kasım 2009
i
En SeksI
Kendi’nin
10
Pembe Dünyası
Sarı Bıyık
Cahit Kaşıkçılar
Rocker Hatun Sinema Terapisi
Kadın ve Grip Ülkeleri Karıştıran
7 Skandal ii
ii
Pilates delikanlıyı bozmaz!
ii
i
Güuven Erkin Erkal
Tiki’siyle Rocker’ıyla 90’lar
10.11.09
hexedit
hexedit
Wingman’le zaman makinesine binmeye ne dersiniz? Bu ay, Wingman ekibi olarak 90’larda bulduk kendimizi. Ortalık “90’larda çocuk olmak”, “90’larda genç olmak”, “90’larda emekli olmak”, “90’larda çay demlemek” gibi sloganlardan geçilmezken biz de 90’larda taraf seçmeye değinelim dedik. Aklımıza takılan yegane soruyu sorduk. Tiki miydi, rocker mıydı? Rocker kısmında, Türkiye’de rock denilince akıllara ilk gelen isimle, yani rock dünyasının yegane emekçisi Güven Erkin Erkal’la röportaj yaptık. Tiki söz konusu olduğunda da günümüzün en tiki şarkıcısı Kendi’yle görüştük.Ve benim işimi çok daha fazla sevmeme sebep olan bir röportajı, Gerçek Kesit’in hayranı olduğum Sarı Bıyık’ı, Cahit Kaşıkçılar’la gerçekleştirdik. İtiraf etmem gerekir ki, bu konsepti oluştururken hem zorlandık hem de çok eğlendik. Zira laf aramızda ama ekibimizde tiki bulunmamakta. Dergi, Judas Priest, Iron Maiden, Metallica şarkılarının, son seste verdikleri desteklerle çıkarken; ofis, metal tınılarıyla sarsılırken, bu sualin bizdeki cevabı malum. Yine de hayatımızın bir parçası olan, pek de sevdiğimiz tikileri de görmezden gelemezdik. Paris Hilton olmasa hayatımız nice olurdu, bir düşünsenize… Biraz bencilce seçtiğimiz konularımız ve konuklarımız umarım size de, bize verdiği kadar keyif verir. Yine çok tuttum ben sizi kapıda. Havalar da soğudu zaten. İçerisi sıcacık, içeriye buyurun…
Zeynep Bonçe Genelde Yayını Yöneten Kadın
Kasım 2009 Sayı 5 Sahibi Çevrimiçi Yayıncılık Reklam Hiz. Ltd. Şti. Genel Yayın Yönetmeni Zeynep Bonçe zeynep@wingmandergi.com Genel Koordinatör Taha Sencer Akarca taha@wingmandergi.com Kreatif Direktör Murat Ertürk murat@wingmandergi.com Görsel Yönetmen Emine Konuk emine@wingmandergi.com Reklam Satış ve Pazarlama reklam@wingmandergi.com Katkıda bulunanlar Mert Caner mert@wingmandergi.com Fırat Sayıcı firat@wingmandergi.com Serdar Akarca, Kayra Altınışık, Mete Altuniğne, Simay Aydın, Cornelius, Serkan Çağdaş, Onur Çelikol, Gaye Eskici, Murat Güler, Utku Güneş, Zeynep Sakarya, Hasan Simavi, Ahmet Topçu, Özgür Tosun, Nisan Parmaksız Teşekkürler Serdar Demirci, Alice Kemrová, Serengil Fotoğraf Stüdyoları, 911 Ses Görüntü Işık Sahne Üstü Ekipmanları, Turgay Dinç İLETİŞİM info@wingmandergi.com Fulyabayırı Cad. Güven Sok. No.1A Şişli / İstanbul
Yazı ve fotoğrafların tüm hakları WINGMAN DERGİ’ye, yayınlanan ilanların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir. WINGMAN, basın meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder.
ıI
ıI
ıI
ıIcindekiler ıI
11 Unutulmaz Hit 30 Küreselleşme 32
En Seksi 10 Rocker Hatun Ne kadar para, o kadar 44 futbol Rock Profesörü 46 Güven Erkin Erkal
34
Guitar Hero Vs. 58 Dj Hero
62 Microlight Uçuş 64
Kadın ve Grip
11/09
6
68 Sarı Bıyık Cahit Kaşıkçılar Röportajı 72 Ülkeleri Karıştıran 7 Skandal 82 Ölümcül Soundtrackler 84 Kendi’nin Pembe Dünyası 90 Antivirüs Dünyası 92 Rövanşına
Güvenilmeyecek 5 Sporcu 96 Sinema Terapisi
104 Megadeth Vs. 108
Dj David Guetta Nick Cave ve Bunny Munro’nun Ölümü
114 Pilates delikanlıyı 7
bozmaz!
11/09
Sinir Olsak da Gözlerimizi Alamadığımız Tikiler Kim Kardashian:
O.J. Simpson’ın avukatı olarak ün yapan Robert Kardashian’ın kızı olan Kim, “Keeping Up with the Kardashians” ile hayatımıza girdi. Konuk oyuncu olarak göründüğü birkaç yapım, kardeşiyle kurduğu kıyafet mağazası ve büyük(!) kalçası ile tanıdığımız Kim, tam bir tiki. Ortaya çıktıktan sonra Vivid Entertainment tarafından piyasaya sürülen seks videosu ise Vivid’e açtığı dava dolayısıyla Kim’e tam 5 milyon Dolar kazandırdı.
Nicole Richie:
Lionel Richie’nin evlatlık kızı Nicole Richie, kitap yazan, birçok müzik aleti çalan, moda koleksiyonları hazırlayan bir kadın olmasına rağmen, biz kendisini daha çok magazin dünyasındaki yeri ve okul arkadaşı Paris Hilton’la yaptıkları “The Simple Life”taki şımarıklıklarından tanıyoruz. Bir aralar yeme bozukluğu, fazla içmesi, tam bir parti kızı olmasıyla eleştirilen Nicole, şimdilerde Good Charlotte’un solisti Joel Madden ile evliliğinden doğan iki çocuğuna annelik yapmaya çalışıyor.
Hot Spot
Tara Reid:
Berbat sesine rağmen, belki de başarılı bir oyuncu olabilirdi Tara. Ama kendine seçtiği yol, zor roller ve yorucu film setlerinden ziyade, Mykonos Adaları ve gece kulüpleri olunca, Tara sadece ne giydiği, kiminle birlikte olduğu, neresinden frikik verdiği, nerede sarhoş olduğu ve ne kadar biçimsiz zayıfladığı ile gündeme gelir oldu. Olsun, biz onu böyle de seviyoruz. Her oyuncu Oscar alacak diye bir şey yok.
Paris Hilton:
Paris Hilton. Koskoca Hilton ailesinin kızı olan Paris’e, bu miras ya fazla, ya da az gelmiş olacak ki, soyadının önüne geçen bir isim yaptı dünya çapında. Elle tutulur bir işe imza atmamasına rağmen, durmadan da bir şeyler üretmeye çalışan ama aslında tek gecelik ilişkileri, seks videoları, köpeği, kıyafetleri, vs… ile gündemde olan, pek hoş bir kadındır kendisi. Sanıldığının aksine oldukça zeki olma ihtimali de fazladır.
9
11/09
Rock Dünyasının Bilinmeyenleri ran Duran’ın Bir dönem Du ında elemanları aras lan 3 kişi soyadı Taylor o hiçbirinin olduğunu ama ını biliyor akraba olmadığ muydunuz?
b Büyük usta Bo k adının Dylan’ın gerçe erman Robert Zimm r olduğunu biliyo muydunuz?
’un iki grubu ZZ Top ck ro k ili iş k ç ı Ü uzun sakalların vi e an fs e in n üyesi tek r. Peki sakalsız tu k yo n ye e ilm b un un davulcusun b u gr n la o an elem lduğunu eard (sakal) o adının Frank B nuz? biliyor muydu 11/09
10
çok satan rock Şu ana kadar en onla AC/DC - Back mily satışı albümünün 49 a en çok albüm d am pl to , ck la in B ile The da 350 milyon yapan grubun unuz? u biliyor muyd Beatles olduğun
Yesterday’in şu The Beatles – k yorumlanan ana kadar en ço yaklaşık 3000 şarkı olduğunu, Guinness farklı cover ile ına girdiğini Rekorlar Kitab uz? biliyor muydun
r İngilitere’de bi in x’ ri d en H i Jim 3 nserin sadece barda verdiği ko çünkü binada ünü, dakika sürdüğ e ksek volümün Hendrix’in yü tün sigortaların dayanamayan bü or muydunuz? patladığını biliy
sanesi Jerr y Rock ‘N Roll ef yaşındayken, Lee Lewis 23 i yaptığını, yeni üçüncü evliliğin ni ereceden kuze eşinin birinci d nüz 13 yaşında olduğunu ve he or muydunuz? olduğunu biliy 11
11/09
Moda
Erkeklere Külotlu Çorap
Hot
Külotlu çoraplar artık sadece kadınlar için değil! Çorap firmaları artık rengarenk opak çoraplarından erkekler için de üretmeye başladı. Harisyna, Macaristan’da bir çorap üreticisi ve erkekler için tasarlanan yeni külotlu çorapları çok ilgi görüyor. Soğuk kış günleri yaklaşıyor, erkekler de bermudaların altına bu desen desen çorapları giymeye başlamış bile. İnternet üzerinden de satın alabileceğiniz çorapların fiyatı 13,15 Dolar. Fransa’daki Gerbe firmasının düz renk külotlu çoraplarının ilgi görmesinin ardından bu desenli ve renk renk çoraplar erkek modasına yeni bir trend daha kazandırıyor. Bizim Türk delikanlıları yünlü ve merserize kısa çoraplarından vazgeçer mi bilinmez tabi...
Çok Geç Değil!
Be Delicious Red Man
DKNY, erkekleriçin de çeşit çeşit, hepsi birbirinden cezbedici parfümler üretmeye devam ediyor. Aşkın ve büyük şehrin kokusu olarak tanımlanan Be Delicious Red Man içeriğinde konyak, rom ve safran çiçeğini, Mandalina çiçeği ve bergamot gibi meyve aromalarıyla çeşitlendirip erkeklerin beğenisine sunuyor. Etkileyici kokusuyla Be Delicious Red Man, bayanların da vazgeçilmezi olacağa benziyor. 11/09
İtalyan tasarımı olan Too Late saatleri şimdilerde çok ilgi görüyor. Tarihi de gösterme özelliği olan dijital saatler sadece 15 gram ağırlığında, fiyatı is 30 Dolar. Harika renk seçeneklerinin yanı sıra, yumuşak ve esnek plastik bir maddeden yapılan saatleri her türlü hava şartında, hatta su altında da kullanabilirsiniz. Too Late’in bir de Aurora serisi var. Bu seri geceleri parlayarak kendinizi farklı hissetmenizi ve fark edilmenizi sağlayacak. Medium ve large olmak üzere iki farklı bedeni olan bu saatlerle, zaman nasıl geçiyor anlayacaksınız!
12
Spot
Gözün aydın, Massa!
Ankaraspor Turkcell Süper Lig’den düşürüldü!
Futbol dünyasında bir süredir tartışılan ve sonucu merakla beklenen Ankaraspor’un ligden düşürülüp düşürülmeyeceği konusu, profesyonel disiplin kurulu tarafından “Hiçbir gerçek veya tüzel kişi, herhangi bir müsabaka ya da turnuvanın dürüstlüğünü herhangi bir biçimde zedeleyecek şekilde birden fazla kulübü yönetemez veya kontrolünü elinde bulunduramaz.” yasası gerekçe gösterilerek, sonuca bağlandı. Çıkan bu karara itiraz eden Ankaraspor, kararın tahkim kurulu tarafından da onanmasıyla birlikte ligden resmen düşmüş oldu...
Ferrari’nin dünyaca ünlü Brezilyalı pilotu Felipe Massa, 25 Temmuz tarihinde Macaristan’da yapılan Formula 1 yarışmasının sıralama turlarında kafasına çarpan 800 gramlık çelik yay nedeniyle ağır yaralanmıştı. Massa’nın gözüne aldığı darbenin etkisinin tamamen ortadan kalktığı Uluslararası Otomobil Birliği (FIA) doktorları tarafından açıklandı. Son Brezilya Grand Prix’sini kazanan pilot olan Massa, şampiyonu belirleyecek olan bu yılki Brezilya Grand Prix’sinde damalı bayrağı sallayacak.
Spor
Devler Ligi başladı
Acun Ilıcalı’nın hazırladığı organizasyonda, futbolun belli dönemlerine damgasını vurmuş birçok futbolcu, oluşturdukları takımlarla kıyasıya bir mücadele içerisindeler. Devler Ligi’ne gösterilen ilginin bu denli yüksek olmasının sebebi sadece ünlü futbolcuların oynaması mı; hayır... Saha içerisinde pozisyonlar icabı hakem ile futbolcular ya da futbolcuların kendi aralarındaki diyaloglarının seyirci tarafından da duyulabiliyor olması...
Başka sefere…
2010 Dünya Kupası grup elemelerinde rakipler belli olduğunda herkesin kafasında aynı fikir vardı; İspanya, grup liderliği konusunda en favori takımdı, ikincilik içinse Türkiye ve Belçika kıyasıya bir mücadele içinde olacaktı. Ancak futbol ile ilgilenen herkesin hiç aklından çıkarmaması gereken altın kural yine işlemişti; top yuvarlaktı ve hiçbir maç oynanmadan kazanılmıyordu. Nitekim şu anki tabloya göre İspanya favori olduğu gruptan 1. olarak Güney Afrika vizesini aldı. İkinci olarak da ne Tükiye, ne Belçika; onların yerine hiç hesapta olmayan Bosna Hersek Milli Takımı, ön eleme maçı oynama hakkı kazandı. Bu sonucun ardından da Milli Takımlar Genel Sorumlusu Fatih Terim efsanesi son buldu. 13
11/09
Etkinlikler
Portecho
Tan Tunçağ ve Deniz Cuylan’ın oluşturduğu elektronika rock müzik grubu Portecho yeni albümleri Studio Plastico’nun tanıtımına bu ay başlıyorlar. Türkiye’yi farklı bir tarzla buluşturan grubun muhteşem şovlarını canlı izlemenizi ve dinlemenizi tavsiye ederiz. Yer: Resimli Bar Tarih: 07.11.09 Bilet Fiyatları: 20TL – 30 TL
Sulukule Roman Orkestrası
Semtlerinin yok edilmesine karşı çıkan mahalleli müzisyenlerden oluşan topluluk, klasik Sulukule müziğiyle içimizi kıpır kıpır yapmaya hazırlanıyor. Hüzünlenmek değil, göbek atıp eğlenmek isteyen varsa tam yeri ve zamanında orada olun. Yer: Babylon Tarih: 10.11.09 Bilet Fiyatları: 22,50 TL
Pornografi
Simon Stephens’ın yazdığı, Murat Daltaban’ın yönettiği oyunda mutluluktan yıkıma doğru geçen 6 günlük süreç, 7 kişinin deneyimleri yoluyla anlatılıyor.Temmuz 2005’te Britanya’da yaşanan, tüm dünyayı etkileyen büyük olaylardan bahsediliyor. Ortada büyük bir gerginlik söz konusu, Londra’da her şey değişmek üzere. Pınar Töre’nin çevirisiyle sahneye aktarılacak oyunda, Hatice Aslan, Emre Yetim, Mert Can Sevimli, Berrak Kuş, Cemil Büyükdeğerli, Umut Kurt, Gizem Erdem, Hakan Meriçliler ve İpek Bilgin rol alıyor. Yer: Dotmarsta Tarih: 19.11.09 – 27.12.09 Bilet Fiyatları: 28,5 TL – 45 TL 11/09
14
Tortured Soul
20. Efes Pilsen Blues Festivali
16 Ekim’de turuna başlayan Türkiye’nin en uzun süren festivali 21 Kasım’a kadar çeşitli illerde blues severlerle buluşmaya devam ediyor. 20. Yılında festivalde izleyebileceğimiz sanatçılar; yetenekli ve ateşli Shemekia Copeland, folk ve delta-blues sanatçısı Terry Evans ve “Master Showman” olarak bilinen blues müziğin önemli isimlerinden Ray Schinnery
House müziğin geleceği olarak görülen Tortured Souls, basit enstrümanlar kullanarak harika bir dans sound’u sunuyor. House müzik seviyorsanız, ya da bir parça tanımak istiyorsanız, dünyaca ünlü bu grubu canlı canlı dinleyin deriz. Yer: Babylon Tarih: 07.11.09 Bilet Fiyatları: 39TL
Ata Demirer
Ünlü komedyen Ata Demirer BKM’deki gösterilerine devam ediyor. Türkiye’nin en sevilen, en doğal komedyenlerinden biri olan Ata Demirer’i canlı canlı görmeye ve kahkahalara boğulmaya hazır mısınız? Yer: Beşiktaş Kültür Merkezi, Tarih:12.11.09 Bilet Fiyatları: 35 TL – 45 TL
Singin’ In The Rain
Dünyanın en ünlü müzikal filmlerinden biri Singin’ In The Rain. Dolayısıyla, aynı isimli şarkı da dünyanın en ünlü film şarkılarından. Mükemmel bir görsel yaratıcılıkla sahneye uyarlanmış bu eğlenceli müzikali kaçırmayın! Yer: Türker İnanoğlu Maslak Show Center Tarih: 03.11.09 – 08.11.09 Bilet Fiyatları: 82 TL – 160 TL 15
God Is An Astronaut
Elektronik müzik yapan ünlü İrlandalı grup, enstrümantal şarkılarıyla da dinleyicilerini baştan çıkarıyor. 2002, 2005 ve 2007’de çıkardıkları 3 başarılı albümde sonra bu yıl başında yeni albümlerini piyasaya sürdüler. Görsel ve müzikal bir ziyafet için öncesinde Düş Macunu’nu dinleyebileceğiniz konseri kaçırmayın. Yer: Balans Jolly Joker Tarih: 12.11.09 Bilet Fiyatları: 50TL 11/09
Yürümek mi, o da ne?
Honda; ofiste, evde, kaldırımda hareketinizi kolaylaştıracak, kimseyi rahatsız etmeden ilerleyebilmenizi sağlayacak, tek kişilik tekerlekli yeni aracı Honda U3-X’i piyasaya sundu. İstediğiniz her yere istediğiniz gibi ilerleme özgürlüğünü sunan araç, hızını vücudunuzun ağırlık verdiği yöne ve yoğunluğa göre ayarlıyor. Honda bunu daha önceleri ASIMO adlı robotunda kullandığı denge kontrol teknolojisiyle başarıyor.Yürürken olduğunuz kadar özgür olduğunuzu hissettirecek ve bacaklarınızın arasına tam oturacak şekilde tasarlanmış U3-X, geliştirme çalışmalarına devam edilen deneysel bir ürün. Ayaklarınızı ayaklıktan çekip yere koymayı kolaylaştıran ve diğer yayalarla sizi aynı göz hizasında tutan tasarımıyla bu küçük araç, çok yakın zamanda yürüyen insan kalmayacağının sinyalini veriyor.
11/09
Ayın Kokteyli
Pendor’dan Jelibon Jelibon; Taksim,Yeşilçam Sokak’ta yer alan Pendor ve Pendor Corner isimli mekanlara ait özel, şekerli bir içki. Siz de tatlı içkileri tercih ediyorsanız, evinizde kolaylıkla bu içkiyi yapabilirsiniz. “Yok ben uğraşamam” diyorsanız da, Pendor’a gidip 7 TL vererek Jelibon’u içebilirsiniz. Jelibon Tarifi 5 cl.Vodka 3 cl.Vişne suyu (jelibon rengini alana kadar) 2 cl Archers Sprite Üzerini süslemek için 3 adet jelibon, Buz
16
Teknoloji Selam Dünyalı, saat kaç?
Kaçımız Dünya’nın Ay’dan nasıl göründüğünü merak etmiyoruz ki? W2-N bize bunu sunuyor, hem de kolumuzda. Dünya Saati adını verdikleri bu saat bize, dünyanın o sırada aydan nasıl gözüktüğünü, içindeki minik yerküre sayesinde gösteriyor. Her insan kolunda bir gezegen taşımak ister herhalde.
Kucak sehpası
Nedense günümüzde bütün bilgisayarlar kucak üstü bilgisayar oldu. Laptoplar kullanıcıların büyük tercihi olunca artık bilgisayar sektörüne yan ürün üreten firmalar da buna paralel ürünler çıkarmaya başladılar piyasaya. Bluetooth mouselar, USB hard diskler gibi. Bu sektörün lideri olan Logitech, piyasaya sürdüğü yeni ürünle, adını tekrar hatırlattı. Kucak masası adını verdikleri ürün, laptop kullanıcılarına bir nevi rahatlık sağlamış durumda. Diğer basit sehpalardan farkı ise, yan tarafından mouse için çekmece gibi bir sehpacık daha çıkması. Böylece isterseniz küçük, isterseniz büyük bir sehpa sahibi olabiliyorsunuz.
Şarjım bitti...
İnce uçlusu, kalın uçlusu, uzunu, kısası, yayvanı, darı, 3 pinlisi, 5 pinlisi... Şarj aletleri hayatımızın her yerine girmiş durumda. Üstelik hepsinin ortak derdi uzun kabloları ve hiçbir prizin bu kablolara uygun olmaması. Bu derdi gören Powermat piyasaya yeni bir ürün sürdü: Powermat şarj yüzeyleri.Telefon, Nintendo veya PSP; ne olursa olsun cihazınızın özel aparatını takıyorsunuz ve sadece Powermat’in üstüne koyuyorsunuz. Şarj olunca da Powermat size ledleriyle haber veriyor. Kablo derdi olmadığı gibi dekoratif olan Powermat, şık bir elektronik alet sehpası gibi de duruyor. Telefonunuza taktığınız aparat ise bir nevi koruma kılıfı olarak işlem görebilir.Tabi bunu istemiyorsanız kılıfı çok rahat takıp çıkarabilirsiniz. Kablolarınıza çözüm arıyorsanız bunu tercih edin derim. 17
11/09
Lotus Evora ilk müşterisine kavuştu!
Tiki Olmak İçin Size Gerekenler l l l l l l l l l l l
Abercrombie&Fitch sweat-shirt Beyaz çizgili siyah Adidas eşofman altı Boyundan bağlanan kaşkol Şişme kapüşonlu yelek Spor ayakkabı 3 numara saç traşı Kirli sakal Hafif göbek Hafif gıdı Araba anahtarı iPhone
Rocker Olmak İçin Size Gerekenler l müzik çalar l müzik zevki l kulak 11/09
ayın absürt dövmesi
Proje aşamasındayken Eagle (Kartal) kod adıyla bilinen Lotus Evora, 2008 Britanya Oto Show’unda tanıtılmıştı. Evora, Elise ve Exige S modellerinin üzerinde yer alacak ve ABD için değil, Avrupa için düşünülmüş, günlük kullanıma uyacak şekilde tasarlanmış bir model. Lotus’un gücü ise 3,5 litre V-6 276 beygir Toyota motoru. 2009 Ağustos’unda İngiltere’nin en iyi arabası seçilen Lotus Evora’nın beklenen satışı geçtiğimiz ay gerçekleşti. İlk müşterisi ile buluşan Evora, Norfolk’taki yeni sahibine teslim edildi. Darısı başımıza…
18
Sodaya Farklı Bakış Açıları 61 yaşındaki adam makatına soda şişesi sokarak intihara teşebbüs etti. Manisa’nın Turgutlu ilçesinde, eşi tarafından hastaneye getirilen 61 yaşındaki K.Y.’nin makatındaki soda şişesi, cerrahi müdahale ile çıkartıldı. K.Y.’nin eşine, şişeyle intihara kalkıştığını söylediği iddia edildi. Turgutlu’da oturan K.Y., geçen Pazar günü saat 17.30 sıralarında eşi, 57 yaşındaki N.Y. tarafından, makatında kanama şikayetiyle Turgutlu Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Doktorların yaptığı muayene ve tetkikler sonucunda, K.Y.’nin makatında soda şişesi olduğu belirlendi. Şişe, cerrahi müdahaleyle çıkartıldı. İki gün gözlem altında tutulup tedavi edilen K.Y., önceki gün taburcu edildi. K.Y.’nin ifade veremeyecek durumda olması üzerine polis, eşinin ifadesine başvurdu. N.Y.’nin ifadesinde, “Alışverişten döndüğümde eşimi evde acı içinde kıvranırken buldum. Ne olduğunu sorduğumda, ‘Hakkını helal et. Ben intihara teşebbüs ettim. Sabah makatıma şişe soktum’ dedi. Bunun üzerine kendisini hastaneye götürdüm” dediği belirtildi.
İçiyorsam sebebi çok Çok enerjim çok Cildim güzel çok Sağlıklıyım çok Neşeliyim çok Dişlerim beyaz Dudaklarım kiraz Mineralim çok Çokum işte çok Çok enerjim çok Cildim güzel çok Sağlıklıyım çok Neşeliyim çok İçiyorsam sebebi çok Maden suyundan
2009
19
2008
11/09
Her dizideki...
Sorun, söyleyelim. Bir hafta neden 7 gündür? Bir haftayı 7 gün olarak kullananlar Babillilerdi. O zamanlar bilinen 5 gezegen, Güneş ve Ay’ın toplam sayısı 7 olduğu için uğurlu sayılıyordu. Sonraları 7 sayısının önemini artıran birkaç sebep daha bulundu. Ana renklerin, notaların 7 tane oluşu, dinlere göre göğün 7 kat oluşu gibi... Süregelen bu geleneği değiştirmeye çalışanlar da oldu. Örneğin, Fransa ve Rusya bir haftanın 10 gün olduğu bir takvim sistemi geliştirdiler; fakat dünya çapında uyumsuzluk yarattığı için eski sisteme geri döndüler.
beklenen adam: Mark Pellegrino
Birçok filmde ve dizide ufak tefek rollerde oynamış olmasına rağmen, adını değil de tipini tanıdığımız aktörlerden biridir kendisi. Konuk oyuncuların şahıdır. Zira 1965 doğumlu aktörün bilmem kaç sezondur merak edilen karakterleri canlandırmada üstüne yoktur. Sezon finallerinin aranılan ismi, her şeyi çözmüş adam bakışlı rollerin vazgeçilmez oyuncusudur. Lost’un Jacob’ı, Supernatural’ın Lucifer’ı, The Mentalist’in Von McBride’ıdır. Dexter, CSI, Criminal Minds, the X Files gibi dizilerin yanında, the Number 23, Mulholland Dr. gibi filmlerde de boy göstermiş olan Pellegrino, sonunda hak ettiği başrole Bad Meat isimli yeni filmiyle kavuşacak gibi görünüyor. Kendisini seviyor, başarılar diliyoruz. 11/09
Erkek bebeklerin giysileri niçin mavidir? Yüzyıllar önce insanlar, şeytani güçlerin, bebeklerin bedenlerine girmek için odalarında dolaştığına inanırlardı. Mavi renk, göklerin rengi olduğundan şeytani güçleri kovucu bir etkisi olduğu düşünülüyordu. (Hatta hala Ortadoğu’da insanlar şeytanı kovmak için kapılarını maviye boyarlar.) Mavi, neden erkek bebek kıyafetleri için seçilmiştir peki? Sülalelerin devamı için erkek cinsi çok önemli olduğundan tabi ki. Bu yüzden de korunma önceliği onlara verilmiştir.
