9 minute read
1.Uygur Türkleri
TÜRK DİLİ TARİHİ 225
765'te Uygurlar Çin'e yine yardım ettiler. İsyan eden 100 000'den fazla Tibetliyi mahvederek hem Çin'i kurtardılar, hem de zengin ganimetler elde ettiler. Çin, âdeta Uygurların himaye ve kontrolüne girmişti. Uygurlara verilen hediye ve vergilerden dolayı hazine boşalmıştı. Çin kaynağı Tang-şu, "Tang hazineleri bomboş iken ve saray memurları maaşlarını alamazken" Uygurlara 100 000 parça ipek verildiğini kaydeder. Uygurlar Çin pazarına da alışmışlardı. 758'den itibaren her yıl alış veriş yapmak üzere atlarıyla Çin'e geliyorlar; bir ata karşılık 40 top ipekli alıyorlardı. Çinliler için bu zoraki bir alış verişti; fakat başka çareleri yoktu. Uygurlar kızdıkları zaman atlarına binip şehrin kapısına hücum ediyorlar; imparatorun gönderdiği elçiler vasıtasıyla zorla ikna ediliyorlardı. Tabiî bütün bunlar aynı zamanda Uygurların şehir hayatına alışması anlamına geliyordu. 773 yılı Temmuzunda Uygurlar, Çin başkenti Çaŋan'dan, hediye ve eşyalarla yüklü 1000'den fazla araba ile Orhun vadisine dönmüşlerdi. Uygur tüccarların bir kısmı da Çaŋan'da kalıyordu. 778'de imparator "başkentte kalan Uygurlar ve diğer barbarlar kendi elbiselerini giysinler. Çinli elbisesi giymelerine lüzum yok" diye ferman çıkartınca 100 Uygur tüccarı kendi elbiselerini giymişti. Demek ki Uygurlar Çin elbiseleri de giymeye alışıyorlardı. Çinli kızlarla evlenip Çinlileşenleri de çoktu. 779 yılında çıkan bir anlaşmazlık dolayısıyla Bögü Kağan, amcası oğlu ve veziri Tun Baga Tarkan'ca vldürüldü. Alp Kutlug Bilge Kagan unvanıyla tahta oturan Tun Baga Tarkan muhtemelen Maniheizm'e karşı idi. Bögü Kağan'ın adamları olan Maniheist Soğdak tüccarları da öldürtmüştü. Kır-gızları yeniden itaat altına alarak devletin gücünü korudu. Ancak Şatolarla birleşen Tibetlilerin Beş Balık'ı almalarına engel olamadı. 795'te Uygur hanedan boyu değişti. Kağanlık, Yaglakarlardan Edizlere geçti. Alp Ulug Bilge unvanıyla tahta oturan ve 10 yıl Uygurları idare eden bu kağanın dönemi, Uygurların en parlak dönemidir. Alp Ulug Bilge, Karluk isyanını bastırmış ve Kırgızlar üzerinde büyük bir zafer kazanmıştı. "Yayının vızlamasıyla" birlikte Kırgız kağanı "ölü olarak yere seril"mişti. 400 000 kişilik Kırgız ordusu perişan edilmiş; vadiler terk edilmiş at ve öküzlerle dolmuş; Kırgızların bıraktığı silâhlar dağ gibi yığılmıştı. Kırgız devleti yok olmuş; Kırgız yurdunda adam kalmamıştı. Yukarı Yenisey'de Kırgızlarca işletilen ve uzak ülkelere ihraç edilen demir madeni Uygurların eline geçmiş; bu sayede ülke zenginleşmişti. Kağan, Kuça, Karaşar, Turfan bölgelerini de Tibetlilerden kurtarmış ve ipek yolunu eline geçirmişti. Uygur Kağanlığı'nın gücü 820'lere kadar devam etti. 821 civarında Uygur ülkesine gelen Tamîm bin Bahr'ın anlattığına göre Uygurlarda 17 baş-
226 Ahmet B. ERCİLASUN
buğ vardı. Kağanın 12 000, her başbuğun da ayrı ayrı 13 000 kişilik ordusu bulunuyordu. Üstelik bu kuvvetler içinde kadın askerler de vardı. Demek ki 820'lerde Uygurların ordu mevcudu 230 000'i geçiyordu. Kağanla birlikte 18 başbuğ, Dokuz Oğuzların 9 boyu ile Uygurların 9 uruğuna komuta eden boy beyleri olmalıdır. 821'den sonra devlet zayıflamaya başladı. Çin ile ticarî ve diplomatik iyişkiler devam ediyordu. Ancak bir yandan da Çin ertrikalarıyla Uygur önderlerinin arası açılıyordu. Kazar Bilge Kağan 832'de yeğeni veya vezirlerinden biri tarafından öldürüldü. Onun yerine tahta oturan Alp Külüg Bilge Kagan da 839'da, Şatolarla birlik olan kendi vezirlerinden birinin hücumuna uğradı ve intihar etti.
