Yarın kadın sayı 3

Page 1

Kadın

Kadınların tahakküm altına alınmasına karşı:

Sosyalist Feminist Proje

Kalkedon yayınlarından dilimize çevrilen Nancy Holmstorm editörlüğündeki Sosyalist Feminist Proje, teori ve politikanın günümüz okumasını derleyerek okuyuculara sunuyor. arka sayfa 40

27 Şubat 2015 Cuma Sayı: 03 l

l

Gülsüm Kav

Çiğdem Evcil

Melda Onur

İpek Bozkurt

Fatmagül B.

Özlem Gürses Melda Yaman

Gülten Seber

Sibel Uzun

Meyra Kildiz

Tuluhan T.oğlu Füsun Demirel

Ayhan Aşçı

Mine Tekay

Şenay Gürler

Yasemin Yüksel

Yarın Kadın’dan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Özel Sayısı

40 kadın 40 yazı

Yarın Kadın ekinin bu sayısında 8 Mart’a giderken 40 kadın yazılarında kadınların karşılaştığı sorunları farklı açılardan ele aldı. Kadın cinayetlerini durdurmak için mücadelenin yükseldiği bu günlerde, kadınlar omuz omuza mücadele çağrısı yapıyor, kadın cinayetlerini durdurmak için yürüttükleri çalışmaları anlatıyor. Farklı illerden deneyimlerini okurlarımızla paylaşıyorlar...

Tuğba Atalay Hediye Dündar Özden Ormancı

Çiğdem G.

Neslihan A.

Kübra Özkan

Deniz Yıldırım

Esma O.oğlu

Ceren İnce

Burcu Aydın

Esra Cebbar

Gülhan A.

Birsen K.

Kübra Altın

Zehra Ç.oğlu

Tulya Ç.oğlu

Sıla Arkat

Meltem Şahin

Öznur Doğancı

Büşra Çelik

Deniz Baş

Esra Coşkuner Nilüfer Alakaş Perihan Aslan


OZEL SAYI

02

27 Şubat 2015

lKadın

Kadınlar kazanacak Gülsüm Kav yazdı

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi Gülsüm Kav, kadın dayanışmasının ve mücadelesinin yükseldiği bir dönemde olduğumuzu analiz ediyor. Kadınların kazanabileceğinin somut temellerini açıklıyor ve ekliyor “kadınlar kazanacak”

Türkiye’de kadınların başına gelen bütün felaketler, bugün kadınları tam bir mücadele azmi ile donatmış durumda. Toplantılarda, eylemlerde, işyerlerinde, evlerde, her yerde kadınlar biraya geliyor, birbirine omuz veriyor. Her yeni felaket haberinde, korkmak yerine daha çok direnmeye karar veriyorlar. “Yeter” diyen kararlı kadınların artması ile yeni bir haber daha fazla sayıda kadını bir araya getiriyor. Farklı kurumlardan kadınlar güçlerini birleştiriyor. Sonunda şimdiye kadar Türkiye tarihinde görülmemiş biçimde tüm toplumu da arkasına aldı kadınlar. Her ilde, Özgecan nezdinde tüm kadınların hayatı için eylem yapılmış olması bunun somut örneğidir. Bu demektir ki; biz kadınlar kazanabiliriz. Böyle bir Türkiye’de yaşadığımız halde, kazanabiliriz çünkü bunun objektif temelleri var: 1.Türkiye’de kadın cinayetlerinin artışının temelinde paradoksal biçimde aslında olumlu bir şey var: kadınlar değişiyor, ülke tarihinde ilk kez çok büyük bir toplumsallık ile modern haklarını arıyor. Giderek daha fazla kadın, büyük topluluklar halinde belki

daha önce kullanmaya cesaret edemediği hakları artık istiyor. Bu bir mücadele; yıllardır rahatlıkla kullandığı çıkarlarını elden bırakmak istemeyen erkek egemenliği, kadınların en haklı taleplerine ayak diriyor, bu hak arayışını kör bir şiddetle bastırmaya çalışıyor. Ama kadınlar kararlı. Kibritin yanan ucundalar, işin ucunda ölümü de görüyorlar, yine de vazgeçmiyorlar. Elbette hayatta kalmak için çırpınıyorlar ama teslim de olmuyorlar. Kadınlar kazanacak çünkü Türkiye’de ilk defa kadınlar kaderlerini ele almak için böylesine toplumsallaşmış biçimde, ölümüne direniyor. 2.Türkiye’nin modernleşme tarihinin belirli bir evresindeyiz ve tarihin tekerleği tersine çevrilemez. AKP, nafile bir çaba ile bunu deniyor. Toplumun bu gerçeğini görmek, kadınların hak arayışını doğru okuyup çözümlemek yerine hala sorunu örtmeyi deniyor. Oysa kadının ayrı varlığını ve haklarını tanımayıp, kadın düşmanlığında ısrar etmesi sorunu da derinleştiriyor. Derinleşen sorun, artan şiddet, sonunda AKP’yi de zor durumda bırakıyor, bir kısır döngü içinde kendi de ne yapacağını şaşırıyor, kadınların ayaklanmasından da çok korkuyor, bu sefer olağanüstü ve mantıksız önlemler almaya çalışıyor. Kadına yönelik şid-

detin artışı ve kadınların her şeyi göze alarak mücadele ediyor oluşu ile daha da zorda kalıyor, başarısızlığı apaçık ortaya çıkıyor. 3.Somut olgular da gösteriyor ki; AKP’nin kadınları eve kapatma siyaseti çökmüştür. Kadınlar evlerine gitmek, çocuk doğurmak yerine, bir gün yaşam hakkı, bir gün kürtaj hakkı, öbür gün özgürlüğü için mücadele ediyor, hiç durmuyorlar. Ne kararlarından geri duruyor kadınlar ne de mücadeleden. 4.Son dönemde daha önemli bir şey de oldur: Özgecan nezdinde tüm kadınlar için ayaklanan her kadın, bu sefer tüm Türkiye toplumunu da arkasında hissetti. Toplum, kadınların haklı mücadelesinin yanında yer aldı, Türkiye’nin bütün illerinden ses vererek en yüksek düzeyde “kadınların arkasındayız” dedi. Yani, AKP’nin hesabı tutmadı. 5.AKP’nin kadınları eve kapatmak için denediği yollar; öldürülmelerine göz yummak, şiddet için hedef göstermek, evleri ve sokakları tehlikede bırakmak bile tutmadı. Erdoğan bütün bir Türkiye’yi erkek egemen bir baba gibi yönetmeye çalıştı, tutmadı. En geniş kamuoyu önünde kadınları hedef göstererek, kadınlar için güvenli, hiç bir yer bırakmadı, yine tutmadı.

Kadınları eğitimden dışlamak, istihdamsız bırakmak, kürtajı yasaklamaya, karma eğitime müdahale, laikliğe saldırmak tutmadı. Kadınların kıyafetine, yaşam tarzına karışmak, sürekli hamile kalmalarını sağlamak, erkek şiddetini cesaretlendirmek ve devamında sayabileceğimiz bilumum çağ dışı AKP tasarısı çökmüştür. Kadınlar son eylemlerde AKP’nin saydığımız tüm saldırılarına da “yeter” dediler, hiç birini unutmadıklarını gösterdiler. AKP yenilecek çünkü bir geleceği yok. Kadınlar kazanacak. Güzel günler göreceğimizi en kuvvetli göstereceğimiz an ise; 8 Mart. Dünyanın bütün kadınları ile beraber, kendi hayatımızı asla elimizden bırakmayacağımızı AKP’ye, tüm Türkiye’ye ve dünyaya çok kuvvetli biçimde göstermenin günü. Bu sene toplum da bizden bunu bekliyor, çünkü kendi yapabileceğini yaptı, her ilde eylemler yaparak kadınların yanında olduğunu en üst seviyede gösterdi. Böyle kendini ortaya koymuş bir topluma karşı, meydanları doldurmak boynumuzun borcudur. Henüz buluşamadığımız yaralı kadınlarla, belki ölüm tehdidi altında yaşayanlarla, Hayatını kurtarabileceğimiz, değiştirebileceğimiz milyonlarca kadın kardeşimizle buluşmamızı sağlayacak, tüm kadınlara umut ve cesaret kazandıracak, kadın cinayetlerini durduracak olan da, işte bu meydanlar olacak.


OZEL SAYI

03

27 Şubat 2015

lKadın

Kadınların hayatta kaldığı bir Türkiye bizlerin elinde Çiğdem Evcil yazdı

Öldürülen Muhterem Göçmen’in ablası Çiğdem Evcil, kadınların hayatta kalması için verdiği mücadeleye değiniyor. Kadınların mücadelesinin kadın cinayetlerini durduracağını dile getiren Evcil, “umudum var hep var olacakta” diyor.

“Türkiye’de kadınsan vay haline” cümlesinden bıktım. Evet kadınız ve bu ülkedeki erkekler kadar yaşama hakkına sahibiz. Kadına korkarak yaşamak yakışmıyor. Kadına yakışan, her ortamda ve her alanda kendisini ve başarısını göstermektir. Bizim toplumumuz en büyük yanlışı, bir kız çocuğu dünyaya geldigi anda babanın kızı, varsa abinin kardeşi, evlenince evlendiği erkeğin eşi, daha sonra dünyaya getirdigi erkek evladın annesi sıfatını alıyor. Bunları hep yaşıyoruz, bu sıfatlardan kurtulmak için bir çoğumuz mücade etmişizdir. Bende kendimce çok mücade ettim. Çünkü ben benim ve herşeyden önce kadınım, bu hayat benim ama şu anda o kadar yüce bir sıfatım var ki onu ömür boyunca gururla taşıyacağım. Ben MUHTEREM GÖÇMEN’ in ablasıyım. Bundan gurur duyuyorum. Muhterem bir kadın ve yaşam hakkını alabilmek için mücade ederken hayatından oldu. Bu ülkedeki yasalar ve emniyet onun hayatta kalmasını sağlayamadı. Diğer kadın kardeşlerimiz gibi korunmak isterken ölüme terk edildi. Bugün Türkiye’de öldürülen kadınların çoğu koruma altında katledildi. Çünkü devlet erkeklere bu fırsatı verecek ve onları yüreklendirecek açıklamalar yapmayı kendilerine bir görev edinmiş durumda. Ama şunu unutuyorlar. Oldukları mevkilere o kadınların oyuyla geldiler ve ilk iş olarak kadını siyasi hedef edindiler. Onlar kürsülerden kadınlar kahkaha atmasın dedi, kadınlar hamile yürümesin dedi, kadınlar sokak değil yerin evin dedi, anneliği kariyer edinin bol bol doğurun dedi, katiller boş durmadı yukardan birileri düğmeye bastı onlar da kadınları öldürdü, öldürmeye de devam ediyorlar. Bilmiyorlar ki kendilerinin yaptıkları kadın üzerinden siyaset her gün 3 yada 5 kadının hayatıyla son buluyor. Hiç düşündüler mi dünyanın hangi ülkesinde kadın üzerinden ve kanlı

siyaset yapılıyor? Bunu bilerek ve gözümüze soka soka yapıyorlar. MUHTEREM’i Gezi döneminde kaybettik ve o dönemlerde sonra Cumhurbaşkanımız çıkıp aslı olmayan bir haber anlattı. Kabataş’ta benim türbanlı bacıma saldırdılar dedi. Aynı zamanlarda MUHTEREM karakol, adliye kapılarında çığlık çığlığa beni kurtarın diye bağırıyordu. Polis yoktu. Savcı, katili alıkoymak için o kadar gerekçe varken

görmediler. Boşanamazsın, annelik kariyerini yap, evde otur, her türlü şiddete gögüs ger, sokağa çıkma dediler. Bunu istersen senin cezan ölüm diyor devlet kadına. Katiller de yerine getiriyor isteklerini. Ama son yaşananlar gözlerimizin önüne seriyor ki kadınlar hiç tanımadığı erkekler tarafından ve bir yerden bir yere giderken bile sokaklarda vahşice katlediliyor. Devlet buna bir kulp takamadı. Yaptıkları açıklamalarla yetindiler. Birisi

gerek görmedi. Korumaları gereken bir kadına kapılarını kapattılar ve katilin işini bitirmesi için gereken yolları ona açtılar. Cumhurbaşkanı bacım dediği kadın için günlerce şov yaptı. Muhterem’in ve diğer kadınların ölümüne sadece seyirci kaldı. O kadınlar bu ülkenin kadınlarıydı. Kabataş’taki bacısı türbanlıydı evet. Muhterem modern ve çalışan bir kadındı. Diğer öldürülen kadınların arasında türbanlılar da var. Onları da görmediler siyasiler. Bu kadınların suçu neydi? Evliydiler ve uğradıkları şiddetten saldırıdan kurtulmak insan gibi kadın gibi yaşamak istediler, ayaklarının üzerine basıp kendi hayatlarını yaşamak istediler. Suç bu mu? Ayrılmak istiyolar efendim, evlilik kurumunu kadınlar yıkıyor dediler. Boşanmak isteyen kadınlara bunu hak

hadım dedi, birileri idam diye ayaklandı. Bir kadın bakanı ve aile bakanı olan Ayşegül İslam en komiğini yaptı. Elektronik kelepçeyle bu işi çözeriz dedi. Bir kadının hayatının karşılığı bir metal parçası mı? Yeni Türkiye bu mu? Öldür, üç beş sene cezaevinde yat çık, metali tak evde otur. Bunlar azılı katil, o metalden kurtulmak onlara çocuk oyuncağı. Bilir ki onu çıkarsa alacağı ceza hiç yok denecek kadar az. Bunları bu şekilde cezalandırmanın yetersiz olduğunu anlamak için alim olmaya gerek yok. O kelepçeleri hayatta kalmak için mücadele veren kadınlara ve hayatından olan kadınlara ve biz ailelerin yüreklerimize takacaklar. Kelepçe değil yapmaları gereken. Kadının yaşam hakkına sahip çıkmaları ve bu katillerin yaptıklarını en ağır cezayla yargılamak.

Bunu yapmak ve bu cinayetlere son vermek devletin elinde. Bunu Cumhurbaşkanı Amerika’ya kendi ağzıyla söyledi. Biz siyasiler ülkemizdeki cinayetlerden sorumluyuz dedi. Evet sorumlusunuz. Her kadının ölümünden o fıtrat adı altında yaptığınız açıklamalarınızla sorumlusunuz. Açıklamalarınız her gün bir kaç katile kuvvet veriyor. Onlar da kadınları acımadan bu hayattan kopartıp alıyor. Sorumlusunuz çıkardığınız yasaları uygulamadıgınız için. sorumlusunuz tacizden tecavüzden bu ülkede kadınlara yapılan bütün haksızlıklardan, siz sorumlusunuz. Bunu takdiri illahi kader diyerek geçiştirmek hiç bir inanca ve hiç bir vicdana sığmıyor. Hele ki ben kardeşimin ölümüne asla takdiri illah demiyorum. Demeyceğimde. Onun kaderi ölüm degildi. Sadece sorumluların görevini yerine getirmek işlerine gelmedi, her kadın gibi öleme terk ettiler. Bizlere evinde otur çocuk yap kariyer sahibi ol diyenler, sizlerin kızları neden okudu ve meslek edindiler? Onları da evlendirin, onlar da bol bol doğurup annelik kariyeri yapsınlar. Onlara herşey mübah bize günah mı? Toplumdaki kadınlar buna layık değil mi? Okuyup meslek edinip kendi hayatını yaşama hakkı yok mu? Eşit değilsiniz dediniz, kahkaha atmayın dediniz, hamileysen sokakta yürüme dediniz, kadın erkek aynı evde yaşayamaz dediniz, kaç çocuk doğurucağımızı söylediniz. Hep kadın üzerinden siyaset yaptıkça katilleri sokaklara siz saldınız, güç verdiniz. Alcakları cezanın az olduğunu indirim alcaklarını bilerek kadınları katlettirdiniz. Boyun eğmeyeceğiz. İstediğim gibi istediğim yerde kahkaha atarım, istediğimi giyerim, istediğim insanla aynı evde yaşarım, doğurup doğurmamak da bizim elimizde. Bedenimiz üzerinden siyaset yapmaktan vazgeçin. Biz kaçak saraylarda yaşamak değil kendi hakkımız olan hayatımızı yaşamak, kararlarımızı hür irademizle vermek istiyoruz. Acıların bittiği, bir tek kadının değil canından olduğu bir tırnağının kırılmadığı bir Türkiye yaratmak bizlerin, kadınların elinde. Mücadelemizle bunu elde edeceğiz. Umudum var, hep de var olacak.


OZEL SAYI

04

27 Şubat 2015

lKadın

Seferberlik zaten var, siz de katılın Melda Onur yazdı

CHP Milletvekili Melda Onur kadın cinayetlerini durdurmak için Hükümete sesleniyor. Uzun zamandır kadın cinayetlerine dair somut adım atmadığını ve kadın cinayetlerini durdurmak için seferberlik ilan etmediğini söylediği Hükümete, kadını hedef göstermek yerine yasaların uygulanmasını sağlamaya ve “kadın hareketinin dediğini” yapmaya çağırıyor.

Özgecan cinayetinin ardından Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Özgecan için, şiddet görmüş bütün kadınlar için kadınlarımız seslerini yükseltmeli, ayağa kalkmalı... Kadına yönelik şiddeti tümüyle ortadan kaldırmak için seferberlik ilan ediyoruz.” Seferberlik öyle mi? Neden şimdi? Neden yüzde 1400 arttı açıklamasının yapıldığı 2011 yılında değil? Siz kadına dönük vahşetin Özgecan’la mı başladığını zannediyorsunuz? Mesela neden 2014’te başlatmadınız? Bakın 31 Aralık 2013 Isparta’da 63

yaşındaki M.G., üç yıldır ayrı yaşadığı, boşanma aşamasındaki karısı 67 yaşındaki Ayşe Güzel’i av tüfeğiyle öldürdü. 30 Aralık günü Sakarya’da 112 şoförü H.A., tartıştığı karısı 39 yaşındaki Fatma Acar’ı bıçaklayarak öldürdü. Kastamonu’da 33 yaşındaki M.K., karısı Nebiye Katırcı’yı tüfekle öldürdü. Kırşehir’de 63 yaşındaki K.A., karısı 41 yaşındaki Hatun Aydın’ı av tüfeğiyle öldürdü. 28 Aralık günü İstanbul’da S.K., eskiden aynı iş yerinde çalıştığı 31 yaşındaki Evrim Aktuğ’u sokakta taban-

cayla vurarak öldürdü. 29 Aralık’ta ölüm yok diye sevinmeyin. O gün de bir babanın kızına ve bir kocanın karısına şiddetli darp vakası polis kayıtlarına geçti. Tüm bunlar yaşandığında başlatsaydınız seferberliğinizi, 2014 yılı boyunca cinayete kurban giden 281 kadın bugün hayatta olurdu. Son 5 yıllık bilançonuz 1134 kadın. Kim mi diyor? Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığınızın vermediği, veremediği istatistikleri el yordamıyla, çıkan haberleri, polis kayıtlarını tarayarak, başvuruları ka-

yıt altına alarak derleyen haber siteleri, kadın örgütleri diyor. Yalansa çıkarın kayıtlarınızı. Kadınlar, kadın örgütleri zaten ayakta; seferberlik zaten var; eylem planları, yasa teklifleri hazır. Ölenler, katiller, davalar, duruşmalar belli. Siz kadını hedef gösteren dilinizi tutun, yasa ve yönetmeliklerin uygulanmasını sağlayın ve kadın hareketinin dediğini yapın, yeter.


OZEL SAYI

05

27 Şubat 2015

lKadın

Renkler tuzağı ve toplumsal cinsiyet eşitliği Gülten Seber yazdı

Prof. Dr. Gülten Seber, kadına yönelik şiddetin kökenini irdeliyor. Kadınlara “pembe”, erkeklere “mavi” yakıştırmasında olduğu gibi renklerin toplumsal cinsiyet eşitliği ile arasındaki ilişkiyi açıklıyor. Ön kabullerin eşitsizliği derinleştirdiğini söylüyor.

Hepimiz bildiği gibi insanla kadın ya da erkek biyolojik bedensel özellikle doğarlar. Süreç içinde toplumsal cinsiyet bireyleri cinsiyet kimliği açısından şekillendirir. Bu farklılaşma ergenlik döneminde daha belirgin bir şekilde gereksinime dönüşür. Biyolojik yapı ile cinsel kimlik örtüşür. Bazen de biyolojik yapı ile cinsel kimlik çatışır. Böylece şunu kabul etmemiz gerekir ki iki yapı arasında farklar değişmez dönüşmez nitelikte değildir. Aslında bu farklılık çok erken yaşlarda izlenebilir. Kültür ise doğumdan önceden başlayarak, pembe-mavi giysi, oyuncak seçimi, oyun belirleme, eğitim ve kişisel gelişimi için kimlik inşasına başlar.

Asırlardır toplumsal mutabakatımız ve kabullerimizle dünyayı şekillendirme ve paylaşmaya devam edilmektedir. Bu önkabuller kadın ve kız çocukları için ayrımcılık ve şiddete dönüşmesinde önemli bir etkendir. Dolayısıyla EĞİTİM, SOSYAL YAŞAM, SAĞLIK HİZMETLERİNDE, İSTİHDAMDA büyük kayıplara neden olmaktadır.(BM, DSÖ, CEDAW, Avrupa Komisyonu, Gelişmişlik Endeksi, TUİK verileri ) Toplumsal cinsiyet eşitliğini nasıl eşitleyebiliriz. Bu ayrımcılığı nasıl çözeriz dendiğinde kendi adına kadın örgütleri büyük çaba gösterebilir. Ancak siyasi irade Eğitimden başlayarak, irade Ana Okulundan, Orta Eğitim ve Yüksek Öğretim de ayrımcı, eşitliği bozan kav-

ramların yerine evrensel insan haklarını egemen kılan yaklaşımlar yapmalıdır. Maliye Bakanlığı tüm bütçelemelerde “TOPLUMSAL CİNSİYETE DUYARLI BÜTÇELEME” istemelidir. Parlamento yasa çalışmaları yaparken, yerel ve bölgesel yönetimler ve aileler aktif katılmalı. Bu konuyu bir sorun olarak kabul etmelidir. Bu çabalar ve yasal değişmeler bu çelişkiyi ortadan kaldıramıyor. İşte bu noktada gözden kaçan bir detay üzerinde duracağım. Daha cinsiyetin anne karnından tanı olanağı öncesi hamile kadının karnını sivri veya yuvarlak diye farklı oyunlarla (makas bıçak, karnı üzerinde para sallama) cinsiyet tahmin edilirdi. Şimdiler de ise, kişisel olarak karşı olmamamla

beraber, ultrasonla 4’ncü aydan itibaren cinsiyet tanısı yapılıyor. Böylece yeni doğan bebeklere daha doğmadan eşya ve armağanlar hazırlanırken; kız bebekler “pembe”, oğlan bebeklere “mavi” giysiler, eşyalar hazırlanıyor. Bu ne yaman bir çelişkidir. Biyolojik yapıyı, toplumsal yapının önüne geçiriyor. Bunu bilerek, isteyerek yapmaya bilinir, ama bu yaygın geleneksel alışkanlıklar devam etmekte. Renkleri cinsiyetle eşleştirmenin nasıl sorunların devamına sessizce katkı verdiğini görmemiz ve önlem almamız gerekir. Toplumun ön kabullerin farkında olduğu/olmadığı hatta ikiyüzlü davranıldığını düşünebiliriz. Çünkü toplumdaki alışkanlıkların değişmediğini, devam ettiğini görüyoruz. Bu konuda devletten çok aktivistler belki de bebek eşyaları üretenlerle işbirliği yapıp renk dayatmasından vazgeçilmesini sağlayabilir.


OZEL SAYI

06

27 Şubat 2015

lKadın

Özgecan’a kıyanlarla kadınlara dil uzatanlar aynıdır Sibel Uzun yazdı

EHP Genel Başkanı Sibel Uzun, kadın cinayetlerine karşı Özgecan’la birlikte bir ayaklanma sürecine girildiğini değerlendiriyor. Kadın cinayetlerinin çözümünün sürekli mücadele olduğunu söylüyor ve bu ayaklanma sürecini sürekli kılmalıyız diyor.