Ayın Keşfi Lacy Phillips
California’lı gencecik yetenekli bir oyuncu olan Lacy Phillips, henüz pek tanınmayan bir oyuncu olsa da, bu pek de uzun süreceğe benzemiyor. Zira proje teklifleri çığ gibi büyüyen Phillips, önümüzdeki yıllara damgasını vurabilir. Aynı zamanda senaryo yazarı da olan Lacy, boş zamanlarında sörf yapmayı ve resim yapmayı seviyor. Bu kız alır yürür. Demedi demeyin…
20
DELIKANLI HAYVAN
Aksolotl
Hot Spot
En tanınmış Meksika köstebek semenderlerinden olan Aksolotl bu ayki delikanlı hayvanımız.Vücutlarının çeşitli parçalarını yeniden üretebilme yeteneğine sahip olduğundan 10 kurşun yese de ölmeyen bir delikanlı gibidir su altı dünyasında; fakat bu özelliğinden dolayı bilimsel araştırmalarda çok fazla kullanıldığı için soyu tükenmek üzere. Ufak bedenine rağmen külhanbeyi tarzı yürüyüşüyle dikkat çeken Aksolotl, çevresinde adeta görünmez bir duvar örüyor.Yaklaşık 20 cm boyundaki bu delikanlı abiyi evinizde beslemek ve izlemek isterseniz ince kıyılmış yürek veya karaciğerle beslendiğini unutmamalısınız.
Keramet Fırçada Tim Patch
Kendini Pricasso diye adlandıran Tim Patch, birçokları gibi Picasso hayranı ilginç bir ressam.Yaptığı resimler Avustralya’da katıldığı hiçbir yarışmada ödül alamıyor.Yine de tüm dünya onun sanatını konuşuyor. Neden mi? Çünkü Tim Patch resimlerini fırça yerine penisini kullanarak yapıyor. Ürünlerini genelde seks ürünleri fuarlarında sergileyen Patch, ısmarlama ürünlerini de, nasıl yaptığını kaydettiği videolarla sahiplerine ulaştırıyor. Patch, yeni başlattığı bu trendle dünyayı dolaşıyor, başında bir fötr şapka, sarı bir peruk ve bir papyonla... Birçok ünlünün ve devlet büyüğünün portresini yapması ne kadar ironikse, işi bittikten sonra “fırçasını” tinerle temizlediği düşüncesi o kadar iç acıtıcı. 21
11/09
Yolların Eskimeyen Böceği: Herkesin otomobil tutkusu çeşitli nedenlere bağlı olarak değişkenlik gösterir. Kimisine göre ekonomik, kimisine göre konfor, genellikle de dış görünüm ve yüksek performans, otomobil konusunda tercihleri büyük ölçüde etkileyen faktörlerdendir. Ancak bazı otomobiller var ki; ne olursa olsun tutkuyla bağlanılan bir halde vazgeçilmez oluyorlar. Bu arabalara en iyi örneklerden birisi de Volkswagen Beetle. Türkiye’de kullanılan ve birçok kişi tarafından bilinen adıyla Vosvos ya da Kaplumbağa… Alman otomobil üreticisi Volkswagen’in 1938’de ürettiği ekonomik otomobil modeli olan Vosvos, 21,5 milyon (21.529.464. adet) ile dünyanın en çok satan modeli. Üretildiği 1938 yılında fiyatı 990 RM (Eski Alman para birimi) olan aracın ana hatlarının tasarımı Hitler’in isteği üzerine Ferdinand Porsche tarafından yapıldı; ancak Ferdinand Porsche’nin orijinal tasarımı üretime geçmiş halinden daha basit. Onu üretim haline kavuşturan detayları ise Adolf Hitler tasarladı. 1584 CC’lik 4 zamanlı Otto motoru 37 Kw yani 50 beygirlik güç üretmekte. 1974 yılına kadar Almanya’da üretildi; daha sonra üretim Meksika ve Brezilya’da 2003 yılının sonuna kadar devam etti. 2003’ten sonra yerine VW Golf üretilmeye başlandı. Ağırlığı 730-900 kg. Direksiyonunda bulunan köpek resminin sahibine köpek kadar sadık olduğunu 11/09
belirtmek için konulduğuna dair bir şehir efsanesi mevcut. Ayrıca Ateş Böceği Herbie adıyla bir film serisine (1969-2003) konu oldu. (altı adet sinema, bir adet TV filmi). Dünya tarihinin bir dönemine damgasını vurmuş bu otomobil, günümüzde hala bazı insanlar için otomobil söz konusu olduğunda diğer otomobillerden çok daha çekici olmaya devam ediyor. Ülkemizde ve dünyada Vosvos sevenler tarafından kurulmuş olan Vosvos dernekleri, klüpler, vs... gibi platformlarda iletişim kuran, bilgi paylaşımında bulunan, yapılan ortak organizasyonlarla bir araya gelen hiç de azımsanmayacak sayıda Vosvos sahibi bulunmakta. Bu dernek ve benzerleri ile irtibatta olan Vosvos kullanıcıları bazen bir eylem, bazen uzun yol organizasyonları, bazen piknik, panayır ve bunlara benzer daha birçok buluşma ve toplantı tertipleyerek,Vosvos tutkusunu sürekli canlı tutup, aralarına yeni Vosvos kullanıcılarını da katarak yollarına devam ediyorlar. Peki maddi durumları çok daha yeni model, daha güçlü, daha konforlu araçları bile zorlanmadan alabilecek insanların bile Vosvos’tan vazgeçmemelerinin nedeni nedir? Birçok Vosvos kullanıcısının verdiği ortak cevap; bu aracı kullanan herkesin duygusal bir bağ kurduğu ve bu bağın birçok şeyden çok daha derin ve vazgeçilmez olduğu… 22
Vosvos
23
11/09
Kraldan Yeni Bir Roman Stephen King’in son kitabı Kasım ayında yurt dışında yayınlanıyor. King’in uzun zamandır beklenen kitabı “Under the Dome” çoğu Stephen King hikayesi gibi Maine’de geçiyor. Bol karakterli, kasaba fonlu, doğaüstü bir roman olan “Under the Dome”un dilimize çevrilmesini sabırsızlıkla bekliyoruz.
Cep Keyfi
Arka KAPAK
Shantaram Beyaz Perdede
Artemis Yayınlarından çıkan Shantaram, Hollywood yolunda. Gregory David Roberts tarafından kaleme alınan Shantaram, sinemaya da uyarlanacak. Başrolünü Johnny Depp’in oynayacağı filmin 2011’de vizyona girmesi bekleniyor.
Martı Yayınları hem ekonomik hem de rahat taşınabilen cep romanlarına bu ay yenilerini kattı. Ülkemizde yeniden gündeme gelen cep boy kitaplar, okurların düşük fiyat alternatifleri için korsan peşinde koşmasını da engellemiş görünüyor.Yeni çıkan cep boy kitaplar arasında Tess Geritsen’in Günahkar isimli romanı ile Harlan Coben’in Oyunbozan isimli romanı bulunmakta. Fiyatları ise sadece 7.90 TL.
Düş Sandığı Açıldı.
Gazeteci Yasemin Candemir, gazeteye bir ilan vererek kadınlardan fantezilerini yazmalarını istedi. Gelen cevapları bir araya getiren Candemir, Düş Sandığım isimli kitapta derledi. Okuyan Us Yayınları’ndan çıkan kitap, Türk kadınlarının cinsel fantezileri üzerine cesur bir çalışma. 11/09
Kumarbaz Yazarlar Özellikle polisiye romanları sevenlerin takip etmeleri gereken bir dizi olan Castle, ikinci sezonuna başladı. Ünlü bir polisiye roman yazarı olan Richard Castle, kendini birden güzel dedektif Kate Beckett ile cinayetleri çözerken bulur. Buraya kadar normal bir polisiye senaryoya sahip olan dizinin en keyifli özelliği ise Castle karakterinin arada bir fikir almak için çeşitli yazarlarla poker oynaması. Şu ana kadar diziye konuk oyuncu olarak katılan yazarlar arasında, Michael Connelly, James Patterson ve Stephen J. Cannell bulunmakta. Bakalım daha hangi yazarları yeşil çuhanın etrafında göreceğiz… 24
rler
Habe
nga a M r la s n a Ş İyi
Nora Jones’tan Yeni Bir Albüm Norah Jones yeni albümüyle dönüyor. Kasım ayında Emi Music tarafından yayınlanacak olan The Fall, sanatçının dördüncü albümü. Bu albümde eski çalışmalarından farklı sound’lar denediğini ve farklı isimlerle çalıştığını belirten Jones’un, “The Fall”dan çıkardığı ilk single olan “Chasing Pirates” radyolarda çalınmaya başladı bile.
V ’yi k MT Türkiye a c a l de ma apı ’de y i Töreni’n ndı. Oyla n i l r Be za ler m’da ik Ödül anga ka seçilen ı s a 5 K a Müz kkını M anatçı nde p a S Avru l etme h İyi Türk cak töre i . la tems unda En ’da yapı arışacak c y m sonu a, 5 Kası yileriyle iyoruz. i l g Man enin en şarılar di k l 21 ü ilerine ba Kend a erde ” sonund a y r i hiçb his Is It e vizyon n ı ’ n T sı yl o acks şarkısı “ It” ismi era arka J l e a s ş Mich lanmamı ı. “This I rını, kam ilerin t k la yayın ığına çık ın prova resinde , efsane v e ış gün , sanatçın yakın çe lgesel is de olsa e e e n b z gire lerini v içeren neb r i b m çeki rtajlarını anlarını r röpo çının hay bi. i t sana latacak g t raha
! t I s I This
Dişi Kurt Diskoda
Shakira’nın beklenen albümü She-wolf, Sony Music etiketiyle müzik marketlerdeki yerini aldı. Kışkırtıcı klibiyle de adından bolca söz ettiren seksi şarkıcı, albümün türünü elektro-pop olarak nitelendiriyor. Disko müziğini her zaman çok sevdiğini ve She-wolf’ta da yoğun disko esintileri kullandığını belirten Shakira, bu soğuk havalarda içimizi ısıtacağa benziyor. 25
11/09
Vizyonda Bu Ay Yasak Bölge 9 (District 9) Yönetmen: Neill Blomkamp Senaryo: Neill Blomkamp,Terri Tatchell Oyuncular: Sharlto Copley, Jason Cope, Nathalie Boltt, Sylvaine Strike Gösterim Tarihi: 06 Kasım Konu: 30 yıl önce uzaylılar dünyayla ilk bağlantılarını kurarlar. İnsanlar onlardan ya bir saldırı ya da büyük bir teknolojik ilerleme geleceğini bekliyorlardır. Fakat hiçbiri olmaz. Aksine, kendi gezegenlerinde hayatta kalan son uzaylılar, sığınmak için Dünya’ya gelirler.Tüm dünya devletleri onlarla ne yapacaklarını tartışırken, yaratıklar Güney Afrika’da District 9 olarak tanımlanan bir yere geçici olarak yerleştirilirler.
2012
Yönetmen: Roland Emmerich Senaryo: Roland Emmerich, Harald Kloser Oyuncular: John Cusack, Chiwetel Ejiofor, Amanda Peet, Oliver Platt Gösterim Tarihi: 13 Kasım Konu: Asırlar önce, Mayalılar bize takvimlerini bıraktılar. Üstelik bu takvimin bir son günü vardı ve bunun anlamı açıktı. O günden beri, astrologlar onu keşfettiler, numeroloji uzmanları kehanet için takvimden şifreler çıkardılar, jeologlar dünyanın o zaman vadesinin dolacağını söylediler ve hatta hükümet bilimcileri bile dünyayı 2012’de bekleyen devasa çaplı afeti yadsıyamadılar. 2012 geldiğinde bileceğiz ki, uyarıldık.
İncir Çekirdeği
Yönetmen: Selda Çiçek Senaryo: Selda Çiçek Oyuncular: Özgü Namal, Derya Durmaz, Sevinç Erol, Nalan Başaran,Veysel Diker Gösterim Tarihi: 6 Kasım Konu: Ailenin tek oğlu Celil, askerden gelecektir. Evde telaşlı bir bekleyiş vardır. Celil’in ablası Delal’in Nazif’le evlenmiş ve ondan bir kız bebek doğurmuştur. Aile Celil’i heyecanla karşılar. Hemen ertesinde gittikleri piknikte, Delal, ağabeyinin komşu kızından etkilendiğini fark eder. Henüz çok genç olan Heda’yı da peşlerine takarak alan dışına gönderir. Amacı konuşup anlaşmalarını sağlamaktır. Ancak, Celil ve genç kızı büyük bir tehlike beklemektedir.
Kıskanmak Yönetmen: Zeki Demirkubuz Senaryo: Zeki Demirkubuz Oyuncular: Nergis Öztürk, Berrak Tüzünataç, Serhat Tutumluer, Bora Cengiz, Hasibe Eren, Nihal Koldaş Gösterim Tarihi: 06 Kasım Konu: Film, çirkin olan Seniha’nın güzel yengesi Mükerrem’e karşı hissettiği kıskançlık duygusu üzerine kurulu. Zeki Demirkubuz’un ilk “dönem filmi” olan, Nahid Sırrı Örik’in eserinden uyarlanan filmde, bir adamın iki kadın arasındaki anlaşmazlık karşısında nasıl kalakaldığı da gözler önüne seriliyor.
If it’s tiki, post it! Tiki de kıyafetine dikkat eder, Rocker da… İkisi de kendi alanlarındaki trendi takip ederler.
Rocker en zor işte bile çalışabilir. Tutunamayabilir ama dener… Tiki ise mümkün mertebe çalışmamayı yeğler… O kadar alışveriş, o kadar bakım, zaten tam mesailik bir iştir.
Tiki de rocker da ağır makyajı sever. Bu ağır makyajlar, rocker da saklanma, tanınmama; tikide ise fark edilme, göz ününde olma duygularından ileri gelir.
27
Tiki de Rocker da idolleri ne giyerse onu giymeye çalışır. Sorun ikisinde de şu noktada başlar; tiki, idolünün kırmızı halı kıyafetiyle alışverişe, rocker da, idolünün sahne kostümüyle bara gittiğinde…
Rocker’ın kıyafetleri genelde sürüklenme ile ilgiliyken, tikininkinin altında takıntı yatar.
Rocker’ların pisi, bakımsızı, çirkini, şişmanı olabilir; ama tikilerin büyük çoğunluğu güzeldir. Let’s face it…
Rocker kaşına, çenesine piercing takarken, tiki sadece göbeğine taşlı bir piercing takar.
Rocker müzik kadar, kitaplara ve sinemaya da düşkündür. Tiki ise ancak Louis Vuitton kadar Abercrombie’ye de düşkün olabilir.
Rocker’ın arkadaşları genelde gerçek dostlardır. Tikiler ise kendi aralarında bile her zaman “Kim daha güzel?” paranoyasındadırlar.
Rocker üzerindeki ne kadar ucuzsa onunla o kadar övünür, tiki ise ne kadar pahalıysa…
Tikinin de rocker’ın da içkiyle arası iyidir.
Rocker için imaj hiçbir şeydir müzik her şey. Tiki içinse müzik hiçbir şeydir, imaj her şey…
Tiki genellikle sarı saç tercih ederken, Rocker genellikle siyah saçı tercih eder.
Rocker bütün vücudunu dövmelerle doldurabilirken, tiki sadece göğsünün üstüne bir kelebek ya da belinin arkasına bir kalp dövmesi yaptırır.
Rocker “sex and drugs and rock ’n roll” düsturundan, tiki ise Paris Hilton mirasından dolayı çok eşli olabilir.
11/09
Herkesin Tuttuğu kendi ne
BU KÖŞE
e MeM ya z
Nisan Parmaksı 11/09
ap tı
Gavur dostlarımızın “commitment” olarak adlandırdıkları bağlanma problemi, hayattaki tek amacı evlenmek olan bazı hemcinslerim arasında erkeğin kafese bir türlü girmemesi, erkeğe nikahı bir türlü basmama olarak tanımlansa da bana göre en saf haliyle herhangi “exclusive” tabir edilen, tek eşliliği gerektiren ilişkiye dahil olamama, içindeyken de uzun süre katlanamama durumudur. Bu problemin bir erkekte görülmesi, beyzadelerin sokakta toplarını avuçlamaları kadar kanıksanmış bir durumdur. Uzun süredir devam eden bir ilişkideki sorunlar, boynuzlar bununla açıklanır ve bazı kadınlarda “Kafese girsin de nasıl girerse girsin.” den başlayıp “Akşam eve dönsün de nerden geliyor olursa olsun.” a varan durumları yaşatma gibi bir yan etkisi vardır. Şu konuda anlaşalım, kesinlikle saçma bulduğum ya da küçümsediğim bir problem değil. Çok doğal, insan kendini tek insana bağlamak istemeyebilir, denizde bir sürü balık vardır, zaten bence insan doğası tek eşliliğe programlanmış değildir ve Sex and the City’den Samantha’nın da bir bölümde ifade ettiği gibi “monotony” ve “monogamy” 28
kelimeleri durup dururken kafiyeli olmamıştır. Benim konuyla ilgili sıkıntılarım başka. Bir kere, neden kendinde böyle bir duygu hissetme hakkını görebilecek tek varlık erkek oluyor? “Daha 20 küsur yaşındayım, kendimi tek insana bağlamaya değer mi?” korkusu çok meşru ve herkesi sarabilecek bir korku. Etrafta bir sürü kadın varsa (ki Avrupa’dakilerin kendileri gelip teklif ediyor, biliyorsunuz) yakın oranlarda da erkek var. Üstelik bir erkeğin elindeki hazır kızı bıraktıktan sonra, o denizlere dalıp yeni balıklar tutması sancılı bir işken biz –bunu çok sık söylüyorum biliyorum ama gerçekler acıdır– Allah vergisi organımızla verecek olduktan sonra, bir alan her türlü buluyoruz. Yani şu tavra katlanamıyorum: İlişkiye kendini adayan bir erkek varsa ortada, aman Allah’ım nasıl bir lütufta bulundu, ne zorluklar yaşıyor, doğasına aykırı tavırlar sergiliyor bir kız uğruna; kadın ise, sonunda çocukluk hayalleri gerçek olduğu ve bir erkekle belki de evlenme ihtimali doğduğu için kıçını kırıp mutlu mutlu otursun işi ne zaten?! Annelerin ve güzide toplumumuzun yarattığı havayı bozmak gibi olmasın ama kazın ayağı öyle değil beyler. Elbette bizim de gözümüzün döndüğü anlar oluyor, sizden daha iyisini bulabilme ihtimali kafamızdan geçiyor. İşte o noktada da ilişkiyi ayakta tutan şey zaten nedir, elinde olanla dışarıda yaşama ihtimalin olan şeyi karşılaştırır ve tercih yaparsın. Bu, bu kadar basit. Huzur arıyorsan ilişkide kalır, heyecan senin için daha önemliyse dışarıya adımını atarsın. Bu noktada bunu dürüstçe ifade eden ve ne aradığının farkında olan erkeklere lafım yok, 29
bu şekil terk edilmiş kadınlara da “olur öyle.” der, desteğimi veririm. Ama işte diğer güruhun, yani “genç bir erkeğim ulan ben.” gazının anlık ittirmeleriyle hareket eden ve eline kendi ufaklığı dışında bir şey alamayan erkeklerin o “ıssız adam” triplerini, -uyandırayımyemiyoruz. 11/09
Unutulmaz şarkıların Unutulan sahipleri Şu an belki isimleri bile gelmez aklımıza; ama bir yerde duysak şarkılarını yine ezbere söyleriz. Döneminin en büyük hitlerini çıkarıp, sonra çoğu müziğe devam etseler de ses getirmeyen gruplar ve sanatçıları hatırlamaya çalıştık.
Survivor – Eye of the Tiger (1982) 1978’de kurulan Amerikalı rock grubu Survivor, dokuz albümlük bir diskografiye sahip olsa da, hiçbir şarkısı Rocky ile özdeşleşmiş, hala keyifle dinlenen ve her tembeli gaza getirebilen şarkısı “Eye of the Tiger”ın ününe erişemedi. Europe – The Final Countdown (1986) 1979’da kurulan İsveçli hard-rock grubu Europe, şu ana kadar sekiz albüm yaptı ve dört üyesi değişti. Hala müzik yapan grubun yegane hit parçası olan “The Final Countdown” ise daha senelerce dilimizden düşmeyecek gibi görünüyor. Berlin – Take My Breath Away (1986) 14 Albümle listemizin en çalışkan grubu seçilen Californialı grup Berlin’i hala anmamıza sebep olan şarkı, Top Gun’ın unutulmaz soundtrack’i “Take My Breath Away” tabi ki. Mory Kanté - Yé ké yé ké (1987) 1950 Guinea doğumlu Mory Kanté, tam 11 albümle müzik dünyasında taş gibi durmasına rağmen, nedense kendisini hatırladığımız yegane şarkı 1987 yapımı “Yé ké yé ké”dir. Tek kelimesini anlamasak da bir dönem dilimizden düşmeyen “Yé ké yé ké”yi, yaşı buna müsait herkesin hatırladığına eminiz. 11/09
30
Kaoma – Lambada (1989) Fransız grup Kaoma, hem Lambada isimli şarkıyı, hem de bir Brezilya dansı olan Lambada dansını hayatımıza sokarken, her Türk kızının “şorande si fo…” diye bilmediği sözlere eşlik edip, kendine bir lambada eteği alacağını tahmin etmiş miydi dersiniz? Vaya Con Dios – Nah Neh Nah (1990)
Vaya Con Dios, 1986’da kurulan Belçikalı bir grup. Müzik yapmaya devam eden ve birçok albüme imza atan grubun, dünya çapında birçok hayranı olmasına rağmen, halen barlarda, kafelerde çalan tek bir şarkıları var. Nah Neh Nah… Hala bu şarkıyı duyduğunuzda içinizden dans etmek geliyorsa, henüz yaşlanmadınız demektir.
Vanila Ice – Ice Ice Baby (1990) 1967 doğumlu Robert Matthew Van Winkle, hatırlayacağınız ismiyle Vanilla Ice, Texaslı bir rapçi olup 6. albümünü çıkarma arifesinde olmasına rağmen, onu tanıyanların aklına sadece billboard listelerine giren ilk hiphop şarkısı olan “Ice Ice Baby” isimli şarkısı gelir. Tam bir parti adamı olan Vanila Ice, bir dönem de Madonna’nın Sex isimli kitabındaki fotoğrafları ile adından söz ettirmişti. Snow – Informer (1993) 1969 doğumlu Kanadalı şarkıcı Darrin O’Brien, nam-ı diğer Snow, 6 albüm çıkarmış ve 2009’da yeni bir single daha piyasaya sürmüş olsa da, onu bütün dünya “Informer” ile tanır. Reggae yaptığından olsa gerek Jamaikalı İngilizcesiyle söylediği “Informer (infarmır)” bir dönem, müthiş hızına rağmen hepimizin ezbere bildiği şarkılardandı.
Los Del Rio – Macarena (1995)) Özellikle Sevilla Halk Müziğinde uzmanlaşan İspanyalı grup Los Del Rio ve meşhur Macarena dansı… Başka söze gerek yok sanırız. 31
11/09
Berlin duvarının 1989 yılında yıkılışının ardından, 1990’lı yıllardan itibaren birçok alanda sıkça karşılaştığımız küreselleşme terimi, sadece ekonomik bir terim olarak değil, içinde bulunduğumuz ülkeler arası sistemi tanımlamak içinde kullanılmaktadır.
Küreselleşme Yeni Başlayanlar İçin Politika
Küreselleşmenin sözcük olarak kökeni yaklaşık 400 yıl öncesine gitse bile Küreselleşme yani GLOBALİZM oldukça yenidir. İlk olarak 1960’larda ortaya çıkan küreselleşme kavramı 1980’lere gelindiğinde artık çok daha sık kullanılır bir hale gelmiştir. Artık bugün, yerel sorunların yol açtığı küresel etkiler, çözüm arayışlarında ülkeler arası konjonktür gerçeğini dikkate alma zorunluluğunu da beraberinde getiriyor. Küresel ekonomi anlayışı, piyasa güçlerine daha fazla dayanan ve ekonomi yönetiminde devletin rolünün azalması olarak tanımlanan “uyum süreci” üzerine küresel ve bütünleşik bir perspektif geliştirme amacını gütmektedir. Burada sunulan savın özü yapısal uyumun, küreselleşme süreci ile karşılıklı bağımlılık ve birbirini güçlendirme ilişkisi içerisinde bulunan dünya çapında bir olay olduğudur. Küreselleşme sürecinden kast edilen dünya ekonomilerinin giderek artan bütünleşmesidir. Uyum ve küreselleşme süreçleri geniş kapsamlı sosyo-politik sonuçlara yol açmıştır. Değişik mekanizmalar aracılığıyla bu süreçler ülkeler içindeki ve arasındaki eşitsizliğin ve yoksulluğun yoğunlaşmasına ve dolaylı olarak bir dizi sosyal probleme de katkıda bulunmuştur. Globalleşme ya da küreselleşme son yıllarda çok sık kullanılan kavramlardan birisi haline gelmiştir. Globalleşme iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda bazı ortak değerlerin yerel veya milli sınırları aşarak dünya çapında yayılmasını ifade etmektedir. İktisadi alanda hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkelerde benimsenen iktisat politikaları da giderek benzerlik göstermektedir.
