (1918 - 1922), S: 167 İstan­ bul - 1970.


EUROVİSİON - 75 VE BİZ ÜNAL ÇALLI Avrupa Televizyon Yayın Birli­ ği Şarkı Yarışması 22 Mart gecesi yapıldı. Sıra Türkiye’ye geldiği za­ man, tüylerim ürpermişti. Bir he­ yecan kasırgasının ta., ortasındaydım. Şurası bir gerçek ki, bu ko­ nuda hangi düzeyde olduğumuzu biliyordum. Ama millî duygu işte.. Orada temsil edilmek bile bir baş­ ka heyecan... Şarkımızın sonundaki alkışlar, içimde pırıl pırıl sevinçler yaktı. Daha sonra ışıklı sonuç tablosuna baktık, sustuk. Her geçen dakika­ da biraz daha buğulanan gözle­ rimden birkaç damla yaş döküldü. Boğazıma birşeyler tıkanmıştı; sanki boğulmak üzereydim. Mona­ ko bir centilmenlik örneği göste­ rip 3 puan lütfedince hiç de sevi­ nemedim. Hele 3 puanı Türkiye karşısına yazamamaktan doğan, salondaki gülüşmeler, beni kahret­ ti. Ekranı parçalamak geldi içim­ den. Artık olay, gün ışığmdaydı. Sonuncu olmuştuk, içimden ne ka­ sırgalar, ne duygular koptu, geç­ ti... ilkokul ikinci sınıftaki kızım bile duygulanmıştı; ağlamaklı se­ siyle: — Görsün o pisler.. Seneye Cici Kızlar’ı gönderelim, bak nasıl bi­ rinci olacağız. Bu çocuksu çare bile o anda ak­ lıma yatıverdi. Evet... Biz Avru­ pa üe müzik dalında aynı düzeyde olduğumuzu savunmuyoruz. Ama, bir sonunculuğu da benimsemiyo­ ruz. Bu yarışmada, pekâlâ bizden

çok daha zayıf ülkeler vardı. Ben, sonunculuğa itilişimize: «Buyurun gerçekleri görelim. Avrupa bizi benimsemiyor ve bulduğu yerde harcıyor...» diyorum. Şimdi kendilerinden puan bekle­ diklerimizin, bir zamanlar kafa kolumuzdaki uluslar olduğunu anımsarsak, modası geçmiş efendi­ ye şapka çıkarmaydın gerçek ne­ deni anlaşılır. Mondros ve Sevr antlaşmaları ile İngiliz, Fransız, Italyan sömürücülerinin yurdumu­ zu bölüşmeleri, Sevr antlaşmasını suratlarına Kurtuluş Savaşı ile çarpıp, Lozan antlaşması ile de tü­ kürdüklerini yalattığımızı anım­ sarsak, herhalde Avrupa’nın bizi her an, her yerde harcamak iste­ yişine bir neden bulunmuş olur. Almanya’mn bile bize puan vermeyişini manidar bulmak gerekir. Almanya Birinci Dünya Savaşın­ da, Osmanlı Devletini - kendi ya­ nında - oyunla savaşa iterken, güç lü endüstrisine bir satış alanı ve sömürge yanlısı olduğunu unut­ mayalım. Kurtuluş Savaşında mad dî, manevî desteği ile Yunanlıları üzerimize saldırtıp duran, kaypak, çıkarcı bir Ingiltere siyasetini de unutmayalım. îtalyanlar, Türkiye bölüşmesinden Eğedeki oniki ada­ yı az bulup, itilâf devletlerine da­ rılmışlar, ikinci Dünya Savaşın­ da Almanlar’m yanında yer almış­ lardı. Tüm Avrupa’nm gözünde, Türkiye hasta bir adamdı. Birer parça kapmak gerekti, ama Ata­

11


türk hepsinin boğazına katı lok­ malar gibi oturdu. Bunlar benim kişisel görüşlerim değil. Bunlar, tarih sayfalarının gerçekleri... Bugün bile, haklı Kıbrıs Barış harekâtımızda Avrupa’yı yanımız­ da mı bulduk sanki? Avrupa ya­ pabilirse, coğrafî değeri olan yur­ dumuzu geçmişte olduğu gibi fa­ şist ve emperyalist zihniyetle bö­ lüşmek ister. Bu emellerle yüklü Avrupa, Türk’ü sevm iyor dostlar.. Tarih boyunca sivrilmemizi hiç is­ temedi, böylece bilelim ve benim-

katılmamız olanağı vardı. İyi bir organizasyon ile güçlü bir seçim yapılabilirdi. Sanatçımıza eşlik eden vokal gurubu yokluğu da bir eksikliğimizdi. Avrupa’da hareket­ li melodilerin, hareketli jestlerle sunulusu geçerli oluyor. Semiha Yankı’nın bu tarafı zayıftı. Hatta o gün sesi daha kısık, daha boğuk­ tu sanki. Orkestra şarkının orta­ sında alışmadığımız bir boşluk yaptı. Fülüt sesi bildiğimiz gücün­ de değildi ve büyüleyicilik görevi­ ni yerine getirememişti.

K İ V İ N İ -’ »

i

BÜ ZLER E D Ü Ğ Ü N D Ü R

i

M USTAFA ULU GÜR’ Çınarlar dizilmiş sıraya neden? D iyorlar: O güzel en önde giden., îştecik geçiyor o nazlı fidan,

I

Onlarla sıraya girmiştir kuiun...

^

Olmuyor, olmuyor, sen ve ben ayrı.. Geleceksen eğer burada yolun...

ı

Bu kullar ölümden korkarlar, neye? Bizlere düğündür, bayramdır ölüm... Belki de teneffüs eylersin diye, V asiyyet eyledim, savrul» külüm...

