Zerger Mahir Baranseli

Page 1

1


2


ZERGER MAHİR BARANSELİ VE ŞİİRLERİ Raif Özben

yazı kültürü

3


ZERGER MAHİR BARANSELİ VE ŞİİRLERİ Raif Özben

Yazı Kültürü Yerel Süreli Yayın Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Sedat Şanver ÖĞE Yönetim Yeri: Atatürk Mahallesi, 927 sokak No. 4/ 1 Bornova/ İZMİR 0.507.801 22 37 ISSN: 2146-5290-23 BASKI ÖNCESİ HAZIRLIK YAZI KÜLTÜRÜ YAYINCILIK yazikulturu@hotmail.com BASKI BASSARAY MATBAASI SANAT CADDESİ NO: 1/5 ÇAMDİBİ İŞ MERKEZİ ÇAMDİBİ/ İZMİR 0.232.457 71 48 BASKI TARİHİ Nisan 2018

4


Mahir’in Annesi Sevgili Leyli Baranseli teyzemizin aziz anısına, Eşi Nejla Baranseli kardeşimize, Biricik kızı Sevgili Ebru Selcan Baranseli’ye, Biricik oğlu Sevgili Kafkas Baranseli’ye, ve Can dostumuz Sadık Müftahi’ye

5


6


ÖNSÖZ 1974’te, genç ve en verimli çağında, bir kaza sonucu aramızdan ayrılan Z. Mahir Baranseli, kendisi için ne yapsam yetersiz kalacak bir dostumdur. Bu, sağlığında böyleydi, sonrasında da böyle oldu ve böyle de olagidecektir. Ne var ki yaşamın türlü koşulları, bizi, böylesi bir konuda bile kimi zaman engelliyor, kimi zaman sınırlıyor, kimi zaman ise çaresiz bırakabiliyor. Bir dostun yitirilmesi, insanlığın geleceğinin yitirilmesi kadar acı veren bir durumdur. Çünkü dostlukta çıkar yoktur, sömürü yoktur, yalan yoktur, ikiyüzlülük yoktur. Bu bağlamda dostluk, insanlığın en gelişmiş geleceğinin simgesel yaşantısıdır. En güzel bir ütopyanın gerçekleşebilme olanağını somutlaştırır. Eğer bu türden duygu ve düşüncelerle yaşanmıyorsa, yaşanan şey, dostluk değildir. Ne mutlu bana ve bizlere ki, Mahir Baranseli gibi böylesi bir dostumuz vardır. Bu nedenle de onu yaşatmayı, çeşitli biçimlerde sürdürüyoruz. Kendisiyle anılarımızda, eylem ve etkinliklerimizde dost söyleşilerinde sürekli karşılaşıyoruz; birlikte yaşıyoruz. Onun için ve onunla ilgili yaptıklarımız, ne ölçüde yeterli ya da yetersiz olursa olsun, bunlar; kendisiyle yaşamak anlamına geliyorsa, bu, bizleri daha da ötelere götürebilecek demektir. Yarım yüzyıl kadar önce, galiba Azra Erhat’ta, “ölüm insana totalliğini sağlar” gibisinden bir söz okumuştum. Evet, öyledir. Çünkü ölmüşsek, eylem ve etkinliklerimizin sınırları bitmiştir. Eskilerden gelen bir deyimle felek defterimizi dürmüştür. Ama bu totalliğin zenginliği, insanlık mirasına eklendiğinde, sözü edilen kimse o totalliği de aşabilir.

7


Bu bağlamda Mahir Baranseli de anılması, yaşatılması gereken insanlardan biridir. Anılıyor. Yaşatılıyor. Sürekli yanımızda oluyor. Böylece sevgiyle geleceklere taşınıyor. Bu kitapçık da sözü edilen anma ve yaşatma çabalarına bir katkı sağlamak duygusuyla hazırlanmıştır. Böyle bir duyguyla işe başlansa da, elden geldiğince nesnel bir tutumla kaleme alınmaya çalışılmıştır. Ancak, Baranseli’yi yitirdiğimiz günlerde yazılanların, duygusallıktan genelde kurtulamayışını okurun takdirine bırakmaktan başka, elden bir şey gelmiyor. Burada Mahir’in şiirlerini bir kitapta toplayarak bizleri daha bir güdüleyen kızımız sevgili Ebru Selcan Baranseli’ye, can dostumuz sevgili Sadık Müftahi’ye; bana Baranseli ailesiyle ilgili bilgiler veren ve Ebru ile iletişime geçebilmeme olanak sağlayan dostumuz sevgili İsmail Talınlı’ya, yazıların kitaplaştırılması aşamasında yardımlarını gördüğüm değerli şair sevgili Sedat Şanver’e yürekten teşekkürü bir borç bilirim.. Raif Özben İzmir, 01.04.2018

8


İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ

7

İÇİNDEKİLER GENEL ÇİZGİLERİYLE YAŞAMÖYKÜSÜ YAPITLARI ŞİİRLERİ ŞİİRLERİNDE İMGE ŞİİRLERİNDE BİÇİMSEL ÖZELLİKLER Z. MAHİR BARANSELİ’YLE İLGİLİ TANIKLIKLARIM MERHABA MAHİR BİN YILLIK MİHAİL MERHABA BİRKAÇ GECE SÖZÜ MAHİR’LE (…) NELER KONUŞABİLİRDİK ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER DÖRTLÜKLER GAZEL YEŞİL GÖZLÜ ŞEHRİN İLK GECESİ VATANDAŞ MAHMUT HİKÂYE YEDİNCİ DURAĞIN KADINI MESUDE DİPNOTLAR ALINTILAR KAYNAKÇASI GENEL KAYNAKÇA

