Yarın Yeşil - Sayı 3

Page 1

yesil dergi ‘

15 Ocak 2015 Çarşamba Sayı: 03 l

l

Yeşil Dergi Yarın Gazetesi’nin eki olarak çıkmaktadır.

İnsansız kanyon doğal kalıyor YEŞİL REHBER 8-9

Organık tarım ve otesı mumkun

Kaybolacak gelecek; yerel tohumlar Organik Tarım Teknikeri Hasan Çetin Özbayram bitkileri derinlemesine inceleyerek bitkilerin temeli olan tohumu ve tohumun da temelini hatırlatıyor bize. YEŞİL MİRAS 12

Ekolojik denge

Açlık azalabilir

Geleneksel ile ortaklık

Organik tarım ve ötesi artan sanayileşmeye karşı ekolojik dengeyi korumak için tek çözüm.

Günümüz üretimi açlığı arttırırken, organik tarımla bir nebze bunun önüne geçilebilecek.

Geleneksel ile organik tarım arasındaki ortak hedef sağlıklı ve doğal besinler üretmektir.

Kentlerin mücadele tarihi

Yeşil Tarih’in bu sayısında Yeşil ve Sol’dan Ender Eren, kent mücadelelerini hem şahit olan, hem de bizzat içinde bulunan biri olarak 4 ana kent mücadelesini sizler için derledi. yeşİl tarİh 07

Sanayi ve Ticaret eski Bakanı Cahit Aral

En iyi siz biliyorsunuz Hükümetlerin çevre ile ilgili yaptığı skandal açıklamaları hem tekrar ele aldık, hem de ekolojik mücadeleyi yürütenler olarak tiye aldık. YEŞİL TENCERE 16


Yesil Ufuk

3

Organik tarım, Kent Mitingi, İztuzu Direnişi ve Artvin’deki çevre zaferi

7

Yeşil ve Sol’dan Ender Eren, kent mücadelesinin tarihini fotoğraflarıyla gözler önüne seriyor

8

Ahmet Bilgen, Kasımlar ve Tazı kanyonlarına yaptığı geziyi ve yaşadıklarını anı anına anlatıyor.

10

Sanayileşmenin bu kadar arttığı bir dünyada, organik gıdanı üretmek mümkün mü? Kadir Dadan cevap veriyor... Boğaziçi Mensupları Tüketim Kooperatifi organik gıda için nasıl bir çalışma yapıyor sizler için araştırdık...

12

Bitkilerin temeli olan tohumu biliyoruz. Ama tohumun tarihi ne? Hasan Çetin Özbayram imzasıyla...

13

Ekolojik siyasetin yol haritasına bu sayımızda Ekolojipolitik ile devam ediyoruz. Mustafa Cevdet Arslan imzasıyla...

14

Hakan Tanıttıran yazısında kapitalizmin ilerlemesiyle birlikte gezegene verilen zararın oranını hesaplıyor.

16

Çok ciddi olaylar her zaman biraz tiye alınabilir. Hükümet yetkililerinin çevre ile ilgili açıklamalarını mizahi bir dille sizler için ‘kaynattık’.

12

13

6

4

8-9

Yeşil çizgiye doğru

Ender Eren

Sevgili okurlar, Üçüncü sayısına ulaşan ‘Yeşil Dergi’mizde bu ayın konusu olarak ‘organik tarım’ı seçtik. Organik tarımın bir sonucu olan organik gıda her yerde gerçekten organik mi? Organik gıda, üzerinde en fazla polemik edilen konulardan biri. Halk pazarlarına da gittiğinizde mevsimine göre artık satıcılar fiyatların yanına buldukları bir kartonun üzerine organik yazmaktan çekinmiyorlar. Bugün için organik tarım yapmak o kadar kolay değil. Yıllarca çeşitli kimyasallarda zehirlenen toprağın

önce bunlardan arındırılması, toprağın dinlendirilmesi gerekir. Ülkemizin en az kirlenen toprakları Artvin, Ardahan ve Kars yörelerinde bulunuyor. Oralarda üretilen süt ürünlerinin ülkenin dört bir yanında dağıtılması ne derece mümkün ya da yerel üretim fikrinden dolayı ne derece verimli? Artık eko-köylerde tam bir organik tarıma geçiliyor. Üretim kendi ihtiyaçları olduğu kadar çevreleriyle de paylaşılıyor. Geleneksel olarak, köylü üretim tarzını da unutmamak gerekir. Yer yer birçok köyde halen pestisidler kullanılmadan

tarım yapılıyor ve bunlar kendi pazarlarında satışa sunuluyor. Türkiye önemli bir organik tarım ülkesi. Üretiminin büyük çoğunluğunu Almanya’ya ihraç ediyor. Yalnız Almanya’da da son günlerde yapılan yayınlarda her organik gıdanın organik olmadığı konusunda uyarılar yapıldı ve raporlar yayınlandı. Tohum konusu da ayrı önem verilmesi gereken bir konu. Bu konu bizim geleceğimizle ilgili ve çok önemli. Tohumlarımızı gelecek kuşaklara saklamamız en önemli ödevimiz.


03

guncel 14 Ocak 2015

Topraktan rafa organik tarım güncel ceday avcı

İnsanoğlunun bugüne kadar sürdürmekte olduğu tarımsal faaliyetlerle, kendi yaşam alanı dahil olmak üzere birlikte yaşadığı canlı ve cansız çevreye zarar verdiği bir gerçek. Bu amaçla doğa ile uyumlu, sürdürülebilirlik hedefleyen, hayvan refahını gözeten yeni tarımsal üretim biçimleri tüm dünyada yayılmaya başladı. İşte, bu ekolojik dengenin korunmasında tarımsal üretim biçimlerinin başını organik tarım çekiyor. Peki ya organik tarım nasıl oluyor? Organik tarım en genel şekliyle ekonomik ve sosyal sürdürülebilirliği amaçlayan, toprak verimliliğini, çevrenin korunmasını ve gıda güvenliğini esas alan bir tarımsal üretim sistemi. Araziden rafa kadar Aslında organik tarım, toprak-bitki-hayvan ve insan arasındaki üretim-tüketim ilişki-

sini sağlıklı bir şekilde sağlamakta. Çünkü organik tarımda araziden rafa kadar bir denetim mekanizması işlemekte. Ayrıca, organik tarım yapmak isteyen bir çiftçi sertifika almak zorunda. Organik bir ürün, halk pazarlarında bir kokusuyla bir de fiyatıyla dikkat çekebilir. Organik tarımın daha pahalı olma nedeni kimyasal kullanımı yasak olduğundan yoğun bir üretim yapılamaması ve bu yüzden insan gücüne daha çok gereksinim duyulmasıdır. Ancak dışarıdan dezavantaj gibi görünen bu etkenler bize daha sonra fakirleşmemiş toprak, nitrat kirliliğine maruz kalmamış toprak ve su kaynakları, korunmuş çevre, mis gibi kokan ve tadını kaybetmemiş besin olarak geri dönüyor.

Yesil dergi ‘

Dünyada kimyasallarla kirlenen topraklara acil bir çözüm üretilmesi gerekiyor. Ekolojik dengeyi korumak adına aslında geçilebilecek ‘sağlıklı’ bir yöntem var: Organik tarım. Hiçbir kimyasal olmadan üretimin yapıldığı organik tarımla sağlıklı besinler üretilirken ekolojik denge korunuyor. Günümüz üretim modeli insanlar arasında uçurum ve açlığı arttırırken, organik tarımla bir nebze bunun önüne geçilebilecek.

Geleneksel tarım gibi Geleneksel tarım diye adlandırılan bir başka tarım biçiminden de bahsedilmesi gerek. Geleneksel tarımla organik tarım arasında bir benzerlik olduğu rahatça söylenebilir. İki üretim biçiminde de hedef sağlıklı ve doğal besinler üretmek. Organik tarımda geleneksel tarıma kıyasla en belirgin farklılık, organik tarımda yeşil gübre ve atıkların kullanılıyor olması.