1 ı '

Bilirim bizlere uğramaz gayrı Saçları ağardı, kalmadı hayrı,

seyelim. Yeri gelmişken konu ile ilgili ol­ masa da şunu eklemeliyim: Rus­ ya’nın da gözü ezelden beri boğaz­ lardadır. Türkiye yaklaşımında bu gerçek yatar. Anlaşılıyor ki, biz­ den gözüken hemen hemen her ulusuıı bir çıkarı vardır. Öyleyse, bilinçli ve uygar Türkiye’yi biz bize kurmak zorundayız. Gelir, biraz da kendi eksiklerimiz 12üzerinde duralım: Yarışmaya da­ ha güçlü bir yapıt ve sanatçı ile

A m a tüm bunlara karşm, evet hangi düzeyde olduğumuzu pekâlâ biliyoruz ama, «Asla ve asla sonunculuğu hak etmedik» diyoruz. İşte Türkiye olarak buna üzülüyo­ ruz. Bunu ulusumuza yediremiyo­ ruz. Ve onun için neticede kasıt arıyoruz. E y Avrupa! Türk’ü sana saydı­ racağım ve kabul ettireceğim gün­ ler de gelecek, bunu bir kenara yaz ve kusuruma bakma, beni şim­ dilik bağışlayabiyorsan bağışla...


ARAŞTIRMA :

ç E P

N 9

I

L E R FERİDUN ARKIN

(Geçen sayıdan devam) ÇEPNİLERİN YAŞAYIŞ BİÇİMİ : Geçtiğimiz yüzyıla değin konargöçer bir yaşam sürdüren ÇEPNİLER, bugün artık, yerleşik yaşa­ ma uyum gösterebilmişlerdir. Ör­ neğin bugünkü ÇEPNİDERE kö­ yü ismini, ÇEPNl’den almıştır. Oysa halkı «muhacir»dir. Burada­ ki soruşturmamda, bu köyü 70-80 yıl önce ÇEPNİLER’in yaylak olarak kullandıkları, sonradan bu yöreyi terkettiklerini öğrendim. Bugünkü halkı ise, köyü boş ola­ rak bulup yerleşmişlerdir. Yine

Kavakbaşı Muhtarı Ali Oğuz’un anlattığına göre, Sındırgı’nın İbiştepe köyünde, 10 yıl öncesine de­ ğin çadır ve çadır yaşamı sürdü­ rülmüştür. İncelediğim sekiz ÇEPNİ köyün de sınıflaşma ve ayrıcalıklı sınıf görmedim. Yalnız ileride de söz konusu edeceğim gibi, dinsel bir değer taşıyan büyüklerine karşı aşırı saygılı oldukları çok belirgin­ di. ÇEPNİLER’in yerleşik yaşama geçmelerine en büyük neden, on­ ların İslâmiyeti kabul etmeleridir. Fakat geçtiğimiz yüzyıla değin; yazın yaylaya, kışın ovaya inip çı­ karak konar-göçerliğin izlerini sür dürmüşlerdir. Osmanlı yöneticile­ rinin yerleşim tutumunun da onla­ rın yerleşik yaşama geçmelerinde etken olmuştur. ÇEPNÎ’lerin tutumsal çalışma­ ları, davarcılığa ve rençberliğe da­ yanmaktadır. Yazın davar güden ÇEPNİ, harmanını savurduktan sonra Ayvalık, Edremit ve Burha­ niye’ye zeytin toplama işçiliğine ve pamuk çapalamaya gider. Onun bu yaşamı, yaşadığımız yüz­ yılın doğurduğu ayrı bir göçebe­ liktir. Çünkü, yazm yüksek köyün­ de kendi işleriyle uğraşan ÇEPNÎler, kışın - onlara göre ölü mev­ simde - az bir karşılıkla en zor iş­ leri yapmak üzere, heybeleri sırt­ larında olarak köylerinden ayrılır­ lar. Bu ayrılık, onlar için doğal birşey olup hiç zor gelmez. Atala­ rı Oğuz'ların göçlerinin de tutum­ sal nedenlerle yapıldığı kesindir. Oğuzlar atlarla veya yaya olarak göçerken, günümüz ÇEPNİLER’i kamyon ve traktörlerle göçmekte­ dirler. Yalnız bir farkla, şimdiki göçler mevsimliktir.

13


X . yüzyılda Oğuzlar, Tanrı adiy­ le anlattıkları «A L L A H » düşünü­ sünü yitirmeden kendi inançlarını sürdürmüşlerdir. Daha sonra XI. yüzyılda Islâmiyeti kabul eden Oğuzlar, İslamlığın da kendi bünye sindeki parçalanmasına uyarak bir kısmı Alevî, bir kısmı da Sünnî olarak adlarını torunları aracıyla zamanımıza değin yaşatmışlardır. Bugün Balıkesir dolaylannda büyük bir çoğunluğu oluşturan KANTEM ÎR ÇEPNILERİ alevî, diğer köy ise Sünnî’dir. Vilâyetııameye göre Kırşehir’in Suluca Karahöyük köyüne gelen Hacı Bektaş Veli’nin ilk müridleri (havari, ilk inananlar) ÇEPNÎ’den idi. Prof. Dr. Faruk Sümer, «Bu husus, onların mühim bir kıs­ mının niçin kızılbaş olduğu hak­ kında bir fikir veriyor» der. Bu­ gün KANTEM ÎR ÇEPNÎLERÎ'nin Balıkesir dolaylarında yaşayanla­ rı ayrıksız alevidirler. Onların di­ nî inanışları üzerindeki tüm tartış­ ma ve araştırmanın aydınlatılma­ sında, tez konumun, tümden yeter li olamıyacağımı gözönünde bulun durarak; din adamlarını, âyinleri­ ni ve ibadet safhalarını araştırma­ ma katmakla - büyük bir çoğun­ luğumuz tarafından bilinmeyen alevîlik konusunda az da olsa bir şeyler yazmanın yararlı olacağı kanısındayım. Balıkesir alevî ÇEPNİ köyleri­ ne dinî âyin yapmaya gelen üç sı­ nıf ruhanî vardır ki, bunlara alelitlak (ŞIH) denir. Hacı Bektaş Veli soyundan gelenlere PİR denir. En çok saygı ve sevgi gören şıhlar bunlardır. Sonra «rehberler» ve «babalar» vardır. Bunlar da ke­ ramet (1) hüner göstermiş şıhlardır. KANTEM ÎR ÇEPNÎLER’İ din

