genc 3 Aralık 2014 Çarşamba Sayı: 02 l
‘
AKP zenginleşiyor, sınıf çelişkisi derinleşiyor
AKP ayakkabı kutularına milyarlar saklarken ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bin odalı AK-Saray’ı yaparken Soma’da, Ermenek’te işçiler bir tencere yemek parası için öldü. Bu tablo sınıf çelişkisi çatalağını derinleştirdi. ANALİZ 8-9
Diktatore karsı yeni bir "haziran"ı hep birlikte yaratıyoruz 03 Güncel
Yaşar Aslan yazdı: Gençlik fikrini örgütlemeli
04
Geniş Açı
Diktatör Erdoğan’ın halktan daha iyi bildiği şeyler
06
Kara Tahta
Yeni YÖK Başkanı “Alo Yekta”yı nasıl bilirsiniz?
07 Güncel
Yeni YÖK yasası neler götürüyor?
10
Yamalı cübbe
AKP mahkeme kararlarını çiğniyor, bu devran böyle gitmez
13 Tarih
Bütün iktidar sovyetlere
15
Kültür-Sanat
Yeri doldurulamayanlar ve ardından gelenler
Erdoğan’a artık diktatörlük koltuğu bile dar geliyor ancak Kaç-Ak Saray’ın keyfini süren diktatöre bu saatten sonra bu ülke dar gelecek.
Erdoğan bir virüs gibi
Haziranı birlikte yaratıyoruz
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan her gün başka bir skandal açıklamayla karşımıza çıkıyor. Diktatör Erdoğan tüm alanlarımıza bir virüs gibi sirayet etmeye çalışıyor.
İnsanoğlunun gelmiş olduğu çağdaşlık seviyesini “fıtrat”larıyla alt-üst eden diktatör Erdoğan’ı durdurmanın yolu birleşik gücümüzle yeni bir haziranı yaratmaktan geçiyor. güncel 03
mercek
02
3 Aralık 2014
lgenc‘
Anlatılan bizim hikâyemizdi, yazdığımız tarih de bizim olacak Çalınan kutu kutu paralar, rant için kesilen ağaçlar, Kaç-Ak saraylar, tehditler... Erdoğan diktatörlüğü uğruna her şeyi yaptı. Ancak unuttuğu ya da unutmak istediği bir gerçeklik de var; Gezi Direnişi. anadolu üniversitesi burcu karefil
Erdoğan “Yenilen pehlivan güreşe doymaz” misali hala Gezi Parkı’na gözünü dikmiş, topçu kışlası için fırsat kolluyor. Biz soruyoruz bak emin misin? Gezi Direnişi’nde gaz atılınca “biber gazı oley” diyen “GTA’da polis döven” nesle sataşan Erdoğan kuyruk acısını dindirememiş olacak ki Gezi Parkı’ndan vazgeçemiyor. Halk tarafından bu kadar büyük bir tokat yemişken “ben yenilmezim” tavrıyla Topçu Kışlası’nı ağzına almaya tekrar cüret ediyor. Biz o zaman da dedik şimdi de diyoruz; Taksim hırsızlara, yolsuzlara, katillere, diktatöre değil, halka layıktır! 1905’İ gördüysek 1917’yi de beraber kuracağız Gezi Direnişi tarihimizin gördüğü en büyük direnişlerden biri oldu. Boğaziçi Köprüsü’nü beraber dol-
durduk, bir ağacı milyonlar beraber kucakladık, tomaya beraber kafa tutup duvara beraber yazı yazdık. Milyonlarca insan bir arada, tüm farklılıklarımıza rağmen, bir ortak yanımızı bulduk ve sıkıca tutunduk ona. Tek ortak düşman AKP’ye karşı, tek komutan Gezi’nin altında, tek nihai hedef özgürlük için çıktık yola. Evet, Haziran’da ölmek zordu ve direnişteki omuzdaşlarımız özgürlükleri için, kendi yaşamları için vazgeçtiler yine kendi yaşamlarından. Gezi bize bir hikâye anlattı. Anlattığı hikâye birlikten kuvvet doğarın, bu daha başlangıç mücadeleye devamın hikâyesiydi. Anlatılan bizim hikâyemizdi, şimdi yazdığımız tarih de bizim tarihimiz olacak. Ve biz 1905’i, Gezi Direnişi’ni yaşadıysak 1917’yi de beraber kuracağız.
GUNCEL
03
3 Aralık 2014
lgenc‘
Yaşar Aslan
PANORAMA
Gençlik fikrini örgütlemeli
Her dönemin içinde bulunduğu politik duruma göre nesnel koşulları değişiklik gösterir. Gezi’de meydanlara dökülen milyonlar nerede, neden şimdi sokağa çıkmıyor sorusunun cevabı da bu nesnellikten geçiyor. Gezi Direnişi Erdoğan’ın insanların yaşamına müdahalesinin arttığı ve sadece ağacına sahip çıkanların bile gazlarla, TOMA’larla saldırıldığı bir toplumsal patlamaydı. Şimdi olmuyor çünkü halk hareketinin sönümlendiği bir evredeyiz. Nasıl Rusya’da 1905 ayaklanmasından sonra uzun bir süre işçi hareketinde geri çekilme olduysa şimdi de bizler benzer bir durumu yaşıyoruz. Bu nesnellikle açıklayabileceğimiz diğer bir konu ise gençlik mücadelesinde önümüze geldi. “Üniversitenin tamamına seslenebilir miyiz?” Bu nesnellikle cevabını bulabileceğimiz bir soru. 68 kuşağı gibi tüm üniversite gençliği politikleşip ayaklanmıyor çünkü Soma’da 301 madenci öldüğünde buna gelen tepki tüm üniversitelilere oranla belli bir miktarda kalıyor. Bu da bize gösteriyor ki üniversitelerin içinde bulunduğu politik durumda mücadele edenler gençliğin belli kısmına sesleniyor. Üniversitede hitap ettiğimiz kısmın kendi arasında farklı eğilimler gösterdiği çok aşikar. Bizim belirlememiz gereken hangi eğilime sesleneceğimiz. Politik bir gençlik yaratacağız diyorsak fikre, tartışmaya, akıl geliştirmeye önem veren yönüne seslenmeliyiz. Geçmişte devrim tarihinde yaşananlardan üniversite kavramının ne olduğuna kadar birçok konuda tartışabilen, fikir yürütebilen, örgütleyen bir gençlik yaratabilirsek politik bir gençlikten bahsedebiliriz. Lenin’in biyografisini okuduğumuz Parti Okulu buna bir başlangıç oldu. Çünkü nesnel koşulların benzerlik gösterdiğini şuan yapılan tartışmaları tarihte ilk bizim yapmadığımızı görmüş ve içinde bulunduğumuz koşulları 1917 devrim tarihinden atıf yaparak değerlendirebilmiş olduk. Gençlik Okulu çalışmaları da bunun bir devamı. Böylece üniversite gençliğinin merak ettiği her konuyu tartışabileceğimiz fikir geliştirebileceği bir alan açılıyor. Tüm bunların sonucunda gençliğin lümpen eğilimleri örgütleyen değil, üniversitesine fikri taşıyan ve bulunduğu alanı fikri etrafında örgütleyen bir gençlik yaratma yolunda yürüyoruz.
Diktatöre karşı yeni bir “Haziran”ı hep birlikte yaratıyoruz
Erdoğan’a diktatörlük koltuğu bile dar geldi. Konuşmalarında, icraatlarında antidemokratik uygulamaları artıran; Küba’ya cami yapmaktan bahseden, kadın-erkek eşit değil diyen, Kaç-Ak Saray’ın keyfini süren diktatöre bu ülke de dar gelecek. İstanbul Teknik Üniversitesi emre başar kara
12 yıldır ülkeyi karıştıran Erdoğan ve AKP hükümeti artık siyasetini farklı bir aşamaya taşıdı. Erdoğan için “Diktatör mü değil mi?” soruları tartışma konusuyken; artık yürüttükleri siyaset ve işlettikleri suç örgütü farklı bir aşamada, ülkeyi geri dönülmez bir yola sürüklüyor. Diktatörden daha fazlası: Erdoğan Sadece “diktatör” sıfatının yetersiz kaldığı bu süreçte, Erdoğan’ın söyledikleri ve yaptıkları farklı şeyler ifade ediyor. Gezi’den önce insanların hayatına bile müdahale eden bir Erdoğan varken artık başka ülkelerin iç işlerine burnunu sokan, savaş çıkartan, cami yapmaktan bahseden, dünya tarihini baştan yaratmaya çalışan, kadın-erkek eşitliği konusunda “yok artık” dedirten, tüm yasaları, çiğneyen azılı bir halk düşmanımız var. 17 Aralık operasyonlarıyla büyük bir yolsuzluk şebekesinin
baş aktörü olduğunu öğrendiğimiz Erdoğan, Ak-Saray’ını da kaçak şekilde yaptırdı ve halkın boğazından girecek ekmeğe el koyarak, lüksüne lüks kattı. Bir yandan bir bakan çıkıp ‘’Dünyanın yuvarlak olduğunu Müslümanlar buldu’’ derken, bir yandan Tayyip çıkıp Colomp’tan önce Amerika’yı Müslümanlar keşfetti diyor. Bir yanda Denizli’de kızlı erkekli kalan öğrencilerin apartlarının basılacağı haberini alırken, bir yandan YÖK yasasıyla Yekta Saraç gibi bir yalakanın YÖK’ün koltuğuna oturduğunu ve AKP’nin üniversitelere bir “ALO” kadar yakın olduğunu öğreniyoruz. “Haziran”ı hep birlikte yaratıyoruz Karşımızda bir diktatör var ama arkamızda da koskocaman bir gerçeklik olan “Haziran” var. Diktatörden ilk defa hesap soran “Haziran”sa Amerika’yı tekrar keşfetmemize gerek yok. Diktatörü yenecek olan güç “Haziran”dır.