9 11 15 17 22 26 29 31 34 47 55 57 66 67 69 70 72 74 76 77 78

9


10


GENEL ÇİZGİLERİYLE YAŞAMÖYKÜSÜ Z. Mahir Baranseli, 1945’te Kars’ın Göle ilçesinin Küçük Buğatepe köyünde doğdu. Çağlayan köyünden Hacı kızı Leylî Hanım’ın ve Buğatepeli Hacı Kâzım Zergeroğlu Kasım Baranseli Bey’in tek oğludur. Kars’ta memurluk yapan babası, 1953’te bir yangının kurbanı oldu. Aile bunun acısı ve yoksunluğu içinde, yaşamını sürdürdü. Mahir; ablası Aysel ve kız kardeşleri Safiye, Mükerrem, Muhterem ile anneleri Leylî Hanım’ın sevgi dolu, dikkatli ve özenli anne sorumluluğu altında büyüdü. Kars Gazi Paşa İlkokulundan başarılı bir öğrenci olarak mezun oldu. Orta öğrenimini, devlet yatılı sınavını kazanarak, Susuz Kâzım Karabekir İlk öğretmen Okulunda tamamladı. 1961’de Kars Halefoğlu Köyü İlkokulunda öğretmen olarak göreve başladı. Artık, aile sorunları yanında, yurt sorunlarıyla da karşı karşıyaydı. 1962’de aynı görevi Kümbetli köyünde yürütürken, fahri olarak halk eğitimi etkinliklerine katılmaya; edebiyat ve folklorla da ilgilenmeye başladı. Halkın değerlerine karşı gittikçe artan bir susuzluk duyuyordu. Okumaları, çalışmaları, incelemeleri, tartışmaları çoğalırken çeşitli dergilerde de yazıları çıkıyordu. Bu yıllardaki çalışmaları arasında, Kars Halkevi yayını olan Karseli dergisinin çıkarılması da vardı. 1964’te Trabzon Fatih Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü giriş sınavlarını kazandı. Bu okul dönemi yaşantısı da onun kültürel etkinlik yıllarıydı. Rahmetli Rasim Şimşek hocamız, Baranseli’nin bu konudaki yeteneğini daha ilk günlerde fark edince, Mahir’e de kültürel etkinlikler içinde görevler vermiş, ben Trabzon Erkek Öğretmen Okulu son sınıf

11


öğrencisiyken, kendisiyle tanışmamı özellikle istemişti. Sayın Ahmet Gürsoy, Sayın Sait Aydemir, Sayın İrfan Yılmaz gibi eşi bulunmaz öğretmenlerimiz, okul yıllarında, derslerde bizlere kazandırdıkları yanında, ders dışı kültürel-eğitsel etkinliklerde de kişiliğimizi gittikçe geliştirme bilinci uyandırdılar. Mahir Baranseli; 1966’da Kars Merkez Atatürk Ortaokulu Türkçe öğretmenliğini sürdürürken kentin çeşitli kültürel etkinliklerine öncülük ediyor, Doktor Budak Demiral’ın başkanlığını yaptığı Kars Halkevinde üyeliğini oldukça etkin bir biçimde sürdürüyordu. Ulusal bayramların programlanmasında ve bu programların halka sunumunda görevler alıyordu. Rahmetli Yaşar Gürsoy’la birlikte, Batıdaki kentlere atandığımız halde, Mahir orada diye, biz de Kars’a atanan iki öğretmen adayı bulup onlarla değişim yaptık. Mahir’e Kars’a gelmekte olduğumuzu bildirdik. Kaloriferi olmadığından, büyük bir gaz tenekesi içinde kâğıt ve odun yakılarak ısıtılan bir otobüsle Erzurum’a vardık. Oradan trenle Kars’a ulaştık. Mahir bizi bir hayli beklemiş olmalı ki, “ulan inekler, nerde kaldınız” diyerek gülümsedi. Sarılıp birbirimizi öptük. Kars Alpaslan Lisesi’ne gittik. Akşamları, yatılı öğrencilerin okul pansiyonunda nöbet tutmak karşılığında, pansiyonda yatıp kalkmaya başladık. Yaşar, bir süre sonra ailesini getirip pansiyondan ayrılmıştı. Bense yanımda okusunlar diye kardeşlerimden önce Orhan’ı, bir yıl sonra da rahmetli Birhan’ı çağırıp pansiyona yerleştirmiştim. Daha sonraları Askeran ailesinin boş duran bir evine taşındık. Sağ olsun, ablamız Mevlude de gelip bize yardımcı olmuştu. Mahir, bu yoğun çalışmaları sürdüre giderken, Kars Halk Eğitim Başkanlığına atandı. İlk sırada Sadık Müftahi olmak üzere, İsmail Talınlı ve Yaşar Ören, gibi çok sevdiği arkadaşları da Kars’taydı. Onlarla tanışınca da kendileriyle içten arkadaşlıklar kurduk.

12


Kars’a gittiğimiz yıl (1967), Eğitim Enstitüsünde öğrenciyken Mahir’le sözünü edip tasarladığımız Göze adlı derginin çıkarılışına koyulduk. Doğal olarak, yazı kadrosunda da yer aldık. Bu arada, geçici bir süre Kars’ta bulunan, o zamanların genç, şimdilerin duayen sanatçısı, Eray Canberk de bize katılmıştı. Canberk o yıllarda İstanbul’a çıkarılan Yeni Gerçek dergisi çevresindendi. Ta Yelken dergisinden beri kendisini şair ve yazar olarak biliyorduk. Eşi Fatma Hanım, Alpaslan Lisesinde kimya öğretmeniydi. Okulun öğretmenlerinden kimilerinin dergiye abone olmasını sağlamıştı. Onun aracılığıyla Eray Canberk’le de tanışmıştık. Attilâ İlhan bu dergi için “Yeni Gerçekçilerin Güz Taaruzu” başlıklı bir yazı yazmıştı Varlık’ta. Yazık ki o dergi de uzun ömürlü olmadı. Bizim Mahir’le Kars’ta çıkardığımız Göze, dört sayfalıktı. Biz, Candide’in ünlü “bahçemizi ekelim” belgisine uygun olarak, olduğumuz yeri yeşertmek istiyorduk. Ama olanaksızlıklar nedeniyle, Göze ancak 11 sayı yaşatılabildi. Türk Folklor Araştırmaları, Hisar, Karseli, Göze, Kıyı gibi dergilerde yazıları çıkan Baranseli, 1968’de Halk Eğitim Başkanlığına atandı. Artık yeni, resmî ama kendine çok uygun bir göreve başlamıştı. Bu görevinde de olağanüstü bir çabayla çalışıyordu. Halk Eğitim Başkanlığının etkinliklerini ilçelerde açtırdığı merkez müdürlükleriyle genişletmişti. Böylece de halk eğitim başkanlığını ve merkez müdürlüklerini, Kars merkezinin ve ilçelerinin güçlü birer eğitim kurumuna dönüştürmüştü. Başarısı salt Kars sınırlarında değil, ülke çapında da kendini gösteriyordu. Millî Eğitim Bakanlığı bu başarıyı MEB Tebliğler Dergisi’nde yayımlanan bir takdirname ile ödüllendirdi. Ama yaşam bazen de ağır acılar yüklüyordu insanlara. Bunlardan birini, tertemiz bir insan olan Yaşar Ören’in Trabzon’da öğrenciyken, bilinmeyen bir nedenle, kendi arkadaşı tarafından katledilişinde yaşadık. Galiba beraber 13