3 Dünya organik tarımla beslenebilir Akıllara gelen ilk sorulardan biri de “Organik tarım iyi, hoş ancak dünyayı besleyebilir mi?”. Biraz düşünüldüğünde günümüzde çoğunluğun uyguladığı konvansiyonel yani kimyasal katkılı

besin üretimi, tüm insanlığın ihtiyacını karşılamaktan öte giderek açlık oranlarını yükseltiyor. Organik tarım, gerçekten uygulandığı takdirde insanlığın ihtiyacının 3 katı kadar besin üretilmesini sağlıyor. Bu başka bir üretim biçiminde pek de mümkün değil. Hepimiz doğal olanın yanındayız Mevcut gıda üretim ve dağıtımı insanlar arasındaki uçurumu, açlığı artırıyorken, dünyanın organik tarımla beslenmesi mümkün. Bu da tüm insanlığın ihtiyaçlarının sağlıklı bir biçimde karşılanması için bir adım atılması anlamına geliyor. Organik tarıma benzer bir de doğal tarım ve bilge tarım kavramları kullanılıyor. Üç üretimi de incelediğimizde anlaşılıyor ki hepimiz aynı yolun yolcusuyuz. Hepimiz organik, doğal ve sağlıklı tarımdan yanayız.


guncel

04

14 Ocak 2015

Yesil dergi ‘

Marmara talana dur dedi

Marmara Bölgesi’nin çeşitli illerinden gelen binlerce insan Kadıköy’de, Marmara Kent Mitingi’nde buluştu. 28 Aralık Pazar günü 12.00’da Bahariye’de gerçekleşen buluşmada polis Kadıköy’ü abluka altına almış olmasına rağmen miting gerçekleşti. Mitinge Yırca Köyü’nden Validebağ Dayanışması’na; Fatsa’dan Kocaeli’ne Marmara Bölgesi’ndeki bir çok direnişten katılım oldu. Caddesi üzerindeki Süreyya Operası önünde buluştu. Bir saat süren bekleMarmara’nın dört bir yanında yişin ardından insanlar Boğa’ya doğru talan projelerine karşı doğa- yürüyüşe geçtiler. yı ve kenti savunanlar 28 Aralık Pazar günü Kadıköy’de bir araya geldi. Baskı uyguluyorlar, çünkü Binlerce kişi AKP’nin ve sermayenin korkuyorlar talan politikalarını durdurmaya söz İstanbul dışında Bursa, Tekirdağ, Koverdi. İstanbul Kent Savunması (İKS) caeli, Edirne, Soma, Çanakkale’den ve Kuzey Ormanları Savunması’nın de katılımların olduğu mitinge, bir (KOS) çağrısı ile “Doğayı, emeği, çok forum ve dayanışma da katıldı. İstanbul’u, Marmara’yı savunmak Boğa’ya doğru yürüyen kitlenin önü için” Marmara’nın dört bir yanından Altıyol’da polis tarafından kesilince gelen insanlar, 12.00’a doğru Bahariye burada kürsü kurularak konuşmalar Güncel onur toper

yapıldı. Konuşmalarda AKP’nin baskılarınının korkularından dolayı olduğu ve buna karşı yılmayacakları vurgulandı. Konuşmacılar 28 Aralık 2011’de gerçekleşen Roboski Katliamı’nda yaşamını yitirenleri de andı. “Sizin yok ettiklerinize karşı, var ettiklerimizle meydandayız” Mücella Yapıcı yaptığı konuşmada “Sadece doğayı değil emeğimizi de savunuyoruz. Egemenlerin ne kadar korktuğunu gördük Taksim, Kızılay’da. Biz geri alana kadar buradayız. Sizin

yok ettiklerinize karşı, var ettiklerimizle meydandayız” dedi. Ardından söz alan Prof. Dr. Beyza Üstün “Doğa kent mücadelelerinde ölenleri de, Gezi’de ölenleri de anıyoruz. Soma’da ölenlere, Zonguldak’ta ölenlere, Ermenek’te ölenlere… Hepsine sözümüz var. Yaşamımızı yaşam alanlarımızı yok edenlerden hesap soracağız” dedi. Konuşmalardan sonra Marmara’nın dört bir yanından ve Soma Yırca’dan gelen yaşam savunucularının mitingi selamlamasının ardından, miting sona erdirildi.

Mikrofonu doğasına sahip çıkanlara uzattık: Marmara’yı savunmak için İstanbul ve çevresinden gelen birçok forum ve dayanışma da o gün Kadıköy’deydi. Doğa’yı ve kentlerini korumak için Kadıköy’e gelenlere mikrofonumuzu uzattık ve mitinge katılma sebeplerini sorduk. Timur Danış Validebağ Savunması Burada sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Ağaçtan başlayarak, insana, türüne saldırı var. Sadece Marmara Bölgesi değil, tüm Türkiye bu saldırıya uğruyor. Kendi köyümüzden, kasabamızdan, şehrimizden bütün dünyaya ait bir çığlığı buraya seslendirmeye geldik.

Timur Danış

Fatma İnan Diren Büyükçekmece Tüm ilçelerde, ilde sermaye ile ilgili sorunlarımız var ve halk olarak bizler duyarlı olmaya çalışıyoruz. Etrafımızda yeşil alan kalmadı. Her yerimiz talan ediliyor. Talana dur demeliyiz. Güzel günler gördük. Ama ileride çocuklarımıza torunlarımıza ne bırakacağız diye düşünmeye başladık.

Fatma İnan

Fırat Tunabay

Fırat Tunabay Bozcaada Forumu Burada herkesin ortaklaşa yer almasının nedeni herkesin çevre konusunda kendi yaşadıkları bölgesinde çeşitli sorunlarla karşılaşması ve bu sorunlara da kimsenin yanlız kalarak çözüm bulamaması. Çevre katliamlarına karşı ses çıkartarak 28 Aralık Marmara Mitingi’ne katılması çok önemli.

Zeynep Karagöz

Zeynep Karagöz Maçka forumu Burada en önemlisi hepimizin ortak paydada birleştiği bir nokta var. Kentimizi korumak; mahallemizi, kendi yaşam alanlarımızı korumak için burada bulunuyoruz. Herkesi ortak noktada birleştiren konu bu esasında. O yüzden bu kadar kalabalık olma imkanı doğdu bize de.


guncel

05

14 Ocak 2015

Yesil dergi ‘

İztuzu’na şimdilik dokunulmayacak Muğla’nın Ortaca ilçesinde Caretta Carettaların yumurtladığı dünyaca ünlü İztuzu Plajı’nın işletme hakkını alan DALÇEV’in, hukuki süreç sonlanmadan tesisi devralmaya kalkmasına karşı başlayan direniş zaferle sonuçlandı. Direnişe tüm Türkiye’den katılımlar oldu. güncel onur toper

İztuzu Dayanışması; DALÇEV’in, hukuki süreç sonlanmadan İztuzu Plajı’nın işletme hakkını devralmaya kalkmasına karşı 31 Aralık Çarşamba günü bir direniş başlattı. Plajın işletme hakkını alan İngiliz ortaklı özel şirket DALÇEV’in yetkilileri, mahkemenin işletme protokolüne tedbir uygulama kararına rağmen, 28 Aralık gecesi tesisleri devralmaya ve iş makineleri sokmaya çalışmış, şirketin bu girişimi ancak jandarmalarca engellenebilmişti. Jandarmaların plajı boşaltmasının ardından İztuzu Kumsalını Kurtarma Platformu (İKUP) öncülüğünde yurttaşlar DALÇEV’in tekrar İztuzu’ndaki tesislere girmemesi için yılbaşı gecesinden itibaren plajın girişinde nöbet tutmaya başlamıştı. Nöbetle birlikte katılımcılar da artmaya başladı. Türkiye’nin çeşitli yerlerinden direnişe destekler verildi.

Motosikletlilerle ‘Hu Hu İztuzu’ da desteğe geldi Direnişe yolu Dalyan’dan geçenler de destek oldu. Ege Yolcu Motor Grubu da direnişe 20 motosiklet tutkunu olarak katılmaya karar verdi. Grubun başkanı Nadir Şahin, “İztuzu halkındır halkın elinden kalmalıdır” dedi. Çok beğenilen gösteri sonrasında izleyenler gruba bir isim konulmasını istedi. Grubun bundan böyle ‘Hu Hu İztuzu’ olarak anılmasına karar verildi. Ünlü yönetmen İztuzu için video hazırladı Plajın imara açılmasına karşı sinema yönetmeni Özcan Alper de, İztuzu’nda neler olduğuna dair bir video hazırladı. Oyuncu Altan Erkekli, yazar Yekta Kopan, Pelin Batu ve Özcan Alper’in yer aldığı videoda, işletmesi DALÇEV’e devredilen İztuzu’nda yapılması planlanan deniz kaplumbağa hastanesinin

emsal teşkil edilerek plajın imara açılacağı belirtiliyor. Direniş zaferle bitirildi İztuzu direnişine ait ilk zafer ise 8 Ocak Cumartesi günü geldi. Plajın özelleştirilmesine tepkiler sürerken, Muğla Turizm Çevre Vakfı Tic. Limited Şirketi (MUÇEV), buradaki tesislerin işletmesini alan Dalyan Çevre Geliştirme Turizm İnşaat Emlak ve Otel A.Ş.’den (DALÇEV) hukuksal süreç sona erene kadar herhangi bir faaliyette bulunmamasını istedi. Bu karar üzerine 9 Ocak Cuma günü sabahı direnişçiler eylemlerine son verme kararı aldılar. Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce direniş bittikten sonra esas amaçlarını açıklar nitelikte açıklama yaptı. Güllüce, “Açık ihaleyle yapıyoruz, kim daha yüksek parayı verirse alır o işletir. Yargı kararından sonra yeniden ihale ederiz orayı “ dedi.