Bugün koltuğunun keyfini süren, dünya benim edasıyla emirler yağdıran, insanoğlunun gelmiş olduğu çağdaşlık seviyesini “fıtrat”larıyla alt-üst eden bu diktatöre “dur” demenin yolu “Haziran”dan geçer. Yarınları bugünden, geleceğimizi birliğimizle kuruyoruz Hala kazanmak için birleşecek zamanımız varken harekete geçme vaktidir. Gezi’den sonra Tayyip bile rahatça gibi davranmazken, her fırsatta Gezi’ye laf ederken, Gezi’den ve bizlerden intikamını almak isterken, bizim yapacağımız şey açıktır: ayağa kalkıp direnmek. Taksim tekrar dolacaksa “Haziran”ın gücüyle dolacak. Çünkü “Haziran” gücünü birlikten alıyor, tüm farklılıklarına rağmen birleşenlerden. Söz konusu emekçilerin, halkların, kadınların, gençlerin ve ötekilerin hayatıysa, birleşelim. Birleşim ki yaşadığımız ülke, adaletin, hakkın, eşitliğin hüküm sürdüğü bir diyar haline gelsin.
04
Genis acı 3 Aralık 2014
lgenc‘
halktan daha ıyı Diktatör Erdoğan’ın
bildiği şeyler
Bir cumhurbaşkanı düşünün ki, hem sosyolog, hem tarihçi, hem uzman ekonomist, hem evlilik uzmanı, hem kadınlara kaç çocuk doğurması gerektiğini söyleyen uzman bir jinekolog, hem usta bir yolsuz, hem usta bir yalancı, hem de usta bir katil. Gördüğünüz gibi örnekler çoğalıyor. Peki Erdoğan, bütün bunları nereden öğrendi?
Diktatör Erdoğan’ın halktan daha iyi bildiği şeyleri 4 örnekle inceledik. ‘Usta’lığını her alanda sergilemekAnadolu üniversitesi ten geri kalmayan nida ateş Erdoğan, sigaradan Kolomb’a, Kaç-Ak Saray’lardan kadın erkek eşitliğine kadar bir çok alanda saçmalamakta, gerici fikirlerini ortaya dökmekte bir numara. Usta tarihçi Erdoğan’ın Amerika’nın keşfine bakış açısı Usta, tarihçiliğini ilk olarak “Amerika’yı Kolomb değil, Müslümanlar keşfetti” diyerek konuştururken adeta tarih dünyasını baş aşağı edecek açıklamalarda bulundu. Erdoğan, koskoca bir dünya tarihini baştan yazacak kadar geniş bir hayalgücü olduğunu gösterdi hepimize. Kendi kendini kandırmayı başaran Erdoğan, söylediklerini eleştirenlere de sert bir dille “Zaten bizim bir şeyler yapabileceğimize hiç inanmadılar, gemiyi karadan yürüttüğümüze bile inanmıyorlar” diyerek ecdanını arkasına alıp yürüdü. Bütün bunlar yetmez gibi Küba’ya
camii yapma heveslisi Erdoğan “Kolomb, anılarında Küba’da bir dağda cami olduğundan bahseder” dedi. Erdoğan’ın söyledikleri üzerine Kolomb’a cevap hakkı doğmuştu ama 1506 yılında öldüğü için doğal olarak cevap veremedi. Erdoğan ise atıp tutmaya devam ediyor, geniş hayal gücü ve yaratıcılığı bizlerin önüne bir nevi ışık tutuyor. Sigara öldürür fakat Erdoğan gaz kapsülü farkıyla önde Sözüm ona her şeyi halktan daha iyi bilen Erdoğan gece 22.00’dan sonra alkol yasağı getirir de sigara içilmesine karışmasa olur muydu? Elbette olmazdı. Esenler’de bir kafede sigara içenlere “Sigara içiyor göstere göstere terbiyesizler. Cumhurbaşkanı’nı görüyor, hala içmeye devam ediyor” diyerek çıkıştı. Erdoğan’a orada onları söylettiren şeyin, halkın sağlığını çok düşündüğü olmadığı kesin. Herkesin onu görünce saygı duruşuna geçmesini, Erdoğan’ın “en birinci benim” havalarına itaat etmesini istiyor. Erdoğan, “Bir Cumhurbaşkanı geliyor ki o cihanın hakimi, o dünyanın gözbebeği, o bin yıldır beklenen lider” denmesini bekliyor ama vaziyet hiç de bu değil.
Gezi Direnişi’nde yerle yeksan olan bir içindeyse batsın “ihtiyaç” olan saray. Erdoğan’ın bu isteği uzay boşluğunda Bin kere yerle bir olsun; halka yoksallanacak cinsten. Gelelim sadede, sulluk yaşatarak yapılan saray, alınan ben sizin sağlığınızı düşündüğüm için eşyalar, sürülen sefalar. söylüyorum dostlarım, sigara kötüdür, öldürür fakat diktatörlüğe soyunmuş Bir diktatörün gözünden kadın-erkek bir Erdoğan, daha zararlıdır hepimiz eşitliği: Her şey hakkında bir fikri olan ve keniçin. dince mükemmel olan Erdoğan, 25 Saraylar saltanatlar çöker Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptırdığı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele bin odalı saray ülkenin gündemi oldu. Günü’ne bir kala yine süpersonik açıklaSaray için harcanan 1.8 katrilyonun malarda bulundu ve kadın erkek eşitliğikaynağı neresi herkesin kafasında so- nin fıtratımıza ters olduğunu söyledi. Bir ru işareti. Bir yanda milyarca parayla kadının bir erkekle, mesela Erdoğan’la yapılan AK-Saray ve bin odalı lüks eşit olduğunu savunan herkes aklını kayaşam varken madalyonun diğer yüzü çırmış olmalıydı. Kadınlar Erdoğan’ın yoksulluk.Alınmayan önlemler yüzün- da katıldığı bir toplantıda nasıl olur da den işçiler her gün ölürken işçi babaları soru sormaya cüret ederlerdi? Soru sorarçocuklarının cenazelerine yırtık ayak- sa işte böyle yaka paça dışarı atılırdı bir kabılarıyla gidiyor. İstanbul’un sokak- kadın AKP’nin Yeni Türkiyesi’nde. Peki larında bir çocuk soğuktan o kadar Erdoğan durdurabilecek mi bu kadınları üşüyor ki duran bir otobüsün egzoz ikinci plana atarak, yok sayarak? Cevabı dumanıyla ısınmaya çalışıyor yolun izninizle yine bir kadın olarak ben verortasında. Erdoğan ise çıkmış diyor ki mek istiyorum. Kadınlar, toplumun her “12 yıl kirada oturdum saray ihtiyaçtı”. kesiminden kadının yaşam mücadeleEğer bin odalı saraylarda Erdoğan sal- sinde sırtını dayayacağı kocaman bir dağ tanat sürerken, sıcak jakuzilerde banyo olduğu sürece elbetteki durdurulamayakeyfi yaparken, pahalı eşyalar arasında caklar. Uzun lafın kısası herkes haddini pahalı yemekler yerken halk yoksulluk bilsin, kadın erkek eşittir.
05
lgenc‘
GUNCEL 3 Aralık 2014
Erdoğan eserse Hüseyin Gürlesin (Gürleyemedi)
Erdoğan’ın yaptığı “Kadın erkek eşitliği fıtratımıza ters ” açıklaması yandaşlarını çok etkilemiş olacak ki Denizli Pamukkale Belediye Başkanı Hüseyin Gürlesin gözünü kızlı-erkekli apartlara dikti, yandaşlık yarışı yine zirvede. Yıldız Doygun, Bahçeşehir Üniversitesi: Erdoğan’ın “Küçük düşünenler bu tür eserler ortaya koyamaz” dediği gibi bu tür eserler ortaya koyup Erdoğan’ı anlayamam. Aksaray için “1000 odası olacak elbet” Yıldız Doygun derken çalıştıkları madende yaşam odası olmadığı için hayatını kaybeden işçileri ve ardından ağlayan evlatları, anaları, babaları düşünüyorum. Soma’da 301 iscinin katledilmesinden kısa bir süre sonra hala yaşam odası bulunmadığı, denetleme olmadığı için işçiler ölüyor. Bu ülkenin ikiyüzlü, hırsız, yöneticileri pervasızca, utanmadan 700 bin liralık saat takıyor, 1.8 katrilyonluk saray inşa ediyorlar. Bizlerse ölmenin yaşamaktan daha kolay olduğu bu ülkede her gün başkaları adına utanmak nedir, onu yaşıyoruz. Özgür Akdeniz, Eskişehir Anadolu Üniversitesi: Milletin verdiği vergilerden çalarak kendisine yaptırdığı bir saray. Daha başbakanken bile başbakanlık konutu diye duyurduğu, sonra cumhurbaşkanlığı konutuna çevÖzgür Akdeniz rilen bu bizden çalınarak yapılan saraya harcanan masrafla en azından onlarca yaşam odası alınabilirdi ve yüzlerce yaşam kurtarılabilirdi. Göz göre göre yapılan ihmaller bini aştı. Yaşam kurtarmak yerine kendine saray yapan bir hükümetimiz var. Hükümetimizin derdinin yaşam kurtarmak değil kutu doldurmak olduğunu geçtiğimiz aylarda zaten açıkça öğrenmiştik. Tüm bunların yanında ülkede binlerce evsiz vatandaş olmasına rağmen Erdoğan’ın kendisine böyle bir saray yaptırması da feci ironi oldu. Hilal Ercanoğlu, İstanbul Kültür Üniversitesi: Madencilerimizi sırf yaşam odaları olmadığı için kaybederken, görgüsüzlüğü tavan yapmış Erdoğan’ın AK-Saray’ı iki bin yaşam odasına belki daha da fazlasına tekabül Hilal Ercanoğlu ediyor. Burada insan canının AKP tarafından nasıl kıymetsizleştirildiği yine gözler önünde. Biz utanırken, o, gururla sarayının önünde pozlar veriyor. Milletin sarayı diye yutturmaya çalışırken, madencilerimizin adını bile anmayan hiçe sayan Erdoğan, “İşin fıtratında var, kader” diyerek kendini aklamaya çalışıyor. Yaşam odalarını, denetimsizliği hiçe sayarak sarayın da sefasını sürmeye devam ediyor. Hepimiz biliyoruz ki madencilerimizin kaderi ölüm değil; gün gelecek o saray da başına yıkılacak.
