Yarın 99

Page 1


TOPLUM

02

13 Eylül 2013

Orman yangınları durmuyor Orman yangınları yaz biterken hala sürüyor. Antalya orman yangınlarıyla mücadele ediyor. Serik ilçesinde Gebiz beldesi Yumaklar köyü yakınında yangın çıktı. Yayılan alevler Gökçepınar köyü yakınlarına da sıçradı. Kızılçam ve makilik alanların yoğun olduğu bölgede yangının ilerlemesi durduruldu. Ancak 100 hektarlık alana yayılan alevler kontrol altına alınamadı. Alanya ilçesindeki yangınsa Demirtaş beldesi Aliefendi köyü yakınlarında çıktı. Jandarma 200 evi tedbir amaçlı boşalttı. Yangında 40 hektarlık alan zarar gördü. YARIN toplum

Katarakt ameliyatı tartışması

Türk Oftalmoloji Derneği Yönetimi Kurulu Başkanı Prof. Dr. Süleyman Kaynak, son dönemde gereksiz yapıldığı söylenen katarakt ameliyatları hakkında konuştu. Hastalara “toplu müşteri” olarak bakıldığını belirten Kaynak, sağlık hakkının gasp edildiğini vurguladı. Kaynak; “Türkiye’ de 2 milyon katarakt ameliyatı yapıldığı ve bunun yüzde 80’ninin gereksiz bir şekilde uygulandığı belirtilmektedir. Bu beyan hem gerçek dışıdır hem de insanları korkutmaktadır” ifadesini kullandı. YARIN toplum

Elektrik faturaları neden yüksek? Son günlerde özellikle İstanbul’da elektrik faturalarının yüksek gelmesi tartışmalara yol açtı. Vatandaşların, sayaç değişmemesine rağmen “sayaç bedeli” adı altında para toplandığı hakkında şikayette bulunması üzerine Enerji Bakanlığı soruşturma başlattı. İstanbullular, elektrik faturalarının bu nedenle yüksek geldiği belirtiliyor. toplum sanem deniz kural

Son haftalarda özellikle İstanbul’da yüksek gelmeye başlayan elektrik faturaları “Elektriğe zam mı geldi?” tartışmalarına yol açtı. Enerji Bakanlığı inceleme başlattığını açıklasa da, vatandaşlar, elektrik şirketlerinin çeşitli adlar altında gereğinden fazla para topladığını belirtiyor. Bu durum da, elektrikte yapılan özelleştirmelerin faturasının yavaş yavaş vatandaşa yansımaya başladığını gösteriyor. Daha önce de elektrik faturalarında, ne anlama geldiği anlaşılamayan “hizmet bedeli” ve buna benzer ifadeler kullanılarak yüksek ücret toplanması sorunları yaşanmıştı. Elektrik dağıtımının özelleştirilmesinin ardından artan bu şikayetlere birinin de, elektrik faturası kesim son günlerde yenileri eklenmeye tarih aralığını uzatmak olduğu biliniyor. Dağıtım şirketleri, normalde başladı. 30 gün olan sayaç okuma süresini 40 güne çıkardı. Bu da tüketicinin FATURAYI ARTIRAN YÖNTEMLER Elektrik dağıtım firmaları, özelleş- faturasını ekstra yükseltiyor. Tüketirme ihaleleri için devlete ödedikle- ticinin ödediği elektrik faturasının ri paranın kat be katını vatandaştan yüzde 60’a yakını ise kesintilerden almak için yeni formüller üretmeye oluşuyor. Son olarak ise, herhangi başladı. Bunun son örneği “hizmet bir sayaç değişimi olmadığı halde, bedeli” adı altında toplanan para- faturalara “sayaç bedeli” adı altında larla ortaya çıkmıştı. Dağıtım şir- bir maliyetin eklendiğini belirten ketlerinin “hizmet bedeli” adı altın- vatandaşlar, bu konuda şikayetçi da maliyetlerini tüketiciye yansıttığı oldu. tespit edilmişti. Şirketlerin yükselen maliyetleri- BAKANLIK İNCELEME BAŞLATMIŞ ni tüketiciye yansıtma yollarından İstanbul’da elektrik faturalarının

yüksek gelmesine ilişkin konuşan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ise, Türkiye’nin tamamında veya bir bölgesinde elektrik fiyatlarına zam gelmesi diye bir şeyin kesinlikle söz konusu olmadığını belirtti. Yıldız, söz konusu olayın, faturalama süresiyle alakalı bir durum olduğunu belirterek, “Temmuz ayında 27 gün, ağustos ayında 21 gün ve eylül ayında da 38 günlük faturalama dönemi olmuştur” diyerek, şirketlerin fazla para kapma yöntemlerinden birini açığa çıkarmış oldu. Ancak Yıldız bunu, “normal bir durum” olarak anlatmaktan çekinmedi.

Yıldız sayaç bedeli konusunda ise şunları söyledi: “Eğer bir sayacın değiştirilmeden parasının alınması söz konusuysa, mutlaka denetimdeki arkadaşlar bunu değerlendireceklerdir. Ben, gelen şikayetler üzerine bir inceleme de başlattım.” Ancak Yıldız, bu incelemenin sonuçları hakkında henüz herhangi bir bilgi vermedi. Bu sözlerin ardından faturalarda herhangi bir değişiklik yapılıp yapılmayacağı ise merak konusu olmaya devam ediyor. Yüksek elektrik faturalarının daha ne kadar süre cepleri yakacağı bilinmiyor.

Cemil Kırbayır Kültürevi tamamlanmak üzere

Felçli hastalara uzay yürüyüşü

NASA’nın astronot eğitiminde kullandığı, bugün tıbbın hizmetine giren “AlterG” adlı yerçekimsiz yürüme olanağı sağlayan cihaz, özellikle felç geçiren hastaların umudu oldu. Cihaz, ortam basıncını ayın yerçekimine göre ayarlayarak tüm kasların çalışmasını sağlıyor. Yeni bir tedavi yöntemi olan cihaz, Türkiye’de üç merkezde hizmete girdi. Uzmanlar, yerçekiminin artırılıp azaltılarak hastanın daha kolay yürümesinin sağlandığını söyledi. Cihazın felçli hastalarda etkili olduğu belirtiliyor. YARIN toplum

13 eylül cuma 2013

Cemil Kırbayır Kültürevi Derneği’nin yaz başından beri yürüttüğü hummalı inşaat çalışmaları tamamlanmak üzere. Ardahan’ın Göle ilçesinde Cemil Kırbayır’ın büyüdüğü evi yeniden yapmaya başlayan dernek, yakın zamanda Kültürevi’nin yöre halkının kullanımına açılmasını hedefliyor. 12 Eylül’ün hemen ardından gözaltında kaybedilen Cemil Kırbayır’ın ölüm yıldönümü olarak kabul edilen 8 Ekim’e kadar bitirilmesi planlanan Kültürevi inşaatında, son olarak terasın çatısı yapıldı. Su gideri için beton döküldü. Bir yandan da Cemil Kırbayır’ın kendi elleriyle ördüğü duvarın ve Berfo Ana’nın ocağının restorasyon işlemleri de sürüyor. Göle halkının ziyaretleri ve desteğiyle inşaat çalışmaları sürerken, Kültürevi’nin kapısı da takıldı. 8 Ekim’den bir hafta kadar önce bitirilmesi hedeflenen Cemil Kırbayır Kültürevi inşaat çalışmaları artık tamamlanmak üzere. Kültürevi’nin ilk yatılı misafirleri ise Kırbayır ailesi oldu. Kültürevi inşaatı hakkındaki güncel bilgileri her hafta gazetemiz Yarın’da okuyabilirsiniz. YARIN TOPLUM

Tapınağa tır çıkardılar

sayı: 99

Haftalık siyasi gazete yerel süreli yayın Genel koordinatör editörler

tasarım

can çoksöyler Can Çoksöyler Ceday Avcı Elif Karan ELİF CENGİZ Fatma KURT Melike Çınar muhammed ünsal Özge Doğan sanem deniz kural Seda Güler Serkan Atak Yaşar Aslan çağatay dirilgen EMRE BAŞAR KARA EZGİ CEREN AĞTAŞ Rıfat çapar yusuf yasin yakşi

6 aylık abonelik: 30 tl sanem deniz kurAl adına ziraat bankası hesap no: 0615 57722685 5001 ıban: tr28 0001 0006 15577226 8550 01 ptt hesap no: 08848286 0000 0088 7351 11 işbankası hesap no: 6200 2465988 ıban: tr34 0006 4000 0016 2002 4659 88

dağıtım

Rıfat çapar

imtiyaz sahibi

fadik temizyürek

sorumlu yazı işleri müdürü

ışıl kurt

Yönetim adresi

basıldığı yer

rumeli c. matbaacı osmanbey s. no 67/4 şişli / istanbul aspaş asya paz yay. dağ. tur. rek. aş. evren mah. günay sk no: 4 bağcılar / istanbul 05327552792

garanti bankası hesap no: 31/6896034 ıban: tr90 0006 2000 03100006 8960 34 akbank hesap no: 0177542 ıban: tr57 0004 6001 6488 8000 1775 42 yapı kredi hesap no: 229/8873511 ıban:tr38 0006 7010

Direnen kadın ağaçları kestirmedi Hatay’ın İskenderun ilçesinde ağaç kesmek isteyen işçilere karşı tek başına direnen kadın, ağaçları kestirtmedi. İskenderun’da, Fransızlar zamanından kalan ve Mithatpaşa İlköğretim Okulu olarak hizmet veren binanın çevresindeki 2 çam ağacının kesilme çalışmalarına müdahale eden mahalleli Gül Koç, kesilen ağaç dallarının üzerine oturarak, ağaçların kesimine izin vermeyeceğini söyledi. Yenişehir Mahalle Muhtarı Tevfik Bilen, ağaçların çürük olduğunu belirtti, ancak Koç eyleminden vazgeçmedi. Ağaçların kimseye zararı olmadığını belirten Koç, muhtarın, kesim ekiplerinin ve polisin ısrarlarına rağmen, ağaçları kestirmeyeceğini, yerinden de kalkmayacağını söyledi. Direnişin ardından kesime gelen ekip, elektrik tellerine değen dalları budadıktan sonra, ağaçların kesimini iptal etti. YARIN toplum

Helenistik dönemin en önemli yapılarından sayılan Troas Antik Kenti’ndeki Apollon Tapınağı’nın üzerine tonlarca ağırlıktaki mermer tozu yüklü tır çıkarıldı. Yaklaşık 2300 yıllık antik yapının ortasına kadar çıkarılan araçtan işçiler yük boşaltırken ziyaretçiler hayretle bu görüntüyü izledi. Üzerine tır çıkarılması ve tapınakta beyaz çimento ile yapılan restorasyon uzmanlar tarafından eleştiri yağmuruna tutuldu. Kazı Başkanı Prof. Dr. Coşkun Özgünel ise uygulamanın “normal” olduğunu söyledi. Özgünel’in “Ee, nasıl boşaltacağız toprağın üzerine? Herhalde önlemini aldık ki çıkardık” sözleri tepki topladı. Restorasyon alanında uzman kişiler hem tapınağın üzerine tır çıkarılması hem de çalışmaların beyaz çimento ile yapılmasını eleştirdi. YARIN TOPLUM


GUNCEL

03

13 Eylül 2013

Halk ahmet atakana sahip çıktı

AKP’nin saldırıları Ahmet Atakan’ın polis tarafından öldürülmesiyle artık katliam boyutuna ulaştı. Hatay halkı direnişin başından beri üçüncü gencini toprağa verirken hükümet kanadından yapılan hiçbir açıklama tatmin edici olmadı. AKP gerçekleri hasır altı etmeyi sürdürürken, Ahmet’in hesabı sorulmadan barikatlarda ateşler sönmeyecek.

Antakya’da polis saldırısının ardından hayatını kaybeden Ahmet Atakan’ın ölümü hakkında ne söylemek istersiniz? ABDULLAH GÜL CUMHURBAŞKANI

İnceleme yapılacak Bunların olmaması gerekir. Can kaybı şaka değil. Bunlar çok üzücü şeyler. Şüphesiz en titiz inceleme yapılacak, netice herkese açıklanacak, gereği neyse yapılacaktır. Önce incelenmelidir. Tekrar başsağlığı diliyorum. MUAMMER GÜLER İÇİŞLERİ BAKANI

Ölüm bahane Bir vatandaşımızın hayatını kaybetmesi üzücüdür ama bunların üzerinde, bunların bahane edilerek vatandaşları birbiriyle çatıştırma, bir etnik çekişme yaratma arayışları var. Özellikle Hatay’da bu yapılmaya çalışıyor. VAHİT HARPUTLUOĞLU HATAY VALİLİĞİ BASIN VE HALKLA İLİŞKİLER MÜDÜRÜ

Açıklama yetkim yok

Polis müdahalesi sonucu olmadı. Televizyonlarda ve medyada ne olduğunu gördük. Açıklama yapıldı. İçişleri Bakanlığı ve Hatay Valiliği konuyla ilgili gerekli açıklamaları yaptı. Benim ayrıca açıklama yetkim yok. istanbul can çoksöyler

9 Eylül’ü 10 Eylül’e bağlayan gece 01.00 sularında ODTÜ’deki direnişe destek vermek için yapılan eyleme polisin saldırması sonucunda bir genç daha hayatını kaybetti. 22 yaşındaki Ahmet Atakan polisin akrepli, gazlı saldırısı sonucu öldürüldü. Gezi Direnişi 6. şehidini toprağa vermiş oldu. Diğer taraftan Ahmet’in katlinin duyulmasıyla birlikte birçok ilde birden başlatılan eylemler halen daha sürüyor. Neyin değil, kimin öldürdüğü önemli Hükümet bir kişiyi daha katletmesinin ardından yine gerçekleri saptırma yoluna gidiyor. Polisin orantısızca yaptığı saldırı nedeniyle

feci şekilde hayatını kaybettiği belli olan Ahmet Atakan’ın gaz fişeğiyle değil de yüksekten düşerek öldüğü konusunda yetkililer israr ediyor. Gerçek bu olsa bile ölümün polis saldırısından kaynaklandığı ortada. Ancak Hatay Valiliği’nden yapılan açıklamada soğukkanlılıkla Ahmet’in ‘dengesini kaybederek’ yüksekten düştüğü iddia ediliyor. Satır aralarında ise polisin çok orantılı müdahalede bulunduğu belirtiliyor. Ancak kısa bir dönem içinde iki kişinin canını alan Hatay polisinin ve yetkililerinin hesap vermesi gerektiği belli. “Sorumlular, polise kahraman diyenlerdir” Ahmet’in babası Ali Atakan “Ben 30 yıldır yurt dışındayım, bu çocukları ben büyüttüm. Onları feda etmek

için mi büyüttüm” dedi. Çekmece Beldesi Pınarbaşı Mahallesi’ndeki evinde taziyeleri kabul eden Ali Atakan, “Şu an yüreğimiz yanıyor, acımız çok büyük, bunu yapanlar utansın. Bu polisi kahraman edip, kendisine bu gücü verenler utansın. Onun katilini orda aramak lazım, polis de değil. Polisle de, halkla da bir işimiz yok. Sorumlular, o polise güç verip, ‘Benim polisim kahramandır’ diyenlerdir. O, ileri demokrasi dersi verenler utansınlar. Bu mu demokrasi, bu mu Müslümanlık?” dedi.

tekrar alevlendi. Bir arkadaşımızın daha canını alan AKP Hükümeti iyiden iyiye zor durumda kaldı. Gerçek sorumlular ortaya çıkarılmadan da eylemler sonuçlanmayacağa benziyor.

Halk şehidine sahip çıkıyor Türkiye’nin dört bir yanıda süren eylemlerde halk Ahmet Atakan’a sahip çıkıyor. Gezi’nin ilk günlerini aratmayan bir direniş sergileyen halk, şehidinin hesabını sormaya kararlı. Polis aylardır yaptığı gibi her eyleme sorgusuz sualsiz gaz, TOMA ve plastik mermilerle salAhmet’in hesabı sorulacak dırırken herkes Ahmet’e yaraşır bir Ahmet’in direnişin kalesi denile- direniş sergiliyor. Kurulan barikatbilecek Hatay Armutlu’da katle- larda ateşler sabahlara kadar yadilmesinin ardından sokaklar hiç nıyor, birçok mahallede polis ara boş kalmadı. Birçok ilde ve ilçede sokaklara dahi giremiyor. başlayan eylemlerde direniş ruhu

EYLEM MANSUROĞLU HATAY HALKEVLERİ

Polisi mahalleye sokmadı Ahmet Atakan direnişçi bir çocuktu. Emri veren polis ve vali tarafından öldürüldü. Polisi mahallesine sokmamak için mücadele etti. Bu ölümün sorumlusu 3 yıldır savaş konseptiyle şehri yöneten Vali ve Emniyet Müdürüdür. SİDAR KARDOĞAN ABBASAĞA FORUM TEMSİLCİSİ

Katili AKP

AKP, meydanları dolduranları yıldırabileceğini sanıyor. Fakat halkın haklı talepleri karşında duramıyor. Ahmet Atakan kardeşimizin katili AKP hükümetidir. Öldürülenlerin hesabını sorana dek meydanları bırakmayacağız. FATOŞ KARTAL ABDULLAH CÖMERT’İN ABLASI

İnsanlarımız susmamalı

AKP’nin valileri aynı dili konuşuyor Gencecik insanların ölümünden sorumlu AKP’li yetkililer her defasında konuyu saptırmaktan geri durmuyor. Gencecik insanların ölümünden sorumlu AKP’li yetkililer her defasında konuyu saptırmaktan geri durmuyor.

İnsanlarımız katlediliyor. Polis delilleri karartıyor. Abdullah öleli 3 ay oldu katili hala bulunamadı. Bizim insanlarımız susmamalı. Artık akşamları uyurken korkarak uyuyoruz. Yarının nasıl olacağını düşünüyoruz. GÜRKAN KORKMAZ ALİ İSMAİL KORKMAZ’IN AĞABEYİ

Anayasal hakkımız

Bir kardeşimizin daha ölümünü yaşadık. Ailesine sabır diliyorum. Ahmet oturma eylemine gitmişti, belki birkaç slogan attı. Bunlar anayasal haklarımız. Hükümetin oturma eylemine, slogan atılmasına dahi tahammülü yok. MEHVEŞ EVİN MİLLİYET GAZETESİ YAZARI Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna:

Hatay Valisi Celalettin Lekesiz

Ali İsmail Korkmaz’ın polisler tarafından katledildiği ortadayken, “Arkadaşları öldürmüştür” demişti.

Ahmet Atakan’ın ölümünden polisi tamamen aklamış, Ahmet’in ‘dengesini kaybederek’ yüksekten düştüğünü iddia etmiştir.

Ahmet “Sonuna kadar direniş” dedi Ahmet Atakan direnişte ölen 5 kişi için adalet yürüyüşündeyken, ormanına sahip çıkan ODTÜ’yü selamlarken, Berkin Elvan’a sahip çıkan Okmeydanı halkını selamlarken polis tarafından öldürüldü. Ahmet’in öldürülmeden önce facebook sayfasından paylaştığı son mesajları ise şunlardı:

“Lazkiyede tecavüze uğrayan analar kadınlar bizim analarımız bacılarımız.. Öldürülen çocuklar kardeşimiz oğlumuz .. Ölüm bizi çağırıyor, hoş geldi safa geldi.....”

“Gecenin bu saatinde Aliyi ailesini Abdullahı ailesini düşünüyorum. Çünkü yüreğim yanıyor. Karşı gelemiyorum fitnecinin fesatçının karşısında dimdik duruyorum. Çünkü benim vicdanım şeref “Direnen tüm Antakya halkına: dolu yüreğim delikanlı... Utanması Bizlere kapılarını açan annelere, yü- gereken sahip çıkmayanlardır..” zümüzü silen genç kızlara, su veren amcalara, bugün tarih yazıyorsak “Bu kan denizinin dalgalarıyla “Ali ismail’i ve Abdullah’ı polis sizlerin sayesinde yazıyoruz. Türki- yankeleri boğacağız.Bağdatta yanan öldürdü .. Gençlik yemin etti: Po- ye böyle direniş görmedi.!! Son kez çocukların acısı kadar, acımasız olalisle barış yapmayacağız... Diren diyoruz biz daha birşey yapmadık, cağız bu kovboylara. Bağdatta yaODTÜ.. Ayağa kalk Antakya....” bu sadece başlangıç...!!!” nanların ahı kadar adaletli olacağız!”

Sorumlu devlettir Ahmet’in ölümü konuşuluyor. Oysa tartışmamız gereken, Ahmet’in neden öldüğü. İster Akrep’in kustuğu gaz kapsüllerinden olsun, ister çıkan karmaşada bir yerden düşmüş olsun. Ahmet’in ölümünden sorumlu olan devlettir. SEDAT ERGİN HÜRRİYET GAZETESİ YAZARI

Başbakan tansiyonu yükseltiyor Ölümün akrep çarpmasıyla mı, apartmandan düşerek mi olduğu sorularının yanıtının belli olmasıyla huzur mu bulacağız? Başbakan’ın sükuneti hâkim kılmak yerine, cepheleşmeyle karşılık vermesi tansiyonu yukarı çekmiştir. GÖKHAN KOPUZ YAZAR

Tarihten korkuyorlar Tek suçlu; Türkiye’nin büyük güç olmasını istemeyenler, Türkiye’nin bekasından korkanlar, Türkiye’nin büyük devlet olmasını hazmedemeyenler… Bunun sebebi tarihtir… Tarihimiz o kadar şanlı ve büyük ki korkuyorlar…


GUNCEL

04

13 Eylül 2013

Hakan Öztürk AKLIN YOLU

Onlara Her Şey Gezi’yi Hatırlatıyor

“Yağmurdan Önce” diye bir film vardı. Anlatmakla bitirilmez. Bahçede domatesleri toplarken sinekler tarafından bunaltılan bir çocuğu görüyorduk filmde. Yanına gelen yaşlı adam şöyle diyordu “yağmur yaklaşırken daha çok ısırırlar”. Başbakan her gün çıkıp Gezi Direnişi’ni sürdürme niyetinde olanlara tehditler savuruyor. Daha fazla ısıracağını söylüyor. Ne diyelim ısırsın bakalım. Isırsın, zulmü artsın ki çabuk yıkılsın. Yani çok ısıran sinek kendini kurtaramaz. Olan olmuştur. Bu ülke o yağmurun yağmasını 12 Eylül’den beri bekliyor. Ve çiseledi. Ve gök gürledi. Artık dönüşü yok bunun. Neden böyle diyorum? Bir tarihselliğe oturtmak için. Mısır’da da insanlar meydanlara dökülmüştü Mübarek’i devirmek amacıyla. Onlar da çiseledi. Hatta yine meydanlara çıkıp eylem yaptıklarında yine çiseliyorlardı. Yağamadılar. Ama ne oldu? Televizyonda konuşan bir AKP yandaşı gözlerini kocaman kocaman açarak şöyle diyordu: Tahrir’de meydanlara dökülenler, ayaklanmanın tadını aldılar. Yine yapacaklardır. Ayaklanmanın “tadı alınabilecek, tatlı bir şey” olduğunu kendisi de kabul ediyor bu arada. Beyefendi tatlı şeyleri halkın keşfetmesinden ve denemesinden hiç memnun değil. Tatlı şeyleri hep AKP yandaşları bilmeli ve yutmalı diye düşünüyor. Tatlı şeyler onlara helal, halka haram. Yani? Halk tatlı, iyi, doğru ve güzel olanın ne olduğunu yeniden hatırladı. Her yer Mısır gibi olacak bundan sonra. Doğrusu bulunana kadar ayaklanma çıkacak. Her yar Taksim, her yer Tahrir ve her yer ayaklanma olacak. O sloganı boşuna atmıyoruz. Bu iş devam edecek. Her yer Taksim, her yer direnişle kalmayacağız; daima Taksim, daima direniş olacak. Gezi bir isyan parolasıydı. Gezi bir isyan provasıydı. Gezi bir çiseleyişti. Ama şuna emin olunuz. Bulutlar dolu, toprak dolu. Nereyi kazarsak su kaynayıp çıkacak. Merdivenleri renkli boyasak su fışkıracak. İnsanlar sadece durup gökyüzüne baksa yine öyle. Maça gitsek 34’üncü dakika gelse öyle. Yani? Her yer dolmuş, her yerden halkın öfkeli sesi patlıyor. Hükümet ve başbakan her an sinirleniyor. Çok severek söyledikleri o şarkının “bana her şey seni hatırlatıyor” bölümü, Gezi Direnişi’yle ilgili yaşadıkları psikolojik travmanın tam bir tanımı. Onlara her şey Gezi’yi hatırlatıyor artık. Çiselediysek yağmamak olmaz. Bu daha başlangıç. Bu daha ne ki? Size sadece her şeyde Gezi’yi hatırlatmakla kalmayacağız. Her şeyde ve her yerde kabusunuz olacağız. Evet evet. Kabusunuz geri gelecek. Dünya Barış Günü’nde yine ortaya çıktık. Bu sefer toprağı kazıp, forumlarda örgütlenip, politik kararlar alarak biz yarattık o eylemi. Demek ki suyu bulabiliyoruz, suyu biriktirebiliyoruz, suyu işleyebiliyoruz. Birleşmeye, fikir ve eylem üretmeye devam. hakanozturk17@gmail.com

TBMM’de kavgaların sebebi ışıklar TBMM Genel Kurul Salonu’nda, milletvekillerinin gerginliğe neden olan etkenler arasında saydığı ışık şiddeti ve yansımadan kaynaklanan problemler çözülecek, 16 avizenin ışık şiddeti yüzde 25 oranında azaltılacak, mermerlerin yüzeyleri matlaştırılacak, aydınlatma globları yukarıya çekilecek TBMM Genel Kurul Salonu’nda, milletvekillerinin çalışmasını olumsuz etkileyen sorunlar gideriliyor. Genel Kurul salonunda yansıma ve ışık şiddetinden kaynaklanan problemler çözülecek. YARIN GÜNCEL

12 Eylül’de bedel ödemiş ama yargılamıyor Uluslararası Kobi Şurası’nın açılış töreninde konuşan Erdoğan, 12 Eylül askeri darbesinin 33. yıl dönümünde darbecileri göstermelik yargılamasına rağmen ‘‘ O dönemde Türkiye’de yaşayan herkes bu darbe nedeniyle çok ağır bedeller ödedi’’ diyen Erdoğan, Gezi protestocularına seslenerek ‘‘Ben diktatör olsam o meydanlara zor çıkarsınız’’ dedi. İSTANBUL yaşar aslan

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Yeşilköy’deki CNR Fuar Merkezi’nde ‘Uluslararası Kobi Şurası’nın açılış töreninde yaptığı konuşmada ekonomik gelişmelerden çözüm sürecine, Gezi Direnişi’nden 12 Eylül darbesine kadar birçok konuda açıklama yaptı. 12 Eylül askeri darbesinin 33. yıl dönümüne atıfta bulunan Erdoğan darbecileri göstermelik yargılamasına rağmen ‘‘Türkiye bu darbe nedeniyle ağır bedeller ödedi’’ diyen Başbakan Gezi protestocularına seslenerek ‘‘Ben diktatör olsam o meydanlara zor çıkarsınız’’ dedi. Erdoğan da bedel ödemiş 12 Eylül askeri darbesinin 33. yıl dönümü olması sebebiyle konuşmasında yer veren Erdoğan ‘‘Türkiye bu darbe nedeniyle çok ağır bedeller ödedi. Türkiye gençlerini, enerjisini heba etti. Türkiye asıl büyük bedeli 12 Eylül müdahalesinden çok daha önce 27 Mayıs 1960 darbesinde ödedi” diye konuştu. 12 Eylül darbesini yargılıyoruz diye yalnızca 2 cunta komutanını devlet koruması altında sembolik olarak yargılanırken işkencecilerin tamamının yargılanmasına izin

vermeyen Erdoğan, 28 Şubat ve Ergenekon davasını örnek göstererek darbecilerin yargılanması gerek dedi.

hala utanmadan sıkılmadan köşende diktatörlükten bahsedeceksin. Bunlar ülkeyi karıştıracak kadar ihanet içinde ve ‘özgürlük yok, diktatörlük var’ diyorlar. Bu ülke o kadar özgür ki, demokrasi öyle bir noktada ki CHP’nin gözü dönmüş milletvekilleri polise taş bile atabiliyor” diyerek diktatör olsam sokağa bile çıkamazsınız mesaj verdi.

