VBOXMAG Nisan 2010 Sayisi

Page 1

01.NISAN.10

รงevre dostu dergi



editor Nisan 2010 Sayı:9

Sayfalarımızda bahar kokusu... 64. yaşını kutlayan birbirinden güzel Vespa’larla başladık sayfalarımızda gezintiye... “Benim Adım Orman” isimli albümüyle geri dönen Şebnem Ferah’ın konserlerinde bahar kokulu notalarını bir tarafdan dinlerken, meraklısına da Isabel Marant’ın artık Beymen raflarında görebileceğimizin müjdesini vermeden edemiyoruz. Bir başka müjde de 21 yıl aradan sonra Türkiye’de konser verecek olan Bob Dylan... “Temelde Ataerkilliğe Karşıyım” diyen Mehmet Ali Alabora’yla keyifli bir sohbetin ardından, İstanbul’da dolaşıp, batıl inançlar hayatımızın ne kadar içinde, diye biraz düşünük... Tüm zamanların en özgür ruhlu çantası Channel 2.55’e biraz da iç gecirerek göz atalım istedik. Varlığı ile yokluğu hala bir muamma olan Atlantis’i acaba Yunan tanrısı Zeus mu cezalandırdı? Hepsi, dopdolu olan Viewbox sayfalarında...

Genel Yayın Yönetmeni MertTürkoğlu Yazı Kurulu: Elif Türkoğlu Dr. Adil Asımgil Ahu Kılıç Naniç PY Esra Yarıcı Selin Bilgiç Eda Atalay Katkıda Bulananlar Neha Celly Aslı Gündoğan Ali Osman Taş Alper Nakri Temsilcilerimiz Istanbul Ahu Kılıç Naniç ahu@viewboxmagazin.com Los Angeles Alper Nakri alper@viewboxmagazin.com İstanbul Ahu Kılıç Naniç ahu@viewboxmagazin.com Washington DC Erkan Demir erkan@viewboxmagazin.com Viyana İsmail Gökmen ismail@viewboxmagazin.com Görsel Tasarım ve İnternet Uygulama me - tasarım grubu İletişim editor@viewboxmagazin.com mert@viewboxmagazin.com viewboxmagazin.com dergisinde, yayınlanan haber ve fotoğraflardaki görüşler eser sahibine aittir viewboxmagazin.com sorumlu tutulamaz.


içindekiler vespa

İki tekerlek dünyasının efsanesi Vespa, 64 yılı geride bırakmasına rağmen göz kamaştırıyor.

14

“Temelde Ataerkilliğe Karşıyım”

İstanbul

Toplum ve duyarlılık denince ilk akla gelen sanatçılardan biri olan ve eylemlerde, protestolarda sık sık görebildigimiz oyuncu Mehmet Ali Alabora ile buluştum. Çağdaş Gösteri Sanatları Kurumu “Garajistanbul”un yönetim kadrosunda da bulunan Alabora, sahneledikleri “Muhabir” oyunu ile turnelere devam ediyor. Nadir rastladığım oyuncu mütevazılığında olan Alabora, kendini zevk ile dinletmeyi başardı

İstanbul ki, tarih boyunca çeşitli imparatorluklara başkentlik yapan, Türkiye’nin ve Avrupa’nın en kalabalık şehri… O ki, Romalılar ve Bizanslılar’a göre Konstantinopolis, Osmanlılar’a göre Stambul, İslambol, Konstantiniyye, Dersaadet… 1930’dan beri de resmi olarak İstanbul kimbilir 34 nelere şahitlik yaptı

Efsane müzisyen Bob Dylan

46

19


viewbox 5

Atlantis İnsanoğlunun günlük sıkıntıları stresleri ve üzüntüleri içinde, eski zamanlarda yeryüzünde mevcut olmuş barış ve mutluluklar ülkesi mükemmel bir uygarlık olduğunu hayal etmesi ona huzur vermektedir. Ortaçağ Avrupası’nın sakinleri görünmeyen ufukların ötesinde dünya üzerinde bir cennet bahçesi olduğuna inanıyorlardı.

Uğurlu sayım 13, kara kediyi pek severim... 13, kara kedi, merdiven altı, ayna kırılması… Uğurlu sayılar, uğurlu renkler, iyi şans, kötü şans… Kiminin şansı 27 kiminin şansızlığı…

62

Tüm Zamanların “En Özgür Ruhlu” Çantası Chanel 2.55 1983’de doğan Gabrielle Bonheur Chanel’in şık, elegant ve özgün çizgisini yaratışının anlatıldığı “Coco avant Chanel” filmini umarım izleme şansınız olmuştur.

Çok film hareketler bunlar BKM Mutfak’ın senaryosunu kendi yazdığı ve oynadığı ilk film olan Çok Filim Hareketler Bunlar, ekibin kendine özgü konseptinin “sinemanın imkanları” ile buluştuğu ilk film olacak. Filmi, reklam dünyasının önde gelen yönetmenlerinden Ozan Açıktan yönetti.

58

51


kısahaber

Levi’s Asi ve şık

Moda dünyasının yeni gözdesi Isabel Marant, Türkiye’de sadece Beymen’lerde... Tarzıyla takip edilenlerin önümüzdeki sezon favorisi olacak Isabel Marant’ın İlkbahar-Yaz koleksiyonu, Türkiye’de ilk kez ve yalnızca Beymen mağazalarında satışa sunuluyor. Moda dünyasına getirdiği eklektik dokunuşla kısa zamanda bir kült haline gelen ve her geçen gün adı daha sık duyulan Isabel Marant’ın koleksiyonları, bohem stili ve feminen dokunuşlarıyla modanın yeni gözdesi haline geliyor. Ürünler, “Isabel Marant” koleksiyonuyla Beymen, “Isabel Marant Etolie” koleksiyonuyla ise Blender mağazalarında moda meraklılarıyla buluşuyor.

Levi’s Eyewear 2010 optik koleksiyonunda, ilginç desenler ve iddialı renkler dikkat çekmeyi sevenler için şık seçenekler sunuyor. Kemik modeller sezonun hit tasarımları arasında yerini alırken, metal çerçeveler zarafetin sembolü olmaya devam ediyor.


viewbox 7

İtalya’yı Ayağa Kaldıran Türk Markası: BNG Dünyanın en önemli moda haftalarından biri olarak kabul edilen Milano Moda Haftası’nda defile yapan ilk Türk markası olan BNG moda dünyasından büyük alkış aldı. Tuğçe Kazaz’ın da yer aldığı BNG defilesini dünyanın önde gelen moda otoriteleri ve çok sayıda davetli seyretti. Prada, Jil Sander, Missoni, Salvatore Ferragamo, Marni, Gucci, Fendi, Giorgio Armani gibi moda dünyasının efsane markaları ile aynı podyumu paylaşan BNG, defilede 2010/2011 Sonbahar Kış Koleksiyonu “ STRATUM”’u sergiledi.


kısahaber Şebnem Ferah Turnede Müzik dünyasının 4 yıllık bekleyişini geçtiğimiz günlerde “Benim Adım Orman” isimli albümüyle sona erdiren Şebnem Ferah şimdi de şarkılarını dinleyicileriyle buluşturuyor. 9 ilde, 9 konser projesi devam ediyor. “Benim Adım Orman” ve çok sevilen diğer Şebnem Ferah şarkıları da, canlı canlı sahnede! Konserlerinde; klavyelerde Ozan Tügen, gitarda Metin Türkcan, Bas gitarda Buket Doran, Davulda Aykan İlkan, geri vokalde Ceren Akyıldız ve saksofon/flütte Serdar Barçın’dan oluşan grubuyla birlikte, yeni albümünden ve eski albümlerinden şarkılarla özlenen performansını sergileyecek. Benim Adım Orman’ın turne durakları; 1 Nisan Balıkesir-Gala Yaşam Merkezi 6 Nisan Malatya-Reyyan Tesisleri 8 Nisan Gaziantep-Dedeman Otel 11 Nisan Adana-Hilton Otel 17 Nisan İzmir-İzmir Arena

İstanbul Lisesi 7. Liselerarası Kısa Film Yarışması başlıyor Türkiye’nin seçkin okullarından olan İstanbul Lisesi, 6 sene önce düzenlemeye başladığı, Türkiye’deki lise öğrencileri arasında düzenlenen ve ilk ulusal kısa film yarışması özelliğine sahip olan “Liselerarası Kısa Film Yarışması”na bu sene de tüm Türkiye genelinde devam ediyor. Öğrencilere genç yaştan itibaren sinema sevgisi kazandırarak Türk sinemasının geleceğine katkıda bulunmayı amaçlayan yarışma, genç yönetmen adaylarına fırsatlar sunuyor. Yarışmanın son katılım tarihi 10 Mayıs 2010. Yarışma sonuçları, genç sinemacı öğrencilerin ustalar ile bir araya geleceği ve ödüllerin sahiplerini bulacağı, Haziran ayında yapılacak olan Festival Gecesiyle son bulacak. Yarışma süreci, katılım şartları, ön başvuru ve iletişim için tüm bilgi ve gelişmelere İstanbul Lisesi Sinema Kulübü internet sitesinden ulaşmak mümkün. Bilgi için: www.ielsinema.com


viewbox 9

Meltem Cumbul Desa İçin Tekrar Opjektiflerin karşısında DESA’nın yeni sezon çekimleri için kamera karşısına geçen Meltem Cumbul, Fred Tutino’nun DESA’ya özel hazırladığı tekstil ve deri karışımı koleksiyonu ile moda severlere gülümsedi. Bu çok özel çekimde Meltem Cumbul’un birbirinden güzel kareleri yer alıyor.


kısahaber Casper Minibook Ailesine 3 Farklı Model Türkiye’nin lider bilgisayar markası Casper, mobil bilgisayar platformunun yükselen yıldızı olan Netbook kategorisinde piyasaya sunduğu Minibook serisine 3 farklı model daha ekledi. Bilgisayarında inceliği ve hafifliği seven, tasarımda farklı renkler ön plana çıksın diyen; kullanımı kolay, pil ömrü uzun olsun isteyen teknoloji tutkunlarının tüm bu hayalleri Yeni Casper Minibook ile gerçek oluyor.

Citroën Ds3, Yves Saint Laurent İle En Şık Haline Büründü Citroën’in efsanevi modeli DS’den esinlenilerek tasarlanan yeni DS serisinin ilk ürünü DS3 ve moda dünyasında yeni bir çığır açan tasarımcı Yves Saint Laurent özel bir çalışmaya imza attı. Yves Saint Laurent’in kendisiyle bütünleşmiş renkleriyle giydirilerek en şık haline bürünen DS3, Paris’te gerçekleştirilen “Geçmişten Günümüze Yves Saint Laurent” sergisinin açılış gecesi için moda ve sinema dünyasının starlarını taşıdı.

