ağustos 2009
Dünyanın içinde bulunduğu şu durumdan her bir birey sorumludur.
bardan kız kaçırma ve
Rijkaard geldi...
evdeki
5
seksi defans
kadınlar neden arıza yapar?
araba Vs. tekne
12 şapka
devrim yaratacak
Selin Altay ve Serkan Şenalp ile
GENÇ LINK hakkında
& sail away
hexedit Her sayıda kendini aşmayı hedefleyen dergi: Wingman! Öncelikle kısa sürede bizi benimseyip, destekleyen binlerce Wingman okuruna teşekkürü bir borç biliriz. Her sayıda bir öncekinden iyi olma prensibiyle çıktığımız yolda bizimle yürüdüğünüz için çok şanslıyız. İlk sayı bir dergi için ne kadar zor olsa da, sonraki sayıların da kendine has zorlukları var. Hem sizden gelen güzel tepkilerin ışığında çizgimizi korumak, hem de yapıcı eleştirilerinizi dikkate alarak ilk sayıdan çok daha iyisini yapmak zorundaydık. Size hak ettiğiniz güzellikte bir dergi sunabilmek için biz elimizden geleni ardımıza koymadık. Bu ay neler yok ki Wingman’de? Ağustos kadar sıcak konsept fotoğraflarımız, birbirinden keyifli köşe yazarlarımız bu ay da sizinle. Bu kadarla da kalmadık, şehirden kaçış yollarını sizin için irdeledik. Televizyonların en eğlenceli sohbet programlarından biri olan Gençlink’in yapımcıları, Selin Altay ve Serkan Şenalp’le keyifli bir söyleşi yaptık. ‘Hayalet Sevgililerim’den ve bu ay gidebileceğini filmlerden bahsettik. Sertab’ın single’ını inceledik, ağustos ayı müzik etkinliklerine göz attık. Bab-ı Esrar’ı okuduk, yeni çıkacak kitaplara değindik. Evde hatunla ne izlenir, ne izlenmez diye oturduk film izledik. Futboldan Curling’e kadar spor yorumladık. Dünyayı kirletenlerden ve krizlere sokanlardan bahsettik. Kelliğe çözüm aradık, işe yaramazsa diye şapkaları da anlattık. Yaşam koçu Serdar Lale’ye “nedir bu yaşam koçluğu?” diye sorduk. Yeni çıkan bir şeyler var mı diye araştırdık. Sırf size anlatabilelim diye, Burnout Paradise: The Ultimate Box oynadık. Kilyos sahillerini sizin için gezdik. Suyla neden şaka olmayacağını anlattık. Dergiye adrenalin kattık. Anlayacağınız izledik, okuduk, dinledik, oynadık, taktık takıştırdık, yedik içtik, gezdik tozduk da kendimize mi? Hayır! Her şey Wingman okurunun memnuniyeti için. Dopdolu bir dergi var önünüzde. Ağustos boyunca keyifle okumanız dileğiyle... Zeynep Bonçe Genelde Yayını Yöneten Kadın
08/09
2
Sahibi Helvetica Creative Multimedia Studios Genel Müdür Serkan Çağdaş
ağustos 2009 sayı 2
Genel Yayın Yönetmeni Zeynep Bonçe Görsel Yönetmen Murat Ertürk Genel Koordinatör Taha Sencer Akarca Yazılım Direktörü Serdar Akarca YAZI İŞLERİ Editör Rıfat Yazıcı Editör Cornelius Moda Editörü Aslı Okuş Erdoğan
Yazı ve fotoğrafların tüm hakları WINGMAN DERGİ’ye, yayınlanan ilanların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir. Bu dergi basın meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yayının Türü: Aylık/Süreli interaktif Yönetim Yeri: Fulya Bayırı No.23 D.1 Şişli/İstanbul Tel: 0212 212 88 27
Spor Editörü Deniz Kocaman Marka Müdürü Taha Sencer Akarca REKLAM SATIŞ ve PAZARLAMA reklam@wingmandergi.com
3
KATKIDA BULUNANLAR Erkin Kaya, Nisan Parmaksız, Murat Yalçınkaya, Burak Göksel, Gaye Eskici, Kayra Altınışık, Ahmet Topçu, Onur Çelikol, Zeynep Sakarya, Hasan Simavi, Dr. Wingman TEŞEKKÜRLER Serengil Fotoğraf Stüdyoları, Serdar Demirci-Flash Model, Tara Fleming, Aleks Mesropyan, Yiğit Erol, Hat Quarters, Ahmet Fırat-Seanergy Beach, Umut Kuzey, Schiller Chiemsee Cevahir
08/09
in-dex
ju
Kellik ve Fodulluk dosyası sayfa 51
ve Rijkaard geldi.. sayfa 52
with bojana sayfa 28
sail away
with ernesta sayfa 66
GençLink sayfa 20
Evde vücut geliştirme sayfa 74
Tüm detaylarıyla, yaş sayfa 64
Seanergy Beach, şehirden kaçın sayfa 102
Kadınlar sayfa 26
ust
ı
..
Sertab Erener, Bu Böyle ve kulağımıza kaçan müzik etkinlikleri... sayfa78
WeBlog sayfa 84
Wingman ile ilişkinin 2. safhası sayfa 48
k röportajı
Serkan Çağdaş’tan Global WarNing!!! sayfa 12
Nisan Parmaksız’dan barda kız tavlama cümleleri sayfa 44
şam koçluğu
r neden arıza yapar? Bu ay Ai’da, Burnout Paradise ve... 6
İşlemci incelmesi, bilgisayar alacaklar okumadan geçmesin sayfa 90
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu görme engelli bir gence “Ankara’da neler gördünüz?” diye sordu.
“ Sayfa 54’teki “Rövanşa Güvenen Adam” bölümünün tasarımını hazırlarken tanıştığımız Curling kızlarının birbirinden seksi resimlerinden bir takvim hazırlanıyor. Dünyada yok satan Curling Calender’dan önümüzdeki aylarda da bahsedeceğiz. Zira bundan sonra Curling, Wingman’in resmi sporudur.
Su kaynaklarındaki azalmanın ne kadarından siz sorumlusunuz? Sudaki ayak izinizi hesaplamak ve geç olmadan bu konuda bir şeyler yapmak için WWF Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) ve OMO işbirliği ile hazırlanan projenin websitesine bir bakmanızda fayda var. www.sudakiayakizim.org Zamanında önlem alınmazsa dünya geri dönülemez bir yola girecek. Serkan Çağdaş’ın bu konuya değindiği yazısı 12 sayfasında.
08/09
Genişletilmiş sigara yasağı 19 temmuz itibariyle yürürlüğe girdi. İlk tokadı açık alanı olmayan barlar yedi. Artık hoşlandığınız bir kadına sigarasını yakma amaçlı yaklaşamayacağınızı üzülerek belirtiriz. Ama korkmayın, 44 sayfasında Nisan Parmaksız size barda kız tavlama cümleleri hakkında müthiş tüyolar veriyor. Yeter ki çakmakla yaklaşmayın!
Paris Hilton, olmadığını, s “hepinizle da kazandım. O Sarışın dem 6
Bu ay şapka ile Turkcell Türkiye 3G teknolojisi tanışmamızın 84. yılını Süper Lig’te 2009/2010 ile sonunda tanıştı. kutluyoruz. Atatürk ilk sezonu 7-8-9 Ağustos Herkesin aklında aynı kez, 25 Ağustos 1925’te tarihlerinde oynanacak 1. soru var; altyapımız Kastamonu’da başına bir hafta karşılaşmalarıyla 3G’yi kaldırabilecek mi? şapka giyerek “Buna başlayacak. Futbola Hep birlikte göreceğiz. şapka derler.” diyerek daha yakından Teknoloji demişken, bu ay halka şapkayı tanıtmıştı. bakmak isteyenler için yine birbirinden kullanışlı “yeni Sonrasında, 25 Kasım 1925’te “Crossover” sayfa 52’te... çıkmış bir şeyler” sayfa 96’te Şapka Kanunu çıkarıldı. “Yeni mi Çıkmış?”ta... Şapkalarla ilgili geniş bir dosya sayfa 98’te, “Tebdil-i Kıyafet”te
Haziran ayında 6 milyon internet kullanıcısı Google’da “KADIN” yazıp “enter”a bastı. “KADIN” demişken... Bojana sayfa 28’te...
Sapanca Gölü’nde Pirana balığı yakalandı. Kimse bu tropikal balığın Sapanca Gölü’ne nasıl geldiğini anlayamadı. Neyse ki tropikal ortam dışında yaşayamayan piranaları uzun süre misafir etmek zorunda kalmayacağız. Pirana ve türevlerine karşı almanız gereken önlemler sayfa 58’te “Hollywood Hayat Kurtarır”da...
, aptal ve fahişe ruhlu sadece rol yaptığını belirterek, alga geçtim, bir sürü de para Oh!” demiş kadar oldu. Peki. mişken... Bojana sayfa 28’te... 7
Wingman’den Dev Hizmet Derginiz Wingman bundan böyle her ay sizi gizli bir kahramanla tanıştıracak. İlk konuğumuz her filmdeki Meksikalı, Danny Trejo. 08/09
bu-ay
vs
araba
Wingman bu ay “şehird sorusuna cevap arıy açılıp, özgürlüğün tadı son model bir arabayla dalgalarda kaybolmay
Denizi severim ama açık denizden korkarım. O nedenle sahilde olmayı ve arabayla kaçmayı tercih ederim. Tabi yanımdaki erkeğin teknede korkularımı yatıştırması da hoş olabilir. (Esra B. 25, Yönetici Asistanı) Tabi ki arabayı tercih ederim. Hele de son modelse, offf... Basarım güney sahillerine. Oralarda bir de Rus bayanla arkadaş olursam benden kralı yok. (Mustafa K. 28, Satış Elemanı)
sayfa28 08/09
8
s
tekne .
den nasıl kaçarsınız?” yor. Tekneyle denize ını çıkarmayı mı, yoksa a ıssız bir sahile kaçıp, yı mı tercih ederdiniz?
Denizin sonsuzluğu beni rahatlatmaya yeter. Rüzgar tenimi okşarken, bir yandan şarabımı yudumlayıp bir yandan da erkek arkadaşımın yaptığı masajın tadına varmayı isterim. Hele ki tüm bunlar bembeyaz bir yelkenli içinde olacaksa... (Fatoş A. 38, Bankacı) Ben eski balıkçılardanım. Tekne, rakı, balık. Hanımı da alırım yanıma. Bir daha da gelmem buralara. (Muammer S. 55, Emekli)
sail away sayfa66
9
08/09
ne-dir? BMW GINA
GINA, bir çok otoriteye göre günümüzden 20 yıl sonras GINA’nın yaratıcısı Chris Bangle, BMW’nin dünya çapındaki otomobil grubu için Dizayn Bölümü Şefi olarak görev yaptı. 1,3 ile BMW’yi zirveye taşıdı.Chris Bangle’ın BMW’den ay sisteminden oluşan ve bütün yüzeyi özel ve uyumdan yola çıkılmış. gibi bulunduğu yan
işte bud
08/09
ur
10
sında “Otomobil nedir?” sorusuna bir cevap olabilecek nitelikte. i başarısında en büyük payı olanlardan biri. 17 yıl boyunca BMW 3,5,6,7 ,X3, X5 ve X6, MINI ve Rolls-Royce için yaptığı tasarımlar yrılmadan önceki son projesi olan GINA, şasesi hareketli bir tel l bir kumaş ile kaplı bir prototip. GINA’nın tasarımında esneklik GINA’nın günümüz otomobillerinden en büyük farkı, tıpkı insan ortama uyum sağlayabilmesi. Diğer otomobillerdeki çamurluk, n panel, kaput, bagaj kapağı gibi öğeler yerine GINA’da hareket edebilen esnek bir dış yüzey mevcut. Bu dış yüzey, bulunduğu hıza ve ortama göre şekil değiştirebiliyor. Ön farları ise ışığa ihtiyaç olmayan durumlarda birer göz kapağı gibi kapanabiliyor. Bu büyük sanat eseri halen Münich Automakers Müzesi’ nde sergilenmekte.
11
08/09
Dünyanın içinde bulunduğu şu durumdan her bir birey sorumludur.
Yeni Başlayanlar için Politika
Serkan Çağdaş 08/09
12
Hayatımızın her alanında, farkında olalım veya olmayalım, uyguladığımızı söylediğimiz politikanın, günümüzde önemi şimdiye dek hiç olmadığı kadar artmıştır. Bunun başlıca sebebi de, aslında yıllardır var olan ama sürekli çeşitli yöntemler denenerek üstesinden gelinmeye çalışılan küresel ekonomik krizin engellenemez hale gelmesidir. Dünyadaki gelişmiş ekonomiye sahip bütün ülkelerin, bu ‘tarihi buhran’ olarak adlandırılan krizden etkilendiklerini, hatta bazı ülkelerin ekonomik olarak iflas ettiklerini ve dışa bağımlı hale geldiklerini net bir şekilde görmekteyiz. İşte bu yüzdendir ki, yaşadığımız bu süreç, belki de tarihte yaşanılan dünya savaşları kadar önemli bir süreçtir. Biraz daha derinlemesine inceleyecek olursak, neredeyse gelişmiş ülkelerin tamamı ortak ya da benzer ekonomik politikalar uygulamaktadırlar diyebiliriz. Bu benzeşmenin sebebinin önceki yazımızda ülkelerin ekonomik ve politik olarak birbirlerine bağlı hatta bağımlı uygulamaları olduğunu açıklamıştık. Bu kez şiddetle incelenmesi gereken nokta, ülkelerin kendi ekonomilerini düzeltmek için ürettikleri çözümlerin, diğer dünya ülkeleri için ne denli uyumlu olduğu, nasıl bir üretim ve tüketim politikası izleneceği ve devamlılığın nasıl sağlanacağı yönünde olmalıdır. Yıllardır dünyanın üretim ve tüketim dengesizliği içerisinde olması, bazı ülkeler açlıkla mücadele ederlerken, diğer ülkelerin üretimde hiçbir katkı sağlamayıp, tüketim sıralamasında ilk sıralarda yer almaları, içerisinde bulundukları siyasal istikrarsızlıklar dolayısıyla iç savaş halinde bulunan ülkelerin, belli bir bölge üzerinde yıllardır ortak bir paydada buluşamadıkları için aşılamayan savaşlar, uygulanan ambargolar ve politik krizler gibi nedenlerle hem kendi ülkeleri 13
için hem de dünya için yapacakları üretim ve gelişmelerin sağlanamaması gibi konuların çözümlerinin de ayrıntılı olarak düşünülmesi gereken bir dönemde olduğumuz aşikardır. Şimdi oluşacak her türlü çözüm veya çözümsüzlüğün etkilerinin önümüzdeki onlarca yılı etkisi altına alacağı gerçeği asla göz ardı edilmemelidir. Aslında bu ayki yazımızda değinmek istediğimiz asıl konu dünyamızın geleceği ile ilgili uygulanması gereken politikalar olacaktı. Ancak dünyamızın geleceğini, gelecekte yaşamın nasıl bir şekilde devam edeceğini, bu gün uygulanmakta olan politik, ekonomik ve sosyal politikalar belirleyeceği için bu günün yarına etkisi olacak en büyük sorun olarak algıladığımız küresel ekonomik krize değinmeden geçemedik.
Dünyanın içinde bulunduğu şu durumdan her bir birey sorumludur. Düşünmemiz gereken en önemli nokta ‘bir birey olarak dünya üzerinde söz sahibi olduğumuzu’ anlamaktır. Peki bu nasıl olacak? Aslında yaşadığımız sürece dünya ile ilgili çok önemli kararlar aldığımızı yazımızın başında söylemiştik. Buna farkında olarak veya olmayarak yaptığımız politikalar, tercihler ve uygulamaları da ekleyebiliriz. Buna en güzel örnek ise her seçim döneminde kullandığımız oyların aslında sadece mahallemizin muhtarını, yaşadığımız ilçe ve şehrin belediye başkanını, ve ülkemizi yönetecek hükümetleri seçmek için olmadığını anlamaktır. Oy vererek seçtiğimiz insanlar, partiler ve kurumların aslında uygulamakta oldukları ya da uygulayacakları politikalardan bizim sorumlu 08/09
olduğumuzu hiçbir zaman göz ardı etmememiz gerekmektedir. Buna bağlı olarak, iç politikada ve yönetimde, mahalle muhtarlarının, belediye başkanlarının, milletvekillerinin ve hükümet başkanlarının belirledikleri politikaların, denetim ve sorumluluklarının tamamı ile bizim seçtiğimiz insanlar olmaları dolayısıyla, bizim politikalarımızı uyguluyor olmaları gerekmektedir. Tabi ki bu yolla dünya üzerindeki tüm gelişmelere de müdahale etmiş oluyoruz. Seçtiğimiz hükümetlerin belirlediği dış politikaların, komşu ülkelerle olan ilişkilerin, bulunduğumuz bölgedeki gelişmelere olan katkısı veya etkisinin, dünyanın gelişimi, korunması ve ilerlemesi ile ilgili söylemlerinin hepsini aslında o kullandığımız oylarla belirlediğimizi bilmemiz gerekmektedir. Bu bilgilere dayanarak yaşadığımız dünyanın ekonomik, siyasal ve sosyal olarak içinde bulunduğu şu durumdan her bir bireyin sorumlu olduğu fikrini çıkarmamız çok da yanlış olmayacaktır.
Dünya üstünde yaşayan tüm canlıların yaşama haklarını, yaptıklarıyla belirleyen insanlar bu konuda duyarsızlar. Şimdiye kadar değindiğimiz yönleriyle ekonomik, siyasal ve sosyal politikaların dışında bakmamız gereken ve aynı küresel ekonomik kriz gibi belirtilerinin çok uzun zamandır ortaya çıktığı, ancak belli bir topluluk ve kurumun dışında dişe dokunur bir çalışma, çözüm ve yöntem üretilmeyen çok önemli bir konu bulunmaktadır. Bu da dünyamızın fiziksel olarak tehlike altında olduğudur. Bu konuya değinmemizin en önemli sebebi de, bu denli önemli, insanlığı ve geleceğimizi 08/09
bu kadar yakından ilgilendiren bir konuda, dünya üstünde yaşayan tüm canlıların yaşama haklarını, yaptıklarıyla belirleyen insanların bu konudaki duyarsızlıklarıdır. Asıl önemsenmesi gereken ve hiçbir zaman güncelliğini yitirmemesi gereken en önemli politika, dünyanın fiziksel geleceği için üretilmesi gereken politikalardır. Çünkü aksi takdirde, aynı bizden önce yaşayan insanların yaptıkları veya yapmadıkları her şeyin sonuçlarını bizim yaşıyor oluşumuz gibi, şu an yaptığımız veya yapmadığımız her şeyin sonuçlarını da gelecek nesiller yaşayacaklardır. Aslında bu denli önemli bir konunun bu kadar gündem dışında kalması mantık olarak kabul edilemeyecek bir durumdur.
Küresel ekonomik kriz günü kurtarma politikalarının bir sonucudur. Güncel olan bir küresel ekonomik kriz de, aynı şekilde artık kaçınılmaz bir hal alana kadar günü kurtarma politikalarının bir sonucudur. Bu yüzden her bir bireyin üzerinde düşünmesi, acil önlemler alınması gereken çok ciddi bir insanlık sorunudur. Durumu güncel hayatımızdan örneklerle vermek belki de konuya nasıl bir duyarsızlık içerisinde olduğumuzu daha kolay gösterecektir. Evinin çatısı yağmurda su alıyor diye hemen tamirciye koşan insanların, dünyanın zararlı ışınlardan korunmasını sağlayan ozon tabakasını korumak için alınan tedbirlere kulak asmadığını, buzdolabı arızalandığı için buz yapmadığında hemen bir çözüm bulan insanların buzulların son yıllardaki en yüksek erime hızında olmasına duyarsız kaldığı, saksıdaki çiçeği solduğu için çeşitli ilaç takviyeleri ile iyileştirmek için çaba sarf
14
eden insanların, ormanların katledilerek doğanın dengesinin bozulması konusunda kılını bile kıpırdatmadığını basit örnekler olarak vermemiz sanırım yeterli olacaktır. Sadece kendimizi düşünerek belirlediğimiz hayat tarzımızın dünyadaki olumsuz etkilerini ne kadar görmek istemesek de, aynı küresel ekonomik kriz gibi bir gün kendini gündemin tam ortasına yerleştirecektir. Ve en önemli detay ise sanırım bunun bizim ürettiğimiz çözümlerle o aşamadan sonra çözülmesinin neredeyse imkansız oluşudur.
Hayatımız boyunca yapacağımız her şeyde belirlememiz gereken bir politika olmalıdır. Yalnızca ekonomik, siyasal ve sosyal olarak ürettiğimiz çözümler, eğer yaşadığımız dünya için de üretilmezse, dünyanın fiziksel sorunları çok yakında, düzeltebileceğimiz bir ekonomik krizin oluşmasını da engelleyecek boyutlara ulaşacaktır.
Başka çare bulunmazsa kavrulacağız! Konuyla ilgili olarak halkın geneli tarafından bilinen en önemli iki konu ozon tabakasının delinmesi ve küresel ısınmadır. Tabi konu sadece yüzeysel olarak bilindiğinden bu konularda uzmanlaşmış kişiler kadar bilgili ve hassas olmamız mümkün olmamaktadır Bu konuda en önemli bilim adamı olarak kabul edilen Amerikalı James HANSEN durumu atmosferde sera etkisi yaratan gazların ‘tehlikeli seviyeyi’ çoktan aştığını artık 1988’deki seviyelere geri dönülmesi gerektiğini, ekosistemin çökmesi ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi değişimler başlamadan atmosferin insanların yarattığı bu yükü yalnızca 20 yıldan biraz daha fazla taşıyabileceğini, ‘Başka çare bulunmazsa kavrulacağız’ diye tarif ediyor ve kömürle çalışan enerji tesislerinden vazgeçilmesi gerektiğini belirterek, bunun dünyamız için son şans olduğunu söylüyor. Yazımızın ismi olan POLİTİKA hayatımızın aslında neredeyse tamamında var olan bir kavram olarak görülmektedir, daha önce de belirttiğimiz gibi politika sadece siyaset için var olan bir kavram olarak kabul edilmemelidir. 15
08/09
Z
08/09
16
BENCİL Adrenalin insana lmaz bir ZEVKLER inanIı enerji ve haz Zeynep Sakarya
verir. Adrenalin yemek icmek gibi bir ihtiyactir.ç.ç:,ç.