Diktatör olsam sokağa çıkamazsınız Konuşmasında Gezi Direnişi’nde değinen Başbakan “bu olaylara katılan gençlere 12 Eylül’ün 27 Mayıs’ın anlatılması gerek” dedi. Kendisine diktatör denilmesiyle Alkol yasak ama ilgili konuşan Erdoğan “Sen bu yaşam şekillerine karışmayız ülkenin başbakanına istediğin gibi Alkol yasağı konusunda getirilen hakaret edeceksin, küfredeceksin, eleştirilere de tepki gösteren Baş-

bakan Recep Tayyip Erdoğan ‘‘Din böyle emrettiği için böyle yapıyorlar’ diyorlar. Biz insanımızın iyiliği için yapıyoruz bu düzenlemeleri’’ diyerek insanların hayatlarına karışırken onların iyiliğini düşündüğünü belirtmiş oldu. Onlarca gazetecinin işten atılmasına ve birçok kişinin attıkları tweetler yüzünden göaltına alınmasına rağmen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ‘‘Artık herkes özgürce fikrini söylüyor’’ dedi

Ertuğrul Günay’dan ‘Danışma Meclisi’ sorusu AKP İzmir milletvekili Ertuğrul Günay, TBMM Başkanlığı’na başvurarak, 12 Eylül’den sonra darbe yönetimince kurulan Danışma Meclisi’ne üye olmak için kimlerin başvurduğunun açıklanmasını istedi. 12 Eylül’de darbeciler tarafından anayasa hazırlık komisyonu gibi sözde bir Danışma Meclisi oluşturulduğunu hatırlatan Günay ‘‘Generaller kendi bildiklerini, yakınları aldılar, onun dışında da başvurular açtılar. Sanıyorum ki bugün siyasetin ve

bürokrasinin önemli yerlerinde gelmiş veye geçmişte gelmiş bir çok isim de darbeye karşı mesafeli durmak bir yana bu meclislerde hizmet etmek için yarıştı ve başvurdu. Bu başvurular şu ana kadar TBMM Genel Sekreterliği’nde muhafaza ediliyor. Çünkü TBMM Genel Sekreterliği yerine o zaman MGK Genel Sekreterliği çalışıyordu’’ diyerek 12 Eylül Darbesinin 33. yıl dönümünde Danışma Meclisinde yer alan bu isimlerin açıklanmasını istedi. YARIN GÜNCEL

Savcılık 20 yıl sonra 6 askere dava açtı Sağlık Bakanı

Mehmet Müezzinoğlu

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, “Gezi olaylarının tek bir stratejik hedefi var, bu ülkenin, milletin istikrarını bozmak, egemenliğin millete ait olduğundan rahatsızlık duyanların oyunudur Bu oyunu 75 milyonun birbirine olan güveni, sevgisi ve desteğiyle bozduk” diyerek bu hafta ‘‘Oğlum Bak Git’’ köşemize girmeye hak kazandı. Gezi Direnişi sırasında Başbakan Erdoğan’ın ‘‘ Yüzde 50’yi evinde zor tutuyoruz’’ ve ‘‘Tencere tava çalanı şikayet edin’’ açıklamalarıyla halkı ayrıştırmaya çalışmasına karşın konuşmasında ‘‘75 milyonun birbirine olan güveni, sevgisi ve desteğiyle bu oyun bozuldu’’ diyerek sözde birlik mesajları vermeye çalışan çalışan Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’a bizde Yarın Gazetesi olarak ‘‘Oğlum Bak Git’’ diyoruz.

Şırnak’ın Silopi ilçesinde 20 yıl önce jandarmalar tarafından gözaltına alınıp bir daha haber alınamayan 6 kişinin kurşuna dizilerek öldürüldükleri ve sonra da bilinmeyen bir yere gömüldükleri gerekçesiyle 6 asker hakkında dava açıldı İddianameye göre; 13 Haziran 1993’te Silopi’ye bağlı Görümlü köyünü basan jandarma, 13 köylüyü gözaltına aldı. Yedisi

bırakılırken, altısından bir daha haber alınamadı. Kayıpların ailesi savcılığa suç duyurusunda bulundu. Jandarma, savcılığın sorusu üzerine önce ‘baba oğlun PKK’ye katılmış olabileceğini’ iddia etti. Ancak askerlerden Yusuf Özdemir dava tanıklık yaparak, dönemin 23. Jandarma Sınır Tugay Komutanı Mete Sayar’ın “köylüleri öldürün” emri verdiğini söyledi. YARIN GÜNCEL

TTB din ve vicdan özgürlüğünden yanadır Başbakan Erdoğan’ın, başörtülü avukatlara ruhsat ve kimlik verilmediğine ilişkin medyaya yansıyan açıklamaları üzerine Türkiye Barolar Birliği’nden “Sayın Başbakan başörtülü avukatlara, ruhsat ve kimlik verilmediğine dair açıklamalarda bulunmuştur. Bu

bilginin aslı yoktur. TTB’nin görevi, insan hak ve özgürlüklerini korumaktır, bu çerçevede din ve vicdan özgürlüğüne yönelik her türlü saldırının da karşısındadır’’ açıklaması geldi. YARIN GÜNCEL


GUNCEL

05

13 Eylül 2013

Sibel Uzun UYANIŞ

33 yıldır dinmeyen

12 Eylül Darbesi’nin 33. Yılındayız. Kaybettiğimiz yoldaşlarımızın, önderlerimizin, devrim ve demokrasi mücadelesi verenlerin bayrağı hiçbir zaman yere düşmedi. O gün bugündür hak mücadelesi birçok yönüyle devam ediyor. Onca baskı ve zulme rağmen, Yasalarıyla, kurumlarıyla, ekonomisiyle çöreklenen darbeye rağmen, Dinmiyor! 33 yıldan sonra Gezi Direnişi’nde milyonlarca insan tek yürek olup akın akın Taksim’e yürüdü. Günlerce meydanı terk etmedi. Özlenen, arzu edilen günlere kavuştuk. Kudretli insanlık, kudretini yine göstermişti. * Her seferinde gördük ki AKP Hükümeti de bir darbe bekçisi. Sanık sandalyesindeki Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’yı AKP mahkemelerinde aklamaya çabaladılar. Herkesin gönlünü ve vicdanlarını fetheden Berfo Ana, Cumartesi Anneleri’nin feryatlarına rağmen darbecilere devlet büyüğü muamelesi yaptılar. YÖK’ü arkalarına alarak üniversitelerde gençliğe her türlü engeli koymaya çalıştılar. Anayasa’daki basın açıklaması ve yürüyüş yapma hakkını hukuksuz bir şekilde aylardır hem de ölümlere neden olacak acımasızlıkla engellediler. Taksim’de yürüyüş hakkı, Gezi ve birçok yerde ağaçları savunma hakkı, kaybettiklerimizin cenaze törenlerini yapma hakkını engellediler. “Vali buyurdu biz uyguluyoruz” diyerek her yerde her köşede hukuksuz bir şekilde saldırı yapmaya devam ettiler. Mısır’ı darbecileri, Suriye’yi katliamcıları ile eleştirdiler. Bu ülkelerde insanlar topluca katledilirken Türkiye’de insanlar birer birer öldürülmeye başlandı. AKP Hükümeti tarafından üstü kapatılmak isteniyor. * Kararlı eylemler, forumlar, tribünler, konserler böyle devam etmeyeceğini gösteriyor. Memleketin yönetimini böyle bir gaddarlığa bırakmayacak gencecik insanları var. Mehmet, Ethem, Medeni, Abdullah, Ali İsmail, Ahmet’imiz var. Hepsi genç, hepsi bu gaddarlığa karşı amansız. Onlar toprağa değil mücadelenin en ön saflarına ve kazanımların yegâne sahipliğine çoktan kavuştular. Kavuşacağımız güzel günler, önce onlar sayesinde olacak. Hepsi Ahmet olan, öldürmekle bitmeyen daha yüzlercesi var. * Onlar, devlet her seferinde bilmezsin - konuşamazsın muamelesi yaptıkça, bilendiler. Umutları ve öfkeleri çok büyük, Hele de şimdi yaşıtları ve arkadaşları aralarından alınmışken, Değiştirmek için zamanları var, biliyorlar. Yorulmuyor, usanmıyor, küsmüyorlar. Deneme ve düşünme sınırları çok daha geniş, Hızlı koştukları için doğruya çabuk ulaşabiliyorlar. Her an her dakika üretebiliyorlar. En güzel en verimli çağ, gençlik çağındalar. * Gezi ile yetişkinlerle gençler arasındaki mesafe kalktı. Gençliğe inananlar, güvenenler çoğaldı. Hem okuyan, hem çalışan, hem mücadele eden gençler, Örgütlendikçe, meydanlara çıktıkça, siyasete katıldıkça, Toplumun kaderinde bambaşka bir evreye geçiliyor daha net görebiliyoruz. * 12 Eylül öncesinde toplumun iyiliği adına mücadele eden gençler, İşkencede, göz altılarda, idamlarda kaybettiklerimiz, Toplumu güzel günlere taşıyacaklardı. Emekçilerin yüzü gülecekti. Bizlere kalan bu güzel amaç şimdi daha da mümkün, Kaybettiği Ahmet Atakan’a günlerdir sahip çıkanların, Gezi Direnişine aylardır sahip çıkanların dirayeti sürekli büyüyor. Polisler çekildi, tomalar tükendi. Direnişin sesi ve nefesi sürekli büyüdü. Ve gürledi! “Doğarken ağladı insan bu son olsun bu son!” twitter: @sibeluzun_yarin

Ali’nin katili polise müebbet hapis isteniyor Eskişehir’deki Gezi eylemleri sırasında polisler tarafından dövülerek öldürülen 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz davasının iddianamesi tamamlandı. Görüntülerde Ali İsmail’in başına tekme atan polis memuru Mevlüt Saldoğan için müebbet istenirken,3 polisin ölüme iştirak suçundan yargılanması istendi. İSTANBUL yaşar aslan

Gezi eylemleri sırasında aralarında polislerin de bulunduğu kişiler tarafından dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz davasıyla ilgili Cumhuriyet Savcısı Hakan Ali Erkan tarafından hazırlanan iddianamenin de yer aldığı soruşturmayla ilgili 6 klasörlük dosya Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı’na teslim edildi. İddianamede 5’i tutuklu 3’ü tutuksuz 8 kişinin cezalandırılması istendi. Tutuklu polisin ömür boyu hapsi istendi İddianamede Mevlüt Saldoğan’la ilgili “Yerde yatan maktulün göğüs ve baş kısmına 3-4 defa şiddetle tekme atmasının sonucunda yaralanmanın buna rağmen ağır neticede kastla hareket ettiği, tekme atması sonucu maktulün ölebileceğinin tahmin etmesi gerektiği, şüphelinin maktulün hiç beklemediği bir şekilde çok sert bir tekme atması, yerde yaralanmış vaziyette yatan maktulün hiç beklemediği bu darbeden dolayı yaralanması, akabinde gördüğü tedaviye rağmen ölmesi olayında şüphelinin maktulün ölmesine neden olduğu anlaşıldığından şüpheli Mevlüt Saldoğan’ın TCK’nin 81/1 maddesi gereğince ömür boyu hapisle cezalandırılması

istenmiştir’’ ifadelerine yer verildi. Soruşturma izni verilmeyen polisler de yargılanacak Hazırlanan iddianamede Eskişehir Valiliği tarafından soruşturma izni vermediği 3 polisin de adam öldürmeye iştirak suçundan yargılaması istendi. Tutuksuz yargılanan polis memurları Şaban G., Hüseyin E. ve Yalçın A.’nın Ali İsmail Korkmaz’ın ölümü ile ilgili olayda suçun icrasını kolaylaştırdıkları, tutuklu polis memuru Mevlüt Saldoğan’ın eylemini destekleyici, hazırlayıcı ve kolaylaştırıcı eylemlerde bulundukları ve bu suretle adam öldürme suçunu iştirak ettikleri kaydedildi. Ayrıca

Görüntülerde polis memuru Mevlüt Saldoğan’ın yerde yatan Ali İsmail’in başına ve göğsüne tekme attığı görülüyor. iddianamede tutuklu olan fırın sahibi İsmail Koyuncu, akrabaları Ramazan Koyuncu ve Muhammet Vatanseven ile pidecide çalışan Ebubekir Harlar için de “Suçun icrasında rolleri ve katkıları’’ sebebiyle yargılanması istenildi.

Ayrıca Ali İsmail’in darp edildikten sonra gittiği Yunus Emre Devlet Hastanesi’nde tomografi bile istemeyerek ‘‘Bir şeyin yok’’ diyen ve ağrı kesici yazarak evine gönderen Doktor Hasan Gülcü’nün yer almaması dikkat çekti.

CHP’den mecliste başörtüsüne yeşil ışık CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu katıldığı televizyon programında yaptığı açıklamada seçimle gelen herkese saygı göstermek gerektiğini belirterek başörtülü milletvekiline yeşıl ışık yaktı. Kılıçdaroğlu, kılık kıyafetin özgür olması gerektiğini ve seçilmiş kişilere saygı göstermek gerektiğini belirterek başörtülü milletvekiline CHP’nin karşı çıkmayacağı mesajını verdi. Kemal Kılıçdaroğlu, “Herkes giyiminde kuşamında özgürdür. Onu inancı nedeniyle takıyorsa ona saygı duyuyoruz. Başörtüsünün siyasetin gündemine getirilmesini asla

Hükümet adım atmadı, geri çekilme durdu

doğru bulmuyorum. İstanbul’da merdiven altı atölyelerde binlerce başörtülü kadın çalışıyor. Yüzde 90’ı sigortasız. O kadınların sorunlarıyla kim ilgileniyor. Ben ilgileniyorum. O başörtülü bu başörtüsüz diye bir ayırım yok. Bize en büyük günah olarak kul hakkı yemeyi öğrettiler. Ankara’da bir demir kafes vardı. O yapılırken türbanlı türbansız ayrımı yapıldı mı? Kılık kıyafet konusu anayasa konusu değildir. İç tüzükte de bir sorun yok. Bu konunun siyasetin gündemine getirilmesi yanlış zaten.” dedi. YARIN GÜNCEL

Tokyo daha önce almıştı. İstanbul almamıştı. Adil davranılmadı. Bir yönüyle 1,5 milyarlık İslam dünyası ile bağları da kesip atıyorlar. Çözüm sürecinde çok ciddi sıkıntı olacağına ihtimal vermiyorum. Güneydoğu’da da durumumuz çok iyi. BDP yüzde 35, AKP yüzde 55 gözüküyor. Çözüm süreci öncesinde yüzde 35’e kadar inmişti AKP.

KCK, hükümet sürece adım atmadığı için çekilmeyi durdurdu. KCK’den yapılan açıklamada, “Hükümet adım atmadığı için çekilmeyi durdurduk, ateşkes sürüyor” denildi. Çekilmenin durmasının sürecin sona erdiği anlamına gelmediği de belirtildi. Açıklamada “Çatışmasızlığı sağlamamızı, gerillayı geri çekme irademizi ve gerillanın önemli düzeyde Türkiye sınırları dışına çekilmesini önemsemeyen, buna doğru karşılık vermeyen, bu süreci bir oyalama ve bu temelde yerel seçimlere çatışmasızlık ortamında girerek bir seçim kazanma biçiminde ele alan AKP hükümeti bu durumun sorumlusudur‘’ ifadelerine yer verildi. Hükümetin, ‘yeniden’, demokratikleş-

me ve Kürt sorununun çözümü yönünde adım atmaya çağrıldığı açıklamada, “Çekiliş durdurulurken ateşkes konumu korunacaktır” denilerek, ateşkes pozisyonu ‘yeni adımlar’ için bir fırsat olarak tanımlandı. Beklenmedik bir açıklama değildi BDP Eşbaşkanı Gülten Kışanak, açıklamada hükümetin çözüm sürecinde üzerine düşen adımları atmakta geciktiğini ve tüm uyarılarına rağmen TBMM’nin uzun bir yaz tatiline girdiğini belirtti. KCK’nin kararına ilişkin olarak, “Beklenmedik bir açıklama değildi. Keşke bu noktaya gelinmeseydi. Sürecin kendiliğinden ilerleyeceğini düşünmek bizi saf yerine koymaktır” dedi. YARIN GÜNCEL

Nikahlanınız, çoğalınız. Sevgililer sevgilisi, diğer topluluklara karşı ümmetimin çokluğuyla iftihar edeceğim diyor.


GUNCEL

06

13 Eylül 2013

Akın Birdal CANSUYU

Gelecek sancısı… Gün yok ki insan olup bitenlerden kaygılanmasın, acı duymasın; işte, Ortadoğu’nun emperyalist güçlerin egemenliği altına alınması için hazırlanan senaryolar; itiraz eden, muhalif olan gençlerin peş peşe öldürülmeleri… Ve hiçbirinin failinin açığa çıkarılmaması ve bu sonuçtan övünülmesi. Çağdaşı olmaktan sevinç ve onur duyulan insanlar vardır ama kimi zaman da utanç duyulanlar vardır,zalim, iktidarı ve gücü eline geçirince, çocuk, genç, kadın, yaşlı demeden eziyet eden ve öldüren. İşte bunların zulmünü ve adaletsizliğini önlemek için uluslararası ve bölgesel topluluklar oluşturulmuştur. Bunlardan biri ve en önemlisi Birleşmiş Milletlerdir. 2000 yılında toplanan BM Milenyum Zirvesinin sonuç bildirisinde şöyle denilmişti: “Halkları iç ve dış savaş tehlikelerinden korumak, herkesin siyasal, ekonomik ve kültürel haklarını korumak, kadınlara yönelik şiddetin önüne geçmek, basın özgürlüğünü korumak…” BM tarafından kabul edilip ilan edilen sözleşme, karar ve bildiriler, BM üyesi her ülke için geçerlidir ve uyulmalıdır. Antlaşma, sözleşme ve bildirgede öngörülen hak ve özgürlükler her ülkenin iç hukukuyla güvence altına alınır. Bizde de Anayasanın 90. maddesi uyarınca bu düzenlemelerin yapılması gerekir. Gerek BM gerekse Avrupa Konseyi bünyesinde oluşturulan bu düzenlemeler uluslararası mekanizmalarla korunur. Aksi taktirde bu hak ve özgürlüklerin muhatapları uluslararası zeminlerde haklarını arayabilirler. Bildirinin yayınlandığı gün, 2000 yılı Dünya Kadın Yürüyüşü, Türkiye Kadın koordinasyonundan çeşitli parti ve derneklere bağlı bir grup kadın Sirkeci Postanesi’nden Birleşmiş Milletlere, savaşa ve şiddete karşı kart göndermek isterken, polis şiddetiyle toparlanıp gözaltına alınmışlardı. Aynı gün TC’nin cumhurbaşkanı New York’ta savaşa ve şiddete karşı bildiriye imza atıyor, kadına yönelik şiddete karşı olacağının yükümlülüğü altına giriyordu. Yine aynı günlerde Bölgede savaş suçları işleniyordu ve yine aynı saatlerde F Tipi’ne karşı gösteri yapan tutuklu yakınları ve onlara destek için orada bulunanlar da polis şiddetiyle karşılaşıyorlardı. Ki her ülkenin cumhurbaşkanı BM Milenyum Zirvesinin değerlendirmelerini yapıyor ve önemi üzerinde duruyordu. Örneğin Fransa’nın o günkü cumhurbaşkanı Chirac’ın değerlendirmesi dikkat çekiciydi: “21. yüzyılda insanlığa, insan onuruna ve insan haklarına hizmet edecek yeni bir ahlak anlayışı geliştirmek zorundayız. Bu yeni ahlak anlayışı ihtiyacı barış ve demokrasi mücadelesinden daha önemlidir. Bu anlayış da dayanışmayla gelişir.” Chirac bunları söyledikten bir süre sonra adı yolsuzluklara karışmış ve hakkında davalar açılmıştı. Buradan şu sonuçlar çıkabilir. Birincisi, ülkelerin bu bildiri ve belgelere karşı iç hukuklarında bir düzenleme yapmamaları yapsalar da uymamaları ve ahlaka sığınmaları, ikincisi soğuk savaş sonrası ülkelerin ne evrensel hukuka ne de uluslararası insanlığın kazanımlarına uymamaları, üçüncüsü BM’in kendi normlarından ve standartlarından uzaklaşarak emperyalist devletlerin etki alanına girmesi, dördüncüsü de halkların haklarını ve özgürlüklerini korumakla yükümlü uluslararası toplulukların buna uymamalarının yaptırımının olmaması. Ortadoğu’da ve Türkiye’de olup bitenlere bakınca hak ve özgürlüklerin korunmamasının nedenleri daha iyi anlaşılabilinir. Ahmet Atakan’ın da öldürülmesiyle sistematik hale gelen hak ve özgürlüklerin ihlalinin hangi ahlakla hangi hukukla açıklaması yapılabilir. Yine onları adalete, hak ve özgürlükleri uymaya zorlayacak olan halkların birliği, mücadelesi, dayanışması ve direnişidir. İşte Gezi Parkı’ndan ülkenin dört bir yanına yeşeren, serpilen umut budur.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin: Abartıyorsunuz

Adalet Bakanı Sadullah Ergin: 666 kadın öldü.

İçişleri Bakanı Muammer Güler: 1411 kadın öldü.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu: Kadın cinayetleri artıyor.

Gerçekleri söyleyin

Kadın cinayetleriyle her gün bir kadın daha yaşamını kaybederken, AKP hükümeti gerçekleri gizliyor. Uzun süre bilgi vermeyen Bakanlıklar ölümlerin azaldığını ispat etmek için konuşuyor, ancak bu sefer de birinin söylediği diğerini tutmuyor. Adalet Bakanlığı 2009 yılından bu yana 666 kadının öldürüldüğünü söyledi, İçişleri bakanı ise 1411. İstanbul Elif karan

Kadın cinayetleri tüm can yakıcılığı ile gündemde olmaya devam ediyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun bilgi edinme hakkını kullanarak veri istemesi karşısında ellerinde bilgi olmadığını iddia eden bakanlıklar şimdi de neye dayandığını açıklamadığı bilgileri paylaşıyor. Kim doğruyu söylüyor? BDP Kars Milletvekili Mülkiye Birtane’nin peş peşe Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı’na verdiği soru önergelerine gelen cevaplar bir

kez daha hükümetin kadınlara dair politikasızlığını ortaya koydu. İçişleri Bakanı Muammer Güler 20092012 yılları içerisinde toplam 1411, Adalet Bakanlığı ise 666 kadının öldürüldüğünü açıkladı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun basında yer alan haberlere göre derlediği ve zaten gerçek rakamların çok altında olduğunu belirttiği rakamlara göre ise 620. Bakanlıkların açıklamaları, kaynağını açıklamamalarına rağmen Platformun verilerinden yüksek. Demek ki sorunu büyütmekle, abartmakla suçlanan Platform, dediği gibi, sadece buz dağının görünen yüzünü

kuvvetlerinin bağlı olduğu bakan olarak gerekeni yapmıyor. Gezi Peki, Fatma Şahin ne diyor? Direnişi ile pek çok yerde meydanAile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ları dolduran halka saldırmak için ise ilk defa 2012 yılına dair açık- hiçbir zahmetten kaçmayan Bakan lama yaparak sadece 155 kadının Muammer Güler, söz konusu kadın öldürüldüğünü söyledi. Aynı yıl cinayeti olunca başka bir açıklama Platformun verileri 210. Bakan- yapmıyor. lık verilerinde sadece evli kadınları sayıyor. Bir nevi evli olmayan Onlar sayı değil, sönen hayatlar kadınlara ölümü zaten reva görüp, Bakanlıkların söyledikleri rakamhayatta tutmak için önlem almaya lar sadece kendi tutarsızlıklarını layık görmüyor. ve konuyu çözmek üzere harekete geçmemekte kararlı olduğunu gösGüler kadınları korumuyor teriyor. Ancak kadın cinayetlerinin İçişleri Bakanı Muammer Güler ise, mayıs ayından beri yeniden artmakadınları koruması gereken kolluk ya başlaması dikkatlerden kaçmıyor.

Başbakan’dan kadın istihdamı dersi

Japon turistin katili yakalandı

16 yaşında öldürüldü Bursa’nın Mudanya İlçesinde 20 yaşındaki Vural Ünyayla, iki yıldır evli olduğu 16 yaşındaki Özlem Taşoğlu’nu 8 bıçak darbesiyle öldürdü, ablası 17 yaşındaki Burcu Taşoğlu’nu da yaraladı. Vural Ünyayla, kaçtığı Yalova’da yakalandı. Ailesinin yanına sığınan Özlem’le barışmak isteyen Vural, Özlem’in ailesiyle de tartıştı. Özlem’i ıssız bir yere götürerek, yanında getirdiği bıçakla öldürdü. Kendisine engel olmak isteyen Burcu’yu ise yaraladı. Vural Ünlüyayla ilk ifadesinde, “Başka biriyle ilişkisi olduğundan şüpheleniyordum. Namus meselesi” diyerek, pek çok kadın cinayetinde indirim alabilmek için ortaya atılan “aldatılıyordum” bahanesine sarıldı. YARIN GÜNCEL

yansıtıyormuş.

Kadın cinayetleri, yaşı, dili, dini, ırkı ne olursa olsun Türkiye’de kadınların yaşam haklarını ellerinden almaya devam ediyor. Sadece geçtiğimiz hafta dört kadın öldürüldü. Katili, Zonguldak’ta öldürülen Gizem’in ellerini de yanında götürdü. Bursa ve Dalyan’da katiller kadınları korumak isteyen aile fertlerini de yaralamaktan çekinmedi. Nevşehir’de ise iki

Japon turiste saldırıldı. Yaşamını kaybeden Mai’ye ölümü ardından tecavüz edildiği ortaya çıktı. Japon turist Mai Kuriharac’ın bıçaklanarak öldürülmesi, arkadaşı Hoshie Teramatsu’nun yaralanması olayının şüphelisi Fatih U.’nun, ifadesinde “Bıçağı rastgele salladım, biri yere düştü. Birine otomobilde tecavüz ettim” dediği belirtildi. YARIN GÜNCEL

Kadriye’nin katiline indirim Kocası tarafından baltayla öldürülen Kadriye Menkeş davasında mahkeme, baltayla defalrca vurarak öldürmeyi canavarca bulmadı. Pişmanım bile demeyen katil Mehmet Menkeş’e ise sadece 20 yıl hapis cezası verildi. Mehmet Menkeş de pek çok kadın cinayetinde olduğu gibi yıllarca kullandığı ilaçları ve şizofreni olduğunu bahane ederek cezai ehliyetinin olmadığını ispat etmeye çalıştı. Ancak adli tıp raporu, yaptıklarının ve sonuçlarının farkında olarak bilinçli hareket ettiğini açıkça beyan etti. Mahkeme ise buna rağmen indirim uygulayarak, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına, tahrik ve iyi hal indirimleri uyguladı. Yıllarca kocasından şiddet gören Kadriye Menkeş 6 Aralık günü Bursa’nın İznik İlçesi’nde kocası tarafından baltayla öldürüldü. Şiddet görmesine rağmen boşanamamıştı. YARIN GÜNCEL


7

EKONOMI Türkiye 12 Eylül’ün hesabını soruyor 13 Eylül 2013

Cem Kaptanoğlu

O “Başka birşey”i tahayyül etmek

JENDİN

Sosyalistler, halk- iktidar bloğu kutuplaşmasında halkın yanında yer alırlar ve bu kutuplaşmanın derinleşmesi için mücadele verirler. Bu nedenle, sosyalist hegemonya siyaseti yürütmek, her türlü doyurulmamış toplumsal talep üzerinden eklemleyici bir pratikte bulunmak olamaz. Talepler zincirine, ancak halkın demokratik talepleri eklenebilir, bir başka deyişle, iktidar bloğuyla çatışan farklı ideolojileri, yaşam tarzlarını, talepleri eklemleyerek kurulabilir sosyalist hegemonya. Mağdur kesimlerin taleplerini üst üste yığarak, iktidardakilere karşı, demokratik, antikapitalist mücadele vermekle sınırlı bir hegemonya siyaseti, kolayca reformizme saplanıp kalabilir. Yalnızca kapitalizmin, neoliberalizmin aşırılıklarına karşı verilen mücadeleler, bir sistem olarak kapitalizmi güçlü bir şekilde sarsamaz ve “demokratik mücadele” ufkunu aşamaz. Sosyalist hegemonya siyaseti, ufkunu, yerleşik düzende kısmi iyileşmeleri hedefleyen demokratik mücadele veya “mücadele fetişizmi” ile sınırlı tutamaz; yani temel düsturu, “kapitalizmi yenemiyorsak mücadele edelim” olamaz. Sosyalistler bir üretim ve siyasal, ideolojik biçim olarak kapitalizmi yıkmak için mücadele ederler, ancak yıkmak yani antikapitalist olmak da sosyalist kimlik inşası için gerekli ama yeterli değildir. Sosyalist kimlik kurgusunun merkezi unsuru komünist toplum idealidir. Çünkü sosyalist siyasal mücadeleden ütopyayı veya komünizm idea’sını, idealini çıkardığınız zaman geriye, yalnızca daha iyi, daha demokratik bir kapitalizm veya onu yıkmak hedefiyle sınırlı bir mücadele kalır. Bu şekilde kapitalizmi yalnızca tehdit edebilen fakat tümden olumsuzlayıp, “başka bir dünya” hedeflemeyen siyasal tahayyüller, kapitalizmin hegemonyasına eklemlenmekten kurtulamazlar. Evrensel toplumsal eşitlik, adalet, dayanışma ve kolektif özgürlük idealine dayalı komünizm ideası, çok uzak bir geleceğe ait göründüğünde bile, şimdi- burada sürmekte olan toplumsal, sınıfsal mücadeleye “gözkulak” olur. Siyasal faaliyetimize dışarıdan bakabilme olanağını sunan, oradan baktığımızda ne olduğumuzu, ne yaptığımızı anlamlandırabildiğimiz, kendimizi onayladığımız veya eleştirdiğimiz bir yerdir komünizm ideali. Bu ideal, sosyalist hegemonya siyasetinin de gözü kulağıdır. Ona reformizmin ötesine geçip, devrimci bir siyasal özne inşa etme olanağını verir. Böylesi bir idealle özdeşim kurmuş siyasal özne ve öznellikler, hayatlarına, Devlet, Din vb. büyük Ötekilerin değil, komünizm idealinin gözünden bakarlar, bu idealle uzlaşmayan araç ve pratiklerlere, mücadelelerinde yer vermezler. Başka bir deyişle komünizm ideali, sosyalist ahlakın da kerteriz yeridir. Henüz şimdi- burada, bu dünyada olmayan ama gelecekte kurulabilme olasılığı için mücadele edilen bir topluma, bir ideale inancın büyümesi, iktidardakilerin korkulu rüyasıdır. Biyo-politikalarla, ideolojik aygıtlarıyla, arzumuzun koordinatlarını belirleyip, hegemonize eden kapitalist sistem, onu radikal olarak olumsuzlayan “bir başka dünya”yı arzulayanlardan korktuğu kadar hiçbir şeyden korkmaz. Kapitalizmin ideologlarının, “Tarihin sonu”nu, “ideolojilerin bittiğini ve kapitalizmin alternatifsiz olduğunu ilan etmekteki acelecilikleri de bu korkuyla ilişkiliydi. Kısaca hegemonya siyaseti, kurulu olandan başka/yeni bir toplumsal arzu nesnesi, ideal veya tahayyül inşa etmeyi amaçlamıyorsa, devrimci bir siyaset olamaz. Komünist idealin “ele geçirmek” istediği, “devlet- olmayan- devlet”tir, böyle bir devleti “ele geçirmeden” önce inşa etmek zorunludur. Bu inşa, sosyalist hegemonya siyaseti ile paralel giden ve bugünden başlayan bir süreçte gerçekleştirilebilir. Bu nedenle var olan kapitalist parlamenter siyasal biçimlerin yerini almaya aday forumlar, sovyetler, komünler gibi alternatif siyasal organlar, komünist idealin yeşerdiği yerlerdir. Bunu Gramsci’yi çağrıştıracak şekilde söylersek, ancak bu siyasal organların varlığında “ Halk devlet iktidarını ele geçirmez, devlet haline gelir.” Marksist komünizm ideali, materyalist bir idea/ideolojidir. “Anti-kapital” bir devrime hayatını adamış Marks’ın baş yapıtının “Kapital” olması bunun en anlamlı kanıtıdır. Marksistler “maddi hayatın üretim tarzı”nın belirleyiciliği konusunda ısrarcıdırlar. Çünkü insanlığı maddi olandan ancak yine maddi olanın kurtaracağına inanırlar. Eagleton’un söylediği gibi “O halde sorun, nasıl hem komünist hem de materyalist olunacağıdır.”