Mango’nun Yeni Koleksiyonu Göz Doldurdu Her sezon düzenlediği yeni koleksiyon defileleri ile dikkatleri üzerine toplayan Mango “Pure Light” adı verilen koleksiyonu büyük beğeni topladı. Koleksiyonda, kontrastlar ve hacimler üzerinde yeni yorumlar getirerek silüetlerinde doğallık ve basitliği kombine ediyor. Bu saf çizgilere zenginlik katmak için, doğal görünüme katkı sağlayan doğal malzemeler, kumaşlar ve dokular kullanılıyor. El sanatı hissi veren danteller, İngiliz işlemeler, örgülüler, rafya ve bantlar oldukça revaçta.


viewbox 11

Calvin Klein Jeans Yepyeni Koleksiyonu İle Bahara Hazır… Giyim tarzımız nasıl olursa olsun her zaman dolabımızdaki saltanatını koruyan jean, 2010 ilkbaharına da damgasını vuracak gibi gözüküyor. İster bir t-shirt ile ister ceketle… Şık ya da spor… Beğenimiz ne olursa olsun yeter ki üzerimizde jean olsun. Hele ki bu jean, Calvin Klein Jeans’e aitse tarzımızı yansıtırken hiç zorlanmayacağız demektir. Çünkü Calvin Klein yeni sezona, birbirinden farklı yepyeni modellerle giriyor.

42 Farklı Tasarımla Dev Bir Koleksiyona Ulaştı!.. Mavi İstanbul Tişörtleri, 2010 yaz sezonunda yeni eklenen tasarımlarla, 23 farklı tasarımcıdan 42 farklı tişörtün yer aldığı dev bir koleksiyona ulaştı. İstanbul’un çekimi, Gipsy İstanbul, +İstanbul, She ve He İstanbul, İstanbul 2010, Simit İstanbul, Pazar İstanbul ve İstanbul Hatırası isimli tasarımlar koleksiyona yeni bir soluk getirdi. Yeni İstanbul Tişörtleri tüm Mavi mağazalarında satışa sunuluyor.


alışveriş

Dikkat: Bu “Donut” Yenmiyor! 3M’in, yaratıcı ürünleriyle dikkat çeken markası Scotch®, dünyanın ilk yenmeyen donutı Scotch® Donut Bant Kesici’yi kırtasiye çılgınlarının beğenisine sunuyor. Bu eğlenceli bant kesici, yeşil, pembe, mor ve mavi renk seçenekleriyle sunuluyor.

Yeni Nesil Pişirme Teknolojisi: “Tefal Nutricook” Tefal, besleyici ve lezzetli ürün gamını yeni nesil düdüklü tencere NutriCook ile genişletiyor. Gıda türüne özel tasarlanmış 4 farklı pişirme programı ve iki aşamalı pişirme teknolojisine sahip dünyada ilk ve tek düdüklü tencere olan NutriCook, yiyecekleri en ideal ısıda ve sürede pişirerek, doğal lezzetlerini, içerdikleri vitaminleri ve besin değerlerini koruyor.

The Woo’dan Çocuklara Özel Dünya Ev ve ev yaşamı ile ilgili binlerce çeşit ürünü yenilikçi ve dinamik bir anlayışla Türk tüketicisi ile buluşturan The WOO, çocukların dünyasına özel farklı tasarımlı ürünleri sizlerle buluşturuyor. Çocuk odasının ihtiyacı olan her türlü ürünü Palladium ve Forum İstanbul alışveriş merkezlerindeki mağazalarında sunan The WOO’da yok yok.


viewbox 13

EF Uluslararası Dil Okulları, kendisine yatırım yapmak isteyen gençler arıyor! 17. International Education Fairs of Turkey (IEFT) Fuarı’na katılacak olan EF Uluslararası Dil Okulları, giderek karmaşıklaşan sistemler, artan rekabet ve zorlaşan pazar koşullarını göz önünde bulundurarak; rakiplerinden farklılaşmak isteyen gençleri, kendilerine yatırım yapma konusunda destekliyor. Yurtdışında lisans veya yüksek lisans eğitimi almak isteyen gençlere hazırlık ve yerleştirme programları sunan EF’in, 6 veya 9 aylık akademik yıl dil eğitim programları bulunuyor. 13-18 yaş arası gençler için yaz kampları düzenleyen EF, 16 yaş ve üzeri herkese her pazartesi minimum 1 haftadan başlayıp istenilen süre boyunca uzatılabilen dil kursları da sunuyor. Fuar 10-11 Nisan tarihlerinde gerçekleşecek.

Saçlarınız Hayashi Hinoki Plus ile ışıldasın Saç bakımını, yenilikçi ve modern ürünleriyle destekleyen Hayashi, “Hinoki System” serisiyle zayıf saçları güçlendirmeye ve saç derisi için ideal bakım önerileri sunmaya devam ediyor. Hinoki Plus tonik, saçın daha sağlıklı uzamasına yardımcı oluyor, saç derisini canlandırıyor ve kuvvetlendiriyor. Hinoki Plus, kepek oluşumunu kontrol altına alırken saçın yapısını da koruyor ve kalınlaştırıyor.

Jean’de Chino Farkını Yansıtın! Wrangler’ın yaz sezonunda yer alan erkek ürünleri sağlam iş giysilerinden esinlenip hazırlanarak büyük bir kullanım kolaylığı ve rahatlık sunuyor. Bu koleksiyonda erkeğin vazgeçilmez tercihi olan chinolar, fark yaratan detaylar ve kaliteden ödün vermeyen ürünlerle daha sağlam ve daha çarpıcı bir hal alarak 2010 İlkbahar/Yaz Koleksiyonu’nda modernliği ve şıklığı ön plana çıkarıyor. Sonuç ise üst kısmı rahat, düz paçalı ve zengin detaylara sahip bir Chino. Bej ve haki gibi açık tonların hâkim olduğu dar kesimli ve vintage esintili chinolar, çizgili t-shirt ve kareli gömleklerle kombinlenip, kanvas kemer ve deri ayakkabılarla tamamlanıyor. Ayrıca bu tarz ile Jack Kerouac ve Jackson Pollock‘ın seçkin ve yetenekli tarzı ile otantik workwear görünümü yansıtılabiliyor.


vespa İyi ki doğdun

İki tekerlek dünyasının efsanesi Vespa, 64 yılı geride bırakmasına rağmen göz kamaştırıyor. Avrupa filmlerinin kaldırım taşlı sokaklarının vazgeçilmezi Vespa, 1946 yılının Nisan ayında yola koyuldu. Bunca yıla karşın, rengarenk modelleriyle enerjisinden, neşesinden ve cazibesinden hiçbir şey kaybetmedi. Bazı markalar salt bir ürün sunmazlar, yaşam felsefesi ve hayat tarzını da o ürüne entegre edeler. Tüketici sadakati de aslına bakarsanız tam olarak bu noktadan beslenir. İşte Vespa, bir scooterdan öte, kullanıcısını tamamlar ve vazgeçilmez olur. Vespa ile biraz zaman geçirenlerin kendilerini kaptırdığı ve Vespa’larından vazgeçemediği, ‘Almost My Vespa’ (Neredeyse benim Vespa’m) kampanyası ile de tescillendi. Bu kampanya ile Vespa kiralayan tüketiciler, 6 ay sonunda Vespa’yı satın almaya karar verdiler ve bu yönde başvuru yaptılar.

köşehaber

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE VESPA Piaggio’nun Pontedera’daki uçak fabrikası savaş nedeniyle kullanılamaz hale gelir. Enrico Piaggio, babası Rinaldi’den görevi devraldığında uçak endüstrisi defterini kapatma ve kişisel ulaşıma yönelme kararını verir. İlk Vespa, 1946 Nisan’ında uçak mühendisi Corradino D’Ascanio’nun tasarımıyla can bulur ve 15 Vespa, Pontedera’daki üretim bandından çıkar. Uçak mühendisliği bilgilerinden yola çıkarak, gövdesi olan ve vitesi elden değiştirilebilen

selin bilgiç


viewbox 15


köşehaber iki tekerlekli bir araç tasarlar. Motoru da arka tekerleğin üzerine monte eder. İlk Vespa’nın çift zamanlı 98cc’lik motoru 4 bin 500 devirde 3,5 beygir güç üretir. Üç vitesli bu model, saatte 60 km’ye kadar çıkar. İki tekerlekli bu ulaşım aracı, gürültülü ve rahatsız motosikletlere hiç benzemiyor, ilk bakışta zarif ve orijinal tasarımıyla göz doldurur. Avrupa’da savaşın izlerinin silinişine Vespa ile tanıklık edildi. Vespa’ların popülerliği günden güne arttı ve ünü İtalya dışına taşmaya başlar. Piaggio 1949 yılı sonuna kadar 35 bin Vespa üretir. 10 yıl içindeyse bu rakam 1 milyona çıkar. 50’li yıllarda Vespa artık İtalya haricinde, Almanya, İngiltere, Fransa, Belçika ve İspanya’da da üretilir. Birkaç yıl sonra Hindistan

ve Endonezya da bu ülkeler arasına katılır. 1948’de 125, 1955’de efsanevi 150 GS, 1963’de 50cc, 1968’de Primavera ve nihayet 1978’de bugün hala 125, 150 ve 200 cc’lik versiyonları üretilen the PX Vespa ailesinde yerini alır. Günümüzde yürütülen kampanyalar ya da geçmişte yaşanan hızlı büyümeye rağmen Vespa’ya sadece ticari bir başarı olarak bakmak haksızlık olur. Kısa zamanda bir fenomen halini alan Vespa, 60’lı ve 70’li yıllarda gençliğin devrimci fikir ve görüşlerinin temsilcisi oldu. Şimdilerde ise sadık müşteri kitlesinin yaşam felsefesini simgeliyor. Baharla birlikte ağaçlar çiçeklerle, kent sokakları Vespa’larla renklensin. En kısa zamanda herkes gönlündeki Vespa’ya kavuşsun ve yola koyulsun.


viewbox 17


rรถphaber

eda atalay


“Temelde Ataerkilliğe Karşıyım” Toplum ve duyarlılık denince ilk akla gelen sanatçılardan biri olan ve eylemlerde, protestolarda sık sık görebildigimiz oyuncu Mehmet Ali Alabora ile buluştum. Çağdaş Gösteri Sanatları Kurumu “Garajistanbul”un yönetim kadrosunda da bulunan Alabora, sahneledikleri “Muhabir” oyunu ile turnelere devam ediyor. Nadir rastladığım oyuncu mütevazılığında olan Alabora, kendini zevk ile dinletmeyi başardı

viewbox 19


GARAJISTANBUL MACERANIZ NASIL BAŞLADI VE NASIL GİDİYOR? GERÇİ ARTIK MACERADAN ÇIKIP CİDDİ BİR MESAİYE DÖNÜŞTÜ DEĞİL Mİ? Hiçbir zaman macera değil, her zaman mesaiydi zaten. Garajistanbul’un hikâyesi 2005 Kasım’da başlıyor. 90’lı yıllarda daha görünür hale gelen çağdaş gösteri sanatlarının yapı taşlarından olan 5. Sokak Tiyatrosu’nun kurucuları olan Mustafa ve Övül Avkıran’ın kendi tiyatrolarının 10. yılı için yaptıkları bir mekân arayışı ile başlıyor. Ve o zaman otopark halinde olan şimdiki Garajistanbul’u buluyorlar. Burayı 10. yıllarında bütün oyunlarını oynayacakları bir projeye dönüştürmek istiyorlar. Sonra “Burası çok büyük bir yer ve Türkiye’de çağdaş gösteri sanatları ile uğraşan herkesin hem yurtiçinde hem yurtdışında daha kitlesel bir biçimde görünürlüğe ihtiyacı var” inancıyla yola çıkıyorlar ve dansçılarla, diğer tiyatrocularla toplanıyorlar. SADECE TİYATRO İÇİN DEĞİL DİĞER TÜM SANAT DALLARI İÇİN BİR ÖZGÜRLÜK PLATFORMU AYNI ZAMANDA... Evet. Bir kültür kurumu. Bu yüzden tüm sanat dallarıyla ilgilenenlerin faydalanmasını, takip etmesini arzu ettiğimiz bir yer. Varlığını halen bir sanat kooperatifi olarak sürdürüyor. SİZİN KATILIMINIZ NASIL GERÇEKLEŞTİ? Benim ilk toplantım 2006’da Şubat’ın ortasıydı. Ben de o günden sonra hayatımın büyük bir bölümünü buraya ayırmaya başladım. Garajistanbul açıldığından yani 25 Ocak 2007’den