14

sel büyüklerine çok bağlıdırlar. Çünkü rehber veya şıhlar haram yemeyen, yalan söylemeyen kimse­ lerdir. Onların, ilenmelerinden kor­ kulur. Bu şıhlar her sene Muhar­ rem ayının 10’undan sonra, köy­ lere gelirler. Köyün ibadet için ayrılmış bir binası varsa ora­ da (2 ), yoksa köyün en iyi evinde toplanırlar. Önde Ebu Cafer Sadık postu denilen bir koyun postu üzerine bağdaş kurarak şıh, arka­ da da topluca, müseyab (3) olan alevî ÇEPNÎLER oturur. Cem sür­ meğe başlamadan Delilci (4) elin­ deki bir meşaleyi (Delili) topla­ nan dergâha (5) getirir. Dergâh­ ta yanacak meşaleler, ateşini an­ cak buradan alırlar. Dergâha Karapaça (6) olanlar ile, suçlular g i­ remez. Bunun için kapıkulu (7) sürekli nöbet tutar. Dergâha ilkin şıh girer. «Hû dede» (Merhaba dede) diyerek yerine oturur. Her­ kes toplandıktan sonra Kamber (8) dergâhın önemini belirter ve sazla söylenen âyetler okur. Söy­ lenen sözlerin içinde «A li», «Bek­ taş» isimleri geçerken dergâhtakiler Allah Allah... diyerekten yere eğilirler. Bu şekilde cem sürülürken, Senii Samah denilen dinî oyunlar oy ­ nanır (9 ). Bundan sonra mesayab olm a bölümü başlar. Bunun için kurban kesilir. Bu kurbanın etini, karapaçalar yiyemez. Dede veya şıh dua okur (10). Müseyab olan; delilcinin, dedenin ve babanın eli­ ni öper. Bu sırada kesilen kurba­ nın kemikleri çukura gömülür (11). Müseyab olurken her alevî ÇEPNÎ, dolu (içki, bir tür rakı) almakla yükümlüdür. İlk dolu içi­ len bardak (kurbanın kemiklerinin gömülmesi gibi) kırılır. Bundan


KIR ÇİÇEKLERİ A B D Ü L K A D tR GÜ LER Günaydın Günaydın size Kır çiçekleri. Sen lâle, sen çiğdem Sünbül, nevruz ve badem Ne m utlu, ne mutlu tümünüze. Sen kardeş papatya, sen abla menekşe Yeşiliniz umut dolu, renginizde neş’e Sevgi taşır, ümit verir herkese Ve kiminiz melek, kiminiz peri Selâm size, sevgi size K IR Ç İÇ E K LE R İ..

sonra herkes payına düşen oranı, dede’nin postunun altına bıraka­ rak çekilir ve âyin biter. 1) Kavakbaşı köyünden Ali Oğuz ve birçok köylünün anlattığına göre: A li Oğuz’un büyük dedesi, Kırşe­ hir’e Hacı Bektaş Veli’nin ziyare­ tine gitm iş. İmarethanede kavur­ ma kazam başında dururken, ka­ vurmayı karıştırm ak üzere şilini birinden kepçe istemiş. Şıh da: — Kepçen yanındadır, diyerek ver­ memiş. O zaman, A li Oğuz’un de­ desi derhal kollarım savayarak kaynamakta olan kazana elini so­ kup karıştırm aya başlamış. Bunu haber alan Şıh’lar m utfağa koş­ muşlar ve dede’nin kerametini tas­ dik etmişler. Bu olaydan sonra ona da ŞIH’lık verilm iştir. 2 ) Gezdiğim KANTEMER. ÇEPNİ köylerinde cam iye rastlamadım. 3) Ancak evli olanların dede huzu­ runda kan kardeş olduktan sonra aldıkları isim. 4) Yola varılacağı, yani ibadet edile­

ceği zaman çok güzel kokan bir meşaleyi (alevi ışığı) tutana verilen isim. Meşaleye de DELİL denir 5) Cem sürülecek, yola varılacak yer, topluluk. 5) Müseyab olmadan önceki durum. Bekâr ÇEPNİ delikanlısı. 7) Karap aça ve suçlu olanlara dergâ­ ha sokmamak için kapıda bekleyen ve «Hû sus» diyerek uyanda bulu­ nan görevli. 8) Dergâhın önemini taşıyan ve sazla söylenen beyitleri okuyan âşık. 9) Bu dinsel oyunlar konusunda hiç bir ÇEPNİ konuşmadı. 10) Konuştuğum bir ÇEPNİ, bu dua için «Şarttır söylenmez» dedi. 11) Bu gömme işi onlann eski gelenek­ lerine bağlı oldukîan kanısını uyandınyor. X . EBU CAFEB SADIK POSTU: De­ denin altındaki postun ismi. Bu pos­ tun «m ânevi» değeri, H acı Bektaş Veîi’nm ibadetini böyle bir post üzerinde sürdürmesinden alır, X X . CEM SÜBMEK: Namaz kılmak, ibadet etmek yola varmak.

15


ÖYKÜ

KEÇİLER ZAKÎR GÜVEN

köyü muhtarı Ali Çavuş son günlerde pek evecenliydi (te­ lâşlı). Karısı Zeynep’in dediği gi bi, burnundan kıl aldırmıyordu hırsından. Her işini bir yana it­ miş, dur-durak demeden dört dö­ nüyordu köyün içinde. Açılmasına söz aldığı okula ye­ terli bir yer bulma gerekiyordu. Ayağa değin gelen bu güzel fırsa­ tı kaçırmak delilik olurdu. «Dana Hırsızı» diyerek alay geçtiği kom­ şu Taşağıl köyünden geri kalma­ nın kıskançlığıyla içten içe tutu­ şuyordu. Geçen yıl temeli atılmış olan okul binası henüz pencere düzeyine gelebilmişti. Güze kavuşması ola­ naksızdı. Mutlaka eğreti bir dam altı bulunmalıydı. İhtiyat Heyeti’ni topladı. Başbaşa verdiler, günlerce düşünüp danıştılar, köyün içinde okula uyar yapıları bir bir elekten geçir­ diler. Sahipleri dişli olanları gör­ mezlikten gelerek sonunda Dul Mavuş’un ahırı ile Kel îbo’nun mereğinde (samanlık) kararlandı­ lar. Muhtar: — Kel’i bir kalem geçin. Külfe­ ti kalabalıktır. Bir sürü sümüklü­ sünü nerede barındıracak? — Şu halde Mavuş’un ahırı en münasebidir. Hemi de ocak kısmı çok büyüktür. — Pek umutlu değilim ama bir kez sınayalım. Kocamış seferber­

