Wingman Eylul 09

Page 1

eylül 2009

a d r a l n ı d a K

Arzu Şişli’ eri

züml ö Ç e v i r e l t de Deprem Şid

7

Gerçek Vampir

suitcase Röportajı

Tepsisinde Sunulan Kadınlar

de de

Temiz Hava Almak…

Engelleri kaldır!

kozmetik mi? Sporcu

yetenekli mi olmalı,

çalışkan mı?

Büyük Buluşma!

Takip Edilmesi Gereken

12 Dizi

Soysuzlar

Çetesi


hexedit

hexedit Ofisler artık daha eğlenceli!

Yaz bitti, sahillerde geçen vakit artık ofiste ya da evde bilgisayar başında geçmeye başladı bile. Wingman Dergi size artık daha yakın. Okumaya doyamayacağınız bir dergi hazırladık yine. Organik, hayatımıza bu kadar girmişken bizim buna değinmememiz beklenebilir miydi? Elbette ki hayır. Bu ay “organik mi, kozmetik mi?” konseptinin içinde doğal ve bakımlı kadınları karşılaştırdık. Bütün verileri koyduk önünüze, artık seçim size kalmış. Daha daha neler yaptınız bu ay diyenler... “Wingman en iyi dostunuz olacak!” diye girdiğimiz yayın hayatına, aynı düsturla devam ederek, gecemizi gündüzümüze katıp çalıştık size hak ettiğiniz dergiyi hazırlayabilmek için. Suitcase’le muhabbet ettik. Sosyal devlet konusuna değindik, sosyal devletin gereklerinden biri olarak engellilerin diğer vatandaşlarla eşitliğinin sağlanması konusunda da bizi aydınlatan “Engelleri Kaldır Hareketi”nin kurucusu Rodin Alper Bingöl ile röportaj yaptık. Prostatı ciddiyetle ele alıp, “Cilde ne enjekte edilir, ne edilmez?” konusuna da değinmeden geçmedik. Çelik çomaktan, jengaya kadar oyunları anlattık. Neden arzu tepsisinde kadın sunduğumuzu yazdık. Soysuzlar Çetesi’ne, bu ay sinemada ve evde izlenebilecek filmlere göz attık. “Julian Plenti... Is Skyscraper”a ve müzik haberlerine kulak kabarttık. Koloni’ye ve edebiyat dünyasında son duruma bir bakış attık. Skydiving yaptık. “Sporda yetenek mi, çalışmak mı önemli?” sorusuna cevap aradık. Schiller Chiemsee’yi gezdik. Call of Juarez: Bound in Blood oynadık. Sahanda yumurta da yedik, havyar da… Çocuk yaparken bir daha düşünmeye karar verdik, LED TV’leri tanıdık. Evde yapılabilecek bacak, sırt ve mide hareketlerini yaptık. Kadın arızalarının şiddetine göre çözüm önerilerinde bulunduk.Yeni sezonda neler izleyebileceğinize dair dizi önerileri dosyası hazırladık. Korka korka gerçek hayattan vampir hikayeleri anlattık. Biz bu ayın nasıl geçtiğini anlamadık bile. Siz de dergiyi okurken zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaksınız. Çevirin sayfaları, Wingman’in dünyasında kaybolun. Pişman olmayacaksınız…

Zeynep Bonçe Genelde Yayını Yöneten Kadın


Eylül 2009 Sayı 3 Sahibi Helvetica Creative Multimedia Studios Genel Yayın Yönetmeni Zeynep Bonçe zeynep@wingmandergi.com Genel Koordinatör Taha Sencer Akarca taha@wingmandergi.com Kreatif Direktör Murat Ertürk murat@wingmandergi.com Görsel Yönetmen Emine Konuk emine@wingmandergi.com Reklam Satış ve Pazarlama reklam@wingmandergi.com Katkıda bulunanlar

Mert Caner mert@wingmandergi.com Deniz Kocaman deniz@wingmandergi.com Fırat Sayıcı firat@wingmandergi.com Serdar Akarca, Kayra Altınışık, Cornelius, Serkan Çağdaş, Onur Çelikol, Gaye Eskici, Burak Göksel, Murat Güler, Erkin Kaya, Zeynep Sakarya, Dr. Serious, Hasan Simavi, Ahmet Topçu, Nisan Parmaksız, Dr. Wingman, Murat Yalçınkaya Teşekkürler Berin Ertürk, Alex Mesropyan, Serdar Demirci, Alice Kemrová, Erdoğan Cesur, Hotel Masi, The Dreamers Figure Kadıköy, Serengil Fotoğraf Stüdyoları

İLETİŞİM info@wingmandergi.com Fulyabayırı Cad. No.23 D:1 Şişli / İstanbul Yazı ve fotoğrafların tüm hakları WINGMAN DERGİ’ye, yayınlanan ilanların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir. WINGMAN, basın meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder.


içindekiler 10 12 14 26 20 30 Geia 50 54 58 64

Arzu tepsisinde kadın sunanlarınız bol olsun!

Televizyon Teknolojisinde Devrim: LED TV

Gerçek Vampirler

Suitcase Röportajı Kadınların Arıza Şiddetleri ve Çözümleri

Kozmetik Bebek

Adrenalin Pompası: Skydiving

Politika gerekli midir?

Engelleri kaldır!

Sanal İlişki Rehberi


70 66 72 74 78 Irina 96

Gitmek istediğiniz sayfanın numarasını yukarıdaki kutucuğa yazıp, Enter’a basmanız yeterli.

Prostat Hakkında Her Şey Çocuk yapmadan önce muhakkak okuyun!

Sporda yetenek mi önemli, çalışmak mı? Evden Çıkmamak İçin 12 Sebep

Organik Güzel

Evden çıkmadan vücut yapın!

106 116

Soysuzlar Çetesi

Call of Juarez: Bound in Blood


“Öyle suratı badanalı kadınları sevmiyorum. Gece diva gibi gezer, sabah karşında görsen korkarsın. Kız arkadaşımın da çok süslenmesine izin vermem zaten.”

Bu

Mahmut B. 21 Oto Tamircisi

“Sırf erkekler beğensin diye kendini şekilden şekile sokan kadınlardan değilim. Bence kendine güvenen kadın olduğu gibi dışarı çıkar. Maskelerin ardına saklanmaz.” Güldünya D. 45 Şair 09/09

78’

Irina

Wingm organ kozme sorusun bulmaya Sizce ide nasıl o

Organ Kozme

de

6


“Ben kadınımın her zaman bakımlı ve ilgi çekici olmasını tercih ederim. Doğal olacağım diye saç baş darmadağın gezen kadınlar bana göre değil. Bindirdiğim arabaya yakışmalı yanımdaki kadın. Onun da cilası yerinde olmalı.”

ay

man’de nik mi, etik mi na cevap a çalıştık. eal kadın olmalı?

nik mi? etik mi?

7

Erdinç K. 34 Galeri Sahibi

30’

Geia

da

“Bence kadın dediğin görüntüsüyle oynamalı. Saçıyla, makyajıyla, kıyafetiyle hep bir değişim içinde olmalı. Madem kozmetik, estetik gibi imkanlarım var, neden kullanmayayım?” Elif Ş. 27 İlaç Mümessili

09/09


Ramazan geldi hoş geldi! Bu sene yazın sonuna denk gelen Ramazan ayında neredeyse 15 saat oruç tutulacak. Sahurların vazgeçilmezi yumurta hakkında daha ayrıntılı bilgi için ‘Gurmek ya da Gurmemek’ sayfa 104’te…

İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcı kabul edilen Alman ordularının Polonya’ya saldırısının üstünden 1 Eylül itibariyle, 70.Yıl geçmiş oldu. Birçok esere de ilham veren İkinci Dünya Savaşı’nı konu alan “Soysuzlar Çetesi” filmi hakkında detaylı bilgi sayfa 106’daki ‘Makinist’ bölümünde...

Geçen yıl taşıyıcı anne yöntemiyle iki çocuk babası olan Porto Rikolu şarkıcı Ricky Martin, çocuklarının ilk doğumgünü fotoğrafını yayınladı. Şarkıcı, Miami’de Valentino ve Matteo isimli ikizlerini kucağına alarak poz verdi. Çocuklarının hem annesi hem babası olduğunu söyleyen Martin, “Onları büyütürken bakıcı tutmadım. Hiçbir anı kaçırmak istemediğim için her işi kendim yapıyorum” dedi. Çocuk sahibi olmayı düşünenlere bizim de söyleyeceklerimiz var. Sayfa 72’de ‘Hollywood Hayat Kurtarır’da…

09/09

Nil Karaibrahimgil sonunda Neşet Ertaş’tan özür diledi. Önce Neşet Ertaş’ı tanımadığını söyleyen ve halktan sert bir tepki alan Nil, sonra da “Neşet Ertaş sayemde tanındı.” deyince, büyük ustadan ağır bir cevap aldı. Mesaj yerine ulaşmış olacak ki, uzun ve ağdalı bir mektupla Ertaş’tan özür diledi. “Bana bu kadar müzik haberi yetmez.” diyenler için ‘Kulağa Kaçan’ sayfa 114’te, ‘Suitcase’ röportajı ise sayfa 20’de… 8


Bu yıl Ramazan paketlerinde bile organik ürünler yer almaya başladı. Artık kıyafetlerin, yemeklerin ve hatta mekanların bile organik olduğu bir döneme girmek üzereyiz. Katkısız hormonsuz organik tarım güzel de, kadının da organiği olur mu? Olurmuş. Irina sayfa 78’te… Belçika’da 37 yıldır hapiste bulunan ve ülkenin suç tutanaklarında “vampir” olarak nitelendirilen Staf Van Eycken’in izin ve tahliye talepleri reddediliyor. Belçika’da en uzun süre hapis yatan mahkum olan Van Eycken (58), 70’li yılların başında, Brüksel’e 30 kilometre mesafedeki Muisen kasabasında 3 kadını öldürmüş, bu kadınların göğüslerini ısırarak kanlarını emmişti. “Muisen Vampiri” olarak tanınan Eycken’in tek olmadığını biliyor muydunuz? Diğer gerçek vampirler, sayfa 14’te özel vampir dosyasında… Dünya Atletizm Şampiyonası’nda, bayanlar 800 metre finalinde birinci olan Güney Afrikalı Caster Semenya’nın cinsiyet tartışmalarının yankıları sürüyor. Zor günler geçiren Semenya, “Ne yapayım? Pantolonumu mu indireyim?” diyerek isyan bayrağını çekti. Kadın demişken, tam anlamıyla bir kadın arıyorsanız sayfa 30’daki Gea’yı unutmayın …

Wingman’den Dev Hizmet! Bu ayki gizli kahramanımız, her filmdeki General, Rolan Lee Emrey. Kendisi de aslen asker olan Emrey, özellikle Full Metal Jacket’taki performansı ile kafalara kazınmış, yakın zamanda izlediğimiz Texas Chainsaw Massacre’deki sapık şerif rolü ile de bizi şaşırtmıştır. Selamlıyoruz. 9

1,5 yıl önce Güney Afrikalı bir görme engellinin 269 km. hıza ulaştığı sürat denemesi, Metin Şentürk’ü direksiyon başına geçirdi. Hemen ardından Mike Newman adlı İngiliz’in 284 km. ile Guinness rekorlar kitabına girmesi üzerine iyice hırslanan şarkıcı, son denemesinde 200 km.’ye ulaştı. “Ben bu işi gözü kapalı yaparım” diyen sanatçıyı destekliyoruz. Engelliler konusunda detaylı bir çalışma yapan Engelleri Kaldır Hareketi’nin kurucusu Rodin Alper Bingöl ile yaptığımız röportaj sayfa 58’te… Berlin’de düzenlenen 12. Dünya Atletizm Şampiyonası’nda 100 metreyi 9:58 ile koşan ve inanılmaz bir rekora imza atan Jamaikalı atlet Usain Bolt sınır tanımıyor. Üst üste kırdığı rekorlara, en son 200 metre rekorunu da ekleyen atlet, 19.19’luk derecesiyle dünya rekoru kırarak altın madalyanın sahibi oldu. Sizce mucize adam Bolt, yetenekli mi, çalışkan mı? Deniz Kocaman’ın “yetenek mi, çalışmak mı?” konulu yazısı sayfa 70’te ‘Crossover’da... 09/09


olsun

ARZU tepsisinde KADIN sunanlarınız bol BU KÖŞE

e MeM ya z

Nisan Parmaksı 09/09

ap tı

Dergimiz internet sahnesindeki yerini alıp inceleyen gözlere maruz kaldığından beri kulağıma gelen geri bildirimlerden bazıları, Wingman’in sayfalarında kadının arzu nesnesi gibi sunulmasının –genel yayın yönetmeni kadın, üzerine bir de köşe yazarlarından birisi ‘feminist’(!) düşüncelere sahip bir kadın olduğundan– ziyadesiyle ironik olduğunu belirtiyordu. O zaman farkettim ki, karşı cinste “kadınlar arzulanmaktan, arzu nesnesi olarak görülmekten hoşlanmazlar” gibi bir düşünce türemiş. Bu husustaki suçlu, “wait for it”, hayatınızın her alanında görebileceğiniz bir kadın türünün ta kendisidir. Bu kadınlar arzulanmıyor olmalarının suçunu almadıkları bıyıklarına ve özen göstermedikleri vücutlarına değil, erkeklere atmayı kendilerine görev edinmiş entel feministlerdir. Herhangi bir ilişki içinde olmamalarını “çok zeki, kültürlü ve donanımlı” bir kadın olmalarına, dolayısıyla da “erkeklerin onları taşıyamadığı”na bağlar ve sürekli “tüm erkekler böyle” tadında genellemeler yaparlar. Sarışın kadınlardan nefret eder, ağızlarından ‘kadın hakkı’, ‘eşitlik’ gibi sözcükleri 10


düşürmez ve fakat kendilerini her fırsatta “kadın blogger”, “kadın sanatçı” gibi etiketleyerek ironinin dibine vururlar. Bu kadar büyük bir yargı elbette akşamları mastürbasyon yaptıktan sonra ağlayan bu kadınların başının altından çıkma değil sadece. Bu tipin en büyük destekçisi, ne zaman dar pantolonlu ya da mini etekli bir kadın görse gözlerine “o g.te bülbül öte” bakışı yerleştiren erkekler. Kendisi aynı anda iki şey olamadığından kelli, seksi kadını boş, çirkin kadını kafası çalışır zanneden bu erkekler “Bana ne arkadaş bakılmasını istemiyorsan mini etek giymeyecektin!” savıyla ortalarda dolanıp karşılarında “Ben senin için değil kendim için giyindim bir kere!” yalanına kendini inandırmış kadınları görünce körler sağırlar birbirini ağırlayamıyor; ondan sonra millet çıkıyor ortaya aldım verdim ben seni yendim, siz Mars’tan biz Venüs’ten haydi bunun üzerine kitaplar yapıp filmler çekerek paraya vuralım modunda seyrediyor. Bu iki tipin de anlayamadığı o basit noktaysa, ünlü düşünür Demet Akalın’ın bile aklına gelmiş vaktiyle: “herkes hak ettiği gibi yaşıyor.” Yani hem sutyeni hem beyni dolu olan kadın zaten ayarı verdiğinden, “Aman Tanrım, ben seks objesi değilim, rica ederim çekin gözlerinizi üzerimden!” triplerine girme gereği duymuyor. Çünkü anlaşılamayan nokta şu: kadın arzulanmaktan değil, dekolte gören erkeğin kendinde ulu orta ‘toplarını’ avuçlama hakkı bulmasından şikayetçi. Yıllardır öyle ya da böyle beraber yaşıyoruz, birbirimizi kandırmanın manası yok. Kıl, tüy, kalori hesabı, pilates derken harcanan paralar bittabi mini eteğimizi giyip aynanın karşısına geçip “Allah’ım bugün yine çok güzelim. Şimdi gönül rahatlığıyla yatıp uyuyabilirim” demek için değil. Dışarı çıkmak, Allahın bizlere bahşettiği göğüs, kalça gibi nimetleri kuldan saklamamak ve bu güzellikler karşısında takdir görmek istemediğimiz, tercih 11

etmediğimiz bir şey değil. Derdimiz, meme görünce memeden başka bir şey göremez hale gelen, bakacağı yerle ‘değdireceği’ yeri ve zamanı ayırt edemeyen erkeklerle. Meramımız çok net yani, neremizin dolu neremizin boş olduğunu algılayabildiğiniz müddetçe, buyrun burdan arzulayın, erkekliğinizi de organınızı avuçlayarak değil, yeri geldiğinde tam kapasite kullanmasını bilerek gösterin. Doğru kullanımını gördüğümden söylüyorum, sandığınız kadar zor bir iş değil. Haydi aslanlarım, göreyim sizi! 09/09


? LED TV

O nasıl bir şey ki? yeni mi çıkmış

Murat Güler

Televizyonda Son Nokta:

Bırakın siyah beyaz olanlarını, uzaktan kumandası olmayan televizyonları bile hatırlayan çok azdır günümüzde. İlk uzaktan kumandalar eski televizyonlara entegre ettirdiğimiz modüllerle olmuştu. Hatırlarım bizim tahta kutulu renkli ekran gidip, bir gün içinde teknoloji harikası (!) bir televizyon haline dönüşmüştü . Artık günümüzde konuşulan konular çok daha ileri boyutlarda. 500000:1 kontrast oranları, 3 ms tepkime zamanları ve tabi ki olmazsa olmaz olan FULL HD. Bütün bu konular arasında plazma mı, LCD mi bir türlü karar veremeyen kullanıcılar için kafa karıştıracak bir seçenek daha geldi. LED TV OLED (Organik LED)’den yapılma plakalarla bezenmiş teknoloji harikası televizyonlar. Genişlikleri sadece 3 mm olan ekranlar, şimdiki plazmaların yaklaşık dörtte biri kadar elektrik harcamakta. Ancak esas artıları enerji tüketmelerinden çok sağladıkları muhteşem kontrast oranları. Plazma veya LCD TV’ler az önce de bahsettiğimiz gibi 500.000:1 kontrast oranlarındayken LED TV’lerde bu oran 1.000.000:1 ile başlıyor. Hatta teknolojisi daha bu kadar yeni iken 2.000.000:1 LED TV’ler bile duyuruldu. Bunun sebebi ise LCD TV’lerdeki gibi arka genel aydınlatma yerine LED TV’lerde her pixel’in kendi ışığını saçması. Bu da tam karanlık siyahlardan, en parlak beyazlara kadar her ışığı ve buna bağlı olarak bütün renkleri gözümüzün önüne rahatça getirebiliyor.

09/09

12


Nasıl Çalışıyor? İlk bakışta yan yana dizilmiş minik lambacıklar gibi gözükse de LED TV’nin çalışma prensibi bundan biraz daha ileride. LED TV’lerde şeffaf bir plaka üzerine entegre edilmiş devrelere verilen farklı gerilimlerle görüntü elde ediliyor. Bu da bize inceliği sağlıyor. Bugün en kalın LED TV sadece 3 mm kalınlığında. Neden Önemli? Buraya kadar anlattıklarım LCD ile LED arasındaki standart farklar. Esas devrim yaratan yenilik ise LED Tv’lerde sert bir arka yüzeye ihtiyaç duymamanız. Bu da demek oluyor ki, yakın zamanda cebimize katlayıp koyabileceğimiz ekranlar olacak. Gözlüklerinize monte edilen minik ekranlarla yolda yürürken bile televizyon izleyebileceksiniz. Araçların hız panelleri artık savaş uçaklarında olduğu gibi ön camda olabilecek. Biraz daha abartırsak, Geleceğe Dönüş II’de izleyen herkesin hayran olduğu pencere – televizyon bile yakın zamanda gerçek olabilir. Hatta dokunmatik ekran özelliği LEd TV’lere uyarlandığı zaman, cam bilgisayarlar ve bilim kurgu filmlerinde izlediğimiz rulo ekranlı bilgisayarlar gerçek olacak.

LCD mi, PLAZMA mı? Artık mazide kalan bu soru için cevap kesinlikle LED TV. Çünkü firmalar krize inat olsun der gibi LED TV’leri LCD’lere yakın fiyatlarla piyasaya çıkardılar. Eğer bugüne kadar gördüğünüz en net, en keskin ve en gerçekçi görüntüyü görmek istiyorsanız, seçiminiz LED TV olmalı.

13

09/09


V

Gerรงek

09/09

amp 14


Genç kalabilmek için kurbanlarının kanını içen bir kontesin anlatıldığı ve gerçek bir hikayeden uyarlanan Kontes vizyona girdi. Peki Kanlı Kontes Elizabeth Báthory’nin tek gerçek vampir olmadığını biliyor muydunuz? Gerçek vampirler, kan kokusunu alınca uzayan dişleri, ölümsüzlükleri, haç fobileri, güneşe karşı gösterdikleri zayıflıkla değil ama sapık eğilimleri ile hayatın içindeler. İşte bu ürpertici liste…

pirler 15

09/09


Florida Vampiri lakaplı John Brennan Crutchley 1986’da Florida’da 30 kadını kaçırıp tecavüz ettikten sonra kanını içerek öldürmekten suçlu bulundu. Kurbanlarına tecavüz ederken kanını da içen ve bunu kameraya çeken katil, 2002’de ömür boyu hapis cezasını çekmekte olduğu hapishanede ölü bulundu.

Kanlı Kontes, Elizabeth Báthory 1610’da, Macaristan’da 80 genç kızı işkenceyle öldürmekten mahkum edildi. Dört sene sonra ölü bulundu. Genç kalabilmek için bakire kızların kanında banyo yaptığından, kızların kanını içtiğine kadar bir sürü söylenti çıktı. Hüküm giydiği cinayet sayısı 80 olsa da, asıl kurbanlarının sayısının 650 olduğu, kurbanlarını ısırmak, kollarını kesmek gibi sayısız işkence yöntemlerine başvurduğu da biliniyor. Hala yayınlanmayan günlüğü Macaristan Devlet Arşivinde saklanmakta. 1932’de İsveç’in Stockholm kentinde işlenen cinayetin Atlas Vampiri takma isimli zanlısı asla yakalanamadı. Atlas bölgesinde bulunan 32 yaşındaki bir fahişenin cesedi incelendiğinde, birkaç gündür ölü olan kurbanın kafatasının ezildiği ve kanının içildiği fark edildi. 09/09

Dusseldorf Vampiri Peter Kürten, 1931 yılında 9 cinayet ve 7 cinayete teşebbüsten suçlu bulundu ve giyotinle idam edildi. Kadın ve çocukları öldüren katil, ilk cinayetini 9 yaşında işledi. Orgazm olabilmek için cinayet işlediğini, kurbanlarındaki bıçak darbelerinin sayısının da buna bağlı olduğunu belirten psikopat katil, yine cinsel amaçlarla kurbanlarının kanını içiyordu. Ölmeden önceki son dileği kafası kesilirken kanının aktığını duymak oldu. Tecavüzcü Vampir olarak tanınan Kanada’lı seri katil Wayne Boden, 1972’de dört kadının göğüslerini ısırarak tecavüz edip öldürmekten suçlu bulundu. Asıl amacının öldürmek değil, kadınların göğüslerini ısırmak olduğunu söylese de ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı ve hapishanede öldü. 1725 yılında ölen Sırp köylü Peter Plogojowitz’in, gömüldükten hemen sonra bir vampir olarak dirilip 9 köylüyü öldürdüğü söylentileri yayılmaya başladı. Bunun üzerine bir imparatorluk gözlemcisi ve bir rahip eşliğinde Plogojowitz’in tabutu açıldı. Günlerdir ölü olan köylünün 16


saçlarının ve tırnaklarının uzadığı, derisinin yenilendiği ve cesette hiçbir çürüme belirtisi olmadığı gözlendi. Aynı zamanda ağzı kan içinde olan cesedi köylüler kalbinden kazıklayıp yaktılar. Plogojowitz olayı, tarihteki en detaylı belgelenmiş vampir vakası kabul ediliyor. Sacramento Vampiri Richard Chase, 6 cinayetin ardından tutuklu bulunduğu hapishanede intihar ederek öldü. Kurbanlarının kanını içen ve cesetlerini tahrip eden Chase’in takıntıları çocukluk yıllarında başladı. Portakalları beynine C vitamini geçsin diye kafasında taşır, hayvanların iç organlarını blenderdan geçirip kola ile karıştırıp içerdi. Böylece kalbinin küçülmesini engellediğine inanıyordu. Kurbanlarını öldürdükten sonra cesetle ilişkiye girip, sonra da kanını içen Chase 1980’de öldü. Lezbiyen Vampir lakaplı Tracey Wigginton ve yanındaki üç kadın arkadaşı, kanını içmek için bir adamı öldürdüler. Olay 1989’da Avustralya’da gerçekleşti. Kurbanını 27 kere bıçaklayan Wigginton, ömür boyu hapse mahkum edildi.