Kadınlar, Erdoğan’a ve çevresine Özgecan’dan sonra ayaklanma yaratarak cevap verdi. Kadınların pek çok ilde yaptığı eylemler, memleket üstünde bir fırtına gibi esti çalı çırpı taş toprak ne varsa hepsini süpürdü attı. Erdoğan’ın evlensin, çocuk doğursun, evde çocuk baksın istediği kadınlar tam tersini yaptı şehirlerin meydanlarını doldurdu. Eve kapanmayıp hak hukuk mücadelesi için sokaklara çıktı. Kadın cinayetlerine karşı yıllardır süren mücadelemiz sayesinde bir birikim olduğunu söylemeliyiz. Bu birikim sayesinde ne diyeceğimizi, nereye varacağımızı ve bu ayaklanma sürecini sürekli kılmanın asıl hayatımızı kurtaracak formül olduğunu biliyoruz. Bu ayaklanmanın kesinlikle bir yarını var. Kadınların Gezisi süreklilik kazanacak. Koruma Yasası’nı (6284 Sayılı Yasa) kadınlar kazanmıştı, yaşam hakkı mücadelemizde bir başka dönemeçti. Gelmiş olduğumuz bu aşamada AKP ve tartışmalı adalet sistemi Koruma Yasası’nı ve uygulanmasını unutturmak istiyor. Koruma yasasından faydalanıp hayatta kalabilmiş kadınlar hiç bilinsin istemiyor. Çünkü o zaman AKP’ye “bu yasa hayat kurtarıyor, kapsamını genişlet” denilebilir. Kaybettiğimiz kadınların büyük bir kısmının koruma altında öldürülmüş olmasının da bilinmesini istemiyor. O zaman da kadınların yaşam mücadelesi verirken yasaya tutunmaya çalıştıkları ortaya çıkacak. Bu yüzden kaybettiğimiz kadınların çantasından koruma kararları çıkarken Ayşenur İslam “koruma altında öldürülen kadın yok” diyor. Kadınların ayaklanmasının sürekliliği sayesinde bu maratondaki varış çizgimiz ağırlaştırılmış müebbet cezasının

tüm kadın cinayetlerinde yasalaşmasıdır. İndirim yasalardan da, mahkeme salonlarından da, akıllardan da kazınmalıdır. İndirimler şişede durduğu gibi dur-

kadın cinayetlerine acımasız boyutlarda diyen Yargıtay şimdi ağırlaştırılmış müebbetlere indirim uyguluyor. Özgecan ile ortaya çıkan ayaklanmada kadınlara, anneliğe, çocuk doğurmaya, üniversitede

muyor dönem itibariyle hakimler tarafından otomatik dağıtılıyor. Katilin mahkemeye adım atması bile iyi halden sayılıyor indirim veriliyor. Önceden

okumaya, hamile kadına saldıran güruhun ağzı kapandı. Yaratmak istedikleri yobaz ve karanlık hava dağıldı. Ama yine kolları sıvayacaklardır. Erdoğan ve yakın

çevresinin hedeflediği saltanat ve saraylar düzeni en çok kadınları vuracak bir düzen. Bilelim ki bu düzen yıkılmadan kadın düşmanlarının laflarından tam olarak kurtulmuş olmayacağız. Hepsinin açıklamaları soykırım yapılan bir toplama kampındaki megafondan çıkan ses gibi. Kadınlar ayaklandığında idam değerlendirmelerini ortaya atmaları da tesadüf değil. Gerçekten çözüm bulmak istemediklerinin en büyük göstergelerinden biridir. Toplumun idama karşı olduğu ortada, ne bugüne kadar kadın cinayetine karşı mücadele veren ne de Özgecan için ayaklanan kadınların yükselen sesi idam olmadı. AKP’nin işi gücü sokaktaki muhalefete düşmanlık olduğundan ve darbe dönemlerini aratmayacak kanunları “iç güvenlik paketi” ile yapacağından idam ile yine muhalefeti de tehdit etmek istiyor. Biz idamın ne demek olduğunu kadınlar için ne anlama geldiğini İran gibi ülkelerden biliyoruz. AKP’nin önünde Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun birkaç sene önce verdiği “indirimler kalksın” yönünde ek madde önerisi var. Kadın cinayetlerini durdurmak isteyen hükümet oturur onu çıkarır. Kadın katilleri, kadın düşmanları yakılan kadın bedenleri memleket gerçeğine dönüşsün istiyor. Özgecan’dan sonra Akhisar’da diri diri yakılan kardeşimizin haberini aldık. Haberlerde “tek delil tayt parçası” diye geçiyor. Katiller kadın cinayetlerine karşı toplumda ortaya çıkan tepkiden korkuyorlar. Delilleri karartarak yargılanmaktan kaçarken asıl kadınların toplumda yarattığı adaletten ve öfkeden kaçmak saklanmak istiyorlar. Özgecan ile birlikte yaşadığımız ayaklanmanın sonuçları tüm kadınları bekliyor. Kadınların safları sıklaştı. Gezi’den de hazırlıklıyız kadın cinayetlerine karşı verdiğimiz mücadeleden de hazırlıklıyız. Ayaklanma sonrası kadın mücadelesini örgütlü gücümüzle ilerleteceğimizi “kadın cinayetlerini durdurduk” bayrağını dikeceğimizi çok iyi biliyoruz.


OZEL SAYI

07

27 Şubat 2015

lKadın

Şimdi direnme zamanıdır Tuluhan Tekelioğlu yazdı

Gazeteci Tuluhan Tekelioğlu yazısına Özgecan’la ilgili bir anektodla başlıyor. Kadınların “kadın” oldukları için öldürüldüklerini ve bu nedenle kadın cinayetlerini durdurmak için tüm kadınları “bir” olmaya çağırıyor, “ben varım” deme zamanıdır diyor.

2008 yılıydı. Köyü boşaltılan, Mersin’e göç etmek zorunda kalan Kürt mahallelerini dolaşarak Aktüel dergisine bir yazı dizisi hazırlamıştım. O mahallelerden birinde çok sesli bir koro kurulmuştu. Çoğunluğu gençlerden oluşan, kısıtlı imkanlarla, idealist müzik insanı Engin Aktuğ tarafından kurulan koro, çok kısa sürede büyük başarı kazanmıştı. Yoksul mahallelerden ses rengi güzel olan, yetenekli, notasız, kulaktan şarkı söyleyebilecek gençler seçiliyordu. Alto, bas, soprano ve tenorlar yetişiyordu. Çok etkilenmiştim. Bir gün o koroya, bir baba iki kızıyla gelir. Kızlarından biri 13, diğeri 17 yaşındadır. Ufak kız, “çocuk sesi” olduğu için değerlendirmeye alınmaz. Baba ve büyük kızın ses rengi beğenilir, koroya kabul edilirler. Ancak her hafta küçük kız da onları provada izlemeye gelecektir. Boğaziçi Üniversitesi’nin hazırladığı Uluslararası koro festivaline katılma hakkı kazanırlar. İstanbul’u gördükten sonra, büyük kızın tek bir hayali vardır artık; Başarılı bir soprano olmak! Nitekim bir yıl son-

ra Adana Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuvarını burslu olarak kazanır. Küçük kız ise abla ve babasının şarkı söylediği koronun hiçbir konserini kaçırmaz. Kiremithane Mahallesi’nin “Bahçe Mahallesi” tarafında mütevazi bir evde yaşayan baba ve kızları herkes tarafından çok sevilir. Baba iki kızına hep şu cümleyi söyler: “İnsanın dış dünyada bir hedefi, iç dünyasında muazzam bir hayalinin olması gerekir”. Küçük kız hırslıdır. Okulda çok başarılıdır. En büyük hayali, Türkiye’nin en ünlü psikoloğu olmaktır. O küçük kızın adı Özgecan Aslan. Özgecan Aslan’ın ömrü belki Türkiye’nin en iyi psikoloğu olmaya yetmedi ama kadınlı, erkekli yüzbinlerce insanı harekete geçiren bir kahraman oldu… Özgecan Aslan, bir milattır. Vicdanların kırılma noktasıdır. Sözün bittiği, eylemin başladığı yerdir. Ülkece “Bir” olma zamanıdır. Kadınla erkeğin eşitliğinin fıtrata ters olmadığını anlama zamanıdır.

Devletin, kadının erkekle bir ve eşit insani hakkı olduğunu görme ve anlama zamanıdır. Hakimlerin kadınlara karşı işlenen her cinayete indirim değil, ağırlaştırılmış müebbet cezası isteme zamanıdır. Türk Ceza Kanunu’nun kadınların “kadın” oldukları için öldürüldüklerini tanıma zamanıdır. Tahrik ve hafifletici unsurlar tanımının bütünüyle lugatlardan silinme zamanıdır. “Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum” demekten vazgeçme zamanıdır. Annelerin erkek çocuklarına, “prensim, paşam” gibi payeler vermeden, kız çocuklarıyla eşit büyütme zamanıdır. “Medya olayları abartıyor, kadına yönelik şiddet algıda seçiciliktir,” gibi gerçek dışı cümlelere son verme zamanıdır. Seçilmişlerin, “Kadınlar Allah’ın erkeklere emanetidir” saçmalamasından vazgeçme zamanıdır. “Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek” aşağılamalarına son verme zamanıdır. “Kadın iffetli olacak, mahrem, namahrem bilecek, herkes içinde kahkaha

atmayacak” gibi ırkçı söylemler için özür dileme zamanıdır. Eşit sevmekle başlar herşey. Kızını ve oğlunu eşit sevmekle, eşit gözetmekle başlar..Babaların erkek çocuklarına sevgilerini göstererek büyütme zamanıdır. Medyanın kadın haberlerinde hassasiyet gösterme, basın ve haber kanallarındaki hakim erkek dilinin değişme zamanıdır. Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın lav edilip, kadınlara sahip çıkacak, kadını sadece aile içinde değil, aile dışında da “kadın” kimliğiyle görecek bir Kadın Bakanlığı’nın kurulma zamanıdır. Erkeklerin kadınlar için “ varlığını sevgiyle kabul ediyorum” deme zamanıdır. Özgecan’ın babası Mehmet Aslan gibi bilge, vakur, çocuklarına emek koyan, onlara hergün “seni seviyorum”diyebilen bir insan olma zamanıdır. Kadınların “Ben Varım” deme zamanıdır. Kadınlı, erkekli özümüze, içimize dönüp yüzleşme, kendimize ayar verme zamanıdır. Özgecan direnerek yaşama veda etti. İnsani hakkımıza sahip çıkmak için, insanca yaşamak için Şimdi, direnme zamanıdır….


OZEL SAYI

08

27 Şubat 2015

lKadın

Kızım Aslı’ya mektup Füsun Demirel yazdı

Tiyatro sanatçısı Füsun Demirel kızı Aslı’ya yazdığı mektupta Türkiye’de kadınların uğradığı şiddetin ve kadın cinayetlerinin bir panoramasını çiziyor.Kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin arttığının altını çiziyor. Ancak “gün gelir devran döner” diyor bir yandan ve geleceğe bir umut mesajı veriyor.

Aslıcığım, Sana 4 Mart 2011’de yani siz 2.5 yaşındayken bir mektup yazmıştım. O mektup uzun yıllar sonra okuduğunda değerlendirebileceğin bir mektuptu. Arada yıllar geçti Aslıcım. Siz 7 yaşına geldiniz ve artık okumayı yavaştan sökmeye başladınız. Gerçekleri ne kadar saklasam da elimdeki gazeteyi gördüğünde, o puntaları dikte etmeye başladığında meraklanıp soruyorsun.. “Anne, özgecan kim anne? Ona ne yapmışlar anne? Niye ölmüş anne? O şimdi melek mi olmuş anne?”… Seni yanıtlamam öyle zor ki aslıcım…sana hayatımızın kararmakta olduğunu anlatmam öyle zor ki 2011’de anlattıklarım katlayarak,çoğalarak hayatımıza acı katmaya devam etti ne yazık ki. Siz bu bıraktığım belgeyi algılayıp okuduğunuzda ülkemizde Kadın Hakları ne durumda olacak öngöremiyorum bile. Eğer 10 yıl sonra ülkemde kadınlar artık kadın olmanın onuruyla sevgi, şevkat, aşkı karşılıksız yaşayabilecekse… Ve kadının şiddet görmediği, taciz ve tecavüze uğramadığı, onurunun ayaklar altına alınmadığı, onursuzca yaşamak yerine ölümlerden ölüm beğenmediği ve sevgilisi, eşi, ailesi ya da tanımadığı bir sapkının infazlarına mağruz kalmadığı bir Türkiye olacaksa on yıl sonra.. Sen biricik kızım,güzel bir Türkiyede gençliğini yaşıyor olacaksın.. Oysa şimdilerde durum çok vahim kızım,çok acı…utanç verici… çok dramatik…

Sana ilk mektubumu yazdığımda 9 Ocak 2011’de basına yansımış yüzünü kaybetmiş bir kadının, bir eş, bir ananın dramından söz etmiştim.. Sezgin Ergen’in.. yaklaşık 22 yıl önce eşinin kıskançlık nedeniyle şiddetine magruz kalıp daha sonra yaşadığı travmalara dayanamayıp av tüfeğiyle yüzünü parçalayan bir ananın dramıydı bu.. 18 yıl içinde 60 operasyon geçirmişti.. 3 çocuğunu büyütmeyi sürdürürken maskeyle yüzünü hep gizlemişti… Sezgin Ergen’e yenı bir yüz yapılacaktı…Yüzünü kaybetmiş Ergen yüz nakli operasyonuyla yeni bir yüze kavuşacaktı.. belki de şimdilerde o yeni yüzüyle travmalarını iyileştirip hayata tutunmaya çalışıyor, bilmiyoruz.. Peki yüzünü kaybeden diğer kadınlar ne yapıyor… Sezgin Ergen bu ülkede şiddeti yaşayan binlerce kadının sembolüydü o zamanlar… Çünkü Sezginle birlikte toplum olarak hepimiz yüzümüzü yitirmiştik.. Halen de yüzümüz olmadan yaşıyoruz… şimdilerdeyse özgecan’ın katledilişiyle yüzümüzü kaybettik bir kaz daha ve binlerce kez daha.. sadece yüzümüzü mü.. ruhumuzu da yitirdik artık bu kez.. Kadından geriye pek bir şey kalmadı sanki.. Kadınlar çağlar boyu yüzsüz bırakılmış canım kızım. Yazar Dario FO’nun Medea’sı şöyle seslenir kadınlara: “ve bizi kafeslerin ardına mahküm etmeniz onursuzluğun en korkuncuydu… başımızı eğmek için çocukları zincirlediniz boynu-

muza.. aynen bir ineği sağmak ve çiftleştirmek için kazığa bağlamak gibi.. oysa bu kafesi parçalamak istiyorum ben.” Kafesini parçalamak isteyen günümüzdeki Medealarsa namlunun ucundaki kadınlardı..Onla ya eşlerinin, ya babalarının ya da herhangi bir erkeğin şiddetine mağruz kaldılar, ölüm fermanları yazıldı.. Medea’lar ahlak, namus vb cinayetlerle ya da erk’in sapkın arzularına karşı koydukları için bir bir yok edildiler..kimi ardında bebesini bıraktı, kimi ana baba kardeş.. BU DÜNYADA KADIN OLMAKTAN BAŞKA HİÇBİR GÜNAHLARI YOKTU OYSA Kİ.. Bu dünyanın yasası böyle,kadının fıtratı budur diyenlere karşı kadınlar çığlığını yükseltemedi…bir fısıltı gibi kaldı erkek dünyasında…Oysa bu yasaları biz mi düzenledik,biz kadınlar mı alkışladık erkeğin erk ilanını? Kadınları önce kafeslere kapatıp sonra onları örtülerin içine hapsedip “kadının örtünme özgürlüğü” var dediler..hiçbirimizin çığlığı duyulmadı… Ülkede tecavüzler arttı, intiharlar, yargısız infazlar, kadın cinayetleri çığ gibi büyüdü.. ülkede hergün birkaç kadın doğranıp parçalandı mezbahadaki koyun gibi.. Yasa koyucu erkekler ise kadınların yüzlerini, bedenlerini, ruhlarını ve onurlarını yitirmelerine aldırmadan meclis kürsülerine malafatlarını dayayıp ikiyüzlü siyaset yapmayı sürdürdüler. Canım kızım Aslıcım,

Bu acıları engelleyememenin utancıyla başım önde geziyorum.. büyüdüğünüzde size daha adil, eşitlikçi, barışçı, her türlü şiddet, baskı ve yasağın ortadan kalktığı bir ülke bırakamazsak ben kendi kuşağım adına sizden özür diliyorum. Ve biliyorum ki sen ve kardeşin Mehmet kadının bu topraklarda yüzünü bir daha kaybetmemesi için çabalayacaksınız… Kızım ve oğlum, gün gelir devran döner… Cesaret, onur, sevgi ve aşk… Eşitlik, adalet ve özgürlüklerin olduğu … Ve her türlü ayrımcılığın asla yaşanmadığı.. Kadınların ve erkeklerin özgür ve eşit bireyler olduğu… İnsanın insanca yaşadığı bir ülkede büyür gelişirsiniz… Bu ülkede, bu topraklarda herkes kendi yüzüyle… Beraberce,şarkılar ve danslarla yaşarsınız meleklerim… BU BİR MASAL DEĞİL.BU ASLINDA GERÇEĞİN TA KENDİSİ…HALA VE RAĞMEN VE İNATLA İNANMAYI SÜRDÜRDÜĞÜM BİR GERÇEK… Sizleri çok seviyorum… Annen Füsun Demirel.


OZEL SAYI

09

27 Şubat 2015

lKadın

Yaralıyız, yaralısın Şenay Gürler yazdı

Sanatçı Şenay Gürler, erkek egemen anlayışın aramızdan aldığı Özgecan Aslan’ın anısına yazdığı yazıda kadınların, devletin cinsiyet ayrımcılığına son vererek kadına yönelik şiddete karşı caydırıcı önlemler alması için seslerini yükselteceklerini söylüyor.

Bu ülkede kadın olmak dikenli tellerin arasında yürümeye benzer. Her an yaralanabilirsiniz. Bir yerleriniz kanayabilir. Fiziksel yaralarınızı onarabilirsiniz belki ama ruhunuzda açtıkları yarayla yaşamak zordur. Bazen kucağında büyüdüğünüz komşu amca, bazen sokakta size cinsel organını gösteren biri, bazen abinizin arkadaşı, bazen dul ve tek başınaysanız kapınıza dayanıp “Bir şeye ihtiyacın varsa yardımcı olalım.” diyen çocukluk arkadaşınız, bazen “Kuyruğunu sallamasaydı

adam bunları yapar mıydı?” diyen ikiyüzlü ahlaksızlar… Zordur bu ülkede kadın olmak. Tecavüze uğrayan kızlar öldürülür bu ülkede, sokak ortasında kocalarından dayak yer, yerlerde sürüklenir, öldürülür bu ülkede. Küçücük çocuklar, dedeleri yaşındaki adamlarla evlendirilir zorla. Tacize uğrayan kadın bunu kendi ayıbıymış gibi görür, utanır, iyice saklar kendini. Aile içi şiddete uğrayan kadın bunun aile içinde kalması gerektiğini düşünür, kendi içine

saklar acısını. Çocukluktan itibaren cinsiyet ayrımcılığı ile büyütülen kadınlar cinsel, psikolojik ve ekonomik her türlü şiddete uğrar. Erkeklerse kendilerinin böyle bir hakları olduğunu sanır. Daha çok yeni, kadına uygulanan şiddetin en acı vericilerinden biriyle sarsıldık. Tazecik bir çiçek bu erkek egemen toplumun yetiştirdiği hoyrat ellerce hayallerinden, umutlarından, hayatından söküp atıldı. Özgecan Aslan dünya güzeli, bakışlarından zekâ ve ışık yayılan gen-

cecik bir kızımız, fiziksel olarak yok artık. Ama kadın hareketinin önemli simgelerinden biri oldu. Seni unutmayacağız Özgecan. Unutmayacağız ki senin gibi daha çok canın hoyratça hırpalanmasına, hayatlarına son verilmesine karşı sesimizi yükselteceğiz. Bu devletin cinsiyet ayrımcılığına, kadına uygulanan şiddete karşı daha caydırıcı önlemler alması için, kadın ve erkeğin toplumda eşit konumlara sahip olması için sesimizi daha da yükselteceğiz.


OZEL SAYI

10

27 Şubat 2015

lKadın

Kadınlar kendilerine emanettir Fatma Gül Berktay yazdı

Prof. Dr. Fatmagül Berktay yazısında kadına yönelik şiddete karşı kadın hareketinin mücadelesinin önemine yer veriyor. Çözüm için var olan yasaların uygulanmasını ve imzalanan uluslararası sözleşmelerin gereği yapılması gerektiğini söylüyor.

Özgecan Aslan’ın hunharca katledilmesi, ülke çapında çok haklı bir infiale ve aslında yıllardır bildiğimiz ya da bilip de gözlerimizi kapadığımız gerçeklerin gündeme gelmesine sebep oldu. Neydi bilip de gözlerimizi kapadığımız gerçekler? Bizzat devletin verdiği -dolayısıyla hakikatin hayli altında olduğunu tahmin edebileceğimiz- rakamlara göre, kadına yönelik şiddet inanılmaz artmış durumdaydı. Günde ortalama 3 kadın erkekler tarafından katlediliyor, tecavüze uğruyor ve yargıya intikal edebilen bu vakaların çoğunda da mahkemeler katillere ve tecavüzcülere “iyi hal” indirimi uyguluyordu. Üstelik bu cinayetler, eskiden sanıldığı gibi “orada uzakta” bir yerlerde, kırsal alanlarda, ülkenin “feodal ilişkilerin hüküm sürdüğü” doğu bölgelerinde filan değil, yanı başımızda, büyük kentlerde, hatta eğitimli

olduğu var sayılan kesimlerde cereyan ediyordu. Herkes niye diye şimdi sormaya başladı. Oysa kadına yönelik şiddet, uzun süredir ülkemizin en yakıcı sorunlarından biri. Çünkü bu şiddetin kaynağı, dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi ülkemizde de kadınlar ile erkekler arasındaki toplumsal cinsiyet eşitsizliği; kadını aşağı, erkeği ise üstün konumda gören, erkeği kadının toplumsal denetimiyle, “namus bekçiliği” ile görevlendiren erkek egemen iktidar ve zihniyettir. “Erkek egemen zihniyet, kadına uygulanan şiddeti töre, kültür, namus, “kadının yanlış hareketleri” vb. gerekçelerle mazur görmeye, meşrulaştırmaya fazlasıyla hazırdır.” Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadına şiddet, her toplumda görülüyor ama dereceleri farklılaşıyor. Cinsiyet

eşitliği açısından daha ileri ülkelerde, kadına şiddetin varlığının daha az ve bu konudaki toplumsal bilincin gelişmiş olduğunu ama en önemlisi siyasal iradenin cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldırmak konusunda gerçek bir çaba gösterdiğini görüyoruz. Maalesef Türkiye bu tür ülkelerden biri değil. Ülkemizde kadınlar hayatın hemen her alanında ayrımcılığa tabi tutuldukları halde bu durumun değişmesi için pek az şey yapılıyor. Yapılanlar ise ya sorunun kaynağından ziyade görüntüleriyle ilgili oluyor ya da her şeyi ceza mantığıyla halletmeye meyyal olan devlet geleneğine uygun biçimde cezai müeyyideleri arttırma çağrılarından ibaret kalıyor. Oysa kadına yönelik şiddet, her alandaki toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hem sonucu hem de en çarpıcı göstergesidir. Çünkü eğitim, siyasete katılım, ekonomi vb. alanlar-

daki sorunlar, olanca yakıcılığına karşın, kadınların tümünü kapsamayabilir. Oysa şiddet, bütün kadınların başı üzerindeki bir Demokles kılıcıdır. En korunaklı sanılan, toplumun “namus” normlarına en çok uyan kadınları da hiç beklenmedik bir anda ve yerde, en hunhar biçimde vurabilir. Erkek egemen zihniyet şiddeti meşrulaştırıyor Bu noktada, son yıllarda kadın cinayetlerinin inanılmaz ölçüde arttığı gözlerimizin önündeyken, olması gereken infial ve protestonun neden bu kadar geç kaldığını sormak gerekiyor. Sorunun cevabı, uğradığı şiddetten gene kadını sorumlu tutan erkek egemen zihniyetin, Özgecan Aslan cinayetinde “meşrulaştırıcı” bir gerekçe bulamamasında saklı. Çünkü erkek egemen zihniyet, kadına uygulanan şiddeti töre, kültür, namus, “kadının yanlış hareketleri” vb. gerekçelerle mazur görmeye, meşrulaştırmaya fazlasıyla hazırdır.