12 Eylül 1980 askeri darbesinin 33. yılında yurt genelinde çeşitli iller sokağa dökülerek, idamların, işkencelerin, kayıpların, tutukluların hesabını sordu. 12 Eylül’ün AKP ile sürdüğü belirtilirken AKP’nin darbe ile hesaplaşmada samimi olmadığı belirtildi. Galatasaray Meydanı’ndaki etkinlikte de Cemil Kırbayır’ın kardeşi Mikail Kırbayır konuştu. İstanbul muhammed ünsal

Bugün(12.09.2013) 12 Eylül 1980 askeri faşist darbenin 33. yılı dolayısıyla bir çok ilde eylemler düzenlendi. Darbe yasaları kaldırılmalı İstanbul’da 78’liler Girişimi, DSİP, EHP, , HDK, HAKPAR, TKP 1920, UİD-DER, Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Galatasaray Meydanı’nda etkinlik düzenledi. Darbe nedeniyle yaşamını yitirenlerin anıldığı etkinlikte “Darbe yasaları kaldırılmalı, darbecilerden ve hizmetkarlarından hesap sorulmalı”, “12 Eylül Evren’den, Ergenekon Fırat’tan öteye geçmezse yalan!” pankartları açıldı. Eylemde idam edilenlerin, işkencede katledilenlerin ve kaybedilenlerin fotoğrafları taşındı. Saygı duruşunda bulunuldu. Ardından basın açıklamasını 78’lilerden Nimet Tanrıkulu okudu. 12 Eylül devam ediyor Tanrıkulu “12 Eylül darbesinin 33. yılı olmasına rağmen rejim hala devam ediyor. 12 Eylül rejiminin darbe anayasasıyla, anayasasındaki ‘değiştirilemez’ maddeleriyle, tekçi ideoloji, tekçi vatandaşlık ve devlet tanımıyla sürüyor” dedi. Tanrıkulu AKP döneminde de 12 Eylül temel kurumlarıyla sürdüğünü ifade etti.

Darbecilerle yüzleşilmeli 12 Eylül darbecileriyle yüzleşmek gerektiğini belirten Tanrıkulu, “Kanlı geçmişimize sünger çekerek, hak ihlallerini ve kıyıcılıkları yok sayarak sağlıklı bir gelecek kuramayacağımızı bilmeliyiz” dedi. Tanrıkulu açıklamanın devamında “Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi İnsan Hakları Müzesi olmalı, işkenceciler yargılanmalı” dedi. Tanrıkulu’nun ardından 12 Eylül’de yakınlarını kaybedenlerin yakınları konuştu. 12 Eylül döneminde Diyarbakır 5 Nolu Cezaevinde işkencede katledilen Nevzat Sağnıç’ın annesi Rabiya Sağnıç bir

konuşma yaptı. Ardından Cemil Kırbayır’ın kardeşi Mikail Kırbayır bir konuşma yaptı. 12 Eylül sürdükçe direniş devam edecek Kırbayır “Cemil’e devrimci olduğu ve dik duruşu nedeniyle elleri bağlı bir şekilde çırıl çıplak soyularak işkence yapıldı. Bu yüzden katletmekle kalmadılar, cesedini de kaybettiler” dedi. Mikail Kırbayır, 12 Eylül zihniyetinin sürdüğü müddetçe direnişlerinin devam edeceğini kaydetti. Darbelerle ve 12 Eylül ile hesaplaştığını iddia eden AKP ise

sadece kendine yapılan darbenin hesabını soruyor. Ergenekon’u yargılarken bile yargılanan darbeciler yaptıkları işkencelerden değil AKP’ye darbe yapmaktan mahkum edildiler. Bu ülkenin en kara tarihine geçmiş 12 Eylül davası ile ilgili gelişmeler de ortada. Binlerce insanı öldüren , işkence eden Kenan Evren duruşmaya bile gelmiyor. Yargılananlar sadece Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya. Hükümet 12 Eylül darbesinin üzerine gitmiyor. Buna rağmen açılmış bir dava var ve 27 Eylül’de 12 Eylül davası duruşması gerçekleşecek.

Suç gösteri yapanlarda! İçişleri Bakanı Muammer Güler, Antakya’da yaşamını yitiren Ahmet Atakan’ın ölümüyle ilgili hükümete ve bakanlığa yönelik eleştirileri kabul etmezken, Atakan’ın ölümünden gösterileri sorumlu tuttu. Güler Ethem Sarısülük’ün katili Ahmet Şahbaz’ı koruduğunu unutmuş olsa ki “Olayı hemen polise mal etmenin veya hemen provakasyon aracı haline getirmenin ve büyük bir karışıklık çıkarmak, etnik provakosyonla insanları birbirine düşürme eğilimlerini de yakından biliyoruz” şeklinde konuştu. Bakan Güler, demokratik gösterilere saldırıla-

rın süreceğinin mesajını verirken, Atakan’ın ölümünden gösterileri sorumlu tuttu.Hatırlandığı gibi Ali İsmail Korkmaz polislerin de bulunduğu bir grup tarafından dövülerek öldürüldüğü zaman devlet ‘Ali İsmail’i arkadaşları öldürmüştür’ demişti. Güler basın açıklamasına dahi polisin saldırmasına ise “Özgürlüklerin bütün unsurlarıyla kullanılmasılı ama kanunun öngördüğü şartlar içerisinde. Bu tip kanunsuz gösterilerin de maalesef geldiği noktayı da vatandaşların takdirine bırakıyorum” şeklinde konuştu. YARIN GÜNCEL

Tuzluçayır asimilasyona direniyor Ankara’nın Mamak ilçesinde Fethullah Gülen ile Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan’ın ortak projesi olan “cami-cemevi” projesinin temel atma töreni, yoğun protestolar altında yapıldı. Devletin, kardeşlik projesi değil de asimilasyon politikası olduğunu ileri süren alevi örgütleri ve halk demokratik hakkını kullanarak protesto etti ancak polisin orantısız şiddeti ile karşılaştı. Halk başta Tuzluçayır olmak üzere bütün Türkiye’de protestolar gerçekleştirdi. Polis ise her zamanki gibi orantısız bir şiddet uygulayarak halkın protesto hakkını engellemeye çalıştı. Aradan birkaç gün geçmesine karşın Tuzluçayır’da direniş aynı sıcaklığıyla sürüyor. AKP’nin de Madımak, Maraş ve diğer katliamlarla yüzleşmeden, cemevleri ibadethane olarak kabul edilmeden, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın statüsü değiştirilmeden cami-cemevi projesi ise aslında AKP’nin Alevi açılımında ne kadar samimi olduğunu gösterir nitelikte. Alevi dernekleri de ortak bir basın açıklaması düzenleyerek projeye tepkilerini koydular. Proje ortaklarından Cem Vakfı Ankara Gençlik kolları da proje sebebiyle istifa ettiklerini duyurdu. YARIN GÜNCEL

Siyasi pankart açan taraftara men cezası AKP Hükümeti Gezi Direnişi ile stadlara getirdiği siyasi slogan, siyasi pankart yasaklarını uygulamaya geçiriyor. Adana Demirspor-Gaziantep Büyükşehir Belediyespor arasında oynanan maçta ‘Her Yer Taksim Her Yer Direniş’ ve ‘Sahaları Hackledik, Redhack’ yazılı döviz açan kadın taraftara spor müsabakalarını seyirden men cezası verildi. Adana Demirspor -Gaziantep Büyükyehir Belediyespor arasında oynanan maçta E.Ö. (32) isimli kadın taraftarın “Sahaları Hackledik, Redhack” ve “Her yer Taksim her yer direniş Mavi Şimşek” yazılı döviz açmasının ardından polis harekete geçti ve taraftarı alarak “Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun”a göre işlem yaptı. E.Ö. götürüldüğü polis merkezinde verdiği ifade de maça geldiğini yanında 3 tane döviz bulunduğunu ancak bunlardan sadece “Sahaları Hackledik, Redhack” dövizini açtığını söyledi. Bunun üzerine kadına kanun gereği maçları seyirden men cezası verildi. E.Ö, maçlar sırasında Polis Merkezi’ne giderek imza vermek zorunda kalacak. YARIN GÜNCEL


EMEK

08

13 Eylül 2013

Gülsüm Kav

ANA FiKiR

Murat, Hatice, Muhterem Türkiye’de şampiyon olabilirsiniz. Koşuda ülke birincilikleriniz olabilir. Ama bütün bunlar, değil iyi yaşamanıza, hayatta kalmanıza bile yetmez. Bir göçükte hayatınız son bulabilir. Bu, meclisin bahçesinde bile olur, TBMM çatısı altında dahi işçi ölür bizim memlekette. Depremde standart olarak böyle olur, kerelerce böyle olur. Türkiye’de göçük altında kalmamanız için gerçekten tam olarak ne gerekir bilinmez? Ve en son, AKP’nin olimpiyatlar için hırs yaptığı, sporcu yetiştirmek için oraya buraya komut yağdırdığı bir zamanda, milli atlet Murat Karabaş, bir okulun inşaat çukurunda can verir. İşçi ölümlerinde Avrupa birincisi Türkiye, koşuda Türkiye birincisini yener. İşte AKP’nin spora verdiği büyük önem. Böyle bir sporcusunu, şampiyonu bile esirgemeyen AKP, şampiyon olmayan işçiye neleri reva görüyor varın siz düşünün. Şampiyon Murat, bir okulda öğretmen olmak için bekleyen Murat, ekmek parası için ağabeyi ile inşaatta çalışan Murat, okulda öğretmen olmak yerine can veren işçi kardeşimiz Murat. Hepimizin başı sağolsun. İşçi ölümlerine son vermek için yürütülen mücadelede Murat’ın adı ahdimiz olsun. * Türkiye’de anne olabilirsiniz. Bebeğiniz daha anne sütü döneminde olabilir. AKP çok önemser bunları, bilirsiniz. Kürtaja karşı ceninin haklarını bile savunan AKP için, doğmuş olan, süt emen minik bebekler ve anneleri ne kadar kıymetlidir, ne kadar kutsaldır değil mi? Ama bütün bunlar, değil iyi yaşamanıza, hayatta kalmanıza bile yetmez. İşte, bir sahur vakti, kan uykunuzdan uyanıp bebeğinizi kucaklayıp emzirdiğiniz bir anda, yani bu gerçekten de kutsal olan anda, camınıza bir taş atılır. Ne oluyor diye pencereden uzandığınızda, av tüfeğiyle başınızdan vurulursunuz Türkiye’de. Tasarlanmış kadın cinayetleri ülkesidir burası. Kocaları, eski kocaları ve tanıdıkları diğer erkekler tarafından her gün kadın kardeşlerimiz öldürülür. Hatice Palta’nın ölümü gibi kalleş kurşunlarla ölürken kadınlar, anneliği, bebekleri, emzirmeyi, doğal doğumu ve benzeri ne varsa hepsini çok önemseyen AKP suskundur. Bütün bu konuların muhatabı olan bakan; Fatma Şahin uzun bir zamandır suskun. Her konuda pek yakında başbakanın sunacağı “Aile paketi” ni referans veriyor, susuyor. AKP’nin diğer bütün bakanları gibi, her şeyi “ başbakanına” havale etmiş. Aile bakanı değil, “Aile paketinin bakanı” sanki. * Türkiye’de ayrıca aile olmak isteyebilirsiniz ama düğününüzü tanıştığınız yerde, Gezi Parkında yapmak isterseniz, düğün bile yasaklanır. Gezi Parkı varsa içinde, cenaze de yasaklanır, düğün de. Her zaman kız istemeye koşa koşa giden, aile kurulsun diye çırpınan yetkililer de gelmez bu düğüne. Ama halk gelir. Hayırlı olsun. Başbakan, hiç haddi olmadığı halde her ağzını açtığında, kadınların nasıl yaşayacaklarına karışır, aile konusunda hiç susmaz iken, yasaklanan düğünler, kadın cinayetleri, işçi ölümleri konusunda hiç konuşmaz. Paramparça aileler konusunda suskundurlar hepsi. Sadece yeni yasaklar için konuşur. Hiç ara vermeden konuşur, bir dediği bir dediğini tutmaz, yine konuşur. En son işi halkı ihbara teşvik etmeye kadar vardırır. * Ve bütün bunların sonucunda Temmuz ayında kadın cinayetleri artar. Bir gün içinde dört acı haber alırız. Tam son aylarda bir gerileme var derken, bu ay çok kanlı başladı ve bunun bir sebebi var: Devlet şiddetinin, erkek polisin uyguladığı kör saldırının “destan” addedildiği bir ortam, her tür şiddete zemin hazırlıyor. Koruma kararı olmasına rağmen, öldürülen Muhterem kardeşimizin ailesine, yardım istedikleri karakolda “bütün polisler Taksim’de” denildi. Savcı, 10 gün zorlama hapsi olan kocayı serbest bıraktı. Ertesi gün Muhterem’in cenazesi geldi anne evine. Kadınları korumayan polisler ve savcılar ile, halkı öldüren, yaralayan, gözaltına alan, tutuklayan polis ve savcılar ama işçi ölümlerinin faillerini yakalamayan, yargılamayan polis ve savcılar arasında fark görebiliyor musunuz? gulsumkav@gmail.com

Ağustos’ta 147 işçi hayatını kaybetti

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi ağustos ayı işçi ölümleri raporunu yayınladı. Rapora göre ağustos ayında 147 işçi hayatını kaybetti. Haziran ayında 104, temmuz ayında 120 işçi hayatını kaybetmişti. Kar sevdalısı sermayedarlar ve devletin bu konuya kör sağır kalmasından kaynaklı işçi ölümleri artarak devam ediyor. İstanbul muhammed ünsal

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi her ay yayınladığı ‘iş cinayetleri’ raporunu yayınladı. Ağustos ayı raporuna göre en az 147 işçi hayatını kaybetti. Tarım alanında ölümler arttı Tarım alanında ölümler diğer alanlara göre daha da arttı. 34 mevsimlik tarım işçisi ve 16 çiftçi olmak üzere 50 tarım işçisi hayatını kaybetti. Günde 18-20 saate varan çalışma saatleriyle taşımacılık sektöründe ise 14 işçi hayatını kaybetti. Ankara Adliyesi’nde hakim adayı olarak stajyerlik yapan 26 yaşındaki Didem Yaylalı, kendisine yapılan baskılar ve sonunda hakim olma hakkı da elinden alındığı için intihar etti. İş kazalarında yaşamını kaybeden çocuk işçilerin sayısı artıyor. Ağustos ayında ise tarım, ticaret, gıda, maden, iletişim, metal ve inşaat sektörlerinde çalışan 21 çocuk işçi hayatını kaybetti. Bilindiği gibi kadınların %69’u iş gücüne bile dahil edilmiyor, ekonomide görünmez kılınmaya çalışılıyor. İSİG’in raporuna göre de ağustos ayında 15 işçi kadın işçi

İşçi Ölümlerine Son Platformu Temsilcisi Serdar Çarkçı

ölümü sonucu hayatını kaybetti. Taşeronlaşmanın en çok kendini gösterdiği alan olan inşaat sektöründe ise en az 26 işçi hayatını kaybetti.

gerekliliğini vurguladı. İstanbul Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yaşanan olaylara da dikkat çekildi. Son 3 ayda 400’e yakın işçi ölümü gerçekleşti. Buna rağmen ne patronlar kar hırsından vaz‘Çalışırken ölmek istemiyoruz’ geçiyor ne de devlet gerekli yasal İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güven- düzenlemeleri yapıp caydırıcı önliği Meclisi ağustos raporunda lemler alıyor. Gezi Direnişi ile ilsağlık alanında taşeronlaştırmanın gili hiçbir günü boş geçmeyen, her derinleştiğini, sağlık emekçilerinin gün açıklamada bulunan AKP ise güvensiz çalışma koşullarının “da- her gün ortalama 4 işçinin ölümü yanılmaz boyutlara ulaştığını” be- hakkında suskunluğunu korumaya lirterek sorunların çözülmesinin devam ediyor.

Dert can değil cebi doldurmak

İşçilere verilen önem verilerde gösterdiği gibi gerçek olsaydı ağustos ayında ölen işçi kardeşlerimizin sayısı 147 olmazdı. Kapitalizm ve sömürü ilkeleri ülkemizde baş göstermiş, kendi ceplerini doldurmaktan başka hiçbir dertleri yok. Oysaki önlemler alınmış olsaydı 147 işçi ölmezdi. Biz bunu kınıyor ve halkımızı birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.

THY işçileri direnişe devam ediyor Direnişin 471. grevin 121. gününde Hava-İş Sendikası üyeleri Dikilitaş’taki sendika binasından Bakırköy meydana kadar yürüdü. Pankart açarak yürüyen işçilere çevreden de yoğun destek geldi. Meydana girdikten sonra Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin konuşma gerçekleştirdi. Ayçin, haklarını alana kadar direnmeye devam edeceklerini belirtti “Sendikasız, toplu sözleşmesiz ve güvencesiz çalışmak istemiyoruz. Biz haklarımızı alana kadar direnmeye devam edeceğiz. Eğer grev yapmak, di-

renmek suçsa biz bu suçu işlemeye haklarımızı alana kadar devam edeceğiz. Adalet yerini bulana ve haksızlıklar son bulana kadar buradayız” dedi. Grev kırıcılığı yapan THY’ye işçiler tarafından dava açılmış ve kazanılmıştı. Ancak karar Yargıtay 22. Hukuk Dairesi Başkanlığı tarafından bozuldu. Bu duruma tepki THY işçileri dilekçe vererek karara itiraz ettiler. Hava-İş üyeleri dilekçelerini iletmek için PTT’ye kadar yürüdü ve eylem dilekçelerin verilmesiyle sonlandırıldı. YARIN GÜNCEL

Hristiyan olduğu için işten atıldı

Al kalemi eline

e m e kç i l e rd e n

mektuplar

Hem oku hem çalış bir de atama derdi

İstanbul Küçükçekmece Belediyesinde görevli 85 personelden 84’ü, kamudaki sözleşmeli personelin kadroya alınmasına yönelik yasadan yararlandırıldı. Süryani ve Hristiyan olan bir kişinin sözleşmesi ise feshedildi. BDP milletvekili Erol Dora ise İçişleri Bakanı

Muammer Güler tarafından cevaplandırılması istemiyle TBMM’ye bir önerge verdi. Dora, ‘Kahraman’ın sözleşmesi tek taraflı feshedilerek sonlandırılmıştır. Bu işlemde, onun gayrimüslim olmasının etkisi var mıdır?’’ sorularını yöneltti. YARIN GÜNCEL

Türk-İş’in yeni başkanı Atalay TÜRK-İŞ Genel Mali Sekreteri ve Demiryol-İş Genel Başkanı görevlerini yürüten Ergün Atalay konfederasyonun yeni genel başkanı oldu. Atalay TÜRK-İŞ Genel Mali Sekreteri ve Demiryol-İş Genel Başkanı görevlerini yürütüyordu. Türk-İş Genel Sekreteri olarak Pevrul Kavlak, genel mali sekreter olarak Ramazan Ağar, genel eğitim sekreteri olarak Nazmi Irgat, Eyüp Alemdar da genel teşkilatlandırma sekreteri olarak görevini yürütecek.YARIN GÜNCEL

Şu an hem işçi hem bugün usta olarak iş alır de öğrenci sayılırım. olduk. Bir şekilde müşteKocaeli’de büro yönetimi rimiz çıkıyor. Fakat sigorve sekreterlik bölümünü tamız yok. İşimiz ağır ve okuyorum. Veremediğim yorucu. Sadece yaz mev2 dersim kaldı onları da siminde iş çıkıyor. Babam emekli bir şekilvermek istiyorum. Ailemin de onun sigortamaddi durumu ya ihtiyacı yok, iyi olmadığı için fakat yıllardır İzmit de kalamababamın yanındım. Eskişehir’e da çalışıyorum geldim bir yanbenim sigortam HALİL ALÇI dan çalışırken çalışmıyor. Artık bir yandan da sınavlara okulum bitince KPSS ile hazırlanıyorum. bir yerlere memur olarak Babam emekli maaşı atanmaya çalışacağım. evin ihtiyaçlarını karşıla- Fakat iyi puan alabilsem madığı için badana boya bile, atama yapılabilecek işlerine soyundu. Bende mi meçhul. Memur olahem mesleği öğrenmek na kadar fabrikalarda işçi hemde babama yardım olarak çalışmayı düşünüetmek için yanında çalış- yorum. Yerleştirilmezsem maya başladım. Bir iş yeri eğer ben de yoksulluk sıolmadan sadece etraftaki nırı altında asgari ücretle konu komşuya yaparken geçinmeye çalışacağım. Sen de kendi hikayeni anlatmak istersen, al kalemi eline bilgi@yarinhaber.net


EKONOMI

09

13 Eylül 2013

Gün Çağ Aydın

PRiZMA

Bir bildiği var Ahmet’in

Ahmet Atakan kardeşimiz de ayrıldı aramızdan. Hem de gencecik yaşında, geleceğe dair büyük umutlar taşıyordu. Kendisinden önce hayatını kaybedenlere bizden önce kavuştu. Ölüm haberini aldığımızda çoğumuzun gözleri doldu, burnumuzun direği sızladı. Hayatını verecek kadar cesur olduğu için ona Kahraman gözüyle baktık. Ama o genç yaşında gittiği içinse yüreğimiz hançerlendi. Ne kadar çok gurur duysak azdır Ahmet için. Zaten o gurur duyulmasından fazlasını hakediyor. İnandığı hayat uğruna genç ömrünü çıkardı bedeninden attı ateşin ortasına. Ahmet hayatını kaybedince hükümetten bir açıklama bekledik. Belki bu sefer bir şeyler yaparlar dedik. Belki yas tutmamıza saygı gösterirler dedik. Ama yine olmadı. Polisler Ahmet kardeşimizin cenazesine dahi saldırdı. Ahmet’i anmak istediğimiz her eyleme saldırdı. Yine bir çok arkadaşımızı yaraladılar. Genç yoldaşlarımızın gözlerini çıkardılar. Yine arkadaşlarımızı tek yakaladıklarında öldüresiye dövdüler. Sokak ortasında işkence yaptılar. Kadınları taciz ettiler. AKP bu eylemlerde gösterdiği tavırla açıkça savaşa devam dedi. Bize meydan okudu. Yine Gezi Direnişi’ni hafife aldı. Bizlere marjinal dedi, halkı görmezden geldi. Ne de olsa ona oy vermeyen %50’nin bir önemi yoktu. Mısır’da ya da Suriye’de hayatını kaybeden kardeşlerimiz kadar değerimiz yoktu gözlerinde. Onlara şehit gözüyle baktılar bizim “telef ” olduğumuzu düşündüler. Ahmet Atakan’ın gaz fişeğiyle ölmemesine sevindiler ama ölmesine üzülmediler. Bizim hareketimiz halkından başka kimseden vicdan bekleyen bir hareket değildir. Hatta Necdet Adalı’ya ağladığında başbakan zorumuza gitti. Bize en son vicdanlı gözükmeye çalışan Vali Mutlu’ydu, o da Berkin Elvan kardeşimizin uyumasından sorumlu değil mi? Gözünü savaş hırsı bürümüş bir başbakan kendi halkını mı düşünür? Düşünmüyor işte... “Çapulcular” bir kişi daha azaldı diye seviniyorlar belki de. Ama Gezi Direnişi’nin siyasi bir hareket olduğunu unutuyorlar her seferinde. Gezi Direnişi hiç bir şehidini unutmayacak ve onu nesilden nesile yaşatacak incelikte bir harekettir. Gözünde akmayı bekleyen yaşı tutan bir direnişçinin attığı taş ile şehitlerini onurlandırdığı bir harekettir. Tam da 12 Eylül Darbesi’nin yıldönümünde sokaklarda direnen ve aslında biz yenilmedik buradayız diyen bir harekettir. Şimdiye kadar direnmiş olan tüm geleneklerin devamcısı ve sokakta büyüyen bir harekettir. Ezilenlerin öfkesini bağrında taşır ve bu nedenle taşıdığı yük ağırdır. Şimdiye kadar yapılanların hesabını soracağına dair inancı tamdır ve sabırlıdır. O büyük günün kendisini bir gün mutlaka karşılayacağını bilir. Çünkü bu direniş kendi hayallerini nasırlı elleriyle tutacak güce sahiptir. Bu hareketin sağlık güvencesi yoktur tanıdığı tek ilaç Talcid’tir. Hareket, olimpiyatlara dökülecek trilyonların değil, bir yoksulun boğazından geçecek tek bir lokmanın mücadelesini verir. Ahmet Atakan ise bir orkestra şefi gibidir. Halkının en önünde durur ve yön verir. Öyle bir çizgi çeker ki mücadelenin önüne. Artık bundan sonra Ahmet’ten daha az değil daha fazlasını yapacağımızın yeminini ederiz. Artık hepimiz Ethem Sarısülük gibi bir işçi, Ali İsmail Korkmaz gibi bir üniversiteli, Ahmet Atakan gibi bir devrimci, Medeni Yıldırım gibi bir özgürlük savaşçısı, Mehmet Ayvalıtaş gibi bir genç, Abdullah Cömert gibi bir cevahiriz.

Nüfusun yüzde 80’i borçla tüketiyor

Gelir dağılımındaki farkın arttığı Türkiye’de nüfusun yüzde 80’i borçlanarak tüketiyor. Milli gelirden en yüksek payı alan ilk yüzde 20’lik kesim dışındaki tüm gelir grupları “borç”la tüketiyor. En düşük yüzde 20’lik gelir grubunun milli gelirden aldığı pay yüzde 5.8 düzeyinde iken, bu grubun tüketim harcamalarındaki payı yüzde 8.7 düzeyinde bulunuyor. İstanbul muhammed ünsal

TÜİK gelir ve tüketim harcamaları verilerine göre, gelir ve harcama dengesinde en yoksul kesim 2.9 puan açık verirken, toplumun en varlıklı yüzde 20’lik kesimi 8.9 puan artıya sahip. Diğer bir ifadeyle en düşük gelir grubu gelirinden yüzde 50 fazlasını tüketirken, en varlıklı yüzde 20 gelirinin 81’ini tüketiyor. Her ne kadar hesaplamada kullanılan gelirle ilgili veriler 2011, harcama ile ilgili veriler 2012 yılına ait olsa da, yıllar itibarıyla söz konusu göstergelere ilişkin rakamlarda kayda dikkate değer bir değişim yaşanmadığı için, 2012 yılı gelir dağılımı verilerinin sonuçlar üzerinde değerlendirme farklılığına neden olabilecek önemli bir etkisinin bulunması beklenmiyor. Sadece %20 borçla tüketmiyor Gelir ve tüketim dengesinde en yüksek gelir grubu hariç olmak üzere diğer tüm grupların harcamalarının gelirlerinden yüksek olduğu gözleniyor. Ancak, gelirin artışına paralel olarak borçla tüketimin payı da geriliyor. Buna göre ikinci yüzde 20’lik gelir grubu gelirlerinden yüzde 27.6, üçüncü yüzde 20’lik gelir grubu yüzde 17.3 ve dördüncü yüzde 20’lik gelir grubu ise yüzde 2.3 oranında daha fazla tüketim harcaması yapıyor. En yüksek gelire sahip beşinci yüzde 20’lik kesim ise, gelirlerinin yüzde 81’ini tüketim harcıyor. Gelir harcama dengesinde artı veren tek

grup olan beşinci yüzde 20, aynı za- yim, konut ve kira ve ulaştırma gibi manda tasarruf edebilen tek grup toplam hanehalkı harcamalarında olma niteliğini de taşıyor. önemli payı bulunan kalemlerin “zorunlu” harcamalar niteliği taşıTüketimdeki fark gelir dağılımının masından kaynaklanıyor. Nitekim, yarısı söz konusu harcama kalemleri geVerilerin işaret ettiği diğer önemli lir grupları itibarıyla harcamaların bir nokta ise, gelir dağılımındaki yüzde 50 ila 70 arasındaki bölümüuçurumla, tüketim harcamalarında- nü oluşturuyor. ki farklılıkta gözleniyor. Eşdeğer hane halkı gelirlerine göre toplumun En yoksul kesim nereye harcıyor? en varlıklı yüzde 20’lik kesimi ile en Harcamalarının yüzde 33’lük bölüyoksul yüzde 20’lik kesimi arasında- münü borçla karşılayan toplumun ki gelir farkı 8 kat düzeyinde iken, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik bu fark tüketim harcamalarında 4.3 bölümünün en yüksek harcama kakata iniyor. lemini yüzde 25.8 ile konut ve kira Bu durum, özellikle gıda, gi- giderleri oluşturuyor. Bunu yüzde

19.6 ile gıda ve alkolsüz içecekler ve yüzde 17.2 ulaştırma harcamaları izliyor. Giyim ve ayakkabıya yüzde 6.4 ve ev eşyasına gelirinin yüzde 6.7’sini harcayan en yoksul gelir grubun harcaması içinde kültür ve eğlenceye ayırdığı payı yüzde 1.6 düzeyinde. Bu grup eğitime ise hemen hemen hiç harcama yapmıyor; oranı binde 6. Bu grubun ortalama olarak bin 161 liranın altında aylık gelire sahip olduğu dikkate alındığında eğitim gideri için harcadığı para 7 TL’yi bulmuyor.

