İlk Kurşun Dergisi Sayı:23

Page 1

EMİN İLKDOĞAN JY,

BERRİN IŞIN HÜSEYİN MERT ÜNAL ÇALLI SEMRA KAVAS NİLGÜN ÜLSEVER CAHİI) ÖZTOKAT CİHAN SOLATAY MUZAFFER G t LTEKİN FERİDUN ARKIN EVREN ÇALLI SEVGİ BİRET GÖNÜL IŞIK ZAKİR GÜVEN SAVAŞ ERDEM ÖZCAN ALRONA MUSTAFA DÖNMEZ ÖZGÜN OZAN SEVGİ ÇÖLEK

Hülya Arabacı

SALlHA ANIL

YIL :

5

SAYI :

23

OCAK

1979


İLKKURŞUN Ayvalık Lisesi Aylık Eğitim, Kültür Sanat Dergisi

İLKURŞUN İÇİN NE YAZDILAR ?

Kurucusu : M. Oğuz - M. GUltekiıı Sahibi : Ayvalık Lisesi Adına OSMAN AKSOY Yazı İçleri Sorumlu Yönetmeni :

MUZAFFER GÜLTEKİN Başkan ÜNAL ÇALLI Başkan Yardımcısı RENGİN AYKÖIİ Müdür EMİN İLKDOGAN Müdür Yardımcısı NURHAN DAĞLAR Saymanlar ERDEM BORAN NEŞE SARVAN ESİN BAGÇECİ Yazmanlar SEMRA KAVAS ŞEBNEM MEZRA İnceleme Kurulu SEVGİ BİRET İBRAHİM KAYANDAN NEDRET ÖZGEN İ. AYŞEN ÖTKEN BELGİN DALGACI Kapak Düzenlemesi HÜLYA ARABACI

İLKKURŞUN

İRFAN ÜNVER NASRATTINOGLU : DEVRİM GAZETESİ — ANKARA «Ulusal Kurtuluş savaşımızın ilkkurşunu İzmir'de değil, Ayvalık’ta Ali Çetinkaya tarafından atılmış ve bu kur­ şunla Kurtuluş Savaşımız fiilen başla­ mıştır. O nedenledir ki, Ayvalık Lisesi İLKKURŞUN adlı bir derginin yayını­ nı başlatmış ve 21 sayıyı da başarıyla yayımlamış idi. Ne varki geçtiğimiz dönemde Millî Eğitim örgütünü sarıveren aynk otlarının etkisiyle bu güzel ve çok yararlı derginin yayını da dur­ duruldu ve başta Okul Müdürü Yılmaz Gültekin olmak üzere, Müdür Yardım­ cısı Muzaffer Gültekin ve arkadaşları uzun süre tedirgin edildi. Bugün Yılmaz Gültekin İzmir'de M. E. B. Müfettişi olarak yaşamım sür­ dürmektedir. Muzaffer Gültekin ise anı­ lan lisenin Müdür Başyardımcısıdır. İLKKURŞUN’un yayımım durduranlar ise toz - duman olmuşlardır. İLKKURŞUN uzunca bir aradan sonra yeniden yayınlanmaya başladı. Dergi yazar ve şairlerinin çoğu tamdık sanatçılara aittir. Muzaffer Gültekin’in damgasını büyük ölçüde taşıyan ÎLKKURŞUN, yine tutarlı, yine başarılı bir dergi durumundadır. Dileğimiz artık ya­ yınının aralıksız sürdürülmesidir...»

AYVALIK LtSESt a y l i k e GIt î m , k ü l t ü r , s a n a t d e r g i s i

* Tanıtma ve yayın kolu organıdır. Yıl : o Ocak 1979 * Gönderilen yazılar yayınlansın yayınlanmasın geri verilmez Sayı : 23 Gelen yazılar inceleme kurullarından geçer. ° Gelen yazılarda gerekli özleştirme yapılabilir. Karınca Matbaası ' Ayda bir kez yayınlanır, yıllık sekiz sayıdır. * öğretmen ve öğrencilere % 25 indirimlidir. Tel : 135890 İzmir » Edinme koşulu : Yıllık 80, dörtaylık 40, sayısı 10 TL. dır. * Yazışma : llkkurşun Dergisi Ayvalık Lisesi - AYVALIK


BEKLİYORUZ

Üç yıl aradan sonra, Aralık 1978 sayısı ile, yayın yaşamına yeniden başlıyan İLKKURŞUN, salt Ayvalık’ta değil, Türkiye genelinde okuruyla tümleşme çabası içindedir. Bu nedenle bir okul dergisi gözüyle bakılmamalıdır İLKKURŞUN’a. Ger­ çekte ÎLKKURŞUN bir okul dergisidir. Bunu yadsımıyoruz. Bir okul dergisi olarak övünç duyuyoruz. Ancak okul dergisi diye, özellikle büyük yazarlarımızın eleştiri­ sinden de uzak kalmayı düşünmüyoruz. Hele küçümsenmeyi hiç mi hiç, beklemi­ yoruz. Eksiklerimizi görüpte yazmamak, bir okul dergisi olduğumuz için yazma­ mak, bilmem ne denli doğru bir davranış örneğidir, öğrenci yazısıdır, öğrenci şiiri­ dir diye okumamak, tanımamak, Türk yazını için büyük bir acıdır. Yarınların nice değerlerinin belki de ilk sığmağıdır okul dergileri. llkkurşun’da yazanların çoğu öğrenci ve öğretmendir. Bunun dışında ünlü - ün­ süz yazarlarımızın, ozanlarımızın da yapıtlarına yer verdik, veriyoruz da. Ama hiç bir öğrencinin ya da öğretmenin öğrenci ya da öğretmen olduğ.mu belirlemedik. Böyle bir ayırımın sakıncalı olacağı kanısındayız, örneğin İlkokul öğrencisinin bir şiirini yayımlamış olsak ve şiirin altına da «öğrenci» diye kimlik versek, kaç kişi okur dersiniz bu şiiri.. Biz, öğrencisiyle, öğretmeniyle eleştiriye a;tık bağrımızı. Dilerseniz bir sınayalım kendimizi. Bu sayıda BERRİN IŞIN’m «O ÇOCUK­ LAR Kİ» şiiri ile, EVREN ÇALLI’nın CANIM İLKKURŞUN başlıklı yazısını oku­ yalım. Kim yazdı dersiniz bu yazıları... Şiir lise ikinci sınıf öğrencisi, yazı da orta birinci sınıf öğrencisinin kaleminde oluştu. Şimdi eğri oturup, doğru düşünelim. Bu iki örnek bir değer taşıyor mu, taşımıyor mu? Okuyup beğer.diyseniz, bir öğ­ renci kalemi olduğunu sezinleyebildiniz m i? Daha kaç öğrencinin şiiri, yazısı var bu sayıda. Onları da siz saptayın. Eğer bulursanız ve beğenirseniz alkışlayın, be­ ğenmezseniz niçin beğenmediğinizi yazın bize, ışık tutun, yol gösterin. Size ulaşa­ lım. Bıraktığınız yerde biz omuzlayalım tüm sorunları. Büyük olmanın en önemli özelliklerinden birisi de, alçak gönüllü olmaktır. Bizim kolumuzdan sizler tutacak­ sınız. Biz olmazsak, sizler de olmazsınız. Çünkü sizi yaşatacak olan bizleriz. Bizleri de bizden sonra gelecek kuşaklar. İLKKURŞUN, bir okul dergisi. îlkkurşun, bir öğrenci dergisi, llkkurşun tüm okurun dergisi. Böyle olsun istiyoruz. Yaşam bir okul ise, bizler de bir öğrenciyiz. Hem öğrenciyiz, hem de öğretmeniz. Her insanın bilmeye, öğrenıriye gereksinmesi vardır. Her bilenin de öğretme sorumluluğu vardır. Bu nedenle küçümsenmemeli­ dir okul dergisi diye İLKKURŞUN. El - ele verelim, gönül gönüle veremelim, yü­ celtelim İLKKURŞUN ’u. Yaşamak için savaşmak gerekir. Savaşlar ise bir erle kazanılmaz. Hep biliriz bu gerçeği. îlkkurşun’un yaşam savaşma gönülden tüm olarak katılalım. Okuyalım îlkkurşun’u, okutalım. Sürdüriim (abone) sayısını arttıralım. llkkurşun bugüne değin gelebilmişse, dost yazarların, ozanların, okurlarm eleştirilerinden almıştır yaşam gücünü. Biliyoruz ki eleştiri yayın yaşamının ayna­ sıdır. Bu aynada görürüz eksiklerimizi. Yol alırız ışığında. Okurla tümleşebilmenin aynasıdır bu. Bekliyoruz.