11 Kadın sokakta şiddete ve tacize maruz kalmışsa şu ya da bu şekilde “yanlış hareket” ederek, “uygunsuz” giyinerek, gece sokağa çıkarak -bu gerekçeleri istediğiniz kadar uzatabilirsiniz- şiddeti kendisi çağırmıştır, erkeği tahrik etmiştir; kimilerine göre kadın zaten “fitne unsuru”dur, sokaktaki varlığı bile tahrik edicidir. Anlayış böyle olunca da kadınlar öldürülürler, tecavüze uğrarlar, dayağa ve şiddete maruz bırakılırlar; sonra da bunun sorumluluğu kadınların üzerine yıkılır ve maruz kaldıkları şiddeti bir utanç vesilesi olarak gene onlar yaşamak durumunda kalırlar. Hakimler de katillere ve tecavüzcülere “iyi hal” indirimi uygular; hapse girdiklerinde ise “namus şampiyonu erkek adam” diye alkışlanırlar. Ülkemizdeki bu olgunun sayısız örneği var. Bunlar içinde belki de en çarpıcı olanı, yıllar önce cereyan etmiş olsa da bizlerin hafızasında dehşet verici canlılığını koruyan, 12 yaşındaki N.Ç.’nin 26 kerli ferli adamın tecavüzüne uğraması, Mardin’deki mahkemenin ise bu tecavüzcülere “çocuğun rızası” olduğunu varsayarak indirim uygulamasıydı. Üstelik Yargıtay da bu kararı onaylamıştı. O olay, bugünkü kadar infial yaratmamıştı. Çünkü N.Ç. toplumun “namus” koduna tam uymuyordu; küçük kızın “kendi rızasıyla” fuhuş yaptığı varsayılıyordu ve tecavüzcüler de “Eh ne yapsınlar, paralarının karşılığını almak istemişlerdi!” Dikkat edelim, 12 yaşındaki bir kız çocuğundan söz ediyoruz burada. Ama ne yazık ki kızların çocuk sayılmadığı, 9 yaşından itibaren gelin edi-

OZEL SAYI 26 Şubat 2015

lebilecekleri fetvasının verildiği ve pratikte de gelin edildikleri topraklarda yaşıyoruz. (Türkiye’de kadınların yüzde 26’sı 18 yaşından önce evlendiriliyor, 2014 verilerine göre bu çocukların çoğu dedeleri yaşta erkeklerle -50 ve hatta 60 yaş üzeri- evlenmeye zorlanmışlar. Keza kadınların en az yarısı fiziksel/cinsel şiddete maruz kalıyor.) Söz konusu gerçekler her gün medyada yer alıyor, çeşitli raporlarla gözümüze sokuluyordu ama toplumun büyük çoğunluğu bunları ya görmezden geliyor ya da çeşitli gerekçelerle -mutlaka kadın bir “yanlış” yapmıştır, “aranmıştır”, “namus” söz konusudur vb.- meşru görüyordu. Fakat son olayda öyle olmadı. Neden? Çünkü Özgecan Aslan cinayetinde böylesi bir “meşrulaştırıcı” gerekçe bulunamadı. Özgecan, gündüz vakti okuldan evine dönen, giyiminde kuşamında ve tecavüze direnmesinin ortaya koyduğu gibi davranışında her hangi bir “yanlış” olmayan, ana muhalefet partisi liderinin ifadesiyle “tertemiz” bir genç kızdı! Yani toplumun “namus” normuna uygundu! Özgecan Aslan’ın vahşice katli elbette yüreğimizi yakıyor. Ancak bu vesileyle sorunun esas kaynağını görmek ve N.Ç. gibi daha nicelerini hatırlayıp onlara yapılanların da hesabını sormak boynumuzun borcu. Feminist bilincin önemi ve erkeklik krizi Aslında bu konuda kadın hareketi, bağımsız kadın sivil toplum örgütleri ellerinden geleni yaptılar ve yapmaya devam

ediyorlar. Onların şiddete karşı gerçek bir mücadele vermeleri, sahip oldukları feminist bilinç sayesinde gerçekleşiyor. Bu bilince sahip olmak için dinsiz veya dindar olmanız gerekmez. Dünyanın her yanında feminist bilince sahip Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Budist, Hindu, Bahai, pagan, ateist, deist vb. olduğunu söyleyen sayısız kadın, 200 yüz yıldır kadın hakları ve özgürlüğü için mücadele ediyor. Çünkü feminizm inanç ile değil, haklar ve toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgilidir. Kadınların özerk bireyler olarak insan ve yurttaş haklarına sahip olmaları mücadelesi ile... “Kadına şiddeti önlemenin yolu erkekleri hadım etmek, onlara elektronik kelepçe takmak, cezaları arttırmak değil, hele idam cezası hiç değil! Var olan yasalar uygulansın, imzaladığımız uluslararası sözleşmelerin gereği yapılsın yeter!” Kadınları özerk insan varlıkları değil de erkeklerin koruması altında “sahip olunan” emanetler olarak görürseniz, kadına yönelik şiddeti önlemeniz mümkün olmaz. Çünkü emanetçi, kendi insafına kalmış “emanet”e her an hıyanet edebilir, nitekim sürekli olarak ediyor! Kadına şiddetin yüksekliğinin diğer bir nedeni, Türkiye’de halen bir “erkeklik krizi” yaşanması. Bizimki gibi, kadın ile erkek arasındaki yöneten-yönetilen ilişkisinin toplumdaki otorite ilişkisini simgelediği bir kültürde, cinsel olan ile siyasal olan sıkıca ilişkili. Sürekli egosu şişirilen erkeğin gücü ve kimliği de kadını denetleme, onun itaatini sağlama gücüyle eşdeğer.

lKadın Şiddetin en önemli gerekçelerinden birini kadının “itaatsizliği” iddiasının oluşturması da o yüzden. Ne var ki erkeklerin önemli bir kısmı, çocukluktan itibaren şişirilmiş erkeklik kimliğinin yarattığı beklentileri pratik hayatta karşılama gücünden yoksunlar. Ekonomik koşulların kötüleşmesi, işsizlik, göç vb. sorunlar karşısında bir “erkeklik/ güç kaybı” yaşıyorlar ve bu kaybın acısını da gene kadınlardan çıkarıyorlar. Nitekim işsiz kalan ve ailenin geçimi için kadın eşin çalışmasına muhtaç olan erkeklerin daha fazla şiddet uygulaması yeterince açıklayıcı. Bu tabloya bir de her şeye rağmen ekonomik açıdan bağımsızlaşan ve bilinçlenen, dolayısıyla eskisi gibi, “Ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin!” deyip kaderine razı olmak yerine boşanmak isteyen, yani “itaat etmeyen” kadınların varlığını eklediğimizde, “Niye bu kadar erkek şiddeti?” sorusunun da cevabı veriliyor. Kadına şiddeti önlemenin yolu erkekleri hadım etmek, onlara elektronik kelepçe takmak, cezaları arttırmak değil, hele idam cezası hiç değil! Var olan yasalar uygulansın, imzaladığımız uluslararası sözleşmelerin gereği yapılsın yeter! Ama en önemlisi, kadınların kendilerinden başkasına emanet olmayan eşit yurttaşlar olduğunu içine sindiren ve Türkiye’deki utanç verici cinsiyet eşitsizliği uçurumunu kapamak için gerçekten çaba harcayan bir siyasal iradenin varlığı.


OZEL SAYI

12

27 Şubat 2015

lKadın

Fıtratımızdaki tek şey gözlerimizin rengi, öldürülmemiz ise “kadın cinayeti” İpek Bozkurt yazdı

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Hukukçusu İpek Bozkurt, fıtrat lisanyla kadın erkek eşitsizliğinin devletin politikalarına sindiğini söylüyor. Kadın cinayetlerine sebep olan bu duruma karşı çarenin omuz omuza mücadele olduğunu belirtiyor.

Sözlük anlamı bakımından “fıtrat” yaradılış veya hilkat demek. Yaradılış sözcüğü ise “bir kimsede doğuştan bulunan vücut ve ruh özelliklerinin tümü” olarak tanımlanmış. Kısaca fıtrat, özümüzü, yaradılıştaki varoluşumuzu dillendiriyor. Sosyolojik olarak ise, “fıtrat” bu ülkedeki kadın erkek eşitsizliğine, kadın cinayetlerine, kadına karşı şiddete, cinsiyetçi ayrımcılığa, iş cinayetlerine karşı iktidar erbaplarının icat ettiği en kolaycı, en kaderist panzehir. Hak ve imkan eşitsizliğinden, şiddetin ihmal sonucu veya bilinçli olarak önlenmediğinden, doğanın katledilmesinden, madenlerdeki güvenliksiz koşullardan şikayet etmeyin diyorlar. Çünkü fıtrat varsa, isyana, mücadeleye hacet kalmıyor. Uğradığınız şiddeti, kadın cinayetlerini, ağaçların, zeytinliklerin yok edilmesini, yağmayı ve elbette ölümü, uslu uslu kabullenin

diye tembihliyorlar. Ölüm insanın fıtratında var, kadın cinayetleri olabilir, katillerin kim olduğu önemli değil, inşallah elleri kırılır, olmadı katil eline elektronik kelepçe takarız diye sakince akıl veriyorlar. Kasım 2014’de Cumhurbaşkanı, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde cinsiyetçi devlet politikasına uygun olarak elbette fıtratı cümle içinde kullanmayı ihmal etmedi. ‘Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir’ dedi Cumhurbaşkanı ve bu konuşmasını takip eden Aralık 2014’de, 20 tane kadın cinayeti işlendi. Kadın cinayetlerinin ve kadına karşı şiddetin, adeta “fıtratın” onaylandığı her konuşmadan sonra artmasına yine yeniden şahitlik etmek zorunda kaldık. Özgecan Aslan’ın canavarca hislerle ve işkence ile öldürüldüğü Şubat 2015’de ise tüm toplum şiddete ve kadın cinayetlerine

karşı yek vücut oldu. Toplumun tüm kesimleri, kadınlarının öldürülmesinin kadınların fıtratında olmadığına ses veren bir kenetlenme yaşadı. Cumhurbaşkanı ise, belli ki kendi cinsiyetçi aklına uygun olarak “Kadına şiddet uygulamak, Allah’ın emanetine ihanet etmektir.” beyanıyla bizleri, kadınları öldürenlere emanet etmeyi uygun buldu. Fakat lisede, üniversite öğrenci olan, çalışan, ailesine bakan biz kadınlar kimsenin emaneti değiliz ve mücadelesini verdiğimiz eşitliğin temelini fıtratta değil, anayasal vatandaşlık haklarımızda arıyoruz. Bu nedenle Özgecan Aslan cinayeti, toplumda bulduğu yansımanın verdiği güçle, üstü kapatılmak istenilen, göz ardı edilen ve bunlara rağmen sayısı hızla artan kadın cinayetlerine ilişkin olarak önemli bir kırılma noktasını ve sorumluluğu beraberinde getirmekte. Kırılma noktası, fıtratımızda olanların,

olmayanların muhasebesini yapmanın kadın cinayetlerini durdurmadığı gerçeği. Sorumluluğumuz, Özgecan Aslan cinayetinde olduğu gibi eğitim görme hakkını kullanan kadınların okullarından evlerine güven içinde gitmelerinin sağlanmakla yükümlü olan olanların işaret edilmesi. Nasıl 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında şiddet gören veya hayati tehlike altında olan kadınlara koruma sağlamayan polisler, gerekli tedbirlere karar vermeyen savcılar, mahkemeler yaşanan kadın cinayetlerinden sorumlu iseler, Çağ Üniversitesi’ne ulaşım konusunda kadın öğrencilerin güvenlik kaygılarını, şikayetlerini göz ardı eden, gerekli ulaşım imkanlarını sağlamayan üniversite yöneticileri de bu elim cinayettin ortaya çıkmasından sorumludurlar. Hakkında şikayetler olmasına rağmen yine de Adana-Mersin arasında yolcu taşımacılığı yapan TOK Minibüs Kooperatifine bağlı olarak şoförlük yapan katil zanlısı hakkında tedbir almayan TOK Minibüs Kooperatifi de bu elim cinayettin ortaya çıkmasından sorumludur. Kadın cinayetlerinin politik olduğunu, bu coğrafyada kadınlara sistematik şiddet uygulandığını ve bu şiddetin etkin bir şekilde soruşturulmadığını kabullenmeyerek, hukuki yaptırımların uygulanması için gerekli siyasi kararlılığı göstermeyen ve kadın cinayetlerinin sayısının artmasına sebep olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam da bu elim cinayettin ortaya çıkmasından sorumludur. Ve elbette cinsiyetçi bir lisan ile kadınları erkeklere emanet eden, devlet politikalarına sinmiş kadına karşı ayrımcılığı fıtrat lisanın arkasına gizleyen tüm siyasiler ve fikir sahipleri de bu elim cinayetin ortaya çıkmasından sorumludur. Kadın cinayetlerini durdurmak için toplumsal mücadelenin en önemli kazanımı saymış olduğum sorumluların, hukuksal zeminde hesap vereceklerinin habercisi olmak. Zira biz kadınların fıtratımızdaki tek şey gözlerimizin rengi, öldürülmemiz ise “kadın cinayeti” ve kadın cinayetlerini durdurmak için de mahkeme salonlarında ve sokaklarda omuz omuza mücadele etmekten başka çıkış yolumuz da yok.


OZEL SAYI

13

27 Şubat 2015

lKadın

Karanlıktan sonra aydınlık gelir Özlem Gürses yazdı

Gazeteci Özlem Gürses kadınların, her kesimden, her görüşten, her inançtan güçlü bir biçimde kadın cinayetlerine karşı yan yana geldiğini yazıyor. Kadınların bu meseleyi her gün tekrar tekrar gündeme getirmekte kararlı olduğunu belirtiyor.

Tam olarak ne zamandı hatırlamıyorum… Ama uzunca bir süredir bu memlekette “kadın” olarak varolmanın ne zorlu bir yolculuk olduğunun farkındayım. Önce oturmanıza karışırlar: “Kızım düzgün otur!”. Bu şu demektir; “Bacağın, baldırın gözükmesin…”. 5 yaşından beri duyduğum bir cümle, önce ailemden sonra da eşimden. Derken gülüşünüz gelir gündeme… Erkeklere “Karı gibi gülme” denir, size de “Ağzını kapat, gülme öyle herkesin içinde kahkahayla…” Tüm hayatı boyunca tüm ağzı ve yüzü ile kahkaha atmaya bayılan biri olarak her seferinde uyarıldım yine. Önce ailem, son olarak da Bülent Arınç tarafından ! Sesinizin tonundan, ne giyeceğinize, nereye gideceğinizden kiminle gideceğinize her adımınıza karışırlar. Yetmezmiş gibi hayatın her noktasında bir de tacizle karşılaşırsınız, hem de her türüyle. Ortaokul birinci sınıfta, karanlık bir sinema salonunun fuayesinde buldu beni taciz. Babamla gitmiştik filme, neydi film hatırlamıyorum.. Ama mısır ve su

almak için çıktığımız arada büfeye doğru yürürken daracık kalçalarımdaki o iğrenç elleri asla unutmadım ! Kendimi öylesine kötü öylesine korkmuş, öylesine utanmış hissetmiştim ki… Babama tek kelime bile edemeden “eve gitmek istediğimi” söyledim sadece. Babam hiç anlayamadığı için filmi izlemeye devam ettik. Bugün artık biliyoruz ki bu memlekette en hafifinden bunu yaşamayan kadın neredeyse yok. Hatırladığım ikinci taciz anı, Ankara’da her sabah ve akşam evden okula, okuldan eve yürürken geçtiğim Güvenpark’ta yaşadıklarım… Yine karanlık bir kış akşamı dolmuşa binmek için parktan geçerken birinin beni takip ettiğini hissettim. Lise birinci sınıf öğrencisiydim, ne kadar tedirgin olduğumu tahmin edebilirsiniz. Nasıl kurtulacağımı düşünürken parkın kenarındaki trafik polisini farkettim. Büyük bir kurtuluş ümidi ve heyecanla polisin yanına gittim. Durumu anlattım. Sonrasını yazıyı buraya kadar okumuş olan tüm kadınlar tahmin etmiştir zaten ! Polis yüzündeki tiksindi-

rici gülümsemeyle “korkma güzelim, ben korurum seni…” dedi. O akşam anladım ki polis bu memlekette benim başvuracağım biri değil… Küçük olaylar bunlar… Hele hergün onlarca kadının vahşice katledildiği bu karanlık günlerde neredeyse önemsiz bile. Ama bir toplumsal yapıyı açıkça ortaya koyuyor. Hayatın geri kalanında da bu gündem hiç eksik olmadı ! Otobüs duraklarında ya da otoparklarda size “organını sergileyen manyaklar”, en yakınlarınızda şahit olduğunuz aile içi taciz ve pedofili vakaları… İş hayatına girdiğinizde en masumu toplantılarda yapılan “kadınlara dönük cinsel şakalar” olmak üzere sürekli işitmek durumunda kaldığınız “gereğinden abartılı” iltifat sözleri… Hatta daha da ileri gidip “neden onlarla olmadığınızı” sormaya cüret eden erkek yöneticiler. Ve memleketin siyasi gündeminde neredeyse erkekler arası bir dayanışmayla her kesimin mutabık olduğu “sürekli kadını ve hayatını dizayn etme” anlayışı. Son 12 yılda ise kadını kendine mal görme yaklaşımının artık sokakları kan

gölüne çevirdiği, kadın cinayetlerinin rekor kırdığı bitmek bilmeyen zalim günler… Bıktık. Usandık. Yetti artık ! Yazdık, anlamadınız. Örgütlendik, yok saydınız. Sokaklara çıktık bağırdık, duymadınız. Kapılara dayandık, hakkımızı istedik, görmezden geldiniz. Ama Özgecan’ın gidişi çok farklı bir uyanmayı tetikledi kadınlar arasında. İlk defa kadınlar, her kesimden, her görüşten, her inançtan kadınlar bu kadar güçlü bir biçimde yan yana geldi. İlk defa kadınlar bu meseleyi her gün tekrar tekrar gündeme getirmekte kararlı. İlk defa kadınlar artık utanmıyor ! Açıkça anlatıyor… Tüm yaşamlarını nasıl bir “psikolojik ve fiziksel taciz” altında geçirdiklerini anlatıyor, paylaşıyor… Ünlü, ünsüz konuşuyor, yazıyor. Tek umudum budur. Ne erkeklerden, ne devletten bir umudum var. Tek umudum yine ve her zaman olduğu gibi içinde konuşacak, anlatacak ve susmayacak güçü bulan kadınlardır. Bu kanı ancak bizim kararlılığımız durdurabilir. Öyle de olacak


14

OZEL SAYI 27 Şubat 2015

lKadın

Özgecan’ın ardından: Bir tahakküm biçimi olarak erkek şiddeti Yrd. Doç. Dr. Melda Yaman, Özgecan’ın öldürülmesinin ardından toplumda kadın cinayetlerine karşı büyük bir öfkenin kabarmasının analizini yapıyor. Özgecan için Türkiye’nin her yerinde protestolar olduğuunu söylüyor ve ekliyor: “Sesimiz ne denli güçlü çıkarsa, erkek şiddeti de o denli zayıflayacak.” Gencecik bir kadın bedeni tüm Türkiye’nin gözü önünde hunharca katledildi. Beklenmedik miydi? Münferit bir olay mıydı? Şaşırtıcı mıydı? Binlerce kadın tecavüze uğradığında; yüzlercesi sokak ortasında kocası tarafından katledildiğinde; onlarcası devletin polisinin “korumasının” altındayken bir yakını tarafından vurulduğunda oradaydık. Tanıklık suça ortak eder sizi, meğer ki karşı çıkmayın. Evet, canımızı sıkıyordu elbet ama aşinaydık… Bu sefer başka bir şey oldu, Özgecan’ın katline karşı tüm Türkiye’de müthiş bir öfke kabardı. Ümit edelim bu protestolar uzun soluklu bir mücadelenin başlangıcı olsun. Özgecan’ın katli, erkek şiddeti üzerine, ataerkil tahakküm mekanizmaları üzerine bizi bir kez daha düşündürmeli. Şunu unutmamalıyız ki, tekil bir olgu olarak karşımıza çıkan ve elbette ki gerçekliği o tekillikte yatan her bir kadın cinayeti, aynı zamanda, erkek egemenliğinin kadınların üzerinde kurduğu tahakküm zincirine bir düğüm daha atması demektir. Bize “kadın” olduğumuzun, neyi yapıp, neyi yapamayacağımızın bir kez daha hatırlatılması demektir. Özgecan’ın ardından “iyi niyetle” dökülen, “saat çok da geç değilmiş”, “bardan değil AVM’den geliyorlarmış” türünden sözler bir yandan şiddetin ne denli yanı başımızda olduğunu göstermiyor mu? Bu sözler, öte yandan cinayetin olduğu kadar bizim davranışlarımızın da meşru-

iyetini sorgulamıyor mu? Evde, sokakta, dolmuşta, okulda, iş yerinde, her daim karşımıza çıkan yazılı olmayan normlar bunlar; iffetli, namuslu, itaatkar olmamızı salık veren; “iyi anne” olmayı dayatan; evlilik dışı cinsel ilişkiyi yasaklayan; “bir kereden bir şey olmaz” yahut “kocadır; döver de sever de” ikiyüzlülüğüyle kadının katline giden yolun benzerini niyet taşlarıyla döşeyerek, tacizi, şiddeti meşrulaştıran bu dili iyi tanıyoruz. Çünkü biliyoruz ki ataerkil kapitalist toplumda “kadınlık”, tabiiyet ve egemenlik ilişkileri çerçevesinde kurulur. Erkekler, kadınları, bedenlerini, cinselliklerini, doğurganlıklarını, emek etkinliklerini denetleyerek tahakküm altına almaya çalışırken, “kadın” olmanın gereklerini de belirlemiş olurlar; yani kadınlar, belirli davranış biçimleri sergileyerek, belirli norm ve kaidelere uyarak, belirli rolleri edinerek “kadın” olurlar. Erkeklerin kadın bedeni üzerindeki tahakkümü, binlerce yıldır, farklı toplumlarda, farklı biçimler alarak sürüyor. İnsanlık tarihi, köleleştirilen; topluca katledilen; topluca tecavüze uğrayan; odalık, metres, kuma yapılan; ölen kocasıyla birlikte diri diri yakılan; cadı diye damgalanıp yakılan binlerce kadının tarihi aynı zamanda. Geçmişe gitmeye de gerek yok; Kobane’de IŞİD’in en büyük zulmü yine kadınlara yönelik değil miydi? IŞİD kadınları katletmedi mi? Onlara tecavüz edip, işkence yapmadı mı?

Kadın bedeni üzerindeki eril tahakküm devlet politikalarından da güç alıyor elbette; zira devletin beden politikaları eril tahakkümü yasal ve kurumsal olarak düzenleyip yapısallaştırıyor. Eril iktidarın en yetkin kurumu olarak devlet, kadına, ne giyeceğini, nerede ve ne kadar “gülebileceğini”, hangi koşullarda hane dışına “çıkabileceğini”, cinselliğini nasıl yaşayacağını, kaç çocuk doğuracağını buyurmakla kalmıyor; gebeliği takip ederek, “kızlı erkekli” evleri basarak, kadını zor durumda bırakan kürtaj düzenlemeleri getirerek kadının bedeni üzerindeki denetimi artırıyor. Ayrıca kaç kereler şahit olduk ki kadına şiddet uygulayanlar, tecavüz edenler, kadını katledenler devlet katında bir nevi korunuyor, kollanıyor. Şiddeti uygulayan erkeklerle, erkek polisler, erkek hakimler, erkek savcılar arasındaki erkek dayanışması, gayet güzel işliyor. *** Evet, Özgecan ilk değildi; ne yazık ki son da olmayacak. Onun yasını tutarken daha, bakın kaç kadın katledildi… Daha kaç kadın katledilecek? Bu canilik mi? Evet. Bu adamlar cani mi? Hayır! Hepsi “sıradan” erkek, hepsi tanıdık. Her sabah dolmuşuna bindiğimiz şöför de olabilir,

düne kadar aşkla bağlandığımız sevgilimiz / kocamız da yahut bir zamanlar “aynı karında yattığımız” abimiz de... Erkekler kadınları öldürüyorlar, çünkü öldürebileceklerini biliyorlar. Toplum nazarında hoş karşılanmasalar da, büyük tepki almayacaklarını, devlet nezdinde korunacaklarını, erkek kardeşlerinin onları bağırlarına basacağını iyi biliyorlar. Bu sefer başka bir şey oldu; feministler yalnız değildik, hemen her kesimden protestolar yükseldi. Bu protestoların bir milat olmasını diliyorum; bundan sonra kadına yönelik her türlü şiddetin tüm toplumda böyle öfkeyle karşılanmasını ümit ediyorum. Ne var ki, devlet katından gelen kınamalar yüreğimi hafifletmiyor, açık ki güven duyamıyorum. Özgecan’ın katilini “cani” ilan edip, katliamı lanetlemek elbette kolay. Mesele, esas suçluyu ortaya çıkarmada; devletin, bir erkeğin bir kadını katlini olanaklı kılan tüm koşulları sorgulamasıyla, kendini bu cinayetten sorumlu tutmasıyla, erkek egemenliği ve yarattığı şiddetle yüzleşip, şiddete karşı ciddi tedbirler almaya başlamasıyla kadın cinayetleri önlenebilir ancak. Özgecan’ın ardından şunu bir kez daha gördük; bunca şiddet, katliam, denetim, kıyıma karşı ancak biz kadınlar birlikte hayır diyebiliriz; örgütlenerek, birbirimizden güç alarak, şiddetin karşısında durabiliriz. Sesimiz ne denli güçlü çıkarsa, erkek şiddeti de o denli zayıflayacak. Redaksiyon özel sayısında yayınlanmıştır.


lKadın

OZEL SAYI

15

27 Şubat 2015

Ben bir kadınım Merya Kildis yazdı

İstanbul ilinden Merya Kildis yazısında kadınları uğradıkları baskıya boyun eğmemeye, karşı gelmeye çağırıyor. Lisede okuyan Kildis eğitim hayatında kadınların karşılaştığı baskılara da yer veriyor ve kadınları kararlı olmaya çağıyor.