31 Aralık Çarşamba günü İztuzu Plajı’nda bu güçlü direniş başladı. Uzun bir süre ne yağmur ne de rüzgar direnişe engel olamadı.

yesil dergi ‘

14 Ocak çarşamba 2015

sayı: 3

Yarın yeşil Yarın Gazetesi’nin Aylık eki olarak çıkmaktadır Yönetim rumeli c. adresi matbaacı osmanbey s. no 67/4 şişli / istanbul basıldığı aspaş asya yer paz yay. dağ. tur. rek. aş. evren mah. günay sk no: 4 bağcılar / istanbul 05327552792

imtiyaz sahibi sorumlu yazı işleri müdürü Genel koordinatör dağıtım

fadik temizyürek Tel: 0536 698 9397 ışıl kurt elif karan Osman Erdem

6 aylık abonelik: 40 tl

1 yıllık abonelik: 80 tl

SANEM DENİZ KURAL adına ziraat bankası hesap no: 0615 57722685 5001 ıban: TR28 0001 0006 1557 7226 8550 01 ptt hesap no: 08848286 0000 0088 7351 11 işbankası hesap no: 6200 2465988 ıban: TR34 0006 4000 0016 2002 4659 88

garanti bankası hesap no: 31/6896034 ıban: TR90 0006 2000 0310 0006 8960 34 akbank hesap no: 0177542 ıban: TR57 0004 6001 6488 8000 1775 42 yapı kredi hesap no: 229/88735111 ıban:TR38 0006 7010 0000 0088 7351 11


06

Yesil dergi

guncel

14 Ocak 2015

2015’in ilk çevre zaferi Artvin’den geldi

Artvinde “Çılgın Hes” olanarak bilinen proje, ÇED raporu usulsüz olduğu için iptal edildi. Böylece yılın ilk çevre zaferi Arhavi halkından gelirken diğer davalar içinde emsal niteliği taşıyan bir karar oldu. Kararı öğrenen bölge halkı Artvin valiliği önünde horon teperek kutladı. AKP’nin doğayı katleden yağma politikası 2 yıldır mücadele eden bölge halkının direnişine çarptı. güncel yekbun çolak

Artvin’in Arhavi ilçesinde MNG Holding tarafından yapılması planlanan Kavak 1-2 HES Projesi (Hidroelektrik Santral) Rize İdare Mahkemesi tarafından yönetmeliğe uygun hazırlanmadığı gerekçesiyle iptal edildi. Çılgın Hes Prejesi neden iptal edildi? ÇED raporundaki en büyük açığı ise; “Kapsamlı ağaç kesimi yapılacağı anlaşılmakta olup, raporda kesilecek ağaç sayısının sayısal olarak verilmemesi, ekosistemin olumsuz yönde etkilenecek olması dikkate alındığında telafisi güç zararlar meydana getirebileceği kanaatine ulaşılmıştır.” şeklinde verildi. Arhavi Doğa Koruma Platformu ile 2 yıldır fiilen ve hukuksal yollarla çabalayan bölge halkı geçtiğimiz Temmuz ayında santralin kurulacağı Ciğani Deresi yanına Direniş Evi inşa etmiş ve nöbet tutmuştu. Benzer bir zafer de Cerratpaşa’dan geldi Artvin’de başka bir çevre zaferi ise

Cerratpaşa’dan geldi. Cerattepe’de gümüş ve bakır ile birlikte siyanürle altın aranacak maden sahaları için Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2012 yılında izin vermesinin ardından, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bakır madeni için ÇED olumlu raporu vermişti. Yeşil Artvin Derneği’nden Avukat Bedrettin Kalın’dan aldığımız bilgilere göre bölgedeki bakır madeninin çevreye verdiği zarara karşı yaklaşık 20 yıldır bir mücadele veriliyor. Kalın: “2013 yılında ÇED olumlu raporu alıyorlar. Biz de bunun üzerine mahkemeye iptal kararı açtık ve mahkeme Aralık ayının sonunda raporun iptaline karar verdi” dedi.

Arhavi Doğa Koruma Platformu’ndan Hasan Sıtkı Özkazanç değerlendirdi: HES’le ilgili yeniden ÇED olumlu raporun çıkma ihtimali var. Bizler yeniden Bakanlığa sunulan raporun da hileli olduğunu söylüyoruz. Konuyla ilgili yeniden Bakanlığa başvurumuzu yaptık. Bir önceki hazırladığı raporun hileli olduğu anlaşılan bir öğretim üyesinin raporuna itibar edilmesini de ma-

nidar buluyoruz. Arhavi Belediyesi’ne başvurumuzda da: “Bu ÇED iptal oldu ve siz bu imar planlarını ‘ÇED var’ diye onaylamıştınız, bunları iptal edin.” dedik. Fakat Arhavi Belediye Meclisi AKP’lilerin oylarıyla bizim bu iptal taleplerini reddetti. Yani ÇED iptal olduğu halde belediye imar planlarını iptal ettirmekte direniyor.

İzmir’de köylüler taş ocağı şantiyesini bastı İzmir-İstanbul Otoyolu inşaatında kullanılma gerekçesiyle kurulmak istenen taş ocağı şantiyesini köylüler bastı. Kadınlı erkekli yaklaşık 200 köylü önce araçları bölgeden kovdu, çalışma durmayınca da şantiye binasını bastı. Birçoğu kadın olan köylülerin eylemine ise yine kolluk kuvvetleri tarafından saldırı oldu. Bir süredir eylem yaparak seslerini duyurmaya çalışan yaklaşık 200 Akalan köylüsü iş makinelerinin bölgeden çekilmesini istedi. Ancak bir süre sonra şantiyede çalışma durmayınca köylüler şantiye binasını bastı ve şantiye binalarının camları ile park halindeki kamyonların camlarını kırdı.

Yine TOMA, jandarma, özel tim Yaklaşık 150 Jandarma özel tim ekibinin saldırısıyla köylüler şantiye alanından çıkartıldı. Camlarını kırdıkları iş makinelerinin önünde taş ocağı nöbetine devam eden köylüler sık sık slogan atarken, Akalan köyü Muhtarı Mustafa Çaktuğ, “Köyümüzde taş ocağı istemiyoruz. ÇED raporu da alınmamış. Çalışmalar başladığı zaman başımıza taş yağacak” dedi. Ellerindeki pankartlarla eylemde ailelerine destek veren öğrenciler ise, okullarının taş ocağına 600 metre yakınlıkta olduğunu, başlarına taş yağacağı korkusundan ders yapamayacaklarını söyledi.


Yesil-Tarih

07

14 Ocak 2015

Yesil dergi ‘

Kent mücadele tarihi yeşil tarih ender eren

Geçtiğimiz sayılarda Nükleer santrallere karşı yerel mücadelelere yer verdiğimiz Yeşil-Tarih sayfamıza, bu sayıda kent mücadelelerine yer veriyoruz. Kent mücadelesinin en önemli noktası Gezi Direnişi’ne kadar gelen yolun nasıl

örüldüğünü anlatması olacak. Taksim’in göbeğindeki Pera Hotel’den, Cevahir’in yerine planlanan İş Merkezi’ne; Bizans sarnıçlarından, Beşiktaş’ın yayalaştıırılmasına kadar binlerce konuyla ilgili mücadele yürütüldü kentlerde. Bu mücadelelerin kimi 5 yıl sürdü, kimi 5 ay... Ancak hepsi yeni yeni rant kapılarının kapanmasına sebep oldu.

Radikal Yeşiller’in sarnıçlar için başlattıkları imza kampanyası

Cağaloğlu’nun göbeğinde 1988 yılında mahkeme kararıyla tarihi eser yıkımı yapıldı. Nuruosmaniye Caddesi’ndeki yıkımda, Bizans döneminden kalan sarnıçlar dozer getirilerek yok edildi. Orient 66 Halı Şirketi yerin altında yıkım yaparak, Bizans Dönemi’nden kalma tarihi sarnıçları tek tek yok etti. Turistik mağaza için yapıldığını söyleyen bir mağaza yetkilisi “Bir yıl süren mahkeme sonunda

yıkım kararı aldık. Yıkım gerekçesi, tarihi eserin tahribata uğramasıdır” diyerek korkunç bir açıklamada bulundu. Bu yıkımın ardından tepkiler yükselmeye başladı. Sarnıcın onarımı için Radikal Yeşiller bir imza kampanyası başlattılar. Kampanya o kadar büyüdü ki, Yeşiller’e kampanyayı bırakmaları için o dönemin parasıyla 500 bin lira teklif edildi ama o para tabii ki reddedildi.

Bu rant kapılarının kapanması sürecinde, ekolojik mücadeleyi yürütenler hem şantajlar aldı, hem de rüşvetler teklif edildi. Ancak olnlar mücadelelerine devam ettiler. Yeşil ve Sol’dan Ender Eren, bu mücadeleleri hem gören, hem de bizzat içinde bulunan biri olarak 4 ana kent mücadelesini sizler için derledi.

Park Otel mücadeleyle birlikte törpülendi

Park Otel mücadelesi, otel çevresinde yaşayan birinin itirazı sonucu çığ gibi büyüyor. Otel inşaatından mağdur bir mahalle sakininin 1989’da açtığı davayla başlayan mücadele, Ayaspaşa Güzelleştirme Derneği’yle Mimarlar Odası’nın takibiyle yükselen ve uzun süren bir mücadeleyle 1993-94’te otelin kaçak katlarının tıraşlanmasıyla sonuçlanıyor. Otelin biri 82, diğeri 65 metre

olan blokları bu mücadele sonucu 47 metreye düşürülüyor. Temmuz 1992’de Danıştay 6. Dairesi, Ayaspaşa Çevre Güzelleştirme Derneği’nin açtığı dava sonucunda otel inşaatını mümkün kılan 1/500 ölçekli imar planının hukuksuz olduğuna hükmederek yürütmeyi durdurma kararı alınıyor. Basında ‘beton canavar’ diye anılan binanın yıkımı, kalabalığın alkışları arasında törpüleniyor.