röphaber

beri de her gün sabah saat 10.00 civarı buraya gelip, akşam da oyunumuz yoksa 5-6 sularında varsa 11-12’de çıkarak hayatımı devam ettiriyorum. GARAJISTANBUL’DAN BAŞKA SANAT KOOPERATİFİ VAR MI? Bu boyutta, sadece gösteri sanatları için kurulmuş başka bir kurum yok. Garajistanbul, sadece sahnesi olan ve farklı sanat dallarına hizmet eden bir mekan değil. Proje üreten, prodüksiyon yapan, eğitim veren aktif bir kuruluş. SON DÖNEMDE TURNELERE AĞIRLIK VERDINIZ SANIRIM. OYUNLAR NASIL GİDİYOR? “Muhabir” adlı oyunumuz Türkiye’de geniş bir turne yaptı. “Histanbul” ile Anadolu’da çok fazla dolaşamadık ancak yurt dışında güzel ilgi görüyor. Örneğin yakında Portekiz’de de oyun sahneleyeceğiz. “Muhabir” şu anda İstanbul programında yok. Sadece turne yapmak için fırsatı oluyor. “HISTANBUL”DA BIR OYUNCU DEĞİŞİKLİĞİ OLDU? SİBEL TÜZÜN NASIL OYUNA DAHİL OLDU? Daha önce Roza Erdem’in oynadığı “İstanbul” karakterini bu yıldan itibaren Sibel Tüzün oynuyor. Sibel Tüzün’ü oyuna dahil etmek oyunun yönetmeni Mustafa Avkıran’ın fikriydi. BİR OYUNCU OLARAK SAHNEDE, SİNEMADA, TV EKRANLARINDA BELLİ BİR BAŞARIYI SAĞLADINIZ. BİR SANAT ORGANİZASYONUNDA DA ÖNCÜLÜK EDİYORSUNUZ. BUNDAN SONRAKİ KARİYER ADIMINIZ NE OLMALI? PROJELERİNİZ NELER? Oyuna devam… Bugüne kadar oyunculukla hayatımı geçirdim,


viewbox 21


bundan sonrada bu işi yaparak hayatıma devam etmek istiyorum. Kimi zaman oyunlar, sinema filmleri tasarlayarak, kimi zaman Garajistanbul gibi mecralar yaratarak, kimi zaman da çeşitli projeler içerisinde oyuncu olarak mesleğime sürdüreceğim. Sağlığım ve ömrüm el verdiği sürece bu böyle devam edecek. BİR ÇOK SANATÇININ KARİYERİNDE DORUK NOKTASI OLARAK GÖRDÜĞÜ BİR YERLER YA DA İŞLER VARDIR. SİZİN BÖYLE HEDEF YA DA HAYALLERİNİZ VAR MI? Bu anlamda çok net bir hayalim, hedefim yok. Bu işte varlık göstermeye, sorgulamaya, bu dünyaya bir şeyler katma gayreti içinde olmaya devam etmek istiyorum.

röphaber

TÜRK SİNEMASI BİLDİĞİNİZ GİBİ ÇOK REVAÇTA. YAKIN ZAMANDA VAR MI PROJELER? Netleşmiş bir proje olmamasına karşın görüşmelerini sürdürdüğümüz, projesi olgunlaşma aşamasında olan birkaç film projesi var. Bu yaz sanırım birkaç sinema filmi projesinde yer alacağım. Tabi kesin konuşmak için erken. Çünkü sinema filmi zannedildiği kadar kolay bir iş değil. Ben hayatımda gerçekleşmeyen birçok projeye çalıştım. EVLİLİK NASIL GİDİYOR? HAYATINIZDA ÇOKDEĞİŞİKLİK VAR MI? Evlilik çok güzel gidiyor. Çok eğleniyoruz. Hayatını sevdiğin insanla paylaşmak güzel bir his.


AMERİKAYLA İLGİLİ BİR TURNE VB. PROJE VAR MI? Amerika çok gitmek istediğimiz bir yer ancak Amerika coğrafi olarak uzak kalıyor. Bu sebeple turne maliyetleri daha fazla oluyor. Bu maliyetleri karşılayacak sponsor bulmak da aynı oranda zor oluyor. Biz ancak davet edildiğimiz yerlere gidebiliyoruz. Onun dışında açıkçası kendi başımıza turnelere çıkacak bütçelerimiz yok. GARAJISTANBUL’UN SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİ DE VAR DEĞİL Mİ? Evet var. Örneğin Garajistanbul’un organize ettiği “Namus Oyunları Festivali”nde, toplumsal statüsünü elde etmekte zorlanan kadınları ücretsiz

olarak evlerinden alarak oyun izletip, tekrar evlerine bıraktık. TOPLUM DUYARLILIK DENİNCE İLK ÖNCE AKLA GELEN SANATÇILARDAN BİRİSİNİZ. EYLEMLERDE, PROTESTOLARDA SİZİ SIK SIK GÖREBİLİYORUZ. BU BİR POLİTİK DURUŞ MU YOKSA SANATÇI DUYARLILIĞI MI? Ben tepki duyduğum ya da tepki duyulması gerektiğini düşündüğüm durumlarda ya sokakta oluyorum ya da bir yerlerde sesimi duyurmaya çalışıyorum. Ben her zaman karşı olduğum şeyleri net bir şekilde söylüyorum. Bunu politik görüşe, politik duruşa bağlamak yanlış olur. Küresel kapitalizme, savaşa, temelde

viewbox 23


de ataerkilliğe karşıyım. Tüm bunlar ataerkil düzenin ürettiği problemler. SİZE DİREK TEPKİLER GELİYOR MU? TEHDİTLER ALIYOR MUSUNUZ? Bir şey yaptığınız zaman onun sorumluluğunu da otomatikman almış oluyorsunuz. Tabi ki tepkiler geliyor. Hatta bunların bazıları saldırı içeren tepkiler olabiliyor. Bunlar olası şeyler, olmaması gerekir ama normal karşılamak durumundayım. BU DURUŞUNUZ PROFESYONEL HAYATINIZI OLUMSUZ ETKİLİYOR MU? O konuda çok emin değilim ama olumsuz etkilediğini zannetmiyorum. Bana bir teklif gelecekti de bu yüzden gelmedi diyebileceğim bir gelişme olmadı, hiç tanık olmadım. Ama benim duymadığım örnekler yaşanmış olabilir. TÜRKİYE’Yİ NASIL GÖRÜYORSUNUZ? UMUDUNUZ VAR MI? Ben galiba Türkiye ile ilgili konsantrasyon noktamı buldum. Türkiye 1980 darbesi ile hesaplaşamadıkça aynı sıkıntıları yaşamaya, aynı şeyleri konuşmaya devam edecektir. Ama bu hesaplaşma sadece hukuki yargılama boyutunda değil, toplumsal sorgulama ve uzlaşı noktaları arama gibi boyutlarda da olmalı. Bugün gündemde olan her şeyin 80 darbesiyle alakası var. Tekel işçilerinin eyleminden, Kürt meselesine kadar her şey… Bu bir kişisel hesaplaşma olmamalı. Çünkü Türkiye’nin o

röphaber

anlamda hesaplaşması gereken çok sorunu var. Sokağa çıkıp insanlara “neyle hesaplaşalım?” diye sorsanız; biri 60 darbesiyle, biri 80 darbesiyle, biri 1955 olaylarıyla, biri Sivas Katliamı’yla, diğeri 1915 olaylarıyla diyecektir. Bu kadar yorucu bir ülke tarihi olur mu? “Hadi bunların hepsini unutalım, beyaz bir sayfa açalım” demek çok büyük bir yalan. Kim neyi nasıl unutacak? Bir şeyi bilmekle onun farkına varmak arasına çok fark var. Ben 1980 darbesini biliyordum fakat bize ne kadar zarar verdiğinin, bizi ne kadar olumsuz etkilediğinin gün geçtikçe daha çok farkına varıyorum. Anadolu’nun bir çok köşesine gittik. Gittiğimiz her yerde insanlar, “burası 50’lerde şöyleydi, burası 60’larda böyleydi” diye anlatıp durdular. Bir ülkenin ayarı ile bu kadar oynarsanız, topluma da bunları söyleyecek travmalar yaşatırsınız.


viewbox 25


köşehaber

py

Uğurlu sayım 1 kara kediyi pek severim... 13, kara kedi, merdiven altı, ayna kırılması… Uğurlu sayılar, uğurlu renkler, iyi şans, kötü şans… Kiminin şansı kiminin şansızlığı…


13,

viewbox 27


köşehaber Uğurlu sayım 13, kara kedileri pek severim, merdiven altından defalarca geçtim… Pek çok kişinin kötü şans dediği benim için iyi şans oldu. Zaten birinin şansızlığı diğerinin şansı değil midir? Uğurlu sayılar, uğurlu renkler, uğurlu taşlar… Neredeyse herkesin içten içe, az ya da çok inandığı konu şans… Kimi kendini çok şanslı sayar, kimine şans uğramamıştır bile. Biraz da bu yazının yazılmasına sebep olan şu günlerde şans mıdır bilinmez ama buralarda iyi bir şeyler olduğu kesin. Hatta kafama kuş bile pisledi. Peki bu durumda ne yapıyoruz? 3 kere tahtaya vurup, bir taraflarımızı kaşıyoruz (Nazar etmeyin nolur, çalışın sizin de olur) Şans, uğur, batıl inanç… Hayatımızda bir şekilde yer bulan bu kelimelerin tarihi ilk insana kadar uzanıyor. Yüzyıllardır süre gelen inanışlara, şans getiren, uğursuz olan nesnelere, davranışlara dair bir yolculuk yapacağız. Bu koca ormanda bir gece gezmesine varsanız, atlayın süpürgeme! Rastlantı, korku, çaresizlikten ortaya çıkan ilk söylendiği yerde ve zamanda mantıksal bir sebebi olabilen, ancak genellenince mantık dışı inanışlara batıl inanç adı veriliyor. İşte mantık dışı olmasına bilmemize rağmen inanmaya devam ettiğimiz ve bazılarımızın hayatını önemli ölçüde etkileyen inanışlardan bazıları ve hikayeleri… 13 UĞURSUZLUĞU En çok bilinen ve en çok inanılanlarından biri. Neredeyse herkesin uğursuz sayısı. Milyonlarca kişinin işlerini aksatmasına sebep olan, gündelik hayat üzerinde büyük etkisi olan bir inanış. İsa’nın son yemeğinde 13 kişi oluşu sayının uğursuzluğu ile ilgili sebeplerden biri. İskandinav mitolojisine göre bir ziyafete 12 tanrı davet edilmiş ancak kötü Tanrı Loki davet edilmemesine rağmen gelince 13 kişi olmuş. Loki, Kış Tanrısı Hod’u Balder’e saldırması için kışkırtıp sonucunda da Balder’in ölümüne sebep olmuştur. Ayrıca Numeroloji’ye göre 12 sayısı bütünlüğü

