Ahmet Demiroğlu

Page 1

KÜRT DİLİ MAKAMINDA Şiirler

Ahmet Demiroğlu

Yayına Hazırlayan

Sultan Demiroğlu

1


Etki Yayınları: 544 KÜRT DİLİ MAKAMINDA Şiirler Ahmet Demiroğlu Yayına Hazırlayan Sultan Demiroğlu Yayın Yönetmeni: Adem Kargı Kapak Tasarımı: İsmail Cem Özkan 1. Basım Ocak 2015 ISBN: 978-605-5117-45-0 Sertifika No: 14956 Etki Yayınları: Mürsel Paşa Cad. 1266 Sokak No. 4/A Basmane – İzmir Tel: 0 232 482 09 00 e-mail: etkiyayin@gmail.com www. etkiyayinevi.com Baskı Cilt: Etki Matbaacılık Yayıncılık Ltd. Şti. 1266 Sokak No: 4/ A Basmane – İzmir © Tüm yayın hakları saklıdır

2


Önsöz Niyetine

CANO Ben canımı ormanların gölgesinde oyma kayalıkta bıraktım. Damarlarımdaki kan katranlaşıp kayaların gözyaşı olup sevgilinin bağrına aktı aktı aktı. Uykudaki gözyaşlarıma seslenmeden, olmayan bir dünyaya adım atmış oldum. Eve gelmek gibi bir lüksüm vardı. İçeri girmeye çalıştım, bilmediğim görmediğim yaşamadığım bir salonla karşılaştım. Önce neresi olduğunu algılayamadım. Duvardaki fotoğraflar tanıdık gibi, bir süre gözlerim görmedi. Fotoğrafların hepsi üzgün dargın… Usulca bir koltuğa iliştim. Resimdeki sen, benimle konuşmuyor, gözümün içine bakıp ‘bensiz kaldın’ diyordun. Yüzündeki çizgiler kızgın ve hırçındı. Bir o kadar gururluydu. Gözlerimdeki buğuyu minik gözlerindeki ışıkla sildim. Burnunun gururu alacalı bıyıklarını ikiye bölercesine nazik, saçlarının aklığı yüzüne vurmuş. Gözaltlarındaki şişliği görmezden gelerek gülümseyen dudaklarındaki haz yanaklarında gülleşene kadar konuştu. Ne zaman konuşacaksın bilmiyorum. Gözlerindeki umuda bakıyorum. Yanan yüreğimi koyacak yer bulamadım. Şehir ölmüştü. İnsanlar sanal bir dünyada yüzüyorlar, birbirinin gözünün içine bakacak cesarette değiller. Olmayan yürekleriyle sahte gülücüklerle avunuyorlar. Yüreğimdeki sen, bana kızınca gözkapakların ağırlaştı, masum duran dudakların titredi, yanağından bir damla katran karası gözyaşı göğüslerimin arasını hançerledi. Şimdi ben, iki ben oldum. Sultan Demiroğlu 3


_______________________________ Ahmet Demiroğlu, Yılmaz Güney ile ilgili bir etkinliğe gönderdiği biyografisinde şu satırları yazmış: “1958 Şanlıurfa’da doğdum. İlk orta ve lise eğitimimi Urfa’da tamamladım… Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunuyum. 77 de başladım öğretmenlik hayatıma. 80’de Diyarbakır cezaevinde yattım, görevden atıldım. 8 yıl sonra tekrar başladım. 2010’da emekli oldum. Aynı yıl İzmir BDP il başkanlığı yaptım. Şu an hala PM üyesi olduğum BDP’nin İzmir ilindeki Siyaset Akademisinde görev aldığım için İzmir Kırıklar F1 cezaevinde yatmaktayım.” Bu satırların yazılmasından yaklaşık 1.5 yıl sonra gökyüzü ile bir daha tanışır. Dışarıdadır artık. Bu sefer de bedenini esir alan hastalık ile kavgası başlar. Hapishane sürecinde kansere yakalanmıştır. Ve bütün ısrarlarına rağmen sağlık haklarından da yararlandırılmamıştır hapishanede. Dışarı çıktığında artık hastalığın son evresindedir. Biz onu, bizim aramızdaki seslenişle, Ahmet Hoca’yı 29 Haziran 2014’te sonsuzluğa uğurladık. O artık doğduğu topraklarda, Urfa’da… __________________________________

4


İçindekiler

Önsöz Niyetine ............................................................................................ 3 İnsan Aşk Şiir ................................................................................................ 7 Şino’nun Lacivert Düşleri..................................................................... 9 Ömrümün Çeyiz Sandığı .....................................................................14 Kürdilî Makamında .................................................................................17 Artık Bese ........................................................................................................24 Azrail ..................................................................................................................26 Bahçıvan ...........................................................................................................29 Düşten Sonrası.............................................................................................30 Doğu Şiirlerine Aykırı Nazire ..........................................................32 Eşkıya .................................................................................................................36 Firar .....................................................................................................................38 Görüldü ............................................................................................................39 Goncalar Güle ..............................................................................................44 Hangi Bahar...................................................................................................47 Hayalbaz ..........................................................................................................51 Kanayan Tomurcuklar ...........................................................................53 Kandili Yakın................................................................................................56 Kanı Yerde Kalır Menekşenin ..........................................................60 Mevsimi Kalır...............................................................................................62 Olsun ..................................................................................................................64 Rindane .............................................................................................................66 Salı ........................................................................................................................68 Serseri Sokağın Çocukları ...................................................................70

5


Sevdanın Mumu .........................................................................................73 Su...........................................................................................................................75 Su ve Ses...........................................................................................................76 Su ve Ateş........................................................................................................77 Su ve Taş ..........................................................................................................78 Su ve Toprak .................................................................................................79 Tarih Tezkeresi ............................................................................................80 Hüznün Terzisi ...........................................................................................82 İlk ve Son Sayfa ...........................................................................................84 Son Perde.........................................................................................................86 Tekeş Kalpler Bahçesi.............................................................................87 Uçurtman Asılı Kaldı..............................................................................89 Yazgı ...................................................................................................................93 Yeşil Reçete ....................................................................................................94 Giderken ..........................................................................................................95

6


İnsan Aşk Şiir

Şiir dediğin Yani insan Yani özgür Yani aşk Aşkın sayfası kaçtır Sevda kaç arşınlık dizedir Ferhat hangi demircinin örsünde Mecnun hangi okyanusta yanandır Mansur'un uzun boyu Kaç asırlık meşede Pir Sultanı öldüren Hangi dostun gülüdür Işığa doğru ölür kelebek Ceylanlar hep Su başlarında vurulur 7


Mum kendini yakar Aydınlatırken Çöllerin hangi Taş devrindeyiz Hangi dağ evriminde. Bir damla suyun okyanusunda Hangi fosilin ayak izi sürülür. İnsan Aşk Ve şiir Sözlüğümüz Kaç yıllık sevda insan çığlığı. Yarattığı tufan kendini yaksa da Gemileri yakmaktır İnsan Aşk Ve Şiir