ÎLKKURŞUN îlkkurşun 3


HAL K ÇEŞMESİ ............EMİN İLKDOÜAN

.............

1945 Mayısı. Ankara güneşler içinde. Ulus’tan Kızılay’a doğru kolkola sevinçle yürüyorlar. Or­ han Veli, Cahit Sıtkı, Bedri Rah­ mi, A. Muhip Dranas.

«Memleket isterim Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun Olursa bir şik&yet ölümden olsun.»

du yaşamaya, yaşamına insanın. Kızılay Sıhhiye ortalarında şi­ rin bir eve Bedri Rahmi’nin Ağa­ beyine gidiyorlar, SABAHATTİN EYÜBOĞLU’na. Yalnız onlar mı gelecekti söyleşiye? İnsan sevgisi­ nin doruğuyla bu küçük ev. Nurullah Ataç, Yahya Kemal, Tanpınar, Ali Yücel, Tonguç ve Aşık Veysel de gelecekti. Yeni Türk Yazınının yüz akı yapıtları burada konuşulacak, batının ünlü sanat­ çıları burada ses kazanacaktı. Kapımn önünde durdular. Or­ han Veli doğanın büyüsüne kapıl­ mış, mırıldan maya başlamıştı büe.

Bedri Rahmi kapıyı açarken artık güzel, güneşli bir gün; renk­ lere, şiire sanata dönüşecekti :

«Gerin, bedenim gerin Doğan güne kar91. Bak.. Dünya renkler içinde Bu güzel dünya içinde Serin sevinebilirsen İnsanlığın haline karşı.»

Cahit Sıtkı da yerinde duramı­ yordu. Kapısını ölüme bile kapa­ mak isteyen Tarancı, «Ya doğmaz­ sa, diyordu, bu tepelerden, bir da­ ha gün doğmazsa.» Delice tutkunİlkkurşun 4

«Açıl toprak açıl, dedik açılmadı Toprağın altında mühürlendi kapı­ lar Tohumların ağzını bıçaklar açmaz oldu Boyu devrilesi bir bahara kadar.»

Kardeşinden iki yaş büyüktü SABAHATTİN EYÜBOĞLU. Ama aralarındaki sevgi bağı, az karşılaşılır örnek bağlardandı. 13 Ocak 1973 de yitirdiğimiz bu değerli yazar ve düşünce ada­ mımızın en çok değindiği konu­ lardan biri de «Halk> kavramı idi. Bunu lise I. smıf Edebiyat kitabı­ mızın «Halk Şüri ve Aşık Veysel» başlıklı parçasında da görüyoruz. Abdülhak Hamit’ten 700 yıl önce konuşan Halk ozanı Yunus Emre’yi ele alır ve kıyaslar ikisini. Yu­ nus Emre’nin haılka daha içten ve yakın gelen, üniversiteden köy kahvesine değin uzayan büyüklü­ ğüne değinir.


Tüm sorun, sanatçının halkın malı olması. Eyüboğlu’nun deyi­ miyle «Halk Çeşmesi» nde yıkan­ ması. Abdülhak Hamit, sosyal ko­ numu gereği bu çeşmeden uzak kalmış, sözleri betiklere (kitapla­ ra) devlet eliyle aktarılmasına ikarşın dizeleri halkın diline ula­ şamamıştır. Oysa Yunus öyle mi, Veysel öyle mi? Babaannemin dilinden hiç dü­ şürmediği «Mal sahibi, mülk sahi­ bi; hani bunım ilk sahibi» dizesi­ nin kimin olduğunu, babaannem de bilmiyordu. Bir gün bana «Ne bileyim oğlum, yıllardır herkesdeıı duyarız.» diye yanıtlamıştı. Kızılay’la Sıhhiye ortalarında­ ki küçük evin söyleşisi sürmekte­ dir. Bedri Rahmi’nin ak yaprak­ lar üzerindeki kilimlerini izliyo­

ruz. Odaya güneş dolmuştur. «Bir Bedri Rahmi yetmedi bre şa­ hin aman Bir Bedri Rahmi daha...»

Diye düşünüyorum. Sabahattin Eyüboğlu söz alıyor. «Politikanın bulanık sulan ortasında halk oyunlan bir ak nilüfer gibi açıver­ di yine. Bu oyunları her yıl, bu ka­ dar özen ve düzenle kim bilir ne zorluktan yenerek, yurdun dört bir yanından en kalabalık şehri­ mizin göbek taşı üzerine getiren­ ler eksik olmasınlar.» Sonra birlikte Halikarnas Ba­ lıkçısından gelen mektubu okur­ lar. Anadolu’muzun görkemli geç­ mişini yaşarlar birlikte. Masmavi yolculukların özlemiyle taşar yü­ rekleri. Balıkçıyı yeşertir usunda Eyüboğlu. «Derin mağaralara ka­ patılmış rüzgârların birden boşamvemıesi gibi... Yıllar yılı içinde birikmiş yıldızlı karanlıldar, ma­ salı ve gerçeği ile Ak Deniz, ya­ şanmış, tadılmış mavilikler, bir başka türlü yeşil deniz dipleri, bü­ tün bunlar içinde öpülmesi, dövül­ mesi, övülmesi sövülmesi insan­ lar, yaratan ve sömüren insanlar Balıkçının ciğerinden palas pandıras, üfürüle tükürüle, çevrile savrula dökülür ortalığa.» Bir gerçek yaşam kazanır di­ zelerinde Balıkçı, Eyüboğlu’nun : «Balıkçıdan mektup gelir sel gibi Merhabası püfür püfür yel gibi Bir Ak Deniz var sanki yüreğinde Saçar dünyaya cömert bir el gibi.»

Küçük evin kapısı yine açılır. Ankara’da akşam olmaktadır. Ay­ rı birer yöne seyirtirler.. Güneşe, Halk Çeşme’sinin taşında buluş­ mak üzere... tlk k o r şu n

5


O Ç O C U K L A R Kİ... Çocuklar var Bir köşeye itilmiş Tüm güzelliklerden ırak Kendi halinde Herşeye öylesine hasret ki.

Çocuklar var Bu gece nerede yatsak diye düşünen Çocuklar var Günlerce taç kalmış Hiç olmazsa bugün Birşeyler yiyebilsek diyen çocuklar. Çocuklar var Tek başlarına Fakat ailenin değerini en iyi bilen Sevi’ye, şefkate öyle çok gereksinmeleri var ki.

Çocuklar var Çalışarak bilmem kaç nüfusu doyurmaya uğraşan Fabrikalarda çürüyen, bakımsız Ama, beklenmeyen olgunlukta çocuklar.

Çocuklar var Yüzlerinde ezilmişliğin en belirgin izleri Bizim yılımız diyorlar yetmiş dokuza Umutlarını yitirmeyen çocuklar. Çocuklar var Hiç olmazsa kendi yıllarında Sorunlarına çözüm dileyen Geleceğimizin güvencesi çocuklar.