839 kışında yut oldu; hayvan sürüleri kırıldı. Ülkede açlık ve kıtlık başladı. Kağanın ölümüne sebep olan vezir Kürebir, Kazar Tigin'i kağanlığa getirmişti. Ancak bu sırada merkezde olmayan komutanlardan Külüg Baga bu işe çok kızdı ve 840'ta 100 000 kişilik Kırgız atlısıyla Uygur başkentine saldırdı. Başkent harap olru; Uygurlar katliamdan geçirildi. Ölümden kurtulanlar dört bir yana dağıldılar (Orkun 1938: 40-44; Caferoğlu 1958: 146-147; Ş. Tekin 1976: 1217; Kafesoğlu 1996: 123-126; Çandarlıoğlu 2002: 11-31; Taşağıl-Uygur 2002: 713-720). Uygur Kağanlığı'nm sonu olan bu hadise Göç Destanı'na temel olan hadisedir. Kutlu dağ parçalanmış, kut gitmiş, hayvanlar kırılmış, kıtlıktan insanlar aç kalmış, kurtlar kuşlar "göç, göç..." diye bağırmış ve Uygurlar dört bir yana göç etmiştir. Uygur göçü hanedan üyelerince yönetildi. Asıl grup 840'ta Üge Tigin'i kağan seçti ve 13 boy hâlinde güneye göçtü. 15 boyluk diğer grup ise güneybatıya yöneldi.
1.2. KANSU UYGUR DEVLETİ
Güney'e göçenler Kansu'da yerleşerek Kansu Uygur Devleti'ni kurdular. 905'e kadar Çin'in Tun-huang ordusuna bağlı oldular. Bu ordunun komutanı 905'te Çin'e isyan edip otonom bir devlet kurdu ve Uygurlar üzerine baskı uyguladı. Uygurlar da onlara başkaldırıp 911'de Tun-huang'ı ele geçirdiler ve bu asi devleti yıktılar. Bu sırada başlarında Jen-mei Kağan vardı. Kansu Uygurlarının Tun-huang'ı ele geçirmesi Hoço Uygurları açısından da önemlidir; çünkü onlar da bu olay sayesinde bağımsız oldular. 906'da Çin'de Tang hanedanı yıkılmış ve Beş Sülâle Dönemi (906-960) başlamıştı. Bu dönemde Kansu Uygurlarının Çin ile ticarî ve diplomatik ilişkileri devam etti. 924'te Tigin, 926'da A-to-yü kağan oldu. 928-933 arasında kağan Jenyü'dür. 933'te Jen-mei kağan oldu. En son 939'da Jen-mei
TÜRK DİLİ TARİHİ 227
Kağan'ın adı Çin kaynaklarında görülür. Bu tarihten sonra Kansu Uygur kağanlarının adları Çin kaynaklarında görülmez. Kansu Uygur Devleti 940'ta Kitanların, 1028'de Tangutların hâkimiyeti altına girdi. Kitanlar, Uy-gurlara eski ülkelerine (Orhun'a) dönmeleri için bir davet göndermişler; fakat Uygurlar bunu kabul etmemişlerdi; çünkü artık bozkır hayatını unutmuşlar; yerleşik hayata ve ticarete alışmışlardı. Kansu Uygurları Çin'e yeşim taşı, amber, amonyak tuzu, antilop boynuzu, keçe ve pamuklu kumaş satıyor; karşılığında ipekli kumaşlar alıyordu. 1028'de Tangutlar Kansu Uygurlarının başkentini zaptettiler; 1036'da devletin bütün topraklarını ele geçirdiler. Bu sırada Tun-huang mağara manastırlarında bulunan Burkan (Buda) rahipleri kaçmak zorunda kaldılar. Kaçarken yüzlerce dinî kitabı bir mağaraya toplayıp önünü duvarla ördüler ve böylece kitapları koruma altına aldılar. Tangut baskını sırasında Kansu Uygurlarının başında bulunan Yaglakar Kagan intihar etmişti. 1226'da Kansu Uygurları Çengizlilerin hâkimiyeti altına girdi. Kansu Uygurlarının bundan sonra bağımsız bir devletleri olmadı. Burkancı (Budist) olarak hayatlarını devam ettirdiler. Onlardan çok küçük bir grup Sarı Uygurlar adıyla Çin'in Kansu eyaletinde bugün de yaşamaktadır (Ligeti II 1970: 101; Kafesoğlu 1996: 126-127; Çandarlıoğlu 2002: 31-32; Golden 2002: 135-136).