anadolu üniversitesi Merve Terekeme
Kınıklı Polis Merkezi’nde ’Huzur’ toplantısı yapıldı. Toplantıya katılan muhtarlar günlük ve saatlik olarak kiralanan apartlara giriş çıkışların kontrolsüz olduğunu söyleyerek şikâyet etti. Bunun üzerine Pamukkale Belediye Başkanı Hüseyin Gürlesin: “Apartlarla ilgili bir sakıncalı durum gördüğünüz an bize bildirin. Girmediğimiz apart kalmayacak. Kurallara uymayan apartın gözünün yaşına bakmayacağız. Muhtarlar bu konuda bize yardım etsin. Huzuru ve toplum güvenliğini tehlikeye atan apartlara karşı yaptırım
uygulayacağız.” diye konuştu. Diktatörlük rejiminin ve istibdatın kol gezdiği ülkemizde yaşanan olaylar ne gariptir ki bizi yine şaşırtmıyor. Her yere küçük Tayyip Diktatörlük hayalleriyle yanıp tutuşan Tayyip ve yandaşları Tayyipcikler yine bir dayatmayla karşımızda. Kişisel özgürlüklerin ve tercihlerin görmezden gelinmesi yetmezmiş gibi kendine bir de hafiye teşkilatı oluşturmaya çalışan Tayyip Erdoğan, gerekçe olarak toplum düzenin bozulmasını öne sürüyor. Peki, nedir bu bozukluk? İnsanların baskılara dayatılmalara maruz bırakılması mı yoksa kızlı-er-
kekli apartlarda kalınması mı? Erdoğan halkın her kesiminden insanla uğraştığı gibi kirli ellerini üniversite gençliği üzerinde gezdirmekten de geri durmuyor. Fakat bizler gençlik olarak bu dayatmaların karşısında durmaktan çekinmiyoruz. Ve bu çarkın bir gün bizden yana döneceğini de her yerde haykırıyoruz. Sonuç itibariyle memleketin her köşesinde, okul müdüründen muhtarlara mahalleliye kadar her kesimden insanı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen Erdoğan bakalım bundan sonra “ülkenin kalkınması ve daha yaşanılabilir olması” için karşımıza hangi muhteşem fikirleriyle çıkacak?
Erdoğan’ın sesi katillerde yankılanıyor anadolu üniversitesi esra coşkuner
Gezi Direnişi’nde öldürülen Ali İsmail Korkmaz davasının 5’inci duruşması 26 Kasım’da Kayseri’de görüldü. Katil polis Mevlüt Saldoğan Ali İsmail’i öldürmesine referans olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı gösterdi ve “Erdoğan ve bakanlar ‘Gezi darbe girişimidir’ dedi. Ben darbe girişimini bastırdım. Benim zor
kullandığım Ali İsmail değildi.” diyerek kendini aklamaya çalıştı. Katil polislerin ve fırıncıların yargılandığı saatlerde Esnaf ve Sanatkârlar Şurası’nda konuşan Erdoğan ‘’ “Esnaf gerektiğinde alperendir, polistir, hâkimdir” diyerek Ali İsmail’in katillerinin arkasında oldu. Tüm bu hukuksuzluklara rağmen unutulmasın ki Ethem’in katiline ceza aldıranlar Ali’nin katillerine de ceza aldıracak.
06
KARA TAHTA 3 Aralık 2014
lgenc‘
Sizler için yeni YÖK Başkanı’nı inceledik
“Alo Yekta”yı nasıl bilirsiniz?
Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından YÖK Başkanlığına atanan Yekta Saraç’ı üniversitelilerin daha yakından tanıması için detaylıca inceledik. Geniş bir araştırmalarımız sonucunda çiçeği burnunda YÖK Başkanı Yekta Saraç’ı lakabından tutun, en sevdiği öğrenci profiline kadar her açıdan ele aldığımız bu haberi hazırlamak için bir kaç tape ve Saraç’ın aile ilişkilerine bakmamız yeterli oldu.
Bilenen Lakabı: Bana mahallede “ALO YEKTA” derler
İstanbul üniversitesi yaşar aslan
Yeni YÖK Başkanı Yekta Saraç’a neden “ALO Yekta’’ denildiğini bulmak için yaklaşık bir sene önceye gitmemiz gerekti. Yekta Saraç 17 Aralık yolsuzluk operasyonun ardından çıkan tapelerde adı sıkça duyulan nam-ı diğer “ALO FATİH” in kardeşi. Bahsi geçen tapede Ciner Medya Grubu’nun patronu olan Fatih Saraç’ı Tayyip Erdoğan bizzat arayarak o sırada yayınlanan bir programdan rahatsız olduğu ve hemen yayından kaldırın diyor. Bu durum bize gösteriyor ki yeni YÖK Başkanı Yekta Saraç’ın Tayyip Erdoğan’a bir “ALO” kadar uzakta bir aileye sahip . İlerleyen zamanlarda “ALO Yekta” ile başlayan telefon görüşmeleri başımıza ne işler açacak varın siz düşünün.
En çok istediği şey: Keşke bütün dünya Tayyip olsa
Çiçeği burnunda YÖK Başkanı Yekta Saraç’ın ilk icraatını fazla beklemeden gerçekleştirdi. YÖK Başkanlığına atanır atanmaz sekiz üniversitenin rektörünü değiştiren Yekta Saraç’ın atadığı rektörleri inceleyerek çalışma arkadaşlarını nasıl insanlardan seçtiği hakkında bilgi edinmeye çalıştık. Atanan rektörlere baktığımızda bizzat AKP’ye yakınlığıyla bilinen isimler olduğu gözümüze çarptı. Yekta Saraç çalışma arkadaşlarının hepsinin birer “Küçük Tayyip” olmasını o kadar önemsiyor ki bu isimlerin atanması için rektörlük seçiminde az oy alarak arkada sırada kalan adaylar birinci sıraya çekilerek en çok oy alan adayların sıralaması geriye itildi. Yandaşım, yandaşsın, yandaş üçgenini kurmak için elinden geleni yapan Yekta Saraç’ın bu hali gösteriyor ki bütün dünya Tayyip olsa hayat Yekta için bayram olacak.
İstediği öğrenci profili: Başlıca özelliği: Gözlerimi kaparım derslerime bakarım Bizim Yekta Başkan kraldan çok kralcı Üniversitelileri en çok ilgilendiren özelliği ise Yeni YÖK Başkanı’nın nasıl bir öğrenci profili istediği. Yekta Saraç’ın YÖK Başkan vekili olduğu sırada baş savunucusu olduğu Yeni YÖK Yasa Tasarısı’nı biraz incelediğimizde bu profili iyice anlıyoruz. Üniversiteyi yedi yılda bitiremeyenin atıldığı dört senede bitiremeyenden katlamalı harç alınan bu tasarı da okulu dışında başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen bir gençlik istediğini görüyoruz. Aynı tasarıda kimin doçent olacağına YÖK’ün karar vermesi ve üniversitenin neyi araştıracağına YÖK’ün karışabilmesi doçent olmak için yandaş, üniversitede araştırma yapmak için de bağnaz olmak gerekiyor. Anlayacağınız Yekta Saraç’ın istediği öğrenci profili “Gözlerimi kaparım derslerime bakarım”
Araştırmalarımızın sonucunda Yekta Saraç YÖK Başkanı oluncaya kadar ki süreçte üniversitede Erdoğan’ın gözü kulağı gibi çalışmış kim yandaş, kim muhalif, ne yapsak AKP idelojisiyle üniversiteleri ele geçiririz diyerek üst düzey yandaşlığıyla göz doldurmuş. Bunun en somut örneği ortaya çıkan tapelerde Yekta Saraç’ın Erdoğan’la geçen konuşmasında İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet için verdiği raporda “Ben onunla görüştüm. Her istediğimizi yapacakmış” demesi oldu. Böylece Yekta Saraç üniversitede yaptığı yolsuzluklarla son dönemde oldukça gündem olan yandaş rektör Söylet’in görevine devam etmesini sağladı. Erdoğan’dan bile daha çok AKP’nin fikirlerinin üniversiteye yayılmasını istemek, ün salmış Yekta Saraç’ın başlıca özelliği ise kraldan çok kralcı olması.