8


Şino’nun Lacivert Düşleri

Bir başına Yağmur altında Volta atıyor berduş Bütün kuşlar sığınmışken Ağaçların dallarına Çamların zeytinliklerin eriklerin Bir başına belengez Volta atıyor Yağmur altında Gözleri hep gökyüzüydü Lacivert düşlerine Çekildi gitti 9


Oysa biz gökyüzünü getirecektik ona Söz vermiştik Ağaçlar çiçekler Hatta bir avuç beyaz bulut Olacaktı başında Beklemedi Kan kırmızı bir hayat Sarı benizli ölüm ve Yeşil yazıyla bezenmiş yazgısını Alıp da gitti Oysa uçmamak için fırtınada Ceplerine taş koy Diye kaç kez tembihlemiştik Dinlemedi Berduş Belengez Asi Uçtu lacivert düşlerine

10


Oysa neyin eksikti Yediğin önünde Yemediğin kafeste Nasılsa bitecekti açlık grevi de Söz vermiştik Beraber uçacaktık Simurgan kafilesinde Bıraktı gitti bizi Hadi biz neyse neyiz Şino’ya koydu mahpus damında Öyle tek başına Mahpus mahpus içinde Altından kafesinde

11


Eğer görmeseydik gözlerimizle Bükük boynunu Geldiği gibi gitti sanırdık Sevinirdik yine de özgürlüğüne Böyle bir yanı kesik Ağaçlar gibi solmazdı yüreğimiz Şimdi yeşil bir ağaca konmuş Kanatlarına bir sarıçiçek Göbeklerinde gülmüyor toprak Döktüğü tüyden ağır geliyor Sözcükler dilimize Bu gece ay ışığına tutunmuş Avluya bakıyordur Bize üç tüy bıraktı kanatlarından Lacivert gecelerimizde Parlasın diye

12


Oldu mu şimdi Ne aksırdın ne öksürdün Olur olmaz zamanlardaydı Cikciklerin bize Le daye le daye miydi? Bağışla anlamadık hal dilinden Olmadı Şino Olmadı böyle çekip gitmek Madem bırakacaktın bizi Kırkikindi yağmurlarında Ayışığında yıkayacaktın Düşlerini madem ‘Gitseydin bari kendini Böyle çok sevdirmeden’

13


Ömrümün Çeyiz Sandığı

Açılır ömrümün çeyiz sandığı Durmadan kanar bir köşede Ucu gül oyalı Kırmızı mendil Karakışlarda Kardelenle çoğalmış Irmaklara Ovaya Başaklara Şimdi bir berivanın Sütbeyaz göğsünde saklı derler Verilecek günü gözlermiş Hasret çeker Ucu yanık ilk mektup Hangi adrese gitmişse Aranan yokmuş En eski ahitlerde yazılı Kadim bir şehre 14


Yolculuğu Sürüyormuş Ucu yanık mektubun En son Bir güvercin kanadında görülmüş Bir köşesinde Tik taksız Eski zaman saati Elma kokulu akrep Ademde durmuş İncir yaprağında Havva Ardından Habil’le Kâbil İlk kıskançlık tohumları Ekilmiş geceye Zaman Durmuş derler O günden bu güne Eski zaman saati Yeni Ademle Havvaları beklermiş

15


Bir köşede balkır İşlemesi eski yazı yılanlı hançer Kan kokusunu bilir nicedir Ölümün yeşil tadı dilinde Kıvrılmış gözler Çöllerde yazılmış yazgısı Çeliği geçmiş okyanuslardan Acının ikizi yılanlı hançer Derler ki yarası Kanayan Kendi yüreğine saplıymış Tarih-i kadimden beri En son bir sevda eşkıyasının Gözlerinde vurulmuş

16


Kürdilî Makamında

Fırat kıyısında siyah bir gül açıyordu Balıklarımız boğuluyordu. Kemal öldü diyorum Yüzüme bakıyorsun tuhaf Olmaz diyorsun Daha dün diyorsun Zindandan firar etmişti Tarihin büyük hikâyesi Harran Kalesi gördü diyorsun Kıştı kıyametti Altına rağbetti Rasathane kulesinden yıldız falına Baktım diyorsun. Lacivertti gökyüzü Havai fişek gibi parladı Zindan karanlığından Soluğu bir çiğdem toprağında aldı Karacadağ’ın Anlat diyorum Anlatıyorsun 17


Getir tütün tabakamı Muş’tan Çayımı demle Ortadoğu’dan Bir kâse kuru üzüm öte geceden Madem istediniz ben de anlatacağım. Fırat kıyısında siyah bir gül açıyordu Hasan Kehf boğuluyordu suda. Tarihin büyük hikâyesi Firarda Urfa zindanından 12 Eylül değil, 17 Ekim hiç değil Kasımpatılar açıyordu Tarihe şenlik Fırat kıyısında bir gül açıyordu siyah Bir ulu meşe yaratmıştı yaradan Dallarında on iki asi güvercin Yurtlarını yüreklerinde kuran Bir bulut geçiyordu üstümüzden Ha yağdı ha yağacak Yıldızlar ayaklarımızın altında Dicle’nin aynasında yüzlerimiz. Toprağımızı dörde katlayıp Yüreğimizin tam üstüne koyduk Firar etmişti zindandan Tarihin büyük hikâyesi Zulümden ve talandan Oku yayın önüne koyduk.

18


Siyah bir gül açıyordu Balıklarımız boğuluyordu. Biz çıkardık korkularımızı Urfa’nın kalesine astık Şeyh Said’in darında umutmuş. Biz yola koyulmuşuz. Alacaaydınlık Göğsümüzde dörde katlanmış Gökyüzü Toprak tertemiz ay aydınlığında Şehir yeni bir güne Uyanmış uyanacak İlk yıldız toprağa dökülmüştü. Halepçe’ye gidenler henüz dönmüştü Yıldız tozlarına karışmıştı bebelerin gözleri Ne Bir Mayıstı, ne üç gülün açtığı Altı Mayıs. Ellerimize dolanan Gül kokusuydu Siz istediniz Ben de anlatacağım.

19


Fırat kıyısında siyah bir gül Güneşe doğuyordu ah Amara Bir firari başak büyütüyorduk Topraksız tarlamızda Dişimizle tırnağımızla Ah Amara güneşe doğuyordun Biliyor musun? Alnımızda illegal alınyazımız Nereye gitsek Ne hikmet taşıyorduk Seyid Rıza elinde saati ve kırk lirası Henüz bir süre önce Sonra Sonrası kıyamet acısı Gökyüzü yemyeşil ihanet zehrinden Toprak kan kırmızı Munzur çayından Agiri’de, Çele’de, Colemerg’de Güvercinler adlarıyla yaşıyor Havada hâlâ elma armut kokusu

20


Fırat kıyısında siyah bir gül açıyordu Şakiro bir klama başladı Ne Mem u Zin kaldı ne Leyla ile Mecnun Kadim bir şehrin Açılmayan kapılarında ellerimiz Ne gökte ay aydınlatıyor bizi Ne güvercin kanadında iki damla gözyaşı Biz paslanmış bir kilidin sevdalarıydık Newroz’da buluşmak üzere ayrılıklarımız Siz istediniz ben de anlatacağım Fırat kıyısında bir gül açıyordu Biz bir strana başladık Böyle minare boyu Ezeli tarih - i kadim Mezopotamya Bin yıllık değil Otuz üç kurşun hiç değil Öyle bir sevda