kaldığı arkadaşı, ağır bir psikopatolojik vakaydı. Mahir, hiçbirimize haber vermeden, o belâlı kış gününde, Kop ve Zigana dağlarının geçit vermezliğini bile bile, bir kamyonetle tek başına yola koyulmuş, arkadaşımızı alıp Kars’a getirmişti. Bizimse, o Kars’a döndükten sonra haberimiz olmuştu bundan. Yeni Doğu gazetesini çıkaranlardan Fikri Durgun’dan durumu öğrenince donakalmıştık. Ne var ki Mahir, arkadaşlık söz konusu olunca, elinden gelen her türlü özveriye hazır bir insandı. Trabzon’a ulaşınca cezaevine gidip ilgililere katili görmek istediğini söylemiş; isteği kabul edilmişti. Ama görebildiği, yalnızca yere bakan, hiçbir şeyle ilgilenmez görünen birisiydi. Yaşar Ören uğurlandıktan bir süre sonra, hayat normalleşmeye başladı. Her zamanki gibi, kimilerine acı çektirerek, kimilerine mutluluk bahşederek. Mahir ve bizler de her insan gibi, bir süre sonra Yaşar olmadan ama acısıyla hayata alışmaya çalıştık. İster istemez, günlük yaşama dönülmüştü. Mahir de şiirler, yazılar hatta romanlar yazmayı, bunları süreli yayınlarda yayımlatmayı kesintisiz denebilecek bir süreklilikte sürdürme çabasındaydı. 1970’te kızı Ebru Selcan doğdu. Bu, Baranseli’ye inanılmaz bir coşku ve mutluluk kazandırdı. Çok başarılı bir halk eğitim başkanlığını, folklor ve halk edebiyatı araştırmacılığını, sanat ve düşünce alanındaki çeşitli çalışmalarını yorgunluk nedir bilmeden, yılmadan sürdürürken, 15 Ocak 1974 gününe hazırlanan bir gecede geçirdiği kaza, onu yaşamdan koparıp aldı. Ama o; yokluğunun verdiği acıya karşın, kızı Ebru Selcan, kaza gecesi doğan oğlu Kafkas, ailesi, dostları, arkadaşları, Kars’a ve ülkeye yaptığı hizmetleri, ortaya koyduğu yapıtlarıyla, sürekli aramızda kaldı.

14


YAPITLARI Zerger Mahir Baranseli; basılmış kitaplarının yanı sıra başka birçok ürün vermiştir. Bunlar, gazete ve dergi sayfalarında kalmış fıkra-makale türü yazılar; şiir, roman, araştırma ve derleme gibi değişik alanlarda yaptığı çalışmalardır. Örneğin Ankara’nın Taşına Bak adlı toplumsal yergisi, Kars Mânileri, Kars’ta Halk Türküleri/Nanaylar, Kars’ta Deyimler ve Atasözleri, Kars’ta Karagöz, Kars’ta Mahallî Gelenek-görenekler, Kars’ta Halk Edebiyatı ve Kars’ta Halk Ozanları gibi derleme ve incelemeleri; Beşinci Çakal Yokuşu adlı, çocukluk yılları yaşantılarıyla ilgili gözlem ve izlenimlerine dayanılarak oluşturulmuş ve Yeşil Göle gazetesinde tefrika edilmeye başlanan romanı (tefrikanın tamamlanıp tamamlanmadığını bilmiyorum; çünkü o sıralarda Kars’tan ayrılmıştım); ayrıca, Kaça kaç adlı bir başka roman denemesi, yapıt adı olarak kayda geçirilmiş bilgilerdir. Kaça kaç adlı kitabın da yalnızca adını biliyorum. Şiirleri ve yayımlanmış kimi ürünleri dışında, kalanların hiçbirine ben ulaşamadım. Ondan bende kalan biri bloknot ikisi defter, kendi el yazması üç kaynağın içindeki şiirleri Kıyı dergisinde yayımlattım. Kıyı’nın bu şiirlerin yer aldığı sayılarının Baranseli ailesine ulaştığını, yayın yönetmenimiz ve rahmetli ağabeyimiz, sevgili Ahmet Selim Teymur’a Mahir’in eşi Nejlâ’nın yazdığı teşekkür mektubundan anımsayabiliyorum. Yıllar sonra da şiirlerin fotokopilerini alarak asıllarını –bunlar onlarda kalmalı, düşüncesiyle- ailesine postaladım. Mahir Baranseli, yazdığı yapıtların ancak birkaçını sağlığında yayımlayabilmiştir. Bunlar; Aşk ve Kurt adlı ilk şiir kitabı, Kağızmanlı Recep Hıfzı adlı halk edebiyatı incelemesi, 15


Doğunun Kurtarıcısı Kâzım Karabekir adlı tarihsel metin, Günlere Şiirler adlı antoloji çalışması olmak üzere dört kitaptır. Aşk ve Kurt; şairin çocukluk, öksüzlük, yoksunluk, aile sevgisi, baba özlemi, Tanrı gazabı… türünden duygularla oluşturulmuş ilk şiirlerini toplayan bir kitaptır. Yapıt 1964’te Kars’ta kendisi tarafından yayımlanmıştır. Kağızmanlı Hıfzı; ünlü halk şairi Hıfzı’nın yaşamı ve yapıtları üstüne yazılmış ilk ve aranılan kaynak yapıtlardandır. Bu yapıtını da Kars’ta kendisi bastırmıştır. Doğunun Kurtarıcısı Kâzım Karabekir; Karabekir Paşa’nın yaşamı, kişiliği üstüne Baranseli’nin verdiği bilgileri, paşaya ait iki şiiri, paşa için yazılmış bir şiiri ve paşayla ilgili konuşmaları kapsayan bir kitaptır. Günlere Şiirler; Baranseli’nin meslek yaşantısı boyunca, belirli anma günleri ve haftaları için pek çok şair tarafından yazılmış binlerce şiirden, ayıklayarak oluşturduğu bir antolojidir. Bu antoloji, hem öğretmenlerin hem öğrencilerin yararlanabilecekleri seçkin bir kaynaktır. Kitap 1970’te Ankara’da basılmıştır. MEB Tebliğler Dergisi, bu kitabın orta dereceli okullarda kaynak olarak kullanılmasını, önermiştir. Anılan bu çalışmalar yanında, onun, gün ışığına çıkarılması ve üzerinde durulması gereken çok sayıda şiiri de vardır.