Serkan Çağdaş 11/09
32
Gerçek anlamı tamamıyla anlaşılmadan ve tartışılmadan, bütün dünyada olumlu veya olumsuz tepkilere yol açan bir sözcük olan küreselleşmenin bir şanssızlığı da, soğuk savaşın sona ermesinin ardından, dünyada bu kelimeyi sıkça kullanmaya başlayan siyasetçilerin izledikleri politikalarla özdeşleştirilmiş olmasıdır. Bu yaklaşımın doğal sonucu olarak, küreselleşmenin ne anlam ifade ettiği tam anlaşılmadan, hakkında olumlu veya olumsuz değer yargıları oluşmuştur. Küreselleşmeyi savunanlar da, eleştirenlerde kendi görüşlerinin haklılığını ortaya koyacak gelişmeleri ve istatistiki bilgileri sıkça ortaya koymaktadırlar. Küreselleşmenin faydaları konusunda bir görüş birliği olduğunu söylemek mümkündür. Sürdürülebilir ekonomik kalkınma, yükselen yaşam standartları, teknolojik ilerleme ve bilginin daha hızlı yayılması, küreselleşmenin en belirgin faydaları arasında sayılmaktadır. Öte yandan küreselleşmeyi sadece ekonomik alandaki faaliyetleri etkileyen bir unsur olarak görmek de sınırlı bir bakış açısını yansıtmaktadır. Bu çerçevede, malların ve sermayenin serbestçe dolaşımının yanı sıra, insanların daha sık seyahat etmeleri, bilgiiletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmeler ve internet kullanımının giderek yaygınlaşması, küreselleşmenin önde gelen itici güçleri arasında bulunmaktadır. Bir diğer ifadeyle, aşırı küreselleşmecilere göre, piyasalar artık devletlerden daha güçlüdür. Devlet otoritesindeki bu gerileme ise, diğer kurumlar ile birliklerin ve yerel-bölgesel otoritelerin artarak yaygınlaşması şeklinde görülebilir. Radikal-aşırı küreselleşmeciler, dünya toplumunun, geleneksel ulus devletlerinin yerini almakta olduğunu ya da yakın gelecekte alacağını ve yeni toplumsal örgütlenme şekillerinin belirmeye başladığı düşüncesindedirler. Ancak bu gruplar içerisinde yer alanlar, homojen bir görünüm arz etmemektedirler. Küreselleşme ile ilgili bir başka bakış açısı da, ulus devletin, uluslararası alandaki gücünü sınırlayan ve çokuluslu şirketlerin, hükümet dışı örgütlerin, araştırma ve düşünce kuruluşlarının ve medya kartellerinin uluslar 33
arası alandaki güçlerini artıran etkisi sonucunda, sivil toplum kuruluşlarının, bilim adamlarının, yazarların, akademisyenlerin; başka bir deyişle “bireylerin” uluslar arası ilişkileri etkileme ve yönlendirme olanağının eskiye oranla daha da artmış olmasıdır. Küreselleşme, dünya tarihinde yerini aldıktan hemen sonra ekonomik olarak birçok devleti yeniden şekillendirdi. Feodal parçalanmışlıkları büyük ölçüde ortadan kaldırdı. Sermaye ise uluslar arası karakterinden dolayı hiçbir sınır tanımadan, kapitalizmin bir dünya sistemi olma iddiasına önemli bir yer verdi. Sömürgecilik de kapitalizmin küreselleşme denemesinin ilk aracı olarak kullanılmaya başlandı. Bu gelişmelerle birlikte “tekeller” de kapitalizmin uluslar arası olma niteliğinin somut ifadeleri olarak biçimlendi. Ulus ve ülke çıkarı tanımayan tekeller kar peşinde koşarken ulus, din, dil, mezhep ve milliyet farkı gözetmediler. Bu uluslararası olma özelliği, dünyanın bütününe egemen olma isteği, dünyanın yeniden şekillenmesi ve paylaşılmasını gündeme getirmiş oldu. Küreselleşme dünya sahnesinde yerini aldıktan sonra yapılan bazı araştırmalarda çıkan sonuçlar küreselleşmenin kime yaradığı konusunun irdelenmesine de yol açmıştır. Zenginler ve yoksullar arasında açılan uçurumun son yıllardaki geometrik büyüme hızı ve üretim tekelleşmesinin kalkınmakta olan ülkeler için hayati önem taşıyan üretim dallarında yaşanıyor olması, bazı fikirler ortaya çıkarmaktadır. 1960 yılında dünyanın en yoksul ve en zengin beşte biri arasındaki gelir oranı 1’e 30 iken, bu oran 1990 da 60’a 1997 de 74’e çıkmıştır. Zengin yoksul arasındaki uçurumun bu denli hızla büyümesi, başlı başına düşünülmesi gereken bir konudur. Bu sonuçlar küreselleşme sürecinin ortak değerler üzerine kurulu olup olmadığı konusunda ciddi endişelere yol açmıştır. Üretim alanlarında yaşanan olumsuzluklar bu endişeleri daha da körüklemekte, dünya üretiminin tümünü neredeyse 10 çok uluslu şirketin yönetimine geçmesi ise küreselleşme tartışmalarının her geçen gün biraz daha alevlenmesine sebep olmaktadır. 11/09
10
Kraliçesi Rock, her ne kadar erkek tekelinde görünse de, bunun aksini kanıtlayan kadınların olduğu da aşikar. Bu rocker hatunlar, hem müzikleri, hem de güzellikleriyle hepimizi baştan çıkarıyorlar. Simay Aydın
80’lerin ünlü pop-rock grubu Blondie’nin 64 yaşındaki güzel solisti, hala müzik ve sinema hayatına devam ediyor. Şarkıcı aynı zamanda ünlü Mac Cosmetics’in yüzlerinden de birisi.
Deborah Harry
Rock Dünyasının
Liz Phair
1967 doğumlu pop-rock yıldızının ’93 yılındaki albümü “Exile in Guyville”, Rolling Stones dergisinin seçtiği “Tüm zamanların en iyi 500 albümü”nden biri olmuştu. Sanatçı hala üretmeye ve büyüleyici güzelliğini bizimle paylaşmaya devam ediyor. 35
11/09
P.J. Harvey
23 yaşından bu yana ödüle doymayan seksi rocker, Polly Jean Harvey, gerek solo albümleriyle, gerek Nick Cave ve John Parish gibi sanatçılarla yaptığı çalışmalarla hayatımızdan çıkacak gibi görünmüyor. Umarız daha uzun seneler kendisini dinleyebiliriz.
11/09
36
Shirley Manson 37
En iyi alternatifrock gruplarından Garbage’ın 43 yaşındaki solisti, müziğinin yanı sıra Terminator: The Sarah Connor Chronicles’ta canlandırdığı Catherine Weaver karakteriyle de ilgimizi çekmişti. Kendilerini Manson’a daha yakın hissetmek isteyenler, Guitar Hero 5’te Shirley Manson karakteriyle “Only Happy When It Rains”i çalabilirler.
11/09
Juliette Lewis 11/09
Şimdiye dek kırkın üstünde filmde yer almış 36 yaşındaki oyuncu-müzisyen, bu yıl “Juliette and The Licks” grubunu dağıttıktan sonra kurduğu yeni grubu “The New Romantiques”le müzik hayatına devam ediyor.
38
Zooey Deschanel
She & Him adlı grubun 1980 doğumlu solisti Zooey Deschanel, hem sahnelerde, hem de beyaz perdede sevenleriyle buluşmaya devam ediyor. 1999 yılından beri çeşitli Hollywood yapımlarında yer alan sanatçı bu ay vizyona girecek olan “(500) Days Of Summer” isimli romantik komedide de karşımıza çıkacak.
Gökçe
Mesleği sanat yönetmenliği olan sanatçı, küçük yaşlardan beri müzikle ilgileniyor. 2007’de, 20 yaşından beri yaptığı şarkılardan oluşan “Böğürtlenli Reçel” albümünü raflarda gördüğümüz Gökçe’nin yeni albümü “5 Kuruş Yok” şu sıralar çok konuşulanlar arasında.
11/09
40
Cat Power
2005’te İstanbullu sevenleriyle de buluşan, indie-rock müziğin kadın üstadlarından 37 yaşındaki Cat Power, sade görünümü ve muhteşem sesiyle 17 yıldır sahnelerde!
41
11/09
11/09
Eva Briegel
Alman rock grubu Juli’nin 31 yaşındaki solisti, sağlam bir vejetaryen. Güzel şarkıcı aynı zamanda hayvan haklarını savunan PETA grubunun da bir üyesi.
42
Pamela Spence 43
1975 yılında Almanya’da doğan Pamela Spence, sanat hayatına oyunculukla başladı. 2002 yılında çıkardığı ilk albümü “Eğer Dinlersen”le beklediği ilgiyi göremeyen sanatçı, 2004’te çıkan “Şehir Rehberi” ile müziğini ve sesini kabul ettirmeyi başardı. 2006’daki “Cehennet” isimli albümle başarısını arttıran Pamela, bu yıl içinde 4. albümünü çıkarmayı hedefliyor.
11/09
Ne kadar
Futbolla uzaktan yakından ilişkisi olmayanların yıllardır değişmeyen klişeleşmiş cümlesi şudur; “Bu kadar konuşulacak ne var?”. Serkan Çağdaş
para O kadar
?
Dünya futbol tarihinin en pahalı transferi Ronaldo’nun bedeli tam 96 milyon Avro.
FUTBO
Aslında konuşulanlara bakınca neredeyse tüm yorumlar, yapılan analizler, yaşanan olaylar üç aşağı beş yukarı benzerlik gösteriyor. Hatta televizyonlarda her turnuva, lig, kupa maçları öncesi ve sonrası yapılan programların reklamlarında bile bir benzeşme söz konusu olmaya başladı. “Konuşulmayanların konuşulduğu tek program” diye yapılan reklamların program başladıktan sonra diğerlerinden içerik olarak hiçbir faklılığı olmadığı hemen anlaşılıyor. Yanı kısacası futbol özellikle ülkemizde ve bizim gibi henüz dünyanın sayılı ligleri arasında gösterilmeyen liglerde anlık, günlük, haftalık olarak planlanıyor, oynanıyor, yorumlanıyor. Aslında konuşulması gereken uzun vadede nasıl bir planlama yapılması gerektiği iken anı, günü, haftayı kurtarma çabası, bu liglerin üst düzey ligler ve takımları ile boy ölçüşmesini tesadüflere bırakıyor. Evet, para futbolun can damarı, milyon dolarlar, milyon avrolar, milyon liralar üzerinden yapılan transferlerle oluşturulan takımların, milyonları futbol izlemeye, takip etmeye çekmesinden bunu net bir şekilde anlayabiliyoruz. 11/09
44
Ama gözden kaçan bir nokta var ki, tam da her şeyin konuşulduğu iddia edilen hiçbir yerde konuşulmayan bir nokta. Ne kadar çok para harcanırsa, o kadar iyi futbolcu alınabilir ve oluşturulan takımın içinde bu futbolculardan ne kadar çok olursa, o takım en iyi takım olur, mantığı bir yere kadar doğru, fakat yanlış olan, sadece çok yetenekli oldukları için büyük paralar harcayarak aldığınız futbolcuların, kendi başlarına başarılı olamayacaklarıdır. Oluşturduğunuz takımın antrenmanlarını yapacağı sahanın çimleri, kondisyoneri, idman sonrası kullanacakları tesisleri, maç yapmak için çıktıkları stadyumların zeminleri, taktik ve teknik olarak tüm bu yetenekleri tam kapasiteyle ortaya çıkaracak olan sistemi oluşturacak olan teknik direktörleri, hatta belki de en önemlisi bu kadar üst düzey futbolcuların oynadığı takımların maçlarını yönetecek hakemleri… En az transfer edilen oyuncular kadar önemsenmeden oluşturulan hiçbir yapı bir önceki günden daha farklı olmayacaktır. Bu bahsettiğimiz koşulları gerçekleştirmiş veya gerçekleştirmeye yakın tüm ülke ve kulüpler zaten yıllardır tüm uluslararası kupa ve turnuvalara değişmeli olarak ambargo koymuşlardır. Bu ülke ve kulüplerde oynayan oyuncuların yaşları ilerledikçe ya da ağır sakatlıklar geçirdikten sonra, kendi lig ve kulüplerinde oynama şansları azaldığından biz ve bizim gibi liglere transfer olduklarına her yıl şahit oluyoruz.
Evet, bu oyuncuların tecrübeleriyle ve yetenekleriyle liglerimize kattıkları çoğu zaman tartışılmaz düzeydedir. Ancak bu durumda da Milli Takım düzeyinde yapılacak olan maçlarda, ligimizin aslında hiç de düşünüldüğü kadar kaliteli olmadığı, kaybedilmiş olan bir dört yıl söz konusu olduğunda ortaya çıkıyor. Yani acil olarak yapılması gereken kulüplerin bir sezon için ayırdıkları bütçenin neredeyse yarısını harcayarak transfer ettiği bir oyuncunun şapkasından tavşan çıkarmasını beklemek yerine, parayı akılcı kullanarak, yapılacak olan, bahsettiğimiz yatırımlar doğrultusunda kaybedilecek bir yıl hesabından çıkıp, kazanılacak on yılların hesabı üzerinde kafa yormaya başlamaktır. Yıllık 9.5 milyon Avro’luk, toplamda 65 milyon Avro’luk Messi’nin bonservis bedeli 250 milyon Avro.
98.772 kişi kapasiteli Barcelona’daki Nou Camp Stadyumu 173 milyon Avro’ya mal oldu.
45
11/09
Güven Erkin Erkal
Güven Erkin Erkal, bir rock emekçisi… Misyonunu sonuna kadar yerine getiren, Türkiye’de rock deyince ilk akla gelen isimlerden biri… Şu ana kadar birçok müzisyenle bizi tanıştırıp, birçok organizasyona imza attı. Programları ve dergisi ile rock severlere sınırsız kaynak sağladı. Rocker deyince de bizim aklımıza doğal olarak ilk Güven Erkin Erkal geldi. Kendisine “Tiki miydi, rocker mıydı?” diye sorduk, o da “Tikiliği bir deneyelim, ona göre cevap veririz.” dedi… Bakın Güven Erkin Erkal tiki olsaydı, nasıl olurdu… Röportaj: Kayra Altınışık Fotoğraflar: Murat Ertürk Model: Alice (Star Model) Saç: Tahsin Demirtürk
11/09
46
47
11/09
11/09
48
Müziğe olan ilginiz ne zaman başladı, nasıl başladı?
Öyle öyle kayıtları toplamaya başlıyorum. Sonra kendi grubumu kuruyorum. Bir tane Hohner marka elektrogitar falan alıyorum ama sonra “Beatles’ı Ben beş altı yaşındayken anneannemin Erkin Koray 45’likleri aldığını falan hatırlıyorum. Dayım Almanya’dan katledeceğimize, biz en iyisi başka bir şeyler yapalım.” diyoruz. Zaten aşık olduğum kız grupta gitar çalıyor Elvis Presley’in bir Greatest Hits albümünü getiriyor. ve davulcu da ona aşık oluyor falan. Bagetler havada Kimdir, nedir bilmiyorum tabii o zamanlar; ama hep uçuşuyor. Dağılıyoruz. Bunun dışında beraber onu dinleyerek uyuyorum. Bende böyle bir alışkanlık çalıştığımız vokalist Can Orkan Özülkü ve grubun yapıyor. Sonra 1977, yani Ankara’da olduğum yıl, Boney gitaristi Serhat, Akbaba diye bir grup kuruyorlar; ben de M. falan dinlerken, tamamıyla zevkimin oturduğu yıl grubun menajeri oluyorum. Menajer ne yapar? Konser oluyor. Bahçelievler’deyim, Shirley diye bir plak evi ayarlar. Kalamış Parkı’nda konser falan derken, iş yavaş var. O dönem, filmler beni çok etkiliyor. Suspiria’nın yavaş konser organizasyonları şeklinde büyümeye film müziğiyle tanışınca sonra da duymak istediğim başlıyor. Konser organizasyonlarını ilk defa sokaklara bir şey gibi geliyor bana. Hemen plakçıya koşuyorum. taşıyoruz. Gülhane Parkı’nda halka açık konserler Bakıyorum o plak yok. 11 yaşında olduğumdan şansım düzenliyoruz. Taksim Meydanı’nda insanları topluyoruz, yaver gidiyor, plakçı bana başka bir şeyler öneriyor. onlara rock gruplarını falan sunmaya başlıyoruz. Derken “Pink Floyd’un Ummagumma’sı güzel.” diyor. “Bulursak ‘86 yılı gibi kaset üretimi başlıyor. kaydederiz sana da.” diye aralarında espri falan Yani var olan gruplar artık kasetlerini piyasaya yapıyorlar. “Sen yaz abi, ben bulurum.” falan diyorum. çıkartmaya başlıyor. ‘80’lerin sonu da benim Tekrar İstanbul’a dönüyorum. Ummagumma bir soru olarak cebimde. Karaköy yeraltı geçidinden, Bakırköy’ün organizasyon işlerinde bayağı alıp yürüdüğüm zamanlar oluyor. Ben bu işi ‘93’e kadar çok iyi bir şekilde de çeşitli müzik mağazalarına kadar, bütün plakçıları yapabildiğimi düşünüyorum. geziyorum.Yaş olmuş bu arada 12 falan. Onun yerine Dark Side of the Moon’u buluyorum Sonra Bakırköy’de Sonra özel televizyon ve radyoların başlangıcıyla, bir plak evinde Ummgumma’yı buluyorum sonunda. . HBB kanalında Rock Club programında, program Burada uzun saçlı bir adam çalışıyor. Murat Çelik, Düş koordinatörü olarak işe başlıyorum. Orhan Atasoy’u, Sokağı Sakinleri’nden... O zaman ben 14 yaşındayım, o Mavi Sakal’ı, Kesmeşeker’i, Erkin Koray’ı, dönemin 17 yaşında. Beni rockla ilgili şekillendiren kayıtları olan sanatçılarını alıyoruz, klipler yapıyoruz. ilk olaylar bunlar oluyor. Çok da başarılı klipler oluyor bunlar. Ahmet Yiğit yönetmenim. Onunla bir dönemi belgeleyebildiğimizi Sonra kendimi bilmeye başladığım dönemlerde, 17düşünüyorum. 18 yaşlarında müzikle uğraşan insanlar ilgimi çekmeye başlıyor. ‘80 Sonrası gittiğim konserlerin afişlerini toplamakla işe başlıyorum. O zamanlar kasetleri yok. Kendi olanaklarıyla yaptıkları kayıtlar ve çekme kasetler, konsere gidenlerden, bir adım daha atıp tanışmak isteyenlere verilebilen, paylaşılabilen bir şeyler. 49
Ondan sonra özel radyolar biraz daha ilginç geliyor. TRT’den arkadaşlar “Hür FM diye bir radyo açılacak, sen de gel.” falan diyorlar. Hür FM, radyoculuğa iyi bir şekilde başladığım yer. Biraz daha konser organizasyonu derken Moğollar’ın menajerliği başlıyor. Öncesinde 11/09
zaten işi öğrenebilmek için Erkin Koray’ın, İlhan İrem’in falan asistanlığını yapıyorum, Cem Karaca’yla çalışıyorum, beraber organizasyonlar yapıyoruz. Sonra Eko TV dönemi başlıyor. Fatih Altaylı’yla hala Radyo D’de devam ediyorum, bırakmadığım bir programdır bu. Eko TV’de iki aylık bir program başlıyor rock üzerine. Kablosuz olarak tüm Türkiye’de yayın yapılan bir dönem. Eko TV kapandıktan sonra Dream TV süreci başlıyor. Bu sırada çeşitli dergi denemeleri, çalışmaları var. Kemancı için Kemancı diye bir dergi hazırlıyoruz. Böyle ufak tefek denemelerden sonra Yüxexes Dergisi 5 yıl önce başlıyor. Halen Dream TV’nin Yüxexes Programı ve Dergisi yayına devam ediyor. Çok farklı işler yapmışsınız; radyo, TV sunuculuğu ve yapımcılığı, menajerlik, organizasyon… Hepsi ayrı dönemlerde yapılmış, birbirine karıştırılmadan yapılmıştı.Yani aynı anda hepsini yaptığım söylenemez. Şu anda radyo, televizyon program sunuculuğu ve dergi yayıncılığı var. Hepsi belli bir dönemde olup, bugünkü işimi yapma konusunda bana deneyim kazandırdı. Peki aralarından en çok keyif aldığınız hangisi? Her dönem yaptığım işten ayrı zevk aldım ama şu anda ortaya henüz çıkmayan bir çalışma, bir kitap çalışması var. Başlangıcından günümüze Türkiye’de rock tarihini yazıyorum. Araştırması o kadar keyifli olan şeyler ki. Kendimi bilmeye başladığım süreçten, bugüne kadar olan süreç içersinde, mutfağın her köşesinde bir şeyler yapmışım ama meğerse o kadar da çok şey öğrenememişim.Yani Türkiye’ye ilk elektrogitarın nasıl girdiğini, Türkiye’de basılan ilk müzik dergisinin ya da rock müzikle ilgili dergilerin ne zaman çıktığını son birkaç ayda falan öğrendim. Jazz’ı ülkemize ilk kim soktu, kim Türkiye’den çıkıp dünya çapında meşhur olmuş bu alanda… Hepsi şu anda çoğu insan için masal gibi gelebilecek şeyler ama gerçekten ben bunları yeni öğreniyorum. Hala bir şey çalıyor musunuz? Hayır. Bu kararı aldığım zamanı da çok iyi hatırlıyorum. Bir elektrogitara sahiptim. Yol ayrımındaydım.Ya bu gitarı çalacağım, her gün buna yedi saat ayıracağım, ya da bu gitarı çalanlarla uğraşacağım. İkisinden biri. İkisi aynı anda olmayacak. Öteki türlü hem müzisyen olup, hem müzisyenlerle uğraşmak kolay değil. Çünkü müzisyenlerin güvenini kazanman lazım. Onların yayınlamadıkları şeyleri, yaptıklarını seninle paylaşmaları için müzisyen olmaman ilk koşuldur. O zaman ben müzisyen olmamayı seve seve kabul ettim. 11/09
50
51
11/09
Peki hiç içiniz gitmiyor mu? Müzik dinleyicisi arada sahnede olmak ister gibi geliyor bana. O kadar içindeyim ki, bu bir eksiklik, bir boşluk halini almıyor. Enstrümanı; ajandası ve laptop’ı olan bir müzisyen gibi de görebiliyorum kendimi. Bir grubun artı beşinci, altıncı elemanı gibi, yaptıklarını paylaştıran bir insan gibi olduğum için yerimden çok memnunum. Müzik dünyasında ne kadar aktif bir rol oynuyorsunuz? Daha aktif olabilir mi, olmalı mı?
müzisyenler dinleyici olarak yabancı gruplardan dinlediği bir şeyi katabiliyor müziklerine, ama içinde yaşadığı bizim gibi bir kültüre sahip olan çok yok. Bu noktada kendimizi pazarlamayı, sunmayı beceremediğimizi de biliyorum. O nedenle bunlar pek ortaya çıkamıyor. Ortada aynı zamanda çok fazla grup olmasına rağmen aynı sesi çıkarmaları gibi bir durum söz konusu mu sizce de?
Yarışmalarda maalesef bunları görüyoruz. Mesela müzik yarışmalarında ben aktif olarak jüri görevi yapmasam da Bu ortamın aktif olmasıyla ilgili.Yani, çeşitli inişler ve arkadaşlarımla birlikte dinliyoruz, değerlendiriyoruz. çıkışlar var müzikte. Mesela ‘86 yılında Aqua grubunun Her yıl yaklaşık 300 yeni grubu dinliyoruz. Aradan çıkardığı kaset benim işime ivme kazandıran etkenlerden taklitleri ayırmak zorunda kalıyoruz. Teomanlar şu biri olmuştur. O dönemde ben dergicilik deneyimime tarafa, Mangalar bu tarafa, Şebnemler o tarafa... Bunlar başladım. Rock Art diye bir dergi hazırlıyordum. birbirlerine çok yakın duruyorlar. Aradan seçmek Sonra krizler falan geldi, ‘90’larda biraz inişler oldu. zorunda kalıyorsun. ‘91 yılında Pentagram’ın albüm çıkarmasıyla, benim Çok umutsuz vakalar da var. Öte yandan o eleği de paralelinde radyoculuğa başlamamla tekrar ivme kazandı. Söylediğiniz gibi tek başıma etkin olma durumu salladığınız zaman üstte kalanlara baktığınızda, kendi sesine, sound’una sahip olanlar da çıkabiliyor. Bu da bize değil.Yaptığım işlerle ilgili herkes etkinse, ben de etkin bu işi yapabilmek için güç veriyor. görünürüm. Şimdi benimle röportaj yapıyorsunuz ama bugün baktığınızda Yüxexes Dergisi’nde beraber çalıştığımız Sadece Türk rock’ı olarak almamak lazım. Bunu bir 10-15 kişi var. Bir o kadar kişi de Yüxexes Programı’nda bütünün parçaları olarak düşünmek lazım. Ülkenin genel çalışıyor. Hep beraber keyif alacağız, keyif alamadığımız durumu nasılsa rock da o durumdadır. Peki, durum nedir yerde bırakacağız. Radyo programları ise dergi ve o zaman? Fena değil. televizyon programlarına göre, daha tek başıma karar Neden fena değil? Myspace gibi her tarafa verdiğim bir durum. Türkiye’de radyolarda bunun ulaşabileceğimiz kaynaklar varken bunu daha iyi sunumu olması gerektiği düzeyde değil. Televizyonlar görebiliyoruz. Kuzey ülkelerine bakıyoruz. Amerika’ya yeni çıkan sesleri insanlara ulaştırırken, radyolar reklam bakıyoruz. Türkiye’deki çeşitlilik ve deneysellik şu ve kaybetmemesi gereken dinleyici yüzünden geri adım anda birçok yerde görülenden daha fazla. Bu sanırım atıp, popüler olanı sunuyor. Şimdi Radyo D’de bir rock özellikle İstanbul’un bulunduğu coğrafi konumla da müzik programının olması sadece radyoların değişen ilgili. Çok daha fazla sesleri değerlendirip yeni bir yönetimlerinin anlayışı ve mucizeyle açıklanabilecek bir şeyler üretebilecek bir konumdayız. Diğer ülkelerdeki şey. Sizce ne durumda şu an Türk rock’ı?
11/09
52
53
11/09
11/09
54
Sadece bildiğimiz şarkıları dinlemeyi mi seviyoruz radyoda? Radyocular buna dikkat etmek, sevilen şarkıları en iyi şekilde sunmak zorunda.Yoksa var olamazlar.
aslında. Şu anda yaşadığımız bir değişim, başka bir şeye dönüşüyor ama dönüşümün ne olduğunu anlamayanlar için panik yaratıyor.
Kendi rengini, ifadesini ortaya koyamıyorsa, internet ortamında bedava versen indirilmez zaten. Onlar Siz neleri çalıyorsunuz radyoda genelde? ayıklanacak, sonuçta yine orijinal olanlar ortaya çıkacak. Sevdiğiniz şarkıları mı, popüler şarkıları mı? Dediğim gibi albüme olumsuz bir yansıması var, Ben biraz daha rock’la sınırlandırdığım için sevdiğim ama “merchandising” denen kavram Türkiye’de tam şarkılar zaten çıkıyor, ancak mesela Manga, her yerde oturmadı. Bu oturduğu zaman başka bir şeyler olmaya çok dönüyorsa, benim programda da dönmesi gerekiyor. başlayacak. Çay kupası, aksesuar gibi eşyalar ortaya Ama ben o parçasını beğenmiyorsam da, zorla o parçayı çıkacak. bana kimse çaldıramaz. Müzikle bunu yanyana gelmesi ne kadar doğru, tartışılır; Peki televizyon programında nasıl işliyor bu ben olmasından yanayım. düzen? Bu single furyasına ne diyorsunuz? Televizyonda biraz daha rahat hareket ediyorum. Ama bir kısım mesela Hayko çok çıkmıyor derken, diğerlerinin daha underground, daha başka beklentileri var. Gidip Katafalk grubunu çıkarttığımız zaman da, bu sefer Emre Aydın’cı tayfa mutlu olmuyor. Hepsini birden mutlu etmek çok zor ama totalde mutlu olmalarını sağlayacak bir program hala devam ediyor.
45’lik dönemine geri döndük aslında. Önce 45’lik olarak piyasaya çıkarılıyor, sonra bu parçalar toplanıp albüm olarak sunuluyordu. Ancak 45’likler daha heyecanla beklenen şeylerdi.Ve en fazla, A yüzü iyiydi, B yüzü belki... Şimdi kimse, dinlenmeyecek parçaları, dinlenecek parçaların kanadına bağlayıp bize sunamaz.
İnternet ne kadar etkiledi programın izlenme oranlarını?
Dinleyici bilginin çok kolay ele geçirebilir olduğunu anladı ve biraz kıymetini bilmeme durumuna geldi. Önceden gitarı kim çaldı, düzenlemeyi kim yaptı gibi bilgilerle değer kazanıyorken, kimin yayınladığı, kimin düzenlediği falan çok önemsiz hale geldi.
Olumlu etkiledi, çünkü çıkan her grubun fanları bölümleri Youtube’a attığı zaman, “Bu olaylar Yüxexes’te oluyormuş” dediğinden, her hafta daha fazla izleyici kazanmamıza sebep oluyor. İnternet müzik piyasasına yaptığı yıkımı size yapmadı yani… Yok hayır. Aslında müzik piyasasına da üretim anlamında yıkım getirmedi. Üreticinin maddi anlamda önünü tıkayan bir durum getirdi. O da, müziğin pazarlama biçiminin değişmesi gerektiği konusunda bir mesaj 55
Peki dinleyici tembelleşti mi?
Mesela bazı albümler ikinci-üçüncü dinleyişte oturur. Bir daha vazgeçemediğimiz bir albüme dönüşür. Bunu da kaybettik gibi geliyor bana. Bir şarkının 30. saniyesine kadar beğenmediysek hakkını kaybediyor o albüm. Çok seçenek var. Ama ikinci üçüncü defa dinletecek etken nedir? Biraz kendi yaş grubunuzun içinden çıkıp, daha genç dinleyicicnin gözünden bakmaya çabalayalım. 11/09
Grup elemanlarını biraz daha kendine yakın, biraz daha renkli görüyorsa, söylediği şarkıyı dikkate alıyor. Daha derin röportajlarla, daha derin anlatımlarla ortaya çıkması lazım.
kaplamıyor aslında. Çizgi romanlar var. Bunun dışında afiş arşivimin içinde çok ilginç film afişleri, gösteri afişleri var. Birçok da fanzin çeşidine sahip olduğumu söyleyeblirim.
