Yarın Gazetesi Sayı 5

Page 1

Dünya halkları kapitalizmi sarsıyor

03

Depreme hazırlıksız yakalandık Van’da 23 Ekim Pazar günü yaşanan 7,2 büyüklüğünde depremin yankıları sürüyor. Depremle birlikte ortaya saçılan birçok sorunla yüzyüze gelişimiz Van depreminin daha uzun süre toplumun gündeminden düşmeyeceğini gösteriyor.

Ali Babacan: Krizin deprem üssü Avrupa EKONOMİ 7 Depremden 2,5 gün sonra 14 günlük Azra bebek enkaz altından çıkarıldı. Yapılan çalışmalar sonucu saatler sonra annesi ve babaannesi de sağ çıkarılan Azra bebeğin, babasının cansız bedenine ancak beş gün sonra ulaşılabildi. TOPLUM 2 1 KASIM 2011 SALI

SAYI:5

1 TL

YÖK artık kapanmalı

YÖK’ün kuruluş yıldönümü olan 6 Kasım’a birkaç gün kaldı. Gençlik örgütleri, öğrenci aileleri ve akademisyenler yıllardır YÖK’ün kaldırılması için mücadele ediyorlar. Yaklaşık 23 senedir olduğu gibi bu sene de öğrenciler ve YÖK’ün kaldırılmasını isteyen herkes, ‘Üniversiteler Bizimdir!’ diyerek YÖK’e karşı meydanlarda olacak. Peki, yıllardır YÖK üniversitelerde neler uyguluyor?

12 Eylül 1980 darbesinden önce devrimci mücadelenin çıkış noktaları olarak üniversiteleri gören darbe yönetimi, üniversiteleri her yanıyla kontrol altında tutabilmek amacıyla 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunuyla, 6 Kasım 1981’de YÖK’ü kurdu. Darbecilerin getirdiği yeni sistemde üniversitelerle ilgili alınacak olan tüm kararlar ve uygulamalar YÖK ve YÖK Başkanı’na bağlandı.

‘32 YILDA ÇOK DEĞİŞTİ’ YÖK, kurulduğundan bu yana geçen 32 yılda 50’den fazla değişikliğe uğrasa da, bu değişikliklerin hiçbiri özüne dair olmadı. İsmi ve logosu, atama sistemi değiştirilmek istenen YÖK’ün üniversiteler üzerindeki tahakkümü daha da artıyor.

İlim hala Çin’deyse YÖK’ü kapatın Hakan Öztürk AKLIN YOLU

Siyaset Akademisi’ne KCK Operasyonu

Geçtiğimiz gün gerçekleşen operasyonda 41 kişi gözaltına alınırken, 23 kişi hakkında daha gözaltı kararı bulunduğu öğrenildi. Gözaltına alınanlar arasında BDP yöneticilerinin yanı sıra Ragıp Zarakolu, Prof. Dr. Büşra Ersanlı gibi isimlerin de olması dikkat çekti. Türkiye Yayıncılar Birliği Yayımlama Özgürlüğü Komitesi Başkanı olan yayıncı ve yazar Ragıp Zarakolu’nun, Siyaset Akademisi’nde verdiği derslerde “Örgüte kadro yetiştirmek” suçlamasıyla gözaltına alındığı öğrenildi. GÜNCEL 5

5 Gerze’li daha tutuklandı

Sinop’un Gerze İlçesi Yaykıl Köyü’nde yapılmak istenen termik santrale karşı yöre halkının direnişine yönelik baskılar sürüyor. 26 Kasım’da termik santrale karşı miting düzenlemeye hazırlanan Gerzelilerin 2 yıldır süren direnişini kırmaya çalışan işletme sahipleri ve devlet yetkilileri, şimdi de tutuklama yöntemine başvuruyor. GÜNCEL 3

Sinop’un ışıkları Gülsüm Kav

Yarin05 KAPAK.indd 1

5

3

ÖĞRENCİLER NEDEN TEPKİLİ? Öğrencilerin, akademisyenlerin ve üniversite çalışanlarının; yani üniversitelerdeki tüm öznelerin söz hakkı böylece yok edilerek tamamen anti-demokratik bir sistem getirildi. YÖK yıllar içinde bazen YEK(Yüksek Eğitim Kurumu) bazen de YÜKKUR (Yükseköğretim Koordinasyon Kurulu) olarak değiştirilmek istense de, bu sistemle öğrencilere soruşturma, baskı ve paralı eğitimden başka bir şey getirmedi. EĞİTİM 10

Enflasyonda manipülasyon Türkiye istatistik kurumu Eylül ayı enflasyon değerlerini açıkladı. Fakat açıklanan değerlere farklı cephelerden eleştiriler var. Merkez Bankası değerlerin fazla gösterildiği, CHP ve DİSK ise düşük gösterildiği yönünde açıklamalar yaptı. DİSK-AR’ın açıkladığı verilere göre enflasyon değeri 10%’un üstünde. EKONOMİ 8

Sosyal medyanın

ırkçı dili

Medya aracılığıyla kamuoyunda yaratılan bir şiddet diline, nefret diline, ırkçı bir dile tanık oluyoruz. Konuyla ilgili olarak Çağdaş Gazeteciler Derneği yöneticilerinden Gökhan Bulut’la görüştük. SÖYLEŞİ 9

Bana değmeyen yasa bin yaşasın

Anayasa değişikliğine yönelik tartışmalar sürerken, partilerin süreci ele alışları toplumu düşündürüyor. Seçim sürecinde hali hazırdaki anayasanın darbe ürünü olduğu ve revize edilse de yeterli olmayacağı görüşü üzerinden propaganda yapan partiler bugün ilk üç maddenin “neden değiştirilemeyeceğini” anlatıyorlar. GÜNCEL 5

Keşanlı Ali Destanı Eskişehir’de

Rİ E L K E GERÇ YORUZ! I AÇIKL

Eskişehir Şehir Tiyatroları Keşanlı Ali Destanı’nın prömiyerini yaptı. Haldun Taner’in kitabından uyarlanan tiyatro oyununu Kasım Akşar yönetiyor. 42 kişilik bir kadroya sahip olan oyunda; 11. Direklerarası Seyircileri ödüllerinde Kamyon isimli oyunuyla en iyi yönetmen ödülünü alan Mert Bulut Kırlak ise Keşanlı Ali’yi oynuyor. KÜLTÜR 12

ALO YARIN

0506 724 6447

Abonelik Dağıtım Öneriler

01.11.2011 07:54:07


01 KASIM 2011 YARIN

Deprem değil binalar öldürdü

23 Ekim Pazar günü, 13.41’de Van’ı sarsan 7,2’lik depremin bilânçosu ağır oldu. 575 kişinin öldüğü, 2608 kişinin yaralandığı bildirilirken, ölü sayısı her geçen gün artıyor. Bölgeye yardımlar adeta yağarken, koordinasyonsuzluktan kaynaklı, yardımlar depremzedelere etkin bir biçimde ulaşmıyor.

Arama kurtarma çalışmaları sonucunda, enkaz altından çıkarılan 187 kişiden biri olan 14 günlük Azra bebek.

van Elif karan

18.373 kişinin öldüğü Gölcük depreminin ardından hiç ders çıkarılmadığı bir kez daha gözler önüne serildi ve bir kez daha deprem değil denetimsiz yapılan binalar yüzlerce insanın ölümüne neden oldu. Afet bölgesine müdahaledeki ve yardımların koordinasyonundaki eksikler nedeniyle binlerce insan hava koşulları ve salgın hastalık tehdidiyle karşı karşıya kaldı.

ENKAZDAN 187 KİŞİ ÇIKARILDI 1999 Gölcük, Düzce ve 2010 Kütahya depremlerindeki acı deneyimlerin ardından, Van depreminde arama kurtarma çalışmaları bir nebze de olsun yüzümüzü güldürdü. Denetimsizlik ve kar hırsı nedeniyle çürük yapılan binaların altında kalan 187 kişiye sağ olarak ulaşıldı. Toplam 3.826 arama-kurtarma, 904 sağlık personeli, 18 arama köpeği, 651 iş makinesi ve aracın katıldığı arama kurtarma çalışmaları halen göçük altında sağ kalmış olabilecek depremzedelere ulaşmaya çalışmakta.

DÜNYA YUNUS’A AĞLADI Erciş’te, depreme internet kafede yakalanan Yunus, depremin ardından hummalı çalışmalar sonucu enkaz altından çıkarılan ilk kişilerden biriydi. Enkaz altındayken çekilmiş fotoğrafıyla depremin acımasızlığını gözler önüne seren Yunus sevk edilirken yolda

hayatını kaybetti. Depremden 55 saat sonra enkazdan sağ olarak çıkarılan, 10 yaşındaki Serhat Gür’ün de kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetmesi kurtarma çalışmalarında ihmal var mı sorusunu bir kez daha gündeme getirdi.

KURTULANLAR YAŞATILAMADI Van merkezde, kolonlarının önceden kesildiği iddia edilen binanın enkazından 4 saatlik çalışma sonrası kurtarılan 10 yaşındaki Serhat Gür, Van Bölge Araştırma Hastanesine kaldırılmıştı. Serhat’ın yapılan müdahaleye rağmen kurtarılamadığı açıklandı. Yunus ve Serhat, tonlarca betonun altından sağ çıkarılabilen ancak yollarda iç kanama nedeniyle hayatını kaybeden depremzedelerden sadece ikisi. Depremde hastanelerin de hasar görmesinden dolayı, depremin ilk günlerinde kritik yüzlerce ameliyat Van Yüzüncü Yıl Araştırma hastanesinde gerçekleştirilmek zorunda kaldı. Yaralılara müdahale ve yakın illere sevkteki yetersizliklerden dolayı enkaz altındayken hayatta tutulabilen depremzedeler, yetersiz sağlık hizmetlerinden dolayı kurtarılamadı. MUCİZE KURTULUŞLAR Depremden 2,5 gün sora 14 günlük Azra bebek enkaz altından çıkarıldı. Annesi ve babaannesi ile enkaz altında kalan Azra bebek, açılan tünelden çıkarılarak hemen hastaneye kaldırıldı. Yapılan çalışmalar sonucu saatler sonra annesi ve babaannesi de sağ çıkarılan Azra bebeğin, babasının cansız bedenine ancak beş gün sonra ulaşılabildi. 61 saat sonra 8 aylık Mahir bebek de enkazın altından hafif sıyrıklarla çıkarıldı. 2,5 gün boyunca enkazın altındaki bebeklerine ulaşmaya çalışan Narlı ailesi, bebeğin beşiğine ulaştıklarında boş olduğunu görmüşlerdi. Beşiğin çekmecesinden çıkan bebeğin sağlık durumunun iyi olduğu belirtildi.

63 ÖĞRETMEN ÖLDÜ Erciş’in ünlü kafesi Buse’nin enkazından onlarca öğretmenin cansız bedeni çıkarılırken, 2 öğretmene sağ ulaşıldı. Ataması yeni yapılmış öğretmenlerin, aday öğretmen oldukları için katıldıkları seminerden erken çıkıp Buse Cafe’ye gittikleri belirtildi. Başbakan’a “Öğretmen olmak istiyorum” diye mesaj atan Esra Akaya gibi onlarcası eğitim sistemindeki çarpıklıktan dolayı yıllarca atama beklemişlerdi. Öğretmen açığına rağmen, kadrolu atama sayısının yetersizliği, KPSS sınavının adaletsizliği nedeniyle yıllarca mücadele yürütüp seslerini duyurmaya çalışan öğretmenler, yapılaşmadaki denetimsizlik ve kar hırsı nedeniyle göreve başlamalarına sevinemeden öldü. 67 SAAT SONRA KURTARILDI Van’da meydana gelen depremden yaklaşık 67 saat sonra Erciş İlçesi’nde öğretmen Gözde Bahar enkaz altından yaralı kurtarıldı. Ekipler uzun uğraşlar sonucu Gözde Bahar’ı enkaz altından çıkarmayı başardı. Burada yapılan ilk müdahalenin ardından Bahar, ilçe spor salonunda kurulan sahra hastanesine kaldırıldı. Solunum sıkıntısı çeken ve kalbi yolda duran Gözde Bahar, sahra hastanesinde yapılan müdahaleyle hayata döndürüldü. Öte yandan Erciş’te kurtarma çalışmaları yapan ekipler 5 katlı Emre Apartmanı’nın enkazından Sediye Erdem (25) öğretmeni 64 saat sonra yaralı olarak kurtardı. ENKAZ ALTINDA 5 GÜN Erciş’te, biri enkazdan 100 saat diğeri ise 108 saat sonra çıkartılan Ferhat ve İmdat’ın sağlık durumları iyiye gidiyor. 13 yaşındaki 8. sınıf öğrencisi Tokay, depremde 6 katlı binanın altından 5 gün sonra kurtarıldı. Enkazı altında kaldığını anımsatarak, “Enkazın altında fazla telaş yapmıyordum. Hep dua ediyordum. “Allah’ım annem babam ölmüşse ben de öleyim, onlar kalmışsa

ben de kalayım’ diye dua ettim” dedi.

“YAĞMUR SUYU İLE HAYATTA KALDIM” Tokay’ın yanındaki yatakta tedavi gören İmdat Padak ise güvenini ve inancını hiç yitirmediğini söyledi. Kurtarılacağına hep inandığını kaydeden Padak, duygularını şöyle anlattı: “Kurtarma ekiplerinin beni bulması için ses çıkarıyordum. İş makineleri çalıştığında hissediyordum. Gerçekten çok zor bir şeydi. Yağmur suyu ile hayatta kaldım. Kurtarma ekiplerini görünce çok sevindim. O anlar çok zor. Kaçmaya ve çıkmaya çalıştım ama elimden bir şey gelmiyordu. Duvarlar üzerime geliyordu. Hepsi çöktü O sırada, kafamı ellerimle korumaya çalıştım. Enkazda aralık ne fazla ne de çok fazla genişti. Çok az hareket edebiliyordum. Beni kurtaran ve tedavimi üstlenen herkese teşekkür ediyorum.” AİLELERİN YARDIM ÇIĞLIKLARI Depremin ardından her geçen saatle enkazın altındaki yakınlarına sağ ulaşma ümidini kaybeden aileler, arama kurtarma çalışmalarının sürdürülmesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Beş günün ardından enkazdan çıkarılan Ferhat ve İmdat arama kurtarma çalışmalarının tamamlandığı enkazlarda, ailelerinin baskılarıyla tekrar çalışmanın başlanması sonucu kurtarıldı. Halen enkazların başında kayıp yakınlarını arayan aileler kaygıyla arama kurtarma çalışmalarından mucize haberlerini beklemekte.

Siyanür faciasına 5 milyon TL ceza

Yılbaşında büyük ikramiye 40 milyon lira

Kütahya’da siyanürlü atık su barajının çökmesiyle gündeme gelen ETİ Gümüş A.Ş.’ye 3,5 yılda 5 ayrı gerekçeyle toplam 5 milyon 69 bin 678 TL para cezası verildiği ortaya çıktı.Meclise verilen, Kütahya Tavşanlı’da faaliyet gösteren Eti Gümüş A.Ş. Gümüş Üretim tesislerine ait depolama havuzlarının birinin 7 Mayıs 2011 tarihinde yıkılmasıyla ilgili yazılı soru önergesini yanıtlandı. Gerekli denetimlerin yapılmadığı yönündeki iddiaların doğru olmadığını savunan Bakan Bayraktar, 2004 yılında özelleştirilen tesisin çeşitli gerekçelerle 8 denetimden geçtiğini ve sonuçlarını açıkladı. Denetimler sonrasında tesise, atık varillerle ilgili olarak, Tesisin Tavşanlı İlçesi Aliköy Beldesi Dulkadir Mahallesi kullanma suyu deposuna proses suyu kaçırılması nedeniyle, Bakanlıkça ve Valilikçe 1,2,3 ve 4 numaralı atık barajlarında atık verilmemesi konusunda yasaklamaya uyulmadığı için, 5 numaralı atık barajında inşaatı aşamasında taahhüt ihlali olarak yine şirkete idari para cezası verildiği açıklandı. Toplamda 5 milyon TL’ yi bulan para cezalarına rağmen siyanür havuzlarından birinin bu yıl çökmesi sonucu bölge büyük bir riskle karşı karşıya kalmıştı. Şirketin bu ihmali, 5 milyon TL’ lik para cezasının hiçbir caydırıcılığı olmadığını göstermektedir. 19 Mayıs’ta, Kütahya Simav’da 5,9 şiddetinde gerçekleşen depremin ardından, ETİ Gümüş A. Ş.’nin atık havuzlarından siyanür sızma ihtimali uzun süre tartışılmıştı. Bakanlık herhangi bir sızıntı saptanmadığını söylese de, bağımsız laboratuarda incelenen su numunelerinde insan sağlığını etkileyici oranda siyanüre rastlanmış, bölgede yaşayan insanlarda çeşitli rahatsızlıklar gözlenerek hastaneye kaldırılmışlardı.

Milli Piyango yılbaşı özel ikramiyesi geçen yıla göre 5 milyon lira artarak 40 milyon lira oldu.Bu ikramiye, idarenin bugüne kadar verdiği en büyük ikramiye olma özelliğini taşıyor. Milli Piyango İdaresi, yılbaşı biletlerini Kasım ayından itibaren satışa sunacak. Milli Piyango ikramiyesiyle birlikte biletlere de gelecek olan zam, bilet satışlarını her yıl olduğu gibi bu yıl da etkilemiyor. Var olan kriz ve işsizlik koşullarında çekilişi yapılacak olan yılbaşı ikramiyesi halka umut oluyor. Yılbaşı ikramiyesi için belirlenen 40 milton lira pek çok kamu kuruluşunun bütçesinden daha fazla.Örneğin Anayasa Mahkemesi’ nin 24,7 milyon liralık, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’ nin 14,3 milyon liralık, Kamu Düzeni Güvenliği Müsteşarlığı’nın 19,1 milyon liralık ödeneği, büyük ikramiye tutarının altında kaldı.

YARIN TOPLUM

Bu hafta Van depreminin ardından, öğrenci konutlarının yapımında çalışan inşaat lu işçisi Ahmet Kaya ile birlikteyiz.İşte bu zor meslekle ilgili anlattıkları.