16


ŞİİRLERİ Baranseli bizlere, gençlik yıllarında yayımlanmış Aşk ve Kurt adlı ilk yapıtındaki ürünler dışında, oylumlu bir kitap oluşturabilecek başka şiirler de bıraktı. Bunlar, özgür koşuk biçiminde kaleme alınmış şiirler ve rubaî geleneğinin devamı sayılabilecek ama ölçü (vezin) kalıplarına bağlanılmadan oluşturulmuş dörtlüklerdir. Bu şiirlerin büyük bir bölümü, dostumuz Sadık Müftahi’nin özverisi ve kızı Ebru Selcan Baranseli’nin ince beğenili tasarımıyla, Şiirler başlığı altında, 2018’de bir kitapta toplanmıştır. Mahir Baranseli, yaşamın sıradan, günlük ilişkilerinde bile, şiirle yaşayan bir insandı. Hatta karşılaştığı yaşantısal durumlara-kendi yazdıkları bir yana- belleğindeki şiirlerle de karşılıklar bulurdu. Şiirle yaşaması, aynı zamanda, kendisinin de şiir yaratma serüveni içinde olması demekti. Ama Mahir; bilge dost, Arap ve Fars dilleri uzmanı rahmetli Dr. Faris İbrahim Hariri’nin kimi duyarlı insanlar için söylediği; “şiir yazmamış olsa dahi şair” denebilecek çok duyarlı bir insandı. Her sanat yapıtında olduğu gibi şiirde de, anlatılan, onun özündeki patetik (duyarlı ve dokunaklı) maya ile içeriğe dönüşür. Yani genel olarak sanat yapıtlarında olduğu gibi şiirde de üzerinde durulan sorun, sezdirilmeye çalışılan duygusal yaşantı ya da şairi vazgeçilmez biçimde içten zorlayan devindirici herhangi bir güce, “konu” ya da “tema” … diye adlandırılan öğelere, şiirin içeriği denemez. Bir sanat yapıtında -doğal olarak şiirde de- içerik; konu ya da tema (durum, olay, duygu, düşünce…) türünden hammaddelerin şiirin - ve bütün sanatsal yaratı ürünlerinin- biçimsel öğelerinde

17


özel bir anlamsal evren olarak kendini gösteren yeni ve patetik niteliğidir. Mahir Baranseli’nin şiirlerinde, şairin kendine özgü duyarlı yaşantısından kaynaklanan güçlü bir patetizm vardır. Bunu anlamak için, onun herhangi bir şiirine göz atmak yeterlidir. Örneğin “Sazsız” mahlâsı (takma adı)yla yazdığı ve yakın dostumuz Sadık Müftahi’ye ironik bir dille adadığı aşağıdaki dörtlükte bu dokunaklı hava görülebilir: -Vefasız dost Sadık’aGözden ırağın dost gönülden ıraklığıdır âhımız Bilirdin Tanrı değil bizim dostluktur penahımız Sen ki şu ifrit dünyayı tanıdın söyle ey dost Yoksa dünyada bulunmak ve dostluk mudur günahımız1 Bu dörtlükte onun rubaî geleneğine -ölçü hariç- bağlı bir tutum içinde olduğu görülmektedir ve şair bunu bilinçli olarak yeğlemiştir. Çünkü Baranseli, geleneği - hem divan hem halk şiiri geleneklerini- kimi zaman belirgin karakterleriyle kullanarak, kimi zaman da alıntılayarak şiirinde işlevli duruma getirmeyi severdi. Bu bağlamda, şiirlerinden kimilerinin başına mânilerden epigraflar yerleştirdiği görülür. Örneğin “Sonsuz Bir Ağıda Ek” adlı şiirinin başına yerel söylenişiyle Kars yöresinden Derde kerem Garg olup derde Kerem Goşmuşam gam kotanı Derd üste dert ekerem2 mânisini alıntılamıştır. Bu türden alıntılamaları bile o, farklı biçimde yapabilirdi. Sözgelimi “Ilık Deniz” adlı şiirinde, onun bir Trabzon yöresi mânisini böldüğü ve yarısını metnin içine,

18


yarısını sonuna koyduğu görülüyor. Şairin amacı, bu uygulama biçimini, şiirin içeriğini dile getiren diğer anlatım öğeleriyle bütünleştirmektir: En güzel gözlerimizi Bırakıp geldik o sahilde Kayalardan gecelerin böğrüne Çıngıldayıp uçtu bir çığlık Ve herkes uyandı Ve çıkıp geldik “Çamdan geçtim pelite Kız perilerin yite” Ay deniz ve toprak Tuttular hasreti koşarak Bir Havva tasviri içinde Gidiyordun, gözlerin ellerimdeydi Hep o şarkıyı söylermiş O şehir kudurarak “Gerekli olduğu için sevdiler Çektim bir ah gibi bakiremi” Ay deniz ve toprak Örer bir hasreti ağlayarak “Annen seni vermiyor Benim gibi yiğite” 3 Burada şairin, dizeleri tırnak içinde verilen, çok sevdiği bir kentin yöresinden seçtiği mâniyi bölerek şiire yerleştirmesi, ayrılık ve kavuşamama duygularını bütünleyip pekiştiren bir biçimsel deneme uygulamasıdır. Aynı zamanda bir halk edebiyatı araştırmacısı olan şair, halk kültürünü büyük bir kaynak olarak görüyor ve sanatında da bundan yararlanmak gerektiğini düşünüyordu. 19


Bu yararlanma düşüncesi, uyak düzeni, ölçü gibi alışılmış kalıplara ve ritmik düzenlere dönme eğilimi ile değil; duygu/duyarlık yaşantıları, evrensel bakış açıları, şiirsel yapılandırmanın çeşitlendirilmesi ve Türkçenin kullanım olanaklarıyla ilgiliydi. Şairin bu tür uygulamaları, geleneğe körü körüne bağlı olmadığını, onu çağdaş şiirin bir öğesi durumuna getirerek kullandığını da ortaya koyuyordu. Bu anlayışa bağlı olarak Baranseli, şiirin lirik niteliklerle varlık bulmasını önemsiyordu. Çünkü lirizm, şiirde şiirselliği sağlayan, dokunaklılığı güçlendiren başlıca niteliklerden biri; ayrıca da içtenliğin ve içten gelen coşkunun bir sonucuydu. Mahir Baranseli’nin başka şiirlerini okuyanlar, bu şiirlerde de burada sözü edilen nitelikleri görebilirler. Ne var ki şairin dörtlüklerinden uzun ve soluklu şiirlerine kadar yazdığı kimi ürünlerde, birtakım didaktik öğelere yer verdiği de görülür. Bunlar da çoğu kez, alımlayıcının duygu ve düşünce dünyasını sarsıcı ayrıntılar ve bu bağlamda şiirselliğe katkı sağlayan öğelerdir. Örneğin “Sonsuz Bir Ağıda Ek” adlı şiirinin sonunda böyle bir didaktik ayrıntı gözleniyor: Gurbet türküleri aslında Dünyanın bir bölümüne sahip çıkanındır Çizgiler benim Eğil Avuçlarıma bak4 parçasında ilk iki dize, bir bakıma öğretici karakter taşır. Şair kendi bakış açısıyla, gurbet türkülerinin kimlere ait olduğunu anlatan bir bildirimde bulunuyor. Ayrıca, seslendiği kimseden ise, avuçlarındaki çizgileri bir falcı gibi okumasını istemekte, belki de seslendiğinin orada bir aşkı okuyacağını sezdirme dileğindedir. Bu anlamsal bütünlük içinde, ilk iki dizedeki bildirim, hem özel bir bakış açısı taşıdığından hem sonraki üç 20