17

09/09


lel evr

ra

pa

n e

n İşsiz kalan bir işçinin yardımına başbakan koştu ve adamcağızı mecliste bir göreve getirdi. Böylece ülkenin ilk ve tek işsizi de işini bulmuş oldu. n Yaprak Dökümü adlı dizinin yapımcıları “Çok beğenilmemize rağmen, kabak tadı vermeye başladığımızı düşündüğümüz için diziye son veriyoruz.” açıklaması yaptılar. n Muhalefet ve iktidar liderleri baş başa yedikleri yemekte dertleştiler. Üç liderin neşeli hali kameralardan kaçmadı. Başbakanın “ Özel hayatımızda çok iyi arkadaşız. Hepimiz aynı işi yapıyoruz. Paylaşacak çok şeyimiz oluyor.” açıklaması diğer ülkelere ders olacak nitelikteydi. reality nxn n Emekli tiyatrocu Osman Ayaroğlu’nun “Nerede o eski Ramazanlar?” açıklaması herkesi şaşırttı. İlk defa geçmişi özleyen birine rastlayan halk, Ramazanların şimdi de çok güzel olduğuna Ayaroğlu’nu bir türlü ikna edemedi. Kriz geçirir gibi aynı cümleyi tekrarlayan Ayaroğlu hastaneye yatırıldı.

i

kar

s

s x

ri e l h aber

DELIKANLI HAYVAN

Karşı realitenin habercisi

Blobfish

Blobfish yani psychrolutes marcidus, Avustralya ve Tazmanya açıklarındaki derin sularda yaşar. O derinliklere pek inilmediğinden, insanlar tarafından çok ender görülür. Blobfish’in vücut yoğunluğu, deniz suyundan biraz daha az olduğundan, deniz zemininde hiç enerji harcamadan salına salına dolaşabilir. Önünde yüzen yenebilir her madde ağzına girer. Böylece kas eksikliği bir sorun teşkil etmez. Hayatı oluruna bırakmış, su nereye götürürse giden bu Jabba the Hut kılıklı hayvan, babacan suratından dolayı, görsek elini öpmeye çalışacağımız bir karizmayla derin sularda volta atmaya devam ediyor.


Gerçek Haber

Bülent Ersoy, birlikte konser vereceği 62 yaşındaki Muazzez Abacı’dan daha genç görünebilmek için yüzüne ceninlerden alınan genç hücre enjekte ettirdi. Bülent Ersoy, pazartesi akşamı Harbiye Açık hava Tiyatrosu’nda Muazzez Abacı’yla birlikte vereceği konser için sıkı bir hazırlık yaptı. 57 yaşındaki Diva, ilk kez birlikte konser vereceği 62 yaşındaki Abacı’dan daha genç görünmek için kendisini Dr. Mustafa Karataş’a emanet etti. Dr. Karataş, Diva’nın yüzüne ve boynuna ceninlerden elde edilen bir hücre enjekte etti. “Bu kaybedilenleri yerine koyma işlemidir” diyen Karataş, operasyonu şöyle anlattı: “Bülent Hanım’ın cildi gördüğüm en iyi ciltlerden birisi.Yüzüne ve boynuna iğnelerle özel karışımlar verildi. Ceninlerden elde edilen genç hücreler enjekte edildi.”

Korku Filmi

Mantı (Dumplings), Fruit Chan tarafından yönetilmiş Hong Kong yapımı seyirciyi rahatsız etmede üstüne olmayan bir korku filmidir. Kocası tarafından aldatılan orta yaşlı zengin bir kadın olan Mrs. Li kendini çirkin ve yaşlı hissetmektedir. Mei adında bir aşçıya başvuran Mrs. Li, aşçının gençleştirme özelliği olan mantılarından medet umar. Mantısını yemeğe Mei’nin mutfağına gittiğinde bir ziyaretinde masada bir cenin görünce paniğe kapılıp oradan kaçar. Ama ne yazık ki yaşlılıktansa yamyamlığı tercih edecek durumdadır. Bu nedenle dayanamayıp tekrar gider Mei’ye. Mei bir güzel ceninler kıyma haline getirip mantıları hazırlar, Mrs. Li de şapır şupur yer. Git gide gençleşen Mrs. Li artık mantıların ve ceninlerin bağımlısı olmuştur.

19

09/09


suitcase

Fotoğraflar: Murat Ertürk Röportaj: Kayra Altınışık


1997 senesinde kurulan, vokalde Deniz Özberk, gitar ve geri vokalde Bülent Şenkul, bas gitarda Mehmet Fırıl ve davulda Okan Barkot’tan oluşan kadrosuyla 12 yıldır sahnelerde olan ve bu sene “Bildiğin Her Şeyi Unut” isimli albümüyle dinleyicilerinin karşısına çıkan Suitcase’i daha yakından tanımaya ne dersiniz?


Grup nasıl kuruldu? İsim nerden geliyor? D: Okul için İngiltere’ye gitmeden önce de müzik bir şekilde zaten hayatımın büyük bir bölümüydü. En azından arkadaşlarla evde toplanıp gitar çalarak ve şarkılar söyleyerek içimizdeki enerjiyi ve müzik sevgisini bir şekilde dışa vuruyorduk. İngiltere’ye gittiğim dönemde brit-pop ve indie-pop tekrar popüler olmuş ve sürekli yeni gruplar çıkıyordu. Suede, Pulp, Shed 7, Oasis, Blur, Gene, Mansun, vs. grupların tekrar hareketlendirdiği bu müzik akımı beni çok etkiledi. Nerdeyse başka bir şey dinlemiyor, konserleri hiç kaçırmıyordum. Döner dönmez arkadaşlarımla toplanıp yanımda getirdiğim albümleri dinlettim onlara. Çünkü o akım daha ülkemize gelmemişti ve birçok insan tarafından bilinmiyordu. Önceleri arkadaşlarım bu şarkıları stüdyoda çalışmanın zaman kaybı olduğunu düşündü. Çünkü bu iş bir şekilde barlarda canlı performansa dönüşecekse bile bizi kimse dinlemezdi onlara göre. Ama ben hiç öyle düşünmüyordum. Bahsettiğim senelerde barlarda performans yapan grupların çoğunun repertuarı aynıydı. İnsanlar da bildiği şarkıları dinlemeyi seviyordu. Ben bir şekilde arkadaşlarımı ikna ettim ve bu riski almaya değeceğini anlatmaya çalıştım.Ve başardık da. Aslında ilk ismimiz “believe” (inanmak) idi. Bu ismi ben bulmuştum çünkü “believe” kelimesinin içindeki “lie” (yalan) benim çok hoşuma gidiyordu. İlk performans 09/09

yapmaya başladığımız Captain Hook’ta sahne aldığımız bir gece bize Eski Kemancı’dan teklif geldi. O zamanlar Kemancı’da çalmak çok ulaşılmaz ve hayal gibi bir şeydi bizim için. İlk görüşmeye giderken gece grupça daha etkili bir isim bulmaya ve Kemancı’ya onu söylemeye karar verdik. O anda taksimde Kemancı’nın tam önünde kapıdan girmeden herkesin bir grup ismi söylemesini istedik. O zaman grubu beraber kurduğum arkadaşlarımdan Can Hekim’in ağzından çıkan “Suitcase” kelimesi hepimiz tarafından çok beğenildi. Müzik tarzınızı nasıl etiketlersiniz? Yaptığınız müziği hangi grupların müziğine benzetebilirsiniz? B: Suitcase’in, yıllardır değişmeyen bir çizgisi ve müzikal duruşu var. Cover (yorum) olarak İngiliz popu ya da britPop olarak bilinen türe ait parçalar çalan grup, repertuarını sürekli yenilemekte ve İngiltere’deki müziği yakından takip etmekte. Her grup üyesinin farklı müzik akımlarından etkilendiği de bir gerçek. Grubun 2009 tarihli ilk albümü “Bildiğin Her Şeyi Unut”, aynı zamanda gruba ait ilk bestelerden birinin de adı. Albümü dinlediğimde, yapılan cover’lardan belli bir ölçüde etkilenmiş, fakat biraz daha farklı tarzda bestelere sahip olduğumuzu görüyorum. Benzediğini düşündüğüm bir grup söylemem. M: Sözlerdeki aşk teması ve yumuşak, naif sound’unu göz önüne alarak grubun tarzını pop-rock olarak 22


nitelendirebilirim. Bundan yola çıkarak Suitcase’in müziğini Morrissey’in müziğinin yolunda yürüdüğünü söyleyebilirim. Albüme gelen tepkiler nasıl? Yeni şarkı çalışmaları yapıyor musunuz? D: Albüm 7 ay önce çıkmış olmasına rağmen bir sürü talihsizlikten dolayı daha tanıtımı yapılamadı maalesef ama sürekli performans yaptığımız Kadıköy Buddha Bar’da insanlar bestelerimize büyük ilgi gösteriyor ve sürekli istek alıyoruz. En güzel olan da bizimle beraber söylemeleri şarkılarımızı. B: Yıllardır grubun hemen hemen her programına gelen, cover şarkılara eşlik eden insanların artık besteleri de bir ağızdan söylediğini görmek çok güzel. Hatta albümden sonra programlarımızda artık yeni seyirciler görmekteyiz. İlgiden çok memnunuz.Yaptığımız yeni ev kayıtları var, fakat henüz üzerinde ortak çalışmalar yapmıyoruz. M: Öncelikle grubun 12 yıllık bar geçmişiyle oluşturduğu sadık dinleyici kitlesi albümü satın aldı ve tepkileri oldukça olumlu. Sahnede çalarken şarkılara tek bir ağızdan eşlik ediyorlar. Düzenli yapılan programlar sayesinde bu kitle giderek büyümekte ve albümle tanışmaktalar. Bu albümün tanıtımı hala devam ettiğinden yeni bir çalışma yapılmadı ancak kısa vadede yeni parçalar yazılacak ve sahnede çalınacaktır. O: Albüm kaydı daha başarılı olabilirdi. Dinlenmesi kolay bir albüm, insanı rahatlatıyor. Dinleyici yorumlarında “yolculuk albümü “ olarak adlandırıldığını duydum. Neleri dinleyerek büyüdünüz? Şu an en çok hangi grupları dinliyorsunuz? D: Müzikle ilk tanıştığım dönemde A-Ha, Depeche Mode ve Duran Duran dinliyordum sürekli olarak. Bir de büyük bir 80’ler hayranıydım ve hala da öyleyim aslında. Achtung Baby ile tam anlamıyla bir U2 hayranı olup çıkmıştım. Ama dediğim gibi daha sonra gerçekten hayatımı değiştiren brit-pop akımıyla yönüm tamamen değişti. Suede’in Debut albümü benim ‘’Kesinlikle şarkıcı olmalıyım.’’ dediğim albümdür. Sonra, Talk Talk beni çok derinden etkileyen bir gruptur ve hala onların gelmiş geçmiş en büyük müzik adamları olduğunu düşünüyorum. Bunların yanında Manic Street Preachers, Interpol, The Editors beni çok etkileyen grupların başında gelir. Ama şimdilerde sanırım en çok Interpol dinliyorum. Üç albümlerini de çok seviyorum. 23

B: Müzikle gerçek anlamda ilk tanışıklığım, o sıralar Marmara Üniversitesi Müzik Bölümü Şan Anadalı’nda okuyan ablamın evde söylediği aryalarla oldu. Çok sıkıntılı günler olduğunu söyleyebilirim.Ve maalesef o yıllardaki her Türk genci gibi, bir de Anılar–9 isimli toplama kasete maruz kalmıştım. Kabus gibiydi. Tam bir 80’ler çocuğuyum, o yıllardaki müziklerin üzerimdeki etkisi büyüktür ve benim için birçok kişinin düşündüğünün aksine müzik adına müthiş bir dönemdi. Modern Talking, Duran Duran, A-Ha, Madonna, Sandra, Queen, Michael Jackson... Daha sonra The Cure, Jeff Buckley, Tori Amos, The Cranberries, Sade, Beady Belle, Deftones, Portishead, Massive Attack, Björk ile başlayan ve kaliteli olduğunu düşündüğüm, çok farklı türlerde müzikler dinledim. Şu sıralar mp3 çalarımda en çok dinlediklerim şunlar: A-Ha, Blackbud, Block Party, Cenk Erdoğan Trio, Deftones, Dio, Fikret Kızılok, Guthrie Govan, Kings Of Convenience, Lauryn Hill, Tracey Thorn, The 3rd And The Mortal… M: Çocukluğumdan beri sert müzikler dinledim, müzik yapmaya başladığımdan beri ilgim daha çok enstrümantal, deneysel, daha derin müziklere yöneldi. Uzun zaman oldu ki takip ettiğim yeni bir grup yok. O: Klasik müziği çok dinledim. Daha sonra rock ve jazz dinledim. Genesis, Pink Floyd, Jethro Tull, Rush, vs... Türkiye’de Rock müziğin durumunu nasıl görüyorsunuz? D: Maalesef pek iyi şeyler söyleyemiyorum; çünkü öyle bir dönem oldu ki resmen bir araya gelen ve bizim bestelerimiz var diyen herkese albüm yapıldı. Bu dönemde tabi ki çok iyi gruplar da çıktı ama birçoğu da tek dinlemelik ve kısa soluklu oldu. Genelde bir şeylerin taklidi olarak çıkan gruplar başarısız oldu. Etkilenmek ve taklit etmek arasında ki farkın çok büyük olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Tabi ki bundan 15 sene öncesine göre durum çok daha iç açıcı alternatif müzik adına. Türkiye de dinleyicisini buldu. Bunun için kurulmuş radyo ve TV kanalları var artık. Bu çok güzel ama tabii zorlama işlerden dolayı -naçizane fikrim- işlerin kalitesi düştü sanki biraz. Dinleyiciye de çok büyük sorumluluk düşüyor burada. İyi olan işe destek vermeliler, mp3 indirmek yerine albüm almalılar. Konserlere gitmeliler. İstanbul zor bir yer bu açıdan. Çok fazla alternatif var.Yaptığınız işin samimi ve farklı olması şart. 09/09


B: Türkiye’de müzikleri ve sound’larıyla beni etkileyen yeni genç gruplar var. İlgiyle takip ediyorum. Birkaç sene önce Mor Ve Ötesi’nin “Dünya Yalan Söylüyor” albümünün çıkışından sonra, plak şirketlerinin daha fazla ilgisini çeken bir müzik oldu rock Türkiye’de. Üretim bakımından çok farklı rock müzik türleriyle karşılaşabiliyoruz artık underground çevrede. İstanbul’da bu grupların konser verebileceği sınırlı sayıda mekan var ve bu az sayıdaki konserleri takip ediyorum. Bunun dışında “Myspace” harika bir paylaşım ortamı. Ancak, bu çalışmaların yayınlanmaları konusundaki sıkıntıların hepimiz farkındayız. Ben çok yetenekli müzisyenler ve grupların geleceğini düşünüyorum ve seslerini daha fazla duyurmaları konusunda umudumu da korumaya çalışıyorum. M: Bence Türkiye’de rock müzik yapılmıyor. Rock enstrümanlarıyla, ılımlı, herkesin dinleyebilmesi, satış yapılması kaygısıyla ama rock imajı giydirilmiş çocuklar tarafından tatlı sert, zaman zaman arabesk seviyesinde müzikler yapılıyor. O: Herkes bir şeyler yapmaya çalışıyor. Türkiye bu müzik türü için çok kolay bir yer değil. Kadın hayranlarınız çok mu? Hayranlarınızla yaşadığınız enteresan bir olayı anlatır mısınız? D: Kadın hayranlarımız çok, evet, Allah’a şükür. Çünkü sahne aldığınız yerde ne kadar kadın varsa bu o kadar da erkek gelecek demektir ve bu sayede siz de kalabalıklara çalarsınız. Ama bizim hayranlarımız uzun süredir bir mekanda sabit olmamızdan dolayı bir zaman sonra selam verdiğimiz bazen de hatır sorduğumuz tanıdıklarımıza dönüşüyor ister istemez. Bu iyi mi kötü mü bilemiyorum. B: Ben eşime hayranım. M: Ben kadın-erkek diye ayırmak istemiyorum, bir grup ya da müzisyen sahnede işini iyi yapıyorsa birileri tarafından mutlaka takdir ediliyor. Suitcase uzun zamandır düzenli olarak sahne alıyor ve gerek cover yönüyle, gerek besteleriyle sahnede çalarken çıkarttığı sound her zaman için üst düzeydir ve bu hep birilerinin hayranlık duymasına sebep olmuştur. Bununla birlikte eğlenceli bir anım da vardır. Bir bayan arkadaş benden bas dersi almak istediğini söylemişti ve o gün programda en önden bizi seyrediyordu. Tansiyonun yükseldiği bir sırada sahnede hoplar zıplarken gitarımla kafasına çarpmıştım. Sonradan gönlünü aldım ve “Bak, kafana vura vura öğretmeye 09/09

başladım” dedim. Bir süre gülmekten programa devam edemedim tabi. O: Kadın hayranların çokluğu göreceli bir durum bence.Var, ama çok mu, az mı, bilmiyorum. Müzikle ilgili en büyük hayaliniz nedir? D: Hayattaki en büyük hayalim bir stadyum dolusu insanın benim yazmış olduğum bir şarkıyı bir ağızdan söylemesidir. Bu sanırım hayatımda en mutlu olduğum an olacaktır. B: İstediğim müziği yaparak var olabilmek ve hayat boyu sahnede olabilmek. M: Benim hayalim gerçekten çok büyüktü, olması mümkün değildi ya, yine de kendi enstrümantal projemle Pink Floyd’un önünde çalmayı çok isterdim ama zaten artık gerçekleşmesi mümkün değil. O: Sadece kendi müziğimizi yapmak.

12 seneyi deviren Suitcase gerek sahne deneyimleri, gerek kendi besteleri ile keşfetmeye ve takip etmeye fazlasıyla değer. Ne yapıp edin özellikle canlı performanslarını izleyin. Pişman olmayacaksınız. 24


25

09/09


09/09

26


ERBABINDAN HATUN ERBABINDAN

HATUN KİŞİYİ ANLAMA KİŞİYİ ANLAMA

SANATI SANATI

ERBABINDAN HATUN Geçen ay demiştik ki (piriviısli on “erbap”); hatun kişi sık sık arıza yapar. Bu üretimden kaynaklanan bir sorundur. Ancak yine de neden arıza yaptıklarını irdeleyelim, irdeleyelim ki arızayı bertaraf edemesek de hazırlıklı olalım. Onur Çelikol

27

09/09


1

2,5 Şiddetinde Hatun Arızaları: Ufak sarsıntılardır. Bazen büyük sarsıntıların artçıları da olabilirler. En tehlikelisi öancü olanlardır. Bertaraf edilmezse arkadan zelzele gelebilir demektir.

2

Siz uzanmış gazetenizi okuyorsunuz ya da keyifli bir futbol maçına dalmış, bir el göbekte bir el ensede izliyorsunuz. İlk belirtiler hatunun çevrenizde bir iki defa dolanmasıyla başlar. Sonra bir iki arkadaşına veya annesine telefon eder. İşte arıza geliyor. Az sonra canının sıkıldığından başlayıp, “sen hiç eğlenceli değilsin”e, önü alınmazsa “seninle yaşamaktan nefret ediyorum”a kadar gidecektir (mabadında kurt var sendromu). Bu yüzden daha ilk belirtilerde “en iyi savunma hücumdur” taktiğini benimsemek gerekir. Hemen hatuna onu çok yoracak bir iki aktivite yapma teklifi getirin, istemeyecektir, siz diretin, onun sevmediği ortak arkadaşlarınızla bir iki aktivite uydurun, mızmızlanacaktır ve hatunun gazını şu cümle ile alın “ohhooo sen de hiç eğlenceli değilsin, takıl sen kafana göre” çok gaza gelip fazla konuşmayın, kendini suçlu hissedip size sarar. Böylece o kendine oyalanacak bir şeyler bulur siz de gazete veya maçın keyfine devam edersiniz.

4,5 Şiddetinde Hatun Arızaları: Küçük sıva çatlaklarına yol açar dense de üzerinde mutlaka durmak gerekir yoksa daha büyükleri yıkıcı etki yaratabilir.

Genelde hatundan kaynaklanan bir problem üzerine ortaya çıkar ama er kişinin de davranışları çok önemlidir. Mesela siz yine gevşek gevşek dururken ya da dışarıda mutlu mesut onun gelmesini beklerken ortaya çıkar. Hiç yokken pat diye bir soru sorar, “elbisemi beğendin mi?”, “Saçım böyle güzel olmuş mu?”, “Bugün seni eğlendirebildim mi?” (ezik misin sendromu)... Bunu kısaca “iltifata olta atmak” olarak adlandırıyoruz. O oltaya takılmazsanız arıza başlıyor demektir. İçinizden “Elbise güzel de içine nasıl girdin?” , “Saçınla bu kadar oynamasan çok daha iyi olacak” ,” Sen beni ne zaman eğlendirebildin ki?” gibi cevaplar geçse de aman dikkat, işte doğru cevaplar “Ben de şimdi onu diyecektim, ne güzel bir elbiseymiş o. Ama senden başkasında bu kadar güzel duramaz” , “Senin saçın yataktan kalktığında bile güzel, böyle harikulade olmuş” ....Yine aynı uyarı, çok gaza gelmeyin, teper... 09/09

28


4

3

6 Şiddetinde Hatun Arızaları: Merkezde yıkıntı ve ağır hasar meydana getirse de civarda etkisi azalır. Sükunet ve sabır gerektirir.

Hata bariz sizindir, inkar etmenin pek bir faydası yoktur. Hatun buradan aldığı güçle meseleyi büyütür (hatun milletinin en iyi yapabildiği şey). Dırdır, vırvır, mırmır gırla gider. Örnekleyelim; hatun milleti Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bile resmi gün ve bayramlarını bilir. Özel günlerde özel ilgi bekler. Sizin için gayet sıradan bir Çarşamba akşamı onun için yıldönümü, ay dönümü, bana ilk ayakkabı aldığın gün, bana ilk “sen benim bi denemsin” dediğin gün gibi şeylere dönüşür (bugün ne günüydü sendromu). Tabii siz bu özel günleri unutursanız, burnunuz pislikten kurtulmaz. Eee bir yandan da erkeksiniz, nasıl unutmayacaksınız ki? İşte altın anahtar: Her durumda geçerli olabilecek küçük bir hediye alıp evde bir çekmeceye saklayın, ya da arabanın torpido gözünde bulundurun ya da cüzdanınızda tutun. Tam o arızaya geçtiği anda, şuh bir kahkaha ile “unuttuğumu sandın değil mi?” diyerek hediyeyi verin. 10 numara gece geçirmezseniz para iadesi yapıyorum. Tabii ne yapmıyoruz, abartmıyoruz!

Unutmayın, her bertaraf ettiğiniz arızada biraz daha tecrübe kazanırsınız. Ancak her ne kadar bu taktikler genel olsa da bazı dişiler de işlemeyebilir, asıl olan tecrübedir. Tecrübe ile nabza göre şerbeti vermeyi öğrenirsiniz.