Her şeye zam ama yevmiye aynı

misin? Bize kısaca kendinden ve işinden bahseder Bursa ilinde m, uyu uml doğ Ben Ahmet Kaya, Samsun uz sülalece, eniştem ikamet ediyoruz. İnşaat işinde çalışıyor işinde çalışıyoruz. at olsun, ağabeylerim olsun hep inşa demiyor ki hashit Çok zor durumda çalışıyoruz. Müteah demiyorlar. Pazar tan var mı? Cumartesi pazarın var mı, muz kötü, sürekli günü geleceksiniz diyorlar. Durumu parayı alamıyoruz. tozun içinde çalışıyoruz. Hak ettiğimiz cakta, içeriye giÇünkü mütahit vermiyor. İşte daireyi sata bizi. Çoluk çocuk recekte ondan sonra verecek. Bekletiyor arından iyi bir aral ela, hani para çalışıyorsun diyor. Mes yatırıyor. Ama ı müteahhit çıkıyor üç ay dört ay sigortan di isteğimize bağlı bazıları 18 gün yatırıp, çıkartıyor. Ken yatırıyım diyor. yatırdığımız zamanda, getir sigortanızı Çok az. Oradan da Veriyoruz. 18, 20 gün, bir ay yatırmış. or. En azından biz kaybımız oluyor. Güvencemiz kayboluy a müteahhit biz Am . rırız isteğe bağlı yatırsak devamlı yatı gün yatırmış. 18 uz yatıralım diyor, veriyoruz, bir bakıyor Yani olacak bir şey mi bu. yorsunuz? Güvenceli çalışma hakkınız için neler yapı Bu inşaatta mesela Öyle bir hakkımız yok. Kesinlikle yok. diyor. Filanca şu sıva yapıyorsun, öbür inşaata vermem iniyor. 2004te 5,5 paraya yapıyor diyor. Fiyat hep aşağıya paraya yapıyoruz. ı ayn liraya yaptığımız sıvayı şimdi yine inşaat yevmiyesi ama Yevmiye o zaman kaç paraysa çıktı aynı kaldı. rsunuz? Depremle yıkılan binalara dair ne düşünüyo de şu çimentoyu Şu anda ben sıvacıyım. Müteahhit gelip deriyor. Ama bina kullanacaksın demiyor. Ne lazımsa gön uş, şimdi betonla eski bina olunca, önceden elle atılıyorm Ama binalar esvar. şey atılıyor. Yapı denetimi var. Her i binalarda öyle Yen kiyor. Eskidi mi ne yapıyor göçüyor. geliyor kontrol bir olasılık olmaz inşallah. Yapı denetim ama eski binalara ediyor. Şu an yeni binalara güveniyorum göremiyorum. bir şey diyemem. Şu an burada öyle bina sa’nın içinde var. Ama bazen de görüyoruz işte mesela Bur

çalışıyor? Bu zor koşullarına rağmen kimler inşaatta almış inşaata izin lük Mesela temizlik şirketinde 15 gün gelmem dia dah bir gelmiş çalışmaya. Bir gün geldi ben oloj r. Psik i okuyan yor. Ellerim kabardı su topluyor diyo Durumu iyi olsa bir arkadaşım geliyor alçı çekiyor burada. gelmez, çalışmaz. BURSA KAAN ARSLAN

Hazırlayan Halil Altunpolat

3Kasım 1996

6Kasım 1981 1917 7 Kasım

YARIN TOPLUM

7

Kasım 1980

SUSURLUK SKANDALI Balıkesir Susurluk’ta meydana gelen trafik kazasında DYP milletvekili Sedat Bucak, Emniyetçi Hüseyin Kocadağ ve Bahçelievler katliamının azmettiricisi Abdullah Çatlı aynı arabadaydı. Kazanın ardından, devlet-polis-mafya ilişkilerine karşı, “Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” eylemleri gerçekleştirildi. Darbe ürünü YÖK kuruldu. 12 Eylül askeri-faşist darbesiyle, üniversiteleri kontrol altına almak için YÖK kuruldu. Kurulduğu günden bugüne “eşit, parasız, bilimsel anadilde eğitim” talebiyle YÖK’e karşı protestolar devam ediyor. SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLER BİRLİĞİ (SSCB) KURULDU. Ekim Devrimi’nin ardından Lenin önderliğinde, 15 ülkenin içinde bulunduğu SSCB resmen kuruldu. “Ekmek, Barış, Toprak” talebiyle “Tüm İktidar Sovyetlere” diyerek yola çıkan Bolşevikler böylece bilimsel sosyalizmi hayata geçirdiler. İLHAN ERDOST İŞKENCEDE ÖLDÜRÜLDÜ 12 Eylül askeri darbesinin ardından yasak yayın bastığı, dağıttığı ve bulundurduğu iddiası ile gözaltına alınan İlhan Erdost, Mamak Cezaevi’nde işkenceyle öldürüldü.


04 EKiM 2011 YARIN 1 KASIM 2011 YARIN

Van depreminin öncesi ve sonrası;

Depreme hazırlıksız yakalandık Van’da 23 Ekim Pazar günü yaşanan 7,2 büyüklüğünde depremin yankıları sürüyor. Depremzedelerin ihtiyaçlarından kaçak yapılara, devlet yetkililerinin açıklamalarından yardım dağıtımındaki sorunlara, ayrımcılık tartışmalarından basına yönelik sansüre kadar süren tartışmalar, Van depreminin daha uzun süre toplumun gündeminden düşmeyeceğini gösteriyor.

VAN SANEM deniz KURAL

7,2’lik depremle sarsılan Van’da Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’ndan (AFAD) alınan bilgilere göre 570 kişi öldü, 2555 kişi yaralandı, 187 kişi ise enkazdan sağ çıkarıldı. Yine AFAD’ın açıklamasına göre depremde 4 bin 686 bina hasar gördü. YİNE DAYANIKSIZ BİNALAR Van depremi, Marmara depreminden ders çıkarılmadığını ortaya koydu. Van’da inşaat firmalarının hiçbirinin kalite belgesi yok. Yapıların imar iznine uygunluğunun tespiti için savcılığın soruşturma açtığı Van’da binaların sadece %9’unun deprem sigortası var. Tamamen çöken binaların yanında hasar bile görmemiş olan binaların görüntüsü, her şeyi anlatmaya yetiyor. ÇÜRÜK BİNALAR YIKTIRILACAK MI? Tayyip Erdoğan, iktidarı kaybetme pahasına kaçak binaların hepsini yıktıracağını açıkladı. Marmara depreminden hiçbir ders çıkarmayan hükümetin bu açıklamasının ne kadar samimi olduğu ise önümüzdeki günlerde görülecek. Başbakanın ardından bir açıklama da Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’ten geldi. Şimşek, 99 depreminden sonra toplanmaya başlanan ve toplam 46-48 milyar lirayı bulan deprem vergisinin sağlık, yol, eğitim ihtiyaçları için kullanıldığını açıkladı. Vergi gerçekten depreme yönelik kullanılsaydı, Van’daki can kaybının çok daha az olacağı düşünülüyor.

YARDIMLAR NEREDE? Toplanan yardımların depremzedelere ulaşmasındaki koordinasyonsuzluk, merkeze en yakın köylere bile yardımın ulaşmaması, çadır ve içme suyu yetersizliği, elektrik kesintisi gibi sorunlar devam ediyor. Yardımlardaki yetersizlik sürerken, tüm dünyadan gelen yardım talepleri hükümet tarafından başta “ihtiyaç yok” denilerek reddedildi. Ancak daha sonra ihtiyacın olduğuna kanaat getirilmiş olacak ki, Dış İşleri Bakanı Davutoğlu yurt dışından çadır ve prefabrik ev desteği istedi. Başbakan Tayyip Erdoğan, deprem sonrası kargaşa hakkında yapılan eleştirilere ateş püskürse de, ilk 24 saat başarısız olduklarını sonunda kabul etmek zorunda kaldı. Koordinasyon sorununu ve depremzedelerin mağduriyetlerini işleyen basına da gözdağı veren Erdoğan, basının yaşananları yanlış aksettirdiğini savunarak “gerekirse yasal işlem başlatılacağını” söyledi. 34 MUHTARIN İSTİFASI Yardımların ulaşmadığı, acil ihtiyaçları karşılanmayan ve çadır verilmeyen köylerdeki vatandaşların, muhtarlara başvurması ve muhtarların da sorunların çözümünde çaresiz kalması üzerine 34 muhtar topluca istifa etti. Devlet yetkililerinin kendileri ile organize olmadığının altını çizen muhtarlar, daha sonra böyle bir zamanda istifa kararını tekrar değerlendirdiklerini belirterek istifalarını geri aldılar.

5 Gerze’li daha tutuklandı Sinop’un Gerze İlçesi Yaykıl Köyü’nde yapılmak istenen termik santrale karşı yöre halkının direnişine yönelik baskılar sürüyor. 26 Kasım’da termik santrale karşı miting düzenlemeye hazırlanan Gerzelilerin 2 yıldır süren direnişini kırmaya çalışan işletme sahipleri ve devlet yetkilileri, şimdi de tutuklama yöntemine başvuruyor. Emekçi Hareket Partisi Merkez Komite üyesi Gökhan Asan ve parti üyelerinin ziyaret ettikleri Gerze’de, YEGEP (Yeşil Gerze Çevre Platformu) Yönetim Kurulu üyesi emekli öğretmen Ferhat Hançer’den alınan bilgiler, baskıların boyutlarını ortaya koyuyor. 5 Eylül’de Anadolu Grup’un yapmak istediği sondaj çalışmasına karşı çıkan köylülere polis saldırdı ve Volkan Özcan tutuklandı. Aynı gün yaşananlarla ilgili, tam 106 kişi 21 Ekim günü adliyeye ifadeye çağrıldı. Köy halkına yöneltilen suçlamalar ise; molotof kokteyli atmak, kolluk kuvvetlerinin görevini yapmasını engellemek, kamu malına zarar vermek, 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine dair kanuna muhalefet etmek. İfadesi alınan 106 kişiden 5’i tutuklanmaları talebiyle hakim kar-

şısına çıkarıldı ve hakim tarafından serbest bırakıldı. Ancak savcının itirazı üzerine geçtiğimiz hafta tekrar adliyeye çağırılan İlker Özcan, Nusret Kuruoğlu, Fatih Asna, Ümit Küçük ve Murat Akgöz’ün tutuklanmasına karar verildi. Aralarında Yarın Gazetesi’nde röportajı yayınlanan İsmail Akgöz’ün oğlunun da bulunduğu 5 kişi Gerze Kapalı Cezaevi’ne gönderildi. MİTİNG ÇALIŞMALARI SÜRECEK Tutuklananların serbest bırakılması için avukatlar başvuru yaptı, sonuç bekleniyor. Gerzelilerin hukuksuz olduğunu vurguladıkları bu tutuklamaları, 26 Kasım’da yapacakları mitingin çalışmalarını yürüten 15 Gerzeli hakkında Anadolu Grup yandaşlarının şikayetçi olmaları izlemiş. YEGEP üyeleri bu saldırıların 26 Kasım mitingini zayıflatmak amaçlı olduğunu belirtiyor. Tutuklanan 5 kişinin aileleri de yapılanlar karşısında tepkili. “Onlar içeri girdiyse, dışarıda biz varız” diyen aileler direnişe sahip çıkıyor. YEGEP ve Yaykıl köyü sakinleri, termik santrale karşı direnişi sonuna kadar sürdürmekte kararlı. YARIN GÜNCEL

HALK EYLEMDE MAHKUMLAR İSYANDA Yeterli yardımın ulaşmaması nedeniyle artık çileden çıkan depremzedeler yürüyüş yaparak valiyi istifaya davet etti. Yolu trafiğe kapatan depremzedelere polis gazla müdahale etti. Onca yaşadıkları yetmezmiş gibi, depremzedelerin bir de polisin müdahalesine maruz kalması kamuoyunda da tepkiye neden oldu. Van M tipi Cezaevinde ise 5,4 büyüklüğüne kadar ulaşan artçı sarsıntılara rağmen mahkumlara dışarı çıkma izni verilmemesi nedeniyle isyan çıktı. Koğuşlarda yangın çıkaran mahkumlar kısa sürede sakinleştirildi ancak sorun çözülmedi. AYRIMCILIK BU KEZ TUTMADI Depremin Hakkari’deki asker ölümlerinin ardından meydana gelmesi bazı kesimlerin ayrımcılığı körükleyecek yorumlarına neden oldu. Ancak bu tavırlar toplum tarafından benimsenmek yerine reddedildi. Tüm toplumun Van’la dayanışmayı yükseltmesi, yapılan ayrımcılığa verilen en iyi yanıt oldu. Özetle, depremlerle yaşamaya alışık olan Türkiye, bir büyük depremde daha başarısız bir sınav verdi. Çürük binalar, karşılanmayan ihtiyaçlar, çadır ve su sorunu, her depremin ardından görmeye alışık olduğumuz salgın hastalıklar Van depreminde de başroldeydi. Yalnızca arama-kurtarma çalışmaları anlamında bir ilerleme gözlemlenen Türkiye’de deprem daha uzun süre konuşulacağa benziyor.

Hakan Öztürk

AKLIN YOLU

İlim Hala Çin’deyse YÖK’ü Kapatın

Caz yapma. Felsefe yapma. Edebiyat paralama. Onu yapma, bunu yapma… Caz, felsefe ve edebiyat nasıl olacak peki? Caz, felsefe ve edebiyat bir yerden gidip alınamaz ki. Caza, felsefeye ve edebiyata doğada saf olarak rastlanamaz. Yüzeye yakın yerlerde bulunmaz. Uzun Mehmet’in taşkömürünü buluverdiği gibi bulunmaz yani. Caz, felsefe ve edebiyatın gidip bir yerden çalınması da mümkün değildir. İlim Çin’deyse de gidip alınız! Al, al, al da, nereye kadar… Başlangıçta ilimi gittin Çin’den aldın. Başlangıçtı daha yeniydin, hadi tamam. Sonra tekrar lazım oldu, hadi ona da tamam. Ama ilim Çin’den yüz kere gidilip alınmaz ki be kardeşim. İnsaf yahu. Sorun şudur: Neden ilim hep gidip mütemadiyen bir yerlerden alınmaya çalışılmaktadır? Bu ilim iyi bir naneyse neden bizim memleket tarafından üretilememektedir? Neden birileri de gelip ilimi hiç Türkiye’den almamaktadır? İlim imal etmek konusunda bizim bir eksiğimiz mi vardır yoksa? Biz neden hep çağdaş uygarlık seviyesine çıkmaya çalışıyoruz da kendimiz çağdaş uygarlık olamıyoruz? Neden hep o seviyeye birileri bizden önce çıkıyor? Bir çakıl taşını feda edemediğimiz memleketin her seviyedeki ilim iddiasını nasıl bu kadar kolay gözden çıkarabiliyoruz? Çakıl hala çok ama ilim yok. İlim de çakıl taşı kadar önemli midir? İlimde ki başarılarımız ya da başarısızlıklarımız da bir çakıl taşı ile kıyaslanabilir mi? İlim edinmek mesela çakıl taşı edinmeye benzeyen bir şey midir? Bir gün basarsın, savaşırsın ve çakıl taşı edinir misin? İlim de böyle midir acaba? İlim de fethedilebilir mi? İlim bir fetih midir? Başkasının ilimi yağmalanılabilir mi? Yağmalayarak ilim sahibi olunabilir mi? Çalarak ilim sahibi olunabilir mi? İlim sahibi nasıl olunur yarabbi? İlim sahibi olduk diyelim, ilim üretebilme kabiliyeti sahibi olabilir miyiz çalarak? Esas ilim sadece edinmek midir yoksa üretmek midir? En büyük ilim eğer kendini bilmek ise bu tamamen kendi çabamızı gerektirmez mi? Kendini bilme ilmini de gidip Çin’den alabilir miyiz? Peki, balinalar ne yerler? YÖK var ya YÖK, yani Yüksek Öğretim Kurulu, balinaların yunusları yediğini düşünebilir. Ama balinalar yunusları yemez. Balinaları ihtişamını düşününüz bir kere. Sanki dünyanın bütün ilimi gibiler değil mi? Acaba ne yiyorlar da öyle muhteşem bir balina oluyorlar? İşte o balinalar balina olabilmek için bildiğimiz türde hiçbir şeyi yemez, tabiri caizse bütün okyanusu içer. Balinanın balina olabilmesi için, neredeyse bütün okyanus balinanın içinden akar geçer. Balinayı balina yapan okyanustur yani. Balina o bütün okyanustaki planktonları (gözle görülemeyen küçük deniz canlılarını) emer. Bir yakalama, parçalama, didikleme sahneleri yoktur. Balinanın meşrebi süzmektir. Balina böyle balina olur. Zor iştir okyanusu süzmek. En evvela bir okyanus gerekir ona. Bunları YÖK’ün sürdürücüsü zihniyete anlatmak için uğraşıyorum. Onların anlaması çok zor olduğu için anlatıyorum hakikaten. Anlamaya çalışsınlar diye anlatıyorum. Bir yerden başlasınlar diye anlatıyorum. Akvaryumda ilim olmaz ey insancıklar! Havuzda da olmaz. Nehirde de olmaz. İlim ancak okyanusta olur. İlimin olabilmesi için, okyanusun her yerinden suyunun süzülmesi gerekir. Siz buna karışamazsınız. İlimin olabilmesi için balina istediği kadar suyu istediği yerde süzer. Balinalar sizin bağladığınız yerde otlamaz. İlim otlamaz. İlim gerekirse bütün okyanusu süzer ama bunu YÖK’e sormaz. İlim bunun için YÖK’ten icazet almaz. İşte o nedenle YÖK ve ilim birlikte olamaz. YÖK, balinaları uygun havuzlarda beslemeye kalkışacağı için olmaz bu. YÖK bazı suları balinalara yasak etmek isteyeceği için olmaz bu. Balina, YÖK tarafından evde beslenemez. Balina ehlileştirilemez. Balina milliyetçi, muhafazakar ve militarist hale getirilemez. Balina özgürdür. Balinanın şakası yoktur. Özgürlüğü ancak okyanusla sağlanabilir. Zor bir hayvandır. Balinayla kimse ama bakınız hiç kimse boy ölçüşemez. O nedenle YÖK ve ilim olmaz. Bunu kahırlı devrimciler öyle söylemez sadece. Akla mantığa uymadığı için öyle olmaz. YÖK’le balinanın ne olacağı konusu birlikte ele alınamaz. Gençler Meydana diyen cesur çocuklar YÖK’e ve işsizliğe karşı 4 Kasımda, yani o uğursuz günden iki gün önce eylem yapacaklarmış. Sonuna kadar yanınızdayız arkadaşlar. Hepinizi güzel gözlerinizden öperim. Caz, felsefe ve edebiyat yapabilmek için. YÖK’ü kaldırın ve Kartaca’yı yıkın. hakanozturk1871@gmail.com


0401EKiM 2011 YARIN KASIM 2011YARIN

Meclis Van’dan konuştu Mecliste kapalı oturumlar devam ederken, 24 Ekim günü Van’da meydana gelen ve 550’ye yakın kişinin öldüğü 7.2 büyüklüğündeki depremin ardından pek çok gündem askıya alındı. İhmal edilen önlemlerin yaşattığı sorunları Van halkı yaşarken, mecliste yer alan siyasi partilerin grup toplantılarında yaptıkları açıklamalarda Van’da yaşanan deprem üzerine oldu.

BDP gensoru önerisini geri çekti İçişleri Bakanı İdris Nami Şahin’in KCK davası kapsamında tutuklu bulunan kişi sayısı hakkında yaptığı açıklamaların ardından BDP, Şahin hakkında tutuklu sayısını çarptırdığı gerekçesiyle gen soru önerisi vermişti. Bilindiği üzere KCK davası kapsamında 7 binden fazla kişi gözaltına alınmış ve 4 bine yakın kişi tutuklanmıştı. Her geçen gün ise bu sayı giderek artmaya devam ediyor. Bakan Şahin ise yaptığı açıklamada tutuklu sayısını 485, gözaltı sayısını 277 olarak açıklamıştı. Bu açıklamanın ardından BDP grup başkan vekili Hasip Kaplan “Sadece Şırnak’ta 500 tutuklu var” diyerek tepkisini dile getirdi ve Şahin hakkında gen soru önergesi vereceklerini ifade etti. 17 Ekim’de ise Meclis’te yapılan bir basın açıklamasıyla birlikte Şahin hakkındaki gen soru önergesi Meclis Başkanlığı’na sunuldu.

ankara ÇİLER KAYABAŞI

BDP ve MHP Van’da yaşanan deprem üzerine gösterilen tepkileri ırkçı bulduklarını açıklarken, CHP’liler iktidar partisini eleştirdi. AKP ise depremden sonra yardımların koordinasyonunda kendi hatalarının bulunduğunu kabul etti.

Kılıçdaroğlu: Dram Nedeniyle Konuşmamı Farklı Üslupta Yapmıyorum Depremin yaşandığı gün Yalova’daki partililer toplantısında konuşan Kılıçdaroğlu; “Sayısı henüz bilinmiyor. Mümkün olduğu kadar can kaybı az olursa mutlu olacağız. Düşünün can kaybının azlığından mutlu olacak kadar bir duyguyu belirtmek noktasına kadar geldik. İnşallah can kaybı az olur, gözyaşı dökmeyiz. Mal kaybı bir şekilde giderilir. Yarın ben de oraya gideceğim. İstanbul’daki belediyeleri koordine ettik. Van ve özellikle Erciş’te kaybının çok olduğu söyleniyor. Bölgeye yardım için harekete geçtiler. Konuşmayı farklı üslupta yapacaktım ama yaşanan deprem ve dram nedeniyle farklı üslupta yapmak istiyorum.” şeklinde konuştu. Kılıçdaroğlu: O Binalara İmar İznini AKP Verdi CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu isim vermeden Erciş Belediye Başkanlığı yapan AKP Van milletvekili Fatih Çiftçi’nin imar izni olmayan binaların çok katlı yapılmasına izin verdiğini belirtti. Kılıçdaroğlu; “Depremin ardından Van ve Erciş’e gittik. Erciş ‘te görülen manzara iç karartıcıydı. 7 katlı, 6 katlı binalar çökmüş. Var olan 5 katlı binalar ağır hasarlar görmüş. Tek katlı

binalarda ciddi hasar yok, can kaybı yok. Yüksek binaya kim izin verdi? İmar üç kat, izin vermişsiniz yedi kat. Kim bu? Bunun üzerinde durulmuyor. Birisine hesap soracaksınız ki bir daha yapmasın, ona hesap sormayıp da onu milletvekili yaparsanız, kimden hesap soracaksınız? Acımız var eyvallah. Acıyı paylaşıyoruz. Ama o insanlarımız yaşayabilirdi, depreme karşı önlem alabilirdik.” şeklinde konuştu.