dizenin anlamsal hazırlığını oluşturduğundan, bu öğretici niteliğiyle dahi bir imge değeri de kazanmaktadır. Şairin uzun, soluklu şiirlerinde bile, içeriği sıkı dokumalar altından sezdiren bir tutumu var. Bu bakış, onun şiire derinden duyduğu sevgiyi hatta saygıyı da ortaya koyar. Yazık ki bu sevgi ve saygıyla yazmaya başladığı şiirlerinin yolu, çok erken kesildi.

21


ŞİİRLERİNDE İMGE Yalın anlatımla oluşturulmuş bu şiirlerde imgeler; özel bakış açılarında, çeşitli duygusal yaşantı durumlarının dile getirilişinde, süsten arındırılmış görüntülemelerde, karşıtlayıcı ve tersinlemeli dilsel kullanımlarda… şiirin içeriksel evreninin sezdirilip yaşatılmasına yarayan, zorlamasız öğeler olarak ortaya çıkar. Bir şiirde imgeler; şiirsel içeriğin dokusunu oluşturan görüntülemelerde; bunlar içinde yer alan benzetmeler, alegoriler, simgesel öğeler, özgün bakış açısı olan düşünsel ayrıntılarda kendilerini gösterir. Şiirde, düzyazıdaki gibi bir üslup aramak doğru değildir. Bu bağlamda, üsluptaki akıcılığa dayanmak, alışılmış söz sanatlarına başvurmak, klâsik biçim kalıplarını kullanmak, kısacası düzyazıyla ilgili pek çok niteliksel öğe, şiir için genelde geçersizdir. Çünkü şiirde sözcükler, Jean Paul Sartre’ın bu konuda söylediklerinden5 de yararlanılarak denebilir ki, içeriği gösteren (duyumsatan, sezdiren) yoğun bir derişmeyle hatta kendileri olmaktan bile çıkarak bir arada bulunurlar. Yani bir şiirin yaratılış serüveninde sözcükler, itişe kakışa kendilerine yer bulur. Bu sırada kimileri ayıklanır, kimileri de şiirin ayrılmaz bir öğesi olur. Şiirin dili de imgesel niteliklerin bu derişim çabasından doğar. Yani imge betimleyici bir süs değil, anlamı sezdiren ya da duyumsatan etkileyici, çarpıcı bir dilsel yaratıcılıktır. Niteleyen (renk, biçim…) sözcükleriyle de, düşünsel ama şairine özgü bakış açılarıyla da oluşabilir. Şiirle düzyazı ya da didaktik, basit bir koşuk arasındaki en temel ayrılık da bu noktadan başlar. Düzyazı ve didaktik koşuk dendiğinde ilk akla gelen ayrım, şiirde 22


sözcüklerin “derişik”, ötekilerde “seyreltik” bir biçimde kullanılmasıdır. Bir şiirin değeri; kullandığı sözcüklerin sessel ve içeriksel uyumluluğu kadar, bir düzyazıda ya da basit koşuklarda kullanılabilecek kimi sözcüklerin içeriksel iletiyi bozmadan kullanımdan çıkarılması ve imgeleri içeriği imleten (belirten ya da sezdiren) yoğun anlatımlı çarpıcılığıyla ölçülür. Yani şiir kullandığı sözcükler kadar kullanmadığı sözcüklerle de ortaya çıkar. Baranseli de bunun bilincindedir kuşkusuz. O; divan ve halk şiirini, günümüz Türk şiirini, hatta çeviri şiirleri bile, dikkatle okuyan bir araştırmacıydı. Bu bağlamda yazdığı şiirlerin kimilerini bekletir ve üstlerinde çalışırdı. Ama her şair gibi bir çırpıda yazıp ortaya çıkardığı güzel şiirleri de vardır. Baranseli, şiirlerinde imgeyi, yalın anlatımlı görüntülemelerde, kendine özgü bakış açılarında, kimi kez de alışılmış söz sanatlarında, ortaya koyardı. İmge onun şiirinde, bir süs olarak değil, içeriği duyumsatan çarpıcı bir öğedir. Örneğin, aşağıdaki dörtlük, yalın anlatımlı bir görüntüleme imgesidir: Kız gözlerini ve saçlarını Yavaş yavaş ve sırayla aynaya yerleştirdi Ellerini döşünden beline gezdirdi istekle Dudaklarını yaladı, öpülmeye hazırdı.6 Şu iki oluşmaktadır:

dizede

ise

imge,

şairin

bakış

açısıyla

Gurbet türküleri aslında Dünyanın bir bölümüne sahip çıkanındır7 Aşağıdaki dizelerde “zebaniler” sözcüğüyle ortaya konan eğretilemeyi, süsleme etkisi bırakmayacak biçimde kullandığı görülüyor: 23


Bir gün zebaniler oturmuştu hatırlıyor musun Korkmuştum, kaçamazdım, ne yapmalıydım8 Kimi zaman da günlük bir yaşam içinde, yıllar sonra ise, o şarabı ve içildiği yeri bilenlerde “anıştırma” olarak alımlanacak ayrıntılara yer verir: Açılsın kanlı güller gibi şaraplar elde Gönülde günahıyla otursun sâkî Sazsız bir adın geçse Yeşil’de Ölsem de Akşam’ın kalacak bâkî 9 Bu dörtlükteki “Yeşil”, Trabzon Meydan Parkı karşısındaki kafa çekerek söyleştiğimiz “Yeşilyurt” restoranıdır. “Akşam” ise, o yıllarda Trabzon’da çok satılan ve tadına tutkun olduğumuz bir şarabın adı. Yeşilyurt’ta içmek, “Akşam” adlı şarabı orada ya da bir başka yerde yudumlamak, önemli alışkanlıklarımızdan biriydi. Artık üçü de aramızda olmayan Mahir Baranseli, Ali Yahyaoğlu, Yaşar Gürsoy; anılarda bana, bu şarabı da anımsatıyorlar. Her biri bir başka uzaklıkta yaşayan pek çok sevgili arkadaşım, bu dörtlüğü okurlarsa, kim bilir neler neler anımsayacaklardır! Dörtlükte “kanlı gül” sözündeki eğretileme, “şarabın kanlı güller gibi açılması“ sözünde benzetme, “sâkînin gönülde günahıyla oturması “ sözünde tersinleme, “Yeşil” ve “Akşam” sözcüklerinde yer alan anıştırma ve aktarım sanatlarında, anlatımı süsleme amacı olduğu söylenemez. Şöyle de denebilir: O, bunları şiirde yapay bir süsleme yaratmak için kullanmaz. Aksine bunlar, burada kullanılışları bağlamında, doğal bir dille ortaya konmuş anlatım öğeleridir. Kısacası, Mahir Baranseli, imgeyi süste değil, yalın anlatımlarla dile yüklediği yoğunluklarda ortaya koyan bir 24