Ben bir kadınım. Doğduğum andan beri insanların bakışlarını görmezden gelmeye çalışan, istediğim gibi kahkaha atamayan. Ben bir kadınım, erkek kardeşlerimin özgürlüğü altında ezilen, eve geç kaldığımda başıma ne gelecek korkusuyla koşar adımlarla yürüyen. Haklı davamdan vazgeçmeyecek bir kadınım. Özgürlüğüm için sonuna kadar savaşacak ve her bir adımımda başım daha dik yürüyeceğim.

Merak et kadın.Toplum düzenini sorgula. Boyun eğme. İtaate karşı gel. Hayatın boyunca seni nesneleştirmeye çalışanlara karşı haklarını savun. Toplum düzenini sorgula. Sırf kadın olduğun için oturuşuna kadar engellenmeye çalışıldığın bu toplumda söz hakkını kullan. Ölen kadınları düşündüğünde ‘’acaba sıra bende mi?’’ korkusuyla baş edemediğini biliyorum. Şimdi sıra ‘’kadınları nasıl yaşatırız?’’ diye düşünmekte. Bağırmalı, yumruğumuzu havaya kaldırmalıyız.

Bizi sadece cinsel obje olarak gören eril kişilere haklarımızı anlatacağız. Kadınların yaşadığı toplum baskısı giderek artmakta… Peki nedir bunun sebebi? Bizim olan hakkımızı savunmamız mı? Birçok kişi kadınların; özellikle feminist kadınların erkek düşmanı olduğunu düşünür, erkekleri bastırmaya çalıştığını konuşurlar hep… Neden? Başından beri görmezden geldiğiniz cinayetleri, tacizleri, ucuz ve basma kalıp cümlelerinize karşı geldiğimiz için mi?

Kadınlar bu yolda yegane amaçlarından vazgeçmeyecek. Bugün bile kadın öğrenciler etek, dar kıyafetler giydiği için okullarda öğretmenlerinden laf işitmekte hatta öğrenciler arasında bir ‘’TİM’’ oluşturulmakta. Ne kadar acı dolu değil mi. Bu bir şaka olsa hiçbirimiz gülemezdik çünkü bilirsiniz ki komedinin bittiği yerde trajedi başlar. Engellemeye çalıştığınız kadınlar sizin aciz bakışlarınızı, koyduğunuz engelleri inceleyecek ve itaat etmeyecekler. Sırf kadın olduğu için engellediğiniz ve insan yerine koymadıklarınız, size insanlığı öğretecekler. Biz kadınlar size insanlığı öğreteceğiz.

Topumun dışında değil tam da merkezindeyiz Ayhan Aşçı yazdı

İzmir ilinden yazan Ayhan Aşçı yazısında AKP hükümetinin kadın cinayetleri üzerindeki etkisini inceliyor. Hükümet cephesinden yapılan açıklamaların kadın cinayetlerinin artışına neden olduğunu söylüyor.

Ataerkil ve heteroseksist dünya düzeninin erkeği en başa koyduğu; kadının ve diğer canlıların erkeğin emrine sunulmuş varlık olduklarını benimsemiş zihniyetler erkeklere “Kadına karşı öldürme hakkı ve bu hakkı kullanmayı” meşru hale getirmiştir. Peki bu hayatları kim değersizleştiriyor, bu hayatların “önemli” ya da “önemsiz” olduğunu kim belirliyor? On üç yıllık AKP hükümeti boyunca kadın cinayetlerinin arttığı gözler önündedir. Ülkenin her kesiminden, eğitim, kültür, konum dinlemeden yüzlerce kadın “iradesi ve seçim hakkını kullanmak istediği için meşru (!)” şekilde öldürülüyor. Kadını yok sayarak, onun yaşam hakkını ihlal eden, varlığını hiçbir güvence altına almayan Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanın kadın düşmanı politikalarının merkezinde kadının düşünce ve bedenini kontrol etmek yatmaktadır.

Kadın cinayetlerini erkek gözünde meşrulaştıran en önemli sebep de kadına biçtikleri silik roller ve erk zihniyeti yaşatıp değerli kılarak mevcut sistemle garanti altına almak için oldukça kolay uyguladıkları haksız tahrik indirimleridir. Kadının giydiği, konuştuğu, sustuğu yani iradesini ve seçim hakkını kullandığı her alan haksız tahrik indirimlerinin mezesi haline gelmektedir. Son günlerde iktidar güçleri tarafından yapılan açıklamalarla kadının nasıl iktidar mekanizmasının denetimine hapsedilmeye çalışıldığına tanıklık ediyoruz. Cumhurbaşkanının “kadın erkek eşit olamaz fıtrata ters” dediği gün aslında Erdoğan’ın ve dolayısıyla AKP hükümetinin kadına bakışı çok net ortaya çıktı. Erdoğan bu açıklamalarıyla kendi iktidarında kadınların beden ve yaşamlarını tümüyle kontrol altında alınacağını açıkça belirtmiştir. Bu doğrultuda

Kadın ve Aile Bakanlığının adını da ‘Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ olarak değiştirildi. Bu değişiklik ile kadın iktidar tarafından o derece toplumun dışına itildi ki Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı kadın cinayetlerinde bakanlığının adının kullanılmasından rahatsızlığını bile dile getirdi. İktidarın hedefi kadını kapatmak, onu ailenin, devletin, istediği şekilde biçimleyebileceği bir nesne haline getirmektir. Kadını toplumun dışına itip, yalnızca kendi koyduğu rollerle erkeğin hizmetine sunmaktır. Başbakanın gencecik kadınlara reva gördüğü çeyiz parasının ardında yatan şey, kadını genel ahlakın kurallarına hapsetmek, cinselliği denetimli bir devlet politikası haline getirmektir. Çünkü iktidar kendi zihniyetinde silik roller üstleyeceği dışlanmış bir kadın var etmenin yolunda. Erdoğan’ın 2 yıl önce yaptığı “kürtaj cinayettir” açıklamasının sonucunu bu-

günlerde halen görmekteyiz. Yaklaşık 15 gün önce Muğla’da ayrılmak istediği sevgilisi tarafından annesinin katledildiği, kendisinin de kolundan vurularak ağır yaralandığı Ayşe kardeşimiz; “kadının tek kariyeri anneliktir” söylemleri yüzünden kürtaj hakkı devlet eliyle gasp edilmeye çalışılmıştır. Ağır yaralanan kolu ile hamileliği arasında seçim yapmaya zorlamıştır. Kürtaj hakkı kadının iradesidir. Hiçbir iktidar, hiçbir iktidar gücünün söylemleri kadının kürtaj ile ilgili iradesini zapt-u rapt altına alamaz. Ayşe kardeşimizin gebeliğini sonlandırmak için aldığı karar yasal hakkıydı; ancak hastane yönetimi tarafından kararı görmezden gelindi. Bu durumdaki tüm kadınlar adına sesini duyuran Ayşe kardeşimizin yanında yürüttüğümüz haklı mücadelemiz sonucu kürtaj gerçekleştirildi. Ayşe’nin iradesi kazandı. Burada nasıl kazandıysak şiddetin karşısında kadın cinayetlerinin karşısında da omuz omuza yürüttüğümüz mücadelemiz ile kazanacağız. Toplumun dışına itilmeye çalışılan kadınlar olarak susmayacak sokaklarda meydanlarda kadın cinayetlerini durduracağımızı haykıracağız.


OZEL SAYI

16

27 Şubat 2015

lKadın

Ah!.. Mine Engin Tekay yazdı

‘’Sardunya Kokan Kadınlar’’ ve ‘’Kadınım ve Katilimi Sevmişim’’ kitaplarında kadınların kimseye anlatamadığı öyküleri ele alan yazar Mine Engin Tekay, Tekirdağ’dan bizlere, Özgecan ve onun bindiği minibüste olan bütün kadınlar için yazıyor.

Sana bu satırları, burnumdaki yanık et kokusuyla yazıyorum Özgecan. Bir minibüsün içindeyim şimdi. Senin geçtiğin yollardan geçiyorum. Korkuyorum, tedirginim, yalnızım. Karanlığa ürpererek bakıyor gözlerim. Ellerim buza kesiyor. Kalbim ha çıktı, ha çıkacak yerinden. Kanadı kırık, yaralı bir kuş gibiyim. Sana bu satırları itildiğim bir uçurumun dibinden yazıyorum Özgecan, atıldığım asi sularından Fırat’ın. Öldürüldüğüm bir sokak arasından, üzerime kilitlenen kapıların ardından… Sana bu satırları, böğrüme saplı kara bir bıçakla yazıyorum Özgecan. Kim bilir kaç kere girip çıktı tenime, hesabını tutamadım. Bu satırları sana; yüzüme fırlatılmış bir şişe dolusu kezzapla, etimde söndürülmüş sigara izmaritleriyle, tenimdeki çizikler, kesikler, morluklarla yazıyorum.

Sana bu satırları lanet olası göğüslerim, olmaz olası vajinam, yüreğimi teğet geçip de hep bedenime saplanan sayısız göz izi ile yazıyorum. Artık alıştığım arsız ve yılışık gülüşler, iştahlı ve bitmek bilmez süzüşlerle… Ayıbı bana aitmiş gibi sakladıklarım, “Aman laf olmasın!” ve “El alem ne der?” arasına sıkıştırıldıklarımla… Ben sana bu satırları kadın olmaktan utandırıldığım, suçlandığım, cezalandırıldığım bir ülkeden yazıyorum Özgecan. Sözcükleri kanlı çarşaflara, çeyiz sandıklarına, gelin duvaklarına asıyorum. Gerdek gecelerine; düşüklere, kürtajlara, doğum sancılarına yapıştırıyorum. 12’sinde gelin edilmiş o kızın artık kurmadığı ve hiç kuramayacağı hayallerin üstüne yazıyorum. Katillerini seven o kadınların mezar taşlarına kazıyorum. Sonra tüm o sözcükleri arap sabunuyla

silip çamaşır suyuna basıyorum. Bacaklarım görünmesin diye çekiştirip durduğum etekle, göğüslerim belirginleşmesin diye kambur durmaya alışmış bedenimle; karanlıktan, sokaklardan, erkeklerden korkmanın gerektiği ezber ettirilerek büyütülmüş herhangi bir kadın olarak yazıyorum. Ve hâlâ karanlıktan, sokaklardan, erkeklerden korkuyorum. Sana bu satırları bedenimdeki kurşun izleriyle… sana bu satırları boynumdaki yağlı ilmekle… sana bu satırları anamın yaktığı ağıtlarla… sana bu satırları umarsızca… Yaşadıklarının bir kabus olmasını dileyerek, seni öperek uyandırıp uykundan “Geçti artık Özgecan” demek ister gibi yazıyorum; ölü kadınların arasında yürüyorum. Bir değil, on değil, yüz değil; binlerce. Hepsi tanıdık bana. Yüzleri

ve yaşanmışlıkları farklı farklı olsa da hikâyelerindeki son artık aynı olmasın diye yazıyorum. Bu satırları sen çırpınırken… Bu satırları sen avaz avaz bağırırken… Bu satırları sen yapmamaları için yalvarırken… Bu satırları sen acılar içinde kıvranırken… Bu satırları… Ah, sen defalarca ölürken!.. Kızarak, öfkelenerek, lanet ederek! Senin yaşadıklarını yaşayan, senin yaşadıklarını anlayan, senin yaşadıklarını hisseden ve sen göremesen de o minibüste olan tüm kadınlar adına… Artık sızlamasını istediğim, ses vermesini dilediğim vicdanlar adına... Sevgisini çok iyi bildiğim kadınların; hep inandığım gücü, öfkesi ve kararlılığı aşkına… Sana bu satırları, yüreğimle yazıyorum Özgecan. Ellerim yok çünkü, tıpkı senin gibi. Onları, bileklerimden keskin bir bıçakla keserek kopardılar. Bir orman yangınının tam ortasında kaldım. Burnumda yanık et kokusu. Şimdi uyu. Geçti artık Özgecan…


lKadın

OZEL SAYI

17

27 Şubat 2015

Mücadelemiz devam edecek Yasemin Yüksel yazdı

Yasemin Yüksel, Amasya’da Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun çalışmalarını anlattı. 8 Mart’a giderken Amasya’daki çalışmaları ele aldı.

Bugüne kadar yaşanan cinayetlerin sebebinin ne olduğunu biliyoruz. Eğer bu ülkede her gün kadınlarımız öldürülüyorsa bunun sorumlusu devlettir. Özgecanımızın başına gelen hepimizin artık son damlası oldu. Kadın cinayetlerini durdurmak adına izlenecek yolu biliyoruz. Bunun üzerine Amasya’da beş arkadaşımızla Platformumuzla iletişime geçip eylem kararı aldık. Eyleme kadar olan süreçte bir çok kuruma gidip Platformumuzdan bahsedip desteklerini aldık. 21 Şubat günü eylememize

200-250 kişi belki daha fazla bir katılım oldu. Yürüyüş kortejimizden yasal iznimize kadar birçok yapıdan arkadaşımızın desteğini aldık. Eylem sonrası yaptığımız toplantıya katılan kadınlarımız oldu, alanda bize katılmak istediğini irtibat kurmak istediğini söyleyen birçok kadınla tanıştık. Platformumuzu Amasya’da da oluşturmak üzere karar aldık. 8 Mart’a kadar olan süreç ve 8 Mart günü için birçok plan yapıldı. Kadın cinayetlerini durdurmak için mücadelemiz devam edecek.

‘Başka bir 8 Mart’ Tulya Çavuşoğlu yazdı

Mimar Sinan Üniversitesi öğrencisi Tulya Çavuşoğlu, Özgecan’ın öldürülmesinin ardından 8 Mart Dünya Kadınlar Gününe üniveristelerde daha da güçlü hazırlandıklarını söylüyor ve tüm üniversiteli kadınları bu süreçte mücadeleye çağırarak ekliyor: “bugüne kadar bir eksildik, bin arttık. Bundan sonra eksilmeyeceğiz…” Birilerinden yaşam hakkımızı talep etmek çok acı. Üstelik o hakkı alabilmenin çözümünü biliyor ve söylüyorken dinlenilmemek, susturulmaya çalışılmak daha da acı. Ve biz kadınlar bu ülkede çok acılar çektik. Baltayla da öldürüldük, asitle de. Kuyulara atıldık, tuvaletlere bağlı şekilde ölüme terkedildik. Başımıza elektrik de verildi, diri diri de yakıldık. Çocuğumuzun gözü önünde vurulduk. Sokaklarda tekmelendik, balkonlardan atıldık, arabayla sürüklendik, ezildik. Bedenlerimiz parçalara ayrıldı, çöp konteynerlerinde bulunduk. Bu acıları bize onlar verdi, iyi hal indirimlerini onlar verdi, katillere cesareti ,fırsatları onlar verdi. Ve biliyoruz ki taleplerimizi yerine getirmeyerek, yaşam hakkımız için bize gerekli olanları vermeyerek geç kaldıkları her gün, bir kadının adı hashtag olmaya daha da yakınlaşıyor. İndirimler durmadıkça, ağırlaştırılmış müebbet yasalaşmadıkça, o gün Özgecan’ın, Nuran’ın ellerini kesenler, bugün onların resimlerini

taşıyan bizlerin ellerini de kesecek cesareti ve ortamı bulmaya devam edecekler. Şimdi biz ‘’kadın mıdır kız mıdır, ‘’feministler falan’’ olarak aynı taleplerle başka bir 8 Mart’a gidiyoruz. Dövizlerimize yüzleri eklenen kadın kardeşlerimizin acısıyla, direnişimizin sembolü haline gelen Özgecan’ın adıyla, daha kalabalık, daha güçlü... Bugüne kadar bir eksildik, bin arttık. Bundan sonra eksilmeyeceğiz ve binler olmaya devam edeceğiz. Dinleyerek, anlatarak, göstererek bizim gibi düşünmeyen, gücünün ve değerinin farkında olmayan kadınları da mücadelemize katarak...Bir gün bir yerlerde, bir erkek kadına zarar vermeden önce durup düşünür ve vazgeçerse bu bizim mücadelemiz sayesinde olacak. Yaşam hakkımızı alacağız. Özgecan’ın ve kaybettiğimiz tüm kadınlarımızın adını gençlik merkezlerinde değil, hayatta tutmayı başardığımız kadınlarımızda yaşatacağız.


OZEL SAYI

18

27 Şubat 2015

lKadın

Kadın mücadelesinde yeni bir sürece giderken Sıla Arkat yazdı

Mimar Sinan Üniversitesi öğrencisi Sıla Arkat, 8 Mart 1857’de New York’ta 129 kadının yakılmasından başlayarak 21.yüzyılın Türkiye’sine uzanıyor. Kadınların, Özgecan’ın ölümüyle birlikte mücadele bayrağını artık yükselteceğini ifade ediyor.

Kadının toplumsal yaşamdaki rolü yüzyıllardır süregelen bir tartışma konusu olmuştur. Kadına biçilen vasıf, ikinci plana atılma, aşağılanma, cinsel obje haline getirerek metalaştırmadan öteye geçemediği gibi kadının fikri tabii ki sorulmamıştır. New York’ta tekstil fabrikasında ağır çalışma koşullarından ötürü isyan eden 40.000 işçiden sadece 129 kadının fabrikaya kilitlenerek yakılması tesadüfi bir olay değildir. 8 Mart 1857 tarihinde yakılarak öldürülen bu kadınların anısına 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak ilan edilmesini öne süren 2. Enternasyonal Genel Sekreteri Clara Zetkin kadın isyanının öncü kuvveti ola-

rak kabul edilebilir (uluslararası sosyalist kadınlar konferansında bu fikri ortaya koymuştur). Hala Dünya Kadınlar Günü olarak kutladığımız bu kazanımın gelişim sürecini öğrenmemiz bugün, kadın hareketine yön vermemiz açısından çok büyük önem arz etmektedir. 21. yüzyılın Türkiye’sinde ise aradan geçen süreye rağmen pek birşeyin değişmediğini hatta erkek faşizminin palazlandığını gözlemlemekteyiz. 1857 New York’unda da 2015 Türkiye’sinde de kadınlar yakılarak öldürülüyor. Kadın mücadelesinin miladı olarak kabul edilen Özgecanımız dışında nice katledilen kadın vardır. Çocuklarının gözü önünde 56

yerinden bıçaklanan, bedeni parçalanarak çöp konteynırına atılan, diri diri gömülen, bedeni yakılan, saatlerce tecavüzün ardından ölüme terk edilen, sırf aşık olduğu için babası tarafından asılan, dayaktan bıkıp isyan ettiği için pompalı tüfekle vurulan, ayrılmak istediği için taciz eden eski koca/nişanlı zulmünden kaçmak için oturmuş düzeninden vazgeçen ve örneklerini sayfalarca uzatabileceğimiz kadın cinayetlerinin ülkesidir Türkiye. Tabii bu cinayetlerin temelinde toplumun ve devletin ataerkilliği yatmaktadır. Devletin kadına biçtiği rol “kadınlar size Allah’ın emanetidir, kadın evinin süsüdür, kadın erkeğin namusudur, annelik kadının tek

kariyeri olmalıdır, doğum kontrolü ihanettir, kürtaj cinayettir, kadın erkek eşit değildir” anlayışının ötesine geçmemektedir. Zaten varolan erkek hegemonyası mevcut hükümetle beraber güçlenerek varlığını sürdürmektedir. Biz kadınlar, süregelen bu kadın cinayetlerini durdurmaya kararlıyız, başaracağız! Kadın hareketinin gezi davası olarak görülen Özgecan kardeşimiz, hepimizi onu sahiplenmeye, katillerinden ve azmettiricilerinden hesap sormaya davet ediyor. Ve bizler! Yani Türkiyeli kadınlar olarak davetine icabet ediyor, bize biçilen ikinci sınıf insan statüsünü reddediyor ve bu toplumda biz de varız diyoruz. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını belirtiyor, yaşama hakkımıza yönelik her türlü müdahaleye karşı mücadele bayrağını yükseltmeye çağırıyoruz !


OZEL SAYI

19

27 Şubat 2015

lKadın

Tanrı aşkına John, yarın kimseyi öldürme Tuğba Atalay yazdı

İzmir ilinden Tuğba Atalay son dönemde işlenen kadın cinayetlerinden yola çıkarak, toplumun artık kadın cinayeti haberlerine tahammülü kalmadığını yazıyor. Yaşam hakkı mücadelesi veren kadınların yaşadıklarının bir film değil gerçek olduğunu anlatıyor.

Bir Amerikan filminde olsak; “tanrı aşkına John, saat sabahın 2’si ve ben cidden uyumak istiyorum” derdi kadın. Oysa bizim içinden geçtiğimiz Türk filminde saat gecenin 2’si ve ben uyumak istemiyorum. Özgecan yeni öldürülmüşken ve ayağa kalkmışken bütün ülke, ya da Nuran Dutlu benzer bir vahşetle katledildiğinde kimsenin ruhu bile duymamışken, herhangi bir şeye göz yumasım yok artık; uyku dâhil. Üstelik henüz benim de haberim de yok Nuran’dan. Onu sabah öğreneceğim, kahvaltıda. Çünkü sabah ne de hoş bir kahvaltı yapacağız hep beraber; domates güzelmiş, peynir tuzluymuş, ekmek tazeymiş, çay sıcakmış diyeceğiz. Artık ailenin bir ferdi gibi hiç susmayan televizyondan acılar, haykırışlar, yakarışlar ve gözyaşları akıp giderken, en fazla ağzımız yanacak, o da çaydan. “Sen beğenmiyorsun ama bak Müge Anlı çözdü cinayeti” diyecek annem. Kim ölmüş yine? Nuran Dutlu. Elleri kesikmiş, bedeni tanınmaz haldey-

Nuran Dutlu

miş, dövmesinden anlamışlar o olduğunu, şeytan dövmesi varmış kolunda, gencecikmiş O da, 21 yaşında. “Ama tabi” diyor annem, “ Bu kız konsomatrismiş, ailesinden uzak yaşıyormuş, haber bile olamadı kız, öldüğüyle kaldı, Onun da hayalleri vardır, genç, bak çok da güze…” YETER! Hem de böyle sakin bir yeter değil, hiç acımadan boşa giden e’lere, upuzun ve öfkeli bir yeteeeeeer! Bütün duygularımızın üzerine yapıştırıp büyük bir zevkle çektiğiniz ağdalı dilinize, zaten görevi olduğu halde, “ama poliste cinayetin aydınlanması için çok yardımcı oldu” diyen aymazlığınıza, yanlışlıkla kadın bedenine hapsolmuş o ataerkil kafalarınıza, iki dirhem bir çekirdek acılarınıza yeter! Hayır, ben sabah kahvaltı yapamayacağım, belki de kahvaltının artık mutlulukla bir ilgisi kalmayacak. Çünkü müge anlı deyince annem, Nuray teyzenin sesi kulağımdan çekecek ve Akhisar’a götürecek beni. Nuray teyze kim?