Şişli’nin merkezine iş kuleleri yaptırılmadı Şişli İETT garajı 1988’den itibaren İstanbul Belediyesi’nin gözde alanlarından biriydi. İlk proje 45 ve 31 katlı iki gökdelen ve 13’er katlı 5 İş Merkezi ile 30 katlı bir Otel olarak planlanmıştı. 1995 senesine gelindiğinde ekolojistlerin ve Yeşillerin protestoları yükselmeye başlamıştı. Protestolar gittikçe yayılmaya başladı ve o alanda oturan halktan da önemli tepkiler geldi. İnşaatı yapmak isteyen Cevahir İnşaat kuleleri yapmak istiyordu. % 70 Yeşil alan % 30 gökdeleni kabul etmeyen inşaat firması bizlerin direnmesi sonucunda Kulelerden vazgeçmek zorunda kaldı. Bu da kent mücadelesindeki önemli adımlardan bir tanesiydi.


08-09

YESIL REHBER 14 Ocak 2015

İnsansız kanyon doğal kalıyor Kanyonlar hem macera, hem de gerilim filmlerinde özne olmayı başaracak kadar tehlikeli gözükür. Bir yandan büyüleyici atmosferi, diğer yandan ürkütücü hikayeleri insanlarda gel-gitler oluşturur. Ahmet Bilgen bu deneyimleri yaşamış biri olarak yazısıyla sizi bir kaç kanyonda tur attıracak.

Türkiye’de dolaşmadığım dağ, tepe, bayır kalmadı desem yalan olmaz. Ülkemin içindeki dağ, deniz, göl epey bir yer dolaştım. Bunların içinde kanyon gezileri ayrı bir yer tutar. Nedeni aslında çok basittir; dokunulmamış olmaları. Hatta buralar da öyle bir dokunulmazlık vardır ki; binlerce senedir insanlar bozamamıştır buraları. Öylesine bakir topraklar ki; bazılarından ilk geçen ben oldum. O tarihe kadar insan görmemiş kanyonlarımız var. Aslında hiç bozulmamış bir doğa görmek istiyorsanız kanyonlara gitmelisiniz. Milyonlarca yıllık vahşi tabiat sizi karşılayacaktır. Böylesine bakir ve vahşi kalmasının sebebi; ulaşılması zor ve korkutucu olmaları. Aslında içleri bir cennet... Gözünüzün alabildiğine bin bir çeşit manzara… Bu topraklara gözünüz alıştığında bitsin istemezsiniz. Ama alışması şart. Klostrofobik yerler olması alışık olmayan herkesi rahatsız ediyor o yüzden müşterisi az. İyi ki de öyle çünkü insanlar bu tip yerleri ürkütücü buluyorlar. Bu yüzdende doğal kalıyorlar. En çok ziyaret edilen kanyon Grand kanyondur. O da birkaç saatlik turdur. Benim anlatmaya çalıştığım bir tip gezi değil tabii

boydan boya yolculuk. Bu tip geziden son- yorduk, ama siz geçtiniz. Arkadaşım Musra çoğu insan bunu tekrarlamak istiyor. O tafa ile “ -ooo dedik bu gezinin aynısını adrenalin başka bir yerde olmuyor zaten. biz yapalım. TRT’nin yaptığı yolculuğu O bilinmezlik, o meçhule yolculuk hep tekrarlayalım, ne kadar zor olabilir ki? 15 cazip gelmiştir. Marsa yolculuk yapmak metrelik ip bile hazır oradan da ineriz.” Pılımız pırtımızı topladık birde bot alister misin? Sorusuna evet diyenler için dünyada mars yolculuğu yapabileceğiniz dık TRT deki ekipte öyle geçmişti Kasımtek yer kanyonladır. Aynı efekti verir hiç lar’a ulaştık. TRT’deki ekip de önce Kasımsıkıntı çekmezsiniz. lar kanyonuna sonra Tazıya girmişti. Bizde Bundan 25 sene önce aynısını yapalım dedik. olması lazım TRT’de bir Kasımlar’a vardığımızda Kanyonların kötü arkadaşımla yerli çekim ilk öğrendiğimiz gerçektarafı şudur ge- ler ile anlatılan hikaye bir belgesel izliyorduk. Köprü çay belgeseli diye. nelde bir ucundan girdin arasındaki faktı. BirinBu belgesel sonra Japon- mi diğer ucundan çıkmak cisi Kasımlar kanyonun ya’da ödül aldı. Dağların tamamını geçmemişler. arasından, vadilerden gi- zorundasın. Akıntıyı takip Yarı yoldan çıkıp aradiyorlar. Sıkı ve zorlu bir edersin. geri dönüşün ol- bayla gitmişler. Yani hiyolculuk. Plana programa maz. Bir çıkış noktası var- kayenin bu kısmı külliuymuyor her an karşılarıyen yalandı. Biz haziran ortası ordaydık köylüler na bin bir türlü zorluk sa onu önceden bilmen girmeyin cesedinizi bile çıkıyor. Muhteşem bir lazım yoksa orabulamazlar dediler. Karmanzara eşliğinde devam dan da çıkmazsın. lar eriyor su çok yüksek ediyorlar. Sonunda hiç kimsenin geçmediği bir yerde 15 metrelik dediler. En erken temmuz ortası denersiniz bir iniş yapıyorlar, ipi de orda bırakarak. geçer misiniz geçemez misiniz bilemiyoruz Gezinin sonunda medeniyete ulaşıyorlar. dediler. Öylesine güzel bir gezi, bir geçiş yapıyorBizdeki ahmaklı mı desem saflık mı delar ki köyün avcıları onları tebrik ediyor. sem gençlik cesaret mi desem bilemiyorum.

yeşil rehber Ahmet Bilgen

Kanyonların kötü tarafı şudu de bir ucundan girdin mi diğer u çıkmak zorundasın. Akıntıyı tak sin. Geri dönüşün olmaz. Bir çık sı varsa onu önceden bilmen lazı oradan da çıkmazsın. İki dağın daracık bir yerde seyahat ediyorsu tı öyle yüksekti ki bu sel suların yolculuk etmeye benzedi. Her ş uçuyorduk bot bir tarafa biz bir tarafa. Eşyalar başka bir tarafa. Yüzümüz kireç gibi olmuştu. Moral sıfır ağzımızı bıçak açmı- geçm yordu. Her şelale de rus ten ç ruleti oynuyorduk. Biri en sonunda denk gelecek nefes fosil tarihine karışacaktık. vardı Kanyonlarda suya kapı- ladık lanların cesedi bulunmaz. Geçen sene Kastamonu’da rübe suya kapılıp kaybolan ar- metr kadaşımız gibi. Ender aryece kadaşımız da ufak bir şelale olayı yaşadı fakat su debisi düşük için dönüp geri geldi. Yani olağan olaylardır kanyonda. Her sene b cuk kapılırmış azgın olduğu dön bulunan yok. Tehlikeyi anlatabilm


YESIL REHBER

Yesil dergi

genel- geceleri bazen rüyama bile girer. Epey bü- kanyonda yetmemişti. Tazıyı hiç düşü- sanız kanyona gitmelisiniz. Ama undan yük bir şelaleye denk gelmiştik. Arkadaşım nemiyordum bile. İp kısa olunca uçarak bazı riskleri ve tehlikeleri göze p eder- botla atlayıp uçalım dedi elimiz mahkum gitmek mecburi olmuştu. Ama bu sefil almak koşuluyla. Her güzelnokta- atlamamız gerekiyor ama öyle bir gürültü manyak gezi bizi akıllandırmıştı. Artık liğin bir bedeli var. Başka bir yoksa yapıyor ki. Acayip korktum. Dedim atla- aşağı yukarı nasıl gideceğimizi biliyorduk. yazıda kısmet olursa ekoloasında mayalım bir yol bulalım. Neyse yarım saat Bir sene sonra ağustosta Tazıyı geçmeyi jik yapısından da bahsederiz. Akın- araştırdıktan sonra bir yol buldum ora- denedik. Gerçekten çok vahşi kanyondu Anlatılacak çok şey var. Tekbotla dan geçtik. Orası hep aklımda kaldı. Daha nefes kesen bir manzara vardı. Ama burada rar yazışmak dileği ile. ale de sonra ağustosta gittiğim de incelemek için da anladık ki bizim daha çok tecrübeye içine girdim su çok azdı. ihtiyacımız var.60 metre ip yetmeyecekNehir mağaranın içine ti nerdeyse. Buradaki en büyük hatada 3 Bir sene sonra giriyor ve labirent gibi günde çıkacağımızı sandığımız kanyonağustosta tazıyı çıkış gözükmüyor sanı- dan zor bela kurtulduk. Burayı tarihte ilk eyi denedik. gerçek- rım yerin altına dalıyor. geçen biz olduk ama Hürriyet gazeteKriz geçirdim orda. Be- sinde de manşet olduk. “Kaybolan k vahşi kanyondu nim kararım doğruymuş kanyoncular” diye. kesen bir manzara ama yapabilirdik de. Daha sonraları nasıl gideYazı tura bu olsa gerek. ceğimizi öğrendik keyifli yolAma burada da anbizim daha çok tec- Her neyse aksiyon filmi culuklar yapmaya başladık. olsa bu kadar olurdu bir Mars gibi bir yeri ya da cene ihtiyacımız var.60 şekilde kurtulduk. neti görmek istiBu bizim suyorip yetmeçumuzdu TRT i nerdeyse. falan değil lduğu köylüler bizi uyarmıştı. Tabi Taradan zıyı hiç denemedik bile o sene. kaç ço- Oranın buradan daha derin mlerde ve daha uzun bir kanyon şimdir olduğu biliyorduk. 15