sanatçıdır. Biçimsel yönden bakıldığında, onun, rubaî geleneğine çağdaş bir içerik yükleme eğilimiyle yaklaştığı da söylenebilir. Hatta bu alanda yaptıklarına, gerek ölçü gerekse içerik yönünden, rubaî yerine dörtlük demek daha uygundur. Zaten o, genelde, geleneksel biçimlerle fazlasıyla ilgilenir. Bu, onun hem araştırmacılığına hem de geleneksel biçimlere çağdaş bir içerik kazandırma çabasına bağlıdır. Yani, Baranseli, içeriğin ortaya konmasında işlevi olan eski biçimsel denemelere de açık bir şairdir. Ama şiirin içeriksel doğasına uygun görünmeyen zorlamalara başvurmaz.

25


ŞİİRLERİNDE BİÇİMSEL ÖZELLİKLER Baranseli’nin yaşamının ve yaratma serüveninin çok erken sonlanması, şairliğinin geleceğini de etkiledi kuşkusuz. Onun dörtlüklerinden uzun soluklu olanlarına kadar, çeşitli şiirlerinin gözlenmesinden, çok değişik biçim denemelerine girebileceği anlaşılmaktadır. Hatta “deneyci şair” görüntüsü verebilecek ölçüde yaratılarını çeşitlendirebilme olasılığının çok yüksek olduğu da öne sürülebilir. Ama artık bu konuda söylenecekler, ancak tahminî düzlemde bir anlam taşır. Şu da var ki onun özünde, böyle bir gizilgüç (potansiyel) taşıdığı gerçeği de bize bıraktığı çeşitli şiirlerinden ve tanıklıklarımızda anımsanagelen ama tümü elimizde bulunmayan kimi çalışmalarından anlaşılmaktadır. Örneğin yayımlanmış olan “Yeşil Gözlü Şehrin İlk Gecesi”10 “ Hikâye”11 “Göz ll”12, “Yedinci Durağın Kadını”13, “Vatandaş Mahmut”14 gibi şiirler, şairin çeşitli denemelere eğilimli olduğunu ortaya koyan örneklerdendir. Klâsik uyak örgüsüyle yazdığı dörtlükleri de dahil, onun şiirlerinde , birçok zaman bir iç-ses bulunduğu görülüyor. Öreğin o; “Yeşil Gözlü Şehrin İlk Gecesi”nden alınan: Şu köşedeki tek katlı evde Bir kadın çatır çatır çatlıyordu15 dizelerinde, anlatımda sözün gelişi ve içerik ile bağıntılı olarak, /e/ ve /a/ ünlüleriyle asonansa, /ç/ ünsüzüyle aliterasyona başvurmuştur. Yani, özgür koşuk biçiminde yazdığı şiirlerde, iç-ses uyumlarından da yararlandığı olur.

26


Anılan bu sessel düzen bağlamında döner uyak (redif)lar da kullanabilir: Almadık felekten murat, sevdik ya yeter Cici Can Bülbülün şarkısı gamdır, olursa öter Cici Can Zaten beter dünyamızda bin beter olduk Gün gelir Sazsız ölür acısı biter Cici Can 16 dörtlüğünde (üçüncü dize sonundaki “beter” sözcüğünden sonra gelen sesler hariç) diğer dizelerin sonundaki (yet-er, öter, bit-er) örneklerindeki /e/ve /r/ sesleri, aynı görevli eki oluşturduklarından, aynı anlamla yinelenen “cici can” sözüyle redife katılır. Bunlardan önceki /t/ ünsüzü ise dörtlüğün uyaklarını oluşturur. Baranseli, klâsik koşuk biçimlerini (nazım şekillerini) şiir başlığı yaparken bile, bu koşuk biçimlerine ait ana kuralları önemsemeden ama içeriksel öğeleri o koşuk biçimine uygun şiirler de yazabilirdi. Şairin kitaptaki “Gazel”17 adlı çarpıcı şiiri, buna örnek gösterilebilir. Kısacası Mahir Baranseli, alıntılamalardan biçim ve seslere kadar, kullandığı her öğeyi, şiirin içeriğiyle geçişimli (yani içeriğin biçim, biçimin içerik olarak görünebileceği) öğeler olarak ortaya koyma çabasında bir şairdir. Ama klâsik biçimleri kullanmış bütün şairlerde, bunun daha çok ses ve ritim öğeleriyle sağlanmaya çalışıldığı, burada hatırlanmalıdır. Baranseli’nin klâsik formdaki şiirleri okunurken bu gerçekliğin bilinmesi, örneğin yukarıdaki dörtlüğün de buna göre inşat edilmesi (uzokumayla, yani estetik bir sesletmeyle okunması) gerekir. Baranseli’nin ürünleri, dostumuz sevgili Sadık Müftahi’nin özverili çabaları, kızımız sevgili Ebru Selcan Baranseli’nin ince beğenili, çarpıcı tasarımı ile Şiirler18 adlı bir kitapta toplanıp yayımlanmıştır. Yapıtın baş sayfalarında, çocukları Ebru Selcan ve Kafkas Baranseli’nin; dostları Sadık 27


Müftahi, İsmail Talınlı ve Raif Özben’in şairle ilgili yazılarına da yer verilmiştir.