Şans, uğur, batıl inanç… Hayatımızda bir şekilde yer bulan bu kelimelerin tarihi ilk insana kadar uzanıyor. Yüzyıllardır süre gelen inanışlara, şans getiren, uğursuz olan nesnelere, davranışlara dair bir yolculuk yapacağız.


viewbox 29


köşehaber


viewbox 31

simgelemektedir: 12 ay, 12 burç, İsa’nın 12 havarisi… 13 ise bu bütünlüğü bozan olarak görülüyor. Cuma günü ise İsa’nın çarmıha gerildiği ve Adem ile Havva’nın yasak meyveyi yediği gün olduğundan uğursuz sayılıyor. Ayrıca İskandinav Mitolojisi’ne göre Cuma adını aşk ve doğurganlık tanrıçası Frigga’dan alıyor. Ancak Frigga, İskandinav ve Germanik kabileleri Hristiyanlığa geçtiğinde cadı ilan edilip, bir dağın tepesine gönderilmiş. Her cuma günü Frigga’nın 11 başka cadı ve şeytanla (toplam 13) bir araya gelip bir sonraki haftanın kaderini belirlediğine inanılıyor. İşte bu iki uğursuz bir araya gelince 13. Cuma, pek çokları için korkunç bir gün haline geliyor. 13. Cuma’da yaşanan olumsuz olaylar da bu inanışın pekişmesinde etkili oluyor. Öyle ki milyonlarca insan, bu gün de olağan işlerini yapamaz hale geliyor. Benimse uğurlu sayım gerçekten 13. 13 numaralı dairede oturuyorum, uğurlu sayısı 13 olan biri hayatımı değiştirdi. Ayın 13’ünde pek çok güzel olay yaşadım. Liste uzar gider. AYNA MI KIRDIN? 7 SENE LANETLENDİN Ayna ya da benzeri parlak yüzeylerdeki yansımanın o insanın ruhunun bir yansıması olduğuna inanılıyordu. Eğer ayna kırılacak olursa ruhun bir parçasının vücudu terk ettiğine inanılıyordu. Romalılar döneminde ise hayatın her 7 senede bir kendini yenilediğine olan inanış sebebiyle uğursuzluğun süresi 7 yıl oldu. Günümüzde hala ayna kıranın 7 sene uğursuzluktan kurtulamayacağı, 7 sene evlenemeyeceği düşünülmektedir. Aynayla ilgili bir başka batıl inanç ise gece aynaya bakılırsa, bakan kişinin ömrünün kısalacağıdır. Hiç kırmadım bilemiyorum. Ama şu kadarını söyleyebilirim, kırıkları dikkatli toplamazsanız elinizeayağınıza batabilir, tabi bu da kötü şans olarak görülebilir. KARA KEDİ GEÇTİ, GÜNÜM KÖTÜ GEÇECEK Kutsal olan kediler nasıl kötü şans getirir oldu? Eski Mısır’da kediler kutsal sayılıyordu. Öyle ki bir kedinin ölümüne neden olursanız bu sizin de öldürülmeniz anlamına geliyordu. Ancak Ortaçağ’da durum değişti. Büyücülük ve satanizmle ilişkilendirilmesi sebebi ile kediler dışlandı. Ruhunu şeytana satmış bir kişinin ruhunun kara kediye geçtiği ve kedinin kötülük yapmaya başladığı inancı, günümüze kadar geldi. Hala sokakta kara kedi görünce o gün işlerimizin ters


köşehaber gideceğini düşünüyoruz. Kara kedi… Çok asil gözüküyor bence. Hep istedim bir tane ama olmadı, artık olmaz da sanırım. Ama gördüğüm yerde severim onu biliyorum. MERDİVEN ALTINDAN GEÇMEYİN! Merdiven altından geçmek kötü şans getirir derler. Bu inanış, Hristiyan inancındaki kutsal üçleme dayanmaktadır. Merdiven dayalı olduğu duvar ile bir üçgen oluşturur ve siz altından geçerseniz üçgenin yani kutsal alanın içine girmiş olursunuz, oraya meydan okumuş sayılırsınız. Bir inanışa göre de merdiven, tanrıların katına çıkmak için kullanılan bir semboldü. Geçmişliğim var. Başıma bir şey gelmedi; ama tabi dikkat etmek gerek. Ne kadar sağlam bilemezsiniz ne de olsa. ÇOK YAŞA, İYİ YAŞA… Hapşıran bir kişiye hemen çok yaşa ya da iyi yaşa deriz. Peki niye? Bir inanışa göre hapşırma sırasında ruh geçici olarak bedenden ayrılır. Çok yaşa ya da iyi yaşa gibi sözlerin ruhun bedene tekrar geri dönmesine yardımcı olduğuna inanılır. O zaman iyi yaşayın! Hapşırmak sizce de çok rahatlatıcı değil mi? Hele ki alerjiniz varsa… Benim tercihim “İyi yaşa”! DİĞER BATIL İNANÇLARDAN BAZILARI: Kapı eşiğinde oturulmaz, bekar kalırsın. Ayakkabı çıkarıldığında ters dönerse, ayakkabı sahibinin yakın zamanda öleceği düşünülür. Bir evin başında baykuş öterse ya ölüm ya da yıkım olur. Tencerede su boşu boşuna kaynarsa düşmanlar çoğalır. Aman diyeyim! Ateşin çıkardığı ses ateşi yakan hakkında dedikodu yapıldığını gösterir. Hamile kadın bir yiyecek çalarsa, ilk kaşıdığı


viewbox 33

yerde bebeğinde leke, ben vb. olur. Hamile kadın aş erdiğinde neye bakarsa bebek ona benzer. Evde şemsiye açılmaz! Uğursuzluk getirir. (Şemsiye konusuna evden çok sokakta takmış durumdayım, diğer ülkeleri bilmem ama Türkiye’de ya şemsiye yasaklansın ya da ehliyeti olsun. Aksi takdirde şemsiyeyle göz çıkarma haberlerinin gazetelerde yer alması an meselesi. Lütfen biraz dikkat!) Tek yanaktan öpülürsen, dul kalırsın. (En sevdiğim. Tek yanaktan öptürmem, diğerini de öp!) Ellerini bağlama, kısmetin kapanır. Bir kişinin üzerinde dikiş dikilirse de kısmeti bağlanır. Bir şeyi kırk kere söylersen olur! Kulağınız yanıyorsa biri sizi anıyordur, çınlıyorsa dedikodunuz yapılıyordur. Sağ eliniz kaşınıyorsa sağlığınıza, sol eliniz kaşınıyorsa paraya yorulur. Gece tırnak kesilmez. … Hep olumsuz hep uğursuz şeylerden bahsettim. Bunlar da uğur getirdiğine inanılanlar: At nalı Tavşanayağı Nazar boncuğu Dört yapraklı yonca Fil objeleri Yeni yılın ilk günü evin kapısında nar kırmak Yeni yılda kırmızı iç çamaşırı giymek Üstünüze kuş pislemesi Pirinç … Batıl inançların daha çok kadınları etkilediğini düşünmeyin. Ne de olsa futbol maçlarında oturduğu yere, kıyafetine göre takımının kazanacağını/ kaybedeceğini düşünen, totem yapan erkek izleyici sayısı ve futbolcu sayısı azımsanamayacak kadar çok. Herkese Bol Şans!


Ĺ&#x;ehirhaber

mert turkoglu

I


viewbox 35

Istanbul İstanbul ki, tarih boyunca çeşitli imparatorluklara başkentlik yapan, Türkiye’nin ve Avrupa’nın en kalabalık şehri… O ki, Romalılar ve Bizanslılar’a göre Konstantinopolis, Osmanlılar’a göre Stambul, İslambol, Konstantiniyye, Dersaadet… 1930’dan beri de resmi olarak İstanbul kimbilir nelere şahitlik yaptı


şehirhaber Dünyanın en eski şehirlerinden olan İstanbul, tarihi boyunca önemli imparatorluklara başkentlik yaptı. 330-395 yılları arasında Roma İmparatorluğu, 395-1204 ile 1261-1453 yılları arasında Bizans İmparatorluğu, 1204-1261 arasında Latin İmparatorluğu ve son olarak 1454-1922 yılları arasında da Osmanlı İmparatorluğu. İstanbul’un tarihi, coğrafi durumu ile çok yakından ilgili aslında. Şehirde tarih öncesi çağlara ait bir takım yerleşim bölgeleri olduğu tespit edildi. Her ne kadar 300 bin yıldan bu yana dünya üç kez Buzul Çağı geçirip, toprak kütlesi yer

değiştirse de; Küçükçekmece’deki Yarımburgaz mağarasında Neolitik ve Kaltolitik insanlara değin izler bulundu. Dudullu’da Alt Paleolitik Çağ, Ağaçlı’da Orta Paleolitik Çağ ve Üst Paleolitik Çağ’da kullanılan aletlere rastlandı. 1942-1952 yılları arasında Kadıköy çevresindeki Fikir Tepesi’nde yapılan kazılarda M.Ö. 5000 yılına ait yazıtlarının bulunması ile kalkolitik çağda da başkent olduğu tespit edildi. Bugünkü Haliç’in güneyinde kalan parçanın


viewbox 37

ilk sakinleri Traklar’dı. Fenikeliler ise Kadıköy’de yerleşmişlerdi. Bilindiği gibi Traklar Hint-Avrupa, Fenikeliler ise Sami ırklarındandır. Yunanlılara göre; Yunanistan’ın Megara şehrindeki Bizans’ın yönetimindeki bir Yunanlınlar kafilesi M.Ö. 658’de bugünkü Sarayburnu’na gelip yerleştiler. Bundan sonraki yüzyıllarda şehir yavaş yavaş ikinci derecede bir liman ve ticaret şehri olmaya yüz tuttu. İmparator Konstantin, 325’te yeni ve büyük bir şehir yapımına girişti. 330’da bu şehir kesin olarak Roma’nın

yerine dünya imparatorluğunun başkenti oldu. Daha Konstantin devrinde şehrin nüfusu 200.000’i geçti. 395’te imparatorluk ikiye ayrılınca İstanbul Doğu Roma İmparatorluğu’ nun başkenti oldu. Justinianus devrinde yani VI. Yüzyılda nüfusu milyonu aştı, dünyanın en büyük şehri haline geldi. VII. Yüzyılın sonundan başlayarak Bağdat nüfusu, büyüklüğü ve zenginliği bakımından İstanbul’u geride bıraktıysa da , şehir hiçbir zaman milyonu aşan nüfusunu kaybetmedi.