Demirtaş: İnsanların Ne Kadar Sahipsiz Olduğunu Gördük BDP Eş başkanı Selahattin Demirtaş, Van’daki depremzedelerin durumlarının bölge halkının yaşam koşullarını gösterdiğini söyledi. İnceleme yaptıkları köylerde vatandaşların yaşam malzemesi konusunda ciddi sıkıntı çektiğini ifade eden depremin iki gün ardından yaptığı konuşmada Demirtaş, “Gidip inceleme yaptığımız köylerde insanların ne kadar sahipsiz olduğunu gördük. Dünden beridir devlet ve hükümet yetkilileri daha Van’a ulaşamamıştır. Köylerde ailelere herhangi bir devlet yardımının yapılmadığını gözlerimiz ile gördük. Doğal afetlerin kesinlikle siyaset ile karıştırılmaması gerekiyor. Şu anda tüm Van ve Erciş halkı ile herkesin dayanışması gerekiyor. Yardım yapmak isteyen yüzlerce insana devlet ve hükümet yetkililerin yardımcı olması durumunda daha ulaşılmamış köylere yardım götürülebilir. Herkesin duyarlılık gösterip Van halkı ile dayanışmaya çağırıyoruz” şeklinde konuştu. Baydemir: Sayın Bahçeli’nin Açıklaması Yeterli ve Değerlidir Yaşanan depremin ardından yapılan ırkçı açıklamalar üzerine değerlendir-

mesinin ne olduğu sorulan Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir “Diyarbakır Belediye Başkanı ve Diyarbakır’ın bir çocuğu olarak sayın Bahçeli’nin açıklamalarını yeterli ve değerli buluyorum” dedi.

Devlet Bahçeli: Halkımız Büyük Bir Duyarlılık Gösterdi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, “Böylesi bir günde ayrımcılığı körükleyerek ağlama sırası onlarda gibi lanetlenmesi gereken yaklaşımları da büyük bir densizlik ve soysuzluk olarak gördüğümüzü söylemeliyim” diyerek deprem sonrası yapılan açıklamaları eleştirdi. Ayrıca Van halkının yaşadığı felaketi “‘Van’da çöken yalnızca evler, işyerleri, yurtlar, yollar değildir. Vanlı kardeşlerimin hayalleri, beklentileri, sevdaları, arzuları da sarsıntılarla birlikte tahrip olmuştur. Millet vicdanı bu manzarayla birlikte bir kez daha kanamıştır’’ diye yorumladı. Hükümet kanadından ise yaşanan depreme dair tam bir açıklama ve yapılan eleştirilere am bir cevap gelmezken, Başbakan yaptığı bir açıklamada şunları söyledi: Erdoğan: “Bu Afeti Bile Çıkar Sağlamak İçin Kullananlar Var” Erdoğan depremin ardından kendilerine yöneltilen eleştirilerin üzerine; “Böylesine bir afeti bile kendilerine siyasi çıkar sağlamak amacıyla kullananlar var” şeklinde konuştu. İlk 24 Saat Başarısız Olduk “Kızılay tarafından 17,836 çadır bölgeye ulaştırıldı. Bu rakam yeterlidir

ancak olay kontrol dışına çıkınca bu çadırlar yetmez oluyor. Sonra televizyonlar ‘çadır yetmiyor’ diye yayın yapıyor. İlk 24 saat bir başarısızlık oldu bunu kabul ediyoruz. Dünyanın her yerinde benzer durumlarda bu yaşanabilir” şeklinde açıklama yaptı. İlk 24 saat başarısız olduklarını dile getiren Erdoğan açıklamasına; “Çevre ve Şehircilik Bakanlığımla bir çalışma içine gireceğiz ve şehirlerimizde yetkiyi gerekirse bakanlık bünyesine alacağız ve gecekondu kaçak yapılaşma gibi binaları gerekirse sormadan kamulaştıracağız. Bedeli ne olursa olsun. Oy verir oy vermez kaygısı içinde olmayacağız. Bu tabloları devamlı yaşamaktansa iktidarı kaybetmeyi tercih ederiz.” diye devam etti.

uzun: “HÜKÜMET HESAP VERMELİ” Emekçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sibel Uzun konuyla ilgili açıklamasında; “Van depremi bize devletin nasıl bir enkaz olmuş bir işleyişi olduğunu gösterdi. Kürtler’e karşı kurulan ırkçı dil, BDP’li belediyelere hükümetin ırkçı yaklaşımı ne BDP’lileri ne de diğer şehirlerdeki halkları kardeş yardımlaşmasından alı koyamadı. Yardımların dağıtımından devlet yetkilileri sorumlu olmasına, yönetmesine rağmen halkı yağmacılıkla suçlaması gibi ayrımcı yaklaşımlar, kendi ayıplarını örtmeye yetmiyor. Alması gereken önlem, planlama ve katılımcılıkla deprem felaketini önleyebilecekken baştan aşağı görevini yapmayan, sokakta kalan depremzedeyi kurtarmayan hükümet hesap vermelidir. Tüm binaları yıkarak TOKİ’lerle yeni rant alanları kuracağını ilan eden kapitalist hükümeti bizler durdurmalıyız, geçit vermemeliyiz.” dedi.

Kadınlar cinayetlere gerçek çözümler istiyor Eskişehir Demokratik Kadın Platformu her hafta Pazar günleri 15.00’da Adalar Migros önünde gerçekleştirdiği sistematik eylemlerin dördüncüsünü geride bıraktı. Kadınlar eylemde; hafta içerisinde bıçaklanarak öldürülen Yasemin Özdemir ve Gülten Kıvanç’ı anlattılar. Kadın cinayetlerinin sistematikliği karşısında devlet kurumlarının yavaş hareket etmesini eleştiren kadınlar; devlet gerçek çözümleri hayata geçirmedikçe bu konunun takipçisi olacaklarını belirttiler. Eylemde yapılan basın açıklamasında kadınların maruz kaldığı taciz ve tecavüzde hala erkeğin beyanının esas alınması, kadın cinayetlerinde haksız tahrik indirimlerinin olması ve devletin bu konuya dair hiçbir somut adım atmadığı şu sözlerle dile getirildi: “HSYK’nın çıkardığı yasalar kadınlara yönelik şiddeti önlemek şöyle dursun, şiddeti teşvik edici derecededir. ‘Tecavüzcüsüyle evlendirilme’, ‘haksız tahrik indirimi’ gibi yasaların çok açıktır ki hiçbir önleyiciliği yoktur. Tecavüz, taciz, şiddet

olaylarında kadınların beyanları esas alınmalıdır.”

Diyanet işleri ile işbirliği yapıldı Eylem sırasında kadın cinaytelerinin çoğunun aile içerisinde işlenmesine rağmen Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlığın adından kadının silinmesine bir kez daha vurgu yapıldı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan protokolün de kadını birey olarak değil ailenin bir öznesi olarak gördüğünün bu nedenle de kadın cinayetlerinin bu yöntemle durdurulmayacağı ifade edildi. Öznur Uluişden davasına çağrı yapıldı Platform, geçtiğimiz yıl Eylül ayında Ali Haydar Körmeçli tarafından kaçırılıp öldürülen Öznur Uluişden’in her davasında olduğu gibi 3 Kasım’da görülecek altıncı duruşmasında da orada olacaklarını belirtti. Tüm kadınları da verilen bu yaşam mücadelesinin birer parçası olmaları için 3 Kasım’da Adliye önünde olmaya davet ettiler. ESKİŞEHİR BİLGESU ERDOĞAN

Kaplan: Gen Soru İle Gündemi Meşgul Etmek İstemiyoruz Van’da meydana gelen 7.2’lik depremin ardından Hasip Kaplan bir açıklamada bulunarak “Yaraları sarma, dayanışma zamanı. Bugün Meclis Başkanlığına başvurarak gensoru önergemizi geri çektik. İleride deprem eksikliklerini de içeren, güncelleyen bir konuda, farklı zamanda gündeme getiririz” dedi. Zor ve acı günlerin yaşandığını belirten Kaplan, bu günlerde Kürt sorunun çözümü noktasında sağlıklı bir ortam oluşmadığını da sözlerine ekleyerek Meclis görüşmelerinin 1 hafta ertelenmesi önerisinde bulunduklarını ifade etti. TBMM Başkanı Çiçek: BDP’nin Tavrı Doğrudur Meclis Anayasa Uzlaştırma Komisyonu toplantısı öncesinde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Çiçek, BDP’nin gen soru önergesini çekmesi hakkındaki düşüncelerini “Bu doğru bir tavırdır” diyerek açıkladı. Hasip Kaplan’ın kendisini arayarak bilgi verdiğini ifade eden Çiçek “Bu ortamda böylesi işlerin konuşulması doğru olmazdı” diyerek memnuniyetini dile getirdi. Çiçek, Meclis’te yapılacak olan gizli oturumun da ertelenmesi için görüşmelerde bulunacaklarını ifade etti ancak gizli oturum yine de gerçekleştirildi.

Diyanet İşleri protokol imzaladı Protokol imza töreni Diyanet’te düzenlendi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin burada yaptığı konuşmada anlayışlarının “İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın” anlayışı olduğunu belirtti. Son yıllarda ülkenin büyük ölçüde gündemini kaplayan kadına yönelik şiddetin kaynağını aile içi iletişim sorunu belirten Fatma Şahin, aile düzeninin İslam dinine uygun kurulduğu süreci sorun yaşanmayacağını iddia etti.

İslam dini kadın erkek ayrımı yapmaz “Sevgi, barış, merhamet ve adalet dini olan İslam dininin bir takım sorunlara referans olarak gösterildiğini ve bu sorunu onaylayacak şekilde toplumda algılatılmaya çalışıldığını gördük. Katı gelenek ve göreneklerin dinimizin üzerine geçtiği, yalancı hadislerle gerçek hadislerin karıştırıldığı durumları gördük. İşte bu yüzden Diyanet İşleri Başkanlığının hayata dokunması bunu bir aydınlatma projesine dönüştürülmesi gerekiyor.” diyen Bakan Şahin, Kuran-ı Kerim’de kadın ve erkek ayrımının olmadığını ifade etti. Kadın ve erkeklerin eşit yaşam koşullarına sahip olmamasının nedenini İslam dinini refere ederek açıklayanları eleştirdi. “Dinini bilen insanlar yetiştirmek arzusundayız” Fatma Şahin, imzalanan protokolle birlikte Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çok koordineli bir şekilde çalışma yürüteceğini anlattı. Bakan,”Kağıt üzerinde, salonlarda kalan bir protokol istemiyoruz. Bilimi ve aklı kullanan özgüveni yüksek, elinde çantasını alıp dünyayı dolaşan, kendini bilen, dinini bilen insanlar yetiştirmek arzusundayız.” dedi. Aile Korunmaya Devam Edecek Aile kurumunun korunmasının toplumsal bütün sorunların çözümüne hizmet edeceğini açıklayan Bakan Şahin’in sözleri bir süredir Türkiye’de ve dünyada kadın cinayetlerini durdurmak için mücadele eden kadın örgütlerinin eleştirilerini hatırlatıyor. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın kaldırılıp, yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulması, uzun zamandır Türkiye’de kadın cinayetlerine karşı mücadele eden kadın örgütlerinin eleştiri konusu. Kadınların aile ile birlikte değil, özne olarak kabul edilmesi gerektiğini vurgulayan kadın örgütleri, “kadınlar ne kadar çok aile içinde tutulmaya kalkılırsa o kadar çok öldürülürler. Çünkü kadınlar, ailede en son gelenlerdir. Ev işlerini her gün, durmaksızın yaparız. Kendi kararlarımızı alma hakkımız yoktur. Boşanmaya karar verirsek de bedelini yaşamımızla öderiz” diyerek uzun zamandır kadın cinayetlerine karşı sokaktalar. ankara kübra usta


05

1 KASIM 2011 YARIN

Gülsüm Kav

Sinop’un Işıkları

Bana değmeyen yasa bin yaşasın Anayasa değişikliğine yönelik tartışmalar sürerken, partilerin süreci ele alışları toplumlu düşündürüyor. Seçim sürecinde hali hazırdaki anayasanın darbe ürünü olduğu ve revize edilse de yeterli olmayacağı görüşü üzerinden propaganda yapan partiler bugün ilk üç maddenin “neden değiştirilemeyeceğini” anlatıyorlar. ankara can çoksöyler

Değiştirilecek maddelere gelince ise henüz bir ortaklık yok. Diğer taraftan siyasiler anayasa tartışması havasına girdiler bile. Komisyonlar, toplantılar, görüşmelerle başlayan süreç ileride daha da çetinleşecek gibi. Ancak uzlaşma uğraşlarında herkes söze bir olumlulukla başlasa da şimdilik elde var sıfır.

Komisyonu Karar Verdi: 2012’de Bitecek Geçtiğimiz gün ilk toplantısını yapan Anayasa Uzlaşma Komisyonu birçok konuda anlaşamazken, çalışmasını 2012 sonuna kadar bitireceğini açıkladı. Toplantıdan komisyonun bitme şartları dışında bir karar çıkmazken ilk tartışma ise komisyonun görev ve yetkisinde çıktı. CHP ve BDP’nin yasa değişikliği önerdiği toplantıya başkanlık eden TBMM Başkanı Cemil Çiçek, “Bizim öyle bir yetkimiz yok” dedi. Komisyonda diğer bir öne çıkan

durum ise, BDP dışındaki partilerin bütünlü bir değişimden yana olmamalarıydı. BDP İlk üç madde dahil bir değişiklik yapılabilir derken, AKP, CHP ve MHP bu tür bir değişikliğe temelden karşı. Neyin olması gerektiğinden öte nelerin olmaması gerektiğinin konuşulduğu komisyonun ilk toplantısından ise ortak bir metin çıkamadı.

Demokrasi Gelecek Mi? Demokratikleşme tartışmalarıyla birlikte gelen anayasa değişikliği çalışmalarının bugünkü hali akıllara bu soruyu getiriyor. Partilerin sunumlarında sadece kendi olurlarının yanı sıra toplumun farklı kesimlerinin değişiklik taleplerinin yer almaması, gerçek bir değişim kaygısının olmadığı yönünde bir rahatsızlık yaratıyor. Meclistin büyük çoğunluğunun, bırakın anadilde eğitim, bölgesel özerklik gibi görece daha güncel talepleri %10 barajı, Yüksek Öğretim Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, siyasi partiler kanunu gibi 12

Eylül darbesinin ardından getirilen değişikliklere itiraz ettiği düşünülürse 12 Eylül bir süre daha kalacağa benziyor.

Bir Ortaklaşma Olur Mu? Toplumun nesnel sorunlarının çözümünden ziyade, partilerin ihtiyaçlarının tartışıldığı anayasa tartışmasında bir uzlaşma zor gözüküyor. Diğer taraftan herkesin söylediği demokrasi, örgütlenme hakkı gibi kavramların yasalaşmış halleri ise oldukça tartışmalı. Operasyonlarla birlikte Kürt Sorununda çözümün ötelendiğini düşünürsek Anayasa tartışmaları bu noktada bir hayli önem kazanıyor. Ancak AKPCHP-MHP üçlüsünün her açıklamasında ilk sırayı bu başlıktaki olmazlar teşkil ediyor. İlk Üç Madde Değişmez Mi? Anayasa’nın ilk üç maddesinin değişmesinin önünde hiçbir engel yok. Şimdiye kadar her darbenin bir tur değiştirdiği bu maddeler meclis tarafından da

değiştirilebilir. Ancak başta bu konuya girmeyen AKP’de dahil olmak üzere CHP, MHP gibi partiler bu değişikliğe katiyen karşı olduklarını ifade ediyorlar. Seçim sürecinde yeni anayasa önerisini açıklayan geçtiğimiz günlerde BDP ile bir görüşme yapan TÜSİAD ise daha bütün bir değişikliğe açık olmak gerektiğini ifade ediyor.

Halk 1982 Anayasasını İstemiyor Bu etapta daha çok her partinin kendi değişiklik talepleri üzerinden açılan Anayasa tartışması bir çıkmazda gibi gözükse de, önümüzdeki süreçte daha yapılacak görüşmeler ve farklı anayasa önerileri var. Seçim süreçlerinde anayasa değişikliği ve 12 Eylül’ün yargılanması gibi konuları halkın ilk sıraya koyduğu ortadayken, toplumun büyük çoğunluğunu kapsayıcı, gerçekten halkçı ve eşitlikçi, emekten ve demokrasiden yana bir anayasanın yapılıp yapılamayacağını süreç gösterecek.

Siyaset Akademisi’ne KCK Operasyonu KCK adı altında yürütülen operasyonunun hedefinde BDP’nin Siyaset Akademisi vardı. Gözaltına alınanlar, akademide verdikleri derslerle ‘örgüte kadro yetiştirmekle’ suçlanıyor. Geçtiğimiz gün gerçekleşen operasyonda 41 kişi gözaltına alınırken, 23 kişi hakkında daha gözaltı kararı bulunduğu öğrenildi. Gözaltına alınanlar arasında BDP yöneticilerinin yanı sıra Ragıp Zarakolu, Prof. Dr. Büşra Ersanlı gibi isimlerin de olması dikkat çekti. Türkiye Yayıncılar Birliği Yayımlama Özgürlüğü Komitesi Başkanı olan yayıncı ve yazar Ragıp Zarakolu’nun, Siyaset Akademisi’nde verdiği derslerde “Örgüte kadro yetiştirmek” suçlamasıyla gözaltına alındığı öğrenildi. 4 Ekim’de yapılan baskında gözaltına alınan 98 kişiden biri olan Ragıp Zarakolu’nun oğlu Deniz Zarakolu ise 7 Ekim’de tutuklanarak cezaevine konmuştu.

TARİH DERSLERİ DELİL SAYILDI BDP’nin siyaset akademisinde Türkiye tarihi, Kürt Halkının tarihi derslerde konuşulanlar soruşturma nedeni sayıldı. Eş zamanlı olarak siyaset derslerine yapılan operasyonların ise daha tamamlanmadığı, toplamda 64 kişinin gözaltına alınacağı duyuruldu. ANAYASA ÇALIŞMALARI SEKTEYE UĞRADI BDP Anayasa Hazırlık Komisyonu’nda çalışan Prof. Dr. Ersanlı’nın gözaltına alınmasıyla hazırlık çalışmaları sekteye uğramış oldu. Konuyla ilgili açıklama yapan BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş “Böyle

devam ederse, sağlıklı bir anayasa süreci yürüyebileceğinden söz edilemez. Bu koşullarda anayasayı tartışmak giderek imkânsız hale geliyor” dedi.

YANDAŞ BASINA İDDİANAME SERBEST ‘Soruşturmanın gizliliği’ gerekçesiyle suçlama nedeni avukatlara dahi bildirilmezken, operasyonun gerekçeleri, Zaman, Yeni Şafak gibi hükümet yanlısı gazetelerde ayrıntılı olarak yer buldu. Haberlerde, ‘BDP’nin Siyaset Akademisi’nin KCK’ya kadro yetiştirmekte olduğu, Zarakolu, Ersanlı gibi kişilerin örgütü ideolojik olarak besledikleri ve toplantılarda Başbakan Erdoğan’a suikast planlarının konuşulduğu’ bilgilere nereden ulaşıldığı ise belirtilmemiş. “KÜRT HALKINA SİYASİ ALAN AÇILMALIDIR” Yarın Gazetesi’ne konuşan Emekçi Hareket Partisi Genel Sekreteri Gün Çağ Aydın, operasyonların çözümsüzlüğü derinleştirdiğini, çözümün demokratik alandan geçtiğini söyledi ve ekledi; “Devletin yürüttüğü politikalar sorunu çözümsüzlüğe doğru ilerletiyor. Siyaset yapanlar içeriye atıldığı sürece sorunun çözümünden bahsedemiyoruz. Siyasilere yapılan tutuklamalar devam ederse Kürt Halkı’nda, demokratik yollardan çözüm olamayacağı fikri oluşacaktır. Bunun gelişmesi, operasyonlarla siyaset alanının kapatılmasına, savaşın şiddetlenmesine yol açacaktır. Bizce savaşın son bulması için demokratik düzenlemeler yapılmalı ve siyaset alanı açılmalıdır. Ancak bugüne baktığımızda, AKP kendinden

başkasını devamlı olarak sindirmeye çalışıyor. Ancak Kürt sorununun sindirme politikalarıyla çözülmeyeceği ortada. Yapılması gereken demokratik yöntemlerin geliştirilmesi ve siyaset alanının açılmasıyken, egemen sınıf, attığı adımlarla çözümsüzlüğü ancak derinleştiriyor. Anayasa değişikliğinin şiddetlendiği bir süreçteyiz. Bir demokratikleşme süreci olarak sunulan bu değişiklik çalışmaları süresinde hala operasyonların devam ediyor olması, anayasa üzerine çalışan aydınların, profesörlerin tutuklanıyor olmaları tam bir çözümsüzlük yaratıyor.” yarın güncel

ragıp zarakolu

EHP: Faşist saldırılar sökmeyecek 24 askerin hayatını kaybetmesi sonucu faşizm sokaklarda kol geziyor. Hükümet ve bakanları ise yaptıkları açıklamalarla sokakta gelişmekte olan tepkilerin insanların “duyarlılığı” olduğu konusunda hem fikir durumdadır. Bu tavrın kendisi saldırıları görmezden gelmenin dışa vurumudur. “Samsun, Ankara ve İstanbul’da Emekçi Hareket Partisi üyelerine faşistler tarafından saldırı düzenlenmiştir. Faşistler kurdukları pusularda özellikle kadın yoldaşlarımızı hedef almışlardır.