28


Z. MAHİR BARANSELİ’YLE İLGİLİ TANIKLIKLARIM

29


30


MERHABA MAHİR BİN YILLIK MİHAİL MERHABA Bana sessizliği bağışlayan ölümsüz bir dosta Sysiphe’i (Sysiphos’u) hatırla. Tanrıların gizini açığa vurdu diye cezalandırıldı hani. Büyük bir kayayı hep bir dağın tepesine çıkarır, taş yeniden aşağı yuvarlanır ve Sysiphos taşı yukarı çıkarıp orada durdurdukça mutlu olacağına inanır. Ve sürüp gider bu çaba. Tanrılar onu sonsuza dek bu cezaya çarptırmıştır çünkü. Seninle çok konuştuğumuz Camus; bu “uyumsuz oyun” içindeki insanı, anlamsız, saçma bir dünya içinde gene de intihara “Hayır!” çeken insanı anlatırken, hepimizi ne güzel veriyormuş değil mi? Biz de çoğu zaman böyle avunmadık mı? Sysiphos taştan da onu cezalandıranlardan da daha anlamlıdır demedik mi? Çoğu zaman sınırlarına dayanamadığımız, onları yıkmak istediğimiz bir dünya içinde olduğumuzu duyumsadığımızdan, hatırlar mısın, bütün ayrılıklarımızı bir yana itip bir araya gelirdik. Bu dünyada, nerede bir insan ve onuna ilgili bir şey görsek, ona koşardık. Ve çoğu zaman kimseyle el ele verememek, ne kadar acı oluyordu. O duygusal anları, şiirleri, şarkıları ve hiçbir zaman uyuşukluk düzlemine inmeyen o kendinden geçmeleri bizlere bırakıp gittin. Biliyorum, gene beni anlamayacaklar. Sen de her fırsatta bunu söylerdin insanlara. Şimdi senin yerine ben söylüyorum. İçinde acı çektiğimiz bu günlerde, dostluğunun bana (benim duyumsadıklarımı duyumsayan herkese) bağışladığı bir güçle yine o Malraux duyarlığı yakaladı beni. 31


Ne diyordu onun ölmek üzere olan başkişisi Perken! İşte, ben de ona benzer biçimde ama sessizlik içinde ölüme kafa tutuyorum galiba. “Ölüm yok” diyorum, bizi bırakmış olan Mahir var ancak.” Seni kaybettiğimiz haberi, Kemal’le - hani bizim Kemal Güngören’le- bir akşam yemeğine oturmamızı bile zehir etti bize. Üzüntümüzün fotoğrafını bir şipşakçı önümüze bıraktı. Bu, pisliğini zaman zaman ve türlü biçimlerde yüreğimize dayatan bir dünyaydı. Bütün boğuntuları o eşsiz gülüşünle karşılayabilirdin sen. Ama şimdi biz, aynı şeyi biraz zor yapacağız. Yapacağız Mahir. Sen karlı dağlar fasıllarındaki duyarlığı iyi bildiğin için, en yakın yoldan halkınla ilişkilere yöneldin. Bunu ne çok tartışırdık seninle ve ne iyi anlardık birbirimizi. Ve ne çok mutlu olmaya çalışırdık. Ama kaya hep dibe yuvarlanırdı. Gene de dünyaya, hayata, başkaları için yaşamak zorunluluğunu duydukça anlamı daha bir insancıllaşan dünyaya “saçma” diyemiyorum. Baksana, o kadar tez geri geldin ki… Bir türkü, bir şiir, bir söz, bir tartışma, bir kavga, bir dost… derken hep seninle karşılaşıyorum. Oysa Kars’ta seni bulamayacağım diye korkunç şeyler yaşadım yollarda. Herkes hizmetlerini söyleyip yazıyor. Gene tersliğim tuttu Mahirciğim. Onlar bunları yazıp söylemek zorundadırlar. Onların yaptığını yapmayacağım. Ben dostluğunu söyleyeceğim senin, diyorum. Çünkü sen becerilerini, yeteneklerini, olanaklarını ve olanaksızlıklarını “insan”la birleştirmesini bilen, az rastlanır biriydin. Ben bunu yapabilenlerle çok az karşılaştım. Dostluğumuzun temeli de senin bu insanca niteliklerin değil miydi? Galiba yazacak durumda değilim. Zaten sen benim yazmadıklarımı en iyi anlayanlardan belki de ilkisin Mahir. 32


Dünyayı, politikayı, ölümü durduran bin yıllık dost , merhaba! Biz dünyanın kalleş gizini açığa vurdukça, İstrati’nin Mihail’i kalacak ve acı çekip duracağız değil mi? 19

33


BİRKAÇ GECE SÖZÜ Her şey bıraktığı gibi kalmayacak kuşkusuz. “Öldüğümüze göre hayata inanmak mı gerekir, inanmamak mı?” diye sorsaydınız, gözlerini umuda dönüştüren bir ışıkla ve o davudî, devinen sesiyle “İnanmak!” der keser atardı. Öyleydi işte. Anlayın diye size çok şey bırakırdı. Sevdiklerimizle konuşurken, bazen sözü keseriz. Karşımızdakinin tamamlamasına bırakırız. Yaşamında böylesi bir tavır geliştirmeyen insan, yalnız bile kalamaz. Yüreksizdir, yiğitlikten bir iz aramayın böyle birinde. Kimseyi sevemez o insan, kimseyle bir savaşa katılamaz yürekten. Bütün hokkabazlıkları biçimsel olan, başkalarına bir şeyler veremeyen bu insanın bayağı varlık koşulu, çıkarcılığıyla belirlenir. Ama Mahir keser atardı. Sözleriniz bitmeden, “anlıyorum” derdi. Bir şeyi hemen yakalamış gibi, “evet, anlıyorum” derdi. İnsan ona, bitmemiş şiirlerini, tamamlanmamış yazılarını, kendisini coşturan derin gizlerini kendisiymiş gibi, söyleyebilirdi. Tanıdığınız birini soyutlamalar içinde idealize etmek kolaydır. Oysa herkesin kendisine göre birini anlatmaya çalışması, anlatacağı insana haksızlık etmeğe başlaması gibi gelmiştir bana hep. Çünkü anlatacağınız insan, böyle bir durumda, “nerde benim etim kemiğim, dimağımla seçtiğim yaşama biçimi” diye karşınıza dikilebilir, sizi göklerde uçurduğunuz insana karşı bir kez daha hesaplaşmaya çağırabilir. Ve Mahir için eğer bir şeyler yazabiliyorsanız, içinizdeki diyalogların sizi sürekli olarak hırpaladığını kabul 34