21


Bir notası Amed’in surlarında söylenir Ape Musa’yla Bir notası çalınır Kadı Muhammed Acem bahçelerinde Beş bin yıldır duyulur bir notası Babil çarşılarında Bir notası Humus’ta çanlar Dolanır minarelerde ezan sesiyle Siyah bir gül açıyor Balıklarımız boğuluyordu Dört kibrit çaktık Vakit sabah oldu aniden İnsan insanlığından Şahmeran Yılanlığından utandı Eşkıya eşkıyalığından Tarih zindan karanlığından Hiçbir ölümlü yaşamadı Kalem Utandı kalemliğinden

22


Fırat’ta siyah bir gül Simurg’un gözlerinde açıyordu Kendini Narin yapraklarından Yeniden yaratıyordu Bir govendin nazlı ritminde Ve yırtarak koyu karanlığını Kadim tarihin Yazgısını kehribar tespihinde bileyen Bilgenin avuçlarında Karanlığı delen yıldızlar gibiydik Fırat’a bir gül açıyordu Ah Amara Biz bir strana başlamıştık ah Amara Sessiz bir dilde İbrahim’in kendini bilen ateşiyle Ah Amara Amara Klamlarımız Kürdili makamında

23


Artık Bese

Şimdi biz Ne yapsak Nasıl etsek de Paçaları sıvayıp Kendimizi Şili’ye Arjantin’e Meksika’ya mı atsak Moskova’dan Emir almıyoruz ya artık Şimdi biz ne yapsak Ne etsek de On altı dilde eğitim yapan Fransa’ya sürgün edilsek

24


Ya da asimilasyonun suç Sayıldığı Almanya yasalarına tabi olsak Şöyle yirmi milyon Mülteci mülteci takılsak İsveç’e ilhak mı etsek Şimdi biz nasıl etsek de Kedinin miyavladığını Kuşun cikcik öttüğünü Bir güzel kanıtlasak Şimdi biz En iyisi biz Biri dörtle çarpsak da Dördü birle çarpsak da… E Artık Bese!

25


Azrail

Beşinci kitabı yazıyorum Dilleri kehribar tespih Dizilmiş kelamlar üzre Gül kokulu kaşlar altında Karanlık kararlı kara İnciler parlar Baldırgan zehir yılan Amber kokulu şelale sakallar Yüreğin atlasında dolaşan titrek kirpiklerin Serpiliyor yüzüme Yüzümü nereye dönsem Kıble Nereye baksam nafile Sevdaya durur ölüm Aşk görününce Kıyam eyler Azrail Can aşkın ölümsüzlüğünde Ölümsüz kılacaktı aşkı 26


Tanrı öldürmeyi emreylemişti Azrail’e Yaklaştı su serinliğinde Azrail Can silkindi Bir bedenine baktı Bir aşka Azrail bıraksa Yakacaktı kendini oysa Aşkı ölümsüz kılmak için Döküldü yazgısı Azrail’in dilinden Aşkı bedeninde kutsayacaksın Zavallı kaburgalar arasında çırpınan Bir damlacık kuşsun Ölümlüsün sen Aşkı ölümsüz kılamazsın Ben kaburgayı yarattım Kaburga benim Bin bir renkli ilkyaz yağmurlarından Neden ağlar insan Geceleri karanlığın koynuna sığınarak Kan bıçağın çeliğine vurgun

27


Nerde İbrahim görsem Züleyha olurum Ne zaman su olsam Orda ateş yakmada beni Fırat’ın Dicle’nin Munzur’un İşte bir ırmağın kıyısında Çölün başladığı yerde Yaşayanların cenazesi Kadınlar siyah Gençler gökkuşağı Suskun doğa mezarlar çevresinde Beyazlar yaklaştı Adam Ne oldu bu sesler nedir Dönüp baktılar kırmızılar Yüz çevirdi analar Hep bir ağızdan Öldü Öldüler Sesleri duyuluyor hâlâ Burnunda hızma Ayağında halhal

28


Bahçıvan

Bahçende Çocuklar açmış Sen Kuru yapraklarını ayıklıyorsun Gülali dalında solmuş Can suyunu tazeliyorsun Karanlığa kalmış ürkek yasemin Son mumunu yakıyorsun Yüreğinde çiçeklerin sesi Her rengiyle rahminde analık Emeğini gözlerinden akıtıp Ellerinle okşuyorsun Henüz açmamış goncayı Isıtıyorsun karlar içinde Hayata kardelen oluyor bütün çiçekler Çekilip kenara Dolu dolu gülüyorsun Ne güzel 29


Düşten Sonrası

Aden Bahçesi yeşertsek içimizde ne çıkar Bir şakayık şenlenmez bir papatya sevinmezse Çiçeksiz dallarda boynumuz salınır durur Bir dalda iki kiraz olsak ne çıkar Aramızdan geçer filizkıran fırtınası Savrulur iki yana yanaklarımız Pembe bir horozşekeri yok mu bir dal cıgara Dumanı tüten efkâr kanatan Kalbimiz hüzün kulübesine dönmeden önce Kesik başlarımız kalınca balta ağızlarında Bir gelincik gülmez, bir gül neşelenmez mi? Yaşlanan zaman bizden azade Bir muhteşem kızılçam olsak Mor menekşeler biter mi toprağımızda Biz gölgesizler diyarına göçtükten sonra Gündüz düşlerimizde gökyüzüne asılsak Med cezirler ortalarda buluşur Biz karşı kıyılarda iki yanımızda boş ellerimiz 30


Dolunayda şamandırayı takmadan geçsek Birleşir mi iki yaka nefesimizle Kalbi kırık sandalımız pusulasız çırpınır durur Suskunluklarımızın dilinden bir şehir kursak Meydanlarından ağıtlar geçer de Yanar yıkılır mı başkenti kalplerimizin Acıtan seslerimizden bir şarkı yapsak Duyulur mu ıssız kalabalıklarda Bir notası yanar tutuştururken saçlarımızı Ya kulluktan istifa etsek günah yazar mı? Ruhumuzu soyan çıplak maskelerimizi taksak Bıraksak başlarımızı yerde kalplerimiz adak olur mu? Yüksek hata paylı temerküz kamplarında Günahlarını kırk suyla yıkasalar kanlı elleriyle Duyulmayacak bir çocuğun şen kahkahası Bir kuş geçmeyecek başlarının üstünden Bir çiçek açmayacak bahçelerinde

31


Doğu Şiirlerine Aykırı Nazire

Bilirsin Gülünden haraç alınan dağlarında Bebeler göçmen Keklik sürüsü Sürek avında Beg odalarında ceylan postları Susmak Gök ekinler gögertmedi Susmak Yeni sevdalar üretmedi Susmak Gurbeti sılaya bağlamadı Methiyeler dizmekte iken Bakî Efendi Humayun-u gül-i zarda Şakayık oldu Pir Sultan Mızrak uçlarında Pir Sultan’la Bakî Efendi hiç birleşmedi “Bu dünyada bir hoşsâda”yı dost bildiler de “şaha giden dost kapıları” hiç açılmadı 32