29

8,5 Şiddetinde Hatun Arızaları: Çok şiddetli geçer, ağır yıkıntı ve hasara yol açar. En iyisi kendinizi korumaktır, bir yerlere sığınmak gerekir, yaralar daha sonra sarılacaktır. Çok sık görülmese de görüldüğünde büyük problem var demektir. Çok kuvvetli bir tetikleyen olması gerekir. Örnek: Ettiniz bir eşeklik, biriyle kırıştırdınız, kırdınız bir fındıklar. Eee erkek adamsınız olacak tabii. Ama eşekliğin büyüğünü bunu gizleyememek ile yapmışsınız ve hatun da bir şekilde bunu öğrenmiş. İşte bu tarz büyük meselelerin arızaları da büyük olur. Doğru hareket etmezseniz o hatun ile yaşadığınız son arıza olabilir. Düştünüz değil mi elime, açın kepçeleri...: Öncelikle üste çıkmak, hücum etmek en kötü taktiktir. Direkt savunma! Gol yemiş savunma oyuncusunun makusluğu olacak yüzünüzde. Fazla cevap vermeden kendi kendine “ben nasıl böyle bir eşeklik yaptım” gibi söylenin, durumu çok germeyin. Sonra kendinizi cezalandırmak ister gibi ortamdan kaçın. İşte altın anahtar burada, bir süre hatuna gözükmeyin, sizi biraz özlesin, kızgınlığı geçsin, zamanla siniri azalsın. Arkadaşlarından sizin kendinizi cezalandırdığınızı duysun. Sonra usulünce bir hediye alınır, özür dilenir, “bir daha mı, asla” denir.Tabi durumu abartmayın, tekrar böyle bir arıza ile karşılaşmadan önce araya zaman koyun, üç gün sonra yakalanırsanız bu taktik de işlemez ona göre...

Erbap yoruldu ama devam ederiz, siz biraz etüt edin bakalım... 09/09


kozmetik

Akşam çok yoruldum sanırım. Yine erken


10:27 n uyanamad覺m.


Ah bir kalkabilsem şu yataktan… ama sabah yatak keyfinin yerini de hiçbir şey tutmuyor ki.


10:48


11:03

11:14

Bug羹n ne yapmal覺y覺m bilmiyorum.

09/09

34


11:23

Belki de bugünü yatakta geçirmeliyim.

11:32

35

09/09


11:42

Yok yok… En iyisi yine dışarı durmaktan nefret ediyorum. Ya değil hiç. Dans etmeliyim, eğlenm


ı çıkmak. Evde alnızlık bana göre meliyim…

11:38


N

e

gi

y

m el i?

11:56

09/09

38


12:18 Değişik bir şeyler bulmalıyım. Gittiğim her yerde insanlar dönüp bana bakmalı.

39

09/09


Kap覺dan girer gi d繹nmesini seviy cesur bir makya

12:27

09/09

12:31

40


irmez bütün gözlerin bana yorum. cesur bir kıyafet, aj…

12:46

41

09/09


Üzerime yapışan kıyafetler yakışıyor bana. Kıvrımlarımı okşamalı, beni tamamen sarmalı giyisilerim.


13:05

43

09/09


13:37 09/09

44


Saçlarım, makyajım, kıyafetlerim benim kadar iddialı, benim kadar çılgın olmalı. Rengarenk kişiliğimi yansıtmalı. 45

09/09


13:46

09/09

46


Fotoğraflar: Murat Ertürk Model: Geia (Flash Model) Saç: Kemal Demirtürk Makyaj: Sevinç Mutlu

13:54

47

09/09



eyl端l 2009

kozmetik


bencil zevkler

Skyd 09/09

50


Herkese selam! Şu an size Tayland’ın Koh Phangan adasından yazıyorum. Hani şu modellerin mankenlerin, arkalarına masmavi bir okyanusu alıp egzantrik pozlar verdiği yerlerden… Buraya varışım bayağı uzun bir yol macerasından sonra oldu. Burada yaptığım aksiyonları size önümüzdeki aylarda yazacağım. Fakat önce size çok ama çok önemli bir konudan bahsetmek istiyorum.

diving

Zeynep Sakarya

Adrenalin Pompası 51

09/09


Sizinle beraber insanoğlunun sınırlarını zorlayacağı aktiviteleri keşfetmenin, bunlardan maksimum keyif almanın yollarını arıyoruz. Simdi size bir önerim var ama bunu sakın kulak ardı etmeyin. Bilirsiniz canım, İzmir’in Selçuk diye pek sempatik ilçesi vardır. Burayı genelde çöp şişiyle anarız ama çöp şiş devri artık sona erdi. Tüm dünya, Selçuk’u Meryem Ana’sından sonra artık Skydiving’le anmaya başladı. Skydiving’i şu an sadece Türk Hava Kurumu aracılığıyla yapabiliyorsunuz. İstanbul’dan atladım arabaya, tuttum Selçuk’un yolunu. Selçuk’ta aksiyon erken baslar. Onlar sabah 08:00’da almışlar yerlerini. Ben gözümü yeni açmışım kahve üstüne kahve içiyorum. Millette ise ekstra bir enerji... Pilotumuz geldi, eski askerlerden karizmatik bir abi… “Eğitmenli atlayış, yani tandem atlayışı 300 TL, eğer atlarken kamerayla çekilmek 09/09

istiyorsan artı 100 TL.” dedi. Güzel dedim, hadi başlayalım. Tabi her aksiyon öncesi muhakkak verilen brifingleri bilirsiniz, onlara katıldım. Uçaktan ilk atlarken alacağım pozisyonu, atlayış esnasında nasıl duracağımı, atlayış sonu yere inerken nasıl bir pozisyon alacağımı anlatmaya ve göstermeye başladıklarında hafiften heyecanlanmaya başladım. Ardından sıra geldi skydiving için hazırlanmış özel kıyafetlere. Onu da giydikten sonra paraşütü de taktılar. Minicik bir sırt çantasına benziyor. Pek güven verici görünmüyor ama tamam, o da dert değil. Buradaki insanlar haftanın yedi günü sabahtan akşama kadar defalarca atlıyorlar ve turp gibiler. Daha sonra pilot kabini dışında hiç oturulacak yeri olmayan, yaklaşık on kişilik kapasitesi olan Cesna tipi bir uçağa yerleştirildik. On bin fitten beraber atlayacağımız eğitmenim Sezai Bey beni 52


kendisine kancaladı. Uçağın hafiften yükselmeye başladığı dakikalarda, bende bir yerinde duramamaca, ekstra bir hiperaktivite peydahlandı. O an henüz adrenalin salgılamaya yeni yeni başlamıştım. Tam on bin fit yükseldik. Benden önce üç kişi aynı anda akrobatik bir şekilde atlayış yaptı. Şölene şahit olmalıydınız...Ve beklenen an geldi. Herkes düz atlarken biz ters takla atarak atlayacaktık. Bu kararı uçağa binmeden önce eğitmenimle birlikte vermiştik. Kapının incecik kenarında ters bir şekilde dururken, inanılmaz bir rüzgar gürültüsü kulaklarımdan ayak parmaklarıma kadar beni titretirken, neden ters atlıyoruz dedim kendi kendime. Tam hocama “Düz atlayalım” diyeceğim esnada çoktan havada dönmeye başlamıştık bile. Tam üç kez takla attık. Kalbim adeta burnumdan dışarı çıkacak gibiydi. Taklaların ardından otuz saniyelik serbest düşüşümüzde karşımda bir kamera vardı. Kameraya el salladığımı, kuş gibi uçma taklidi yaptığımı hatırlıyorum, fakat kamera görüntülerini izlediğimde aslında bu hareketleri anımsatan değişik tepkilerde bulunmuşum. Otuz saniye çığlık atıp, “Oleyy!” diye bağırmanın ardından paraşüt açıldı ve inanılmaz bir sessizliğe gömüldüm. O sessizliği ne suyun altında bulabilirsiniz, ne de huzurlu dediğiniz evinizde. Serbest düşüşteki tarif edilemez heyecanı paraşüt açılınca yaşayamıyorsunuz, onun yerini farklı bir keyif alıyor. Ama yere yaklaşmadan önce paraşütle manevra yaparken de hafiften bir yüreğin ağza gelmesi söz konusu. Tam sekiz dakika gökyüzünde dolaştım. Ayağım yere bastığında yerimde duramadım. Ellerim titriyor, bacaklarım titriyor ama sürekli konuşuyordum, “Süperdi, mükemmeldi, harikaydı.” diye. Kesinlikle hayatımda yaşadığım en güzel otuz saniyeyle, en harika sekiz dakikaydı. Anlatılmaz yaşanır dediğimiz olaylar vardır ya, ne kadar abartırsanız abartın, ne kadar detay eklerseniz ekleyin yine de yerini doldurmaz, işte öyle bir şey. Size tandem, yani eğitmen eşliğinde atlayışı anlatmaya çalıştım. Bir de bunu yalnız yaptığınızı düşünün. Eğitimi yine aynı yerde Selçuk’ta alıyorsunuz.Yaklaşık 1000 TL’lik bir ücret karşılığında. Teorik eğitim süresi iki haftada tamamlanabiliyor. Pratik eğitim süresi ise size bağlı. Malum, öyle deneme yanılma şansınız yok. Bir kaç metreden paraşütünüz bağlı şekilde atlıyorsunuz. Paraşütü kendiniz açmıyorsunuz. Bu deneme sayıları kişiye göre değişiyor. Uçaktan atlayış pozisyonunuz, havadaki duruşunuz, inerkenki pozisyonunuz, panik yapıyor musunuz, yapmıyor musunuz?... Bunların hepsi eğitmenler tarafından takip ediliyor. Kimi beş atlayıştan sonra, kimileri ise belki otuz belki yüz atlayıştan sonra yalnız başına 53

atlayışa başlayabiliyor. Sertifikanızı aldıktan sonra bu işin pek bir maliyeti yok. Sadece kullandığınız araçlar için 15-20 TL, atlayış için 50 TL ücret ödeyip bu isi yapabiliyorsunuz. Bir de akrobasi atlayışları var. Mesela boardla atayabilirsiniz veya freestyle denilen atlayış çeşitlerini deneyebilirsiniz. Havada önceden belirlediğiniz enteresan hareketleri yapabiliyorsunuz. Bale yaparak atlamak, takla atarak atlamak gibi… Sizin yaratıcılığınıza bağlı atlayış stilleri var. Bunların hepsinin de farklı eğitimleri var tabi. İnanın bana bir kere denedikten sonra asla vazgeçemeyeceğiniz bir şey skydiving. Skydiving’in yerini hiçbir şey dolduramaz, eğer doldurabileceğini düşünüyorsanız lütfen bana da söyleyin. Adrenalinin damarlarınızdan fışkırması dileğiyle, bir dahaki ay görüşmek üzere…

09/09


09/09

54


Yeni Başlayanlar İçin Politika

P

Serkan Çağdaş

Aslında yazımın başlığını ‘politika gerekli midir?’ diye düşünmüştüm. Ancak bu şekilde bir başlık kullanırsam politikanın gerekli olduğu konusunda, kendi fikrim de kolayca anlaşılır düşüncesiyle bu şekilde yazmaya karar verdim. Bu soruya cevabım kocaman bir EVET’tir. Politika gereklidir ama asıl sorulması gereken ve belki de en can alıcı olanı NEDEN gerekli olduğu sorusudur.

OLİTİKA

NEDEN

GEREKLİDİR?

55

09/09


Politikanın aslında hayatın ta kendisi olduğu fikri, üzerine yazılmış çeşitli makaleler, yapılmış araştırmalar ve kendi fikirlerimin karışımı olarak, politikanın gerekliliği konusunu ve aslında hayatla nasıl iç içe olduğunu biraz irdelemeye çalışacağım. Dünya üzerinde uygulanan politikaların neredeyse tamamından her bireyin sorumlu olduğu konusundan, ve gelişmiş demokratik ülkelerde yapılan seçimlerde kullandığımız oylarla seçilen yerel ve genel yönetimlerin uyguladıkları iç ve dış politikaların tamamından sorumlu olduğumuzu daha önce

09/09

belirtmiştim. Şimdi ise politikanın neden gerekli olduğu konusunu, çok fazla politik terimler kullanmamaya özen göstererek, hayatımızdaki karşılıkları ile daha ayrıntılı bir şekilde irdeleyeceğim. Bazı politik bilimciler konuyu tamamen ayrı ele almakta ısrarlı davransalar da, ben politikanın bir bütün olarak ele alınması taraftarıyım. Ancak özellikle, halkı günlük yaşamda daha yakından etkilediği için, sosyal politika konusunda gerekliliğin ne denli önemli olduğundan başlamak istiyorum. Kimilerine göre sosyal politikanın amacı, toplumun şanslı ve şanssız bireyleri arasındaki eşitsizliği devlet eliyle gidermektir. Buna göre devlet, bireyler arası oluşabilecek her türlü dengesizliğe ve eşitsizliğe karşı sosyal denge ve adaleti sağlamakla yükümlüdür. Dolayısı ile sosyal politikaları, sosyal devlet kavramı çerçevesinde incelemek gerekmektedir. Peki sosyal devlet nedir? İngiliz iktisatçılardan Briggs sosyal devleti, amaç ve görevlerinden hareket ederek şöyle tanımlamaktadır; “Sosyal devlet kişilere ve ailelere, sahip oldukları mülklerin piyasa değerine bakmaksızın minimum bir gelir garanti ederek, kişisel ve ailevi krizlere yol açabilecek hastalık, yaşlılık, işsizlik gibi belirli ‘sosyal riskleri’ karşılayabilecek güce kavuşturmak suretiyle, kişiler ve aileler için güvensizlik alanını daraltarak ve nihayet statü ya da sınıf ayrımı yapmaksızın tüm vatandaşlara belirli sosyal hizmetleri en iyi standartlarda sunmayı garanti ederek, piyasa güçlerinin işleyişini değiştirmek amacıyla devlet erkini politikalar ve idare yoluyla bilinçli olarak kullanan devlettir.” Bu tanım aslında sosyal devletin amaç ve görevlerinin yanı sıra, ‘piyasa güçlerinin işleyişini değiştirmek amacıyla devlet gücünü politikalar ve idare yoluyla bilinçli olarak kullanan devlet’ olarak da eleştirilmesine sebep olmaktadır. Buna göre serbest piyasa ekonomisini benimsemiş olan ülkelerde gelir gider dağılımı, bireyler arasında değişkenlik göstermektedir. Ekonomik olarak bakıldığında bu değişkenlik bazı bireylerin, sosyal devletlerin sağladığı en önemli gereksinim sayılabilecek sağlık, eğitim, güvenlik ve adalet gibi birçok hizmetin dışında kendi ekonomik güçleri dolayısıyla, özel eğitim ve sağlık kuruluşlarından da dilediği 56


gibi hizmet almasını sağlamaktadır. Ancak gelir düzeyi yeterli olmayanlar için de sosyal devletlerin sağladığı hizmetlerden faydalanma konusunda uygulanan sosyal politikaların, ne denli önemli ve gerekli olduğunu göstermektedir. Peki bizleri doğduğumuz günden öldüğümüz güne kadar bu denli yakından ilgilendiren sosyal devlet politikalarının gerekliliği, belirlenmesi ve uygulanması konusunda acaba gerektiği kadar hassasiyet gösteriyor muyuz? İnsanlar tek başlarına yaşayamayacakları için doğduğu andan itibaren içinde bulundukları toplumlarda gerekli olan sosyal politikaların belirlenmesi ve uygulanması konusunda, üzerine düşen her türlü görevi yerine getirmekle yükümlüdürler. Çünkü bireylerin ‘sosyal’ sorunlarının çözümü, içinde yaşadığı 57

toplumun sosyal sorunlarının çözümüne bağlıdır. Bu bakımdan da toplumun sosyal sorunları çözülmeden bireylerin, bireylerin sosyal sorunları çözülmeden de toplumların sosyal sorunları çözülemez. Politika konusunun bir çok insan için hiç bulaşılmaması gereken bir olgu olması ve politik yazıların okunması konusundaki isteksizlikleri dikkate alarak, politikanın gerekliliği üzerinden yaptığımız sosyal politikalar ve sosyal devlet değerlendirmelerinin devamını ve genel olarak uygulanan tüm politikaların gerekliliği, belirlenmesi ve uygulanması konularını da ilerleyen sayılarda incelemeye devam edeceğiz. Ancak yazının başlığı olan soruyu biraz değiştirerek her bireyin sorması gereken soruyu yinelemekte fayda var. ‘POLİTİKA GEREKLİ MİDİR?’ 09/09


09/09

58


Rodin Alper Bingöl’ün tez projesi olarak başlayan, git gide büyüyen bir hareket, Engelleri Kaldır Hareketi. Sahiplenen herkesi harekete geçmeye çağıran Rodin’le, engelliler ve Engelsizler Derneği üzerine konuştuk. Röportaj: Kayra Altınışık

ENGELLERİ Engelleri Kaldır Hareketi nasıl başladı? Engelleri kaldır benim tez projemdi. Bir sosyal sorumluluk projesinin reklam kampanyasını yapmaktı amacım. Üzerine gideceğim konuyu seçmek için araştırma yaparken, Türkiye’de 8.5 milyon engelli olduğunu öğrendim ve çok şaşırdım. Biraz daha araştırınca bunun 2003’teki resmi rakam olduğunu, şimdi bu rakamın 14 milyon civarlarında olduğunu öğrendim ve Engelleri Kaldır Hareketi’ni başlattım.

59

KALDIR 8,5 milyon yani %10 çok büyük bir rakam değil mi? Bizim de üzerinde durulmasını istediğimiz konulardan biri bu. Herkes, var olan engellilerle ilgileniyor. Ama sayının neden bu kadar çok olduğu ve neden artmaya devam ettiğinin de araştırılması gerekiyor. Bunun başlıca sebebi akraba evliliklerinin hala devam etmesi ve cehalet. Omurilik Felçlileri Derneği ile ortak çalışıyoruz.

09/09


Onların verilerine göre her sene 3000 kişi omurilik felci geçiriyor. Trafik kazasından sonra arabada sıkışan adamı boynundan çekip çıkarıyorlar. Oysa herkes bilinçli olsa ne yaralı “kıpırdatmayın beni diyeceğine” “beni hastaneye götürün” diye bağırır, ne de uzman olmayan biri ona dokunur. Amacı nedir Engelleri Kaldır Hareketi’nin? Konunun içine girdikçe, engellilerin asıl sorununun topluma entegre olamamaları olduğunu fark ettim. Devletin desteği ve hukuki düzenlemeler olmadan, kesin çözüm sağlanması mümkün değil. Bu da 10-20 yıl sürecek bir dönem. Bu süre zarfında da engellilere destek olabilmek için, Ekim ayında Engelleri Kaldır Sistemini hayata geçiriyoruz. Bu sayede engelliler, onların engellerini kaldırabilecek vatandaşlarla iletişim halinde olabilecekler. Hayatında hiç deniz görmemiş bir engelli, onu Kız Kulesi’ne götürebilecek bir vatandaşla

Bu kış bir organizasyon firmasıyla konserler düzenleyeceğiz. Engellilere ücretsiz olacak. Türkiye’de engelli konserlerinde engelli olmuyor. Bizim planımız ise hepsini evinden servisle alıp konsere götürmek. Bu projeden önce tanıdığınız bir engelli var mıydı? Hiç yoktu. İlk kez bir engelliyle buluştuğumda ne yapacağımı bilemedim.Yardım etmekle etmemek arasında kaldım. Hiçbirimiz onlara nasıl davranmamız gerektiğini bilmiyoruz. Karşıdan karşıya geçmeye çalışan görme engellinin koluna giriyoruz. Halbuki ona kolumuzu uzatmamız, yardım teklif etmemiz gerekiyor. Kampanyalardan bahsedelim biraz da… 1 Nisan’da “Bu bir şaka değildir!” diye bir kampanya yaptık. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde 80 ayrı noktaya üzerinde “Kim oturmak ister?” yazan siyah panoların olduğu tekerlekli sandalyeler bıraktık.

tanışabilecek. Sonra da iletişimleri muhtemelen kopmayacak. Ekibiniz tam performans bu dernekle mi ilgileniyor? Hayır. Çoğu alanda, kurumlarla çalışmak daha sağlıklı. Prnet bizim medya takip ajansımız oldu. Engellilerle ilgili her gelişmeyi takip ediyoruz.

Başka ne gibi katkılarınız oldu engellilere? En büyük katkımız bilinçlendirmek. Mesela İzmir Büyükşehir Belediyesi ile toplantılar yaptık ve bizimle görüştükten sonra olaya daha farklı şekilde bakmaya başladılar. “Genelde görme engellilere kitap okunur. Ama çoğuna zaten kitap okuyan birileri var. Onun yerine betimlemeli film gösterimleri yapılmalı.Ya da işitme engellilere dans partileri düzenlenmeli. Bu konulardaki engelleri kaldırılmalı.”dedik. Herkesin çok hoşuna gitti. Hafta sonu 40-50 kişilik bir film gösterimi oldu. En büyük katkımız o farkındalığı sürekli kılmak. 140.000 kişilik bir fan grubumuz var. Bu çoğu markanın bile ulaşamadığı bir rakam. Konuyu güncel tutmaya çalışıyoruz.


En büyük değişimi hangi alanda elde etmeyi planlıyorsunuz? Hukuksal alanda bir fark yaratmak istiyoruz. Bağış toplamakla değişecek bir şey değil bu.Yasaları engellileri de kapsayan ve eşitlikçi bir şekilde değiştirmek gerekiyor. Yasalar sadece iş yapabilecek insanlara göre düzenleniyor. Eşitliği sağlamak için bazı değişiklikleri sağlamak gerekiyor. Engelli çocuk sahibi olan ailelerin bir eğitim alması gerekiyor. Ne kadar severse sevsin nasıl bakması gerektiğini, çocuğunun psikolojisini öğrenmesi gerekiyor. Karşı çıkarsa caydırıcı bir para cezası almalı. Bu konulardaki yasal düzenlemeler için dernekleşme sürecinden sonra gerekli başvurularımızı yapacağız.

Medyanın ilgisinden memnun musunuz? Şu ana kadar memnunuz. Tabi ticari açıdan kabul edilmeyen projelerimiz de oldu. Mesela her gün programın ortasında 15 saniye ekran karartma gibi yöntemler önerdik. Sesler devam edecek ama ekranda “Türkiye’de 311.000 görme engellinin dünyasında bu program böyle izleniyor.” Ertesi gün bir yere bağış yapmak isteyen izleyicinin aklına ilk görme engelli gelecek. ZÇünkü dolaylı olarak ne yaşadıklarını hissetmiş olacak. Sonra tartışma programlarında ele alınması gereken bazı konular önerdik. Mesela engellilerin %50’si hayatı boyunca karşı cinsle hiç temasa geçmiyor. Bu inanılmaz bir oran. Bunun ele alınması gerekiyor.

Engellilerden nasıl tepkiler alıyorsunuz? Biz hiçbir reklam kampanyasında engellileri kullanmıyoruz. Acındırarak çözüm üretilemeyeceğini biliyoruz. Bu engellilere de daha samimi geliyor. Çıkarımız olmadığını anlıyorlar. Bazen bireysel yardım isteyenler de oluyor ama onları bir yerlere yönlendirmek zorunda kalıyoruz. Bizim projelerimiz geneli ele alacak şekilde.

Ya siyasiler? Bazı siyasiler bize destek vermek istediklerini söylediler. Biz de 1 Nisan kampanyamızı anlattık. Bunu seçimlerden önce yapmamız için ısrar ettiler. Biz de açıkladık, bunun olayı 1 Nisan. Bu bir şaka değildir diyoruz. Nasıl daha önce ya parız? Kampanya şaka üzerine. Bunu söylediğimizde geri çekildiler. Kendi reklamını yapmak isteyenler değil, sadece gerçekten yardım etmek isteyenler gelsin istiyoruz.

Diğer engelli dernekleri size nasıl tepki veriyor? Önlerini kestiğinizi düşünenler oluyor mu? İşini iyi yapan hiçbir dernekten tepki almadık ama tabi bizi desteklemeyenler de oluyor. Mesela 1 Nisan kampanyasında 80 tane farklı noktaya tekerlekli sandalye yerleştirdik. Bu sandalyeler derneklerde var. Biz de onlardan istedik. 15-20 yerle görüştük ama sadece iki yerden alabildik. Sponsorlarınızla ilişkileriniz ne durumda? Sponsor ilişkilerimizde dernek olmak önemli bir unsur. Makbuz kesebilmemiz için bu gerekiyor. Henüz dernekleşme süreci tamamlanmamış olmasına rağmen birçok yardım aldık. Microsoft, Hürriyet, Universal McCann, Prnet gibi birçok firma var bizi destekleyen. Diğer yandan köstek olanlar da oluyor tabi. Mesela, mezun olduğum üniversiteden oda istedim ama olumsuz yanıt aldım. Sonra belediyelerden de destek alamadık. Dernek için mekan istedik ama çoğu sadece bağlı bulunduğu partinin görüşündeki derneklere yardımcı oluyor. 61

09/09


ne-dir

?