BERRİN IŞIN İlkkurşun g


BAŞARI LI OLMAK HÜSEYİN MERT

Küçük yaştaki çocuklara ne olacaksın diye sorulduğunda: Doktor, mühendis, öğretmen., gibi yanıtlar alırsınız. Bu da gösteriyor ki, insanın yapısında yükselme, bireylere erişme isteği küçüklükten başlıyor. Bu iyi başlangıç, sonradan, nedense çeşitli sosyal çevrelerin eğitim yanlışlıklan nedeniyle, zararlı sonuçlar doğurmaktadır. Bunun sonucu olarak da an­ lak (zekâ) ve yetenek bakımından hiçbir eksiklikleri olmamasına karşın, istedikleri başarıya ulaşamazlar, okul yaşamına uyum sağlayamazlar, yaptıklarına da sıkıca bağlanamazlar. Bu, genellikle yetersizlik duygusu­ na kapıldıkları içindir. Oysa bir noktaya ulaşabilmek için; inançla, ka­ rarlılıkla çabalamak, öğretim üyesinin bilgi ve deneylerinden yararlan­ mak gerekir. İnanarak bilgi düzeylerini artırarak, elde ettikleri bu bilgi­ lerle kendilerini istedikleri aşamaya ulaştıracak bir merdiven kurmalıdır­ lar. Çünkü yaşam insan için dik bir merdivendir. Bu tür engellerin ola­ bileceğini düşünerek, buna bedenen ve tince (ruhen) hazırlıklı olmalıdır. Başarının gizi (sır) de burada aranmalıdır. Peşin yargılı olmayarak, herşeye karşı hoşgörülü davranmak gerekir. Çünkü hoşgörü, uygarlık de­ mektir. Uygarlık da (medeniyet) bir ekin (kültür) aşamasından sonra gelir. Ünlü İngiliz yazar ve ozan RUDYARD KÎPLÎNG gazeteciliğe baş­ ladığı zaman, ülkesinde sert eleştirileriyle ün yapmış, ancak zaman geç­ tikçe bilgi ve sımaması (tecrübe) artarak; bu sertliklerin insanı başarıya götürmeyeceğini anlamış ve insanın başarılı olabilme koşullarını E Ğ E R isimli yapıtında şöyle sıralamıştır : «Eğer bütün çevredekiler şaşırıp suçu sana attıkları zaman, Sen usunu (akimı) ve ölçünü (itidalini) koruyabilirsen, Eğer sana kimse inanmazken bile, sen kendine güvenir, Ve onların inanmalarını da hoş görebilirsen, Eğer bekleyebilir ve beklemekten de yorulmazsan, îlkkurşun 7


Veya sana yalan söylenir de sen de yalanla iş görmezsen, Ve senden tiksinildiğinde (nefret) sen kendini tiksintiye kap-

tırmazsan, Ve yine de çok iyi görünmeye çalışmaz ve pek bilgece

(haki­

mane) konuşmazsan, Eğer katlanabilir (tahammül) ancak düşlerinin tutsağı olmaz­ san, Eğer düşünebilir, ancak düşüncelerini sonuca erişmeden

bı­

rakmazsan, Eğer utkuyla (zafer) yıkımı (felâket) bir tutabilir ve bu iki düzenbazı (hilekâr) eşit karşılarsan, Eğer çıkan bir gerçeğin başkalarını aldatmak için, Alçakların elinde çevrildiğini duyup ta katlanabilirsen, Veya tüm yaşamını verdiğin şeylerin bir anda yıkıldığım

gö­

rür de, Hemen koşup onlan yorgun argın ellerle yeniden yapabilirsen, Eğer tüm varını bir yığın yapıp, onu tek bir zara kıyabilirsen, Ve yitirdiğin zaman, zararın hakkında hiçbir söz söylemezsen, Yeniden iş'ne başlayabilirsen, Eğer gücünü çoktan tükenmiş, kalp sinirlerine, Bir buyrukla (emirle) yeniden güç verebilirsen, Ve onlara dayan, diye isteminden (irade) başka, Hiçbir gücün kalmadığı anda dayanabilirsen, Eğer ayak takımıyla görüşür ve erdemliliğini koruyabilirsen, Ve de krallarla gezinirken bile, halkla ilişkini kesmezsen, Eğer herkese değer verir ama kimseye olduğundan çok değer vermezsen, Eğer savsaması (ihmali) bağışlanmıyacak bir dakikanın, Değerli altmış saniyesini iyi kullanabilirsen, Herşeyi ile birlikte dünyalar senin olur, Hatta adam olursun... Oğlum, tlkkurşun 8


ANALAR ÜNAL ÇALLI — Giz, Aşa.. Yörü.. Motur gaçıyoo... — Gaça.. Ya.. Demindenberi diyom da, gulak mı asoyon... Sesleri dibimde çınladı. İrkildim. Evecenlikle (telâşla) sol yanım dc«ıdüğiım sırada, Ana, uzaklaşmakta olan traktöre yetişebilmek için beni şöyle bir yaka - paça ederek, yolun kıyısına alıverdi. — Giz Anaa. Çuvalı nera bırakıyon, çuval galdı ya... Ayşe’nin bu uyarısı üzerine, Ana hışımla geri dönüp beni bir elen­ se ile bir kez daha yolumdan çekip, çuvalı kaptığı gibi, koşmağa başla­ dı. Ama bu kez uyanıktım. Üçüncü raunt için ona olanak bırakmadan kenara çekilip esas duruşa geçtim. Sürücüyü ıslıkladılar, uyardılar, durdu. Yetişti bizimkiler ve çevik birer sıçrayışla atlayıverdiler römor­ kun içine bam... güm... Homurdanarak uzaklaştı traktör. Zeytin topla­ ma dönüşü, kadın işçiler pazara uğramışlardı. Römorkun içi sıkış - te­ piş ak yaşmaklı dolu. Geriden sivri uçlarıyla zeytin sırıkları, sokulma­ yın dercesine baş uzatıyorlar, trafiğe diş gıcırdatıyorlardı. Bu tartaklanışlardan nasıl olanak bulupta Ana’nın çuvalına göz atabilmiştim, hayret. Pırasalar... Herhalde pırasalar dikkatimi çekmiş­ ti. Çoban sopası gibi iri iri. Çuvaldan uçlarını çıkartmış bakışıyorlardı. Sonra, bir lahana anımsıyorum. Ve san san yaprak kümeleri, herhalde ıspanaktılar. Çuval hâzineleriydi. Çuval bir haftalık azık ambarlarıydı. Aslında çuvala da çuval demeğe bin tanık gerek. Yırtık - pırtık. Ha öl­ düm ha kopuyorum diyordu. Çok iri gözlü bir fileden lavrık tutulamazdı. Ana’nın ve Ayşe’nin -ardından imrenerek bakakaldım. Bir türlü si­ linmedi gözlerim önünden. Nasıl da kuvvetliydi; nasıl da bir erkeği tu­ tup tutup savuruveriyordu, önüme geldiği an, göğüs kısmının geniş ala­ nından çevre tümüyle kapanıyordu. Burun deliklerinden çıkan alaf, so­ ğuk havada iki baca dumanı gibi tütüyor, güçlü soluğu insanı ürkütü­ yordu. Bastığı yer sallanıyordu, Ana’nın görkeminden. Kızı Ayşe, ince yapılıydı. Al’ın en güzel renkleri yanaklarında parlıyordu. Basındaki beyaz yaşmak, yüzünü daha da ak - pak gösteri­ yordu. O, biraz daha çekingen, biraz daha evecendi. Sanki Ana’yı yö­ netmek istiyordu. Ama.. Ana da, Ana’ydı... işte bu Ana’lar Mehmetç;k’e top mermisi çekenler... Bu Ana’lar, san öküzün yerine kağnılara koşulanlar... Bu Ana’lar ki, Ata’nın dediği gerçek «Efendiler*. Ve elleri öpülesiler bunlar... İlkkurşun 9