Pir Sultan’la Bakî Efendi hiç birleşmedi Ol sebeple yazıldı fermanlar Ve ol sebeple Ölüm siyaseten katledilen gülün Simyacısı olmakta hâlâ Ve sevda askeri şairler Ol sebeple zindanlarda Nice fütüvvet destanları yazılmada Fütüvvet namelerden kovuldu Alıp gitmede başını Ölüm Artık bir aşiret değildir Doğu’da Yüzlerce yıllık Dinmez bir hasretin adıdır Bıraksalar ellerini Bıraksalar dillerini Vuslata vardı varacak Bir sevdanın adıdır Anasını dağ Babasını ova Ve emziklerini tüfek saysan yeridir Cibran ovası yine seferi Hormek bir acının tunç heykeli

33


Hoyrat, ağır ve zalım Bir ölümdür Bulan Musa’yı İşte kızıl bir çadır olur Kurulur Erbil’e Dağ başlarında yol gösterir Binlerce patika Sürmeli tüfeklerin tetiği kartal Namlusu artık aşiret değil Herkes bildi bizim sevdamızı Elif’i, Zeynel’i Ölüm denen sanata Yangınlarda kaçgunlarda alışmış Binlerce bebeği Her gece Olgun bir karpuz gibi çatlar Diyarıbekir

34


Ölümün felsefesi Yaprağı akarına bırakmak değil Her bahar Ağacından ayrılmasıdır yaprağın İşte Doğu’nun tuzu Gözyaşı Ekmeği ağu Yaşanmış ve yaşanan ne varsa Dünden bugüne miras Açılan bir umuttur Ancak türküleri yeniden yoğurmalı Şiirleri yeniden yazmak gerek Közlemek için melâli Yeni ateşler yakmak gerek Ve ders alınacaksa dünden yarına Yeni fütüvvet nameler gerek

35


Eşkıya

Dağlara bir ses çiziyorum Koyaklara Mor menekşeye Zakkuma Acıya yüz çiziyorum Milyonlarca Silahıma “seni seviyorum yazılı” Tek mermi koyuyorum Bir kelebek konuyor gözlerime Sen çekip gidiyorsun Vuslat Bilmem Kaçıncı bahar Çekip gidiyorsun mavilerimi Denizler yırtılıyor

36


Çekip gidiyorsun gökyüzümü Dağlarımı yıkılıyor Çöllere çıkıyorum ağustos ateşinde Çekip gidiyorsun kervansaraylarımı Karanlığı bekleyen haramiler gibisin Sevdamı talanlayıp düşünce yola Kalıyorum çırılçıplak Uzanıp ağlıyorum çöl yanıma Belki “Güzel bir hiç” oluyorum Eşkıya

37


Firar

Günde iki defa en azından Firarım hapishaneden Sayım yerinde bırakıp suretimi Alıp başımı gidiyorum Ne gardiyanlar farkında Ne demir kapılarda yedi kilit Ne beton duvarlar tel örgüler Ne de arkadaşlarım Sayım yerlerinizi alınız sabah Ben daha gecenin karanlığındayım Siluetimi sayarlarken Henüz dönmemişim koğuşa Firardayım Akşam sayım yerlerinizi alınız Alanları sayarken onlar Ben ormanın uğultusunda Gün boyu firardayım İsterseniz yanınızdayım Bakın ama istemeseniz Ben zaten firardayım. 38


Görüldü Sevgili Fatoş GÜNEY‘e Merhaba Dostum Merhaba gözleriyle gülen yoldaşım ‘Bin defa, yüz bin defa, on milyon defa merhaba’ Bildiğin gibi ‘Hayat durdurulamaz yerine akıyor’ Ve bizim ‘Sardunyalara, hanımeli çiçeklerine, kiraz ağaçlarına’ Varacak yolculuğumuz sürüyor hâlâ Onlar yeni Sekban-ı Ceditlerle Bindiğimiz salıncağın ipini keserken Ağıtsız ölümler ülkesinde Ağzı var dili yok kara çocuklar Yarın son gün diyerek Tanınmayan kadim bir dilin Korkusuzluğunda Hayata gülmekteler

39


Ne de güzel korkusuz kanunsuz gülerdin Böyle kanunsuz gülen gördünüz mü hiç Ve umutsuzların Fırat’ı asi akıyor Yedi belaya uğramış Zaza Şeyhmus Karacadağ’ın karlı zirvesine kondurmuş Cabbar’ın gündüz düşlerinde gördüğü Kaçak Umutlarını Siz böyle güzel umutsuz Hüzünler gördünüz mü hiç Köroğlu sessizliğinde Bedrettin ormanında bilen Ne kadar altın gümüş varsa Elinin tersinde bir Eşkıya Celladı Bir papatya edasında açar gülüşün Korkusuz bir çocuk güzelliğinde Siz böyle kibar haydut gördünüz mü hiç

40


‘Ne kadar solmuş gül varsa’ Gözlerine toplamış Çiçek Ali ‘İçindeki hayat ağacı’ Bir deli rüzgâr bir Kızılırmak bir Karakoyun Bir şenlikli bahar ki sorma gitsin Solmuş güller Boynu bükük ölmesinler diyedir Siz böyle çiçek Siz acı çiçek gördünüz mü hiç Paravansızpasavansız çıplak Çizginin ötesinde bir ayak izi Bir ayak çizginin berisinde Kaçak tütün zamanı Dumanı tüten yoksulluğun dermanı Ne güzel tütün kokardın Gül kokardın Siz dumanı gül kokan Tütün içtiniz mi hiç

41


Ne yalan söylemeli İçimizde hep esmer Bir Kürt çocuğuydun sen Dilan Sinemasında Krallık bir yana dursun Üstelik çirkin de değildin hani Siz böyle çirkin güzel gördünüz mü hiç Ne gül bahçesinde seccade Ne katil bilginlerin kitabında ölüm Gelecek zamanın ruhundasın esmer çocuk ‘Bin defa, yüz bin defa, on milyon defa merhaba’

42


Siz Böyle güzel Bir merhaba Duydunuz mu hiç Köroğlu sessizliğinde bilen Ne kadar altın gümüş varsa Elinin tersinde bir eşkıya celladı Bir papatya edasında açardı gülüşün Korkusuz bir çocuk güzelliğinde Siz böyle bir eşkıya oldunuz mu hiç

43


Goncalar Güle

Hayata erken açmışız Gonca olmadan daha Güle dönüşüp Taç yapraklarımıza bulutlar konarken Nedeni yaşamak olan gülücükler Gözlerimizin mavisinde Yeryüzüne bakmışız Pervasız Yola erken düşmüşüz Pembe atların kanatlarına Binip gece olmadan henüz Vurmuşuz dağlarına aşkın

44


Yırtılan tenimize bakıp Korkunun karası düşmeden ellerimize Ayaklarımıza kilidi vurulmadan Kara toprağın Doya doya ağlamış Kahrederek gülmüşüz Ateşe erken düşmüşüz Yapraklarımız kırılırken bir bir Toprağa düşenleri Kardelenlerin düş tarihine armağan Ederek Ateşe düşen gülün Küller altında közü kalır umarak Açmışız dağ serinliğine kollarımızı Yeni mevsimlere göçmüşüz