Inglouri

Baste Bast İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman işgali altındaki Fransa… Yahudi avcısı Nazi Albay Hans Landa, Teğmen Aldo Raine tarafından komuta edilen Soysuzlar Çetesi, intikam hırsıyla yanıp tutuşan yahudi genç kız Shosanna, İngiliz Teğmen Archie Hicox, Alman aktris Bridget von Hammersmark ve Hitler’den Churhill’e kadar rengarenk bir karakter topluluğu… Her Tarantino filminde olduğu gibi spagetti western’lere yapılan keyfili göndermeleri, zeki diyalogları, muazzam kastı ile Soysuzlar Çetesi en iyi Tarantino filmlerinden biri olmaya aday. Delifişek yönetmenin biraz olgunlaşmasıyla, ayakları biraz daha yere basan bir film var karşımızda. Özellikle Landa rolündeki Christoph Waltz ve Aldo rolündeki Brad Pitt perdede yetenek abidesi gibi duruyorlar. Mükemmel bir 153 dakika için en yakın sinemaya gidin deriz. (Soysuzlar Çetesi’nin daha ayrıntılı incelemesi için, Makinist Sayfa.106’da)

09/09

62


ious

Ä°Ĺ&#x;te

terds erds r

budu

63

09/09


Korsan ilişkiye

HAYIR! Sadece iletişim araçlarının olduğu fakat iletişimin kendisinin olmadığı günümüz dünyasında, internet çoğu insanın babasından daha çok muhatap olduğu bir şey. E böyle bir şey olur da, kadınlar anneleriyle geçirdiklerinden daha uzun süre geçirmezler mi bu zımbırtının başında? Tabi ki geçirirler. “19 F/Ist” olanlarından bahsetmiyorum, o modellerin bıyıklı insanlar olduğunu artık sağır sultan bile duydu. (“bi seksüelim, bi değilim sendromu”) Sırf Darwin’e kıllık olsun diye o Aysun 10 saniyede Mahmut’a bir dönüşüverir, daha sudan çıkamamış tek hücreli gibi öyle kalırsınız. İnternetteki bu hatun kalabalığı, erkekler için ilk başta Dubai’deki petrol ayarında, nereye kazma vursanız çıkacak bir şey olmasına rağmen, şu andaki internet nüfusu ve herkesin Google’a girer gibi 3 kişi birleşip hatunla randevuya girmesi nedeniyle, artık daha ziyade Kuzey Buz Denizi’ne milyon Dolar’lık platform yapıp, daha fazla emek isteyen yöntemlerin denenmesi haiz olan bir mücadele şekli halini almıştır.Yani hatunlar bilinçlenmiş ve saçma sapan 09/09

diyaloglardan sıkılmışlar -ki genelde çoğu erkeğin yaptığı monologdur- ve biz erkekleri tarihin her döneminde olduğu gibi gittikçe daha meşakkatli yollar kullanmaya mecbur bırakmışlardır. Esasen hatunlarla petrol arasında çok daha fazla ortak nokta vardır, ikisi de elde edildikten sonra işlenmeden kullanılamaz. İlişkinin başında kadına “Yeri gelir, arada geç gelirim.” diye inceden inceden işlemeyen erkeklerin hazin sonunu 18.YY Avrupa’sının engizisyon mahkemelerinde görebiliriz. Zamanla kilise baskısından bunalan erkek yakılarak can verir. Ayriyeten özel günlerde baş başa yenen akşam yemeklerinin fiyatları petrolün varil fiyatıyla eşdeğerdir. Konumuza dönecek olursak öncelikle arkadaşlık sitelerinden birine, başına www yazmak suretiyle girilir. (way way way her yer hatun kaynıyo, haberimiz yok edasıyla.) Dünyada mekan ahrette iman lafından hareketle bir profil sahibi olunur. Günümüzün arkadaşlık siteleri bu profil kısmını iyice CV ayarına getirdiğinden, hobiler, fobiler ve son işyerinizden ayrılma sebebini ciddiye almayın. Sizi çıkarmakla 64


onlar kaybetti, boş verin. Profil kısmını doldururken 5 senelik kariyer planı yapar bir eda yerine, daha eğlenceli bir yol izlemeniz tavsiye olunur. Mesela gerçek mesleğiniz armatörlük ya da soyadınız Ferrari değilse, oraya muhasebeci yazmak yerine alternatif mesleklere yönelin. (part-time süper kahraman, kayıkçının küreği, piçmimar, arama motoru, hayalet avcısı gibi…) Akabinde resminizi de koyduktan sonra, ki burada ekip olarak bir parantez açma gereği hissettik; (araba kullanırken arabanın markası gözükecek şekilde yandan çekim sepya fotoğraflar sadece vize ve ehliyet başvurularında kullanılmaktadır) diye belirtmek isteriz. Bunları koymayın, daha doğal ve normal halinizi yansıtacak fotoğraflar seçin çünkü hatunlar renkli görebilen canlılardır. Şayet buluşursanız, sizi siyah beyaz yapıp, sırtınızdan romantik müzikler çalabilen bir birey haline getirecek teknoloji henüz yok. KAYA MESAJ AT, CEVAP VER, OYA CEVAP VER Fotoğraf ve profil konusunu hallettikten sonra, yola çıkmaya hazır 0 km bir profile sahipsiniz. Şimdi iş, boyu boyunuza huyu huyunuza uygun bir hatun aramaya geldi. Arama kriterlerinde “18-99 F” ya da “nefes alan tüm Türkiye” yerine daha spesifik olmakta fayda var. Nihayet uygun bir hatun kişi bulunduktan sonra atacağımız mesaj için Wingman ekibi olarak size tavsiyemiz, ilk etapta paraya kıyıp biraz sesli harf satın almanız olacaktır, olmadı Memet Ali Bey sizi kırmaz yardım eder. Nbr, asl, pls, tbmm, nato, bm, tr gibi kısaltmalar karşı cinse itici geldiği kadar, madem bu kadar vaktin yok neden mesaj atıyorsun imajı yaratır. Esasen bu mesajların hemen hemen hepsini toplasanız bir imaj bile yaratmaz. Tavsiyemiz, hem eğlenceli, hem de karşı tarafta böyle bayramda bilinmeyen numaradan gelen bir kutlama mesajı kadar merak uyandıracak şeyler yazmanız ki, meraka yenik düşülüp cevap verilsin. Türlü mesajlaşmalardan sonra, Ayşeciğin Alpella’ya doyduğu o anın geldiğini hissettiğinizde, hatun kişinin msn’ini bayiinizden ısrarla isteyiniz. Msn alındıktan sonraki konuşma içinde baştaki fotoğraf kuralımız geçerli, zaten karınca yuvası kadar bir kareye denizin boy verilmeyen kısmındaki mayolu fotoğrafımızı koymanın alemi yoktur. Daha çok tercih edilen fotoğraf tipi, uysal gremlin bakışlı, 65

yakın çekim, sabit noktaya odaklı gözbebeklerine sahip, mücadele fotoğrafı tabir edilen fotoğraf tipidir ki, bugün her fotoğrafçıda pasaport, ehliyet, vize ve msn adları altında resim çekilmektedir. Artık gerçek buluşmaya yaklaşılırken msn’de çok atmamaya, buluştuğunuz vakit ispatlayamayacağınız şeyler söylememeye özen gösterin. “Yemeği teknemde yeriz.” lafı üzerine Üsküdar’a motorla geçerken kıza, “Valla olmaz bendensin.” diyen erkeklerin internete erişimi son çıkan yasaya göre mahkeme kararıyla engelleniyor, bizden duyurması. “İnternette herkes istediği insan olabilir.” mantığı hatunlar için doğru fakat eksik bir tezdir. Kadınlar bunun başına “Önce insan olsun, sonra istediği insan olsun.” cümlesini default olarak eklemiş yaratıklardır.Yani özetle Wingman olarak size, “Ne olursan ol, justice for all.” tavsiyesinde bulunuyoruz. Son olarak msn ortamında, ilk etapta birbirlerine sarılıp dönen o iki mavi adamı da çıkarırsak, hatun kişiyle yalnızız demektir. Kameralı sohbetlerde, özellikle muhabbetin alevli kısımlarında erkek olarak ayağa kalkmamanızı salık veriyoruz. Bunun nedenini ilerleyen sayılarda, ereksiyonla mücadelede ağaçlandırmanın önemi alt başlığında hunharca inceleyeceğiz. Gelecek ay görüşmek üzere...

0900@wingmandergi.com

09/09


Revir Prostat

9. Zayıf ve tazyiksiz idrar yapma 10. Çatallı ve çevreye saçılır tarzda idrar yapma 11. İdrar yaptıktan sonra, idrar kesesinin tam boşalmadığını hissetme 12. Hiç idrar yapamama – tıkanma hissi 13. İdrarda kanama İdrar kesesi (mesane) ve dış idrar kanalı (üretra) arasında İyi Huylu Prostat Büyümesi Teşhisi Nasıl Konulur? yerleşmiş olan, sadece erkeklerde bulunan, normal ağırlığı 18–20 Yukarıdaki nedenlerle doktora başvuran hastaların öncelikle gram olan bir bezdir. İdrar yolu, prostat bezinin içerisinden şikâyetleri ayrıntılı bir şekilde sorgulanır. Prostat büyümesinin geçer. muayene ile teşhisi, makattan parmakla prostatın büyüklüğü, Prostat Bezi Ne İşe Yarar? kıvamı ve şekline bakılarak yapılır. Bu işleme “rektal tuşe” denir. Meninin sıvı kısmının %40’ını prostat bezi salgılar. Cinsel Ayrıca prostatın kötü huylu büyümesi (prostat kanseri) tanısı da fonksiyona yönelik bir etkisi yoktur. Bu nedenle prostat bezinin bu muayene ile konulabilir. 50 yaşın üstündeki her erkek yılda ameliyatla çıkarılması bir ameliyat aksiliği olmadıkça cinsel bir kez parmakla prostat muayenesi yaptırmalıdır. problem yaratmaz. “Üroflowmetri” denilen ve idrar akım hızının, şeklinin ve İyi Huylu (Selim) Prostat Büyümesi (Benign miktarının ölçüldüğü test ile idrar yapmadaki anormallikler Prostat Hiperplazisi – BPH) Nedir? bilgisayara kaydedilerek değerlendirilebilir. Prostat bezinin kanser dokusu içermeden büyüdüğü hastalıktır. Kanda böbrek fonksiyon testleri, tam idrar tahlili, ilaçlı böbrek 60 yaşından sonra erkeklerin %70’ini etkilemektedir. Fakat filmi (IVP) ve karın ultrasonografisi gibi tetkikler prostat bunların %20 kadarında ameliyat gerekmektedir.Yaş ilerledikçe büyümesinin teşhis edilmesinde yardımcıdır. bu risk artar. Prostat bezi büyüdüğünde idrar kanalı önünde Prostat bezinden salgılanan bir hormon olan PSA, (Prostat tıkanıklık oluşturmaya başlar ve kişide bir takım idrar Spesifik Antijen) kan tahlili ile ölçülmelidir. şikayetlerine yol açar. PSA değeri yüksek olan kişilerde prostat kanseri olma riski Prostat Bezinin Büyümesine Yol Açan Nedenler mevcuttur. Nelerdir? Ancak PSA, prostat enfeksiyonlarında ve iyi huylu prostat Prostat bezinin büyümesinde etkili olan bazı faktörler tespit büyümesinde de yükselebilir. edilmiş olmasına karşın kesin nedeni henüz bilinmemektedir. Bu yüzden PSA’nın yüksek olması hastanın kesin olarak prostat 1. Erkekler yaşlandıkça BPH olma ihtimali artar.Yaş ilerledikçe kanseri olduğunu göstermez! olan bazı hormonal değişiklikler buna neden olur. İyi huylu prostat büyümesi tanısı konulduktan sonra prostatın 2. Erkeklerde testosteron seviyesinin azalması ve kadınlık büyüklüğünün ölçülmesi amacıyla makattan ultrasonografi hormonu olan ve erkeklerde de normalde çok az miktarda (TRUSG:Trans Rektal Ultrasonografi) yapılır. Prostat bezinin bulunan östrojen hormonunun göreceli olarak artması prostat büyüklüğünün daha iyi ölçüldüğü başka bir test yoktur. PSA bezinde büyümeye yol açar. yüksekliği olan kişilerde prostat kanserinin ayırt edilmesi için, bu 3. Müzmin prostat enfeksiyonunun (kronik prostatit) ve bazı işlem esnasında iğne ile prostattan parça alınabilir (TRİB:Trans büyüme hormonlarının da etkisi olduğu düşünülmektedir. Rektal İğne Biyopsisi). İyi Huylu Prostat Büyümesinin Belirtileri UNUTMAYINIZ! Prostat bezinin büyümesi, bazen idrar Nelerdir? yapma şikayetlerine neden olmayabilir. Öte yandan, nispeten 1. Sık idrar yapma küçük prostatı olan bir kişide birçok şikayet olabilirken, çok 2. Geceleri birçok kez idrar yapma ihtiyacı hissetme büyük prostatı olan bir kişide hiçbir şikayet olmayabilir. 3. Ani idrar yapma gereksinimi Gelecek ay “iyi huylu prostat büyümesinde tedavi yöntemleri ve 4. İdrar yaparken yanma ve sızı greenlight” konusundan bahsedeceğiz. Sağlıklı ve mutlu günler… 5. İdrar kaçırma (genellikle tuvalete yetişememe şeklinde) 6. İdrar yaparken zorlanma ve ıkınma ihtiyacı hissetme Dr. Serious 7. İdrar yapmaya başlamakta güçlük çekme ve gecikme dr.serious@wingmandergi.com 8. Kesik kesik idrar yapma

Nedir?

09/09

66


Abla Kurban İstiyor! Yalnızlıktan, tenha köşelerde kalplerini elleriyle okşayarak, kendilerini avutmaya çalışan sevgili arkadaşlar, öncelikle bana maillerinizle destek olduğunuz hatta saçma sapan sorular sorup, mantıklı cevaplar beklediğiniz için çok teşekkür ederim. Elimden geldiğince, hepinizin sorularını cevaplamaya çalışacağım. Bu kısa girizgahtan sonra, gelelim ayın en popüler konusuna… Medyanın değişiyle, “ablanızın gençleşme sırrı: yüze cenin enjekte ettirme” ( “yüze cenin sıktırma” bile diyen var canlarım) Medya sıradan olan bir haberi bile anında bir “insan köpeği ısırdı” olayına çevirmek için o denli manipüle ediyor ki, insan bu başlığı ve devamını okuyunca kafasında şöyle bir şey şekilleniyor: Böyle basbayağı elleri-kolları olan cenini (dipnot: ceninin sözlük anlamı ana rahmindeki insan! Yavrusudur.) ittire kaktıra enjektöre çekip aplamızın genç görünmesi için alnının çatısına, yanağının elmacığına basıyoruz. Halbuki oldukça yanılıyoruz. Şimdi aşağıda kozmetik dermatolojide kullanılan cilt soyma (peeling) ve dolgu işlemlerinden birazcık bahsedip, bu konudaki cahilliğinizi nacizene törpüleyeceğim efendim. KİMYASAL PEELİNG: İngilizce bir kelime olan peeling’in anlamı soymak demektir. Kimyasal soyma işleminde ilaçlar, ki bunlar genelde meyve asitlerinden ilham alırlar, derinin hasar görmüş, leke oluşmuş, yaşlanmış, matlaşmış dış tabakalarını soyarak, cildin düzeltmesini sağlar. Bu ilaçları kendinizin alıp uygulanmanız veya kuaförde, cilt bakımı yapılan yerlerde yaptırmanız söz konusu değildir, çünkü bunların ph’ları 1 in altındadır, asittir, yakar. (bakınız; Orta 3 Fen Bilgisi) DERMABRAZYON: Bu da dönen başlıklı özel bir aletle cildin mekanik olarak, kurbanda koyun derisini soyar gibi olmasa da, soyulmasıdır, görece daha eski bir metoddur.

kullanmasından sonra 2. plana atılmış, hatta dışlanmış, aşağılanmıştır, keza yüz dolgusu için şu anda silikon kullanmak, çamur kullanmakla eşdeğerdir, suçtur. 2000’li yıllar geldiğinde sığırdan alınan kollajenden “deli dana hastalığı” bulaşma riski belirince buna da tekme atılmış ve sentetik olarak üretilen hyalüronik asit kullanılmaya başlanmıştır. Ceninden alınmaz ama cenine verilebilir. Hyalüronik asit şu anda göklere çıkarılmaktadır, hiçbir yan etkisi yoktur, bu sefer yanılmamışızdır, garantidir, kesindir. Efendim peki lazer? Lazerle şu anda ışın kılıcı hariç herşeyi yapabilmekte muktedirdir teknolojimiz. Işın kılıcı yapana kadar ilerlememiz devam edecektir bundan eminim. (ışın kılıcı demişken, “toyz 4 boyz” arka sayfada…)

Dr.Wingman doctor@wingmandergi.com

DOLGU MADDELERİ: Bu tip uygulamalarda esasen cildin yapısında bulunan ama zamanla azalan ve vücut tarafından doğal olarak kabul edilen dolgu maddeleri cilt altına enjekte edilir. Her şeyden önce dolgu yapılacak olan bölgeler, kırışıklıklar, çukurlar, zamanla hacim azalması görülen noktalar göz önünde tutularak tedavi planlanır. En çok insan vucudunda da bulunan “hyalüronik asit” kullanılır, enjekte edildiği yerde yaklaşık 6 ay ile 12 ay arasında kalıcı olur. İlk olarak 1960 yılında silikonla başlayan dolgu maddeleri enjeksiyonu, 1976 yılında sığır derisinden alınan kollajenin 67

09/09


Master Replicas

Darth Maul ’s Lightsaber

Peace is a lie, there is only passion Through passion, I gain strength Through strength, I gain power Through power, I gain victory Through victory, my chains are broken The Force shall free me

09/09

68


Master Replicas tarafından sadece 3000 adet üretilen Darth Maul’s Lightsaber, şu an yurt içi veya yurt dışı stoğunda bulunmamakta. İnce ve göz kamaştırıcı işçiliği ile göz kamaştıran ürün Star Wars filmlerinin en sevilen ışın kılıcı bire bir kopyalanarak üretildi. MR imzalı bu orjinal ışın kılıcını sadece İstanbul Kadıköy’de bulunan The Dreamers mağazasında bulabilirsiniz. 69

09/09


CrossOver

Yetenek Vs. Çalışmak Ne adamdı!

Deniz Kocaman

Hayat akar... Bazılarımız şekillendirmeye çalışır, bazılarımız hayatın getirdiklerini yaşar. Ancak hangi sapaktan girilirse girilsin, şekil vericiler de, kaderciler de yetenekleriyle tartılıp hayatı yaşarlar. İnsanlık genelinde incelemek yerine, daha belirli bir güruhla devam edelim… Sporculardan bahsedelim, hatta spor yaparak para kazananlarından. 09/09

Yetenek ve çalışmak dendiğinde ülkede akla ilk gelen adam Sergen olacaktır. Bazılarımız hayatının bir yerinde “Bu Sergen var ya bu Sergen, Real Madrid’i 5 yıl üst üste şampiyon yapardı.” geyiğini yapmış, kalanlarımız da buna maruz kalan tarafta yer almıştır. Sergen’i, futboldan anlayan anlamayan herkesin hayatına sokan özellik nedir? Tabi ki yeteneği… Kabul edelim ki, adam ne yapsa güzel yapıyordu sahada. Ancak onun için söylenen “ama”lardan biri de burada söylenmeli. Adam çalışmak nedir, ne işe yarar, gibi soruların cevabını bilmeden 33’lük oldu. Farkına varınca da cevapların değerini anlatmaya başladı... -Anne ben çok çalışıp Bolt olacağım? -Olmaz... Yetenek için bir tanım yapmak zor. Beceri? Evet, biraz anlatıyor profesyoneller için yeteneği. Herhangi bir şeyi yapabilme becerisi… Hızlı olmak, yükseğe sıçramak, hızlı karar verebilmek, yazıyı sadece bunları sayarak bitirmek… Birkaç örnek bile yeterli “yetenek genetiktir” demek için. Şimdi hayatın her sahnesini bir kareye sığdırıp yavaşça yükselerek oluşturduğu bütüne bakalım. Kareleri tek tek incelerken çok da dikkatimizi çekmeyen fondaki renk, yükseldikçe tüm hayata rengini vermektedir...Yetenek sporcuların hayatının rengini belirleyen faktördür. Ne kadar güzel bir eser olduğunu belirleyen ise “çalışmak” tır.

Uçardı… Sopayla vuramadı... Gelmiş geçmiş en büyük sporcuyu seçip onun üzerinden devam edelim. Majestelerini seçiyorum, Michael Jordan’ı... İtirazı olan? Çok hızlı bir ilk adım, inanılmaz bir sıçrama yeteneği, zeka, güç vs… Yetenekleri saymakla bitmez. Peki, bu adam bu kadar yeteneğe ve üstünlüğe rağmen neden draft’ın 3 numarasıdır? Neden bugün gördüğü saygıyı ancak şampiyonluklar gelmeye başladıktan sonra elde etmiştir? Basit; yetenekler büyük başarılar için yetmez... Çalışmak gerekir. Bugün Jordan’dan bahsederken en önemli özelliğinin bitmek tükenmek bilmeyen çalışma azmi olduğunu söyleyerek başlıyoruz söze. Saygılar majesteleri...

70


Altın çöplüğü Ülkede profesyonel spor yapan ya da yapacak gençlere dönelim, kim bunlar? Takım sporlarında alt milli takımlarla dünyanın en iyilerinden olanlar… Futbolda ve basketbolda çok yetenekli, yüzlerce hatta binlerce insan.Yetenekleriyle bir sporda profesyonel olan, ancak eser niteliği taşımayan bir tablo bırakanlar... Bu ülkenin 17-18 yaşından sonra kaybettiği yıldız adayları o kadar çok ki ve bu kaybı aşmak için yapılanlar o kadar az ki... 71

Bu öğütücüden kurtulanlar zaten ne iş yapsa kendini kurtaracak olanlar... Geri kalanları kurtarması gerekenler ise maalesef yetersiz bir hoca ya da abilik yapan bir menajer(!) oluyor. Kültür kodlarını aşmak, özellikle yeterli bir eğitim alamamış bu genç grubunda gerçekten çok zor. Çevrelerindeki neredeyse her şey tarafından aşağı çekilirken, onları doğru yöne götürecek akılları bulmaları gerekli.Ve doğru yöntemlerle çalışarak bugünlerinden çok daha güzel günler yaşayacaklarını bilmeliler... 09/09


Hollywood Hollywood HAYAT KURTARIR

Bu ay okullar açılacak ve çocukların şen şakrak kahkahaları sokakları dolduracak. Size sevimli görünen bu manzara, yeterince film izleyenleri korkutmaya yeter. Bu masum, küçük, sevimli insan yavruları, her ne kadar yardıma muhtaç görünseler de, gün gelir devran döner ve siz onların merhametine muhtaç kalabilirsiniz. Bütün çocuklardan nefret etmenize gerek yok. Saydığım çocuk tiplerinden uzak durun yeter. Zeynep Bonçe

Aile Planlaması Rehberi

Günün birinde oğlunuzun tas gibi kesilmiş dümdüz saçları olduğunu ve doğasından beklenmeyecek bir ciddiyetle konuştuğunu fark ederseniz, saçlarının arkasında 666 damgasını aramanın zamanı gelmiştir.Yalnız mümkünse çaktırmadan arayın. Zira karşınızdaki bizzat şeytanın oğlu olabilir. Beyaz poplin elbiseleriyle döne döne şarkı söyleyen sarışın ikiz kızlar… Rastlanması zor olan bu çocuk tipi, bilin ki kendileri sorun teşkil etmeseler de bir belanın habercisidir.Ya bir kabusun içinde kapana kısılmışsınızdır, ya da ruhlar alemi sizinle bir şekilde temasa geçmeye çalışıyordur. Yapacak pek bir şey yok. Uyanmaya çalışın. İngiliz varoşlarının ergenlerinden her daim uzak durulması kuvvetle tavsiye edilir. Alkolik holigan ailelerinden gördükleri şiddeti “SineklerinTanrısı”ndan fırlamış veletler gibi size yansıtabilirler. Onları kızdırmayın ve asla öğüt vermeye çalışmayın. Sineklerin Tanrısı demişken; bir adada uzun süre mahsur kalmış bir çocuk grubuna güven olmayacağını söylemeye gerek yok herhalde. (don’t you ever read?) Sapık bakışlı (mavi) Japon bir çocuk görürseniz geri dönülemez bir yola girdiniz demektir.Ya üzerinizde bir lanet vardır ya da fark etmeden bir Japon’un ölümüne sebep olmuşsunuzdur. En yakın Japon korku filmi yönetmenine gidip ne yapmanız gerektiğini danışın. Bilirse o bilir. Oğlunuz ya da kızınızın hayali arkadaşının ölü bir çocuğun ruhu olduğunu biliyorsunuz değil mi? Yok kızımın hayal gücü gelişmiş, yok oğlum yalnızlık çekiyor… Bunların hepsi tıp zırvası. Maalesef o hayali sübyan, yakın zamanda çocuğunuzu yanında götürmeye çalışacak. Bir an evvel önleminizi alın. O evden taşının. Genelde başka mekanda tutunamazlar. Bezelye çorbası gibi kusan, suratı yamru yumru, kart sesli bir kız çocuğu gördüğünüzde yapmanız gereken şeyin ne olduğunu biliyorsunuz. Konusunda uzman bir rahip olaya el koymazsa koskoca Lejyonu karşınızda bulabilirsiniz. Ayrıca kendi kızınız, Kaptan Howdy diye biri ile konuştuğunu söylerse sonunun bezelye çorbası olacağı da kuvvetle muhtemel. İstikamet en yakın kilise...