B A R I N A Ğ I M ................................................... Yolcu motoruyla Ada’ya yak­ laşırken, bir an düşüncelere dalı­ yorum. Yıllarımı geçirdiğim bu Ada’da acı - tatlı günlerle dolu pekçok anılarım gizli. Gözümün önünde canlandırdığım an, bana hiç de çirkin görünmüyor. Cana yakın insanlarla dolu, doğamn kendine sunduğu nimetlerden ala­ bildiğine yararlanmış; eskimiş evleri, daracık sokaklan ve uzun bir geçmişi ile Ada, Alibey adası, dimdik karşımda duruyor. Motor iskeleye yanaşıp yolcular birer birer çıktıktan sonra, sen olarak ben de çıktım. Bir dizi ga­ zino, motordan inen yolcuları ken­ dine çekebilmek için yanş ediyor­ lar. Emeklilerin ve balıkçıların uğrak yeri olan Taşkahve’nin önünden ağır adımlarla yürüyo­ rum. Yüzlerinden en az yarım yüz yılın izlerini okumak olası emek­ lilerin. Umutla yeşermiş gözleri balıkçıların. Oturdukları yerde bi­ le el kol devinimleri, denizden ağ­ ların çekilişini anımsatıyor ilk ba­ kışta insana. Yürüyorum, düşün­ ceyi omuzlamış öyle yürüyorum. Karşımda, yetim ve yoksul çocuk­ ları barındıran Yetiştirme Yurdu tüm görkemiyle boy veriyor. Ço­ cukları görüyorum bahçesinde ko­ şuşan. Çocukluğumu anımsıyo­ rum... Bir kendime bakıyorum, bir onlara bakıyorum. Eriyor içim­ İlk k u rşu ıı

SEMRA KAVAS

de birşey, eriyor.. Kendimle bile konuşmadan yürüyorum... Daracık taşlı bir yoldan çıkıyo­ rum sokağa. Alibey’in iç kesimin­ de bir sokak bu. Kilise sokağı. So­ kağın başında Yunanlılardan kal­ ma büyük bir Kilise. Nasıl da sağ­ lam kalabilmiş? ilginç doğrusu. Ama kilisenin ayakta kalabilmek için çırpındığı belli. İlk girişte bü­ yük bir demir kapı, içerde sütun­ lar, duvarlarda dinsel konulu re­ simler Kilisenin canı. Biz Adalılar sevmemişiz kiliseyi, üstlenmemişiz de korumayı, yıllardır. Kilise bir-


gün alıp başını gidecek. Belki o zaman üzüleceğiz. Sevmesek de korumalıydık oysa onu. Biz sev­ miyoruz ama, ya turistler.. Kiliseden eve doğru yöneldim. Oldukça gecikmiştim de. Neredey­ se çıkarlar beni aramaya diye dü­ şündüm. Hem düşündüm hem de yürüdüm. Yürürken kulağıma bo­ zuk bir şiveyle konuşan iki kişinin tartışması geldi. Durdum. Düşündüm. Durarak düşünmeye gerek yok diye, yürümeye başladım. Gerçekte bozuk bir şiveyle konuş­ manın nedeni çok gerilere daya­ nıyor. Ada halkım Midilli ve Gi­ rit’ten gelmiş insanlar oluşturu­ yor. ister Midilli’den, isterse Gi­ rit’ten gelmiş olsunlar, her toplu­ luğun kendine özgü gelenek ve g ö ­ renekleri vardır. Buna bağlı ola­ rak konuşma biçimleri de değişe­ bilir. Bir söylentiye göre, bu insan­ lar Ada’ya ilk geldiklerinde pek iyi anlaşamamışlar. Hatta evlen­ me konusunda o denli titiz dav­ ranmışlar ki, bir taraf diğer tara­ fa kız vermemiş. Evlilikler kendi .toplulukları arasında olmuş. Oy­ sa bugün bu tür düşünce kalma­ mıştır. Her iki toplum birbirlerine iyi davranmakta, birbirlerini kır­ mamaya, gücendirmemeye özen göstermektedirler. Düşünüyorum, yürüyorum; yü­ rüyorum düşünüyorum. Bir ara kardeşimin sesi geliyor kulağıma. Bekliyorum. Birlikte yürüyoruz bu kez. Evin önüne geliyoruz. Evin kapısı üzerinde 1839 tarihi ili­ şiyor gözüme. Demek ki oturdu­ ğum evin bile 140 yıla yakın bir geçmişi var.

BEN NfiLGÜN ÜLSEVER Hcrgün bir kat daha artan Eziyetlerin Altında Zincirli ayaklar Acıyla kıvranan, Memed Ağa’nm ırgatlarından Ben Elleri bııram buram tezek kokan Üzerinden ahır kokusu yayılan Anadolu’da Doğduğuna pişman Ben. Okuma özlemiyle tutuşan Yanıp yanıp ta kavuşamayan Yazgının acı tokatmda Ben. Sizde gitar çalan parmaklar Bende kazmayı kavrar. Sizde dans eden ayaklar Bende dağlan arşınlar. Sizde şarkı mırıldanan dudaklar Bende bir lokma ekmeği fısıldar. Ben Gelecek günlerde Hiç bir umudu Olmayan Gitgide Bu yaşamdan Kopan Ben.

Saat altıyı geçiyor. Bu kış gü­ nünde gündüzleri çok kısa. Hava çoktan karardı. Akşam karanlığı odamın üstünde çöreklenmiş. Bu­ nu hissediyorum. Barmağım olan bu oda, günün tüm yorgunluğunu üstünden atmak için, derin bir uy­ kunun hazırlığı içinde. Bekliyo­ rum. llkkurşun

H


A N I L A R :

HALİDE EDİP ADIVAR ■

I. AHlD ÖZTOKAT Kurtuluş savaşından sonra İs­ tanbul çocuklarının tatlı bir oyu­ nu vardı: Kurtuluş Savaşı Gazile­ rini Karşılamak... Bunların ara­ sında kadınlar da vardı. İstanbul'­ da Taksim anıtında Atatürk’ün yanında Türk kadınını simgeleşti­ ren KARA FATMA, o günlerde yaşıyordu. İstanbul caddelerinde göğsünde madalyası ile saygınlık içinde dolaşırdı. Bazılarının isim­ lerini de analarımızdan - babaları­ mızdan öğrenirdik. İlk kez babamdan duymuştum adım HALİDE EDİP ADIVAR’ın. Kurtuluş savaşı günlerinde, Üskü­ dar’da Özbeki Dergahı’na aşınlmıştı Halide Edip Adıvar. Kocası Adnan Bey’de yanında bulunuyor­ du. İnönü ile de bu yolda karşılaş­ mışlardı. O günlerin güç koşulları içinde İstanbul’da bu işi Karakol Derneği ve Asker gruplar gerçek­ leştiriyordu. İki - üç gün sonra da Ulusal Cepheye, Geyve’ye varmış­ lardı. Yıllar sonra ben, Vefa Lisesinin son sınıfında okuyordum. Üniver­ site konferans!arından birinde Ha­ İlkkurşun 12

lide Edip beyi, Adnan Adıvar’m BİLİM VE DİN adlı konferansını dinlemiştim. O gün­ lerde memleketimizde biri İstan­ bul’c a , diğeri de Ankara’da ol­ mak üzere iki üniversite vardı. İs­ tanbul Üniversitesinin Beyazıt’ta Zeynep Hanım konağının bahçesi­ ne yapılmış ağaç - yapı bir kon­ ferans salonu vardı. Üniversite öğretim üyeleri ve aydınlar her cuma günü burada konferans ve­ rirlerdi. Fransız LOUİZ MASSÎNNON’u, FONASTER’i, DEMBER’ i, ÂKİL MUHTAR ve FAHRET­ TİN KERİM GÖKAY’lan hep bu konferansta tanıdım. HALİDE EDİP ADIVAR da bu konferanslarda bulunurdu. O’na bakarken, tarihe bakar gibi olur­ duk. Sonra ben Edebiyat Fakültesi­ ne gittim. H. Edip Adıvar o sıra­ larda İngiliz Füolcjismde Ortaçağ İngilizcesi okutuyordu. Üniversite salonlamda görünce kendisini durarak selâmlardık, o da bizi selâmlardı. Siyah başörtü­ lü, siyah çerçeveli, gözlüklü; elin­ de siyah baston taşıyan bir hanım­ dı. Öğrencileri otoriter bir kadın olduğunu söylerlerdi. Kız öğrenci­ ler O’nun dersine girerken mak­ yajlarım silerek girerlermiş. Er­ kek öğrencilere çok hoşgörülü davrandığı söylenirdi... Ben üniversite öğrenimimi ta­ mamlayınca Anadolu’da çalışma­ ya başladım. Bir gün ölüm haberi­ ni öğrendik. Bir tarih de böyle gö­ çüp gitti...