Fotoğraflar tazı ve Kasımlar Kanyonları’nda çekilmiştir

14 Ocak 2015


Yesil uretım

10

14 Ocak 2015

Yesil dergi ‘

Doğanın ve emeğin ülkesinde gıda KADİR DADAN yazdı

Sanayileşmenin ve tüketimin bu kadar arttığı, gıdaların neredeyse tamamının kimyasallaştığı bir dünyada; kendi organik gıdanı üretmek mümkün mü? Doğanın ekmeğiyle sanayinin ekmeği arasındaki mesafeyi ölçmek gerekiyor. Kadir Dadan yazısında organik gıda ile sanayi gıdası arasındaki büyük farkı ele alıyor.

Her canlı gibi insan da çevresindeki yaşamın bir parçası ve topluluk halinde yaşamaya başladığından beri etrafını değiştirmeye devam ediyor. Günümüzde siyaset, bu değişimin yönünü tayin etmek demek; nelerin nasıl yapılacağına ve nelerin yapılamayacağına karar vermek. İktidarı ya da gücü elinde tutmak, bu kararları uygulamak için tek yol olarak görülebilir. Ölçek büyüdüğünde elbet böyledir. Bir bölgede kentleşme ve sanayileşmenin önünün açılması ya da kesilmesi gibi durumlarda elbette devlet ve iktidar belirleyici olacaktır. Bu yüzdendir ki yeşil siyasanın bir parçası iktidara ya da iktidar ortaklığına uzanmak durumundadır. Ancak öte yandan, yeşil siyasanın asıl zemin bulacağı ölçek, yaşam mahalli; yöntem ise, gerçek özgürlüğü sağlayacak olan bireylerin farkındalığı ve etkile-

şimli birlikteliğidir. Bugünün sanal ve sahte yaşamlarının karşısında; elle tutulabilir bir somutlukta, anlaşılabilir bir basitlikte, uygulanabilir bir gerçeklikte, tekrarlanabilir bir olgunlukta örnekler oluşturmak yeşil siyasanın en büyük görevidir. Bu açıdan bakıldığında gıda üretimi, saklanması, dağıtımı ve tüketimi, yeşil siyasanın merkezine oturur. Bu anlayışla yola çıktığımız “Başka Bir Gıda Mümkün Girişimi”, beş yıl içerisinde hatırı sayılır bir deneyim biriktirdi. Derdimiz dünyayı kurtarmak olduğu için, önce kendimizi kurtarmaya karar verdik ve değişimi önce kendimizde aradık. Ve Anadolu’nun temel gıdası ekmekle başladık. Etrafımıza, hemen yakınımıza baktıkça, araştırdıkça, kurcaladıkça bir şeyler bulduk.

Bizimle yerli tohumunu paylaşabilen başka birileri, bu tohumu ekebileceğimiz uzun zamandır ekilmemiş temiz araziler, o arazileri isteklerimize göre işleyecek küçük çiftçiler, buğdayımızı öğütebileceğimiz hala çalışan su değirmeni ve değirmenci, istediğimiz şekilde maya tutacak ve ekmek pişirecek odunlu bir mahalle fırını ve fırıncısı, ürettiğimiz ekmekleri paylaşabileceğimiz duyarlı insanlar çıktı karşımıza. İlk ortaya çıkardığımız ekmek, lezzet ve sindirim açısından bizi tatmin etmedi. Zamanla öğütme, mayalama ve pişirme tercihlerinde sağladığımız iyileşmeyle kabul edilebilir bir beğeni sağlandı. Doğaya saygı duyan ve emeği sömürmeyen bu ekmeği, doğanın ve emeğin ekmeği olarak kavramsallaştırdık. Diğer ekmekler bizim için artık sermayenin ve sanayinin ek-

meği oldular. Çünkü süreç içerisinde ekmek üretiminin nasıl olacağına ilişkin kararların, tüketici istekleri ve gereksinimleri doğrultusunda değil, daha çok sermaye biriktirecek bir sanayileşmenin istekleri ve gereksinimleri doğrultusunda alındığını gözlemledik. Ve biz artık üzerinde yeşil siyasayı konuşabileceğimiz somut, basit, gerçek ve olgun bir ekmek örneği oluşturabildik. Onu paylaştığımız başka kişiler “Biz de isteriz” dediler. Dedik ki “tadımlık olarak birkaç tane gönderelim, ama üretim olarak siz kendiniz uğraşacak ve kendi ekmeğinizi kendiniz üreteceksiniz. İsterseniz tohum paylaşabiliriz. Araştırırsanız sizin arzu ettiğiniz koşullarda ekim yapacak bir çiftçi bulabilirsiniz. Size referans olarak göstereceğimiz değirmenler var. Fırın da sizin mahallenizdeki bir fırın olmalı. Paylaşacağınız kişiler de hemen etrafınızdakilerdir.” Bir kısmı yalnızca tattılar, bir kısmı kısa bir süre çabaladıktan sonra vazgeçti. Bir kısmı ise bizden daha iyi tekniklere ve daha geniş birlikteliklere ulaştılar. Şimdi kendi tercihlerimizle kendi ekmeğimizi üretmeye devam ediyoruz. Sadece ekmeğimizi değil diğer gıdalarımızı da üretiyoruz. Ürettiğimiz tohumlarımızı paylaşarak, herkesin gıda üretiminin bir parçası olması için çabalıyoruz. Bütün bunları yaparak, sermayenin ve sanayinin ülkesinin etrafımızı saran hapishane duvarına, daha önce zorla ya da bilinçsizce kendi ellerimizle koyduğumuz bir taşı söktüğümüzü, doğanın ve emeğin ülkesini kurmak için yaşadığımız yere koyduğumuzu düşünüyoruz. Tabandan inşa budur. Gelin o güzel ülkeyi birlikte kuralım.


11

Yesil uretım 14 Ocak 2015

Yesil dergi ‘

Neredeyse bütün üretim araçlarına egemen olan şirketler toprağın bize sunduğu gıda ve tarıma da egemen oluyor. Çiftçilerin tarlalarda ürettiği ürünlerin tüketicilerin sofralarına kadar gelinen süreçte insan sağlığına etkileri kaygı verici. Biz de bu kaygılar nasıl giderilir araştırmak istedik.

Oraganik gıda için kooperatif güncel fatma çakır

–çiftliğini, imalathanesini ziyaret edip göz göze baktığımız kişilerle – biz bu Tüketici kooperatifleri, benzer güveni genellikle yakalıyoruz.” tüketim ihtiyaç ve ilkeleri olan bir grup insanın bir araya gelerek, doğ- Sağlıklı ve lezletli gıdayı rudan üreticiden alım yapması ve sonra yaygınlaştırabilmek ürünü ortaklarına dağıtması ilkesine Diğer ülkelerde de olduğu gibi ülkedayanıyor. Tüketici kooperatiflerinin mizde de son yıllarda kır-kent işbirliği sağladığı en önemli avantajlardan biri, üzerine kurulan BÜKOOP; “sağlıkürünlerin perakende satış fiyatından çok lı, lezzetli, doğal çevreyi ve toplumu daha düşük fiyatlara temin edilebilmesi. olumsuz olarak en az etkileyen gıdayı Ama bu tek avantaj değil. yaygınlaştırabilmek için onu tüketiciler açısından ulaşılabilir kılmak” amaPasif tüketiciden aktif tüketiciye cını taşıyor. dönüşülüyor Kooperatif, belirli ilkeler doğrultusun- Tükettiğimiz gıdaların içeriği kaygı da ve yüksek kalitede üretim yapan veriyor üreticilerin seçilmesini, dahası, bu üre- “Ağır kimyasal girdiler kullanarak üretiticilerin üretim süreçlerine etki edile- len, genetiği değiştirilmiş organizmalar bilmesini sağlıyor. Şüpheli yöntemlerle içeren, endüstriyel işlemden geçirilip ve bolca zehirli madde kullanarak üre- sıhhi olmayan koşullarda saklanan gıtim yapan büyük üretici yerine, küçük danın sağlığımıza sistematik etkilerine ve doğal olan tercih ediliyor. Böylece, ilişkin bulgulara her gün bir yenisi ekpasif tüketiciden aktif tüketiciye dö- leniyor.” diyerek harekete geçen koonüşülüyor. peratife Çiftçi-Sen ve Eğitim-Sen de BÜKOOP üyelerinden bir kişi in- destek veriyor. sanların birbirine güven konusunu Gezi direnişinden yola çıkarak şöyle söy- Tüketicinin tercihleri lüyor: “Şehir ortamında ilişkilerimizin üretimi belirliyor pek çoğu, güvensizlik üzerine kurulu. BÜKOOP bu görevleri üç kademeye Oysa Gezi olayları, insanlara güvenebi- ayırmış. En basit gönüllülük, Boğaziçi leceğimizi gösterdi bize. Çoğu zaman, Üniversitesi Kuzey Yerleşkesi’nde yer üçüncü kişilerin veya kurumların te- alan ve BÜKOOP’un “baraka” dediminatına gerek duymaksızın insanların ği satış noktasında kasiyerlik yapmak. sözüne güvenerek çok güzel iş yapabili- İkinci kademe, “ürün sorumlusu” olyorsunuz. Yeter ki taraflar samimi, şef- mak. BÜKOOP, temin ettiği her ürün faf ve iyi niyetli olsun. Küçük üreticiyle için bir “ürün sorumlusu” atıyor. Örne-