Dönem kıyafetleri dışında bir şey giyen sessiz bir çocuk gördüğünüzde, geri dönüşümü iyi anlamış bir aileden geldiğini sanmayın sakın. Artık 1940’ların uzun çorapları ve askılı kısa pantolonlarıyla gezen oğlan kalmadı. Maalesef arada kalmış bir ruh ile karşı karşıyasınız. Size musallat olmadan kaçın uzaklaşın.Tabi bir de rastgele mola verdiğiniz kasabadaki bütün çocukların, beyaz saçları ve turuncumsu LED ışıklı gözleri olma ihtimali var. Hala anlamadıysanız. söyleyeyim; onlar çocuk değil uzaylı.

Her zaman korkunç mu olur bu uzak durulması gereken çocuklar? Hayır! Kimi zaman da ruh sağlığınızı korumak için aranıza kilometreler koymanız gereken sinir bozucu çocuklar girebilir hayatınıza. Papyonu olan bir çocuk büyük ihtimalle bunlardan biridir. Sonraki adımda papyonlu katille arkadaşlık kuracak, size hayatı zindan edecektir. Hele bir de adı Cafer’se, hayatınızın geri kalanını doktor gözetiminde geçirmek zorunda kalabilirsiniz. Artık aile planlamasını düşünmeye başladınız değil mi?


09/09

74


Televizyon karşısına dizilme zamanı geldi! Eylül geldi, tatil bitti, eve kapandınız yine. Sabahlara kadar süren sahil muhabbetleri, uzadıkça uzayan akşam yemekleri bitti. Akşamları siz ve televizyonunuz varsınız yine. Çok mu sıkıcı göründü Eylül bir anda? Üzülmeyin. Televizyona aptal kutusu diyenlere kapak olacak diziler var bu sezon da. 9 ay sonra kışın bittiğine üzülmenize sebep olacak diziler… Şimdiden hazırlayın kendinizi. Bomba gibi bir sezon geliyor. House M.D. :

Ülkemizde de gösterilen House M.D.’ye hastane dizisi deyip geçmek haksızlık olur. Dahi doktor Gregory House bizi çarpıcı bir 5. Sezon finaliyle uğurlamıştı. 6.sezonda bir sürü sürprizin izleyiciyi beklediğine, Dr. House’un daha çok kalp kıracağına emin olabiliriz. Bu arada, bu ay gerçekleşecek Emmy 2009 ödül töreninde de hem House rolündeki Hugh Laurie, hem de dizi, ödül için yarışacak adaylar arasında.

Castle:

Esprili yazar Richard Castle, güzel dedektif Kate Beckett ile yine birbirinden keyifli cinayetleri çözmeye çalışacak. Keyifli cinayet mi olur demeyin, işin içinde Castle varsa olur.

Heroes :

Yeni sezonda da çeşit çeşit karakterin diziye gireceği aşikar olan reyting kahramanı Heroes kaçmaz. Ekonomik krizden kelli daha kısa bir sezonla gelen dizinin yeni misafirleri arasında, ‘amuda kalkıp mantı açarken, ağzıyla kuş tutup yaranabilen, o sırada da iki ayağını bir pabuca sokabilen’ bir kahramanı inatla bekleyen biz, Syler’ın özüne dönmesini umutla bekliyoruz.

24:

Gözü pek (ki ‘gözü pek’in sözlük anlamına baksanız bu ismi görürsünüz) ajanımız Jack Bauer, bu sezonda da dünyayı kurtaracak. Her ülkeye lazım insanlarda biri olan Bauer, aslında düztabanlığından belayı bir şekilde kendine çekip, sonrasında da temizlemek için 24 saat koştursa da, yine de ailemizin bir parçası sayılır, atamayız satamayız, izlemeden yapamayız.

Criminal Minds:

Korku dolu bekleyiş sona erdi. Ağzımızı açık bırakan, gözlerimizi yaşlarla dolduran sezon finalinin ardından, merakla beklenen yeni sezon sonunda başlıyor.Yine seri katillerin peşinden koşacak, onlar gibi düşünmeye çalışacağız. Polisiye dizilerin en karanlığı bu sezon da kaçmaz. 75

How I Met Your Mother:

Dizinin ne kadar keyifli olduğunu bir kenara bırakalım, sadece ekranların en eğlenceli ‘Wingman’i Barney Stinson için bile izlenir. Şu, ömürlerinden ömür giden çocukcağızların anneleriyle bu sezon tanışmak dileğiyle beklemedeyiz. 09/09


Bones:

Cefakar vampirimiz Angel’dan sonra David Borenaz’ı daha bir sevmemize neden olan karakter FBI ajanı Seeley Booth ve Antropolog Dr. Brennan ile kahkahalarla bezenmiş polisiye dizi Bones, izlemeden geçilmeyeceklerden.

Fringe:

Lost’un yapımcısı J.J. Abrams’ın yeni dizisi ilk sezonuyla dergimizdeki “paralel evren haberleri” bölümüne de ilham kaynağı olmuş, uç bilimler konusunda ağzınızı açık bırakacak bir fene dönüşme yolunda ilerlemekte. Lost’la kendini zaten kanıtlamış Abrams, tarzını aynen devam ettirerek, “vay babanın kemiği” nidalarıyla izlenecek bir diziye daha imza atmış oldu. Bize de ikinci sezonu dört gözle beklemek kaldı.

Supernatural:

Her seferinde dünyayı kötülüklerden kurtarmayı başaran avcılarımız bu sefer sert kayaya çarptılar. Şeytan dünyaya indi. E şimdi? Winchester kardeşlerin kötülüklerin babasıyla randevusunu kaçırmamalısınız.

Mentalist:

Dollhouse:

İstediğiniz kişi olabilen güzel bir kız. Onu bu hayattan kurtarmaya çalışan bir ajan. Her bölüm ayrı bir sürpriz… Her bölüm ayrı bir macera… İkinci sezonu açıklamak için “daha hiçbir şey görmediniz” demek yeterli.

Simon Baker’a Emmy adaylığı getiren dizinin ikinci sezonu başlıyor. Pek esprili, pek kendinden emin medyum muadili danışmanımızın polisiye maceraları son sürat devam edecek.

Dexter:

‘Dekster dekster destaney’ şeklinde türküler yakarak beklediğimiz, en iyi seri katilimiz sonunda muşambasını sererek evimize teşrif edecek. Kadroya yeni katılan bir de bebek var bu sezonda. Bakalım Dexter hem baba, hem seri katil olmayı başarabilecek mi?

“Lost nerde?” diye soracak olursanız, Ocak’ta başlayacağı için sonbahar listesine dahil edip sizi heyecanlandırmak istemedik. “Gossip Girl nerde?” diye soranlara da “burası Wingman” der, konuyu kapatırız. İyi seyirler....

09/09

76


77

09/09


Topladığım elmalardan daha al dudaklarımın sebebi temiz hava, organik beslenme, doğal yaşam…

Fotoğraflar: Murat Ertürk Model: Irina (Flash Model) Saç: Kemal Demirtürk Makyaj: Sevinç Mutlu 09/09

78


79

09/09


Saçlarımın rengini güneş verirken, rüzgar yeter saçlarımı taramaya…

09/09

80


81

Tenime sadece doğadan gelenler değebilir. Cildimi sadece çiçekler okşayabilir.

09/09


09/09

82


83

09/09


Yonca tarlası dururken yatak bile aramam çoğu zaman. Rüzgarda oynaşan yonca yapraklarının fısıltısı dururken şehir gürültüsünde uyumayı kim ister ki?

09/09

84


85

09/09


09/09

86


87

09/09


“Bizim zamanımızda bu atariler yoktu tabi, şimdiki gençler çok şanslı.” cümlesini duymak 80’lerde doğan ve 90’larda büyümüş her gencin hayatında karşılaştığı durumlardan biridir. Daha “Atari değil onun adı PC” demeye kalmadan tartışmanın yaşlı tarafı sazı eline alır ve “Çelik çomak oynardık biz, hey gidi hey...”den başlayıp, “Bu internet sizi asosyal yapıyor.”a kadar geniş bir yelpazede yer alan türlü klişeden faydalanarak tartışmanın genç tarafını ustaca bunaltır. Ben kısa bir süre sonra bu kısır döngüye alışmıştım fakat beni en çok rahatsız eden şey, yıllardır bu “Asosyal olmayın!” çağrısına karşılık çıkartılmış olan, “topluluk müsabakalarının”da beyin çürütmekten daha beter şekilde ruhlarımızı çaldığının ıska geçilmesi oldu. Özellikle bir anda patlayan “oyun oynanan kafe” furyasıyla birlikte hayatlarımızda daha da çok yer eden bu oyunlar bir yere kadar eğlenceli olmakla birlikte kimileri için hayattaki tek eğlence gibi algılandı ve her dört ve üzeri insan güruhu yakalandığında “Hadi o zaman Tabu oynayalım” şekilli bir hal aldı. Oldum olası bu oyunlarda “kazma sapı”ndan öteye gidemediğimi kabul etmekle birlikte bir diğer itirafım da aslında bu oyunlardan hep sıkıldığımdır. Dört ya da daha fazla kişiysek neden oturup film izlemiyorduk, müzik dinleyip bir şeyler içmiyorduk ya da sadece sohbet edemiyorduk da, saatlerce “hadi bi tur daha” çağrılarına kulak vererek, önümüzde bir karton, abidik gubidik pullar, taşlar ve temsili paralar ile vakit geçiriyorduk, bunu asla çözemediğim için zamanla bu oyunları gördüğüm yerden kaçmaya başladım. Her şey Monopoly ile başladı. Çoğu insan “Benim aklım ticarete çalışır.” demeyi ve bunu göstermeyi sevdiğinden midir nedir, bu oyun bir anda oynayan kişilerde “Elimden tutan olsaydı Donald Trump’tım lan şimdi.” pozunu dışarı yansıtır oldu. Gündelik hayatta aşırı doz sünepe olan ya da “dünya şurama ay burama” tribinden taviz vermeyecek kadar vurdumduymaz olan insanlar gidiyor ve yerlerine “Emlak devi olana kadar dişimle tırnağımla kazıyarak

Cornelius

09/09

88


geldim ben buralara.” derken, elindeki sadece Monopoly dünyasında geçen kolpa paraları sayarken gözlerinde dolar işaretleri çıkan insanlar geliyordu. Artık “kasa olmak” gibi yeni bir statü girmişti hayatımıza. Etiler’i alıyor, oteller yapıyor, oradan geçen garibanı tokatlıyor, bundan keyif alıyorduk. Kapitalizmin vahşi pençesinden en azından bu oyun çerçevesinde kaçmayı başarmıştım ki o sırada kızlıerkekli grupların vazgeçilmezi olan Tabu adlı lanet karşıma çıktı. Kısaca özetlemek gerekirse çekilen bir kart ve o kartın üzerindeki kelimeleri kullanmadan kartın tepesinde yazan kelimeyi ekip arkadaşlarına anlatmak temalı Tabu, takdir edersiniz ki anlatılacak kelime sayısı sabit ve kelimeler hiç değişmediğinden, kartlardaki tüm anlatılacak kelimeleri, tüm yasak kelimeleri, hangi hareketinden ve hangi sözünden ekip arkadaşının nasıl bir tepki vereceğini ezberlemiş hale gelen Tabu kölesi oyuncularla oynamak gibi bir hataya düştüğünüzde alabildiğine can sıkıcı bir hale geliyordu. Satrancı çok fazla oynayan ustalaşsın, ona sözüm yok, fakat Tabu da usta hale gelmek de neyin nesi? Daha ağzını açmadan hafif titredi diye ekip arkadaşının “Engerek Yılanı!” diyerek anlatılacak kelimeyi bildiği oyunu gördükten sonra “Bana müsaade.” demek durumunda kaldım ve o günden beridir Tabu’lu ortamlardan kaçar oldum fakat Tabu’dan kaçarken Jenga’ya yakalanabiliyor insan. “Sühely ve Behzat Uygur’la bardak çekme oyunu”nun pislik çıkarmayanı olan bu oyuna da mutfakta bulaşığın biriktiği günlerde Cenga-verce o tabak güruhunun arasına dalarak acılar içinde oynadığımdan kelli sevemedim. Bu işlerin atası dedesi ne ola ki diye düşünürken bir gün 89

ansızın Scrabble-Kelime Oyununa gel hele dendi şahsıma. İlk başlarda çok olumlu baktım kelime oyununa. Zaten kelime oyunu yapmak benim için bir yaşam biçimiydi, fakat hesaba katmadığım konu, benim oyun anlayışımla Scrabble’ın bambaşka olduğuydu. Üstelik ben anlayana yaparım kelime oyununu. Onun dışında gündelik hayatta sıradan ve mecburi sohbetler yapmak zorunda kaldığım kişiler ile “Evet”, “Tamam”, “Hayır”, “Bakarız”, “Taze Fasulye” gibi genel geçer kelimeleri kullanarak anlaşmayı tercih ederim.Yine de bir şans vermek gerek dedim. Fakat nasıl bir bahtsızlık destanı ise hep Türk Dil Kurumu Fahri Elçileriyle oynadım bu oyunu. Kabul edelim ki “ivmelenmek” kelimesini gündelik hayatta 09/09


ve hatta bırak gündeliği bütün hayatımız boyunca maksimum 57 kere kullanıyoruzdur. Fakat ne zaman Scrabble oynamaya niyetlensem karşıma gelen şahıs “ivmelenmek”ten başlıyor ve tam “Harfi kalmadı, banko çatladı bu tur.” dediğim anda “zifos”* yazarak beni krizlere salıyordu. Kaybetmekten ya da içimdeki sonsuz rekabet hırsından ötürü değildi bu kriz. Dediğim gibi, kullanılmaya kullanılmaya kendi varlıklarından bihaber hale gelen kelimelerin üzerinden puan alınmasıydı beni sıkan. “Delikanlı olun lan!” hallenmemi görmüş olan bazı arkadaşlarım “Gel o zaman er meydanına” diyerek önüme Risk adlı oyunu koydular. “Risk nedir?” şekilli sınav sorusuna karşılık sınav kağıdına “Risk budur” yazmak değil midir risk? Bu soru halen benim için gizemini korur iken, önüme bir harita açıldı ve “al şurdan görev kartını” dendi. Çektim bir kart: 18 Bölge Fethedin... Ne kadar da kolay söylüyordu oysaki; 18 bölge fethedin. Napolyon’a söylesen “Bıraksana beyim kolay mı bu işler.” dedikten sonra o masayı terk eder fakat biz elimizde zar önümüzde piyonlar dünyanın süper gücü olmak için manasız bir efor sarf ediyorduk. Tavla strateji oyunu mudur yoksa şans mı halen tartışıladursun ben Risk oynarken paso 6-6 atmadıktan sonra oyunu kazanabilmenin mümkün olmadığını gördüğüm vakit “o halde direk barbut oynayalım, büyük atan kazanır olacaksa mevzu” düşüncesine yenildim. Üstelik ütopik isimlere sahip bölgeleri de düşünürsek, “Kamçatka’dan Moğolistan’a saldırıyorum 2 orduyla” gibi cümleler beni apayrı yıprattı. Tüm bunlara karşın general edasıyla poza girenler mi istersin, yoksa plastikten

09/09

sembol ordularını kaybetti diye gözleri dolanlar mı? “Çoğu erkeğin gönlünde bir Komutan olma arzusu vardır.” sözünü ispatladığı için yine de teşekkür borçluyuz Risk adlı oyuna. Fakat çoğu erkeğin gönlündeki asıl heyecanı ortaya çıkaran oyunu sona sakladığımı da belirtmek isterim: Twister… Ergen çağlarda bireyler hormonlu çileklerden daha bir hormon bombardımanı altında kaldığı sıralarda imdada yetişen Twister, aslında nice gencin aynı anda heba olmasına da sebep olan tuzak-oyun olma özelliğiyle diğer tüm oyunlardan farklılaşıyor. Eğer ki erkek oyuncular odun gibi bele rağmen Nasreddin Hoca’nın sorusuna abazyo bir bakış katarak “Ya sürtünürse?” umuduyla Twister arenasına fırladıysa ya da meşe ağacından hallice bacaklarına karşın heyecan arayan kızlar “Abidik gubudik Twist” diyerek bu bombastik sürece ortak olduysa, akabinde sol elini sarıya sağ bacağını kırmızıya koy derken gemici düğümü misali kilitlenerek kalabiliyorlar. Tüm bunlara rağmen klişeliğin doruğundaki soru “Hayat bir oyun değil mi zaten?” ve ona Monopoly düsturuyla yaklaşarak verilebilecek “Hem de her daim kasanın kazandığı bir oyun.” cevabından sonra daha masumane olan bu oyunlara “git öte” demek ne kadar mantıklıdır orası da apayrı bir tartışma konusu. Ben cevabını vermekte zorlandığım bu çelişkili durumuma karşın net üzerinden oynadığım flaş oyunlarımdan ya da illaki grup aktivitesi olsun diye çıldırılacaksa, 52’lik bir desteyle aslanlar gibi King oynamaktan yanayım. * Yerden sıçrayan çamur.Yararsız. Boş. 90


“Tavla strateji oyunu mudur, yoksa şans mı?” 91

09/09


tebdil-i mekan Gaye Eskici Fotoฤ raflar: Ahmet Topรงu

09/09

92


Şişli’de temiz hava

almak mümkün! Dört sene önce açılan Schiller Chiemsee, Şişli’nin göbeğinde Cevahir Alışveriş Merkezi’nin en üst katında bulunmakta. 236 m2’si teras, 262 m2’si kapalı alandan oluşan, toplam 209 kişilik kapasitesi olan mekan, şehrin tam ortasındaki kaostan öğlen arasında bile kaçmanıza olanak sağlıyor.

93

09/09


09/09

94


Dört sene önce açılan Schiller Chiemsee, Şişli’nin göbeğinde Cevahir Alışveriş Merkezi’nin en üst katında bulunmakta. 236 m2’si teras, 262 m2’si kapalı alandan oluşan, toplam 209 kişilik kapasitesi olan mekan, şehrin tam ortasındaki kaostan öğlen arasında bile kaçmanıza olanak sağlıyor. Adını Alman Filozof Friedrich Von Schiller ile Münih’in Güney’indeki Chiemsee Gölü’nden alan Almanya’nın ünlü çay ve kahve markası Schiller Chiemsee, zamanla dünyanın çeşitli yerlerinde şubeler açtı. İstanbul’da da üç şubesiyle hizmet veriyor. Schiller’in Türkiye temsilcisi Mert Sakallıoğlu’nun hedefleri arasında Ortadoğu’da da yeni şubeler açmak ve Türkiye’deki şubelerin sayısını arttırmak var. Mekanın en güzel tarafı terası.Yaz sıcağından kaçmak için bu serin teras oldukça güzel bir alternatif. Kafe diyip geçmenin haksızlık olacağı Schiller, özellikle çaylarında iddialı. Çeşit çeşit Schiller çaylarının içinde özellikle Güney Amerika’ya özgü Rooibos’u denemenizi tavsiye ederiz. Sadece Schiller’de içebileceğiniz bu 95

çayların buzlu çay versiyonlarını da Schiller’de tatmanız mümkün. Schiller Chiemsee, içkiden ana yemeklere, hafif aperatiflerden çay ve kahvelere kadar dopdolu mönüsüne yakın zamanda, Güney Amerika’da üretilen şarapları da katacak. Schiller, markası ve kalitesiyle sunulacak bu şarapları merakla bekliyoruz. Schiller’de keyifle yiyip içmenin yanı sıra, haftada üç gün canlı müzik de dinleyebilirsiniz. Ayrıca Cevahir otoparkını kullanan Schiller müşterilerinin % 20 indirim kazanmaları hoş bir ayrıcalık.

09/09


Evde yapılabilecek bacak, sırt ve mide hareketleri Burak Göksel Bu ay da evde çalışabileceğimiz bacak, sırt ve mide hareketlerini inceleyeceğiz. Özellikle bacak kaslarına çok önem vermenizi tavsiye ediyorum. Çünkü bacak kas grubu vücudun en büyük kas grubudur. Dolayısıyla bacak çalıştığımızda kalori harcamanız artarken vücutta salgılanan büyüme hormonu da artmaktadır. Güçlü bacaklar her zaman güçlü bir vücut demektir. Bacaklarınıza gereken önemi verdiğiniz takdirde diğer kas gruplarının gücüne de pozitif bir etki sağladığını göreceksiniz.Vereceğim bacak hareketlerinde ağırlıkla da çalışabilirsiniz. Ağırlığınız yoksa geçen sayıda belirttiğim gibi sırt çantanıza bir şeyler yükleyebilirsiniz.Yalnız unutulmaması gereken bir nokta var. O da bacak hareketlerinin gerçekten nizami olmasıdır. Birçok sporcu bacak hareketlerinin nizamiliğini bozarak çapraz bağlarını ve belini sakatlamıştır. Kısacası kaş yaparken göz çıkartmayalım derim. Sırt için verdiğim barfix hareketlerini yapamayacak durumda olan arkadaşlarım morallerini bozmamalı. Gereken kiloyu verdikten sonra ya da kollarınız hareketi yapabilecek güce kavuştuktan sonra sorun ortadan kalkacaktır. Deneyiniz, vazgeçmeyiniz! 4-5 tane çekebilecek duruma geldikten sonra düzgün yapmaya özen gösterin, daha sonra da set halinde yapmaya başlarsınız. Herkesin hayali olan karın kasları (six pack) ne yazık ki çok mide çalıştırarak olmuyor. Mide çalışarak daha diri daha güçlü daha büyük mide kasları elde edersiniz. Ama bunları göstermek istiyorsanız vücut yağ oranını düşürmeniz gerekmektedir. Kısacası, vücudumuzdaki bütün kas gruplarına aynı oranda önem göstererek ve beslenme ile kardioya da dikkat ederek hayalimizdeki vücuda kavuşabiliriz. 09/09

96


Bacak hareketleri:

Prison Squat: Squat hareketi bacak hareketlerinin en temeli ve en etkili olanıdır. Bu hareketleri ağırlıkla çalışmaya başladığımızda bacaklarımızın ve vücudumuzun güçlendiğini hissederiz. Ayaklarımız omuz hizasında , ayak uçları olabildiğince karşıya bakacak şekilde konum alıyoruz. Ellerimizi başımızın arkasında tutarak, dik bir şekilde vücudumuz öne doğru eğilmeden bacaklar yerle 90 derece açı yapana kadar çömeliyoruz. Nefes verilerek tekrar ilk pozisyonumuza geri dönüyoruz. HAREKETİ YAPARKEN OMURGANIZI SAKATLAMAMAK İÇİN VÜCUDUN DİK DURUMDA OLDUĞUNDAN EMİN OLUN. Bacaklar tamamen kapalı yapılırsa üst ve dış bacak, omuz genişliğinden açık ve ayak burunları dışa dönükse iç bacak çalışmış olur. Kalça kaslarının etkisini azaltmamak için topukların yerden kalkmamasına özen gösteriniz.