Mesela Sakin grubunun da albümü çoğu insan için zor albüm olabilir. Ama Yüxexes Dergisi’nin arkasında grubun vokalistinin bir sayfası var. Dünya görüşüyle, endişeleriyle ilgili bir şeyleri kaleme alıyor. Orda yazılanlar diğer birtakım insanlar tarafından paylaşılır şeylerse, o ana kadar o çocuğun kim olduğuyla ilgilenmeyen kişi, “Ben de böyle düşünüyorum, bir de grubu varmış, bakayım.” diyebiliyor. Bunun için interneti de kullanmak etkili. Müzik yapan insanların artık boş adamlar olmamaları lazım. Söylediği sözün bir duruşu varsa, o zaman şarkısını dinlettirir, konserine de getirttirir.
Şu ana kadar programlarınızda, sizi en çok güldüren ya da şaşırtan olay hangisi?
Estetik olmaları ne kadar önemli sizce? Genelde Şebnem gibilerin sözlerine, söylemek istediklerine önem gösteriyorum. Kendisine önem veren, özen gösteren biri olursa da, o da bonus oluyor, izliyorum beğenerek. Ama bir tane hatun çıksın 1.90 boyunda, dekolteler açsın, ortada şarkı yoksa, ee sonra? Daha güzeli gelince, üstelik daha iyi bir şey söyleyince, onu tek geçecekler. Siz neler dinliyorsunuz bu aralar? Dönem dönem değişiyor dinlediklerim. Almanya’da 70’lerden günümüze neler yapılmış dinliyorum. Ordan atlıyorum Türkiye’de ‘80’lerden bu yana yapılan her albüm gündemimdedir. Ama şu sıralar 1950’li yıllarla ilgileniyorum ve arayınca da bulunmaya başlanıyor. Yayınlanmamış eserler bile bir yerlerden çıkıyor. Arşivinizden çok bahsediliyor, ne durumda? En son hatun, “Ya bunlar, ya ben.” dedi. Çok yer 11/09
Çok var, hemen her programda bir tane mutlaka oluyor. Rock ’n Coke’da Erkin Koray’la söyleşi yapılacak. Söyleşinin hazırlandığı sırada Erkin Baba’yı bekliyoruz konsere çıkmadan önce onunla konuşmak için. Canlı yayında bize doğru gelirken, ben “İşte Erkin Baba da geliyor, geliyor ve gidiyor” diye kalıyorum çünkü o el sallayıp yanımızdan geçiyor. Ben “Erkin Baba, baba… Baba n’aptın?” diye kalıyorum. Sonra ona soruyorum tabi neden geçip gittiğini. “Röportaj mı yapacaktık? Ben bilmiyorum.” diyor. Bu işi yapmasaydınız, ne yapardınız? Matbaacılık. Annem babam matbaacıydı benim. Zaten ‘86 yılında Milliyet Sanat Dergisi’nde yaptığım röportajlar falan vardı. Ben 10 yaşından sonra matbaaya gitmeye başladım. Tabii matbaada kim tutar beni, hemen koşardım Milliyet Çocuk Dergisi’ne giderdim mesela. Yazarlarıyla, çizerleriyle falan konuşurdum. Çok garip bir çocukluğum vardı benim. İnsanlar öğretmenine falan aşık olur ya, ben müzik dergisinde yazan hatunlara falan aşık olurdum. Müzik dinlemediğinizde ve müzikle ilgilenmediğinizde başka ne yaparsınız? Film izlemeyi, çizgi roman okumayı, tavla oynamayı, arkadaşlarımla zaman geçirmeyi çok severim. Eşimle sahile ineriz, adaya kaçarız arada. Bu keyfili sohbet için Güven Erkin Erkal’a ve mekan için 911 ekibine teşekkürler… 56
57
11/09
?
v
O nasıl bir şey ki yeni mi çıkmış Murat Güler Muratjr@wingmandergi.com
Bu güne kadar en çok satan oyunlar listesinde bir numara bildiğiniz gibi “Guitar Hero”. Bir rock yıldızını canlandırdığınız oyunda amacınız çok basit. Konsolunuza bağlanan bir “Gitar” sayesinde ekrandaki şarkıyı çalmanız isteniyor sizden. Merak etmeyin, öyle çok fazla nota bilgisine ihtiyacınız yok. Sadece karşıdan gelen renklerdeki tuşlara zamanında basmanız yeterli. Üstelik sadece rock müzik olmak zorunda da değil. Klasik, Country veya Blues da oyunun kütüphanesinde bulunuyor. Her oyunda olduğu gibi zorluk seviyeleri bulunan oyunda “Jingle Bells” ile başlayıp, benim favorim olan “Master of Puppets” ile bitiriyorsunuz. Hatta yeni oyunlarda daha zor parçalar olacağı söylendi. 11/09
58
vs.
PS3, Wii ve X-Box. Bugün neredeyse her evde bu üçünden birisi var. Birbirine karşı üç farklı platform, hayatlarının en büyük satışlarını, ortak bir oyun üzerinde yaptılar. İşte karşınızda son yılların en çok satan oyunu Guitar Hero ve onun yeni kankası DJ Hero.
Tiesto, 50 Cent, JAY-Z,Vanilla Ice ve daha bir çoğu dünyanın yeni trendi olan ‘DJ Music’in en büyük temsilcilerinden birkaçı. E dünyada bu kadar DJ müziği hayranı varken Activision rahat durur mu? Üstelik Guitar Hero’dan bu kadar kar etmişken. Activision bir adım ileri gitti. Artık konsollara “turntable” da bağlayabiliyoruz. İşte karşınızda “DJ Hero”. Artık o hayranlıkla dinlediğimiz şarkıları kendimiz evde oturduğumuz yerden, üstelik konser coşkusunu hissederek çalabileceğiz. Hem de ne bir plak seti lazım ne de çok fazla ritim duygusu. Gereken sadece hızlı eller ve müziğin ritmine kendini kaptırmış bir bünye. Activision daha şimdiden ikinci, hatta üçüncü “DJ Hero”yu açıkladı.. Hangisi daha iyi diye sorarsanız; bence en zevklisi bir PS3 ve gitar + turntable kombinasyonuyla oynanacak groundhog modu. Eğer evde zevkli partiler vermek istiyorsanız bu oyunlar tam size göre. 59
11/09
Tikiler iรงin Oyuncaklar
11/09
60
Tiki olmak istiyorsanız, giyiminiz kuşamınız bir yana, kullandığınız her türlü elektronik aletin de farklı ve göze çarpan nitelikte olmasına dikkat etmelisiniz. Telefondan saate kadar ne kadar cafcaflı ürün varsa onların peşine düşmelisiniz. İşte bu amaçla üretilen aparatlardan bir kaçı… Murat Güler Tiki dediğin iPhone Kullanır. Apple bu aleti aslında iş dünyası için çıkarmış gibi göstermeye çalışsa da, en büyük kullanıcı kitlesinin tikiler olduğunun sanırım hepimiz farkındayız. (Önemli not: iPhone sahibi herkes tiki değildir. Tiki, iPhone sahibidir.) Yukarıdaki önerme doğru olmaya başladığı gün, tikiler için iPhone sahibi olmak yetersiz hale geldi. Bunu fark eden üreticiler ise hemen işe koyuldular. Çok çeşitli aksesuarlar ürettiler. Bunlardan en önemlisi “GelaSkin” oldu. Klasik Siyah/Beyaz iPhone görüntüsünden sıkılanlar için telefonların arka kapaklarına renkli çıkartmalar üreten GelaSkin, ayrıca internet sitesinden de bu çıkartmaların özel fotoğraflar yayınlayarak telefonun tam bir bütün halinde “tiki” görünmesini sağladı. Tabi ki Tikilikte bir sınır yoktur. Çıkartmaların üstüne Tikilerin kapüşonlu montlarına veya “t-shirtlerine (!)” uygun olsun diye gene aynı stilde iPhone kılıfları üretildi. Kapüşonlu iPhone kılıfı aslında ilk anda insanların çok garibine bile gitmişti. Kimsenin bu ürünü almayacağını, yumuşak olduğu için iPhone’u koruyamayacağını düşünenler yanıldı. Çünkü Tikiler için imaj her şeydir ve asla vazgeçilemez. Sadece telefon değil, diğer elektronik aksesuarlar da tiki’ce olmalı. Mesela kol saatleri… Tokyoflash tam da tikiler için saatler üreten bir firma. Üzerinde normal saat hariç her şeyi görebileceğiniz saati okumak için ikilik (binary) sistemi bilmeniz ve Tokyoflash’a ait saatin dilini çözmeniz gerekebilir. Hatta kolunuzda saat varken dahi telefondan saate bakmak zorunda kalabilirsiniz. Aman canım siz de... Olsun o kadar. Sonuç olarak kimsede olmayan bir saatiniz var ve sizi çok havalı 61
gösteriyor. Üstelik, çoğu fosforlu ve diskolardaki siyah ışıkların altında çok da güzel parlıyor. Tiki olacağım derken, erkeksi havanızı da kaybetmemelisiniz. Tamam, her yönünüzle farklı olmak zorundasınız ama bunu yapayım derken de ipin ucunu kaçırmayın. Mesela flash belleğinizi gidip ^Hello Kitty^ almayın. Sizin için erkeksi karakterlerle süslü, süper flash bellekler bulunuyor. Benim favorim ise Darth Vader. Kısacası tiki olmak pahalı olduğu kadar, zahmetli de bir iştir.Yolunuz uzun… Haydi kolay gelsin.
11/09
huyunu suyunu öğrendikçe önlemlerinizi ona göre alır, “aman bizim hatun buna pek kızar”, “vay bu bizim hatunu küplere bindirir” gibi zırvalarsınız. İşte siz ne kadar hatunu tanıyıp hareket etmeye çalışırsanız çalışın, hatun bir grip virüsü gibi değişir ve sizin aşı, geçen senenin aşısı olmaktan öteye gidemez. Meseleyi az çok idrak edebildiyseniz şimdi size ulvi bilgiler aktaracağım. Hani kepçeler? Pembe kafa kağıtlı bireyler için çok genel bilinen bir şey vardır; “Bayanlar duygularıyla hareket eder”. Külliyen yalan! Kim demişse halt etmiş.Yerküre üzerinde duygularıyla hareket etmeyen tek canlı kadın milletidir. Hareket türleri iki şekildedir: t
Onur Çelikol
İ
Erbabından Hatun Kişiyi Anlama Sanatı
Kadın ve Grip
t
nsanoğlu var oldu olalı, bir sürü hastalık, virüs türedi, kırdı geçirdi.Vebası, tifosu, veremi saymakla bitmez. İnsanoğlu da çalıştı çabaladı; aşısıydı, ilacıydı üretti ve bütün hastalıklardan yırttı mı? El cevap; yırtamadı! İşte bu hastalıkların içinde biri var ki, mikrobun mikrobu, virüsün virüsü, belanın belası: “Grip” denen bu mendebur, adamı elden ayaktan keser, gücünü kuvvetini alır, telef eder.Tanıdık geldi mi? İşte hatun milleti de grip virüsü gibidir, adamın önce gücünü kuvvetini alır, sonra yorgan döşek yatırır. İşte bu ay çekirgelerime grip aşısı kıvamında bir yazı döşeyeceğim, açın kepçeleri... Grip virüsünün en önemli özelliği değişken olmasıdır. Kendini ortama göre hemen değiştirebilir ve siz çalışıp çabalayıp tam, “hıh aşıyı buldum” dediğiniz anda o evrim geçirip değişmiştir bile. Sizin bulduğunuz aşı, eskisinedir. İşte hatun milletinin de en önemli özelliği ve biz üç bacaklılardan farkı budur. (Hayır, bacak sayısı değil!) Siz zamanla, beraber olduğunuz hatunu tanımaya başladıkça, 11/09
Geçen aylarda hatun ki olduğundan fazla mezu Bu ay meselenin farklı
Hormonlarıyla – Zekalarıyla. Şimdi tek tek inceleyelim. Hormon Etkisi: Kelebek etkisi gibidir, küçükten başlar ama etki çok büyüyebilir. Kadınların genel hareketini belirler. Hatun milletinde iki düğme olduğunu düşünün, hormon “ON” iken paralel bağlantı olamayacağından, zeka “OFF” konumundadır. Genel de hormon ON konumunda gezer tozar, davranırlar.Takvim elde gezebilirsiniz ama bu da bazen işe yaramaz. Anlık hormonal değişimleri vardır. Ortama göre salgılarlar. Bu yönden de grip virüsüne benzerler. Fevri iniş ve çıkışların tek sebebidir. “Sen beni sevmiyorsun Abdullah!” cümlesinin, öznesi, zarfı, yüklemi hepsi hormonların sonucudur. Kafalar bulandıysa örnek cümleler ile açıklayayım: “Yaa çok sıkıldım buradan, neden hep beni buraya getiriyorsun Mahmut?” Hepimiz biliyoruz ki “buraya” gelmeyi 20 dakika önce o istemiştir, önceki her gelişte de mutlu olmuştur... “Hayat çok aynı yaa, Recai senle hiç farklı 62
bir şeyler yapamıyoruz biz.” Ne yapacağız yani, bokumuzda boncuk mu bulacağız? Demek istediğinizi çok iyi biliyorum ama hormonal. “Cahit sen beni hiç anlamıyorsun!” Belediye anlasın seni yavrum, belediye, diyemeyiz tabii ki, zaten hormonlar şelale... Az çok hormon etkisini anlamışsınızdır. Böyle durumlardan kurtulmak için erbap size aşı niteliğinde bir bilgi verecek dikkat edin. Her tarafta görüyorsunuzdur, Molulu Hasan Usta, Mözsüt gibi tatlıcıları. Sizce onlar niye orada? Yaa, tatlı! Basitmiş değil mi! Baktınız hormonlar şelale, dayayın tatlıyı hatuna. Hayır diyemeyecektir (hiçbiri diyemez!). Bırakın sonra o kadar tatlı yediği için kendi vicdanıyla hesaplaşsın. Unutmadan, tatlı dediysek gidip bakkaldan çikolatalı gofret alıp vermeyin, elinizde patlar!
aşağı kalmamıştır. Ortamdaki tek andavalın kim olduğunu telaffuz etmeme gerek yok (Doğan SLX)! İşte Hatun milletinde zeka ON iken, otomatik olarak hormon OFF olur ve o an baş etmesi zor bir yaratık haline gelir. Hafıza bin beş yüz olur. “Sen bana üç sene önce annemlere giderken böyle böyle demiştin” diye çıkartıp, yapıştırır bilmem kaç terabaytlık hafızasından. Siz ancak, “Kim, annen, ne, hönk?” diye kalırsınız. Siz ona bir cümle kurarsınız, hatun cümlenin anlaşılabilecek her yerinden cümleyi anlar, size istediği yerden anlamış gibi davranır. Peki erbap çözümü biliyor mu? Pek etik olmasa da bu durumun tek kaçar, kurtulur yanı bel altı vurmaktır. Ne yapıp yapın zeka OFF, hormon
işiyi anlamaya çalıştık; lakin mesele kuantum fiziğinden daha karmaşık un veremedik. Gel gelelim kat ettiğimiz yolu da hor görmemek gerekir. bir boyutundan vakayı inceleyeceğiz. Bir zahmet başlayalım o zaman. Zeka Faktörü: İntel bir reklam yapsa, yok efendim yeni bir bilgisayar işlemcisi ürettik, Pentium 45, 250 çekirdekli, aynı anda zirilyon tane işlemi yapıyor, Kasparov ile satrançta dalga geçiyor, yazıyı yazan erbabı tavlada yeniyor (yok artık!) dese ve arkasından bu işlemciyi yaparken sadece bundan esinlendik deyip ekrana bir adet hatun koysa yeridir. Alırım o işlemciyi koyarım bilgisayarıma.Yaa, işte eğitimli olsun olmasın hatun milleti zekidir, hatun milleti uyanıktır, hatun milleti kurnazdır. Sizi öyle çekip çevirir ki “Varlığım varlığına armağan olsun” dedirtir. Demeyeniniz varsa, dediği gün beni hatırlar. İşte karşımızda bu kadar zeki bir yaratık var. Ortamdan ortama zekası değişiklik gösterir, siz karşıdan gelip sizinle karşılaşan Necla’yı görünce, saf salak “Aa naber Necla?” cümlesini zor bela kurarken, o Necla’yı incelemiş, saçındaki tokadan analizini yapmış, size ve Necla’ya karşı hangi tutumda olacağını belirlemiş, taktiği kurmuş, oyuna başlamıştır (INTEL). Necla da ayrı bir üretim (AMD), o da 63
ON konumuna getirin. Mesela Necla’yı gördükten sonra “Bu Necla ile de ne günlerimiz oldu.” deyin, bir anda sigorta atar gibi zeka ON butonu OFF’a geçecek, Hormon ON’a geçecek ve kıskançlık hormonu salgılayıp küçükten arıza yapacaktır. Siz de iki güzel cümle, bir iki kazandibi, profiterol ile gelecek tehlikeleri oluşmadan savuşturabilirsiniz.Ya da “Necla da ne kadar şişmanlamış, sen tam fitsin oysa.” deyin, profiterol masrafına girmeden mutluluk hormonu salgılattırın (pinti çözümü). Kışın portakala, C vitaminine dayanmak gibidir. Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Hadi boş verelim milattan öncesini, sonrasındaki 2009 yıldır devam eden çalışmaların devamıdır bugünkü anlattıklarım. Kadın denen virüs evrim geçirmeye devam ettikçe ben ve benim gibi erbaplar da aşı peşinde koşacaktır. Siz de biraz gayret edin artık, sonbahardayız aman diyeyim, yakalanmayın bu virüse... 11/09
bencil zevkler Zeynep Sakarya
Umarım siz de en az benim kadar harika bir ay geçirmişsinizdir. Havaların yavaş yavaş bozması keyfinizi sakın kaçırmasın. Keşke üzerimize bir de kar yağsa da daha da bir keyiflensek.
Microlight 11/09
64
t Uรงuล 65
11/09
Bu ay içinde yaptığım en şık hareketlerden biri Microlight Uçuş’tu. Ulaşım kolay, keyif derecesi %80, maliyeti bir akşam yemeği kadar, tur sonrası tatmin paha biçilemez diyebilirim. Şimdi yazacaklarımı iyi okuyun. Sapanca sapağından giriyorsunuz, yol sizi zaten götürüyor. İlk ışıklardan sağa sapıp, tren istasyonundan da bir sol yaptınız mı Sapanca Havaalanı’ndasınız. Orada sizi bu işin piri İbrahim Hoca karşılıyor. İbrahim Hoca dediğim, muhabbet kralı, otuz yaşlarında bir arkadaş. Belli aylarda Selçuk’ta Skydiving yapıyor. Geri kalan zamanını Sapanca’da Microlight uçakları kullanarak bu zevki tatmak isteyenlere 11/09
yardımcı olarak geçiriyor. Bu Sapanca Havaalanı hayallerinizdeki tatil köyü gibi bir yer. Etraf yemyeşil, göle sıfır, iki kişilik ahşap misafirhanesi olan, geceleri mangal muhabbetinin döndüğü bir alan. Kasım ayına kadar havacılıkla ilgili bir kaç konu işledik, hepsini de ballandıra ballandıra anlattım, anlatırım da. Fakaaaat! Çoğumuzun kuş olma isteği vardır ya. Hani böyle kanatları çırpıp çırpıp hızlanıp, sonra gökyüzüne kendinizi bırakma hissini yaşama arzusu. Bu Microlight Uçuş havacılıkta bu duyguyu en iyi şekilde tattıran aksiyon diyebilirim. İki kişilik, yaklaşık yüz elli kiloya kadar taşıma kapasitesi olan, 100 fite kadar çıkabilen, iki adet üçgen kanada sahip motorlu taşıtımız, rüzgar 66
güneyden esmediği sürece yağmur, kar dinlemeden ayaklarınızı yerden kesiyor. Öyle normal uçak gibi uzun dümdüz bir alana ihtiyacı yok. Toprak zeminde hızınızı alıp hemen havalanıyorsunuz. Bana kalırsa en keyifli kısmı ani kalkış, ani iniş ve bir de ani dönüş hareketleri. Yüreğinizi hoplatan kısmı bu oluyor. Tabi ki gökyüzünde göl üzerinde gezerken, Sapanca’yı kuş bakışı izlerken ki keyif cabası. Ve bu harika uçuş keyfini sekiz dakikasına veya havaya göre daha fazlasına sadece 70 TL. ödüyorsunuz. Bu bahsettiğim tabi ki bir eğitmen eşliğinde yapılan uçuş. Microlight Uçuş için yani bunu tek başınıza kullanabilmek için de eğitim alabiliyorsunuz. Fakat Sapanca’da bunun sertifikası verilmiyor; onu Türk Hava Yolları’ndan alabilirsiniz. Ama dediğim gibi isterseniz Sapanca’da eğitim amaçlı sizi çalıştırıyorlar.
67
Güvenceyi sevenler için de şunu söyleyebilirim. Uçuş yapacağınız Microlight uçaklar en sağlam, aklınızın yerde kalmayacağı makinelerdir. Neden mi? Hadi %3’lük bir ihtimalle motorunuz durdu, havadasınız, belli ki çakılacaksınız, diyelim. Sert bir düşüş yapma ihtimaliniz, yelken kanatları sayesinde ortadan kalktığı için, yine bir kuş gibi salına salına iniş yaparsınız. Tabi yazdığım gibi başınıza böyle bir maceranın gelmesi bayağı düşük bir ihtimal. Macera sevenler sakın merak edip denemeyin, onun yerine yamaç paraşütü yaparsınız. Hayatı doyasıya yaşamayı seven arkadaşların Microlight Uçuş’u denedikten sonra akıllarına yapılacak bambaşka fikirler gelecek. Aranızdan bir kaçınızın da pilot olarak Sapanca’dan döneceğine eminim. Ben önerdim gerisi size kalmış. Unutmayın Kasım’da her şey bir başkadır.