Saldırılarda, tek başına olan kadın yoldaşlarımıza sayıları birden fazla kişi olacak şekilde şiddetli saldırılar düzenlenmiştir. Samsun’da üniversite çevresinde gerçekleşen saldırıda, özel güvenlik görevlileri faşistlerin olay yerinden hızlıca uzaklaşabilmesi için bütün çabayı göstermiştir. İstanbul’da kadın yoldaşımız faşistler tarafından takibe alınarak “uygun bir yerde” saldırıya maruz kalmıştır. Ankara’da üniversitede gazete dağıtımı esnasında saldırı gerçekleştirilmiştir.

Yoldaşlarımız ciddi bir sağlık sorunu yaşamamıştır. Gerçekleşen bu saldırılar ne ilk ne de sondur. Azgınca saldıran faşizm bu saldırılardan bir sonuç alamadığını analiz edebilecek bir organizasyon değildir. Analiz yapabilme kabiliyeti faşistlerde bulunmaz, onların diline pelesenk olmuş söz “intikam”dır. Halkın duygularını sömürme eğiliminde olan bu saldırganlık elbet bir gün çaresiz kalacaktır. Emekçi Hareket Partisi, örgütlen-

mesinin önüne çıkan engelleri aşma konusunda oldukça kararlıdır. Emekçi halkın bağrında yürütülen sosyalizm mücadelesi faşistlerin yüreksiz saldırısı ile geriletilemez, geriletilememiştir. Dün olduğu gibi bu gün de faşist saldırılar sökmeyecektir. Partimiz sosyalizm mücadelesinin bedellerle büyütüldüğünü iyi bilir. Faşist saldırıları örgütleyen, organize eden kesimler de iyi bilsinler ki bu saldırılar unutulmayacaktır ve elbet hesabı sorulacaktır.” yarın güncel

Başbakan diyor ki; ““Daha fazla adaletle, daha fazla demokrasiyle, daha fazla özgürlükle bu ülke bir uçtan bir uca bir daha kararmamak üzere aydınlanacak.” Onun bu sözleri söylediği anlarda; Sinop Gerze’de 21 Ekim günü termik santrale direndikleri için gözaltına alınan ve ardından serbest kalan 5 kişi; Ümit Küçük, Murat Akgöz, Fatih Asna, İlker Özcan ve Nusret Kuruoğlu savcılığın itirazı üzerine yeniden gözaltına alındı ve çıkarıldıkları mahkemede tutuklandı. Onun bunu söylediği anlarda, BDP Anayasa Komisyonu üyesi Büşra Ersanlı ve yayıncı Ragıp Zarakolu, demokrasi mücadelesine samimi yetle emek verenler gözaltına alındı. O anlarda, son yıllarda her gün olduğu gibi o günde yine beş kadın cinayeti oldu. Son günlerde hergün olduğu gibi üniversitelerde, başka bir dünya kurma umudu ve ideali olan öğrencilere faşist saldırılar oldu. Annelerin beklediği toprağın altından günyüzüne çıkamamış, toprağın üzerinde kimyasalla kavrulmuş insan kemikleri sızladı. Bu sözleri o mu söylüyordu? Doğru mu duyuyorduk? Yanlış mı ölüyorduk? Nasıl oluyordu peki? … Doğru duyuyorduk ama başbakanın anladığı “aydınlık” ile bizimkisi bambaşka idi. Şimdi Sinop’u görenler bilir; insana bu coğrafyada yaşamaktan dolayı gurur veren çok güzel bir doğası vardır. Ama gelin görün ki, bu güzelliği başına bela; bu doğanın ortasına 4 reaktörden oluşan 1 nükleer santral, 3 termik santral, o da yetmedi çok sayıda HES planlanıyor. Sinop’luların son yılları herhalde tümüyle bu akıl almaz santral planlarına karşı mücadeleyle geçiyor. Sinop’lulara ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikası uygulanıyor ama bu da tutmuyor. Halk hiçbirine razı olmamaya kararlı, direniyor. İşte direnenlerden 6 kişi tutuklu şimdi. Asla yalnız yürümeyecekler; Hopa, Trabzon Solaklı, Erzurum ve Anadolu’nun her tarafında kuşatılan deresine, suyuna sahip çıkan diğer tüm onurlu insanlar ve onlarla kader birliği edecek olanlar var. Başbakan’ın “ülkeyi bir uçtan bir uca aydınlatmak” tan anladığı şey işte bu; bütün toprakları, suları rant şantiyelerinin çiğ ışıklarıyla boğmak. Kalkınma partisi o. Kalkınmak kötü mü?Ya ülkenin iyiliğini düşünüyorsa Başbakan? Öyleyse, iyilik olacaksa, soracaksın başbakan. HES’leri orada yaşayana soracaksın. O dereler, o doğa hepimizin hatta henüz hiç doğmamışların, onlara da soracaksın. Kürt halkının sorunlarının demokratik çözümünü BDP’ye soracaksın, gözaltına almayacaksın. İyilik olacaksa her felaket anına, insanlığın acılarına fırsatçı oportünist olarak atlayamacaksın. Ne zaman bir insanlık dramı, bir olağanüstü hal varsa, başbakanın ilk sözü başsağlığı, ikinci sözü yeniden yapılandırma, inşaat, rant oluyor. Somali’de insanlık dramı olur, ilk aklına gelen oradan işçi getirmek olur. Van’da deprem olur, ilk aklına gelen inşaat olur. Deprem konusunda ihmaller için köklü çözüm iyidir de, bu köklü çözüm yaklaşımı neden diğer sorunlarda akla gelmez? En kanayan yaranın; Kürt halkının sorunlarının köklü demokratik çözümü yok. İşsizliğin, kadın cinayetlerinin, yıllardır kayıp evladını arayanların sorunlarının köklü çözümü yok. Onların ucunda inşaat, ucuz işgücü, rant yok çünkü. Baksanıza, inşaat sanayicileri ve işverenlerle toplantı yapan Enerji Bakanı, 2002 yılında enerji üretiminde özel sektörün payının % 34 olduğunu, 2014’ün sonuna kadar ise bu payın % 75’e çıkmasının hedeflendiğini söylüyor. Bizim gerçek sorunlarımızın ucunda böyle özelleştirmeler yok. İnsanlığın evrensel değerleri var. Bu değerler de AKP’de yok. Fakat bu kafayla çözüm de bulamaz AKP. Mecburen o da soracak, öğrenecek.

Başbakan Erdoğan sözünü tutmadı Devletin ‘gözaltında kaybettiğini’ kabul ettiği Devrimci Yolcu Cemil Kırbayır’ın ailesi, suçun kanıtlanmasına rağmen herhangi bir işleme başlanmadığından, konuyu AİHM’e taşıdı. 12 Eylül 1980 Darbesi’nin ertesi günü gözaltına alınan Cemil Kırbayır’dan bir daha haber alınamamıştı. Cemil’in peşine düşen ailesine, gittikleri her kapı suratlarına kapatılmış ve “Cemil firar etti” denilmişti. Cumartesi Anneleri mücadelesine katılan 104 yaşındaki Berfo Ana 31 yıl boyunca defalarca gözaltına alınmış, tehdit edilmiş ancak oğlunu aramaktan vazgeçmemişti. “Oğlum gelmeden Azrail bile gelse gitmeyeceğim” diyen Berfo Ana şimdi AİHM yolunda. yarın güncel


06 EMEK

0401EKiM 2011 YARIN KASIM 2011 YARIN

İşçi sendikaları mevzuatı birleşti DİSK’in görüşmelerden çekilmesi sonrasında Bakanlık, Türk-İş, Hak-İş ve TİSK arasında yürütülen görüşmeler sonrasında Bakanlık tarafından hazırlanan 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu, “Toplu İş İlişkileri Kanunu” adıyla tek bir metinde birleştirilerek imza için Bakanlar Kurulu’na gönderildi.

Gerekirse grev var KESK Genel Başkanı Lami Özgen, Çalışma ve Sosyal

Güvenlik Bakanlığı’nın 4688 sayılı yasada yapacağı değişikliğe karşı KESK olarak direneceklerini ve gerekirse greve gideceklerini açıkladı. KESK Genel Başkanı Lami Özgen, KESK Genel Merkezi’nde memur sendikaları ile hükümet arasında yürütülen görüşmeler sonrasında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın hazırladığı kanun taslağına ilişkin basın toplantısı düzenledi. Özgen: “Grev hakkımızı yasal güvence altına almak yerine Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun kararlarına kesinlik kazandırılarak greve zımnen yasak getirilmek istenmektedir. Hükümet bununla da yetinmeyerek Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun bileşimini Hükümet ağırlıklı oluşturmuştur. Taslağa göre 11 kişiden oluşacak Kurulda Hükümet 6 üye ile çoğunluğu sağlayacaktır. Çünkü 4 üyeyi doğrudan atamakta, 7 öğretim görevlisi içinden birini bakan seçmekte ve Meclis’te çoğunluğu elinde bulunduran Hükümetin oyuyla seçilen Sayıştay Başkanı da Kurula Başkanlık etmektedir. Daha da çarpıcı olanı konfederasyonlar tarafından önerilen 7 öğretim üyesi içinden birini bile Bakan seçmektedir. Hükümet yüzde birlik bile risk almak, işi şansa bırakmak istemiyor! Sanırız bunun dünyada başka bir örneği yoktur.” dedi.

ANKARA SELÇUK KAYGISIZ

Hazırlanan taslakta sendikalara üyelikte noter şartının kaldırılması, sendikaya üyelik yaşının düşürülmesi gibi olumlu gelişmeler olmakla birlikte, sendikal örgütlenmenin önündeki engeller büyük ölçüde durmakta ve grev hakkına yönelik sınırlandırılmalarda çok fazla bir değişiklik yok. Sendikaların önündeki yüzde 51 barajı hala duruyor. İşkollarında da düzenlemeye gidilerek iş kolları azaltılıyor fakat toplu sözleşme iş koluyla sınırlandırılıyor. Ayrıca sendikal örgütlenmenin önünde büyük engel olan yetki tespit ve itiraz süreci büyük ölçüde korunuyor. Hükümetin grev erteleme yetkisinde herhangi bir değişiklik yapılmamaktadır. Taslakta ayrıca grev yapamayacak olan iş yerleri de belirlenmiş. Bankaların neden greve gidemediği ayrıca bir tartışma konusu olarak karşımızda duruyor.

İŞKOLU SAYISI 18’E İNDİRİLİDİ Taslakla, 28 olan iş kolu sayısı 18’e indirildi. Yeni düzenlemeye göre iş kolları şöyle: “Gıda, avcılık, balıkçılık, tarım

ve ormancılık; Madencilik ve taş ocakları,Petrol, kimya, lastik, plastik ve ilaç; Dokuma, hazır giyim ve deri; Ağaç ve kağıt; İletişim; Basın-yayın ve gazetecilik; Banka, finans ve sigorta; Ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar; Çimento, toprak ve cam; Metal ;İnşaat; Enerji ;Taşımacılık, ardiye ve antrepoculuk; Sağlık ve sosyal hizmetler; Konaklama ve eğlence işleri; Savunma; Genel işler”

BANKALAR GREV YAPAMAYACAK! Taslakta, grev yapılamayacak iş yerleri ve işler yeniden tanımlanarak, temel kamu hizmetleriyle sınırlandırıldı. Buna göre, can ve mal kurtarma, cenaze ve defin, itfaiye işlerinin yanı sıra elektrik ve doğalgaz gibi hizmetlerde grev ve lokavt yapılamayacak. Ayrıca, hastanelerde, bankalarda ve şehir içi toplu taşıma hizmetlerinde de grev ve lokavt uygulamasına gidilemeyecek. Kanun taslağının gerekçesinde bu değişikliğin “ILO’nun üzerinde durduğu yaşamsal hizmetlerde grev hakkının sınırlandırılması ya da yasaklanması gerektiğine ilişkin görüşleri göz önünde bulundurularak” yapıldığı iddia ediliyor. ILO kararlarında açık-

ça bankacılık sektörü yaşamsal hizmet olarak sayılmıyor. Daha önce grev ve lokavt yasağı kapsamında olan noterlik hizmetleri, deniz, kara ve demiryolu ile diğer raylı yolcu ulaştırma hizmetleri, eczaneler, eğitim öğretim kurumları, çocuk bakım yerleri, huzurevleri, mezarlıkların yanı sıra Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca doğrudan işletilen iş yerleri grev ve lokavt yasağı kapsamı dışına alındı.

GREVİ BAKANLAR KURULU ERTELEYEBİLECEK Bakanlar Kurulu, yasal bir grevi, genel sağlık ve milli güvenlik gerekçesiyle 2 ay erteleyebilecek. Ayrıca, siyasi amaçlı grev, genel grev ve dayanışma grevi ile iş yeri işgali, iş yavaşlatma ve verimi düşürmeye ilişkin yasaklar taslakta yer almıyor. ÇERÇEVE SÖZLEŞME Ekonomik ve Sosyal Konsey’de temsil edilen konfederasyonlara bağlı işçi ve işveren sendikaları arasında çerçeve sözleşmesi yapılabilecek. Çerçeve sözleşmesi, sadece iş kolu düzeyinde

yapılabilecek ve mesleki eğitim, iş sağlığı ve güvenliği, sosyal sorumluluk ve istihdam politikalarına ilişkin düzenlemeleri içerecek. Mevcut yasada “grup toplu iş sözleşmesi” bulunmuyor. Taslakta, yer alan “grup toplu iş sözleşmesi” ile birden çok işverene ait ve aynı iş kolunda faaliyet gösteren iş yerlerinde tek bir toplu iş sözleşmesi yapılacak.

İŞ YERİ BARAJI KORUNUYOR Mevcut yasaya göre, iki türlü baraj var. İş kolu barajı yüzde 10, iş yeri ve işletme barajı ise yüzde 51. Yüzde 10 olan iş kolu barajı taslakta binde 5’e indirildi. İş yeri barajı yüzde 51 olarak korunurken, işletme barajı yüzde 40 olarak belirlendi. 2822 sayılı yasaya göre, Yüksek Hakem Kurulu 8 üyeden oluşuyor ve 2 üye en çok üyeye sahip konfederasyondan geliyor. Düzenlemeye göre, Yüksek Hakem Kurulu’nun 1 üyesi yine en çok üyeye sahip işçi konfederasyonundan gelecek. Ancak ikinci üye uyuşmazlığın tarafı olan konfederasyondan belirlenecek.

60 bin ücretli öğretmenle tüm ihtiyacımızı karşılıyoruz İSTANBUL SEVAL KUTLU

Başbakanın her üniversite mezununa iş vermek zorunda değiliz açıklaması hafızalarda taze iken bir benzer açıklama da Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’den geldi. Dinçer basına verdiği demeçte devletin hiçbir üniversite mezununa üniversitede okurken onu işe alacağına dair bir garanti vermiyor dedi. Dinçer göreve gelir gelmez 150 bin öğretmen açığı olduğunu söylemişti. Ayrıca 2011-2012 eğitim-öğretim yılının açılışında 11 bin öğretmen atandığını verilen 55 bin öğretmen alımı sözünü yerine getiremedikleri için işsiz öğretmenlerden özür dilemişti. Dinçer, öğretmen sorununa dair yaptığı son açıklamada 60 bin ücretli öğretmenle öğretmen ihtiyacımızı karşılıyoruz dedi.

“ATANAMAYAN ÖĞRETMEN OLACAK” Şubat ayında atama bekleyen yüz binlerce öğretmene kötü haber Milli Eğitim Bakanından geldi. Dinçer, şu anda 60 bin ücretli ders veren öğretmenle tüm ihtiyaçların karşılandığını belirtti. 220 binden fazla öğretmen olmak isteyen gencin olduğunu söyleyen Dinçer, biz ister 50 bin ister 150 bin civarında, öğretmen ihtiyacımızı bütünüyle karşılamış olsak bile hala dışarıda eğitim fakültesi mezunu olacak dedi. “SORUMLULUK BENDE DEĞİL”

‘TOPLU SÖZLEŞMENİN TARAFLARI HÜKÜMET VE MEMUR SEN’ Taslakta toplu sözleşme taraflarının öz itibariyle Hükümet ve Memur Sen olduğunu belirten Özgen, 600 binden fazla üyesi olan KESK ve Türkiye Kamu Sen’in taslağın bu haliyle yasalaşması haline kurula 3 üye vereceğini, ancak 515 bin üyesi olan Memur Sen’in 4 üye ile kurulda temsil edileceğine dikkat çekti. Özgen “Bunun nasıl bir nispi temsil hesabı olduğunu anlayan varsa beri gelsin. Bu formülasyonu bulanı Nobel’e aday göstermek gerek!” dedi. “TALEPLERİMİZ KABUL EDİLMEZSE GREVE GİDECEĞİZ” KESK olarak böyle bir yasa taslağını ve yaklaşımı kabul etmediklerini ifade eden Özgen, “Konfederasyonumuz özgür toplu sözleşme ve grev hakkımızın gereğinin yapılması için taslak TBMM alt komisyonlarında iken görüş ve önerileriyle müdahalede bulunacaktır. Her şeye rağmen yasa taslağı Meclis Genel Kuruluna bu haliyle gelir ise illerden yöneticilerimiz Ankara’ya gelecek ve yasa Meclis’te görüşüldüğü sürece Ankara’da olacaklardır. Yöneticilerimiz Meclis’e yürüyerek grev ve özgür toplu sözleşmeye dair taleplerimizi bir kez daha ifade edecektir. Aynı günlerde tüm illerde de merkezi alanlarda oturma eylemleri yapılacaktır. Bu eylemler vizite hakkı da kullanılarak güçlendirilecektir” dedi.Özgen ayrıca, toplu sözleşme sürecinde taleplerinin kabul edilmemesi halinde KESK’in greve gideceğini açıkladı.

Hollanda’da yeni grev dalgası Geçtiğimiz dönemde üç büyük şehirde toplu taşımacılık şirketleri personelinin gerçekleştirdikleri grev, önümüzdeki ay tekrarlanıyor. 6 Kasım’da Rotterdam, Amsterdam ve Den Haag greve gidiyor. Abvakabo Sendikası tarafından yapılan açıklamada, 6 Kasım 2011 Pazar günü Rotterdam’da RET, Amsterdam’da GVB ve Den Haag’da da HTM toplu taşımacılık şirketleri personelinin greve gideceği belirtildi. Yapılan açıklamaya göre grev gününde her üç şehirde de otobüs, tramvay ve metro seferlerinin iptal edileceği ve grevin tüm gün süreceği aktarıldı. Sendika yetkilileri; grev gününün çalışan ve okuyan kesimi düşünerek Pazar günü yapmaya karar verdiklerini ve bu grev ile hükümete, yapılacak kesintiye karşı bir kez daha düşüncelerini anlatmak istediklerini belirtti. 1 KASIM 2011 SALI

SAYI: 5

MT YAZ SAH B : FAD K TEM ZYÜREK GENEL YAYIN KOORD NATÖRÜ: EMRE ÖZTÜRK ED TÖRLER

GÖRSEL TASARIM

ömer dinçer “ Devlet hiçbir üniversite mezununa, üniversitede okurken onu işe alacağına dair bir garanti vermiyor. Bir sorumluluk, bir mükellefiyet oluşturmuyor” diyen Bakan Dinçer herkesin kendi sorumluluğunu alarak bir okul tercih ettiğini söyledi. Dinçer, “ Eğitim Fakültesi dışında onlarca fakültemizden mezun olan insanlarımız var. Onlar da iş bulamadıklarında bu sorumluluklarının kendilerinde olmadıklarının farkındalar” diye konuştu.