Öncelikle kendimden ve ‘Bencil Zevkler’den bahsedecek olursam şunu diyebilirim. Kendimi tanımaya başladığımdan beri bencilim. Bana keyif veren, bende heyecan uyandıran herhangi bir konuyla günlerce kayıtsız şartsız ilgilenebilirim. Bencil kelimesini kötü algılamamanızı dilerim. Eğer siz de arkanızdakileri düşünmeden tutkunu olduğunuz herhangi bir konuyla uğraşıyorsanız, ‘yapma’ları ‘etme’leri bir noktada “bu benim lüksüm” deyip dinlemiyorsanız, sizin kanınızda da bencillik var demektir. ‘Bencil Zevkler’ derken bundan bahsediyorum, sadece size ait bir dünyadan. Ben bir adrenalin bağımlısıyım. Aslında bunu çok küçük yaşlarda keşfetmiştim ama gitgide damarlarıma yayıldı ve şimdi vazgeçemiyorum. Adrenalin dediğimiz şeyin bilimsel anlamı böbrek üstü bezlerinin iç kısımları tarafından salgılanan bir hormondur. Bu hormonun görevi, organizmayı acil harekete hazırlamaktır. Etkisini, nabzın atışı, kanın iç organlar ve deriden kaslara sevk edilmesi, karaciğerdeki glikojenin glikoza değişmesi ve böylelikle acil bir enerji kaynağı sağlanması şeklinde gösterir. Adrenalin insana inanılmaz bir enerji ve haz duygusu verir. Adrenalin, yemek içmek gibi bir ihtiyaçtır. Ama kişiye göre dozajı da değişir. Ben bu köşede adrenalin duygusunu en kaliteli şekilde nasıl yaşayabileceğiniz konusunda, siz bağımlılara yardımda bulunacağım. Kendinizdeki adrenalin tutkusunu keşfetmeniz çok küçük yaşlarda başlar. Herkes merdiveni kullanırken siz basamaklardan atlama rekoru kırmaya çalışırsınız veya salıncakta sallanırken en hızlı şekilde sallanıp daha sonra en uzağa kim atlayacak yarışmaları yaparsınız. Dizinizin veya herhangi bir yerinizin kanaması başarınızın imzası olur. Tabi adrenalin bağımlılığı her geçen gün daha fazlasını istemenize yol açar. Salıncak dönemiyle sonsuza dek yetinemezsiniz. Daha önce denediniz mi, denemediniz mi veya denediğinizi mi zannediyorsunuz orasını bilemem ama ilk konumuz rafting. Türkiye’de rafting
17
08/09
yapabileceğimiz yerler belli İnsanlar, genelde rafting yapacağız diye yaz ayında Köprülü Kanyon’a giderler. Bir rehber eşliğinde heyecanlanmaya çalışırlar. Raftingde arkaya oturan kişi en önemli görevi üstlenir, yönlendirir, ekibin hızını belirler. En öne oturan kişiler, ekip arasındaki güçsüzlerden seçilir. Köprüçay’da arkaya oturan kişi oranın rehberidir ve sadece size gaz verir. Siz hayat kurtardığınızı sanırsınız ama aslında kürek çekmeseniz bile olur. Tabi zorluk derecenizi arttırdıkça raftta bulunan her birey, çok büyük önem kazanır. İlk önce nerelerde, hangi zorluk derecelerinde rafting yapabileceğinizden bahsedeyim. Çoruh Nehri, Köprüçay, Manavgat Çayı, Dim Çayı, Adana-FekeGöksu Nehri, Zamatı Irmağı, Fırat nehrinin bir kısmı, Bolu Melen Çayı. Bu bölgelerin zorluk dereceleri, mevsimine ve nehrin akış hızına göre değişkenlik gösterir. Raftingde kullandığınız malzemeleri, yani kask, kürek, raft, tercihe göre wet-suit, can yeleği gibi tüm gereksinimleri çok uygun fiyatlara kiralayabileceğiniz ve günü birlik olarak gidebileceğiniz yerler var. Kira demişken ne kadar olduğundan da bahsedeyim. Köprülü Kanyon’da rafting turları düzenleyen Rafet Abimiz, gelen Türk müşterilere bir güzellik yapabileceğini söyledi. Bu güzellik 20 - 50 TL. arasında değişiyor. Diğer bölgelerde 170 - 250 TL. arasında değişiklikler göstermektedir. Eğer aranızda ilk kez deneyecek olan arkadaşlar varsa Melen Çayı’nda ilk deneyimlerini yaşayabilirler. Debisi düşük bir çay olduğundan yaz sezonu için pek uygun değil. Daha çok Kasım ayından Mayıs ayı ortasına kadar kullanılıyor. Normalde zorluk dereceleri 6 dereceye kadar çıkıyor. Melen Çayı 3.zorluk derecesine kadar çıkıyor. Kış aylarında çok engebeli, raftı devirecek cinsten bir parkuru olmadığından rahatlıkla denenebilir. Rafting 6 - 8 kişilik ekiple yapılıyor. Amaç ekiple uyumlu bir 08/09
şekilde yol almak, kürek uyumunu yakalamak, raftı devirmeden hedefe doğru yol almak. Tabi çoğu spor gibi bu adrenalin dolu sporu yapmadan öncede kondisyonlu olmak avantajınıza olur. Çünkü sürekli kürek çekmek kollarınızı kullanılamayacak hale getiriyor. Raftingin en keyifli kısmı da küreği sadece yol almak için kullanmamanız. Kayalardan, dallanmış budaklanmış bitkilerden sıyrılmak için de kürekle mücadelede veriyorsunuz. Bu işi ilk başta iyi kavramak gerek, çünkü tahmin edildiği gibi her alanda kürek çekemezsiniz. Kimi zaman suyun yönüne doğru doğayla aranızı iyi tutmak zorundasınız, sizi sürüklemesine izin vermelisiniz ki istediğiniz yönde ilerleyebilesiniz. İyi bir raftingten sonra elinize ne mi geçecek? Sizi bir hafta idare ettirecek, vazgeçemediğiniz, geçmek istemediğiniz, o hazzı aldıktan sonra hayata meydan okuduğunuz, sizi sınırsız enerjiye boğan adrenalin. 18
19
08/09
rö-portaj
röportaj: Kayra Altınışık fotoğraflar: Murat Ertürk
08/09
20
Televizyonda gecenin bir vakti çıkan ve bir anda sizi ‘in karşınıza ekrana bağlayan canlı bir sohbet Aklı Başında Gençleri programı Gençlink. Adından da anlaşılacağı gibi genç, dinamik ama ayakları yere basan bir program. Gençlink’in yapımcı sunucuları Selin Altay ve Serkan Şenalp’le çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Şu ana kadar 750 konuk ağırlamış olan Selin ve Serkan, bu sefer Wingman’in konuğu oldu. Soruları sormaktaki yeteneklerini, cevaplamakta da gösterdiler.
GENÇ LINK
21
Televizyona nasıl başladınız? Selin: Önce diziyle başladım. O sırada bir ajanstaydım. Tesadüfen oldu. Serkan: İlk olarak reklam filmleriyle başladım. Zaten istediğim bir şeydi ama tesadüfen gelişti. Kendimi bir anda televizyonda buldum. Serkan, sen bir ara Hey Girl’de yazarlık yaptın? Nasıl bir deneyimdi? Serkan: Hayranlarıma Güzin Abla’lık yaptım. Enteresan bir tecrübeydi. Elimden geldiğince yardım etmeye çalıştım. Programcılığı mı, oyunculuğu mu daha çok seviyorsunuz? Serkan: Ben TV programı yapmayı seviyorum. Selin: Bence de TV programı en iyisi. Oyunculukta yapman gereken bir karakteri canlandırmak. TV programında ise kendinsin. Selin’i ortaya koyuyorsun. Tabi paylaşabildiğin ölçüde. Her 08/09
yasındayım. Bu iş için her hangi bir yaşın çok genç olduğunu düşünmüyorum. Doğru yer, doğru zaman önemli olan. Selin: Ben Serkan gibi ‘Benjamin Button’ değilim. 26 yaşındayım ve 26 gösteriyorum. Bence o kadar genç değiliz. İnsanlar 17-18 yaşında başlıyorlar bu işe. Serkan: Hayır hayır, katılmıyorum. Bence gayet erken bir yaş bizim yaşlarımız. Kıstaslarına baktığınızda, insanlar en erken 35 yasında yapıyorlar bu işleri. Stüdyoda program yapıp, konuk ağırlamak zor iş. Sonuçta dalında önemli insanlarla karsı karşıyayız. İnsanlarla uğraşmak, onları halükarda TV programının farklı bir keyfi var bana yönlendirmek kolay göre. Hele de Türkiye’de programını istediğin şekilde değil. Yaşıtlarımız yapabiliyorsan aslında çok şanslısın demektir. genelde anons Serkan: Hem şanslıyız ve hem de şansımızı kendimiz yapıyor, klip yaratıyoruz. sunuyorlar. Selin: Doğru zamanda doğru yerde olmuşuzdur. Bu Canlı yayının ne gibi fırsatları da elimizden geldiğince iyi değerlendirmeye zorlukları var? çalıştık. İyi şeyler yapıyor olmamız, başka iyi şeyleri Serkan: Yaklaşık tetikliyor ve beraberinde getiriyor. 450 saat canlı yayın Genelde televizyona çıkan herkesin hayali nedense yaptık. 750 civarı sinema oyunculuğu. Sizin de var mı öyle bir konuk ağırladık. hedefiniz? Çoğu sevdiğimiz, Serkan: Ben program yapmadan önce TV dizilerinde tanıştığımız, oynuyordum. Oynadığım birkaç tane de sinema filmi arkadaş olduğumuz var. Ama benim asıl istediğim şey program yapmak. insanlar. Sevdiğimiz Program yapayım, kariyerime bir şeyler katayım, ama tanışmadığımız, kamera karsısında deneyimi oradan oraya sıçrayayım gibi hedeflerim yok. olmayan konuklarda zorlanabiliyoruz. Bizim bir Selin: Ben bir sinema filminde yer almayı çok akışımız var, soracağımız sorular, gidişat belli ve isterim. Ve bunu da sırf sinema filminde oynamış 1 saat 10 dakikalık programın %80’inde konuşmak olmak için değil, üzerinde düşünerek, inceleyerek durumundayız. Soru soruyoruz, “evet” “haklısınız” içerisinde yer almak isterim. Yine de öncelikli gibi cevaplar verdikleri zaman kilitleniyoruz. hedefim programa devam etmek. Selin: Ben dünyanın en uzun sorularını sormak Programın yapımcıları da sizsiniz. Oldukça da konusunda çok yetenekliyim. Öyle ki, toplasanız kitap gençsiniz böyle bir başarı için... olur. Bir soruyu uzun uzun soruyorum. Ve cevaben Serkan: 18 -19 duruyorsun diyorlar ama 24 karşımdaki insan “evet” deyince o anda yapacak bir 08/09
22
şey yok. Serkan: Ben olsam onun yerinde “bu kız o kadar uğraştı uzun uzadıya kurdu cümleyi sordu soruyu” derim ve bir şeyler demeye çalışırım. Böyle boşluklar oluyor ama canlı yayında 1 saniye bile sessizlik olmaması lazım. Selin: Canlı yayında sessizlik olduğu zaman birimizin araya girmesi gerekiyor. Eskiden Sinek TV’de program yaparken, birbirimizi masanın altından dürterdik, “Benim sorum bitti, sen sor” diye. Artık birbirimizin bakışından anlıyoruz. Öyle bir durum olduğu zaman lafa giriyorum ama ne diyeceğimi bilmeden giriyorum. “Ben bir şey merak ediyorum” diye başlıyorum ama o anda ne merak ettiğimi ben de bilmiyorum ve cümle bitene kadar merak edecek bir şey buluyorum. Serkan: Bizimki her gün olan bir program. Haftada bir yapılan programlar gibi yüksek bir program olması elbet beklenemez. Gündüz programları, hop göbek attık, hop ağladık, hop sorunları çözdük, hop şarkılar söyledik diyerek bunu sağlayabiliyor. Ama gecenin bir vakti bunları yapacak halimiz yok. Bilgisayar destekli de gitmek çok hoş değil. O soru geldi, bu soru geldi. Sanki o bilgisayar olmasa sen bir şey yapamayacaksın. Selin: İki kişi olmanın avantajı oluyor tabii. Serkan mail’lere bakarken ben konuşuyorum. Ben sorulara bakarken Serkan konuşuyor. 23
Diksiyonunuza dikkat ediyor musunuz? Selin: Daha çok sohbet üzerine bir program yapıyoruz. Olabildiğince doğaçlama, olabildiğince doğal bir sohbet. Hazırladığımız sorulara bile çok sadık kalmıyoruz. Serkan : Çoğu programda önceden bir metin hazırlanıyor. Sunucunun ya da showman’ in kaçıncı dakikada, hangi espriyle konukları ve seyircileri nereden nereye yönlendireceği, genel olarak çizilmiş durumda. Bizde böyle bir hazırlık yok. Selin: Birbirimizi uyarıyoruz tabi hatalarımız konusunda. Türkçeyi katletmek istemeyiz. “İki genç çıkmış, yamuk yumuk konuşuyor” desinler istemeyiz.
08/09
Olabildiğince dikkat ediyoruz. Hayalinizdeki konuk kim? Selin: Öyle özel biri yok. Hangi konuğun programı güzelleştireceği biraz sürpriz. Bize göre kötü geçecek bir program, konuğun beklenmedik enerjisi ile yükselebiliyor. Yani hayalimizdeki konuk enerjisi yüksek konuk. Hoşlanmadığınız konuklar oluyor mu? Selin: Fikrine katılmadıklarım oluyor. Onları da bozmak ya da rencide etmek yerine sadece katılmadığımı belirtiyorum. Konuşmanın kalitesini düşürmemeye çalışıyoruz. Serkan: Zaten bozmak isteyeceğimiz insanları da çağırmıyoruz. Gerek var mı herkesin dalga geçtiği birini çıkarmaya? Birbirinize program esnasında kızdığınız oluyor mu? Serkan: Bizim kocaman egolarımız olmadığı için kızmıyoruz. İkimiz farklı insanlarız ama bu farklılık işimize yarıyor. Birbirimizin önüne geçmek gibi bir kaygımız yok. Ne gerek var kavga etmeye? Selin: Genelde programda sıkıntı olsa da bunlar birbirimizle ilgili olmuyor. İnsanların yorumlarını dikkate alıyor musunuz? Serkan: “Ah ben bunu nasıl düşünemedim” dediğim pek olmuyor. Muhtemelen onu düşünmüşüzdür biz. En doğru olan, dış hatların esnek ama ana hatların sabit olduğu bir yol belirlemek. Yani marka olmak... Selin: “Sertab Erener mi? Yeni mi çıkmış?” diyecek halim yok. Elbet benim aklıma gelmiştir ama başka sebeplerden dolayı çıkaramamışımdır. Yine de başka insanların görüşleri önemli. Çünkü biz asla izleyici gözüyle izleyemiyoruz. Dinlemek lazım ama çok da değil. Sınırı iyi çizmeliyiz. Programın reytingleri ne durumda? Selin: Günlük reyting sonuçlarını alamıyoruz biz. Sadece dilimlerden haberimiz var. Prime Time 3’e göre de durum iyi. Aslında en iyi gösterge, bize gelen mailler. Gecenin bir vakti yorgun argın işinden 08/09
geldikten sonra, televizyon karşısında yayılmışken, kalkıp mail atan biri benim için çok değerli. Program saatinden memnun musunuz? Serkan: Bence en iyisi gece yayını. Türkiye’nin Amerika’dan sonra gece en çok televizyon seyredilen ülke olduğuna dair bir şey okumuştum. Ona rağmen gece izleyecek çok az şey var. Ya korse reklamı, ya da 20 dakikalık olta reklamı var. Reklamcılara da buradan sesleniyorum. Hazır uyku halinde insanlar, daha mantıklı reklamlar verin. Tam bilinçaltı açılmak üzere, TV karşısında uyuklarken, ne isterseniz alırlar. Televizyonda çeşitliliğin olmaması konusunda ne söyleyebilirsiniz? Selin: Bir dönem ağa dizileri furyası başlıyor. Televizyonda sadece onlar oluyor. Sonra başka bir şey... E haliyle gençlik internete yöneliyor. Televizyondaki aynı programlardansa, internetteki 6 dakikalık seçilmiş videoyu izlemeyi tercih ediyor. Niye saatlerce izlesin ki bir programı, en güzel kısmını biri internete nasılsa yüklüyor. Serkan: Bu konuda en büyük handikap reyting. Biz de zaman zaman bunu hissediyoruz. İşi basitleştirmemek koşuluyla, izlenebilir olmaya çalışıyoruz. Her zaman geneli düşünmek ve objektif bakabilmek zorundayız. Selin: Ben kendi hayatımı baz alarak program yapamam. Türkiye benim yaşadığım yerden ibaret değil. “Doğru olan bu” diye dayatamazsın. İnsanlarla paylaşmak istediğin konulara değinirsin ama önce birçok kişiye ulaşman lazım. Mesela Okan Bayülgen kendi beğendiği bir müzisyenin CD’sini “bunu alın” diye kameraya gösterebiliyor. Biz henüz o noktada olmadığımızın farkındayız. Elbette o zaman geldiğimiz yeri daha iyi bir amaç için kullanmak isteriz. Tanınan biri olmak nasıl bir şey? Selin: Herkese cazip geliyor ama öyle değil. Serkan: Burnun akıyordur, birisi “beraber fotoğraf 24
çektirelim” der hayır diyemezsin. Burnum akıyor desen yanlış anlaşılır. “Ne kadar itici adam” derler. Selin: Moralin bozuk olur, seni “ne kadar soğuk insan” diye algılarlar. Derdini sürekli anlatman gerekiyor. Selena’dan dolayı Serkan’ın çok büyük bir hayran kitlesi var. Bir yerdeyken çocukları gördüğümüz zaman “Selena alarmı” diyoruz. Serkan bu konuda başarılı. Serkan: Yok canım Selin de öyledir. Genç bir kız olarak göz ününde olmak çok daha zor. Selin: Cennet Mahallesi’nden dolayı bazen uzayan laf atmalar oldu. Ama ters bir durum yaşanmadı hiç. Zaten bu işe giren herkes bunu göze alıyor. Aldığınız eğitimin işinize bir faydası oldu mu? Selin: Ben sosyoloji okudum ve bırakın işimi, Selin olmamda bile çok büyük etkisi var sosyolojinin. Hayatımın her alanında kullanıyorum ve iyi ki okumuşum diyorum. Serkan: Ben de işletme okudum. Tabi ki işime yarıyor.
mekan için Cevahir SCHILLER CHIEMSEE Cafe’ye teşekkür ederiz. 25
Selin: Baksanıza hemen reklam projeleri yapıyor... Sevgilileriniz sizin ilişkinizi kıskanıyor mu? Serkan: Biz programı bitirip ayrılmıyoruz. Çok iyi arkadaşız ve neredeyse birlikte yaşıyoruz. Birbirinizden sıkıldınız mı? Serkan: Hayır hayır. Hatta fazla alıştık. Birlikte başka işlere de girmeye çalışıyoruz. Selin: Birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Bu mükemmel bir şey. Wingman der ki; siz siz olun Gençlink’i yeni sezonda da takip listenize alın. Bu gençler daha çok iş başaracaklar. Bizden söylemesi...
08/09
i r i a a d k a k e n n l e d n e n i c d i k a cikak e Erbabından, hatun kişiyi anlama sanatı
Bakmayın afili bir başlık olduğuna, pembe kafa kağıdı olan birisini anlamak bir yazıyla olacak iş değildir. İlim gerektirir, irfan ister. Yavaş yavaş, ufak ufak bir giriş yapalım, gerisi de gelir...
Onur Çelikol
d a
? cika
ar
l n i
n e k ed n
08/09
d e r n ir
Bu ulvi sorunun henüz net bir cevabı yok. Ancak tecrübe göstermiştir ki, bu modelin üretiminden kaynaklanan bazı ortak arızalar var. Biz önce bu arızaların nedenleri üzerine kafa yoralım.
ariza
c, ika
rir?
26
n r e d ela a Çevresel Etkenler: Hatunlar gittikleri ortamda onları rahatsız edecek şeyler olduğunda gerilir, arıza durumuna geçerler. Mesela ortamda kendilerinden daha güzel başka hatun kişiler bulunuyorsa; hele hele erkek diğer hatuna ilgi göstermişse(çatlama sendromu)! Veya ortamda aynı kıyafeti giydiği başka bir dişi varsa (pişti sendromu). Erkek, büyük ihtimalle bunun farkına bile varmamıştır ama hatun çoktan çevresel etkene maruz kalmış ve arızaya geçmiştir.
z i r a
Çevrede hatunun görmeye dayanamadığı bir tanıdığı, eski erkek arkadaşı (nereden çıktı bu sendromu) vs. varsa çevresel etkenlerin başlıcaları gözükmüştür. Arızaya geçmek için yeterlidir. İlacı? E biraz sabır, anlatacağız...
sendromu)... saymakla bitmez. Sonuç, aynı. İlacı? Erbabında...
r a l n r i a d
Dış Etkenler: Her şey güzel giderken bir anda ortaya çıkan etkenlere denir. İvedi arıza yaptırır. Arızayı tetikleyen bir dış etken mutlaka bulunur. Örneğin hatun kişiyle, mutlu mesut, sarmaş dolaş yürürken karşıdan hatun kişinin eski bir tanıdığı gelir. Bir anda iki hatun arasında iltifatlar, gülüşmeler, “çok özledim”ler, “mutlaka görüşelim”ler havada uçuşur ve ayrılık anından tam bir saniye sonra hatun arızaya geçer, muhtemelen tanıdığı kişi sizin hatunun elde etmek isteyip elde edemediği bir şeyi elde etmiştir, ya da daha başarılı olmuştur, ya da evlenmiştir, ya da çocuğu olmuştur ya da sadece saçı daha güzeldir... Örnekteki gibi dışarıdan bir etkenin yol açtığı arıza durumlarıdır. İlacı? Biz neciyiz burada...
a ka k n r e n i d e r e n ? ? cik a a r Duygusal Etkenler: Henüz duygu ve tetikleyenlerini çözemesek de, hatun kısmısının duygusal bir varlık olduğunu biliyoruz. Siz gayet mutlu, saf saf bir şeylerden bahsediyorken, hatunun beyninin kıvrımlarından neler geçtiğini ve duygusal olarak nerelere sürüklendiğini fark edemezsiniz. Bir anda sizin onu sevmediğiniz duygusuna kapılabilir (yuh yani sendromu), ya da hiç güzel olmadığı duygusuna (olur mu öyle şey sendromu), en iyi kız arkadaşının aslında sizde gözü olduğu duygusuna (yok artık sendromu)... İşte hatun, duygusal etkenlerle ani ve acil arıza durumuna geçiş yapabilir. İlacı? Tabii ki var, zamanı gelecek...
Hatun kişinin arıza yapma nedenlerini az çok anladıktan sonra kendimize şu mantıklı soruyu sorabiliriz: “Arızayı önlemek için, arızayı ortaya çıkaran etkenleri saf dışı bırakmalı mıyız?” Her rasyonel erkek, her mantık bu soruya “evet” cevabını verecek olsa da, doğru cevap “hayır”dır. Söz konusu hatun kişi olduğunda rasyonelliğin ve mantığın bir işe yaramadığını, erkek gibi düşünmemek gerektiğini yeri geldikçe tekrar ve tekrar söyleyeceğiz. Siz etkenleri ortadan kaldırdıkça yeni etkenler ortaya çıkmaya devam edecektir. Hiçbir şey pembe kafa kağıdı olan bireyin arızaya geçmesini engelleyemez. O halde Fiziksel Etkenler: En sık görünen, istisnasız her biz, arızayı ve arızaya geçmiş hatun kişi ile nasıl baş hatunun arızaya geçmesini sağlayan etkenlerdir. edeceğimizi çözüp bir sonraki arızaya kadar mutlu Biyolojik nedenlerden her hatun ayda 3-4 gün olma emelinde olacağız. patlamaya hazır bomba gibidir bunu zaten biliyor ve o Erbap yoruldu, devamı bir daha ki sefere kalsın günlerde “bana uzak Allah’a yakın” taktiğini izliyoruz. Ancak bunun haricinde fiziksel etkenler de hatun artık... kişiye arıza yaptırır. Evde giyip yakıştığını düşündüğü kıyafet, gittiğiniz yere uygun değilse (dam üstü sendromu), gün içinde yüzünde ilginç bir sivilce baş gösterdiyse (roketatar sendromu), giydiği kıyafetten vücudunun fazlaları belli oluyorsa (ballı lokma tatlısı
27
08/09
sıkıcı
bir toplantıdan çıktınız. Yazın ortasında Elinizde toplantı notlarıyla bindiniz arabanıza.
Biyonik
Ne sanıyor sizi patronunuz? misiniz ki bir de sabaha kadar rapor hazırlayacaksınız? Ne zaman bitecek bu işkence? havasında o Daha ne kadar şehrin toplantıdan bu toplantıya koşacaksınız?
boğucu
Wingman der ki:
29
08/09
08/09
30
fotoğraflar: Murat Ertürk model: Bojana (Flash Model) saç: Kemal Demirtürk makyaj: Hazal Taş
trample?