Kalf Kaldırma: Normal duruş pozisyonunda ayağı olabildiğince parmak uçlarına kaldırıp daha sonra topuklar yere değmeyecek pozisyonuna geri gelerek yapılır. Bu şekilde hareketi normal yaptığımız tekrarlardan biraz daha fazla yapmamız daha etkili olur. Bu anlattığım hareket olabilecek en basit kalf çalışmasıdır. Eğer dışarıda çalışırsanız, örneğin bir kaldırıma çıkın. Elinizle bir yerden denge için destek alın. Parmak uçları kaldırımda topuklar havada olacak şekilde hareketi yapın. Başlangıç pozisyonuna gelirken topuklarınızı olabildiğince aşağı doğru indirin. Bu şekilde maksimum tansiyon yakalamanız mümkün olacaktır. İsteğinize ve imkanlarınıza göre ağırlıklı da yapabilirsiniz.

Lunge: Normal duruş pozisyonunda bir bacak bir adım öne atılır, diğer bacakta parmak uçları yerde sabittir. Atılan adım ile üst bacak yere paralel olacak şekilde ayarlanır. Arkada kalan bacağın dizinin yere temas etmemesine özen gösteriniz. Daha sonra ilk pozisyona gelip aynı hareket diğer bacak ile gerçekleştirilir. Belimizin dikliğine bütün bacak hareketlerinde olduğu gibi bu harekette de dikkat ediyoruz. Öne eğilirken nefes alıp, başlangıç pozisyonuna gelirken nefes veriyoruz. 97

09/09


Sırt Hareketleri:

Göğse Barfix: Ellerimizi omuz hizasından bir karış kadar daha fazla açarak barı tutuyoruz. Başlangıç pozisyonunda vücut tamamen serbest, asılı bir şekilde durmaktadır. Hareketi yapma esnasında vücudun fazla sallanmaması ve vücudu yukarı doğru atmamamız için (bu şekilde tamamen sırt kaslarımızı kullanmış oluruz) ayakları arkaya doğru götürüp birbirlerine kilitlememiz daha yararlı olacaktır. Barın çizgisi üst göğse gelecek şekilde göğüs kafesimizi öne çıkartarak çeneye kadar çekilir.Yukarıya doğru kendimizi çekerken olabildiğince yukarıya bakılır. Çene hizasına gelindikten sonra tamamen vücudu aşağıya bırakarak başlangıç pozisyonuna geri dönülür. Kesinlikle vücudu tamamen aşağıya kadar indirin aksi takdirde hareketten ve etkisinden çalmış olursunuz. Enseye Barfix: Başlangıç pozisyonu “göğse barfix” ile aynı olup barı ensemize gelecek şekilde çekiyoruz. Başımız öne doğru eğik, yukarıya çekiş hareketini kontrollü bir biçimde yapıyoruz. Sert çekişlerde barın enseye sert çarpmasıyla boyun sakatlıkları olabilir. Buna dikkat ediyoruz.

Mide Hareketleri:

Mekik: Bacaklarımız kırık ve kapalı bir şekilde, imkanımız varsa ayak uçlarını bir köşeye tutturarak yere uzanıyoruz. Ellerimizi göğsümüzde ya da ensemizde birleştirerek tamamen kontrollü mide kaslarımızı çok hafif kasılı tutarak, öne doğru kalkıyoruz. Daha sonra başlangıç durumuna sırt tamamen yere değecek şekilde geri dönüyoruz. Kalkarken nefes verip inerken alıyoruz. Dikkat edilmesi gereken nokta eğer eller ensede birleştirilmiş ise kalkarken fazla baskı uygulanmamasıdır.

Biceps için Barfix: Avuç içleri bize doğru dönük olarak, omuz hizasından 2-3 parmak daha kapalı şekilde barı tutuyoruz. Kendimizi çene hizasına kadar çekip, başlangıç pozisyonuna geri dönüyoruz. Biceps’lerimizi yoğun bir şekilde çalıştırdığı için pazı çalışmalarında yer alır. Bu barfix’i biceps çalıştığınız günün içerisine koyabilirsiniz. 09/09

98


Yarım Mekik: Başlangıç hareketi mekik gibi olup yerden omuzlarımız 15-20 cm kaldıracak şekilde yapılır. Hareketin yavaş ve dikkatli şekilde yapılması etkisini arttıracaktır.Yeterli güce ulaşıldığında ayaklarımızı bir sandalye, bir sehpa üzerine koyarak etkisini arttırabiliriz.

Ayak Kaldırma(yerde): Yere sırt üstü uzanıyoruz. Ellerimiz yanımızda ya da arkada tutunabileceğimiz bir yer varsa oraya tutunuyoruz. Bacaklarımızı düz bir şekilde olabildiğince yukarı kaldırıyoruz. Kaldırırken nefes alıyoruz. Daha sonra nefes vererek yere 10 cm kadar aşağıya indiriyoruz.

99

Ayak Çekme(yerde): Yere sırt üstü uzanıyoruz. Ellerimiz yanımızda ya da arkada tutunabileceğimiz bir yer varsa oradan destek alıyoruz. Bacaklarımızı düz bir şekilde yerden 30 cm kadar yukarıya kaldırıp karnımıza doğru nefes vererek olabildiğince çekiyoruz. Daha sonra nefes alarak başlangıç durumuna geri dönüyoruz.

Ayak Kaldırma (Barda): Barfix barında ya da buna benzer tutunabileceğimiz bir yerde omuz açıklığında serbest bir şekilde asılı duruyoruz. Bacaklarımız düz bir şekilde yere paralel olana kadar yavaş ve vücut kontrolü kaldırıyoruz. Kaldırırken nefes verip indirirken alıyoruz. Burada önemli olan nokta bacaklarımızı yukarıya kaldırıp indirirken vücudun sallanmaması. Bunun için bacakları vücut gücü ile değil mide kasları ile kontrollü bir şekilde kaldırmamız gerekir.Ve kaldırdıktan sonra 1-2 sn bacakları yukarda tutup yavaş bir biçimde eski pozisyonuna getirmemiz gerekir. İleri derece olan bir mide hareketi olup yeni mide çalışan arkadaşlarımız için mide kaslarını güçlendirdikten sonra yapmalarını öneririm.

09/09


Diz Çekiş: Bir sandalye ya da sehpa üzerinde 35-45 derecelik bir açı yapacak şekilde, bacaklar düz ve boşlukta olur. Dizler göğse yavaş bir biçimde çekilir. Bu çekiş esnasında hafif bir göğüs sıkıştırması ile hareketin etkisini arttırabilirsiniz. Daha sonra başlangıç pozisyonuna gelinir. Ayakların yere temas etmemesine özen gösteriniz.

Sopa Çevirme Omuzlarımıza aldığımız düz bir sopa yardımıyla sehpa ya da sandalyeye oturuyoruz. Ayaklarımızı 90 derece olacak şekilde açık tutup, sopanın uçları dizlerin istikametini gösterecek şekilde sağa ve sola belimizi döndürerek yapıyoruz. Hareketi çok hızlı ya da çok yavaş yapmaktan kaçınalım. Dikkat edilmesi gereken nokta kalçamızın hareket etmemesidir. İsterseniz bunu ayağınızı bir yere sabitleyerek engelleyebilirsiniz.”

Yana Eğiliş: Ellerimizde hafif ağırlıklarla ya da boş bir şekilde başlangıç pozisyonunu alıyoruz. Sağa ve sola doğru kollarımız bacaklarımıza paralel bir biçimde dize doğru eğiliyoruz. Diğer mide hareketlerinde dediğim gibi bu harekette de mide kaslarımızı hafif kasılı bir biçimde yaparsak etkisini daha çok görürüz. Geçtiğimiz iki sayı boyunca size evde nasıl vücudumuzu çalıştırabileceğimizi, daha sağlıklı daha fit bir vücuda doğru giden ilk adımın nasıl olacağını basit bir şekilde anlattım. Artık 3 aydır spor yapmaya başladınız. Kendinizi şimdiden çok daha fit hissetmeye başladınız. Hareketler size zorluk yerine, eğlence gibi gelmeye ve vücudunuz size teşekkür ederek sizi dinlemeye başladı. Önümüzde sayı esneme, ısınma hareketlerine değineceğiz. Daha emin adımlarla hayallerimizdeki vücuda kavuşacağız. “Bu hareketleri uygulamadan önce doktorunuza danışmanızı tavsiye ederiz.”

Herkese iyi idmanlar!

Oblik Mekik: Mekik hareketindeki gibi yere uzanıyoruz. Ayağımızı dizimizin üstüne koyup, ellerimiz ensemizde, koyduğumuz ayağın zıt kol dirseğini dize değdirmeye çalışıyoruz. Hareket ileri bir mide hareketi olup yavaş ve dikkatli yapılması ve vücut sektirmesi olabildiğince minimum derece olması gerekir.Yan mide kaslarını (oblik) oldukça iyi çalıştıran bir harekettir. 09/09

100


we

LOG Cornelius

Yumurtaya sormuşlar neden kapıya sıkıştın diye; “Dönen kapı vardı da, ben mi geçmedim” demiş... Geçtiğimiz ayın yazılarını son dakikada teslim etmiş biri olarak, bu ay benden 2 gram dahi olsa akıl, fikir bekleyen sayın genel yayın yönetmeni (Oskarın nerde oskarın genel yayın yönetmeni?) yine beklentilerinin beyhude olduğunu anladığında, teslim tarihinin son dakikalarıydı ve ben gün itibariyle bir kez daha anlamış bulunuyorum ki oturduğum apartmanın etrafında kazılacak bir hendeği bir devenin hörgücü üzerinde Titanic’in önünde giden Leonardo Di Caprio’nun kollarını açma modelini benimseyip “Alem buysa kral benim” çığlıklarını atarak geçmek, teslim tarihli yazı yazmaya göre çok daha pozitif bakabileceğim bir eylem. Tam bu safhada konuyu bloglara ve bloggerlara, Avrupa blogger aklarına, blog yazmanın insan bedeni ve ruhu üzerindeki sürreal yansımalarına, bir blog ve zeytinyağlı taze fasulye arasındaki farklara... Kısacası asıl konumuz olan blog nanesine bağlayacak olursak, en başından beri bahsettiğim blogger özgürlüğünü kaybetmiş olmanın derin acısı içerisindeyim. “Arabaya taş, ben bu yola baş koydum” durumundan daha öncelikli olarak Wingman gibi sevdiğim bir projenin (“Proje” dedim.... Dikkat edersen ismim de Cornelius olarak geçiyor... İsmini vermek istemeyen blogger-manken olabilirim belki de.) içerisinde olmaktan vazgeçmek istemediğim için (İlk yazıda silah zoruyla yazı yazdığımı söylemiştim, ikinci yazı da ise dürüstlükten bahsetmiştim hatırlarsan, o halde açıklayabilirim; Aslında silah zoruyla yazılarımı yayınlatıyorum.) bu teslim tarihine uymak durumundayım. Mamafih o teslim tarihi yaklaştıkça klavye üzerime üzerime geliyor, mouse imleci ekranda 101

çılgın sortiler yapıyor ve bilgisayar kasasından “Hah hah haaaa... Zor yetiştirirsin o yazıyı” sesleri geliyor kulağıma. Bir panik, bir “galiba kasa haklı” hali ki, düşmanımın başına gelmesini istemeyeceğim bir sefillik süreci başlıyor. Belki de bunun en önemli sebeplerinden biri, bunca zamandır yazı yazdığım tek platform olan blog üzerinden rahatlığa alışmış olmam. “İstersem yazarım, istersem yazmam kimse karışamaz” gibi bir kafa ayarından sonra “Şu tarihe yazı yazılacak” hali beni yavaştan yıpratır oldu. Uzun aralıklı blog yazdığım zamanlarda da sağ olsunlar, var olsunlar, beni sizler var ettinizler, “Arkadaşım niye yazmıyorsun yeni yazı? Bloga her girdiğimizde aynı yazıyı görmekten bıktık, ne duyarsız, ne pislik, ne hırt bir insanmışsın sen meğerse?” gibi beni hem seven, hem döven cümlelerle yeni yazı isteklerini dile getirseler de, blogu sık sık güncellemek istememe rağmen, nihayetinde anlatacak bir durumum yoksa hiçbir şey yazamıyordum. Bu bağlamda bu ay blogger olmanın dayanılmaz hafifliklerine bir yenisini ekleyebiliriz: İstediğin zaman istediğini yazabilme özgürlüğü.Yazının başlığına pas atacak olursak blog yazarlığında yumurta asla kapıya sıkışmıyor, zira ortada bir yumurta yok. Buna bağlı olarak da tavuk-yumurta ikileminin de yaşanmadığı huzur dolu bir günce tutma şekli blog. Hatta bu durumu “Blog sahibi olmak insanın kendi patronu olmasıdır.” şeklinde bile tanımlayabiliriz. Akabinde ise bir soru geçiyor zihinlerden: Sürekli birilerinin emri altında yaşarken (Fötr şapkasına yandığım Sayın Genel Yayın Yönetmeni, senin isteklerin emirdir benim için, ondan öyle dedim) kim kendi 09/09


kendinin patronu olmak istemez? Eğer ki anlatacak bir şeyleriniz varsa ve daha bir blog sahibi değilseniz, halen bu şansa sahipsiniz. Fazla tıraş cildimde tahriş yapıyor diyenler için, kendi kendinin patronu olan buna karşın benim gibi işlerini aksatmayan iki şahane blogtan iki güzide yazıyı yan tarafa ateşlediğimizi belirtiyor ve huzurlarınızdan ayrılıyorum. “Siz de dergimizin “WeBlog” bölümünde yazılarınızın yayınlanmasını istiyorsanız, yazınızı ve blog’unuzda yazınıza verilmiş bağlantı adresini içeren bir e-mail’i weblog@wingmandergi.com adresine göndermeniz yeterli olacaktır.”* *Wingman Dergi, yayınladığı blog yazılarında değişiklik yapma hakkını saklı tutar. She fuckin hates me!! Trust! Seni seviyorum. (Ahh hep böyle mi başlar ya?) Birkaç gün sonra… Böyle dememi istediğin için böyle dedim. Bir akrabamızın ölüm haberini aldıktan sonra… - Herkes ölür, başın sağ olsun felan demiycem. +Seni özledim. - Ben bu günlerde biraz yoğunum...

- Seni çok özledim ya hafta sonu bir şeyler yapıyor musun? +Çalışıyorum! - Anladım tamam, triplerini çekemiycem hiç! + ??? Beni ağlarken gördüğünde… - Şimdi ne oldu diye sorardım ama kavga felan ederiz boş ver en iyisi hiç sormıyim di mi? Fazla parası olmadığını bildiğimden pahalı olduğunu düşündüğüm bir yere giderken… +Buraya gitmesek de olur aslında. -Bugün sana bu şu kadar para harcadım...V e ayrıntılı bir hesap raporu çıkarılır. +Sana çok önemli bir şey anlatmalıyım! - Valla şu an çok uykusuzum, sonra anlatırsın. +Çok kötü bir gün geçirdim konuşalım mı? - Ben çok yorgunum yeeaa. +Bugün süper bir şey oldu! - Ya onu bırak asıl bana ne oldu… blablablablalba…

Ertesi gün... - Seni çok özledim hafta sonu görüşsek ya? +Benim çalışmam gerek demiştim ya dün. - Haa...

- Beraber bir şeyler yapalım yaa, bu yaz tatile felan gidelim… +Olabilir belki… Planlar yapılır… Birkaç gün sonra… +Ben gelemiycem sanırım tatile. - Ha tamam ya ben zaten Nuri’lerle gidicem, konuştuk ayarladık biz. + ...

Ertesi gün...

- Salı günü akşamı x’in gösterisine gidiyoruz, herkes

- Seni çok özledim hafta sonu görüşelim mi? +Benim çalışmam gerek hafta sonu.

09/09

102


- Sena, seni seviyorum… +S..TİR GİT!

Ordan Oraya – 29 Uçurtmayı vurmasınlar da, gelip beni mi vursunlar güzel kardeşim? Ana sayfası Google olmayan bir bilgisayar, tıynetsizdir nazarımda. Tiksinçtir, zibididir. Bazen bazı blog yazarları “Şu yazımdan sonra şöyle bir mail geldi bir okuyucumdan” diyorlar ya, kıskanıyorum şerefsizim. Otobüs şoförü kırmızıda geçti. Muavin “Kırmızıda geçtin” diye uyardı. Şoför de “Ben görmedim kırmızı mırmızı.” dedi. Güven dolu bir seyahatti. Flüt diye bir şey var lan eğitim sisteminde. Okul hayatı gül gibi sürüp giderken bir anda “Bunu çalacaksın!” diye karşına çıkıyorlar. Beceremezsen kötü not veriliyor falan. Hayır belki benim bir kanuna, efendime söyleyeyim bir mandoline meylim var. Bütün nesiller hangi enstrümanlara yeteneklerinin olduğunu bilmeden yaşayıp gitti bu sistem yüzünden. Bir önceki maddede sistem eleştirisi yaptım. Hoşuma gitti. Dünyanın en yüzeysel adamı: “Bu Lost’un sonunda hepsinin aslında ölü olduğu ortaya çıkacak görürsün.” Bu da dünyanın en iğrenç insanı: “Olm, Lost’ta ilik gibi hatunlar var lan ehe.” Pis. Koca prodüksiyona Playboy muamelesi... Erkeklere “kavalye”, kadınlara ise “dam” denmesidir beni biraz olsun teselli eden. Yalnız berberlik kadar da garanti meslek görmedim ha. Yani hani terzi için bahane bulursun, bakkal falan için de bi süre daha idare edersin de o berbere kesin gidilecek. Vay be. Bulmuşlar insanların açığını tabii. Kamyon çarpması sonucu havada takla atıp karşı şeritteki diğer aracın önüne düşen ve o araç tarafından da ezilen Polyana sadece Malın Gözü’ne konuştu: “Olsun, aksiyon yaşadık bari kız.” Katakulli; daha okumaya başlarken ne olduğu belli, böyle bi’ sinsice işler falan. Ciguli ise ortalarda yok, n’aptınız adama lan?

Senaaaaa’nın “Aklımdan Geçenler” isimli blogundan alınmıştır. www.senapasin.blogspot.com

Rectoa’nın “Malın Gözü” isimli blogundan alınmıştır. www.malingozu.blogspot.com

orda olacak, sabahlıycaz, beraber gidelim. +Aaa süper! Ben de gelmeyi çok isterim ama bir izin alayım bakalım. Yalvar yakar izin alındıktan sonra salı günü öğlen… +E hadi gitmiyor muyuz? - Ya ben gitmiycem yaa... - Hafta sonu şuraya gidiyoruz, süper olacak, sen de gel, çok eğlenicez. +Eh tamam, bir sorayım bizimkilere. Hafta sonu gelir… +Ya ben konuştum geliyorum. - Nereye? +E dedin ya şuraya gidicez diye… - Aa unuttum ben onu yaa. +hmm... - Tamam artık bir daha aramıycam seni +Tamam - Bir de tamam diyo!! - Birbirimizi görmesek daha iyi olacak sanırım! +Evet bence de! 2 gün sonra… - Naber? Napıyosun bakalım? +Görüşmeyecektik hani? Öyle demiştin? - Ne zaman? Yaa ben çok uykuluydum, ne söylediğimi hatırlamıyorum ki... - Şöylesin böylesin! Ertesi gün… -Ya benim kafam iyiydi, ne söylediğimi hatırlamıyorum… +...

103

09/09


Gurme’k

Hasan Simavi

Havyar

Havyar işlem görmüş tuzlanmış balık yumurtasıdır. Özellikle Mersin ve Somon balıklarının yumurtalarından elde edilir. En favori ordörv malzemelerinden biridir. Mersin balığının yumurtasından elde edilen siyah havyar en pahalı havyar çeşididir. Mersin balığı aynı zamanda tükenmek üzere olan türler listesinde olduğundan siyah havyarın en pahalısı olan Beluga havyarının birçok ülkede ithalatı ve avı kıstlanmıştır. Çoğu balık üreticisi balığı öldürmeden yumurtalarını almaya çalışır. Böylelikle bir balığın üç dört kez yumurtlaması sağlanmış olur. Havyarda bol protein, yağ, B12, B6, B2, PP, C, A ve birçok madeni tuz bulunmaktadır. Havyar, tarih boyunca lüks ve zenginlik emaresi sayılmıştır. Özellikle düğünlerde, davetlerde ve bayramlarda sunulur. Şampanyanın vazgeçilmez dostudur ve en ideali yanında tost ekmeği ile sunmaktır. Sedef, kemik gibi maddelerden yapılan kaşıklarla servis edilir. Son zamanlarda, özellikle İskandinav ülkelerinde başka balık türlerinden elde edilen ucuz havyar alternatifleri de marketlerde yerlerini almaya başladı. Uygun fiyatlara düşük gelirlilerin de alabileceği bu havyar çeşitleri, deneyimli ağızlarda farkını hemen belli etse de, havyarı ulaşılmaz olmaktan nispeten kurtardı. Yine de havyar yiyeceksem en iyisini yerim diyenler için, bir kilo Beluga Havyarının fiyatı Amerika’da 5000 ile 10000 dolar arasında değişmekte. 09/09

104


ya da

Tavuk yumurtası

Gur me’mek

Tavuk yumurtası tavuktan elde edilir. Yumurtlayabilen her tavuğun yumurtası olur. En favori kahvaltı malzemesidir. Onsuz kahvaltı düşünülemez. Yumurtanın pahalısı olmaz. Zaten özelliği ucuz olmasıdır. En gözde öğrenci yemeğidir. Zira tavuk nüfusu çoktur ve tavuk çok yumurtlar.Yani pahalı olması için sebep yoktur.Yasaklanma sıkıntısı da yoktur. Sınırsız sayıda tüketilebilir. Yumurtasını almak için tavuğu öldürmeye gerek yoktur. Bir tavuk 15-20 sene yaşar ve senede en az 250 yumurta yumurtlar.Yumurta, amino asitler ve A, D, E ve B vitaminleri açısından zengin bir besindir. Yumurta, tarih boyunca temel besin sayılmıştır. Özellikle kahvaltılarda, börek üstünde, kek, poğaça gibi unlu mamullerde ya da çorbalarda terbiye için kullanılır. Sucuğun en iyi dostudur ve en ideali yanında çay ile sunmaktır. Sahan adı verilen kaplarda yapılması ve sahanın kapağı kapalı şekilde servis edilmesi tavsiye edilir. Son zamanlarda çift sarılı yumurta alternatifleri marketleri yerini almıştır. Bunlar sanıldığının aksine başka bir tavuk türünden değil, stresli tavuklardan elde edilmektedir. Gergin tavuklar nedense çift sarılı yumurtlar.Yine de normal yumurta, deneyimli ağızlarda farkını hemen belli eder. Yumurtanın en iyisini yemek isteyenlere tavuk almalarını tavsiye edebiliriz. Zira en güzel yumurta, sabah tavuğun altından alınan taze yumurtadır. Böyle bir imkanınız yoksa, herhangi bir marketten ya da bakkaldan bir yumurtayı en fazla 40 Kuruş’a alabilirsiniz. 105

09/09


3 3

2 1

3 2

1

3 32 2 211 1

makinist Fırat Sayıcı

Soysuzlar Çetesi

Inglourious Basterds Yönetmen: Quentin Tarantino Senaryo: Quentin Tarantino Oyuncular: Brad Pitt, Diane Kruger, Melanie Laurent, Eli Roth, Christoph Waltz

Artık birçok sinemasever Quentin Tarantino’nun yaşayan bir efsane olduğunu kabullenmiş durumda. Onun her işi merakla beklenir, izlendikten sonra da uzun süre konuşulur oldu. Robert Rodriguez’le birlikte kalkıştığı “Dehşet Gezegeni” + “Ölüm Geçirmez” = Grindhouse projesi bazı kesimleri tatmin edemese de, Brad Pitt’li “Soysuzlar Çetesi”, Tarantino’ya mesafeli seyircileri bile ısıtacak. Alman işgali altındaki Fransa’da Shosanna Dreyfus, ailesinin Nazi albayı Hans Landa tarafından katledilmesine tanık olur. Katliamdan kurtulan Shosanna, yeni bir hayata başlar. Öte yandan Teğmen Aldo Raine’in önderliğindeki bir grup Yahudi askeri, önceden belirlenmiş hedeflere yönelik intikam faaliyetlerine başlamıştır. Raine’in intikam timine Alman kadın oyuncu Bridget Von Hammersmark da katılır. Filmle ilgili gözle görülür iki eleştiri yapılabilir. Birincisi seyirciyi rahatsız edebilecek politik bir tavır; Nazi vahşetine anlamsızca bir vahşetle cevap verilmesi… İkincisi ise Tarantino’nun yaratıcı stilini hangi dozda kullanacağını bilememesi. Dozajı ayarlanamamış bir Tarantino yorumu seyircinin kafasını karıştıracaktır kuşkusuz. 10 yıla dayanan bir senaryo yazım sürecine iyi bir cast çalışması da eklenince, sürükleyici, etkileyici bir film ortaya çıkmış. Brad Pitt’e zaten laf yok ama Christoph Waltz’a da özellikle dikkat edin derim. Sonuç olarak sizi fazlasıyla tatmin edecek, az da olsa özlediğiniz Tarantino soslarıyla süslü, doymuş zevk oranı yüksek bir film var karşımızda. Kaçırırsanız üzülürsünüz! 09/09

106


Bu ay öne çıkanlar Suretler (Surrogates)

Yönetmen: Jonathan Mostow Senaryo: Michael Ferris, John Brancato Oyuncular: Bruce Willis, Radha Mitchell, Rosamund Pike, James Francis Ginty Gösterim Tarihi: 25 Eylül Konu: FBI ajanları, bir üniversite öğrencisinin gizemli cinayetini araştırmaktadır. Bu öğrenci insanların kusursuz robot versiyonlarının yaratıcısı olan kişiyle bağlantılıdır. Uzaktan kumandalı makineler olan suretler, insanların yerini almakta ve böylece insanların evlerinden çıkmadan yaşamalarına imkân tanımaktadır. Maskelerle dolu bir dünyada kim gerçektir ve kime güvenebilirsiniz?