GUNCEL
07
3 Aralık 2014
lgenc‘
Yeni YÖK yasası neler götürüyor ? Bu sene de tam 6 Kasım haftasında YÖK bizlere yeni sürprizlerle geldi. Bu sefer geçen sene olduğu gibi ufak tefek düzenlemelerle de yetinmeyip yeni bir yasa olarak karşımıza çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onayladığı yeni YÖK yasası bizlere neler getirecek, daha doğru ifadeyle bizlerden neler götürecek gelin hep birlikte inceleyelim. Uludağ üniversitesi FATMA ÇAKIR
geliyor. Biz 6 Kasım’larda ‘’Diktatörün YÖK’ünü kazıyacağız’’ dedikçe, Erdoğan, Haziran ayında mec- gençlik hareketini yükselttikçe onlar lise sunulan Yeni YÖK Yasasını da YÖK’e olağanüstü yetkiler vererek kasım ayında onayladı. Üniversitelere öğrencilere yönelik baskıyı bir adım zaten doğrudan müdahale eden AKP daha ileri taşıyor. bir de elinde tuttuğu en büyük kozlardan biri olan YÖK’le birlikte üniver- Okulu uzatırsan “teröristsin”dir, sitelerde cirit atmaya devam edecek. atılmayı hak etmişsindir YÖK’ün öğrencilere yönelik ham- “Üniversiteyi 7 yılda bitirdin bitirdin, leleri nedense hep kuruluş yıldönü- yok bitiremedin mi?” O zaman başka mü olan 6 Kasım haftasına denk işlere bulaştığın için tescilli “teröristsin” demektir. YÖK sağolsun “başka işlere bulaşanları” düşündüğü kadar üniversite okurken aynı zamanda çalışmak zorunda kalan öğrencileri de biraz düşünse o zaman öğrencilerin okulu uzatma sebeplerini daha iyi kavramış olacak. Ayrıca okulunu uzatıp lisans eğitimini zamanında bitiremeyenler bir de harç ödeyecek. Hangi konuyu araştıracaksan önce YÖK’e sor Üniversitelerin araştırma konularını da artık YÖK belirleyecek. Akademisyenlere yönelik baskıları artırıp
kimlerin doçent olacağına da karar tini belirleme yetkisi YÖK devralıyor. verecek. Yani bugüne kadar bilimsel Mütevelli heyetinin 2/3 sini belirleyeeğitimi sıfırlayan YÖK sermayedarlar cek olan YÖK, istemediği kişileri de nerede kar elde edecekse orayla ilgi- heyetten çıkarabilecek. lenecek. Yoksa sosyal bilimler karın Yeni YÖK yasası tasarına gençler doyurmadığı gibi bir de “düşünce, fel- “Diktatör’ün YÖK’ünü kazıyacağız” sefe, toplum...” diyerek hayatı fazla cevabını veriyor. sorguluyor, kafa ütülüyor, ne gerek var ki! Tıp fakülteleri ‘Sağlık YÖK’ü’ gibi hareket edecek Gelelim Tıp fakültelerine... Onlar da fiilen Sağlık Bakanlığı’na bağlanıyor. Kurulacak olan Türkiye Sağlık Bilimleri Enstitüsü ‘Sağlık YÖK’Ü’ gibi hareket edecek. Tıp Fakülteleri’nin akademik kadroları dağıtılabilecek, böylelikle o kadrolara da yine AKP yerleşecek. Söz, yetki, karar her şey YÖK’te Dahası da var: Vakıf Üniversiteleri’nin mütevelli heye-
Gençlik hareketinin YÖK’le imtihanı Sidar Kardoğan yazdı
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Hititoloji Bölümü Öğrencisi Sidar Can Kardoğan gençlik hareketinin her yıl örgütlediği 6 Kasım YÖK’ün kuruluş yıldönümünde çizdiği mücadele hattını ve yaşadığı tıkanıklıkları değerlendirdi. Gençlik hareketinde YÖK’e karşı mücadelenin siyasal önemine ve tarihsel sürecine değindi.
Öğrenci gençlik mücadelesinden özellikle 90’lı yıllarda YÖK karşıtı mücadele gençliğin en temel sorunu olarak ele alınmış, kitlesel boykotlar ve eylemler örgütlenmiş, ülkenin gündemine sokmuştur. O yıllarda YÖK karşıtı mücadele toplumun esas meselelerinden ayrı ele alınmamış zamanın konjonktürüyle ilişkisi kurulmuştur. Günümüze geldiğimizde durum pek de farklı olmamaktadır. YÖK’e karşı mücadeleyi AKP’ye karşı veri-
len mücadeleden bağımsız ele alınamaz. Çünkü son dönemde diktatör Erdoğan, devletin bütün aygıtlarını ele geçirmiş, Gezi Direnişi’nde bir kez daha açığa çıkan gençliğin toplumsal muhalefete öncülük etmesi Erdoğan’ı korkutmuştur. Üniversitelere saldırıları yoğunlaşmış, bunun bir kısmını doğrudan kendisi müdahele ederek bir kısmını ise YÖK aracılığıyla yapmaktadır. Yeni YÖK Yasa Tasarısı göstergesi olmuştur. Bu sebeplerden kaynaklı üniversitelile-
rin YÖK’e karşı mücadelesi AKP’ye karşı mücadeleden bağımsız değildir. Çünkü YÖK karşıtı mücadeleyi genel bir sistem sorunu olarak ele almak, karşımızda duran en büyük sorunu görmezden gelmek anlamına düşmektedir. Bu seneki 6 Kasım süreci gençlik mücadelesinin durumunu özetlemiştir. Yaz sürecindeyken yeni YÖK yasa tasarasının gündeme gelmesinin ardından ‘’Diktatörün YÖK’ünü Kazıyacağız’’ diyerek üniversiteler
daha açılmadan meydanlara çıkan gençlik, 6 Kasım sürecini salt bir takvimsel eylemlilik olarak öğrenci gençlik muhalefetinde yaygın olan bu eğilime karşı üniversiyeteyi siyasallaştırma da önemli bir araç olarak kullanmıştır. Bu 6 Kasım sürecinde yürütülmüş olan siyasal hat , üniversitlerde yaşanan saldırılardan sonra ‘’terörize’’ olan ortamı soğumasını beklemektense, 6 Kasım gibi gençliğin en kitlesel çıkışının yapıldığı bir dönemi yürüttü siyasal ajitasyonla politikleştirmiştir. Bu politikleşme gençlik hareketini siyasal ajitasyon yapmak ‘zorunda’ bırakmıştır. Gençlik hareketini sıçratacak olan hamle konjonktürü doğru yorumlamak ve ona uygun siyasal ajitasyonu belirlemekten geçmektedir.
08-09
analiz 3 Aralık 2014
AKP’nin “Yeni
İşçilere mezar D
Bir yanda 1000 odalı sarayda yaşayan diktatör, bir yanda da yaşam odası olmadığı için madenlerde ölen işçiler... İşçilerin kurtuluşu taşındığında amacına ulaşacaktır. İşçi sınıfı her zaman ezilmiş olarak görülürken işçiler bunun böyle olmadığını kanıtlıyor. Ölen işçinin baba ise onurları. Ve işçiler bu onurlarıyla mücadeleyi de yükseltmeye devam ediyor. Marks’ın da dediği gibi “İşçi kitleleri doğaları gereği politikti
Soma
ermenek
Soma
1 trilyona ‘’3-5’’ kuruş diyenlerin iktidarında asgari ücretle 3-5 onurlu çocuk yetiştirmeye çalışanların ülkesi burası. Bir yanda bakan Faruk Çelik kan donduran bir pişkinlikle hayat istanBul devam ediyor açıklaması üniversitesi yaparken, madende sular alBernA BAğlAM tında kalan oğlu için toprağı elleriyle kazıyordu bu ülkenin anneleri. Soma gibi devasa bir felaketin faili olan AKP hükümetinin bakanı, henüz kanı bile kurumamışken 301 işçinin kirlenen gömleğinin derdine düşmüştü. Açlığını birkaç hurma ile bastıran peygamberin ümmeti olduğunu iddia eden Tayip Erdoğan’ın bilinen mal varlığı dahi dudak uçuklatırken, karnını hurma ile doyurmasından bahsetmesi bize öfke biletiyor. Çünkü bizler, madenin başında yırtık lastik ayakkabısı ile oğlunun cesedini bekleyen babaları da gördük. Ermenek faciasında eşini kaybeden Şadiye Çoksöyler, “Eşim usta olduğu için 1000 TL maaş alıyordu. Usta olmayanlara 750 TL maaş veriliyor. Bunları görmeyen devlet yetkilileri kendilerine saray yaptırıyor. Kiminin ayağında ayakkabı yok, kimi kıt kanaat geçiniyor’’ sözleri ile ülkenin bulunduğu durumu özetlemiş aslında. Ve yine Ermenek faciasında eşinden haber bekleyen kadının “Madenden sağ çıksalar ne yapacağız, çıkmasalar ne yapacağız? Bizi yediler bitirdiler, maaşlarını düzgün vermediler, evimizde yiyecek ekmeğimiz yok’’ sözleri yaşanan sınıf çelişkisini apaçık gözler önüne sermiştir. Özetle bir yanda sıfırlayamayacağı kadar paraya sahip olan hükümet ve kapitalistler aç gözlülüklerine doyamazken madalyonun görünmeyen kısmında her zaman emeği sömürülüp bir köşeye atılan işçi sınıfı oluyor. “Önce iş sonra can’’ şiarını benimsemiş iktidarda taşeronlaşmayla birlikte artan işçi ölümleri, kölece çalışma koşullarının yanında kazanılmış olan sendika hakkı da elinden alınan emekçiler, hayatta kalmak için çalışıyor.
EmEk-SErmayE ÇatışmaSında zafE Emek-sermaye çatışmasının doğ lişkisi beraberinde işçi direnişle Tarihte her zaman sömürülenler hesap sormuştur. 1 Mayıs diren sıra Türkiye işçi sınıfının dönüm biri olan 1970’teki 15-16 Hazira na örnektir. İşçiler ellerinden al sendika, toplu sözleşme, grev hak leri büyük mücadele sonucunda Böylece bir kez daha işçi sınıfının konumunda olduğu ispatlanmışt gibi bugün de işçi sınıfı gençliğ desteğini yanına alarak hakların soracaktır. Soma faciasının ardı yürüyen madenciler, direnen Be le, Ülker işçileri gelecek olan za saltanatının sonuna gelindiğinin liğindedir.