31
08/09
Dah kad
şeh
boğucu
havasınd
bu
p
t op t o l
k oş a ca 08/09
32
ha ne dar
u
pla
nt
覺da
da
n
hrin
lan
t覺y
a
ak s 覺 n覺 z ? 33
08/09
Bazen anlık yaşamak gerektiğini n
08/09
34
e zaman anlayacaks覺n覺z?
35
08/09
Kırın direksiyonu, daha önce gitmediğiniz yerlere doğru gidin. Şehirden uzaklaşan her kilometrede biraz daha gülümseyin. Toplantılar da, patron da, sizi anlamayan sevgiliniz de saçlarınızı dağıtan rüzgarla birlikte uçsun gitsin aklınızdan. Gördüğünüz ilk sahile sapın. İşte bir türlü planlayamadığınız tatil burnunuzun ucunda duruyor şimdi.
08/09
36
37
08/09
unuz?
Daha
08/09
iyors ne ist
38
İçinizi ısıtan güneşin altında ayaklarınızı okşayan dalgaları hissetmekten daha güzel ne olabilir ki? Kutlama yapmak için ille de bir sebep gerekmiyor. Yol üstünde aldığınız şampanyayı patlatmanın tam zamanı!
39
08/09
aÄ&#x;ustos 2009
Geçenlerde yaklaşık bir senedir Türkiye’de çalışan Kanadalı bir arkadaşım, Türk kızlarını tavlamak için ne gibi “pick-up line”lar kullanması gerektiği konusunda tavsiyeler istedi benden. Genellikle Amerikan sit-com’larından aşina olduğumuz bu “kız tavlama cümlecikleri”, eğer uslu çocuklar olursanız şirinleri görebileceğiniz bir dünyada, tek gecelik ilişkilerle sonuçlansa da, Türkiye’de başarı yüzdeleri biraz daha düşük. Yine de bazıları Hollywood çıkışlı ve Türkçe’ye çevrildiklerinde de saçmalıklarından hiç bir şey kaybetmeyen, bazılarıysa bize has olan cümleleri barındıran sık kullanılanlar klasörüne şöyle bir göz atalım: E: İyi misin? K: Evet, neden? E: Cennetten düşmek canını acıtmış olmalı! Burada büyük bir kavram karmaşası var ilk olarak. Kızlar kendilerini melek değil, prenses zannederler. Dolayısıyla yukarıdakine benzer bir etki yaratmak isteyen erkeklerin kıza dönüp şaşırmış surat ifadesi yaparak “Sizin gibi bir prensesin halkın arasında ne işi var?” cümlesini kurmaları bu kavram karmaşasını ortadan kaldıracaktır. Ayrıca kız biraz kibar bir şeyse ve “iyi misin?” sorusuna “İyiyim, sen nasılsın?” diye cevap verirse erkeğin g.t gibi kalma riski var, almaya değmez.
BARDAN
KIZ
KAÇIRMA 08/09
E: Bozuk paran var mı? K: ??? E: Annem aşık olursam arayıp ona haber vermemi istemişti de. Şimdi bu diyalog Amerika’da “aaay ne tatlıııaaa” tepkisine yol açma ihtimaline sahip olsa da Türkiye’de işlemez; zira İstiklal’de, Sakarya’da skinny pantolonları ve siyah göz kalemleriyle “1 TLniz var mı?” diye gezen götük emolar ülkesindeyiz. Soruyu sorduğunuz anda sokak bebesi damgasını yediniz. O yüzden iphone’nunuzu çıkartıp “Adını söyler misin, anneme mail atıp aşık olduğumu söylemek istiyorum” ya da “Bi’ fotoğrafını çekebilir miyim, facebook’uma koymak istiyorum” gibi modifiye söylemler yapmanız daha hayırlı olacaktır. Seni bir yerden tanıyor muyum ya? Bu cümlenin alenen yalan olması dışındaki en büyük sakatlığı, aslında kızın değerini düşürüyor olmasıdır. Seninle bir yerlerde tanıştık ama o kadar silik bir tipsin ki katiyen hatırlayamıyorum. Bunların “Şu okula mı gittin?”, “Bilmem kimlerin arkadaşı değil miydin sen?” gibi cümlelerle olayı uzatanları da vardır ki, zannedersin CSI Türkiye. Telefonunda bir resim açıp, işi “Sen şu kız değil misin ya?” noktasına kadar getireni bile gördüm, alçı hayatımızın neresinde?
44
Buraya sık gelir misin? Burası güzel bir mekan mı? Bu grup iyi çalar mı? O esnada aralarındaki tek ortak nokta olan, sigarayla karışık ter kokusunun hakim olduğu bir barda bulunmak gerçeğini, sohbetlerine yedirmek isteyen gençlerin tercihi. Ancak bu “Ben buralarda yeniyim, etrafı pek bilmiyorum, gezdirilmeye ihtiyacım var” tavrı ve bakışları, yavru bir köpek olmadığınız müddetçe işlemez. Aksine, mekana her akşam gelen, sahibini ve sahnede çalan grubu tanıyan adamlar ister kızlar; turist rehberi olmak değil. Burcun nedir? Bu sanıyorum başarılı olma ihtimali en yüksek olan cümlelerden biri, çünkü bir, kızlar kendileriyle ama sadece kendileriyle ilgili konuşulmasını ve iki, burçları çok severler. Yalnız, cevabı aldıktan sonra Rezzan Kiraz modunda “Ha, o zaman sen şöylesin, bak ben de bilmem ne burcuyum, biz iyi anlaşırız.” gibi açıklamalar yapmak delikanlıyı bozacağından, bu muhabbeti nasıl devam ettireceğinizi iyi hesaplamanız lazım. Kinder sürprizi sona sakladım: “pick-up line” mevzusu yalandır. Bir kadın, bir erkeğe dönüp baktığı anda o bardan onunla çıkıp çıkmayacağı kararını zaten verir. O esnada ne söylendiğinin pek de bir önemi yoktur. Sizin göreviniz beyler, tabii kabul ederseniz, öncelikle hedef belirlerken açık bir şekilde amacının kendi halinde eğlenip evine dönmek olduğunu belli eden hemcinslerimden uzak durmak, düzgün giyinmek, kibar olmak, hijyen kurallarına uymak ve tüm bu yollardan geçip başarıyla kızı eve götürdüğünüz zaman da erken boşalmamaktır. Başarılar. Nisan Parmaksız 45
08/09
• Bu sene ÖSS sınavında 30 000 genç birden birinci oldu. Barajı aşamayan olmadı. Her adayın yeri üniversitelerde hazır olmasına rağmen, yine de üniversite kontenjanlarının boş kalacağını belirten Eğitim bakanı, “Önemli değil, ferah ferah ders yapar öğrenciler” açıklamasını yaptı. • Bu yaz Türkiye sahillerine ilk defa bir Rus turist kızı geldi. Herkes çok şaşırdı. • Ülkenin en favori sporu hentbol’un milyonlarca insan tarafından takip edilmesine üzülen 150 futbolsever Taksim’de hüzünlü bir eylem yaptı. Sessizce dağıldılar. • Ajda Pekkan emekli olduğunu açıkladı. “en büyük hayalim yaşlılığımın tadını çıkarmak.” dedi.
DELIKANLI
Amerikan Hamam Böceği Amerikan Hamam Böceği yani, Periplaneta Americana, en büyük ve en cesur hamam böceği türüdür. Hamam böcekleri kimsenin haz etmediği, çoğu insanın tiksindiği bir hayvanken, bir de bunun daha büyük, kahverengi ve uçabilenini düşünün. İşte o, Amerikan Hamam Böceği’dir. Dişisi bir kerede 150 yavru üretebilir. Kısa sürede bulunduğu yere yerleşir, her şeyi yer ve kötü kokarlar. Hamam böceğinden bir farkı daha vardır. Yerli malı karafatmalar geceyi bekler bulunduğu delikten çıkmak için. Işık yandığı gibi kaçacak delik ararlar. Ama Amerikan Hamam Böceği öyle mi ya? Değil. Senden benden cesurdur kendisi. Salonda 20 kişi son ses televizyon izlerken, o, evde tur atmaya çıkabilir. Salına salına dolaşır. Sen üstüne üstüne gitmeye başlarken de, uçarak suratını tokatlayabilir. Sen “ne bu la?” şokunu atlatmaya çalışırken, o yavaş yavaş deliğine geri döner. Sana da paranoyaların eşliğinde huzursuz bir gece geçirmek kalır.
HAYVAN
08/09
46
Batman Belediye Başkanı Hüseyin Kalkan, şehrin ismini izinsiz kullandıkları gerekçesiyle Batman filmlerinin yapımcısı Warner Bross’a ve yönetmeni Christopher Nolan’a dava açtı. Kalkan, “Dünyada sadece bir Batman vardır. Amerikalı yapımcılar şehrimizin adını bizden izin almadan kullandılar” açıklamasını yaptı. Hüseyin Kalkan’ın Batman şehrinin tarihinin, Batman çizgi roman karakterinin yaratıldığı 1939’dan daha eskiye dayandığına dair kanıt toplamaya giriştiği belirtildi. Yurt dışında iş yapmak isteyen bazı Batmanlıların isim nedeniyle sorun yaşadığı da söylendi.12.11.08
Belediye Başkanlarının
Zonguldak’ın Ereğli ilçesi Belediye Başkanı Halil Posbıyık, 2008 Paris’te, Türkiye’de önemli bir ajans ile birlikte Garip Star Takıntısı “Sene Michael Jackson ile görüştük. ‘2009 yılı programım dolu Halilciğim’ dedi. ‘Ama 2010’da Ereğli’yi düşünüyorum, alt yapıyı bana hazırlayabilir misiniz?’ dedi. ‘Sen emret her şeyi hazırlarız’ dedim. Ona şunu söyledim. ‘Denizin mavisi, ormanın yeşili, güneşin orijinal renkleri dünyada yalnızca Karadeniz Ereğli’de vardır. Karadeniz Ereğli’yi görmeden ölmek öbür dünyaya eksik gitmektir’ dedim. Allah rahmet eylesin. Jackson aynen şöyle söyledi: ‘Festival benim için önemli değil ama öbür dünyaya eksik gitmek istemiyorum. Onun için Karadeniz Ereğli’ye geleceğim.’ 06.07.09
47
08/09
Ve iliski BAslayaca
Şayet geçen ayki yazıyı okuyup da, türlü mücadele aparatları* kullanarak bir hatun kişi ile yemek randevusu koparmış olan şanslı azınlıktansanız, bilin ki bu azınlık uzun vadede hiç de şanslı değildir. (bkz: İzmir-Aydın otobanından daha geniş bir dırdır, süper kahraman kıskançlığı v.b.) İşin gerçeği bu topluluğa azınlık demek için kümeste doğup büyümüş olmak gerekir. (bkz: facebook, msn, +120 milyon insan, v.b.) Fakat ikinci sayıdan can sıkıp moral bozmamak için azınlık olduğunu kabul ediyoruz. Zaten koca koca profesörlerin bile ömürlerini verdiği matematik denen illet bile esasen koskoca bir varsayımdan ibaret değil mi? Hepimiz o pi sayısını hayatımızda en az bir kere kafadan 3 kabul etmedik mi? Sıkıysa etme... O dairenin yarıçapı, (ki tüm çapını var sen düşün) rüyanın en civcivli yerinde ak sakalla araya girip, “birader bizim birde 0,14 bakiye kaldıydı sende.” deyince tabi iş başka... Yazı bilim dergisindeki makalelere dönmeden, biz konumuza dönelim. Zaten hatunu yemeğe çıkmaya zar zor ikna etmişiz, şimdilik bir dairenin (“boş” olmadığı sürece) konumuzla alakası yok. 08/09
Empire State yüksekliğinde ve 27 aynı anda doldur hacmi olan, “ner şimdi ben bunu?” s “kesinlikle çok pah Çok pahalı ile, orta arasında ve gayet fazlasıyla mevcut. kasılacakları bir ye hissederlerse, emi gereksiz havlama ısınmasından ve nedeni belli olma daha hızlı anlaya depremle, gereks richter ölçeği aras ikisi de dalga dalga (kadınlarda bazı tü olmamakla birlik kendisi bile şaşırır Ancak bu tavsiye alelade bir dürüm sonsuzluk kadar uz suskunluklar için almayı unutmayın. yapın kendinize am hem zaten o porsi yediğiniz dürümler
En önemli tavsi düzgün bir mekana 48
ak (mi acaba?)
binasının 1,5 katı 7 olimpik yüzme havuzunu rabilecek kadar büyük reye götüreceğim yahu sorunsalına ilk cevabımız; halı bir yere değil” olur. alamanın biraz üzeri fiyat t elit görünümlü yerler . Kadınlar çok pahalı, erde kendilerini rahatsız in olun bunu köpeklerin asından, göllerin fazla Marmara Denizindeki ayan gaz çıkışından çok abilirsiniz. Esasen bir siz kasılan bir kadının sında pek bir fark yoktur, a yayılır ve ortamı sarar. ürlü kasılmalar gereksiz kte, bunlara depremin fakat konumuz o değil.). enin gözünü çıkarıp da mcüye giderseniz, size zun gelebilecek karşılıklı yanınıza bir spor eki Hatta okumaktan ötesini matör bir kulüp arayın, iyon da kesmemişti sizi, r nasıl eriyecek?
iyelerden biri, nispeten a ilk kez gidiyorsanız çok 49
aç gitmeyin. 4 tabak jumbo karidese 120 lira vermenin dışında “oha Mahmut buzul çağının bittiğini bana neden söylemedin?” şeklinde bir tepkiyle karşılaşabilirsiniz. Çok aç yemeğe gitmenin bir kötü tarafı da, restoranın servisini bilmediğiniz için, ortasında 4 adet köfte ve kenarları süslenmiş gereksiz baharat silsilesi olan tabağı gördüğünüzde, mısır çarşısının neden 1000 senedir hiçbir ekonomik krizden etkilenmediğini kendi içinizde tartışmanız, ve ne akla hizmet aktar olmak yerine işletme okuduğunuz için polemiğe girmenizle sonuçlanabilmesidir. Ama bu yazıyı okuyup, oluşabilecek bütün sorunları baştan halledip, içinize Wingman logolu boxerınızı giydiğinizi varsayıyoruz. Biz erkekleri zaman zaman Manyas kuş cennetinde, göç ederken ihtiyaç molası sırasında fabrika atığını seyreden kuşlar kadar çaresiz bırakan bir başka konu da, sabun köpüğü muhabbetlerden, İstanbul’daki trafikten, bu yazın geçen seneye kıyasla nasıl fazla fındık yaptığından bahsettikten sonra, erkeklerin “arkadaşımı aramak istiyorum.” joker haklarının bulunmamasıdır. Zaten aniden karşılıklı susulmuştur ve iki taraf da, ne yapsam da yapsam bir konu açsam düşüncesiyle hareket etmektedir. İşte tam bu ışık hızından da hızlı bir şeyler söylemem lazım esnasında, sakın aklınıza muhtemelen ilk gelecek olan “Arabanın da
muayenesi bitti, artık yağ yakmaktan Ayvalığı il yapıcam.” lafını etmeyin. Derin bir nefes alın ve mantıklı bir konu açın. Son olarak, konuşma için yine çok yapılan bir hatadan bahsedip, hayırlı haberlerinizi alacağım inşallah. Biz erkekler genelde, hemen konuşmam lazım, çok konuşup etkilemem lazım, en çok benim konuşmam lazım düsturundan hareketle sürekli bir şeylerden bahsedip karşı tarafı konuşturmayız. Halbuki dinlemeyi bilen bir erkek, çoğu açığını kafadan kapatabilecek kadar değerlidir kadınların gözünde. Anlattığı büyük ihtimalle ilginizi çekmeyecek olsa bile, en azından burcunu dinliyor gibi görünün, dinledikçe ve yükseleninin eski erkek arkadaşına neler yaptırdığını duyunca, bırakın ilgilenmemeyi, hemen yıldız haritanızı çıkarttırmaya gideceksiniz. Hala konuşmak zorunda hissedip dinlemeyi reddeden bünyeler için, patenti bize ait olan ve General Motors’a satmadığımız için batmasına sebep olduğumuz, “bir kelime bir işlem” modelini uygulamanızı tavsiye edeceğiz. ORNEKLI ANLATIM ve CUMLE ICINDE KULLANIM KOSElerI ICIN
08/09
ÖRNEKLİ ANLATIM KÖŞESİ: Erkek içinden bir konu seçer. (ekonomi). Karşı taraf 5 cümleye kadarını müdahalesiz ve kendi kendine kurabiliyorsa 1 yaklaşık sonuç demektir, ufak ufak yeni bir konu arayın. Açacak yeni bir konu ararken de olayın işlem kısmına gelmiş bulunuyoruz. Tepkilerine bakıp toplayın, saçla oynama 3 puan, gözleri kısıp sırıtma 7 puan, nerede kaldı yemek diye etrafa bakma - 4 puan, o esnada konuyu kendi açarsa 5 puan. “Yahu bize mi gitsek?” derse etraftaki kamerayı bulmak, selametiniz açınızdan paha biçilemez. Nihayet yazının başında okurken sıkıldığınız matematiği kullanarak güç bela 15 puanı topladıysanız, şimdi yine ilk paragrafta konusu geçen pi’yi 3 aldınız demektir. Şimdi sıra yarıçapı en az bir oda bir salon olan bir “daire” nin tüm çapını hesaplamaya geldi. Onu da “yüksek matematiğin mücadeleye getirileri” ana başlığı altında, yaşınız kadar alt başlık halinde haftaya inceleyeceğiz.
CÜMLE İÇİNDE KULLANIM KÖŞESİ: Yaz sıcağında klimasız ve her yerinden ses gelen bir arabayla trafikte, hatun kişi yanınızda gidiyorken, kızın araba, sıcak, klimasızlık canına en tak dediği anda; Erkek: eee bir şey sorucam ama lütfen dürüst cevap ver. Hatun: ??sor bakalım??? Erkek: benimle arabam için birlikte değilsin dimi? Hatun:???: :):):) salak.. (iyi anlamda salak. Kötü anlamdakilere de bir ay değiniriz, unutturmayın.) Dezavantajı avantaja çevirmek bir yana, diyaloğun klişeliği sayesinde dikkat çekmeyerek, karşı tarafa üç banttan dolaylı konuyu açmanız, güldürmenin haricinde yanınıza kar kalır. Bir dahaki aya görüşmek üzere.
*Türlü mücadele aparatları: (yazıldığı gibi okunur): (1)Hatun kişiyi etkileyecek her türlü konu, konuk, istek şarkı. (2) Dezavantaj gibi görünüp profesyonel ellerde avantaja çevrilebilecek şeylerin tümü. 08/09
50
hem kel hem fodul Erkeklerin sadık dostu Wingman dergisi, bana bu bölümü yazma fırsatını sununca, ilk düşündüğüm şey %53.7’si kel, %44.6’sı fodul ve %17.5’i ise hem kel hem fodul olan dostlarıma nasıl yardım edebilirim, onları nasıl kanatlandırabilirim diye düşünmek oldu. Maalesef biz çapkın Türk erkeklerinin Orta Asya’dan beri peşini bırakmayan kellik ve fodulluk genleriyle hala boğuşuyoruz. Bu iki lanet gen yüzünden sadece uluslararası çapkınlık arenalarında değil, sporda, sanatta da hak ettiğimizden daha gerideyiz. Gelin, bu sorunları inceleyip çözümleri tartışalım. Kellik nedir? Kellik, yani tıp dilinde androgenetik alopesi, saçlı derinin lokalize kaybıdır ve multifaktöryel bir hastalıktır, yani hem genetik, hem çevresel etmenlerden etkilenebilir. Genetik; yani anneden, babadan, haladan, dayıdan yani ebeveynlerden gelen genlerden, çevresel; yani seboreik egzema gibi cilt hastalıklarından tutun da, strese kadar uzanan etmenlerden etkilenebilir. Halkımız kelliğe karşı savaşta neler kullanıyor? Bizce bu tedaviler ne kadar uygun? 1. Bitkisel şampuanlar (olsa da olur, olmasa da) 2. Sarımsak (saçlı deriyi irrite ederek, saç folliküllerini uyarmaya çalışır, şu anda bahsettiğimiz erkek tipi kellikte %0 etkinlik) 3. Badem yağı, zeytinyağlı vs karışımlar (saçı besler, birazcık,
51
o kadar...) 4. Mayonez (bunu da yapan gördüm ya, neymiş efendim içinde yumurta varmış, kıl çıkarırmış yumurta. Hiç kıllı tavuk götü gördünüz mü? Cevabınız hayırsa, bunu da geçiniz.) 5. Sperm (yüzünüzü ekşitmeyin hemen. Bu sefer ben şaka yaptım) Peki kellikte biz neler öneriyoruz? 1. Altta yatan sebep varsa tedavisi 2. İçinde, kılın ana yapısını oluşturan keratinin üretilmesinde kullanılan amino asitleri, vitamin ve mineralleri içeren ya da dihidrotestesteronun saçlı derideki olumsuz etkilerini engelleyen topikal solusyonlar veya tabletler (shen-min men formula, pantogar, pantovigar, telovium, selorix vs...) 3. Minoksidil içeren spreyler (bu FDA ,yani USA Food and Drug Administration onaylı olup, kullanıldığı sürece saçlarda artış sağlar, garantilidir.) 4. Bir prostat ilacı olan finasterid (erektil disfonksiyon, yani ereksiyon sorunları yapabilir, yani sizi kanatlandırır ama benzinsiz de uçamazsınız değil mi?) 5. Hiç biri olmadıysa saç ekimi 6. Paranız ona yetmediyse peruk ya da şapka. (şapka demişken, sayfa 98) Peruk fikrini komik mi buldunuz? O zaman kel erkekler karizmadır yalanına inanın, inandırın. Gelecek aya yazının 2. bölümü olan fodulluk veya doctor@wingmandergi.com’a atacağınız mailler sonucu belirleyebileceğim başka bir konuda görüşmek üzere, iyi uçuşlar.
08/09
cross Deniz Kocaman
over ve Rijkaard geldi...