Nuray teyze Gülşah’ın annesi. 19 yaşında Akhisar’da öldürülen Gülşah’ın. Koruma altındayken eski kocası tarafından boğularak öldürülen Gülşah’ın. Deniz’in de annesi Nuray teyze. Mahkeme önünde donuk gözlerle bakıp, başındaki örtüyü göstererek; “tam da bu renk bir şalla boğmuş kardeşimi, boğazından zor ayırmışlar bez parçasını” diyen Deniz’in. Minyon bedenine koca öfkeyi bir türlü sığdıramadığından durmadan haykıran Dilek’in de annesi Nuray teyze. Koruma altındaki kardeşini neden koruyamadı diye hayıflanan Hakan Abi’nin de annesi, siniri gözlerinde parlayan Serkan’ın da. Recep amca’nın eşi sonra Nuray teyze. Her gün biraz daha azalan, küçülen, yüzünde çizgileri derinleşen Recep Amca’nın. Hepsinin sesi, yüzü, bakışları, haykırışları ve susuşları gelecek aklıma tek tek. Hayır, ben sabah kahvaltı yapamayacağım, belki de kahvaltının artık mutlulukla bir ilgisi kalmayacak. Çünkü Müge Anlı deyince annem, Nu-

ray teyzenin sesi kulağımdan çekecek ve Akhisar’a götürecek beni. Ve lanet olsun en unutmak istediğim cümleyi kelimesi kelimesine hatırlayacağım yeniden: Koruma altındaydı kızım, ama karar uygulanmıyordu, karakola gittim.”Bu kızı öldürecekler, kocası tehdit ediyor, Allah aşkına bir şeyler yapın” dedim. Polis güldü bana, beni ciddiye almadı “Ya teyze nereden çıkarıyorsunuz bunları” dedi. “Televizyonda izliyorsunuz Müge Anlı’dan ya da filmlerden işte, sonra gelip başı mızı şişiyorsunuz, böyle şeyler filmlerde olur” dedi. Böyle şeyler filmlerde olur deyip Nuray Teyze’yi geri göndermişti polis memuru büyük bir ciddiyetle. Bir kaç ay sonra da Gülşah 1 Nisan 2013’te öldürüldü, şaka gibi. Bir Amerikan filminde olsak sabahın, türk filminde gecenin 2’si. Ne fark eder. Uyuyamıyorum. Öfke büyütüyorum içimde sabahlara kadar, çünkü biliyorum ki sabahlarda gerçekler görmezden gelindiği için mücadele etmemiz gereken çok fazla şaka var, komik olmayan şakalar. Varsın olsun, gerçekten gülene kadar yolumuz var. Tanrı aşkına John, yarın kimseyi öldürme.

Özgecan Aslan


OZEL SAYI

20

27 Şubat 2015

lKadın

Biz kadınlar artık sessiz kalmayalım Hediye Dündar yazdı

Diyarbakır’dan Hediye Dündar, kadınların; özgürlük, adalet mücadelesi için büyül çaba gösterilmesi gerektiğini söylüyor. Ülkemizde kadınların sessiz kaldığı sürece şiddete uğramaya devam edeceğini ancak kadınların karar hakkına sahip çıkması gerektiğini yazıyor.

Kadın cinayetlerini durdurma adına bir meşale yakan, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na dahil olmam üç ayını doldurdu. Daha önce insan hakları alanında çalışmalar yapan bir birey olarak, toplumda yaşanan kadın şiddetinin, tecavüzünün, cinayetinin artması beni daha özelde, kadın haklarıyla ilgili çalışmalar yapmaya itti. Ben şiddete veya tecavüze maruz kalmadım, annem ya da kardeşim bir cinayete kurban gitmedi. Ama öldürülen her kadın; bizlerin bir annesi, bir kardeşi olduğu için bu alanda mücadele vermeyi bir yükümlülük olarak görüyorum.

Kocası tarafından vahşice öldürülen, 3 çocuk annesi Emine BÖRÜ davasının ilk duruşması 17 Şubat günü yapıldı. Duruşmayı izleyen, öncesinde de basın açıklamasına ve Özgecan vesilesiyle yapılan yürüyüşe katılan biri olarak gördüğüm tablo; eksik ama yine de sevindiriciydi. Başta Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu olmak üzere, KAMER, İnsan Hakları Derneği gibi sivil toplum örgütlerinin davaya katılması, Diyarbakır Barosu’nun bizzat davanın takipçiliğini yapması, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın davaya müdahil olması kadın hakları mücade-

lesi adına çok önemliydi. Bunun yanında halkın kadın cinayeti davalarını sahiplenmesi çok değerli olduğundan katılımın bu açıdan eksik kalması biraz üzücüydü. Ayrıca medyanın çok önemli bir araç olmasına rağmen yeterli ilgiyi göstermemesi sanırım eksik kalan diğer parçaydı. Dilerim bu durum değişir ve medya kadın cinayetlerini durdurma adına daha fazla rol üstlenir. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu olarak, öldürülen kadın kardeşlerimizin aileleriyle birlikte, tüm Türkiye’yi yasa boğan Özgecan kardeşimizin ailesine 22 Şubat pazar günü ta-

ziye ziyaretinde bulunduk. Bu acıyı daha önce yaşamış ailelerimizin, sadece kendi davalarına değil, tüm kadınlarımızın davalarına sahip çıkması, Türkiye’nin her kesiminden insanın aynı amaç için yüreğini birleştirip mücadele vermesi hem onur verici hem de umut vaad ediciydi. Umarım halkın kadın cinayetlerini durdurma adına verdiği bu çaba, karar alma ve uygulama mekanizmaları tarafından görülür ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu olarak sunduğumuz 5 temel çözüm talebimiz kabul edilir. Ben 23 yaşında genç bir kadın olarak, yeni başladığım bu yolda kadınların; özgürlük, eşitlik, adalet mücadelesi için elimden geleni yapacağım. Evet, ülkemiz kadın sessiz kaldığı sürece sevilir ama biz kadınlar artık sessiz kalmayalım; görüşlerimizin değerli olduğuna ve değiştirebileceğimize inanalım!


OZEL SAYI

21

27 Şubat 2015

lKadın

Özgecan’lar yaşasın diye, tüm kadınlar mücadeleye Ögün Başak yazdı

İstanbul ilinden Özgün Başak kadın cinayetlerini durdurma mücadelesinin uzun soluklu bir mücadele olduğunu yazıyor. Kadın cinayetlerini durduracak olanların da omuz omuza veren kadınlar olduğunu söyleyen Ormancı, tüm kadınları mücadeleye çağırıyor.

Özgecan’ın ölümüne ve özellikle ölüm şekline dayanamayan, oturduğu yerde nefes alamayıp artık harekete geçme gerekliliğini hisseden binlerce kadın kent meydanlarına çıktı ve “Bakan istifa!” diye haykırdı. Özgecan’ın hesabını sormak için toplantılar yapıldı, salonlar yüzlerce kadınla doldu ve “Kadın katillerine indirim verilmeseydi Özgecan ölmeyebilirdi” dediler. Düşünün bir kere. Memleketin her ilinde binlerce kadın, gencecik bir kadının hunharca öldürülmesinin ardından sizi sorumlu gösteriyor. Meydanlara dökülüp yaşadıkları acının, sizin görevlerinizi yerine getirmemiş olmanızdan kaynaklandığını söylüyorlar. Siz olsanız ne yapardınız? Ayşenur İslam ne yapacaktır? “Artan

kadın cinayetlerinin sebebi, AKP hükümetinin uyguladığı kadın düşmanı politikalardır ve sorumlu bakan olarak benim, kadın cinayeti gerçeğini ve çözümlerini görmezden gelmemdir.” diyebilecek midir? Kadınlar olarak şunu iyi bilmeliyiz. Artan cinsel saldırılar sonrası ailelerin çocuklarına çığlık atmayı öğretmesini öneren, her gün kadın cinayetlerinin yaşandığı bir ülkede, bunları durdurmayı yaşam amacı olarak önüne koyması gerekirken “kadın cinayetlerini sağır sultan bile duydu” diye şikâyet edebilen bir bakan, o koltuktan kendi vicdanı ile inmeyecektir ve elbette devlet yine toplumun acısını kapatmaya çalışacaktır. İnsanları, “bizden olanlar” ve “ortadan kalkması gerekenler” şeklinde iki kategoriye ayırmış ve seslenebildiği tüm

alanlarda kadını aşağılayıp, erkeği cesaretlendirmiş bir hükümet yönetiminde, erkeklerin de kendi istekleri doğrultusunda hareket ettiremedikleri kadınları “ölmesi gereken kadınlar” olarak görmeleri elbette beklenen bir sonuçtur. Peki o zaman öldürülen kadınların hesabını kim verecek? Kadın cinayetleri durmayacak mı? Kadın cinayetleri duracak arkadaşlar. Gerçek bir kadın kurtuluş mücadelesi veren kadınların öncülüğünde mücadele ederek, bugünlerde yaptığımız gibi kadın cinayetlerini toplumun en üst gündeminde tutarak, çözüm önerileri getirerek ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun oluşturduğu 5 temel talebin peşini bırakmayarak durduracağız kadın cinayetlerini. Kadınlar; zengin, fakir, genç, yaşlı,

eğitimsiz ya da akademisyen oldukları için değil, her gün dayak yedikleri erkeklerle birlikte yaşamaktan bıktıkları için, istedikleri gibi giyinebilmek için, okumak ve çalışmak istedikleri ya da en azından bunları istemenin çok modern haklar olduğunun fakında oldukları için, bazen yemeğin tuzunu az koydukları için ve Özgecan’da da gördüğümüz gibi sadece kadın oldukları için öldürülüyorsa, biz de sadece kendimize benzeyen kadınlarla değil, tüm kadın toplumuyla bir araya gelerek mücadele edeceğiz. Fikir üreterek, somut ve çok haklı taleplerimizi hayata geçirmeleri için yetkiyi elinde bulunduranları zorlayarak, erkek egemen zihniyetin dayattığı hayata karşı birleşip siyaset yaparak ve fakat değişimin hiç kolay olmayacağını bilerek, sabırla devam edeceğiz yolumuza. Artık açıkça görüyoruz ki kadınların kurtuluşu isyanda değil, mücadelededir ve Özgecan kardeşimizin yüzü de bu mücadelenin bayrağı olacaktır.


OZEL SAYI

22

27 Şubat 2015

lKadın

Yine yeni yeniden her gün ölüyoruz Çiğdem Gültekin yazdı

Manisa ilinden Çiğdem Gültekin kadınları koruyacak erkeklere ihtiyaçlarının olmadığını söylüyor. Özgürce ve korkmadan yaşamanın kadınlara bahşedilmiş bir lütuf değil, kadınların mücadele ederek kazanacağı hakları olduğunu belirtiyor.

Kaç kez ölebilir bir insan, kaç kez işkence edilirken sesini duyuramaz kimseye, kaç kez dövülüp yanabilir, parçalanabilir bedenlerimiz? Ne kadar çok ölüyoruz biz, sessiz ve ne kadar da sedasız … Adına fıtrat dedikleri bu katliamlara alışın diyorlar bize ‘’ölün ama sesiniz çıkmasın’’diyorlar, başına gelen taciz olaylarını anlatan kadınlarımıza “anlatıp da kahraman mı olacaksınız?” diyorlar.

İktidar, yandaş basın ve hatta ne büyük aymazlıktır ki bazı iktidar yanlısı kadınlar bu teslimiyeti ve biçare olduğumuz bilincini kazımaya çalışıyor beyinlerimize. Hepimiz çevremizdeki kadınların; kendimi ve sevdiklerimi nasıl korurum çabasını, bin tembihle işlerine ya da okullarına gönderilen kızlarımızı ve kadınlarımızı, sabah dualarla akşam da şükürlerle evlatlarına sarılan anaları gö-

rüyoruz. Hangisi korur bizi? Bir kravat ya da takım elbise giydi diye canilere yapılan indirimlere şahit olduğumuz bu kokuşmuş sistem mi korur bizi yoksa? Dolmuşta son yolcu olarak kalınca bizi koruyacak erkeklere, sokakta arkamızdan takip edip koruyan akrabalara ihtiyacımız yok, olması gereken özgürce ve korkmadan yaşamamız ve bu da bize bahşedilmiş bir lütuf değil. Bu düzeni

inşa edecek olan yine biz kadınlarız. Kimse bizi bizden iyi anlayamaz ve haklarımızı savunamaz, hatta yeni iç güvenlik yasasıyla kendimizi korumamız bile yasak. Cebimizde taşıdığımız biber gazı yüzünden 3-6 yıla kadar hapis cezası alırken, bizi döven taciz eden belki de tecavüz eden caniler daha az ceza alacaklar. Bilinçlenin ve bileyin öfkenizi... Katilleri tanıyoruz! Artık yas tutamayacak kadar öldük biz, gün İSYAN günüdür. Çık sokağa ve yaşam hakkını al, bu yolda asla yalnız olmadığınıda unutma.


OZEL SAYI

23

27 Şubat 2015

lKadın

Gücümüzün yettiği yere kadar Neslihan Azyoksul yazdı

Maraş ilinden Neslihan Azyoksul, modern hayatta erkeklerle eşit koullarda yaşamk isteyen kadınların uğradığı şiddeti konu ediyor. Kadınları 2. sınıf vatandaş yerine konmasına karşı soruyor: “Nerede eşitlik, nerede o çok bahsettiğiniz demokratik hayat!

Topluluk halinde yaşayan insan, hayvan ya da diğer canlılar arasında sürekli şiddet görülür. Bunun nedeni elbette ki birlikte yaşama esnasında oluşan kişisel ihtiyaçlar, meydana gelen tehditler gibi unsurlar şiddeti doğururlar. İnsanların ihtiyaçları ortaya çıktığında, ihtiyaçlar başkalarının yaşam alanlarını tehdit ettiğinde bunu baskı yaparak kabul ettirmeye çalışırız. İşte bu bir şiddet türüdür. Yapmayalım, yaptırmayalım.

di gururlarına yediremediği durumlar olduğunu düşünerek kadınlara şiddet uygulamaktadırlar. Kadınlara uygulanan şiddet nedeniyle çocuklar annesiz kalmaktadır. Erkek olduklarını hissettirmek için sadece sesleri evde çıktığı gibi evlerine ekmek götürmekten aciz olup çocuklarını çalıştırırlar. Kadınların varlığı toplumu ayakta tuttuğu gibi bizim için onca fedakârlıktan sonra sahip çıkılması gerekmektedir.

Toplumda şiddetin var olmasının en temel nedeni eğitim yetersizliği ve kanunların yeterince yaptırımda bulunmamasıdır. Bugün şiddete başvuran biri, bunun kendine ağır yaptırımlar getirmeyeceğini bildiği için hiç düşünmeden bunu bir eğlence olarak görerek yeniden yapar. Oysa kanunlar ağır yaptırımlar getirse kim, hangi cana kıyabilir? Kim biz savunmasız kadınlara el kaldırabilir?

Kadına şiddet konusunda her ne kadar önlem alınsa dahi yetersiz kalındığı defalarca görülmüştür. Uygulanan şiddete verilen cezaların caydırıcı olmadığı her defasında görülmektedir. Gelişen toplum ile birlikte kadın konusunda duyarlı olunması gerekmektedir. Televizyonda verilen kanlı cinayet ve terör görüntülerinin daha küçük yaşlarda iken bireylerin şiddet dürtülerini canlandırdığı ve onları potansiyel canilere dönüştürdüğü hususu dünyanın her yerinde tartışılıyor. Henüz kesin bir sonuca varılmamıştır ama televizyonlardaki kanlı ve vahşi şiddet sahnelerinin böyle

Eğitimsizlik büyük eksiklik. Toplumda meydana gelen olayların birçoğunda ya cahil kişiler ya da eğitimsiz çocuklar yer almaktadır. Çünkü bu tip insanlar kolayca kandırılıp şiddete yönlendirilirler. İşte bu nedenle toplumdaki tüm bireylerin eğitim ihtiyacı karşılanmalı ve kanunlar vasıtasıyla ağır yaptırımlar getirilmelidir. Ancak bu şekilde şiddeti önlemek mümkün olur. Zaman geçtikçe durmayacak, bitmeyecek, daha nice ÖZGECAN’LARA kıyılacak, kimi analar evlatsız kalıp ciğerleri yanacak. Yeter Türkiye! Yeter ey insanlık! Kadınlar evimizin gülü oldukları gibi onlar yaratılırken erkekler tarafından korunması için olmuştur. Ülkemiz kadınlara şiddet konusunda birçok ülkeden önde olup ilk sıralarda yer almaktadır. Son dönemlerde kadına şiddetle birlikte kadın cinayetleri de kendisini göstermeye başlamıştır. Toplumsal sorun olduğu gibi insanların can taşıdığı bilinmeli ve o şekilde davranılmalıdır. Türk toplumunda erkekler özellikle ken-

bir etki yaptığına inanan uzmanların sayısı ezici çoğunluktadır. Ülkemizde son yıllarda çocukların ve kadınların en vahşi biçimlerde tecavüz edilerek, testere ve baltalarla parçalanarak, çok ağır işkenceler yapılarak öldürülmeye başlandığına şahit oluyoruz. Türk toplumunun daha önce hiç şahit olmadığı vahşet ve acımasızlıklarla işlenen bazı cinayetlerin işleniş biçimlerinin çoğunun televizyonlarda gösterilen filmlerdeki sahnelere çok benzemesi tesadüf müdür? Daha üç yıl önce kız arkadaşını testere ile dilim dilim doğrayarak öldüren genç “Testere adlı filmden özendim de yaptım.” demedi mi? Televizyon kanallarının ve sinema yapımcılarının bu durumu dikkate alarak kendilerine bir çeki düzen vermeleri, kendi ayarlama ve sansürlerini yaparak şiddetle mücadele etmeleri gerekmiyor mu? Şiddete karşı mücadelede televizyonlar ve sinemacılar üzerlerine düşeni yapmalıdırlar. Ne yapmaları gerektiğini de gayet iyi biliyorlardır… Geçmişten bu yana hep aynı sözlerle büyüdük; erkek adam döver de sever de, bunun hangi mantığı

erkekliktedir. Erkek döver, kadın susar. Nerede adalet! Nerede eşitlik, nerede o çok bahsettiğiniz demokratik hayat! Modern şehir hayatı denen olgunun olumsuzlukları ve apartmanlarda birbirinden habersiz olarak kendi hanelerinin dışında olan bitenlere ilgisiz yaşayan ailelerin izole hayat biçimi en çok kadınları vuruyor. Her gün kocasından şiddetli dayak yiyen komşunun feryatlarını hiç kimse duymuyor, duyan olsa da umursamıyor. Bir gün o dairedeki alkolik ve psikopat adam karısını öldürdüğünde o apartmanda yaşayan diğer aileleri sorumsuz ve masum mu saymalıyız? Modern hayat ve hızlı kentleşme ile birlikte sönmeye yüz tutan muhteşem komşuluk kontrol kültürünü yeniden canlandırmayı başaramazsak daha pek çok hane içindeki huzursuzluklardan ve dövülen kadınlardan haberdar olamayacağız ve bu kadınlar katledildiğinde bunun gizli veya dolaylı sorumlusu olduğumuzu bile fark edemeyeceğiz. Her aile aynı apartmanda veya sokakta yaşayan komşularının evlerindeki aile içi kavgalara ve huzursuzluklara karşı dikkatli ve hassas olmalı, mümkün ise devreye girmeli. Karı koca arasına girilmez lafları tükenmeli, bastırılmış bu ahlak davranışlarından vazgeçilmeli. Bu konu hakkında söylenebilecek, konuşulabilecek çok şey var, hep birlikte kadın CİNAYETLERİNE SON!!! diyoruz, gücümüzün yettiği yere kadar...


OZEL SAYI

24

27 Şubat 2015

lKadın

Böyle gelmiş böyle gitmez Kübra Özkan yazdı

Bursa ilinden Uzm. Psk. Kübra Özkan yazısında erkek egemenliğinin geldiği noktayı tarifliyor, kadınların mücadeleye katılmasını ve bunun getirdiği çözümü değerlendiriyor. ‘2015 Yılı Kadınların Mücadele Yılı’ olacak diyor.

Kadına yönelik şiddet toplumsal ve politik şiddetin bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Eril zihniyetin kadın bedeni üzerinde tahakküm kurma, kadın bedenini denetleme ve nesne konumuna getirme gibi arzuları sonucunda cinsiyet temelinde şiddet meydana gelmektedir. Yok etme-ortadan kaldırmaya dayalı kadın cinayetleri olgusu ise erilliğin geldiği son nokta olarak değerlendirilebilir. Günümüz Türkiye’sinde her gün ortalama beş kadın erkekler tarafından öldürülürken nerdeyse hiçbir erkeğin kadınlar tarafından öldürülmemesi gibi orantısız istatistikler de cinsiyete yönelik şiddetin hangi noktada olduğunu göstermektedir. İstatistiksel veriler tablonun genel görünümü hakkında bilgilendirici olabilir ancak kadın cinayeti olgularının nasıl algılandığı, değerlendirildiği ve kurgulandığı şiddetin ortadan kaldırılmasını da sağlayabilmekte aksine şiddeti alevlendirmeye de neden olabilmektedir. ‘Artık yeter! Erkek şiddeti son bulsun’ sözlerini acı ve öfke ile haykırırken bile erkekler kadınlara şiddet uygulamaya devam etmektedirler. Peki, şiddet

neden son bulmuyor? Öncelikle kadına yönelik şiddeti kimlik temelli bir şiddet olarak değerlendirdiğimi belirtmeliyim. Tek biçimli ‘erkeklik’ ve ‘kadınlık’ görünümü değil, çoğul erkeklik ve kadınlıkların olduğunu görebiliyoruz. ‘Erkek’ ya da ‘kadın’ olmak biyolojik açıklamaların ötesinde kültürel olarak kurgulanan ‘gerçekliklerdir’. Biz cinsiyete dayalı öznelliklerimizi dili kullanarak diğer bir deyişle söylemlerimizle var ediyoruz. Öyle ki, ölümle sonuçlansın ya da sonuçlanmasın kadına yönelik şiddeti konu alan haberler sonrasında paylaşılan söylemlerin kim tarafından, ne amaçla ve nasıl söylendiği şiddetin sürdürülmesine sebep olmaktadır. Sadece ‘erk’i temsil eden devlet ve devletle işbirliği içerisinde olan erkekler kadınları hedef alan düşmanlık, kin, nefret içeren söylemlerini paylaşmamakta; erkeklerin yanı sıra kadınların da kendi hemcinslerine yönelik düşmanca söylemler geliştirdiklerini görebiliyoruz. Bu söylemler bir tür şiddeti meşrulaştıran mitlerdir. Dünyanın adil bir yer olduğu, herkesin hak ettiğini bulduğu

temelinde geliştirilen inançlar ‘mini etek giydi tecavüzü hak etti’, ‘kocasını aldattı ölümü hak etti’ gibi meşrulaştırıcı mitler aracılığıyla şiddetin meşru bir zemine yerleştirilmesine sebep olmaktadır. Mevcut ataerkil sistemin meşruluğunu, kalıcılığını, değişmezliğini sorguladığımız ölçüde şiddete karşı eyleme geçme gücümüz de artmaktadır. Ne yazık ki ‘bu toplum değişmez, böyle gelmiş böyle gider’ dediğimiz ölçüde de eylemsizliğimiz artacaktır. Biz kadınlar olarak özel ya da kamusal yaşam alanlarımızın birçok yerinde kadın kimliğimize yönelik tehditlerle karşılaşıyoruz. Bu durumlar karşısında kimi zaman öfkeleniyoruz, kimi zaman korkuyoruz, kimi zaman susuyoruz, kimi zaman karşı koyuyoruz... Aslında bunların hepsi şiddetle mücadele yöntemidir. Özgecan’ın katli sonrasında kadınlarımızın ‘Artık yeter!’ diyerek kamusal alanda örgütlü bir mücadele içerisine girmiş olmaları heyecanlandırıcı bir dönüşüm. Erkek şiddetine karşı kolektif mücadele verdiğimizde kadın kimliğini taşıdığımız için kendimizi değerli

hissederiz, benlik saygımız artar, kendimizi yalnız hissetmeden dayanışma içerisinde adaletsizliğe karşı bir duruş geliştiririz. Artık diğer kadınlar ‘öteki’, ‘yabancı’ olmaktan çıkar ve sanki ailemizin bir üyesiymiş gibi iç-grubumuz içine dahil olurlar. ‘Öldürülen kadınlar kardeşimizdir’ dediğimizde öz kardeşimiz öldürülmüş gibi içimiz yanıyorsa ve yaşam hakkını sonlandıranlardan hesap sormak için can atıyorsak mücadelenin ta kendisiyiz demektir. Biliyoruz ki kolektif eylem adaletsizliğe karşı verilen kolay bir tepki değildir. Ama şunu da biliyoruz ki an be an erkek şiddetine karşı bireysel mücadele veren, yaşam bütünlüğünü korumak için etkin stratejiler geliştiren çok sayıda kadınımız var. Bireysel ve kolektif mücadele arasındaki sınırları kaldırarak her türlü eylemin kadın mücadelesinde yeni anlamlar ürettiğini kabul etmek gerekir. ‘2015 Yılı Kadınların Mücadele Yılı’ olacak diyoruz. Örgütlü ve örgütlü olmayan kadınlar arasındaki ilişkiselliğimizi arttırdığımızda ve ‘biz’ kültürü oluşturduğumuzda kitlesel büyüme de beraberinde gelecektir. Kadın mücadelemiz ile birlikte yeni umutların doğması dileğiyle…


25

27 Şubat 2015

lKadın

Kadınlar ikinci plana atılamaz Meltem Şahin yazdı

Mersin ilinden Meltem Şahin yazısında kadınların ikinci plana atılmasının nedenin erkek egemen toplum düzeni olduğunu ve kadın cinayetlerine sebep olduğunu yazıyor.