Sizi Seviyorum

Yönetmen: Mustafa Uğur Yağcıoğlu Senaryo: Mustafa Uğur Yağcıoğlu Oyuncular: Emre Altuğ, Birce Akalay, Zeynep Beşerler, Irmak Ünal Gösterim Tarihi: 18 Eylül Konu: Çapkın bir adam olan Erkut, sevgilisi Eda tatildeyken onu bir başkası ile aldatmaktadır. Eda durumu öğrenince intikam almaya karar verir, hiçbir şey olmamış gibi eve döner. Erkut ertesi sabah keyifle kalkar ama yanında Eda olduğunu iddia eden başka bir kadın vardır. Erkut yeni Eda’yı tanımaya çalışırken ertesi gün bir başkası ile uyanır.Ve bir gün “Ben aynı kadını istiyorum” diye isyan 107

Yönetmen: Robert Luketic Senaryo: Nicole Eastman, Karen McCullah Lutz, Kirsten Smith Oyuncular: Katherine Heigl, Gerard Butler, Eric Winter, John Michael Gösterim Tarihi: 25 Eylül Konu: Abby, bekarlığı dışında her soruna anında çözüm bulabilen bir TV programı yapımcısıdır. Reytingleri düşüş gösterince, işe yeni alınmış Mike’la ekip olmak zorunda kalır. Erkekler hakkında ipuçları vermekte olan bölümünün reytinglerdeki ani artışı, Mike’ın yerini garantiler. Abby, bekar komşusu Colin’le tanıştığında ise doğru hamleleri yapmak için Mike’ın görüşlerine

Dosya39 (Case 39)

Yönetmen: Christian Alvart Senaryo: Ray Wright Oyuncular: Renée Zellweger, Jodelle Ferland, Ian McShane, Bradley Cooper Gösterim Tarihi: 18 Eylül Konu: Aile hizmetleri dairesi memuru Emily, pek çok şey görmüş geçirmiş olduğunu düşündüğü sırada, 10 yaşındaki Lilith, onun en yeni ve en gizemli vakası haline gelir. Anne-babası Lilith’i öldürmeye çalıştığında, Emily’nin en çok korktuğu şey doğrulanmış olur. Emily, Lilith’i kurtarır ve uygun bir bakıcı aile denk gelene kadar onu yanına almaya karar verir. Esas dehşet de o zaman başlar… 09/09


Evde Hatunla İzlenebilecek Filmler

Fırat Sayıcı

BİR ALIŞVERİŞKOLİĞİN İTİRAFLARI (CONFESSIONS OF A SHOPAHOLIC) TIGLON (2009) Yönetmen: P.J. Hogan Oyuncular: Isla Fisher, Hugh Dancy, Krysten Ritter, Joan Cusack, John Goodman

finans dergisindeki herkesten gizlemeye çalışır; gizlemek zorundadır. Geçmişinin geleceğini mahvetmemesi için olağanüstü bir çaba harcamak zorunda kalacaktır.

Rebecca Bloomwood, New York’un ışıltılı dünyasında yaşayan, neşe dolu bir genç kızdır. Alışveriş konusunda çok başarılıdır, hatta belki biraz fazla başarılıdır. Çok sevdiği, her sayısını ilgiyle izlediği bir moda dergisinde çalışma hayalleri kurmaktadır. Ancak derginin yayınevinin kapısından içeri adım atmayı bile başaramaz. Sonunda aynı şirketin yayınladığı bir finans ve ekonomi dergisinde okurlara az parayla çok alışveriş temalı (hesaplı alışveriş üzerine tavsiyeler veren) köşe yazılarını yazma işini eline geçirmeyi başarır. Hayalleri teker teker gerçek olmaya başlamıştır ama bir sorun vardır. Kendisi iflah olmaz derecede sıkı bir alışverişkoliktir. Bu zaafını / hastalığını

Wingman der ki; aslında hiçbir erkeğin tek başına izlemeye katlanamayacağı bir film. Ama kız arkadaşınızın gözüne girmek, sapına kadar bir kadın filmini onunla birlikte izleme inceliğini gösterdiğinizi ona kanıtlamak isterseniz, bu filmle hedefi tam 12’den vurursunuz.Yeter ki sevgiliniz bu filmden sonra gaza gelip, sizinle birlikte alışverişe çıkmak istemesin…

HİROŞİMA SEVGİLİM (HIROSHIMA MON AMOUR) AS SANAT (1959) Yönetmen: Alain Resnais Oyuncular: Emmanuelle Riva, Eiji Okada, Stella Dassas, Pierre Barbaud

rağmen birbirlerine aşık olurlar. Eiji, Emmanuelle’nin kısa zaman içinde ülkesi olan Fransa’ya döneceğini öğrenince, Hiroşima’da onunla kalması için uğraşır, onu ikna etmeye çalışır. Ancak Emanuelle, İkinci Dünya Savaşı sırasında aşık olduğu Alman askerini hatırlar. Anılar ve unutulanlar üzerine etkileyici bir başyapıt.

“Hiroşima Sevgilim” filmi sinema tarihinde üç açıdan önemli sayılır: Fransız Yeni Dalga Akımı’nın öncü filmlerinden biri olması, zamanın sinemasal anlatımına bir yenilik getirmesi ve insanlık tarihindeki en büyük ayıplardan biri olan Hiroşima’ya atılan atom bombasının konu edilmesi. Film 1959 yılında geçer. Hiroşima’ya atılan atom bombasının ardından barışla ilgili çekilen bir filmde oynayan Emmanuelle Riva, Hiroşima’da kalan son iki gecesini barda tanıştığı Eiji Okada ile geçirir. İkisinin de mutlu bir evlilikleri olmasına

Wingman der ki; bir aşk filmi olarak kız arkadaşınızı, politik ve savaş karşıtı tavrıyla da sizi vuracak bu film, aynı zamanda dünya sinemasının önemli filmlerinden biri. Özellikle yeni çıkmaya başladığınız bir kıza bu filmle hava atabilirsiniz.

09/09

108


Evde Hatunla İzlenemeyecek Filmler ULUSLAR ARASI (INTERNATIONAL) SONY PICTURES HOME ENTERTAINMENT (2009) Yönetmen: Tom Tykwer Oyuncular: Clive Owen, Naomi Watts, Armin MuellerStahl, Ulrich Thomsen Lois Sallinger adlı bir Interpol ajanı, Manhattan Savcı Yardımcısı ile birlikte, kirli işler çeviren ve tüm dünyada operasyonlar yürüten bir bankanın peşine düşer. Bankanın kirli işlerini açığa çıkarma konusunda kararlı olan Sallinger, bu amaçla New York, Berlin ve Milan’da devam eden ve onu İstanbul’a kadar getiren bir takibe başlar. Global bir örgütlenme ile karşı karşıya olduğunu farkeden Salinger, hedefinin dünya çapında terör ve savaşa kaynak sağlamak için cinayeti dahi göze alabileceğini fark ederek hayatını büyük bir tehlikeye atar. Tom Tykwer’ın yönettiği filmin 2008 yazında Almanya’da

KANUN BENİM (APPALOOSA) TIGLON (2008) Yönetmen: Ed Harris Oyuncular:Viggo Mortensen, Ed Harris, Renée Zellweger, Jeremy Irons Aktör Ed Harris’in ikinci yönetmenlik denemesi olan filmde, Kanunsuz bir kasabaya adalet getirmek için kiralanan bir grup arkadaşın öyküsünün anlatıldığı Robert B. Parker’ın aynı adlı öyküsünden beyazperdeye uyarlandı. Filmde iki profesyonel kovboy olan Virgil Cole ve Everett Hitch, Appaloosa isimli bir kasabaya vardıklarında, burada yaşayan halka Randall Bragg isimli bir çiftlik sahibinin zulüm ettiğine tanık olur. Randall Bragg kasabadaki toprakların gerçek sahibidir ve kasaba halkına eziyet etmektedir.

başlayan çekimleri, bir çok Avrupa Şehri ile İstanbul’da Süleymaniye Camii ve Yerebatan Sarnıcı’nın da yer aldığı tarihi mekanlarda gerçekleştirildi. Filmdeki düğümün çözüldüğü İstanbul sahnelerinde ünlü oyuncu Haluk Bilginer de rol aldı.

Wingman der ki; bir bölümü İstanbul’da geçen sıkı bir film olmasına rağmen, kız arkadaşınız yanınızdayken, ikinizin de tam olarak çözemeyeceği bir casus hikayesi. Üstelik Clive Owen gibi bir yakışıklıyla sık sık karşılaştırılmak istemezsiniz sanırız.

edemeyeceği modern kovboy filmlerinden biri. Entrika, silah, aksiyon… Hepsi bir arada. Sizin için dört dörtlük bir film şöleni olsa da, kız arkadaşınız film bitene dek, “İzleyecek başka film yok muydu?”, diye başınızın etini yiyebilir.

Wingman der ki; işte neredeyse hiçbir kızın tahammül 109

09/09


Koloni

Biz Türkler, biraz hassas bir toplumuz. Özellikle bir kavrama taktık mı takarız. Onun bahsinin geçtiği hiçbir esere, karşıt hiçbir düşünceyi dinlemeye tahammül edemeyiz. Ama aynı zamanda bizden bahseden her hangi bir eseri de sırf bu yüzden göklere çıkarabiliriz.Yok şu filmin bir kısmı Türkiye’de geçiyor, yok bu kitapta Türklerden bahsediliyor diye yapılan reklamlar genelde hedefi tam on ikiden vurur. Jean-Christophe Grangé’nin Kurtlar İmparatorluğu kitabıyla Türkiye’de kendine büyük bir okur kitlesi elde etmesinin en büyük sebeplerinden biri de bu olsa gerek. Zira ülkemizde daha önce basılan Grangé kitaplarından biri ve kanımca yazarın en iyi romanı olan Leyleklerin Uçuşu da bir o kadar ilgiyi hak ediyordu. Üst üste okuduğum Leyleklerin Uçuşu ve Kurtlar İmparatorluğu’nun ardından, karşımda, kafasında bir sürü tilkinin birbirine dolandığına emin olduğum bir yazar olduğunu anladım. “Akıllara durgunluk veren” klişesini alnının akıyla taşıyabilen bir yazar Grangé. Mükemmel bir kurgu ile tempoyu hiç düşürmeden hikayesini anlatırken, her kitabının sonunda bir şaşkınlık yaşatmayı başarıyor. Diğer kitaplarının hiçbirinde o iki romanın tadını yakalayamasam da, Miserere’in Fransa’da basıldığını duyduğum andan itibaren heyecanla yeni kitabını beklemekteydim. Miserere nihayet Türkçeye çevrildi ve Koloni ismiyle yayınlandı. Tankut Gökçe’nin çevirisiyle yayınlanan roman tipik Grangé izlerini taşıyor. Mistik bir konu, genç polis - yaşlı polis ortaklığı, kahramanlarımızın hikayenin aslında ne kadar içinde olduğu soruları ve şaşırtıcı bir final... Emekli polis Kasdan ve uyuşturucu yüzünden açığa alınmış delifişek Volokine, klişeleri benim kadar sevenler için olabilecek en ideal kahramanlar. Grangé’nin en sevdiğim özelliklerinden biri olan klasik polisiye gerilim kurallarına olan saygısı ise bu kitapta iyice kendini gösteriyor. Kaçak güreşmeyen bir yazar olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Benzerlerinin çoğu, okuru mantıksız da olsa beklenmedik bir 09/09

Kitap: Koloni Yazar: Jean-Christophe Grangé Çeviren: Tankut Gökçe Yayınevi: Doğan Kitap Zeynep Bonçe şekilde şok etme unsurunu temel alırken, Grangé’nin ipuçları, kendimizi keyifli bir bulmacanın içinde bulmamızı ve romanın bir parçası gibi hissetmemizi sağlıyor. Katili ya da önemli bir ayrıntıyı kahramandan önce tahmin etmesine izin vermek, bence okura sunulması gereken bir ayrıcalık. Kitapta yazarın bir Fransız olduğunu, gerçekleri bütün çıplaklığıyla, rahatsız edici bir şekilde ve kimi zamanda gereksiz yere anlatışından da hissedebiliyoruz. Kimi zaman bir De Sade kitabı okuyor hissine kapılabilirsiniz. İşkence, sadomazoşizm ve pedofili üzerine yapılan ayrıntılı tasvirler bazı yerlerde can sıkabiliyor. Koloni, Grangé’nin diğer kitapları gibi güzel bir satış rakamına ulaşır mı bilinmez. Ne yazık ki yazarın ülkemizde bu kadar sevilmesinin en büyük nedeni olarak saydığım toplumsal beğeni kriterimiz, bu kitabı yerin dibine sokmamıza da sebep olabilir. Zira kahramanımız Kasdan, satır aralarından anladığımız kadarıyla sözde “Ermeni soykırımının tanınması” konusuna takıntılı bir Ermeni. Romana sırf bu yüzden haksızlık yapabilecek bir okur kitlesinin var olduğunu düşünmek her ne kadar üzücü olsa da, öyle bir kitle olduğunu da kabul etmek gerekir. Birkaç bölüm okuduktan sonra, Kasdan’ın Ermeni sıfatının yoğun biçimde vurgulandığını fark edince, bunun bilinçli ve siyasi bir hareket olduğunu düşünüp kitabı kapatacak okurlar maalesef olabilir. Oysa ki Grangé’nin bu konuda da çok geçerli bir sebebi olduğunu ancak romanın sonunda anlıyoruz. Gerek temposu, gerek konusuyla bir solukta okunan bir roman Koloni. Bana göre Kurtlar İmparatorluğu ve Leyleklerin Uçuşu’nu tahtından edemese de, heyecan dolu bir roman. 110


Arka KAPAK

The Lost Symbol

Dan Brown’ın merakla beklenen son romanı The Lost Symbol’ın İngilizce baskısı bu ayın 15’inde yayınlanıyor. Da Vinci Şifresi ile Melekler ve Şeytanlar’ın kahramanı Robert Langdon’ın başından geçen hikaye, yazarın beş yıllık araştırmaları sonucunda ortaya çıkmış. Umarız Türkçesi için çok beklemek zorunda kalmayız.

Bir Kara Derin Ölüm

Çağdaş Türk öykücülüğünün öncülerinden Nezihe Meriç hayatını kaybetti. Bir süre Dost Yayınları’nın ve Dost Dergisi’nin yönetiminde de yer alan Meriç, çocuklar için yazdığı kitaplarıyla da çocuk edebiyatının önemli isimlerinden biri oldu. Eserleriyle birçok ödül kazanan Meriç 84 yaşındaydı.

Everest’ten Çizgi Üstü Kitaplar Everest Yayınları, Shakespeare’in unutulmaz eserlerini, bir kez de Japon esintili Manga çizgilerle günümüz okurlarının beğenisine sunuyor. Raflarda yerini alan “Hamlet” ile “Romeo ve Juliet”in ardından, hazırlanmakta olan III. Richard, Fırtına, Macbeth’i de dört gözle bekliyoruz.

111

Kaçak Avı

Britanya istihbaratının first lady’si Stella Rimington’dan sürükleyici bir Liz Carlyle serüveni, olan Kaçak Avı Yapı Kredi / Meridyen Yayınları tarafından yayınlandı. Stella Rimington’un otuz yıllık gizli servis deneyiminden süzdüğü bu çağdaş casusluk romanını kaçırmayın.

Hem ödüllü hem davalı CinSel Kitaplar Sel Yayıncılık tarafından yayınlanan CinSel kitaplar serisinin ilk üç kitabına açılan davanın duruşması bu ay görülecek. Dava gerekçeleri olarak, cinsel organların isimlerinin geçmesi, lezbiyen ilişkiden bahsedilmesi ve ailecek okunamayacağı gibi değerlendirmeler bulunuyor. 2000 yılında De Sade’a kavuştuğumuza sevinip ilerleme kaydettiğimizi düşünürken, bu dava ile geriye kocaman bir adım attığımız aşikar. .

09/09


Mert Caner

Julian Plenti... Is Skyscraper

Joy Division’ın var olduğu 4 yıllık dönemde yayınladığı iki albüm ile yarattığı sersemletici etki ve grubun şarkı sözü yazarı vokalisti Ian Curtis’in henüz 23 yaşındayken intihar ile kısa ve depresif yaşamını sona erdirmiş olması, müzik tarihinin en trajik “gerçek” hikayelerinden biri olarak hala güncelliğini koruyor. En son 2007 yılında Anton Courbijn’in çektiği “Control” adlı filmde hayatını izleme şansı bulduğumuz Ian Curtis ve yayınladığı 2 albüm ile dönemin müziğini ciddi biçimde etkileyen ve hatta yeni bir akım yaratan Joy Division’ın yerinin başka bir müzik grubu tarafından doldurulup doldurulamayacağı ise yakın döneme kadar halen tartışılan bir konuydu. 2002’de bu soruya bazı çekincelere sahip olmakla birlikte “Joy Division’ın bıraktığı ve yaratmaya çalıştığı izleri daha ileriye taşıyacak bir müzik grubu var.” diyebileceğimiz bir isim vardı karşımızda: Interpol 1998’de kuruldu. Birkaç Ep denemesinin ardından 2002 yılında “Turn on the bright lights” adlı ilk albümünü yayınlayan Interpol, NME, Pitchfork, Drowned In Sound gibi önemli müzik yayınları ve internet sitelerinden iyi kritikler alıp, 300.000 kopya satan ilk albüm ile birlikte artık çok daha merak uyandıran bir grup haline geldi. 2004 yılında yayınladıkları “Antics” adlı ikinci albümü tipik bir şekilde ilk albüm ile kıyaslandı ve kimileri için nispeten daha pop öğeler barındıran “Antics”, ilk albümdeki Joy Division tınısından uzaklaştığı için beğenilmezken kimileri için ise post-punk akımında yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edildi. Sözler dahilinde hemen hemen aynı çizgide kalmış olsa da Interpol’ün müziği artık daha kolay dinlenebiliyordu ve belki de buna bağlı olarak Interpol hem dinleyici sayısını, hem de artık hayatımızın sıradan bir parçası olan dijital müzik tüketimine karşın “Antics” ile 350.000 kopya satmayı başardı. 2006 yılında Matador Records’dan Capitol Records’a transfer 09/09

olan grup, 2007 yılında üçüncü ve son albümleri “Our Love To Admire”ı yayınladı ve albüm yine o yıl bir çok “En iyi 50 albüm” listesinde zirveye oynayan albümler arasında yer aldı. 6 Mart 2009 tarihinde resmi internet sitelerinden yaptıkları duyuruya göre ise Interpol elemanları dördüncü stüdyo albümleri için çalışmalarını halen sürdürüyor. Interpol’den yeni bir kayıt beklerken, bir anda grubun “frontman”i yeni dönemin Ian Curtis’i olarak görülen Paul Banks, bazıları 10 senelik olan 11 adet -bizim için yeni- şarkıyı Julian Plenti takma adıyla 4 Ağustos 2009 tarihinde Interpol’ün eski plak şirketi Matador Records’dan yayınlandı. Paul Banks 20 yaşından beri Interpol ile birlikte geniş bir kitle tarafından takip ediliyor ve artık 31 yaşında. Buna bağlı olarak kendisiyle birlikte, müziğindeki olgunlaşma sürecine de tanık olduğumuz Banks’in, solo albümünde “Games For Days” gibi Interpol’ün sarhoş eden “gümbürtüsüne” yakın bir şarkıya yer vermiş olsa da genel itibariyle Interpol’e kıyasla daha “sakin kalmayı” seçtiği ve daha az depresif bir havada olduğu söylenebilir. Daha önce tesadüfi bir şekilde Banks’in Interpol’ün müziğine garip bir zıtlık içinde hip-hop sevdiğini öğrendikten sonra, müzik faşizminden değil ancak Interpol ile yaptıklarını ve kafamdaki Interpol müziği imajını zedeleyebileceğinden ötürü “Acaba bir hip-hop albümü yapar mı?” tedirginliğini bana yaşatmış olsa da, Paul Banks nam-ı diğer Julian Plenti, bulunduğu sulardan fazla açılmamış ve biraz daha soft bir Interpol tınısı ile geri dönmüş diyebiliriz. “Only If You Run” ile alışılagelmiş Interpol’ün sarsıcı gümbürtüsünden uzak bir başlangıç yapan albüm, “Evil”vari bir akılda kalıcılığa sahip “Fun That We Have” ile devam ederken 112


“Skyscraper” ile dinleyiciyi neredeyse ilk albümdeki “Hands Away”e geri döndürüyor. Henüz açıklanmasa da Bay Plenti’nin Jimmy Fellon’ın Late Night Show’unda çaldığı “Games For Days”, albümün ilk single’ı ve en tempolu şarkısı olarak dikkat çekerken, “Madrid Song” Banks’in İspanya’da geçirdiği dönemlerine bir gönderme niteliği taşıyor. “No Chance Survival”, “Unwind” ve “Girl On The Sporting News” ile albüm, güzel bir üçlüyü arka arkaya dizmiş olsa da iyice yavaşlayarak “On The Esplanade”, “Fly As You Might” ve “H” ile malesef biraz düşüşe geçiyor ve bu sebeple de albümün ortalamanın biraz üzerinde kalmaktan öteye gidememesine neden oluyor. Bu dalgalanmadan, yer yer hitler içerse de, geneli için “vasat üzeri” denebilecek durumdan ve Banks’den her daim beklentileri

çok yüksek olmasından dolayı Pitchfork, Drownded In Sound ve Spin bu kez Interpol albümlerine verdiği kritik puanlarının 2-3 puan aşağısında hemen hemen 10/6.5 ya da 5/3.5 notu ile değerlendirdi. Buna karşın Interpol sevenler ve 4.albümlerinin kaydı yapılıncaya kadar Banks’in sesinden mahrum kalmak istemeyenler ya da daha önce hiç Interpol dinlememiş olan ve yeni bir şeyler dinlemek konusunda arayış içinde olanlar adına “Julian Plenti... Is Skyscraper” belki bir başucu albümü olamayacak (Zira böyle “başucu albümü” diyebileceğimiz çok fazla materyal ile karşılaşamıyoruz son yıllarda) ancak “Yeni başlayanlar için Interpol” ve “Zor tüketilebilir albüm arayışında olanlar” için ideal bir seçim.

Not : Albüm Türkiye’de yayınlanmıyor ancak internet üzerinden mp3’lerini satın almak mümkün. Fikir sahibi olmak için hangi mp3’leri seçmeliyim diyenler için, yazıda yeterince tüyo verdiğimi düşünmekle birlikte tekrar hatırlatmak gerekirse öncelikli seçimler bana göre “Fun That We Have”, “Games For Days” ve “No Chance Survival” olabilir. Herkese keyifli dinletiler...