ÜnivErSitElErdEn; fabrikalar inşaatlara uzanan dayanışma k Gençlik 60-70’lerde kitlesel eyl deleyi nasıl toplumsallaştırdıysa yapmalı, üniversitelerden; fabrika inşaatlara uzanan dayanışma köp leyi sokaktan üniversitelere taşım 301 işçinin hayatını kaybetmes felaketin ardından İTÜ öğrencil tesini işgal etmişti. Bu işgal AK kırıntısını dahi üniversitelerimi yacağımızın somut bir göstergesi Holding yönetim kurulu başkan okul ile ilişiğinin kesilmesini sağ doğru bildiğimiz yolda direttikç göstermiştir. Dershane parası b çalıştığı Torun Center’da hayatı yaşındaki Erdoğan Polat’ın ve ün Hıdır Ali Genç’in de öğrenim hak alanları unutmamalıyız. Bu ned lerimizde işçi ölümleri gündem lelerimizden biri olarak sürekli Ülkenin dört bir yanındaki ün yaptığımız ‘’İşçi Ölümlerine K
analiz 3 Aralık 2014
genc ‘
eni Türkiye”si
Diktatöre saray
kurtuluşu ise direnişten geçiyor. Bu direniş toplumun tüm mücadele alanlarını kapsayıp aynı zamanda gençlik mücadelesiyle üniversiteye nin babası “Param olsaydı ayakkabı alırdım” diyor. Hükümetin her zaman ezilmiş olarak gördüğü işçi sınıfının elinden alınamayacak tek şey politiktirler ve kim onları, politikayı bir yana bırakmaları gerektiğine inandırmaya çalışırsa, sonunda o, işçiler tarafından bir yana atılacaktır.”
Sında zafEr EmEkÇinin asının doğurduğu sınıf çei direnişlerini getirmiştir. mürülenler, sömürenlerden Mayıs direnişlerimizin yanı nın dönüm noktalarından 16 Haziran direnişleri buerinden alınmaya çalışılan e, grev hakları için verdiknucunda zafer kazanmıştı. çi sınıfının devrimin öncü patlanmıştı. Tarihte olduğu ıfı gençliğin ve halkın da k haklarını alacak, hesap sının ardından Ankara’ya irenen Beltaş, Dora, Nestek olan zaferlerin ve AKP elindiğinin kıvılcımı nite-
abrikalara, madEnlErE, yanışma köprÜSÜ itlesel eylemleriyle mücalaştırdıysa bugün de öyle en; fabrikalara, madenlere, nışma köprüsü ile mücadetelere taşımalıdır. Soma’da kaybetmesiyle sonuçlanan Ü öğrencileri maden fakülu işgal AKP hükümetinin sitelerimizde barındırmagöstergesi olmuştur. Soma ulu başkanı Alp Gürkan’ın mesini sağlamış, bizlere de a direttikçe kazandığımızı ne parası biriktirmek için ’da hayatını kaybeden 19 at’ın ve üniversite öğrencisi ğrenim haklarını ellerinden z. Bu nedenle üniversitegündem değil esas meseak sürekli hale gelmelidir. ndaki üniversitelerimizde mlerine Karşı Mücadele
Haftası’’ ile AKP hükümetinin işçi ölümlerini küçültmesine ve ‘’fıtrat’’ politikalarını aşılamaya çalışmasına alışmadığımızı göstermiş oluyoruz. Çünkü onların kutsalı ayakkabı kutularına sığmayan paralardır, kaçak Aksaray’lardır, uçaklardır fakat bizim inandığımız tek kutsallık “emeğin gücüdür” Bu sebeple ‘’işçi tulumuyla dolaşsın diye bu güzelim memlekette hürriyet’’ Gezi’de hep birlikte sarstığımız iktidarın karanlığından birlik içinde mücadele ederek kurtulacağız.
1.8 katrilyon kaç hayat kurtarırdı? Madenlerin dörtte birine yaşam odası: Soma katliamından sonra bile AKP yaşam odalarının zorunlu olmasını öngeren maddeyi reddederek torba yasaya sokmadı. Türkiye’de 13 bin maden ocağı var. 2 kişilik yaşam odaları 150 bin TL civarı; madenlerin dörtte birine yaşam odası kurulabilirdi. Tüm madenlere beş yıl boyunca denetim memuru: Hükümet yetkilileri sürekli denetim uzmanlarının azlığından yakınıyor. Sadece 200 denetim memuru var. Türkiye’de 14 bine yakın maden ocağı var; aylık 2 bin lira maaş vererek 14 bin tane denetim memuru 5 yıl boyunca çalıştırılabilir. Türkiye’deki tüm madencilere iki yıl boyunca maaş: Ermenek’te madenci eşi bir ekmeğe muhtaç olduklarını, ölüleriyle dirilerinin bir farkının olmadığını anlatıyordu. Türkiye’de ortalama 48 bin maden işçisi var. Bu işçilerin çoğu 1300 ile 1600 TL arasında maaş alıyorlar. Harcanan 1.8 milyar TL ile tam 2 yıl boyunca Türkiye’deki tüm madencilere maaş ödenebilir. Madenler modernize edilinceye kadar işçiler maaşa bağlanabilir.
10
Yamalı Cubbe 3 Aralık 2014
lgenc‘
Durdurulamayan hükümet, alt üst olan adalet
Gün geçtikçe yeşil alanlarımız rant için talan ediliyor. Buna karşılık verilen hukuki mücadele ise tanınmıyor, kabul edilmiyor. Yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen hükümetin projeleri devam ediyor. Mahkeme kararlarını tanımayıp devam eden projeler üzerine Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Büşra Gündoğdu AKP’nin hukuksuzluğunu değerlendirdi. İdarenin, yürüt- mahkeme kararlarını hiçe sayan diktamenin, hüküme- tör, yüzlerce işçinin öldürülen kadınlatin yapacağı iş- rın doğaya sahip çıkmayı görev bilmiş, lem uygulandığı her bir ağacı çocuğu gibi seven insantakdirde telafisi ların seslerine kulak tıkamış sarayında güç veya imkan- zevk-i sefa sürüyor. sız zararlar ortaya Validebağ Korusu için de yapılması Anadolu üniversitesi çıkacaksa ve idari planlanan dini tesis inşası için yürütbüşra gündoğdu işlem açıkça hu- meyi durdurma ve iptal kararı alınkuka aykırı olma şartlarını taşıyorsa mıştı. Zira ruhsat belediye tarafından idare mahkemeler bu duruma gerek- usulsüzce alınmıştı ve imar için tescil çe göstererek bir karar verirler. Yani dışı olmasına rağmen farklı numaralar yargı kolu, yeri geldiğinde yürütmeye verilerek tescillendirme işlemi yapılhaddini bildirir ve yürütme bununla mıştı. Yani Validebağ’daki ağaçların bağlıdır. Bunun içindir ki “yürütmeyi talan edilip yerine tesis kurulması durdurma kararı” ve “idari mahke- canlı para demek ve para için halk da meler” mevcut adalet anlayışımızda hukuk da kandırılır. Alınan kararları yerini aldı. ise başta dinlemeyen, insanların direnişiyle karşılaşınca mahkeme kararlarına Gel gelelim uygulamada bu böyle mi? karşı atıp tutan idare (belediye), karaMaalesef artık Erdoğan ve kıyım ekibi, rın kaldırılmasıyla “ Yargının vereceği ne mahkeme kararı ne de topkarara uyacağız” sözlerini dilinden dülumun sözünü dinliyor. şürmedi. İşine göre hak hukuk Atatürk Orman Çiftdinleyen omurgasız bir idare liği için yürütmenin var karşımızda. Son bir örnek ise tarihdurdurulması kararı verilmişti; “Güçleri ten asla silinmeyecek olan yetiyorsa yıksınlar. Gezi Parkı için geçerli. Açılışını da yapacaTopçu Kışlası yapılmak ğım, içine de girip istenen park için halkın verdiği mücadele sonucu oturacağım” diyerek
yürütmeyi durdurma kararı alınmıştı. Ancak “O zaman ne dedik, ‘olacak’ dedik, şimdi oluyor. AVM, belki rezidans olarak hizmet görecek” diyen dönemin başbakanı Erdoğan, mahkeme kararına rağmen Gezi’ye soktuğu çalışma makineleriyle ve yaraladığı yüzlerce insanla tüm dünyaca bilinir olmuştu. Bugün cumhurbaşkanı olan Erdoğan, Topçu Kışlası projesi için tekrar Gezi’ye adım atıyor, ne hak biliyor ne hukuk tanıyor. Şimdi gördüğümüz odur ki; yasama, yürütme, yargı bu memlekette birbirinden ayrı değil, diktatörün elinde toplanmış, hükümet yani yürütme kafasına buyruk canı ne isterse onu yapmış ve ne tepesinin tasını attırırsa yüksek mahkeme kararı olsun, halkın sesi olsun kulak asmış! Böyle bir tabloda hürriyetten, adaletten, demokrasiden bahsedilemez. Egemen olan güçler sınırsız da değildir. Birbirleri içerisinde uyumlu bir denetim ve yargılama döngüsü oluştururlar. Devlet erkanın da buna göre hareket etmesi esastır. Aksi halde adalet sistemi kendi içerisinde çökecek, yürütme istediği gibi toplumu yönetecek ve kurallar keyfilik doğrultusunda oluşturulacaktır. Bu adaletsizliği dağıtacak olan ise bizleriz.