ÇAĞRI CİHAN SOLATAY Aynı semtte birlikte büyüyen, oynamaktan okullarım bitirene dek, herşeyleri ortak olan iki dost arkadaş; öyle bir an geliyor ki, birbirlerine iki düşman gibi dav­ ranıyorlar. Düşman gibi davran­ manın kökünde düşün ayrılığı ya­ tıyor. Bu kişiler bilinçlendiklerin­ de, arkadaşı kendi düşününü be­ nimsemiyor diye, arkadaşlık iliş­ kilerini kesiyor, daha ileri bile gi­ diyor. Tüm olarak olaylara karşıyız ama; ölen de, öldüren de bizlerden. Biz gerçekten böyle bir orta­ mı benimsemiyorsak, önce kendi­ mizi düzeltmeliyiz. Hiç birimiz başka görüşte olana iyi bir gözle bakmıyor. Bölücülüğün son hızla yayıldığı, kardeşin kardeşe kin ve nefretle baktığı eğitim kuruluşla­ rında polis denetimi altında oku­ mak çok acı...

Atalarımız bize bu vatanı na­ sıl bıraktıysa, biz de gelecek ku­ şaklara öyle bırakmalıyız. Ama daha uygar olarak. Yıllar yılı ya­ şadı, insanlık. Yoktan ne var ede­ bildik ki canlı, bizler de cam yok edelim. İnsanlık karşısında suçu­ muzu gizlemeye çalışmaktansa, o suçu işlemeyelim. İnsanları yok etmek değil, yüceltmek olmalı in­ sanlık. Giden gidiyor, gitmesin artık, yazıktır.

Yıkmak çok kolaydır. Gerçekte hep yıkıyoruz da... Saygı, sevgi, ulusal değer demeden hep yıkıyo­ ruz. Kala kala elimizde bir açık yönetim, Cumhuriyet yönetimi kaldı. Hiç olmazsa Cumhuriyet’e sarılalım da o yıkılmasın. Yıllarda’, silâhla, saldırıyla Türk devletini yıkmak isteyip te yıkamayanlar; dileklerini, karde­ şi kardeşe düşürerek gerçekleştir­ meye çalışıyorlar. Bu bir oyun­ dur. Ulus olarak bu oyuna gelme­ meliyiz. îlkkurşun 13


ÖZLÜYORUM MÜZAFFER GÜLTEKÎN

I özlemin tokumunu Yüreğimin bitek toprağmda Boyunca Yeşerttim. Dudaklarıma verdim tadını Buruk bir yaşamın ötesinde Acı - tatlı Ne varsa.. Tüm meyvelerini bekleyişin Tükettim. n Döküldü dizelerime dalından Soluk yüzlü sevimsiz günler, aylar.. Koptu nasır sürmüş avuçlarıma Temmuz’u.. Ağustos’u..

Eylül’ü. Gün gün bilmem kaça değin sayabildim Artanı taş olup oturdu şakaklarıma.

m Tel örgülerin gerisinden otobüsler Kurşun yağmurunda delik - deşik îpe çekilmiş umutlarım Tozlu camlarında Binlerce kez, İlkkurşun 14


Yorgun kilometre taşları Düş ötesi insanlar Unutamadıklarım.

IV Nice kadınlar geçti önümden Nice erkekler çocuklarıyla Kimi sarışın Kimi buğday tenli Çoğu da deniz ve güneşten yanmış Besbelli.

V Bir çocuk bahçesi düşledim Uçuşuyordu saçları salıncakta Korkuya karışmış bir sevinç Okuyorum, El değmemiş gün ışığında Tombul yüzünü Elini Ayağım Yıkıyorum.

VI Ne simitçi uyandırıyor Düşümden Ne bozuk sesli oyuncakçı Nane Şekerci de uğramıyor Artık Söylemiyor şarkısını Duymuyorum Sokaklar Kimbilir Ne denli sessizdir Ben bile yokluğuna Ölüyorum.

vn Büyüyor içimde seninle birşeyler Her geçen günün ezikliği Gün boyu Unutmak mümkün değil Unutamıyorum San, yeşil, mavi, turuncu Her alımlı renginde doğanın Sen varsın diye mi bilmem ÖZLÜYORUM. Hkkurşun 1 6


GEÇMİŞTEN GELECEĞE ....................... FERİDUN ARKIN 1877 - 1878 yılları, Osmanlı Devletinin hızla çöküşünün başla­ dığı yıllardır. Osmanlı Devleti, 93 Savaşı diye de bilinen 1877 - 1878 savaşında Rusya tarafından yenil­ dikten sonra, 3 Mart 1878 de, Rus­ ya ile Yeşilköy (Ayestefanos) söz­ leşmesini imzalar. Bu sözleşmeyle, Bulgaristan tümden OsmanlIlar­ dan ayrılarak özgürlüğünü elde eder. Fakat iki yıl Rus ordusunun elinde kalır, yönetim biçimi de Rus gözetiminde sürecektir. Böylece Ruslar, Ege denizine ulaşır. Çün­ kü kurulan Bulgaristan’ın doğu sı­ nırı, Midya ve Lüleburgaz’ın ya­ nından geçer. Bu sırada Ingiltere’nin başında bulunan tutucu ( muhafazakâr) hükümet, Ayestefanos sözleşmesi­ ni çıkarlarına aykın bulmaktadır. Nedeni de, Ruslar’ın Boğazlar’dan, Akdeniz’den bağlantılı olarak da Hindistan’a giden yollardan uzak tutulması, Ingiltere’nin doğu siya­ setinin odak noktasını oluştur­ maktadır. Ingiltere’nin başında bulunan tutucu hükümete göre bu çıkar düşünüsü, Osmanlı devletini koruyarak, güçlendirerek; Rus emellerine karşı Osmanlı devletini Ingiliz çıkar bölgeleri için tampon yaparak gerçekleşebi lirdi. Bu ne­ denle Ingiltere, korku ve üzüntü içinde bulunan II. Abdülhamit’le llkkurşun

4 Haziran 1878 de İstanbul Söz­ leşmesini imzalar. İstanbul Sözleş­ mesine göre : 1 — Rusya Osmanlılar'm Asya’da­ ki topraklarını ele geçirmeye kalkarsa; İngiltere, Osnıanlılar’a yardım edecek.

2 — O yerlerdeki Müslüman olma­ yan halkın (Hıristiyan - Ermeni., gibi) iyi yönetilmesi ve korunması için Padi­ şah, îngiltere İle anlaşarak yenilik (ıs­ lahat) yapacak. (Doğal olarak bu, în­ giltere için, ilerde sürekli iç işlerimize karışmak için bir neden olacaktır.) S — Kıbrıs adasını İngiltere ge­ çici olarak ele geçirecek. (Bu durum ise Kıbrıs Adasının elimizden çıkması de­ mektir.)


İngiltere OsmanlI devleti ile bu bağlantısından sonra, Balkanlar­ daki çıkarları, Ruslar lehinde teh­ likeye giren Avusturya'yı da yanı­ na alarak güçsüz kalan Rusları Ayestefanos sözleşmesinden cay­ dırarak, Berlin Sözleşmesinin im­ zalanmasını sağlar. Ayestefanos sözleşmesinin ye­ rine imzalanan Berlin sözleşmesi ile Osmanlı Devleti’nin kazancını ve yitirdiklerini şöyle özetleyebili­ riz. 1 — Ayestefanos sözleşmesi İle bo­ zulan Rumeli’nin coğrafî birliği Osmanlılar’m lehinde sağlanır. 2 — Ayestofanos’a göre, Rus or­ duları Ege kıyılarına inerken, Berlin Sözleşmesi İle Ruslar, Ege kıyılarından uzaklaştırılmıştır. (Böylecc İngiltere’­ nin de Hint sömürge yolları tehlikeden uzaklaşmıştır.)