113

09/09


le r e b ha

r

ü albümüzik ” s t i M st h mi gin, reate009’da E ike A Vir Hung g “ k l , i ’nın ylül 2 cak. L oove a onna ion 22 E a sunula The Gr dy, La Isl d a M brat Into asay ybo apa f, Cele tiyle piyrial Girl, rry, Ever rozen, P Yoursel e s F e o etik ic, Mat ight, S rotica, Expres r Mus Ray Of L y Star, E Prayer, parçanındare ede i Up, ita, Luck h, Like A de yeni e daha Bon ’t Preac p ve iki ı bir sür Don ss You U ranların Dre nna hay o Mad m ü b l ua nduğ or. bulu görünüy gibi

n o i t a r Celeb

zel mek Ö n a z it Rama de konseerçeegneği yrdoekn. David Halfgott İstanbul’da parlayacak.

Dünyanın en önemli piyanistlerinden biri kabul edilen ve hayatı Oscar ödüllü Shine isimli filme konu olan David Helfgott’un İstanbul’da vereceği konser, 12 Eylül 2009’da Aya İrini Müzesi Topkapı Sarayı 1. Avlu’da gerçekleşecek. Sakın kaçırmayın!

s e mi pek nlikl y ille Bu a enlerin pan etki natçı Sa e istey öze çar i asıllı sa Harbiy En g de Azer Eylül`de hava l biri f ’un 4 zlu Açık an`a öze u z s u Yu il Top Rama Cem esi`nde nser. Sahn ceği ko vere

Her Şey Değişir

Pasaj Müzik, “Her Şey Değişir” adlı single için üç farklı tarzın başarılı yorumcularını bir araya getirdi. Popüler müziğin sevilen sesi Özcan Deniz, alternatif müziğin renkli ismi Pamela ve rap’in yükselen yıldızı Fuat, “Her Şey Değişir” isimli şarkı için iki aydır yoğun bir tempoda çalıştılar ve beklenen single müzik marketlerde yerini aldı. 09/09

114


Skor

Deniz Kocaman

Track and Tits 2009 Dünya Atletizm Şampiyonası, dedikoduları, rekorları ve mucize atletleri ile akıllara kazındı. En büyük tartışma Caster Semenya’nın kız mı erkek mi olduğu üzerine çıktı. Bunun en büyük sebebi, Semenya’nın rakiplerine fark atarak rahatça kazandığı yarışlardan ziyade, görüntüsünün de bir erkeği andırması. Peki hep böyle midir? Tartan pistin dişileri hep erkeksi mi görünür? Listemize bakıp siz karar verin.

Blanca Vlasiç Amy Acuff Biraz eskiye gidelim. Bu güzelimiz 1975 doğumlu Amerikalı yüksek atlamacı. Gençliğimizin TRT 3 güzellerinden kendisi...

1983 doğumlu yüksek atlamacı, 1.93’lük insan... Hırvatistan ve çevresi toprakların yetiştirdiği birçok güzelden biri. Diğer güzellerimize göre çok daha cana yakın olduğunu da belirtmek gerek.

Allyson Stokke Amerikalı sırıkla yüksek atlamacı kontenjanından genç ve güzel bir sporcu sokuyoruz listemize. Allyson Stokke’un hobisinin sırıkla striptiz dansı yapmak olduğunu da belirtiriz. Daha seksi ne olabilir ki?

Leryn Franco

Cirit atar kendisi. Saygı ı duyulası bir atlettir. Başar ı mı? Kournikova’dan başar bekliyor muyduk ki? 115

09/09


Call of Juarez:

Bound in

Ai Erkin Kaya

ile bilgisayar kültürü

09/09

all of Juarez: Bound in Blood Önce hafif bir rüzgar eser, bir saman balyası çölleşmiş topraklarda yuvarlanarak tozun içerisinde kaybolur. Yavaş adımlarla gelen atlılar belirir. Hepsi pislik içersindedir. Kirli sakallı bu adamlar tekin görünmemektedir. Birisinin yüzünde göze batan ve de battığı anda rahatsız eden bir façası vardır. Bir diğeri ise tüten çiğnemektedir. Kameraya boş boş bakıp atının sağ tarafına doğru eğilip yere tükürür. O anda simsiyah dişleri belirir. Doğrulur ve ağzını koluna siler. Sonuncusu ise diğerlerinden çok daha gençtir ama diğerleri gibi iç güzelliği yüzüne yansımıştır. Tenekeden yapılmış leğenindeki çamaşırları asmakta olan kadın atlıları fark eder. Al al olmuş yanaklarının birden rengi atar. Leğeni olduğu gibi yere bırakır. Endişeli bir ses tonuyla ‘’John!’’ diye bağırır. John 9 yaşındaki oğludur. John’a annesi birçok kez bağırmıştır. Ama John bu seferkinin farklı olduğunu hissetmiştir. Birden kollarını açmış ve ona doğru gelmekte olan annesine doğru hareketlenir. Sanki sarışın kadının endişesi bulaşıcıdır. Kasaba halkı gelen bu atlılardan rahatsız olmuştur. Herkes evlerine kaçmakta, camı çerçeveyi kapatmaktadır. Sanki bir fırtına yaklaşmaktadır. Bomboş olan sokaklardaki sessizliği derinden gelen bir piyano sesi yırtmaktadır. Atlılar piyano sesini takip edercesine Kapısında “Saloon”

116


Blood yazan binaya varırlar ve atlarında inerler. Saloon’un çift yön menteşeli kapısından yavaşa girerler. Bu arada kamera sola kayarak kapının yanındaki karakalem çizilmiş portrelere odaklanır. Bu portreler atlıları andırmaktadır. Piyano sesi kesilir. Saloon’da ortam buz keser, barda oturup içkilerinde ilk yudumları alan yabancılar bara giren üç kişiyi görür. Saçları beyazlamış, deri kolsuz ceketinde, kalbinin tam üstünde, altın gibi parlayan yıldız taşıyan yaşlı adam bir elini belindeki silaha dayayarak yabancılara kararlı ama sakin bir sesle “Sizi kasabamda istemiyorum.” der. Bunlar yaşlı adamın son sözleri olur. Klişe bir vahşi batı filmi gibi duran bu hikaye aklıma geliverdi. Bizim sinema yapımlarında çizgi filmlerden veyahut çizgi romanlardan tanıdığımız kovboylar ve kanunsuz Vahşi Batı kültürü birçok yapıma ilham vermiştir. Kovboyların antikahraman duruşlarını herkes gibi ben de severim. Sanıyorum bizlerin Western’e olan ilgisi DNA’mızda kayıtlı olan meşhur Türk üçlemesi; at, avrat ve silah’tan kaynaklanmakta. Birçok Türk yapımına da konu olan Vahşi Batı kültürüne olan ilgimizi halen korumaktayız (bkz.Yahşi Batı / Cem Yılmaz). Sanat çevrelerine bu denli ilham kaynağı olan Western’e ne yazık ki oyun endüstrisi Fransız kalmıştır. Bugün sizlere bahsedeceğim yapım bu yönüyle rakipsiz. PC oyun tarihi boyunca iki elin parmaklarını geçmeyecek Western oyun yapılmıştır. Konsollar daha yeni olduğundan varın durumu siz düşünün. Programcıların ve de dağıtım firmalarının bu konuya olan

117

ilgisizliği benim pek de anlayamadığım bir konu. Bu ay sizlerle paylaşacağım “Call of Juarez: Bound in Blood” bugüne kadar benim oynadığım en iyi Western konulu oyun. Polonyalı Techland’in geliştirip, Ubisoft’un dağıtımcılığını üstlendiği, Call of Juarez: Bound in Blood, 30 Haziran tarihinde PC ve konsollara cıktı.Yapım, aynı firmaların 2007 senesinde pazara sunduğu Call of Juarez oyununun öncesinde geçiyor ve de hikayeyi tamamlıyor. İlk yapımda olduğu gibi McCall kardeşlerin maceraları anlatılıyor. Birinci kişi aksiyon (1st Person Action) türündeki yapım 1860 yıllarında Amerikan İç Savaşı’nın kıtayı kan gölüne çevirdiği yıllara uzanıyor. İnanılmaz sürükleyici senaryosuyla insanı içine çeken oyun Vahşi Batı temasının çok başarılı bir şekilde kulanmış. Senaryoya kısaca değinelim. İç Savaş yılları, McCall kardeşlerden büyüğü ve ortancası olan, Ray ve Thomas konfederasyon saflarında,Yankee’lerle savaşmaktadır. (Kısa tarih bilgisi:Yankee sözü Kuzey eyaletlerinin oluşturduğu Birleşmiş Eyaletler Ordusu için kullanılır. İç Savaş’ta galibiyeti kazanan Yankee’ler günümüz ABD’sine ismini vermiştir). McCall kardeşler, cephedeyken Yankee’lerin çiftliklerine yaklaştıklarını duyarlar. Annelerini ve topraklarını Yankee’lerden korumak için ordudan kaçıp, çiftliklerine giderler. Ne yazık ki geç kalmışlardır. Anneleri ölmüş, toprakları Birleşmiş Eyaletler güçlerince ele geçirilmiştir. McCall kardeşlerin küçüğü Peder William ne topraklarını, ne de annesini koruyabilmiştir. Küçük kardeşlerini de yanlarına

09/09


alan McCall kardeşler dünyada dımdızlak kalmıştır.Yeniden topraklarını kazanmaya yemin eden üç kardeş Vahşi Batı’nın kanunsuz dünyasına dalar. Zamanla Thomas ve Ray birer kanunsuz hazine avcısına dönüşür. Altın ve şöhret peşindeki McCall’lar Meksikalı bir haydut çetesi lideri olan Juan’la karşılaşırlar. Apaçi yerlilerinin sakladıklarına inandıkları bir hazineyi ele geçirmek için Juan’la anlaşan Thomas ve Ray kardeşlerin arasına Juan’nın sevgilisi Marisa girecektir. Kardeşlerden Ray ve Thomas oyuncunun yönetebileceği karakterler olarak asıl şovu ortay koyuyorlar. Küçük kardeş William ise bölüm aralarında hikayeyi anlatıyor. Ray ve Thomas farklı oynanabilirlikler sunuyor. Ray’in silah tercihi revolverler. Çift tabanca kullanabilen Ray aynı zamanda dinamit taşıyor. Thomas’a göre daha güçlü olan asabi kardeş Ray, küçük kardeşine göre daha fazla acıya da dayanabiliyor. Ray gücü sayesinde senaryoda birkaç yerde karşılaşılan mitralyöz topunu kurulduğu yerden alıp taşıyarak korkunç hasarlar verebiliyor. Thomas ise tüfeklerde usta. Thomas yeleğinde taşıdığı küçük bıçaklarla kısa mesafede düşmanlarını sessiz bir şekilde öldürebiliyor. Ok da kullanabilen Thomas yanında bir kement taşıyor. Bu sayede kardeşi Ray’in ulaşmayacağı yerlere çıkabiliyor. Aynı zamanda Thomas, Ray’den biraz daha hızlı hareket ediyor. Görevlerin başında oyuncuya Thomas veya Ray’den birini seçme şansı veriliyor. Lakin bazı bölümlerde bu şans tanınmıyor ve senaryo icabı kardeşlerden birini yönetiyoruz. Oyunda kardeşler hep beraber ilerliyor. Kardeşinizden ayrılmak, geride kalmak

09/09

veyahut kardeşinizin ölmesi, bölüme en son Save noktasından başlamanıza neden oluyor. Oyundaki iki bölümde ise yaptığımız seçim sonucu kardeşler birbirinden ayrılıp farklı rotalardan ilerliyor, ama sonunda birbirlerin buluyorlar. Örnek vermek gerekirse bir köprü yıkılıyor ve yol kapanıyor. Thomas kementiyle dağ yamacındaki bir taşa tutunarak, kendini yukarı çekiyor. Ray ise eski dostu dinamitler yardımı ile yakınlarda bulunan terk edilmiş bir madene giriyor. Eğer bölümün başında Ray’i seçmişseniz madenden, Thomas’ı seçmişseniz dağ yolundan ilerliyorsunuz. Sonunda köprünün diğer tarafında buluşuyorlar. Oyun içindeki bu birliktelik komik diyaloglarına da beraberinde getiriyor. Sürekli birbirlerine laf atan ikili, oyunla etkileşimli şekilde muhabbet ediyor, geyik çeviriyor. Mesela; yaptıkları atışlar karavana olunca birbirleriyle dalga geçiyorlar. Karakterlerin abi-kardeş oluşu, diyaloglara çok ustaca işlenmiş. Bu iki sert adam aslında birbirlerine çok bağlılar. Ray’in asabi olduğundan bahsetmiştim. Thomas’ı yönettiğiniz zamanlarda Ray’in sinirine yenilip elinde dinamitle kalabalığın içine daldığını görüyorsunuz. Tüfeğimizi çıkarıp ölmeye hevesli Ray’in hevesini kursağında bırakmaya çalışıyoruz. Karakterlerin kişiliklerinin oyuna yansıtılması, büyük bir derinlik katıyor. Zamanla oyuncu, bir kardeşe kendini daha yakın hissediyor ve sürekli onu seçmeye başlıyor. Mesela ben “cool” bir keskin nişancı ve güçlü olmasa da çevik olan Thomas’ı daha çok seçtiğimi fark ettim. Genelde bakıldığında birbirinden aşağı kalmayan McCall kardeşlerin farklılaştırılarak, oyuncuya farklı

118


Silahlar dört kalite seviyesiyle kendi içinde ayrılıyor. Zamanla silah satıcıları bu daha kaliteli silahları satar hale geliyor. Silahları öldürdüğünüz düşmanlardan da sağlayabiliyorsunuz. Ama genelde onlardan düşen silahlar kalitesiz oluyor. Oyunda yedi çeşit tabanca, iki çeşit pompalı tüfek, iki adet de yivli tüfek var.Yivli tüfeğin biri, dürbünlü. Tabi her silah dört ayrı kalitede geliyor. Silahların verdiği hasar, ateş etme hızı, taşıyabildiği mermi adedi gibi bilgiler oyunda veriliyor. Silahlar birbirinden farklı kılınmış. Böylece sadece görselliğin dışında oyun stilleri sunulması bence oyunun en büyük başarılarından işlevsel açıdan da farklı bir eğlence sunuyor. Bunlar dışında biri. Kardeşler arasındaki seçiminiz, araya Juan’ın sevgilisi karakterlerin kendilerine özel silahları da (Ray’in dinamitleri, Marisa girince çok daha dramatik bir hal alıyor. Oyunda Thomas’ın bıçakları gibi) parayla alınabiliyor. Oyunda iki “concentration mode” adında bir özel atağınız var. Peş kardeşin beraber ilerlendiğini belirmiştim. Oyun esnasında peşe altı düşman öldürdüğünüzde (altı patlar muhabbeti) ikilini yardımlaşması gereken anlarda oluyor mesela. Thomas, kısa bir süreliğine bu özel atağı yapma şansı veriliyor. Bir Ray’in tırmanamadığı bir çatıya çıkıp, Ray’in elinden tutup nevi gaza gelme diyelim. Kardeşler arasındaki fark burada yukarı çekiyor.Veyahut bir kapının iki yanına duran kardeşler da kendini gösteriyor. Atak esnasında bir kaç saniyeliğine kapıyı tekmeyle açıp aynı anda içeriyi savaş alanına çeviriyor. zaman yavaşlayıp oyuncuya özel kontroller veriliyor. Ray çift Böyle güzel ayrıntıların oyunda olması oyunun kendini tekrar tabancasını çekip ekrandaki fareyle oyuncunun işaretlediği etmesini engelliyor. Oynanışla ilgili son olarak değineceğim hedeflere mermi yağdırırken, Thomas hedefleri kendisi ayrıntı da, oyundaki bölüm sonu Patron (Boss) Savaşları. otomatik seçiyor ama tek tabanca ile takılıyor. Oyunda Düello şeklinde yapılan bu karşılaşmalar hem zevkli, hem küçük de olsa bir ekonomi sistemi mevcut. Öldürdüğünüz de zor. Düelloda, patron düşmanlarla teke tek kalıyorsunuz. düşmanlardan para kalabiliyor. Bitirilen bazı görevlerde Kamera sizin bel seviyenizden düşmanınıza bakıyor. Çan sesi de para ödülü var. Bu parayla oyunda karşınıza çıkan silah gelene kadar ateş edilmiyor. Çan sesi geldiğinde düşmandan tüccarlarından silah ve mühimmat alıyoruz. Oyunda türlü silah önce silahı çekip onu vurmanız gerekiyor. İnanılmaz yaratıcı mevcut Bu silahlar senaryonun geçtiği zamana uygun silahlar. bulduğum, bu oynanış oyuna çok başarılı aktarılmış. Oyunda

119

09/09


ata binmek de atlanmamış. Bazı bölümlerde at üstünde gidiyoruz, hatta at üstünde savaşıyoruz. Bazı bölümler arasında oyuncu serbest bırakılıyor. Senaryoya devam etmek veya yakındaki silah satıcısının duvarına asılı olan kelle avcılığı, bir konvoyun korunması veya kaçırılan bir köylünün kurtarılması gibi görevleri yapma şansı veriliyor. Bu bölümlerde tamamıyla açık alanlarda atlarla dolaşarak oynuyoruz. Bu tip görevleri kardeşimizden ayrı, yalnız yapıyoruz ve de görev bitimde para kazanıyoruz. Böyle güzel Western klişelerinin oyuna bu denli başarılı aktarılışı karşısında şapka çıkarmamak elde değil. Gelelim teknik konulara. Okuyucum bilir, ben bilgisayarı gereksiz yere kasan oyunları pek tutmuyorum. Eğer bilgisayarı kasılacaksa da ekranda “oha” dedirtecek bir şeyler görmek istiyorum. Call of Juarez beni konuda fazlasıyla memnun etti. Çeşitli sistemlerde denediğim oyun Ati 4650 gibi oldukça ucuz, günümüze göre giriş seviyesi sayılabilecek ekran kartıyla bile 1680*1050 full detay oynanabiliyor. Böyle dedim diye grafiklerin kötü olduğu anlaşılmasın, masalsı anlatıma uygun kaliteli görselleri görünce verilen emeğe insan saygı duyuyor. Anlaşılacağı üzerine oyun dizüstü cihazlarda da oynanabilir. Oyundaki karakter seslendirmeleri benden 10 üstünde 10 alıyor. Menüler arası sunum gene artistik kaygılarla yapılmış. Genel olarak bakıldığında çok başarılı bir programlama, oyunun başından sonuna hissediliyor. Call of Juarez: Bound in Blood tam bir serüven. Senaryosu ile zaten rakipsiz olan oyun oynanışa getirilen birçok yenilik, Vahşi Batı konsepti ve McCall kardeşlerle bir koleksiyon parçası haline geliyor. Düşük sistem gereksinimi de kreması gibi. Peki, oyunda eksik yok mu? Tabi ki var.Yapay zeka ne yazık ki kendini tekrarlıyor, ama oyundaki genel kaliteyi aşağı çektiğini söyleyemem. Özenle hazırlanmış bir oyun olan Call of Juarez, aksiyon ve özelikle Western meraklılarının kaçırmaması gereken bir yapım.

09/09

Windows 7’nin e Bilgisayarlarımızda türlü bileşenler var. Her biri ayrı programlama tipine sahip olan bileşenlerin beraber kodlanabilmesi veya beraber çalıştırılabilmesi için hepsi için ortak bir yazım diline ihtiyaç duyar. Basitçe anlatmak gerekirse, Ekran kartı Türkçe, ses kartı Almanca konuşsun. Siz eğer bu lisanlarda konuşmazsanız bileşenler sizi anlamayacak ve suratınıza bön bön bakacaktır. Aynı ortamı paylaşıp ayrı lisanlarda iş yapmaya çalışmak, hem karışıklık çıkarır, hem de üretkenliği düşürür. Bu gibi durumlarda bir tane mütercim tercümana ihtiyaç duyulur. Bu tercüman kapıda bekler içeriye giren insanların derdine göre ilgili birime, kendi lisanlarında durumu anlatıp adamı odalarına yönlendirir. Windows İşletim Sistemlerinde mültimedya, ses ve video işlemleri konusunda görev yapan mütercim tercümanın adı Directx (Dx). Bu arkadaş ortama ayar veren muhteremdir. Windows 95 ile beraber hayatımıza giren Directx aslında bir kod kütüphanesi. İçerisinde ses, grafik vb. uygulamalar için kullanılabilecek kodlar mevcut. Eğer işleyeceğimiz veri bu kodlara uygun programlanmışsa bir önceki paragrafta belirttiğim lisan problemleri ortadan kalkıyor ve bilgiler ulaşması gereken yere Directx yardımıyla varıyor. Bugün bilgisayarımızla foto realist kalitede üç boyutlu grafikler, çevresel ses efektleri ve yüksek tanımlı videolar işleyebiliyoruz. Teknolojideki gelişmeye paralel olarak Directx de gelişiyor. Windows Vista ile 10 numaralı versiyonuna yükseltilen Dx, Windows 7 ile kendini yenileyerek 11 versiyonuna yükseltiliyor. Bilgisayar deneyimimizi daha üst bir noktaya çekecek olan Dx11 birçok yenilik ve iyileştirme getirecek ve sistem verimini artıracak. Bilirsiniz, benim gibi meraklılar, bilgisayarlarda ekran kartına

120


ekürisi Directx 11

önem verir ve buna ciddi bir meblağ harcar. Nedeni açıktır. Daha hızlı oyunlar, daha güzel grafikler, daha akıcı bir oyun deneyimi. Ama oyun dışında bakıldığında bu güçlü ekran kartları pek bir işe yaramaz. Artık bu değişiyor. Dx 11 ile gelen ilk bomba “GPGPU” desteği. “General-purpose computing on graphics processing units” ya da Türkçesi ile “genel amaçlı bilginin grafik işlemcisiyle işlenmesi” teknolojisi Dx11’in önemli bir yeniliği. Böylece ekran kartlarımız sistem performansına, oyunlar ve video hızlandırma dışında da katkı sağlayacak, onlardan alınan verim artacak. İşlemci üzerindeki yükün ekran kartı ile paylaştırılması, genel sistem performansını gözle görülür derecede arttıracaktır. Diyebilirsiniz ki, “Benim ekran kartım sisteme gömülü veya güçsüz, bana ne kadar faydası olabilir ki?”. Eskiden hiçbir faydası yoktu, en azında şimdi çorbada tuzu bulunacak. Türkçe’de “mozaik döşeme” anlamına gelen “Tessellation” ise Dx11’le gelen yeni bir grafik işleme tekniği “Tessellation” sayesinde üç boyutlu uygulamalarda daha detaylı yüzeyler, daha az sistem yükü ile gerçekleştirilebilecek. Ağır bir matematik algoritmasına dayanan “Tessellation” tekniğini açarak sizleri sıkmak istemiyorum, ama üç boyut uygulamaları için çok büyük bir kolaylık olduğunu söyleyebilirim. Çoğumuzun bilgisayarında ister masaüstü ister dizüstü olsun iki veya daha fazla çekirdek taşıyan işlemciler var. Bu işlemciler yıllardır bizimle olmalarına rağmen halen verimli kullanılamıyorlar. Dx 11 ile gelen geliştirilmiş “multithreading “ sayesinde birden çok çekirdek içeren işlemcilerin performansı artacak. Bunlar Dx11 İle gelecek olan öne çıkan birkaç önemli özellik. Dikkatinizi çekmiştir, geneli verimlilikle ilgili. Çünkü günümüz

121

bilgisayarlarının en büyük problemi bu. Dx11, önümüzdeki ayın 22’sinde Windows 7 ile hayatımıza girecek mevcut sistemlerde performans kazanımları sağlayacak. İşin üzücü kısmı işe ne yazık ki Dx11 ne WinVista’ya, ne de WinXP’ye uğrayacak. Tekel konumundaki Microsoft’un bu tip politikaları, biz kullanıcıların ne kadar canını sıksa da elden bir şey gelmiyor. Directx 11 için Windows 7’ye terfi etmemiz gerekecek. En azından Microsoft’un korsanlığıyla ünlü ülkemizde orijinal ürün satmak için Windows 7’yi indirimli fiyattan satacağını belirtelim.

direct

11

09/09


Bunu saymay覺z yine bekleriz...


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.