1.3. HOÇO UYGUR DEVLETİ
Güneybatıya giden 15 Uygur boyundan bir kısmı Tibetlilere bağlandı. Asıl büyük grup ise Beş Balık, Karaşar, Hoço ve Turfan şehirlerine yerleşerek Hoço Uygur Devletini kurdular. Orhun bölgesindeki son Uygur kağanının yeğeni Meŋli'yi 856'da kağan seçtiler. Beş Balık yazlık, Hoço kışlık başkentleri oldu. Kâşgarlı Mahmud'a göre (DLT I: 379) Beş Balık Uygurların en büyük şehridir. Ayrıca Yaŋı Balık adlı bir şehirleri daha vardır. Kâşgarlı (DLT I: 113) Can Balık ve Sülmi'yi de Uygur şehirleri olarak sayar. Uygur hükümdarları, eski bir Basmıl unvanı olan İdikut < ıduk kut (mukaddes kut) unvanıyla anılıyorlardı. Bu sebeple başkente de İdikut şehri denilmişti. Tibet'e karşı Çin, Hoço Uygur Devletini hemen tanıdı. Uygurlar hâkimiyetlerini doğuda Hami'ye, batıda Kâşgar'a dek genişlettiler. Hint-Avrupa kavimleri olan Tohrılar (Toharlar) i l e Soğdaklar eskiden beri bu bölgede yaşıyorlardı; fakat aynı zamanda burası eski bir Uygur (Kao-çe/Tölis) yurdu idi. Köktürkler ve Orhun Uygur Kağanlığı döneminde de buraya birçok Uygur göçmüştü. 840 göçünden sonra gelen kalabalık Uygurlarla Turfan, Hoço, Beş Balık, Hami ve Kâşgar'da Türk çoğunluğu sağlanmış ve Doğu Türkistan dediğimiz ülke tam anlamıyla bir Uygur devleti olmuştu. Güneyde Tibet'le, batıda Kartuklarla sınırdaş idiler. 870'lerin başında kağanları muhtemelen
228 Ahmet B. ERCİLASUN
Buku Cin idi. Kansu Uygurlarının 911'de Tun-huang'ı almalarıyla Hoço Uygur Devleti bağımsız oldu. 940'larda kağanları Alp Arslan Kutlug Köl Bilge'dir. 948'de Bögü Kağan tarafından idare ediliyorlardı. 981-983 arasında ise Beş Balık tahtında Arslan Han oturuyordu (Kafesoğlu 1996: 128-129; Çandarlıoğlu 2002: 32-33; Golden 2002: 133-134). M.S. 2. yüzyıl başlarında Kuşanları yöneten kudretli hükümdar Kanişka, M.Ö. 6. yüzyılda ortaya çıkan Burkancılığı himayesine almış; bu dinin Hindistan'dan çıkıp Orta Asya ve Çin'e yayılmasına vesile olmuştu. Bu sırada Budizm'in Mahâyâna (büyük sal) mezhebi doğmuş ve eski mezhep de Hînayâna (küçük sal) adını almıştı. Her iki mezhep de milâdın ilk yüzyıllarında Doğu Türkistan'a girmişti. Türklerin, Köktürk hükümdarı Tapar Kagan (572-581) çağından beri Burkancılıkla ilgilendiklerini hem Çin kaynaklarından hem de Bugut yazıtından biliyoruz. Tapar Kağan zamanında Türk ülkesinde Burkan mabetleri inşa edilmiş ve