Montesquieu der ki ; “Bir devlette yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üç kuvvet bulunur. Ve bu üç kuvvetin birbirinden ayrılması gerekir. Kuvvetler aynı elde toplanırsa ya da her bir kuvvet kendi sınırı dışına çıkarsa hürriyet ortadan kalkar.”* O halde yasama düzeni inşa edecek kuralları koyacak olan güç iken yargı bu mevcut kuralların uygulanmasında ya da anayasaya aykırılık durumunda kendi sınırlarını oluşturan kuvvet olarak karşımıza çıkacaktır. Yürütme ise devletin bu iki organı dışında kalan faaliyetlerden, idareden sorumlu oluyor. Her birinin görevi ayrı. Bağımsız mahkemeler, kanunun dili olan hakimler nasıl yasa çıkartamaz ise yasama da mahkemelerin elini kolunu bağlayamaz.
11
lgenc‘
DUNYA 3 Aralık 2014
Kaybedilen 43 öğrenci için halk ayakta
Gençlerin öfkesi Meksika’yı yakıyor
Meksika’da kaybolan 43 solcu öğrencinin öldürüldüğünün açıklanması üzerine Guerrero eyaletinde eylemler sürüyor. Öğretmenler ve öğrencilerin yaptığı bin kişilik yürüyüşte iktidar partisinin genel merkezi ateşe verildi. Şiddetli çatışmaların devam ettiği Meksika’da gençlerin öfkesi sokakları tutmaya devam ediyor. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ Özge uyanık
öğrencilerden bazılarının da benzinle yakıldığını belirterek, “Polis, gençleri Meksika’nın güneybatısındaki Cocula bölgesindeki çöp alanına getiGuerrero’da 26 Eylül’de öğret- rerek bize verdi. Onların bazıları zaten menlerin çalışma koşullarını protesto öldürülmüştü. Biz hepsini öldürdük” eden öğrenciler ile polis arasında çatış- diye konuştu. ma çıkmıştı. Polisin öğrencileri taşıyan araçlara ateş açması sonucu 6 kişi ha- Kayıp öğrenciler için hükümet binası yatını kaybetmiş, 25 kişi yaralanmıştı. ateşe verildi Çatışmaların ardından öğrenciler, 27 Öldürülen öğrenciler için, o günEylül’de kimliği belirlenemeyen kişiler den bu yana Meksika halkının öfkesi tarafından zorla araçlara bindirilirken hiç dinmedi. 43 öğrenci için çok sayıgörülmüştü. da eylemler düzenledi. Polisle eyleme Haftalar sonra, kaybolan 43 solcu katılanlar arasında çatışmalar yaşandı. öğrencinin cesedine ulaşıldı. Olaya Öğrenci ve öğretmenler iktidar par“Guerreros Unidos” isimli uyuşturucu tisinin kentteki genel merkezini de çetesinin de karıştığı öğrenildi. Öğren- ateşe verdi. Bina çevresindeki araçlar cilerin öldürülmesiyle ilgili başlatılan eylemciler tarafından devrildi. soruşturma sonucunda gözaltına alıAynı şekilde Meksika’nın başkenti nan üç çete üyesi, öğrencilerin öldürül- Mexico City’de 43 öğrencinin aileleleri düğünü itiraf etti. Şüpheliler, yaklaşık öncülüğünde kitlesel protestolar dü40 gündür kayıp olan öğrencilerin ken- zenlendi. Aileleri taşıyan konvoy ülkeyi dilerine polis tarafından teslim edil- turladıktan sonra başkente ulaştı. Üç diğini söyledi. Çete üyelerinden biri farklı noktada düzenlenen eylemlerde
havaalanı yakınlarında polisle çatışma- çirdiğini söylüyor. Meksika Cumhurlar yaşandı. başkanı Enrique Pena Nieto bazı eyKayıp öğrencilerden 19 yaşında- lemcileri “istikrarı bozmaya çalışmakla” ki Magdelono’nun babası Francisco suçladı. Basın, eylemlerin Nieto’nın Lagro “İki aydır nerede olduklarını iki yıllık iktidarında karşılaştığı en bilmiyoruz. Hiçbir şey bilmiyoruz ve büyük ayaklanma çaresiziz. Ne yapıyorlar? Nasıl koşulolduğunu lardalar? Yiyeyecekleri, içecekleri var söylüyor. mı? Bağlı halde mi tutuluyorlar. Çok fazla sorumuz var” dedi Eylemlere binlerce kişi katılırken, kentin ana meydanı Zocalo’da da binlerce kişi toplandı. Yürüyüşler nedeniyle başkentte birçok işyeri de kapalı. Halk tarafından genel grev çağrısı yapılırken, Meksika’nın diğer bölgeleri ve ülke dışında da eylemler yapılıyor. ‘İstikrarı bozma’ suçlaması Mexico City’deki BBC Muhabiri Wyre Davies kayıp öğrencilerin yolsuzluk ve şiddete karşı muhalefeti harekete ge-
ABD genelinde Ferguson eylemleri büyüyor ABD’de silahsız bir genci vuran polis hakkında verilen karara tepkiler büyüyor. Michael Brown adlı 18 yaşındaki siyahi gencin vurulduğu Ferguson kentindeki eylemlerde polis şiddeti giderek artıyor. Brown, 9 Ağustos gecesi kendisini durduran Darren Wilson adlı polis tarafından 12 el ateş edilerek öldürülmüştü. Federal mahkemenin, Wilson’ın ‘yargılanmasına gerek olmadığı’ yönündeki hükmüne tepki gösteren halk sokaklara döküldü. .
Ferguson kentinde başlayan eylemler ülke geneline yayıldı, 37 eyaletin 170’den fazla noktasında eylemler yapıldı. Dallas’ta beş, Denver’de ise üç kişinin gözaltına alındığı eylemlerde, kentteki çatışmaların yoğun bir şekilde sürmesi nedeniyle bölgeye iki binden fazla güvenlik personeli sevk edildi. Amerika’da eylemler devam ederken, İngiltere’nin başkenti Londra’da da sokağa çıkan binlerce kişi öldürülen genç için destek eylemi gerçekleştirdi.
12
KADIN 3 Aralık 2014
lgenc‘
AKP’nin her yüzü aynı
Kadınlar, yaşam hakkının ihlal edilmesiyle, tecavüzün, tacizin normalleştirilmesiyle Türkiye’nin ana gündemlerinden biri. Gelelim, genç kadınlar tüm bunlara karşı yürütülen ve büyüyerek ülkenin dört bir yanını saran kadın mücadelesinin neresinde? İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi Nurseli Gözüaçık yazdı. Bir, iki, üç... Başlayalım kadını konuşmaya. Kadın haklarından konuşmaya başlamadan önce derin bir nefes almak, istanbul kalkanlarımızı üniversitesi nurseli gözüaçık sağlamlaştırmak Türkiye’de ilk iş. Üzerimize çığ gibi düşüp sesimizi kesmeye çalışan kadın düşmanları ortalıkta ahtapot misali kol geziyor. Ağzını açtığın an saldırı gecikmiyor. O zaman ne yapmalı? Aslında çözüm yolu bulunamamış yeni bir sorunu konuşmuyoruz. Yıllardır devam eden ve AKP’nin iktidarlığı döneminde hızla artan kadın cinayetleri her kuşaktan kadının temel sorunu oldu. En temel sorun, en temel hakkımız; yaşam hakkı. Yaşamak için, kadınlara etkin koruma, kadın katillerine caydırıcı ceza şart. Çözüm belli, kadın mücadelesi ise bu çözüm için büyüyor. Her kuşaktan kadının “Kadın cinayetlerini durduracağız” inancıyla omuz omuza verdiği ve “kadın cinayeti” kavramının ülke
gündemi haline geldiği bu uzun soluklu mücadelede genç kadınların rolü büyük. Gençliğin dinamik, yılmayan yapısı tüm mücadele alanlarında çekici güç olurken kadın mücadelesinde de bu durum aynı. Nasıl ki Gezi Direnişi’nde politikleşen bir gençlikten bahsedip dinamonun gençlik olduğunu söylüyorsak, genç kadınlar da kadın mücadelesinde önde bayrağı taşıyacak güç. Kadının yaşam hakkının dahi yok sayılması, tecavüzün, tacizin normalleştirilmesi erkek egemen bu sistemin kadını değersizleştirmesinden kaynaklı. Ancak “Orada bir erkek egemen düzen var uzakta, hep kadınları eziyor” diyemeyiz, soyutluklar içinde mücadelemizi hedefsizleştiremeyiz. Türkiye’de kadın erkek eşitliğini bile kabul etmeyen bir AKP hükümeti var. Somut düşman, mücadele edilecek somut hedef. AKP’nin kadın düşmanı politikalarına başkaldıran genç kadınlar, yine AKP’nin üniversiteler üzerinden yürüttüğü baskılara direnişi es geçmemeli. Çünkü tüm bu politikalar bir zincirin
halkaları gibi. Hepsi ayrı bir halka, aynı zamanda birbirine geçmiş durumda. Her gün 5 kadının öldürülmesine seyirci olup bir de üzerine kadın katillerinin sırtını sıvazlayan AKP’yle, üniversitede gençlerin siyaset yapmasını engellemeye çalışan ve karşımıza hemen Ali’nin, Berkin’in katili olan polisi diken AKP aynı. Eğer bu kadın düşmanı Ortaçağ zihniyetini yıkmak istiyorsak karşımızdaki somut düşman AKP’nin baskılarına her alanda direnelim. AKP’nin ülkeye getirmek istediği karanlığa karşı omuz omuza aydınlığa yürüyelim.