PEKİ NEDİR ÜCRETLİ ÖĞRETMENLİK? Sendikaların açıklamasına göre sınıf mevcutları olması gereken gibi (23-24 kişi) planlanırsa öğretmen açığı 400 bin civarında oluyor. Bakan Dinçer’e göre ise öğretmen açığı 150 bin. Fakat Dinçer yaptığı bu son açıklama ile 60

bin ücretli öğretmenle ihtiyacın karşılandığını söylüyor. Peki nedir bu ücretli öğretmenlik sorusu akıllara takılıyor. Ücretli Öğretmenliğin tanımı şöyle yapılabilir: Bulunulan il veya ilçede öğretmen açığı olan okulların olması halinde il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri tarafından görevlendirilen personeldir. Ücretli öğretmenlik için neler gerekir? 1- Başta Eğitim Fakültesi mezunu olmak, yok ise 4 yıllık ve üstü fakülte mezunu olmak, yok ise ön lisans mezunu olmak, yok ise lise mezunu olmak 2- Sabıkısız olmak 3- Sağlık durumunun görev yapmaya uygun olmak Maaş ; girilen ders saati üzerinden

hesaplanır. Eğer ücretli öğretmen haftalık tüm derslerini doldurursa haftada ortalama 165 TL kazanmakta. Sigorta ise; eğer haftalık tüm derslere girildiğinde 7,5 saat sigorta saati yapar(yarım saat yemek dahil edilmiyor) ve bir gün olabilmesi için 8 saat olması gerekir, ayda 16-17 gün sigorta ödenmiş oluyor. Tatil günlerinde maaş ve sigorta ödenmez. Ücretli Öğretmenlik Başvuruları; İl ve ilçe Milli Eğitim Müdürlükleri’ne “ bulunulan il veya ilçe de öğretmenlik yapmak istiyorum” diye dilekçe yazılarak yapılır. Ücretli Öğretmenler kadrolu öğretmenlerle aynı koşullarda çalışmasına rağmen iş güvencesi, özlük ve sendikal haklardan mahrumdurlar.

DA ITIM ADRES: RUMEL C. MATBAACI OSMANBEY S. NO67/4 L / STANBUL BASILDI I YER: ASPA ASYA PAZ. YAY. DA . TUR. REK. A . EVREN MAH. GÜNAY SK NO: 4 BA CILAR / STANBUL

6 AYLIK ABONEL K: 25 TL 1 YILLIK ABONEL K: 50 TL SANEM DEN Z KURAL ADINA; PTT HESAP NO: 08848286 BANKASI HESAP NO: 6200 2465988 IBAN: TR34 0006 4000 0016 2002 4659 88 Z RAAT BANKASI HESAP NO: 615 57722685 5001 IBAN: TR28 0001 0006 1557 7226 8550 01

YAPI KRED HESAP NO: 229/88735111 IBAN: TR38 0006 7010 0000 0088 7351 11 GARANT BANKASI HESAP NO: 31/6896034 IBAN: TR90 0006 2000 0310 0006 8960 34 AKBANK HESAP NO: 0177542 IBAN: TR57 0004 6001 6488 8000 1775 42

ABONEL K Ç N: TEL: 0 506 724 64 47 E-Mail: yaringazetesi@yarinhaber.net


07 EKONOMi Krizin deprem üssü Avrupa

04 EKiM 2011 YARIN 1 KASIM 2011 YARIN

Krizin yansıması: İşten çıkarma

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Türkiye’nin durumu bir yanda dururken. dünyada yaşanan finans krizinin merkezinde şu anda Avrupa’nın bulunduğunu belirterek, “Yani olası bir depremin merkezi, Avrupa olacak gibi görünüyor ve Avrupa’da topyekün bir kötüye gidişin söz konusu olabileceğini” söyledi. ciddi şekilde zorluk çekmeye başladı. Bakıyorsunuz, Almanya’nın risk pirimi son aylarda yükselmeye başladı. Niye diye baktığınızda, bu kadar borcun altına imza at at, ona kefil ol, buna kefil ol, zaten kendi borcu var. Belki milli gelirine oranla daha makul ama bir başka ülkenin, bir daha bir daha başka ülkenin borçlarını yüklendiğinizde bakıyorsunuz, Almanya’da da risk pirimi yükseliyor. Özellikle burada maddi çıkarlar söz konusu olduğunda ve ülkelerin kredibilitesi söz konusu olduğunda maalesef o AB’yi oluşturan ruhun, o dayanışma birlik ruhunun şu anda çok da geçerli olmadığını görüyoruz.”

İSTANBUL İbrahim keskin

Ankara Sanayi Odası’nın (ASO) ekim ayı meclis toplantısında konuşan Babacan, günümüzde Avrupa’daki büyük ülkelerinin dahi artık Avrupa Merkez Bankası’nın desteğiyle borçlanabildiğini bildirdi. Tablonun vahim olduğunu söyleyen Babacan, “Bir yandan 17 ülkenin kullandığı ortak bir para birimi var. Bir

yandan bütçesini nispeten derli toplu götüren ülkeler var. Almanya gibi ama öte yandan da o ortak para birimini kullanıp, para basma konusunda Avrupa Merkez Bankası’nı zorlayan çok sayıda ülke var” dedi.

ORTAK PARA BİRİMİ ADALETSİZ Ciddi bir adaletsizliğin ortaya çıktığına dikkat çeken Babacan, şunları kaydetti: “Bazı ülkeler, bütçelerinde daha derli

toplu giderken, yine o para birliğindeki başka ülkeler, yüksek açık verdiğinde ve o açığı da merkez bankası, o ortak paradan daha çok basarak kapattığında ciddi bir adaletsizlik meydana geliyor. Bir bakıma bütçe açığı düşük olan ülkelerin, bütçe açığı yüksek olan ülkeleri sübvanse ettiği bir dönemdeyiz şu an. Bunun da siyasi olarak sürdürülebilmesi çok zor. Çünkü Almanya’daki gelişmeleri takip ediyorsunuz, Alman hükümeti çok

“Topyekün bir kötüye gidiş” ABD ve Japonya’da da sorunların büyük olduğunu, ancak işin aciliyeti açısından dünyadaki zor ekonomik tablonun tam merkezinde şu anda Avrupa’nın olduğunu vurgulayan Babacan, “Olası bir depremin merkezi, Avrupa olacak gibi görünüyor. Ülkelerin, mutlaka bütçelerini derleyip toparlamaları gerekir. Bu imkansız bir şey değil. Siyasi zorlukları var ama birilerinin bu bedeli ödemesi ve gerekli adımları atması lazım. Aksi halde topyekün bir kötüye gidiş ihtimali, Avrupa için söz konusu olabilir ve Avrupa, tek başına dünya ekonomisinin üçte biri... Dolayısıyla Avrupa’daki kötü gidiş, tüm dünyayı da peşinden sürükleyebilir” diye konuştu.

Krizin faturasını halklar ödemeye devam ediyor. Krizi bahane eden şirketler ard arda işten çıkarmalara başladı. Fransız otomotiv şirketi Peugeot Citroen, Avrupa’da 6 bin kişiyi işten çıkarmayı planlıyor. Peugeot Citroen, Japonya’da 11 Mart’ta meydana gelen deprem ve tsunami felaketinin sonuçlarının ve artan ham madde fiyatlarının bu yıl kazançları üzerinde olumsuz etkisi olacağını, 800 milyon euro tasarruf etmek için 2012 yılında 6 bin kişiyi işten çıkarmayı planladığını açıkladı. Açıklamada, işten çıkarılması planlanan 6 bin kişiden bininin imalat bölümünden, geri kalanların ise satış, pazarlama, araştırma ve geliştirme bölümlerinden olacağı belirtildi.

HEDEF BÜYÜMEKMİŞ Japonya’da mart ayında meydana gelen deprem, tsunami ve nükleer felaketin yanı sıra rakip firmaların rekabeti yüzünden satış fiyatlarındaki yüksek baskının gelirlerdeki düşüşe yol açtığını bildiren şirket, Japonya’daki felaketin kazançlarına olumsuz etkisinin 300 milyon euro ve artan çelik fiyatları ile hammadde fiyatlarının olumsuz etkisinin 700 milyon euro olacağını tahmin ediyor. Peugeot Citroen, şirketin “otomotiv bölümünün rekabet edebilirliği ve karlılığını” düzeltmeyi amaçladığını, grubun stratejisinin daha küresel hale gelmek olduğunu bildirdi. yarın ekonomi

Dolar-Yen 2. Dünya Savaşı seviyesinde

Şartları uygun olanlara maaş

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Van’daki depremin ardından, bakanlık olarak sigorta, prim borçlarını ve primleri 1 yıl ertelediklerini belirterek, “Şartları uygun olan işletmelerin de işçilerinin 1, 3, 6 aylık sürelerde 500-1250 liraya kadar olan ücretlerini ödeme imkanımız var” dedi. Maliye Bakanı Şimşek, TL’deki değer kaybı ve güçlü talep nedeniyle enflasyonun bu yıl hedefleri aşacağını açıkladı. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 2011 yılı bütçe giderlerin 313,2 milyar lira, gelirlerinin 290,9 milyar lira olacağının tahmin edildiğini bildirdi. Şimşek, bütçe açığının 22,2 milyar lira, faiz dışı fazlanın da 20,4 milyar lira olduğunu kaydetti. Şimşek, Küresel ekonomide belirsizliklerin ciddi oranda arttığını vurguladı. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek 2011 yılı Ocak - Eylül bütçe gerçekleşmelerini, 2011’in yılsonu gerçekleşmelerinin açıklamalarını paylaşırken, intibak için bir açıklamada bulundu. Bu yıl intibakla ilgili çalışmalar olacağını belirten Şimşek, “Emekliler için intibak konusunu da bu dönemde ele alıyoruz” dedi.

Harçlara zam yok Bakan Şimşek, kamu çalışanlarının enflasyona ezdirilmeyeceğini açıklarken, üniversite

öğrencileri için de bir müjde verdi: “Bu yıl üniversite harçlarına zam yok” Bakan Şimşek, Ocak-Eylül 2011 dönemi merkezi yönetim bütçe uygulama sonuçları, 2011 yıl sonu bütçe gerçekleşme tahmini ve 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı hakkında düzenlediği basın toplantısının ardından, gazetecilerin sorularını yanıtladı. IMF’nin Eylül sonu itibariyle açıkladığı Dünya Ekonomik Görünüm Raporuna değinen Şimşek, raporda dünya ekonomisinin gelecek sene yüzde 4 büyüyeceğinin tahmin edildiğini, fakat Çin ve Hindistan hariç tutulduğunda global büyümenin yüzde 2,7’ye kadar düştüğünün ortaya çıktığını kaydetti. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ve Asya ülkelerinin başını çektiği birçok gelişmekte olan ülkede büyümenin bir miktar hız kaybetse de hala yüksek seyrettiğine işaret eden Maliye Bakanı, ‘’Gelişmekte olan ülkelerin bu sene yüzde 6,4, gelecek sene yüzde 6,1 büyüyeceği tahmin edilmektedir’’ dedi. YARIN EKONOMİ

Fon büyütülüyor Avro Bölgesi liderleri Yunanistan’ı tekrar kurtarırken sırada bekleyen İtalya ve İspanya gibi ülkelere destek için 440 milyar avroluk Avrupa Finansal İstikrar Fonu’nun kaynaklarını 1 trilyon avro düzeyine çıkarma kararı aldı. Bunun için Çin başta olmak üzere yüksek cari fazlaya sahip ülkelerden sermaye çekmeyi bekleyen Avro Bölgesi, üyelerinin hazine kağıtlarına yapılacak yatırımlara Fon üzerinden güvence sunarak faiz oranlarının gerilemesini sağlamayı hedefliyor. Yetkileri artırılan Avrupa Finansal İstikrar Fonu, bugüne dek Avrupa Merkez Bankası tarafından kısmen üstlenilen rolleri krizle mücadele rolünü devralarak, birincil ve ikincil piyasalardan tahvil alabilecek ve zordaki bankalara kredi verebilecek. faruk çelik

Yunanistan’a dost kıyağı

Avrupalı liderler, küresel baskının sorumluluğu ile finansal krize karşı savaşmak için tahvil sahiplerini Yunanistan’ın borcunda kaynaklanan yüzde 50 kaybı alma konusunda ikna ederken, kurtarma fonunu da 1 trilyon euro (1.4 trilyon USD) destekleyecekler. 100 milyar euro tutarında bir borç düşülmüş olacak. değerini yüzde 50 kırpmaya ikna etti. Yunanistan’ın 350 milyar avro civarındaki kamu borcunu en az 100 milyar euro düşürerek büyük ölçüde sürdürülebilir hale getiren hamle bankalara pahalıya patlarken liderlerin finans sektörüne yaptığı ‘’ya hiç, ya yüzde 50’’ tehdidi işe yaradı.

TAM İFLAS HAZIRDI Euro Grubu Başkanı ve Lüksemburg Başbakanı Jean-Claude Juncker, özel sektörün elindeki Yunan tahvillerinin yüzde 50 kırpılması önerilerinin kabul edilmemesi halinde ‘’tam iflas’’ seçeneğine hazırlandıklarını itiraf etti. Bu durumda yüzde 50’ye razı olmaktan başka çare göremeyen bankalar, ellerindeki Yunan tahvillerini nominal değer üzerinden değerini tek bir kalemde 205 milyar eurodan 102,5 milyar euroya indirmeyi kabullendi. Bankalar temmuz ayında Yunan tahvillerinin değerini ortalama yüzde 21 kırpmayı kabullenmiş fakat aradan geçen sürede Atina’nın durumunun daha da kötüleşmesi üzerine bu adım yeterli görülmemişti. Yunan tahvillerindeki kırpılma en fazla bu ülkenin bankalarını olumsuz etkileyecek. KAMULAŞTIRMA OLABİLİR Yunanistan Başbakanı George Papandreu, zirvenin ardından yaptığı açıklamada, borç indirimi operasyonu nedeniyle muhtemelen bazı bankaları kamulaştırmak zorunda kalacaklarını söyledi. Papandreu, kamulaştırılarak yeniden yapılandırılacak bankaları sağlıklı hale getirerek tekrar özelleştirebileceklerini belirtti. YARIN EKONOMİ

AB BAŞARISIZLIĞA MAHKUM ABD Merkez Bankası’nın eski Başkanı Alan Greenspan başta Euro Bölgesi olmak üzere Avrupa Birliği’nin mevcut sorunlarını aşamayacağını ileri sürdü. Greenspan Avrupa’nın, kuzey ve güney ülkeleri olarak bölünmüş olması nedeniyle başarısızlığa mahkûm olduğunu söyledi. Greenspan, AB üyesi ülkeleri arasındaki farklılıkların sorun olduğunu belirterek, “Euro ortaya konurken, güney Euro Bölgesi ülkelerinin, kuzeydeki ülkeler gibi davranmaları, İtalyanların, Almanlar gibi davranmaları bekleniyordu. Ancak öyle davranmadılar. Onun yerine Kuzey Avrupa, Güney Avrupa’nın aşırı tüketimini sübvanse etti. Şimdiki cari işlemler açıkları ortaya çıktı” diye konuştu. AVRUPA’NIN SAĞLAM BİR LİDERLİĞE İHTİYACI VAR Avrupa Merkez Bankası Başkanı Trichet, Avrupa ülkelerinin tamamının belirlenen hedeflere bağlı olmalarının sağlanması için sağlam bir liderliğe ihtiyaç olduğunu vurguladı. Trichet, “Prensiplerimizi, uyumlu şekilde yönlendirirsek, savunabiliriz” dedi. yarın ekonomi

SÖZLÜKÇE

?

Lideler dört gün arayla ikinci kriz toplantısındaki 10 saatlik görüşmede her ne kadar ana maddelerde kilitlenmiş olsalar da borç batağından çıkış yolunu bulduklarını açıkladılar. Almanya Başbakanı Angela Merkel Brüksel’de basın mensuplarına verdiği demeçte “Dünyanın ilgisi bugün bu konuşmalara kilitlendi. Biz Avrupalılar bu gece doğru karara vardığımızı gösterdik” dedi. Açıklamanın ardından euro ve hisseler Asya işlemlerinde değer kazandı. Euro Bölgesi liderleri, gece boyunca pazarlık yaptıkları özel bankaları, ellerindeki Yunan tahvillerinin

Yen dolar paritesi, 75.75 ile İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en düşük seviyeyi gördü. Geçen yılı 81,14’ten tamamlayan yen dolar paritesi bu yıl içinde en yüksek 85,52’ye kadar çıktı. Yen dolar paritesi geçen haftayı 76,21’den kapattı. Son olarak 76,31’e kadar çıkan parite akşam saatlerinde 75,74’e kadar gelerek 2. Dünya Savaşından bu yana en düşük seviyeleri görmüş oldu. yarın ekonomi

GSYİH: Bir ülkenin gayri safi yurtiçi hasılası (GSYİH), ekonomik büyüklüğünün birkaç ölçütünden biridir. GSYİH, GSMH’den farklı olarak, bir ülke sınırları içerisinde belli bir zaman içinde, üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin para birimi cinsinden değeridir. ENDEKS : Endeks bir alanda zaman içinde ortaya çıkan değişimi ölçmeye yarayan ve 100’den başlayan bir sayıdır. Endeks temel dönemde 100’e eşittir ve sonra gelen dönemlerin 100’e göre değişimini gösterir.


08 EKONOMi Enflasyonda manipülasyon

Türkiye istatistik kurumu Eylül ayı enflasyon değerlerini açıkladı. Fakat açıklanan değerlere farklı cephelerden eleştiriler var. Merkez Bankası değerlerin fazla gösterildiği, CHP ve DİSK ise düşük gösterildiği yönünde açıklamalar yaptı. DİSK-AR’ın açıkladığı verilere göre enflasyon değeri 10%’un üstünde.

İ R E L K E Ç R ! E Z G U R YO I L K I AÇ

1 KASIM 2011 YARIN

Banka faizlerinde yükselme Bazı bankalarından 28 Ekim itibariyle tüketici kredisi faizleri 6 ay ve 1 yıl vadede faiz oranı 1,55 ile 1,81 arasında değişirken, 1 ila 2 yıl arasında değişen vadelerde taşıt kredisinde faiz oranı 1,29 ile 1,53 arasında, konut kredisinde de 5 yıl vadede 1,16 ile 1,67 arasındaki bantta bulunuyor. Bankaların tüketici kredisi faiz oranları 6 ay ile 1 yıl arasındaki vadede aylık yüzde 1,5’lar seviyesinde bulunuyor. Ziraat Bankası’nda bireysel destek kredisinde aylık faiz oranı yüzde 1,55 olarak açıklanırken, Vakıfbank’ta bu oran yüzde 1,81 olarak belirlendi. Taşıt kredileri de 1 ila 2 yıla kadar vadelide 1,29 ile 1,53 arasında değişen faiz oranları tüketicilere sunuluyor. Konut kredileri ise 5 yıl vadede 1,16 ile 1,67 arasındaki faiz oranları tüketicilerin kullanımına sunulurken, 10 yıl vadede ise 1,22 ile 1,77 arasındaki değişen faiz oranlarıyla kredi alınabiliyor.

FAİZLERİN SON DURUMLARI Tüketici kredilerinde, İş Bankası, Yapı Kredi Bankası ve Denizbank’ta aynı kalırken, Vakıfbank’ta 0,32, Türk Ekonomi Bankası’nda 0,16, Garanti Bankası ve Finansbank’ta 0,10, Akbank 0,8, Ziraat Bankası’nda 0,4 puan arttı. Taşıt kredilerinde de İş Bankası aynı kalırken, Vakıfbank 0,21, Yapı Kredi Bankası 0,20, Finansbank 0,19, Türk Ekonomi Bankası 0,16, Denizbank 0,14, Garanti Bankası 0,10, Ziraat Bankası ve Akbank’ta 0,9 puan artış oldu. Konut kredilerinde ise 5 yıl vadede Vakıfbank 0,65, Akbank 0,26, Türk Ekonomi Bankası 0,25,Garanti Bankası 0,21, Yapı Kredi Bankası ve Denizbank 0,20, İş Bankası 0,19, Finansbank 0,16, Ziraat Bankası’nda 0,14 puan arttı.10 yıl vadeli konut kredilerinde de Vakıfbank 0,65, Türk Ekonomi Bankası 0,29, Akbank 0,21, Yapı Kredi Bankası 0,19, Denizbank 0,17, Garanti Bankası ve İş Bankası 0,15, Finansbank 0,13, Ziraat Bankası’nda 0,10 puan artış gerçekleşti. YARIN EKONOMİ

İSTANBUL İBRAHİM KESKİN

TÜİK’in verdiği rakamlara göre Eylül ayı Tüketici fiyat endeksi geçen aya oranla yüzde 0,75 değerinde, Üretici fiyat endeksi ise yüzde 1,55 değerinde atırş gösterdi. Yıllık enflasyon oranı ise TÜFE’de 7,40 %, ÜFE’de ise 12 % olarak açıklandı. Genellikle enfalsyon değeri olarak TÜFE oranı baz alınmakta.