16

lik yanığının yanma bin temenna ile varılmıyor. Sözden, sazdan an­ lamaz yellinin birisi, dedi Muhtar. Üyeler, işi Muhtara yüklemek­ ten duydukları gizli sevinci belli etmeden ağız birliği ile: — Öyle deme ağam. Sen bu köy de herkesin bir söküğünü bilirsin. Onu da neder, eder, bir hale yola koyarsm. Muhtar, bu abartmadan şişindi, sırıttı: — İş zora gelince hep bir ağız olursunuz, ihtiyar tekeler. Gülüştüler. Muhtar, odanın eşi­ ğinde dikilen bekçi Ihsan’a döndü: — Bir yol var bak. Mavuş evde mi, sakın bir şey çıtlatma. Sonra pır olur. Bekçi izi üzerine döndü: — Ortanca kızıyla çalıya git­ mişler. Neredeyse dönerlermiş.. Muhtar: — E yi... dedi. Sen buradan ay­ rılma. Gelen giden olur. Sonra tabakasmı açtı, kaçak Muş tütününden sardığı kalın si­ garayı kiraz ağızlığına geçirdi, bir-iki derin nefes çekti. Eski çeke tini omuzuna attı, köyün üst ba­ şına yollandı. Kızgın öğle güneşinin altında yalımlaşan; gübre, sidik, ekşi lor suyu kokulu tozlu sokakları çev­ releyen; yamru yumru, yarı yıkık kerpiç duvarların gölgesinde uzan mış uyuklayan çoban köpeklerinin


hırıldanmalarına aldırmadan çe­ vik adımlarla yürüyüp geçti. Mavuş’un tezek basmalığına ulaştığı sırada, ana kız da dağ yolundan aşağı iniyorlardı. Ağır çalı yüklerinin altında iki büklüm, başları eğik, ard arda, ufak adımlarla yürümeğe çalışan zavallıların halleri uzaktan iki si­ yah kirpiyi andırıyordu. Mavuş Bacı, muhtarı fark et­ mişti. Adımlarını açtı, ağız duva­ rının daldasma (arkasına) kondu, hemen yükünden sıyrıldı. Üstünü başmı düzeltti. Yaşmaklandı. İş­ killi adımlarla Ali Çavuşa yaklaş­ tı:

«Hayırlı iş» sözü, Mavuş’un yü­ reğinde bir umut çırası yakar gi­ bi oldu. «Kısmetini bekleyen iki kızı vardı zavallının». Sevecenlikle Çavuş’a baktı: — Buyur Ağam, muradın ne dillen, bileyim. — Bak Mavuş Bacı, süksünme (inat etme), olmazlanma yok. Se­ nin ahırın sekisini bir yıllığına mektebe uygun gördük, ne dersin? — Zehlenme (alaya alma) ağam, heç ahırdan mektep olur mu? Hemi de ahır bana ilâzım olacak. Haşan oğlanın terhisi ya­ kındır. Gelince baş-göz edeceğim. Muhtar, gevrek gevrek güldü:

N E D E N

NURCAN KUGAY Neden bilmem, seni görünce Yüreğim sızlar Umutla bakarım Gözlerinin derinliklerine.. Rüzgâr esip, götürecek mi diye...

— Hoş geldin Muhtar Ağam, demek bizim kapımızı da bilirmiş­ sin. Hayırdır inşallah.. — Hayırlar üzerine olsun Ba­ cım. Kusura kalma, bu sıra işler boyumuzu aştı. Soramadık, bağış­ la. Muhtar bir yandan konuşurken, bir yandan da Mavuş’un küçük kı­ zı Yosma’mn binek taşma serdiği mindere ilişti, sigarasını tazeledi: — Bir hayarlı iş için geldim.

Beni görünce Kaçıp gidiyorsun Artık dayanamıyorum Neden, neden.. Söyle.

— Sen ha^gi akıldasın Koca Mavuş? O koltuk pencereli, akpak boyalı odalara alışan; ranzalı karyolalarda yatan insan gelir de senin o öküz damında dünya evine girer mi sanırsın? Heç gü­ leceğim yoktu. Askere giden kişi tümden değişir. Edep, erkân; yol, yolak öğrenir. Okumayı, yazmayı ben nerede öğrendim? Askeri git­ memiş insan hamdır, kördür. Coşup giden Muhtar’ı, sisli anı­

17


ların çağlayanından Mavuş’un so­ rusu uyandırdı: — Kabul et ki verdim, ya keçi­ lerim n’olacak? — Gene çalıyı baştan süreme. Bu da dert mi senin için. Baharda mal, davar sayımında nerde sakladınsa, orada saklarsm. Muhtar hemen ardından yinele­ di: — Hem sen bu keçi işini pek dillendirme. Ağzı gevşeğin biri çı­ kar da Tahsildar Yunus Efendinin kulağına üflerse; seni çamurdan çıkarma gayreti kime düşer ?E1 eli, el de yüzü temizler demişler. Yaşlı kadın Muhtar’ın bu ince değdirmesinin etkisiyle irkildi. 01mazlanmada direnmenin yersizli­ ğini anladı. Boynunu büktü: — Peki Ağam, dediğin olsun. Ama ölürüm de keçilerimi çıkar­ mam. Muhtar, taşı öldürecek yerden vurmuş, işi kolaya bağlamıştı: — Kalsınlar, belkim onlar da okurlar.. — Hee, yee... okusunlar... — İşte o zaman ağzını havaya açarsın? — Neden o? — Okuyan kimse keçi bilem ol­ sa, akıllanır. Senin bir tutam otu­ nun hatırı için ak sütünü içirmez bir daha. Gülüştüler. Mavuş: — Peki ya ceremesi (kirası) n ’olacak? — Tellikayadaki altı evlek tar­ lanı köycek sürer, biçer ambarla­ rına doldururuz.