Nirvâna-sûtra gibi kitaplar Türkçeye çevrilmişti. Batı Köktürkleri de Burkancılığa ilgisiz kalmamışlardı. Bir Batı Köktürk katunu (kağan eşi) 591'de bir Burkan manastırı vakfetmişti. Bu kayıtlardan Köktürklerin ilk döneminde çok az da olsa Burkancılığa ilgi duyulduğu; ancak bunun hanedan üyeleriyle sınırlı kaldığı anlaşılıyor. İkinci dönemde Bilge Kağan'ın Burkancı eğilimine Tonyukuk'un engel olduğunu biliyoruz. 720'lerde Fergana civarındaki bir Türk hükümdarı da teb'asıyla birlikte Burkancı olmuştu (Ş. Tekin 1976: 21-24). 630'larda Uygurları yöneten Alp İlteber'in adı Pusa, "Bodisatva" anlamına geliyordu. Bodisatva ise "Buda adayı" demekti. Taşıdığı isme göre Pusa, belki de Burkan dininde idi. Ancak 762'de Uygur hükümdarı Bögü Kağan'ın Mani dinine resmen girdiğini biliyoruz. 840 göçünden önce Doğu Türkistan'da bulunan Uygurlardan bir kısmının Burkan dinine girdiğini tahmin edebiliriz. 840 göçüyle gelenlerin bir kısmı ise Manici idi. Daha büyük çoğunluğun eski Türk dininde olması muhtemeldir. Burkancılık 9. yüzyıldan itibaren yeni ülkelerinde Uygurlar arasında yayılmaya başladı. 10. yüzyıl başlarından kalma Burkancılıkla ilgili Uygurca eserlerden anlaşıldığına göre 900'lerde bu din Uygurlar arasında epeyi yayılmıştı. Ancak Manicilik de henüz devam ediyordu. Maniciliğin gittikçe azalarak 12. yüzyıla dek sürdüğü tahmin edilmektedir. 10. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hem Kansu, hem Hoço Uygurları arasında hâkim din Burkancılık idi. 11. yüzyılın ikinci yarısında Kâşgarlı Mahmud, Uygur şehirlerinde Burkan evlerinin (mabetlerinin) bulunduğunu ve Müslümanların İli ırmağını geçerek Uygur şehirlerini tahrip ettiğini anlatın bir şiiri aktarır. Müslüman Karahanlılar ile Burkancı Uygurlar arasındaki bu savaşın ne zaman olduğunu bilmiyoruz; ancak DLT'nin yazıldığı tarih olan 1070'lerden önce vuku bulduğu kesindir. 11. yüzyılın ilk yarısında veya ortalarında cereyan etmiş olabilir. Şiirin bazı dörtlükleri şöyledir.
TÜRK DİLİ TARİHİ 229
Kimi içre oldurup Gemi içre oturup
Ila suwın keçtimiz;
ili suyunu geçtik; Uygur tapa başlanıp Uygurlara yönelip Mıŋlak ilin açtımız. (DLT III: 235) Mıŋlak elini açtık.
Beçkem urup atlaka, Beçkem vurup atlara,
Uygurdakı tatlaka,
Uygurdaki tatlara, Ogrı yawuz ıtlaka Hırsız, kötü itlere Kuşlar kibi uçtımız. (DLT I: 483) Kuşlar gibi uçtuk.