11/09
Röportaj Zeynep Bonçe
En Gerçek Trajedilerin E
Cahit
İsmini uzun süre bilemememize rağmen, onu takip etmekten, hangi yapımda karşımıza çıksa, heyecanla ekran başına geçmekten vazgeçmedik. Baktık ismini bilmiyoruz, toplumsal bilincin en büyük kanıtı olan takma bir isim bulduk kendisine. “Sarı Bıyık” denildiğinde, düşük bütçeli bir yapımda bile parlayan, kendini hemen belli eden, büyük bir şevkle rolünün hakkını veren bir oyuncu canlanır oldu hepimizin gözünde. Cahit Kaşıkçılar’ı, nam-ı diğer Sarı Bıyık’ı, “Kanal-İ-zasyon”da gördüğümüzde ise tanışmamız ve sizi de bu gizli kahramanla tanıştırmamız gerektiğini biliyorduk artık. Kamerayla tanışmanız Gerçek Kesit’le oldu diye biliyoruz. Daha öncesi var mı? Oyunculuk serüveniniz nasıl başladı? Evet, kamera tanışmam ve ilk oyunculuk deneyimim Gerçek Kesit’le oldu. Kamera arkası ile daha önce (80‘li yıllarda) tanıştım, asistanlık yaptım. Tiyatro ve sahne oyunculuğum ise ortaokulla başladı, çeşitli gruplarla, daha sonra çeşitli sahnelerde komedyenlik yaptım. 11/09
68
Efsane Kahramanı:
Kaşıkçılar Cahit Bey, öncelikle belirtmem gerekir ki, Gerçek Kesit’teki performansınızdan beri sizin hayranınız ve takipçinizim. Normalde bu tarz yapımları takip etmeyenler bile sizin için programı izler olmuştu bir dönem. Oyunculuğunuzun bu kadar ses getireceğini tahmin etmiş miydiniz? Gerçek Kesit’e başladığımda müthiş bir hırs vardı, amatör hırsı diyelim. Bir şeyleri başarabileceğime inanıyordum. Ama bu benim inancımın üzerine çıktı.Ve bir anda o zaman yerel, sonra ulusal olan özel bir kanalda birçok TV programını geride bırakarak en çok izlenen program olduk. Daha sonra da sizi birçok yapımda, genelde konuk oyuncu olarak izledik. Ne zaman bir başrolde göreceğiz izleyebileceğiz? Halen bazı dizilerde konuk ya da yardımcı oyuncu olarak gidiyorum. Başrole gelince, aslında bir yapımcı akıl etse, tam zamanı… Oyunculuğumuz ortada... Öyle bir sinema filmi herhalde bugün yapılanların bazılarından iyi gişe yapar. Bu kadar sevilmenizin başlıca sebeplerinden birinin cinnet geçiren katil rollerindeki olağanüstü başarınız olduğunu düşünüyorum. Sizi genelde çok içen, çabuk öfkelenen, kayınçosunu bıçaklayan adam olarak tanıdık. İleriki projelerinizde benzer rollerde görebilecek miyiz? 69
Evet, oynadığım karakterlerin büyük kısmı, cinnet geçiren, bağırıp çağıran tipler. Bu rol bana yapıştı. Aslında, ben komedyenlikten gelen bir adamım, etrafımdaki arkadaşlarım bana “Komikmen” diye hitap ederler ama seyirci o rollerle beni çok sevdi. Hatta bir ara oynamadım.Yurt dışına çıktım. Seyirci diziyi izlemez oldu, diye geri çağrıldım. Devam ettim. Bu rollere devam etmem için, dediğim gibi yapımcıların düşünmesi gerek. Gerçek kesit gerçek olaylara dayanıyordu. Daha sonraki projelerinizin senaryoları ise kurguydu. Hikayenin size gerçekçi gelmediği, yapmacık göründüğü senaryolar oldu mu? Tabi gerçek hikayeleri, halktan birilerini canlandırdıktan sonra, bir takım roller bana seri geldi. Zorlandım desem doğrudur. Bu “Sarı Bıyık” takma adının nereden çıktığını biliyor musunuz? Birçok izleyici sizi Cahit Kaşıkçılar olarak değil, “Sarı Bıyık” olarak tanıyor. Birbirinden habersiz olarak, herkesin size aynı takma ismi takmasını nasıl açıklarsınız? Sanırım bıyıklarım sarı olduğu için olsa gerek. Hani insanların bazı özellikleri vardır ya, benim de sarı bıyığım, mavi gözlerim var. Demek bıyıklarım ön plana çıkmış. Aynı zamanda oynadığımız kanalın yöneticilerinin dizide isimlerimizin yayınlanmamasının (bunun nedenini hala çözemedik) büyük rolü var. 11/09
Kanal-İ-zasyon’dan bahsedelim biraz da. Okan Bayülgen’le ve yönetmen Alper Mestçi ile çalışmak nasıldı? Film hakkında fikirlerinizi alabilir miyiz? Sette ilginç olaylar yaşandı mı? Kanal-İ-zasyon gerçekten bugünün program kirliliğini ve seyircimizin durumunu gözler önüne seriyor mizahi bir şekilde. Alper Mestçi, eski dostumdur. Daha önce “Dikkat Şahan Çıkabilir”de “Kesit Ötesi” yapmıştık. Tanıdığım en kaliteli yönetmenlerden birisidir. Hem mesleği, hem kişiliği on numara bir insandır. Okan Bayülgen’i anlatmaya
gerek yok. Gerçekten son derece birikimli ve yetenekli, bu işler için yaratılmış bir sanatçı. Zaten Türkiye’de bir marka, başka bir şey söylemeye gerek yok. Sette ilginç olay olmaz mı? Türkiye’de medyanın tüm önde gelenleri vardı. Belki tanışma imkanımız olmayacak kişilerle tanıştık. Medyum Memiş, Haydar Dümen gibi... Daha önce Gerçek Kesit’te senaryo yazarlığı da yaptınız diye biliyorum. Hala bir şeyler yazıyor musunuz? Çeşitli yerlerde yazdım.Yeni bir film senaryosu yazdım (Korku).Yazılmış iki film senaryom da hazır; inceleniyor. Önümüzdeki günlerde ne gibi projelerde izleyeceğiz sizi? Hedefim yazdığım korku filminin çekilmesi ve orada oynamak. Çünkü izliyorum, yapılan Türk korku filmleri çok başarılı değil. (Musallat hariç) Hangi filmdeki hangi rolü oynamayı isterdiniz? Bir polisiye filmde bir caniyi oynamak isterim. Beğendiğiniz filmler, oyuncular, yönetmenler kimler? Beğendiğim filmler; Babam ve Oğlum, Güneşi Gördüm, Kabadayı, Musallat, Kanal-İ-zasyon… Oyuncu dediğiniz zaman aklıma ilk gelenler; Şener Şen, Kenan İmirzalıoğlu, Zeki Alasya, Türkan Şoray… Bu oyuncularla tanıştım. Hem başarılılar, hem de mütavaziler...Yani gerçek sanatçılar. Yönetmenlerden; Alper Mestçi, Cankat Ergin’i çok beğeniyorum. Hızlı ve gerçekçi çalışıyorlar. Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Size ve tüm okuyucularımıza, çok selam ve sevgiler. Güzel ve gerçek projelerde görüşmek üzere…
11/09
70
Gurme’k
Hasan Simavi
ya da
Gur me’mek
Fleur de Lys’in Islak Hamburgeri Hamburger
Hamburgeri kim sevmez? Hayatımıza girdiğinden beri baş tacımız olan hamburger, hızlı yenebilme özelliğinden ziyade her bütçeye uygun fiyatıyla da ister eve sipariş verelim, ister de dışarıda yiyelim, ilk tercihimiz olmaya başladı. İsmini New York’un Hamburg kasabasından alan, ilk defa Frank ve Charles Menches kardeşler tarafından 1885 Erie Kasaba Fuarı’nda sosis bittiği için pişirildiğine inanılan hamburger, aynı zamanda öğrenci dostu bir yiyecektir. Tek bir hamburgerle saatlerce oturabildiğiniz fast food restoranları, öğrencilerin manita yapması için ideal yerlerdir. Yalnız bu sınıfın dışında kalan bir hamburgerci var ki, cüzdanlara zarar… Kendisi Las Vegas’taki Mandalay Koyu’nda bulunan Fleur de Lys… Burada hamburger yemek her babayiğidin harcı değil. Kaz ciğeri, siyah yer mantarı ve Chef Keller’ın özel mantar sosu ile süslenen, özel brioche ekmekleri ile servis edilen, Kobe köftesinden yapılan bu hamburgerin menü fiyatı $5000! Evet yanlış duymadınız, bu menüyü tadabilmek için 5000 Dolar’a ihtiyacınız var. Tabi menünün içinde bir şişe 19 yıllık Chateau Petrus da mevcut. E bu hamburgerle kola içecek halimiz yok tabi. 71
Hamburgeri herkes sever. 1980’lerde ülkemize de teşrif ettiğinden beri fast food sınıfında olmasına rağmen asla hızlı yenilmeyen, fiyatı da ülkemizde neredeyse lüks sınıfında olan bir yiyecektir hamburger. Neyse ki her ithal ürüne yaptığımız gibi hamburgerin de yerli versiyonunu üretmekte gecikmedik. En müthiş Türk icatlarından biri olan Islak Hamburger özellikle alkollü bir gecenin ardından yenebilecek en lezzetli, en sosyal yiyecektir. Saatlerdir içen grubun bir süre de ayakta Taksim Meydanı’nda oyalanmasını sağlar. İlk kez Kristal Büfe tarafından keşfedildiği öne sürülen ıslak hamburgeri an itibariyle en güzel yapan Taksim Kızılkayalar Büfe’dir. Zira ıslak hamburgere kimileri Kızılkayalar Hamburgeri de der. Yokluktan falan değil, tamamıyla Türk damak tadına daha uygun lezzetleri deneme amacıyla üretilmiştir. Sarımsaklı domatesli sos hamburgere çok yakışır. Bunu hala fark edememiş büyük hamburger zinciri firmaları şaşkınlıkla karşılıyoruz. Islak hamburger aynı zamanda çok da ucuzdur. Sadece 2 TL.’ye bu mükemmel lezzete ulaşabilirsiniz. 11/09
7
Ülkeleri
Karıştıran
7
Skandal
Dünya, tarih boyunca siyaset dünyasında yaşanan çalkantılara şahit olmuştur. Baskınlar, sahte ölümler, yasak ilişkiler, soygunlar ve casusluklar... Ülkemiz dışında yaşanan, çoğumuzun bilmediği ve gündemi günler, hatta yıllar boyunca meşgul etmiş olaylara birlikte göz atalım istedik. Simay Aydın
Indra Ghandi
Richard Nixon
Nagarwala Skandalı – Hindistan (1971)
24 Mayıs 1971’de,Yeni Delhi’deki Devlet Bankası’nın şefi, kendisinin Başbakan Indira Gandhi olduğunu söyleyen biri tarafından telefonla aranır. Arayan kişi yaklaşık £330.000’nun belirlenen yerde kendini “Bangladeş’ten gelen adam” diye tanıtacak olan kişiye verilmesini ister. Para istendiği gibi, eski bir asker olan Rustom Sohrab Nagarwala’ya teslim edilir. Banka şefi, paranın teslim edildiğini bildirmek için Başbakan’ın evine gider; Gandhi’nin böyle bir talebi olmadığı anlaşılınca polise haber verilir. Polis, Nagarwala’yı Nepal’e kaçma hazırlıkları yaparken yakalar ve tutuklar. Olayın en ilginç kısmı ise, soruşturmayı yürüten D. K. Kashyap’ın bir araba saldırısında, Nagarwala’nın ise duruşmadan hemen önce ölmesi olsa gerek.
11/09
74
Watergate Skandalı – Amerika Birleşik Devletleri (1972)
17 Haziran 1972 günü beş hırsız,Watergate iş merkezindeki bir büroya girerken polis tarafından yakalanarak tutuklanınca, bu büronun ana muhalefet partisi Demokratik Parti’nin merkezi olduğu ortaya çıkar.Yapılan araştırmalarda, hırsızların Nixon’un partisi olan Cumhuriyetçi Parti ile bağlantılı oldukları ve amaçlarının Demokratik Parti’nin telefonlarını gizlece dinlemek için mikrofonlar yerleştirmek olduğu ortaya çıkar. Soruşturmayı yürüten Archibald Cox, Beyaz Saray’da başkanın bütün konuşmaların teybe alındığını öğrenerek, bu bant kayıtlarının kendisine verilmesini istese de Nixon bu isteği reddeder. Nixon bant kayıtlarını sonunda zorla da olsa teslim eder. Nixon halkın desteğini iyice kaybetmiştir ve ABD Kongresinde Nixon’u görevden almak üzere soruşturmalar başlamıştır. Bu ortamda 8 Ağustos 1974 tarihinde Nixon televizyonda yaptığı bir konuşmayla ertesi gün istifa edeceğini açıklar.Yerine Başkan yardımcısı Gerald Ford başkan olur. Böylece Nixon, ABD tarihinde başkanlıktan istifa eden ilk ve tek başkan olmuş olur.
Schnaebele Vakası – Fransa (1887)
1887 Nisan ayında Almanlar tarafından yaka paça tutuklanan Fransız Polis Müfettişi Guillaume Schnaebelle, az kalsın Fransa ve Almanya arasında savaşa neden oluyordu. Olaya kimin, neden sebep olduğu hala gizemini koruyor. Fransa – Almanya arasındaki ıssız yolda iki arkadaşını bekleyen Schnaebelle, sonradan gizli polis oldukları anlaşılan iki adam tarafından, casus olduğu gerekçesiyle Almanya sınırına zorla sokulup tutuklanır. Olay iki ülkede de büyük tepki uyandırır. Bu olay nedense Fransa’da yükselen bir Alman düşmanlığı başladığı sırada olur.
75
Guillaume Schnaebele 11/09
Der Spiegel Binası
Der Spiegel Skandalı – Almanya (1962)
Der Spiegel, 26 Ekim 1962’de bir gece yarısı polis baskınına uğrar, gerekçe ise devlete ait gizli bilgilerin ifşa edilmesidir. Polis, yazı işlerini basarak binayı uzun bir süre kontrol altında tutar. Almanya’da ilk kez bir yayın organı, devlet güvenlik birimleri tarafından eleştirel gazetecileri susturmak amacıyla basılmış olur. Sonradan operasyonun arkasındaki kişi olduğu ortaya çıkan dönemin Savunma Bakanı Franz - Josef Strauss, istifa etmek zorunda kalır.Yayıncılar, gazeteciler, meslek örgütleri ise Der Spiegel’e sahip çıkmış, hükümetin üzerinde büyük bir baskı oluşturulmuştur. Federal Mahkeme, 1965 yılında suçlamayı geri çevirir ve kararda Savunma Bakanı Strauss’un görevini kötüye kullandığı belirtilir. Ancak Der Spiegel’in şikayetini anayasal düzeye taşıma girişimi başarısızlığa uğrar. Bu skandal ile yıllar sonra oluşacak basın özgürlüğünün de temelleri atılmış olur.
Doğu Almanyalı fahişe ve casus olan Gerda Munsinger, Kanada’da birçok devlet adamıyla birlikte olmuştur. Bunlardan en önemlisi Savunma Bakanı Pierre Sevigny’dir. Munsinger, bakan sayesinde Kanada vatandaşı olur. Munsinger, bu yasak ilişkileri anlaşıldıktan sonra 1961’de sınırdışı edilir. Başkan Lester Pearson, toplumun bu olaya tepkisini azaltmak ve olayın üzerini kapatmak için idam cezasının gelecek 10 yılda yürürlükten kaldırılması konusunu kamuoyuna sunar. Bizim de çok alışık olduğumuz, bu, gündem değiştirme politikası Kanada’da da işe yaramıştır. Gerda Munsinger 11/09
Christine Keeler
Munsinger Olayı – Kanada (1961)
76
Profumo Skandalı – İngiltere (1962)
Savaş Bakanı Profumo bir dağ evi partisinde, 19 yaşındaki Christine Keeler’la tanışıp ilişki yaşamaya başlar. Bu yasak ilişkinin önemli iki noktası vardır: Keeler telekızdır ve Rus ataşesi Eugene Ivanov ile de birlikte olmaktadır. 1962’de bu üçlü ilişkinin ayrıntıları su yüzüne çıktıkça Profumo ilişkiyi reddeder; fakat sonra Keeler’a yazdığı mektupların ortaya çıkmasıyla olay utanç verici boyutlara ulaşır. 1963’te Yüksek Mahkeme, “devlet sırlarını sızdırmadığına” karar verse de, Bakan Profumo istifa etmek zorunda kalır. Keeler ise dokuz ay hapis cezası alır. Profumo,Toynbee Hall’daki bir barınağa giderek tam anlamıyla sıfırdan, yani bulaşıkçılıktan başlar. Barınaktaki hizmetleri sayesinde 1975’te Kraliçe 2. Elizabeth’ten “Britanya İmparatorluğu Kumandanlık Şeref Rütbesi” alır.
John Stonehouse’un Sahte Ölümü
John Stonehouse’un Sahte Ölümü İngiltere (1974)
John Stonehouse 1974 yılında “öldüğünde” İşçi Partisi’ndeki kariyeri yerle bir olur. Kıyafetleri ve cebindeki paralar Miami sahilinde bulununca, FBI olayın mafyayla bağlantısı olduğundan şüphelenerek bir otoparkta kazı çalışması bile yapar. 6 ay sonra Avustralya’da başka bir suçluyu tuzağa düşürdüklerini sanan polis aslında John Stonehouse’u bulmuştur. Kendine ve metresine orada yeni bir hayat kuran Stonehouse, Morityus ve İsviçre’den himaye teklifleri almasına rağmen istemez ve 6 ay sonra ülkesine teslim edilir. İşçi Partisi kendisini kovmaz; fakat partisinden memnun olmayan Stonehouse Ulusal Parti’ye katılması, politik anlayışının da ölümü kadar sahte olduğunu kanıtlar. John Profumo 77
11/09
Kas覺m 2009
Rocker
Wingman Özel Gösterimi:
İnsanları taciz etmekle lanetlenmiş hortlaklar, kana ve aşka susamış vampirler, dolunayı gördü mü kurda dönüşenler, kurban olmak için doğmuş hafifmeşrep kızlar... Tüm bu klişeler iflah olmaz korku seyircileri için çoğu zaman tatmin edici oldu. Ancak iflah olan korku seyircileri çoktandır eskiyi mumla aramakta. Avrupa ve Uzakdoğu’nun korku sinemasına getirdiği hikaye anlatımına ağırlık veren yeni anlayışı yüceltip, Holywood’dan da benzerlerini beklemekte. Bu binyılın başında Uzakdoğu’dan ithal ve dünyanın geri kalanı için yeni sayılabilecek bir korku sineması anlayışı, Avrupa’yı da tetikleyerek korku sinemasını ciddiye alınacak bir mertebeye yükseltti. Artık rol kişileri daha az filmde doğranıp etrafa saçılıyor, doğransalar dahi daha heyecan verici, iyi kurgulanmış, dahiyane fikirler ve detaylarla dokunmuş hikayelerin içinde doğranıyorlar. (Amerikan yapımlarını büyük ölçüde dışarıda bırakabiliriz - keza onlar “böl parçala”da diretiyorlar) Başta saydığımız klişelerin yenilenmesi, beraberinde yinelemeyi getirmiş, çoğu zaman hayal kırıklığı yaşatmıştı, ama Trick ’r Treat, çocukluğumuzun “İnanılmaz Öyküler”i ve günümüzün korku anlayışı 11/09
arasında bir köprü kuruyor… Yıllar önce masaüstümü renklendirmek için internetten indirecek resim ararken turuncu bebek tulumlu, ürkütücü bir bızdığın kafasına geçirdiği çuvalda şekillenmiş gözleriyle kapı aralığından bana baktığını gördüm. Çizerin orijinal sitesini ziyaret ettiğimde gördüklerim Tim Burton’dan oldukça etkilenmiş ya da ondan sonra doğduğu için esinlenmişlikle suçlanabilecek bir çizere işaret ediyordu. Sinemayla uzaktan yakından ilgisi olabileceğini, o dönemler tahmin etmediğim Michael Dougherty bugün sinema dünyasında aramızda, yıllar öncesinde resmettiklerini ete ve kemiğe büründürerek soruyor - Şaka mı Şeker mi? Cadılar Bayramı’nı kutlamakta olan renkli bir kasaba, her ev surat surat oyulmuş balkabaklarında yanan mumlarla “Benim.” dercesine ışıl ışıl, ana caddede festivale katılanlar, kostümleriyle kapı kapı dolaşıp “Şaka mı şeker mi?” diye soran ufaklıklar... Ancak bu bayramın da bir usulü var, balkabaklarındaki mumlar söndürülmemeli, ölülerle alay 80
edilmemeli, evler korkuyla süslenmeli; çünkü Cadılar Bayramı’nın Tutucu Ruhu Küçük Sam, turuncu tulumu, ölümcül lolipopu ve şeker torbasıyla teftişe geliyor ve el öpmeye de hiç niyeti yok. Dougherty, aynı kasabada aynı gece geçen dört farklı hikayeyi, büyük küçük sürprizler, hoş detaylarla iç içe sokuyor. Espri anlayışı ve öykü anlatımındaki başarısı, bize korku sinemasında unuttuğumuz şeyleri özlemeyi hatırlatıyor. Tanıdık bazı korku figürlerinden yeni ve muzır bir tat almamızı, vaat ettiği eğlencenin hatırına birkaç kusuru görmezden gelmemizi sağlıyor. O gece kutlama yapmayan huysuz ihtiyarın, durmadan tartışan genç çiftin, kırmızı başlıklı kız kostümüyle ilk erkeğini arayan kızcağızın(!), katil ama ideal bir baba(!)nın, bir hayalet söylencesini eğlenceleri yapan masum(!) çocukların, acımasız olanlara acımasız olan Küçük Sam’le randevuları var. Bu ufaklığın dolaştığı yerlerde tekinsiz şeyler oluyor, Cadılar Bayramı’nın ruhuna uygun görmediği davranışları acımasızca kendisi düzeltiyor. Küçük Sam, hikayelerin içinde kol gezerek başrolünü kendi oynayacağı final hikayesine yol alıyor. Dougherty’nin şimdiye dek çizdiklerine bakılırsa, her şey bu filmin oluşumuna işaret ediyor. Daha önce Bryan Singer’ın yönettiği X-Men II ve Superman Returns’ün senaryolarına imza atan senarist Dougherty, ipleri kendi eline alınca bir gişe canavarı aksiyon silsilesi yaratmak yerine korku türünün meraklıları tarafından yıllar içinde kültleştirilecek bir eğlenceye imza atıyor. Bryan Singer’ı prodüktör olarak arkasına, True Blood dizisinde “Sookie” rolüyle gündemde olan X2’nin güzel yıldızı Anna Paquin’i kamera önüne alıyor. Gerçekçi diye yutmamız gereken animasyon canavarlardan, yeşil perdeyle oluşturulan sanal mekanlardan değil; baştan sona kostüm, makyaj, maket öğelerden yararlanıyor. En hassas sahneleri bile, sonradan eklenmiş dijital efektlerle değil, bizzat sette çektiğini bize gösteriyor. Anlaşılmaz biçimde vizyon şansı görmemiş olması, filmin bizde pek karşılığı olmayan bir Cadılar Bayramı Eğlenceliği olmasıyla sebeplendirilebilir. Bu durumda bu eğlencenin hakkını DVD’de vermek gerekiyor. 81
Küçük Sam’i bir animasyon kahramanı olarak görmek isteyenler, “Seasons Greetings” isimli mini çizgi seriyi internetten kolaylıkla izleyebilirler. Unutmayın, bazen maskeler korkutmak için değil, gerçekte korkutucu olanı gizlemek için kullanılırlar. Utku Güneş
11/09
Hollywood Hollywood HAYAT KURTARIR
Bir köprüden yürüyorsunuz. Altınızda vızır vızır arabalar… Korkuluklara geldiniz. Öylesine aşağıya bakarken, kulaklığınızdan yükselen “Rammstein-Mein Herz Brennt” kendinizi “Lilya”vari bir atlayışla aşağıya bırakmanıza sebep olabilir. Aman diyeyim…
Cep telefonlarının mp3 ve radyo çalma özelliği çıktığından beri, kulaklarında müzikle dolaşan insanların sayısı da artmaya başladı. Bir zamanlar bütün ağırlığına rağmen walkman’ini cebinde taşıyan müzik bağımlılarını da rahatlatan iPodlar, telefonlar, diğer ufak müzik çalarlar sayesinde müzik, hayatımızın her anında yanımızda artık.
Bir süpermarkette alışveriş yapıyorsunuz ve kulağınızda “GrandaddyA.M. 180” çalıyor. Dikkatli olun. Birden kendinizi herkesin zombiye döndüğü bir toplumda market yağmalıyor sanıp, sekiz Ramazan alışverişi gücünde bir sepetle kaçarken bulabilirsiniz.
Zeynep Bonçe
Yanlış yer, yanlış zaman, yanlış şarkı… 11/09
“A Perfect Circle – Passive” kulağınızdan beyninize doğru yol alırken, yanınızdaki herhangi birinin içindeki şeytanı kovmaya çalışmayacağınızın garantisi maalesef yok. Dua edin de gerçekten Balthazar, Luc falan olmasın karşınızdaki. 82
Mümkün mertebe motorsiklet üzerinde “Guns ‘n Roses – You Could Be Mine” dinlemeyin. Peşinizde bir T1000 olduğunu sanıp trafiği birbirine katmanız işten bile değil.
“Pixes – Where is My Mind?” dinliyorsunuz ve yanınızda en yakın, yakışıklı arkadaşınız durmakta. Birden kafanızın karışıp zavallı dostunuzu, bütün kötü özelliklerinizin buluştuğu “alter ego”nuz sanmayacağınız ve adama tekme tokat girmeyeceğiniz ne malum? Dikkat lütfen…
Merdiven çıkarken dinlenmemesi gereken şarkıların başında “Survivor - Eye of the Tiger” gelir. İlle de dinleyecekseniz ve formda bir sporcu değilseniz, gereksiz bir gazla son sürat çıkacağınız merdivenlerin sonunda kalp krizi geçirme riskini göze almalısınız. 83
“Rage Against the Machine – Wake Up” çalarken, kafanız biraz iyiyse, zaten daimi olarak yaşadığınız “Bu dünya gerçek değil.” yanılgısına iyice kapılıp, kendinizi Neo sanabilirsiniz. Bu da, gerçekliğin size dokunmadan gideceği sanrısı ile binalardan atlamanıza sebep olabilir.
“Celine Dion - My Heart Will Go On” dinlemek kötüdür. Kimseye önermiyorum. Sevgilinizi kaybetmiş, donuyor gibi hissetme ihtimaliniz bir yana, şarkı kötü. “Frank Sinatra – Singin’ in the Rain” dinlerken dua edin de, kendinizi yağmurda, şemsiyeniz ve sokak lambalarıyla dans ederken bulun. Bu, diğer seçenekten çok daha az rezil bir durum olacaktır. Olur da, birden içinizde dayanılmaz bir şiddet dürtüsü ve gözlerinizde de yakıcı bir acı hissederseniz şarkıyı kapatın. Canınız, hiç huyunuz değilken, süt de istiyorsa, bilin ki artık dönüş yok. Şarkıyı kapamanın da bir faydası olmaz. O saatten sonra yapılacak en mantıklı şey kendinizi bırakıp, orijinal bir katile dönüşmek. Boşuna ellerinizdeki kanlara bakıp paniklemeyin. Buraya kadar geldiniz madem, karizmayı çizmenin alemi yok.
11/09
Röportaj Gaye Eskici
Son günlerde müziğinin yanı sıra pembe Range Rover’ıyla da gündeme oturan şarkıcı Kendi’ye müziği, alışverişi ve pembeyi sorduk. Tikilik üzerine en iddiali şarkılardan biri olan Dolce & Gabanna’lı, Cavalli’li, Ungaro’lu şarkı “Salla”yı seslendiren Kendi, kucağında sevimli köpeği Ruffles ile sorularımıza içtenlikle cevap verdi. Pembe çerçeveli gözlüklerinin arkasından gördüğü dünyayı bizimle paylaşan Kendi’yi biraz daha yakından tanımaya ne dersiniz?
11/09
Ken Kendi kimdir? Kendi’nin anlamı nedir? Kendi, kendimizle ilgili aslında. Şeker Kız Candy ile alakası yok. İngilizce karakter yok içinde. Kim olduğuma gelince, 4 Şubat 1987 tarihinde doğdum. Hiperaktif bir çocuktum. Ailem tarafından AB Sanat’ta klasik bale bölümüne yazdırıldım. Okuldaki Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği halk dansları bölümüne katıldım. Pek çok gösteri ve yardım etkinliklerinde bulundum. Ortaokul yıllarının sonlarına doğru sporla tanıştım ve voleybol oynadım. Aynı zamanda da yüzmeye başladım. Lise yıllarında ritim dersleri ve grup çalışmalarına yoğunlaştım. Arkadaşlarımla kurduğumuz rock grubunda bateri çalıyordum. Aynı zamanda da back vokaldeydim. Ufak tefek konserler veriyorduk. Sonra bir gün Hey Girl isimli derginin kapak güzeli aradığını öğrenip, yarışmaya katıldım. Neşe Erberk model ajansına yazıldım. 8-10 reklam filminde oynadım, dizilerde oynadım. Sonra Number One TV’ye katıldım. Sony Ericsson Life’taki dört kişiden biriydim. O ara elektronik müzikle tanıştım. Sonra Number One TV’deki sözleşmem bitince asıl istediğim şeyin peşinden gitmeye karar verdim. O da albüm yapmaktı. O ana kadar hayatımda hiç zorlanmamıştım. Burjuva bir hayatım vardı. Ama albüm yoluna girince, tutacak şeyleri yapmam gerektiğini, asıl istediğim müziği yapamayacağımı anladım. Birçok yer beni geri çevirdi. Sonunda Hilmi Özer’le tanıştım. O zamanlar konsept diye bir şey yoktu. Ben mini etekle sahneye çıkıp, eller havaya şarkı söylemeyeceğimi belirttim. Bir tarzı olacak, bir konsepti
84
ndi 85
Albüm yapmaya karar verene kadar hayatımda hiç zorlanmamıştım. Burjuva bir hayatım vardı.
11/09
Etrafımdaki kötülükleri, çirkinlikleri görmem. Benim kendi dünyamda acı hiçbir şey yok. Her şey tozpembe.
11/09
86
olacaktı. Katıldığım programlarda insanlara anlatacak bir şeyim olsun, bir şeyin öncülüğünü yapayım, dedim. Ben elektronik müzik yapmak istiyordum, başka türler de katılabilir tabi müziğe ama örneklerini gördük, çok kötü olabiliyorlar. Bu şekilde Aksi Single çıktı ortaya. Şu anda üç tane şarkı var, üç tane de farklı versiyonu var. İkinci klibe hazırlanıyoruz. Niye Kendi’yi kullanıyorsunuz da kendi isminizi kullanmıyorsunuz? Çalışma arkadaşlarımın evime gidip geldikleri dönemde bana taktıkları isim bu. 9-10 aydır bana herkes Kendi diyor zaten. Onlar kendi içlerinde beni öyle kabul ettiler. Hiçkimse benim gerçek ismimi kullanmadı. Ayrıca Kendi bence marka olmaya çok daha müsait bir isim. Hiperaktif bir çocuktum dediniz. Bu kadar fazla kariyer değiştirmenizin sebebi bu olabilir mi? Müzikten de sıkılabilir mi Kendi bir gün? Hayır hiç zannetmiyorum. Enerjimi o işe yansıtmak istiyorum. Çok fazla spor yapmıyorum mesela, bu hiperaktiflikle benim haftanın 4-5 günü spora gitmem gerekir aslında. Haftanın iki günü spor yapabiliyorum. Spor zaten her gencin sosyal olmak için yapması gereken bir şey. Kalan enerjimi kendi işime veriyorum. Koreografi çıkarmaya çalışıyorum, kıyafetlerimi tasarlıyorum.
Salla şarkısı sizin için mi yazıldı? Benim vokal koçum Sonay Akçen. Anlaştıktan sonra stüdyoya ilk gittiğimde, şöyle şöyle şarkılar yazılır mı Türkiye’de diye konuşurken bana kendi çıkaracağı albümünün çıkış şarkısını dinletti, o da Salla idi. Ben ağlaya sızlaya o şarkıyı ondan aldım. Anlaşılmayan tarafları var, şarkının içinde geçen markaları bilmiyorlar maalesef Türkiye’de insanlar. Dikkat çeken, Salla kısmı oldu aslında. İstediğiniz müziği albümünüze tam olarak yansıtabildiniz mi? Tam olarak yansıtamadım.Yansıtabilir miyim, onu da bilmiyorum. Önceleri ben rock’tan başka müzik yapabileceğimi düşünmüyordum. Sonra elektronik müziği keşfettim. İçinde on binlerce ses var.Tam yakaladım dediğinizde bile yeni bir şeyler çıkıyor ortaya.