Ĺ&#x;ehirhaber


viewbox 39

İSTANBUL 7 TEPE Tepelerin isimleri artık her ne kadar kullanılmasa da üzerinde anlaşılan bir numaralama sistemi var. “Istanbulu iyi bilirim” diyenlere yedi tepenin nerede olduğunu sorun, “1. Çamlıca” diye başlarsa gerisini dinlemeyin, derler. Şehrin simgesi olmuş bu tepeler yine şehrin surlarla çevrili olan Konstantiniye (Constantinople) olarak bilinen en eski bölümünde. İstanbul’un “Tarihi Yarımada” olarak bilinen bölgesinde yer alır. Eski Roma yedi tepe üzerinde bulunduğu gibi, Yeni Roma olarak kurulan bu güzel şehir de öyle ün yapmış. Ayrıca tepelerin bulunduğu noktalarda Roma, Bizans ve özellikle de Osmanlı döneminin görkemli yapılarıyla süslenmiştir. TOPKAPI SARAYI TEPESİ (TOPKAPI SARAYI VE ÇEVRESİ): İstanbul’un ilk kurulduğu bölge olan ve eskiden Hipodrom ve Akropol’ün yer aldığı bugünkü Sultanahmet yakınındaki bölgedir. Sarayburnu’na hakim bu bölgede Topkapı Sarayı’nın dışında Sultanahmet Camii ve Ayasofya gibi görkemli yapılar bulunur. ÇEMBERLİTAŞ TEPESİ (ÇEMBERLİTAŞ VE ÇEVRESİ): Beyazıt’tan Sultanahmet’e uzanan Divanyolu Caddesi üzerindeki Çemberlitaş sütununun bulunduğu bölge ve yakın çevresidir. Bu bölgedeki en önemli Osmanlı dönemi yapısı ise Nurosmaniye Camii’dir. Bu bölgede Bizans İmparatorluğu döneminde Constantin Forumu yer alıyordu. BEYAZIT TEPESİ (SÜLEYMANİYE CAMİİ VE ÇEVRESİ): İstanbul Üniversitesi kampüsündeki Beyazıt Kulesi’nin (İtfaiye Kulesi) bulunduğu nokta ve çevresidir.


şehirhaber Burada tarihi üniversite binasının yanı sıra Beyazıt Camii yer alır. Ancak üçüncü tepenin asıl önemli yapısı, İstanbul’un en görkemli yapılarından olan Süleymaniye Camii’dir. FATİH TEPESİ (FATİH CAMİİ VE ÇEVRESİ): Fatih’in merkez noktasında yer alan Fatih Camii ve Külliyesi bu tepenin en önemli yapısıdır. YAVUZSELİM TEPESİ (YAVUZ SELİM VE ÇEVRESİ): Fatih’in, Haliç’e bakan tepelerinden olan bu böge, Yavuz Selim adıyla anılan semttir. Bölgenin önemli yapıları arasında Sultan Selim Camii vardır. Bu bölgede ayrıca, Fethiye Camii (Eski, Maria Pamakaristos Kilisesi) yer alır. Bizans döneminde ise Bonos Sarnıcı bulunuyordu. EDİRNEKAPI TEPESİ (EDİRNEKAPI VE ÇEVRESİ): İstanbul’un en yüksek tepesi olarak bilinir. Haliç’e hakim bu tepede de yine önemli yapılar bulunur. Mihrimah Sultan Camii, Bizans’ın Blakherna Sarayı’ndan kalan tek yapı olan Tekfur Sarayı ve Kariye Müzesi de bu bölgededir. KOCAMUSTAFAPAŞA TEPESİ (ALTIMERMER VE ÇEVRESİÇUKURBOSTAN): Aksaray ile Topkapı Surları arasında kalan bölgedir. Eski, Makios Sarnıcı’nın (Çukurbostan) yanı sıra bu bölgeye yakın yerde Arcadius Sütunu vardır. İSTANBUL’UN TARİHİ SEMTLERİNİN ADI NERDEN GELİR? İstanbul un tarihi semtlerinin adıda döneme ait olaylardan gelmektedir. Gelin birkaç tanesine göz atalım. Akaretler-Sultan Abdulaziz Taşlıkta Aziziye camiinin giderlerini karşılamak üzere bir vakıf kurmuştur. Bu vakfa


viewbox 41

gelir sağlamak için de gelir getiren anlamında Akaretler yaptırmayı planlamıştır. Bu planı bitirmek ise II.Abdulhamit’e nasip olmuştur. Bu yüzden semtede Akaretler denmiştir. Ayrılık Çeşmesi (Haydarpaşa’da)– Eskiden hac alayı bu çeşme çevresinde toplanır, oradan yola çıkardı. Hacca gidenler eşlerine, dostlarına orada veda ederek ayrılırlardı. Cihangir–Kanuni Sultan Süleyman pek sevdiği oğlu Cihangir için burada bir cami yaptırmıştı. Semt adını bu Cihangir Camisi’ nden almıştır. Kanlıca-Bu bölgeye Kanuni Sultan Süleyman tarafından Anadoludan Türkmen ve göcebe bazı türk kabileleri getirtilip yerleştirilmiştir. Göçebelerin buraya yerleşmeleri kağnılarla olduğu ve çok uzun bir süre içinde ancak yerleşebildikleri için halk arasında bu bölgeye Kağnıca, sonralarıda Kanlıca denmiştir. Balat-Rumca saray anlamına gelen palation sözcüğünden geldiği söylenir. Önceleri İstanbul’un kapılarından birine verilin bu ad, sonraları semtin adı olmuştur. TARİHİ MEKANLAR SURLAR İstanbul’un etrafını çeviren surlar tarihte 7. yy.dan başlayarak inşa edilmiş, yıkılmalar ve yeniden yapmalarla dört defa elden geçirilmiştir. Son yapımı M.S. 408′den sonradır. II. Theodosius (408-450) zamanında İstanbul surları, Sarayburnu’ndan Haliç kıyısı boyunca Ayvansaray’a burdanda ve Marmara kıyısı boyunca Yedikule’ye, Yedikule’den Topkapı’ya, Topkapı’dan Ayvansaray’a uzanıyordu. Surların toplam uzunluğu 22 km di. KIZ KULESİ Kız kulesi, hakkında çeşitli rivayetler


şehirhaber anlatılan, efsanelere konu olan, İstanbul Boğazı’nın Marmara Denizi’ne yakın kısmında, Salacak açıklarında yer alan küçük adacık üzerinde inşa edilmiş yapıdır. Üsküdar’ın sembolü haline gelen kule, Üsküdar’da Bizans devrinden kalan tek eserdir. M.Ö. 24 yıllarına kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahip olan kule, Karadeniz’in Marmara ile birleştiği yerde küçük bir ada üzerinde kurulmuştur. BÜYÜK MECİDİYE (ORTAKÖY)CAMİİ İstanbul Boğaziçi’nde Beşiktaş ilçesinin, Ortaköy semtinde sahilde bulunan Neo Barok tarzda bir camiidir. Cami, Sultan Abdülmecit tarafından Mimar Nigoğos Balyan’a 1853 yılında yaptırılmıştır. Oldukça zarif bir yapı olan cami Barok üslubundadır. Boğaziçi’nde eşsiz bir konuma yerleştirilmiştir. Bütün selatin camilerinde olduğu gibi harim ve hünkar bölümü olmak üzere iki kısımdan oluşur. Geniş ve yüksek pencereler Boğaz’ın değişken ışıklarını caminin içine taşıyacak biçimde düzenlenmiştir. HALİÇ (ALTIN BOYNUZ) Haliç’in kelime anlamı, nehir ağızındaki koy demektir. Doğal bir liman olan Haliç üzerinde Unkapanı, Galata ve Haliç Köprüleri yer alır. Bizans döneminde yerleşim bu alanda başlamış aynı zamanda da Bizans İmparatorluğunun denizcilik merkezi haline gelmiştir. Sahil boyunca uzanan duvarlar,şehri bir deniz filosu atağından korumak için inşa edilmiştir. İstanbul un fethinden sonar Yunanlılar, Yunan Ortadoks Klisesi, Gürcüler, Yahudiler, İtalyan tüccarları ve diğer gayri müslimler Haliç boyunca fener ve Balat bölgesinde yaşamaya başladılar. Bu gün Altın Boynuz her iki yakada yer alır. Sahil boylarınca parklar uzanır. Güzelliği ve tarihi yapısından dolayı turistlerin oldukça ilgisini çekmektedir. BEYLERBEYİ SARAYI 1861-1865 yıllarında, İstanbul’un Beylerbeyi semtinde eski ahşap bir sahil sarayının yerinde Sultan Abdülaziz tarafından Sarkis Balyan’a yaptırılmıştır. İnşaası 4 yıl süren yapı için 5 bin kişi çalışmış, cephe ve iç dekorasyonda Doğu ve Türk motifleri, Batı süs öğeleri ile birlikte kullanılmıştır. Denize düşkünlüğüyle bilinen Sultan Abdülaziz ayrıca tavanları bol miktarda deniz ve gemi tabloları ile döşetmiştir.


viewbox 43

YILDIZ SARAYI Yıldız Sarayı ilk kez Sultan III. Selim’in 1789-1807 yılları arasında annesi Mihrişah Sultan için yaptırılmış, özellikle Osmanlı padişahı II. Abdülhamit zamanında Osmanlı Devletinin ana sarayı olarak kullanılmış, günümüzde Beşiktaş İlçesi’nde yer alan bir saraydır. Dolmabahçe Sarayı gibi tek bir bina halinde değil, Marmara denizi sahilinden başlayarak kuzeybatıya doğru yükselip sırt çizgisine kadar tüm yamacı kaplayan bir bahçe ve koruluk içine yerleşmiş saraylar, köşkler, yönetim, koruma, servis yapıları ve parklar bütünüdür. DOLMABAHÇE SARAYI Avrupa sanatı üsluplarının karışımı olarak 1843-1856 yılları arasında Sultan Abdülmecit in mimarı Karabet Balyan ın eseri olan sarayın yapımında, denizden yer alınıp doldurulmasıyla ortaya çıkan alana yapıldığı için dolmabahçe adını almıştır. Dolmabahçe Sarayı mevcut hiçbir sarayda bulunmayan bir zenginlik ve ihtişama sahiptir. Duvar ve tavanlar devrin Avrupalı sanatkarlarının resimleri ve tonlarca ağırlığında altın süslemeleri ile dekore edilmiştir. Önemli oda ve salonlarda her şey aynı renk tonuna sahiptir. Osmanlı Sultanlarının her devirde bir çok sarayı bulunurdu ancak Dolmabahçe Sarayı tamamlandıktandan sonar Topkapı Sarayı terkedilmiştir.