Futbol Vs. Satranç... Kaybeden futbol! Futbol basittir. Topun 11 kişinin yardımını alıp 11 kişiye rağmen çizgiden geçmesidir. Satranç karmaşıktır. 16 taşın bir taşın yerini almaya çalışmasıdır. Satrançta ihtimaller saymakla bitmez. Yoksa biter mi? Oysa ki futbol basittir. 5 dönüm çimen üstünde 11 taşın 11 taşa göre sayılabilir(!) miktarda ihtimal oluşturmasından meydana gelir. Hamle hakkını bir taraftan diğerine veren top da oyuna katılarak ihtimalleri saymamız daha kolay hale gelebilir. Topa vurmak kolaydır, futbol karmaşıktır Artık görülmesi gereken gerçeğe dönelim. Basit olan iki yaşındaki çocuğun önüne yuvarlanan topa vurmasıdır, futbol ise karmaşık ve zordur. Zorları başaran büyük ustaları olan bir oyundur. Defansın ustası, oyun kurma ustası, golün ustası, penaltı ustası, şutun ustası... Bunlar saymakla bitmez. Ancak sadece oyunu kazanmak için kullanılacak hamleleri oluşturacaklardır. Madem hamleler bu oyunu oluşturuyor. Kim bu hamleleri yapacak olan? İlk hamleyi yaptığı ana gidelim. Surinam.... Hollanda... 30 Eylül 1962... İlk nefes... Frank Rijkaard dünyaya gelir... Frank Rijkaard, hamle yapıcı olarak belirlediğimiz 08/09
teknik direktör, çünkü önümüzdeki yıl boyunca Türkiye’de olacak ve gelmiş geçmiş en iyi futbolu oynayan takımı (08-09 Barcelona) yaratanlar, bunda onun parmağı olduğunu söylüyorlar. El alemin ipiyle kuyuya inmeyip biraz araştırma yapalım. Gullit, Van Basten, Rijkaard Bana futbolu sevdiren 88 Hollanda takımının oyuncularından biri Rijkaard. Milan’ı taşıyan 3 Hollandalının en defansta kalanı. Ajax’ta şampiyonlar ligi kupası kaldırıp orada futbolu bırakanı. Maddi olarak iflas etmiş, küme düşeceği kesin olan bir takımı sonuna kadar yalnız bırakmayan, Barcelona’ya ‘uzay futbolunu’ ilk oynatan teknik direktör o. Bu adam geldi... Peki ne değişecek Galatasaray’da? Aylar boyunca görünürde hiçbir şey değişmeyecek. Dışarıdan bakan hiç kimse geçen senenin başarısız takımıyla Rijkaard’ın takımı arasında bir fark bulamayacak. Futbolcular ise ilk olarak daha hızlı pas yapmalarını isteyen bir hoca görecekler her gün. Senelerdir böyle yorulmadıklarını hissedecekler. Maalesef genetik olarak yavaş olan futbolcular kendilerini başka takımlarda bulacaklar. Takım için zor geçen 4-5 ay sonrası, eğer yönetim dayanabilirse, çok farklı haller göreceğiz sahada. Flash Gordon + Magic Johnson + Dr. Xavier Günümüzde futbol oyununun içine katılan, takımlara hamle yapmak için imkan bırakmayan “zaman tanımama” kavramı, yaklaşık 10 yıldır doğru düzgün futbol oynayan takımlar görmemizi engelleyen bir sebep olmuştu. Takımlar ayağına top gelen oyuncuya öyle kısa sürede ulaşıyorlardı ki futbolcunun gözünü açacak vakti olmuyordu. Bu konunun çözümünü incelememiz gerekirse; zaman, futbolcu ve top değişkenlerini formülün 52
içinde bulundurmalıyız. Ve evet, çözüm gerçekten, basit futbolcunun ve topun ayrı ayrı ya da birlikteyken alışılmışın dışında hızlarla yer değiştirmelerindedir. Elbette bunu yaparken 60. dakikada yorulmayacaklardır. 6 Milyonluk Arda Yazarken kolay gözüken bu çözümü uygularken, ortalamanın üstünde futbolculara ve birkaç tane yıldız tozuna sahip futbolcuya ihtiyaç duyulacak. Galatasaray’da bu futbolcular mevcut. Yıldız tozu az ama kadroda ortalamanın üstünde çok sayıda futbolcu var. Mesela Arda; teknik, güçlü, zeki, çok değil ama hızlı bir futbolcu. Riijkaard belki de en çok ona faydalı olacak. Sürekli artan tanınırlığı ve başarısı, onu yakın zamanda yılda 5-6 Milyon Euro kazanan bir futbolcu haline getirecek bile olabilir. Bunun gibi başka futbolcular saymak da mümkün; Keita, Kewell, Baros gibi.
teknik heyetten . Türk fulbolunda gelmiş geçmiş en parlak kariyerli adamlar bunlar. İyi futbol oynatmalı, her takıma karşı galibiyet alabilmeli, bunları yaparken kadroda herkesin ağzını açık bırakacak altyapıdan gelen genç futbolcular yetiştirmeli... Taşıması gerekenler ağır yükler gibi gözükse de, Rijkaard bunları başarabilecek bir futbol adamı. Yaptıklarıyla, futbol kültürüyle, zekasıyla... Doğru takımda, onu sevenlerle... Rijkaard Uzak Doğu felsefesiyle ne kadar ilgilenir bilemem ama Uzak doğu felsefesinde şu yaklaşım önemli yer tutar, “Hayat bir nefesle başlar... Sorun yaşadığında nefes al, ilk nefesi aldığın tazeliğe dönebilmek için...” Ve o derin bir nefes alıp geri geldi...
Megan, no thanks! Rijkaard’ın sistemine uygunluk gösterecek adamların, hücum özellikleri yüksek futbolcular olması ve defans anlayışı yüksek yeterince futbolcusu olmaması ise Galatasaray’ın uzun bir süre çok gol yiyecek bir takım olacağını bize gösteriyor. Galatasaray bu dönemde çok farklı mağlubiyetler de alabilir. Bu noktaya gelinirse esas görev yöneticilere düşecek. Rijkaard’ın kendi filmini yöneten, “Megan Fox’u da koyalım bu filme, iyi gişe yapar.” diyen şirket kararlarını sallamayan türden bir yönetmen olduğunu unutmadan kararlar almalılar. Geçen sezon denedikleri kukla yönetmen seçeneği gişede battığı için Rijkaard her şartta destek görecektir Adnan Polat ve adamlarından. Beklentiler de asla düşük olmayacak Rijkaard ve 53
08/09
Mantığın bittiği yerde “Curling” ve türevleri başlar. Dünyada “Bu adamlar ne yapıyor?” ya da “Bu kadınlar kaç gündür aç geziyor da böyle işlere kalkışmış?” sorularını sordurtan sportif aktiviteler de mevcut. Yıllar evvel zappinglerden zapping beğendiğim bir gün Eurosport’a bir süreliğine kilitlendiğimde, bir grup insanın buz üzerinde akıl sır erdiremediğim antin kuntinlikte yaptıkları hareket silsilesini görünce kanım bir anda o buzun soğukluğuna ulaştı ve dondu. Giydiğinden İsveç milli takımının üyesi olduğu anlaşılan bir şahıs elindeki disk benzeri aparatı “değmesin yağlıboya” hassasiyetinde ve “aheste çek kürekleri saçımız başımız dağılmasın” gibi bir ifadeyle elinden bıraktıktan sonra aynı takımın başka iki elemanı, bahar temizliğine girişmiş 50’li yaşlarda bayan tadında bir azimle, ilerleyen diskin yolunu “pırıl pırıl” yapar şekilde süpürmeye başladılar. “Eurosport arada Avrupa sinemasından cins cins sanat filmleri de vermeye başladı” düşüncesini kafamda oluşturan bu sahnelerin ve buz üzerinde saçmalayan bu insanların aslında “Curling” 08/09
adı verilen sporu icra ettiğini sonradan öğrendim. Biraz araştırma yapınca Curling’in İskandinav ülkelerinde popüler olan bir spor olduğunu ve bu bağlamda İsveç, Norveç ya da Finlandiya gibi ülkelerde refah seviyesi yüksekliği, insanların büyük kısmının güzel oluşu fakat daimi şekilde havaların Erzurum’dan hallice oluşuyla beraber, insanların ne şekilde kafayı sıyırdığını anlama şansım oldu. Dahası, önemli bir gerçekle yüzleştim. Biz her ne kadar, yat kalk futbol konuşsak, arada bir baskete “dokansak”, ayda yılda bir “ikimiz bir olimpiyatın gülle atma dalı olsak” da, aslında dünyada “Bu adamlar ne yapıyor?” ya da “Bu kadınlar kaç gündür aç geziyor da böyle işlere kalkışmış?” sorularını sordurtan sportif aktiviteler de mevcuttu ve sonraki zamanlarda hep özel bir ilgi besledim bu, bana göre “garip” olan sporlara. Aslında hep hayatımızda yer alan, fakat görmek istemediklerimiz gibiydi bu sporlar. Klostrofobik tenis: squash Hipnoz gerektirmeyecek kadar yakın maziye dönersek “izlemeyeni dövüyorlar” şeklinde kitleleri peşinden sürükleyen dizi “Asmalı Konak”tan aklımda kalanlardan biri Seymen Ağa ile kardeşinin küçük bir odada ellerinde raket kan ter içinde karşı duvardan topu en abartı hızda sektirdiği ve bundan garip 54
bir keyif aldığı “Squash”tı. “Klostrofobik tenisin lüzumu yok. Çıkın, açık alanda paşalar gibi oynayın” derdim o ikisine, duvardan topu birbirlerinin ağzını burnunu kırarcasına bir hırsla sektirmeye çalıştıklarında, fakat adamlar ısrarla o daracık odaya girip orada aynı anda sauna hizmetini de yakaladıklarından, tişörtleri terden buharlaşacak seviyeye gelinceye kadar Semra Kaynana tabiriyle kendilerini paralarlardı.
alta bir zamanlar sömürge olmalarına paralel olarak geliştiğini öğrendim. Yine de madem sömürgeydi, neden futbol değil de kriket ekol spor oldu bu ülkede sorusunun tam bir cevabını vermek mümkün değil.
Daha evvel Hindistan’a giden iki arkadaşımın, Türkiye’ye döndükten sonra uzunca bir süre kriket görünce (neyse ki zapping sırasında Eurosport’u geçerseniz bunu görme şansınız pek yok) ve korna sesi duyunca (Korna sesinin Hindistan’ın milli müziği olduğunu söylemişlerdi) ciddi manada asaplarının bozulduğunu gördüm. Çünkü Kriket’in bize ters gelebilecek bir diğer yönü ise bazı maçların bir günde bitmemesi. Bu da Hindistan’da turist iseniz otele her geldiğinizde ve Tv’yi her açtığınızda karşınıza kriket maçı canlı, banttan ya da özet olarak sizi sobeleyebilir demektir. Zorlaştırılmış beyzbol Hayatta tanıdığım tek Kriket “Yalan Rüzgarı”ndaki olarak özetlenebilecek bu spor da tabi ki hiçbir sarışın kızcağızdır. zaman ilgimi çekmedi ve hayatta tanıdığım tek Kriket “Yalan Rüzgarı”ndaki sarışın kızcağız olarak kaldı Paralamak demişken, acep hep mi zengin tayfası bu tip kuntasyo sporlara ilgi duyuyor diye düşünmek böylece. Halen de kriket maçı gördüğümde ışık hızıyla değiştiririm kanalı. mümkün ilk anda. Misal arkada bebek uyuyormuş sessizliğinde takılan seyircileri, koskoca bir alanda Su Altı Hokeyi mi? beh beh beh... oynanması, özel ayakkabıları, sopası, arabası ve daha Zengin fakir demeden herkesi ağına düşüren başka ne varsa onla ilgili olarak, golf için bu teoriyi karşılaştığım garip sporlar, bazen doğaüstü gücü savunabiliriz. Fakat diğer yandan, fakir denildiğinde olan insanları pençesine alıyordu. Böyle sporlardan ilk akıllara düşen Hindistan vatandaşlarının kriket biri olan “Su altı hokeyi”ni gördüğümde uzun süre tutkusuna ne tepki veremediğimi çok net hatırlıyorum. Ben demeli? Bir dönem daha buz üzerindeki hokeye ya da bırak onu “Su merak edip bir Topu”na, harcanan efor nedeniyle “Beh beh beh...” Pakistan’lı, bir yakarışlarıyla bakarken suyun altında bir yandan Hindistan’lı için nefesini tutup bir yandan da dipteki pak’ı rakip kaleye kriket denince götürmeye çalışan insanlar olduğunu bilmek hayatın neden akan sular sonsuz sürprizlere sahip olduğunun bir diğer kanıtı duruyor (kaldı ki oldu benim için.(Bir an için kendimi tutamayıp “Su çok da fazla su altı okeyi”nin bizim için daha bir ata sporu tadında yok ülkede) diye olabilecek yepyeni bir dal olduğunu savunacaktım merak ettikten fakat “Kıraathaneler Odası”nın bu konuda açıklama sonra olayın alttan yaparak beni kınamasından çekindim. En nihayetinde 55
08/09
zaman zaman yolu kahveye düşen ve king, batak gibi daha “düşünsel sporlar”a ilgili duyan biri olarak.) Dağda bayırda yapmaya gerek yok, evde de ütü yapmak “extreme” bir hadisedir bir çok insan için. “Eskrim”in sanki karşınızda bel nahiyesine elleşince tiki olduğundan zıplayan kişiyi kılıçla dürtmeye yönelikmişçesine olan hamlelerinde ve “Polo”nun “hareketli ve at sırtında oynanan bir çeşit golf türevi değilde nedir la’ bu?” sorusunu zihinlerde canlandıran manasızlığında, bütün spor dallarına bakışımı tekrar gözden geçirdim uzun yıllar boyunca ve anladım ki ben Futbol, Basketbol, Tenis ve bunlar gibi akla mantığa daha uygun sporları izlediğimde keyif alıyorum arkadaş. Başka bir deyişle Eurosport’u açtığımda ilk kez gördüğümde kesinlikle izleyenleri kekleme amaçlı şekilde kuralları kendilerinin uydurduğunu sandığım “Snooker”ı görünce bahsettiğim kandırılıyormuş olma hissiyatının da etkisiyle midir bilinmez ama aynı hazzı alamıyorum. (Hiç bilmeyenler kurallara bakmadan 1-2 Snooker videosu izlerse ne demek istediğimi daha iyi anlayacaktır) Neticesinde de futbolun hem sosyolojik hem de ticari olarak hegamonyasının her geçen gün daha da arttığı bir dünyada “Yeni sporumuz budur” diyerek bir tekerlek kaşarın peşinden onu yakalamak ve bu mücadelenin “kazanan”ı olmak adına dağdan bayırdan yuvarlananlar olduğunu görmek, bizlerin ekseriyetle gecenin bir vakti bakkala kimin bira almaya gideceğini belirlemek için kullandığımız “Taş, makas, kağıt” oyununun 50,000 $ gibi ödüllerin döndüğü, resmi kuralları ve ligi 08/09
56
olan bir spor kabul edildiğini öğrenmek, “Extreme Ironing” (Ki dağda bayırda yapmaya gerek yok, evde de ütü yapmak “extreme” bir hadisedir bir çok insan için) adı altında tek “sıkıcı” extreme sporun varlığından haberdar olmak insanı sarsıyor. Ben tercihimi Real Madrid’in parasının ve Cristiano Ronaldo’sunun benim çenemi yormasından ya da Mehmet Topuz transferi üzerine dallı budaklı bir geyikten, Hidayet Türkoğlu’nun Toronto’yla anlaştığı haberini okumaktan yana kullanıyor, Bocce adındaki çocukken oynadığımız “bilye”lerin, daha devasa olan versiyonları ile oynanan halinin soldan çekiç çarpmışı ve spor olarak kabul edilmiş haliyle zorlu müsabakalara sahne olan anları yerine, efendi gibi Federer ve Roddick’in Wimbledon Açık kapsamındaki maçlarının tekrarını izlemekten yanayım. Bana bunlar gelmiyor ben “curling”siz yapamıyorum diyene de, “Süpürgeyi yere yavaş vur da saçın başın dağılmasın” demekten başka bir şey gelmiyor elimden. Curling’miş... Hey Ya Rabbim sen bana sabır, bu kullarına akıl fikir ver. cornelius
57
08/09
HAYAT KURTARIR
Benim başıma gelmez demeyin, önleminizi alıp bu yazıyı muhakkak okuyun. Unutmayın ki Hollywood
HAYAT KURTARI
Kocaman çenesini açıp sırıtarak avına doğru yol alan köpek balığının hedefinde ilk olarak, sahilde yeni tanışıp oynaşmaya başladığın, pembe bikinili güzel kızın ufak poposu vardır. 08/09
Zeynep Bonçe
Denizden babam çıksa yerim diyenler, bence bir daha düşünün...
zaman değil.
Deniz güzel, deniz serin... Plajlar bikinili güzel kızlar, havalı erkeklerle dolu. Güneş hem tenini, hem yüreğini ısıtırken, için kıpır kıpır. Ne güzel değil mi? Her
Erkeksen, nispeten şanslı sayılırsın. Zira denizden çıkanlar genelde güzel kızları hedef alır. Niye diye sorma. Şablon bu. Kocaman çenesini açıp sırıtarak avına doğru yol alan köpek balığının hedefinde ilk olarak, sahilde yeni tanışıp oynaşmaya başladığın, pembe bikinili güzel kızın ufak poposu vardır. Zavallı kız olacaklardan habersiz sana “Hadi gelsene, su çok güzel!” diye bağırırken, suyun içinde sakin sakin salladığı bacakları, kısa süre içinde aç köpekbalığının midesine inecektir. Sen sen ol, baktın kızın olduğu noktada denizin rengi maviden kırmızıya dönüyor, hiç kasma kurtarmak için. “Suya gireyim de, köpekbalığının burnunu yumruklayayım, kızı da kurtarayım” falan deme. Sen gidene kadar iş işten geçer zaten. Bir de seni kaybetmeyelim. 58
Her zaman, gelirken fark edilmesi kolay, sığ yerlerde pek bulunmayan kocaman köpekbalıkları değildir korkman gereken. Bazen de avuç içi kadar balıklardan oluşan masum görünümlü bir sürü hayatına mal olabilir. Piranalar ağızlarını açmadıkça korkmanı gerektiren bir canlı gibi durmaz. Ama o dişleri gördüysen, artık ne yapsan kar etmez. Her biri sanki çimdik atıyor gibi etinden et koparırken, sen daha ne olduğunu bile anlamadan, geriye sadece kemiklerin kalır. Neyse ki Hollywood istatistikleri piranaların da, önce gruptaki kızlara saldırdığını kanıtlamıştır. Denizden ayrıca bilumum kimyasallar yüzünden evrim geçirmiş yaratıklar da çıkabilir. O sırada denizdeysen yapacak bir şey yok. Tek şansın yaratığın yemek konusunda stoklu hareket etme alışkanlığının olmasıdır. Belki seni bir kuytuda saklamaya çalışır. O zaman da kaçmak sana kalmış. Bunun daha fırtınası var, depremi var, göktaşı var... Deniz bu durumlarda en savunmasız olduğun yerlerden biridir. “E ne yapayım? Havuza mı gireyim hep?” dediğini duyar gibiyim. HAYIR! Havuz denizden daha tehlikeli olabilir. Her an, havuz suyunu boşaltan deliğin üstündeki ızgaranın, bir katil tarafından söküldüğünü ya da vidasının gevşetildiğini fark edebilirsin. Fark ettiğinden kolun çoktan deliğe sıkıştıysa geçmiş olsun. Bunu baştan düşünecektin. Sana tavsiyem, havuza girmeden önce deliklerin ızgaralarını bir bir kontrol etmen. Bu bir dakikalık tedbir hayatını kurtarabilir.
59
Dolu havuzların üzerine serilen bir muşamba vardır bilir misin? Onu evindeki havuzda kullanma. Her hangi bir yerde gördüysen de oradan uzaklaş. Kimin, ne zaman sana saldıracağını bilemezsin. Evin içinde başlayan itiş kakış, saldırganın seni muşambaya atmasıyla biterse, oradan kurtulman pek mümkün olmayacaktır. Debelenir durursun
suyun içinde. Muşambaya sarılı bir şekilde dibe battıkça batarsın, yazık olur. Son olarak, tropik alanlarda nehirlere ve Florida’da denize gireyim deme. Timsahların sağı solu belli olmaz. Ama diyelim ki sıcaktan bunaldın. Beni de dinlemedin girdin suya. Timsah bu durur mu? Açar senin boyun kadar olan çenesini, alır kafanı... İşte o zaman hemen parmaklarınla hayvanın gözlerini bulmaya çalış. Yalnız, genelde gözüne saldırıldığında panikleyip çenesini açan bu hayvancağızın, iyice kızıp, daha büyük bir azimle sana saldırmayacağının garantisini veremem. E ben sana demiştim girme suya diye...
08/09
3
3 2
2 1
1
3 32 2 211 1
makinist
Hayalet Sevgililerim (Ghosts of Girlfriends Past)
İşte bir Wingman erkeğinin feyzalması gereken sıkı bir komedi filmi. Dünyanın önde gelen dergilerinin, önde gelen fotoğrafçısı Connor, günü gününe yaşamayı, lüksü, Rıfat Yazıcı parayı ve de tabi ki kadınları seven biridir. Kullan at yöntemiyle yanaştığı kadınlara ilişki için en fazla birkaç gün tanıyan Connor, kardeşinin düğünü için bir süreliğine, şehir dışındaki doğup büyüdüğü malikaneye gelir. Evlilik müessesine şiddetle karşı çıkan, çevresindeki evlenmeye çalışanları bu düşüncelerinden vazgeçirmeye çalışan Connor’un başına doğa üstü bir olay gelir. Zamanında kendisi gibi çapkın ve ünlü olan amcasının hayaletiyle karşılaşır ve gece boyunca yaşadıklarıyla geçmişini hatırlayacak, şimdiyi tartacak ve geleceğini planlayacaktır. Tüm bunların mükafatı olarak sunulan şeyse, beraber büyüdüğü ilk aşkı olacaktır. Başarılı bir remake olarak tanımlanabilecek filmi seyrederken Connor Mead’in yerinde keşke ben olsaydım demekten kendinizi alıkoyamayacağınız kesin. Belli standartlar dahilinde ilerleyen senaryo olağan üstü, mistik durumlarla taçlandırılarak seyirciye sunuluyor. Boşanma oranlarının hızla Künye arttığı günümüzde evliliğin aslında ne kadar Yönetmen: Mark Waters kutsal bir müessese ve yalnız ölmenin dünyada insanın başına gelebilecek en kötü şey olduğu Senaryo: Jon Lucas, Scott Moore mesajlarını veren yapımda dikkat çeken dört Oyuncular: Matthew McConaughey, isim var. Matthew McConaughey, Michael Jennifer Garner, Michael Douglas, Douglas, Emma Stone ve Lacey Chabert. Aslen Emma Stone Charles Dickens’ın “A Christmas Carol”ından (don’t you ever read?) konsept olarak hazırlanan, iyi vakit geçirmek ve gülmek için ısrarla tavsiye edebileceğimiz iddialı bir film “Ghosts of Girlfriends Past”. 3
bu ay öne çıkanları Soysuzlar Çetesi (Inglorious Basterds)
G. I. Joe: Kobra’nın Yükselişi (G. I. Joe: The Rise of Cobra)
Alman işgâli altındaki Fransa’da Shosanna Dreyfus, ailesinin Nazi albayı Hans Landa tarafından katledilmesine tanık olur. Katliamdan kurtulan Shosanna, yeni bir hayata başlar. Öte yandan Teğmen Aldo Raine’in önderliğindeki bir grup Yahudi askeri, önceden belirlenmiş hedeflere yönelik intikam faaliyetlerine başlamıştır. Raine’in intikam timine Alman kadın oyuncu Bridget Von Hammersmark da katılır.
Orta Asya’nın dağlarından, Mısır’ın çöllerine, Paris’in kalabalık caddelerinden, kuzey kutbunun buz örtüsüne kadar her yerde, G. I. Joe olarak bilinen seçkin ajanlardan oluşan ekip, silâh tüccarı Destro ve dünyayı kaosa sürüklemek isteyen gizemli Kobra örgütüyle savaşmak için geleceğin casus teknolojisini ve askeri teçhizatlarını kullanıyor.
Kan Gölü (Eden Lake)
Son Durak 4 3D (The Final Destination 4 3D)
Yönetmen: Quentin Tarantino Senaryo: Quentin Tarantino Oyuncular: Brad Pitt, Diane Kruger, Melanie Laurent, Eli Roth Gösterim Tarihi: 21 Ağustos
Yönetmen: James Watkins Senaryo: James Watkins Oyuncular: Kelly Reilly, Michael Fassbender, Tara Ellis, Jack O’Connell Gösterim Tarihi: 14 Ağustos
Anaokulu öğretmeni Jenny ve sevgilisi Steve, romantik bir hafta sonu için orman içinde bulunan bir göl kenarına giderler. Fakat bu sakin ve huzurlu yerde ortaya çıkan gençler kendilerini bu genç çifte kanıtlamak için güç gösterisine girip şiddet uygulamaya başlayınca, olaylar kendiliğinden gelişir ve kedi- fare kovalamacası vahşete dönüşür.