Osmanlı devletinin lehinde gibi görünen Berlicı Sözleşmesinin kar­ şılığı olarak da îngiüzler’in Kıb­ rıs’a yerleşmesine göz yumulmuş­ tur. Uç yüzyıldan beri sürekli ve her yönden yitiren, küçülen; git­ tikçe çöken, devlet ve sultanına «Hasta Adam» denilen; herkesçe ölümü, gidişinin doğal bir sonucu sayılan ve 1918 de I. Dünya Sa­ vaşı bitince, artık kendisinde ya­ şama gücü kalmadığına, kendimiz­ den başka tüm dünyanın inandığı bir ulusun; kurtuluşu beklenemez­ d i Ama Büyük Kurtarıcı M. Ke­ mal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919 da Samsun’da açtığı kurtuluş bayra­ ğı altında toplanan kahraman ulu­

sumuz, çok güçlü bir vuruşmadan sonra Kurtuluş Savaşını büyük bir utku olarak tarihin altın sayfa­ larına işlemesini bilmiştir. Tüm bağımsız uluslar gibi, bağımsız ya­ şama hakkım, dünya savaşı kazan­ mış uluslara en güzel biçimde ka­ nıtlamıştır. İmparatorluktan kal­ ma i$ ve dış bağları koparmış, yö­ netimini, sosyal yaşamını değişti­ rip yeni bir düzene koymuştur. Gerçekte kolay olmamıştır ye­ ni bir düzene kavuşma... Bu ne­ denle siz geleceğin umudu gençler, aranızdaki - eğer varsa - ayrılıkla­ ra son vermeli, ulusumuzun gele­ ceği için, mutluluğu için, Genç Türkiye Cumhuriyeti için BÎR ol­ malısınız. Güvenimiz sizsiniz.

DİN not 1 — İngiltere’deki iki bü­ yük partiden biri olan Muhafazakârlar yukarıdaki gi‘ bi düşünürken, sonradan 1880 de iktidara gelecek olan İngiliz Li­ beral Partisine göre: Yakın Doğu’da İn­ giltere’nin Rusya'yı Boğazlar’dan ve Hindistan yollarından uzak tutmak si­ yasetini, Osmanlı Devletini korumak ve güçlendirmekle değil, bu devletin içinde­ ki hristiyan küçük ulusları ve özellikle Bulgar ve Ermenileri yetiştirmek, güç­ lendirmek, bağımsızlıklarına kavuşma­ larım elde etmeye çalışacaktır. Böylocc Rusyanın önüne dinçliklerine ve kendi­ sine bağlılıklarına daha çok güvendiği uluslarla set çekmek ister. Jki parti arasında yakın doğu için böyle bir po­ litika farkı vardır.

İlk k u rşu n

YJ


C A N IM tL K U B Ş U N EVREN ÇALLI İlkokulu başarı ile bitirdim. Ödülüm, tatlı bir yaz dinlencesi ol­ du. Dinlence sonrası beni yepyeni bir okul bekliyordu. Sonunda okullar açıldı. İçimde bir sevinç, bir sevinç ki., neredeyse uçacak­ tım. Ortaokul ilkokuldan çok farklı olmalıydı. Örneğin her derse ayrı ayrı öğretmenlerin girmesi, ders­ lerinde üstün başarı gösterenlere TEŞEKKÜRNAME ya da TAK­ DİRNAME verilmesi gibi. Ortaokula gelince benim için en ilginç olanı, öğretmen ve öğ­ renci yazılarının bir arada yer al­ dığı güçlü bir derginin varlığı idi. Kitap ve dergi okumanın yararla­ rım ilkokul öğretmenlerimden öğ­ renmiştim. Biliyordum. Benim gi­ bi nice arkadaşlarım biliyorlardı. Ama bilmeyenleri, bilmek isteme­ yenleri de var, aramızda. Bir okul dergisinin değerini anlayamayan­ lar.. kızıyorum onlara, bozuluyo­ rum açıkçası. — Altmış lira verip her ay bu dergileri mi alacağım.. Bu sözleri bir öğrenci arkada­ şımdan duyunca beynimden vu­ rulmuşa döndüm. Yanıtlamadan edemezdim bu düşünülmeden söy­ lenen sözü : — Acaba bu cici dergimizi öllkkurşun

Jg

nemsemeyişinizin nedenini öğrene­ bilir miyim? Verdiği yanıt, ilk sözü gibi tu­ tarsızdı. — Ben ders kitaplarımı yetiş­ tiremiyorum, bir de dergiyle uğraşamam. Gerçekte çok şey vardı söyle­ necek. Söylemedim, yutkundum. Düşündüğüm tek şey şu oldu. Tüm öğrenciler böyle düşünürse, bizim öğrenci olarak yaratıcı gü­ cümüzü gün ışığına çıkarmak ola­ naksızlaşır. Çünkü bir okul dergi­ sinin, ya da bir derginin, gazete-

KÖYLÜ KIZI SEVGİ BÎRET Bir köylü kızı tanıdım Henüz onbeşine yeni girmiş Umut dolu yüreği Sevi ateşiyle coşmuş. Çeşme başından dönerken Yüzü kıpkırmızı Doğru evine gider Belli olmasın oynaşı. Yüreğinde bitmez umut Tek düşüncesi mutluluk O da uçup gitmesin diye Gözleri donuk.


nin, kitabın insan yaşamındaki önemini çok duymuş ve okumuş­ tum. Bir ÎLKKURŞUN, biz öğren­ cilerin tutan eli, yürüyen ayağı, gören gözü, düşünen beynidir. Be­ nim bildiğim tek şey bu...

CUNDA’DA BİR YAZ GECESİ GÖNÜL IŞIK

Sabırsızlıkla bekliyordum İLKKURŞUN dergisinin geleceği gü­ nü. Kesin bir gün yoktu oysa. Yö­ neticilerin yoğun bir uğraş ver­ diklerini ediniyordum. Bir gün sınıfımızın hopörlöründen: «Son dersten sonra tüm öğrenciler bahçede sıra olacak ve dergilerini dağıtacağız..» sözlerini duyunca birden coşkulandım. Ders:eı bitimini iple çekmeye başla­ dım. Zil çalınca bahçeye koşuştuk, sıra olduk. Tek tek dergilerimiz isim okunarak dağıtılmaya başlan­ dı. Ben, dergimi alınca hemen bir köşeye çekildim. Onu önce gök mavisi rengiyle göğsüme bastırıp sevdim.. Sevdim... Dergide birçok öğretmen ve öğrenci ismi vardı. Çoğunu tanı­ yordum. Ne denü güzel, tanıdığım insanları matbaa; makinası ürünü kağıtlar üstünde görmek ne denli güzel.. Tanımadığım insanları şi­ irleriyle yazılarıyla tanımağa ça­ lışmak, okumak, düşünmek, ne denli güzel... Ben de bunun için yazdım, cici İLKKURŞUN’um için, onu sevdi­ ğimi herkes bilsin diye, herkes benim gibi sevsin diye yazdım... Ah., güzel okulum, ah., tatlı tlkkurşun’um, Camm ÎLKKURŞUN’um.