★ Bozarak, kireçli tepelerle çevri­ li susuz, yeşilsiz bu dağ köyünün toprak insanları için okulun açılı­ şı büyük bir olaydı. Sevinenlerin

18

yanında yerinenler de (istemeyen) oluyordu. «Okul masrafıyla, sal­ masıyla gelir» diyerek sızlanıyor­ lardı aralarında. Görevine tam zamanında ulaşan genç öğretmen Kaya Işıl ile Muhtar’ın el ve gönül birliği; karam­ sarların sesini kesti, öğretime gü­ nünde başlandı, ilk günlerde çe­ kimser davrananlar, önemle kızla­ rını yollamak istemediler. Ancak dış dünyasını unutmuşçasma kendini tüm içtenliğiyle okuluna, öğrencilerine veren genç öğretmene karşı duyulan güvence pekiştikçe; saçları örgülü, renk renk giysili küçük kızlar da birer ikişer gelmeye başlamışlardı. Öğ­ retmenin tüm çabası, bu ilk öğre­ nim yılını tartışmasız, hatır-gönül incitmeden sona erdirmekti. Tek dert keçilerdi. Mavuş’un «torunla­ rım» dediği asi keçileri bir türlü düzene girmediler. Ders mers din­ ledikleri yoktu. Kelle-boynuz vu­ ruşup duruyorlardı. Gürültülerin­ den doğru dürüst öğretim yapmak olanaksızlaşıyordu. Bir pazartesi sabahı öğretmen dersliğe girdiğinde keçüerden bi­ rinin öğretmen masasının üzerine yatmış, kaygusuzca geviş getirdi­ ğini gördü. Dersliğin durumu g ö ­ rülecek gibi değüdi. Kitap ve def­ terler yırtılmış, kâğıtlar kirletil­ miş, saçılmış; işin en kötü yanı yoklama defteri ile, demirbaş yö­ netmelik tümüyle yenilmişti. Zavallı öğretmen şaşkınlığın ver diği çaresizlik içinde ağlamakla gülmek arası donup kaldı. Neden sonra kendine gelebildi. Düşündü.. düşündü.. Sonunda okulda yatıp kalkan keçilerden birisinin gece bağım kopararak tüm kitapları (Devamı 20. Sahifede)


bulununca kendisini tanıma olana­ ğı da bulmuş oldum. Sevgi deyince akla, karşı cins­ ten iki insamn karşılıklı olarak duyduğu sıcak duygular gelir, ö zer de betiğine kapak kompozis­ yonu olarak bir genç kız ile erke­ ğini konu almış. Kapak, okuru da­ ha okumadan tatlı bir «sevi» ha­ vasına sokabiliyor. Bunda da ba­ şarılı olmuş sayılır.

K t T A P

SEVMEYİ SEVMEK SAVAŞ ERDEM

Özer sunuşunun bir yerinde sevmeyi şöyle anlatıyor: «SEVMEK: Bizi yaratan ve ya­ şatan Tanrı’mızm bizlere en bü­ yük armağanı oluyor. Tann’mız bu sihirli ateşi cömertçe akıtıyor damarlarımıza. Bizi hayata tutsak yapan bu duygunun altın halkaları: yaşa­ mak düeği, sevinci ve heyecanı ile kenetliyor kalplerimizi. Sevgi, nesilden nesile bir ema­ net olarak taşmıyor bayrak bay­ rak, sönmeyen bir meşale gibi ya­ nıp duruyor iç dünyamızda.» SEVMEYİ SEVMEK adlı şürinde de sevdiklerini dile getiriyor.

Sevmek ne güzel bir şey. Hele sevmesini bilip te sevmek ise, da­ ha da bir güzel.. Ozan Melih özer, yeni yılın ilk günlerinde sevmeyi konu eden bir şiir betiğini yayınladı. Özer’i gazetelerin sanat sayfala­ rındaki birkaç şiirinden fazla ta­ nımıyordum. SEVMEYİ SEVMEK adlı betiğini gönderme inceliğinde

S eviyoru m

İyiyi - doğruyu - güzeli Bahar sabahı gibi aydınlık Güler yüzlü, temiz kalpli Ana sütü ile beşli Tann’ya inanan Hak yolundan ayrılmayan Harama el uzatmayan Çalışan - yorulan - kazanan Gün ışığında eriyip Yuvasına koşan insanları

19


Tanrı sevgisinden tutun da do­ ğaya, insana ve de sevilebilecek herşeye karşı sonsuz bir sevgi bes leyen Melih Özer, SEVGİNİN YA RATTIĞI isimli şiirindeki dizele­ rinde sevgiyi ne güzel işlemiş. Senin için yaradılmıştı gözlerini Seni kalbime taşıyabilmek için Görüyordu Dudaklarım ateşini duyabilmek için Alev alev yanıyordu Kanım sıcaklığa» içebilmek için Dolaşıyordu Damarlarımda Güneşler senin için gülüyordu Şafak, şafak Sabahlarımda Şiir senin için yazılmıştı kitaplara Kelimeler, duygu duygu dökülmüştü A k yapraklara

Sevgi şiirlerinin yanında güncel konuları da işleyen şiirler yer al­ mış yapıtta, örneğin KIRIŞ DES­ TANI gibi. Barutlamış sabrımız patladı bir ateşle Göçüverdik Torostan hakka gülen güneşle

Şimşekler gibi coştu subayımız erimiz Bekliyordu bizleri yeni bir zaferimiz

SEVMEYİ SEVMEK, ozanın 3. yapıtı. Daha önce iki eser vermiş. Okur önüne çıkmağa hazırlanan 3 eseri üzerinde de son çalışmala­ rını yürütüyor. Herşeyi ile güzel bir yapıt olan SEVMEYİ SEVMEK’te 116 şiir 90 sayfa içine sığdırılmak isten­ miş. Bu da tüm güzellikleri bir yerde zedeleyiveriycr. Bazen bir sayfaya üç şiir birden konulmuş. İlk bakışta bir roman sayfasının sıkışıklığı çarpıyor göze. Oysa her şiir ayrı bir sayfada olsaydı gü­ zellikleri daha çok belli olur, daha etkin olurdu. Yine de son söz ola­ rak görüşümü şöyle belirtebilirim: Bundan söyle sev: deyince akla Melih özer gelecek. Sevmeyi böylesine sevdiren bir ozanın sanat evrenimizde güzel bir yeri olmalı. Kendisini kutlarım. Kitap temiz bir baskı ve 10 TL. fiatla sunulmuş okura. Edinme: Cumhuriyet Cad. Nur Han No. 317 kat. 6. Harbiye/İSTANBUL.