Yönetmen: Stephen Sommers Senaryo: Stuart Beattie, David Elliot & Paul Lovertt Oyuncular: Adewale Akinnuoye, Christopher Eccleston, Joseph Gordon, Sienna Miller Gösterim Tarihi: 07 Ağustos
Yönetmen: David R. Ellis Senaryo: Eric Bress, Jeffrey Reddick Oyuncular: Krista Allen, Nick Zano, Mykelti Williamson, Bobby Campo Gösterim Tarihi: 28 Ağustos
Nick ve arkadaşları hafta sonunda araba yarışı izlemeye giderler. Nick yarışın yapıldığı stadyumun izleyicilerin üzerine yıkıldığını görür. Bu gördüklerinin birazdan yaşayacakları bir felâket olduğunu fark ederek, 12 kişiyi stadyumdan çıkmaya ikna eder ve kazadan kurtulurlar. Ama stadyum kazasından kurtulanları çok daha korkunç kazalar beklemektedir.
AŞK HER YERDE (LOVE ACTUALLY) UNIVERSAL PICTURES (2003) Yönetmen: Richard Curtis
evde hatunla izlenebilecek filmler
Oyuncular: Hugh Grant, Laura Linney, Liam Neeson, Colin Firth, Keira Knightley, Emma Thompson, Alan Rickman, Billy Bob Thornton, Denise Richards, Billy Nighy Konu: Love Actually yeni bir romantik komedi değil. 10 romantik komedi filminin bir araya geldiği tek bir film. Şimdiki zamanda yılbaşından 2 ay önce Londra’da geçen hepsi birbirinden eğlenceli ve dokunaklı hikayeler. Yeni, bekar ve genç İngiltere başbakanı ve başbakanlık konutunda çalışan, sevimli ve argo konuşan sekreteri. Karısını kardeşiyle birlikte aynı yatakta yakalayan bir yazar ve de onun kafa dinlemek için gittiği sayfiyede yardımcısı olan Portekizli hizmetçi. En yakın arkadaşının sevdiği kızla evlenmesine hiç ses çıkarmayan genç bir adam. Ailesi ve cazibesine kapıldığı sekreteri arasında seçim yapmak zorunda kalan patron. Özürlü kardeşi ve aşık olduğu erkek arasında seçim yapmak zorunda kalan, orta yaşa doğru ilerleyen bekar bir kadın. İngiltere’de kızların kendisiyle ilgilenmemesi ve soğuk davranması nedeniyle Amerika’nın sıcak kızlarının yanına koşan bir İngiliz genci. Eşini kaybeden ve 10 yaşındaki üvey oğluna hem bunu unutturmaya çalışan hem de onun beklenmedik isteklerini gerçekleştirmesinde yardımcı olmaya çalışan bir baba. Wingman der ki; bu kadar ünlü ve önemli oyuncuyu bir filmde görmek herkese nasip olmaz. Üstelik aşkın her halini anlatan, aşk üzerine yapılmış en kapsamlı yapım olduğunu iddia ettiğimiz bu film, kız arkadaşınızı size duygusal anlamda daha da yakınlaştıracak. AÇIK DENİZ (OPEN WATER) TIGLON (2006) Yönetmen: Chris Kent Oyuncular: Blanchard Ryan, Cristina Zenarro, Daniel Travis, Estelle Lau, John Charles Konu: Uzun zamandır bekledikleri tatillerini geçirmek için Karayiplere gelen Daniel ve Susan, bir sualtı dalış gezisine çıkar. Farkında olmadan açığa sürüklenen çift su üstüne çıktığında teknenin orada olmadığını fark eder. Soğuk ve karadan binlerce mil uzakta Daniel ve Susan çok geçmeden yalnız olmadıklarını fark ederler. Şimdi aç köpekbalıkları her yerdedir. Gerçek olaylara dayanan bu sıkı gerilimin devam filmi de çekilmişti. Wingman der ki; bir nevi Blair Cadısı ile Jaws ile karışımı olan bu film, -Aşk Her Yerde duygusal anlamda yakınlaştırırken- fiziksel olarak sizi kız arkadaşınıza çekecek. Sebebi açık… İnsani bir temel içgüdü; korku… 08/09
62
evde hatunla izlenemeyecek filmler Rıfat Yazıcı
OCEAN’S 13 TIGLON (2008) Yönetmen: Steven Soderbergh
Oyuncular: George Clooney, Brad Pitt, Matt Damon, Bernie Mac, Casey Affleck, Al Pacino, Andy Garcia Konu: Danny Ocean ve ekibinin macera arayışları bitmek bilmiyor. En büyük soygun çetelerinden biri haline gelen bu ekibin artık kendi kumarhaneleri de vardır. Fakat şimdi, yapacakları soygun kadar, kendi kumarhanelerini korumak da önemli hale gelmiştir. Dünyanın en acımasız kumarhane sahiplarinden biri olan Willie Banks, Ocean’ın ekibinden Reuben Tishkoff’a büyük bir kazık atmıştır. Bunun sonucu, Danny ve ekibinin yeniden bir araya gelerek belki de şimdiye kadar giriştikleri en tehlikeli soyguna hazırlanma vakitleri gelmiştir. Wingman der ki; işte sevgilinizle izlenecek en tehlikeli film. Başta Brad Pitt ve George Clooney olmak üzere birbirinden karizmatik erkekleri barındıran Ocean’s 13, size cehennem azabını ve aldatılma hissini tattırır. Ama kendinize çok güveniyorsanız, buyurun en yakın DVD’ciye…
SÜT KANALD HOME VİDEO (2008) Yönetmen: Semih Kaplanoğlu Oyuncular: Melih Selçuk, Başak Köklükaya, Rıza Akın, Saadet Işıl Aksoy Konu: Liseyi bitirdikten sonra üniversite sınavını kazanamayan Yusuf’un büyük bir tutku ile yazdığı şiirler, adını sanını kimsenin duymadığı bazı edebiyat dergilerinde yayınlanmaktadır. Ama ne şiirin ne de değeri günden güne düsen sütün Yusuf’a ve annesi Zehra’ya bir katkısı vardır. Yusuf, Zehra’nın kasabadaki istasyon şefi ile yasadığı gizli ilişkiyi keşfedince ne yapacağını şaşırır. Gelecek kaygısı, yaşanan hızlı değişim ve gençlikten yetişkinliğe adım atmanın acılarıyla baş etmenin yolunu bulabilecek midir? “Süt” Semih Kaplanoğlu’nun Yusuf üçlemesinin ikinci filmi. Wingman der ki; kız arkadaşınızın sizden soğumasını ve sıkıcı birkaç saat geçirmeyi istiyorsanız şiddetle tavsiye ederiz. Zira, aslında yurt dışında büyük başarılar kazanan bu film, Türk seyircisine oldukça uzak bir sessizlikte… 63
08/09
rö-portaj
röportaj: Kayra Altınışık fotoğraflar: Ahmet Topçu
Kazanan erkeklerin dergisi Wingman, hedeflerinize ulaşmanız için size yol göstermeye devam ediyor. Bunlardan biri de yaşam koçluğu... Çok aşina olmadığımız bir meslek olan yaşam koçluğunu sizin için bu işin en iyilerinden birine sorduk. Delphi Coaching’in sahibi, yaşam koçu Serdar Lale, bu konuda merak edilenleri WinGman’e anlattı.
Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Öğretmen çocuğuyum. Ankara’da büyüdüm. Maltepe Askeri Lisesinden mezun olduktan sonra Kara Harp Okulu’na devam ettim. Oradan ayrılıp, ODTÜ’de işletme okudum. Sonrasında Henkel Turyağ’da çalışmaya başladım. Çeşitli pozisyonlarda görev aldıktan sonra oradan ayrıldım. Sonrasında kişisel gelişim ve iletişim konularında eğitimler almaya başladım. O sırada eğitimi de iyi yapabileceğime karar verdim.
2001’den sonra bu işi, 3 sene boyunca part-time yapmaya başladım. 2004’ten beri de Management Centre Türkiye bünyesinde eğitim veriyorum. Bir yandan hala koçluk eğitimi almaya devam ediyorum. Koçluk nedir? Uluslararası Koçluk Federasyonunun tarifi; “iki işi arasında düşünce tetikleyici, yaratıcı, danışanın çözüm üretip, kendi kendini anladığı süreç”tir. Amacımız öğretmek, anlatmak değil, danışanın hayatında karşılaştığı şeyleri başka türlü düşünmesi için onu teşvik etmek. Gruplarda da aynı mantık var. Her grubun kendine özgü bir dinamiği vardır ve koç o dinamiği görüp, ona göre grubun yeni aksiyonlar almasını sağlar. Yaşam koçluğu denilince geniş kapsamlı bir şeyden bahsediyoruz. Yönetici koçluğunda ise sınırlar daha belirgindir. Mesela yönetici, daha ikna edici olmak istiyorsa, o konuda çalışıyoruz. Danışmanlıktan ne farkı var? Danışmanlıkta uzmanlık gerekiyor. Koçlukta danışmanlıkta olduğu gibi know-how transferi olmaz.. Ben koçluk yapıyorken, danışanla ilgili bir şey bilmeme gerek yok. İlk sorduğum soru hayalinin ve hedefinin ne olduğu. Ona doğru soruları sorup, istediğini elde etmesine yardımcı olmak benim görevim. Delphi ismi nereden geliyor? Koçluğa başladığım zaman şunu anladım. Ne istediğini bilmek için, insanın kim olduğunu anlaması gerekiyor. İsteklerin aslında toplumun senin için istediği şeyler. Kendini iyi bilirsen ne istediğini daha iyi bilirsin. Antik Yunanistan’da Delphi
diye bir şehir vardır. Oradaki Apollo tapınağında “kendini bil” yazar. Aslında çok eski bir öğreti kendini bilmek. Delphi Coaching nasıl çalışıyor? Kendisiyle ilgili bir şeyler yapmak isteyen ilk önce internette arama yaptırıyor. Danışanları seçerken biraz seçici davranıyorum. Gerçekten harekete geçmek isteyenlerle çalışmayı tercih ediyorum. Danışanın gerçekten bunu istemesi gerekiyor. Bazen iki üç görüşmeden sonra bıraktığım da oluyor. Baştan anlaşıyoruz. Ne bekliyor, hedefleri ne, ben ona bu onuda nasıl yardım edebilirim? Benim beklentim de, o süreçte aksiyon alması gereken şeyleri yerine getirmesi. Bazen bir yazı yazmak, bazen bir film izlemek, bazen bir konu hakkında konuşmak olabilir bu. Sorumluluklarını yerine getirmesi gerekiyor. Bunları yerine getirdiğinde, bir sonraki görüşmede fark hemen görülüyor. Öbür türlü konuş konuş sohbete dönüşür. Başta herkese şunu söylüyorum; “Senin, seninle ilgili projen bu. Bunu gerçekten yapman gerekiyor.” Psikolojik danışmanlıkla benzerlikleri çok gibi... Sınırdayız. Psikolojik danışmanlıkla en büyük farkımız, danışanı, sadece insan olmasından dolayı, eksiksiz olarak görmek zorunda olduğumuz. Eksik görürsek tedavi etmeye kalkabiliriz. Bazen konu elbette psikolojiye gidebiliyor. Ama koçluk sağlıklı bir insanla, sağlıklı bir hedef için yapılan bir şey. Kendi kaynaklarını kullanıp istediği hedefe gitmesine teşvik etmek bizim işimiz. Hedefine ulaşınca, asıl istediğinin o olmadığını anlayıp, sizi suçlayan oluyor mu? Hiç olmadı. Zaten süreç boyunca, danışan kendi hareketlerinin sorumluluğunu almayı öğreniyor. Ben sadece aracım. O beni nasıl yönlendirirse o yönde giderim. O nedenle suçlama gibi bir durum söz konusu değil. Ama hedefine ulaşınca tatmin olmayan da çıkabiliyor. Koçluk danışanın kendini 65
tanıması üzerine bir süreç olduğundan, tanıdıkça asıl isteklerini keşfedebiliyor. Kaç günde bir geliyor danışanlar? İlk seans, yani derin seans, 2-3 saat sürüyor. Ondan sonrakiler ayda en az 3 kere olmak üzere, bir saatlik görüşmeler halinde oluyor. Genellikle kariyer hedefleri için mi geliyorlar? Hayır. Aslında ne istiyorum sorusu yüzünden geldiği için, herhangi bir konu olabilir bu. Ben ilişki koçluğu da yapıyorum. Çift ne istiyorsa o yönde sağlıklı bir şekilde yürümelerini sağlamaya çalışıyorum. Boşanmak istiyorlarsa, onlara boşanma yolunda eşlik ediyorum. Size kaç yaşındakiler geliyor çoğunlukla? Çoğunlukla 30’lu yaşlardakiler geliyorlar. Çünkü merak ettirmeyen, dayatma bir eğitimden geçiyorlar. İstemeden kurduğu hayatı eninde sonunda sorguluyor. Yaş sınırı olarak, 18 yaşından küçükleri kabul etmiyorum. Aldığı kararlardan sorumlu olmak zorunda danışan. Çoğunlukla kadınlar mı erkekler mi geliyor? Kadınlar çoğunlukta. Hatta internet sitemizi ilk açtığımızda bir süre sadece kadınlardan talep gelince arkadaşlarıma siteyi gösterip özellikle sordum, kadınlara yönelik bir site mi olmuş diye. En son bir arkadaşım “erkek, kaybolunca yol bile sormaz, sana hayatını mı soracak?” dedi. O zaman anladık neden kadınların çoğunlukta olduğunu. Hala %70’i kadın.
08/09
sail away
fotoğraflar: Murat Ertürk model: Ernesta (Flash Model) saç: Kemal Demirtürk makyaj: Vildan Taşören
iniz .
Şehir bütün kalabalığıyla üstünüze geliyor. Meydanlara bile çıksanız üstünüzden atamayacağınız bir klostrofobi beyninizi kemiriyor. Nefes almaya çalıştığınızda ciğerlerinize dolan tek şey egzoz dumanı... Dayanma notasını çoktan geçtiniz ama yapmanız gereken işler, bitirmeniz gereken projeler var. Şu an gidemezsiniz.
P es
67
s z e e de m
08/09
Çok mu çözümsüz görünüyor durumunuz? Hemen karamsarlığa kapılmayın. Çözüm açıklarda... Çözüm denizde... Çözüm güzel bir kaptanı olan sıkı bir teknede...
rüzgar hızınıza hız katarken, seksi kaptanınız sizi en ıssız adalara doğru kaçırırken, yeniden doğduğunuzu hissedeceksiniz. Belki bir hafta sonu belki de sadece bir gün sürecek bu kaçamak. Ama yetecek de artacak bile.
08/09
68
69
08/09
Ciğerleriniz açık denizin D vitaminine doyacak. G güzelliğiyle bayram ede Artık pazartesiye hazırs
08/09
70
n kokusuyla temizlenirken, teniniz Gözleriniz manzaranın ve kaptanınızın erken, beyniniz zevk ve huzurla dolacak. sınız.
71
08/09
08/09
72
73
08/09
evde yapılabilecek göğüs ve kol hareketleri Geçen ay nasıl beslenmemiz gerektiğine değinmiştik. Daha sonraki aylarda beslenme üzerinde daha çok duracağız. Çünkü Burak Göksel beslenme, istenilen vücuda açılan kapının anahtarıdır. Peki şimdi ne yapacağız? Nasıl spor yapabiliriz? Bu ay ev ortamında hafif ağırlıklarla neler yapabileceğinize dair bazı hareketler göreceğiz. Bunun için ihtiyacımız olan tek şey kolaylıkla edinebileceğiniz bir dambıl seti. (Eğer elinizde yok ise 2.5 litrelik su şişelerini bile kullanabilirsiniz.) Yalnız şunu da belirtmek isteriz ki; burada verecek olduğumuz örnekler yeni başlayanlar içindir. Bir nevi hazırlık çalışmasıdır. Size daha formda daha sıkı bir vücut kazandıracaktır. Ama şunu da unutmayınız ki, kaslarınızı büyütmek istiyorsanız sizi zorlayan ağırlıkları kullanmanız gereklidir. Kilo vermenin, yağ oranının düşürmenin olmazsa olmazlarından kardiyo: Şimdilik kardiyodan çok çok temel olarak bahsedeceğiz. İlerleyen zamanlarda bunu daha detaylı olarak göreceğiz. Nedir bu kardiyo? Kardiyo fitness dilinde, koşu, bisiklete binmek, kürek çekmek, jogging vs. gibi vücut ısısını arttıran aktivitelerdir. Oksijen gerektiren çalışmalardır. Genel olarak kalp atım sayısı, maksimum kalp atım sayısının %60 ile %80 ‘i arasında olmalıdır. Maksimum kalp atım sayısının hesaplanması: 220 – “yaş”= maksimum kalp atım sayısı Örneğin; yaşı 26 olan birisi için: 220 – 26 = 194 194’ten fazlası 26 yaşında biri için çok tehlikelidir ve kalp atımı derhal yavaşlatılmalıdır. Kardiyonun ne kadar süre yapılacağına karşı birçok görüş olmasının yanında, genel tecrübelere göre 30-45 dakika arası bir çalışma gayet uygundur. Bunlara 3-5 dakikada ısınma ve soğuma zamanlarını da ekleyebiliriz. Henüz çok 08/09
yeni iseniz dahi, 20 dakikanın altına düşmemekte fayda vardır. Ama unutmayın ki, ısınma ve soğuma zamanları ekstradır. Mesela 5 dakika ısındınız. 20 dakika sabit bir tempo ile koştunuz (temponun yavaş yavaş arttırılması gerekmektedir. Kendi yetinize göre bunu ayarlayınız) 5 dakikada soğuma hareketleri yaptınız. Toplam 30 dakika oldu. (30-45 + ısınma , soğuma) Bu çalışmalarda yorulmanız kaçınılmazdır ve insan doğası gereği bu süreci hemen bitirmek isteyecektir. Ola ki yaptığınız aktiviteyi artık daha sürdüremeyecek duruma geldiniz. KESİNLİKLE BİR ANDA KESMEYİNİZ! ÇÜNKÜ VÜCUT O SIRADA MAKSİMUM KAN POMPALAMAKTADIR. BU GİBİ DURUMLAR KRAMPLARA VE BAŞ DÖNMELERİNE SEBEP OLABİLİR. UYGUN OLARAK YAVAŞLAYIN VE O ŞEKİLDE BİTİRİN. Kardiyonun yararlarından bahsetmek gerekirse; Vücuda oksijen alımını arttırarak kalbin ve ciğerlerin kondisyon seviyesini arttırır. Yağ oranını düşürdüğünden daha estetik bir görünüme sahip olursunuz. Yorgunluğa karşı direnç kazanmış olursunuz. Tansiyonunuzun belirli aralıklarda kalmasına yardımcı olur ve uyku düzeninizi korur.Depresyona ve psikolojik rahatsızlıklara büyük ölçüde azaltır. Şimdilik kardiyo çalışmaları hakkında bu kadar bilgi ile yetinelim ve evde ne gibi hareketler yapabileceğinize dair bir takım hareketlerden kısa kısa bahsedelim. Vücut tipinizi ve elinizde bulunan ağırlıkları bilmediğimiz için sayı ve set sayısı belirtmiyoruz. Elinizdeki ağırlıkları 3 kg ile 12 kg arasında olduğunu farz edersek, 8 ile 20 tekrar ve 3 veya 4 set yeterlidir. Şınav hareketlerinde bir sırt çantasına pet şişe vs. gibi bir şeyler koyup bu şekilde şınavlarınızı zorlaştırabilirsiniz. Yalnız sırtınıza destek olarak havlu türü bir şey koyarsanız, çanta içine koyduklarınız sırtınıza batıp baskı uygulamaz. Kardiyo haricindeki ev çalışmalarınızın 30 – 45 dakika arasında olmasına ve set aralarındaki dinlenme sürelerinizde 1 dakikayı geçmemesine dikkat etmelisiniz.
74
göğüs çalışmaları
PUSH UP: Ellerinizi omzunuzun yanına gelecek şekilde yere koyun. Ayaklar birleşik. Kollarınızı dirseklerden bükerek aşağıya indirin. Sonra tekrardan vücudunuzu yukarı kaldırın. Burada dikkat etmemiz gereken, vücudun her zaman dik olması ve belden
bükülmemesidir. Sırtınızı kamburlaştırmayın, kalçanızı yukarıya ya da aşağıya indirmeyin. Vücudunuz yerle temas etmesin. Neredeyse burnunuz ve alnınız yere değecek kadar bedeninizi yere indirin. INCLINE PUSH UP: Klasik şınavla aynı mantıktadır. Tek fark ayakların yerden yüksekte bir yerde durmasıdır. Bunun da amacı üst göğüslere olan etkiyi arttırmaktır.
DECLINE PUSH UP: Bu da bir çeşit şınavdır. Eller yükseltilerek etki alanını alt göğüslere taşımış oluruz. Bu sayede göğüslerin alt kısımları daha fazla güçlenir.
75
DUMBBEL BENCH PRESS: Dambıllar omuz hizasından avuç içleri ayaklara bacaklara bakacak şekilde olup, kollar düzelecek şekilde kaldırılır. Kaldırma esnasında
nefes tutulmamalı verilmelidir. Burada önemli olan hareketin nizami ve dengeli olması ile göğüs kaslarındaki gerginliği hissedecek şekilde yapılmasıdır. Kollar tamamen yere temas etmemelidir.(Bench sehpası olanlar ya da sehpa yerini tutabilecek eşyası olanların bu hareketi burada yapılmaları önerilir.) DUMBBELL FLYING: Dambıllar omuz yanlarında ve avuç içleri gövdeye bakacak şekildedir. Dambıllar göz hizasına, kontrollü ve nefes verilerek getirilir. Aynı şekilde yana doğru açılarak göğüs kasları iyice
gerdirilir. Dikkat edilmesi gereken nokta dirseklerin yana açılırken bir miktar kırık olması gerektiğidir. Tam düz duruşları sakatlanmalara sebebiyet verebilir. 90 derece olması da hareketin etkisini azaltmaktadır. (Bench sehpası olanlar ya da sehpa yerini tutabilecek eşyası olanların bu hareketi burada yapılmaları önerilir.)
08/09
pazu çalışmaları - biceps STANDING DUMBBELL CURL: Başlangıç hareketinde dambıllar vücudun her iki yanında avuç içleri karşıya bakacak şekildedir. Dambıllar omuz hizasına kadar kaldırılır. Kaldırma esnasında dirsekler sabit ve olabildiğince vücuda yapışıktır. Çift dambıl ile yapıldığı gibi biri inerken diğeri kalkacak şekilde teker teker çalışılabilir de. Dikkat edilmesi gereken nokta nizami yapılması ve dirseklerin hareket etmeyip, tamamen bisepslerden güç alınarak yapılmasıdır.
DUMBBELL HUMMER CURL: Standing dumbbell curl gibidir. Farklı olarak burada, avuç içleri hareketin tamamında gövdeye bakmalıdır.
arka kol çalışmaları - triceps BENCH DIP: Birbiriyle eş uzunlukta sandalye veya sehpa sayesinde yapılır. Alt tarafta topuklar üst tarafta avuç içleri sandalyelerde durur. Başlangıç hareketinde kollar tam açık şekildedir. Dirsekler bükülerek aşağıya doğru inilir. Kol açısı 90 derece olana kadar nefes alınarak inilir. Sonra tekrar başlangıç pozisyonuna
DUMBBELL CONCENTRATION CURL: Sandalye, sehpa gibi, yerden çok yüksek olmayan bir şeye oturularak yapılır. Avuç içleri yukarı doğrudur ve dirsek bacağın iç kısmına yaslanır. Nefes verilerek dambıl omuza doğru kaldırılır ve aynı şekilde nefes verilerek nizami bir şekilde indirilir.