NEDİR BU TÜFE, üfe? Enflasyon, fiyatlar genel düzeyinin etkili bir şekilde devamlı yükselmesi nedeniyle paranın sürekli olarak değer kaybetmesi, bunun sonucu olarak da tüketicilerin satın alma gücünü yitirmesi olarak tanımlanıyor. Bu tanım çerçevesinde enflasyon çeşitli mal ve hizmetlerin fiyatlarında yaşanan artış veya düşüşlerin ortalama olarak yansımasını temsil eder. Fiyatlardaki eğilimin tespit edilmesi için kullanım yaygınlığı olan çeşitli mal ve hizmetlerde ki değişimler izlenmekte ve fiyat indeksi oluşturuluyor. TEFE ve ÜFE, fiyat hareketlerinin takibi, ücret ve maaş artışlarının belirlenmesi, hayat pahalılığının ölçülmesi gibi pek çok alanda kullanılmaktadır. ENFLASYON YÜKSEK Mİ, DÜŞÜK MÜ? Tüm bu kavram keşmekeşinin içinde birde egemenler sathındaki tartışmalar var. CHP Genel Başkanı Kemal kılıçdaroğlu, DİSK ve Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın enflasyon değerleri üzerine farklı eleştirileri oldu. Kılıçdaroğlu TÜİK’in enflasyon değerlerini düşük göserdiğini, Başçı ise yüksek gösterdiğini iddia etti. Biri anamuhalefet lideri, diğeri ise yüksek mertebe bir devlet memuru. Gerçek anlamda temeli olan ve

IMF’den çözüme destek

bilimsel argumanlarla desteklenen analiz ise DİSK’ten yapıldı.

BUZDAĞININ GÖRÜNEN YÜZÜ Yapılan araştırmada konu: “Emekçiler açısından alım gücü iki önemli değişkence belirlenmekte. Bunlardan birincisi ücret artışlarının enflasyon artışlarını ne ölçüde karşılayıp karşılamadığı, ikincisi ise enflasyon rakamları belirlenirken esas alınan madde sepetinin, zorunlu ve temel ihtiyaçları ne oranda temsil ettiği. Ücretlerin artışlarının enflasyondaki artışları karşılayıp karşılamadığı, bu iki verinin karşılaştırması üzerinden tespit edilebilir. Ancak, enflasyon sepetini oluşturan madde gruplarının toplumun zorunlu ve temel ihtiyaç maddelerini ne oranda temsil ettiği daha önemli bir konu. Eğer seçilen madde sepetinde, zorunlu gereksinim duyulan ürünler yanında, toplumun zorunlu gereksinimlerini karşılamayan, teknolojik gelişmeye koşut olarak fiyatları gerileyen ürünlerle, az kişiyi ilgilendirdiği halde parasal olarak ağırlığı ile madde sepetini etkileyen ürünler yer alıyor ve bu ürünlerin varlığı enflasyonu aşağıya çekiyorsa, ya da madde sepetinde ve ağırlıklarda yapılan oynamalar sonucunda enflasyon endeks rakamı geriliyorsa, bu durum istatistiklere yansımayan gizli bir yoksullaştırmanın önünü açar” şeklinde ifade ediliyor. SEPETTE OYNAMA ENFLASYONU GERİLETİYOR Disk’in yağtığı araştırmaya göre, madde sepetinin her yıl değişiyor olması, madde ağırlıklarının kamuoyu ile paylaşılmaması verilerin güvenliği konusunda çeşitli soru işaretlerine neden oluyor. Enflasyon sepeti, en başından bu yana 2011 yı-

man

lındaki alt madde ağırlıkları üzerinden belirlenseydi, enflasyon endeksi şimdiki değerinin % 3,4 oranında yukarısında yer alacaktı. SGK 2011 Mayıs ayı sigortalı istatistiklerine göre ortalama ücret kayıtlı bir işçi için günlük 44,30 TL, aylık 1329 TL. Net ele geçen olarak hesaplandığında ise bu rakam yaklaşık olarak 957 TL olmakta. İşçilerin ücret artışlarının enflasyon oranında artacağı varsayımı altında, enflasyon endeksinin açıklanan orandan düşük çıkmasının sonucunda bir işçinin sadece aylık kaybı 35 TL, yıllık kaybı ise 420 TL’yi bulmakta. Bu ürünler enflasyon endeksinde yer almasaydı, sepette yıllık yapılan değişikliklerin etkisi de ilave edildiğinde TÜFE mevcut değerinin 18,81 puan ve % 10 üzerinde olacaktı. Bu değer ücretlere yansıtılsaydı işçinin net eline geçen ücret aylık 95 TL, yıllık 1140 TL fazla olacaktı. Bu miktar şu an herhangi resmi hesaplamada kayıp olarak görülmemektedir.

GERİDE KALANLAR

Kadın katiline “hakaret” indirimi

Geçtiğimiz sene öldürülen Mukkades Topval’ın katiline mahkeme ceza indirimi verdi. 23 Ağustos 2010 günü Adana’nın Seyhan ilçesinde Mukkades Topval, dini nikahlı kocası Mustafa Tunç tarafından 27 yerinden bıçaklanarak katledilmişti. Tunç’un, Topval’ın ona bağırarak küfür ettiğini söylemesi üzerine ceza indirimine gidildi. Geçtiğimiz hafta görülen karar duruşmasında, Tunç’un “Bana yemek hazırlamıyordu, çamaşırlarımı yıkamıyordu, benimle yatmıyordu” sözleri üzerine, suçu eşinin hareketleri sonucu işlediği kanaatiyle cezası müebbet hapisten 16 yıla düşürüldü, ardından da iyi hal indirimi uygulanarak 13 yıl 4 aya indirildi. Mahkemede verilen ceza indiriminin ardından, geçtiğimiz hafta Bursa ve Ankara’dan gelen kadın cinayeti haberleri yasaların kadın katillerini koruduğunu bir kez daha gösteriyor.

HES’ler artık tek elde

kck operasyonunda 70 kişi gözaltına alındı

Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, HES projelerinde ve çalışmalarında bulunan tüm personeli ve yapıyı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı bünyesine kaydıracaklarını açıkladı. Geçişin 1 ay süreceğini belirten Yıldız, 2002 yılında enerji üretiminde özel sektörün payının yüzde 34 olduğunu, 2014’ün sonuna kadar ise bu payın yüzde 75’e çıkmasının hedeflendiğini bildirdi. Halkın HES’lere tepkisi ise sürüyor.

KCK operasyonunda İstanbul’da aralarında Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Büşra Ersanlı’nın da bulunduğu 70 kişi gözaltına alındı. Ersanlı, yeni anayasa için AKP heyetinin görüştüğü BDP’liler arasındaydı. Polis İstanbul Ümraniye’deki BDP İstanbul Siyaset Akademisi, BDP İlçe binası, Hêvî Kültür Merkezi ve bazı evlere baskın yaptı. İstanbul’da 4 Ekim’de yapılan KCK operasyonlarında da aralarında BPD yöneticilerinin yer aldığı 98 kişi tutuklanarak cezaevine gönderilmişti.

SDP’YE BASKIN, ÖGD’LİLERE GÖZALTI

ÖLÜMLER ARTTIKÇA, SALDIRILAR DA ARTIYOR

Devrimci Karargah operasyonu gerekçe gösterilerek SDP İstanbul İl Örgütü binası polisler tarafından basıldı ve iki çuval parti belgesine el konuldu. Kapısı muhtar nezaretinde kırıla n binaya gelen SDP İstanbul İl Başkanı Yasemin Deliduman yapılan aramanın hukuksuzluğuna dikkat çekti. Avukatları ve parti yöneticileri olmadan yapılan aramanın geçersiz sayılacağını vurguladı. Öte yandan, Samsun ve Antakya’da evlerine yapılan baskınla 5 Özgürlükçü Gençlik Derneği üyesi gözaltına alındı. SDP binasına yapılan baskın ve ÖGD üyelerine yönelik gözaltılar çeşitli illerde protesto edildi.

Uygulanan savaş politikaları sonucu sınır bölgesinde düzenlenen operasyonlarda ölümler artarken, kent merkezlerinde de saldırılar ve gerginlik büyüyor. Geçtiğimiz hafta Samsun, İstanbul ve Ankara’da Emekçi Hareket Partisi üyesi 3 genç kadına yönelik saldırılar, savaşın yoğunlaşmasıyla faşist saldırganlığın da arttığını ortaya koydu. Çeşitli yerlerinden yaralanan genç kadınlar saldırıların sistemli olduğunu savunuyor.

Uluslararası Para Fonu’nun (IMF), Euro Bölgesi’nin kurtarma fonu Avrupa Finansal İstikrar Fonu (EFSF) tarafından oluşturulması önerilen, ancak henüz kesin karar verilmeyen “özel amaçlı yatırım aracı”na (SPIV) katılmayı düşündüğü bildirildi. Euro Bölgesi’nden bir yetkili, IMF’nin, SPIV’ye katılmanın işaretini verdiğini, bunun paketin tümüne bağlı olacağını söyledi. Euro Bölgesi liderlerinin planına göre, EFSF’nin oluşturması öngörülen SPIV, tahvil ihraç edecek ve elde ettiği gelirleri ikincil piyasalarda Euro Bölgesi’ni sorunlu ülkelerinin tahvillerini satın almada kullanacak ya da risk altındaki ülkelere verilen kredileri artıracak. SPIV, kaynaklarını artırmak için özel sermayeye, devlet fonlarına ve IMF’ye açık olacak.

ORTAK HESAP IMF hissedarları ve muhtemelen ülke fonlarının Euro Bölgesi’ne yardım için bu yönetim hesabına para koyabileceği ifade edildi. Bir yönetim hesabı oluşturulmasının SPIV’nin oluşturulmasından muhtemelen daha hızlı ve daha kolay olacağı ve daha fazla esneklik sağlayacağı belirtildi. Yetkili, yönetim hesabının, devreye girmesi için sadece IMF İcra Direktörleri Kurulu’nun onayına ihtiyacı olacağından kolayca oluşturulabileceğini, daha sonra hızla harekete geçebileceğini ifade etti. Brüksel’de hafta sonu düzenlenen AB zirvesinde liderler, Avrupalı bankaları 100 milyar Euro’dan fazla sermaye desteği verilmesi, EFSF’nin büyüklüğünün artırılması ve bankalar ile finans kuruluşlarının Yunanistan’ın borcunu daha önce üzerinde uzlaşılan yüzde 21 oranından çok daha fazla oranda silmesini kabul etmeleri konusunda fikir birliği sağlamıştı. YARIN EKONOMİ

İspanya’da işsizlik İspanya’da, eylül ayı sonu itibariyle işsizlerin sayısı 4 milyon 978 bin 300’e ulaştı. İspanya Ulusal İstatistik Enstitüsü’nün (INE) açıkladığı verilere göre, 2011’in üçüncü çeyreğinde işsiz sayısı, bir önceki çeyreğe oranla yüzde 3’lük yükselişle 144 bin 700 arttı. 2010 Eylül ayından bu yılın eylül ayına kadar olan bir yıllık dönemde işsiz sayısına 403 bin 600 kişi daha eklendi. Yaklaşık 5 milyonu bulan işsiz sayısı, İspanya tarihinin en yüksek seviyesine ulaşırken, mevcut durumda işsizlik oranının yüzde 21,52 olduğu kaydedildi. AB içindeki işsizlik ortalaması ise yüzde 10 düzeyinde bulunuyor. Öte yandan, İspanya’daki işsizliğe sektörel olarak bakıldığında bu yılın üçüncü çeyreğinde hizmet, inşaat ve tarımda işsizlik artarken, sadece endüstri sektöründe düşüş olduğu görüldü. YARIN EKONOMİ


09

1 KASIM 2011 YARIN

Türkiye bu hafta Van’da yaşanan 7.2’lik depremle sarsıldı. 500 aşkın vatandaş hayatını kaybetti. Binlerce insan evsiz kaldı. Dünya’dan yardımlar yağdı, herkes birlik oldu; büyük bir dayanışma gösterdi ve göstermeye de devam ediyor.Tüm bunlar olurken kendi memleketimizin televizyoncularının ağzından kocaman laflar çıkıyor. Göçük altında kalan insanların kökeniyle ilgilenen bir tavır takınıyorlar. hep birlikte hayretle izliyoruz onları. Yetmiş saat sonra enkaz altında sağ çıkanlara sevinirken birçoğumuz bir kısmımız o taşların kalkmamasını dileyebiliyor, bu doğrultuda bir söylem geliştirebiliyor. Medya aracılığıyla kamuoyunda yaratılan bir şiddet diline, nefret diline, ırkçı bir dile tanık oluyoruz. Konuyla ilgili olarak Çağdaş Gazeteciler Derneği yöneticilerinden Gökhan Bulut’la görüştük.

Sosyal medyanın ırkçı dili ankara suzan sarıgöz

Bizim dikkat etmemiz gereken şey medyada ırkçılık söylemi muhatap bularak meşrulaştırıldı. Muhatap bulmuşsanız meşrulaşmışsınızdır.

Ahmet Şık’ın Nedim Şener’in ve özellikle Kürt gazetecilerin başına gelenlerde şaşacak bir şey yok. Bunlar daha da artacak, böyle düşünüyorum. Basın özgürlüğü toplumsal bir muhalefetin basın özgürlüğü taleninin yükseltilmesiyle olacaktır.

Medya gelenekselleştirilmiş etik ilkelerinin başka bir toplumsal dönüşüm dünyasına ait olduğunu anımsamalıyız. Dünyadaki bölüşüm ilişkilerinin Türkiye’de yarattığı düzlem tüm medya yapısının yeniden inşa edilmesine de neden oluyor.

Son günlerde medyanın dili tartışılırken bu sefer medyada ırkçılık ve nefret söylemleri gündem oldu. Van’da yaşanan depremin ardından Türkiye halkının izlediği kanallarda Van’da yaşayan Kürt halkına yönelik oldukça ırkçı bir dil geliştirildi. Medyanın bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu bizim alışık olmadığımız bir şey değil. Egemen medya dilinin içine sinsice yerleşmiş ırkçı bir yapı var. Van depremiyle birlikte çok daha görünür oldu tabi ki. Duyguların çok yoğunlaştığı bir dönemde her zamankinden daha fazla gösterilmesi gereken dikkat ve özen gösterilemedi. Çünkü bu özeni sağlayacak sosyolojik temellerin olmadığı açığa çıktı. Herkesin bilinçaltı ve hatta söyleyemedikleri için adeta fırsat doğdu. Medya için de böyle oldu. Hem ifade hem düşün düzeyindeki ayrımcılığını ardına sakladığı o zayıf duvar, basit bir darbeyle çöktü çünkü tarihi ve toplumsal harçla karılmamıştı. Ülkede açıkça görülen artan muhafazakarlaşma, emek düşmanlığı ve biat kültürünün en güçlü dayanağı olan medyanın da hazırlıksız yakalandığı Van depremi, deprem öncesi var olan “Kürt de olsa kardeşimizdir” seviyesinden “Kürt de olsa yardım edelim” seviyesine geriletti medyayı. Burada hem ırkçılık hem de yardım tacizi söz konusu. Tabi bu arada medyayı günah keçisi ilan etmenin anlamı olmadığını düşünüyorum. İçinde bulunduğu toplumdan azade olmayan medya, göstermiş olduğu ırkçı refleksleri de toplumdan alıyor diyebiliriz. Van depremi çok açık bir şey gösterdi bize; her gün yeniden üretilmek zorunda olan toplumsal mutabakat için, egemen siyasetin retorik haline getirdiği ‘hepimiz kardeşiz’ ifadeleri yeterli olmuyor. Van depremi bir başka şey daha gösterdi ki, olası sonuçları itibariyle korkuya neden oldu. Egemen retoriğin aksine, Türkiye’de neredeyse iç savaşa neden olacak çatışma koşullarının var olduğunu gördük. Abartıyla söylemekte fayda var ki halkların birbirine ilişkin düşünce ve tutumlarında bir arada yaşamayı tehdit altına almak isteyen egemenleri sevindirecek özellikler var. Depremde özellikle Kürt halkına karşı nefret duygusunun acıma duygusuyla karışarak karşımıza çıktığına şahit olduk. Bunların görünmesi ve yaşanan sava-

şın tüm ülkeye sirayet etmesine neden olacak çatışmaların önüne geçilmesi gerekiyor. Medyaya da iş düşüyor mu? Elbette ama yerine getirebilir mi bilemiyorum.

Müge Anlı ve Duygu Canbaş gibi televizyoncuların programlarında halkı ırkçılığa sevk edecek sözler kullanmaları daha büyük sorulara neden olmayacak mı, nasıl yorumlanmalı? Müge Anlı veya başka örneklerin

özendirici niteliği olabilir fakat ondan önce şunu söylemeliyiz ki, bu ve benzeri fikirler, artık siyasetin bir parçası, bir siyaset önerisi haline geldi. Sokak aralarında veya ırkçı siyasal toplulukların zihninde var olan bu anlayış, siyasal bir tartışma olarak kendisini var etmiş oldu ve politik söylem alanına girdi. Medyada ırkçılık söylemi muhatap bularak meşrulaştırıldı. Bunu Müge Anlının söylemiş olması önemli değil. Söylenenler zihnimize yerleşti. Van’ın “yaraları” sarıldıktan sonra ekranlarda ve sayfalarda bunlar tartışılmaya başlanacak. “Az da olsa böyle de düşünenler var, bunları tartışmamız gerekiyor” denilerek bu fikre taraftar aranacak ve hatta yaratılacak. Bunlar ‘münferit’ olmaktan ‘azınlık’ olmaya yükseltilip ardından da ‘azınlık hakları’ ilkesiyle ideolojik alana salınacak. Asıl tehlike burada. Van’a giden bazı kolilerden taş, sopa ve Türk bayrağı çıktığını biliyoruz. Bu medyanın teşviki midir yoksa medya mı bundan cesaret almıştır sorusunun yanıtı zor ama aralarında çoğaltıcı bir etkileşimin olduğu da açık. Taş çıkan o kolileri oraya göndermek zahmetini göze alacak kadar harekete geçen zihin artık bir siyaset önerisidir. Bunu yapabilecek kadar motive olmuş irade, kendisini bir seçenek olarak ortaya koymuştur. Bu vahşet artık gerçek bir iktidar adayıdır.

Ayrımcılık yapan gazetecileri başbakanın kınadığı açıklama da var, nasıl ele alınabilir? Bu durumu şeklen kınadığı için buna

sebep olan kişiyi masumlaştıracağımızı mı sanıyor? Artan ırkçılığın sebebi zaten Erdoğan ve AKP hükümetidir. İktidar sahibi bir burjuva siyasetçisinden duymaya alışık olduğumuz sözler olması dışında bir anlamı yok. Bu süreçte Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin birer açıklaması, dikkat çekiciydi. Erdoğan gibi, kendisine dönük her tepkiyi siyasal bir avantaja dönüştürebilmiş bir figüre, “ilk 24 saat başarısızdık” dedirten bir durum var ortada. Bahçeli de, partisinin doğal tabanını oluşturduğunu düşünebileceğimiz kişi ve açıklamaları eleştirdi ve hatta bu eleştiriyi “soysuzluk” ifadesiyle çok yüksek dozda dile getirdi. Biri yüzde 50 oyla iktidar olan Erdoğan, diğeri geleneksel gücü ve çatışma deneyimi olan Bahçeli. İkisi de çıkması muhtemel ve ülkeyi sarabilecek bir

çatışmanın ipuçlarını gördü ve böyle bir şeyle asla baş edemeyeceklerini bildikleri için böyle açıklamalar yapmak zorunda kaldılar. Memleketin ne halde olduğunu anlamamız açısından önemli bunlar.