şehirhaber Cumhuriyet döneminde, Atatürk’ün İstanbul ziyaretlerinde Dolmabahçe Sarayını kullanmış 1938 yılında da hayata burada gözlerini yummuştur. ÇIRAĞAN SARAYI Haliç ve Boğaziçi’nin en güzel yerleri sultanlar ve önemli kişilere saray ve köşkleri için tahsis edilmiştir. Zaman içinde bir çoğu yok olan bu tarihi mekanlardan biri de 1910 yılında yanan Çırağan Sarayı’dır. Önceki bir ahşap sarayın yerinde 1871 yılında Sultan Abdülaziz tarafından Saray Mimarı Serkis Balyan’a yaptırılmış olan saray dört yılda 4 milyon altına mal olan yapının ara bölme ve tavanı ahşap, duvarlarda mermer kaplıydı. Taş işçiliğinin üstün örneklerini sütunları zengin döşenmiş mekanlar tamamlardı. Odalar nadide halılar, mobilyalar altın yaldızlar ve sedef kalem işleri ile süslüydü. Boğaziçi’nin diğer sarayları gibi Çırağan da birçok önemli toplantıya mekan olmuştur. Renkli mermerle süslenmiş cepheleri, abidevi kapıları ve arka sırtlardaki Yıldız Sarayına bir köprü ile bağlanmıştı. Cadde tarafı yüksek duvarlar ile çevriliydi. Yıllar boyu harabe halinde duran kalıntı büyük tamirler sonunda yeniden ihya olmuş, yanına ilave edilen eklentiler ile beş yıldızlı, güzel bir sahil oteline dönüştürülmüştür. Günümüzde birçok sosyal aktiviteye ev sahipliği yapmaktadır. TOPKAPI SARAYI İstanbul un ilk kuruluş yeri olan Akropol tepesinde yer alan saray dünyada günümüze gelebilmiş sarayların en eskisi ve genişidir. Haliç, Boğaziçi ve Marmara denizini gören saray tarihi İstanbul yarımadasının en uç noktasında yer alır. 5 km yi bulan surlarla çevrili alan 700 bin

m2 alana yayılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun 600 yıllık tarihinin 400 yılı boyunca, devletin idare merkezi olarak kullanılan ve Osmanlı Padişahları’nın yaşadığı saray, günümüzde büyük turist kitlelerini kendine çekmektedir. 1985 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne giren İstanbul Taraihi Yarımadası içerisindeki tarihi eserlerin en başında gelmektedir. AYASOFYA Bizans İmparatoru I. Jüstinyen tarafından M.S. 532-537 yılları arasında İstanbul’un tarihi yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedrali olup, 1453 yılında İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesiyle Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüştür ve günümüzde müze olarak hizmet vermektedir. Ayasofya, mimari bakımdan, bazilika planı ile merkezî planı birleştiren, kubbeli bazilika tipinde bir yapı olup, kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak ele alınır. 1453’de kilise camiye dönüştürüldükten sonra Osmanlı sultanı Fatih Sultan Mehmet’in gösterdiği büyük hoşgorüyle mozayiklerinden insan figürleri içerenler tahrip edilmemiş (içermeyenler ise olduğu gibi bırakılmıştır), yalnızca ince bir sıvayla kaplanmış ve yüzyıllarca sıva altında kalan mozayikler bu sayede doğal ve yapay tahribattan kurtulabilmiştir. Cami müzeye dönüştürülürken sıvaların bir kısmı çıkarılmış ve mozayikler yine gün ışığına çıkarılmıştır. Günümüzde görülen Ayasofya binası aslında aynı yere üçüncü kez inşa edilen kilise olduğundan Üçüncü Ayasofya olarak


viewbox 45

da bilinir. İlk iki kilise isyanlar sırasında yıkılmamıştır. Döneminin en geniş kubbesi olan Ayasofya’nın merkezî kubbesi, Bizans döneminde birçok kez çökmüş, Mimar Sinan’ın binaya istinat duvarlarını eklemesinden itibaren hiç çökmemiştir. SULTANAHMET CAMİİ I. Ahmet tarafından 1609-1616 yılları arasında Mimar Sedefkar Mehmet Ağa ya yaptırılan cami mavi, yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği için ve yarım kubbeleri ve büyük kubbesinin içi de gene mavi ağırlıklı kalem işleri ile süslendiği için Avrupalılarca “Mavi Cami (Blue Mosque)” olarak adlandırılır. Ayasofya’nın 1934 yılında camiden müzeye dönüştürülmesiyle, İstanbul’un ana camii konumuna ulaşmıştır.Sultan Ahmet Camii külliyesiyle birlikte, İstanbul’daki en büyük yapı komplekslerinden biridir. Bu külliye bir cami, medreseler, hünkar kasrı, arasta, dükkânlar, hamam, çeşme, sebiller, türbe, darüşşifa, sıbyan mektebi, imarethane ve kiralık odalardan oluşmaktadır. Bu yapıların bir kısmı günümüze ne yazık ki ulaşamamıştır. SULTANAHMET MEYDANI
 İstanbul’un en önemli meydanlarından biri olarak bilinen Sultan Ahmet meydanı Bizans devrinde Hipodrom olarak bilinirdi. “Hipodrom” Yunanca “hippos” (at) ve “dromos” (yol) sözcüklerinin bileşiminden oluşan ve “atyolu” anlamına gelen bir kelimedir. Günümüzde çok az kalıntıları bulunan Bizans devri önemli yapıları ve abideleri Hipodrom çevresinde inşa edilmişti. “Büyük Saray” diye bilinen İmparatorluk Sarayı Hipodromun yanından başlar ve deniz kenarına kadar uzanırdı. Saraydan bugüne sadece büyük salonun yer mozaik panosu gelebilmiştir. Osmanlı zamanında da Yeniçeri isyanları bu bölgede olur, kırk gün kırk gece süren şehzade sünnet düğünleri, şenlikler burada yapılırdı. İstanbul’da Halide Edip’in işgale karşı konuşma yaptığı 1920 Sultanahmet mitingi de burada yapılmıştır. Meydanın orta yerinde Kayzer Wilhelm’in ziyaret hatırası olarak yapılmış olan Alman Çeşmesi bulunmaktadır. BEYAZIT MEYDANI İstanbul’un Eminönü ilçesinde bulunan tarihi bir meydandır. İstanbul Üniversitesi ve Tarihi Kapalı Çarşı’ya ev sahipliği yapmakta olan meydan Beyazıt Camiini de içinde bulundurur.


konserhaber

Efsane müzisyen Bob Dylan’ın konser biletleri satışa sunuldu! Modern zamanların en büyük müzisyenlerinden Bob Dylan, Garanti Bankası’nın ana sponsorluğu ve Pozitif’in organizasyonuyla, 21 yıl aradan sonra tekrar İstanbullularla buluşuyor. Bob Dylan, Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda 31 Mayıs 2010 Pazartesi günü gerçekleştirilecek konserde, klasikleri ve yeni albümünden parçalarla, müzikseverlere unutulmaz bir gece yaşatacak. Radyo Eksen’in medya sponsorluğunda yapılacak konserin biletleri, Biletix’te, Babylon gişesinde ve Garanti paramatiklerde satışa sunuluyor.


viewbox 47


konserhaber

“Anita Wardell Quartet”, İstanbul Jazz Center’da... Ünlü caz vokal Anita Wardell ve grubu, Garanti Caz Yeşili konserleri kapsamında İstanbullularla buluşuyor. 1-3 Nisan 2010 tarihlerinde İstanbul Jazz Center’da gerçekleştirilecek konserlerde, Wardell’e, piyanoda Robin Aspland, basta Jeremy Brown, davulda ise Tristan Mailliot eşlik edecek. İngiltere doğumlu Anita Wardell, çocukluğunu geçirdiği Avustralya’daki Adelaide Üniversitesi’nde müzik okudu. 1990 yılında İngiltere’ye döndü ve Guildhall Scholl of Music and Drama’da eğitimine devam etti. İlk albümü “Why Do You Cry” 1995 yılında piyasaya sunuldu. 1998’de çıkardığı ikinci albümü “Straight Ahead”de, dünyaca ünlü piyanist Jason Rebello ile çalıştı. Jazzwise Magazine, 2001’de “Until the Stars Fade” adlı albümü piyasaya çıktığında, Anita Wardell’i “enerjik ve yaratıcı” olarak nitelerken, The Guardian sanatçıyı “Caz Şarkıcılığı Sanatının Örneği” ilan etti. 2004 yılında tenor saksofoncu Benn Clatworthy ile “If You Never Come To Me”yi kaydetti. “Noted” ve “Kinda Blue” isimli albümleri ise 2006’da anlaştığı Proper Records etiketiyle dinleyicilerle buluştu.


viewbox 49


Tüm Zamanların “En Özgür Ruhlu” Çantası Chanel 2.55 1983’de doğan Gabrielle Bonheur Chanel’in şık, elegant ve özgün çizgisini yaratışının anlatıldığı “Coco avant Chanel” filmini umarım izleme şansınız olmuştur.

modahaber

esra yarıcı


viewbox 51


Coco; fiyonkların, dantellerin ve organza kumaşların yoğun olarak kullanıldığı erkek tasarımcıların egemen olduğu dönemde modern kadını yaratırken, ileride moda endüstrisinin vazgeçilmezlerinden olacak Chanel markasını yarattığının da gayet farkındaydı. Bu sezon belki de filmin de etkisiyle size daha anlamlı gelen Chanel No. 5’i almış, gardrobunuzda tüvit ceket ve minimalizme yer vermiş olabilirsiniz. Zamana uymak yerine zamansız görünmekten hoşlananlardansanız, Chanel çizgisinin en gözde parçalarından olan çantalar ilham kaynağınız olacaktır. İleri görüşlü yaşam biçimiyle örtüşen kıyafetleri ve aksesuarları tasarlayan Chanel, kadınların ellerinin serbest olması gerektiği düşüncesiyle çift zincirli omuz askılı 2.55’i yaratmıştı. Coco Chanel, esinlendiği sadelik ve minimalizmi 2.55’in tasarımına yansıtarak elleri serbest bırakırken aslında kadınlara özgürlük verdi ve tasarımı; Fendi’nin Baguette, Hermes’in Birkin’i ve Gucci’nin Indy’si gibi artık tekti. Bugün Ashlee Simpson, Gwen Stefani, Paris Hilton ve daha pek çok ünlü Chanel çantalarından vazgeçemeyenler arasında. Chanel 2.55, tasarımı ve fonksiyonu açısından kesinlikle bir klasik ve bir o kadarda modern olduğunu, ilk kez üretildiği 1955 yılından bu yana 55 yıldır cazibesini yitirmeyerek bayanların omuzlarındaki yerini korumaya devam etmesiyle kanıtlıyor. İşte tam bu sebeple

modahaber


viewbox 53


2.55’in zamansız ve stil sembolü bir çanta olduğunu düşünüyorum. Zaman içinde 2.55’e; orjinal modeline sadık kalınarak deri, kumaş, zincir ya da metal saplı, çift kilitli tek kilitli gibi çok çeşitli tasarımlar yapıldı. Chanel 2.55, yaratılışın 50. yıldönümünü kutlamak amacıyla, çizgisinin markanın ruhuyla tamamıyla örtüştüğünü düşündüğüm Karl Lagerfeld tarafından 2005 yılında yeniden tasarlandı. Coco Chanel, hiç evlenmediğinden “Mademoiselle Lock” olarak anılan klasik “CC” şeklindeki kilit tokası yerine, dönebilen tokanın eklenmesiyle, Coco Chanel’in kendi el yapımının aynısı, yeniden üretildi. 2.55’in içinde Coco Chanel’in aşk mektuplarını saklamak için kullandığı düşünülen gizli bir cep de bulunuyordu. Yetimhanede büyüyen Coco Chanel’in çocukluğundaki siyah beyaz dünyasının tasarımlarına etkisi büyük olmuştur. 2.55’in zincirli tasarımında da yetimhanedeki bakıcıların anahtarlarını taşımakta kullandıkları boyunlarından sarkan çift zinciri baz almış ve ilave olarak zincirlerin arasından deri geçirmiştir. Chanel 2.55’ten ilham alınarak pek çok imitasyon ve benzer model üretiliyor. Stella McCartney, Chloe, Christian Louboutin ve Pucci markaları başta olmak üzere, bu sezon pek çok markanın mağazasında, zincir askılı benzer modelleri raflarda görebilirsiniz. Belki de Coco Chanel’in taklitleri için kulandığı “Taklit edilmediğim gün gözyaşı dökeceğim” sözlerinin tesiriyle farklı markaların bu modeli andıran çantalarını görmekten mutlu oluyorum. Coco Chanel, şıklığın sadelikten geçtiğini ifade etmiştir. Sizin de küçük siyah elbiseniz, inci kolyeniz ve omuz askılı çantanız ile yaratacağınız kombin hayalinizdeki zerafet için yeterli olacaktır.