08/09
nefes verilerek geri dönülür. Burada dikkat edilmesi gereken nokta aşağıya inerken dirsek açısının 90 dereceyi çok geçmemesidir. Aksi taktirde ön deltaları gereğinden fazla yük bindirerek sakatlayabilirsiniz. ONE ARM DUMBBELL TRICEPS EXTENSION: Dirsek baş yanında ve paralel olarak tek el ile avuç içi karşıya bakacak şekilde tutulur. Dirsekler 90 derece olacak şekilde dambıl baş arkasına doğru indirilir ve daha sonra tekrar ilk pozisyonuna geri döndürülür. Hareketin hızlı yapılması durumunda nizamın bozulmamasına dikkat edilmelidir. Aksi taktirde etkisinin azaldığı gibi sakatlıklara sebebiyet verebilir. 76
CLOSE GRIP PUSH UP: Klasik şınavdaki omuz açıklığından biraz daha kapalı ve eller birbirlerine bir miktar bakacak şekilde yere konulur. Trisepslere olan etkisini arttırmak için dirsekler bedene yakın değil, yanlara doğru açılarak yapılır.
DUMBBELL FRONT RAISE: Avuç içleri gövdeye bakacak şekilde, dambıllar ön tarafta göz hizasına kadar kaldırılarak yapılır. Sonra tekrar bacakların önüne doğru indirilir. Dikkat edilmesi gereken husus, hareket yapılırken vücudun öne arkaya sallanmaması ve dikliğin bozulmamasıdır.
omuz çalışmaları - deltoid DUMBBELL SHOULDER PRESS: Başlangıç pozisyonunda avuç içleri karşıya bakar, dirsekler 90 derece olacak şekilde başın iki yanındadır. Kollar düzleştirilerek dambıllar başın üst noktasına getirilir. Bu esnada nefes verilir ve tekrar nefes alınarak eski pozisyona dönülür.
DUMBBELL SEATED REAR LATERAL RAISE: Sandalye ya da sehpaya oturularak yapılır. Dambıllar bacakların altında avuç içleri birbirine bakacak şekilde birbirlerine
DUMBBELL LATERAL RAISE: Ayakta duruş pozisyonunda avuç içleri birbirine bakacak şekilde vücudun yanında veya ön kısmından başlanarak yapılır. Dambıllar baş hizasına kadar kaldırılır. Dirsekler bir miktar kırık durumdadır. Dambıllar yukarı kaldırıldığında avuç içleri yere bakar ve dirsek içleri (bisepslerin bittiği yer) tam karşıya bakmalıdır.
77
yakın şekilde tutulur. Aynı “side lateral raise” deki gibi dirsekler kırıkken, dambıllar omuz hizasına doğru getirilir. Burada dikkat etmemiz gereken nokta, eğimli olduğumuz için dambıl öne doğru omuz hizasında İYİ İDMANLAR. Bir sonraki yazımızda sırt, bacak ve mide hareketlerini inceleyeceğiz. 08/09
Mert Caner Bazı İngilizce kelimeleriyle hayatımıza öyle bir işledi ki, “single’lara oldum olası ayar oldum.” desem bu yazıyı okuyan nice “single”, ben aslında başka bir anlamından bahsederken, bana kontraayar olabilir. Aslında buna ayar demeyelim de mana verememe diyelim. “Kaset satın alan” neslin son fertlerinden olarak ve aldığı kaset üzerindeki yazı silininceye kadar dinleyen biri olarak “tek şarkı ve onun çeşitli versiyonları ya da tek bir şarkı ve yancısı olan daha önce yayınlanmamış bir ya da iki şarkının yayınlandığı bir kaydı niye alayım?” düşüncesinden yıllar yılı kurtulamadım. Özellikle müzik endüstrisindeki hızlı değişimler ve bu değişimlerin başında gelen mp3’lerin hayatımızda standart bir hale gelişi ile albüm satmanın zorlaştığı günümüzde, bazı müzisyen ve gruplar “biz atadan dededen öyle gördük, single’dan şaşmayız derken, LP (Long Play) kadar uzun olmayan, fakat “single” kadar tek şarkı ve onun birkaç versiyonu ya da daha önce yayınlanmamış bir veya iki yancısı ile birlikte piyasaya sürülecek kadar kısa da olmayan EP’ler (Extended Play) yayınlamayı seçtiler. Her türlü maddi harcamanın yavaş yavaş lüks tüketime girdiği bir dönemde, albüm fiyatının yaklaşık olarak yarısına tek bir şarkıyı (ve versiyonlarını) içeren bir kaydı kaç kişi satın alabilir ya da maddi tüketimdeki bu kaçak tavra karşın manen tüketimde her eserin fütursuzca tüketilip yok sayılacak şekilde görüldüğü bir dönemde, tek bir şarkı ile insanları “oyalamak” ne kadar mümkündür gibi tereddütlü sorular süre giderken Sertab Erener tüm bu tereddütlere kulaklarını kapattı ve “Bu Böyle” şarkısının 5 farklı versiyonu içeren “Single”ını yakın zamanda yayınladı. 08/09
“Eurovision fatihi” Everyway That I Can ve Sakin Ol gibi birkaç hitin dışında Sertab Erener’in dinleyicilerin aklında kalan eserlerinin hemen hemen hepsi Erener’in sesindeki hüzünden midir bilinmez ama yoğun melankoli ile daha depresif bir hava içeren ve “başarılı bir şekilde” dinleyiciyi kendi kendiyle üzülmesi için yalnız bırakan eserlerdi. Erener’in “Bu Böyle” adlı single’ı da “Turuncu” albümündeki “Sahildeyim”e ya da “Sertab Gibi”nin en güzel şarkılarından biri olan “Aslolan Aşktır”a –ki yüksek temposuna karşın ne derece mutluluk verici bir şarkı olduğu tartışılırdaha yakın olmak yerine “Yanarım”ın hüznünün ve “İncelikler Yüzünden”in balyoz gibi sözlerinin bir karışımı gibi dursa da, günün sonunda saydığımız bu şarkıların hiçbirinden alınan tadı veremiyor. Aşkın tesüdafiliği üzerine “gerçekleri” anlatan bir şarkı dinlemek isteyenler için Sertab Erener’in “Bu Böyle” single’ı hedefi 12’den vuruyor gibi gözükse de, bu şarkıda diğer saydığım şarkılara ve adı bu yazıda geçmeyen bir çok Erener şarkısındaki “bulutlu hava”ya kıyasla bir şeylerin eksik olduğunu düşünmek mümkün. Yazının başında belirttiğim gibi single’lara oldum olası tilt olmamdaki en önemli nedenlerden biri de, single’lardaki şarkıların tek başlarına var olmaya çalışmaları ve sonucunda unutulmalarıdır. Oysaki o single, geneli belli bir çıtanın üzerinde olan bir albümü içinde yer alan bir şarkı olarak karşımıza çıksa ve “d büyük bir güzelliğe” ait bir parça olsa, o single’ı “single” haline kıyasla daha çok sevebileceğimiz fikrindeyim “Single” kelimesinin müzik dışına kayarak yanılsama “yalnız” anlamı açısından bakarsak, ikisinin ortak no -hepimizin hayatımızın bazı dönemlerinde bu statüye s için tilt olma lüksü olmadan- single kişinin “daha büyük parçası olabilmek yerine, elinde olmayan nedenlerle olmaya çalışıyor olması görülebilir. Sertab Erener “Bu böyle” diyerek bu gerçeği kısa bir bizlere hatırlatıyor ve her zaman yaptığı gibi “düzgün iş ediyor. Zaman zaman olumsuz eleştirilerde bulunmuş o Erener şarkıları...” pozuna yeltensem de, bunca zam sonra Sertab Erener‘in her yaptığı çalışma dikkate al dinleyenler ayrı, dinlemeyenler ayrı kayıplara uğrayacak 78
o ün daha olma
a yaratan oktalarında sahip olduğu bir güzelliğin” tek başına var
r süreliğine de olsa şler” yapmaya devam olsam ve “Nerde o eski man bize sunduklarından lınmalıdır ve “Bu böyle”yi ktır. 79
08/09
5-6
Agustos – Leonard Cohen
etkinlikler
1
Agustos - Fatboy Slim
Bu yazıyı daha sonra okuyabilirsiniz nasıl olsa. O yüzden bir an evvel Kuruçeşme Arena’ya doğru yola çıkın ve 45 yaşındaki efsane İngiliz Dj Norman Cook’u –bilinen adıyla Fatboy Slim- ilk kez (ve nedense bana son olacakmış gibi geliyor) görme şansınızı kaçırmayın. Ezelden oyuncu olanların bilebileceği Fifa 99’daki “Right about now, funk soul brother” dizeleriyle zihinlere kazınan “Rockefeller Skank”den, klibinde bir diğer efsane olan aktör Christopher Walken’ı fütursuzca dans ettirdiği “Weapon of Choice”a kadar türlü türlü hit’in sahibi Fatboy Slim, müziğinin yanı sıra “görsel sürprizleri” için de (Hem de beyinleri keşkül kıvamına getirebilecek bir görsellik) ıska geçilmemesi gereken bir isim. Ayakta: 71,50 TL Sahne Önü: 107,50 TL Turkcell Kuruçeşme Arena
08/09
Organizatörlerden komisyon aldığımı düşünenler olabilir fakat Leonard Cohen’i seviyorsanız, onu da görmek için son şans bu olabilir. Bilet fiyatlarının coşkulu oluşunun farkındayım, fakat gerçekçi olmak gerekirse 74 yaşındaki Cohen’i sahnede daha kaç kez görebiliriz o bile meçhul iken ve bunlardan biri İstanbul’da iken Cohen’i seven herkesin mutlaka görmesi gereken bir konser. (Tabi önden Fatboy Slim de izlendiyse ayın 7’si itibariyle en iyimser ihtimalle 300 TL içerde devam edilir kalan 23 güne, o da ayrı bir tartışma konusu. (Ne de güzel söylüyordu Ajda Pekkan: “Aman petrol, canım petrol”) 1.Kategori:275,00 TL / 2. Kategori:220,00 TL 3. Kategori:192,50 TL / 4. Kategori:165,00 TL Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi
9
Agustos – Senfo
En baba şarapların bile b sonra deforme olmaların MFÖ’nün yıllardır bir tür tadı”na sevenlerini yakl benim için çözülmesi gü her daim izlendiğinde a (Enerji dendiğinde akıl oldu zaten) verdiği düş birlikte MFÖ, tadından dönüşecektir. 1.Kategori:150,00TL 3.Kategori:75,00TL 5.Kategori:50,00TL Turkcell Kuruçeşm 80
12
Agustos – Faith No More
Hep kullanılan bir tabir var; “Rock müziğin köklü gruplarından…”. İşte onlardan biri de Faith No More. Bu ay Fatboy Slim ve Leonard Cohen’den sonra üçüncü farklı türdeki üçüncü efsane isim olan Faith No More da “Bir daha görüşebilir miyiz bilmem” tadında boynu bükük bir şekilde İstanbul’a geliyor. Eğer gitme planınız varsa ve henüz bilet almadıysanız maalesef 1 Ağustos itibariyle bilet fiyatları arttı. Fakat “yine de dünya gözüyle bir Faith No More görelim” diyen hayranları için “başka modeli yok, kapkaç yapar gene giderim” dedirten bir konser. Normal:67,00TL Sahne Önü:99,00TL Maçka Küçükçiftlik Park
18
Agustos – Kenan Dogulu
onik MFÖ
belli bir eskimeden na rağmen, rlü o “kabak laştırmaması üç bir gizem. MFÖ aynı neşeyi, aynı enerjiyi llara Özkan Uğur gelir şünülürse senfoni ile n yenmeyecek bir 2 saate
L 2.Kategori:80,00TL 4.Kategori:60,00TL 6. Kategori: 45,00TL me Arena 81
Kenan Doğulu şimdilik “Festival”de yakaladığı gümbürtüyü “Patron” ile yakalayamamış gibi gözükse de, neyi, nerede, ne zaman yapması gerektiğini gayet iyi bilen bir müzisyen ve buna canlı performansları da dahil. Turkcell Kuruçeşme Arena’daki konser de, kız arkadaşı Kenan Doğulu hayranı olan ya da bir şekilde bu konsere gitmek “zorunda” olanlar için, kendilerinin baş rolde olduğu yeni bir “Gazap Üzümleri” romanı ya da “Yaprak Dökümü” trajedisi gibi gelse de, bu kadar da büyütmesinler. Kabul edelim ki, Kenan Doğulu halen Türkiye’de sahnedeyken karşısındaki kitleyi en iyi şekilde eğlendiren sayılı Pop Müzik Şarkıcısından biri. Tribün: 92,00TL Sahne Önü Ayakta : 66,00 TL Turkcell Kuruçeşme Arena 08/09
Zeynep Bonçe
Bab-ı Esrar Elif Şafak’ın pembe kapaklı Aşk isimli romanının, erkek okurlar elinde taşırken, metroda okurken rahat etsin, diye gri kapakla tekrar piyasaya sürülmesinin ardından kafama takılan bazı sorular oldu. Birincisi, erkekler kapağıyla gösteriş yapmak için mi okuyor kitapları, ikincisi yayın evi bu kadar basit bir ayrıntıyı neden baştan düşünemedi? Zira kime sorsanız (doğru bir yaklaşım olmasa da) kapağında cırtlak pembe üzerine kocaman bir kalp olan, adı da Aşk olan bir kitaba bazı erkeklerin sıcak bakmayacağını bilir. Bu haberi alınca pembe kapağa takılan okurlara Mevlana ve Şems’in aşkı üzerine daha “erkeksi” bir kitap önereyim istedim. Ne kadar yanlış olursa olsun, anlam veremediğim bir şekilde kapaklarda oluyorsa, içerikte de vardır herhalde kadın erkek ayrımı. Modern Türk edebiyatının en başarılı isimlerinden biri olan Ahmet Ümit’in Bab-ı Esrar’ı, Kasım 2008’de, yani Aşk’tan daha önce raflarda yerini almış olmasına rağmen, ne yazık ki çoğu yerde Aşk’ın gölgesinde kaldı. Mevlana ile Şems-i Tebrizi arasındaki bağı konu eden bir romanın daha önce yazılmadığı gibi bir tavır izlenerek Aşk göklere çıkarıldı. Bu ilgiyi hak eder ya da etmez, beni üzen Aşk’a bu konuda “ilk” muamelesi yapılması, ki değil. Bab-ı Esrar, yarı Türk yarı İngiliz bir kadının hem kendisiyle, hem kökleriyle, hem de geleceğiyle olan hesaplaşmasını, polisiye bir hikayenin çevresinde anlatırken, Konya’nın büyülü ortamında, mistik bir atmosferle süslüyor olayları.
Künye: Kitap: Bab-ı Esrar Yazan: Ahmet Ümit yayınevi: Doğan Kitap Karen, nam-ı diğer Kimya, bir sigorta soruşturması için Konya’daki bir otele gönderilir. Aslında baba tarafından memleketi sayılabilen Konya, gerçek üstü bir dünyanın kapılarını açar Karen’a. Bir yandan araştırması için aklını toplamaya çalışırken, bir yandan da zamanda yolculuk yapan kahramanımız, delilikle gerçek üstü algı arasında gidip gelir. Temposuyla kendini okutan, iki ayrı zaman arasında güzel bir denge kurabilen, bir roman Bab-ı Esrar. Bir yandan Mevlana ve Şems-i Tebrizi’nin hikayesini (eğer bilmiyorsanız) merak ederken, bir yandan da Karen’ın vereceği kararları, soruşturmanın nasıl sonuçlanacağını ve her polisiyedeki gibi suçlunun kim olduğunu merak ediyorsunuz. Modern Türk edebiyatında alıştığımız ağdalı cümleler bu romanda çok az kullanıldığından, akıcı bir dile sahip olan kitabın, Ahmet Ümit’in en iyi romanı olduğunu söyleyemesem de, ülkemizde polisiye roman konusundaki eksikliği güzel bir şekilde giderdiğini belirtebilirim. Daha önce Patasana’da da kullandığı geçmiş ile şimdiki zaman arasındaki paralel kurguyu bu romanda da kullanan Ümit’in bu konuda ne kadar başarılı olduğuna güzel bir örnek Bab-ı Esrar.
Türkçe’ye çevrilmesi an meselesi olan kitaplar Nora Roberts Black Hills
Robin Hobb The Dragon Keeper
Özellikle Eve Dallas serisiyle ülkemizde de büyük bir hayran kitlesi elde eden Roberts’ın son kitabı, seri dışı bir polisiye. Bu sefer fon olarak doğanın ta kendisini kullanan yazar, alışıldık çizgisinden de ödün vermeyerek aşkla cinayeti bir arada sunuyor.
Rain Wild Chronicles serisinin ilk kitabı olan The Dragon Kepper sayesinde, Hobb’un fantastik serilerine bir yenisi daha katılıyor. Ejderha Avcısı fantastik bir yol hikayesi.
Jack Connelly The Scarecrow
Dean R. Koontz Relentless
Jack McEvoy serisinin ikinci kitabı olan The Scarecrow, gazeteci McEvoy’un emeliliğine birkaç gün kala karşısına çıkan davanın peşinde, çaylak halefiyle yaşadığı maceraları anlatıyor. Hatırlatmakta fayda var, serinin ilk kitabı Şair’di.
Cullen ‘Cubby’ Greenwich ailesiyle mutlu mesut yaşayan bir yazardır. Aldığı bir eleştiri kariyerine neredeyse darbe vuracak niteliktedir. Eleştirmen Shearman Waxx’le tanıştığında işin rengi değişir. Karşısında bir sosyopat vardır.
we
LOG
“Siz de dergimizin “WeBlog” bölümünde yazılarınızın yayınlanmasını istiyorsanız, yazınızı ve blog’unuzda yazınıza verilmiş bağlantı adresini içeren bir e-mail’i, weblog@wingmandergi.com adresine göndermeniz yeterli olacaktır.” *
Dürüst ol ciğerimi rakı masasında meze niyetine ye, her ne kadar Arnavut kökenli olmasam bile… Lise hayatım boyunca kutlanan bayram, seyran, özel günlerde konuşma yapmadım. Bana hep daha zibidice işleri kitlediler. O yüzden hazır kürsüyü yakalamışken “Saygıdeğer müdürüm, sevgili örtmenlerim, değerli arkadaşlarım, kıymetli misafirler,” şeklinde yıllardır bu lise törenlerinde duyduğum girişle yazıya başlamaktı niyetim. Fakat sonra lisede bu şekilde konuşmaya başlayanların gözlerinin içine bakarak “Arkadaş bu kadar insan saydın… İllaki birine tilt olman gerekir, bu işte bir riyakarlık var zira dünya üzerinde böyle bir saygı çerçevesinde raks eden sevgi kelebeği görülmemiştir. Hande Yener’in de dediği gibi ‘yalanın batsın yalancısın’.” cümlesini kafamdan geçirdiğim anlar geldi aklıma. Hatırlarsan geçen ay blog nedir, ne ayaktır, blog yazmak bize ne kazandırır gibi türlü soruyu ve bunlara ait sır perdesinin arkasındaki gizem ile ilgili bildiklerimi öksürmüştüm. (Yazının küllüm zırvaya dayalı, parantez üstüne parantez, dangozlukta sınır tanımaz bir yazı olduğunu düşünürsek hatırlamak istemeyebilir ya da insan beyninin büyük travmaları istem dışı hafıza kısmısından silmesinden faydalanarak unutmuş da olabilirsin) Tabi insan ister istemez kendiyle baş başa kaldığında şu soruyu soruyor: “Ey düdük makarnası bu blog denilen nanenin hiç mi olumsuz yanları yok ?” O zaman sana Denizli şivesiyle bir kontra-soruonay cümlesi: “Olma mı heç İsmail ? Olma mı?” Maalesef ki insanoğlu türlü türlü (Robotoğlu’nda böyle bir sorun yok mu sanki ? Geçen sayı tavsiye ettiğimiz Transfomers II ‘yi izlediysen “Onlar daha beter” cevabını bulman zor değil. (Tabi filmi 08/09
izlemene rağmen sırf Megan Fox’lu sahnelerde pür dikkat kesilip, robot mobot optimist prime hak getire... Durumda izlemiş de olabilirsin o yüzden ben garantiye alıp cevabı verme gereği duydum)) ve bu türlülüğün kötüye sirayet ettiği durumlar olabiliyor. Tam bu noktada yazının girişindeki herkese sevgi kelebeği, saygı kumkuması, samimiyet tsunamisi olarak yaklaşarak can bulan konuşmacının yaptığı harekete yani riyakarlığa dönecek olursak; blog her türlü konuda yapılabilecek bir paylaşım alanı iken ve paylaşımda bulunulan kişilerin büyük çoğunluğu, yazarı tanımadığı bir durum söz konusu olduğundan, zaman zaman böyle güzel bir iletişim aracı manasız şekilde yalanlar söyleyerek kötüye kullanılabiliyor. Her ne kadar blogu kullanarak kolpa yapmak için ciddi bir kurgulama gerektirdiğini düşünsem de, internet üzerinde öyle taklalar gördüm ki, hiçbir naneye kolay kolay güvenemez oldum. Hatta ve hatta şu anda biz bile Wingman olarak, belki de ilk ay senin kafanı “Wingman, erkek dergisi, online, aleksandra, ohaş ” gibi türlü tezgah etiketlerle doldurduktan sonra bu ay yavaş yavaş gerçek yüzümüzü gösterip, aslen bağlı olduğumuz Rum Kökenli Ortodoks Kilisesi’nin misyonlarına yönelik türlü mesajlar verecek olabiliriz. Hatta bir diğer web adresimiz (Rum kökenli olmamıza da uygun olarak ‘ı’ harfini hayatımızda barındırmadığımız düşünülürse): www. tarikatiz.bis bile olabilir. Peki bunun en tabi yansıması nedir ? Blog yazan biriyle tanıştığımda karşılaştığım ilk sorulardan birinin: “Sen hakikaten blogta yazdığın gibi mi konuşuyorsun?” sorusunun çok zaman geçmeden dön dolaş karşıma gelmesi. İşi agresifliğe vurup “Hayır ben normalde çok ciddi biriyim, Vietnam sendromum var ve pek konuşmam, sürekli yere bakarım.” desem ayıp olur, fakat bu soruya blogta yazdığım gibi cevap vermem gerekirse, vereceğim 84
“Tabi ki öyleyim” gibi sade bir cevabın yarattığı ikilem... Derken insan darlanıyor. Soruyu soran kişinin hiç mi hakkı yok? Tabi ki var. “Zira internetten babam çıksa güvenmem” çağında yaşadığımız düşünülürse bu soruyu sorana da kızmak pek mümkün değil. Bu kurunun yanında yaş da yansın düşüncesi kafalara yerleştiğinden beri nice insan birbirini blog üzerinden yalancılık ile suçlamaya, anlattıklarının çarpıtılmış olduğu konusunda birbirlerinin bloglarına yorum yazmaya başladı ve halen de devam ediyor. Bense çağın en büyük sorunu dürüstlük olsa bile, blogların halen naif kalabildiğine inanmak isteyenlerdenim. Naçizane şekilde pek de sevmediğim bir tavsiye değil ama bir hatırlatma yapmak gerekir ise; sadece paylaşmak için yazmak ve okumak gerektiğini, “kolpa bu” diye düşündüğünüz blogu en nihayetinde okumamanın yine sizin elinizde olduğunu (Tıpkı “kalitesiz” dediğiniz tv programını izlememek gibi) ve bu blog yazma ve okuma konusunun keyif kaçırmaktan çok keyif almaya yönelik bir meşgale olarak görülmesi gerektiğini düşündüğümü belirtir, bu ay geçen aykinin aksine 2 değil 3 ama yine geçen ayki gibi “dürüstlüğünden” şüphe etmediğimiz blogger’ların yazılarından seçmeler yaptığımızı, bu kişilerden birinin Godsyndrome’a, birinin TırtFahrettin’e ve birinin de Travis and Tyler Durden’a ait olduğunu bilgilerine arz ederim. Yazıya böyle zibidice bir başlıkla başlayıp, böyle ciddi bir bitiriş yapmaktan da sanki iş mektubu yazmışım gibi kekoca bir haz duyarım. Önümüzdeki ay görüşmek üzere… cornelius * Wingman Dergi, yayınladığı blog yazılarında değişiklik yapma hakkını saklı tutar.