45


Hayata erken durmuşuz Rengimizi katıp gökkuşağına Govendin ritminde salınıp Kuşanmışız bedenimize Semahın kuşağını Dilimiz bir dalda açmamış gonca Sözünü etmiyoruz Sözsüz bir ağıt oluyor klamlarımız

46


Hangi Bahar

“Bizler savaş ölüleriyiz, bundan böyle karşı karşıya değiliz, bildiririz.” Özdemir Asaf Bu ne yaman bahardır dostlar Hani Güllere gebe anaların gül Kokulu ak sütünden büyüyen fidanlar Hayata gülümseyen Ovalarımız Başağa durmadan daha Tohumlar teker teker Topraklarımıza düşecek Bu ne yaman bahardır dostlar Güller bitmeyecek Göğsümüzde güller kokmayacak Sevdanın eli elimize değmeden dili dilimize Sevdalarımız kirpik uçlarımızda Yele savrula Bir sele 47


Kurban gidecek dağların doruklarında Bu ne yaman bahardır dostlar Mem Aslı’yla Kerem Zin’le gerdekte yüzyıllardır Oysa çocuklarımıza bak Dağlarımızda Habil’le Kabil Sevgiler daha hangi kuytularda saklanacak korkarak Ömürlerin ak yazısı Nasıl ziyan olacak Bu ne yaman bahardır dostlar Güvercinler vurulur meydanlarda Koyaklarda sürülür kınalı kekliğin izi Ceylan postları Yaman pusularda Gözbebeklerimizin yazgısı yazılır Sırmalı bey odalarında

48


Açık kalmış yaradır Kanar yüreğimiz Kanar baharın toprağına Goncalar üşür Serin seherlerde Sabahın kör karanlığında Kan toprağa tohum mu Kan gülleri Kan açar Bu bahar toprağında Barış koyduk çocukların adını Her dilden Savaşların en acımasızında Kar etmez gönüllü ölüm En kahraman hayallerimizde Çocuklarımız birer taştan ibaret Sanat harikası heykeller değil Birer masumluk abidesi Emirsiz kahramanlıklarda Yurtsever yurtsuz ölülerde

49


Yaşamak değilse Bahar Hangi umuda gebedir Sözün yoksa Dilin hangi ağızlardan seslenir Dolanır sınırları Hangi telden ses verir Goncaların sesi uçar gider ellerimizden Çiçeklerin kokusu değilse nefesimiz Bu bahar Hangi bahardır dostlar

50


Hayalbaz

Günü ansızın bölen geceyarısı Bir ay ağladı yorulmuş düşlerimde Bir ben ağladım Hangi sevince hangi kedere gebe Bir bulut ağladı durup dururken Bir ben ağladım Hayata acemi beyaz kanatlı hüzün Bir kuş ağladı dalından uzak Bir ben ağladım Bilinmez ki hangi bahardan kalma Bir gül ağladı saklı bahçemde Bir ben ağladım

51


Eski bir masaldır kış gecelerinde Bir kardelen ağladı kar altında Bir ben ağladım Kıyısına tutunmuş çiçeğe baktı Bir uçurum ağladı çaresiz Bir ben ağladım Elyazması kadim kitabın sonunda Bir ölüm ağladı yenilmezliğine Bir ben ağladım Notasını yazmayın sizin bestenize uymaz Bir şarkı ağlar hâlâ sessizce Bir ben ağladım

52


Kanayan Tomurcuklar

“Eli taşlı, yüreği kanlı çocukların mazlum ve masum anılarına” Bazı ölüler yaşar Yaşayan bazılarıysa ölüdür çoktan Çocuklar ahh Çocuklar nasıl da hayattırlar Yıllardır öldürülüyor dostlar Oysa hâlâ yaşıyorlar Yatağını hiç değiştirmeden Akan ırmakta yaşamaktalar Mevsimlik yağmurlar gibidir onlar Zamanında çıkarlar sahraya Yol olur Yolcu olurlar Serap olur Yarına akarlar En olmadık düşlerin Yaramazlıklarında

53


Ahh bir karanfil kokar burcu burcu Yolcu yolunda gerek Diyerek giderim giderim Ne kadar gitsem O kadar yolum var daha Yolcu yolunda gerekmez yalnızlıklarda Biterse Biten yol değil Yolcudur Çocuklar Ahh çocuklar Onlar yeni yeni yolculardır daha Beni bahara bağlayan çocuklar Hangi dağ dağı bağlar Yol olur hangi ırmaklar ırmaklara Hangi insan insana kul Kim kime dosttur alacakaranlıkta Kim kime düşman aydınlıkta Bilir mi Duyar mı kanayan tomurcuklar

54


Kimseler ağlamasın Bu güne Karalar bağlamasın Ak libaslar içinde Al mendillerle Bilesinler gözyaşlarını Yorumlanabilir Bütün kötülükler Bütün iyilikler de Öleninse tek bildiği ölümdür Oysa Çiçekler yorumsuzdurlar

55


Kandili Yakın “Siz istediniz ben de anlatacağım; O halde kandili yakın.” Mehmet Uzun, Dicle’nin Yakarışı

Her dağın bir kıblesi vardır Size anlatacağım Zagros zirvesine bakan Huvava Uzun bakır sakalı ve rüzgâr saçlarını kandilin Ateşiyle yakarken çok düşünmemişti Kanlı uçurumlardan geçtik Yılanlara dolandık Zagros zirvesine yürürken huvava Özgürlük düşlerimizi Gündüzlerle taşıdık Harran Ovası’na Dicle’nin sularında yıkadık Kanayan yaramızı ve Bir kez daha koyulduk yola

56


Her dağın hükmü çocukları kadarmış Size anlatacağım Cizirabotanda kandil yanarken İpeği kesen kılıcın gücünü gördük Mıshafêreş Cesur yezdinşerin kara ellerinde Koca dağlar gibi yıkıldı Yanan sularda Son kez parlayan kadim Şehrin som ışıkları Gözyaşlarını siliyordu Her dağın ihaneti kutsallığınadır Size anlatacağım Nemrut efradıyla kendi dağında Yeryüzünü kızıla boyarken Kahkahalarla Anzılha gülün ateşinde İbrahim ateşin Suyunda yanıyordu

57


Her dağ gücünü kendinden alırmış Zagrosların Kandilini yakarken kadim Tarihin yaşlı bilgesi Endiku tutsak yüreğinde ihanetin Kılıcını bilemekte Düşlerinde krallığın tacı Dağın mahremini yağmalamakta Her dağın karı zirvesinceymiş Size anlatacağım Karın beyazıyla lekelenmiş kızıl Kanlar henüz uçurumlardan silinmemişken Kutsalı ve ihaneti gördük İsa’yı çarmıha geren öpücüktü Öptük İhaneti tattık Bir kuşun kanadında geçtik gökkuşağından Kutsalı yaşadık Gördük ki Her madalyon ikiyüzlüymüş