Gelirine göre vergi Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Gelir Vergisi’nde kendisine ilişkin özel bir düzenleme yoksa herkesin genel hükümlere tabı olacağım vurgulayarak; “Gelir ile artan oranlı bir vergi söz konusu olacaktır. Dolayısıyla futbolcu ve ya gündeme getirilen diğer hususlarda genel düzenleme söz konusu olacak” dedi. Kira gelirlerinin vergilendirilmesine ilişkin soru üzerine Şimşek, şuan ki mevzuatta şirketlere 2 yıldan sonra yüzde

75’lik bir istisnanın söz konusu olduğunu, kendilerinin bu istisnayı 2 yıldan sonra yüzde 40. 3 yıldan soma yüzde 50.4 yıldan sonra yüzde 60, 5 yıldan soma da yüzde 75 olarak yemden tanımladıklarını ifade etti. Şimşek, gayrimenkul satış karı hesaplanırken. enflasyona göre maliyet düzenlemesi yapılacağını vurgulayarak. elde tutması süresi içerisindeki maliyeti artıcı harcamalarında maliyete ekleneceğini bildirdi. YARIN GÜNCEL

Hedefimiz uydudan enerji üretmek

11. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Şurası’nın kapanışı Harbiye’deki İstanbul Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi. Kapanış programın Bakan Binali Yıldırım, yabancı bakanlar ve çok sayıda davetli katıldı. Şurada 2023 hedeflerinin değerlendirildiğini belirten Yıldırım,” Türkiye’nin hedeflerinden bir tanesinin de uzaya uydu gönderip enerji elde etmek olduğunu söyledi.” “Dayandığımız ana hedef, Türkiye’nin 2023 genel görünümüdür.” diyen Binali Yıldırım, “Bu ana hedefi ortaya koyduktan sonra, ulaşımla, eğitim, sanayi, sağlık, şehirleşme, teknolojik gelişmeler, ticaret ve sosyal devlet olma yönünde hedeflerimiz var. Yani insanın ihtiyacı olan tüm hedeflerin birleştiği nokta Türkiye’nin Cumhuriyetimizin 100. yılında büyük Atatürk’ün bize işaret ettiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ve dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri haline gelmektir. Bunu yeni yollarlar, yeni hızlı ve normal tren hatları, havaalanlarımızı hava taşımacığımızı büyüterek, denizlerimizi daha fazla kullanarak, içinde bulunduğumuz bilişim çağının imkanlarından yapacağımızı ortak çalışmalarla başaracağız.” ifadelerini kullandı. YARIN GÜNCEL

Fıstığa destek lazım Gaziantep Ticaret Borsası Başkanı Ahmet Tiryakioğlu, son dönemde Antep fıstığındaki fiyat artışına dikkat çekerek, “Stokçuluğun engellenebilmesi için Antep fıstığının destek kapsamına alınması lazım” dedi. Tiryakioğlu, “Son dönemde Antep fıstığında yaşanan dar boğaz sebebi ile antepfıstığı piyasalarında sıkıntılı durumlar yaşanıyor. Antep fıstığı Türkiye’nin yurtdışına ihracat yaptığı ve ihracat potansiyeli olan ürünler arasındadır ve bölgenin de temel gelir kaynaklarındandır. Ancak, son dönemdeki fiyat artışları hem üreticileri, hem de tüketicileri rahatsız etmeye başladı. Özellikle Antep fıstığına bağımlı olarak üretim yapan farklı gıda sektörleri de üretimlerini durdurma noktasına geldi” dedi. YARIN GÜNCEL


FORUMLAR

10

13 Eylül 2013

AKP hükümeti ODTÜ ormanına sahip çıkan halka da saldırdı

Eylül ODTÜ’yle mi geldi? İstanbul abbasağa parkı

ODTÜ’de kampüsünün ortasından geçirilmek istenen otoyol, kesilmek istenen ODTÜ ormanı halkın yoğun tepkisine sebep oldu. ODTÜ direnişiyle kısa sürede pek çok il meydanları yeniden doldurdu. İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa’daki forumlara, beklenen Eylül’ün ODTÜ’yle, Tuzluçayır’la gelip gelmediğini sorduk.

Bursa Heykel

İstanbul Yoğurtçu parkı

İstanbul İstanbul

abbasağa parkı

abbasağa parkı

Özgün Aslan

İnsan olmayı önemsemeyi öğrendik

Gezi Parkı eyleminin ağaçları korumak için başlaması insanların düşüncelerini, inançlarını, önyargılarını bir kenara bırakarak herkesin tartışmasız doğayı savunması, bizi bir amaç uğruna birleştirdi ve forumlara taşınmasıyla aslında insanlar kendilerini her ne kadar bir gruba ait hissederek sağcı-solcu, inançlı-inançsız vb olarak nitelendirseler de en önemli olan şeyin, insan olmanın ‘güzelliğini fark ettiler. Çok sevdiğim bir sözdür : ‘’Sadece senin gibiler değil, senden olmayan da çok yaşasın ki, sen de yaşa. Hele bir de onun gözüyle gör şu fani dünyayı. Herkes beyaz olsa, o zaman beyazı fark edemezsin ki. O yoksa sen de yoksun” İşte tam olarak Gezi Ruhu buydu. Kimse kimsenin inancını, siyasi görüşünü değiştirmeye çalışmıyor. Herkes ‘’insan olmayı’’ı önemsiyor Bir ağacın kesilmemesi gerektiğini, bir insanın polis tarafından şiddet görmemesi gerektiğin, bir işçinin yasal haklarını, bir insanın eylem hakkını savunuyor. Gezi Direnişi ODTÜ ile devam ediyor. İnsanlar forumlarda daha çok bilinçleniyor, düşünüyor, üretiyor. Ve bence Türkiye ‘yi bilinçli, birbirini ötekileştirmeyen bireyler çoğaldıkça güzel günler bekliyor.

Fuat Emin Selçuk

Ayşe Batur

Direnişi genişletip büyütmeliyiz Direniş Gezi ile başlamadı; Gezi’den önce de ODTÜ, Gazi, kadınlar, emekçiler, öğrenciler, LGBT bireyler direniyordu. Gezi’yle birlikte hiç yan yana gelmeyecek insanlar bir araya geldi, hiç tanımadıkları insanlara sahip çıktı, kendiliğinden sokaklara döküldü. Şimdi direniş forumlarda, mahallelerde sürüyor, aynı anda farklı düzlemlerde sürüyor. Direnişin talepleri de, odağı da değişmedi. ODTÜ’de direniş bir yandan ODTÜ ormanı için, bir yandan da yalan ve karalama kampanyalarına karşı sürüyor. Bugün her yer ODTÜ, her yer Tuzluçayır diyorsak, direniş hem ODTÜ ormanını, hem Kuzey Ormanlarını, hem Gezi tutuklularını, hem Kazova işçilerini kapsıyor. Öte yandan savaş çağrıları yapılırken umutlu öngörülerde bulunmak çok zor, saldırı çok koldan geliyor ve dolayısıyla direniş de dağınık gibi görünüyor ama aslında değil. Forumlara da, enerji ve zaman kaybetmeden, bu direnişi genişletmenin ve büyütmenin yollarını oluşturmak düşüyor.

Necmi Sağlar

Korhan Yıldızhan

Artık daha bilinçli ve örgütlüyüz ODTÜ’de direnişin başlaması iyi bir şey. Eylül hareketli geçecek ama bildiğimiz eylemler gibi olmamalı. Örneğin Abbasağa’nın düzenlediği “barış için el ele” çok iyiydi. böyle yaratıcı eylemler yapılmalı. Yani herkesin katılabileceği, bir parçası olabileceği eylemler yapılmalı. Sonuç olarak artık insanlar hükümetin yaptığı bu rantiyeciliğe, özgürlüklere dokunmasına başkaldırmaya başladılar. aslında eylülde başlamış olması güzel de bir şey. Gezi başlı başlına kendi dinamikleri olan bir eylemdi. Ama bu dinamikler değişecek. Barış için el ele eylemleri gibi olacaktır belki. Ama demokratikleşeme anlamında önemli eylemler olacaktır. ODTÜ direnişi ayık kalınmasını sağlayacak. Gezi’de kazandık ve kalemiz kalmadı. Biraz defans yapmayla ilgili konu. ODTÜ’yü ben kale olarak görüyorum. Bu bizi diri tutacaktır. Eylül ayı önemli bir ay. Mayıs ayında haziran ayında biz bu direnişleri yaptık. Daha fazla üzerine düşünmemizi sağladı bu süreç. Bundan sonraki direnişler daha bilinçli ve örgütlü olacaktır.

Türkiye’nin beyniyle oynuyorlar Hükümetin belirlemiş olduğu bir oyun bence bu. Üniversitelere polis yerleştirmeye çalışıyor, savaş var. AKP üniversitelerde karmaşa yaratıp, savaş tezkeresini meclise getirdiği zaman insanlar forumlarla eylemlerle uğraşırken savaşı başlatma derdinde. Şu an ODTÜ’de Türkiye’nin beyni ile oynuyorlar. ODTÜ’yü itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar, çünkü ODTÜ’nün tarihsel olaylarda muazzam bir yeri vardır. ODTÜ ikinci bir Gezidir. En büyük hatayı ODTÜ’yle uğraşmakla yaptılar. Abbasağa olarak bizde gerekli destekleri vermeliyiz. Oradaki aktif eyleme de, Ankara’ya giderek katılmalıyız. Yani hiç alakası olmayan bir yerde neden ODTÜ içinden yol geçiriyorlar? Bir nevi bu ODTÜ’yü kontrol altına almak için. Türkiye’nin her yerinde eylemler başladı. Hükümetin ODTÜ’yle sınavı başladı. Yıllardır yapılamayanı biz yapacağız diyor. ODTÜ’de insanlar bir eylem koydukları zaman haklı oldukları bellidir. Neyin ne olduğunu çok iyi ortaya koyabilen öğrencilerden oluşuyor ODTÜ.

Haklılığımız gösterecek eylemler gerek

Gezi Direnişiyle alakalı forumları çok takip edemesem de direnişi yakından takip ettim. Eylülün gelmesi daha bir buçuk ay önceden tartışılıyordu, gündemdeydi. Üniversitelerin eylem yapacağı da zaten belliydi. Bunlar hükümete karşı olan eylemler. İnsanların hükümeti protesto etmesi iyidir. Ama bunların çarpıtılması, mantıklı eylemler yapılması önemlidir. Hükümetin şiddetleri göz ününde bulundurulduğunda belli bir çizgiyi geçmemek önemlidir haklılığımızı göstermek açısından. Ocaktaki seçimler göz ününe alındığında hükümet öne geçmek için her türlü şiddete başvuracaktır. Bizimde bu şekilde direnmemiz gerekiyor. Mantıklı bir çerçevede olması gerekiyor. Bizimde belli bir çizgiyi geçmememiz gerekiyor. ODTÜ ve Türkiye’nin ayrışması gerekiyor. ODTÜ’deki gençliğin, ODTÜ ‘nün nasıl bir çizgide olduğu 1968’den beri belli. ODTÜ’de, Taksimde, Gezi’nin birlikte eylemler yapması gerekiyor. Bunun tüm Türkiye’ye yayılması gerekiyor. Ama tabii ki kendimizi haklı çıkaracak şekilde, yani o çizgiyi geçmeyecek şekilde.

İstanbul yoğurtçu parkı

izmir Gündoğdu forumu

İstanbul yoğurtçu parkı

İstanbul İstanbul

yoğurtçu parkı

yoğurtçu parkı

Erdinç Demir

O ağaçları diken ODTÜ’lüler

ODTÜ’deki ağaçları dikenler elli sene önceki ODTÜ’lüler. O ağaçların kesilmesini istemiyorlar. Ve kesilmemesinde de zaten söz sahibiler. Çünkü zaten o ağaçları dikenler elli sene önceki ODTÜ’lüler. Kesilmeden önce en azından fikirleri sorulsa. Ama hiç bir şekilde fikirlerine danışılmıyor. Her zamanki gibi “yaptık oldu” anlayışı hakim. Sadece ODTÜ’lüler değil, herkes fikirlerine saygı duyulmasını istiyor. Ağaçlara saygı duyulmasını istiyor. Sonuçta bir ağaç kırk elli senede yetişiyor ve bir anda yok edebiliyorsunuz. Buna kimsenin hakkı yok. Kimse baskı, dayatma, zorlama istemiyor. İnsanların düşüncelerine saygılı olunsun. Bir yerde bir şey yapılmak isteniyorsa insanlara sorulsun. Ağaçların kesilmesinin ODTÜ’lülere sorulduğunu sanmıyorum. Gezi Ruhu bir özgürlüğk isteği. Hepimiz demokrasi ve özgürlük istiyoruz. Bu sadece ODTÜ’de değil dünyanın pek çok yerinde. Herkes özgürlük istiyor. Baskı dayatma zorlama olmasın, ben yaptım oldu olmasın. Herkesin düşüncesine, fikrine, ağaçlara saygı duyulsun.

Şafak Özgü

Burak Kiper

ODTÜ’de insanlar örgütlenmiş

Gezi Parkı ruhu bence ODTÜ’de devam etmiyor. Çünkü ODTÜ’de az bir kitle var ama örgütlenmiş bir kitle var. Gezi Parkı’nda tamamen fevri bir şekilde oluştu her şey, direniş. İnsanlar Gezi Parkı’na solcu olduğu için, solcular için gelmedi, saldırı olduğu için geldi. ODTÜ’de farkılı bir şey. ODTÜ’de 1960’lardan, 1970’lerden beri bu olaylar var. Gezi Parkı’ndaki insanlar oradaki şiddete karşı ayaklandı. ODTÜ’deki insanların örgütlenmesi Gezi Parkı’nda olsaydı devrimin ilk adımı olabilirdi. Gezi Parkı’nda daha eksiklikler,ama giderilmeye yüz veriyor. Çünkü halkı arkasına almaya devam ediyor. Forumlar insanların beyni olduğu için ve insan da halkın beynini yasıttığı için forumlar önemli. Forumlar önemini kaybettiği zaman halk da önemini kaybedecek. Devlet halk olarak kalacak. Forumlar önemli olunca, halk da önemli olacak.

Taner Koçer

Meltem Şen

Kafasına göre değil, kafaya göre

ODTÜ ile birlikte Gezi Direnişi’nin tam olarak devam ettiği söylenemez. Gezi Direnişi esnasında kitlesel eylemler vardı. Şimdi insanların belki çoğunluğu destekliyor ama evlerindeler. Bir süre sonra çıkıp çıkmamaları da şu anda sokakta olanların nasıl eylem yapacaklarına çok bağlı. Bu konuda forumlar çok önemli. Ama forum demek biziz. Bundan sonra eylemlerin nasıl devam edeceğine forumlarda birlikte karar vermemiz gerekiyor. Eylem denen şey bir anlık heyecana kapılıp yapacağımız bir şey değildir. Kesinlikle örgütlenmesi gerekir. Öbür türlü dağıtılması çok mümkündür. Dağıtılması derken polis müdahalesini kast etmiyorum. Kitlelerin kendi içinde dağılıp bir hedefe ulaşamamasını kast ediyorum. Eğer ki Gezi Ruhunu önemsiyorsak forumlara sahip çıkmamız gerekiyor. Gezi Ruhu demek kafamıza göre hareket etmek değildir, ama kafalara göre hareket etmek gerekiyor.

Gezi Paradigması özümsenmeli

Eylülde bir çok insanın görüşü ve umudu Gezi Direnişi’nin tekrar kitleselleşmesi, hareketlenmesi ve forumlarda aldığı derinlikle çok daha katmanlı bir şeklide ilerlemesi. Üniversitler kapanırken bir çoğu Gezi protestolarıyla kapandı. Dolayısıyla açılırken de ciddi hareketlilik beklemek mümkün. Forumlarda da bir yaz zayıflaması yaşandı. Ama eylül ayıyla birlikte tekar genişleyecek, katmanlaşacak. Hem forumların hem ünivesitelerin birbirini beslemesi sürdürülebilirse Gezi’yi bıraktığımız noktadan çok daha öteye götürme ihtimali var. Bu tür süreçler politik olarak bildiğimiz süreçler değil. Hem katılımcı demokrasi diyoruz, hem de eylemlilikler yaratmaya çalışıyoruz. Türkiye muhalefetinde çok farklı kesimler var, bu farklı kesimlerin Gezi’de oluşan toplam paradigmayı ne kadar özümsedikleriyle ilgili sonuç. Yok eğer eski paradigmalara daralmaya birlikte bir dönüş sergilenirse bu bizi gerilere götürecek. Umarım Gezi’nin yarattığı fark herkese sirayet eder.

ODTÜ direnişinden yeni bir Gezi olmaz ODTÜ yeni bir gezi olamaz. Gezi daha büyük bir olaydı. ODTÜ özgürlüğü kısatladığı için bir kesimin yarısını ayırdı. Ama Gezide ağaçlarının kesilmesine herkes tepki gösterdi. Miliyetçiler olsun, solcular olsun herkes tepki gösterdi Gezi’de. Herkesime ulaştı. Ankara’daki biraz daha az olacak. ODTÜ biraz daha siyasi. Gezide apolitik gençler dışarıdaydı. ODTÜ’de politk gençler meydanda. Biraz daha yerel olabilir Ankara. Yavaş yavaş hareketleniyor eylül ayı. Ama bir Gezi büyüklüğünde olacağını sanmıyorum. Biz Gezide neredeyse 10,12 gün kaldık,ama gece 11’den sonra kimse kalmıyor örneğin. Öğrenciler gelince göreceğiz eylül ayının nasıl olacağını. Ama tahmin edemiyorum. Pek bir büyüklük olmayacak bence. Biz geleceğiz, belli gruplar gelecek. Yine yürüyüş, büyük şeyler olur ama çıt çıkıcak yani. gezi olaylarında Eskişer büyük illerden biridir. Ama eylül ayında sanmıyorum Eskişehir’den veya Bursa’dan ses geleceğini sanmıyorum. Ama İzmir, İstanbul veya Ankara hep gündemde.


11 FORUMLAR Forumlar ODTÜ için direniyor 13 Eylül 2013

Halk forumlarından bütün hafta boyunca tek ses yükseldi: “Her yer ODTÜ, her yer direniş.” Forumlar, ODTÜ’de yol yapımı için gerçekleştirilen ağaç kıyımına ve polis şiddetine karşı ODTÜ’deki direnişi semtlerine taşıdı. Günlerdir ODTÜ’deki direniş için eylemler yapan forumlar halkı sokaklara dökerek direnişi selamladı.

ANKARA

Ankara Ethem’i yaşatıyor

Eskişehir Ali İsmail Korkmaz Parkı’nda buluşarak yürüyüşe geçti.

Ankara halkı yaklaşık 3 aydır Kolej’deki Çaldıran Parkı’nın ismini Gezi Direnişi sırasında polis tarafından başından vurularak öldürülen Ethem Sarısülük’ün ismini vererek Ethem Sarısülük Parkı olarak değiştirmek istiyor. İsim değişikliği için Çankaya Belediyesi’ne başvuran Ankara halkı, belediyeden beklediği desteği göremeyince olaya kendisi el atmaya karar verdi. 7 Eylül’de Ethem Sarısülük’ün ailesinin de katıldığı bir açılış düzenleyen Ankara halkı, Çaldıran Parkı’na Ethem Sarısürük adını vererek parka Ethem’in adıyla tabelalar astı. Ardından yapılan basın açıklamasında Gezi Direnişi’nde yitirilen 6 şehit anıldı ve onların mücadelesinin yaşatılacağı söylendi. Açılışın ardından katılımcılar birlikte ODTÜ’de gerçekleşecek eyleme gittiler. YARIN GÜNCEL

Abbasağa Heykelde ODTÜ’yü selamlıyor.

İzmir forumların çağrısıyla ODTÜ için yürüyor. İSTANBUL özge doğan

ODTÜ’lüler de iktidarın ‘Eylül kabusunu’ Gezi ruhuyla gerçekleştirdi. Ankara Büyükşehir Haziran boyunca polisin çok sert Belediyesi’nin bir kısmını saldırılarına rağmen sokakta olan ODTÜ’den geçirmeyi planladığı halk, direnişi bu kez de ODTÜ otoban için ağaç kesme işlemlerine ormanını savunmak için merkezi başlamasıyla ODTÜ’lü öğrenciler, Ankara ODTÜ olan bir harekete ormanına sahip çıkmak için direniş dönüştürdü. başlattı. Polisin halka saldırmasıyla ODTÜ’de başlayan direniş, tüm ül- FORUMLAR ODTÜ İÇİN EYLEMDE keyi yeniden direniş ruhuyla sardı. ODTÜ direnişinin ilk gününden Direnişin yayılmasıyla paralel po- beri gözü, kulağı Ankara’da olan lisin saldırıları da arttı. Başta An- halk forumları ise yürüyüşleriyle, kara ve İstanbul olmak üzere bir trafiği keserek gerçekleştirdikleri çok yerde çok sert polis saldırıları oturma eylemleriyle seslerini dugerçekleşiyor. yurarak halkı ODTÜ’ye desteğe çağırdı. Her forum kendi semtini organize ederek halkı sokaklara, EYLÜL AYI DİRENİŞLE GELDİ Herkesin eylül ayını beklediği şu ODTÜ için direnmeye davet etti. günlerde gelişmelerin nasıl olacağı, Özellikle Ankara’daki halk forumGezi direnişinin öğrencilerin de ları, forumlarını iptal ederek diokullarına dönmesiyle nasıl ilerle- renişçilere destek için ODTÜ’ye yeceği merak konusuydu. ODTÜ gittiler. Hafta boyunca illerde de direnişi de ‘ağaçlara sahip çıkmak’ ODTÜ direnişine destek eylemleri amacı taşıdığından Gezi direnişi- sürdü. Mersin halkı, polis barikatne benzerlik gösteriyor. Ağaçları ve larını açtırarak ODTÜ için barış üniversitesi adeta işgal altına alınan meydanına yürüdü ve basın açık-

MERSİN

İSTANBUL lamalarının ardından forumlarını gerçekleştirdiler. Yine Adana’da da halk ODTÜ için yaptığı eylemin ardından Atatürk Parkı’nda toplanarak forum gerçekleştirdi ve ODTÜ’de yaşananları tartıştılar. Eskişehir halkı da Ali İsmail Korkmaz Parkı’nda buluşarak ODTÜ için yürüdü. İzmir forumları ve halkı ise Gündoğdu Meydanı’nda buluşarak ODTÜ direnişine destek için yürüdüler. ABBASAĞA VE YOĞURTÇU’NUN EYLEMLERİ SÜRÜYOR Ankara’daki forumlar direnişçilere destek için ODTÜ’ye giderken, İstanbul forumları da yaptığı çağrılarla kitlesel eylemler düzenledi. En yüksek katılıma sahip Beşiktaş Abbasağa Halk Forumu, çevredeki küçük forumları da içine katarak Kartal Heykeli’ne yürüyüş gerçekleştirdi. Abbasağa Forumu “Her yer ODTÜ, her yer direniş” sloganlarıyla Kartal Heykeli’ne yürüdü ve burada ODTÜ direnişini

selamladı. İstanbul’un bir diğer katılımı yoğun olan forumu, Kadıköy Yoğurtçu Parkı Forumu ise günlerdir eylemlerine devam ediyor. Anadolu Yakası’ndaki Kozyatağı Forumu, Göztepe Forumu gibi diğer forumlarla da birleşen Yoğurtçu Halk Forumu, Kadıköy Boğa Heykeli’ne yürüyerek burada oturma eylemleri gerçekleştirdi. Kadıköy’de forumların ve Kadıköy halkının yolu kapatarak gerçekleştirdiği oturma eylemlerinde sıkça ODTÜ’ye destek sloganları atıldı ve eylemciler çevreden yoğun destek gördü. Eylül’ün gelişiyle direniş yeniden başlarken, forumlar da yeni bir yola girdi. Yaz boyunca halkın tartıştığı, fikir alışverişinde bulunduğu, ilerisiyle ilgili yol haritası çizdiği forumlar, Türkiye’nin dört bir yanında semtlerde halkı organize ederek direnişe destek vermeye devam ediyor.

Eylül ayı geldi direniş ODTÜ’de yeniden başladı Gezi’deki hareketin durulmasıyla gözler direnişin canlanması için Eylül ayına çevrilirken, Eylül ayı beklendiği gibi ‘direniş’ ile geldi. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin bir kısmını ODTÜ’den geçirmeyi planlayarak ağaçları kesmeye başlamasıyla başta ODTÜ’lüler olmak üzere tüm Ankara halkı ayağa kalktı. 100. Yıl İnisiyatifinden Özgeç Muzaç ODTÜ direnişiyle ilgili düşüncelerini paylaştı: Bu 1993 yılında imar planı yapılmış bir yol. Zamanında ODTÜ’nün kabul ettiği bir yol. Ancak 1995 yılında sit alanı ilan ediliyor. Aslında imar planı suya düşmüş oluyor. Ondan bu yana hayalet gibi dolaşıyor bu yolun planları. Aslında bu yol yapımı için daha önceden tepki vermek gerekirdi. Ancak Gezi Parkı ile başlayan direniş ile insanların hassasiyeti artmış durumda ve bu

yüzden yol yapımına tepkiler büyüdü. Biz 100. Yıl İnisiyatifi olarak yaptığımız forumun hemen yanında bir ucube, viyadük ayakları yükselmeye başladı. Biz de bu yola karşı durmak gerektiğini düşündük. Bu yol sadece bir yoldan ibaret değil. 8 şeritlik bir yol olacak belki. Bu 40.000 araç demek. Egzoz dumanı var, gürültüsü var. Burayı yaşanmaz hale getirecek. Şunu da biliyoruz. Yolun geçtiği

yer rant yeridir. Burası rant yeri olacak. İnsanlar buradaki yaşam alanlarından edilecektir. Yol ile ana arterlerin rahatlayacağını söylüyorlar. Ana arterler yol ile değil metro ile rahatlar. Bu hükümetin her zaman yaptığı şey. Rant için kendine alanlar yaratıp, insanları yerinden etmek. Biz de buna karşı buradayız. Eylül ayında da bir beklenti vardı. Eylül’ün gelmesi ile birlikte burada direniş alanı

oluşturduk. Gözaltına alınan arkadaşlarımız oldu. Ardından mücadelemiz daha ciddi bir boyut kazandı. Bu beş ya da on günlük bir mücadele değil. Ne 100. Yıl ne de ODTÜ olarak, tüm Ankara olarak, Türkiye olarak bu davanın peşindeyiz. 14 kişi gözaltına alınmış olabilir. Yarın 140 sonra 1400 kişi olur. Bu inşaat durana kadar mücadele edeceğiz.