Bugün kadınların sosyal hayatta cinsiyetlerinden dolayı ikinci plana atılmaları, yolda, sokakta fiziksel-sözlü tacize uğramaları, evlerinde şiddete maruz kalmaları ve hatta öldürülmeleri, ataerkil yapının gücüne inanan toplumumuzun kaçınılmaz sorunudur. Kadının toplumdaki saygınlığını ve değerini yok etmeye çalışan, onu, erkeğin memnuniyetini sağlaması gereken ikinci cins olarak gören, evde çocuklara bakmaları

ve ev işlerini yapmaları yeterli bulunan, kadın eğer bundan fazlası için okumak, çalışmak isterse ayıplanan, karşı çıkılan bir düşünce yapısı, tedavi edilmeli. Bence, yeni ahlak anlayışları icat edip, bunu topluma empoze etmek yerine, erkek ve kadının önce dost olabileceği; hayatın, kadın ve erkek bir bütün içinde yaşadığında güzel olacağı anlatılmalı.

Aranıyordu… Deniz Yıldırım yazdı

İstanbul ilinden Deniz Yıldırım toplumda kök salmış olan erkek egemenliği konu ediyor. Kadına yönelik şiddetin,tecavüzün ve kadın cinayetlerinin üstüne örtme çabasının bundan kaynaklandığını yazıyor. Özgecan Aslan cinayetinde toplumun tepkisinin bunu engellediğini söylüyor ve ekliyor “tartışıp somut çözümler üretmeliyiz”

Bu sözü hepiniz hayatınızda en az bir kez duymuşsunuzdur. Kimi zaman “ultra namuslu” bir kız arkadaşınızın ağzından, kimi zaman modern görünümlü erkek arkadaşınızın ağzından, kimi zamansa mahalledeki muhafazakar amcanızdan. Hepsinin hedef noktaları ise aynıdır: namus seviyesini yetersiz buldukları tanıdık kadın kişisi… Peki neydi aranan? Penis mi? Bu kadar az mıydı da kadınlar fellik fellik sokakta penis arıyordu? Etrafımızda gördüğümüz her 10 kadından 9’u hayatlarında en az 1 kere tacize uğramışken, her 4 saatte 1 kadın tecavüze uğrarken gerçekten de kadınlar sokakta penis mi arıyorlardı? Tabi bunun için mini eteklerini giyip, topuklularını çekmeleri gerekiyordu değil mi? Mesela bir hayat kadını tecavüze uğrayıp öldürülseydi, aranıyordu. Kocasına karşı çıkan, başka bir erkekle konuşurken görülen kadın tecavüze uğrasaydı, aranıyordu. Gece kız arkadaşlarıyla eğlenme-

ye çıkan kadın tacize maruz kalsaydı, aranıyordu. Ama bu sefer hiçbiri olmadı. Tecavüze maruz kalan, bıçaklanan, yakılan kız hiçbiri değildi. Sizin “aranan kadın” klasmanına soktuğunuz hiçbir sıfatla bağdaşmıyordu. Üstelik o kadar içinizden biriydi ki, belki kızınız, belki yeğeniniz, kimi zaman da komşu kızınızdı. Sinirden küplere bindiniz, bu işte bir terslik olmalıydı. Bu hikaye bizim sıradan hayatımızdan bir hikaye olamazdı. Ya adam “zaten psikopattı”, ya da kızda bir sorun vardı. Kız zaten içimizden biri olduğuna göre demek ki adam psikopattı. Asmalıydı kesmeliydi bu adamı aranmayan bir kızı öldürdüğü için. Işık hızıyla nefretimizi kusmalıydık bu psikopata karşı, hem de asıp kesmeliydik. Böylece hem vicdanımız hem de namusumuz temizlenecekti… Oysa ki bu adamın, bu bilincin tam da bizim toplumumuza ait olduğunu kabullenmeliyiz artık belki de. Kabullenmeliyiz ki saplandığımız bu

kısır döngüden, bu bok çukurundan daha kolay çıkalım. Kötüyüz biz toplum olarak kabul edelim. Mesela 5 yaşındaki oğlumuzun pipisiyle gurur duyarken “bobo bön mörvöylö evlenöcöm” dediğinde göğsümüzü gererken aynı şeyi kızımız yaptığında yerin dibine giriyorsak kötüyüz. Mahalledeki bütün kızları ayartan ve belki kimisinin kalbini fena kıran oğlumuzu “bizim ufak biraz çapkın” diye sevimlileştirmeye çalışırken kötüyüz. Türkülerimiz var mesela bizim atalarımızdan kalma, çoğu da taciztecavüz temalı. Gerdek gecemiz var mesela, koca koca adamlar sevişecek iki yetişkinin sırtına vura vura seks odasına sokarlar, erkeğin performansıyla ilgili ucuz şakalar yaparlar dünyanın en normal şeyi olur; parkta sevgilisiyle öpüşen komşu kızımızsa dünyanın en anormal şeyi. Bunun gibi bir sürü örnek vermek mümkün yaşadığımız ataerkil toplum yapısında. Bu toplum asla

kadına içinde yer bulamadı çünkü; nereye koyacağını, nasıl konumlayacağını bilemedi. Yeri geldi hemcinsi bile kendi kişisel çıkarları için kadını ataerkilliğe kurban etmekten geri kalmadı. Bu toplum için Özgecan üstünü örtmeye çalıştıkları kanayan bir yara. Bir an önce üstü örtülmeli, hesap bir an önce kapanmalı ki toplum kendi kötülüğüyle yüzleşmek zorunda kalmasın. Bir an önce kapansın ki daha derindeki çok daha büyük yaralar açığa çıkmasın. Fakat hepimiz biliyoruz ki biz her ne kadar yüzeydeki yaraları kapamaya çalışsak da derindeki daha büyük yara kaldıkça, toplum gerçeğiyle yüzleşmedikçe daha nice Özgecan’lara gebeyiz. Artık vicdan mastürbasyonunun ötesine geçmeli, en kısa sürede örgütlenmeli ,blinçlenmeli, ‘yeni özgecan vakalarının olmaması için ne yapılabilir’i tartışıp somut çözümler üretmeliyiz.


OZEL SAYI

26

27 Şubat 2015

lKadın

Çok acı var, dayanacağız Esma Beyza yazdı

Bursa Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F öğrencisi Esma Beyza Ozulluoğlu, kadın erkek eşitsizliğinin ne düzeyde olduğunu anlatıyor. Kadın katillerine verilen haksız indirimleri yazıyor ve buna karşı tüm kadınları kadın mücadelesini yükseltmeye çağırıyor

“Annem, babam, Poyraz beni affedin. Çok acı var dayanamıyorum.” Haberi duyduğumda şok olup üzülenlerdendim. Hep anladım, evet çok acı vardı. Küçücük bir not hayata son başkaldırışıydı. Hep anladım. Ama hiç bu kadar iyi anladığım bir zaman olmamıştı galiba. Dicle Koğacıoğlu, kadın cinayetlerini araştırırken arabasına yukarıdaki notu bırakıp intihar etmişti. Çok acı var dayanamıyorum. TÜİK’in 2013 verilerine göre son 15 yılda 241 polis, 91 asker, 17 özel tim, 15 korucu, 45 gardiyan tecavüzden yargılandı. Hiçbiri ceza almadı. Tecavüze uğrayanlardan yüzde 50’si 18 yaş altında. Bunların yüzde 90’ını kız yüzde 10’unu oğlan çocukları oluşturuyor. 2002-2008 arası 62bin kadın tecavüze uğradı. 2002 yılında 66, 2007 yılında 1011kadın katledildi. Biz kadın cinayetlerinin durması için çabalarken; Antalya Kepez Atatürk Anadolu Lisesi müdür yardımcısı Filiz G. okuldaki sınıf

başkanlarını toplayıp okuldaki kızların eteklerinin kısa olduğunu bunu önlemek için de erkek öğrencilerin kızları taciz etmesi gerektiğini söylüyor. Nurullah Ardıç, kadına yönelik taciz, tecavüz ve cinayetleri durdurmak için “pembe otobüs” öneriyor. Akit Gazetesi, “İnadına mini etek diyen Uğur Dündar ve Soner Yalçın’ın istediği Batılı yaşam tarzı bir yerde tecavüz bir yerde ölüm getirdi” diye haber yapıyor. Celalettin Cerrah “kızlarına sahip çıksalarmış, ölmezmiş” diyor. Fatma Şahin “medya olayları abartıyor, kadına yönelik şiddet algıda seçicilik” demeçleri veriyor. Birçok gazete “kıskanç sevgili, öfkeli koca, uyuşturucu bağımlısı genç vs” şeklinde tanımlamalarla katili yumuşatıyor. Biz, katillerin hak ettikleri cezayı almalarını isterken Cumhurbaşhanı Erdoğan “feministlerin dinimizle alakası yok” açıklamasını yapıyor. Kimse ataerkil zihniyeti tartışmıyor, kadın taciz, tecavüz ve cinayetten nasıl

korunabilir bunu konuşuyorlar. Kadını bu “tehlike”lerden korumak yerine bu “tehlike”leri yok etmeye çalışmak akıllarının ucundan bile geçmiyor. Burası kadın katillerinin, tecavüzcülerin hoş görüldüğü bir ülke. Burası, 20 yaşında tek “suç”u okuldan eve giderken minibüse binmek olan ve sonrasında tecavüz edilip elleri kesilen ve cesedi yakılan Özgecan’ı toprağa verdiğimiz ülke. Burası Nuran Dutlu’nun da ellerinin kesilip öldürüldüğü ama pavyonda çalıştığı için haber değeri taşımadığı ülke. Burası Hüsne Aslan’ın sevgilisinin evine gitmeyi kabul etmediği için sevgilisi Şahin K. tarafından otomobille ezilip geçildiği sokağın olduğu ülke. Burası Hatay’da 19 yaşındaki A.Ş.’nin ortaokul öğrencisi 12 yaşındaki D.Ö.’yü dövüp jiletle yaraladıktan sonra zorla bindirdiği minibüste tecavüz etmek isterken polis tarafından suçüstü yakalandığı ülke. Burası 4 yıl önce Bursa’da üniversite öğrencisiyken 19 yaşında tecavüz edilen ve

“Kadın’dan var olan da İnsanoğludur. İnsan kendine ve İnsanlığa düşman olabİlİr mİ? Düşüncenİn cİnsİyetİ yoktur. Doğruların da…”

katillerinin sokaklarda yanımızdan geçtiği ülke. Burası Zonguldak’ta 14 yaşındaki çocuğa tecavüz eden sanığın duruşmaya sarık ve seccadeyle geldiği için iyi halden yararlandığı ülke. Burası kadın programında “babam bana tecavüz etti” diyen kızını öldürüp babasını kamuoyunda mahcup etti indiriminin verildiği bir ülke. Burası tanımadığı birine saati soran eşini delik deşik ederek öldürüp “cilve yaptı” indirimi alan adamın yaşadığı ülke. Burası barış gelininin tecavüz edilip öldürüldüğü ülke. Her koşulda haksız olanın ve “hak ettiği için” tacize tecavüze uğrayanın ve hatta öldürülenin kadın olduğu bir ülke. Yetkililerin daima katillerin yanında olduğu için katile indirimin bol olduğu, iyi hal indirimlerinin havada uçuştuğu, kadın kardeşlerimizin kanını yerde kaldığı bir düzen. Rakel Dink’in dediği gibi önce “bir bebekten katil yaratan sistemi düzeltmeliyiz.” Ataerkilliği din kabul etmişlere karşı direnerek, tüm bu korkunç zihniyetin üstesinden gelerek bağıralım; kadın cinayetlerini durduracağız! Çok acı var ama asla yalnız yürümeyeceğiz, asla yalnız yürümeyeceksin!

Lİlİth’den Malala’ya Kadının Adı Var

Özlem Akşİt Kuşcan


OZEL SAYI

27

27 Şubat 2015

lKadın

Kadının ev içindeki ücretsiz emeğinin tanımlanması Büşra Çelik yazdı

Kocaeli Üniversitesi’nden Büşra Çelik, yazısında kadının ev içindeki görünmez emeğini ve bu konu çerçevesindeki tartışmaları konu ediyor. Kadınların ikinci sınıf vatandaş sayılmasına gösterdiği tepkinin ise 2. Meşrutiyet dönemine kadar uzandğını ifade ediyor.

Batıda ikinci dalga feminist hareketin etkisiyle, Türkiye 1960-1970 yılları arasında kadının karşılıksız emeğine dair tartışmalara sahne olmuştur. Bu yazını amacı, kadının toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden inşa edilmekte olan ev içi emek üretimin tartışılmasıdır. Karşılıksız emeğin piyasa değeri olarak karşılığı yoktur. Meta ekonomisi sınırları dışında gerçekleşir. Büyük bir kısmı günlük yaşamsal ihtiyaçları sağlayan eviçi işlerin oluşturduğu ekonomik ve ekonomiyi doğrudan etkileyen faaliyetler olarak tanımlanabilir. Bu emeği tanımlayamamaktaki en büyük etkenler belirli mesai

saatlerinin olmaması, çalışma ile günlük yaşamın birbirinden güçlükle ayrılıyor olmasından kaynaklanmaktadır. İktisatta karşılıksız emek neden gösterilmez sorusunun yanıtı feminist kuramcılara göre, görünmez emeğin kapitalist ekonominin temel direği olmasıdır.Ücretsiz emek tartışmalarının batıdaki tarihine baktığımızda ikinci dalga feminist hareketle, (özellikle sosyalist feminist literatürde etraflıca tartışılsa da) , Margaret Reid’in yazdığı ‘Hane İçi Üretimin İktisadı’(1934) tartışmanın öncelerine dair verilebilecek güzel bir örnektir. Reid (1934), bu kitabında ev içi karşılıksız

emeğin kalkınmada muazzam bir rolü olmasına karşın istatistiklerde yer almamasına dikkat ceker. Feminist ekonomistlerin egemen iktisada yönelttiği bu eleştiri, kadının ev içindeki emeğinin varolan iktisadi düzen içerisinde yeniden sorgulanmasını gündeme getirmiştir. Kadının ev içinde yaptığının genel iktisadi tanımlamaya göre iş olduğunu, Ann Oakley (1974) ‘Sociology of Housework’ isimli kitabında tartışmaya açmıştır. Ücretli iş çalışmalarında vurgulanan monotonluk,yabancılaşma,fiz iksel yıpranma gibi kavramları ev işleri üzerinden tanımlamistir. Bu bağlamda

feminist kuramin, emek ve piyasa emeğinin genel iktisat literatüründen farklı bir şekilde ele alınmasının önünü açarak, genel iktisadin eril içeriğini gözler önüne serdiğini söylemek mümkündür. Türkiye’de kadının ev içindeki karşılıksız emeğine dair tartışmaları belirgin olarak görebileceğimiz tarih çok uzak olmasa da; kadının kendisine atfedilen cinsiyetçi toplumsal rollere olan haklı tepkisini İkinci Meşrutiyet döneminden beri gözlemlemek mümkündür. Kendilerinin yalnızca annelik ve zevcelik rolleri üzerinden tanımlanmalarını eleştiren kadınların, bu haklı tepkileri kadının ev içindeki karşılıksız emeğine etkili bir şekilde dikkat çekemese de, bu emeği normalleştiren toplumsal cinsiyet rollerinin eşitsizliğini vurgulaması açısından önemlidir.


OZEL SAYI

28

27 Şubat 2015

lKadın

Bu sisteme daha fazla can emanet edemeyiz! Deniz Baş yazdı

Ankara ilinden Deniz Baş yazısında kadın cinayetlerinin son dönemdeki artışını inceledikten sonra çözüm için kadınların neden kadın katillerine ağırlaştırılmış müebbet istediklerini anlatıyor. Daha fazla can kaybetmemek için kadınları mücadeleye çağırıyor.

Çünkü son 7 yıl içinde 1121 kadın kardeşimizi kaybettik. 1121 aile acı çekti ve katillerin çoğu ciddi bir yaptırıma maruz kalmadan aramızda yaşamaya devam ediyor. 2015 yılına iyi dileklerle gireli henüz iki ay olmadı ama şimdiden 43 kardeşimizi kaybettik. Bu kadınların hepsi erkek şiddetine maruz kalarak öldüler. Bütün bunlara rağmen devlet hala sessizliğini korumaya devam ediyor. İç Güvenlik Paketi ile yıllardır kısıtlanmış olan haklarımızı tamamen elimizden almayı hedefliyor, bizleri özellikle de kadınları kendi malıymış gibi görme politikalarını her geçen gün artırıyor. Aile Bakanı Ayşenur İslam ise hemcinsimiz olarak hiçbir adım atmıyor, aksine “kadın ve erkeğin eşit olması fıtrata ters” diyen zihniyeti desteklemeye devam ediyor. Mahkemeye takım elbiseyle çıkan katiller ise “iyi hal indirimi” ile korunuyor, yeni cinayetlere zemin hazırlanıyor. Artık insanların en çok da kadınların öfkesi birikti. Kimse yeni bir Münevver Karabulut ya da Özgecan Aslan kaderi istemiyor. Aileler kızlarının güven içinde okullarına gitmelerini, toplu taşıma araçlarını korkmadan kullanmalarını istiyor. Artık insanlar çöp konteynırlarından onlarca parçaya ayrılmış kadın cesetleri bulmak istemiyor.“Toprak atmayın meleğime” diye haykıran babalar istemiyor. İnsanlar adalet istiyor, kadınlar özgürlüklerini istiyor, aileler ağırlaştırılmış müebbet hapis istiyor. Artık normalleştirilmiş 3. sayfa haberleri görmek istemiyoruz, daha fazla kadın cinayetine tahammülümüz yok! NEDEN İDAM DEĞİL, NEDEN AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET? 2004 yılında hukuken kaldırılan idam cezasının tekrar getirilmesi caydırıcı bir yöntem değildir. İdam cezası çağ dışıdır. Bunun yerine suçlunun ağırlaştırılmış müebbet hapis alması daha caydırı bir ceza olacaktır. Görüyoruz ki müebbet

hapis cezasına çarptırılan birçok suçlu birkaç sene sonra çıkan aflardan yararlanıp aramızda yaşamaya devam ediyor. Bu yüzden müebbet değil ağırlaştırılmış müebbet cezası talep edilmelidir. Ayrıca devletin politikalarını hesaba katarak şunu öngörebiliriz ki idam cezasının amacı çarptırılabilir. Devletin muhaliflere karşı tavrı kendisini gezi parkı olaylarında da, diğer toplumsal hareketlerde de oldukça net bir şekilde göstermiştir. Kadın cinayetlerinin bize bıraktığı acı çok büyük ama birçok kesim tarafından istenilen idam cezasının da dile getirilmeden önce titizlikle düşünülmesi gerekir. Öfkemizi bastırmaya çalışırken suçsuz yere sırf hükümet yanlısı olmadığı için verilecek tek bir canı daha kaldıracak sabrımız kalmadı. Bu kadar ciddi bir meseleyi ele alırken tüm yönleriyle düşünmeli ve buna göre hareket etmeliyiz. KADINLAR ÖRGÜTLENMELİ! Kadınlar yüzyıllardır hem aile içinde hem de iş hayatında patriyarka tarafından sömürülüyor. Çok küçük yaştaki kız çocukları evlendiriliyor ve bu cinsel istismara göz yumuluyor, aileler erkek çocukları okusun iş sahibi olsun diye uğraşırken kız çocuklarına evde koca beklesin gözüyle bakıyor. Bir şekilde hayatını kendi özgür düşüncelerine göre şekillendiren kadınlar ise yine patriyarka tarafından acımasız eleştirilere, tacizlere maruz kalıyor. Biz kadınlar hayatlarımızın yönüne, evlenip evlenmeyeceğimize, kaç çocuk doğuracağımıza, kürtaj hakkımıza kendimiz karar ver-

meliyiz. Bize dayatılan bu ataerkil sistemi bir an önce devirip, kendi devrimimizi yaratmalıyız. Bu yüzden hep birlikte dayanışmayla, inançla, cesaretle bu yolda kararlı adımlar atmalıyız. Diğer kadınlarla bir olup kendi gücümüzün farkına varmalıyız. Bu sisteme daha fazla kadın canı emanet edemeyiz.


OZEL SAYI

29

27 Şubat 2015

lKadın

Kadınların suçu ben varım demek midir! Ceren İnce yazdı

Ankara ilinden Ceren İnce yazısında, kadın cinayetlerinin ortak yanının kadınların, ‘’ben varım, kendi hayatımın sahibi olmak istiyorum’’ demeleri olmasına dikkat çekerken kadınların hayatları için mücadeleye devam etmekte kararlı olduğunu dile getiriyor.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre 2014 yılında 294 kadın kardeşimiz öldürüldü. Yine bu verilere göre kadınların %47’si kendi yaşamlarına dair karar almak isterken erkek yakınları tarafından öldürüldü. Yaşamı kendilerine çekilmez kılan aile içi baskı ve şiddetten kurtulmak, kendi kararlarını alabilecekleri, belki de daha zoru olan, kendilerine ait istek ve hayallerini gerçekleştirebilecekleri bir hayat kurmak istedikleri için, kısacası toplumun özgür bir bireyi gibi davranmak istedikleri için öldürüldü kadınlar. Bu kadın kardeşlerimizin tek “suç”u “Ben varım ve kendi hayatımın sahibi olmak istiyorum” demek idi. Kadınlar işte tam da bu nedenle “kadını erkeğe emanet” eden zihniyetin

ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini anlatmaya çalışıyor. Bu nedenle kadının toplumdaki birincil görevinin kocasına ‘’eş’’lik ve çocuklarına annelik olduğu görüşünü destekleyen politikalara karşı sesimizi yükseltiyoruz. Kadının erkekten bağımsız varolouşunu reddederek, onu erkeğe teslim edilmiş bir emanet, hatta erkeğin varlığının bir uzantısı olarak yorumlamak, ancak daha fazla kadına yönelik şiddet ve kadın cinayeti haberine yol açacaktır. Bu ülkede yaşayan milyonlarca kadının hayatını tehdit eden kadın cinayetleri sorunu, onları erkek yakınlarının, tanıdıklarının (ve hatta tanımadıklarının!) insafına bırakarak çözülemez. Ayrıca bu ülke kanunlar ve yasalarla yönetilmiyormuş gibi, sorun

erkeklere öğüt verilerek iyileştirilmeye çalışılamaz. Türkiye Cumhuriyeti anayasasında “kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” açık ifadesi dururken, devlet kadınların en temel hakkı olan yaşama hakkını dahi karşı cinsin merhametine seslenerek korumaya kalkamaz. Devletin öncelikle yapması gereken, anayasanın 17. maddesinde “herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” ifadesi ile belirtilen haklarını her özgür vatandaş gibi kullanmak istediği için tehdit altında olan kadınları korumak ve sırf bu haklarını kullanmak istedikleri için öldürülen kadınların katillerini de en ağır biçimde, yani Kadın Cinayetleri-

ni Durduracağız Platformu’nun da savunduğu gibi, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırmaktır. Kadınlar toplumda varolmak istiyorlar; okuyabilmek, çalışabilmek, eşlerini kendileri seçebilmek, evlenip evlenmeyeceklerine, çocuk sahibi olup olmayacaklarına (çünkü anne olmamayı tercih etmek ayıp ya da suç değildir!), kaç çocuk yapacaklarına, nerede kahkaha atıp nerede atmayacaklarına kendileri karar vermek istiyorlar. İşte bu haklarını kullanmak isteyen kadınlar, erkekler tarafından öldürülen kadınların %47’sini oluşturuyor. Bir yandan da, kadın-erkek eşitliğine inanmayan ve erkeği kadına emanet edilmiş bir varlık olarak görenler, sorunun çözümünü daha da zorlaştıran bu yaklaşımları nedeniyle meydana gelen korkunç cinayetler sonrasında, dönüp yine kadınları suçlayabiliyorlar. Biz kadınlar hayatı “emanet” yaşamak istemiyoruz ve kendi hayatlarımıza sahip çıkmak için mücadeleye devam etmekte kararlıyız.


OZEL SAYI

30

27 Şubat 2015

lKadın

Neden kadın mücadelesi? Kadınları rahat bırakın Burcu Aydın yazdı

Eskişehir’den Burcu Aydın, toplumsal rollere ve şiddete değindiği yazısında, hak ve özgürlüklerini kazanmaları için kadınların iradesini vurguluyor. Kadınların kurtuluşunun ve yaşam hakkının birlikte mücadeleyle mümkün olduğunu söylüyor.