BDP, medyada milliyetçilik cinsiyetçilik düşüncelerini tetikleyen dil oluşturuluyor gerekçesiyle medyanın bağımsız ve objektif olması için meclis araştırma komisyonu kurulmasını öneriyor, bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Çok masum bir öneri. Medyanın sermaye yapısı ve içinde bulunduğu iktidar ilişkilerinin çözümlemesi olmadan bir karşılığı olacağını düşünmüyorum. Bizim bakacağımız yer halkın egemen medyayla gireceği çatışma olmalı, halkın talepleri olmalı. Ahmet Şık, Nedim Şener gibi gazeteciler tutuklu ve Metin Göktepe gibi bir çok gazeteci de öldürüldü. Bu tür olaylar yaşanırken basın özgürlüğünden bahsedebilir miyiz? Nasıl bahsedebiliriz ki? Ahmet Şık, Nedim Şener de dahil cezaevlerindeki gazeteci sayısı hızla 100’e yaklaşıyor. Gazeteciler mesleklerini yaptıkları için hapse atılıyor. Bazı yerlerde

gazeteci doğrudan tehdit ediliyor. Bunlar dışında iş güvencesi yok gazetecinin. Patronu ihale pazarlığına tutuşan gazeteci en küçük sebepten işten atılabiliyor. Son olarak Doğan Grubunun Doğuş Grubuna sattığı Star Tv’de 70’e yakın basın emekçisi işten atıldı. Bu koşullarda basın özgürlüğünden bahsedilemeyeceği gibi bunu savunmak da zorlaşıyor. Tabi savunurken bir şeye dikkat etmek gerekiyor. Bu

kavram, neredeyse diğer tüm kavramların olduğu gibi neoliberalizmin ideolojik hegemonyasına girmiş durumda. Yani egemenler bu kavrama kendi anlamlarını yüklediler. O yüzden bizim dikkatli kullanmamız lazım. Bugün basın özgürlüğü ve ifade hakkını çalışma hakkından, örgütlenme hakkından, eşitlik talebinden, halkların kardeşliği talebinden ayrı düşünemeyiz. Bu kavramı bu çerçevede düşünmeli ve yeniden politikleştirerek savunmalıyız.

Medyada nefret suçları en çok kimlere dönük gerçekleşiyor ve medya bunu körüklüyor mu? Bunlara ‘nefret suçu’ diyeceksek ki düşmanlık demekten kaçınmamalıyız, başta Kürtlere, Ermenilere, Alevilere, kadınlara, LGBT’lere karşı işleniyor. Emek ve emekçilerin medya tarafından nasıl algılandığını göreceğimiz haberler, diziler gibi örnekleri düşündüğümüzde çok açık bir emekçi düşmanlığının da yapıldığını söylemek mümkün. Medyanın bunu bilerek körüklediği anlar, egemen medyanın bunu bile isteye yaptığı zamanlar var. Bunu yapmak kuruluş amacıyla bire bir örtüşür. Kuruluş amaçlarından birincisi gruplara temsil ve ideolojik kaynak sağlamak, ikincisi ise kar elde etmek. Hangi gruplara temsil ve kaynak sağlar medya? Tabi ki iktidarı oluşturan gruplara. Sermayeden, erkek egemen akıldan, muhafazakarlıktan beslenen ve oluşan medya için nefret zaten yaşamsal bir dürtüdür. Medya, kullandığı dile yedirilmiş

nefretten tutun da açık hedef göstermeye kadar hatta bu nefret suçunu/ düşmanlığı gösterenlerin cezalandırılmayıp neredeyse ödüllendirildiğini öğretmesiyle de bunları teşvik ediyor muhakkak.

Geçtiğimiz haftalarda Habertürk’ün, kocası tarafından sırtından bıçaklanarak öldürülen bir kadının çıplak fotoğrafını sürmanşetten vermesi gazetecilik etiğine uygun mudur? Fatih Altaylı’nın yorumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Vahşetle farkındalık yaratmaya çalışıyorlarmış. Gazetecilik ilkeleri açısından tartışmaya gerek yok, bu durumu psikiyatri bilimi çözebilir. Peki nedir Altaylı’ya o fotoğrafı bastıran ve savunmasını yaptıran? Fatih Altaylı 10 sene önce böyle bir haber yapamaz ve bu şekliyle savunamazdı. Bugün kadına karşı şiddetin

artmasının nasıl yaşamakta olduğumuz muhafazakarlaşma süreciyle ilişkisi varsa, bu vahşetin hangi gerekçeyle olursa olsun böyle sunulmasının da aynı siyasal atmosferle ilgisi bulunuyor. Şiddet, teşhir ve yoksulluğun iç içe geçtiği bir habercilik örneğidir söz konusu olan. Bu da medyanın hiçbir kişisel ve toplumsal hakka dair duyarlılığının kalmadığının bir ifadesidir. Öldürülen bir kadının, bu şekilde teşhir edilmesi, niyetlerin iyiliği ya da kötülüğünden bağımsız olarak, içinde yaşamaya alıştırıldığımız anti-demokratik ve muhafazakar siyasal iklimin bir sonucudur. Bugün bu durumun yaşanması medya yapısının değişmesiyle de ilgili. Bir ticari faaliyet olan medya sahipliği ve yöneticiliği, meslek etik ilkelerini, yakın geçmişte olduğu gibi bir yük olarak bile görmüyor artık. Her şeyin değiştiğini söyleyerek bütün olumsuzlukların haklılaştırıldığı günümüzde etik ilkeler, bu örneklerin yaşanmasını engellemeye yetmez. Hatta belki etik ilkeleri de bu gözle tekrar düşünmek ve yeniden belirlemek bile gerekebilir. Tabi ki halkın yararları etrafında.


04 EKiM 2011 YARIN 1 KASIM 2011 YARIN

Öğrenciler YÖK’e karşı meydanlara çıkıyor YÖK’ün kuruluş yıldönümü olan 6 Kasım’a birkaç gün kaldı. Gençlik örgütleri, öğrenci aileleri ve akademisyenler yıllardır YÖK’ün kaldırılması için mücadele ediyorlar. Yaklaşık 23 senedir olduğu gibi bu sene de öğrenciler ve YÖK’ün kaldırılmasını isteyen herkes, ‘Üniversiteler Bizimdir!’ diyerek YÖK’e karşı meydanlarda olacak. Peki, yıllardır YÖK üniversitelerde neler uyguluyor, kaç kere değiştirilmek istendi ve öğrenciler, akademisyenler ve aileler YÖK’e neden karşı?

12 Eylül 1980 darbesinden önce devrimci mücadelenin çıkış noktaları olarak üniversiteleri gören darbe yönetimi, üniversiteleri her yanıyla kontrol altında tutabilmek amacıyla 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunuyla, 6 Kasım 1981’de YÖK’ü kurdu. Darbecilerin getirdiği yeni sistemde üniversitelerle ilgili alınacak olan tüm kararlar ve uygulamalar YÖK ve YÖK Başkanı’na bağlandı.

Öğrenciler Neden Tepkili? Öğrencilerin, akademisyenlerin ve üniversite çalışanlarının; yani üniversitelerdeki tüm öznelerin söz hakkı böylece yok edilerek tamamen anti-demokratik bir sistem getirildi. YÖK yıllar içinde bazen YEK(Yüksek Eğitim Kurumu) bazen de YÜKKUR (Yükseköğretim Koordinasyon Kurulu) olarak değiştirilmek istense de, bu sistemle öğrencilere soruşturma, baskı ve paralı eğitimden başka bir şey getirmedi.

‘32 Yılda Çok Değişti’ YÖK, kurulduğundan bu yana geçen 32 yılda 50’den fazla değişikliğe uğrasa da, bu değişikliklerin hiçbiri özüne dair olmadı. İsmi ve logosu, atama sistemi değiştirilmek istenen YÖK’ün üniversiteler üzerindeki tahakkümü daha da artıyor.

Baskılar Sürüyor Yıllardır öğrenciler üniversitelerde ve liselerde baskılarla, paralı eğitimle mücadele ediyor. Her sene büyük miktarda harç parası ödeyen, kantinlerde pahalı bir şekilde beslenen ve daha birçok uygulamayla karşı karşıya olan öğrenciler, bun-

ankara ARINÇ KILIÇ

lara ve daha birçok probleme karşı mücadele ettiklerinde de baskıyla ve soruşturmalarla karşılaşıyorlar. Buna karşın, öğrenciler bu sene de YÖK’ü protesto edecekler.

Hazırlık Komiteleri: 4 Kasım’da Taksim’deyiz! 6 Kasım’a Hazırlık Komiteleri’yle; 4 Kasım günü saat 15.00’da Taksim’de yapılacak olan eyleme hazırlanan Gençler Meydana İnisiyatifi, ülke genelinde çalışmalarına devam ediyor. Hazırlık komiteleri toplantılarına devam ederken, aldığı kararlarla eylemin duyurusunu yaygınlaştırıyor. Yeni sayısı çıkan Gençler Meydana Gazetesi’nin Ankara, Eskişehir, İstanbul ve Bursa’da toplu şekilde dağıtımı yapılırken, 4 Kasım’da yapılacak olan eyleme çağrı afişleri de yaygın bir biçimde asılıyor.

Kim, nerede, ne yapacak? 6 Kasım’ın 32.yıldönümünde gençlik örgütleri, YÖK’ü ayrı günlerde yapacakları eylemlerle protesto edecekler. 1) Devrimci Gençlik, DÖB, Ekim Gençliği, Gençlik Cephesi, İşçi Cephesi, Kaldıraç, ÖEP, TÜM-İGD ve YDG 2 Kasım’da Beyazıt Meydanı’nda, 2) Gençlik Muhalefeti yerellerde farklı gün ve saatlerde, 3) Gençler Meydana İnisiyatifi; 4 Kasım’da saat 15.00’da Taksim Meydanı’nda olacak.

Mezunlar kredi borçlarını ödeyemiyor

YURTKUR verilerine göre, 1 milyondan fazla öğrencinin kredi borcu bulunuyor. Üniversite öğrencilerine devletin sunduğu imkânlardan biri de katkı ve öğrenim kredisi olarak biliniyor. Birçok üniversite öğrencisi harçlara, ulaşıma, barınmaya para yetiştiremediğinden katkı ve öğrenim kredisi alıyor; fakat birçok öğrenci mezun olduktan sonra iş bulamadığından aldığı kredileri ödeyemiyor. YURTKUR verilerine göre yaklaşık 958 bin kişinin öğrenim, 740 bin kişinin de katkı kredisi borcu bulunuyor.

Yeniden Yapılandırma Şoku! Borçlu mezunlar geçen yıl borçlarını yeniden yapılandırma imkânına kavuştu; ancak, borcunu yapılandıran üniversitelilerin sevinci kısa sürdü. Vergi dairelerinden gönderilen icra takip bildirimleri borcunu tek seferde ya da taksitlendirerek yatıranları şok etti. Borcunu ödeyenlerin adreslerine gönderilen icra bildirimlerinde, haciz işlemi başlatılacağı bildirildi. Borcunu ödeyen öğrencilerden tekrar para alınırken, mezun olan öğrencilerin iş bulamamasından kaynaklanan ekonomik sıkıntılardan dolayı borcunu ödeyememesi dikkat çekiyor. İstanbul Sidar Can Kardoğan

Gençler Meydana 2. sayısı çıktı Gençler Meydana İnisiyatifi, 4 Kasım’da yapacağı eylemi yaygınlaştırmak amacıyla Gençler Meydana Gazetesi’nin 2.sayısını da çıkarttı. Gazete de, YÖK’ün üniversiteler ve liseler üzerindeki etkisi, genç işsizliğin nasıl arttığı ve daha birçok konuyla ilgili bilgi veriliyor. Yarın Eğitim

‘Üniversite-sanayi iç içe olmalı’

Üniversiteden öğrencilere zorla kredi kartı Ordu Üniversitesi’nde öğrencilere ‘kredi kartı özelliği olan kimlik kartı’ verilmesi öğrencilerin tepkisini çekti. Bu sene üniversiteyi kazanan öğrencilere Ordu Üniversitesi tarafından kredi kartı özelliği olan kimlik kartları verildi. Buna tepki gösteren öğrenciler, bilgilerinin kendilerinden izinsiz bir şekilde bankaya verildiğini ve yine kendileri istemedikleri halde bankalarla sözleşme imzalayarak 2935 TL arasında değişen yıllık kart ücretini vermek zorunda bırakıldıklarını ifade ettiler.

‘Kart Olmadan Sınava Giremezsiniz!’ Kartın iptal olması için dilekçeyle dekanlığa başvuran öğrenciler geri çevrildi. Ayrıca kartı almadıkları takdirde okula ve sınavlara giremeyecekleri söylenen öğrenciler,

böylece kartı almak zorunda kaldıklarını söylediler.

‘Keyfi ve Hukuksuz!’ Konuyla ilgili açıklama yapan EğitimSen Genel Başkanı Ünsal Yıldız, “Zorunlu kredi kartı uygulamasıyla, öğrencilerin ev ve cep telefonları, TC kimlik numaraları, ev adresleri gibi kişisel bilgileri izin alınmaksızın bankaya verilerek kişilik hakları ihlal edilmiştir. Öğrenciler okulun müşterisi değildir” dedi. Ayrıca buna benzer bir olay geçmişte Ege Üniversitesi’nde de yaşanmıştı. Benzer bir uygulamaya giden Ege Üniversitesi Rektörlüğü’nün projesi, İzmir 3. İdare Mahkemesi kararıyla iptal edilmişti; fakat şu anda Ordu Üniversitesi’nde durum pek öyle gözükmüyor. Yarın Eğitim

OSİAD Başkanı Adnan Keskin, üniversitelerin sanayiyle iç içe olduğu taktirde gelişebileceğini söyledi. Atılım Üniversitesi tarafından Lisans Araştırma Projeleri (LAP) adıyla başlatılan projeyi değerlendiren OSTİM Sanayici ve İşadamları Derneği (OSİAD ) Başkanı Adnan Keskin, üniversitelerin sanayiyle iç içe bir üretim faaliyetine geçerek gelişebileceğini söyledi. LAB’ın 14-21 Ekim tarihleri arasında OSİAD’da sergilendiğini belirten Keskin, bu tür projelerin yüksek teknolojiyle üretim yaptığını söyledi ve OSTİM’de üniversite öğrencilerinin de üretime katılmasıyla katma değeri yüksek üretime geçilebileceğini belirtti.

‘Avrupa’da Üniversite ve Sanayi İç İçe’ Avrupa’da sanayi ve üniversitelerin iç içe olduğunu belirten Keskin, Ankara’da üniversitelilerin OSTİM’in yolunu bile bilmediklerini söyledi. Atılım Üniversitesinin başlattığı LAP projesinin, hem sanayicilerin eksikliklerini giderme de faydalı olacağını, hem de çalışma hayatına giren mezunların pratikte yaşadığ ı zorlukları yenmekte faydalı olacağını belirten Keskin, sanayi-üniversite işbirliği için çok çaba sarf ettiklerini belirtti. Atılım Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Akay’ın yaptığı açıklamada OSTİM’in Türkiye sanayisinde çok önemli bir yeri olduğunu ve kendileri açısından iyi bir laboratuar, meslek liseli öğrenciler açısından da staj olanaklarının var olduğu bir çalışma alanı olduğunu söylediği de belirtiliyor. OSTİM’de geçtiğimiz aylarda iş güvenliği alınmadığı için yaşanan ve birçok işçinin ölümüne neden olan patlamanın ardından sadece üretimi arttırmaya yönelik teşvik edilen bu proje ve açıklama dikkat çekti.

Ankara Suzan Sarıgöz


1 KASIM 2011 YARIN

Dünya Turu

Tunus halkı adil seçimler istiyor

Dünya halkları kapitalizmi sarsıyor Wall Street’i İşgal Et hareketi bir ayı geride bırakmasına rağmen tüm dünyada etkilerini sürdürüyor. Savaş sona ermedi. Bu sadece uzun bir yolun başlangıcı. İşgal eylemleri, sadece ABD’de değil, tüm dünyada yayılan bulaşıcı bir özelliğe sahip, kapitalizme, finansal sisteme ve onun ideolojik kurumlarına karşı bir hareket olduğunu gösterdi. new york Nima Nasehi

New York’ta Wall Street’i, ülkedeki gelir dağılımı eşitsizliğini, ekonomik krizi, bankaları ve işsizliği protesto eden ve ‘’Wall Street’i İşgal Et’’ adı altında örgütlenen hareket bir ayını doldurdu. Bu nedenle 15 Ekim’de Buenos Aires’den Toronto’ya, Kuala Lumpur’dan Londra’ya kadar yüz binlerce insan bütçe kesintilerine karşı ve daha iyi yaşam koşulları talep ederek zenginliğin eşit dağılımı için yürüdüler. Bunlar da ka-

pitalist sistem içinde gerçekleştirilebilir şeyler değil. Protestolar 1.500 şehirde yer aldı. Pakistan ve Güney Afrika’da bu eylem günüyle birlikte Amerşka’nın başlattığı“İşgal Et” hareketine katılmış oldu.

OWS hareketine hükümet baskısı Kapitalizm bu tür eylemlerin ciddiyetinin ve tehlikesinin farkında. Bu nedenle eylemler ya medya aracılığı ile ya da doğrudan kolluk kuvvetleri ile bastırılmaya çalışıldı. ABD’de, bu hafta boyunca polisler “Wall Street’i İşgal Et” eylemcilerinin Nashville, San Diago, Şikago’daki

kamplarına baskınlar düzenledi. En ciddi saldırı ise Kalifornia’daki Oakland’de meydana geldi.Polis 25 Ekim Salı günü, iki haftadır kendi haberlerini yayınlayan bir kamp alanına saldırdı. Kamp alanını ateşe vererek eylemcileri işgal ettikleri alandan uzaklaştırmaya çalıştı. Birçok insan polisin cop darbelerine maruz kaldı, üçü ciddi şekilde yaralanırken 105’i tutuklandı. Ancak eylemciler Oakland’e geri dönerek şehir valilik binasına giderek Irak savaşı gazisi Scott Olsan’in 2 Ekim’de yer alan genel grevde polis saldırısı sonucunda ciddi olarak yaralandıktan sonra yaralı bir şekilde bırakıl-

masının açıklanmasını talep etti.

Avustaralya’da da eylemlere polis saldırdı Avustralya’da, “Melbourne’i İşgal Et” ve “Sydney’i İşgal Et” eylemleri de kolluk kuvvetlerinin saldırısına uğradı. İki şehirde de hareket sönümlenmedi, aksine meydanı yeniden işgal etme girişimlerine sahne oldu. Şu açık ki “İşgal Et” eylemcilerine yönelik baskılar sonuçsuz kaldı. Ve bunun da çok açık bir nedeni var: Bu hareket sorunlar çözülmeden dinmeyecek.

Bu kriz bizim değil kapitalizmin Burjuva ekonomistlerin, politikacıların ve hatta bir takım “sol” partilerin krizi çözmek için sundukları önerilerde ve krizle ilgili yaptıkları çözümlemelerde eksik olan bir şeyler var. Tartışmalarda hep devletlerin, bankalardan aldıkları borçları nasıl ödeyecekleri konuşuluyor. Ancak eksik olan şey ulusal borcun ödenemeyecek (ve ödenmemesi gerekir) olmasının açıklanmamasıdır. Bankalar devletlere maaşların düşürülmesi gerektiğini, yeni şartlara Francesco adapte olunmasının zorunlu olduğunu ve her şeyin yeniden düzeleceCeccarelli ğini söylüyorlar. Neden acaba? Bankalar paralarını geri almak istiyorlar. Aslında durum oldukça basit: Ekonomisi gelişen ülkelerde dahi, devlet bankalardan aldıkları borçların hisselerini ödemek zorunda. Borç yalnız finansa kaynak sağlamak üzere üretilmiştir. Avrupa ülkelerinde büyüme oranı %1 iken, tahvillerin faiz oranlarının milli gelirin %7’sine çıkmış olduğu gerçeği göz önüne alındığında kriz çıkması şaşırtıcı değil. Bu demektir ki her devlet kamu harcamalarını kısmak zorundadır. Çünkü tahvillerin faiz oranlarındaki artış ekonominin gelişmesinden daha hızlı olmaktadır. İşleyiş oldukça basit: Devletlerin, borçların giderek büyüdüğünü fark ettiklerinde akıllarına gelen tek çözüm uluslararası bankalara ve IMF’ye başvurmak. Sonuç ise kamu hizmetlerine saldırarak bankalara daha çok para vermek oluyor. Şu an Yunanistan’da, İspanya’da, ve hatta İtalya’daki durum budur. Avrupa bankaları faiz oranlarının korunmasını istiyorlar ve bunu ödeyen ise halktır. Kamu işçilerinin işten çıkarılmasıyla, kamu servislerinin özelleştirilmesi ve çalışma koşullarının esnekleştirilmesi ile bize borçların nasıl ödetildiğine tanık oluyoruz. Komünistler olarak, biz başka bir çıkış yolunun olduğunun bilincindeyiz. Aslında tek bir çıkış yolu var. Nasıl olsa kapitalistlerin çözüm yaptırımları krizi geciktirmek uğruna daha büyük krizlerin patlamasına neden oluyor. Gerçek çözüm? Bankalar ulusallaştırılmalı ve işçilerin yönetimi altında olmalıdır. Bankaların geleceğimizi çalmasına izin vermeyelim.