Eski işleriniz arasında özlediğiniz var mı? Sanıyorum yok. Hepsini daha da ilerleterek birleştirebileceğim bir projem olacak. Bateri çalmayı özlüyorum aslında, sabahtan akşama kadar müzik yapıp, müzik konuştuğumuz günleri özlüyorum.
Pembe sevgisi nereden geliyor? Hatırlamıyorum, kendimi bildim bileli seviyorum. Çocukluğumdan beri öyleymiş. Erkeklerle oynamak daha çok hoşuma gidiyordu ama annem beni kokoş yetiştirmiş, her şeyim hep pembe oldu. Mesela evimde bir davet veriyorum, şirkettekiler Kendi etiketleri yaptırmışlar, evime su getirirken bile onları yapıştırıyorlar. Londra’da bir vitrini sarı-pembe yapmışlar, oturdum bütün bir gün boyunca onu izledim örneğin. Bir de ben hiçbir şeyin kötüsünü düşünmem. Etrafımdaki kötülükleri, çirkinlikleri görmem bile. Benim kendi dünyamda acı hiçbir şey yok. Her şey tozpembe. O yüzden benim için barışı, özgürlüğü, benim sahip olduğum ve olmak istediğim her şeyi simgeleyen renk pembe oldu artık.
Aksi Single nedir? Bir şeyin aksi midir, maksi’nin aksi midir? Maksi Single’ın aksi aslında. Bir ara albüm satmıyor diye maksi single yapma furyası vardı. Aksi yapalım şunu böyle daha güzel olacak dedik. Şimdi üzerinde çalıştığımız yeni bir single çalışması var.
Tarzınızı ekibiniz yaratmadı yani. Hep mi böyle biriydi Kendi? Ben yalanı, dedikoduyu hiç sevmeyen bir insanım. Ekibime, hiçbir zaman yapmacık olmayacağımı en başında söyledim. Hayatımda değiştirilmesi gereken bir şey yok zaten, zıpırlığımın dışında. Çok gülüyorum, çok güldürüyorum.
87
11/09
Kitleniz genelde çocuklar. Bu baştan baştan mı belirlendi? Hayır. Çocukların anlayabileceği bir şey yok aslında ama seviyorlar. Albümün içine çok seksi kurabiye yiyen bir fotoğrafımı koyduk mesela, belki oradan o kitleyi ayırabiliriz diye düşündük; ama bırakmadılar. Gizli bir erkek hayran kitlem olduğunu da düşünüyorum tabi. Ama saklanıyorlar. Erkek hayranlarınızın tepkisi nasıl? Benim hayranlarım çoğunlukla kız. Kokoş kızlar. Gizli olmayan erkek hayranım çok yok, olanlar da abla diyorlar zaten. Çok şeker, çok seksi diyorlar en fazla.
zor. Albüm olmasaydı yurtdışında bunun için okula gidecektim. Ama okulu astım, 50 yaşında da olsa üniversiteyi okuyabilirim sonra. Müzikal açıdan kendimi tamamlamayı uygun gördüm. Londra’da arkadaşlarım var, sürekli konuşuyoruz, projeler yapıyoruz. Hiçbir yaşam tarzını sözlere dökebilen sanatçı yok Türkiye’de. Ben bunu yapmak istiyorum. İlk önce yaptığım müziği sevsinler, sonra beni sevsinler istiyordum ama tam tersi oldu. İnşallah bir sonraki albümde bu da olacak.
Fiziğinize dikkat ediyor musunuz? Etmiyorum aslında. Özel bir şey yapmıyorum, 22 yaşındayım.
Alışveriş üzerine bir şarkı yaptınız. Hayatınızda önemi var alışverişin belli ki. Ölene kadar ya alışverişten, ya müzikten mahrum kalacak olsanız hangisini seçersiniz? Alışverişten mahrum kalırım canım. Problem değil, ben yaprakları biçer, yine elbise yaparım kendime.
Kendinizi tek bir şıkla tanımlamanız gerekse bu hangisi olur? Sevimli mi, seksi mi, havalı mı, zeki mi? Hepsi bende mevcut. Dışarıdan en çok havalı ve seksi olduğum söyleniyor. Ben kendimi daha çok sevimli buluyorum. Birçok durumdan sevimliliğim sayesinde yırtmışlığım da vardır hatta.
Öye bir özelliğiniz de var sanırım. Kıyafet tasarlıyor musunuz? Var, tasarlıyorum; ama bir yere kadar. Son rötuşu birilerinin koyması gerekiyor. Çizimim çok iyi değil, çiziyorum kesiyorum ama son noktayı bir terzinin koyması gerekiyor.
İdolünüz var mı? Andy Warhol. Aşığım o adama. Onun yaptığı kolajları birleştirip kendimi ortasına yerleştiriyorum. Betty Page var bir de, onu da çok seviyorum. Ben yanlış yılda doğmuş olmalıyım diyorum. ‘80’lerde doğmalıymışım.
Önümüzdeki günlerde bir kreasyon görür müyüz sizden? Kreasyon değil ama Kendi’nin sevdiği parçaları, şapkaları, aksesuarları tasarlayıp sunabilirim. Kreasyon olmaz; çünkü Türkiye’de öyle bir mentalite yok. Birçok marka var; ama Avrupa’daki mağazayla Türkiye’deki asla bir olmuyor. Bir de pembeyi Türkiye’deki insanlar benle beraber yavaş yavaş tanıyorlar, hep siyah üzerine kurulmuş moda. Ben biraz zıt gelebilirim; ama böyle küçük küçük şeyler piyasaya sunabilirim.
Ne dinliyorsunuz bu aralar? Ben aslında her şeyi dinliyorum.Tony Jones diye bir basçı var, funk ve jazz yapıyor; onların bir grupları vardı orada müzik yapıyordum. Funk, R&B, jazz geçmişim de var yani. Ama kendi iç huzurum için dinleyeceksem elektronik, new wave dinliyorum. İstediğiniz müziği de bir gün yapacaksınız değil mi? Tabi ki yapacağım, ama Türkiye’de bunu sunmak çok 11/09
Sizi ilerleyen günlerde nasıl projelerde göreceğiz? İki sinema filmi teklifi var. Bir tanesini reddettik, diğerini değerlendiriyoruz. Televizyon programı hazırlıyoruz. Üzerinde konuşuluyor hepsinin. 88
Almanya’da ay sonunda iki yerde çıkacağız. Ben televizyondan geldim onu yadırgamıyorum; ama sahnede beni çok göremediler. Deli gibi ona hazırlanıyoruz şu anda. Televizyondan gelen teklifleri de değerlendiriyorum tabi ki.
89
Pembeyi Türkiye’deki insanlar benimle beraber tanıdılar.
11/09
appendix
Kamil Güğüm
Antivirüs Dünyası
Otuz beş yaşına gelmiş olan, yarım kilo guaj boyayla makyaj ihtiyacını gideren, evde kalma korkusu dağların eteklerinden dökülünce, kariyer yolundan dönüp kurufasulyenin nasıl yapıldığını öğrenmeye çalışan bekar bayan iş arkadaşım bana “Hayatımda yepyeni bir başlangıç yapmak istiyorum ve bu sefer farklı bir şeyler hissediyorum, bu sefer her şey çok farklı olacak, şans benim tarafımda olacak eminim.” monologunu fışkırttığında, kendisine direkt olarak verdiğim “Yanlış hayat doğru yaşanmaz.” cevabına binaen birdenbire 5.7 litrelik Cadillac’ın motor sesi gücünde ağlamaya başlayınca, bu haftaki konuya karar verdim: Antivirüsler Konuya dair bilgi dağarcığım yetişkin bir katır büyüklüğünde. Çünkü ben bir antifirüz distribütöründe çalışıyordum kısa bir zaman öncesine kadar. Bir kere her şeyden önce artık virus kavramı tarih olmak üzere, onun yerine zararlı yazılım manasına gelen “malware” kelimesini kullanmamız doğru olacaktır. Zira bu virüs, trojan, spyware, adware, rootkit, vs… diye sıraladığımız bütün tehditler birer malware’dir. Bu kelimedeki mal kısmının Türkçe’den geldiğini düşünen bir ufak danaya denk gelirseniz, hemen oradan uzaklaşın, zira bu şahıs sizi ilerleyen dakikalarda patlatacağı angutsal esprileriyle şoka sokacaktır. Bu kişilere daha fazla örnek vererek sizi şokella kıvamına getirmemek için tartışmayı açıyorum: Bilgisayar güvenliği firmaları tehditleri kendileri mi oluşturuyorlar? Ya da genelde duyulan haliyle: 11/09
ANTİVİRÜS FİRMALARI VİRÜS YAZIYOR MU? Bu soruyu bir antimalware satıcısına sorarsanız alacağınız cevaplar şöyle sıralanabilir: l Hiç bir doktor hastalarım artsın diye virüs geliştirir mi? (yapmacıklık) l Öyle şey mi olur canım. (samimiyet) l Virüs yazılmaz ki efenim, pürüz yayılır. (konuya hakimiyetsizlik ve ahkam kesmek) l Günde ortalama 50.000 yeni malware türü yayınlanmaktadır efenim, (gülerek) hangi birini yazalım. (kontra bilgi yüklemesiyle, ürününü size iteleme çabası) Benim görmediğim ama duyduğum şudur. Şu anda Türkiye’de de satılmakta olan ve oldukça da popüler olan bir bilişim güvenliği firması, daha önce farklı bir isimle çalışırken bu tür bir faaliyeti ortaya çıktığından kapatılmış. Aynı kadro yeni bir firma kurarak ver elini yeni dünya demiş. Bu bir örnek. Genel düşünce ise (eski bir antivirus distribütörü olarak söylüyorum) güvenlik firmalarının, hiçbir şekilde kadrolarında göstermediği resmi veya organik (resmi yeterliydi ama bir zıkkım konuşuyormuşum havası vermek istedim) hiçbir bağı olmayan hacker’ları var. Yani firma bu hackersal kamile parayı banka üzerinden değil de elden veya güvercinle veriyor, resmi yazışmıyor da dumanla haberleşiyor falan, yani demek istediğim organik bir bağ yok. Bunu sağda solda konuşmayın benim başımı derde sokmayın. Eğer firmanıza bir antivirüs satıcısı gelirse ona yukarıdaki soruyu sorun. Cevap, onun samimiyetini gösterecektir size. Tehditler konusuna döndüğümüzde, aslında bazı konuşulanlar da doğru. 90
Artık herkes hacker, en büyük firmalar bile ağlarına giren çıkan o kadar trafiği tarayacak, gereken yerde istenen sitelerin dosya transferini falan kesecek güvenlik cihazı alıyorlar. Kullanıcılar bu cihazın taramasına takılmadan internete çıkacak proxy programcıklarını bulabiliyorlar. İnternet kafede yazdığı dandik e-mail’le insanları çakma banka sitesine yönlendiren adam bile 400 bin lira kaçırıyor piyasadan. Çok afedersiniz de bu ne? Habere bak: “Piyasayı 400 bin lira dolandırdı.” İnsan böyle feci bir PC sistemi, bir sürü monitörün olduğu devasa bir mekan, böyle ne bileyim kendisine “woöööw dostum” dedirtecek bir şey bekliyor. Ama çıkana bak, internet kafede bir eleman, külüstür bir PC... Sözün özü arkadaşlar, herkes kısmen doğru konuşuyor. Tehditlerin artışı katlanarak büyüyor evet. 2009 yılının ilk 8 ayında, tarihteki ilk virüsten 2008 sonuna kadar
üretilenden daha fazla yeni tehdit üretilmiş. Sadece bu sizin için bir yeterli veri olabilir. Bu bile elini atsan hacker’a çarptığını göstermez mi? Bir ülkede bir banka rakip bankayı çökertmek için bir hacker grubu kurmuş ve rakip bankanın veritabanını geri dönülemez bir şekilde dağıtmış. Bu bile ayağını atsan, onun da hacker’a çarptığını göstermez mi? Toplam 4 gram çeken 3 aykülü beynine bakmadan, Messenger’ın yasak olduğu firmanızda hala webmessenger açmaya çalışan sığırlar var. Bu bile hacker’lara elle ayakla dalsan, uçan tekme gömsen yetişemeyeceğini göstermez mi? Gösterir. Malware zararlı yazılımdır dedik ve bir soruyla bir yazıyı yedik. Bir sonraki yazıya malware tiplerine bakarız, hangisi ne iş yapar öğreniriz.Ya da bunu ileriki bir konuya atalım da, bir sonraki yazıda Callus ve Neo konsollarını hatırlayalım. Ya da bu bizim komşu firmanın sahibinin kullandığı 5.7 motorlu Cadillac’ı tanıyalım.
Cornelius
Rövanşına Güvenemediğim 5 Sporcu İnsan, hayatla olan mücadelesinde çeşitli konularda birçok sefer yenilebilir. Bu gayet doğaldır. Fakat ilk yenildiğine kıyasla ikinci bir şans verildiğindeki durumu, ilkine göre çok başkadır. Üst üste iki kez kaybetmek insanı daha çok bozar. Üst üste iş görüşmelerinden çatlayarak ayrılmak, bir kız tarafından defalarca reddedilmek, uyuz olduğunuz birinin sizi bir konuda tekrar tekrar alt etmesi… Çağın bizlere hediyesi bu; rekabet çılgınlığından ötürü bazen gözümüz dönebiliyor ve çoğumuz rövanşa güvendiğimizden, olmayacak dualara bile bile amin dedikten sonra, sonuç istediğimiz gibi olmadığı için zorla kendi kendimizi depresyona sokabiliyoruz. Bu durum şüphesiz ki spor için de geçerli. Dört aydır yazdığım “Rövanşa Güvenen Adam” köşesinde bu ay bir iç hesaplaşma durumu söz konusu. Doping yapmayan ama dopingli gibi olan, hile yapmayan ama kendinden “hileli” olan, sanki genleri üzerinde oynanmış, hasbelkader onlara karşı kazanacağım bir zafer olsa bile “En son kim yendi(!)” diyebilmek için asla ikinci bir çarpışmayı düşünmeyeceğim 10 sporcudan 5’i aşağıda…
Lionel Messi: Şuurlu bir şekilde futbol takip etmeye başladığım günden beri hep aynı hikayeleri dinledim. “Oooo bizim zamanımızda bir Pele vardı ki...”, ”Fakat Maradona gibisi gelmedi.”, ”Di Stefano bambaşkaydı canım, öyle futbolcu yüzyılda bir gelir.” ve artık kendimi tutamayıp 11/09
92
“Hay Pele’nin şarap çanağına...” diye başlıyordum ki, bu çocuk piyasaya çıktı ve az zamanda yaptığı olağan ötesi işlerle eski kuşak futbol izleyicilerinin hepsi, tıpkı Old Trafford’da maçı Manchester United karşısında 4-2’ye getirip sus işareti yapan Tuncay’ı görmüş ve yaptığı harekete mana verememenin yarattığı şaşkınlıktaki surat ifadesine sahip bir şekilde sustu. Zidane’a hayrandım onun yeri ayrıdır, günümüzdeki diğer üst klas iki oyuncudan C.Ronaldo yaptığı gıcık hareketlerle al odunu, vur kafasına dedirtebiliyor, insanda sahaya dalıp Mustafa Denizli’ye uçarak kafa atan Amigo Orhan ruhunu tekrar yaşatma isteği uyandırabiliyor ama tüm bunlara rağmen çok yaman bir velet. İbrahimoviç desen mühendis midir, futbolcu mudur belli değil... Tanjant 37’ye göre kafa vuran bir tip. Fakat hepsi bir yana Messi
93
bir yana arkadaş. Belki Arjantin Milli Takımı’nda o kadar çıldırmadı, ama Barselona’da orta saha oyuncuları da 3-5 santimin hesabını yapan oyuncular olduğundan, Messi isterse topu alıyor “bıdı bıdı bıdı” gidiyor, vuruyor, gol atıyor; isterse de o orta saha oyuncularıyla Çin’li masa tenisçileri hızında verkaçlar yapıp, öyle ağlatıyor kaleciyi. Bu kadar basit onun için gol atmak ya da atılan bir golün içerisinde rol almak. Henüz 22 yaşında olduğu düşünülürse futbolu bırakana kadar bir çok kaleci onu kabuslarında görecek demektir.
Michael Phelps: Samimiyetle söylüyorum, gün itibariyle çocukluktan beri yüzmeyle uğraşan 19-20 yaşlarında bir oğlum olsa onu karşıma alır ve “oğlum bırak bu kelebeği, kurbağalamayı,
11/09
otur geometriye kimyaya çalış ve mühendis ol, doktor ol.” Gibi bir konuşma yapardım. Neticede kimse evladı milyarların izlediği bir organizasyonda madara olsun istemez.Yoksa ben de isterdim yüzmeyle uğraşsın ama bu Phelps denen bir tane bile yüzme branşını boş bırakmayıp alayına gider yapabilen deniz canlısı varken, bizim oğlan hasbelkader olimpiyata kadar gitse bile daha üçüncü beşinci kulacı atarken Phelps yanından turu tamamlamış şekilde madalyaya koşuyor olurdu. Bir sporcu, yıllarını sadece sırt üstü yüzme stiline adıyor. Bir diğeri sadece kurbağalamaya... Bir diğeri ise serbeste abanıyor ve bir gün 24 yaşında insafsız bir velet çıkıp hepsinin ekmeğiyle oynuyor. Öyle bir şov yapıyor ki, ablasının nikahındaki “Gelinin kardeşinden
bir adet olimpiyat madalyasııı!” şeklinde piyanist şantözü bağırttırabilecek bir harekete imza atarak kazandığı madalyalardan birini takı töreninde gelinliğe iliştirebilecek hale geliyor. Kendisine karşı tavrım net; bırak olimpik havuzu küvette bile kapışmaya yeltenmem Phelps’le.
Elena Isinbayeva: Bayan okurları da düşünerek en can sıkıcı derecede başarılı bayan sporcuyu listeye aldım. Allah’ı var Elena hoş kız. Belki biraz abşeypır reklamından fırlamış tadında vücudu; ama kabul edelim ki o vücuda sahip olmak için çoğu kadın sol bacağını kör testereyle kesmeyi dener. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi Elena öyle
bir sırıkla atlamacı ki, kafasına estiği zaman rekorunu geliştirebiliyor. Beyaz eşya taksidine giriyor... Hoop 1 santim geliştiriyor rekoru. Araba alıyor... Hoop 1 santim daha gelişiyor rekoru. Tabi böyle olunca ne oldu? Güzel, başarılı, zengin ve göz önünde derken beklenen son gerçekleşti ve milyonlarca kadının kıskanç, nefret dolu, negatif elektriğini alan Isinbayeva Berlin’de katıldığı son Dünya Şampiyonasında sırıkla bir türlü atlayamadı. Akabindeki Golden League Zürih ayağında durumu fark edip kurşun döktürmüş olsa gerek ki, toparladı ve gene sırıkla atlamada birinci sırada kapattı günü. Sonuçta bu kızın başarısız olmasını isteyenlerin, milyonlarca kadının kem gözünün birleşmesini beklemekten başka alternatifi yok.
Tiger Woods: Daha önce yazdığım yazılardan birinde golfü kuntasyo bir spor ilan etmiş ve haz etmediğimi belirtmiştim. Buna karşın Tiger Woods denen adam o kadar çok golf turu kazanıyor ki, spor haberlerinde bir şekil yer ediyor ve ondan kaçmak imkansız hale geliyor. Muhtemeldir ki çok ciddi bir sakatlık ya da başka bir problemi olmazsa Woods tüm zamanlarda birinci olması için gereken 12 turu ve hatta fazlasını kazanıp golf tarihine geçecek ve yenilmez oğlu yenilmez sıfatıyla golf hayatını bitirecek. Woods, yeşil geniş bir alanda arkasında sessizce duran onlarca insana bakmadan rüzgar, eğim, mesafe ve çimin sürtünmesi gibi faktörleri hesapladıktan sonra 7 numaralı sopasını alıp sert bir vuruşla o küçük beyaz topa öyle bir vuruyor ki 18. deliğin 42 santim yakınına düşüyor o top, daha sonra hesaba kattığı rüzgar ve eğim devreye giriyor ve top çimde biraz daha kayarak deliğe yaklaşıyor ve 9 santim kala çimin kayganlığı devreye giriyor... Top 18.delikte. Ne kadar basit değil mi? Fakat Golf Digest adlı yayına göre Woods 11 yılda bu işten 769,440,709 $ kazandı. Tabi bu sayıyı duyduktan sonra 95
insanın 7 numaralı sopayı alıp (Dur hemen dur korkma) kafasında kırası geliyor ama golf sakin bir spordur, golf sopasıyla da en fazla kafama “tık” diye vururum.
Halil Mutlu: Fantastik 4’lüdeki taş adam desen değil...Yeşil dev Hulk desen o da değil... 1.50 boyunda ve ağırlığı 56 Kilogram bir adam Halil Mutlu. Fakat 2000 Sydney Olimpiyatları’nda 56 kiloda kırmış olduğu ve halen geçerli olan dünya rekoru 305 kilogram. Internetten o rekoru kırdığı anı bulup tekrar izledim. Bir haltere baktım. Bir Halil Mutlu’ya baktım... Bir halter... Bir Halil Mutlu... Halter... Halil Mutlu... Olmadı. Bir türlü o ebatta ve kiloda birinin ağırlığının 5,5 katını kaldırabileceği gerçeği beynimin körpe ve pembe kıvrımlarından geçmedi. Montaj desen değil... Kolpa desen değil... Benden neredeyse 30 santim kısa ve 20 küsür kilo eksik biri benim ağırlığımın 5 katına yakınını kaldırıyordu. O videoyu tekrar tekrar izledikten sonra, “Keşke lisede fizik öğretmeselerdi, beynim bu kadar acımazdı.” diyebildim sadece. Daha bitmedi rövanşına güvenmediğim sporcular. Diğer beşi önümüzdeki ay… 11/09
Revir
Röportaj
Sinema Terapisi 2006’dan beri, Bostancı’daki merkezinde, çeşitli terapi yöntemleriyle danışanlarına daha kaliteli bir hayat sürmeleri için destek olan Psikoterapist Ufuk Maviengin’e uzmanlık alanı olan sinema terapisini ve narsisizmi sorduk. Röportaj: Gaye Eskici Fotoğraflar: Ahmet Topçu
Hangi terapileri uyguluyorsunuz? Analitik psikoterapi perspektifinde çalışıyorum. Danışanlarla girdiğimiz psikoterapi sürecinde, hipnoterapi, grup terapisi, sinema terapisi ve bireysel terapinin dördünü bütüncül perspektifte kullanıyoruz. Narsisizm özellikle ilgilendiğiniz rahatsızlık diye biliyorum. Biraz açar mısınız? Nedir narsisizm? Asıl ilgi alanımız kişilik bozuklukları. Narsisizm de bir kişilik bozukluğu. Narsisizm, çok genel bir tanımdır. Birine ruhsal problemli demekle, narsis demek arasında fark yoktur. Bizim bahsettiğimiz düzeyde narsisizmin tanımı, libidosunun yani ruhsal enerjisinin, sürekli kişinin kendisine dönüş halidir. Mesela durmadan doktor doktor gezen biri de narsistir. Çünkü kişi kendi vücut algısı dışında bir şeyle ilgilenmemektedir. Narsisizm iki türlüdür. Biri dışa dönük işgalci 11/09
narsisizm. Diğeri, içe dönük sosyal-fobik narsisizm. Sosyal fobikler devamlı olarak, içerideki narsisizmi, yani o sahte krallığı korumaktır. Bu sebeple sosyal fobi geliştirirler. Narsisizm kendini sevmek anlamına da gelir. Herkeste bir narsis yapı vardır ama kişinin inandığı şeyin dış dünyadaki karşılığı önemlidir. Einstein, kendisi için “Ben dünyanın en iyi fizikçisiyim.” diyebilir, ama ben dersem o zaman bir narsisizmden bahsedebiliriz. Narsisizm hastalık değil, kişilik örüntüsüdür. Kendinize yaptığımız yatırım, dışarıya yaptığınızdan daha fazla ise, gün boyu kendinizle ilgileniyor, vücudunuzu dinliyor ya da kendinizi seyrediyorsanız, sürekli düş dünyasında yaşıyorsanız, dış dünyada başarabilecekleriniz, yapabilecekleriniz sekteye uğruyorsa, burada bir sorun vardır. Benim için kişinin işlevselliği kıstastır. Mesela bazı mesleklerde narsisizm olmazsa olmazdır. Mesela liderlik için vazgeçilmezdir. Ancak kişinin hayatını sekteye uğratacağı bir engel teşkil etmesi durumunda problem halini alır. Hastalarınızın cinsiyetleri, eğitim ve gelir düzeyleri çoğunlukla ne şekilde? Hasta değil, normal insanlar geliyor bize. Biz %90’lık normal kesimle ilgileniyoruz. Hayata dair sorunlarında psikoterapi desteği almak için bize başvuruyorlar. Tedavi olmak için değil, daha kaliteli bir yaşam, insanlarla daha doyurucu ilişkiler kurmak için... Psikoterapi tedavi değil, duygusal ruhsal eğitim 96
sürecidir. Herkesin alması gereken bir süreçtir. Gelenlerin %70’i bayan. Genelde lise ve üniversite mezunları geliyor. Düşük gelirlilerle, çok yüksek gelir seviyesine sahip olanlar değil de, orta kesim geliyor. Düşük gelirli kesimin gelmemesini anlayabiliyorum da, neden yüksek gelirli kesim gelmiyor? Niye hücum terapisi gibi acı bir sürece girsin ki? Yurtdışına gider, kendine yeni bir cip alır. Neden sekiz gün boyunca sabah 9-akşam 6, kendiyle yüzleştiği bir bombardımana girsin ki? 97
Bu hücum terapisinden bahsedebilir misiniz biraz? Sabah 9 ile akşam 6 arası sekiz iş günü, yoğun, sarsıcı bir süreç bu. Danışanlarımıza herhangi bir baskının yapılmadığı bir ortamda uygulanıyor. İstedikleri gibi uyuyabilirler, uzanabilirler. Bu koltuğa oturduğunda, ille de sorununu anlatması için zorlamıyoruz mesela. Benimle konuşurken içi geçiyorsa uyuyabilir. Fıkra anlatabilir, şarkı söyleyebilir. Hayat zaten baskı oluşturuyor insanlarda, psikoterapi ana kucağı gibi bir güven ve sıcaklık vermeli. Hücum terapisinin ilk üç gününün sonunda, 11/09
yoğun bir depresyon gelir. Kendini güvende hissettiği anda “Burada bana bir şey olmaz.” diyerek bastırdığı depresyonunu açığa çıkarır. Terapide önce birebir konuşma yapıyoruz, hemen arkasından hücum terapimizin ağırlıklı bölümü olan sinema terapisine geçiyoruz. Yedi tane ana film var. Bunlar benim en etkin ve vurucu filmlerim. On yedi filmlik bir diğer arşiv de, kişiye özel filmler. Her gün bir tane ana gruptan, bir tane de diğer arşiv grubundan seçiyorum. Önemli olan doğru filmleri doğru sırayla göstermek ve filmlerin seçimi. Filmleri seçerken otuz kere izleyip dört boyutta analizleri yapılıyor. Danışan filmi izlerken müdahale etmiyorum, bitince ara vermeden odaya alıyorum. Terapi odasına geçtikten sonra, film hakkında konuşmaya zorlamıyorum. Ne isterse ondan bahsediyor. Bazıları film hakkında hiç 11/09
konuşmak istemiyor, bu bile bizim için bir veridir. Eski bir anısını bile anlatabilir. Tabi fark etmese de, aslında filmin tetiklediği bir şeydir bu. “Film ne hissettirdi sana?” diye sorduğumda hiçbir şey diyor ama havadan sudan konuşmaya başladığında, bir de bakıyoruz, filmin ana fikrine dair anıları tetiklenmiş, onları anlatmaya başlıyor. Aslında her film, her insanda aynı etkiyi uyandırıyor ama her insan aynı etkiye farklı tepki veriyor. Birisinin midesi bulanırken, diğeri korkup kaçıyor. Kişilik yapıları, aynı duyguya farkı tepkiler veriyor. Biz de buna göre deşifre ediyoruz insanları. Duygularını açığa çıkarmayan biri için, kişilik yapısını çözümledikten sonra onun ilgisini çekecek bir filmi izlettiğinizde, bastırılmış duygular, artık bastırılamaz hale geliyor. O patlamayla birlikte kişi çökmeye başlıyor. Zaten izlemiş olmuyorlar mı filmlerin çoğunu? İzleseler de sinemada onları o kadar etkilemeyen film, burada çok etkiliyor; çünkü sinemaya patlamış mısır yemeye, eğlenmeye gidiyorlar. Burada danışanın ruh haline göre, onu etkileyecek filmi izletiyorum. Duruma göre, sırası değişiyor. Mesela bayanlara genelde önce “Lolita”yı, erkeklere “V for Vendetta”yı izletiyorum. “V for Vendetta” erkeklerde isyan duygusunu açığa çıkarırken, bayanlarda bağlanma arzusunu açığa çıkarıyor. Korku filmlerini seçerken de kültüre özel olmasına dikkat ediyorum. Haçlı, vampirli bir film yerine “Dabbe”yi izletmeyi tercih ediyorum. “Takva”yı kişiye özel olarak kullanıyorum. Antisosyal ve cinsel kimlik sorunları yaşayanlara “Monster”ı, çoklu kişilik bozukluğu yaşayanlara “Beyza’nın Kadınları”nı izletiyorum. Terapinin son filmi ise “Shawshank Redemption” oluyor. 98
Her sevdiğiniz filmi programa alıyor musunuz? Hayır. Sinema terapisine uygun olmayan ama çok tutan bazı filmler var. Çok başarılı ama terapi programına alamıyorum, çünkü ortaya çıkardığı duygular bizim kaçınmaya çalıştığımız duygular. Mesela “Babam ve Oğlum”, insanı suçluluk duygusuna, “Issız Adam”, geçmişe yönelmeye teşvik ediyor.