KEÇİLER (Ba.ştarafı 18. Salıifede) parçaladığını, bu arada okulun yoklama defteriyle yönetmeliği ye diğini; bu nedenle yeni bir yönetmelik ile yoklama defterinin gön-

denilmesini ve suçlu keçiler hakkında yapılacak işlemin bildirilmesini amaçlayan bir yazı ile üstlerine durumu bildirmeye karar ver di...

ŞİİR VE ÖZÜN (Baştarafı 3. Sahifede) Buraya değin açıklamalarımda «öze» varmaya çalıştım. Şiiri ken­ dimce tanımlamaya, bir-kaç söz söylemeye şiirden yana.. Dedim ya, şiir bir sanattır. Hem de en güçlü bir sanat. Bu sanat kişide, doğuştan var­ dır. Doğaldır. Bunun gereği ise, duymak ve duyurmaktır. Ozan bunu yapamıyorsa, başaramıyorsa: ozanlığı gelip - geçici, konup - göçücüdür. Hatta hiç yoktur, diyebilirim.

20


ÖĞRENCİ G ÖZÜYLE:

SUÇUMUZ İNSAN OLMAK GÜL VARIM Elimde bir betik var. Oktay Akbal’ın bir yapıtı. «Suçumuz İnsan Olmak». Oktay Akbal’m diğer yapıtların­ da da olduğu gibi, bu betikte de yine sade, akıcı bir dil yer almış. Oktay Akbai’m ilginç bir yönü var. Betiklerindeki tema okuyucu sunu okumaya ve betiği hemen bitirmeye yöneltiyor. Betiği alıp da okumağa başladığınız an eliniz­ den bırakamıyorsunuz. Olayların insanda bıraktığı etkisinden mi­ dir, nedir? Okuyucu olayların içine o denli sürükleniyor ki, insana olayların içinde yer alan bir kahraman duy­ gusunu aşılıyor. Bunda da yazarm güçlü kaleminin etkisini görm e­ mek mümkün değil. Bir neden de, yazarın yaşantımızın gerçek olay­ larından esinlenerek yapıtını oluş­ turmasıdır. Bu yapıtında yazar, evli bir adam olan Nuri ile evine bağlı, evli bir kadının yasak duygularını di­ le getiriyor. Konu olarak güncel yaşantımızda her zaman karşıla­ şabileceğimiz bir konu. En ince noktasına dek işlenmiş. Titiz bir uğraşın ürünü olduğu belli. İlk bakışta olayları şöyle sıra­ layabiliriz: Nuri, 40 yaşlarına dek evine ve işine bağlı bir erkektir.. M ... Ba­ kanlığında çalışan küçük bir me-

murdur. Fakat bu yaşamı hiç de çekici bulmamaktadır. Çünkü her evine dönüşünde günden güne çir­ kinleşen karısı Selmin, çocukları ve çevresini gözlüklerin üstünden seyreden - içinden ne geçtiği belli olmayan - bir kaynanası vardır. Nuri’ye göre onun yaşamını ka­ ranlık etmektedir bu küçük aile. Hiçbirini sevmemektedir. Fakat o sarışın.. O yeşil önlüklü sarışın... İlk gördüğü günden beri salt onu düşünmektedir. Şimdiye dek herşeye göğüs geren Nuri, şimdi o Sarışm için baş kaldırmaya hazır­ dır. İşte olaylar böylece başlar. Daha sonra Sarışm ile bir rastlan­ tı sonucu tanışırlar. Birbirlerini her gün görm e isteğini duyarlar. Yaz tatilinde bile bir yolunu bulup Sarışm’ı, yani N ED RET’i görm e­ yi başarır. İçindeki değişmeyen bir duygu, Nedret’i sevdiğini fısılda­ maktadır Nuri’nin. Aynı duygu Nedret’in de tüm benliğini sarar. Fakat olayların akışı sonunda bu duygunun sevi olmadığını ikisi de anlar. İşte yapıtın sonu böyle gelir. Şu bir gerçektir ki, onlar bu yaşamın güçlüklerine göğüs germeye alış­ mış olan iki insandır. Salt tek suç ları vardır: O da insan olmaları­ dır. Bu yaşamı kendileri için, top­ lum için, güçlüklerle de olsa, es­ kisi gibi sürdürmeye zorunludur­ lar...

21


DİKENLİ TELLER Yıl 1974 Sen hâlâ gelmedin Emine Larnaka sokaklarında kaldı en babayiğit umutlarım Oysa mektupların bu denli karamsar değildi Bu denli bir başkasını sevmemiştim ben Öyleyse niçin gelmedin, niçin duduklann ilk bana eğildi? îlk seni sevdim ben, bunu sen de biliyorsun Sen de biliyorsun sana nasıl vurgun kaldığımı Belki de bundandır seni hiç unutamadığım Belki de bunun için dudaklarım sensiz yapamıyor Ne söylersen söyle Emine Ne dilersen dile Sevgilerimin topu birden, Sevgilerimin tonu birden, Hürriyetine kavuşmuş bir su gibi üzerine akıyor. Gör işte! Yokluğun karanlıklar kadar korkunç Yokluğun yıkılmışlıktan da beter Geleceksen, yüreğim hastalanmadan gel Sen olmazsan, nefesin olmazsa yaşamak ta neymiş Ha sen gelmemişsin, Ha iç:me dikenli teller gerilmiş... CEMÎL AYDIN