Kadınız, güçlüyüz, kazanacağız! Peki ya neyi kazanacağız? Neden kazanmamız gerekiyor? Bu soruları kendime yönelttiğimde verdiğim ilk cevap; varlığımın bütün kalıplardan uzak, en saf haliyle kabulüdür. Sırf kadın olduğum için toplumun üzerime dayadığı bütün rolleri reddediyorum. Yatakta ‘X’ kişisi, mutfakta ‘Y’ kişisi ve dışarda bilmem ne kişisi olmayı reddediyorum! Duyun, bu bir haykırıştır ve bütün kadınların sesidir. KADINLARI RAHAT BIRAKIN. Toplumumuzda, kadınlara dair bir mükemmeliyetçilik var. Bunun sorumlusu ise geleneksel Türk aile yapısı içinde yetişip ama aynı zamanda

modern ve batılı bir yaşam tarzı isteyen erkeklerimizdir. Bir yandan her zaman arkasını toplayan yemeğini tam saatinde önüne koyan zamanı gelince ona çocuk verebilecek annesinin neslinden bir kadın arıyor diğer yandan iş yemeklerinde güzelliğiyle, fikirleriyle, kariyer başarılarıyla yanında taşımaktan gurur duyacağı bir plaza kadını. Kadınlarımıza mükemmel erkek, erkeklerimize mükemmel kadını anlat desek cevaplar ne kadar birbirinden farklıdır bunu hepimiz tahmin edebiliriz. Ama emin olduğum bir nokta mükemmel kadının skalası erkeklerinden kat kat geniş olduğudur. Karşısında olduğumuz şey aslında toplumsal

cinsiyetimizden ötürü üzerimizde kurulan sorumlulukların, tabuların yıkılması. Her kadının kendi benliğiyle, kişiliğiyle, yeterliliğiyle ve bedeniyle kabulüdür. KARAR VERME ÖZGÜRLÜĞÜ Ülkemizdeki kadınların başlıca mücadele etmesi gereken diğer bir konu ise kadının karar verme özgürlüğünün karşısında olan eril zihniyettir. Bu ister ekonomik özgürlük konusunda olsun ister çiftlerin ayrılma, boşanma süreciyle alakalı olsun. Erkekler istiyorlar ki son sözü ben söyleyeyim ya da her şey benim istediğim doğrultuda ilerlesin. Ben istediğim zaman ilişki, evlilik

biter, ben istersem çalışabilirsin, benim istediğimi giyebilirsin, benim istediğim insanlarla konuşabilirsin. Ben ben ben. Kadının adı yok. Kadın cinayetlerine baktığımızda, sorunun erkeğin kendini karar verici mekanizma olarak gördüğünü ve hatta kadının en temel hakkı olan yaşam hakkını bile kendi elinde bulundurduğunu sanan sapıkça bir anlayışı görüyoruz. Her gün gazetelerde kocasından boşanmak istediği için ve kocası kabullenmediği için yaşamını yitiren kadınları okuyoruz.

AŞAĞILAYICI SÖYLEMLER, KÜFÜRLER VE KIZ GİBİ OLMAK Peki ya hiç düşündünüz mü bir insanı aşağılamak, yermek için kullandığımız kelimelerin kimi işaret ettiğini? Kadın öznesini. Her maçta takımların kullandığı tezahüratlarda olsun kavga eden iki gencin hıncını analarından bacılarından almaları olsun hep kadın üzerinden alınan bir intikam söz konusu. Diğer taraftan hepimiz biliriz ki erkekler ağlamaz, ağlayan erkek kız gibidir, zayıftır. ‘Erkek gibi kadın helal olsun be’ deriz otobüs şoförlüğü yapan bir kadın gördüğümüzde. Kadına erkek gibi olmak ne destekleyici bir iltifattır ama erkeğe kadın gibi olmak ne kötü bir yakıştırmadır. MÜCADELE ŞART Kadının varlığının birey olmaktan öte bu denli hayat kolaylaştırıcı bir fonksiyon gibi görüldüğü toplumda; karar verme özgürlüğümüzü almak için, benliğimizi kabul ettirmek için, kadın onuru için mücadele etmeliyiz. Her kadın ayrı bir bireydir, kimsenin onu kalıplara sokmasına izin vermeden birleşerek, büyüyerek kadını ve kadın şerefini yücelterek ilerlemeliyiz. Biz sustukça onların sesleri arasında boğuluruz ve daha çok kadın yitip gider. İşte bu yüzden sen de bir ses ol. Mücadele çok güzel sen de gelsene?


OZEL SAYI

31

27 Şubat 2015

lKadın

Kadınların çığlığını duydunuz mu? Esra Cabbar yazdı

Bursa ilinden Esra Cabbar, öldürülen kadınların ortak noktasının, ‘’Türkiye’de kadın olmak’’ olduğunu vurguladığı yazısında, kadınların hayatları boyunca yaşadığı zorlukları ve Türkiye’de kadın olarak yaşamanın gittikçe daha çok zorlaştığını ele alıyor.

Kadın olmak; herkesin sizin hayatınıza karışma hakkını kendisinde gördüğü, korunmaya muhtaçmışsınız gibi davrandığı, bağımsızlığınıza düşkünseniz sürekli bir mücadele halinde yaşamak zorunda kalmaktır. En azından yaşadığımız ülkede durum böyledir ve gittikçe daha da zorlaşmaktadır kadın olarak yaşamak. Hayatta olup nefes alamamaktır artık. Daha doğmadan başlıyor Türkiye’de kadın olmanın zorlukları aslında. Önce doğuran kadın suçlanıyor kız çocuk doğurdu diye, sonra çocuk suçlanıyor kadın olarak doğdu diye. Sonra kadın büyümeye başlıyor baskı ve dayatmalarla birlikte. Sen kızsın o oyunu oynayamazsın, sen kızsın düzgün otur, sen kızsın bunu giyemezsin, onu yapamazsın bunu yapamazsın… Ergenlik çağına geldiğinde kadın kendi bedeninden

bile utanır hale getiriliyor. Eminim çoğu kadın memeleri büyürken kambur durup belli olmaması için çabalamıştır. Bu evrelerden sağlam çıkabilirse eğer sonrasında yavaş yavaş; yalnız sokağa çıkamayacağını özellikle hava kararmışsa, boş olan minibüse ve otobüse binmemesi gerektiğini, bindiği kalabalık otobüste her daim tetikte olmak zorunda olduğunu, temizlik ve yemek yapmazsa dayak yiyeceğini, mini etek ya da dekolte bir şey giyerse erkeği tahrik etmekten suçlanacağını, işe girerse bir erkekten daha düşük maaş alacağını, araba kullanırsa sıkıştırılıp taciz edileceğini, taksiye yalnız binmemesi gerektiğini ki binmek zorunda kalırsa plakasını birine yollamak zorunda kalacağını… yani aslında erkeklere güvenemeyeceğini öğrenmeye başlıyor. Sonra bu evreleri de atlatabilirse aile kurmak istiyor kadın.

Dayatmalar evlilikte de artarak devam ediyor. Kocasına hizmet etmek, onun dediklerini yapmak zorunda kalıyor çünkü yapmazsa dayak yiyeceğini öğreniyor. Belki çocuğu oluyor kadının, artık çocuğu yaşam gayesi haline geliyor adeta. Sonra şiddet, hakaret, aldatma artıyor. Kadın çocukları için katlanmaya çalışıyor. Ama dayanamıyor artık, kaçmak istiyor. Yardım bekliyor ailesinden, ama ailesi kocandır katlanacaksın diyor belki. Devlet sahip çıksın o zaman diyor kadın, koruma istiyor. Ama çaldığı bütün kapılar yüzüne kapanıyor. Belki de kocasıyla barıştırıyor devlet, kadın istemiyor yardım bekliyor ama evine dön bak barıştırdık diyor devlet. Peki ya sonra? Sonrasını hepimiz biliyoruz… Ayşe Paşalı: Koruma talep etmesine rağmen devlet tarafından korunmayarak

eski kocası tarafından sokak ortasında bıçaklanarak öldürüldü. Tüm Türkiye onu gazetelerdeki yüzü gözü mosmor fotoğrafıyla tanıdı. Güldünya Tören: Töre cinayetlerinin sembol isimlerindendi. Evli olan teyzesinin oğlundan hamile kalmıştı. Olay açığa çıkınca teyzesinin oğluna kuma olarak verilmesi kararlaştırıldı. Sonra teyze oğlu kaçtı. Sonra İstanbul’a amcasına gönderildi. Çocuğuna Umut ismini verdi. Ama bebeği öldüreceklerinden korkup arkadaşına evlatlık verdi. Bir gün kardeşlerinden biri çıkagelip “as kendini” dedi. Arzu Odabaş: 4 çocuk annesi Arzu Odabaş, 23 yıllık kocası tarafından “silahla tehdit, hakaret, şiddet” iddialarıyla şikayetçi olmuş, eşi 9 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Mahkeme hapis cezasını para cezasına çevirmişti. Boşanma davaları sonuçlanmadan Mustafa Odabaş sokak ortasında Arzu Odabaşın üzerine 6 el ateş etti. Derya Demiral: 6 aylık hamileydi. Kendisine yeni bir elbise aldığı için birlikte yaşadığı işsiz sevgilisi tarafından dövülerek öldürüldü. Zübeyde Yıldız: 4 çocuk annesi Zübeyde, eski eşi tarafından şiddete maruz kalıyordu. Karakola defalarca gidip “beni koruyun” diye başvurdu. Tehditler artınca savcılığın kapısını çaldı, savcılık takipsizlik kararı verdi. Çocuklarına bakabilmek için konfeksiyon atölyesinde çalışan Yıldız’ı eski eşi işyerinde bıçakladı, yetmedi boğazını keserek katletti. Seher Haşimoğlu: Koca dayağından kaçıp devlete sığındı. Ancak yerleştiği sığınma evinden daha sonra “ kendi isteğiyle ayrıldığı” belirtilen Seher, aile meclisinin kararıyla kocası tarafından öldürüldü. Sema Karakoca: 19 yaşında Bursa’da bacakları kesilmiş, boynu ve göğsü yarılmış, bedeni köpekler tarafından parçalanmış halde bulundu. Katil zanlısı olarak gözaltına alınan 5 kişi evlerinde Sema’nın DNAsı bulunmadığı için delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. Sema’nın katilleri hala aramızda dolaşıyor. Hüsne Aslan: Evine gitmek istemediği sevgilisi tarafından arabayla üzerinden geçilerek katledildi. Özgecan Aslan : Evine gitmek için bindiği minibüste katledildi. Bütün bu kadınların tek ortak yanı: Türkiye’de kadın olmak! Siz onların çığlıklarını duydunuz mu?


OZEL SAYI

32

27 Şubat 2015

lKadın

Kadınlar boyun eğmeyecek Gülhan Akkoyun yazdı

Eskişehir’den Gülhan Akkoyun yazısında, 8 Mart’a doğru yürürken Özgecan’ın öldürülmesinin toplumda yarattığı etkiyi yansıtıyor. Kadına şiddete ve bu şiddetin hükümet politikalarıyla beslenmesine karşı kadın mücadelesinin gerekliliğine değiniyor. Akkoyun, 8 Mart’ın kadın-erkek eşitliği için sembolik bir anlam taşıdığını söylüyor.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün yaklaştığı şu günlerde Özgecan kızımızın hunharca katledilmesi bir anne olarak benim yüreğimi dağladı. İsterdim ki ülkemde kadınlarımıza gereken değer verilsin, kadınlarımız cinayete kurban gitmesin. Unutmasınlar ki o erkekleri dünyaya getiren kadınlardır. Kadınlarımızı, erkekler cinsel bir obje olarak görüyorlar. Onlar hayatın içinde en fazla ezilen hatta sofradaki öküzden sonra gelen insan konumuna düşürülmeye çalışılıyor. Ama kadın artık günümüzde boyun eğmediği için, toplumsal hayatta yer aldığı için bazı erkekler bunu gurur meselesi yapıyorlar. Kendi egoları için

kadını aşağılama yoluna gidiyorlar. Ama kadınlar sonuna kadar mücadelelerini vermek zorundalar. Hiç kimsenin kadınları öldürmeye hakkı yoktur. Başka Özgecanlar olmasın diye kadınlar, mücadelesini sonuna kadar sürdürmeli. 8 Mart kadın emekçilerin kendilerinin erkeklerle eşit haklara sahip olduğunu vurgulayan yön olmalı bence. Bu gün sembolik bir gün olmamalı. Kadınlar gerçekten erkeklerle eşit olduklarını, birlikte yürümenin bir insan hakkı olduğunu kabul ettirmeli. Aslında bu en doğal hakları fakat kadınlar, yanlış hükümet politikaları yüzünden bu mücadeleyi vermek zorunda kalıyorlar.

Birlikte bir adım atalım Öznur Doğancı yazdı

Öznur Doğancı yazısında, Konya’da Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun toplantısına katılarak başladığı örgütlü kadın mücadelesini ele aldı. 8 Mart’a ilerlerken kadın cinayetlerini durdurmak için birlikte yürümenin önemine değindi.

8 Mart kadınlar günü yaklaşıyor ve biz bu güne yine kadın cinayetleriyle giriyoruz.8 Martları, günümüzü kadın cinayeti vahşeti olmadan yaşamak istiyoruz. Kadın cinayetlerinin artık son bulmasını ve kadına yönelik her türlü şiddetin bitmesini istiyoruz. Yaşam hakkı elimizden alınmasın bu cinayetler son bulsun. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Bu 8 Mart’ta biraz daha buruk biraz daha acı doluyuz. Her günden daha da anlamlı daha da BİZ olma günüdür o gün. Yitip giden güzel yürekli ÖZGECAN için hala içimiz acıyor ve nefret, öfke, acı, hüzün gün geçtikçe büyüyor. ÖZGECAN daha hayatının en güzel en dopdolu günlerindeydi. Yaşasaydı daha nice güzel günler görecekti. Bu vahşet sadece içimizdeki isyanımız olmasın. ÖZGECAN gibi yitip giden güzel kadınlar için direnişimiz müca-

delemiz isyanımız olsun. Bu cinayetlere vahşetlere dur diyemiyorsak da SESSİZ KALMAMALIYIZ. Ben bu sefer sessiz kalmadım ve içimde çığ gibi büyüyen duyguyu az da olsa hafifletmek için bir adım attım. Bu adım benim mücadelemin başlangıcı oldu. Siz de yitip giden kadınlar için vicdanınız için bu cinayetlerin durması için bir adım atın ve 8 Mart’ta bunu gösterin. Biz Konya’da toplandık dur demek için ve belki de bu anlamda yapılan ilk toplantıydı. Çağrıda bulunduk siz de gelin, Bu mücadelede omuz omuza verelim ve artık SON bulsun dedik. Çünkü bizde bir ÖZGECAN bir MÜNEVVER KARABULUT bir DİLBER KESKİN bir DİLAN DOĞAN bir SEVİM GÜNDOGDU olabilirdik. Kadına şiddete, kadına tecavüze, kadına istismara, kadına tacize artık bu ülkede

son verilsin istiyoruz. Bu cinayeti işleyen herkesin en ağır cezayı almasını istiyoruz. Eski kocası tarafından, eski

sevgilisi tarafından ya da bir evlilik teklifini reddettiği adam tarafından öldürülmesin istiyoruz. Hep beraber 8 Mart’ta DÜNYA KADINLAR GÜNÜ’NDE öldürülen tüm kadınlar için artık DUR diyelim. 8 Mart bizim günümüz...


OZEL SAYI

33

27 Şubat 2015

lKadın

Mücadelemiz ortak, yolumuz aynı Birsen Kaplanseren yazdı

İstanbul ilinden Birsen Kaplanseren kadınlar için hayatın artık bir savaş olduğunu yazıyor. “Bizim için savaş; her gün yeniden hayata başlamak, sesimizi daha gür çıkarmak, daha çok kadınla omuz omuza yürümek” diyen Kaplanseren kadınlar için tek çare direnmektir diyor.

Geçtiğimiz yıl bir önceki yıl gibi yine direnen kadınların yılı oldu. Okulda, evde, sokakta, fabrikada, tarlada kısacası yaşam alanlarının her birinde direndik. Yaşamak için direndik; onurlu yaşamak için, insanca yaşamak için, kendi kararlarımızı verebilmek için, ben de varım demek için kısacası kadın olduğumuz için direnmek zorunda kaldık her yerde. Ama olsun direnmek biz kadınların tabiatında mevcut ve direnmek güzeldir be kardeşlerim. Evet, direnmek zorundayız evet, dimdik ayakta durmak, her türlü zorluğu göğüsleyebilmek için mücadele

etmek zorundayız. Ama bugün geldiğimiz noktada ayakta durabilmek çok zor. Hayatta kalabilmeyi başarmak neredeyse imkansız hale getirildi. Yürüyoruz ve arkamıza dönüp baktığımız her zaman bir kadın kardeşimizin yokluğunu daha fark ediyoruz. Yüreğimiz biraz daha hüzünle doluyor acı iyice işliyor içimize. Ama eksilmiyoruz kardeşlerim, gidenlerin acısıyla birlikte, gittikçe çoğalarak yürüyoruz. Gün geçtikçe her acı içimizi biraz daha fazla yaktıkça, biraz daha bileniyoruz. Artık hissettiğimiz tek duygu acı değil öfkeliyiz artık, hem de çok öfke-

liyiz. Öfkemiz ancak ve ancak mücadelemiz sonuçlandığında, yani arkamıza baktığımızda arkamızda bütün kadınları omuz omuza yaşarken, hayattayken görebildiğimizde bitecek. Bu öfke başka türlü dinmeyecek, bu ateş başka türlü sönmeyecek. Herkes bilmelidir ki artık acımızı, öfkemizi alıp çıkıyoruz yollara. Biz yeter dedikçe bir yeni canı daha aramızdan alanlara dirençle karşılık veriyoruz. Bıkmadan, usanmadan yeter demeye, her seferinde daha güçlü bağırmaya, haykırmaya devam edeceğiz. Korkuyorlar bizden kardeşlerim,

emin olun ki çok korkuyorlar. Ruhumuzdan ve hatta bedenimizden korkuyorlar. Yapabileceğimiz her şeyden çok korkuyorlar, gücümüzün yeteceği her şeyden çok korkuyorlar. Bu yüzdendir ki en çok bizleri susturmaya çalışıyorlar. Sahip oldukları fiziksel imkanlarla bizimle baş etmeye çalışıyorlar. Bilmiyorlar ki, yıllardır çiçektir, böcektir deyip üzerlerine basıp geçmekten hiç çekinmedikleri kadınların yeniden var olmayı çok iyi bilen canlılar olduğunu. Yeniden var ediyoruz kendimizi ve kaybettiklerimizi. Kaybettiklerimizin gülen yüzleriyle birlikte yürüyoruz. Onları aramızdan çekip aldıklarını bilerek ama onları hiç yanımızdan ayırmayarak yaşatıyoruz. Hayat bizim için bir savaş artık. Ama savaş bizim için onların oynadığı türden bir oyun değil. Bizim için savaş; her gün yeniden hayata başlamak, sesimizi daha gür çıkarmak, daha çok kadınla omuz omuza yürümek, gerektiğinde haykırmak gök yüzünü delercesine, gerektiğinde kocaman bir gülümseme, gerektiğinde bir kahkaha atmak sokak ortasında, gerektiğinde içimizde büyüttüğümüz ve heyecanımızdan bizimle birlikte kımıldayan o küçük varlığı da alıp sokağa atmak kendimizi. Sokağa çıkmak evet, çünkü hayat tüm çıplaklığıyla sokakta çıkar karşımıza. Her gün yanımızdan geçip giden değişik kadın suretleri ile yürürüz. Aslında yalnızca bir suretten ibaret olmayan bu yüzlerle ortaklaştığımız öyle çok şey vardır ki. Her gün yeniden ve yeniden aynı şeylerle mücadele ederiz. Mücadelemiz ortaktır, yolumuz aynı. Her biriyle aynı yoldayız; öğrencisiyle, işçisiyle, işsiziyle, ev kadınıyla, annesiyle, anne olmayanıyla ve aklınıza gelebilecek her kadınla. Bu yüzdendir ki sarsmalıyız kahkahalarımızla iktidarı elinde tutan herkesi. Dari Fo’nun Ulrike Meinhof ’a atfen yazdığı oyununun bir cümlesi geliyor aklıma “cesedim bir dağ gibi ağır... yüz bin ve yüz bin, ve yüz binlerce kadın kolu bu kocaman dağı kaldırıp omuzlarına alırken sizin yerinizi sarsacak müthiş bir kahkaha atacaklar.”


OZEL SAYI

34

27 Şubat 2015

lKadın

Her gün 8 Mart olsun Esra Coşkuner yazdı

Eskişehir ilinden Esra Coşkuner, kadın haklarının yoğun bir şekilde gündem olduğu 8 Mart yaklaşırken hükümet politikalarının, genç kadınların haklarını ihlal ederek gördüğü şiddeti arttırdığını yazdı. Özgecan için de tüm genç kadınları mücadeleye çağırdı.

Yine bir 8 Mart arifesindeyiz. Herkesin kadın haklarından bahsettiği bir gün 8 Mart. Hatta bu mücadele canları pahasına sürüyor. Kadın cinayetleri öyle bir noktaya geldi ki Özgecan kardeşimiz okuldan evine gitmek isterken vahşice öldürüldü. 8 Mart tüm dünyada emekçi kadınların adının anıldığı bir gün. Peki, kadının adını bir gün anmak yeter mi? Doğduğu andan itibaren her şey için emek veren kadını bir günle anlatabilir misiniz? 364 gün kadın düşmanı politikalar izlerken sadece 8 Mart’ta kadınları hatırlamak ikiyüzlülükten b a ş k a bir şey değildir. Maalesef ülke olarak bu iki-

yüzlülükle yaşıyoruz. Ülkemizde her gün istisnasız bir kadın cinayeti oluyorken sadece 8 Mart’ta kadına yönelik şiddeti kınamak, kadınların sorunlarının farkındaymış gibi davranmak bunun bir göstergesi. Önemli olan kadının 8 Mart’taki konumu değil, 8 Mart dışındaki günlerde konumudur. Gelin ülkemizde kadının 8 Mart dışındaki konumuna bakalım; Kaç çocuk yapacağına, bu çocukları nasıl doğuracağına Cumhurbaşkanı karar verir, Nasıl giyineceğine, neyi giyip neyi giyemeyeceğine koc a n

karar verir, Kahkaha atarsan ya da açık giyinirsen tecavüzü hak ettiğine inanılır, Boşanmak ya da çalışmak istersen kocan seni öldürebilir, Kocan sana şiddet uyguladığı için karakola şikayete gidersen polislerden ‘kocandır, sever de döver de’ cevabı alabilirsin. Tüm bunlar ortadayken sadece 8 Mart günü kadın haklarından bahsetmek, kadını yere göğe sığdıramamak abes olmaz mı? Çıkıp da demezler mi madem o kadar değer veriyorsun neden bu ülkede Özgecan ölüyor? Neden her gün kadın cinayeti olu-

yor? Kadına bu kadar değer veriyorsan Özgecan’ların ölmesini engellemen gerekir. Ölen kadınların çantalarından çıkan koruma kararlarını uygulaman gerekir. Genç Kadınlar Mücadele Ediyor Kadınlara yönelik baskı ve şiddet sadece evliliklerde ortaya çıkmıyor. Hangi yaşta, toplumun hangi kesiminde olursak olalım sadece kadın olduğumuz için bile şiddete ve baskıya maruz kalıyoruz. Bu yüzdendir ki Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı değil, Kadın Bakanlığı’nın kurulmasını istiyoruz. Genç kadınlar olarak sürekli evliliğe teşvik ediliyoruz. Eğer e r k e n yaşta evlenirseniz, kredi borçlarınızı silerim üstüne b i r de para veririm deniyor. Bizim hayatlarımız üzerinden kendi gerici politikalarını yürütüyorlar. Kadın cinayetlerinin yaşı gittikçe düşüyor. AKP kadın cinayetlerine çözüm bulmak yerine hala üniversiteli kadınları evliliğe teşvik ediyor. AKP bize çeyiz parası vermek yerine kadın katillerine ağır ceza verseydi birçok kadın kardeşimiz yaşıyor olacaktı. Özgecan şu an aramızda olacaktı. Üniversiteli kadınlar olarak yaşam hakkımızı almakta kararlıyız. Başka Özgecan’lar Olmasın Diye Birlikte Yürüyoruz Yaşam hakkımızı alana kadar üniversitelerde, meydanlarda direnmekten de vazgeçmeyeceğiz. Artık bizim mücadelemizin adı Özgecan. Özgecan’ın o güzel yüzü de artık bizim direniş bayrağımız. Bu direniş bayrağının altında omuz omuza mücadele etmek isteyen tüm kadınları bizimle birlikte yürümeye çağırıyoruz. Özgecan’ın ve diğer tüm kadın katillerinin ağır ceza almasını isteyen kadınlar kardeşlerimizi mücadeleye çağırıyoruz. Gelin 8 Mart’ta meydanlarda AKP’den bütün kadın kardeşlerimizin hesabını hep birlikte soralım ve kadın katilleri koşulsuz ağırlaştırılmış müebbet alana kadar meydanlarda olacağımızı haykıralım.