Boğaziçi Mensupları Tüketim Kooperatifi’nin amacı organik üretim yapan üreticilerle bilinçli tüketiciler arasında kalıcı işbirliği ve yardımlaşma inşa etmek. ğin süt sorumlusu, sütün temin edileceği mandıranın belirlenmesi, mandıra sahibiyle görüşüp numune istenmesi, gerekiyorsa gidip yerinde inceleme yapılması ve (eğer kooperatif yeterince hacimli alım yapabiliyorsa) belirli üretim biçimlerinin dayatılması görevlerini üstleniyor. Örneğin süt veren ineklerin yemine antibiyotik karıştırılmaması istenebiliyor. Böylece tüketici, üreticinin “önüne koyduğunu” tüketmek yerine, bilinçli ve tercihlerini üreticiye dayatabilen tüketiciye dönüşüyor. Son kademeyse, kooperatifin yönetimsel konularıyla uğraşmak, muhasebe, organizasyon

ve lojistik gibi işleri kotarmak. Organik üretim yapan üreticilerle bilinçli tüketiciler arasında kalıcı işbirliği Kooperatif; sağlıklı, lezzetli, doğal çevreyi ve toplumu olumsuz olarak en az etkileyen gıdayı yaygınlaştırabilmek için onu tüketiciler açısından ulaşılabilir kılmak, titiz üreticilerle dikkatli tüketiciler arasında kalıcı işbirliği ve yardımlaşma inşa etmek gerektiği düşüncesi ile Doğal/ekolojik/geleneksel ya da organik üretim yapan üreticilerle bilinçli tüketiciler arasında kalıcı işbirliği ve yardımlaşma inşa etmek için çabalıyor.


12

Yesil miras 14 Ocak 2015

Yesil dergi ‘

Kaybolacak gelecek; yerel tohumlar Şehirleşme büyüdükçe besin kaynağımız olan tüm gıdaların gelişim sürecini unutuyoruz. Marketlerde bitkilerin sadece oralarda bulunabileceğine inanıyoruz. Ama öyle değil... Organik Tarım Teknikeri Hasan Çetin Özbayram yazısında bitkileri derinlemesine inceleyerek bitkilerin temeli olan tohumu ve tohumun da temelini hatırlatıyor bize. yeşil rehber Hasan Çetin Özbayram

Tohum:Bitkilerde döllenme sonrası oluşan tohum taslaklarının meydana gelmesiyle oluşan yapıdır. Bitkilerin tohumları, embriyoları vasıtasıyla binlerce yıl öncesindeki bilgileri günümüze aktarır. 100 milyon yıl önce tropikal bölgelerde çiçekli bitkiler oluşmaya başlamış, 10 bin yıl önce tarıma başlayan insanlar gözlemlerle, çeşitli bitkisel ürünlerinin erkenci, hastalığa dayanıklı, iklime uygun, lezzetli, büyük ve verimli olanlarından tohum alarak günümüze ulaştırmışlardır. Bu süreç içinde pazarlarda, panayırlarda, çeşitli kültürel alışverişlerinde ürünlerinin bilgilerini ve tohumlarını da paylaşmışlar, takas etmişler, çeşitlendirmişlerdir. En iyilerin devamı sağlanmış, uyum sağlayamayanlar elenmiştir. Bir ürünün ekildiği tarlada, ertesi yılın ekiminde kullanılacak tohumlukta aynı zamanda ayrılarak saklanmış, köy sınırları içindeki tarlalarda yüzlerce yıldır üretilen çeşitler,kendi izolasyon sınırları içinde yerel olarak korunarak, özellikleri değişmeden kalabilmiştir. Günümüzde yerel tohum çeşitlerinin,yerelde üretip tüketen büyük tarım alanlarına uzak izoleli köylerde kalmış olduğu bilinmektedir. Gregor Johann Mendel 1850 li yıllarda bezelyelerle yaptığı çalışmalarda kalıtım kanunlarını bulmuştur. XX. Yüzyılın ikinci yarısında Yeşil Devrim adıyla tarımda yeni bir dönem başlatılmış ve bu süreçte verim arttırma çalışmaları özellikle tohumlar üzerinde de yoğunlaştırılarak “Hibrit Tohum”, son 20 yılda

da “GDO lu Tohum” kavramlarıyla tanışılmıştır. “Yerli”, ”Yerel”, ”Atalık”, ”Evladiyelik” yada “Miras Tohumlar” olarak adlandırılan bu tohumlar her sene aynı bitki ve meyveyi veren durulmuş standart çeşitlerdir. En önemli özellikleri bulundukları coğrafya ve iklime adapte olmuş olmaları, bölgedeki hastalık ve zararlılara karşı belirli bir direnç geliştirmiş olmalarıdır. Kendi coğrafyası dışında ekildiklerinde bu özelliklerini koruyamayabilirler. Yapılan bilimsel araştırmalar bu tohumlardan elde edilen ürünlerin besin madde içeriklerinin endüstriyel tohumlardan çok daha fazla olduğunu göstermektedir. 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu 2006 yılında yürürlüğe girmiş, tohum ve fide alım satımı sertifikas-

yona bağlanmış, çiftçinin kendi tohumunu, fidesini satması yasaklanmıştır.Bu yasak sonucunda yerel çeşitlerimizin hızla yok olacağı, şirket tohumculuğunun tarımda hakimiyet kuracağı bilinmektedir. Bu değerli genetik çeşit mirasını kaybetmek istemeyen sivil toplum kuruluşları, duyarlı çiftçiler, kırsalda ya da şehirlerde yaşayan duyarlı bireyler, tohum saklama, tohum takası gibi etkinliklerle bir araya gelmeye başlamışlardır. Binlerce tohum çeşidinin, fidenin çok uzak mesafelere gönderilebilmesi artık kolaylaşmıştır.Yerel bir çeşidin yüzlerce yıldır aynı bölgede yabancı çeşitlerden uzakta “izole” yaşadığı bilinmektedir. Fakat bu çeşit,doğal izolasyonla korunamaz duruma gelmiştir. Yabancı bir çeşitle tozlaşan ye-

rel çeşit, özellikleri değişerek sonraki yıllarda yeni bir çeşit oluşturmakta ve yerellik özelliklerinin çoğunu yitirmektedir.Bazı hatlarda meyve, çiçek oluşumu olamamakta, bazı hatlarda ise orijinal çeşidin tat, koku, renk, büyüklük gibi özelliklerinin tamamı değişmektedir. Bu bilinmemezlik, mesleği ve geliri tarım olan çiftçinin bu tohumları tercih etmesine engeldir. Yerel çeşitlerimizin dikkatle korunması, yaygınlaştırılması, çeşit zenginliğimizin kaybolmaması yerel tohumların üretilip saklanmasına bağlıdır. Bu konuda “tohum alma kurallarına ve kayıt” sistemine mutlaka uyumlu bir yöntem kullanılmalıdır. Tohum alma,saklama konularında eğitimlerle konuya ilgili, çiftçi, köylü, amatör meraklılar bilgilendirilmelidir. Kurallara uygun tohumluk üreten, bu konuda eğitilmiş üreticilerin tohumları ayrı bir başlık altında adlandırılmalıdır. Amatör bahçecilik yöntemleriyle üretilen tohumlar başka bir sınıflandırmayla, belirlenmelidir. Hibrit veya GDO tekniğiyle şirketlerce üretilmiş tohumların; uzun raf ömrü,uzak nakliyeye dayanıklılık, çekici renkler, topraksız tarıma uygun özellikleri ön planda olup; koku,lezzet,besin değerleri, doğal genetik aktarım, kendi tohumundan üretim özellikleri önemsenmemektedir. Yeni teknolojilerle değiştirilen tohumların ataları yerel tohumlardır ve her biri birer gen bankasıdır.Seçilerek birkaç çeşide hapsedilen, gün geçtikçe ekilmeyip kaybolan servetimizdir yerel tohumlarımız.Korumalı, yaşatmalıyız.