İSTANBUL

Hesap sormaya Eylül’de gel 15 Eylül’de Kadıköy’de gerçekleştirilmesi planlanan Forumfest, Antakya’da Ahmet Atakan isminde bir direnişçinin ölmesi sebebiyle bir anma mitingine dönüştürüldü. Kadıköy Rıhtım’da yapılması düşünülen, onlarca ünlü sanatçının sahne alarak konser vereceği festival, AKP’nin polislerinin sokaklardaki şiddetinin son kurbanı olan Ahmet Atakan başta olmak üzere tüm Gezi şehitlerinin anıldığı bir miting olacak. Haftalardır “Adalet, özgürlük ve barış için Eylül’de gel” sloganıyla örgütlenen Forumfest artık “Adalet, özgürlük ve barış İçin, AKP’nin polisi tarafından öldürülen kardeşlerimizin hesabını sormaya Eylül’de gel” diyerek tüm forumları ve İstanbul halkını Ali İsmail’in, Ethem’in, Mehmet’in, Medeni’nin, Abdullah’ın ve Ahmet’in hesabını sormak için 15 Eylül günü Kadıköy’e çağırıyor. YARIN GÜNCEL

BODRUM

Gümüşlük yaz okulu düzenliyor Bodrum Gümüşlük’te düzenli olarak her hafta halk plajında forum düzenleyen Gümüşlük Forumu, öğrencilere, her yaz, kamp düzenleme kararı aldı. Forumlarında hem kendi yerel sorunlarını hem de ülke sorunlarını tartışan forumun katılımcıları, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği aracılığıyla Van, Urfa ve İstanbul’dan, yaşları 15 ila 21 arasında değişen bir grup öğrenciyi Gümüşlük’te bir araya getirmek istiyor. Yaz kampı kapsamında çocuklar resim, yaratıcı çamur çalışması, dans, yazın, okuma atölyelerine katılıyor; su sporları, yüzme, voleybol, satranç gibi aktivitelere dahil oluyorlar. Bu atölyelerde Neriman Polat, Ali Atmaca, Ekin Erman, Nejat İşler, Belit Özükan, Ercan Mehmet Erdem, Didem Özkan, Türker İşçi, Buse Uğur, Mine Söğüt gibi sanatçılar gönüllü olarak yer alıyor. YARIN GÜNCEL


ESAS MESELE

12

FOTOĞRAF: OSMAN ERDEM

13 Eylül 2013

Su yolunu bulacak

Gezi Direnişi forumlarda, sokaklarda devam ediyor. AKP’nin politikalarına karşı halk büyük bedeller ödemeye devam ediyor. En son Ahmet Atakan’ı kaybettik. Ahmet’in hayatını kaybetmesinin ardından sokaklarda hala çatışmalar devam ediyor. Gezi sürecini yakından takip eden Milliyet gazetesi yazarı Mehveş Evin’le “Gezi süreci nereye doğru yol alır?” sorusuna cevap aradık. Gezi Direnişiyle başlayalım, gezi olayları hala tartışılıyor. Sizce bu olaylara halk ayaklanması RöPORTAJ diyebiliyor SELÇUK KAYGISIZ muyuz? Siz Gezi olaylarını nasıl tanımlıyorsunuz? Gezi’nin başlangıcı, bir ayaklanma değildi. Gezi Parkı protestolarının nasıl başladığına bakın: Evet, her şey üç beş ağaç yüzünden başladı! Yalın, küçük bir protestoydu… Fakat protestoların büyümesine, tüm Türkiye’ye yayılmasındaki en büyük etken, polisin uyguladığı şiddet oldu. Direniş sürdükçe, hükümet inatlaştıkça, ayrıştırdıkça ve polisi ödüllendirdikçe sokaktaki öfke bir isyana dönüştü. Hükümetimiz sayesinde, protestolar artık bir “halk ayaklanması”na evriliyor. Haziran’daki gösteriler sırasında beş gencecik insan öldürüldü. İnsanlar sakatlandı, gözünü kaybetti. Pazartesi akşamı bir genci daha Antakya’da kaybettik. Ahmet Atakan niye öldürüldü? ODTÜ protestolarına destek için sokağa çıktığı için! Bugüne bir anda, salt Gezi’yle gelmedik. Başta HES olmak üzere çevre mücadeleleri, kadın örgütlerinin protestoları, adaletten yoksun davalar, şehirdeki rantsal dönüşüme karşı yapılan mücadele, 1 Mayıs’lar, sendikal hak mücadeleleri… Hepsi parçalar halindeydi, ama çoklukla birbirinden kopuktu. Gezi, bu grupların hepsini birleştirdi. Birleştirmekle kalmadı, daha evvel hayatında protestoya katılmamış insanları, gençleri de sokağa döktü. Genel seçimler öncesinde düzenlenen Büyük Anadolu Yürüyüşü’nü hatırlayın. Bugün “masum çevreciler” denen, Gezi’de ilk nöbeti tutmaya başlayanların pek çoğunun kökü Büyük Anadolu Yürüyüşü’nde bence. Türkiye’nin dört bir yanından bölgelerindeki çevre katliamlarına karşı birleşen yerel örgütler ve STK’lar aylarca yürüdü! Ankara’ya vardıklarında engellendiler. Sonunda yürüyüş dağılmak zorunda kaldı. Çevre ve kadın hakları mücadelelerinde kazanılan pratikler, Gezi’ye “yön verdiği” söylenen sol örgütlerden daha etkili. Gezi, hem adaletsizliklere karşı bir uyanış… Hem de toplumun bir kısmının bir araya gelmesini sağlayan dev bir dayanışmadır. Ortaya çıkan bu enerjiyi akıllıca idare edebilen, üzerine körükle gitmeyen bir yönetim anlayışı olsaydı, bugün ayaklanmadan, isyandan bahsetmezdik.

Hükümet bu süreçte nerede yanlış yaptı? Hükümet bu süreçte nerede doğru yaptı ki? Barışçıl protestoları gazla, şiddetle, plastik mermi ve gözaltıyla bastırmaya çalışmak, en büyük yanlış... Hükümet bu yanlışı yapmayı sürdürüyor, üniversitelere de polis yerleştiriyor. Hem kibirli, hem acımasız. Kendi bildiği, inandığının ötesinde hiç kimseye yaşama şansı tanımıyor. Toplumu kutuplaştırıyor, yalan söyleniyor, medya büyük baskı altında. Demokrasiyi sandık başarısına indirgemenin ve güç sarhoşluğunun sonuçları bunlar. Kaldı ki korkunç bir üslup sorunu var: Başbakanından bakanına, valisinden yerel yöneticisine, konuştukları zaman ortalığı sakinleştireceklerine insanları daha da delirtiyorlar. Hadi diyelim ki polis gücüne başvurmaktan başka nasıl baş edeceğinizi bilmiyorsunuz. Yahu bari öldürülen gençlerin ailelerine bir dokunun, özür dileyin. O kadar hassas olduğunuz dini duygularınızla bakın meseleye? Hayır! Adam, öldürülmüş çocuğunun 40’ında bile rahat bırakılmıyor. Berkin mesela, hala komada… Ailesinin basın açıklaması yapmasına dahi müsaade yok. Ne müsaadesi? Gaz bombalarıyla saldırıyorlar. Sosyal medya ve medya üzerinden korkunç bir dezenformasyon ve nefret kampanyası yürütülüyor Gezicilere karşı… Sanatçılar, gazeteciler, bilim insanları dahil olmak üzere, insanlar hedef gösteriliyor. Mısır’daki darbeden, Suriye’deki kimyasal saldırıya, Gezi protestosunu destekleyenlerin karşısına konuyor. Sanki birindeki vahşete üzülen, diğerine üzülemezmiş gibi. Hangi ara insanlığın, ölümün acılarını, “türüne göre” vesayet altına aldılar anlamıyorum ki!

Hükümet bu yanlışı yapmayı sürdürüyor, üniversitelere de polis yerleştiriyor. Hem kibirli, hem acımasız. Kendi bildiği, inandığının ötesinde hiç kimseye yaşama şansı tanımıyor. Halk hala muhalefet yapmaya çalışıyor. Süreç forumlara evrildi. Siz forumları önemli buluyor musunuz? Katılıp, göz-

lemleme imkanınız oldu mu? Forumları, Gezi’den doğan en heyecan verici, en yenilikçi oluşum olarak görüyorum. Evet hala dağınık, evet hala nereye evrileceği belli değil. Bazen ciddi görüş ayrılıkları çıkıyor. Mühim değil, sürecin parçası olarak görmek lazım. İnsanların yaşadıkları yerlerde bir araya gelip, eski Yunan’daki gibi tartışması, müthiş bir demokrasi deneyimi. Abbasağa’ya gittim, kendi mahallemdeki foruma elimden geldiğince katılıyorum. Beni en çok heyecanlandıran, yeni neslin konuşmaları ve fikirleri. Gerçekten bizden ve önceki kuşaklardan çok daha farklı bir bakış açıları var. Ne ulusalcılar, ne solcular. Aslında hiçbir kalıba uymuyorlar. Genel eğilimleri şu: Abi bize niye bu kadar çok karışıyorsun? Neden benim adıma karar veriyorsun? Neden benim akranlarımı dövüyor, öldürüyorsun? Klasik anlamda örgütlü değiller. Hem avantaj, hem de dezavantaj olabiliyor bu. Forumların bence tek sorunu, Gezi protestolarına eleştirel yaklaşanların katılmaması. Oysa keşke gitseler, ne konuşuluyor, bunlar ne yapıyor diye baksalar. Zaten her şey şeffaf. Keşke forumlar, Gezi karşıtı insanlara, özellikle AKP seçmeni denilen kesime ulaşabilse. Bazı konularda, bazı insanlarla tartışmak imkansız. Ama arada kalan, forum ve Gezi ortamından korkanlar da vardır. Önümüzde yerel seçimler var. Forumlarda yerel seçim gündemli toplantılar oluyor. Bağımsız aday çıkartalımdan, başka partilere oy verelime kadar bir sürü seçenek konuşuluyor. Sizce forumlar seçimlerde ne yapmalı? Forumlar istikrarla toplanmaya, tartışmaya ve eyleme geçtiği müddetçe muhalefet partileri buradan nemalanmaya veya parçası olmaya çalışacak. Forumlarda bağımsız aday ve aktif siyasete karışılsın mı soruları hep gündemde. Genel eğilim, mevcut baraj ve siyasi partiler yasasıyla fazla bir şey yapılamayacağı yönünde. O nedenle insanlar sokağa dökülüyor. Kendini bu siyasi sistemde ifade edemiyor. Forumlardan bağımsız aday çıkabilir, ama belki bir ya da iki… Olmasa bile, bazı adayları desteklemek için ortak çağrı kararı çıkabilir. Yine de “Gezi ruhu”na aykırı. Çünkü bu forumlarda aktif olanlar, mevcut partilerin hiçbirinden genel olarak memnun değil. Gençler hiç değil! Bu nedenle seçimlerde ne yapılabilir sorusuna doğrudan bir cevap vermek zor. Bence tıpkı Gezi gibi, tıpkı forumların ortaya çıkması gibi, seçimlerde de su yolunu bulacak.

Forumlarla ilgili yazılar da yazdınız. Bizim için bu toplantıların önemini ifade edebilir misiniz? Sizce neden bu kadar önemli?

Bu nedenle seçimlerde ne yapılabilir sorusuna doğrudan bir cevap vermek zor. Bence tıpkı Gezi gibi, tıpkı forumların ortaya çıkması gibi, seçimlerde de su yolunu bulacak. Kişisel olarak şunu söyleyebilirim: Forumlarda daha önce tanımadığım şahane insanlarla tanıştım. En basitinden kendi ilişkilerimizi geliştirmek açısından fırsat oldu. Komşuluğun unutulduğu, mahalle dayanışmasının apartman içinde bile koptuğu bir çağda, bu bile devrimdir. Ama forumlar tabii ki sosyalleşme alanı olmanın çok ötesinde. Birincisi, genel siyasi ortam ve Gezi olayları konuşuluyor, bilgi alışverişi ve dayanışma açısından çok önemli. Pek çok insan, medyadan umudunu kesmiş vaziyette. Doğrudan demokrasi zor ama gerekli! İkincisi, sadece kendi semtinde değil, başka semtlerde, şehirlerde olan bitenler forumlar arası koordinasyonla takip ediliyor. Bu noktada medyaya teşekkür etmek lazım. Bu kadar berbat bir performans göstermeseler, insanlar evde oturup “ne oldu” diye TV zaplayacaktı. Şimdi parkta, sokakta buluşup birbirleriyle iletişim kuruyorlar. Üçüncüsü, her semtin kendine has sorunları var. Bir araya gelip yurttaş olarak “biz ne yapabiliriz”i konuşmak ve hatta çözüm üretmek mümkün. Artık herkes yerel seçimleri bekleyerek sorunlarını çözemeyeceğini, kendi ihtiyaçlarına yönelik çözümlerde söz sahibi olmak istediğini biliyor. Kentlerdeki büyük dönüşüm ve değişim, ne yazık ki parlak reklamlarda, haberlerde iddia edildiği gibi yurttaşın hayatını kolaylaştırmadı. Aksine, hukuksuzluk, usulsüzlük ve yaşam kalitesinin düşmesi , İstanbul için ortak ve büyük bir dert. Basına bakarsak Gezi sürecinde çok büyük tepki aldı. Forumların yaptığı Barış için el ele eylemini yine sansürlediler. Basın hakkında neler söylemek

istersiniz? Basının “Gezi imtihanı” hakkında çok şey yazdım, daha evvel de yazıyordum. Basın uzun zamandır, özellikle son genel seçimlerden bu yana büyük baskı altında. Tutuklu gazeteciler, sansür, sermaye yapısı, hükümetle medyanın ilişkileri ve işten çıkarmalar zaten medyada boğuştuğumuz sorunlardı. Gezi, pek çok şey gibi bu sorunun ne kadar derin olduğunu su üstüne çıkarttı. İşten çıkartılan gazeteci sayısı korkunç arttı, sırf muhalefet ettikleri için. Bazıları çalıştıkları kuruma dayanamadıkları veya gemiyi bu şekilde daha fazla yürütemeyeceklerini anladıkları için istifa etti. Meşhur penguen’imiz var bir de… Artık bu bir sembol ve ilelebet hatırlanacak. Medya kurumlarının önünde, sokakta medyayla ilgili kitlesel protestolar daha önce yapılamıştı. Bu çok önemli bir işaret. Haber kanalları bir felaket, ya manipüle ediliyor ya da bahsi bile geçmiyor sokakta yaşananlardan. Yahu sosyal medya diye bir şey var artık. Kullanabilen herkes, anında haberdar. Neyi, kimden saklıyorsun? Gezi sürecinden birebir, hızlı biçimde etkilenen basında daha çok trajedi yaşanacak. Olumlu yanı, alternatif medyanın ortaya çıkması, güçlenmesi. Habercilik, devlet sansürüyle yürümeyeceğine göre, çöküş yakındır.

Olayların kontrolden çıkması, çok farklı yerlere saptırılması mümkün. Valla bu gidişle AKP sokakta tank yürütürse şaşırmam! ODTÜ de yeniden olaylar başladı. ODTÜ olaylarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Gezi sürecinin etkisi var mı sizce? Gezi’den önce ODTÜ’de protestolar olmuş, hükümet ülkenin uluslarası alanda en başarılı üniversitesini hedef göstermişti. Gezi olmasaydı, bugün böyle şekillenmesiydi de ODTÜ o yola direnecekti. Gezi’nin etkisi şu: ODTÜ’nün ağaç nöbeti diye başladığı eylemlere, Türkiye’nin başka yerlerinden destek geliyor. İnsanlar haftasonu Taksim, Kadıköy, Ankara, Antakya’da sokaklarda… Genel olarak “birimize yapılan, hepimize karşı yapılmış

Mehveş Evin kimdir? 1970’te İstanbul’da doğdu. İstanbul Lisesi’nden sonra BÜ Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun oldu. Bilgi Üniversitesi’nde e-MBA yaptı. Gazeteciliğe, 1993 yılında Sabah gazetesinde başladı. Aktüel dergisi, FT’nin Türkiye baskısı “Liberal Bakış”, Yeni Yüzyıl ve NTV dergi grubunda çalıştı. Daha sonra Sabah gazetesi, Aktüel dergisi ve Vatan gazetesi eklerinde yayın yönetmenliğini üstlendi. Akşam gazetesinde genel yayın koordinatörlüğü yaptı. 2007’de “köşe”ciliğe başlayan Evin, 2009’dan bugüne Milliyet Cadde eki ve Milliyet gazetesinde yazmaya devam ediyor. bir hareket” duygusu hakim. Bu nedenle ister yol olsun, ister kuzey ormanları, birbirinin sorununa sahip çıkıyorlar. Bu ayaklanma ve politizasyon nelere gebe? Sizce de artık eskisi gibi olmayacak mı? Neden? Tarihte bir dönemeç bu, geri alınabilir mi? Hiçbir şeyin eskisi gibi olması mümkün değil. İnsanlar, öldürülme tehlikesini göze alarak “bu sisteme, bu yönetime, bu uslüba karşıyız” demek için hala sokağa çıkıyorsa herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesi lazım. Maalesef olayları körüklemek, bazı siyasetçilerin işine geliyor. İşte ben de bu şiddet, ayrıştırma ve nefret siyasetinin devam etmesinden korkuyorum. Başka bir şey bilmiyorlar. Makul bir zeminde, ortak talepleri göz önüne alıp buluşulmazsa, geri dönmek için artık geç. Olumsuz düşünmek istemiyorum ama sokaklar bu gidişle daha çok karışabilir diye endişeleniyorum. İnsanlar haklı taleplerini duyurmak için sokağa çıktıkça, hükümet de güvenlik güçleriyle OHAL görüntüsü sergiledikçe olaylar büyüyebilir. Zaten Suriye ve barış süreci bıçak sırtında. Olayların kontrolden çıkması, çok farklı yerlere saptırılması mümkün. Valla bu gidişle AKP sokakta tank yürütürse şaşırmam! Politizasyonun olumlu yanına gelince: İnsanlar bilinçleniyor, artık eskisi gibi bu ülkeyi yönetmek mümkün olmayacak. İnsanlar huzur içinde ve bir arada yaşamak istiyor, alınan kararları eleştirebilmeyi istiyor. Özel hayatındaki seçimlere, despot baba gibi devamlı karışılmasın diyor. Adalet istiyor, haysiyetini korumak istiyor. Bir takım numaralarla “zenginleşme” hayallerinin yalnızca güç sahiplerine yaramayacağı bir düzen istiyor. AKP de bu vaatlerle gelmişti. Ama tüm kredilerini tüketti. Ne “hoşgörü türküsü” kaldı, ne AB hayali. Ne “laik devleti koruyacağız” kaldı, ne sosyal adalet sağlandı. Belki hemen olmasa da geleceğin siyaseti Gezi olaylarının etkisiyle şekillenecek, burası kesin. Akıllı olan buna göre davranır.


EGITIM (

13

13 Eylül 2013

Dershanelerin yeriniözel okullar mı alıyor?

Sol Köşe

SBS’nin alternatifi ne olacak?

Ahmet direnişimizde yaşayacak

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı SBS’nin kalkacağını ve dershanelerin kapanacağını bildirdi. Açıklamada sistemin detayları, nasıl uygulanacağı, ortaöğretime nasıl geçileceği ve merkezi sınav sisteminin alternatiflerinin neler olacağı ile ilgili başlıklara yer verildi. Sistemdeki bu değişimin ne kadar kalıcı olduğu ise hala bir merak konusu. Emekçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sibel Uzun bir açıklama yayınlayarak 22 yaşındaki Ahmet Atakan’ı katledenlerden hesap soracaklarını söyledi. Uzun “Dışarıdaki kirli savaşın aktörlerinden olmak için büyük bir çaba içinde olan AKP Hükümeti içeride genç insanlarını hedef almaktan, ölümlerine neden olmaktan geri durmuyor” dedi. Konu Ortadoğu olunca AKP’nin demokrat kesildiğine dikkat çeken Uzun, Türkiye’de ise hükümetin gencecik insanları öldürdüğünü söyledi. Sibel Uzun, Gezi şehitlerimizin ailelerinin, Ahmet Atakan’ın ailesinin, yoldaşlarının içi rahat olsun onlar boşuna direnmedi, onlar hepimizin kardeşi, hepimizin canı, hepimizin şehidi. Toplumun hafızasında yer ettiler, sorumluları hesap verene kadar peşlerindeyiz. Hiçbir zalim dünyadan huzur içinde gitmedi” dedi.YARIN GÜNCEL

HDK’den ODTÜ eylemi

Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen Halkların Demokratik Kongresi, ‘Kentimizden, İnancımızdan, Kimliğimizden Ellerinizi Çekin yazılı pankart açarak eylem yaptı. ODTÜ’de yaşanan olayları protesto eden grup adına basın açıklamasını okuyan Ahmet Saymadi ‘Gezi direnişinin altında kalan AKP’nin talancı, asimilasyoncu ve şovenist politikaları bitmek bilmiyor. AKP, devrimcilerin büyük emeği olan Ankara’nın ciğerleri konumundaki ormanı yok etmeye çalışıyor. Ancak Yüzüncü Yıl halkı ve ODTÜ öğrencileri buna izin vermiyor, vermeyecek’ dedi. YARIN GÜNCEL

Sorumlular polislerdir

Ahmet Atakan’ın ölümüne dair Hatay Halkevi bir açıklama yayınladı. Açıklamada: “1 Mayıs tarihinden beri şiddetin her türlü biçimiyle yüz yüze kalan kentimiz 3 yiğit evladını bu süreçte kaybetmiştir. Abdullah Cömert ve Ali İsmail Korkmaz’ın ardından 09 Eylül gece yarısından sonra da Ahmet Atakan kardeşimizi kaybettik. Ahmet Atakan bir düğünde, kahvede, piknikte ya da sokakta yürürken kendiliğinden ölmemiştir. Ahmet Atakan saatler süren gaz saldırısı sırasında ölmüştür. Bu kendiliğinden değil bir dış müdahalenin aracılık ettiği bir ölümdür. Bu ölüm bu nedenle “öldürülmedir” ve sorumlusu da “polis”tir ve polise saldırı emrini veren yetkililerdir.” denildi. YARIN GÜNCEL

Haziran, 12 Eylül’ün sonunun başlangıcıdır

12 Eylül faşist darbesinin 33.yılı nedeniyle Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) bir açıklama yaparak, Haziran halk direnişinin Eylül’ün sonunun başlangıcı olduğunu ifade etti. ÖDP Eş Genel Başkanları Alper Taş ve Bilge Seçkin Çetinkaya’nın yaptığı açıklamada AKP’nin 12 Eylül’deki darbe uygulamalarını hayata geçirdiği söylendi. Yayınlanan metinde AKP’nin 12 Eylül Darbesi’nin devamcısı olduğu söylenirken, “12 Eylül faşist cuntasına karşı direnişte ve bugün Haziran direnişinde kaybettiğimiz tüm güzel arkadaşlarımıza sözümüzdür. Onların cesareti, kararlılığı, düşleri ve sevdalarını bayrak yapıp ülkenin bütün sokaklarında dalgalandıracağız” dendi. YARIN GÜNCEL

istanbul NESLİHAN SU

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı Seviye Belirleme Sınavı’nın(SBS) kalkacağını ve dershanelerin kapanacağını bildirdi. Merkezi sınav sisteminin kaldırılmasını öngören sistemde, çoktan seçmeli testler yerine açık uçlu klasik sınavlar ile sadece eğitim-öğretim sürecinde değil yerleştirmede de öğrencilerin sosyal, sanatsal ve sportif etkinliklerinin değerlendirildiği bir yapıdan söz edildi. Açıklamada sistemin detayları, nasıl uygulanacağı, ortaöğretime nasıl geçileceği ve merkezi sınav sisteminin alternatiflerinin neler olacağı ile ilgili başlıklara yer verildi. Sistemin detayları, modelin amaçları şu şekilde sıralandı: *Öğrenci, öğretmen ve okul ilişkisini güçlendirmek. *Eğitim sürecinde öğretmenlerin ve okulun rolünü daha etkin kılmak. *Ülke çapında müfredatın eş zamanlı uygulanmasını sağlamak. *Sınav kaygısını sürece yayarak azaltmak. *Öğretmenin mesleki performansını artırmak. *Okul dışı eğitim kurumlarına yönelik ihtiyacı azaltmak. *Öğretim programlarının uygulanmasını ve öğrenci kazanımlarını objektif bir şekilde izlemek ve değerlendirmek. *Başarı değerlendirmesini sürece yaymak. *Telafi imkanı sağlayarak tek sınavdan kaynaklanan olumsuzlukları azaltmak. *Öğrencilerin okula devamsızlığını en aza indirmek. *Orta ve uzun vadede öğrencinin ders dışı sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif etkinliklerini değerlendirmek. YENİ MODEL NASIL UYGULANACAK? 1-) 2013 - 2014 eğitim - öğretim yılından başlayarak altı temel ders için 8. sınıfta öğretmen tarafından dönemsel olarak yapılan sınavlardan bir tanesi merkezi olarak gerçekleştirilecek. Merkezi değerlendirme kapsamındaki şu dersler yeri alıyor; “Fen ve teknoloji, matematik, Türkçe, yabancı dil, din kültürü ve ahlak bilgisi, T.C. inkılap tarihi ve Atatürkçülük” 2-) Merkezi değerlendirmeler, her dönem 2 yazılısı olan derslerden birincisi, 3 yazılısı olan derslerden ise ikincisi olmak üzere, akademik takvime göre işlenen müfredatı kapsayacak şekilde yapılacak. 3-) Merkezi değerlendirmeler her dönem iki okul gününe yayılarak yapılacak, o günlerde okullar tatil edilecek. 4-) Sorular çoktan seçmeli (4 seçenekli) olacak. Yanlış cevaplar doğru cevapları etkilemeyecek. 5-) Merkezi değerlendirmeler orta ve uzun vadede açık uçlu soruları da içerecek hale dönüştürülecek. 6-) Öğrenciler merkezi sınavlara olağanüstü haller dışında kendi okullarında girecek. Sınavda görevlendirilecek öğretmenler kendi okullarından farklı bir okulda görev yapacak. 7-) Geçerli bir mazereti sebebiyle merkezi sınava giremeyen öğrenciler için önceden belirlenen bir hafta sonunda mazeret sınavı yapılacak. Mazeret sınavı, belirlenen sınav merkezlerinde yapılacak.

başarı puanlarının aritmetik ortalamasının yüzde 30’u ile 8. sınıf ağırlıklandırılmış merkezi sınav puanının yüzde 70’inin toplamı, yerleştirmeye esas puanı oluşturacak. Yıl sonu başarı puanı, not ile değerlendirilen tüm derslerin ağırlıklı yıl sonu puanlarının o dersin haftalık ders saati sayısı ile çarpımının o sınıfa ait haftalık ders saatleri toplamına bölümünden elde edilen puanı ifade edecek. Ağırlıklandırılmış merkezi sınav puanı, öğrencinin altı temel dersten girdiği merkezi sınavların ağırlık katsayılarına göre hesaplanan puanını ifade eder. 6, 7 ve 8. sınıf yıl sonu başarı puanlarının aritmetik ortalamasının yüzde 30’u ile 8. sınıf ağırlıklandırılmış merkezi sınav puanının yüzde 70’inin toplamı, yerleştirmeye esas puanı oluşturacak. ORTAÖĞRETİME GEÇİŞ NASIL GERÇEKLEŞECEK? Yerleştirmeye esas puan, öğrencinin bir sonraki eğitim kademesinde devam edeceği okulun belirlenmesinde kullanılacak. Öğrencilerin yaptıkları okul tercihleri puan esasına göre değerlendirilecek ve yerleştirmeler merkezi olarak elektronik ortamda gerçekleştirilecek. PUAN EŞİTLİĞİ HALİNDE ORTAÖĞRETİME YERLEŞTİRME NASIL GERÇEKLEŞECEK? Yerleştirmeye esas puanların eşit olması durumunda aşağıdaki öncelik sıralamasına göre yerleştirme yapılacak. “Tercih önceliği, sırasıyla 8, 7 ve 6. sınıflardaki yılsonu başarı puanı yüksekliği, okula özürsüz devamsızlık oranının azlığı. MERKEZİ SINAV SİSTEMİ KALKIYOR MU? *Kısa vadede merkezi sınav sistemini kaldırıyoruz. Okulu, sınıfı ve oradaki kazanımları ön plana çıkarıyoruz. *Çoktan test yerine açık uçlu klasik sınavlar yapmayı, öğrencilere dağıtacağımız tabletlerden yararlandırmayı planlıyoruz. *Sadece eğitim öğretim sürecinin değil yerleştirmede onların sosyal, sanatsal, sportif etkinliklerinin değerlendirildiği, bu yeteneklerinin güçlendirildiği bir yaklaşımı hayata geçirmeyi planlıyoruz.

İŞTE YENİ ORTAÖĞRETİME GEÇİŞ MODELİ ORTAÖĞRETİME YERLEŞTİRMEDE ESAS * 8’inci sınıflara uygulanacak merkeALINACAK PUANIN HESAPLANMASI zi yazılılar 6 dersten yapılacak Öğrencinin 6, 7 ve 8. sınıf yılsonu * İki yazılısı olan derslerden ilki, 3

yazılısı olanlardan da ikincisi merkezi olarak düzenlenecek * Sınavlar iki okul gününe yayılacak. O günlerde okullar tatil edilecek * Sorular çoktan seçmeli olacak. * 4 yanlış 1 doğruyu götürmeyecek * İleride sınavlar, açık uçlu soruları da içerecek hale getirilecek * Sınava giremeyen öğrencileri, telafi sınavlarına belirlenen merkezlerde girecek * Liselere yerleştirmelerde 6, 7 ve 8’inci sınıf yıl sonu başarı puanlarının ortalamasının yüzde 30’u ile 8’inci sınıf ağırlıklandırılmış merkezi sınav puanının yüzde 70’inin toplamı kullanılacak * Yıl sonu başarı puanı, not ile değerlendirilen tüm derslerin ağırlıklı yıl sonu puanlarının o dersin haftalık ders saati sayısı ile çarpımının o sınıfa ait haftalık ders saatleri toplamına bölümünden elde edilen puanı ifade edecek. * Fen ve Teknoloji, Matematik, Türkçe, Yabancı Dil, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ile İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersleri, merkezi değerlendirme sistemi kapsamında olacak. * Merkezi değerlendirmeler iki yazılısı olan derslerden birincisi, üç yazılısı olan derslerden ise ikincisi olmak üzere yapılacak. Öğretmenler ne diyor? Tüm bu değişim süreci akla bazı soruları ve sorunları getirmektedir. En çok istikrar gerektiren sistemlerden birisi olan eğitim sisteminin bu denli değişim geçirmesi sağlıklı bir durum değildir. Ayrıca uygulanmaya koyulmak istenen yeni sistemin alt yapısının sağlam bir zeminde olup olmadığı da araştırılmalıdır. İlk akla gelen ‘Her kurum aynı kalitede eğitim veriyor mu?’ sorusudur.Gerek eğitmen kadrosunun kalitesi,gerekse fiziki koşullar kurumdan kuruma değişiklik göstermektedir.Öğrencinin başarısı ya da başarısızlığı adaletsiz bir insiyatife bırakılmamalıdır.Buna göre: dershaneler kapatılmadan önce okullardaki eğitim kalitesi iyileştirmeli ve atılması gereken adımlar bu süreçte değerlendirilmelidir.SBS nin kalkacağını öngören yeni sistemde aslında sınav sayısının 12 ye çıktığını gözlemliyoruz.Örneğin:8.sınıf öğrencilerinin altı dersten girecekleri sınavlarda okunacak yazılı sayısı 7 milyon 800 bin olacaktır.Bu sonuç akla, SBS sonrasında 1.3 milyon sınav sonucunu değerlendirirken hatalar yapan kurumun bu kadar yazılı kağıdını hangi güvenirlikte okuyacağı sorusunu getirmektedir.