OZEL SAYI

35

27 Şubat 2015

lKadın

Kadınların kurtuluşu mücadeleden geçer Nilüfer Alakar yazdı

İstanbul Üniversitesi’nden Nilüfer Alakar yazısında Özgecan eylemleri süreci üniversiteli bir kadının penceresinden ele alıyor. YÖK’ün ve AKP’nin kadın cinayetlerini durdurmak için etkili adımlar atmadığını ve kadınlara bakış açılarını anlatıyor.

Hükümetin yaptırımlarına kadın cinayetleri olmuyormuş casına ve kadınları toplumdan, çalışma alanından, eğitimden uzaklaştırmaya devam ederken kadınlar öldürülmeye devam edilmekte. Giderek vahşileşen cinayetlerle kaybetmekteyiz kadın kardeşlerimizi. Daha öncede birçok kadın cinayeti haberlerini duymaktaydık. Özgecan’ın cinayeti devam eden sürece karşı bıçağın boğaza dayanma noktasına getirdi. Özgecan, toplumu tek bir yumruk altında toplamaya başlayarak kadın mücadelesinde sıçrama noktası oluşturdu. Üniversitelerde toplantılar ve paneller düzenleyerek, eylemler yaparak; bugüne kadar “muhafazakar” olarak adlandırılan illerde sokaklara çıkıp meydanları doldurarak tepkimizi dile getiriyoruz. Sadece Özgecanımız için değil öldürülen tüm kadınlar için kadın cinayetlerine dur demek için meydanlardayız. Artık bu süreç, kadınların gezisi! Özgecan’ın okulu olan Çağ Üniversitesi ilk andan itibaren toplanma merkezi haline geldi. Gezideki ağaçlar nasıl bir sembolse Özgecan da bu direnişin sembolü; Gezi Parkı nasıl toplanma noktasının sembolüyse Çağ Üniversitesi’de bu direnişin toplanma noktasının sembolüdür. Mersin’de her gün yürüyüşler düzenlenerek Çağ Üniversitesi doldurukmakta ve Özgecanımız anılmakta. Bu sıcak ortam sadece Mersin’de değil İstanbul’da, Alanya’da, Ankara’da, Amasya’da, Ankara’da, İzmir’de, Eskişehir’de, Balıkesir’de, Batman’da, Kars’ta, Muş’ta yurdun dört bir tarafında toplum ayakta. Eylemler, tepkiler her yere yayılmakta. Tıpkı Gezi’deki gibi. Oluşan ve oluşmakta olan tüm tepkileri tek bir noktaya yönlendirilebilinirse kadın cinayetlerini durdurabiliriz. Üniversitelerde düzenlenecek eylemler, gerçekleştirecek paneller bu sürecin önünü açacaktır. Üniversitelerde toplanmaya, tepkimizi göstermeye devam etmeliyiz.

Özgecan’a yapılanlar için, kadın cinayetleri için, YÖK’ün gerçekten bir yaptırım yapıyormuşcasına olan tavrı için. YÖK kısa bir zaman önce 2.ögretimin saatlerini düzenlemeye gideceğini

-Çalışmayacak evinde oturması gerekendir -Okumayıp evinde oturması gerekendir ve hayatı ile ilgili yapacağı en büyük şey evlenmek olması gerekendir

kadın kardeşlerimizi ölüme gönderiyorlar. Şikayetçi olmayı başarsan bile koruma altında öldürülebiliniyorsun, tıpkı Özge Gündoğan gibi. Unutmayın ki Gülşah Aktürk’ün katili, Gülşah’ı öldürmeden önce alacağı cezayı araştırarak öldürmeye “karar verdi”. Mevcut olan yasaların düzenlenmesi gerektiğini bu cinayet gözler önüne sermektedir. Hükümet yaptırınlarını düzenleyerek ve değiştirerek uygulamaya geçtikten sonra kadın cinayetleri durdurulabilir. Bunun gerçekleşmesi için son ana kadar meydanlarda olmaya devam etmeliyiz. Kadın cinayetlerini durdurmak için yapılan geçmişten şu ana kadar olan eylemler giderek güçlenmekte, giderek çoğalmaktayız ve dahada çoğalacağız. Tüm kadınlarla omuz omuza yürüyerek, bir olarak, kadınların devrimini gerçekleştireceğiz.

Kadın

Yarın Kadın Yarın Gazetesi’nin Aylık eki olarak çıkmaktadır 27 şubat cuma 2015

sayı: 3

Yönetim rumeli c. matbaacı osmanbey s. adresi no 67/4 şişli / istanbul

açıklamıştı. Bu kadın cinayetlerini durdurmak için atılacak bir adım değildir, hiçbir sonuç alınmayacaktır. Sabah, akşam, gece yataklarında uyurken, işe giderken, iş yerlerinde, eve dönerken, her an her yerde kadın kardeşlerimiz öldürülüyor. Hükümet ilk baş mevcut yasaları uygulamalıdır. Akp’nin kadınlara karşı yapmış olduğu siyaset ile iktidarlığa ilk geldiği zamandan bugüne kadar kadına yönelik şiddet, taciz ve kadın cinayetleri hızla artmıştır. Kadın cinayetlerinin %1400 artmasının sebebi; Akp’nin kadına yönelkk yaptığı siyaset, toplumu daha fazla “ataerkil” hale getirme çalışmalarıdır. Akp’ye mensup olan tüm yetkili olan erkekleein kadınlara karşı yapmış oldukları söylemleri ile yaptıklarını meşrulaştırdılar, mensup olan kadınlarında bu söylemlere karşı sustuğunu ve kadınlarında bu söylemlere karşı sustuğunu ve kadını eve kapatma politikasını desteklediğini görmekteyiz. Akp’ye göre kadın nedir?

dir.

-En az 3 çocuk doğurması gereken-

-İstemediği çocuğu doğurması gerekendir. - Nasıl doğuracağını kadın değil Akp tercih etmişir. - Erkeklerle eşit değildir. - Modern görünümde olmayacaktır. - Tecavüze uğrarsa doğurması gerekendir. - Askeri ücretli bir çift ise Akp’nin istediği kadar çocuk doğurursa ailesini vergiden muaf tutulmasını sağlayandır. - Kadın “sadece” ailenin bir “üyesidir”. Akp’nin yapmıs olduğu siyaset ile şu an her gün ortalama 5 kadın cinayeti işlenmekte, 10 kadından 4’ü şidfet görmektedir. Şiddet gören, taciz edilen, eziyet edilen kadın şu an şikayetçi olamıyor çünkü buna izin vermiyorlar. Aksine şikayetçi olmaması için ikna ediliyor, tek yolun bu durumu kabullenmek olduğu gösteriliyor. Yani şikayetçi olmak isteyen

basıldığı Arslan Güneydoğu yer Gaz. Mat. ve Kağıtçılık A.Ş. Akçaburgaz

Mah. Hadımköy Yolu San1 Bulvarı 169. Sokak No: 6 Kıraç / Esenyurt / İstanbul 02128861795

imtiyaz sahibi fadik temizyürek Tel: 0536 698 9397 sorumlu yazı işleri müdürü ışıl kurt Genel koordinatör elif karan dağıtım Osman Erdem

6 aylık abonelik: 40 tl SANEM DENİZ KURAL adına ziraat bankası hesap no: 0615 57722685 5001 ıban: TR28 0001 0006 1557 7226 8550 01 ptt hesap no: 08848286 0000 0088 7351 11 işbankası hesap no: 6200 2465988 ıban: TR34 0006 4000 0016 2002 4659 88

1 yıllık abonelik: 80 tl garanti bankası hesap no: 31/6896034 ıban: TR90 0006 2000 0310 0006 8960 34 akbank hesap no: 0177542 ıban: TR57 0004 6001 6488 8000 1775 42 yapı kredi hesap no: 229/88735111 ıban:TR38 0006 7010 0000 0088 7351 11


OZEL SAYI

36

27 Şubat 2015

lKadın

Münevver Karabulut’tan Özgecan Aslan’a mücadelenin ilerleyişi Perihan Arslantaş yazdı

Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi öğrencisi Perihan Arslantaş kadın mücadelesinin yıllar içinde nasıl geliştiğini anlatıyor. Toplumun Münevver Karabulut ve Özgecan’ın cinayetine verdiği farklı tepkilerin mücadelenin sonucu olduğu söylüyor.

Kadın cinayetlerinin erkek şiddetinin en son aşaması olduğunu biliyoruz. Kendi hayatlarına dair karar vermek istedikleri, yaşadıkları koşulları kabul etmeyip değiştirmek istedikleri için öldürüldüklerini söylüyoruz. Kısacası kadınların tanıdığı veya tanımadığı erkekler tarafından kadın oldukları için yaşama hakları ellerinden alınıyor. Özgecan Aslan da daha önce öldürülen kadınlar gibi bir erkek tarafından öldürüldü, Münevver Karabulut gibi, Ayşe Paşalı gibi. Bu örnekleri maalesef çoğaltabiliyoruz. Bundan 6 sene önce erkek arkadaşı tarafından öldürülen Münevver Karabulut’u öldürülmesinden ötürü “suçlu” bulan insanlar vardı. Hatta hakettiğini bile söyleyebilenler. Birçok bahaneyle zaten kadınların kendi ölümlerini kendilerinin hazırladığı görüşü hakimdi. Özgecan’ın öldürülmesi ile ülkenin dört bir tarafında kadınla-

rın ayağa kalktığını söylersek abartmış olmayız. Münevver ve Özgecan arasında nasıl bir fark vardı da o zaman Münevver’i suçlayanlar bugün topyekün isyan etti? Bir fark olmadığını biz biliyoruz, ikisi de kadın oldukları için öldürüldü. O zamandan bu zamana değişen ise elbette kadınların vermiş olduğu mücadele. Örgütlendiğimiz için, haklarımızın farkına vararak tüm insanlar gibi birer özne olarak hayatımızı idame edebileceğimizi bilerek mücadele ettiğimiz için bugün bu kadar isyan ettik. Bu isyan da ileriye çok sıkı bir mücadele ile taşınacaktır mutlaka. Örgütlenmek ve hep birlikte mücadele etmek bize birçok şey anlattı, birçok şey kazandırdı. Bu noktada Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu nerede bir kadın cinayeti olsa anında öldürülen kadın kardeşimizin ailesine ulaşıp her zaman yanında oldu. Bu şe-

kilde somut adımlar atarak kadın cinayetlerinin toplumun her katmanında duyarlı olunası ve mücadele edilesi bir mesele olmasını sağladı. Platform Münevver Karabulut cinayetinden sonra kuruldu ve o gün bu gündür dolu dolu mücadele ederek kadın hareketinin bu günlere gelmesini sağladı. Dediğimiz gibi bütün kazanımlar mücadele ile elde edildi. Bugün Özgecan için insanların ayağa kalkması tesadüf değil. Elle tutulur somut adımlar Platform ile birlikte, mücadele eden kadınların adeta çığ gibi büyümesinin adresi oldu. Türkiye’nin dört bir tarafından Platform’a katılmak isteyen kadınlar oldu ve mücadele önemli bir boyut kazandı. Kadın cinayetlerine artık yeter demek için biriken öfkeleriyle yüzlerce diyebileceğimiz birçok kadın ulaştı. Bu öfke doğru bir şekilde yönlendirildi ve her yerden isyan sesleri yükseldi. Mah-

keme kayıtlarından, sosyal medyadan, basından görüp platforma katılan kadınlar, Platform’un her yerde ve doğru yolda olduğunu gösteriyor. Artık öyle bir noktaya geldi ki herhangi bir erkek şiddetiyle karşılaşan kadınlar polisi aramadan önce Platform’u arar oldu. Kadın mücadelesinde ne kadar etkili ve samimi olduğumuzu böylelikle anlayan bizler, elbette bununla yetinmeyi düşünmeyip mücadeleyi genişletip daha da ileri götüreceğiz. Bunu hep beraber yapacağız. Uzak yakın demeden, siyasi görüşü ne olursa olsun öldürülen bütün kadın kardeşlerimizin ailelerinin yanında olacağız. Katillerin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alması için ne gerekiyorsa yapmaya devam edeceğiz. Kadın cinayetlerine hiç bir indirime gidilmeden en ağır cezai yaptırımların uygulanması için hükümete baskı yapmaya devam edeceğiz. Mücadelemiz gün be gün daha da genişleyip daha da güçlenecek. Bütün kadın kardeşlerimizle yolumuza hep daha dinamik daha sıkı bir şekilde devam edeceğiz. Erkek eli ile öldürülmeyen, şiddet görmeyen tek bir kadın bile kalmayana kadar mücadelemiz devam edecek

Münevver Karabulut

Ayşe Paşalı

Pipa Bacca

Esin Güneş

Özge Gündoğan

Nuran Dutlu

Özgecan Aslan

Hüsne Aslan


OZEL SAYI

37

27 Şubat 2015

lKadın

Kadın olmak üzerine bir yazı Kübra Altın yazdı

Eskişehir ilinden Kübra Altın, toplumsal hayatta kadınların karşı karşıya olduğu sorunları örneklendirerek yazdı. Kadınların kendi kararları için toplumda verdiği mücadelenin kamu ve devletteki yansımasını ve birlikte güçlü mücadelenin gereğini anlattı.

Sanıldığı üzere ‘’kadın olmak’’ ne demek bunu anlatmayacağım bu yazıda. Zaten kadın olanın genelde acı bazen de tatlı bir şekilde öğrendiği bir şey kadın olmak, erkek olanın ise, bizimki gibi bir ataerkil toplumda, bunun gibi binlerce yazı okusa bile anlamanın yanından geçemeyeceği, belki kısmen yaklaşabileceği bir olgu kadın olmak... Biraz gerçeklerden bahsedelim, çok geriye gitmeden 2009’dan mesela. Münevver Karabulut ismini duymayan var mıdır bilmem. Duyanlar belki sokağa çıkıp sesini duyurmaya çalıştı belki evinde oturup sustu, susturuldu, zorunda kaldı. Ben size söyleyeyim Münevver Karabulut’a ne olduğunu. Erkek arkadaşı tarafından vahşice öldürüldü. Katili sadece 24 yıl ceza aldı ve daha cezası bitmeden ceza evinde intihar etti. Münevver Karabulut ilk öldürülen kadın değildi ve elbette son da olmadı. Birçok kadın eski kocaları, boşanmak istediği ko-

caları, imam nikahlı kocaları, sevgilileri, hiç tanımadığı erkekler ve saymaya sayfalar yetmeyecek sıfattaki erkekler tarafından öldürüldü. En son Özgecan Aslan’ı duyduk hep birlikte, yüreğimiz yandı adeta nefes alamadık. O nasıl bir acıydı öyle herkes ağladı herkes isyan etti bir şeylere. Kadınlar sokağa döküldü ‘’Özgecan’ın hesabını soracağız’’ diye hep bir ağızdan bağırdılar, bağıranlara alkış tuttu kadınlar, ağladı kadınlar. Kimi erkekler ise etek giydi, peruk taktı. ‘’Kadına şiddet erkeklikse ben erkek değilim’’ dediler. Peki, herkes böylesine üzülürken her olayı olduğu gibi bu olayı da meşrulaştırmaya çalışanlar yok muydu, elbette vardı. Benim ülkemde tüm bunlar olurken kadın cinayetleri yine durmadı. Özgecan Aslan da son değildi. Meryem Yılmaz,

Hanife Durmuş, Şule Tirimoğulları, Nazife Karlılar, Kübra K ve Hüsne Aslan Özgecan kardeşimizden sonra, yani son dokuz gün içerisinde öldürülen kadın kardeşlerimizdirler. 2015’in daha ikinci ayını bile bitirmemişken bu yıl içerisinde tam 41 tane kadın kardeşimiz öldürüldü. 2009 demiştim ya tarih yakın olsun diye, 2009’dan bu yana öldürülen kadın kardeşlerimizin toplam

sayısı 1101’i buldu. Tabi bunlar haberimiz olanlar, peki ya hiç isimlerini duymadıklarımız? Sayı artmaya devam edecek ta ki bizim sesimiz çıkmayana kadar, birileri bizi duyup bir şeyleri değiştirmeyene kadar. Gelelim asıl soruya, tüm bu kadınlar aslında ne için öldürüldü? Temel nedenin her zaman güç yarışı olduğunu düşünmüşümdür ben. Örneğin; Sosyal çevresinde dışlanan, ekonomik yetersizliği olan, kadının kendisinden daha yüksek bir sosyal statüde olduğunu düşünen erkek eve gelir ve devletin en küçük organı olan ailesinde sözünü dinletmeye, en güçlü olmaya çalışır. Önce psikolojik şiddet başlar. Birçok kadın farkında olmadan psikolojik şiddete uğrar ve kendisinin yetersiz, hiçbir işe yaramayan, hayat amacını yalnızca yemek yapmaktan ve ev temizlemekten başka bir şey olmayarak görmeye başlar. Bunun bir ileri çeşidi fiziksel şiddet ve maddi şiddettir. Zaten hepimizin bildiği gibi en üst kademedeki lafta güç gösterisi erkeğin kadını öldürmesiyle sonuçlanan o acı olaydır. Peki, bu insanlara kim kadına şiddet uygulamanın güç gösterisi olduğunu söyler? Bu akıl ya da cesaret nereden gelir? Tüm bunların sorumlusu olarak ataerkil toplumu görüyorum ben. Sırf uterusumuz var diye çocuk doğurmak zorunda olduğumuzu, sırf kadınız diye güçsüz olduğumuzu ve evlenmek zorunda olduğumuzu söyleyen erkek egemen toplum yok mu işte tüm bunların sorumlusu o. Tüm bunların zorunluluk değil tercih olduğunu kabul ettiğimizde toplum değişmeye başlayabilir. Kadını birey olarak toplumun bir parçası kabul ettiğimizde ‘’Benim de kızım, karım, annem var’’ mantığıyla düşünmeyi bıraktığımızda bir şeyler değişebilir. Bunları insanlara söylediğinizde ‘’İyi o zaman sen evlenme, yalnız öl’’ diyenler

bile olacaktır, ‘’Evet bu benim tercihim ister yarın evlenirim ister yalnız ölürüm çünkü ikisini de yapabilecek güçteyim’’ demeliyiz onlara. Bunu söylemeliyiz. İnsanlara istedikleri gibi şekil verecekleri bir hamur olmadığımızı bizim de fikirlerimiz, hayallerimiz ve ideallerimiz olduğunu anlatmalıyız. Eğer sesimiz çıkarsa varız, yoksa her fırsatta üstümüze çıkıp bizi ezmeye çalışan erkek şiddetinin içerisinde yok olur gideriz. Peki, bizler kadın cinayetlerini nasıl durdurabiliriz? Birçok alternatif çözüm sunulabilecek bir konu bu fakat iş icraata geldiğinde çözümlerin hiçbirinin doğru düzgün uygulanmadığı bir konu. En basit söylemle, insanın en temel hakkı olan yaşama hakkına kadınların da sahip olduğunu çünkü kadının da insan olduğunu göstermek durumundayız. Bunu devlet desteğiyle sağlamamız gerekmektedir. Gerek 6284 sayılı koruma kanununun etkin uygulanması, gerek mecliste daha çok kadın bulunması hatta kadın bakanlığının kurulmasıyla bu amacımıza yaklaşabiliriz. Birçok ilde yapılan toplantılarla, eylemlerle kadınların var olduğunu gösterip, çevremizdeki kadınlardan başlayarak onlarla ‘’Susmayalım, bizi görmezden gelemeyeceklerini gösterelim.’’ bilincine ulaşmayı hedeflemeliyiz. Biz kadınlara düşen görevler bunlar ama görevin çoğu elbette başkalarının üzerinde. Açıkçası bir şekilde şiddet gören kadına ‘’Hadi biz seni eğitelim’’ demekle bir şeylerin tamamen düzeleceğini düşünmüyorum. Sorun erkeklerin bilincinin değişmesinde. Bunu da ancak devlet desteğiyle sağlayabiliriz. Devlet, kadının kendi ekonomik özgürlüğüne kavuşmasını teşvik ederek, koruma talebinde bulunan kadını gerçek manada koruyarak, kadın katillerine hiçbir indirim uygulamayarak ve sayılabilecek birçok yöntemle sağlayabilir bunu. Ayrıca kadına uygulanan her türlü şiddetin temel nedenlerinden biri de eğitimsizliktir. Bu tarz bir eğitim kitaplardan okutularak değil de aile içerisinde ebeveynlerin çocuklarına olan davranışlarıyla mümkün kılınabilir. Her şeye rağmen bir şeylerin değişebileceğine inanarak, umudumuzu kaybetmeden daha çok gülümseyerek ve asla yalnız yürümeyeceğimizi bilerek devam etmeliyiz bu yola.


OZEL SAYI

38

27 Şubat 2015

lKadın

Tüm kadınları kucaklıyoruz Zehra Çolakoğlu yazdı

Yalova ilinden yazan Zehra Çolakoğlu Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun 5 temel talebini ele alıyor. Bu talepleri gerçekleşmesi için tüm kadınları mücadeleye çağırırken, yaşam hakkı mücadelesinin tüm kadınları kapsadığını anlatıyor.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu olarak kadınların hayat haklarını korumak için gösterdiğimiz çaba olumlu sonuçlar doğursa da ülkemizde kadın erkek eşitliğinin olmadığı ve yetkili makamların bu sorun üzerinde yeterince durmadığı açıktır. Platform olarak kadın cinayetlerini durdurmak adına, bu sorunu kökünden çözmek için öngördüğümüz ve mecliste de defalarca söz etiğimiz yaptırımlar beş ana maddeyle özetlenebilir; 1. Madde: Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar ve Ana Muhalefet Parti Başkanlarının , kadına yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerini açık ve net bir dille kınaması. Sürekli bir şeyleri kınayan devlet büyükleri bu kısa zamanda etkisini gösterecek basit önerimizi adeta

görmezden geliyor. Bu talebimizi yüzlerine vurmaya devam edeceğiz. 2.Madde: 6284 sayılı koruma kanunu sayesinde, şiddete maruz kalan kadınlar koruma talep edebiliyor. Bu kanun yeterli olmamakla beraber kanunun uygulanmasında devlet organları üzerine düşenleri yapmamakta. Bu yasa gereği mağdur olan kadınlara hala gereken koruma sağlanmamaktadır. Kadınların bu kanun gereği korunmaları sağlanmalıdır, hem de acilen ! 3. Madde; Yeterli ölçüde caydırıcı cezaların getirilmesi. Kadınları vahşice katleden katiller indirimler alıyor, hem de çeşitli akıl almaz gerekçelerle. Bu ülkede maalesef hala bir kadının cinayete kurban gitmesiyle, erkeğinki aynı değil ! Bu kanun maddesinin derhal kalkma-

sını istiyoruz ! 4. Madde: Bir “Kadın Bakanlığı” istiyoruz ! Adaletli, eşitlikçi bir temsil makamı olacak, çalışmalarını en az bizim platform hareketimiz kadar etkili ve ilgili yürütecek, birebir toplumsal hayattaki kadının sorunlarına ve çıkmazlarına çözüm getirme azmine sahip bir Kadın Bakanlığı ! 5.Madde; Cinsel yönelim ve cinsel eşitliğe dayanan bir anayasa talep ediyoruz. Kadınlar hakkında ileri geri konuşan devlet başkanlarının, kadınları kısıtlamaya ve hor görmeye çalışan “din alimleri”nin sesini kesecek bir anayasa yapılmasının gereği ortadadır. Ülkemizde televizyon programlarında sırıta sırıta 9 yaşında evlenebilir ahkamları kesilebilen insanlara dur demenin vakti

geldi diyoruz! Nice Özgecanlar adına , bizim ayağa kalkma ve bu adaletsizliklere dur deme vaktimiz gelmedi mi ? Neyi bekliyoruz, sıramızı mı ? Beş adet, uygulanması saray yapmaktan çok daha basit olan bu çözümleri hep beraber dile getirmeliyiz. Öznesi erkek olan devlet, kadına haklarını vermiyor. Bunu ebediyen değiştirebiliriz. Kadınlar olarak ele ele verirsek gücümüzle hayat hakkımızın gasp edilmesine dur diyebiliriz. Sorunlarımızın farkındayız, çözüm önerilerimiz elimizde. Sokaklar, meydanlar, arkadaş toplantıları kısacası insanlarla iç içe olduğumuz her yer haklarımız adına savaşma alanımızdır. Bağırmaya ve ses çıkarmaya devam edeceğiz. Kadın sorunlarını hep birlikte çözeceğiz. Ayrım yapmadan tüm kadınları kucaklayan bir yönelimle, bu sorunların üstesinden gelebileceğimize inanıyoruz ve hepimizin içinde yaşadığı bu toplumda, kadını sorunlarına sahip çıkmaya çağırıyoruz.



Yayınları

Nancy Holmstorm editörlügündeki Sosyalist Feminist Proje kitabı teori ve politikanın günümüz okumasını zengin bir derlemeyle okuyuculara sunuyor. Hırka-i Şerif Mah. Balipaşa Cad. No 155/A Fatih/ İstanbul Telefon: 0212 512 4356 kalkedonyayinlarimail.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.