58


Her dağın külü ateşinceymiş Size anlatacağım Kutsalın ülkesinde İhanetin külleri yağarken Kendi küllerinden doğan Anka Pervane misali Kandilin ateşinde yanmaya uçuyordu Anladık ki Huvava güneşi Görmeyecekti zirvesi olmasaydı dağın O halde zirvesinde güneşi Gördüğümüz dağın mahreminde Yakın vicdanın ve Aklın tarihinde ne varsa Havanın Toprağın Ateşin Ve suyun Aşkına Yakın kandili

59


Kanı Yerde Kalır Menekşenin

Yahuda İsa’yı Öperek çarmıha germiş Sen Gümüş mermiyle vuruyorsun Serin kalsın diye yüreğim Ellerimiz buluşuyor Islık çalarak Uzun bir hoyrattan sonra Yüreğimiz Bir çift karanfil Sen çelik parıltılı bıçak oluyorsun Sabah olmasın Uyanacak Uyuttuğum ne varsa Senden arta kalan Kurbanlık bir koç gibi Güneşim kanlanacak 60


Hüzünlü ve solgun Bayram sabahlarında Ölmek ne kadar zor Acı kahve tadı Gül kokusu Koyu keder kokar tütsüler Bir menekşe ömrü sürdük seninle Kuşkanadı Yakamoz parıltısı Geçti bayramın alı yeşili Bir uzun koşunun sonuna geldik Belleğim Gözbebeklerimde donar Yankılanır son kez hayatın sesi Kanı Yerde kalır yüreğimin

61


Mevsimi Kalır

Ne kadar yanarsan yan Külün kalır geriye Külünü yakan ateş değilsen eğer Aşkta ustaysan Her ayrılıktan sonra Bir bıçağın çelikten Serinliği kalır geriye Sevişmesini bilirsen çiçeklenirsin Gül kokar tenin Karanfilden geçilmezsin Tomurcuklanır üstünde Toprağın bir çiçeğe hamile kalır Doğum ve ölüm mevsimidir hayat İki nokta arasında bir çizgi Adı konulmamış sebepsiz Bir ayrılık mevsimi kalır geriye

62


Zamanlı zamansız bulursa bizi Bıraktığı hüzün dağlarında Suyun damarında dolaşan ruhum Toprağına dikili kalır Uzasın bırak saçların Gözyaşlarınla nasılsa büyür Bir mevsim ölür Günler kısalır Aklımızdan esip geçmiş Bir rüzgâr değilse bu aşk Nasılsa yarına kalır Bakiyesi bizde saklıdır

63


Olsun

Bir atışta elmayı vuran Kahramanın yüzündeki muzip gülümseme kadar güzeldin Yaptıklarıma bakma istersen Kanun kitaplarından Bana kalsa Çoktan alıp aza vermek adaletin ta kendisi Hırlısı olmaktansa Mitolojik hırsızı olmayı yeğlerim hayatın Belki de her şeyi tersten okumak gerek Seni düşünürken Yetim kızın Hayallerini kurarım yıldızsız bir gecede Ormandan görünmesin isterse gökyüzü İçimden bakarım Masalların gömütlüğü alacakaranlığa Sen de bana bak içinden geldiyse Bir şarkı söyle Hangi dilden hangi telden Makamı ne olursa olsun 64


İstersen dünya harami olsun İstersen bir tatile çık Pembe lastik ayakkabılarınla Uzun olmasın ama Ömür bitmesin Döndüğün gün Bulutlar gölgelik olsun Kuşlar çiçekler çocuklar deniz ve toprak İnsan insan koksun Ölüm Yenik bir düşman olsun

65


Rindane Sevgili Sıddık’a “İçmenin Erdemini Bilene” Dünya çirkin dediler İnsanın karanlık yüzü Dedim ışığa çevir kâbeni güzelleşir İçince güzelleşiyor Hadi içelim Dediler tadı yok sevdaların Masallarda kaldı Tahir ile Zühre Gözyaşlarımız ortaya meze dedim İçince tatlanıyor Hadi içelim Dün dünde kaldı dediler Yarına daha çok var Dedim dünyayı bugünde sevmek gerek İçince seviliyor Hadi içelim Dediler aşk gönülden çalar kapıyı İnsana yakışandır Aşk kapıları açandır dedim İçince yakışıyor Hadi içelim Dizginsiz bir doru at dediler Ne ayrılık dinler ne acı Soluğu ateşten sıcaktır dedim İçince şahlanıyor Hadi içelim 66


Dediler Anka’nın külü rüzgârda savruluyor Doğuşu hangi iklime kalmış Kavuşmak faslı bahara dedim İçince kavuşuyor Hadi içelim Sus pus olmuş dediler Dillerden ses duyulmaz Dedim önce söz vardı İçince konuşuyor Hadi içelim Kelebek ömrü sürdü dediler Taşa yazılacak değil Dedim gönüllerde saklıdır İçince yaşıyormuş Hadi içelim

67


Salı

Tek Sevgilime… Gözlerin salıya asılı kaldı Bir daha gelişinde alacak mısın? Alıp gidecek misin? Hüzünleri de Bir avuç gökyüzünü de al Mahpus kalmasın Bir uğurböceği kondu voltama Onu da götür kırmızıyı seversin İstersen yalnızlığını Giderken yanıma bırak Saçların uzamış biliyorum Koynumda saklayamam Karanlık kış gecelerinde Ne zaman aklıma düşsen 68


İçimdeki toprağa döküyorum bir avuç suyu Dudaklarım gökyüzünde yağmuru beklerken Ellerin kanatsız bir çift güvercin Hücreme vurmuş ay aydınlığında Bekle Unutuyorum not almazsam Nerede olduğumu Aklım zindan karanlığında Bu gece git artık Ama Kendini götürme sen giderken

69


Serseri Sokağın Çocukları*

Serseri sokağın çocukları İki metrelik sokağın kimi sağında Kimi solunda durdu Ama hepsi geçip gittiler birlikte Hayatın ve yokluğun ipinde Salındılar Katil olanı da Serseri kalanı da Şeyhi dervişi de Allahsız ateisti de Ekmeğin Ardına düştüler hep On ikisinde yaşlandılar Sokağın ortasında

*Serseri Sokak, Şanlıurfa’da bir sokağın resmi adıydı bir zamanlar. Mahallenin adı da Arap Meydanı’ydı. Yeni adı, Türk Meydanı…

70


Ellerinde mermerden Bilyeler yonttular Asi heykeller gibi Bilyelerin kuşağında büyüdü umutları Hayalleri daracık sokağa inat koca bir dünyaydı Yıldızlardı Aydı Güneşti On beşinde hapse düştüler Kimisinden hâlâ haber yok Kimi sokağın bilgeliğinde büyüdü Hayatın ilmiğinden baktı sokağa Kimi ilmiğinde sallandı hayatın Serseri sokağın çocukları Hepsi de kardeştiler Araplardı Kürtlerdi Türklerdi Ermeni Yahudilerdi Hepsi de kardeştiler