Kadın – Erkek eşitliği fıtrata tersmiş anadolu üniversitesi nida ateş
Cumhurbaşkanı Erdoğan KADEM 1. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’ne katıldı. Toplantıda kadın düşmanı politikalarını sürdüren Erdoğan “Kadın ve erkek eşit olamaz” diyerek kadın erkek eşitliğinin fıtratlarına ters olduğunu söyledi. Erdoğan kadınların asıl ihtiyacın hayatta kalabilmek olduğunu göz ardı etmeye devam ediyor. “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir. Tabiatları, bünyeleri, fıtratları farklıdır. İş hayatında hamile bir kadını erkekle aynı şartlara tabii tutamazsınız. Kadınları
erkeklerin yaptığı her işi yaptıramazsınız, komünist rejimlerde olduğu gibi.” diyen Erdoğan kadının tek görevinin ise çocuk yapıp ona bakmak olduğunu vurguladı. Bu erkek egemen, kadını değersizleştiren sistem çok matah gibi komünizme kara çalmaya çalışan Erdoğan, kadın-erkek eşitliğinin esas olduğu komünizmden iğrendiğini çağ dışı fikirleriyle açıklamaktan geri durmadı.
oluyor. Bu ülkede kadınlar yaşasın diye mücadelede eden ve sosyalist feminist fikirle yola çıkarak feminizmi toplumsallaştıran kadınları, Erdoğan ağzına bile alamaz. Çünkü ne feminizm ne de komünizm Erdoğan’ın çağ dışı fikirlerinin muhatabı olabilir. Kadın-erkek eşitliğini esas alan tüm Hep kadın düşmanlığı, artık sus fikirler, bunun için “Bizim dinimiz cenneti annenin mücadele eden tüm ayakları altına sermiş. Bunu feminist- kadınlar, insanların karlere anlatamazsın” diyen Erdoğan, her şısında Ortaçağ’ı yaşayan gün kadınların öldürülmesine seyirci Erdoğan. Hodri meydan!
TARIH
13
3 Aralık 2014
lgenc‘
Bütün iktidar “Sovyetlere” MERT KAAN BAŞAR yazdı
Sovyet dediğimizde aklımıza ne geliyor? 1917-1991 yıllarında Rusya’daki sosyalist devlet geliyor doğal olarak. Bakalım tarihi ve siyasi konuşmalarda sıkça bahsettiğimiz bu devletin ismi ne anlam ifade ediyor.
Sovyet kelime anlamı olarak Rusça’da kurul ve konsey anlamında kullanılır. Rusya’daki ilk sovyet 1905 devrimi döneminde İvanovo şehrinde 70.000 grevci işçi tarafından seçilen temsilcilerden oluşmuştu. Sonrasında ise Çarlık’ın baskılarının artması ve baskıya karşı mücadele etmek için büyük şehirlerde de sovyetler kuruldu ve bölge yönetimlerini ele alarak disipline etti. İleride devrim için çok önem kazanacak Petrograd sovyetinin başkanı ve ileri temsilcisi Lev Troçki. Lenin bu kurulan işçi ve köylü sovyetleri için övgü dolu sözlerden bahsetmiş, gelecekte devrimci hükümetin bu sovyetler temelinde olacağını ima etmiştir. İşçi sovyetlerinin içeriğine kısaca bakmak gerekirse çekirdek bir alt hükümet örneği teşkil etmesi, yozlaşmış bürokrasisinin olmayışı, işçilerin daimi olarak iktidara geçme hedefinde bulunması gibi özellikleri bulunan mini demokratik işçi iktidar modeli, Menşeviklerin tarifi ile de proleter parlamentosu ,devrimci özyönetim
organı diyebiliriz. Oldukça heyecanlı ve yoğun geçen bu toplantılar normal ,sıradan bir işçinin iradesini yansıtıyordu. 1905’in sonlarında ise işçi sovyetleri siyasi tartışmaların ve ayrışmaların gölgesinde tarafsız kalmayı tercih etmiş ve zamanla zayıflamışlardı. 1917’ye kadar etkisi zayıflamış olan işçi sovyetleri Şubat Devrimi ile tekrar ön plana çıktı. Zamanla köylüler ve askerler de sovyetler kurdu ,bunlardan özellikle de Petrograd sovyeti düzenlediği grevlerle ön plana çıktı. Şubat Devrimi’yle devrilen Çarlık’ın ardından geçici olarak başa geçen sosyal demokrat Kerenski hükümetini (Şubat Devrimi sonrası hükümet başkanı Rus liberal Georgi Lvov olmasına rağmen sonra istifa edecek yerini bakan Kerenski alacaktır) desteklenmiş lakin Kerenski’nin 1. Dünya Savaşı’nı (Emperyalist Paylaşım Savaşı) Manşeviklerin,Narodnik fikirlerin etkisinde olan Sosyalist Devrimci Parti’nin ve sosyal demokrat Kadetlerin de desteğini ve onayını alarak sürdürmek istemesi zaten zor
olan hayat koşullarının devamı niteliği taşıması sebebi ile cephedeki askerlerin, işçilerin, köylülerin tepkisini çekti; Galiçya yenilgisi ise bardağı taşıran son damla oldu. Bu durumla beraber birçoğu Menşeviklerin önderliğinde bulunan işçi,asker ve köylü sovyetlerinin savaş karşıtı olan Bolşeviklerin safına yoğun bir şekilde katıldığını söylenebilir ve azınlık olan Bolşeviklerin dönüm noktası olduğunu açıkça diyebiliriz. İşçi, asker ve köylü sovyetlerinin Haziran ve Temmuz aylarında gelişen, ilk başlarda barışçıl ve uzlaşmacı olan savaş karşıtı eylemleri geçici hükümetin 700 işçiyi eylemler sırasında öldürmesiyle ile barışçıl olmaktan çıkmış bir kaosa bürünmüştür. Tarihe sayfalarına da bu olaylar “Temmuz Günleri’’ olarak geçmiş ve bugün bile hala dillerde yer edinen “bütün iktidar sovyetlere’’ sloganı ilk defa o günlerde işçiler tarafından mitinglerde haykırılmıştı. Bu olaylardan sonra çoğunluğu işçi olan sovyetleri ayaklandıran Bolşevik kadrolar Kerenski hükümeti tarafından
yasa dışı ilan edilmiş ve tutuklama emri çıkarılmıştı.Bolşeviklerin önderi Vladimir Lenin Finlandiya’ya kaçmış olayları oradan yönetmeye devam etmiş lakin diğer Bolşevik yeraltı üyelerinin bir kısmı tutuklanmıştı. Ülkede iç savaş yaşanıyor, cephelerden Bolşevik saflarına askerler komutanlar katılıyordu. Ekim ayı ile beraber az sayıda ki Bolşevik önderliğindeki sovyetler 25 Ekim 1917’de 8 ay hüküm süren geçici Kerenski hükümetini yıktılar. Bir anlamda da sovyetlerin öncülüğünün Menşeviklerden Bolşeviklere geçtiğini görebiliyoruz. Bolşevik iktidarı, çoğunluğa sahip oldukları toplantı halinde olan ikinci tüm Rusya Sovyetleri Kongresine karar verecekler, kongre de ilk devrimci hükümet olan Sovnarkom’u oluşturacak Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti kurulacaktı. İktidar Lenin’in de dediği gibi işçi, köylü ve asker sovyetlerine geçmiş olmasına rağmen 1918’den başlayan 1922’de biten Çarlık yanlısı ve batı ülkelerinin de desteğini alan Beyaz Ordu ile yapılan savaşta ülke oldukça yıpranmış lakin kazanan işçi ve köylülerin ordusu Kızıl Ordu olmuştur. Sovyet kavramı ile SSCB’nin devlet yapılanmasının işçi, köylü ve askerlerin ortak temellerinde olduğunu net şekilde görüyoruz. Haydi nice “Sovyetlerce ’’ kalın.
lgenc‘
YORUM
14
3 Aralık 2014
Devrimin şairi:Vladimir Mayakovski yunus emre özyurt yazdı
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi Yunus Emre Özyurt, fütürizmin en önemli temsilcilerinden ve Sovyet Devrimi’nin soluğu haline gelmiş Mayakovski üzerinde durdu.
“Tepeleme fikirler sok kafatasıma! Yaşadım ben sonuna kadar yaşamadım daha hakkım var ve sevmedim bu dünyada hakkım olanı sonuna kadar...” diyordu Mayakovski, yaşamının umut ve mücadele dolu yıllarında “Umut” şiirini kaleme alırken.Bilmezdi ki kendi ölümünün yine kendi elinden olacağını, intihar etmişti o ve cesedinin yanında bulunan kağıtta Lili Brik ve ailesini Sovyet Hükümeti’ne emanet ettiği yazıyordu. Devamında ise o ışıklı dizeler geliyordu: “Bitmemiş şiirleri Brik’lere verin onlar, onlar ne lazımsa yapar.” Lili Brik Mayakovski’nin kadını... “Susun artık konuşmacılar! Siz, sıranızı savdınız! Söz sırası, şimdi, mavzer arkadaşta! Artık o konuşacak!” Bu sözler kapitalizmin menfaat ve para odaklı teşvik sistemi yerine, insanın inandığı değerler uğruna, kişisel istek ve emeğin halk için oldu-
ğunu ortaya koyuyordu. Mayakovski’nin adı edebiyatta “fütürizm” ile geçer.Rus edebiyatında fütürizmi denemiş ve dünya çapında ses getiren bir şair olmuştur. Ayrıca Nazım’ın şiirinin oluşumunda önemli bir etkisi vardır.Fütürizmi denemiş olduğu Pantolunlu Bulut’tan birkaç dize: “Ve gök gibi, renk değiştirerek ansızın, ister misiniz öylesine yumuşayım,sevecen olayım ki öylesine, hani, erkek değil de, pantolunlu bir bulut desinler bu!” Mayakovski, kağıdın yetişmediği ve basımevlerinin çalışmadığı, savaşın yıprattığı dönemlerde, halkın gazete ve mizah dergileri yerine kullandığı pankartları hazırlıyordu Moskova sokaklarında, halkı adına ve halkının emeği adına. Ve nihayetinde takvimler 1930 senesinin on dördüncü gününü gösterir.