modahaber


viewbox 55


sinehaber

selin bilgiç

Gecenin kazananı Navi’ler değil askerler oldu Kathryn Bigelow ve askerleri, 9 kurşunla Avatar’ı devirdi. Hollywood her yıl Oscar töreni ile gövde gösterisi yapar. Parıltılı elbiseler, ışıltılı takılar, kırmızı halıda boy gösterir. Oscar ödülleriyle de genellikle bu ihtişamı beyazperdeye yansıtan filmler ödüllendirilir. Ama son iki yılda enteresandır, sade yapımlar, sıradan hikayeler ön plana çıkarılıyor. Neden böyle bir yol izlendiğiyle ilgili, aslına bakarsanız, tam kararımı verebilmiş değilim. Ama geçtiğimiz yıl The Curious Case of Benjamin Buton’a karşı Slumdog Millionaire’nin; bu yıl da Avatar’a karşı The Hurt Locker’ın kazanması yeni bir dönemin habercisi. Akademi, yüzünü sade ve merkezinde sıradan insanlar olan filmlere dönüyor. GECEDEN AKILDA KALANLAR Bu yıl törenin Merly Streep’in ev sahipliğinde gerçekleştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. 17. adaylığın verdiği rahatlıkla, gururlu ama içten bir ifade ile tören boyunca kendisine yapılan iltifatları kabul etti. George Clooney’nin gergin ve biraz kasıntı duruşunun aksine Merly Streep sanki her gün yapılan bir etkinliğe geçerken uğramış gibiydi. Dile kolay 17… İlk olarak 82. Oscar töreninin kadın ve erkek adayları sahnede boy gösterdiler; ardından Neil Patrick Haris, namıdiğer Barney Stinson, şarkısıyla kulakların pasını sildi. Beklenen ikili Alec Baldwin ve Steve Martin, bir kürenin içinde indiler sahneye ve başladılar adaylara laf atmaya. Biraz uzun, biraz sıkıcı bu dakikaların akılda kalan tek güzel yanı;

George Clooney ile Alec Baldwin’in gergin bakışmalarıydı. İkisi de ayaküstü oyunculuk dersi verdi. Tören boyunca sürecek Avatar esprileri, Steve Martin ve Alec Baldvin’in James Cameron’a ceplerinden çıkardıkları 3G gözlüklerle bakmalarıyla başladı. Bir ara Avatar’daki ruhlar ağacının tohumları havada uçuştu, Steve Martin onları sprey sıkarak ortadan kaldırdı. Steve Martin ve Alec Baldwin’in Paranormal Activity filmindeki bir sahneyi canlandırdıkları video övgüye değerdi. Ama neresinden bakarsanız bakın, ne yazık ki bu iki eski toprak Hugh Jackman’ın altında ezildi. Geçen yıl, Hugh Jackman’ın sunuculuğunu yaptığı Oscar töreni hafızalardan kolay kolay silinmeyecek. Bu yıl törenin merkezinde Avatar vardı. Ben Stiller’ın Navi kılığında sahne alması ve en iyi makyaj ödülünü sunması; Steve Martin ve Alec Baldwin’in sık sık James Caremon’a takılması, Avatar’ı törene fazlasıyla dahil etti ama film geceden sadece 3 ödül ile ayrıldı. OSCAR’I BAŞTAN YARATMA ÇABASI Günümüzün trendi hız, Oscar’a da bulaşmıştı. Süre olarak baktığımızda bir fark yoktu ama kendi içinde törene farklı bir hava verilmeye çalışılmıştı. Sanki diğer yıllardan farklı olması istenmişti, hiç olmadığı kadar farklı kamera açılarıyla hareketlilik verilmeye çalışılmıştı. Ama bu törene enerjiden çok bitse de gitsek havası katmıştı. Özellikle Kathryn Bigelow en iyi yönetmen ödülünü almış, sahne arkasının


viewbox 57

yolunu tutmuşken, Tom Hanks en iyi film ödülünü vermek için mikrofon önüne geldi ve neredeyse direkt zarfı açtı; The Hurt Locker’ın birinciliğini açıkladı. Törenin kültü “and the Oscar goes to” lafı neredeyse hiç kullanılmadı, bunun yerine “and the winner is” tercih edildi. Bu yıl en iyi film kategorisinde aday sayısı 10’a çıkarıldı, iki sunucu ile eğlence dozu arttırılmaya çalışıldı, Akademi’nin 5 bin 830 üyesine oy hakkı tanındı, oylama sisteminde değişikliğe gidildi. Bunları da göz önüne alarak Oscar’ın her anlamda kabuk değiştirdiğini söyleyebiliriz. Savaş Kathryn Bigelow’u da uyuşturdu Kathryn Bigelow’un da en iyi yönetmen ödülünü alması tüm bu değişimin altına altılan bir imza gibiydi. Point Break, Strange Days, K-19 gibi filmleriyle erkek egemen macera filmlerini başarıyla kotaran Bigelow, ödül konuşmasında savaşın tek tarafını, üniformalıları, selamlaması inanılır gibi değildi. Savaşın acısını çeken sivillerle ilgili tek bir mesaj vermemesi ve sessiz kalması ödülünü gölgeledi. 9 ödüllü The Hurt Locker’ın yönetmeni Kathryn Bigelow, keşke ödül konuşmasında savaşı eleştirecek cesareti ve erdemi gösterebilseydi. 82. OSCAR ÖDÜLLERİNİ KAZANANLAR En İyi Film: The Hurt Locker / Ölümcül Tuzak, En İyi Yönetmen: Kathryn Bigelow (The Hurt Locker), En İyi Erkek Oyuncu: Jeff Bridges (Crazy Heart), En İyi Kadın Oyuncu: Sandra Bullock (The Blind Side), En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christoph Waltz (Inglourious Basterds), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Mo’Nique (Precious), En İyi Animasyon: Up (Pete Docter), En İyi Orijinal Senaryo: The Hurt Locker (Mark Boal), En İyi Uyarlama Senaryo: Precious (Geoffrey Flesher), En İyi

Yabancı Film: El Secreto de sus Ojos (Arjantin), En İyi Görüntü Yönetmeni: Avatar, En İyi Sanat Yönetmeni: Avatar, En İyi Kostüm: The Young Victoria, En İyi Belgesel (Uzun): The Cove (Louie Psihoyos, En İyi Belgesel (Kısa): Music by Prudence (Roger Ross Williams ve Elinor Burkett), En İyi Kısa Animasyon: Logorama (Nicolas Schmerkin) A Matter of Loaf and Death (Nick Park, En İyi Kısa Film: The New Tenants, En İyi Kurgu: The Hurt Locker, En İyi Makyaj: Star Trek, En İyi Müzik: Up, En İyi Şarkı: The Weary Kind-Ryan Bingham ve Bone Burnett (Crazy Heart), En İyi Ses: The Hurt Locker, En İyi Ses Kurgusu: The Hurt Locker, En İyi Görsel Efekt: Avatar


sinehaber

Çok film hareketler bunlar BKM Mutfak’ın senaryosunu kendi yazdığı ve oynadığı ilk film olan Çok Filim Hareketler Bunlar, ekibin kendine özgü konseptinin “sinemanın imkanları” ile buluştuğu ilk film olacak. Filmi, reklam dünyasının önde gelen yönetmenlerinden Ozan Açıktan yönetti. Türk sinemasında daha önce denenmemiş bir anlatım dilini kullanan BKM Mutfak ekibi 9 ayrı öyküyü tek filme sığdırdı. Film 26 Mart ta vizyona girdi.


viewbox 59


sinehaber Hıyarlı Baba ve Havuçlu Anne tatil maceralarında hem korkutuyor hem güldürüyor. Filmde, Murat Eken ve Şahin Irmak, pilotluk maceralarında tüm anneleri yadediyor, Zeynep Koçak “elalem ne der?” diye mahalleyi turlarken, BKM Mutfak oyuncuları konu komşu rollerinde herkese çok tanıdık geliyor. Metin, Hamdi ve Nazmi sivrisineklerin dramıyla ağlatmıyor, güldürüyor, Bisiklet ile ilgili tarihi gerçekler de bu filmle ortaya çıkıyor. Eser’in her daim şıklığını elden bırakmadığı ve smokinle arz-ı endam ettiği filmin 7 günde tamamlanan 300 Günübirlikçi bölümünde ise Buşra ve Murat zor anlar yaşasa da, BKM Mutfak Oyuncuları ve diğer 1000 oyuncunun ne kadar eğlendiğine tanıklık ediliyor. BKM MUTFAK EKIBI GERÇEK TATILIN PEŞINDE Yaz tatilinde sadece aşkın peşinde olanlar, tatile gidemeyip evde sivrisineklerle savaşanlar, sadece günübirlikçi olarak denizle buluşanlar, yazı mezuniyet balosu ile karşılamak için önce mahalleliyle uğraşanlar, yaz tatilinin en güzel hediyesi bisikletin değerini bilemeyenler, tatile uçakla gidenlerle tatili bitip okula dönerken hala ayakları yerden kesilenler, hepimizin, hepinizin yaz hikayeleri bu filmde!

Yönetmen: Ozan Açıktan Yapım: BKM Genel Sanat Yönetmeni: Yılmaz Erdoğan Senaryo: Eser Yenenler, Oğuzhan Koç, Zeynep Koçak, İbrahim Büyükak, Murat Eken, Metin Yıldız, Şahin Irmak, Büşra Pekin Yapımcı: Necati Akpınar Görüntü Yönetmeni: Ahmet Sesigürgil Oyuncu Kadrosu: BKM Mutfak Oyuncuları Müzik: Yıldıray Gürgen, Deniz Erdoğan, Ömer Ahunbay, Hakan Özer, Bülent Uludağ, Rahman Altın, Oğuzhan Koç


viewbox 61


köşehaber

adil asımgil

İnsanoğlunun günlük sıkıntıları stresleri ve üzüntüleri içinde, eski zamanlarda yeryüzünde mevcut olmuş barış ve mutluluklar ülkesi mükemmel bir uygarlık olduğunu hayal etmesi ona huzur vermektedir. Ortaçağ Avrupası’nın sakinleri görünmeyen ufukların ötesinde dünya üzerinde bir cennet bahçesi olduğuna inanıyorlardı. Bu duyguların bir tezahürü olarakta yüzyıllardır kaybolmuş ülkelere ve uygarlıklara ait efsaneler, hikayeler ağızdan ağıza anlatılmaktadır. Bu iddialardan en çok bilinenler Atlantis, Mu ve Lemurya’dır