Argo Sevgulü Günlük; Dün yine dükkandaydım günlükçüm. Hani böyle bazı ‘elegance’ mekanlar vardır. Kaymak tabakaya hitap eder, işte bizim dükkan da manyak tabakaya hitap ediyor. Zavallı Babacığım hödük paratoneri gibi, nerde acayibin önde gideni varsa;soluğu bizim dükkanda alıyor. Aristo temelli bir mantığa sahip olduğum için, her şeyi sınıflandırmayı çok severim. Müşterileri de sınıflandırayım dedim. Son Dakikacılar:Kazara fermuarı bozulan, pantolonunun ağı yırtılan buyursun gelsin, eyvallah ama geliyor haspam “yağ 1 saat sonra düğüne gitcem yağ, hadi yapsana!” Kuaför mü lan burası, gelinbaşı mı yapıyoruz burda? Bir de yola gidecekler var tabi. O kadar acil yola gideceksen zaten terzi düşünmezsin. Yok acil değilse bu zamana kadar aklın nerdeydi? Sen git anam,biz APS ile gideceğin yere postalarız. Hayır, yapınca da almaya gelmez. Çamurayatanlar: Dediklerine göre insan,beyninin %2’sini kullanabiliyor. Bu grubun üyeleri de o %2’nin,%1’ini kullanıyorlar. Genelde sesleri 8 desibel olan, çirkefleşmeye bayılan mahalle insanları. 2.5 TL olan paça tamirine 3 sene sonra 50 kuruş zam yaptın diye bas bas bağırırlar. “Abla sen bakkaldan ekmek alırken pazarlık yapıyor musun?” dersin, “nelakasığ var?” der. Sen hayatın boyunca herhangi iki şey arasında alaka kurabildin mi Allah aşkına? 1 sene içinde elektriğine %45, doğalgazına %35 zam gelir, gıkın çıkmaz. Gider gene aynı partiye oy verirsin. Terziye gelince bağlarbaşı. Oh ne ala! İnsanlar:12 yaşında analog saate bakıp, saati söyleyebilecek kıvama gelince kişisel gelişimini durduran güruhun AKSİNE efendi, eğitimli ya da eğitimsiz ama kültürlü, işini yaptırıp teşekkürünü eden akil insanlar. Maalesef sayıları çok az. Beleşçiler: Hatırladıkça insanda “ayyy, ıyyy, öğğğ” türünden tepkilere neden olan kerkenezler. Pantolonunun düğmesini diktirmeye gelip 1.5 saat dükkanda oturup insanın beynini iğfal eden. Ayrıca
85
08/09
“neğadar sıcak yaw, gola yok mu yaw, dondurma yok mu yaw” diye yawlayıp duran. Borcunu sorup, “para istemez” cevabını alınca 42 derecelik sıcakta “abi bi de ütü vursan” diyen kömürcü tayfası. Evlerden ırak. İstisnalar: Bunlar yukarıdaki 4 grubun aksine ayda yılda bir düşen,hareketleri kestirilemeyen, kafası güzelller takımı. Mini etek getirip “bundan kapri istiyorum” diyeni gördüm. Olur yavrum. Kafandaki şapkayı ver ondan da tavşan çıkaralım! Bir de ısrar “bunun payı var amağ” git bi de payda bul getir. Hadi canım benim. İşte böyle günlükçüm. Dükkanda bir kaç saat kal, alkole falan gerek yok. “What is the matrix lan” diyerek leyla leyla dolaşırsın. Yımırtaya can veren Allahım, bu millete akıl versin diyerek yazıma son verir, hürmetle gözlerinden öperim. Godsyndrome’un “Godsyndrome” isimli blogundan alınmıştır. www.godsyndrome.blogspot.com
Mağaza önlerinde bekleşen ebleh suratlı erkekler kim? Kadınları bilen bilir, hayvan gibi alışveriş yaparlar. Kapitalizmin en büyük motorlarıdırlar. “Ayyy ne kadar şirin” diyerek bir şeylerin yanına yaklaşırlar. Söz konusu kadının yanındaki erkek de bir süre peşi sıra o şirin şeylerin yanına yaklaşır. O şirin şeylerin sonu gelmez. Erkekler hep kadınların şirin saydığı bir şeylere yaklaşır durur, yakınsar. Kadının şirin saydığı şey bir türlü ele gelmez. Kadın elinde 2000 tane şirin şeyle soyunma kabinine girer çıkmaz. Soyunma kabininden uzanan bir el “bana 36’sını bul bunun” der. Erkek gider 36’sını aramaya. 36’sını bulup getiren erkek soyunma kabinine parmakları ile tıklar. “Sevgilim al 36’sını buldum.” Ses gelmez. Boş bir kabine sevgilim dediğini çok geçmeden anlar erkek, zira kadını arkasından bu nasıl der, üzerine geçirdiği yeni bir şeyle. “Bak 36’yı buldum” dersin sevinçle, yüzüne bakmaz. “Ay o ne biçim” der. Şirin şey ne biçimdir artık?? Erkek elinde gittikçe çirkinleşen 36’ya bakakalır. Soyunma kabininin 08/09
kapısı suratına kapanır. Çirkin 36’yı yerine götüren erkek geri gelir. “Sence bu nasıl?” der kadını. “Güzel” dersin “değil” der, “çirkin” dersin “ay sen de hemen geçiştiriyorsun” der. 3 saat geçer. Erkek içinden “anasını s..im ben böle işin, oymağını s..tiğimin dünyası! Alışveriş sektörüne ayağım girsin” gibi naif olmayan cümleler geçirir. Oysa bir gömlek bakma üzere girilmişti tükkana. “Hani verdiğin sözler sevdiceğim” diyemez. Kayahan’ı o an çok iyi anlar. Karanlıklar felan. “Pardon bunun 36’sı var mıydı?” der erkek yeniden mağaza görevlisine. “Ulan madem 36’sı oluyor, 36’sını alıp girsene içeriye” diyemez sevdiceğine. Bu hep böyle devam eder. Kadın çıkar yeni bir şirin şey bulur, yeni bi kabin, yeni bi 36 numara. Çirkinleşir ortam. Prometheus erkek “of ulan nedir bu çektiğim” der ve patlar kadınına!! “S..erim 36’yı! Ben mağazanın önündeyim” diyerek ters çıkar kadına. Erkekliğini ispat eder ortama. Agresif bir surat ifadesi takınır. Kadını anlar ki erkek hakkaten sinirlenmiştir artık. Ses etmez. “Peki canım” der. O uysal peki canım ile erkek aslen ekosisteme “gördüğünüz gibi olaylar benim kontrolüm altında” mesajı verir memnuniyetle. “Gördüğünüz gibi ben burda mal gibi kadınımı beklemiyorum, o benim mağazanın önünde beklediğimi bildiği için hemen de utanarak işini çabucak bitirip yanıma gelecek” der. “Ultimatomumu verdiğimi hepimiz gördük” der. Mesaj nettir, budur. Ki genelde de bunu mağazada çalışan kızların duymasına yetecek ses yüksekliğinde söyler ki, o kızlarla göz göze gelip gülüşsünler. Ama erkek gülüşmez, serttir. Çünkü herkes bilir ki tüm kızlar alışverişi sever ve tüm erkekler alışverişten nefret eder. Bu toplumsal bir kuraldır, bu medeniyetimizin can damarlarından biridir. “Mağazada çalışsa ne yazar! Kadın kadındır işte. Seni de bıraksam ne biçim alışveriş yaparsın, ne gülüşüyon bana” der içinden. Alışverişten nefret eden erkeğimiz kendinden emin adımlarla mağazadan çıkar. ... Travis And Tyler Durden’ın “Sözün Bittiği Yer” isimli blogundan alınmıştır. www.travisandtylerdurden.blogspot.com 86
Bilimsel Yaklaşımla İlişki Kurma Rehberi İnsanlar çeşit çeşit. Bizleri birbirimizden ayıran belli başlı etiketlerimiz var. Kimisi statik bu etiketlerin, yapıştı mı ömrünüz boyunca taşımak zorunda kaldığımız; kimisi de zamanla değişebilen, evrilen etiketler. Ben 30’larına merdiven dayamış, ortalama eğitimli, bekar, hafif göbekli, çalışan bir erkeğim. Tanımı abartıp saç, göz, ten rengimden, çalışma sahamdan, tam yaşımdan vs. bahsedersem ait olduğum kümenin eleman sayısı iyice azalacak, bir noktada tek başıma kalacağım. Buna rağmen etiketler eklemeye devam edebilirim. Hatta öyle etiketler eklerim ki neticede elimde sadece bir boş küme kalabilir. Okuldaki matematik derslerinde kümeler ilk üniteydi her zaman. Sıkıcı ve tırt bir dersti. Testlerde kümelerden soru geldiyse sevinirdik. Yıllar sonra bu tırt konunun ilişkilerimizde önemli bir yere sahip olacağını sanırım hiçbirimiz tahmin etmemiştir. Evet, ben bilinçli bir şekilde insanları kümeliyorum. Çoğumuz farkında olmasa da benimle aynı davranışı geliştirmiştir. Misal; birlikte olacağım potansiyel partner adaylarıma ait kriterler olarak; •
Ortalama bir eğitim
•
Güzel değil ama sempatik üzeri bir güzellik
•
Mozambik vatandaşı ile Sibel Can arası bir kilo
•
Tello’dan uzun, Holosko’dan kısa bir boy
ile ilişki kurmak (bunun tanımını bir zahmet herkes kendisi yapsın) olacaktır. Elimizdeki potansiyel elemanlardan oluşan kümenin üye sayısı ne kadar çok olursa, içlerinden eleman ayıklamamız o kadar kolay olacaktır. Bunun da en kolay yolu kriter eklerken dikkat etmektir. Örneğin, ben yukarıdaki kriterlerin içine “Adrianna Lima kalçasına sahip olmak” parametresini eklersem üye sayısı on binlerce olan kümemden geriye bir anda 150-200 kişi kalıverir. Tek başına çok da selektif olmayan bazı kriterler bir arada kullanılırsa, aynı sonuç tekrar edebilir. Misal: “Klasik müzik sevmek” ve “PES’te hatırı sayılır bir tecrübe sahibi olmak” kriterleri teker teker eklense sorun olmaz, lakin her iki özelliğe aynı anda sahip olan insan sayısı dramatik derecede azdır. Kısacası, ilişkilere dair en önemli şey aslında ilişki daha başlamadan önce tarafların zihninde belli kriterlere sahip olması, yani her iki kişinin de ne istediğini tam olarak bilmesidir. Olmazsa olmazlarımızı belirleyerek ve gerçekçilikten sapmadan yola çıkarsak ileride yaşanabilecek hayal kırıklıkları ve zaman kayıpları en aza inecektir. Tırt Fahrettin’in “Komple Muamele” isimli blogundan alınmıştır. www.komplemuamele.blogspot.com
• Ortalamanın biraz üstünde bir mizah anlayışı, sinema tutkusu ve müzikal birikim. Heteroseksüel bir erkek olarak kadınlar üzerinde bu kriterleri uyguladığımda kalabalık elemanlı bir küme sahibi oluyorum. Oluyorum olmasına ama medeni durum, yaş gibi kriterleri girmediğimden arada evli barklı 70 yaşında potansiyel partner adaylarım da bulunmakta. Son birkaç kriteri de girince ideal kümeye sahip oluyorum. Şimdi hayattaki tek amacım bu kümedeki elemanlardan bir tanesi 87
08/09
SKOR
Adriana Lima Jariç 1981 doğumlu Brezilyalı süper model! Mavi-Yeşil gözleri, siyah saçları ve düzgün vücuduyla dünyanın en seksi ve en güzel kadınlarından biri. Adriana Francesca Lima Jariç, 12 Haziran 1981’de Brezilya’da Salvador, Bahia’da düşük gelirli ve dindar bir ailede dünyaya geldi. 13 yaşında, yerel bir mağazada alışveriş yaparken keşfedilen Amerikan yerlisi, Afrika, Brezilya ve İsviçre kökenli Lima, Acun Ilıcalı sayesinde ülkemizin güzellik kavramına yeni bir boyut getirdi. Ancak maalesef o da gidip bir basketbolcuyla evlendi. Marco Jariç ise onu gördüğü andan beri ‘basketbol oynuyor gibi’ yapıyor. E haklı tabii...
Deniz Kocaman
Ilary Blassy 1981 doğumlu İtalyan şov kızımız Francesco Totti ile evli. Güzellerin genel etkisi bu mudur bilinmez ama şu bir gerçek ki, Totti de Ilary’den sonra sahada doruğa çıkamaz oldu.
Carmella DeC 1982 doğumlu Amerikan futb evli. Jeff’te pe görülmediği g gay söylentiler başarıyor.
en sağl oyuncus 08/09
88
Gisele Caroline Bündchen Brady Brezilya doğumlu bir başka güzel. Forbes dergisine göre 2005 Haziran ve 2006 Haziran dönemi boyunca 30 Milyon Dolar kazandı. ‘Dünyanın en zengin supermodel’i, Guinnes Dünya Rekorları arasında 150 Milyon Dolarlık servetiyle yer almasına rağmen, gidip Tom Brady ile evlendi.
Cesare u eski Playboy güzeli, bolcusu Jeff Garcia ile erformans düşüklüğü gibi Carmella sayesinde rinden uzak durmayı
5
lam savunma su 89
Marilyn Monroe Asıl adıyla Norma Jeane Mortenson’ı bu listeye nasıl mı koyduk? 1950’li yıllara dönerek elbette. Dünyanın ilk kadın süperstarı 1954 yılında, dönemin en önemli sporcularından biri ve birçok insana göre en büyük beyzbol oyuncusu olan Joe diMaggio ile evlendi. Bu liste için de hikaye burada başlar, burada biter.. 08/09
Erkin Kaya ile bilgisayar kültürü
Take me down to the Paradise City,
Where the grass is green and the girls are pretty
Oh, won’t you please take me home?
Her duyduğumda yüzüme anlamsız bir gülümseme konduran bu dizeler, benim üzerimde bir zaman makinesi tesiri gösterir. Beni gençliğime götürür, unuttuğum saflığımı, kaybettiğim heyecanımı bir anlığına da olsa ferah bir nefes gibi içime doldurur. Şimdi aranızda bu dizeleri tanımayanlar varsa, tavsiyem ya okumaya devam etsinler ya da en yakın pencereden kendilerini yer çekiminin bağışlayan kollarına bıraksınlar.
08/09
‘85 senesi Los Angeles California sokakları, Axl Rose adındaki tanrının unuttuğu bir adam ve dostları, ileride bir rock fenomenine dönüşecek “Guns N’ Roses”ı kurar. Hit üstüne hit patlatır. Bu hitlerden biri de, ‘87 senesinde “Appetite for Destruction” albümünün parçalarından “Paradise City”dir. En az Axl kadar enteresan bir sima olan efsanevi gitarist Slash, “Paradise City” için; San Francisco konserinden dönen grubun, karavanda, bardak değil şişe sayar halde, yazıp bestelediğini söylemiştir. Benim gibi 80’ler meraklısı Criterion Games şirketi yöneticileri de, yeni Burnout oyununa Paradise ismini verip tema müziği olarak Guns’ın efsanevi yapımını kullanmışlar. Criterion Games aslen Electronic Arts bünyesinde faaliyet gösteriyor. En önemli yapımları ise Burnout serisi. İlki PS2 ve Xbox dönemine rastlayan oyunun PC oyuncusuyla buluşması bu sene gerçekleşti. Burnout; araba kazalarına kafayı fena halde takmış bir arcade yarış serisi. Burnout: Paradise da bu DNA’yı taşıyor. Oyunun en göz alan yanı, detaylı hazırlanmış araç deformasyon motoru. Bu motor sayesinde oyun içinde yapılan kazalar inanılmaz görsellikle ekrana aktarılıyor. Burnout Serisi Paradise ile ilk defa tamamı açık oyun ortamı sunarak, koca bir şehir olarak tasarlanan “Paradise City” de oyunculara hareket özgürlüğü sağlıyor. İster avare avare dolaşın, ister yarış yapın, ister çekin bir kenara güneşin batışını izleyin. Bu tip açık alanlar oyunlara ciddi derinlik katıyor. “Paradise City” türlü yarışlarla ve 70’ten fazla sürülebilir araçla dolu bir cennet. Bu yarışlara, yarışların başlangıcı olarak işaretlenmiş trafik ışığına arabanızla gidip başlıyorsunuz. Şehrin haritasından bu yarışları toplu halde görüp yarış hakkında bilgi alabiliyorsunuz. Oyunda türlü yarış tipleri var. “Race” malumunuz bildiğimiz araba yarışı. “Stunt Run” atlamaydı, 90
yanlamaydı, zıplamaydı akrobatik hareketler yapıp puan aldığımız bir tür. “Marked Man” bir noktadan şehrin genelde diğer ucundaki noktaya peşimizden gelen ve bize kaza yaptırıp oyun dışına atmaya çalışan rakiplere rağmen ulaşmaya çalıştığımız bir oyun modu. “Road Rage” arabamızla rakiplere kaza yaptırmamız ve de bu arada kendimizi kollamamız gereken bir yarış türü. Son olarak “Burning Route” sınırlı bir zamanda A noktasından B noktası varmaya çalıştığımız bir time trial modu. Oyunda birçok kullanılabilir araç olduğunu belirtmiştik. Bu araçlar da kendi içinde 3 tipe ayrılıyor ve de birbirlerinden farklı bir oynanış sunuyor. “Speed” sınıfı araçlar oyundaki en iyi gazlayan arabalar için günümüzün süper arabaları desek yeterli olur. Zayıf noktaları; dayanıksız ve hafif olmaları. Bunları kullanırken kendimizi çok iyi kollamamız gerekiyor. Küçük bir rakip teması bile bizi yolun diğer tarafına gönderiyor. “Stunt” sınıfı saf kan Amerikan tipindeki arabalardan oluşuyor. Pek bir zayıf yönleri yok, akrobasiye en uygun araba tipi. “Aggression” tipi ise tamamen rakiplere ‘gümlemek’ için kullanılacak araçlar. Kamyonet, cip ve benzeri ağır ve dayanıklı araçlar... Bu araçların zayıf yönleri hızları. Oyundaki araçlar
gerçek hayattaki araçlardan esinlenilerek modellenmiş ama telif hakları yapımcı firma tarafında alınmadığından, araçlar lisanslı değil. Oyun adapte olması kolay ve sürükleyici. Oyundaki rakiplerimiz oldukça zeki, çok yaratıcı, acımasız ve zorlayıcılar. Bir arcade yarış oyununda olması gereken aksiyon ve aynı zamanda ergonomi yapımda mevcut. Bu ana kadar hep “Burnout Paradise”ı konuştuk. Diyeceksiniz ki, bu “The Ultimate Box” nedir? Efendim, bu oyun konsollardan PC’ye port edilirken, hem görülen bazı hatalar giderilmiş, hem de o ana kadar konsol sürümü için hazırlanan ve internetten satılan
Heyecanlı ve sürükleyici oynanışıyla, göz dolduran görselliği, özenle hazırlanmış sesleri, müzikleriyle “Burnout Paradise: The Ultimate Box” tavsiye etmesi çok kolay oyunlardan. 91
08/09
indirilebilir içerikler de oyuna eklenmiş. Bu nedenle de sade sürümünden ayrılıyor, tam bir koleksiyon oyunu oluyor. Eklenenler; motosikletler, gece gündüz döngüsü, yarış modları ve de parti oyunları. Parti oyunları ile online olarak gayet başarılı olan yapıma, offline çoklu oyuncu desteği katılmış. Teknik detaylara gelince, oyun konsol sürümlerine göre çok daha güzel görseller sunmakta. Ve bunu yapmak için ulaşılması zor, belki de mantıksız görünen sistemlere ihtiyacınız yok. Directx 9,0 kodlamalı oyun çok mütevazı sistemlerde bile gayet yeterli çalışıyor. Full HD çözünürlük ve tüm detaylarla akıcı oynamak için, şu sıralar $100 civarına satılan Ati 4850 veya Nvidia 9800GT fazlasıyla yeterli ki, bu PC oyunculuğu için gayet makul. Aynı zamanda dizüstü makinelerle de ayarlamalar yapıldığında rahatlıkla oynanabilir. Grafiklerdeki başarıyı ses efektlerinde de görüyoruz. Trafik, lastik ve Motor sesleri oldukça derin ve detaylı. Kaza sesleri çok gerçekçi. Müzik olarak Guns N’ Roses, Jane’s Addiction, Faith No More gibi devlerin rock ve elektronik müzik ağırlıklı parçaları bulunuyor. Oyunda benim beğenmediğim iki unsur var. Birincisi araçların içerisinde sürücüler yok. Nasıl atlamışlar bunu, hayret doğrusu... İkincisi ise oyundaki Paradise City Radyo’sunun uyuz DJ‘yi Atomica. Adamı sinir eden, gırtlaklayasınız gelen bu arkadaş, şarkı aralarında ve yarış bitimlerinde saçma sapan geyik yapıyor ve ne yazık ki susturulamıyor. Heyecanlı ve sürükleyici oynanışıyla, göz dolduran görselliği, özenle hazırlanmış sesleri, müzikleriyle “Burnout Paradise: The Ultimate Box” tavsiye etmesi çok kolay oyunlardan. Hele bir de makul sistem ihtiyaçları ve Ultimate Box eklentileriyle, bu oyun her bilgisayar oyuncusunun mutlak suretle oynaması gereken bir oyun haline geliyor. Oyunu şiddetle tavsiye ediyorum.