Tunus devrimini beşiği olan Sidi Buzid şehri kurucu meclis seçimlerinin sonuçlarının açıklanmasının ardından protesto eylemlerine sahne oldu. Sidi Buzid kentinde seçim sonuçlarının iptaline tepki gösteren yüzlerce eylemciyi dağıtmak için askerler havaya ateş açtı. En Nahda lideri Raşid Gannuşi, Sidi Buzid kenti için de sükûnet çağrısında bulundu ve protestoların devrik bin Ali yönetimini destekleyen güçlerin işi olduğunu iddia etti. Perşembe gününden itibaren Sidi Bouzid’de gösterilerin yeniden başlamasının nedeni muhafazakar Ennahda partisinin seçimleri kazanmasından memnun olmamaları. Sidi Buzid, Haşmi Hamid (Londra’da yaşayan Tunus’un zengin iş adamlarından biri) için oy kullanırken Hamid’in oyları satın aldığı gerekçesiyle 6 koltuğu iptal edildi. Bunu üzerine Ennahda partisinin binası taşlandı. Ennahda partisi oyların %35 civarını alırken, ondan sonra gelen iki demokrat partiden biri olan PDP (Merkez Sol Parti) başkanı Maya Jribi Ennahda ile koalisyona gitmeyeceklerini ve muhalefette kalacaklarını duyurdu.TUNUS Fikriye Yılmaz

Fransa’da devlet yurdunda boykot var

18 Ekim Salı günü, Lille şehrinde bulunan devlet yurtlarından birinde FERUL (Üniversite Yurdu Öğrenciler Federasyonu) bir genel toplantı düzenledi. Toplantıda öğrencilerin zor yaşam koşulları ve yurdun yönetiminin aldığı son karar tartışıldı. 11 Ekim’de, yurtta kalan öğrenciler 3 gün içinde henüz yapımı tamamlanmamış olan yan binaya taşınmak zorunda olduklarını öğrendiler. Haziran’dan beri restorasyonu devam eden bu binada hiçbir kat ısıtılmıyor, duşlar çalışmıyor. Odaların duvarları küflü, kaplamalar nemli, lavobolar kullanılmaz durumda. FERUL sözcülerinden Guillaume Llobera öğrencilerin bulundukları binada, onları taşınmaya zorlamak için temizlik yapılmadığını ifade etti. Toplantı boyunca, öğrenciler personel eksikliğinden kaynaklanan aksaklıklara ve sorunlara değindiler. Yaşanan birçok hırsızlık olayından sonra yurdun güvenliksiz olduğunun da altı çizildi. Lojmanlarda ve duşlarda hamam böceklerinin olması boruların su akıtması gibi sorunlar konuşuldu. Bu durum karşısında, üniversite yurtlarından sorumlu devlet kurumu olan CROUS ise belirsiz vaatlerde bulunmakla yetiniyor. Toplantıya katılan öğrencilerden biri bunun « göz boyamaktan başka bir şey » olmadığı ifade etti. Alınan karara göre öğrenciler kiralarını ödemeyecek ve taşınmayacaklar. Lille CROUS başkanı ile bir toplantı yapmak istediklerini belirten öğrenciler, kuruluş amacına rağmen CROUS’da hiçbir öğrenci temsiliyeti olmamasından rahatsız olduklarını dile getirdiler. 26 Ekim’de 44 öğrenci halen taşınmayı reddediyor. fransa Nicolas Calvin

Yemenli kadınlar rejime isyan etti

Yemenli kadınlar, 33 yıllık iktidarından vazgeçmeyen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’i protesto etmek için sokaklara döküldüler, rejim karşıtı eylemlerde kadın ve çocukların öldürülmesine isyan ettiler.

Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick

İşgal eylemleri Hollanda’ya da sıçradı Wall Stret”i işgal et çağrısına karşılık veren ülkelerden biri de Hollanda oldu. 15 Ekim’de, Occupy adı verilen kriz karşıtı bir çok kurum ve kuruluş Amsterdam borsa binası onunde krizi protesto etmek için bir araya geldiler. Amsterdam’daki Beursplein Meydanı’nın yanı sıra Den Haag Mali Meydani, Heerlen, Maastricht, Zwolle, Enschede ve

Rotterdam’da da benzer eylemler yapıldı. Her yerde eylemciler kapitalist sisteme karşı sloganlar attılar. Borsa binası önünde eylem yapan kitle iki gece 150 kişilik çadırlar kurdular. FNV sendikası ve SP, eylemin örgütlenmesinde görev aldılar. Başka kurumlar ve sendikalardan katılan temsilciler de söz alarak bu eyleme destek verdiklerini açıkladılar. Eylem-

ciler her konuşmada ``sistemin krizini bize ödetmenizi kabul etmeyeceğiz“ sloganını attılar. Amsterdam başta olmak üzere başka kentlerde de eyleme ilgi ve destek yoğundu. Gençler, emekçiler ve işçiler artık krizin mağdurları olmayacaklarını belirtiler ve kapitalist sistemin onlara yıkmaya çalıştığı krizin faturasını ödemeyeceklerini açıkladılar. HOLLANDA KRİSTİNA ARTHUR

Yemenli kadınlar tepkilerini İslami yasalarla yönetilen Yemen’de kadın olmanın en büyük kurallarından birini ihlal ederek gösterdiler ve peçelerini, başörtülerini yaktılar. Yemenli kadınlar, Salih’i protesto ederek bağlı oldukları aşiretlere “kadınlarınızı, çocuklarınızı koruyun. Aksi halde biz kadınlar ‘görünür hale’ geliriz” mesajı verdiler. 9 aydır halk isyanının yaşandığı, Salih rejiminin birkaç kez sonun kıyısından döndüğü ülkede bu bir ilk olma özelliği taşıyor. Ve Yemenli kadınlara kendi güçlerinin yanı sıra bu cesareti veren başka biri daha var; Yemenli aktivist Tevekkül Karman. O, 2011 Nobel Barış Ödülü’nü kazanan 3 kişiden biri. Salih’e karşı verdiği mücadele cezaevine girmesine rağmen bitmemiş, serbest bırakıldıktan sonra da eylemlerine devam etmişti. Ve onun aldığı ödül Yemenli kadınlara ilham oldu. Sokaklara dökülen kadınların sayısı arttı. yemen yarın dünya Yakınlarını kaybedenler, özellikle askeri konseyin başında bulunan Mareşal Muhammed Tantavi’yi hedef alan öfkeli sloganlar attı.YARIN DÜNYA


Yarın’dan kağıt toplayıcılarına selam

Van’da yaşanan büyük felaketten sonra bir çok örgüt ve kuruluş bölgeye yardım yollamaya başladı. Ama bunların arasında en önemli olanı da, İstanbul, Ankara ve Antalya’da kağıt toplayıcılarının yaptığı yardım. Kağıt toplayıcıları arabalarıyla farklı bir tura çıkarak hem Van’a destek olmak hem de koli ihtiyacını karşılamak için

malzeme gönderiyor. Her gece çöplükten topladıkları geri dönüşüm malzemeleriyle geçinmeye çalışan kağıt toplayıcıları yaptıkları bu davranışla adete insanlık dersi veriyor. Biz de Yarın Haber ekibi olarak bu anlamlı duruşlarından dolayı kağıt toplayıcılarını selamlıyoruz. İSTANBUL YARIN

Keşanlı Ali Destanı Eskişehir’de

Eskişehir Şehir Tiyatroları Keşanlı Ali Destanı’nın prömiyerini yaptı. Brecht’in bilimsel çağın tiyatrosu dediği epik tiyatronun Türkiye’deki ilk örneği olan Keşanlı Ali Destanı oyunu cumartesi günü seyirci karşısına çıktı. Haldun Taner’in kitabından uyarlanan tiyatro oyununu Kasım Akşar yönetiyor, Keşanlı Ali rolünde ise Mert Bulut Kırlak bulunuyor.

İklim zirvesi Güney Afrika’da eskişehir seval kutlu

Eskişehir Şehir Tiyatroları Keşanlı Ali Destanı’nın prömiyerini yaptı. Brecht’in bilimsel çağın tiyatrosu dediği epik tiyatronun Türkiye’deki ilk örneği olan Keşanlı Ali Destanı cumartesi günü seyirci karşısına çıktı. Haldun Taner’in kitabından uyarlanan tiyatro oyununu Kasım Akşar yönetiyor. 42 kişilik bir kadroya sahip olan oyunda; 11. Direklerarası Seyircileri ödüllerinde Kamyon isimli oyunuyla en iyi yönetmen ödülünü alan Mert Bulut Kırlak ise Keşanlı Ali’yi oynuyor.

18SORU erol can

YA DESTAN YA ZİLHA Keşanlı Ali Destanı, büyük bir kentin eteğinde yer alan Sineklidağ’da, gecekondulardan oluşan, ezilenlerin, yoksulların yaşadığı bir yerde geçiyor. Ali, işlemediği bir suç yüzünden, Çamur İhsan’ı öldürmekten hapse atılır fakat hapisten bir kahraman olarak çıkagelir. Artık Ali’nin adı; Keşanlı Ali’dir. Fakat sevdiği kız Zilha, Çamur İhsan’ın yeğenidir ve artık Ali, onun düşmanıdır. Keşanlı Ali olarak toplumuna, insan olarak duyduğu aşka karşı sorumludur. Ali bütün bir oyun boyunca bu iki çatışma arasında gider gelir. Ya Destan Ya Zilha. Keşanlı Ali’nin işlemediği bir suç yüzünden hapis cezası almasıyla başlayan hikâyeyi,

Kasım Akşar sınıf çelişkileri üzerinden ele alarak, Sineklidağ ve kentte yaşayan insanlar arasında ki farkı dikkatle inceliyor. Sineklidağ’ın dedikoducu çamaşırcı kadınların söylediği şarkılarla, Zilha’nın yanında çalıştığı zengin insanların söylediği şarkılar arasında ki uçurumu seyircinin gözüne sokuyor. Kasım Akşar’ın, Brecht’in de dediği gibi “ üzerine perde çekilmiş olayların” perdelerini kaldırmaya niyet ettiği görülüyor.

HALKTAN BİR KARAKTER Oyunda kullanılan sahne tekniklerinin yanı sıra özellikle şarkılar ve şarkılarla birlikte yapılan danslar, yabancılaştırma efektleri iyi birer örnek oluşturuyor.

Oyunculukların sahnede konuştuğu oyunda, Keşanlı Ali’yi ve Zilha’yı her zaman izlediğimiz oyunlarda ki gibi bir kahramana dönüştürmek yerine, olabildiğince sadeleştirip, halktan bir karakter olarak yaratması ise şehir tiyatrolarında alışık olmadığımız bir oyunu seyirci karşına sunuyor. 3 saat süren oyun, uzun olmasına rağmen, müzikleriyle, danslarıyla ve sahne buluşlarıyla başarılı bir epik tiyatro çalışmasını gözler önüne seriyor. Keşanlı Ali Destanı, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Kültür Sarayı’nda bir yıl boyunca gösterimde olacak.

Türkiye sinemasında en iyi 100 film belirlendi

işçi - izmir

Her yıl dünyanın başka ülkesinde düzenlenen İklim Değişiklikleri Taraflar Konferansı (COP), bu yıl 8 Kasım – 9 Aralık tarihleri arasında Güney Afrika’nın Durban kentinde düzenlenecek. Durban’ da yapılacak zirve toplantısında Kyoto’ nun yerini alacak metin görüşülecek. Küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik uluslararası çerçeve olan Kyoto protokolü 2012’de sona eriyor. Durban’ da yapılacak zirve toplantılarında ise Kyoto’ nun yerini alacak metnin temellerinin atılması bekleniyor. Protokolü imzalamış ancak şartları yerine getirmeyen ve imzalamayan ülkelerde olduğu düşünülürse zirveden bir sonuç çıkması zor görünüyor. Kyoto protokolü imzalayan ülkeler, karbon dioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salınımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa salınım ticareti yoluyla haklarını arttırmaya söz verdiler. Protokol, ülkelerin atmosfere saldıkları karbon miktarını 1990 yılındaki düzeylere düşürmelerini gerekli kılıyor. 1997’de imzalanan protokol, Rusya’nın da katılımıyla 169 ülke ile birlikte 2005’te yürürlüğe ancak girebildi. Protokolü imzalamayan devletlerarasında ABD ve Avustralya bulunuyor. Çin ve Hindistan gibi bazı ülkeler anlaşmaya imza atmalarına rağmen protokolde yer alan: “küresel sera gazı emisyonların gelişmiş ülkeler tarafından gerçekleştirildiği, gelişmekte olan ülkelerin kişi başı gaz emisyonlarının halen düşük olduğu, gelişmekte olan ülkelerin küresel emisyonlarının ihtiyaçlarına göre artacağı ’’ hükmüne göre emisyonlarında herhangi bir azaltmaya gitmiyorlar. ABD emisyon azaltmak için yapacağı yatırımların, ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatını artıracağı, bunun sonucu olarak pazar kaybı, işsizlik, ekonomik ve benzeri kayıplara uğrayacağını iddia ederek Kyoto Protokolünü imzalamayı reddetmişti. Yapılan hesaplamalara göre, Çin küresel düzeyde atmosfere salınan sera gazlarının % 13.6 dan, Hindistan %4.2 den, ABD % 36.1, Avustralya ise %2.1 den sorumludur. Bu oranlara göre, ABD birinci, Çin ikinci, Hindistan ise beşinci sırada yer alıyor.

Bu anket K. Marks’ın kızları Jenny ve Laura ile oynadığı bir oyundan alınmıştır.

yarın DÜNYA

1. En sevdiğiniz erdem? Hoşgörülü olmak 2. Başlıca özelliğiniz? İnatçılık 3. Mutluluk nedir? Resme göre değişir 4. Mutsuzluk nedir? Yaşadığımız her türlü zorluk 5. En kolay hoşgördüğünüz kötü huy? Küçük yalanlar 6. En nefret ettiğiniz kötü huy? Döneklik 7. En sevmediğiniz şey? Uyuşturucu 8. En sevmediğiniz kişiler? Faşistler 9. En sevdiğiniz iş? Devrimcilik 10. En sevdiğiniz şair? Nazım Hikmet Ran 11. En sevdiğiniz yazar? Fyodor Gladkov - Fabrika 12. Kahramanınız? Ernesto Che Guevera 13. Kadın kahramanınız? Mine Bademci 14. En sevdiğiniz çiçek? Karanfil 15. En sevdiğiniz renk? Kavuniçi 16. En sevdiğiniz yemek? Yemek seçmem 17. En sevdiğiniz düstur? Tek yol devrim 18. En sevdiğiniz söz? Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine

İnternete devlet baskısı Sinema dergisinin 5bin okuruyla gerçekleştirdiği Türkiye sinemasının en iyileri seçkisi sonuçlandı. Oylamada Yavuz Tuğrul’un ‘Eşkıya’ filmi birinci sırayı alırken, Şener Şen’in yer aldığı 5 film ilk 10’da yer aldı. Listenin ikinci sırasında da Atıf Yılmaz’ın ‘Al Yazmalım Selvi Boylum’ filmi yer alıyor. Sinema Dergisi Yayın Yönetmeni Senem İşmen, “Oyla-

mada modern Türk sineması, eski filmlere göre biraz daha baskın görünüyor. Oy verenlerin yaşları daha genç olduğu için eski filmleri bilmiyorlar” dedi. Popüler kültürün etkisini gösterdiği oylamada, Yılmaz Güney’in ‘Umut’, Zeki Ökten’in ‘Sürü’, Metin Erksan’ın ‘Sevmek Zamanı’ nı dışında Ömer Lütfi Akad’ın hiçbir filmi listeye giremedi.

İşte listeDEKİ ilk 10 1. EŞKİYA (1996) / Yavuz Tuğrul 2. SELVİ BOYLUM AL YAZMALIM (1978) / Atıf Yılmaz 3. HABABAM SINIFI (1975) / Ertem Eğilmez 4. BABAM VE OĞLUM (2005) / Çağan Irmak 5. ZÜĞÜRT AĞA (1985) / Nesli Çölgeçen 6. MASUMİYET (1997) / Zeki Demirkubuz 7. AĞIR ROMAN (1997) / Mustafa Altıoklar 8. MUHSİN BEY (1987) / Yavuz Tuğrul 9. YOL (1981) / Şerif Gören 10. NEŞELİ GÜNLER (1978) / Orhan Aksoy

Homofobik i-Phone uygulaması kızdırdı 20 soruyla erkek çocukların eşcinsel olup olmadığını belirlediğini iddia eden iPhone’un Android uygulaması LGBTT’lerin ve örgütlerin tepkisini topladı. Android Market’lerde satışa sunulan ve yakın zamanda internet sitesinden kaldırılan uygulama, “Oğlunuz müzikal komedi mi, Madonna mı, yoksa futbol izlemeyi mi sever?” “Oğlunuz şık giyinmeyi seviyor mu?”, “En yakın arkadaşı kız mı?”, “Boşandınız mı?” tarzında 20 tane soruyla erkek çocuklarının eşcin-

sel olup olmadığını belirlediğini iddia ediyor. Sorular yanıtlandıktan sonra “Başka türlü düşünmeye kendinizi zorlamayın; oğlunuz eşcinsel” gibi bir yargı cümlesiyle karşılaşılıyor. Eşcinsel, Lezbiyen ve Heteroseksüel Eğitim Ağı yönetim kurulu üyesi Eliza Byard iPhone’un bu uygulamasına ilişkin; “komik gibi gelen sorularla insanların korkutulduğu, erkek çocuk eşcinselse sorumlunun ebeveyn olduğu yargısını barındıran bir uygulama” dedi. Çeşitli eşcinsel der-

neklerine göre sorular bir yana, ‘erkek çocuğun eşcinsel olup olmadığının’ bir sorun olarak kabul edilmesi bile ayrımcı ve homofobik bir düşünce. Uygulamanın toplumda cinsel yönelim ayrımcılığını teşvik ettiğini söyleyen örgütler, mevcut uygulamanın Android Market’ten bir an önce kaldırılmasını talep etti. Fransız geliştirici ise, uygulamanın bilimsel olmadığını ve ebeveynlerin oğullarının eşcinsel olduklarını kabul etmelerinde esprili bir yaklaşım olduğunu savunuyor.

Google devlet kurumlarından gelen kullanıcı bilgi taleplerinin sayısını açıkladı. Son rakamlara göre bu yılın Ocak-Haziran döneminde en çok talep ABD’li resmi kurumlardan geldi. Söz konusu dönemde toplam 16 bin 600 taleple karşılaşan Google, bunun toplam 25 bin 400 kullanıcı hesabını kapsadığını belirtti. Bu rakam, bir önceki altı aylık döneme kıyasla yüzde 10’luk bir artışı ifade ediyor. Açıklamaya göre talep sıralamasında, önceki yıla göre yüzde 29 daha fazla (5,950) talepte bulunan ABD ilk sırayı alıyor. Onu talepleri yüzde 2 artarak 1,739’a çıkan Hindistan, yüzde 27 artarak 1,300’e yükselen Fransa izliyor. Rapora göre devletler YouTube’tan da içerik kaldırılmasına yönelik talepte bulundu. Raporun Türkiye ile ilgili bölümünde 2011’in ilk yarısında Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından 269 video ve benzeri içeriğin kaldırılmasının talep edildiği ve bu taleplerin yüzde 74’ünün karşılandığı ifade edildi. Aynı dönemde şirketten 74 kullanıcının kişisel bilgilerini talep eden Türk hükümetinin bu taleplerininse hiçbirinin karşılanmadığı belirtildi. En çok içerik yasaklanmasını isteyen ülke Brezilya olurken, onu Almanya, ABD ve Güney Kore izledi. Türkiye ise listede 8. sırada.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.