Atla


viewbox 63

antis


Eflatun, Atlantis’i güçlü, zengin, zamana göre çok ileri seviyede fakat dejenere olmuş bir uygarlık olarak tanımlıyordu. Atlantis Uygarlığı, yaklaşık M.Ö. 9 bin yıllarında bütün Kuzey Afrika ve Güney Avrupa yı egemenliği altında tutan, Herakles Sütunları’nın batısında (Cebelitarık Boğazı) büyük bir kıtaydı İnsanoğlunun günlük sıkıntıları stresleri ve üzüntüleri içinde, eski zamanlarda yeryüzünde mevcut olmuş barış ve mutluluklar ülkesi mükemmel bir uygarlık olduğunu hayal etmesi ona huzur vermektedir. Ortaçağ Avrupası’nın sakinleri görünmeyen ufukların ötesinde dünya üzerinde bir cennet bahçesi olduğuna inanıyorlardı. Bu duyguların bir tezahürü olarakta yüzyıllardır kaybolmuş ülkelere ve uygarlıklara ait efsaneler, hikayeler ağızdan ağıza anlatılmaktadır. Bu iddialardan en çok bilinenler Atlantis, Mu ve Lemurya’dır. Yunanlı filozof Plato, bir diğer adıyla Eflatun M.Ö. 400’de kaleme aldığı yazıtlarında altın ve gümüş bakımından çok zengin, verimli, sulak toprakları bulunan, özellikle mühendislik ve mimari açıdan çok ileri bilgilere sahip mükemmel bir medeniyet olan Atlantis’ten bahsetmektedir. Eflatun’un yazıtlarına göre bu bilginin asıl kaynağı bilge devlet adamı Solon’du. Solon M.Ö. 600’de eski Yunan Uygarlığı’nın kültür elçisi olarak Mısır’ı ziyaret etmişti. O zamanlar bütün dünyanın kültür merkezi olan aşağı Mısır’ın başkenti Sais’te Rahip Sonchis binlerce yıllık tarihi kayıtları kendisine göstermişti. Atlantis’e ait bilgilerde işte oradaydı. Ancak Solon Atlantis hakkındaki bilgilerini yazmamış sözlü olarak ifade etmişti. Eflatun’un yazıtlarıda işte bu bilgilere dayanılarak yazılmıştı. Eflatun, Atlantis’i güçlü, zengin, zamana göre çok ileri seviyede fakat dejenere olmuş bir uygarlık olarak tanımlıyordu. Atlantis Uygarlığı,

köşehaber


viewbox 65


yaklaşık M.Ö. 9 bin yıllarında bütün Kuzey Afrika ve Güney Avrupa yı egemenliği altında tutan, Herakles Sütunları’nın batısında (Cebelitarık Boğazı) büyük bir kıtaydı. Atlantisliler Yunan Mitolojisi’ndeki Deniz Tanrısı Poseidon’un soyundandı. Poseidon ölümlü bir kadınla evlenmiş ve oğullarından birinin adı da Atlas’tı. Sonsuza dek gökyüzünü omzunda taşımaya mahkum edilen Atlas, Atlantis’e ismini veren ilahtı. (Aslında bu mitolojik bilgiler birçok kaynakta farklı anlatılmaktadır. Tanrılararası akrabalıklar Eflatun’un anlattığı gibi değildir) Eflatun’un kayıtlarında Atlantis hakkında bazı detaylardan da söz ediliyordu. Atlantis’te 10 ayrı krallık vardı. Ayrıca Atlantisliler kıtanın güneyinde güçlerinin simgesi olarak muhteşem bir şehir inşa etmişlerdi. Poseidon mabedinin bulunduğu merkez, su kanalıyla çevriliydi. Bu merkezin dışında da halka şeklinde sularla çevrili iki kara parçası daha vardı. Poseidon mabedinde denizde yunusların arasında iki tekerli savaş arabasını süren Poseidon’un altından bir heykeli bulunuyordu. Dış halkada oturan Atlantisliler ülkelerini korumaya hazırdı. İç su kanalı ise savaş gemileriyle doluydu. Atlantis Uygarlığı, binlerce yıl bolluk ve bereket içinde yaşadıktan sonra halk erdemlerini kaybetmiş ve benliklerini hırs kaplamıştı. Bu sebeple Atlantisliler komşularına savaş açtılar. Saldırıya uğrayanlar, o çağlarda ileri uygarlık seviyesine sahip Yunanlılar önderliğinde birleşerek buna karşı koydular. Atlantisliler’in bu haksız saldırılarına karşı Yunan Tanrısı Zeus diğer tanrıları toplayarak Atlantisliler’e ceza vermeyi kararlaştırdı. Bunun üzerine bir müddet sonra volkanik bir patlama sonucunda Atlantis Kıtası sular altında kalarak iz bırakmadan kayboldu. İşte Antik Yunan’dan günümüze kadar süren Atlantis Efsanesi kaynağı Eflatun’un bu kayıtlarıdır. Ancak bu bilgilerin doğruluğu Eflatun zamanında bile tartışma konusuydu. Örneğin Eflatun’un öğrencisi olan Aristo, Atlantis Medeniyeti’nin uydurma olduğuna inanıyordu. Ona göre hocası Eflatun, politik

köşehaber

Atlantisliler’in bu haksız sald Zeus diğer tanrıları toplayara kararlaştırdı. Bunun üzerine patlama sonucunda Atlantis K bırakmadan kayboldu.


dırılarına karşı Yunan Tanrısı ak Atlantisliler’e ceza vermeyi bir müddet sonra volkanik bir Kıtası sular altında kalarak iz

teorilerini güçlendirmek için böyle bir efsane ortaya atmıştı. İşte bu tartışma 2500 yıldır sürmekte ve birçok araştırmacıyı, yazarı, tarihçiyi, arkeoloğu, bilim adamını peşinden sürüklemektedir. Kimileri Eflatun’un Atlantis hakkında verdiği bilgilerin doğru olduğuna inanırken kimileri de sadece mitolojik bir efsane olduğunu düşünmektedir. Ortaçağ Avrupası’nda bilim adamları daha çok din ve kilise ile ilgilendiklerinden Atlantis konusu pek dikkate alınmamıştı. Ancak Rönesans ile yeniden Yunan uygarlığı bilgilerine müracaat eden Avrupalılar orada, Atlantis ile karşılaştılar. Amerika’nın keşfi ile bu yeni kıtanın Atlantis olduğunu iddia edenler oldu. Ayrıca Cebelitarık açıklarındaki Azor Adaları’nın, Kuzey Afrika’nın, İngiltere’nin ve Güney Avrupa’nın Atlantis’in uzantıları olduğunu söyleyenlerde oldu. Ancak zamanla jeoloji biliminin ilerlemesiyle kıtaların oluşumu az çok açıklığa kavuşunca 1841’de Fransız bilim adamı T. Henri Martin sözkonusu kıtaların oluşumunda başka bir büyük kıtanın kesinlikle etkisi olmadığını ve buralarda başka bir kıta bulunduğunu iddia etmenin tamamen ütopya olduğunu ifade etti. 41 yıl sonra 1882’de İgnatius Donnely’nin yazdığı “Atlantis Tufandan Önceki Dünya” isimli ve en çok satanlar listesine giren kitap Atlantis’e, uluslararası şöhret kazandırdı. Donnely; tarih, jeoloji, mitoloji kitaplarını ve bilimsel literatürü tarayarak bir sentez geliştirmiş ve kitabını hazırlamıştı. Ona göre Atlantis, Atlantik’ten Akdeniz’e girişte büyük bir ada idi. Ayrıca burası insanoğlunun kurduğu ilk medeniyetti. Atlantisliler kendi ülkelerinden ayrılarak Mısır ve Orta Amerika’daki piramitleri, İngiltere’deki Stonehenge’i, Hindistan’da ki tapınakları inşa eden uygarlıkları vücuda getirmişlerdi. Donnely, Atlantis’in varlığını botanikle de destekliyordu. Alman botanikçi Asya ve Amerika’da yetişen ortak bitki türlerinden özellikle muzun, ancak yabani türlerinin yıllar

viewbox 67


köşehaber


boyunca özel şekillerde yetiştirilmesi sonucunda elde edilebileceğini söylüyordu. Donnely’e göre mesaj açıktı: Muz önce Atlantis’te yetiştirilmiş ve kolonistler tarafından her iki kıtaya taşınmıştı. Yine paleontolojistlerin bulduğu Avrupa ve Amerika da ki aynı tarihöncesi hayvanların benzer yaşam şekillerinin, dünyanın çeşitli bölgelerindeki uygarlıkların efsaneleri arasındaki benzerliklerin tek bir sebebi olabilirdi, tek bir kaynak yani Atlantis…

ilgi çeken medyumların zaman zaman Atlantisliler’in ruhlarıyla konuşarak kıta hakkında bilgi vermeleriydi. Bu medyumların en ünlülerinden biri Amerikalı Edgar Cayce’dir. Trans halindeyken bir ruh aracılığıyla Atlantis hakkında bilgiler veriyordu. M.Ö. 10 bin yılında batmadan önce Atlantisliler X ışınlarını, televizyonu, yerçekimini kaldıran hava taşıtlarını bulmuşlardı. Ardından 1960’ta Cayce şaşırtıcı bir kehanette bulundu.

Lisanlar ve uygarlık sembollerinin benzerlikleriyle de teorisini destekliyordu. Maya alfabesi ve bütün Avrupa alfabelerinin kökeni olan Fenike alfabesi, Atlantis alfabesinden esinlenerek hazırlanmıştı. Yine Atlantis doğal bir afet sonucu okyanusa gömüldüğü zaman gemiler ve sallarla kaçabilen çok az kimse vardı. Bu olay birçok medeniyetin efsanelerinde Büyük Tufan olarak anlatılmaktaydı.

Atlantis Kıtası’nın batı kısmı Bahamalar’da küçük bir ada olan Bimini’den başlıyordu ve mabedin bir kısmı orada bulunabilirdi. Yapılan araştırmalarda ciddi olarak bir şey çıkmadı. Bu tarihten sonra dünya üzerinde çeşitli yerler, değişik teorilerle Atlantis olarak ortaya atıldı. Ancak bilimsel olarak herhangi bir şey kanıtlanamadı.

Zamanın bilim adamlarının kitaptaki bilgilerin yanlış ve eksik olduğuna dair tüm iddialarına rağmen “Atlantis The Antedeluvian World” adlı kitap yıllarca müthiş satış rakamlarına ulaştı. Aslında Donnely, tarihi bilgiler ve ve bilimsel bilgiler içinden teorilerine uyanları alıp, uymayanları göz ardı ederek ortaya sanki bilimsel imajı verdiği bir hikaye çıkarmıştı. Kitabın yüksek tirajlara ulaşmasının ana sebeplerinden biride 19. yüzyılda da büyük

Ancak ilgi çekici Atlantis hikayesi günümüzde hala çeşitli sebeplerle karşımıza çıkmakta ve ilgi odağı olmaya devam etmektedir. Belki birgün Mısır’da ki piramitlerden birinde yada mezarların içinde yada gizli bir abide de saklanmış olan Atlantis ile ilgili papirüslerdeki bilgiler yardımıyla sular altında sesizce yatan gizemli uygarlığa ulaşabilmek mümkün olacaktır. Eğer gerçekten varsa!

viewbox 69


yerinalt覺

alper nakri / etyopya


viewbox 71


yerinalt覺

alper nakri / m覺s覺r


viewbox 73


yerinalt覺

alper nakri / hollanda


viewbox 75


yerinalt覺

alper nakri / israil / bel癟ika


viewbox 77


yerinalt覺

alper nakri / san franc覺sco / west virgna


viewbox 79


yerinalt覺

alper nakri / roma


viewbox 81


yerinalt覺

alper nakri / turkiye, efes


viewbox 83


Mayıs Sayısında Görüşmek Üzere...


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.