AIİBEY YETİŞTİRME YURDU NAİL BOYDAN

Yetiştirme yurtları 6972 sayılı kanuna göre, kimsesizlikleri göz önünde bulundurularak, hakların­ da korunma kararı alınan çocuk­ ları yetiştirmekle görevli birer ku­ rumdur. Haklarında korunma kararı alı­ nan 0— 6 yaş arasındaki kız ve erkek çocuklar, Sağlık Bakanlığı­ na bağlı çocuk yurtlarmda ve 7— 18 yaş arasmdaki çocuklar da ye­ tiştirme yurtlarında bulundurul­ maktadır. 7— 18 yaş çocukları öğrenimle­ rini, bulundukları mahallin okulla nnda normal çocuklarla birlikte sürdürmektedirler. Yeme, içme ve yatma yurt b ünyasindedir. İlköğretim çağındakiler, ilköğ­ retimlerine normal olarak devam etmekte, ancak ilköğretim çağını geçenler yurda geldiğinde özel olarak değerlendirildikten sonra du rumlarına uygun özel kişilere ait iş yerlerinde yetiştirilmekte ve sa­ nat sahibi yapılmaları sağlanmak­ tadır. Şu anda Alibey Yetiştirme Yur­ dunda bakılmakta olan 88 çocuk. 6— 12 yaş çocukları olup, ükokul öğreniminden sonra 12— 18 yaş ço cılklarının bakıldığı Balıkesir Mer kez Yetiştirme Yurduna aktarıl­ makta, ileriki hayatları için gerek

li berecüer orada verilmektedir. Bu kurumlar, kendilerine ema­ net edilen korunmaya muhtaç ço­ cukları yetiştirmek, yararlı birer meslek sahibi yapmak ve günü ge linçe onları beden ve ruh bakı­ mından sıhhatli birer vatandaş olarak topluma vermek amacını gü dürler. 6972 sayılı kanuna göre açılan kuruntumuzda çalışmalar, adı ge­ çen kanunun 5— 13— 14— 15. mad delerine göre yapılmaktadır. Ha­ len mevcut çocuklarımızın % 99’u ilkokula devam etmektedir. İleri yaştaki çocuklar ise çeşitli iş yer­ lerinde çalışmaktadırlar. Bu ara­ da şunu da belirtmek isterim: Bu­ gün öğretmenlerimizden birisi, ku rumumuzun öğrencilerinden olup, öğretmen olduktan sonra tekrar aramıza katılmış ve başarılı ça­ lışmalar sürdürmektedir. Bugüne kadar Alibey Yetiştir­ me yurduna 924 çocuk sıraya alınmış ve bunlardan 640 tanesi Balıkesir Merkez Yetiştirme yur­ duna aktarılmıştır. (12 yaşlarım geçtikleri için). Yurt binası şimdilik yeterli de olsa, çocukların boş zamanlarmı yurt binası dışında değerlendir­ mek için bir oyun salonunun bu­ lunmayışı büyük bir eksikliktir.

23


Aynı zamanda problem olan çocuk larında korunma kararı ların eğitimi için de yetenekli bir korunurlar. yetkiliye ihtiyaç duymaktayız. Bu gün için bu iki hususun gerçekleş-mesi, çocukların eğitiminde karşı­ laşılan güçiükleri çözümlemekte yeterli olacaktır.

alınarak

Okulumuzdan

Çocukların bakım altına alınma şekli ve nedenlerini de şöyle sıra­ layabilirim: 6972 sayılı korunma­ ya muhtaç çocuklar hakkmdaki kanunun birinci maddesi kapsamı­ na giren çocuklar hakkında korun ma kararı alınarak nüfus kütüğü­ ne bağlı bulunduğu ilin yetiştirme yurtlarmda sıraya alınırlar (Yurt larda yer var ise hemen alınırlar, yoksa sırası gelinceye kadar bek­ ler.)

Habeıleı ► (Baştarafı 2. Sahifede) O. NAFİZ ŞENTÜRK ve Halk Eğitim Baş­ kam TURAN YEGİN'den oluşan bir ön seçim kurulu gelmiş. Lisemiz Edebiyat öğretmeni Ertan Altınörs'ün sahneye koy duğu «DÜNYANIN DÜZENİ» adlı izlemişlerdir. Balıkesir il ve ilçeleri olarak

Yetiştirme yurtlarına alman ço­ cuklar herhangi bir yönden ince­ lemeye tâbi tutulmazlar. Hatta en lüzumlu, tıbbî muayeneleri bile ya­ pılmadan kuruma yerleştirilir. Ço cuklarm sağlık, sosyal ve psikolo­ jik, ve ahlâkî durumları incelenip; özellik arzedenler için ayrı işlem yapılmadığından bu gibi kurumlarda her tip çocuk bulunmakta ve bu nedenle de bazı güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Anne ve babanın boşanmış ol­ maları, anne ve babanın aklî den­ gesinin bozuk olması, anne ve ba­ banın sağır - dilsiz olmaları, anne­ nin babayı terketmesi, babanın ço­ cuklara bakmaması, babanın an­ neyi terketmesi, fakirlik, anne ve babanrn ölmesi, anne ve babanın cezaevinde olması, bulunmuş ço­ cuklar, evlilik dışı bulunmuş ço­ cuklar; bakıma muhtaçtır ve hak­

24

dışında Bandırma si ile Kız Meslek zırladıkları tiyatro hazırladığı tiyatro müzdeki günlerde

yapıtı

Lisemiz

Endüstri Meslek Lise­ Liscsi'nin ortaklaşa ha­ ile Sındırgı Lisesi'nin çalışmalarım da önü­ izleyecek olan ön in­

celeme kurulu, değerlendrimesini yaptıkdan sonra tek bir liseyi aday gösterecek ve İstanbul'dan gelen Değerlendirme Ku­ rulunun da izlemesinden sonra saptanan bu lisenin yarışmaya katılıp katılmaması­ na karar verilecektir. ★ 12.2.1975 tarihinde başlayan or­ taokul sınıflar arası BASKETBOL maçla­ rı. 11.3.1975 tarihinde sonuçlanmıştır. Or taokul son sınıflar arası yapılan karşılaş­ malarda 3-A sınıfı, ortaokul ikinci sınıf­ lar arası yapılan karşılaşmalarda ise 2-A sınıfı birinci olmuşlardır. Lise sınıfları arasında yapılan karşılaş­ malarda da 5/FEN-A sınıfı birinciliği elde etmiştir. Birincilik alan sınıfları başarıla­ rından dolayı kutlarız.