08/09
ÇANLAR CORE 2 İÇİN ÇALIYOR…
Silikon dünyasının lokomotifi Intel 2006 senesinde d mimarisini inceden emekliliğe çekmeye hazırlanıyo AMD’nin Athlon64 işlemcilerinden almıştı. Core mo tasarlanmış, efektif 2.66 Ghz hızındaki bir işlemci, 4 sonradan da 45 nm) üretim maliyetleri aşağı çekilm işlemci ailelerine core 2 mimarisini yaydı. Çeşitli fiy Intel, ünlü “Tick Tock” stratejisiyle işlemci pazarındaki liderliğini günümüze kadar taşıdı. “Tick Tock” kısaca; her sene bir üretim teknolojisi gelişimi ve onu takiben yeni bir işlemci geliştirme hedeflemesi olarak özetlenebilir. Bu stratejinin son ürünü olan Nehalem mimarili Core i7 bir süredir piyasada. Performansıyla rakipsiz olan Core i7 ne yazık ki fiyatıyla da rakipsiz. Buna bir de değişen işlemci soketi nedeniyle eklenecek olan anakart ve DDR3 bellek maliyetini ekleyince; Core i7 sadece profesyonel ve cüzdanı kabarık, meraklı PC kullanıcıları tarafından rağbet görüyor. Core i7 aslında Core 2 için bir tehdit değil. Zira şu an Intel pazarlaması departmanı, Core i7’yi üst segmente konumlandırmış durumda. Ama önümüzde Eylül’de bu pazarlama stratejisi de değişecek. Nehalem mimarili, Core i5 ve Core i3 adında 2 yeni işlemci aile duyuracak olan Intel bunları tam olarak Core 2 ile kontrol ettiği fiyat segmentlerine konumlandıracak. Intel kendi yeni mimarisini eski mimarisine dövdürmeyeceğine göre Core 2 için yavaş yavaş sonun başlangıcı geliyor demek. Tabi bu arada ezeli rakip AMD de kırlarda bayırlarda gezip armut toplamıyor. 2009 senesiyle piyasaya sürdüğü Phenom II işlemci ailesi ile Core 2 ailesini performans olarak yakalayıp, daha agresif bir fiyatlandırma izleyerek ciddi bir pazar payı kazanmayı başardı. “Black Edition” adı altında satılan çarpan kilidi açık Phenom II işlemcileri ile overclock meraklılarının dikkatini çeken AMD, işlemci içerisine yerleştirilmiş hafıza kontrolcüsü ile hem DDR2 hem de DDR3 desteklemekte. AMD, kullanıcısını sevindirerek, Phenom II işlemcilerini, mevcut soket sistemleri 92
duyurduğu ve zamanın, görece başarısız Pentium 4/D serilerinin, yerine konumlandırdığı Core 2 or. Biraz geçmişe dönelim. Core mimarisi görevini layıkıyla yaparak, performans liderliğini ezeli rakibi odern işlemci mimarisinde, Mhz savaşları olarak bilinen dönemi bitiren işlemci olarak tarihe geçti. Zekice 4.00 Ghz‘lik Pentium’lardan uygulamaya göre %50 hızlı olabiliyordu. İleri üretim teknolojisiyle (64 nm miş, daha az enerjiyle daha çok iş yapabilen, daha az ısınan işlemciler üretilmişti. Zamanla Intel bütün yat dilimleri için onlarca core 2 mimarili işlemci piyasaya sunuldu. ile uyumlu üretip, kullanıcısına ekstra maliyetler yüklemedi. Peki, Core 2 kullanıcısı ne yapmalı? Eğer bilgisayarı internette, ofise uygulamaları, ağır üç boyut içermeyen oyunlar gibi işlemci yükü hafif uygulamalar için kullanıyorsak zaten elimizdeki işlemci bunlar için yeterli. Görünen o ki, önümüzdeki sonbaharda satışa sunulacak yeni MS Windows sürümü de bu işlemcilerle rahatlıkla kullanılabilecek. PC oyuncusu isek veya bilgisayarı kreatif işler (3D Dizayn – Render, İllüstrasyon, Animasyon , video ve fotoğraf işleme vb..) için kullanıyorsak, o zaman iki senaryodan bahsetmeliyiz. Bu değindiğim uygulamalar için günümüzde ve yakın gelecekte 4 çekirdekli işlemciler en mantıklısı. Eğer elimizdeki işlemci 4 çekirdekli Core 2 Quad modellerinden değilse, sadece bir işlemci güncellemesine gidebiliriz. Bu bize 2 veya 3 yıllık bir rahatlama getirir. Core 2 Quad modelleri yeni seri Core i5 ve i3 piyasaya sunulması ile ciddi fiyat indirimlerine gidecektir. İşte tam bu arada bir 4 çekirdekli işlemci alınabilir. Eskisi ise, Core i5 ve i3 pazarı oturana kadar (3 ay alır) 2. El olarak büyük kayıp yaşamadan değerlendirilebilir. Bu dönem malumunuz %10 KDV indirimine denk geliyor, bu da bizim için işin kaymağı olur, tadından yenmez. Özellikle yaratıcı işlerle uğraşanlara Core 2 Quad 9550 işlemcisini öneririm. 2.83 GHz 4 çekirdek, 12 MB seviye 3 belleğiyle gelen bu işlemci, küçük ölçekli sunucu sistemlerde dahi kullanılabilecek kadar kaslı. Şu sıralar $230 civarında gezinen işlemci, 200’ün altını görecektir. Unutmamak 93
lazım ki, Intel yeni mimarilerini satmak için stok kotaları uygulayacaktır. Stoklar canlıyken alışveriş yapmak en kazançlısı olur. Eğer yeni teknolojiyi yakalamak istiyorsak, Core 2 mimarisine daha fazla yatırım yapmayıp, yeni işlemcilerin piyasada oturmasını, yaygınlaşmasını beklemek en iyisi. USB 3.0 ve Sata 3 gibi kritik teknolojiler 2010’da yaygınlaşacak. Bu süre zarfında DDR3 bellek fiyatları da ucuzlar. Değindiğim senaryoyu paylaşan ve yeni bilgisayar alacak okuyucuların, en azından 2010 ilkbaharlarını beklemeleri kendileri ve cüzdanları için en hayırlısı olacaktır diye düşünüyorum. “İllaki bilgisayar almalıyım, kriz de belimi büktü, beni rencide etti, meme yaptı” diyen sabırsızlara da, “9 ay nasıl beklediniz?” deyip, Fiyat/Performans perspektifinden, AMD Phenom II X3, X4 işlemcilerini ve 4 ağustosta tanıtımı yapılacak ve ay içerisinde raflarda yerini alacak olan AMD 785g yonga setini değerlendirmelerini tavsiye ederim.
08/09
Fender
American Standart Stratocaster Sapı akçaağaçtan, klavyesi gül ağacındandır. Üzerinde 3 adet American Standart tek bobinli manyetik bulunmaktadır. Manyetik seçimi için 5 konumlu anahtarı mevcuttur. Üst köprüsünde tremolo bulunmaktadır. Metal parçaları kromdan yapılmıştır. Gövde resonansını engelleyen özel bir kaplaması vardır. Şeytan bunun neresinde? Tanrının California’da oturduğu ve beyaz bir Strat sahibi olduğu söylenir.
08/09
fotoğraf: Murat Ertürk
94
Truly they lie, they talk utter nonsense Who say that music reckon that the kantele Was fashioned by God Out of a great pike’s shoulders From a water-dog’s hooked bones: It was made from grief It’s belly out of hard days Its sound board from endless woes Its strings gathered from torments And it pegs from other ills Truly they lie, they talk utter nonsense So it will not play, will not rejoice at all Music will not play to please Give off the right sort of joy For it was fashioned from cares Mouldered from sorrow my kantele, amorphis 95
08/09
o nasıl bir şey ki?
yeni mi-çıkmış?
Taha Akarca
Çevre Dostu Sırt Çantasi Voltaic
Bir çantadan neler bekleriz? Sağlam, dayanıklı, çabuk yıpranmayan, hacmi geniş, görüntüsü şık olmasını. Amerikalı Voltaic firması, bütün bunlara bir artı ekliyor. Yazlık yörelerde evlerin çatılarından görmeye alıştığımız çevre dostu güneş enerjisi panellerini, sırt ve laptop çantalarına adapte ediyor. Çantanın esas işlevi içindeki adaptörler sayesinde güneşten aldığı enerji ile elektronik aletlerinizi şarj edebilmesi. Cep telefonu, mp3 çalar, dizüstü bilgisayar, pil gibi birçok gereç çantanızın içinde bu sayede şarj olabilecek. Çantanın üzerindeki güneş panelleri oldukça hafif, dış etkenlere karşı dayanıklı ve su geçirmez olarak dizayn edilmiş. Paneller 15 Watt gücüne kadar elektrik sağlayabiliyorlar. Bu da ortalama bir dizüstü bilgisayarı güzel, güneşli bir gün boyunca tamamen şarj edebilecek kapasitede. Daha küçük çantalar ise 4 Watt gücündeler. Mesela bir saat içerisinde iPod’unuzu 3 saat çalıştıracak kadar şarj edebiliyorlar. Veyahut 1 saat şarj ettiğiniz cep telefonunuzla 1,5 saat konuşma süresi elde edebiliyorsunuz. “Gün bitti, güneş gitti, şimdi ne olacak?” sorusunu da yanıtsız bırakmamış Voltaic. Çantanın içinden bir de kendine ait bir bateri çıkıyor. Yani siz çantayı şarj etmek için kullanmadığınız zamanlarda çanta kendi baterisini dolduruyor. Böylelikle gün ışığı olmadığı zamanlarda da çanta şarj hizmeti vermeye devam ediyor. Çantanın içinde, birçok standart cep telefonunun ve dizüstü bilgisayarın adaptör uçları, standart USB adaptörü, araba çakmak adaptörü çıkışları da mevcut. Voltaic çantalarının tek çevre dostu yanı enerji panelleri değil. Çantanın imalatında tamamen geri dönüştürülebilir malzemeler kullanılmış. “Recycled PET” adıyla bilinen bu malzemelerin hafif, dayanıklı, su geçirmez ve UV koruyucu özellikleri var. Çantanın imalatında geri dönüşüme katkıda bulunulmuş olmasının yanı sıra, üretim sürecinde az enerji harcanıyor olması da cabası. Bu marifetli çevre dostu çantaların perakende satış fiyatı 199 - 499 Euro arasında değişmekte. Voltaic markası henüz ülkemizde satışa başlamadı, ancak internet üzerinden yurt dışındaki satış noktalarına ulaşmanız mümkün. 08/09
96
Galaksi’nin en ince kol saati cep telefonları!
20 sene önce masal masal masatar derdik. Şimdi bilim kurgu değil gerçekten varlar. Mp3 çalıyor, görüntülü arama yapıyor, video oynatıyorlar. Ve sadece 12 mm kalınlığındalar. Dünya devi iki firma bu ay sırayla satışa sunacakları kol saati şeklindeki cep telefonlarını tanıttılar. LG GD910 Touch Watch Phone: Üretici firması Lg Electronics. sertleştirilmiş cam ve şık metal çerçevesiyle kullanıcılarıyla buluşacak olan GD910, 7.2 Mbps hızıyla 3G bağlantısı yapabilmekte. Üzerinde bulunan kamerasıyla video konferans ve görüntülü arama yapabiliyor. 3.63 cm. dokunmatik ekranıyla tekst mesajlarını kolaylıkla yazabiliyor, akıllı arayüz tasarımıyla menüler arasında kaybolmamanızı sağlıyor. Telefonun dahili hoparlörlerinin yanı sıra bluetooth sterio kulaklık seti de mevcut. Text-to-Speech (TTS) teknolojisi sayesinde, size gelen mesajları size okuyabiliyor. LG Electronics Mobile CEO’su Dr. Skott Ahn “Yeni 3G dokunmatik kol saati telefonumuz, şık, sofistike ve yüksek teknoloji ürünü olmasının yanında aynı zamanda size bol bol eğlenceli vakit geçirtecek bir ürün.” diyerek tanıtım yaptı. LG GD910 önümüzdeki aylar içerisinde raflardaki yerini alacak.
Samsung S9110 Watch Phone : Üretici firması Güney Koreli Samsung Electronics. S9110 daha piyasaya çıkmadan dünyanın en ince ve en küçük kol saati telefonu unvanını almış vaziyette. 12 mm kalınlığı ile LG GD910’nun 14 mm’lik rekorunu kırmış bulunuyor. 4.47 cm, çizilmeye dayanıklı dokunmatik ekranından Outlook kullanarak e-postalarınızı okuyabiliyor, mp3 listelerinizi düzenleyebiliyorsunuz. Sesli arama ve bluetooth 2.1 teknolojisi sayesinde telefona dokunmadan aramalarınızı yapabiliyorsunuz. S9110 önümüzdeki ay Fransa’dan başlayarak 640$ dan satışa sunulacak.
97
08/09
şapka devrimi
Bu ay, şıklığınızı tamamlayan, kişiliğinizi yansıtan ve görünüşünüze bambaşka bir renk katan aksesuarlardan biri olan şapkaların renkli dünyasını ziyaret ettik. Sizlere en uygun yüz tipi ve ten rengine göre şapkalar hakkında bilgi vermeye çalışacağız. Ancak şunu unutmayalım ki, tüm giysi ve aksesuarlarda olduğu gibi, yüzünüz ve ten renginiz nasıl olursa olsun önemli olan üzerinizdekini taşımaktır. Bazen derin bir bakış üzerinizdekilerle uyum sağlamanız için yeterli olacaktır. Şapka konusunda uzman bir marka olan Goorin Brothers’ın 2009 koleksiyonundan sizler için özel parçalar seçtik. Goorin Bros.,1895 yılından beri hizmet vermekte. Bu ünlü markayı Türkiye’de ise Kanyon Alışveriş Merkezi’nde şirin bir dükkanı olan Hat Quarters’da bulabilirsiniz. Hem modeller hem de indirimli fiyatlar sizi oldukça etkileyecek. Bu indirim dönemini kaçırmamanızı tavsiye ediyoruz.
08/09
Bu yılın en favori modeli ‘Fedora’lar
Aslı Okuş Erdoğan
‘Granados II’, şık nakışıyla bu sezonun e çok satan modellerinden biri. Her yaş uygun bu şapka, giysilerinize oldukç hareketli bir hava katacak. Siyah zem rengi sayesinde ten renginiz ne olurs olsun size yakışacaktır. 112,50 TL
‘Pigeon Point’in mavisi erkek modasın ve yazın vazgeçilmez rengi. Deniz fene baskısı ile tema tam olarak tamamlanmı Tüm ten renklerine uyabilecek bir mode 39,50 TL
‘Baseball Cap’ Modelleri
tebdil-i kıyafet
98
en şa ça min sa
‘Tarot’... Beyler işte size bayanların ilgisini çekecek bir şapka... Şapkanın üst kısmındaki tarot baskısı oldukça esprili bir detay. Krem rengi her ten rengi ile uyumlu. 69,50 TL
Siyah ve beyazın asaletli uyumunu gözler önüne seren bu şapkanın deseni, modele iddialı bir hava katıyor. Eğer tam anlamıyla bir farklılık istiyorsanız, kesinlikle tercih edebileceğiniz modellerden biri. 87,25 TL
nın eri ış. el.
‘Rad Brad’ modelindeki ekose desen ve kahve turuncu kombinasyonu mükemmel. Özellikle sarışın ve buğday tenli beylerde oldukça şık duracaktır. Esmer beyler, bu modeli beğendiyseniz mavi lacivert varyant da mevcut. 34,50 TL
‘Frazzle’... Siyahın asaleti ile eskitilmiş görünüm bir arada. spor için daha ideal bir şapka olamaz. 29,95 TL
99
08/09
Kep Modelleri
Kovboy Modelleri
Kuru kafa baskısı ile renklenmiş bu şapka, heyecan verici ve hareketli bir görünüme sahip olmak istiyorsanız tam size göre. Herkesin tercih edebileceği bir renk. 62,50 TL
Krem zemi modelini,yaz rahatça ala renkle birlik
‘Eli’(Duckbill), maviler, yeşiller ve açık griden oluşuyor. Size birlikte kullanabileceğiniz birçok alternatif oluşturabiliyor. Ayrıca kaliteli kumaşı şık bir hava katıyor. 45,90 TL
Bu kahverengi varyant, derinin asla modasının geçmeyeceğini bir kez daha gösteriyor. Yılın hemen hemen her döneminde oldukça rahat olarak kullanılabilecek bir model. Ancak en şık olabileceği yer, aynı tonda bir deri ceketin üstü olacaktır. 109,50 TL
Düz siyah, en biri. Her te fazlasıyla k olmazsa olm
Kep Modelleri
Bu şapka size iddalı bir hava katacak. Kemer tokası ve tüy aksesuarları nostaljiyi tam anlamıyla yakalamakta. Bu tarzı sevenlere oldukça şık bir alternatif olacak . 87,50 TL
08/09
100
Şapka alırken dikkat edilmesi gerekenler;
ine ekose desenli on deck zlık aksesuarlarınız arasına abilirsiniz. Bu varyantı birçok kte kullanabilirsiniz. 49,50 TL
n çok tercih edilen renklerden en rengine uygun bu model kullanışlı ve gardırobunuzun mazlarından. 34,95 TL
101
1. Şapka alışverişine zaman ayırın. Her modelden denemeye çalışın. 2. Her zaman kıyafetinize göre şapka seçin. Şapkanıza göre kıyafet almaya çalışmayın. 3. Hiçbir zaman sırf rengini beğendiniz diye bir şapka almayın. Şekli renginden daha önemlidir. Yüksek şapkalar yuvarlak yüz hatlarına, yuvarlak şapkalar neredeyse her yüze, kare şapkalar ise sadece geniş yüzlere yakışır. Elmacık kemikleriniz, şapkanın gövdesinden daha geniş olmamalıdır. 4. Doğru bedeni bulmak için tek tek denemekten çekinmeyin. Alnınızın çok gerisinde kalan bir şapka size küçük geliyor demektir. 5. Her zaman kişiliğinize uygun şapkayı bulmaya çalışın. Seçiminizde yaşam tarzınızdan, dinlediğiniz müziğe kadar her ayrıntı önemlidir.
İyi alışverişler...
08/09
Seanergy Beach ne zaman kuruldu? Yılın hangi zaman veriyor? Seanergy Beach, 3 sene önce kuruldu. Havaların durum röportaj: Gaye Eskici genelde 15 Mayıs’tan 15 Eylül’e kadar hizmet veriyoruz. fotoğraflar: Ahmet Topçu restoranımız açık kalıyor. Hangi alanlardan oluşuyor burası? Yaz Kaçamağının Adresi: Kapasiteniz kaç kişi? Kilyos 1200 m2 ahşap platform, cafe-restoran ve balık restoranımız var. Önde de şezlongların Hafta içi İstanbul’da bunaldınız. Deniz, güneş bulunduğu kumluk alan mevcut. Daha burnunuzda tütüyor... Ne yapacaksınız? kaliteli hizmet için organizasyonlar dışında Size harika bir önerimiz var. İstanbul’un 800 kişilik kapasiteyi aşmamaya çalışıyoruz. merkezine 30 dakika mesafedeki cennet En çok nereden geliyor insanlar buraya? Kimler mekan Kilyos’ta dinlenecek, kafanızı İstanbul’dan gelen çok oluyor. İster arabayla, iste boşaltıp tatil yapacaksınız. Sizin için Gümüşdere dolmuşlarına binerek buraya gelebili Kilyos’un en revaçta işletmesi Seanergy Üyeliklerimizin çoğunluğu aile üyeliği. Ailelerin h Beach’in işletme müdürü Ahmet Fırat ile ve Rus turistler en sadık müşterilerimiz. Kilyos za konuştuk.
tebdil-i mekan
08/09
102
40-50 bin işiyi ağırlıyor. Bunların arasında kaliteli hizmet arayanlar da bizi tercih ediyor. Buranın denizinden bahsedelim biraz da... muna göre Kilyos Karadeniz’de. Denizimiz kimi zaman çok dalgalı olabiliyor ama . Kışın da balık İstanbul’un en temiz denizi burası. Dalgalı zamanlarında da sörf ve kiteboarding yapanlar tarafından tercih ediliyor. Ayrıca kiteboarding eğitimi de veriyoruz. Dalgalar çok fazla olduğunda zaten denize girilmemesini öneriyoruz. 8 tane can kurtaranımız var ama yine de tedbirli olmak istiyoruz. Bizim için en önemli şey can güvenliği. Bu sayede de son senelerde sahilimizde kötü sonuçlanan hiçbir olay olmadı. Organizasyonlar yapılıyor mu Seanergy’de? Geçen sene Global Gathering organizasyonuna ev sahipliği yaptık. r tercih ediyor? erse Sarıyer’den 17.000 kişilik mükemmel bir organizasyon oldu. Ayrıca arkada bir çadır alanımız var. Orası da kullanıldı. Biz de sık sık kendi organizasyonlarımızı iyorlar. haricinde Fransız düzenliyoruz. Üç profesyonel DJ’imiz var. Bunların yanı sıra konuk aten hafta sonları sanatçılarla desteklediğimiz eğlenceler yapıyoruz. Düğün gibi
nları hizmet
103
08/09
organizasyonlara da ev sahipliği yaptığımız oluyor. Seanergy’nin farkı nedir? Farkımızı anlayabilmek için gelip görmeniz gerekiyor. Bizim için insanların buradan gülümseyen bir yüzle ayrılmasından daha büyük bir mutluluk yok. Her sene hizmet kalitemizi arttırmak için kendimize yeni şeyler katıyoruz. Bu seneki projemiz de sahip olduğumuz 20 dönümlük alanın bir kısmına bungalovlar inşa etmek. Böylece gelen müşterilerimiz,sabahtan akşama kadar denize girip güneşlenebilecek, akşam içkisini içip balığını yedikten sonra, isterse gece de kalabilecek. Seanergy Beach’e puan vermenizi istesem beş üstünden kaç puan verirsiniz? Gelen herkes bizim 5 puanı hak eden bir işletme olduğumuzu söyleyebilir ama bana sorarsanız daha 3 puan veririm. Çünkü hedeflerimiz çok daha büyük.
Seanergy Beach, İstanbul’dan çıkmadan, kendinizi şehir dışında hissedebileceğiniz sıcak bir mekan. Gidin, görün ve üzerinizdeki şehir stresinden bir an evvel kurtulun deriz. 08/09
104
105
08/09
GURME’k Hasan Simavi
08/09
Portakallı Pekin Ördeği
ya
Portakallı pekin ördeği Pekin ördeği, evcilleştirilmiş bir ördek cinsidir. Aslen Çin’in Nanjing bölgesindeki kanallarda yaşayan bu ördeklerin, ufak bedenleri ve siyah ayakları vardır. Yumurtasından ve etinden faydalanılır. Çinli çiftçiler beş nesildir cinsleriyle oynamakta ve Pekin ördeğinden yeni yeni türler üretmektedirler. 1873’te Çin’den Long Island’a getirtilen ve orada da üretilmeye başlanılan bu ördeğe bazı çevreler Long Island ördeği der. Pekin ördeği ile onlarca yemek yapılabilmesine rağmen, en bilindik yemek Portakallı Pekin Ördeği’dir. Çeşitli Portakallı Pekin Ördeği tarifi bulunmaktadır. Kimi aşçılar ördeği, kayısı marmeladı, beyaz şarap, portakal likörü ile tatlandırırken, kimisi kızılcık şurubunu tercih eder. Gerek pişirme yöntemi gerekse malzemeleri açısından ustadan ustaya değişen bu yemek, halk arasında, alengirli, pahalı ve lüks yemeklere örnek verilirken ilk akla gelen yemek olsa da, aslında yapılışı o kadar da zahmetli değildir. Yanında İtalya’nın Tuscony yöresinden Chianti kırmızı şarabını tavsiye ediyoruz. Türkiye’de Portakallı Pekin Ördeğini ya da diğer çeşitlerini Taksim’deki Rejans Restaurant’ta deneyebilirsiniz. 76 yıldır, Taksim’in ve Cumhuriyet’in simgelerinden biri haline gelmiş Rejans, Atatürk’ün de zamanında tercih ettiği önemli bir mekan. Ördek fiyatları ise porsiyonuna bağlı olarak 31-55 TL. arasında değişmekte… 106
da Tavuk Döner
GURmeME’k
Tavuk döner Tavuk evcilleştirilmiş bir kuş türüdür. 2003’te dünya tavuk nüfusu 24 milyarı aşmıştır. Türkiye’nin her yerinde tavuk üretimi yapılır ama ağırlıklı üretim Marmara ve Ege’dedir. Damızlık tavuklar genellikle ABD, İskoç, İngiliz ve Fransız firmalardan alınır. Yumurtasından ve etinden faydalanılır. Ayrıca bazı bölgelerde tavuk yavruları, yani civcivler, ev hayvanı zannedilip, çocukların çılgın deneylerine maruz bırakılır. Böylece tavuklar, çocuk gelişiminde de önemli bir rol oynamış olurlar. Ülkemizde bu kadar çok tüketilmesinin başlıca sebebi beyaz etin daha sağlıklı olması değil, daha ucuz olmasıdır. Türkler etle yapılan her yemeği tavukla da yapabilir. Binlerce tavuk tarifi vardır. Hepsi de çok iyi bilinir. Ev dışında en çok tüketileni ise tavuk dönerdir. Normal dönerin tavuk etleriyle hazırlanan şekli olan tavuk döner, gerek daha hafif olması gerekse daha ucuz olması sebebiyle birçok kesim tarafından tercih edilir. Yanında, büfenizde bulunan herhangi bir ayran markasını da deneyebilirsiniz. Türkiye’de tavuk döneri konusunda uzman Beyoğlu Bereket Halk Döner Restaurant’ta yiyebilirsiniz. Üç katlı konforlu ve temiz mekanı, hesaplı menüleri ve hızlı servisiyle Taksim’in gözdelerinden olan Bereket Halk Döner’de yarım ekmek tavuk döner ve ayran sadece 3 TL... 107
08/09
Bunu da saymay覺z yine bekleriz...