71


Gözleri maviydi Siyahtı elaydı gözleri Birinin yırtık tumanından kasıkları görünür Sokağın başından izler oyunu Yaralı bir kuş gibi minik elleri Yoksulluğunu gizleyemezdi Biri yalın ayak bir koşu Taşı yapıştırırdı Dün dayak yediği çocuğa Kimi elinde kuru ekmeğe sürülmüş isot reçeli** İştahla yalanarak paylaşırdı Kimi cingöz bahçeden aşırdığı cevizi Dökerdi eteklerinden şişinerek Kocaman bir lahit taşın üstüne Kimi pınardan kaptığı yengecin kalbini dinletirdi Saatin tik takları yerine Yırtık bir topun peşinde Kavga da ederlerdi Küfür de her dilden Kanlı bıçaklı da olurlardı bazen Serseri sokağın çocukları Hepsi de kardeştiler

**İsot reçeli, acı biber salçasıdır yörede.

72


Sevdanın Mumu

En kutsal Totemlerin Eti sütü kemiği Can pazarında Dahası yaşamak dediğin Uğruna yürekler satılır en acımasızca En ulu çınarların Gölgesinde yatılır bismillah ile Odun yapılır sonra Yeşiller mora çevrilir Beyazlar yasa Bıçaklar bilenir Kutsal ayinlerin Ölümcül yalımıyla Bağbozumlarını Harmanları karartan Mülkün gölgesinde

73


İyi niyetle döşenmez Cehennemin taşları Kabil’in taşı altında Habil İlk Hayır’ın ve ilk Evet’in Tarihi yazılmalı Şahmaran'ı Şahdamarından tutuşturan Daha ağrılı acı nedir Son seferberliğinde Cephenin en kanlı gönlü Gönülle çarpışmasında Silahını yitiren sevda Volkan patlamasında Balkıdıkça dağlar Damıttığı acılara dayanır Son mumu Söndürür damarlarında

74


Su Şeyhim Kardeşim Abdülkadir SARITEMUR’a… Zaman taştan geçerken yazılmıştır İsmimiz derimizdir soyunamayız Doğarken nasılsak Ölürken öyle ansınlar bizi Dağdan yükselen ses Toprakta başak Suda ateş Avlanacak kuş değil Kendi boynumuza asılırız ancak Zamanın kaybolmayan gölgesine sığınırız Beyaz güle dolanmış suyun serinliğinde Mekânsız iki nokta arası Bir çizgili taş

75


Su ve Ses

Kitaplar insanın yüzüne saklıdır Üç sayfa açılır Sabiîler duasıyla Her insanda yeni bir kitap okunur Her yol dergaha kavuşur Şehr-i Ruha’dan Saba makamında bir ezan Hafız Osman’dan Kadim şehri dolanır kuşluk vaktinden önce Sesin hükmü secdeye varır insana hürmettendir Yusuf’un kuyusunda görünür İsa’nın yüzü Ermeni Yetimhanesi Kızıl Kilise Karakoyun’dan Hüznün cümbüşünden ses verir Zeynel Abidin Vanes Usta bir karagül yaslı kemanın ince telinde Divana durur bütün makamlar halhallı kınalı keklik Dem çeker hızmalı gökgüvercin başını kaldırır sudan Billurdan bir ses dökülür Hafızın kanunundan Suyun aynasında bakırın rengi çınlar Halo Bedih bir şarkıya başlar Newrozî Gül ipek rengini alır ‘Acem şalından’ İpek gülün kokusunda ‘ahbap malından’

76


Su ve Ateş

Yarına taşınacak ne varsa suyun akarında Kalmayacaksa tufandan sonra bir tek insan Su kendini yakar külünü süpürür yeryüzünden Yeni Âdem’le Havvalar kurar balçıktan Ateşin ve gülün nabzındadır Eyyüb’ün sırrı Can veren sudan geçtik bir yüzümüz yandı Vahdetin madalyonudur öbür yüzünde ateş Narçiçeğinin rengi sayılmaz tanesinden Kaçak çayın sınırları aşan insan kokusu Gamsız o gül bahçesinde fokurdar durur Su usulca marpuşun ipekten bedenine dolanır gelir Bir nefes çekilir Şems’ten bir nefes Mevlana makamından Hamseye ne hacet bir mesnevi yetmez mi hepimize Bir beyit bir mısra bir kelime bir hece Kötülüğün kör düğümünü çözen ateş de bilmez Kendini yakmanın hikmeti sorulsun pervaneden

77


Su ve Taş

Sabır kehribar tespihin taştan imamesidir Çağına tanık insanın sudan aziz dilinde Tarih sudan geçer zaman seslere rahle Kadim taştan biliriz tecelli taşın çatladığı an’dır Faltaşına bakmalı Hılf’ül Füdul’a kaç var Marifet bir damla sudan geçen çölün derinliğinde Kudümler vurulurken kurban vermeli seslitaşlardan Aslolan bir çölü kumsaatinden damıtmanın sabrıdır Zelal olmuş İhvan-ı Safa’nın esamisi okunmaz Bir arafta geçeriz hükmümüze vurmadan mühür Kıldan ince boynumuzu kesmez hiçbir çelik ateşi Taştan geçen suyun meramı demine malumdur Ne Dede Osman görünür ne Said-i Kürdî Harran kapısından geçer beyaz ipek kervanı Bedesten kurulmuş Nemrut tahtında yine Ustasının elinde taşın çatlama zamanıdır

78


Su ve Toprak

Arap atı seglavî alnında güneşin nişanesi Rüzgâr yelesinde sıcak ovaların kokusunu taşır Su hava ve hayata gülümseyen başak Kendini büyüten sırrı toprağın rahmindedir Yedi Nebi kıyama durur yolların kavşağında Dergâhın kapısında Kâbe ve Mescid’ül Aksa Bu toprakta söylenmemiş söze kalmadı münadi Bütün kapıların kilidi aklın ve kalbin kimyasındadır Her Halil’e Züleyha her göze ayna gerek Can suyu gerek toprağın simyasına İyi söyle sevgilinin kalbine yürüyen su Laleş’te gökkuşağı kâinat cemresindedir Tavuskuşu kanadında bütün diller Bir eli Muhammedi güldür iyi bak Bir eli İsa bir eli asa Kızıldeniz’de İyi düşün ki Zerdeşt de ‘Kün’ hükmündedir

79


Tarih Tezkeresi

Yalnızlığın enlemi nerde başlar Nerde biter hüznün boylamı Hayattan tezkereli dünyalıyız Mevsimsiz Dönüşsüz Tarih tezkeresiyiz seninle Aşkın coğrafyası başlar Sınırlar kalkar Bir tutam içten gülücükle Bir yazgı yazılır Ardınca Mevsimler söner durur Sonra Kuru bir yağmur başlar Sesimizin rengince batar çıkarız Gökkuşağına 80


İkimiz de acemisiyiz Baharların Ne yeşilin adını biliriz Ne beyazda durur soluklanırız Kırmızı soluğumuzla Masmavi gönderimize takılırız Kırkikindi yağar gözlerimize Yeryüzünden yağmur sanırız Düşer bembeyaz bulutlar hüzünlerimize Aynalar sırrını dökmüş der Yollara düşer üzülürüz haline Ağlamayız bir güzel Yakışmaz kederlerimize Aşkın coğrafyası başlar Sınırlar kalkar Yalnızlık enleminin bittiği yerde Bırakmaz yakamızı Hüznüm boylamı başlar Biz tarih tezkeresi yazarız seninle