••

TEŞEKKÜR Sayın Kaymakamımız MUSTAFA AŞKIN'ın öncülüğün­ de Ayvalık Lisesi Koruma ve Yaşatma Derneğince 9 Mart Pa­ zar günü yapılan DEVE GÜREŞLERİNDEN 16.413.— lira para sağlayan Dernek Yönetim Kurulu Üyesi Sayın HARUN KOŞVAR’a, Okul Aile Birliği Başkanı Sayın ADNAN ESERGÜN’e, Konuna Derneği Başkanı sayın İBRAHİM E DİNÇLİLE R’e, Dernek Üyesi Sayın FETHİ NAMLFya, Fabrikatör Sayın ERDOĞAN CÖMERT*©, Sayın BAYRAM ASLAN ’a Saym MUSTAFA AK ASLAN ’a, Saym ŞEFİK AKSOY’a, Sa ym ERTUGRUL KOCAMAN’a ; ayrıca güreş alanuım güven liği için hiçbir esirgemezlikten kaçınmayan başta Saym Kay­ makamımız MUSTAFA AŞKIN, Jandarma Kumandanımız Sa ym Üsteğmen DURMUŞ KIVRAK ve çalışma arkadaşlarına Emniyet Amiri Saym BASRİ ÇOBAN’a ; Lise Müdür Yardım­ cısı, öğretmen ve öğrencilerimle görevli Jandarma Erlerimize, Saym MEHMET YAV AŞ ve Saym NİHAT SOYKAN'a, lisemize büyük bağışlarda bulunan Ayvalıktı hemşehrilerimize okulum adına teşekkürlerimi sunanm. YILMAZ GÜLTEKİN Ayvalık Lisesi Müdürü

25


B İZ E GELEN Y A Y IN L A R FÜSUN ÇELİK 1 — KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI DESTANI: Şiirler. Enver Tuncalp. 128 Sayfa 10 Lira. Edinme: P.K. 225 Yenişehir - ANKARA 2 — GÜN BATMADAN : Şiirler. Saliha Anıl. 72 Sayfa. 10 Lira. Edinme: Kavaklıdere Bilir Sokak No: 31/1 ANKARA 3 — HAMLECİLER: Şiirler. Haz: Doğan Ümit Aksel. 96 Sayfa. 10 Lira. Edinme: P.K. 228 KAYSERİ 4 — BİR DOSTLUK V A R D I: Şiirler. Mehmet Selim Karaca. 48 Sayfa. 5 Lira. Edinme: P.K. 66 Suadiye - İSTANBUL b — SADIK DOST Z A M B İ: öyküler. Necdet 8utuz. 64 Sayfa. 10 Lira. Edinme: P.K. 718 Ulus ANKARA 6 — TANRIDAĞINDAN YÜKSELEN SES : Şiirler. Mustafa önder. 144 Sayfa. 10 Lira. Edinme: P.K. 155 KAYSERİ 7 — TÜRKÜN AYAK SESLERİ: Şiirler. Mehmet Halistin Kukul. 48 Sayfa. 5 Lira. Edinme: Eğitim Ensti­ tüsü Fransızca Öğretmeni. SAMSUN 8 — KIBRIS D ES TA N I: Şiirler. Mehmet Halistin Kukul. 43 Sayfa. 6 Lira. Edinme: Eğitim Ens­ titüsü Fransızca öğretmeni. SAMSUN 9 — DELİ M A N D A : öyküler. Mahmut özay. 56 Sayfa. 5 Lira. Edinme: Emekli öğretmen. Kuşadası - İZMİR 10 — BÜYÜK ÖZLEM : Şiirler. Ahmet Yüzendağ. 80 Sayfa. 7.5 Lira. Edinme: Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Birimi Müdürlüğü Uzmanı. ANKARA 11 — ÇOCUĞUN KİŞİLİK VE BAŞARI O R T A M I: Yusuf Gündüz. 128 Sayfa. 10 Lira. Edinme: PK.. 16 İZMİR 12 — MENSUCAT ÖYKÜLERİ: (öykülerle Mensucat Tarihi) Ahmet Seyfettin Şimşek. 224 Sayfa. 20 Lira. Edinme: Türmika Sanayi ve Ticaret A.Ş. Müdürü - İSTANBUL 13 — MENSUCAT FOLKLORU: Ahmet Seyfettin Şimşek. 152 Sayfa. 10 Lira.' Edinme: Türmika Sanayi ve Ticaret A.Ş. Müdürü - İSTANBUL

26


ORADA

VEYSEL VAR ÇETİN EVİN

Nerdo duygu nerdo insan orda bir Veyvel var Veysel, norde acı nerde derman orda bir Veyvel var Veysel. Bize de öz şiirde söz bir noktada ikiyüz göz yanan ateş küllenen köz orda bir Veysel var Veysel. Dil Türkçe yurt Anadolu gösterişsiz tutmuş yolu sazı dilinden ağulu orda bir Veysel var Veysel. Yüce dağlar karsız olmaz aşıklar yarasız olmaz hiçbir dert dermansız olmaz orda bir Veysel var Veysel. Toprak yeşerse çürüso saz çalsa kuzu melese yoksul içten gülümscse orda bir Veysel var Veysel.


YILMAZ GÜLTEKÎN

HEYKELTRAŞLIK SANATI tLE İLGİLİ TÜM BİLGİLER OKULLARDA MODELAJ VE SERAMİK İŞLERİ 116 SAYFA. RESİMLİ EDERİ: 10 TL. E D İN M E :

YILMAZ GÜLTEKJtN Lise Resim öğretmeni A Y V A L IK

300 KURUŞ


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.