Kelŋizleyü aktımız, Kendler üze çıktımız,
Seller gibi aktık, Kentler üstüne çıktık, Furhan ewin yıktımız, Burkan evini yıktık, Burhan üze sıçtımız. (DLT I: 343) Burkan üstüne sıçtık. Bu şiirden Müslüman Karahanlılar ile "Tat" denilen Uygurlar arasında savaşlar olduğunu; Uygurların Burkan dininde olup şehirlerinde Burkan mabetleri bulunduğunu; Karahanlıların Uygur şehirlerini ve Burkan mabetlerini tahrip ettiğini öğreniyoruz. Yine bu şiirden İli ırmağının Karahanlılar ile Uygurlar arasında sınır olduğunu tahmin edebiliriz. Aslında DLT'de Küsen ve Tarım maddelerinde, Tarım ırmağı yakınlarındaki Küsen, diğer adıyla Küçe şehrinin Uygur sınırında olduğu kayıtlıdır. Şu hâlde kuzeyde yukarı İli ve onun güneyinde Tarım ırmaklarının Karahanlı-Uygur sınırı olduğunu düşünebiliriz. Demek ke 11. yüzyılda Uygurların batı sınırı Karahanlılar lehine değişmiş ve bir hayli doğuya kaymıştır. Yine DLT'deki bir kayıttan (DLT I: 28) anlaşıldığına göre Uygurlar, Çomullar ile Tangutlar arasındadır; yani Karahanlılar ile Uygurlar arasında da Çomullar vardır. Şiirde "Tat" denilen Uygurlar Kâşgarh'ya göre "en katı kâfirlerdir." (DLT I: 113). Böylece 11. yüzyılın ikinci yarısında Uygurların "kâfir" Burkancılar olduğunu Kâşgarlı'dan öğrenmekteyiz. Hoço Uygurları arasında Burkancılık 14. yüzyıl sonlarına dek devam etmiştir. Bunu, 14. asırda Uygurcaya çevrilen Burkan eserlerinden anlıyoruz. Müslümanlığın da yine bu yüzyılda Uygurlar arasında yayılmaya başladığını ve 15. yüzyılda Hoço Uygurları arasında hâkim din hâline geldiğini tahmin edebiliriz. Kansu Uygurlarının Burkancılıkta devam ettiklerini ise yukarıda görmüştük.
230 Ahmet B. ERCİLASUN"
Hoço Uygurları arasında çok az da olsa Hristiyanlığın Nesturi mezhebine bağlı bulunanlar da vardı. Turfan yakınlarındaki Bulayık'ta bulunan Uygurca Hristiyan metinlerinden bunu anlıyoruz (Tezcan 1978: 305). Hoço Uygur Devleti 1120'lerin ortalarında Kara Hıtay hâkimiyeti altına girdi (Grousset 1980: 167). Cüveynî'ye göre Kara Hıtayların Hoço'daki yöneticisi Şavkem, idikuta ve Uygur halkına çok eziyet etmekteydi. Halk da ondan nefret ediyordu. İdikut Barçuk'un emriyle halk Şavkem'i yakalayıp hapsetti; Kara Hıtaylara başkaldırdı ve elçiler göndererek Çengizlilere bağlılıklarını bildirdi (Öztürk 1988: 110). Böylece Hoço Uygur Devleti 1209'da gönüllü olarak Çengizlilere tâbi oldu. Çengiz'in Nayman, Harezmşah ve Tangut seferlerinde idikut Barçuk, ordusuyla hep Çengiz Han'ın yanında yer aldı. Çengiz Han da kızını onunla nişanladı (Öztürk 1988: 110-111). Uygurlar 1260'a kadar Çengizlilerin merkezî devletine, Karakurum'a; 126=ta Çağatay Hanlığına bağlı oldular (Grousset 1980: 313-314). 1368'de Çinlilerin Ming hanedanı tarafından Hoço Uygur Devletine son verildi.
2. UYGURLAR VE TÜRK DİLİ
2.1. UYGURLARDAN KALAN ESERLER
Uygurlardan kalan eserleri dört gruba ayırarak inceleyebiliriz.
1. Manici çevreye ait metinler 2. Burkancı (Budist) çevreye ait metinler 3. Hristiyan çevreye ait metinler 4. Müslüman çevreye ait metinler.
2.1.1. MANİCİ ÇEVREYE AİT METİNLER
2.1.1.1. MANİCİ EDEBİYATTA NAZIM
Manici edebiyatta "nazım, manzume, şiir" için Hintçeden geçme şlok ve Türkçe takşut kelimeleri kullanılmıştır. Bu iki kelime metinlerde çoğu defa eş manalı olmak üzere bir arada geçer. Küg kelimesi de şiir ve nazım için kullanılmıştır. Bu kelime muhtemelen nazmın ezgisini de ifade ediyordu. Soğdakçadan geçen baş ve başik kelimeleri de Manici edebiyatta ilâhî manasındadır (Arat 1965: XI-XX).