Bir yaz gecesiydi Sahilde yemiştim yemeği Yemek dediğin de ne 'ki Esas yediğim cebimdeki Her zaman olmaz ki Ben yoksulun biri Böyle yerler çoktur bize Kırkta bir, belki.. Ne insanlar var Hiç mi dertleri yok Belki paralan Belki de umutları çok. Oynayın, eğlenin hemşehrilerim Ne varsa sizde var Ağlayıp kederlenmek ne ki Onlar da olur, ara sıra belki. Deniz kadar engin gönlümüz Kuşkunuz olmasın balıklardan yana Balıklar bizler için büyüyor de­ meyin. Onların da canları olduğunu bilin. Al motor götür beni evime Renkli, eğlenceli Cunda elveda Belki gelirim, belki gelemem bir daha Yaz geceleri bir başka yaşanıyor burada Hırçın rüzgâr esme böyle Üşütemezsin beni uğraşma. Bir sürü bakış vardı üstümde Halâ sıcaklıkları içimde İşte Ayvalık, sakin kadınım. Cunda, şımarık hoppa kızın nu yoksa? Senin mağrur duruşun yanında Onun sözü mü olu-.' ki. tlkkurşıın 19


FOLKLOR ZAHİR GÜVEN

FOLKLOR, halk ve bilim söz­ cüklerinden oluşmuş İngilizce bir söyleyiştir. Bu isim altında topla­ nan olgular: Çevre, aile, ev eşya­ sı, giyim - kuşam, yiyecekler, ge­ lenekler, inançlar, saheıe oyunları, şiir, öykü - masal, müzik, halk oyunları, hukuk, tıp ve yapı bi­ çimleri olmak üzere onbeş dalda toplanmıştır. FOLKLOR, Halk toplulukları­ nın yaşamlarım içeren ortak duy­ gularının soydan soya sürüp ge­ len içsel (manevi) değerlerinin tümüdür. Bu bakımdan tarihsel, ekonomik ve sosyal araştırmalar­ da gerçeğe ışık tutmadaki etkinli­ ği, yadsınamaz. Geleneklerin ve inançların ben­ zerlikleri arasındaki yakın ilişki­ lerden yararlanan bilim adamları, ulusların soy bağlarıyla kan ak­ rabalıklarını bulurlar. Folklor incelemelerinin tarihi Antik çağa değin uzamı*. Tanın­ İlkku rşu n

20

mış ilk tarih yazan HERODOT ile çağdaşlarının folklora değgin yapıtları günümüze değin ulaşmış­ tır. Folklor üzerine ilk yöntemli ve bilimsel çalışmaları İngiliz ya­ zarı W. J. TOMS yapmış ve bu ça­ lışmalarım HALK ARASINDA BOŞ İNANÇLAR isimli yapıtında toplamıştır. Bizde Folklorculuğun tarihi 1890 yıllarına değin uzanır. Fakat son 70 yıllık zaman içinde folklor araştırmaları büyük aşama göster­ miştir. Bizdeki foklor araştırma ve incelemelerin gelişiminde, bi­ linçli ulusçuluk duygulanmn uyanmasımn da katkısı olmuştur. Büyük düşünürümüz Ziya Gökalp, folklor sözcüğünün yerine HALKBÎLGÎSÎ sözünü kullana­ rak tam türkçe karşılığım vermiş­ tir. Gerçek anlamıyla folklorumu­ zun altın devri Cumhuriyet’le baş­ lar. 1927 yılında Ankara’da ilk Halkbilgisi Derneği kurulmuştur. Bu isim altmda girişimde bulunan kuruluşlar, yayınladıkları kitap, dergi ve broşürlerle folklorumu­ zun gelişimine ilk olumlu ortamı hazırlamışlardı. Daha sonra kurulan Halkevle­ ri, folklorumuzu tanıtmak ve. ya­ şatmak ereği üe kurslar açmış, çevrelere göre 05nın takımları kur­ durmuş, halk saz şairlerinin de­ yişleriyle öykü - masal ve destan­ larımızı yayınlatmıştır. Bunların dışında, ayrı bölgelerde yaşayan


insanlarımızın giyim kuşam özel­ likleriyle el işlemelerini, halı, ki­ lim, çorap ve yazma nakışlan gibi ince halk sanatlarım tanıtmada büyük emeği olmuştur. Bilindiği gibi folklorun tür yö­ nünden gelişiminde; sosyo - eko­ nomik yaşam, tarihsel oluşum, göçler, savaşlar, bolluk ve kıtlıklann yanısıra insan sevgisi, bü­ yük seviler, ayrılık ve özlemler gibi toplum ve birey psikolojisini etkileyen olayların yeri büyüktür. Türk halk kültürünün anlatım zenginliği ve renk çeşidi bakımın­ dan, Anadolumuzun yerleşim özelT..............................................

İ BİR BAŞKA | İNSAN OL • • •

; Haydi ! Yum gözlerini • | Bir başka insanol

• •

İ t

; j

Unut Düşmanlığa Kırgınlığı

Sevebildiğince

1

; • ! •

• • C j

• «ı

İ t

;

j j t

Haykır İçinden geçenleri Korkusuzca

I

• ! • f

t

Asla Tutsak olma ! Kapılma tutkuya İnsanlık sana | Sen insanlığa gereklisin ı I \

FOLKLOR, büyük 'kent ve kasabalardan uzak, engebeli, kır­ sal kesimlerde kökü toprağa bağlı toplumlann yaratmış oldukları bir kültür kaynağıdır. Doğanın acımasız koşullarıyla savaşım için­ de bir başma bırakılmış genellik­ le okuma - yazma olanağındanı u zak olan insanların, dolu yürek pınarlarından coşup akan bir si­ tem çağlayanıdır bence FOLK­ LOR.

Sev

İ Gönlünce |

liğinin büyük bir etkinliği söz ko­ nusudur.

' I ;

;

UNUTMA... SAVAŞ ERDEM İ D kkurşu n

21


YATAK SAYISINI MI ARTIRMAK MEVSİMİ Mİ UZATMAK ? ÖZCAN ALRONA Türkiyemizde Turizm belgeli 35.000 yatak olduğu bilinmekte­ dir. Bunun sayıca yeterli olamıyacağı gibi, Avrupa standartlarına alışık yabancı turistlere gönül ra­ hatlığı ile sunamayacağımız da bir gerçektir. 4. sınıf otellerin, mo­ tellerin; Van’daki, Siirt’teki otel­ lerin yatak standartlarım iç ra­ hatlığı ile yabancılara nasıl suna­ biliriz. Bizce yapılacak işlerden bi­ ri de, bu tip yataklarm kaliteleri­ ni yabancıya cevap verecek bir düzeye çıkarmaktır. Bu nedenle sayısal olarak 35.000’in yanıltıcı olduğunu söyleyebiliriz. Hepimizin bildiği üzere, bir tu­ ristik kuruluş, bir ya da iki ay içerisine sığışan doluluktan çok sekiz ya da dokuz aya yayılmış çalışma süresine kavuştuğunda daha rantabl olur. Uzun süre ça­ lışma olanağı bulan personel daha sadık ve daha kolay bulunur olur. Bugün Türkiyemizin içte ve dış­ ta tanıtılması için ayrılmış 17 mil­ yon TL. sı bütçesi vardır. Örneğin bir Yunanistan yalnızca Paris’te bizim 40 katımız parasal bir güçle reklâm ve propaganda yapmakta­ dır. Durum böyle olduktan scnra biz mevsimi nasıl uzatabiliriz? Evet, Temmuz ve Ağustos ay­ larında, her yerde olduğu gibi; ulusumuzda da yatak bulmak zor­ dur. Fakat unutmayalım ki, bu geçici bir akındır. Kırk gün tü­ müyle dolan yataklarm sayısını arttırmak niye? Mevsimi uzata­ lım. Ama bu 17 Milyon TL. sı ile tlkkurşuıı

22

değil. Gerçi buraya değin yazlık otel­ lerden söz etmiş bulunmaktayız. Ama şehir otellerinin derdinin de aym olduğunu bilmekte yarar var. 1950’lerden beri sözü edüen tu­ rizmin artık ne olduğunu anlama­ mızın zamanı gelmiş, hatta çoktan geçmiştir bile. Türkiyemize uyan bir turizm politikasının saptanma­ sı gerekir. Denenmişi denemeye hiç gerek yok. Dünyanın bu işi na­ sıl yaptığına bir göz atmak ye ter­ lidir. Döviz diye kıvrandığımız şu anlarda diğer uluslara akan mil­ yonlara, müyarlara bakıp imrenmiyelim. Kolları sıvıyarak hemen işe girişelim. Hem de ulusça. Hiç zaman yitirmeden.