13

Yesil platform Yesil dergi 14 Ocak 2015

Yaşam alanlarından sermayeyi kovma yolu:

Ekoloji-politik

“Ekoloji mücadelesi yerel midir, küresel midir?”, “Özneleri kimlerdir?”, “Ekoloji-politik nasıl büyür, hangi biçimde ele alınmalıdır?” HES projeleri, bu soruların cevabı için ülkemizdeki en somut örneklerden bir tanesi. Geçtiğimiz sayı “siyaset” konusunu ele alan Mustafa Cevdet Arslan, bu sayıda “ekoloji-politik” konusunu ele alıyor. İstanbul Mustafa Cevdet Arslan

Köylüler derelerini, sularını ellerinden HES projeleriyle almaya kalkan şirketlere karşı ne yapıyorlar ve ne yapmaları gerekiyorsa onları içeriyor. HES projelerine karşı 15 yılı aşkın bir süredir mücadele ediliyor. Bu politika başka politika: Önceleri bize dokunmayan yılan bin yaşasın sözüyle bilinci bulanmış köylüler kendi derelerine olmasın da nereye yapılırsa yapılsın, diyorlardı. Bütün köylere derelere bu projelerin yapılmaya çalışıldığını öğrenince ve köyler birbirlerinden ve herkesten bu haklı davalarına destek istemeyi zorunlu görünce, hiçbir yere yapılmasın demeye başladılar. İşin tuhafı her köy bu mücadeleyi vermek zorunda kendisinin neredeyse tarihte ilk olduğunu, bunun bir yanlışlık olduğunu ve devletin bu yanlışlığı düzelteceğini düşünüyor; iktidar partisinden tanıdıklarından medet umuyordu. HES’lerin temiz enerji kaynağı olduğu ileri sürülüyor ve birçok çevreci stk ve grup da bu masala destek veriyordu. Kazın ayağı öyle değilmiş; jandarma polis şirket yetkililerinin birlikte hareket ettiğini gören,

yerlerde sürüklenen köylüler, benzer durumların Bolivya’da, Brezilya’da, Hindistan’da ... Asrın su savaşları olarak yaşanmakta olduğunu öğrendikçe bunun günümüz kapitalizmin özel bir saldırısı olduğunu kavramaya başladılar. HES karşıtı mücadele özetle “devlet-şirket dereyi terket” derken antikapitalist karakterini anlatır oluyordu. Temiz enerji masalına karşı ise HES’ten önce karşı “HES’ten önce HES’ten sonra” fotoğraflarıyla verilen karşılık sermaye çevrelerinin bir politik argümanını daha işlevsiz hale getiriyordu. HES’lerin Türkiye’de bir küfür gibi algılanması sonunda başarılmıştı. Yuvarlakçaylıların başarısı, Sarı yazmalıların Loç’ta ve İstanbul’da şirket önündeki destansı direnişlerinin topyekün dünyanın üçüncü harikası Vala kanyonunu kurtarması ve asla teslim olmayan Karadenizlilerin direnişleri bunu başarmıştı. HES mücadeleleri sürüyor. Bu alana yönelik farklı politikalar geliştirilip kimi yerlerden bu projeler sökülüp atılmışken birçok yerde de sular yataklarından çalınmış, şirket politikalarının uzantısı

olan borulara hapsedilmiş durumda. Kimi yerlerde de kıran kırana bir mücadele var. HES karşıtı mücadele “Derelerin Kardeşliği” hareketinin omuzlarında yükseldi, “Anadoluyu Vermeyeceğiz” hareketiyle birbirine kenetlendi, “Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu” yla yankı buldu, “Karadeniz İsyandadır Platformu” nun borozanlığı, politika ve propaganda gücüyle dünya çapında görünür oldu. Termik santral, taş ocakları, madencilik hepsi ekolojik felaket nedeni olarak son hız devam ediyor. Nükleer santral belası ise özellikle devlet eliyle sürekli gündemde baş sıraya yerleştiriliyor. Politika yıllardır ekoloji sözkonusu olduğunda bu alanda deneyimli ve duyarlı insanlar tatafından üretilmeye çalışılıyor. Bu nokta-

da en önemli şey bölgesel ve küresel çapta mücadelelere kaynaklık edecek politikalar üretmek olarak ortada duruyor. Karşı tarafta ise devletin her aygıtı ve şirketlerin stratejistleri küresel çapta bağlantıları var. Köylerinde canı yananlar olarak HES’lere, termik santrallere devasa maden ocakları yıkımına karşı koyanlar aslında yalnız başıma “ülkesi için yatırım yapan masum” şirketle değil, onların arkasında yerli yabancı sermayeyle konsorsiyumlarla, gizli açık bir dizi anlaşmalarla ... küresel güçlerle ve bunlara onay veren devlet güçleriyle mücadele etmekte olduklarını çok geç farkediyorlar.


yesil KITAP

14

14 Ocak 2015

Yesil dergi ‘

Ekolojik devrimi örgütlemek Hakan Tanıttıran yazdı

Nasıl bir sosyalizm konusundaki soru işaretlerinin ekoloji alanındaki cevaplarını net oturtmamız gerekiyor. Üretimin gittikçe büyüdüğü bir dünyada, sınıf mücadelesinin gerçekleşeceği toprağı bile bulamayacak noktaya gelmeden, Hakan Tanıttıran’ın ekolojik devrim üzerine yazdığı bu yazıyı okumak önümüzü açacaktır.

Günümüzde insanlığın temel çelişkisi insan-insan (emek-sermaye) arasındaki çelişki mi, yoksa insan-doğa ilişkisindeki çelişki midir? diye sorsak ne cevap veririz bu soruya? Bu sorunun cevabı bir yana bu sorunun böyle sorulabilmesi bile başlı başına önemlidir. Kapitalizmin doymak bilmeyen bir iştahla saldırdığı gezegenin doğal kaynaklarını hızla tüketmesi ve bu tüketim sırasında gezegene verdiği “turbo” zararın geldiği nokta, kısa ama çok kısa bir süre içerisinde üzerinde sınıf mücadelesinin yapılabileceği bir gezegenimiz olmayabilir noktasıdır. Kıskançlıkla savunmamız gereken doğal çevremize yönelik gitgide büyüyen çevre tehdidi karşısında egemen kapitalist sınıfın cevabı “vurdumduymaz”lıktan ibarettir. Bugünün muktedirleri, kapitalizmin yarattığı çevresel yıkım karşısında kendiliğinden işleyen teknolojik değişim ile piyasanın efsanevi sihrinin gerekli olduğunda çevre sorununu çözeceğine güvenmektedir. Dahası küresel ekolojik krizin yaşandığı çağımızda, egemen kapitalist tarz, dehşet verici bir biçimde gezegenin imhasından kar elde etmeye odaklanmaktır! Küresel ısınmaya karşı önerilen önlemlerin önemli bir kısmı, kapitalist yatırımlar şeklinde planlanmaktadır. Kapitalist akıl böyle çalışıyor ancak bugün bırakın sosyalistleri aklı başında pek çok çevreci artık “teknolojik devrimin” tek başına sorunu çözmeye yetmeyeceğine, mevcut üretim tarzını dönüştürmeyi hedefleyen daha uzun erimli bir toplumsal devrimin gerekli olduğuna inanmaktadır. Çünkü kapitalizmin birçok özelliği sürdürülebilir ekolojik bir yaşam ile çelişmektedir. 1. Kapitalizm, Sürekli Genişlemek Zorunda Olan Bir Sistemdir. Büyümeyen kapitalizm bir oksimorondur ve büyüme durduğunda sistem, işsizlerin çektiği aşırı mahrumiyetle birlikte bir kriz durumuna girer. Kapitalizmin temel itici gücü

ve varlığının tüm sebebi, kârların ve zenginliğin birikim süreci yoluyla artırılmasıdır. Kapitalizm, kendi genişlemesinde hiçbir sınır tanımaz: ne bir bütün olarak ekonomide ne zenginler tarafından istenen kârlarda ne de şirketlerin daha fazla kâr etmesi için insanların yönlendirildiği sürekli artan tüketimde. Çevre, insanların yeryüzünün diğer türleriyle birlikte yaşamak zorunda olduğu belli sınırları olan bir yer değil iktisadi genişleme sürecinde sömürülmesi gereken bir gerçekliktir. 2. Genişleme; Güvenli Hammadde Kaynakları, Daha Ucuz Emek ve Yeni Piyasalar Arayışıyla Dış Yatırıma Yönlendirir. Şirketler büyüdükçe, “iç” piyasayı doyururlar ya da doyurmaya yaklaşırlar ve mallarını satmak için dışarıda yeni piyasalar ararlar. Ek olarak şirketler ve onların hükümetleri, petrol ve bir dizi maden gibi temel doğal kaynaklara erişimi ve bunları denetimi sağlamaya çalışırlar. Özel sermaye ve hükümetin başat varlık fonları kendi “iç” piyasalarına gıda üretimi ve biyodizel yakıt ürünleri üretimi için dünya üzerinde geniş toprakların kontrolünü elde etmeye çalıştıkça bir “toprak gaspı” sürecinin ortasına düşeriz. Çoğunluğu Afrika’da olmak üzere otuz milyon hektar kadar toprak, zengin ülkeler ve uluslararası şirketler tarafından elde edilmiştir ya da elde edilmek üzeredir. 3. Doğası Gereği Büyümek ve Genişlemek Zorunda Olan Bir Sistem Sonunda Kısıtlı Doğal Kaynaklar Gerçekliğiyle Yüzleşecektir Kısıtlı doğal kaynakların kaçınılmaz bitişi, gelecek kuşakları bu kaynakların kullanabilme olasılığından yoksun bırakacaktır. 4. Kar Peşinde Aşırı Büyümeye Odaklanan Bir Sistem Kaçınılmaz Olarak Gezegensel Sınırları Aşacaktır Bugün ise sosyoekonomik sistem bağlamında kapitalizm öyle bir boyuta ulaşmıştır ki, karbon döngüsü, nitrojen döngüsü, toprak, ormanlar, okyanuslar