81


Hüznün Terzisi

Kıştan sıcacık yakasız gömlekler biçiyorsun Günü alıp alacakaranlıktan Henüz yeşil kumaşken Yazı gözlere teyelleyip En sefil iplikten Şahlık hüzünler dikiyorsun Çalıntı bir zamanda Yasak meyve tadı ve Kendi ütopyanın ayak seslerini duyuyorsun Mavi gökyüzünde Suyun bereketini Kavgada sevdanın haresini Bir kez sevmeyegör hüznün terzisi Bütün evreni sevda görürsün

82


Yalnızlık en eski yanım Karanlığın gölgesi korku Dünyayı resimli büyük atlastan öğrendiğimiz çağda Mızraklı ilmihalde yazılıydı Gerdek gecesinin esrar perdesi Sonra renkli balonlardan hayallerimiz oldu Ellerimizin arasından savruldu Hayatın ortasına Nuh’un tufanı olsa bugün gemisine kimi alırdı Adem yalnız kalsa kaburgasıyla Hangi Havva’yı Havva yalnız kalsa elmasıyla Hangi Adem’i baştan çıkarırdı Hangi Kabil hangi Habil’i Bir taşın altında Ölüme yatırırdı

83


İlk ve Son Sayfa

Nicedir Sözün değmez sözüme Nedendir sözüme değmez oldu sözlerin Sayfalarında adıma rastlanmıyor Artık, kitab-ı hayatında Sen nerdesin Ben nerde Bin yılın Mahkûmuyum Önce verilmiş sözün Saçların Gözlerin Ellerin nerde Kırılan hangi Kalbi onarmaktasın Hangi coğrafyanın aşkında Hangi aşkın coğrafyasındasın Nicedir dilin değmez dilime Sen nerdesin Ben nerde

84


Sütlü mısır tazeliğinde Dişinin sıcaklığı Yumuşak imbat serinliğinde Emilir sarışınlığın Kelebek ellerin Her çiçeğin renginde Menevişli iki demet tomurcuk İki süt ırmağı arası menekşe koyak Kapalı gözlerin fulya rüzgarı Dudaklarında taze yeşil cevizin Erken kokusu Yönsüz pusulanın ritmine düşüyorum seninle Tüketmeyi şehvetle istediğim Son sayfada hüzünlendiğim kitap gibisin

85


Son Perde

Başkalarına gizlerini açmaya utanma Yaralarımızı gösterelim birbirimize Mahremine dokunalım incelikle Anlardan geçen ayna kırıkları Acıtırken anıların en Gizli dehlizlerinde ruhlarımızı Ayna tutalım birbirimize “acılı bir filmden Artakalan sinema salonu Sessiz gözyaşları boşalmış koltuklar Sonra Bir kız bir oğlan Zamandan ve mekândan âzâde Perdeye asılı kalır son sahne “başrolden kovulmuşum ben” Geriye sarılan hayatımızın her karesinde Yaralarımızı gösterelim Birbirimize Bir kavgadan arta kalan Tuzu basmadan önce

86


Tekeş Kalpler Bahçesi

Bu kez kapıyı ardımda Su dökmeden kapadın Gün battı pencereden Seçilmez oldu siluetimiz Biz hayattan çekildik ya Say ki hiç yaşamadık İyisi mi çıkarıp verelim kalplerimizi Henüz silinmemişken resimlerden suretlerimiz İçine bir ayna tut göreceksin Her bahçeye taze bir toprak gerek Dört mevsim baharsa eğer bize Hâlâ güneşli bir toprak üzerindeyiz Hepimize birer gül düşer

87


İyisi mi sen Çiçekli bir aynaya çiz kalplerimizi Resimlerimizi duvara asma Bir fırtına çıkar Düşer kırılır Paslanır çivisi Eskir yorulur Mevsimler gelir Geçer gülün zamanı Yüzümüzün renkleri solar İyisi mi sen solmayacak Bir bahçeye dik kalplerimizi

88


Uçurtman Asılı Kaldı

“Ben sokak çocuğuyum abi, beni hatırlamadın mı? Hani ya uçurtması gökte asılı kalan çocuk!” Diyarbakır Çocuk Şenliği’nden Ölümü ve yaşamı kıyısına Eğretileyen çocuk Güvendiğin pembe bulut Mızıkçı çıktı Arkasına saklanıyor dağların Dağlar Suç ortaklığıyla Gülüyor Bakakalıyorsun Gökte Asılı Kalıyor Uçurtman Gökyüzün Karanlığa Kesiyor

89


Sabah Erkenden uyanıyorsun Gün ışımadan Karanlığı deliyor Sesin Sokak Kavgalarına karışıyorsun Ekmeğin boya sandığında Saklı hayallerini Gömdüğün Bulunca Amed’in göklerinde umudunu Onu tutsak kılan bulutların Gölgesinden saklıyorsun Bir ucunu Göğsünde Gökkuşağının Bütün renklerinde Bir ucundan Çaldırıyorsun hayatı Hayatın Göğsüne Taktığı Gülü

90


Eli boş Dönüyorsun Bütün kapılardan En eski yanına Sığınıyorsun Başkaldırıyorsun Bin yıllık acının hükmüyle Tutunuyorsun surlarına Kıyıların Açılmayan kapılarda Tırnak izlerin Kayıplara Direniyorsun Direncin coğrafyasından Tarihe yapraklar yazdırıp Düşüyorsun Toprağa Kaçak tütün kadar yerlisin çocuk Mayınlı çizgilerde kaçak Ne kadar yanaşsan Kıyılarına kentlerin O kadar yabancı Uzak

91


Yollara düşürülmüş şarkısın çocuk Dilinde kürdili hicazın kaç Notası kalmış Annen olmalıydı çocuk Gerçek elbet Baban olmalıydı Belki Seni dövecek Hani ya ne zor Ne zor Diyarbakır’da Çocuk olmak Uçurtması Gökte Asılı Kal Mak

92


Yazgı

Ölgün mum ışığında Güneşe türkü yaktın Salacağa Dört kişisi Bulunmayan Savaşçı Yalnızlıkla sevişilmez Korkaklığın sevdası olmaz Vurduğun yerde Unuttuysan bıçağını Yazgının yazanı sensin Yaşayamadıklarının çetelesi senden sorulur Çünkü Ömür El yazısıdır insanın

93


Yeşil Reçete

Bugün yeşil reçete verdiler bana Sonrası Kırmızıymış Ne demezsin İstersen al o yeşili Kırmızıyı da Bir tutam entel sakalla Bir doz pipoya bulaştır Azıcık hüzün Epey kirlilik Sonra çıkan morluğu Beyazla koyulaştır İşte sana çağdaş depresyon ilacı Biz ne kızıl şerbetler içtik de Kan tükürdük Demedik Al sen yeşil reçeteni Pılını pırtını Sok en karanlık yerlere Ya da Entel bir barda dolaştır iyisi mi!

94


Giderken Rüzgâr sesini neye borçludur Ağaç olmasa, çiçek olmasa? Olmasa börtü böcek Duyacak kulak Sığınacak yürek olmasa?..

95


96


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.