DÜŞ Sevimsiz bir günden arta kalan Ne varsa Tümü Çöreklenir usuma acımasız Pusulu bir akşamla kolkola. Devinmek ister Devinemez Donar kalır Düşlerim Binlerce tonun altında göz kapaklarım Seni gözler umarsız Sonra dizelerime düşen her damla umut Bir kor tutuşturur Ereklerimin Ortasında. Ona güveniyorum Yüreğimle iç - içe umuduma Eğer soyutlanmamış olsa korkulardan Yanıp tutuşmasa kavga özlemiyle Özgürlüğümü yitirdim belki Seninle Birlikte. Belki de Düşünmesem böyle Yitirirdim umudumu Yitirirdim Kırık tutkularla Birlikte.

MUSTAFA DÖNMEZ Ükkurşuıı 23


AYVALIK’TA GÖRÜLMEYE DEĞER YERLER Ayvalık Lisesi Turizm Kolu ÇAMLIK : Merkeze 3 !km. uzaklıkta Ayvalık’m bir sayfiye mahal­ lesidir. Birçok pansiyon ve otel bulunmaktadır. Belediye gazino ve camping sahası buradadır. Eğlenmek için 4 adet diskotek vardır. Gece 24 de kadar Belediye otobüsleri çalışmaktadır. ŞEYTAN SOFRASI : Sarımsak yolunun bitimine 1 km. kala sağa kıvrılan asfalt bir yolla çam ormanları içinden geçilerek çıkılan 90 de­ recelik görüş açısına sahip yüksek bir tepedir. Tepeden bakıldığında bir dantel gibi uzanan kıyılan suda açan nilüferler gibi serpilmiş adacıklar ve adacıklardan meydana gelen yüzlerce renk cümbüşünü bir arada gö­ rebilirsiniz. Gurubu ve mehtabı doyamıyacağmız güzelliktedir. Tepede ayrıca bir de gazino bulunmaktadır. SARIMSAK PLAJLARI : Merkeze 8 km. uzaklıkta 7. km. uzunlu­ ğunda 200 m. genişliğinde altın tozu gibi pınl pırıl bir kumsala sahip plaj yeridir. Birçok konaklama tesisi, plaj ve restoranları mevcuttur. Bu plaj ve restoranlarda belirli gecelerde eğlence ve yarışmalar düzen­ lenmektedir. ŞEHİR PARKI : Deniz kıyısında merkeze 1000 m. İçinde gazinosu vardır.

mesafededir.

BADAVUT : Sarımsaklı plajının devamı olup ücret ödemeden de­ nize girilebilir. Kıyıya kadar uzanan çam ve zeytin ağaçlan altında pik­ nik yapabilirsiniz. Özel vasıta ile gidilir. ARMUTÇUK : Şehrin kuzey kıyısında, temiz kumsak olan açık bir yerdir. Kıyıya kadar uzanan zeytin ve iğde ağaçları altında güzel bir gün geçirebilirsiniz. Özel vasıta ile gidilir. ALÎ BEY ADASI : Kasabanın 3 mü açığında yerleşim olan tek adadır. Sahilindeki küçük balıkçı lokantalan ile ün yapmıştır. Lokanta­ larda her zaman taze balık ve diğer deniz ürünlerini yememiz mümkün­ dür. 1 Motel, 1 otel, 8 adet pansiyon bulunmaktadır. Adanın çevresi ta­ biî plajdır. 150 - 200 kişilik yolcu alan her saat başlarında karşılıklı iş. leyen motor seferleri vardır. llkkurşun 24


İnsan ve doğa sevgisinden kay­ naklanan şiirleri beğeni ,ile oku­ yacağınızı sanıyoruz. Okurlarımıza öneririz.

BİZE GELEN

2 — BİR YUMAKTA İDİK SENİNLE

YAYINLAR ÖZGÜN OZAN

ŞİİRLER. Yazan : Beşir Kı ra. 96 Sayfa. E deri: 10 TL. Edin­ me : Canfeda Camii Sokak No: 17 Karagümrük/İSTANBUL Okura bir sunuş şiiriyle başlı­ yor betiğine ve Önsöz ile sürdü­ rüyor. 6 Bölümden oluşuyor yapı­ tı. İlk 5 bölümde 63 şür yer alıyor. 6 bölümde ise sergi ile ilgili izle­ nimlere yer verilmiş. Arka kapakta kısa bir özgeç­ mişi var Beşir Kara’mn. Ayrıca ŞİİRİM VE BEN isimli şiiriyle sa­ nat anlayışım vurguluyor.

I — BULUTLARIN ÖTESİ : ŞİİRLER. Hazırlayan Suat Yığmatepe. 58 Sayfa. Ederi: 20 TL. Edinme: Meteoroloji Gen. Müd. KALABA/ANKARA. Betik, Güzide Taranoğlu’nun ANACA BİR DEYİŞ... başlıklı bir sunuş yazısı ile başlıyor. Ay­ rıca Suat Yığmatepe’nin bir önsö­ zü ve Konuk ozan GÖKTÜRK MEHMET UYTUN’un - GİZLİCE hftşî klı bir şiiri var girişte. Beş gene ozanın şiirlerinden o.uşar. betikte 52 şiir var. Ayrıca gabtana kısa öz geçmişine de yer

Sevi, kahramanlık ve toplum sorunlarını içeren şiirlerini seve­ ceksiniz. 3 — AYVALIK’I GEZERKEN AYVALIK’A DEĞGİN GE­ NEL BİLGİLER. Hazırlıyan Ah­ met Yorulmaz. Fotoğraflar: Teo­ man Madra. İç Desenler: Yılmaz Gültekin. Haritalar: A. Adnan Kuvelet. Kapak Mustafa Kibar. Dizgi: Metin Dizimevi. Baskı : Yaylacık Matbaası. Genel Dağı­ tım : CEMMAY - İSTANBUL 94 sayfadan oluşuyor AYVA­ LIK’! GEZERKEN. Ayrıca okur­ ların özel not alabileceği düşünUkkursun 25


cesiyle iki sayfa boş bırakılmış. Ekte Ayvalık ile ilgili bir Ulaşım haritası bulunuyor. Ederi: 25 TL. sı. Değerli bir uğraşı örneğin. Ayvahk’ın tarihini, coğrafyasını, ekonomisini, sosyal ve ekinsel (kül­ türel) yaşamını edinmek olası. İl­ ginç izlenimleri, değinmeleri var Yorulmaz’m. Yerli ve yabancı turistler için seçkin bir el betiği. Salt turistler için değü, Ayvalıklıların da oku­ ması gerekiyor bu yapıtı.

ÖZGÜRLÜK SEYGt ÇÖLEK

Doğarız yerden biten banklar gibi Kuru topraklar Bahrimizdir. Gökten yağmurcasma yağarız Çekilen çileler, bliyüyer. çiçekler Vaşımızdır. Rüzgarlar bizi tutamaz Bir o yana, bir bu yana Eseriz. Estiğimiz topraklar bizi

kucaklar, öper

Biz, bizi öpen dudaklara Tutsağız. Çıkarız karanlıklar üstüne Çalışırız uyandırmaya uyuyanları Beklenen iyilik özlenen özgürlük Bizlz.

tlk ku rşu n

26


KOLAY DEĞİL BU YAŞAM ÖZGÜR MÜYÜZ BİZ, HANİ NEREDE? KOLLARIMIZ VAR, ELLERİMİZ YOK.. KAPANIP KALDIK YALNIZLIĞIMIZA DÜNYAMIZ VAR, YERÎMtZ YOK..

YAŞAM TEKNESİNDE BATA ÇIKA AKINTIYA GİDİYORUZ KÜREKSİZ FIRTINALAR OTURMUŞ YÜREĞİMİZE LİMANLAR SUSKUN, YÜREKSİZ..

TANRIM, ZORMUŞ İNSANCA YAŞAMAK İNSANCA VE YALNIZLIK İÇİNDE.. BİLİYORSUN SÖYLEYEMEDİKLERİMİZİ KOLAY MI YAŞAM, BU ACIMASIZLIK İÇİNDE..

S A L İ H A

A N I L


Ederi : 10 TL.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.