gibi temel gezegensel sınırları aşmaktadır. Çok daha fazla toprak temelli fotosentetik ürünün yüzde 40’a kadarı, bugün doğrudan insan üretiminde kullanılmaktadır. Yeryüzündeki tüm ekosistemler gözle görülür bir düşüş yaşamaktadır. Dünya ekonomisinin artan boyutlarıyla birlikte yeryüzü metabolizmasında oluşan insan kaynaklı çatlaklar, kaçınılmaz olarak daha zorlu ve çeşitli olmaktadır. Daha fazla iktisadi büyüme ve birikim talebi, zengin ülkelerde dahi hala kapitalist sistem içinde var olmaktadır. Sonuç olarak dünya ekonomisi, tek bir dev balona dönüşmektedir.(1) Pek tabii ki bu saydıklarımızı arttırabiliriz. Öte yandan odaklanmamız gereken nokta, küresel çevre sorununa gerçek bir çözüm bulmaktır. Marx’ın sözleriyle, “Kör bir gücün emrindeymişçesine üretimi sürdürmektense, üreticilerin, insan metabolizması ve doğa ilişkisini rasyonel bir biçimde, iş birliğiyle, insan doğasına en uyumlu ve en az enerji harcayan yöntemlerle yönetmeleridir.”(2) Zenginlik ve insan gelişimine kapitalist toplumdan bambaşka gözlerle bakmak elzemdir.

İnsanların özgürlüğü ve ekolojik sürdürülebilirlik gibi amaçlar birbirinden ayrılamaz. Bu amaçlar ancak 21. yüzyılda sosyalizmin yapılandırılmasıyla mümkündür. Adını hak eden bir küresel ekolojik devrim çok geniş bir sosyal -sosyalistdevrimin parçası olarak gerçekleşebilir. Böyle bir devrim eğer hakiki bir “Geçiş”e layık eşitlik, sürdürülebilirlik ve insan özgürlüğü için uygun koşulları yaratacaksa, şüphesiz gücünü çalışan nüfusun ve küresel kapitalist hiyerarşinin en altındaki toplumsal sınıfların mücadelelerinden alacaktır. Marx’ın ısrarla belirttiği gibi, “İnsanın doğayla metabolik ilişkilerinin birleşmiş üreticilerce akla uygun düzenlenmesini gerektirecektir”. Doğayla metabolik ilişkilerini akılcı yollarla düzenleyen bir üreticiler toplumunun yaratılması ve bu sayede yalnızca kendi ihtiyaçları doğrultusunda değil gelecek kuşakların ve bir bütün olarak hayatın ihtiyaçları doğrultusunda da çalışılması bugünün görevidir. Bugün sosyalizme geçiş ile ekolojik bir topluma geçiş aynı şeydir. Dipnotlar 1)Marksist Ekoloji, John Bellamy Foster, Kalkedon Yayınları, 2013. 2)Marx, Capital, Cilt. 3, s. 959.


15

YESIL TENCERE Yesil dergi 14 Ocak 2015

Çok biliyorsunuz yeşil tencere onur toper

Bugüne kadar neredeyse tüm hükümetler çevre ile ilgili “ben hepinizden iyi bilirim” minvalinde açıklamalarda bulundu. Yapılan yolsuzlukların, gizli anlaşmaların en büyük ve en önemli kaynağıydı çünkü çevre ve kültü-

“Çayda radyasyon yok bakın ben içiyorum” 80’lerin sonunda çernobil santralinin yakınlarında akan bir çay hakkında araştırma yapan gazetecileri ikna etmek isteyen ANAP’ın kurucularından eski Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral tarafından söylenmiştir. Aral, Çernobil felaketi sonrası çaylarda radyasyon olduğu iddialarını yalanlamak için kameraların önünde çay içmişti. Aral’ın bu hareketi kamuoyunda aylarca konuşulmuştu. Aral, yıllar sonra bir gazeteye yaptığı açıklamada da çay içmesini 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın “İç de millet rahatlasın” diye önerdiğini ifade etmişti. O dönemde organize bir şekilde tamamen bilimsellik dışı öneriler, uygulamalar dolaşıyordu yani. Zaten yıllar sonra Aral’dan inanılmaz bir itiraf daha gelmişti. Aral şöyle diyordu: “Çernobil’den 2 buçuk ay sonra Türkiye’de ölçümlere başlandı. Felaket işte bu boşlukta oldu. Türk halkı için üzgünüm”... O dönem sadece Aral değil, Hüsnü Yusuf Gökalp de geri dönüşüm kutusu gibi bir Tarım Bakanımızdı. Hormonlu diye ihraç edilemeyen biberlerden menemen yapar yerdi. Bu örnekler bu şekilde devam ederse yine bir enerji bakanımızın çıkıp “nükleer santrallerde tehlike yok bakın ben plutonyum yalıyorum” çok da uzak değildir.

rel miraslar. Bir iktidar için mutlaka yıkılması ve yerine yüksek gökdelenlerin, büyük gelir elde edecekleri işlerin yapılması gereken bölgelerdi bunlar. Bu konunun “rant” olarak ele alındığını düşündüğümüzde de en talihsiz ve en akıl dışı açıklamalar bu noktadan geliyor haliyle. ‘Talihsiz’ derken en hafif tabiriyle söylüyoruz tabii ki... Çernobil

“Sanatıyla ilgilensin, Bilal duyurdu burnunu sokmasın” Şimdiki ismi Orman ve Su İşleri Bakanlığı olan Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu da şarkıcı Tarkan’a “sen burnunu sokma” diyerek bir anda ülke gündemine oturmuştu. 2010 yılında Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, ‘’Allianoi’nin korunması gerektiğine dair alınan hukuk kararının uygulanmıyor olmasına çok üzüldüm’’ diyen Tarkan’a şöyle yanıt vermişti: “Sanatçı arkadaş sanatıyla ilgilensin. Herkesin bir ihtisası vardır. Herkes bilmediği bir konuya burnunu sokarsa çok yanlış olur...” Bu açıklama o dönem yeni yeni popüler olmaya başlayan Twitter’da müthiş bir patlama yapmıştı. AKP kanadından bile “saçma” açıklamaları gelirken Eroğlu durumu toparlamaya çalıştı. Ancak hiç ağzından dökülmeyen kelimelerle “Ben Tarkan’ı takdir ettiğimi söyledim. ‘Sayın Tarkan keşke bizden bazı bilgileri alıp o şekilde açıklama yapsaydı’ dedim” diyerek halkı inandırmaya çalıştı. Bundan bir sene sonra da Tarkan ‘hayranlığı’, kendisinden halka “HES’leri anlatma” kampanyasını anlatması için destek istemesiyle devam etti. Ancak bunların hiçbiri durumu toparlayamadı. Toparlayamasa da hala çevre ile ilgili sorumlu bakanımız olarak görev verilmekte kendisine.

Katliamı’ndan, kentsel dönüşüme, kültür miraslarının yok edilmesine kadar çok büyük felaketlere de sebep olan açıklamalar bunlar. Hazırladığımız bu sayfa hem bu talihsiz açıklamaları yeniden ortaya serip örnek olması için, hem de ekolojik mücadele yürütenler olarak tiye almak için iyi olacağını düşündük.

“Çevrecinin Daniskasıyım” Erdoğan’ın Başbakan olduğu dönemlerde, Gezi Direnişi sonrası neredeyse her çıktığı platformda çevreci olduğunu ilan etmişti. Aslında öncesinde de benzeri cümleler sarfediyordu. Bunlardan en önemlisi konumuzun “daniskası” olduğunu ilan ettiği andır. Memleketi Rize’de konuşan Erdoğan, “çevrecilerin boş vakitlerini değerlendirmek için bu işi yaptıklarını” savunarak, “Ben çevrecinin daniskasıyım. Asıl çevreci benim” dedi. “Komünizm gerekirse onu da biz getiririz” diyenlerin memleketinde, herbir şey olan, herşeye talip olan, icabında en daniska çevreci, en ala komünist, en muhteşem sosyalist ve hatta anarşist olabilen devlet-i aliyenin başbakanlık mertebesine ulaşanların, millet denen gövdenin başı olduklarını sanan iktidar sahiplerinin saçmalıklarından bir tanesi olmuştur o dönemde sadece. “Ben en iyisini düşünüyorum zaten” demenin bir başka yoludur. Nasıl olsa bu memleketin muasır medeniyetler seviyesine erişip onlarla aşık atabilmesi için nükleer santralden daha hayırlısı yoktur. Çevre nükleere eştir onlara göre. Akıllarındaki nükleer santraldir. Nükleer santrali yapabilmeleri için her yol mübahtır onlara. Gerekirse sosyalistte olurlar, çevrecinin daniskası da olurlar.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.