Ve genel olarak 6.7. ve 8. sınıflar için 1.3 milyon 12 sınav ile çarpıldığında 15.6 milyon yazılı kağıdının değerlendirileceği gerçeğiyle karşı karşıya kalırız. Ve değerlendirme sisteminin çoğunlukla yazılı kağıtları üzerinden ele alınması da ayrı bir tartışma konusudur.Sonuç itibariyle eğitimin ezberden uzak,bilgiye yönelmeyi ,araştırmayı ve soruşturmacı amaçlayan bir sisteme dayandırılması gereklidir ve atılacak adımların bu doğrultuda olması gereklidir. Peki dershaneler ne diyor? Özel Dershaneler Birliği Derneği (ÖZ-DE-BİR) Başkanı Faruk Köprülü, ‘’Türkiye’de bulunan yaklaşık 4 bin 100 dershaneden sadece 20-30 tanesi özel okul binası standartlarına uygun.’’ diyerek, şunları kaydetti: ‘Dershanelerin çok büyük bir bölümü şu andaki mevcut halleriyle özel okul olmaya müsait değil. Dershanelerin bir kısmının özel okul olacağını varsaysak dahi dershanelerin işlevi ile okulun işlevi zaten farklı. Şu anda ülkemizde bir sınav var. YGS sınavı kaldırılabilir, ancak bu sınavın yerine ne konacak da öğrenciler üniversiteye seçilecek? Şu anda ülkemizde arz ve talep arasında bir hayli fark var. Örneğin, hukuk fakültelerine bu yıl eğer 10 bin kişi alacaklarsa, alınacak 10 bine karşın müracaat eden hukuk fakültesine girmek isteyen 150 bin kişi varsa mutlaka bir şekilde seçim yapılacaktır. Bu seçimin yöntemi ne olacak? Bunların açıklığa kavuşması lazım. Sonuçta adı ne olursa olsun bir şekilde bir yöntem bulacaklar, bir sınav yapacaklar. Bu sınav merkezi olur, başka türlü olur ama sonuçta bir seçim olacak. Dershaneler de zaten bu noktada görev yapıyor, öğrencileri sınavlara hazırlıyor.’’Dünyanın birçok ülkesinde yapılan her türlü çalışmanın belgelendirildiğini ifade eden Köprülü, Türkiye’de dershane sektörünün ekonomik olarak 1,5 milyar dolarlık büyüklüğe sahip olduğunu ve sektörde 50-60 bini öğretmen olmak üzere 100 bini aşkın kişinin çalıştığını kaydetti. Dershanelerin kısa sürede kapanabileceğini düşünmediğini savunan Köprülü, ‘’En az 5 yıl sonra hayata geçebilir. Türkiye’de üniversite ile ilgili bir sınav olacak ise bunun adı ne olursa olsun dershaneler bu görevlerini yapmaya devam edebilirler. Biz de ÖZ-DE-BİR olarak önerilerimizi ilgili kurumlara ileteceğiz’’ diye konuştu.


LISENIN GUNDEMI

14

13 Eylül 2013

Eğitim 13 parçalı yapboz

Liseye başlamak için 685 lira harcanıyor

AKP hükümeti ile birlikte son 10 yılda eğitimde 13 temel değişiklik yaşandı. Değişen her Milli Eğitim Bakanı ile birlikte eğitim sistemi de değişti. Ancak her değişimden sonra öğrenciler yine rekabetçi sistem ve elemeci sınavlarla karşı karşıya kaldı. Eğitim sistemimizde sürekli reformlar yapılmasına rağmen değişen tek şey sistemin adı olup sorunlara çözüm getirilmedi.

Yeni öğretim yılına başlarken öğrencilerin okula başlangıç masrafları ile ilgili yapılan araştırmaya göre, okul öncesi eğitime kayıt olan bir öğrenci için başlangıç masrafı olarak ortalama 345 TL, ilkokula başlayan bir öğrenci için 575 TL, ortaokula başlayan bir öğrenci için 588 TL, ortaöğretime başlayan bir öğrenci için ise 685 TL harcama yapılması gerekiyor. Veli, çocuğunu bir üst kademeye geçmesi için sınavlara hazırlık amaçlı dershaneye gönderdiği takdirde ise, masraflar daha da artıyor. Devletin eğitime yeterli bütçe ayırması durumunda eğitimin parasız olması gerekiyor. YARIN GÜNCEL

Özürsüz devamsızlık 10 güne indi İSTANBUL ceday avcı

AKP hükümeti ile eğitim sürekli değişim halinde. Her değişiklikte umutlanılsa da son 10 yılda gelen sistemler birbirinin tekrarı oldu. Son 10 yılda hem müfredatta hem de sınav sisteminde 13 temel değişiklik yaşandı. Son değişim ise liseye geçişin nasıl olmasına karar verilmemesiyle neredeyse her sene farklı uygulanan SBS’de yaşandı. Eğitimdeki eşitsizlik, devlet okullarındaki niteliksiz eğitim sorunu devam ederken MEB’in üzerinde durduğu yalnızca merkezi sınavlardı.

kanı iken ardından Nimet Çubukçu, Ömer Dinçer ve Nabi Avcı oldu. Ortalama 2,5 yılda değişmesine rağmen gelen her bakan eğitimde büyük bir reform yaptığını iddia etti. Hüseyin Çelik ortaöğretime geçiş sistemini baştan aşağı tamamen değiştirmişti. Ardından Nimet Çubukçu, 5. sınıf ve 6. sınıf sınavlarını kaldırıp liseye geçişi orta 3’teki tek sınava düşürdü. Nabi Avcı 4+4+4 kesintili eğitimi uygulamaya geçirmesiyle eğitimde büyük bir reform yaptığını söyleyerek 4+4+4’ü bir başarı hikayesi olarak tanımlamıştı.

kararı alınmıştı. Nabi Avcı, 12 yıllık zorunlu eğitim gerekçesiyle SBS’yi kaldırarak 3 senede 36 sınavdan sorumlu olacakları bir sistem getirdi. Önce OKS sonra SBS aynı kapıya çıktı. Sınav isimleri sık sık değişti ancak öğrenciler her seferinde elemeci sınavların oluşturduğu rekabetçi ve adaletsiz eğitim sistemiyle karşılaştı.

aldığı eğitimle devlet okuluna giden öğrencinin aldığı eğitim eşit olmamasına rağmen aynı sınavdan sorumlu oldular.

Öğrencilere “yine” elemeci sınavlar Çıkabilecek sorunlar göz ardı edilerek, eski sistemin hatalarından ders çıkarılmadan yapılan değişimlerle eğitim de artık yapboza dönüşmüşken değiEğitimde eşitsizlik ne olacak şimler deneme-yanılma yöntemiyle 2 senede bir temel değişiklik yapıl- devam etti. Sadece bu sene tüm düz ması da öğrencilerin karşısına sürekli liselerin kaldırılması ve 4+4+4’le farklı sistemleri getirdi. imam hatiplere dönüşümler eğitimde Her sistem bir öncekinden daha kaos ortamını yaratmaya yetti. Öğrekabetçi ortamın oluşmasına neden rencileri sınav stresinden kurtaracağıSınav ismi değiştirildi, reform oldu oldu. Bu nedenle öğrenciler başarılı nı söyleyen her bakan yeni bir elemeci 10 yılda farklı 4 bakan Hüseyin Çelik döneminde “OKS kal- olmaktan çok birbirleri ile yarış ha- sistemi getirdi. Bakanlığın tek çıkış Eğitim sisteminde olduğu gibi Milli dırıldı” müjdesiyle getirilen 3 seviye line girmişken, yenilik yapmaktan yolu olarak gördüğü elemeci sınavEğitim Bakanımızda da sık değişimler belirleme sınavı, Nimet Çubukçu çekinmeyen Bakanlık, eğitimdeki lar öğrencilerin önünde engel olarak yapılarak 10 yılda 4 bakan getirildi. döneminde öğrencilerin ruh sağlığını eşitsizlik konusunda bir adım at- duruyor. Önce Hüseyin Çelik Milli Eğitim Ba- bozduğu gerekçesiyle 1 kez yapılması madı. Özel okula giden öğrencinin

MEB, liseye geçiş sistemini değiştirmişken Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği’ni de güncelleyerek özürsüz devamsızlığı 10 gün ile, özürlü özürsüz toplam devamsızlığı 45 gün ile sınırlandırdı. Tüm ortaöğretim kurumlarında ders saati 40 dk da eşitlendi. Liselerde geçer not ise 45’ten 50’ye yükseltildi. Farklı lise türleri arasında kontenjan olması durumunda nakil işlemleri kolaylaştırıldı. Puan ve notla değerlendirme esasına dayanan ikili ölçme sistemi, puan esas alan tekli değerlendirme sistemine dönüştürüldü. YARIN EĞİTİM

61 Bin Boş Kontenjan

4+4+4 Dayatması 4+4+4 eğitim sistemiyle önce ortaokulların dönüşümleriyle sonra da düz liselerin kaldırılmasıyla kaos ortamı oluştu. Veliler normal ortaokulun sınırlı olmasından dolayı çocuğunu gönderecek okul bulamadı. Bakanlık, dönüştürülen birçok okulda velilerin haberi olmadan öğrencilerin kaydını imam hatiplere alarak Nabi Avcı için “eğitimde başarı hikayesi” olan 4+4+4 eğitim sisteminin antidemokratik uygulamalarına bir yenisini daha ekledi.

file:///C:/Users/Onur/Downloads/lise-der2%20(1).jpg

Eğitim demokratik değil Düz liseler dönüştürülünce puanı Anadolu liselerine yetmeyen öğrencilerden meslek liselerine ve imam hatiplere gitmek istemeyenler açıkta kaldı. Çok programlı liselerde düz lise sınıflarının açılması açıkta kalan öğrencilere yeterli olmayacakken düz lise talebine dair çözüm üretildiği gösteriliyor. Bakanlık, karşılaşılan tüm sorunlarda olduğu gibi sorunu tamamen ortadan kaldıracak çözümler değil sorunun üstünü kapatacak adımlar atıyor. YARIN GÜNCEL

Nitelik artarsa paralı eğitim kalkar

Bizler deneme tahtası değiliz

Gelen her Milli Eğitim Bakanı önümüze yeni bir sınav sistemi çıkardı. Ancak sınav sistemi sınanmadan, muhtemel sorunlar göz ardı edilerek yürürlüğe getirildi. Sorunların üstesinden gelinemeyince de her seferinde reform yapıldı denilerek sistemin adı değiştirildi. Bizler planlarınızı rastgele uygulayabileceğiniz deneme tahtaları değiliz. Geleceğimizi kurma yolunda ilerlerken AKP eğitimdeki düzenlemeleriyle önümüzde engel oluşturuyor. Yalnızca sınavların adının değişmesi de elemeci sınavların, rekabeti ve adaletsizliğin sürekliliğini sağlıyor. AKP özel okuldakiyle devlet okulundaki öğrenci arasında eşitliği sağlamalıdır. Bizler, taleplerimiz doğrultusunda mücadele etmeye devam edeceğiz.

İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız, liseye geçişteki yeni sisteme dair açıklama yaptı. Dershaneye bağımlılığı arttıracak bir sistemin gelmediğini söyleyerek, “Türkiye’deki tüm okullarda ortak müfredat zorunlu hale getirilecek.” dedi. “SBS’de öğrenci 8.sınıftaki sınavda 6. ve 7.sınıftan da sorumlu olduğu için dershaneye başvuruyordu” diyen Yıldız, yeni sistemle okul müfredatının temel kılındığını söyleyerek ek bir eğitime ihtiyaç olmadığını belirtti. Özel okullar ve devlet okullarındaki eğitim eşit olmadığı sürece adil bir sistem mümkün değil. Devlet okullarındaki niteliksiz eğitim sorunu devam ettiği müddetçe dershanelerin tamamen kalkmasını eğitimciler de veliler de uzak görüyor. Öğrenciler ya özel okulları tercih ediyor ya da dershanelere başvuruyor. Okulunda nitelikli eğitim alması durumunda öğrenciler takviye bir eğitime ihtiyaç duymayacak, paralı eğitimin yok olması için önemli bir adım atılacaktır. YARIN EĞİTİM

Lise tercihlerinin yedek döneminin geçen hafta tamamlanmasıyla Anadolu, Fen ve Sosyal bilimler liselerinde boş kontenjanlar belli oldu. Yedek dönemi bitmesine rağmen liselerde 61 bin kontenjanın boş olmasıyla Bakanlık 2.tercihlerin yapılacağının sinyalini verdi. Bakan Nabi Avcı boş kontenjanlar dolana kadar kayıt sisteminin açık tutulacağını söyledi. Belirtilen kayıt takvimine göre kayıtlar okullar açıldıktan sonra da devam edecek. Öğrenciler Anadolu liselerinde önceki senelerdeki gibi boş kontenjanla bırakılmamasını, istedikleri liselere yerleşebilmeyi ümit ediyor. YARIN EĞİTİM

Özel okullar ayrı sınav istiyor

Yeni ortaöğretime geçiş sistemi açıklanmadan sistemdeki belirsizliklerden dolayı özel okullar öğrenci alırken kendi özel merkezi sınavlarını yapmayı talep etmişti. Yeni sistem açıklandıktan sonra da bu okullar “Özel okula gitmek istiyorum” diyerek bu okulları tercih eden öğrencilere merkezi bir sınav talebini sürdürdü. Okul döneminde öğrencinin 36 sınava tabi tutulmasının ardından özel okulların hazırladığı merkezi sınava girmesi söz konusu oluyor. Özel okullar da özel okulların kalıcılığından endişe ettikleri için özel sınav talebiyle paralı eğitimin devamını düşünüyor. YARIN EĞİTİM


DUNYA

15

13 Eylül 2013

G-20’de Suriye zirvesi

G-20 zirvesinin tek gündemi Suriye oldu. ABD bir yandan Türkiye bir yandan ülkeleri savaşa ikna etmeye çalıştı. Türkiye karadan, havadan ve denizden tam teşekküllü bir işgal isterken, ABD’nin “sınırlı müdahale” projesi dahi tam karşılığını bulamadı. Herkes tamam ‘kimyasal var’ dese de, ülkelerini savaşa ikna edemeyeceklerinden korkuyorlar.

Dünya can çoksöyler

Rusya’nın başkenti St. Petersburg yakınlarında düzenlenen G-20 zirvesi tamamlandı. Suriye’ye askeri müdahalenin konuşulduğu zirvede Türkiye tabir yerindeyse eli boş döndü. Daha önceki sürecin aksine ABD bu sefer ‘sınırlı’ da olsa bir müdahaleden yana ancak bu bile tam karşılığını bulamadı. Kongre’ye müdahale tasarısını sunma ‘gafletine’ düşen Obama ise kesin bir reddin eşiğinde. Suriye’ye savaş istemeyen insanlara rağmen ise saldırı her an fiili olarak başlatılabilir.

geldiği zirve de Çin ve Rusya BM kozunu kullandı. İki ülke de BM onayı olmaksızın bir saldırının olmaması gerektiğinde ısrar ettiler. Birleşmiş Milletler’nin (BM) onayı demek ise Çin ve Rusya’nın da oylamaya katılması anlamına geliyor. Bu da savaş çıkartmak için gerekli konsensüsün sağlanamayacağı demek oluyor. Hal böyleyken ABD’nin görüşmeleri hep hüsranla sonuçlanmış oluyor.

Zirvede uzlaşı yok Dünyanın en gelişkin ekonomisine sahip 20 ülkesini Rusya’da bir araya getiren G-20 zirvesine de, bir süredir tüm dünyanın gündemini BM kozu işleri bozdu meşgul eden ‘ Suriye krizi’ damga Genel toplantının aksine, kulisle- vurdu. Zirvede, dünyanın lokomorin ve ikili görüşmelerin gündeme tifi durumundaki ülkeler arasında

Suriye krizine ilişkin ortak bir zemin bulma çabaları sonuç vermedi. İtalya Başbakanı Enrico Letta, dün akşam St. Petersburg’daki çalışma yemeğinde ayrılıkların su yüzüne çıktığı açıklamasında bulundu. Rusya Cumhurbaşkanlığı sözcüsü ise Suriye konusunda dünya liderlerinin fikir ayrılığı yaşadığını ve bölündüğünü söyledi. Sözcü, ABD ‘nin Suriye’ye olası saldırısının “uluslararası hukuka yeni bir darbe vuracağı” uyarısında bulundu. Diğer taraftan Fransa, Türkiye , Kanada ve İngiltere’nin liderlerinin ABD Başkanı Obama’nın kimyasal silah saldırısı nedeniyle Suriye’ye askeri müdahale çağrısına güçlü destek verdiklerini söylüyor. Ancak Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin, kimyasal silahı hangi tarafın

kullandığının netleşmediğinde ısrar ediyor ‘aceleyle harekete geçilmemesi’ uyarısında bulunuyor. BM raporu belirleyecek AB’nin fikrini ise BM’nin raporu şekillendirecek gibi gözüküyor. ABD’nin, kimyasal silah kullandığına hükmettiği Suriye rejimini cezalandıracak askeri müdahale için yaptığı lobi hız kazanırken AB’den ilk yeşil ışık geldi. Ancak AB, BM raporunun beklenmesi gerektiğinde ısrarcı. Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta toplanan AB dışişleri bakanları, 21 Ağustos’taki kimyasal silah saldırısını Suriye rejiminin düzenlediğine dair güçlü deliller olduğu konusunda dün mutabakata vardı ve “net, güçlü bir cevap verilmesi gerektiğini” bildirdi.

Mısır’da yine katliam, 31 ölü var Mısır ordusu, Refah ve Şeyh Zuveyd kentlerinin güneyindeki bölgelerde silahlı gruplara yönelik operasyon düzenledi. Mısır ordusunun Sina Yarımadası’nın kuzeyindeki bölgelere havadan ve karadan düzenlediği askeri operasyonlar sonucu, 31 kişi öldü. 6 askeri helikopter ve özel kuvvetlere bağlı kara birliklerinin kullanıldığı operasyonda 31 kişi hayatını kaybetti. Operasyon kapsamında silahlı gruplara ait bir silah deposu, 2 araç ve 10 evin imha edildiği belirtildi. Mısır güvenlik kaynakları, operasyonda, son iki ayda Sina’da askerleri hedef alan saldırılara karışanların hedef alındığını belirtti. Mısır’da kan durmuyor. Yapılan darbe karşıtı eylemlere açık saldırılar yaşanırken, bir yandan tutuklama ve kontra saldırılarla can kayıpları artmaya devam ediyor. En son bir çok darbe karşıtının infazından sorumlu polislere darbe hükümeti ‘başarılarından ötürü’ ikramiye vereceğini açıkladı. Bu da akıllara Türkiye’de Gezi Direnişi’nde 5 insani öldüren polislere Başbakan Erdoğan talimatıyla 24 ay maaş ikramiyesi verilmesini getirdi. YARIN DÜNYA

773 milyon insan okuma yazma bilmiyor

Dünya Turu

Almanya

Polise hapis cezası

Almanya’da Stuttgart Mahkemesi, 3 yıl önceki demiryolu protestoları sırasındaki polis müdahalesi sebebiyle 3 polisi mahkûm etti. Üç yıl önce yaşanan eylemlerde polisin müdahalesi sonucu bazı kişiler ağır yaralanmış, bir kişinin de görme yetisinde azalma meydana gelmişti. Mahkeme, 2 polise 7 ay hapis cezası verdi. Ceza alanlardan biri ise polis saldırısında TOMA’yı kullanan polis. Yaralanmadan sorumlu polis, Türkiye’de olsaydı ödüllendirilirdi. Bir başka polis ise 3 aylık cezaya denk gelen para cezasına çarptırıldı. Mahkeme 2010 yılında yaşanan olayları müdahale olarak değil “kafa hedef alınarak su sıkma” şeklinde değerlendirdi. Türkiye’de ise güvenlik güçleri eylem yapan 5 kişiyi öldürmüş, yüzlercesini yaralamıştı ancak ceza değil maaş ikramiyesi aldılar. YARIN DÜNYA

Bosna

Toplu mezar bulundu

Bosna Hersek Savcılığı’ndan yapılan açıklamaya göre, Priyedor kenti yakınlarındaki Tomaşitsa köyü yakınlarında, doğal bir görüntü oluşturmayan tepecikten şüphelenen vatandaşların ihbarı üzerine, söz konusu alanda ekiplerce kazı yapıldığını bildirdi. Yapılan kazıda, toprağın birkaç metre altında, insan kalıntılarına rastlandığı belirtilen açıklamada, ilk bulgularda onlarca insana ait kalıntıların tespit edildiği ifade edildi. Toplu mezarda kalıntıları bulunan kurbanların, Bosna’daki savaşın başladığı 1992 yılında Sırplar tarafından Priyedor ve çevresinde katledilen Boşnak ve Hırvatlar olduğu belirtildi. Açıklamada, mezarın son 10 yıl içerisinde Bosna’nın batı bölgesinde bulunan en büyük toplu mezar olabileceği vurgulandı. YARIN DÜNYA

İran

ABD zararlı çıkacak

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon, “8 Eylül Uluslararası Okuma Yazma Günü” dolayısıyla bir mesaj yayımladı. Ban, dünya genelinde 773 milyon civarında kişinin okuma yazma bilmediğini, bu kişilerin iş başvurusu için gerekli olan bir formu dolduramadığını ya da çocuklarına masal okuyamadığını belirtti.

Diana öldürüldü mü? 16 yıldır Prenses Diana’nın ölümüne şüpheyle bakılmasına rağmen devletin Paris’teki kazada parmağı olması ihtimalinin üzerine gitmeyen İngiliz basını son haftalarda yeni iddiaların ortaya çıkması üzerine tutum değiştirdi. Kazanın olduğu dönemde elit birlikte görev yapan askerler, ölümlerin kaza sonucu olmadığından emin konuşmakla birlikte suikastın SAS komandoları tarafından yapıldığı iddialarını onaylamadıkları kaydedildi. Haberlere göre SAS komandolarının çoğu yanıtlanmamış çok soru olduğuna inanıyor ve “Bazılarımız Diana’nın ölümünün kaza sonucu olmadığı görüşünde. Askeri bir operasyon planlandığında her şeyi hesaplamak zorundasınız ama gene de her şey planlandığı gibi gitmeyebilir” diye konuşuyor. Hükümet ise sessiz. YARIN GÜNCEL

Okuma yazma bilmeyenlerin üçte ikisi kadın Sürdürülebilir bir dünyanın temelini okuryazarlığın oluşturduğunu belirten Ban, şu ifadeleri kullandı: “Okur yazarlık, insanların, sağlıklarını korumak için gerekli olan bilgiye erişmesine imkan veriyor, gelir artırıcı fırsatları genişletiyor, iklim değişikliğinin yol açtığı değişikliklere uyumu kolaylaştırıyor.” YARIN GÜNCEL

İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, “ABD, Suriye konusunda hata yapıyor ve kesinlikle bundan zararlı çıkacaktır” dedi. Ortadoğu’daki gerilim açısından da İran’ın tarafının altını tekrar çizmiş oldu. Bölgedeki olaylardan “ABD’nin başını çektiği emperyalist ülkeleri” sorumlu tutan Hamaney, “Emperyalist güçlerin ana hedefi bölgede siyonist rejim eksenli bir hegemonya kurmaktır. Kimyasal silah bahanesi ile Suriye’de başlattıkları operasyonun hedefi de budur ama ABD gerçek dışı söylemeleri ile insani bir hedef için olaya dahil olduğunu iddia etmektedir” dedi. Afganistan, Pakistan ve Irak’ta sivillerin ölümünün sorumlusunun da ABD’de olduğunu ifade eden Ayetullah Ali Hamaney, “Dünyada hiç kimse insaniyetin Amerikalıların hedefleri arasında olduğuna inanmıyor” dedi. YARIN DÜNYA


YAKLASIMLAR

16

13 Eylül 2013

Diktatörlerin kaderi Başbakan’ı korkutuyor FATMA ÇAKIR yazdı

Gezi Direnişi Türkiye’de pek çok konuda bir dönüm noktası oldu. Direnişte başı genç kuşak çekti. Gençler yalnızca eylemlerde başı çekmedi, siyasete dair sözünü de üretti. Biz de Yarın Gazetesi olarak, üniversiteden bir sese kulak verdik ve Uludağ Üniversitesi öğrencisi Fatma Çakır’ın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Gezi ile birlikte sergilediği tavrı değerlendirdiği yazısını yayınlıyoruz.

Politikacıların tavırları değişir mi? Peki tavırlarını değiştiren şeyler nelerdir? Özellikle Türkiye gibi ülkelerde kişisel menfaatler gereği bırakın tavırları, sözde solcu olan bir politikacı, bir de bakmışsınız muhafazakar sağcı oluvermiş. “Dün dündür, bugün bugün” diyen bu ülkenin siyasetinden emekli olmuş Süleyman Demirel’i değil miydi? Fakat bunun sebebi sadece kişisel çıkarlar mıdır? Tabi ki hayır. Şimdi bu ülkedeki tarihsel aşamaları değerlendirecek olursak, özellikle de 12 Eylül 1980’den sonraki dönemde milat ne zamandır? Yani köklü değişmelerin olduğu ve liderlerin tavırlarını bile değiştiren olay: Gezi Direnişi süreci. Peki ya ülkenin şu anki Başbakan’ı Recep Tayip Erdoğan, o da çok değişiyor mu? Miladı başlatan etkenler onu da etkilemiş mi? Aslında hem hayır hem evet. Yani kendi çıkarları gereği savunduğu şeyler ve söylemleri değişebilir; fakat aynı diktatörlük, aynı imparatorluk hevesi, aynı tehditkar tavırlar ve aynı yasakçı politikalar. Sadece dozajları daha da artmış şekilde o kadar. Milattan önce Başbakan diğer tüm Ortadoğu’daki diktatörler gibi çok yüksek oy oranlarıyla iktidara gelmiş. Yüzde 50 oy oranı, her iki kişiden biri onu seçmiş; çünkü halkın diliyle konuşmuş, çünkü yanlış siyaseti doğru şekilde anlatmış, propagandasını iyi yapmış. “Her aileden bana en az bir oy çıktı” diyerek de kendine acayip bir özgüveni gelmiş. Hatta etki alanını o kadar genişletmiş ki her şey iki dudağının arasından çıkan talimata bağlı hale gelmiş. O milat tabi ki de sıfırdan başlamadı. Bazı dönemler muhalif sesler yükseldi, Başbakan ve diğer hükümet sözcüleri gittikleri

Ve işte Eylül ayı ODTÜ direnişini de beraberinde getirdi ve ilk şehidini verdi. Şimdi insanlar hem direnişe hem de Ahmet Atakan’a sahip çıkmak için tekrar sokaklara döküldü ki bu daha okulların açılmamış hali. Bakalım şimdi başbakan ne yapacak?

yerlerde protestolarla karşılaştılar. Fakat bu tür şeyler onlara göre incir çekirdeğini bile doldurmaz. Ne de olsa her seçimde artan oy oranına güveniyor. Kazandığı her seçim sonrası yaptığı balkon konuşmalarında tüm halkı kucakladığını vurguluyor ancak sadece kendi yüzde 50‘sini sahiplenip onları diğer yüzde 50’nin üzerine salmaya çalışıyor. “Tencere tava çalan komşularınızı ihbar edin” diyen Başbakan, kendi elleriyle halkını bölmeye çalışarak iç savaşa sürüklüyor. İşte Başbakan’ın imparatorluk hevesi o kadar yükseldi ki ‘bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ diyenleri bile yılan geldi bir yerden soktu: Kadın cinayetlerinin yüzde bin dört yüz oranında artışa geçmesine rağmen kadınların hala devlet tarafından korunmadığı için öldürülmesi, Devletin öldürülen kadınlardan çok katillere sahip çıkması, Kürtaj yasağının getirilip, hamile kadınların eve hapsedilmeye çalışılması, Parasız eğitim ve YÖK’ü kapatmak isteyen öğrencilerin yaka paça gözaltına alınması, Üniversitelerini bitirip iyi bir gelecek sahibi olmak isteyenlere “Her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şey yok” diyerek cevap vermesi, 1 Mayıs İşçi Bayramını kutlamak isteyen insanlara Taksim’de orantısız bir şekilde saldırılması, Hatta ondan sonraki tüm eylemlere de şiddetini arttırarak saldırısını sürdürmesi, Reyhanlı’daki onlarca insanın sırf kendisinin imparatorluk hevesi yüzünden katledilmesi, Sırf emperyalist hedefleri için, Ortadoğu’da bir güç haline gelmek istediği için halkları savaşa sürüklemek istemesi. İnsanların özel hayatlarına kadar giren başbakan, yemek ve uyku saatlerini de belirle de yarım kalmasın. İşte milattan önce birleşip sel olmayı bekleyen bu damlalar Başbakan Erdoğan için tehlike yaratmıyordu. Ta ki Gezi Direnişi başlayıncaya kadar. Peki miladı değiştirecek kadar ne oldu da Başbakan’ın kalbi hızla atmaya başladı? İşçilerden çok patronları, fakirlerden çok kapitalist düzeni koruyan AKP hükümeti İstanbul’un en merkezi ve yeşil alanlarında biri olan Gezi Parkı’nı kaldırıp yerine

AVM dikmeye kalktı; fakat betondan çok ağaç isteyen halk orada ağacı korumak için nöbete geçti. Tabi Başbakan Erdoğan orayı yıkmayı kafaya koydu ya; kim karşı çıkabilir ki? Fakat evdeki hesap görüldüğü gibi hiç de çarşıya uymadı. Halkın o birikmiş öfkesi birden patladı ve tüm ülkeyi sardı. Türkiye’de hiç yan yana göremediğin beş benzemezler omuz omuza mücadele verdi. Direniş Avrupa başta olmak üzere birçok ülke tarafından da örnek alındı. İlk önce Erdoğan ne kadar “çapulcular” diye küçümsemeye çalışsa da insanlar kendilerini çapulcu diye benimsedi ve Başbakan’ın bedenini içten içe bir korku sardı. Hatta kendi partisinin içinden bile muhalif sesler yükselmeye başladı. İlk yurtdışına çıkar çıkmaz partide sağ kolu dediği insanlar Başbakan’ın hoşuna gitmeyecek açıklamalar yaptı. Başbakan’ı asıl korkutan şey ise halktı. Çünkü yüzde 50’ye bakarak arkasında halkın olduğunu düşünüyordu ve onlara çok güveniyordu. Fakat ne zaman ki birleşmeyi bekleyen diğer yüzde 50 karşısına çıktı işte o zaman işin ciddiyetini anladı ve anında harekete geçti. Boğaz Köprüsü’nü geçip Taksim’e akın eden insanları her türlü yolla engellemeye çalışırken ve bunu başaramazken; sözde milli iradeye saygı mitingleri altında insanları yine her imkanını kullanarak meydanlara toplamaya çalıştı. Kendi tarafındaki muhalif sesleri susturarak başladı bu işe. Çünkü direnen halkın karşısında Başbakan’ın geri adım atması demek kendi iradesinin üzerinde halkın iradesini kabullenmesi demek. Fakat Başbakan’ın böyle bir şeyi kabullenmeye hiç de niyeti olmadı. Ne zaman bir fırsatını yakalasa açıklamalar yapmak zorunda kaldı; bu açıklamaların her kelimesi tehditlerle doluydu ve her cümlesinden mağduriyet akıyordu. Kendi ideolojisinin Türkiye topraklarında katlettiği insanlarını görmezden gelerek Mısır’da ölen kardeşlerimiz için gözyaşı döktü. Bundan birkaç sene önce de 12 Eylül darbesinde öldürülenler için ağlamıştı; fakat darbecileri nasıl ve ne kadar yargıladığı ortada. Sadece kendine dokunanı yargılamaktan öteye gitmiyor. Sözde kendisi darbe karşıtı; ama Mısır’da darbecilerin halka yaptığı katliamla

başbakanın kendi halkına yaptığı katliam arasında ne fark var? Başka ülkelere öğretmeye çalıştığı demokrasi nerede? Mısır ve Taksim başta olmak üzere katledilen tüm insanlık için mücadele veren tek bir masum in-

sanın bile ölmesine tahammülü olmayan bizleriz. Başbakan Ali İsmail’i, Ethem’i ağzına bile almazken, başta öldürülen kardeşlerimizin aileleri olmak üzere kendi halkına hiç bir açıklama yapmazken, bırakın açıklamayı ‘destan yazdı’ dediği polislerin katlettiği insanlar onu rahatsız bile etmezken Başbakan’ın vicdanı acaba tek taraflı mı işliyor? Başta Başbakan olmak üzere hükümeti asıl korkutan şey ise yaklaşan Eylül ayı. Okulların açılmasıyla birlikte özellikle de

üniversite gençliği kendileri için büyük bir tehdit oluşturuyor. Sürekli olarak istihbarat aldıklarını söyleyerek rektörleri uyarıyorlar. Biliyorlar ki Eylül ayının getireceği şeyler onları hiç de memnun etmeyecek. Şimdi onun gerilimini yaşıyor Başbakan. Başbakan’la birlikte herkes bekliyor. Bakalım bu sefer Başbakan’ın tavırları gerçekten değişecek mi, Başbakan’ın tavırlarını değiştirecekler mi?