Peki, aynı filmleri bu kadar çok izlemekten sıkılmadınız mı? Danışanlarımla izlerken, danışanımın gözünden izliyorum. Sizinle izlerken, siz olarak izliyorum yani.
Terapinin ortasında dayanamayıp, gidenler oluyor mu? Terapiyi bırakanlar yüzde beş. Devam edenler de zaten, sekiz günlük hücum terapisinden sonra da haftalık görüşmeler şeklinde gelmeye devam Bazı filmlerin fazla tutmasının ardındaki ediyorlar. sebep nedir sizce? Kolektif bilinç dışında, insanların ortak bilinç Bu yöntemi uygulayan başkaları da var değerleri vardır. Afrika’daki bir insanın ortak bilinç mı? Yönteminizin farkı nedir? dışıyla, New York’taki bir insanın ortak bilinç Benim yöntemimi uygulayan başka yok. Avrupa’da dışı aynıdır. Bir film hasılat rekorları kırıyorsa, hücum terapisi uygulanıyor. Benim uyguladığım bu değerleri taşıdığı içindir. Recep İvedik’in bu hücum terapisi, kesinlikle tedavi değil; varoluşçu kadar hasılat yapmasının sebebi de budur. Bizim çizgiler taşıyor. gösterdiğimiz bu yedi film de bu gruba dahil. Ama Danışan hasta olacaksa da, olmaktan vazgeçiyor. aynı zamanda sinemasal olarak da iyi filmler tabi. Kişinin hayatında bir kırılma noktası oluyor bu sekiz gün. Bütün dört terapi danışana göre sırayla gerek olduğu şekilde uygulanıyor. Diyelim unutamadığınız bir ilişki var. Siz istediniz diye hipnoza sokup unutturmam. Siz sorunu getireceksiniz, sizin de onay verdiğiniz uygulamayı yapacağız. Sizi kandırmaya çalışan danışanlar oluyor mu? Kişi geldiyse yalan söyleme özgürlüğü de var. Bana dürüst olmak isterse olur, olmak istemezse olmaz. Buraya kadar gelip yalan söylemesinin altında ne yatar? Parayı kendisi vermiyordur. Tek sebep budur. 99
11/09
3
3 2
2 1
1
3 2 1 3 3 2 21 1 makinist
Fırat Sayıcı
Yönetmen: Levent Semerci Senaryo: Hakan Evrensel, M. İlker Altınay, Levent Semerci Oyuncular: Akan Atakan, Barış Aydın, Barış Bağcı, Cüneyt Deniz, Onur Gürsoy, Ömer Tahsin Çetin 11/09
100
Sınır nedir, neresidir bilmezdi çoğu. Emir almadıkları, emir de vermedikleri bir hayattan, her şeyi emirle yaptıkları bir hayata geçtiklerinde sınırları da gördüler. Karabal Tepe’de günlerce, aylarca beklediler. Nefes, Güneydoğu’da Irak sınırına yakın bir ilçedeki komando tugayında bulunan ve Karabal Tepesi’ndeki röle istasyonunu korumakla görevlendirilen bir yüzbaşı komutasındaki 40 askerin hikayesi. Uzun zamandır merakla beklenen Nefes iyi bir gişe başarısı elde etme yolunda hızla ilerliyor. Şimdiye dek fragmanları ve zorlu çekim süreci haricinde filmden
hiçbir ekstra bilgi alınamamıştı. Hiçbir şekilde promosyon çalışması yapılmayan film, fısıltı gazetesiyle kulaktan kulağa yayıldı ve izleyiciyi salonlara çekti. Kürt açılımının tartışıldığı bu günlerde, kimseyi rencide etmeden Türk askerlerinin yaşadıklarını ortaya koyan film, başarılı reklam yönetmeni Levent Semerci’nin elinden çıkma. Reklamdaki başarısını özellikle görüntülerde ortaya koyan Semerci, seyirciyi tatmin etmeyi başarmış. Çoğu ilk kez kamera karşısına geçmiş olan genç oyuncularla çekilen “Nefes”ten önce Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içine bu kadar girilememişti. Uyurken ölemeyeceksin! Uyursan ölürsün! Ölürsünüz! Sen uyursan herkes ölür. Bak ‘Hazırım’ yazıyor. Neye hazırsınız? Uyurken ölmeye hazırsınız. Uyumayacaksınız! Yemeyeceksiniz, dinlenmeyeceksiniz. Sizin cesetlerinizi, sizin cenazelerinizi ailenize göndertmeyeceğim. Ölmenizi yasaklıyorum. Bir kişiyi hata yaparken görürsem yemin ederim kendi ellerimle vururum. Altına da imzamı atarım ‘eğitim zaiyatı’ diye Anlaşıldı mı asker?
101
11/09
Evde Hatunla İzlenebilecek Filmler
Fırat Sayıcı
THE PROPOSAL (TEKLİF) TIGLON (2009) Yönetmen: Anne Fletcher Oyuncular: Sandra Bullock, Ryan Reynolds, Mary Steenburgen Sınır dışı edilmek ve hayatının anlamı olan yüksek mevki işini kaybetmek üzere olan dominant Margeret, asistanı Andrew ile nişanlandığını anons eder. Andrew’un evlenmek için bazı şartları vardır. Bu sıradışı çiftin, şimdi damadın ailesini ve göçmen bürosu görevlisini ikna etmek için Alaska’da 4 kısa güncük geçirmesi gerekmektedir.
X-MEN ORIGINS: WOLVERINE (X-MEN BAŞLANGIÇ: WOLVERIN) TİGLON (2009) Yönetmen: Gavin Hood Oyuncular: Hugh Jackman, Liev Schreiber, Danny Huston Mutant hayatı yaşayan Wolverine, Sabretooth’un kız arkadaşı Silver Fox’u öldürmesi üzerine katılmayı kabul eder. Kendisini yenilmez hale getirecek Adamantium metalinin vücuduna enjekte edilmesiyle Wolverine’in intikam macerası başlar.
11/09
Wingman der ki; işte size hiçbir kızın hayır diyemeyeceği türden bir romantik komedi. Bırakın kız arkadaşınız filmi seyrederken keyiflensin, aşka gelsin ve bu filmi onunla birlikte izliyorsunuz diye sizin ne kadar duyarlı bir erkek olduğunuzu düşünsün. Siz de Sandra Bullock’u hiçbir yerde göremeyeceğiniz kadar çıplak görün…
Wingman der ki; kızlar Hugh Jackman’ı, erkekler de aksiyon filmlerini sever. Ee, ne duruyorsunuz? Kolay kolay kız arkadaşınızla izleyebileceğiniz sıkı bir aksiyon filmi bulamazsınız, değil mi?
102
Evde Hatunla İzlenemeyecek Filmler FACTOTUM KANAL D HOME VİDEO (2005) Yönetmen: Bent Hamer Oyuncular: Matt Dillon, Marisa Tomei, Lili Taylor Film, Henry “Hank” Chinaski (don’t you ever read?) adlı yazarın işten işe, mekandan mekana ve kadından kadına maceralarını takip ediyor. Kaosun içinde sürüklenirken, Hank için tek değişmeyen parametre yazma tutkusu oluyor. Defalarca yazılarını -Bukowski’nin kitaplarını basan yer olan- Black Sparrow Yayıncılığa gönderiyor, ancak bir türlü sonuç alamıyor. Filmde kadınlar ile olan ilişkisi de iki kadınla yaşadığı kısa ilişkilerden öteye gidemiyor. BİR KADININ SEKS GÜNLÜĞÜ (DIARY OF A SEX ADDICT) KANAL D HOME VİDEO (2008) Yönetmen: Christian Molina Oyuncular: Angela Molina, Leonardo Sbaraglia, Belen Fabra, Llum Barrera Val iyi eğitimli, yöneticilik yapan, çekici, duygusal ve genç bir kadındır. Tüm bu olumlu özelliklerinin yanında Val’in hayatını oldukça zorlaştıran bir bağımlılığı vardır. Bir nemfoman, yani seks bağımlısı olan bu genç kadın doyumsuz cinsel açlığını gidermek için farklı insanlarla ilişki içine girer. En saf duygularını ve en samimi itiraflarınıysa kişisel günlüğünde saklar. Kiminle ve ne zaman 103
Wingman der ki; Charles Bukowski’yi kadınların % 99’u sevmez. Bukowski’nin bilinen bir yazar olmadan önce yaşadıklarını konu alan ve yine kendi öykülerinden oluşan film, kız arkadaşınızın bünyesine iyi gelmeyecektir.
isterse birlikte olan bu genç kadın için seks bir yaşam biçimi haline gelmiştir. Wingman der ki; bu erotizmin dozunu aşmış, soft pornonun sınırlarını zorlayan filmi kesinlikle yalnız izleyin. Eğer fantezilere açık bir sevgiliniz yoksa tabi… 11/09
David Guetta Mert Caner Fransız Dj David Guetta, müzik hayatına 17 yaşında başlamış olmasına ve 2002’de yayınlanan ve 250.000 üzerinde kopya satan ilk albümü “Just a Little More Love” ile müzik kariyerinin albüm yayınlama kısmına başarılı bir giriş yapmış olmasına rağmen, Türkiye’de ve tüm Avrupa’da asıl büyük patlamayı 2004’de yayınladığı 2. albümü “Guetta Blaster”daki “The World is Mine” adlı şarkısıyla yaptı. Arkasından “Dj Awards” kapsamında “En iyi House Dj’i” adaylığı ile dikkatleri üzerine çeken Guetta, bu adaylığın şişirme olmadığını 2007’de yayınladığı 3. albümü “Poplife” ile kesinleştirmiş oldu. Poplife’dan çıkan “Love Is Gone”ın başarısında, Guetta’nın sık sık dile getirdiği gibi kariyerinin başından beri yanından ayırmadığı vokal Chris Willis’in de payı büyüktü. Aslen yabancısı olduğumuz ve en basit anlatımla “kilise müziği” olarak bildiğimiz dini müzikle uğraşan Willis’in sesi ve Guetta’nın akılda kalıcı, kolay dinlenebilir ve enerjik olan dans müziği ile birleştiğinde, Amerikan dans müziği listesinde ve müzik basınının
11/09
One Love
104
prestijli dergisi Billboard’un listesinde 1. sıraya kadar çıkan “Love Is Gone” ortaya çıkmıştı. Aradan geçen iki yılın ardından, David Guetta tekrar insanlara disko toplarını tekmelettirecek bir albümle geri döndü ve gün itibariyle görüyoruz ki David Guetta bu hızla, bu üretkenlikle devam ederse tüm zamanlarda en çok hit şarkıya sahip müzisyenlerden biri olabilir. David Guetta, “One Love” adını verdiği 4. albümünde Chris Willis’den vazgeçmemiş olsa da, albümün genelinde vokal konusunda çok çeşitli isimlerle çalışma şansı bulmuş. Her ne kadar Beyoncé kadar “aldı yürüdü” diyemesek de Destiny’s Child grubunun pop dünyasına ikinci kazandırdığı isim Kelly Rowland, albümün açılış şarkısı “When Love Takes Over”ın hem yazarlarından biri, hem de şarkının vokali.Yine bu tip “feat.”lerle tanınan bir diğer isim Akon’ın vokallerinin yer aldığı “Sexy Bitch” (irite edici bir isim, kabul ediyorum.) albümün ikinci single’ı olarak kısa bir sürede bir çok ülkede bir numaraya kadar yükseldi.Yine Chris Willis’in seslendirdiği “Gettin’ Over” ve albüme adını veren Estelle’in vokaliyle harika bir hal alan “One Love” da muhtemelen gelecekte Guetta’nın yayınlayacağı single’lar ve dolayısıyla potansiyel hitleri olarak dikkat
105
çekiyor. Saydığımız isimler dışında bu albümde Kid Cudi ve Black Eyed Peas’in önde gelen ismi Will.i.am ile de çalışan Guetta, ayrıca Black Eyed Peas tarafından seslendirilen şarkısı “I Gotta Feeling”in de bir remix’ine yer verdi. David Guetta ve Megadeth albümlerini yazmayı düşündüğümde, David Guetta albümünün genelinden çok fazla umutlu değildim ve duruma biraz da angarya olarak bakıyordum. Ancak albümü dinledikçe mahcup oldum ve gün itibariyle rahatlıkla söyleyebilirim ki yekten bir David Guetta fan’ıyım. Kolay dinlenebilir (müziğin “basit” olduğu şeklinde algılanmasın) ve başarılı bir pop albümü dinlemek isteyenler (“2-3 başarılı single”ın ötesinde tamamına yakını başarılı diyebileceğimiz) David Guetta’nın One Love’ını es geçmemeli. 11/09
Megadeth
Endgame
90’larda yaptıklarıyla “efsane” mertebesine ulaşmış ve 2000 sonrasında aldığı en iyi eleştiriler dahilinde bile vasatın biraz üzerine çıkmış olan metal grubu Megadeth, 12. stüdyo albümü Endgame’i yayınladı. 83 yılında Metallica’dan “şutlandıktan” sonra Megadeth’i kuran Dave Mustaine’in 12 albümde 18 farklı grup elemanıyla çalıştığı düşünülürse, Mustaine sadece Metallica için değil, kendi grubunda da “problem çocuk” olma özelliğini halen koruyor. Bu durum Megadeth’i zaman zaman grup kimliğinin dışına çıkarıp, Mustaine’in alteregosu haline getirdi bile denebilir. 1990-2000 periyodunda art arda yakaladıkları başarılar ve Megadeth’in tarihindeki en iyi kadroya sahip olduğu bu dönemin parlayan müzik türünün metal olması, Mustaine’in grubunun belki de çok başka yerlerde olacakken, bazı “fanatiklerin” tabiriyle “İyi pazarlanamayan Metallica” statüsünden öteye gidememesine neden oldu. Megadeth’in müziği Mustaine temelinde değişime uğruyor, onun istekleri doğrultusunda grup ilerliyor gibi gözükse de; aslında bu değişimlere bağlı olarak grubun müziği ciddi şekilde etkilendi. Bunun son örneği de gruba 2008’de dahil olup Endgame ile ilk kez Megadeth’in bir albüm kaydında yer alan
11/09
106
Chris Broderick. Nevermore’un gitaristliğini yapmış olan Broderick, daha evel Youtube’da yer alan bazı videolarda gerek akustik gerek elektro gitarı absürt bir hızda çalarak belli bir tanınmışlığa sahipti ve Broderick’in bu “garip şekilde seri” çalabilme durumu Endgame’e de sirayet etmiş gözüküyor. Broderick’in sololarının ve Endgame’in, bazı Megadeth sevenler ve basının bazı prestijli yayınları tarafından Megadeth’in uzun zamandır yayınladığı en iyi materyal ve bir nevi dirilişi olarak görülüyor. Diğer taraftan bakıldığında hem Broderick’in hem de albümün bu konuda önemli avantajları var. Bunlar da, son iki Megadeth gitaristinin çoğu fan tarafından Megadeth’in ağırlığını kaldıramadığı, yeterince tekniğe sahip olmadıkları gerekçesiyle sevilmemesi ve tabi bir önceki albüm United Abominations’ın büyük bir fiyasko oluşu. İşin çuvaldız kısmına gelindiğinde, ben de bir Megadeth dinleyicisi olarak söyleyebilirim ki, metal gruplarının işi her zaman, özellikle de 2000 sonrasında çok zor bir hale geldi ve değişen dünyayı görmesine karşın metal dinleyicisi, sevdiği gruplardan hep daha iyisini beklemek gibi bir yanılgıya düştü. Megadeth 1999 yılında yayınladığı bence çok güzel bir albüm olan Risk ile “soft” bir albümle dönüş yaptığı ve yer yer “pop öğeler” barındıran bir albüm yayınladığı için sevenleri tarafından “damarlarına vurulan aşırı dozdaki eleştirinin” ardından bir geçiş süreci izlemek yerine 10 sene öncesinin müziğine dönüş yapmayı denediğinden beri bocalıyor. Kısacası bu durumdan Mustaine’in egosu ve şansızlıkları kadar, dinleyicilerin uç beklentileri de sorumlu. Albümde öne çıkan enstrümantal olan açılış şarkısı “Dialectic Chaos”, albümün geneli ile ilgili zaten ipuçları veriyor. Albümde ciddi miktarda solo var. Ancak rahatsız edici kısım burada başlıyor. Soloların çokluğu ve başarılı oluşları bir yana; 107
ruhsuz dersek, belki ağır bir tabir olur, ancak albümü bir kaç kez dinledikten sonra soloların çoğunu “hatırlamamanız” olası. İki ihtimal var; Friedman şarkı içerisinde şarkı yazıyordu attığı sololar ile, ya da ben artık “solo severliğimi” yitirdim. İlk single “Head Crusher” ve ikinci olması beklenen “44 Minutes”in yanı sıra dikkat çeken bir diğer şarkı olarak da “The Hardest Part of Letting Go”, eskimeyen Megadeth ballad’ı “A Tout Le Monde”a benzer kıvamı ile öne çıkan bir diğer şarkı. Ancak albümü birkaç dinleyişten sonra eski bir Megadeth sever olarak bu şarkılar içinde “Dinlesem ne olur, dinlemesem ne olur” gibi umursamaz bir havaya büründüm.Varsın Megadeth fanatikleri beni hainlikle suçlasın, elimde değil. Megadeth belki de Mustaine dünyadan ayrılana ya da çalamaz duruma gelinceye kadar bu kalibrede albümler yayınlamaya devam edecek ve belli bir kitle ısrarla onları takip edecektir. Ancak hem metal köklerinden kopmayıp hem de günümüzdeki sayıları (yavaş da olsa) artan “her türü dinleyen” dinleyicileri Tool, Mastadon, Isis, Red Sparowes gibi kendine çekmesi pek mümkün görünmüyor.Yine de türün sevenlerini ve “3 kuşaktır Megadeth fanıyız” diyenleri sevindirecek bir albüm Endgame.
11/09
Zeynep Bonçe
Odd Thomas
70’ine merdiven dayayan sevgili Dean R. Koontz’un uzun zamandır Türkçe’ye çevrilmesini beklediğimiz romanı, Odd Thomas sonunda İnkılap Kitabevi tarafından yayınlandı. Koontz, serinin dördüncüsünü yazmışken, nihayet biz de tanışabildik, bu, isminin neden Odd (garip) olduğunu kendisi de bilmeyen dünya güzeli insanla. Kendisi her ne kadar oldukça ürkütücü romanların yazarı olarak tanınsa da, sımsıcak kitaplar da üretebildiğini daha önce de görmüştük. Koontz’u bilenler zaten bu tarzı daha önce “Hiçbir Şeyden Korkma”da da denediğini bilirler. Ama şunu da belirtmek gerek ki Odd Thomas daha önceki hiçbir Koontz romanı ile kıyaslanmayacak (“Buzlar Arasında” hariç) kadar güzel. Olağan dışı bir hayat süren, tava aşçısı Odd Thomas, evlenmeyi düşündüğü, biricik sevgilisi Stormy ile büyük bir maceranın içinde bulur kendisini. Bu aslında kaçınılmaz bir durumdur. Zira Odd, ruhları görebilmekte, öbür dünya ile bu dünya arasında bir bekçi görevi görmektedir. Şimdiye kadar birçok ölünün huzura kavuşmasına yardım etmiş olan Odd’u, çok daha büyük bir sınav beklemektedir. Ufak bir kasaba olan Pico Mundo’ya yeni taşınan bir adamın şeytani kötülüğünü ve hain planlarını fark eden Odd’un, çok az insanın bildiği garip özelliklerini kimseye anlatmadan kasabasını nasıl koruyacağını merakla okuyoruz. Odd, kanımca şu ana kadar çizilmiş en başarılı on roman karakterinin içine girmiş durumda. Odd Thomas’ın ağzından dinlediğimiz hikayede, Koontz’un 11/09
Kitap: Odd Thomas Yazar: Dean R. Koontz Çeviren: Tanju Anapa Yayınevi: İnkılap Kitabevi
anlatıcılığından eser yok. Bu da Odd Thomas’ı gerçek bir karakter gibi hissetmemize ve onu çok sevmemize yol açıyor, ki tanırsanız sevmeme ihtimaliniz yok kendisini. Saflığı, sevgi dolu yüreği ve tam bir kahraman oluşuyla, mükemmel bir karakter Odd. Sadece başkarakteri değil, yan karakterleri ile de fark yaratan bu kitabı okurken, Pico Mundo’yu eviniz gibi hissetmeniz işten bile değil. Her karakterin ince ince düşünüldüğü ve hikayeye özenle işlendiği aşikar. Çarpıcı sonu ile de unutulmaz bir Koontz eseri olan Odd Thomas hangi türden hoşlanırsanız hoşlanın, sevme ihtimalinizin yüksek olduğu bir roman.
108
Bunny Munro’nun Ölümü Nick Cave benim için öncelikle başarılı bir müzisyendir. Kendisini müziğiyle tanır, müziğiyle severdim. Bunny Munro’nun Ölümü’nü okuduktan sonra ise durum değişti. Cave, artık yeni kitabını merakla bekleyeceğim bir yazar. Öncelikle Bunny Munro’nun Ölümü’nün arka kapağında yeraltı edebiyatı olarak belirtilen tür bilgisine kanmayın. Biliyorsunuz, ülkemizde yeraltı edebiyatı denilince akıllara öncelikle Bukowski, Chuck Palanhiuk gibi isimler gelmekte. Bu yazarları diğerlerinden ayıran özelliklerinin ise cinselliği günlük hayatlarında kullandıkları dille anlatmaları ve küfürleri yazmaktan çekinmemeleri olduğunu düşünüyorum.Yoksa diğer yazarlardan bir farkları yok. Hayır, yeni bir buluş da değil ki bu küfürlü ve pornografik anlatım. Siren Yayınlarından Ali Pardo’nun çevirisiyle çıkan Bunny Munro’nun Ölümü’ne gelirsek; yazar kesinlikle kendi fantezilerini, kendi boş vermiş yaşamını, kendi küfürleriyle anlatmamış Bukowski gibi. O nedenle de benzerlikten bahsedenlere anlam veremiyorum. Cave, romanda çok profesyonel bir duruş sergiliyor. Anlatıcı ile başkarakterini birbirine karıştırmamayı başarıyor. Küfür eden Bunny Munro, sapık olan Bunny Munro, her saniye vajina hayaliyle yaşayan da Bunny Munro… Bu karakteri yazmak istiyorsanız, bu şekilde yazabilirsiniz. Bunun yeraltı olmayan bir yolu zaten yok. Yanlış anlaşılmasın; kitap sadece “nemfoman bir adamın günlüğü” değil. Bunny’nin yanı sıra, mükemmel çizilmiş bir çocuk karakteri olan 109
Kitap: Bunny Munro’nun Ölümü Orijinal Adı: The Death of Bunny Munro Yazar: Nick Cave Çeviren: Avi Pardo Yayınevi: Siren Yayınları
dokuz yaşındaki oğlu Bunny Junior da giriyor hayatımıza. Babasından daha olgun, asıl çocuk olan Bunny Munro’yu içimizi parçalayacak kadar çok seven Bunny Junior’ın, o hayattan kurtuluşu için dua ederken buluyoruz kendimizi. Aynı şekilde her ne kadar sinirlerimizi gerse de, gördüğü her kadının vajinasını hayal eden, günde neredeyse 31 kere mastürbasyon yapan, başını beladan belaya sokan, deli gibi içen, taze dul Bunny Munro’nun da ilerleyen her sayfada biraz daha dibe batışını korkuyla izliyoruz. Her aptalca hareketinde geriliyor, bu sefer nasıl sıyıracağını düşünerek hayıflanıyoruz. Bu da, bu kadar itici bir karakter için bile, bizi endişelendirebilen Nick Cave’in bu konudaki başarısının göstergesidir. Kitabın en hoş esprilerinden biri de iki sayfada bir ya Avril Lavigne ya da Kyle Minogue fantezisinin yer alması. Bunny’nin bu iki kadının her ayrıntısını ayrıntılı bir şekilde hayal etmesinin başına iş açıp açmayacağı Cave’e sorulduğunda, daha önce “Where the wild roses grow”da birlikte düet yaptığı Minogue’a mektup yazarak Bunny adına özür dilediğini ve Avril’e de aynı şekilde bir özür mektubu yazmasına rağmen, bunu gönderecek adres bulamadığını söylemiş. Bir an, herhangi bir Türk yazar, herhangi bir Türk pop şarkıcısı hakkında böyle fanteziler yazsa, neler olacağını da düşünmedim değil. t 11/09
tebdil-i mekan Gaye Eskici
Cemal Reşit Rey Konser Salonu
Müzik dilimizden düşmez oldu bu ay. Bu kadar bahsetmişken, “Tebdil-i Mekan”ı da müzik dinleyebileceğiniz en güzel yerlerden biri olan CRR Konser Salonu’na adamak istedik.