Dev bir şairin intiharı ardından bize kalan son mektubundan: “Hepinize!.. İşte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Hele dedikodudan, unutmayın ki, merhum nefret ederdi. Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni. İş değil bu, biliyorum (kimseye de öğütlemem),ama benim için başka bir çıkar yol kalmamıştı. Lili, beni sev. Hükümet Yoldaş! Ailem : Lili Brik, anam, kız kardeşlerim ve Veronika Vitoldovna Polonkaya’ dan ibarettir. Yaşamlarını sağlarsan, ne mutlu bana..”
İşçi sınıfı cennete gider Kadir Has Üniversitesi Radyo, Sinema ve Televizyon Bölümü öğrencisi Melih Kaymaz, yabancılaşma vurgusunu öne çıkarmasıyla İşçi filmleri arasında kendine önemli bir yer edinen İtalyan yönetmen Elio Petri’nin 1971 yılı yapımı Cannes Büyük Ödüllü İşçi Sınıfı Cennete Gider filmini yorumladı. Film yabancılaşmayı işleyişi ,işçi sınıfının mücadelesinde sendika ve sol grupların ilişkisi ,sistemin işçiye fabrika dışında dayattığı yaşamı ve işçi sınıfına kendi cennetine dair sordurduğu sorularla işçi filmleri içinde önemli bir yerdedir.
tağında ölmeyeceksin, bu fabrikada öleceksin” dediğinde “Ne fark eder ki!” diyecek kadar kendine yabancılaşmıştır.Daha sonrasında makinanın bir uzantısı gibi çalışıp mekanik düşünmeye alışmış Lulu makineye bir parmağını kaptırır.
İşçi Sınıfı hayata yabancılaşıyor Film işçi sınıfının yaşadığı yabancılaşmayı Lulu üzerinden başarıyla anlatır.Fabrikada yeni geçilen parça başı sistemi işçileri zorlamaktadır.Ekonomik sorumluluklarından dolayı çalışma temposu çok yüksektir.Lulu kendini bir makina olarak görmektedir.Arkadaşı “Ya-
Kapitalizm Sınıf Bilincini Delilik İlan ediyor Film bu noktadan sonra yeni bir başlangıç yapar.Lulu akıl hastahanesinde yatan eski işçi Milita’yı ziyaret eder. Lulu Milita’da aradığı cevapları bulur.İçinde bulunduğu durumun nedeni kapitalist sistemdir.Bu ziyaretinde Milita akıl
hastahanesinde olmasının nedeni kapitalizm sorgulamak ve makine mekaniğinin dışına çıkması olduğunu söyler. Yaşadıklarının ardında Lulu’da gelişen sınıf bilinci onun ajitasyon yapan öğrencileri eskisi gibi görmemesini sağlar. Fabrikada parça başı uygulamasına karşı yapılan grevde Lulu sendikaya karşı öğrencilerle tüm sisteme karşı bir greve taraf olur.Lulu giriştiği bu liderlik vasfı nedeniyle işten atılır. Lulu tekrar akıl hastahanesindeki arkadaşı Milita ile görüşür. Milita, duvarların yıkılması gerektiğinden bahseder bu lulunun aklına kazı-
nacaktır.Lulu’ya işe geri alındığı haberi gelir ancak geri alınsa da aynı şartlarda çalışmaya devam edecektir. Duvarın Arkasındaki cennet Filmin son bölümünde Milita’nın anlattığı yıkılması gereken duvar ortaya çıkar.Lulu arkadaşlarına gördüğü bir rüyayı anlatır.Rüyasında bir duvarı yıkar. Duvarın arkasındaki sisin içinde bir cennet vardır.Kamera işçilerin beraber çalışarak ürettikleri parçayı takibe başlar.İşçilerin kendi kurdukları bu cennet ürettikleri parçanın banttan çıkmasıyla son bulur.
02
KULTUR-SANAT 3 Aralık 2014
lgenc‘
Gelecekten film
Henüz 20 yaşındayken Annemi Öldürdüm(J’ai tué ma mère) gibi çarpıcı bir yapımla kariyerine başlayan Xavier Dolan bu kez son filmi Mommy ile Cannes Film Festivali’nde Godard, Crononberg, Ken Loach gibi büyük ustalarla Altın Palmiye için yarışmakla kalmadı, salonda dakikalarca ayakta alkışlandı. Film:Yol Feodal yapı, feodal düşünce ve koşullar altında ezilmiş insanları anlatan film inanılmaz kurgusuyla ve müzikleriyle dikkat çeker. Büyük ödül Altın Palmiye’yi kazanmıştır. Kitap:Dalgalar Bu roman geleneksel roman türünden oldukça farklıdır. Olay örgüsü yoktur. Tüm romanı kaplayan su imgesi sayesinde dalgaların ritmik hareketini hissedebilir, duyabilir, görebilir, hatta tuzlu suyun kokusunu alabilirsiniz. Ressam: Salvador Dali Dali rüya gibi resim yapar. Rüyada görülen gibi net ancak sürreal. Çarpıcı imgeleriyle dikkat çeker. O adeta sürrealistçe duygunun savucusudur. Eserlerini inceleyin ve her incelediğinizde daha farklı bir güzellik bulun. Şair: Özdemir Asaf Çoğu şairin aksine beyin jimnastiği yaptırır. Beyninin içine girme isteği uyandırır. Şiiri daima bir görüşü yansıtır, daima bir iletisi vardır. Onu şair yapan unsur aslında yarattığı bu felsefedir. Adeta şiirin yazarıdır.
güncel Hüseyin Algül
Senaristliğini ve yönetmenliğini genç ve çarpıcı sinemacı Xavier Dolan’ın üstlendiği dram türündeki “Mommy” filmi Dolan’ın son filmidir. Bazen şiddete meyilli bazense fazla sevecen sorunlu ergen oğlu Steve’i(Antoine Olivier Pilon) tek başına büyütmeye çalışan dul anne Diane’ın(Anne Dorval) hikayesi anlatılıyor. Komşuları Kyla(Suzanne Clement) bir gün hayatlarına girince hem annenin hem de oğlun hayatları değişiyor. 13. Filmekimi tarafından ilk gösterimi yapılan Mommy filminin Türkiye’de 20 Şubat 2015 tarihinde vizyona girmesi beklen-
mektedir. Şahsen izleyemedim ancak fragmanıyla bile beni heyecanlandıran bu film 67.Cannes Film Festivali’nde dakikalarca ayakta alkışlandı ve de Jüri Özel Ödülü’ne sahip oldu. Film hakkında birkaç ipucu biliyorum elbette ancak sizi daha da heyecanlandırmak için bunlardan söz etmeyeceğim. Aldığım duyumlara göre şunu söyleyebilirim ki Suzanne Clement müthiş bir oyunculuk çıkarmış ve de öyle sahneler varmış ki kalp atışlarınız delice hızlanıyormuş. Hayali Aşıklar, Tom Çiftlikte, Annemi Öldürdüm filmlerindeki sahne teknikleri ve müziklerle beni büyüleyen yönetmenin bu son filmini sabırsızlıkla bekliyorum.
Keşfet
Türkiye’de oynanan ilk tek kişilik oyun ve Türkiye’de ilk kez perdelerini açacak olan muhteşem müzikal hakkında verilen bilgiler neticesinde keşfetmek için harekete geçeceksiniz.
Türkiye’de oynanan ilk tek kişilik oyun olan “Bir Delinin Hatıra Defteri”ni Genco Erkal 50 yıl sonra yeniden yorumluyor. İlk kez 27 yaşındayken sahnelediği bu oyun kendisiyle özdeşleşmiştir. Bu oyun umutsuz bir aşkın peşindeki tipik bir 19.yüzyıl Rus vatandaşının gitgide delirmesi ve akabinde kendisini İspanya kralı sanmasına kadar varan olayları anlatmaktadır. Sınıflar arası çizginin artık iyice belirginleştiği
bir toplumda sosyal tabakanın altlarında yer alanların hikayesidir. Nikolay Gogol’un yazdığı Coşkun Tunçtan’ın Türkçeleştirdiği efsane oyunu 12-13 Aralık tarihleri arasında İstanbul Kenter Tiyatrosu’nda 30 Aralık’ta ise İstanbul Caddebostan Kültür Merkezi’nde izleyebilirsiniz. En son “Yaşamaya Dair” oyunuyla bana müthiş bir haz veren Genco Erkal eminim oyunculuğuyla, hitabetiyle sizi de etkilemeyi başaracaktır.
Yeniden canlanıyor
Aşkın büyüsüne kapıl
“Romeo e Giulietta” adlı gösteri sonsuz aşkın müzikle dansından oluşur. Sonsuz aşk dememin sebebi ise William Shakespeare’in ölümsüz eseri olan Romeo ve Juliet’ ten esinlenerek yapılmış daha doğrusu günümüz teknolojilerinden sonuna kadar yararlanarak yapılmış bir müzikal olmasından dolayıdır. 45 eşsiz oyuncu, dansçı ve akrobat üç boyutlu inanılmaz bir sahnede bu unutulmaz hikayeye hayat veriyor. İtalya’da gelmiş geçmiş en görkemli gösteri olarak değerlendirilmiştir. 21 Şubat’ta Zorlu Center PSM’de perdelerini açacak olan bu müzikale gitmenizi tavsiye ediyorum.