Gezi Direnişi’nin ilk günlerinde, halk Taksim’e ulaşmak için Boğaz Köprüsü’nü yürüyerek geçmeye çalışmıştı.

Görevimizi yapalım ADALET ARAYIŞI Av. Gökçesu Özgül Rakamlar inanılmaz... Son yedi ayda 43 bin aile içi şiddet vakası kayda geçmiş. Kim bilir bilmediğimiz, duymadığımız neler var? Mahkeme kararı ile 33 kadının kimlik bilgileri de-

ğiştirilmiş. 2013 yılının başında korunan kadın sayısı 6 bin 230. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaparak kadın cinayetlerinde azalma olduğunu, ancak basının bu haberleri manşete alarak artmış gibi gösterdiğini dile getirdi. Ertesi gün Türkiye’de, bir gün içinde 4 kadın kardeşimizi kadın oldukları için kaybettik. Karin Sucu, Fatma Büyükertaç, Nazliye Sincar ve Zerrin Canol... Devlet onları koruyamadı.

Tıpkı hakkında iki tedbir kararı olmasına ve durumunu Başbakanlığa bildirmiş olmasına rağmen, hem de Beyoğlu İlçe Emniyet binasına 150 metre mesafede öldürülen Beyaz Bal’ı da tam üç kez eski eşinden korunmak için polise başvurduktan sonra Kaymakamlık binasının önünde öldürülen Nilüfer Türkoğlu’nu da korumadığı gibi. Nazliye Sincar örgütlü bir kadındı. Kadın cinayeti meselesi o denli can yakıcı bir toplumsal sorundur ki örgütlü mücadele

veren kadın kardeşlerimize de sirayet etmiştir. Fatma Şahin panik butonunun faydalarından bahsedip duruyor. Türkiye sevgi ülkesi olacak, sevgi evleri açacağız, gönül elçilerimiz olacak diyor. Diyor ve kadının da insan olduğu bilgisinden uzak, uluslararası kuruluşlara “kadına karşı şiddetle uğraşacağınıza insanlığa karşı cinayetleri engelleyin” eleştirisinde bulunan Diyanet İşleri Başakanı Mehhmet Görmez’e tutup da cevap veremiyor.

Fatma Şahin sevgi ülkesine bile pek yakışmayan bu açıklamaları duymazdan geliyor. 3 Eylül günü, İstanbul’da öldürülen Sarai Sierra’nın ilk duruşması görüldü. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu olarak davada müdahale talebinde bulunduk. Ancak talebimiz reddedildi. Bu talebin reddi uzunca bir zamandır hukuk tekniği sorunu değil. Kadın kardeşlerimizin koruma alması için bu denli uğraşıyorsak, her ay kadın cinayeti verilerini

yayımlıyorsak, Türkiye’nin her yerinde gerçekleşen kadın cinayeti davalarını tek tek takip ediyor, öldürülen kadın kardeşlerimizin aileleriyle beraber mücadele ediyorsak biz yaşanan her kadın cinayetinden zarar görüyoruz. Yargının demokratik kitle örgütlerinin davalara müahil olmasına izin vermemesinin tek sebebi yok. Hukuku dar yorumluyor olmaları, demokrasiye olan bakış açıları elbette ki önemli bir sebep ama kadın cina-

yeti davalarında müdahale talebimizin yaygın şekilde kabul edilmeyişinin özel bir sebebi daha var; yaşanan olayı can yakan ve hepimize ait bir toplumsal sorun olarak değil adli bir vakadan ibaret, evrak işi olarak görmeleri. Bıraksınlar adaletin yerine gelmesi konusunda görevimizi yapıp davalarda taraf sıfatıyla etkin rol oynayalım...


YAKLASIMLAR

17

13 Eylül 2013

Suriye planında İran-ABD dengesi CEYDA KARAN yazdı

Suriye’de savaşa doğru adım adım yaklaşıyoruz. ABD’den açıklanan müdahale kararı, Türkiye’de Başbakan Erdoğan’ın Ortadoğu hükümdarlığı hayalleri ve benzeri pek çok parametre değerlendirme konusu oluyor. Ceyda Karan’ın, Taraf Gazetesi’nde Suriye’yi ve Ortadoğu’daki dengeleri değerlendirdiği yazısını yayımlıyoruz.

Amerikan Başkanı Barack Obama savaş kararını verdi. Tartışmalı ‘kimyasal silah kullanımı’ gerekçesiyle girişilecek ‘çok sınırlı askeri eylemin’ eli kulağında. Obama, hiç zorunlu olmamasına rağmen savaş kararına Kongre onayı alacağını duyurdu. Aslında yarın yahut gelecek hafta, ne vakit isterse düğmeye basabileceğini belirterek. Kongre’den de onay gelirse ve bir mucize olmazsa, dünya göstere göstere bir müdahaleye gidiyor. Ortada Britanya’nın oyun dışı kalmasıyla yara almış ‘gönüllüler koalisyonu’ var. İronik ama, bunlar arasında ‘ille de rejim değişikliği’ diyen tek ülke de Türkiye! Amerikan yönetimi bu arzuyu hiç paylaşır görünmüyor. Belli ki, bunun Ortadoğu’yu yangın yerine çevirebileceğinin farkında. Tabi ok yaydan çıkınca olabilecekler ayrı..! İKİ KİLİT ÜLKE Askeri müdahale ve sonrası gelişmeler açısından iki kilit ülke var: Biri elbette ABD yönetimi, diğeri ise Hasan Ruhani’nin seçilmesiyle Batı’ya yumuşama sinyalleri veren İran. O zaman ABD Başkanı Barack Obama ile Dışişleri Bakanı John Kerry’nin yanı sıra İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Batılıların atanması ile zil takıp oynar hale geldikleri Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ’ye dikkat kesilmeli. Obama, Suriye’ye askeri eylemin çerçevesini ‘çok sınırlı, dar’ diyerek çiziyor, “Ucu açık bir taahhüdü değerlendirmiyoruz. Karaya ayak basmayı değerlendirmiyoruz” diyor. Suriye’nin masum sivillere kimyasal silah kullandığı iddiasından hareketle, Şam’ın ‘dünyaya meydan okuduğu’ ve ‘cezasız kalmayacağını’ söylüyor. Dışişleri Bakanı Kerry’nin son konuşmasında 1. Dünya Savaşı’ndaki ağır kimyasal silah kullanımı, oluşturulan hukuk ve evrensel insan haklarını bezeli ‘duygusal tonlu’ beyanatı var. Neden böyle davrandıklarını en başta kendi halkına izahata çalıştı. Bizi en ilgilendiren kısmı, “Obama sözünün eri” vurgusu, askeri eylem için “Suriye, Afganistan, Irak hatta Libya bile olmayacak” sözü. ‘Amerikan askerlerinin karaya ayak basmayacağını, ucunun açık olacağını, iç savaşla ilgili sorumluluk alınmayacağını’ yineleyip noktayı koydu: “İnanıyoruz ki, temel hedef bu işi müzakereyle çözecek diplomatik süreç. Çünkü biliyoruz ki kesin bir askeri çözüm yoktur. Bu siyasi olmak zorunda. Müzakere masasında olmak zorunda. Ve buna ulaşmayı derinden taahhüt ediyoruz.” Obama yönetimi olayı şöyle görüyor: “Suriye

düzeni bozdu. Rusya mani olduğundan cezasını biz vereceğiz. Temel kurallar korunmalı, ihlalciler cezalandırılmalı” Kosova örneğindeki gibi ‘sivilleri korumaya’ öyle fazla atıf yok, BM sistemi bir nebze işletilse bu tür hukuki argümanlar geliştirilebilir. Yani kör topal uluslararası hukuk sisteminde ipler daha da geriliyor. ESAD’I ‘DEVİRME KARARSIZLIĞI’ Peki niye? Amerikan yönetimi Irak’ı gayet iyi anımsayanlar açısından hiç de sağlam görünmeyen kanıtlar üzerinden bu denli rahatça ‘kararlılık’ beyan ederken, nasıl oluyor da, Esad’ı devirmek kararlılığını açıkça beyan etmez? O vakit Tahran’a bakmalı.. Lübnan’daki Hizbullah için Suriye rejimi ‘kırmızı çizgi’, bu net. İran, Rusya ve Çin’e ‘Gemiyi siz terk etseniz biz etmeyiz’ mesajı yolladı, ABD’ye ‘çerçevenizi iyi çizin’ mesajı verdi.. Misal Hamaney, “Bölge zaten barut dükkanı gibi, gelecek öngörülemez” dedi. Ruhani, “Yeni maceracılık istikrara onarılmaz tehlikeler yaratır. Aşırılıkçılık ve terörizm yayılır” çıkışı yaptı. Zarif, “Kim sınırlı sınırsız bir saldırının garantisini verebilir. Hiç kimse!” dedi. Devrim Muhafızları Komutanı Muhammed Ali Caferi, “Bir sonraki Vietnam olur” diye meydan okudu. Blöf yahut değil, restleri bu. ‘CESEDİMİZİ ÇİĞNEMELERİ...’ Al Monitor’da Ali Haşim’in son haberi İran’ın pozisyonu açısından kafa açıcı. İddiaya göre, 26 Ağustos’ta Amerikalı diplomat Jeffrey Feltman, İranlılara “Sakin olun, iş Cenevre 2’ye zorlanacak” mesajı iletmiş. İranlılar tutumlarını ‘Libya senaryosu Kaddafinin ölümü türünden bir işe girişilirse, cesedimizi çiğnemeleri gerekir’ diye özetliyorlar. Velhasıl Obama, Türkiye’nin ‘rejim değişikliği’ arzularını ne kadar dikkate alır? İran’a nükleer programı nedeniyle mesaj bulunsa da bir yere kadar. Zira iş çığrından çıkabilir. Hizbullah’ın son savaştaki gibi Demir Kubbe’yi kısmen delebilecek bir füzesi yahut Suriye’ye ait kimyasal silah taşıyan bir füzenin İsrail’e düştüğünü, bunun olası sonuçlarını bir düşünün... Sahi bunları bizim buralarda düşünen kimse var mı? KİMİN SİLAHININ DUMANI TÜTÜYOR? Suriye’nin başkenti Şam’dan 21 Ağustos’ta gelen görüntüler hepimizi şoke etti. Tam bir dehşet! Arkasında her kim/kimler varsa ‘cehennemlik’ dedirtecek cinsten. Batı ve başta ABD yönetimi kimyasal saldırının Suriye tarafından yapıldığını savu-

nuyor. Suriye ve sıkı müttefiki Rusya ise yaşananların Suudi destekli muhaliflerin ‘provokasyonu’ olduğu iddiasında... Hakikat bir gün tüm boyutlarıyla ortaya çıkar mı bilinmez, fakat tüm dünya için Irak’taki yalan istihbaratın algıları etkilediği muhakkak... O vakit kim ne diyor, tarihe not düşelim...

metre ötedeki bir bölgeyi kimyasal silahla vurmasının ‘akıl dışı olacağı’, saldırı günü rüzgarın güneyden şehir merkezine doğru estiği gibi argümanlar da var. Ayrıca bölgeye operasyon başlatan ordunun muhaliflerin tünellerinde sarin gazı bulduğu, bazı askerlerin de etkilendiği söyleniyor.

ABD YÖNETİMİ ABD istihbaratı dört sayfalık raporunu açıklandı. Bunlar Kongre üyeleri ile kilit müttefiklere sunuldu, bazıları ‘kaynakların güvenliği’ gerekçesiyle açıklanmayacak. ABD istihbarat toplumunun elinde görüntüler, ses kayıtları, sinyaller, uydu istihbaratı ve sosyal medya, yardım örgütleri gibi açık kaynaklardan çıkardığı sonuçlar var. ‘Suriye ordusunun Şam çevresinde 12 yerde sivillere sinir gazı kullandığına itimadımız yüksek’ diyor rapor. Muhalefetin ise böyle bir kapasitesi olmadığı inancı aktarılıyor. ABD’ye göre 21 Ağustos’ta ölü sayısı 426’sı çocuk 1429. En somut kanıtları, Suriye ordusunun kimyasal silah personelinin saldırı öncesi hazırlığına dair görüntüler. Saldırıdan üç gün önce rejmin kimyasal silah personeli Şam’ın Adra bölgesinde sarin dahil kimyasalları karıştırmakla iştigal etmiş. Gaz maskeli önlemler alınmış. İstihbarat da rejimin saldırı sırasında bölgeyi roket ve topçu ateşine tuttuğunu gösteriyor. Kimyasal saldırı sabaha karşı 2.30’da olurken, dört saat içinde sosyal medyadan binlerce haber yağmış. Amerikalılar bir üst düzey Suriyeli yetkilinin kimyasal silah kullanıldığının BM tarafından araştırılması kaygısını ifade ettiği ses kaydından söz ediyor. Rejimin hedefinin Şam’ın banliyölerini muhaliflerden temizlemek olduğu tezi de ortaya konuluyor...

SAHADAN BİR İDDİA... Suriye lehine son bir iddia sahadaki bir Amerikalı gazeteciden geldi. Voice of Russia, Amerikan AP ajansının yanı sıra BBC, PBC ve Salon.com’a da çalışan muhabiri Dale Gavlak’ın haberine yer verdi. Liveleak ve infowar gibi sitelerde de yayınlanan, aslı ABD’nin Minnesota eyaleti merkezli MinnPress’te çıkan habere göre, Gavlak, isyancılarla ve yerel halkla konuşmuş. İsyancılar kimyasal silah saldırısının kaza olduğunu, buna kendilerine Suudiler tarafından verilen mühimmatı kullanmayı bilmemelerinin neden olduğunu anlatmışlar. Bir militanın babası olduğunu söyleyen Ebu Abdülmümin, “Oğlum iki hafta önce kendisinden taşıması istenen silahların ne olduğuna dair fikrimi sordu” demiş. Oğlu 12 militanla birlikte silahın saklandığı yeraltında bir depoda ölmüş. Muhalifler mühimmatları, ‘uzun gaz tüpleri’, ‘tüpler’ diye tarif ediyor. Haberde ismi ‘K’ olarak verilen bir kadın savaşçının “Bu silahların nasıl kullanıldığını bize göstermediler” sözleri aktarılmış. Silahların yerel tümenin Suudi kökenli lideri olan ‘Abu Ayeşa’ adıyla bilinen kişi aracılığıyla alındığı öne sürülüyor. Oldukça tartışmalı olan bu haberde ortaya atılan bir başka iddiaya göre, yerel halktan pek çok kişi için bu saldırı, Suudi istihbaratının da başı olan Prens Bandar bin Sultan’ın işi. NOT: İlgilenenler iddialarla ilgili Brown Moses’ın bloguna bakabilir.

SURİYE VE RUSYA Suriye roketlerin muhaliflerin kontrolündeki bölgelerden atıldığını öne sürüyor. İddia edildiğinin aksine Suriye’nin saldırının hiç olmadığına dair resmi açıklaması yok. Resmi basında ‘olayın kurgu olabileceğine dair’ haberler çıktı sadece. Rejim saldırıyı gerçekleştirdiğini hemen yalanladı. Ruslar doğrudan muhalefetin provokasyonu olduğu iddiasında. Moskova’nın BM’ye de elindeki bazı görüntüleri sunduğu söyleniyor. Şam’ın en öne çıkan argümanları 21 Ağustos saldırısının Han el Asel dahil üç noktada daha önce düzenlenen saldırıları incelemek için BM denetçileri ülkeye ayak basmışken yapılmasının abesliği üzerine. Şam’ın denetçilere 4 gün boyunca izin vermediğini ekleyelim. Ordunun merkeze en yakını 5 kilo-

ANKETLERLE ASKERİ EYLEM HİSSİYATI... Amerika ve müttefiklerinde ahali Suriye’ye kimyasal silah gerekçeli de olsa askeri eylemden pek hazzetmiyor. ABD’de Obama’nın kararlı tutumu ve medyanın çabalarıyla ibreler değişse de.. Reuters/Ipsos’un en son Cuma yaptığı ankette, müdahale karşıtlarının oranı yüzde 53. Bir hafta önce yüzde 60 idi. Askeri müdahaleye destek oranı ise geçen hafta yüzde 9 iken yüzde 20’lere yükseldi. NBC’nin anketine göre sınırlı hava operasyonuna destek yüzde 42’den yüzde 50’ye yükseldi. Karşı olanların oranı yüzde 44. Müdahalenin ABD çıkarına olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 21’de kalıyor. Yani iş uzarsa Amerikalılar kızabilir! Britanya parlamentosu Mu-

hafazakar Başbakan David Cameron’un ülkeyi savaşa sokacak tasarısını reddetti. Ülkenin elitleri şokta. Ama anketler halkın yüzde 51’inin askeri müdahaleye katılmaya karşı olduğunu gösteriyor. Destek oranı yüzde 22. Britanya yüzünden Suriye’de Franko-Amerikan ittifakı kurulacak. Fransa’nın sosyalist Cumhurbaşkanı Françoise Holland’ın Cameron gibi parlamento onayına ihtiyacı yok. Fakat anketler Fransızların saldırıya karşı olduğuna işaret. BVA’nın yaptığı ankete bakılırsa askeri operasyona yüzde 64’lük kitle karşı. Yüzde 35’lik kitle de Suriye’ye saldırılırsa Ortadoğu’nun ateşe atılacağını düşünüyor. Ve bölge ahalisi İsrail. Gal Hadash anketine göre, ABD ve AB müdahalesine destek oranı yüzde 66.6. Karşı çıkanlar yüzde 17’de kalıyor. Ama üçte ikilik kitle kendi ordularının karışmasından kaygılı. Maariv’deki Ma’agar Mohot anketi de benzer sonuç vermiş ‘İNSAN HAKKI’ DİYENLER MÜDAHALEDE BÖLÜNDÜ Suriye meselesi dünya kamuoyunda keskin bir mobilizasyon yaratıyor. Bundan faaliyet alanı yardım olan örgütler bile payını alıyor. İsmini insani krizlerde sık sık andığımız uluslar arası yardım örgütlerinden bir kısmı askeri müdahaleye destek verirken, bir kısmı da karşı çıkıyor ve bunun insani sonuçlarının daha vahim olacağına dikkat çekiyor. Time dergisi bir toparlama yapmış, önde gelen örgütlerin tutumunu aktarıyorum... Sınır tanımayan doktorlar: Örgütün tutumu “Hayır, Sınır Tanımayan Doktorlar Suriye’ye yönelik herhangi bir askeri müdahaleyi ne çağrısını yapar, ne onaylar.” Bunu söyleyen örgütün basın yetkilisi Tim Shenck. Örgüt, kimyasal silah kullanımı konusunda bağımsız bir soruşturma istedi İnsan hakları ilk: Örgüt tutumunu geçen Çarşamba günü bir basın toplantısıyla duyurdu. Hasılası, “Suriye’deki vahimleşen durum Obama yönetiminin bu işe daha yüksek düzeyde müdahil olmasını gerektiriyor.” Örgüte göre bu müdahillik salt diplomatik, ekonomik ve insani değil askeri seçenekler olabilir Af örgütü: Pek çok insani örgütün askeri müdahalenin doğru olup olmadığına dair ikna olmamış durumda. Af Örgütü de bunlardan birisi. Örgütün tutumu “Ne silahlı müdahaleyi kınarız ne de hoşgörürüz”. Örgüt sözcüsü “Böylesi bir eylemin meşruiyeti yahut ahlaâki temeli konusunda da pozisyon almayız” açıklaması yaptı. İnsan hakları izleme: “İnsan Hakları İzleme böylesi bir müdahaleyi salık veren yahut itiraz eden bir tutum almaz” açıklaması yaptılar. Diğer yandan bir silahlı müdahaleyle ilgili sivillerin ne kadar korunabileceği ve daha fazla katliamın nasıl önleyebildiğiyle orantılı görüyorlar.

İyi Kötü Çirkin ELİF KARAN

İyi

Ahmet Hakan Hürriyet

Haftanın iyisi, ODTÜ’de ormanına sahip çıkanlara yönelik saldırıya yer veren Ahmet Hakan. İşte yazının bir bölümü: “Gerçek şu: ODTÜ’de başörtülü öğrencilere yönelik herhangi bir taciz söz konusu değildir. Başörtülü öğrenciler, ODTÜ’de hiçbir tacize maruz kalmadan özgürce öğrenimlerine devam etmektedirler. Bir yasak, bir sınırlama yoktur. Bu yıllardır böyledir. Hatırlayalım: Gezi eylemlerine selam duran ODTÜ mezuniyet töreninde onlarca başörtülü öğrenci de, diğer arkadaşlarıyla birlikte ellerinde pankartlarla geçit yapmışlardı. ‘ODTÜ ve başörtüsü’ bağlamında yapılan tartışmanın, ODTÜ’den geçen yola gösterilen tepki ile uzaktan yakından bir ilgisi yok... Yola tepki gösterenleri, ‘bunlar başörtüsünü de karşı’ diyerek karalamak uyanıklık olabilir ama gerçeği yansıtmaz.”

Kötü

Mehmet Türker Sözcü

Çirkin

Kurtuluş Tayiz Akşam

Mehmet Türker, Cuma gününden beri ODTÜ’de verilen mücadeleyi “tarikatla savaş” düzeyine indiriyor. Türker şunları söylüyor: “ODTÜ bahçesinde tarikat yurtlarına öğrenci tavlamaya gelmiş türbanlılara gösterilen tepki, iktidarın elamanlarını havalara zıplattı!... Beyefendi üniversitelere polis sokacak, üniversite öğrencilerini biber gazıyla, tazyikli suyla, plastik mermiyle, polis şiddetiyle terbiye edecek! Tayyip ‘Stant açma’ diyor, Çankaya’daki de bilmeden, öğrenmeden ‘eğitimi engelleme’ diyor, birbirleriyle çelişiyorlar! ODTÜ’deki olayın eğitimle filan ilgisi yok, tarikat yurtlarına öğrenci kapma faaliyeti! Buna tepki göstermek de en demokratik hak! Ama ülkenin Başbakanı öğrencilere copun ucunu göstermekten çekinmiyor! Demokrasinin ne kadar ayağa düşürüldüğünün farkında mısınız?”

Kurtuluş Tayiz’e göre de ODTÜ’de yaşananlar darbe planının bir parçası. Yazısında şunları belirtiyor: “Bugün üniversiteleri, sokakları hareketlendirerek sivil iktidarı yıpratmaya, zorlamaya, sıkıştırmaya çalışıyorlar. İlk aşama, iktidarı, yaratmaya çalıştıkları gerilim ortamının tek sorumlusu olarak göstermek ve halkı bu fikre ikna etmeye çalışmak. Darbe veya siyasi operasyonlar öncesinde üniversitelerin hep böyle hareketlendiğine, buralarda başlatılan kaosun ise ülkenin geneline yayıldığına şahit olduk. Oynanan oyun yine aynı. Her dönem geçerli bir kaos planı. Daha önce tuttuğundan olsa gerek tekrar denemeye çalışıyorlar. Bir film gibi, adını da ‘Sıcak sonbahar’ koydular.”

günlüğü İlker Eraslan

Geçtiğimiz hafta önce ODTÜ’deki direnişle birlikte #direnODTÜ TT listesine girdi ve uzun süre kaldı. Sonra #direnTuzluçayır ve #direnOkmeydanı eklendi. Direnişin yaygınlaşmasıyla birlikte twitter yine yoğun bir haberleşme aracı olarak kullanılmaya başlandı. Çeşitli illerdeki durumlar, yaralılar, kaçılacak yerler, Wifi şifreleri ve benzeri bir çok “kesin bilgi” hızla paylaşılmaya başlandı. Pazartesi gecesi de Ahmet’in yaralandığı haberi, sonra hastanedeki kurtarma çabaları derken bir anda öldüğüne dair tweetler atılmaya başlandı. Fakat bunun da “kesin bilgi” olmadığı, doktorların daha bir açıklama yapmadığı söylenince herkes paylaşımları tekrar düzeltmeye başladı. Bir umut doğdu yeniden ve #direnAhmet tagi kullanılmaya başlandı. Ne yazık ki çok geçmeden Abdullah Cömert’in abisi Zafer Cömert’in tek kelimelik tweetiyle tüm şehirlerde bekleyen yürekler limelendi: “Kaybettik.” muharrem ayvalıtaş @onurumuz_mehmet Bugün saat 19:00da taksimde olacağız. Şehit düşen kardeşimiz AHMET ATAKAN için. İstanbul uyuma şehidine sahip çık! Gürkan KORKMAZ @Alimivurdular Ne Demiş #AhmetAtakan: Canı cehenneme rahat uyuyann.Kapısnı örtenin perdesni çekenn.Yüreği yalnız kendiyle dolu olanın


KULTUR-SANAT

18

13 Eylül 2013

Hannibal’in TV yolculuğu başladı

Pazar günleri CNBC-E’de yayınlanmaya başlayan Hannibal dizisi efsane film kahramanı Doktor Hannibal Lecter’in bilmediğimiz yönlerini ekrana getirecek. Amerika’da ilk sezonu büyük beğeni toplarken önümüzdeki yıl yayınlanması düşünülen 2. Sezona NBC’den onay çıktı. Hannibal rolünde usta aktör Mads Mikkelsen’i izleyeceğiz. İSTANBUL Serkan atak

Ölümsüz Polisler Yönetmen: Robert Schwentke Oyuncular: Jeff Bridges, Ryan Reynolds tür: Aksiyon, Komedi

Herşey Thomas Harris’in “Red Dragon” isimli kitabıyla başladı. Sinemada ise Michael Mann’ın “Manhunter” filmi ile seyirci ile buluştu. Bu ilk filmde Hannibal karakterini ilk kez Brian Cox canlandırdı. Ardından 1988 yılında “Kuzuların Sessizliği” kitabı yayınlandı. 3 yıl sonra ise seriyi efsane haline dönüştürecek ve sinema tarihinin unutulmazları arasına girecek film yapıldı. Antony Hopkins Fenomeni FBI ajanı Clarice Staring’i jodie Foster’ın canlandırdığı film oyuncunun starlığa adım attığı film olarak hatırlandı. Ancak filmdeki performansıyla Brian Cox’u gölgede bırakan usta aktör Antony Hopkins Hannibal karakteriyle tarihin en korkunç kötü adamlarından birine hayat verdi. Ardından “Hannibal” kitabı aynı isimle perdeye aktarılırken Antony Hopkins’e eşlik eden kişi bu sefer Julien Moore oldu. Ardından Thomas Harris’in ilk kitabı “Red Dragon” aynı isimle tekrardan beyazperdeye aktarıldı. Hannibal’in Gençliği Tarihin en acımasız kötü adamlarından biri olan Doktor Hannibal Lecter’i aynı zamanda son derece sakin ve centilmen biri olarak hatırlıyoruz. Fakat sinemada izlediğimiz Hannibal’in bildiğimiz yanı hapishanedeki ve kaçtıktan sonra-

ARDA İCİL yazdı

Peter M. Lenkov’un çizgi romanından uyarlanan filmin yönetmenliğini ‘Uçuş Planı’ ve ‘Red’ filmleriyle tanınan Robert Schwentke yapıyor.