Fado Evi (Casa de Fados) 11/09
110
Tokyo Ensemble
111
Cemal ReĹ&#x;it Rey
11/09
The Dizzy Gillespie™ All-Stars Cumhuriyet tarihinin ilk kuşak bestecilerinden,Türk Beşleri grubunun üyesi, Onuncu Yıl Marşı, Lüküs Hayat opereti gibi ünlü eserlerin bestecisi olan Cemal Reşit Rey’in adını taşıyan, 1989 Mart’ında açılan, 860 kişilik koltuk kapasitesiyle İstanbul’un tek konser salonu olan Cemal Reşit Rey Konser Salonu, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı, Askeri Müze, Hilton Exhibition Center, Harbiye Orduevi ile birlikte sosyal ve kültürel yapının bütünleştiği bir alanda yer alıyor. CRR Konser Salonu bu yaşayışta kültürel merkez olarak önemli paya sahip. Konser Salonu’nun giriş ve üst fuayeleriyle oditoryumundaki ahşap kaplamalarda, cephe vitraylarında, asma tavanda, ana merdiven korkuluklarında, fuaye apliklerinde ve benzeri alanlarda 13.yüzyıl Selçuklu bezeme sanatından esinlenerek yaratılan geometrik desenler kullanılmış. 11/09
Geniş üst ve alt fuayelerinde sergiler düzenlemek için uygun alan bulunan salonun akustiği hareketli “akustik konser kabuğu” ve buna ek olarak elektronik yansıtma sistemi “ERES” ile sağlanmakta. Ayrıca 17x7m boyutlarındaki sahnenin önünde, ufak kadrolu 18.yüzyıl tarzı oda operaları için kullanılabilecek bir orkestra çukuru bulunmakta. Gelin Kasım ayında bizi CRR Konser Salonu’nda bekleyen etkinliklere bir göz atalım... Cazın çılgın efsanesi Dizzy Gillespie’nin ruhu CRR’de dolaşıyor… Büyük caz üstadı, efsane trompetçi Dizzy Gillespie’nin anısına kurulan “The Dizzy Gillespie™ All-Stars” 7 Kasım akşamı, CRR Konser Salonu’nda İstanbullu caz severlerle buluşacak. Gillespie’nin ruhunun, tarzının, yaratıcılığının ve 112
Fado Evi (Casa de Fados) Klasik müziğe farklı bir soluk getiren Tokyo Ensemble ilk kez Türkiye’de! Her biri üstün yeteneklere sahip 16 hevesli genç müzisyen bir araya geldi. Efsane yönetmenin Fados filminden müthiş Genel olarak Japon müzisyenlerin oda müziği bir sahne uyarlaması olan Carlos Saura’nın alanında pek başarılı olamamasına rağmen, bu olumsuzluğu, Fado Evi (Casa de Fados) ile Portekiz’i yine Japonların çalışma ruhu ve disiplinleriyle yendiler. yaşayacaksınız! Sonuçta, dinleyenlerle güzel müziği paylaşan; vücut dili ve Dünyaca ünlü yönetmen Carlos Saura’nın Fado geleneğini mimiklerle müzik yapmanın keyfini dışa vuran, konserlerde sinemaya taşıdığı filmi Fados’tan bir bölüm, filmdeki şarkıcı keyif atmosferi yaratan Tokyo Ensemble ve müzisyenlerle sahneye taşınıyor. ortaya çıktı. Portekiz’in aşk ve ayrılık şarkıları Fado’ların Patrick De Klasik müzik sahnelerine yeni bir soluk getiren bu hevesli Bana’nın koreografileri ile sunulduğu filmden alınan bir topluluk, çekik notalarla, 20 Kasım’da, Cemal Reşit Rey sahne eşliğinde Portekiz’in en önemli sesleri 12 Kasım’da CRR Konser Salonu’nda ilk kez Türk dinleyicisi ile buluşacak. Konser Salonu’nda. coşkusunun, yıllarca birlikte sahne aldığı efsane cazcılar tarafından yeniden yaşatılacağı, 7 Kasım’daki bu özel konseri kaçırmayın.
113
11/09
Pilates delikanlıyı bozmaz!
Caddebostan’daki Cadde Pilates’in, Balanced Body University’nin eğitimini almış, on iki yıldır Fitness, altı yıldır da Pilates dersleri veren eğitmeni Oğuzhan Özyurt’a, Pilates delikanlılığı bozar mı, diye sorduk. Bakın nasıl cevaplar aldık. Röportaj: Gaye Eskici Fotoğraflar: Ahmet Topçu
Erkeklerin Pilates’le araları nasıl? Pilates her şeyden önce bir erkek sporudur. Çünkü Pilates’i bulan ve ilk uygulayan bir erkek olan Joseph Pilates’tir. Pilates Kuzey Amerika’da daha çok erkekler tarafından tercih ediliyor. Erkekler çoğunlukla aletli Pilates yapıyorlar. Ama yine de bayanların ilgisi daha çok sanki… Bayanlar arasında bu kadar popüler olmasının sebeplerinden biri Madonna’dır. Madonna’nın “Vücudumu Pilates’e borçluyum.” demesi bayanların dikkatini çekmiştir. Pilates’in faydaları nelerdir? Pilates’in en önemli özelliği fizyolojik rehabilitasyon etkisidir. Rehabilitasyonda Pilates’ten ciddi anlamda faydalanıyor. Koltuk değneğiyle yürüyebilenler, Pilates sayesinde ayağa kalkıp koşabiliyorlar. Eklem ameliyatlarının kuvvet geri kazanımlarına yardımcı olur, omurga sağlığı açısından da önemli bir spordur. Omurga problemi yaşayanlar muhakkak yapmalı. Duruş bozukluklarının düzelmesinde
11/09
Pilates çok etkilidir. Hamileler için müthiş bir egzersizdir. Nefes, koordinasyon, gevşeme, soğuma gibi Pilates ilkeleri doğumu kolaylaşır. Pilates aynı zamanda kasların boyunu uzatır. Fitness yaptığınızda çalışan kas güçlü kastır. Eklemin yüzeyindeki zayıf kasları etkilemez. Pilates içteki bu ince kasları da güçlendirir. Bunun en önemli sebebi, mat egzersizleri hariç, Pilates’te yer çekiminden muaf çalışmamızdır. Mat hareketleri ön koşul hareketleridir. Hareket mat’te öğretilir, daha sonra diğer platformlarda uygulanır. Ancak Pilates’in pazarlaması daha çok mat
114
hareketleri ile olmuştur. Aslında mat ile birlikte Reformer, Trapeze Table Cadillac, Barrel, Arc Barrel, Ladder Barrel, Chair gibi aparatlar bir bütündür. Pilates bunlarla birlikte uygulanmalıdır. Erkekler neden pilates yapmalı? Ön kol kasları, parça parça sırt kasları, göğüs ve omuz kasları ile vücut yapmak ilerde kilo problemine sebep olabilir. Kişi hayatının tamamında bu görüntüyü korumak istiyorlarsa, zayıf kasları da çalıştırarak daha kalıcı bir vücuda sahip olmalı. Pilates’i bu açıdan mutlaka denemeliler. Müşterilerimden aldığım bilgiler ışığında, Pilates egzersizlerinin cinsel performansı da olumlu etkilediğini söyleyebilirim. Erken boşalma sorunu olan müşterilerimizin bu sorunlarından kurtulduğunu biliyoruz. İdrar tutmaya yarayan kasları güçlenerek, idrar kaçırma sorunundan da kurtulmaya yarıyor. Prostat için de birebirdir. Pilates’in yaşlılığa etkisi nedir? Ayakta yaşlılık geçirebilmek için Pilates yapmalıyız. Mesela Joseph Pilates, fotoğraflarında 50 yaşında görünür ama
115
aslında 80 yaşındadır. En az iki senelik Pilates yapmış biri 10 yaş gençleşir. Pilates kilo verdirir mi? Pilates egzersizleri yüzme, yürüme, koşu ile desteklenmelidir. Pilates sayesinde vücut daha çok esner. Kaslarının yapısı daha uzun olur. Hareket kabiliyetleri artar. Bu şekilde diğer sporlar daha rahat yapılabilir. Pilates bir kilo verme sporu değildir.Vücudun şekillendirilmesi yönünde bir egzersizdir. Eğitmeninizle birlikte düzenli çalışarak kilo vermenize destek de olabilir. Kaç yaşındakiler Pilates yapabilir? Pilates 10 yaş ila elinin ayağının tutabildiği yaşa kadar devam edebilir. Mat ile yapacaksa daha küçükken de başlayabilir. Bir Pilates dersi ne kadar sürer? Minimum 45 maksimum 55 dakika sürer. Günün her saati yapılabilir. Haftada en az iki gün uygulanmalıdır.
11/09
Soğuk kış günleri yaklaşıyor. Kışlık eşyalarımızı yavaş yavaş yerlerinden çıkarıyoruz. Peki, kışlık ayakkabı seçiminde nelere dikkat etmek gerekir? Eskiler boşuna söylemezler “Dost başa düşman ayağa bakar” diye. Dost ya da düşman… Karşı cinsin sizde ilk dikkat edeceği noktalardan birisi seçtiğiniz ayakkabıdır. Ayakkabı almadan önce ayakkabının tarzını belirlemeniz gerekir. Kendi stilinizi, ayakkabıyı nerede giyeceğinizi göz önünde bulundurmalısınız. Günün her saati giyilebilen spor pantolonların altına
Mete Altuniğne
tebdil-i kıyafet 11/09
Ayakkabı Alışverişinin Püf Noktaları
116
ayakkabı alternatifiniz, takım elbiselere göre çok daha geniş. Satın alırken dikkat etmeniz gereken, seçeceğiniz ayakkabının kaliteli ve sağlam olması. Ucuz ayakkabının ayağınıza vereceği zararları göz önünde bulundurmalısınız. Ayaklarınızda nasır olabilir, yürümekte zorlanırsınız. Ayrıca, ayakkabınızı hangi tür çorapla giymeyi planlıyorsanız, satın almaya giderken o tür bir çorap giymeyi ya da yanınıza almayı unutmayın. Ayakkabı denerken, ayaklarınızın içinde rahat ettiğine emin olmalısınız. Sıktığını düşünürseniz, “Giydikçe açılır.” diye düşünmeyin. Ayağınız rahat değilse, bir numara büyüğünü isteyin. Ve bir de ayakkabı satın alırken öncelikle, hakiki deriden yapılmış olmasına dikkat edin. Suni deriler, ayakkabının şeklinin kısa zamanda bozulmasına neden olur ve çok çirkin bir görüntü oluşturur. Bir diğer önemli özellik olarak; deri doğal gözeneklere sahiptir, özel olarak işlem görmemiş ayakkabılar bir miktar suyu emer. Özel işlemden kasıt şudur; bir membran malzemesi vardır, su molekülünden küçük, su buharından büyüktür. Dolayısıyla suyu almaz; fakat teri dışarı atar. Böylece uzun saatler dışarıda kaldığınızda ayaklarınızın terlemesi minimuma iner. Bunların dışında bütün deri ayakkabılar su alır. Bunu aklınızdan çıkarmamaya özen gösterin. Kış aylarında özellikle ayakkabı seçiminde özen gösterilmesi gereken noktalardan birisi de ayakkabı tabanıdır. Özellikle karlı ve yağmurlu havalarda ilk olarak ayak tabanlarınız ıslanır. Eğer her yere aracınız ile gitmiyorsanız muhakkak ya kauçuk taban, ya kalın kösele tabanlı ayakkabı, ya da botları tercih ediniz. Unutmamak gerekir ki, ayakkabı kıyafeti tamamlayan en önemli aksesuardır. Takım elbise giyen birisiyseniz, altına klasik kösele 117
ayakkabı uygun olacaktır. Klasik tarz sizi korkutmasın; birçok firmanın göz alıcı klasik ayakkabı tasarımları mevcut. Casual tarz için; kanvas pantolonların altına loaferlar ya da makosenler idealdir. Ayrıca spor bir hava yaratmak istiyorsanız, jean pantolonları spor loaferlarla ya da spor ayakkabılarla tamamlamanız en doğrusu. Ayakkabının tarzı kadar, renk seçimi de önemlidir. Bazı basit kurallara uyduğunuz takdirde her zaman şık görünebilirsiniz. En önemli kural; ayakkabınızı seçerken renginin pantolonunuzdan daha koyu olmasıdır. Siyah ayakkabı lacivert, gri ya da siyah takımların altına; kahverengi ayakkabı bej, kahverengi, yeşil tonları, koyu toprak tonlarıyla; bordo rengi ayakkabı bej, haki, gri ve lacivert takımların altına uygun olacaktır. Renk konusunda kurallara sıkı sıkıya bağlı olmanıza gerek yok. Kıyafetinizin altına, çok aşırıya kaçmayarak, renk zevkinize göre bir şey seçebilirsiniz.
11/09
we
LOG Cornelius
Henüz Girmiş 13 -14 Level’a... E “İnternetin %10’unu kullanıyoruz.” gibi beyanatlar duyduğumda korkardım. “Daha ne lan, internetten su mu içeceğiz?” gibi manasız çıkışlarım bile oluyordu bu tip cümleler duydukça. Fakat gün geçtikçe anlıyorum ki, bizim %10’unu kullandığımız internet, bizim %110’umuzu kullanıyor bile. Ben ömrünü büyük şehirlerde geçirmiş biriyim ve çevremdeki çoğu insan da aynı şekilde şehirde yaşamış kişiler. Bir apartman ruhu (ya da ruhsuzluğu), kent insanı duruşunun dibine vurmuş, organik tarım trend olmasa, bahçe domatesini maziye çoktan gömmüştü insanlar. Hadi bu insanların yıllardır “Ben köyde yaşayamazdım.” tribini geçelim, diğer tarafta anneanne dede ziyareti gibi sebeplerden mecburi olarak kırsala gidenler bile “Lan üç günlük tatilimiz var onun da bir gününü köyde geçireceğiz bayramda.” derken, şimdilerde herkes bu söylemlerinin aksine sabahtan akşama kadar havuç ekiyor, at tımarlıyor, bahçelerindeki keçilerden biri kayboldu diye hallenirken, çirkin ördek yavrusunu güzel bir canlıya çevirdi diye gurur tablosu çiziyor. Tahmin etmesi zor değil. Facebook üyelerini yavaş yavaş ağına düşüren Farmville’den bahsediyorum. Arkadaşlarımdan ısrarla “Komşu çiftliğim ol.” talepleri geliyor; ama ben de kabul etmemek konusunda ısrarlıyım, zira atıp tuttuğuma bakma, biraz da korkuyorum Farmville’den. Çünkü şimdiye kadar gördüklerimin çok dışında bir durum söz konusu. Bir küsür yılını counter-strike ve half-life oynayarak 11/09
geçirmiş olan benim, yabancı olduğum bir durum bu. Eskiden bu tip oyun bağımlılıklarıyla ilgili “uzman psikologların” hep bir uçarı kaçarı vardı. Counter-strike türevlerinde kan gövdeyi götürdüğü için, genç bünyelerde merak uyandırdığı ve böylece bağımlılık yaptığı, World of Warcraft için asla yaşanamayacak bir dünyayı kusursuza yakın bir güzellikte sunduğu için milyonlarca kölesi olduğu, Sims’in ise aslında yaşanabilecek olup yaşanamayan bir dünyayı insanlara gösterdiği için cazip geldiği söylendi. Winning Eleven ve benzerleri, bazı futbol severleri saatlerce ve hatta günlerce kilitliyor, Need for Speed, hız ve otomobil sevdalılarını can evinden vurup pençesine düşürüyordu. Hepsine eyvallah dedim. Fakat Farmville ne arkadaşım ? (Sana soruyorum bu yazıyı okuyan uzman psikolog efendi, evet evet sana.) Oyunda kimse kimseyi öldürmüyor, herkes birbiriyle dost geçiniyor, bir komşuluk ilişkisi ki dostlar başına. Kişinin kendisiyle olan rekabeti dışında (seviye atlayıp daha kral bir çiftliğe sahip olmak, ki diğer saydığım oyunlardaki mücadeleyle kıyaslandığında 118
Edalı İşveli Güzeli... çok yavan kalıyor bu öz kapışma durumu.) çok yakında belki de “imece” patch’i çıkartılıp Farmville komşuları birleşip birbirlerine asfalt yol yapacak hale gelecek, ya da “örf ve adetlerimiz eklentisi” ile birbirlerine kandillerde helva, kurban bayramlarında et götürecek; ve ben bunun tam olarak bir izahatını yapamıyorum. Birçok insanın sahip olduğu bir üyelik sistemi üzerinden online oynanıyor olması şüphesiz ki daha önceki “Tycoon” tabir edilen oyunlara kıyasla Farmville’in daha büyük bir kitle yakalamasına neden oldu; ama şimdiye kadar bu tip bir adım, bu oyunlardan birinde çoktan atılabilirdi. Belki “Sanalı varken gerçeğini yaşamaya tenezzül bile etmediğimiz” şeylerin başında olduğu için Farmville bu kadar tuttu, belki de tıpkı binlerce sosyal paylaşım sitesi varken neden Facebook’un aralarından sıyrıldığı kadar bilinmez bir gizem topacı Farmville’in başarısı. Farmville’in başarı sebebinden emin olamasam da, emin olduğum konu, Farmville’in gidip, bir diğerinin geleceği; fakat vakti zamanında elimi verip akabindeki süreçte gönüllü olarak kolumu, bacağımı kaptırdığım ve sadık bir Müslüm Gürses dinleyicisi gibi gönülden bağlı olduğum Blogger’ın, benim gibi sevdalıları sayesinde güneş batmayan imparatorluk tadında dünya var olduğu sürece varlığını sürdürüceği. Zira sanal olarak havuç ekmekten sıkılınabilir; ama yazmaktan ve her ne şekilde olursa olsun düşünce paylaşmaktan bıkılmaz. Dediydi dersin. Bu ay da yazdıklarını okuyunca yazma eyleminden keyif aldıklarını ve yazmaktan bıkmayacaklarını tahmin ettiğimiz Sami Hazinses ve Entel Dantel’in bloglarından 119
birer yazıya yer verdik. Önümüzdeki ay görüşmek üzere. “Siz de dergimizin “WeBlog” bölümünde yazılarınızın yayınlanmasını istiyorsanız, yazınızı ve blog’unuzda yazınıza verilmiş bağlantı adresini içeren bir e-mail’i weblog@wingmandergi.com adresine göndermeniz yeterli olacaktır.” Wingman Dergi, yayınladığı blog yazılarında değişiklik yapma hakkını saklı tutar.
Depresyona girdim. Dönücem
İnsanlar doğar, yaşar ve ölürler. Böyle Cuma hutbesi tadında başlamak nereden aklıma esti bilmiyorum; ama Cuma’ya giden beni anlar. Biz doğduğumuza göre, şu anda yaşama evresindeyiz.Ve ileride hepimizin g.tüne toprak kaçacak, ona da bir ara değineceğim. Bebeklik – çocukluk – ergenlik – delikanlılık / genç kızlık orta yaş – yaşlılık - ölmek. Böyle s..ko bir periyot var hayatta arkadaşlar. Bebeklikle çocukluluğu es geçersek, hayatımızın en salak dönemi ergenlik; yansın o dönem. Ancak insanları asıl korkutan bölüm, gençlikle yaşlılık arasındaki o çizgi. Çünkü herkes bir an evvel büyümek istiyor; ama kimse yaşlanmak istemiyor.Yaşlanan da kabul etmiyor. Bu süreç kadınlarda daha da kendini belli ediyor. Erkeğin maaşı, kadının yaşı sorulmaz, diye bir söz bile var yani, o kadar önemli bir şey bu. Erkeklerde de genellikle 30 yaş bunalımı oluyor, ben bilmiyorum da giren arkadaşlar öyle söyledi. Ben t 11/09
normalde giremem di mi? Çünkü daha 30 yaşıma gelmedim. 15 Ekim’de 24 yaşıma basacağım. Bu tarihi aklında tut; şimdi gelelim mevzuya. Ben daha 24’üme girmemişken, nasıl olur da orta yaş bunalımına giriyorum arkadaş? Atölyeden dışarı adımımı attığımda, mahallenin piçlerinin “çizgici amca” bağırışlarıyla karşılaşmamla başladı her şey. Ekmek teknesinin adı çizgi dükkanı olmasından mütevellit, “çizgici”yi anladım da “amca” demeleri koydu bana. Sonra markete gittim, benden yaşça ve ebatça büyük olan bir abla, “Sizin ne vardı abey?” diye sormasıyla ikinci şoku yedim. Ulan zaten yıllar yılı benden 5 yaş büyük ablamı benim kardeşim sanmalarından çektim, benden 2 yaş büyük olan Enrah’a çocuklar Enrah abi derken, bana direkt amca demelerinden çektim, yetmedi bir de bunlar vurdu bana. Geçen gün de bankada sıra beklerken artık andropoza girmiş bir teyzenin, kendisine yöneltilen bir soruya “Şu bıyıklı beyden sonra geldim ben.” demesiyle oturup ağladım çocuklar gibi. Oysa duymak istediğim “şu çocuktan sonra”ydı. Torunun yaşındayım lan ben senin, ne beyi? Başka ayırt edici özelliğim yokmuş gibi, hem bıyıklı hem de bey demesi, beni 5 yaş birden yaşlandırdı zaar. Aslında her şey bıyıklardan kaynaklanıyordu, bıyıkları kesende oluyorum sana a..ık ağızlı. Buradan Dante’ye ve Cahit Sıtkı Tarancı’ya öpücüklerimi yolluyorum, n’aber? Sami Hazinses’in “Piç Güveysinden Hallice” isimli blogundan alınmıştır. www.samihazinses.blogspot.com 11/09
Sıcak Başlığıma Geçti!
Leş gibi sıcakta, ne yapacağımı bilmez vaziyette işten çıkmıştım. Şuursuzca Beşiktaş’a doğru yürümeye başladım. Aklımda sadece soyunmak vardı. Soyunmaktan başka bir şeye konsantre olamıyordum. Teşvikiye Caddesi’nde, öyle birdenbire soyunsam neler olabilir diye düşünmeye başladım. Çok geçmeden hiçbir şey olmayacağını anladım, zira etrafımdaki herkes neredeyse tamamen soyunuk vaziyetteydi. Buradan hadise çıkmazdı. Hanımefendiliğime bok sürmemeye karar verdim. Derken önüme o çıktı. O ki ne o! Of ki ne of! Oy ki ne oy! Boy desen boy, pos desen pos, g.t desen g.t! Adam kelimenin tam anlamıyla taş gibiydi. Acaba hepsi kendisinin miydi? Henüz sadece arkadan görmüş olsam da, arka taraf önde neler olabileceğine dair gayet belirgin ve yeterli ipuçları veriyordu. Aklınıza hemen fesatlık gelmesin! Ben sadece ona sarılıp uyumak istiyordum :( Üzerine geçirdiği ipince ve laplacivert tişörtünün altından sırtının kıvrımları belli olurken, ben çoktan oralarda kaydırak yapmaya başlamıştım bile. Güneş beynimi yakmıştı, 3 kuruşluk aklımı da olay mahallinde bırakmak üzereydim. Niye böyle müstehcen düşüncelere gark olduğumu anlamaya çalışıyor; ancak işin içinden çıkamıyordum. Galiba ben de insandım. Bunu fark edince sarsıldım tabi biraz; ama çok sürmedi. Bari şu dünya gözlerimle iyice bir inceleyim mübareği derken, elindeki kitabı gördüm. Eleman, Kafka’nın Dava’sını dolaştırmaya çıkarmıştı. O artık benim de davamdı. Bu dava uğruna her şeyi göze alır, gerekirse silahlı mücadeleye kadar vardırırdım işi. Dağlara çıkar, tehlikeli şiir okurdum icabında. Gözüm karaydı. Benim yerim sevdiceğimin yanıydı. Onunla evlenmeye karar verdim. Nasıl olsa 120
çocuklarımız doğduğunda onun da bundan haberi olurdu. Evet. Ona milyonlarca çocuk doğuracaktım. Hiçbir spermini zayi etmeyecektim sevdiceğimin. Bir batında dünya nüfusunu hoplatacaktım adeta. Biz büyük ve mutlu bir aile olacaktık. O Yaşar Usta olacaktı. Ben zaten onca çocuğu doğurduktan sonra Adile Naşit olmakta pek güçlük çekmezdim. Kendimize bir de Şener Şen bulduk muydu gelsindi Neşeli Günler. Ama bunları düşünmek için henüz çok erkendi. Zira aklım çocuklarımızın üretim sürecinin ne kadar şahane olabileceğinde takılıp kalmıştı. Tanrım bana neler oluyordu? Ne biçim anasını sattığımın kiraz mevsimiydi lan bu! Evliliğimizin bu ilk dakikalarında ayaklarım yere basmıyormuş gibicesineydi. Herkesi kıskandıracak güzellikte bir çift olmuş, adeta birbirimiz için yaratılmıştık. Sevdiceğim bu hususta yorum yapmaktan kaçınsa da onun da benim gibi düşündüğünden son derece emindim. İbrahim Kutluay’ın ağzını açmasına fırsat vermeyen Demet Şener gibi olmuş, yolda yanımızdan geçen herkese bakışlarımla aşkımızın büyüklüğünü ve kutsallığını anlatmaya başlamıştım. Artık kaçarı yoktu, biz de Slav ırktan bir dadıya çocukları iteleyip birlikte pilates milates yapacaktık. Bütün hayatımızı organize etmiştim. Ne de olsa atalarımız, yuvayı yapma işini bizim cinse kaptırmışlardı çoktan. Ama ziyanı yoktu, biz yeter ki mutlu olalımdı, ben hepsini hallederdim. Gerçi perde seçiminde biraz zorlandığımı itiraf etmeliyim. Derken gitti. Bıraktı gitti! Beni milyonlarca çocuğum ve acaba öbürkülerini mi alsaydım diye içime dert olmuş perdelerimle baş başa bırakıp gitti. Göz göre göre karşı kaldırıma geçti. Sevdiğim erkeği tanıyamıyordum artık. Durum gerçekten inanılır gibi değildi! Nasıl 121
böyle birdenbire değişebilmişti? Onun için yaptığım onca fedakarlıktan ve sarılarak uyuduğumuz o masum gecelerden sonra nasıl da böyle dımdızlak bırakabilmişti lan beni? O...pu çocuğu muydu neydi?Yol boyu bu şoku atlatmaya çalıştım. Maçka Parkı’na gidip bir ağaca isimlerimizin baş harflerini kazıdım. Elemanın adı bence Osman’dı. Olsa olsa Osman olurdu o. Böyle düşünüyorum. Neyse işte. İçimdeki aşk acısı beni dişi Werther’e çevirmişti neredeyse ve ben o yavşaktan gerçekten hiç haz etmezdim. Hemen bu işe bir çözüm bulmam gerekiyordu. Zaman her şeye ilaçtı belki; ama geçmek bilmiyordu. Sanırım daha fazla direnemeyecektim. Deniz kenarına gidip kendi kendilerimi intihar etmeye karar verdim. Hem bu sıcakta da mis gibi serinlerdim he. İyi düşündüm bunu.Yolda beni vazgeçirmeye çalışan kaslı maslı başka adamlar oldu, ama ben hala kimle sevişsem, yine onu aldatıyordum. :( Yapacak bir şey yoktu. Hayatın sonundaki o ince kırmızı hatta gelmiştim artık. Ama filmin en heyecanlı yerinde canım dondurma çekti. Ölmeden kendime bir güzellik yapayım dedim. Ne de olsa onca yıllık kendimdim. Sevimli de bir şey, kıyamıyor tabi insan. “Al hadi al kerata” deyip dondurmayı elime verdim. Oha!! Bak bak şurdakinin aklına nasıl da pis pis şeyler geldi son cümleden sonra. S..tir git lan sen okuma bi daha beni! Sonra neyse işte bir serinlik geldi böyle bana. Aşk acım falan geçti. İntihar etmekten vazgeçtim. Bitti. Enteldantel’in “İnsan okusun diye yazıyoruz bunları!” isimli blogundan alınmıştır. www.entel-dantel.blogspot.com 11/09
Bunu saymay覺z yine bekleriz...