3 minute read
2. 3. 2. Biçim Özellikleri
TÜRK DİLİ TARİHİ 443
Bugüne ulaşmayan veya çok geç nüshaları bugüne gelebilen bu destanı eserleri bir yana bırakırsak ilk isim olarak Sultan Veled'i tesbit etmek zorundayız. 1235-1312 yılları arasında yaşamış olan Sultan Veled aslında Farsça eserler yazmış; fakat bunların içine Türkçe şiirler de koymuştur. Türkçe şiirler Divan, îbtidaname (1291) ve Rebabname (1300) adlı eserlerinde bulunur. Bu eserler içindeki Türkçe şiirler "Sultan Veled'i eski bir Türk şairi addettirecek kemiyet ve keyfıyette"dir (Köprülü 1991: 237). Aruzla yazılmış olan şiirler Veled Çelebi ve Kilisli Rifat tarafından Dîvân-ı Türkî-i Sultan Veled adıyla 1922'de Arap harfleriyle yayımlanmıştır. Mecdut Mansuroğlu'nun yayımladığı Sultan Veled'in Türkçe Manzumeleri (İstanbul 1947) transkripsiyonlu metin ve dil incelemesini içine alır. Eski Oğuz Türkçesinin en büyük ismi 1240-1320 arasında yaşamış olan Yunus Emre'dir. Hacı Bektaş-ı Veli Velâyetnamesinden ancak menkıbevî hayatı takip edilebilmektedir. Gerçek hayatı çok iyi bilinmemektedir. Birçok yerde kabri (makamı) olduğu için yaşadığı yer de tartışmalıdır. Orta Anadolulu olduğu kesindir. Fuad Köprülü, 1918'de yazdığı "Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflarda Ahmed Yesevî ile Yunus Emre bağlantısını kurarak Yesevîliğin Türkiye'deki tesirlerini ortaya koyar. Bu eserle Yunus Emre Türk edebiyat ve bilim hayatına yeniden doğar. Şiirlerini aruz ve heceyle yazan Yunus, tasavvuf heyecanını en derinden duyan ve hissettiren; duygu ve heyecanlarını çok sade ve akıcı bir dille anlatan Türk dil ve edebiyatının müstesna şahsiyetidir. Türkçe onun dilinde dupduru bir su gibidir: Parlak, anlaşılır; fakat coşkun. Ete kemiğe hüründüm Yunus diye göründüm mısraları, tasavvufun vahdet-i vücud ve devriye anlayışını, Tanrı'nın evrimle düzenlediği evren anlayışını iki küçük mısra içine sığdırıveren patlamaya hazır bir atom zerreciği gibidir. Bir garib ölmüş diyeler Üç günden sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar Şöyle garib bencileyin mısraları, bir yandan tasavvufun "dünya gurbettir" anlayışını, bir yandan çokluk içinde insanın yalnızlığını ve bir yandan Yunus'un kimbilir hangi olaylar sebebiyle yaşadığı beşerî yalnızlık duygusunu ölümün soğuk yüzü ile anlatır.
444 Ahmet B. ERCİLASUN
Yunus Emre'nin duru, saf, fakat derin manalı şiirleri, kendinden sonrakileri, özellikle tasavvuf çevresini çok etkilemiş ve bu durum, onun adını kullanan birçok şairin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Yunus bize âdeta çoğalarak gelmiştir. Araştırıcılar onun şiirlerini başka Yunus'lardan ayırmak için çok uğraşmışlardır ve bugün de uğraşmaktadırlar. Belki de Yunus bize yine bir vahdet-kesret oyunu oynamaktadır veya hepimizi Molla Kasım yerine koymaktadır. Yunus'un şiirleri eski harflerle birçok defa basılmıştır. Yeni harflerle ilk yayıncısı Burhan Toprak'tır: Yunus Emre Divanı I-III, İstanbul 1933-1934. Yunus Emre üzerindeki ilk ilmî yayınlar Abdülbaki Gölpınarlı'ya aittir: Yunus Emre Divanı, İstanbul 1943; Yunus Emre, Risâletü'n-Nushiyye ve Divan, İstanbul 1965. Faruk Kadri Timurtaş, Yunus Emre'yi diğer Yunuslardan ayırmaya çalışarak divanı ilmî bir şekilde yayımlamıştır: Yunus Emre Divanı, İstanbul 1972. Yunus Emre üzerindeki son ilmî yayınlar Mustafa Tatçı'ya aittir: Yunus Emre Divanı I-II (İnceleme-Tenkitli Metin), Ankara 1990. Bu yayında Yunus'a ait kabul edilen 415 şiir vardır. Yunus'un 1307-1308 yılında yazdığı bir eser daha vardır: Risâletü'nNushiyye. Didaktik gaye ile yazılmış, mesnevi tarzındaki bu küçük eser divanındaki heyecan ve akıcılıktan uzaktır. Risâletü'n-Nushiyye, Gölpınarlı'dan başka Umay Günay-Osman Horata ve Mustafa Tatçı tarafından yayımlanmıştır. Günay-Horata tarafından yayımlanan Yunus Emre -Risâletü'nNushiyye (Ankara 1994), derinlemesine bir muhteva analizini de içine almaktadır. İlk defa 1920'lerde 13. yüzyıla ait Türk şairleri olarak tanıtılan Şeyyad Hamza, Hoca Dehhanî ve Ahmed Fakih'in yaşadığı devir, son araştırmalarla tartışmalı hâle gelmiştir. Hikmet İlaydın "Anadolu'da Klasik Türk Şiirinin Başlangıcı" (Türk Dili 277, Ekim 1974) adlı yazısında Dehhanî'yi 13. asırdan da eskiye, 12. asrın ilk yarısına götürür. Metin Akar "Şeyyad Hamza Hakkında Yeni Bilgiler" (TAD 2 1987) adlı yazısında Şeyyad Hamza'nın 13. yüzyılın sonlan ile 14. yüzyılın ilk yarısında yaşadığını ortaya koymuştur. Osman F. Sertkaya da "Ahmed Fakih" adlı yazısında (İlmî Araştırmalar 2 1996) birbirinden farklı beş Ahmed Fakih bulunduğundan bahisle, mevzu-umuz olan Ahmed Fakih'in dil özellikleri dolayısıyla ancak 14. yüzyılın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın ilk yarısına konabileceğini ileri sürmüştür. Şeyyad Hamza'nın Yusuf ü Züleyha adlı büyük; Dâstân-ı Sultan Mahmud adlı küçük bir mesnevisi ve eski şiir mecmualarında bulunan müstakil şiirleri vardır.