Bir Hayalimiz Vardı Yönetmen: Sally Potter Oyuncular: Elle Fanning, Alice Englert tür: Dram

ki haliyle sınırlı. Bu açıdan dizide Hannibal’in henüz daha doktorken hastalarıyla olani lişkisine, seri cinayetleri işlediği döneme tanıklık ediyoruz. Will Graham Ön Planda Hannibal’i yakalayarak hapishaneye gönderen Will Graham’ın Hannibal’den epeyce rol çaldığı bir dizi var karşımızda. Özellikle cinayetlerin ardından tekrardan canlandırılan sahneler başarıyla seyircilere aktarılıyor. Hannibal rolünde ise Mads Mikelsen var karşımızda. Antony Hopkins’ten sonra kim gelirse gelsin onun canlandırdığı Hannibal karakterinin gölgesinde kalacağı düşünülürken kendine öz-

gü tarzıyla seyirciden büyük beğeni sloganı olan “Yemeğe Davetlisiniz topladı. Matrix’ten hatırladığımız “ sloganı üzerinden diziye ilk eleştiMorpheus karakterini canlandıran riler yapılmaya başlandı. Laurence Fishburne’ü de yan rollerin birinde izliyoruz. Uzun Soluklu Hikaye Yedi sezon sürmesi planlanan diziŞiddet Dozajı Yüksek nin beşinci sezonunda Kuzuların Dizinin içerdiği yüksek şiddet do- Sessizliği’ndeki olaylar, altıncı sezajı yapımcıların başını çok ağrıt- zonda Hannibal’da yaşananların mış durumda. Dizinin bir bölümü anlatılması planlanıyor. Öyle ya da son dakikada yayından kaldırılmak böyle sinema ve edebiyat tarihine zorunda kalmış. Özellikle kurban- geçmiş bir serinin ustalıkla kotarıllarını kendisine mutfak malzemesi mış televizyon dizisi projesiyle karşı yaptığı bölümler midesi kaldırma- karşıyayız. Özellikle Hitchcock vayacaklar için önerilmeyecek cins- ri bir atmosferden zevk alanlar ve ten. Bunda yemeklerden ve mutfak değişik bir tarzda dizi izlemek istetasarımından sorumlu olan Janice yenler için kaçırılmaması gereken Poon’un payı büyük.Özellikle ülke- bir dizi. mizde yayına girmeden dizinin ana

Arda İcil bu hafta Peter M. Lenkov’un çizgi roman serisinden uyarlanan Ölümsüz Polisler filmini Siyah Giyen Adamlar filmi ile karşılaştırarak yazdı.

Film, İki yakın arkadaşın Soğuk Savaş ve cinsel devrimin etkilerinin hüküm sürdüğü 1960’lı yılların Londra’sında geçen hikayesini konu alıyor.

Şimdiki Zaman Yönetmen: Belmin Söylemez Oyuncular: Sanem Öge, Şenay Aydın Tür: Dram

Belgesel ve kısa filmleriyle tanınan yönetmenin ilk uzun metrajlı film çalışması olan yapım, insanlar arasındaki kader ve dostluk ilişkilerine eğiliyor.

Altın Aslan sahibini buldu

R.I.P.D Amerika’daki Sinema sektörünün son dönemlerde yaşadığı ekonomik sıkıntıların yapılan filmler üzerinde ne denli kötü etkiler bıraktığını çoğukez söylemişimdir yazılarımda. Fakat bu kez bütçesi ve oyunucu kadrosunun iyi olması bazılarımızca büyük umutlarların yüklendiği ‘’Ölümsüz Polisler’’ ( R.I.P.D) filmi ne yazık ki izleyiciyi hayal kırıklığına uğratacak derecede kötü bir senaryoya sahip. Filmi izleyenlerin çoğu genellikle ‘’Man in Black’’ tarzı bir film olduğunu anlamıştır. Çünkü akla direkt Man in Black’in senaryosuna olan benzerlik geliyor. Hatta filmin senaristleri Matt Manfredi, Phil Hay ve Peter M. Lenkov’un R.I.P.D için ‘’Man in

Black’in çakması’’ denileceğini ve benzerlikten dolayı yoğun bir şekilde olumsuz eleştirilere maruz kalacaklarını önceden bildiklerini düşünüyorum. Man in Black’te siyah giyen iki polisin yaratıklara, uzaylılara ve tuhaf canlılara müdahele etmesi Man in Black’in senaryosunu oluşturan temel konuydu. R.P.I.D filminde ise ölen iki polis Nick(Ryan Reynolds) ve Roy(Jeff Bridges) R.I.P.D yani Huzur İçinde Yat Polis Departmanına alınıyor. Bu polisler dünyaya farklı kimliklerle gönderilip öteki taraftan kaçan huzur bozucu ifritlere(tuhaf yaratıklar) karşı mücadele ettikten sonra onları tutuklayıp hapse koymaları istenir. Bir çizgi roman iken okunabilir bir durumda olan

R.I.P.D sinemaya uyarlarnırken de olumlu eleştiriler alabilir ve izlenilebilir bir film olabilirdi. Senaristler R.I.P.D’i daha da farklı bir şekilde detaylandırabilir ve bazı saçma denilebilecek sahnelerin olmadığı bir film yapabilirlerdi. İzleyici filmin sonuna doğru bazı beklentiler içine girdiğinde bu beklentilerin karşılık bulmaması filme anlamsızlık yüklüyor malesef. Örneğin; eşine deli gibi aşık olan Nick ve partneri Roy’un tüm ifretleri tutuklaması sonucu ödül olarak gerçek kimliklerinin onlara geri verilmesi ve bu yolla Nick’in eşine kavuşması gibi beklentiler içine girdim ben. Çünkü filmde Nick’in eşine olan aşkı

izleyiciye yoğun bir şekilde böyle bir beklenti yüklüyor. Senaristler maalesef bu beklentilere karşılık vermediklerinden kimi izleyiciye göre anlamsız olmuş bu film. Zannediyorum ki saneristler de böyle bir sonucun doğacağını önceden düşünmüşler fakat tutundukları dal kendini kanıtlamış başarılı oyuncuların bu kötü senaryoya hayat vermesi olsa gerek. Çünkü filmin senaryosundan çok popülaritesi yüksek oyuncuların tercih edilmesi filme ilgiyi artırmış durumda.

Bu yıl 70. kez gerçekleştirilen dünyanın en prestijli festivallerinden Venedik Film Festivali ’nde büyük ödül sahibini buldu. İtalyan yönetmen Gianfranco Rosi’nin yönettiği ‘Sacro Gra’ büyük ödülün sahibi olurken, bu sonuç sinema otoriteleri tarafından sürpriz olarak değerlendirildi. Festivalde en iyi yönetmen ödülü ise Miss Violence filmiyle Yunan yönetmen Alexandros Avranas’a gitti. Bu filmin oyuncusu Themis Panou ise en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandı. Kadın oyuncu ödülü ise ‘Via Castellana Bandiera’ filmiyle Elena Cotta’nın oldu. Usta yönetmen Bernardo Bertolucci’nin başkanlığını yaptığı Venedik jürisi ‘Büyük Jüri Ödülü’nü ise Tsai Ming-liang imzalı ‘Jilao You’ filmine verdi. YARIN KÜLTÜR-SANAT

HAFTANIN AJANDASI Eksen On Air

Foça’da Festival

Sergi: Gezi: Başlangıç

Radyo Eksen, bu yıl kasabasını 15 Eylül’de Parkorman’da müzik severler için yeniden kuruyor. Eksen On Fair 2013’te Suede, The Hives, The Undertones, Systema Solar, Carl Barat Dj Set ve Meriva konserleri festivalde izlenebilir.

İzmir’in Foça İlçesi 11-15 Eylül 2013 tarihleri arasında gerçekleştirilecek 8’inci Uluslararası Kültür Sanat ve Balıkçılık Festivali’ne hazırlanıyor. Festival, 5 günlük zengin bir programıyla ücretsiz olarak kültür sanat meraklılarını bekliyor.

7 Eylül Cumartesi günü açılışını yapan sergi 29 Eylül’e kadar Tütün Deposu’nda gezilebilecek. Nar Photos, Şahan Nuhoğlu, Ahmet Şık, Nazım Serhat Fırat fotoğrafları sergilenen sanatçılar olurken metinleri Merve Erol kaleme almış.


SPOR

19

13 Eylül 2013

2020 Olimpiyatları Tokyo’da

2020 Olimpiyatlarına evsahipliği yapmak için Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne (İOC) 5. kez başvuran İstanbul evsahibi olma hayalline yine ulaşamadı. 2020 Yaz Olimpiyatları ve Paralimpik Oyunları’na evsahipliği yapma hakkını Madrid ve İstanbul’u geride bırakan Tokyo hak kazandı. Tokyo böylece 2.kez olimpiyatlara ev sahipliği yapacak. yarın SPOR SERKAN ATAK

Dünyanın en önemli ve büyük spor organizasyonu olan olimpiyatları düzenleyen şehirler açısından önemli bir prestij olur. Bu bakımdan hem ekonomik hem de siyasi bir çok kazanımı da beraberinde getirir. 125. IOC toplantısında İstanbul’un sunumunu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da aralarında bulunduğu bir heyet tarafından gerçekleştirildi. Sunum Başbakan’dan Olimpiyat oyunlarına ev sahipliği yapabilmek adına önemli bir lobi faaliyeti sürdüren İstanbul, anketlerde de rakiplerini geride bırakarak daha önce hiç olmadığı kadar hedefine yaklaşmıştı. Başbakan Recep

Tayyip Erdoğan’ın gerçekleştirdiği sunum bölgeye barış sinyali ve ruhu vermesi açısından olimpiyatların İstanbul’da olması üzerine kurulmuştu. Türkiye delegasyonunun sunumu salonda büyük beğeni ile karşılandı. Arjantinde Gezi Protestosu Bu sırada Arjantinli bir grup Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Türkiye aleyhine Buenos Aires Hilton Hotel’in önünde gösteri yaptı. ‘Devrimci Barikat Oluşumu’ adlı grup tarafından düzenlenen eylemde, Türkiye’nin Suriye politikası ve Gezi olaylarında Türk polisinin aldığı tutum protesto edildi. DHA’ya konuşan Devrimci Barikat Oluşumu Sözcüsü Juan Marino, “Türkiye olimpiyatlara aday olacağına önce

Gezi olayları sırasında öldürülen 5 kişinin katilini yargılasın” diye konuşarak Gezi Direnişi ruhunun evrenselliğini bir kez daha ortaya koymuş oldu. Olimpiyatları Kaybetmenin İki Nedeni Olimpiyat Komitesi vermiş olduğu kararla daha güvenli bir seçenek olduğunu düşündüğü Tokyo’yu seçmiş oldu. ABD’nin önemli gazetelerinden New York Times yaptığı analizde bu durumu şöyle özetledi: “Uluslararası Olimpiyat Komitesi için Japonya’daki çevresel kaygılar, Türkiye’nin sınırındaki Suriye savaşından, kısa bir süre önce İstanbul’da hükümet karşıtı protestoculara sert bir şekilde baskı uygulanmasından ve İspanya’nın

ekonomik durgunluğu ve yüksek işsizlik oranlarından daha az acil göründü.” 5 Halka, 6 Şehit İlk kez 1920 yılında kullanılan olimpiyat bayrağında bulunan halkalar beş kıtayı, renkler ise tüm ülkeleri temsil etmektedir. İstanbul heyetinin özellikle belirttiği olimpiyat ruhu vurgusunun ne kadar samimi olduğu ise tartışılır. Gezi Direnişi zamanında gerçekleştirilen anti-demokratik uygulamalar ve baskılar tüm dünya tarafından dikkate alınmış olacak ki Başbakan’ın ayağına yine takılmayı başardı. Kaybettiğimiz 6 gencimiz Başbakan’ın bahsettiği olimpiyat ruhuna düşen gölgedir. 5 olimpiyat halkası, 6 Gezi Direnişi şehidi.

Basketçiler Erken Havlu Attı Slovenya’da düzenlenen 2013 Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda D Grubu’nda yer alan Türkiye, üçüncü maçında Yunanistan’a 8461 yenilerek grup mücadelesinin bitmesine 2 maç kala ikinci tur şansını yitirdi. Türkiye büyük umutlarla geldiği şampiyonaya erken havlu atmış oldu. Oynattığı sıkıcı ve günümüz basketboluyla alakalı olmayan oyun tarzıyla eleştirilen koç Bogdan Tanjevic sonucu “Felaket” olarak değerlendirirken, takımın en büyük sorununun maçlara

odaklanamamak olduğunu söyledi. Tanjevic Türkiye’yi daha öncede çalıştırmış, içlerinde Hidayet Türkoğlu, Mehmet Okur gibi iyi oyuncuları barındıran bir jenerasyona sahip olmasına rağmen başarıyı yakalayamamıştı. Şampiyonası öncesinde Ergin Ataman gibi tecrübeli isimlerde gündeme gelmiş ancak federasyon Tanjevic’te karar kılmıştı. Aynı şekilde futbolda da Fatih Terim 3. kez Türkiye Futbol Takımı’nın başına getirildi. YARIN SPOR

Andorra > Kayseri TOPSUZ ALAN Rafet Baran Eryılmaz UEFA’ya üye ülkeler arasında elemelerin son torbasında yer alanlarla daima dalga geçilir. Amatör futbolcularının gerçekte yaptığı meslekten, ülkenin bir avuç nüfusundan, yüzölçümünün küçüklüğünden bahsedilerek espriler bulunur. Bu şakalar ülkemizin spor kamuoyunda kahkahalar eşliğinde tekrarlanırken sahip olduğumuz sistemin çarpıklığı hiç aklımıza gelmez. İhtiyar köşe yazarlarının sıkça dile getirdiği gibi ağlanacak halimize güleriz. Örneğin “Bizim mahalle kadar ülkesi var adamların” denir. Ama o mahalle kadar ülkede bir maçtan sonra bıçaklanan gençler veya kazanılan milli maçın ardından

kutlama amacıyla atılan silah yüzünden hayatını kaybeden insanlar yoktur. “Futbolcuları aslında öğretmen, kasap, doktormuş” da denir. Ama ülkemizde insanların genç yaşta kilo aldığı, obezitenin büyük bir sorun haline dönüştüğü göz ardı edilir. Tüm bu çelişkilerin üstüne geçtiğimiz cuma günü Türkiye, Andorra’yı 5-0 yenerken çok iğrenç bir hadise daha yaşandı. AKP’nin ve muhafazakarlığın kalesi Kayseri’de oynanan maçta skor 2-0’ken kaleci Ferran Pol, topu yavaş hareketlerle oyuna sokmaya çalıştı. Bunun üzerine tribünlerden uğultular, ıslıklar ve Pol’e yönelik protestolar yükseldi. Milliyetçilik duygularını futbol üzerinden tatmin eden binlerce Kayserili, Pol’ün de aynı saikle sahaya çıkmış olabileceğini düşünmedi. Kendi futbolcuları “Vatanımızın için oynayacağız” türden açıklamalar yapınca mest olanlar, Pol’ün de aynı

açıklamaları ülkesinde yapmış olabileceğinden habersizlerdi. Kadir Has Stadı’nda Pol’ü yuhalayanlar tüm dünyaya Türk milliyetçiliğinin Andorra milliyetçiliğine üstün geleceğini kanıtladılar. Bu eleştiriyi o gün stadyumda olanlara yöneltsek “Takımın averaja ihtiyacı var” cevabını alırız. Bu cevabın haklılığı sportif bağlamda tartışılır elbette. Fakat insani anlamda bu protestonun savunulacak hiçbir yanı yoktur. Volkan Şen’in ağlayarak sahayı terk etmesine sebep olan zihniyet, aynı şekilde Andorra kalecisini yuhalamıştır. Üstelik dalga geçtikleri gibi asıl mesleği futbolculuk olmayan 20 küsür adamın kalkıp Türkiye’ye gelmelerinin spor sevgisinden kaynaklandığını bir türlü anlamamışlardır. O 20 küsür adamı desteklemeye gelen 15 kişinin kaybedeceklerini bile bile maç izlemelerini salaklık, kerizlik veya

enayilik olarak görüyorlardır. Spor yayını yapan holding kanallarının ışıklı stüdyolarında yayın yapan yorumcuların da bu meselede tribünleri dolduran binlerden farklı bir yerde durdukları söylenemez. Her defasında ülkenin sporcu yetiştirmekteki başarısızlığından dem vuran bu yorumcular, “Almanya’nın da 80 milyon nüfusu var, bizim de. Ama Almanya ne kadar sporcu yetiştiriyor” diye ağlaşırlar. Halbuki asıl sorunun sporcu değil sporsever yetiştirememek olduğunu bilmezler. Herhangi bir spor etkinliğini taraf olmadan izleyebilecek, spor yapmaktan ve izlemekten keyif alan 15 sporseverin; desibel rekorları kıran, rakip takıma korku salan tezahüratlar yapan stadyum dolusu taraftardan daha değerli olduğunu da anlayamazlar.

Spor Turu

Neden Arsenal’i Tercih Etti?

Tottenham’dan gelen Gareth Bale’i rekor bir transfer ücreti ile kadrosuna katan Real Madrid’ineski oyuncusu Mesut Özil yeni takımı Arsenal’i neden tercih ettiğini açıkladı. İspanyol devi Real Madrid’den, İngiltere Premier Ligi’nin güçlü ekiplerinden Arsenal’e transfer olan Mesut Özil, İngiliz ekibinin resmi internet sitesine yaptığı açıklamada “Arsenal’i seçtim çünkü İngiltere’nin en büyük kulüplerinden birisnde forma giyeceğim” diyen Türk asıllı Alman futbolcu, aynı zamanda dünya çapında bir teknik direktör olan Arsene Wenger ile çalışmaktan da mutlu olacağını kaydederek, “Onun varlığı da kararımı vermemde çok büyük bir etken oldu. Kendimi daha da geliştirerek takımıma en iyi şekilde hizmet etmek istiyorum.” ifadelerini kullandı. Arsenal’in teknik kapasiteye dayalı hücum futbolu oynamasına da değinen yıldız futbolcu bu sistemin kendi futbol anlayışına uygun olduğunu söyledi. YARIN SPOR

Biber gazı nedeniyle maç kesildi

Kasımpaşa RTE Stadı’nda oynanan U21 Türkiyeİsveç maçı, Taksim çevresinde atılan biber gazları nedeniyle 22. dakikada durduruldu. Gazdan etkilenen futbolcular, soluğu soyunma odalarında aldı. Taksim’de Gezi Parkı sürecinin devamı niteliğindeki eylemlere polis biber gazıyla saldırdı. Atılan gazlar, Kasımpaşa RTE Stadı’na kadar ulaştı. Gazdan yoğun şekilde etkilenen futbolcular soyunma odalarına kaçtı. Hakem, saat 19:00’da başlayan milli maçı 22. dakikada yarıda kesti. Türkiye ile İsveç arasındaki 2015 Avrupa Şampiyonası eleme turu maçı verilen aranın radından yeniden başladı. Türkiye U21 takımı, rakibiyle 2-2 berabere kaldı. Türkiye’nin gollerini 44. dakikada Musa Çağıran ve 87. dakikada Kerim Koyunlu atarken, İsveç’in sayıları 31. dakikada Hallberg ve 90+3’te Gustafsson’dan geldi. YARIN SPOR

Süper Kupa Ankaraspor’un

Hentbol Erkekler Süper Kupa maçında karşı karşıya gelen Büyükşehir Belediyesi Ankaraspor ile Beşiktaş mücadelesinde gülen taraf Büyükşehir Belediyesi Ankaraspor oldu. Geçen senenin Türkiye Erkekler Hentbol Süper Ligi şampiyonu ile Hentbol Türkiye Kupası sahibini karşı karşıya getiren maç sonucunda Büyükşehir Belediyesi Ankaraspor, kupayı ilk kez müzesine götürdü. Bu yıl dördüncü kez düzenlenen Erkekler Hentbol Süper Kupa maçında Beşiktaş’ı 27-22 yenen Büyükşehir Belediyesi Ankaraspor, kupayı ilk kez müzesine götürürken karşılaşma sonrasında düzenlenen kupa töreninde, Türkiye Hentbol Federasyonu Başkanı Bilal Eyüboğlu, Büyükşehir Belediyesi Ankaraspor takımı oyuncularına madalya takarak, kupayı verdi. 4 yıldır bu kupada final oynayan Beşiktaş 2010 ve 2012 yıllarında kupayı müzesine görürürken, 2011 yılında kupa Maliye Milli Piyango’nun olmuştu. YARIN SPOR


En büyük volkan Pasifik’in altında ABD’de bilim insanları, dünyanın en büyük volkanının Pasifik Okyanusu’nun derinliklerinde olduğunu ortaya çıkardı. 130 ila 145 milyon yıl önce son şeklini alan dağ

kitlesi, 450 kilometre uzunluğunda ve 650 kilometre genişliğinde. Volkandaki son patlamanın birkaç milyon yıl önce gerçekleştiği tahmin ediliyor. YARIn toplum

Yavuz Sultan Selim ‘keserek’ geliyor En genç pilot

Kuzey Ormanları Savunması ağaç katliamına karşı Riva’daydı.

Çinli He Yide, 5 yaşında yardım almadan uçak kullanarak dünyanın en genç pilotu ünvanının sahibi oldu. Guinness Rekorlar Kitabı’na giren “Duoduo” lakaplı genç pilot, Pekin Vahşi Yaşam Parkı’ndan havalandığı pervaneli uçakla 35 dakikalık bir uçuş gerçekleştirdi.

Yavuz Sultan Selim ismiyle büyük tartışmalara yol açan 3. köprü inşaatı tüm hızıyla devam ediyor. Köprüyle birleşen Kuzey Marmara Otoyolu projesinin kilometrelerce süren yolun geçeceği ormanlık alanlardaki ağaç kesimleri tamamlandı. 300 bine yakın ağacın 2 ayda kesildiği bölge eski görüntüsünün aksine kum tepelerini andırıyor. İnşaattan bölgedeki hayvanlarda etkileniyor. yarın TOPLUM Yaşar aslan

Yavuz Sultan Selim adı verileceği açıklanan 3. köprünün yol inşaatı tüm hızıyla sürerken Kuzey Marmara Otoyolu projesinin kilometrelerce geçeceği ormanlık alanlardaki ağaç kesimleri tamamlandı. 300 binden fazla ağacın kesildiği inşaat çalışmalarında her gün yüzlerce kamyon yol kenarına dizilmiş ağaç tomruklarını taşıyor. Dozerler yol kenarlarında kesilmeyen küçük ağaçları ve çalıları da devirerek yol düzenlemesi yapıyor. Uskumruköy ve Demirciköy mevkiilerinde ormanın içlerinde şehir dışından gelen işçiler için barınma alanları oluşturulmuş.

18SORU Abdullah Temel gaziantep/Öğrenci

1. En sevdiğiniz erdem? Bilgili olmak 2. Başlıca özelliğiniz? Cana yakınlık 3. Mutluluk nedir? Azimle gelen başarı 4. Mutsuzluk nedir? Bir kişiye karşı duyulan güvensizlik 5. En kolay hoşgördüğünüz kötü huy? Küçümsemek 6. En nefret ettiğiniz kötü huy? Yalan söylemek 7. En sevmediğiniz şey? Toplum içindebir kişi tarafından terslenmek 8. En sevmediğiniz kişiler? Bencil insanlar 9. En sevdiğiniz iş? İngilizce çeviri yapmak 10. En sevdiğiniz şair? Atilla İlhan 11. En sevdiğiniz yazar? Stephen Hawking 12. Kahramanınız? Atatürk 13. Kadın kahramanınız? Annem 14. En sevdiğiniz çiçek? Papatya 15. En sevdiğiniz renk? Mavi 16. En sevdiğiniz yemek? Kebap 17. En sevdiğiniz düstur? Düstursuzluk 18. En sevdiğiniz söz? Hoşgörülükte deniz gibi ol

İnşaatın etrafında yaşayan insanlarsa yemyeşil bir ormandan kalan kum tepelerini çaresizlik içinde seyrediyor. 2 ayda 300 bin ağaç kesildi 3. köprü için ağaç kesimleri devlet erkanının katılımıyla yapılan resmi açılışın hemen ardından başladı. 4 noktadan başlayan ağaç kesme çalışmalarında yaklaşık 300 bin ağaç 2 ay gibi kısa bir sürede kesildi. Kesilen ağaçlarım tomruklarını taşımak için ülkenin dört bir yanından binler hafriyat kamyonu bölgeye geliyor. Bu çevre katliamıyla ilgili 3 köprü inşaatının durdurulması için açılan meslek odaları ve sivil toplum örgütlerinin açtığı yaklaşık 30 dava var.

Yeşili severim ama doğayı da katlederim 3. Köprü Projesi’nin açılışında da yer alan ve en büyük destekçisi olan Başbakan Erdoğan inşaat sırasında yapılan çevre katliamına onay vermesine rağmen çevreyle ilgili her açıklamasında ‘‘ Yeşili severim, yeşile hayranım’’ demeye devam ediyor. İstanbul’un yeşil kalan son yerlerinde de 300 bin ağacın kesilmesi Erdoğan’ın ‘‘Türkiye tarihinde en çok ağacı bizim hükümetimiz zamanında dikildi’’ sözlerinin gerçek dışı olduğunu ortaya koyuyor. Hayvanlar göç yollarını kaybetti İnşaat sahasında 2 ay gibi kısa bir sürede meydana gelen büyük bitki örtüsü

değişikliği bölgede yaşayan ve göç eden hayvanları da etkiledi. İstanbul’un kalbi yok ediliyor Forumlardan bir araya gelerek doğa katliamına karşı mücadele yürüten Kuzey Ormanları Savunması, doğanın tahribatını yerinde inceledi. Kuzey Ormanlari Savunması tarafından yapılan çağrının ardından yüzlerce direnişçinin katılımıyla 7-8 Eylül tarihlerinde Riva’da bir direniş kampı yapıldı.Kuzey ormanlarının, İstanbul’un kalbi olduğunu dile getiren direnişçiler sembolik olarak yıkım alanına bir fidan diktiler.

Rock’n Coke’dan Gezi’ye selam

Türkiye ’nin en büyük açık hava festivallerinden biri olan Rock’n Coke’da, yıldız isimler performanslarına başladı. Sahneye çıkan ilk isim ‘Büyük Ev Ablukada’ Gezi Direniş’inde hayatını kaybedenler için Ahmet Kaya’nın ‘Katlime Ferman’ şarkısını seslendirdi. Grup, ilk üç şarkının ardından, Enver Gökçe’nin 1960 yılında polis kurşunuyla hayatını kaybeden Turan Emeksiz için yazdığı ve Ahmet Kaya’nın seslendirdiği ‘Katlime Ferman’ şarkısını seslendirirken, parçayı Gezi Direniş’inde hayatını kaybedenlere adadı. Bu sırada sahnenin önünde grubu izleyen müzikseverlerden büyük bir uğultu yükseldi ve bir anda ‘Her Yer Taksim, Her Yer Direniş’ sloganları atıldı. Büyük Ev Ablukada, ‘Lilililerle’ isimli şarkısının da sözlerini değiştirerek, biber gazına atıf yaptı. YARIn toplum

Evlerine balkondan girdiler Gaziantep’te evlenen bir çift, taşımacılıkta kullanılan asansörle balkon kapısından eve girdi. Taşımacılık şirketinde çalışan damat Hakan Nacaroğlu ile gelin İlknur Nacaroğlu evin dışına kurulan asansörle evlerine çıktı. Türkiye’de ilk kez gerçekleşen bu olayın damadın hayali olduğu belirtildi.

Leyla ile Mecnun ekibi yeni diziyle geliyor

TRT tarafından Gezi Direniş’ine katıldıkları ve destek veren video çektikleri gerekçesiyle yayından kaldırılan ‘Leyla ile Mecnun’ dizisinin çekirdek ekibi yeni bir projeyle ekranlara geliyor. Yönetmenliğini Onur Ünlü’nün senaristliğini Burak Aksak’ın yapacağı ‘Ben de Özledim’ isimli bir dizinin Star TV için çekileceğini ve yeni dizinin ekim ayında yayına gireceği açıklandı. Leyla ile Mecnun’un İskender’i Ahmet Mümtaz Taylan, Twitter’dan ‘Ben de Özledim’ dizisiyle ilgili “Ben de Özledim aynı ekiple, aynı kafayla yeni bir iş! Hep birlikte sabrettik, biraz daha sabır! Şimdilik bu kadar :)” mesajını paylaştı. YARIn toplum

Yılın ‘insan’ temalı fotoğrafı

Tek başına direnen kadın

Hatay’ın İskenderun ilçesinde çürük olduğu gerekçesiyle kesilmek istenen 2 çam ağacının kesilmesine tepki gösteren Gül Koç, görevliler tarafından kesilen ağaç dallarının üzerine oturarak, ağaçların kesimine izin vermeyeceğini söyledi ve ağaçları kestirmedi.

Gökdelenden yansıyan ışık eritiyor İngiltere’nin başkenti Londra’da iç bükey yapısı nedeniyle güneş ışınlarını yansıtan bir gökdelen, park halindeki lüks otomobilin çeşitli aksamlarının erimesine neden oldu. Telsizi andıran şekli sebebiyle “Walkie Talkie” olarak adlandırılan gökdelenden yansıyan güneş ışığı yolun karşında duran Jaguar marka araçların yan aynasını ve panelleri ile bazı parçaları eriterek deforme etti. Çevredeki dükkanlara da zarar veren gökdelenin altındaki sıcaklık 60 dereceye kadar varıyor. İnşaat firması çevreye verilen tüm zararları karşılayacağını belitti. YARIn toplum


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.