etmek zorundasınız. En azından onunla neler yaşadığınızı isteyecektir sizden. Saptayıcı plânda da kalsanız, Mahir oralarda bile kendisini belli edecektir insanlara. Kimi zaman masalarda oturur, ceplerimizden defterler çıkarır, ayrı duyarlık dünyalarına doğru çeker giderdik. Ve oralardan geri dönmeden, birbirimize “beni dinlesene be” gibilerden çıkışmazdık. Sonra yazdıklarımızı kimi kez birbirimize okur, kimi kez de okumadan yırtar atardık. Mahir, silahsızlanmaya geçmiş durgun dünyalarda bile, benim paradoksallığım olacağını söyler, bu durumumdan yakınır, bana kızardı. Sonra da “gadaşım be, başka türlüsünün olması da imkânsız galiba” derdi. Çünkü aslında dünya durgun değildi. “Değer” sanılanlarda bile yanılmak söz konusuydu. Kötümserliği dünyamıza sokmaz, iyimserliğiyse, birçok zaman benimsemezdik. Yaşamak iyimserlikten çok önemli, çok büyüktü. Biz bu düşünceyi geliştirmeliydik. Belki birbirimize hiç sözünü etmediğimiz hâlde, öylesi oldu. Apayrı yerlerde aynı şeylerin yaşandığı çok görülmüştür. Ama her görüleni herkes yaşamıyordu. Bu sözlerin sonunu, soru biçimine sokardı Mahir: Acaba eksik olan tek şey bu muydu? Olduğu gibi kabullenmeyi kendisine yediremediği şu dünyada, hayat onun için biçimlendirilmesi güç bir şiir gibiydi. Bir açıkoturum dönüşü, Güngören Otelinin kafesinde oturmuştuk. Masanın üzerine içinde notlarım olan bir defteri bırakmıştım. “Ne var ne yok şunda. Bir bakalım” diyerek defterin sayfalarını çeviriyordu . Karıştırırken, bir ara: ”gadaşım yahu” demişti, ne güzel şiir bu böyle” Başka şeylere dalmıştım. “Ne” dedim, “hangi şiir?” Sonunu okudu şiirin: farz edin ki birimiz en az gece öldürebilir bu sizin yüreğinizse bizim ölmediğimiz

35


“Ha, Issız Tegazzül” dedim onun adı, daha tamamlanmadı, kusurları çok. “Gadaşım yahu” dedi yeniden ve çok duygulu bir sesle. Sonra sustu. Bira içti. Sigara çekti. Bir gazelleme gibi duruyorduk hayatın bir yerinde. Kavgaları, dostlukları bırakıp gidenlerden söz ettik. O işlenmemiş şiiri nerelere kadar yorumlamış olabileceğini şimdi daha iyi sezer gibiyim. Biz her zaman çoğalmaya sığmayan, kimi zaman aradan çekilen insanlardık demek ki. Aylardır, çok sevdiğimiz bir arkadaşın ölümü gelip yakalıyordu onu. Hiç kış günü çok sevdiğin bir insanın tabutunu Trabzon’dan taksiye koyup Kars’a getirmenin acısını ve olağandışılığını düşünebiliyor musun?” diye sorardı. Buraya eklenen “olağandışılık” Mahir’i bilmeyenlere uzak bir sözdür. İşte tam bu son cümledeki “olağandışılık” sözcüğü gibi bir şeyler bulur, acılardan sapmaya başlardık. Birçok zaman böyle olurdu bu. Kurtarıcılığına kaderlenip kalmadığı sanat, insanın bin bir durumuyla çoğaldığı bu yerlerde, onun için yine de vazgeçilmez bir güç oluyordu. Birkaç yıl önce, kırtasiyecilikten usandığını belli eden bir çalışma saati bitiminde, “Ah!..” dedi, “Şimdi fasıllar çalsa!…” Başını arkaya yasladı. Konuşmuyordu. “Mahir” dedim, “ akşama gidelim, bir arkadaşta epeyce fasıl plâk var.” Birden dirildi. Gözleri ağzı, yüzü, elleri… bütünüyle güldü. “Deme be!” dedi. “Evet” dedim. Nelerin olduğunu sordu. Rast, mâhur, nişâbürek kürdilihicazkâr, uşşak, hüseyni… deyip bir sürü fasıl saydım.

36


“Ulan kırk yılda bir işe yaradın” deyip takıldı bana. Toparlanmamı, gitmekte olduğumuzu, önce eve uğrayıp sonra beni bulacağını söyledi. Ve o gece uzun süre fasıl dinledik. Şaşılacak şey. Bir süredir bağlarımız zayıflamış, kopmuş gibiydi. Çünkü çok çalışıyordu, ilçeden ilçeye koşuşturup duruyordu. Böyle sandığımız halde, dünyalara değişilmez bir içtenlikle karşı karşıya oturuyorduk. İnsanı özünden uzaklaştıran kimi zorunlu ilişkiler için lânetli, küfürlü sözler kullandık bir ara. “Önemli değil” dedim. “Bizim için olmuyormuş demek ki.” dedi. Toplumun çoğu kez bir bağışı gibi gözüken bu ilişkilerin kırılıp geçileceğini, bıraktığımız yerden daha iyi başlama olasılığını konuşmaya başladık. Yüz yüze bakıp gülerken gelişiyorduk belki de. Sonra Attilâ İlhan’ın yeni yayımlanmış, Yasak Sevişmek adlı kitabına geçtik. Gelenekten yararlanma konusunda sanatçılarımızın tutumundan söz ettik. Coşkuyla yayımına başlayıp yürütemediğimiz Göze adlı dergiyi konuştuk. Belki yanlışlarımız varsa onları düzeltebilecek, eksiklerimizi tamamlayabilecek başka çok şey öğrenebilecek, çok şey söyleyebilecek kadar zaman geçmişti aradan. Sanatın Türkçesi adına neler neler söylemeye hazırlamıştık kendimizi. Bu arada küçük Ebru Selcan, yanımıza bir gelip bir gidiyor, onunla ilgilenmemizi istiyordu. İstediği de oluyordu zorunlu olarak. Bu gidip gelmelere karşın, diyaloglarımız da sürüp gidiyordu. Bir süre sonra Ebru da artık gelmez oldu. Büyük bir olasılıkla bizi rahatsız edebilir düşüncesiyle bir direktif almıştı annelerden. Çünkü anne de babaanne de çocukcağızı geleneksel aile görgüsüne bağlı olarak eğitme eğilimindeydiler. Bizim söyleşimizse, Kars –Trabzon uzaklığının etkisiyle süregidiyordu.

37


Derken bir hicaz şarkı okudu. Ülfet etsem yâr ile ağyâre ne diye başlarken, gerilere, bir yerlere doğru gidiyorduk. Kendimizi sürekli yargılamak zorunda kaldığımız bir dünya karmaşasında, kurduğumuz insanca ilişki, suçları dahi ortadan kaldıracak kadar güzelleşebiliyorsa, o zaman gerçek insanlığını, sağda solda gezdirdiği vücudunda, nevrotik bir bozukluk gibi taşıyan insanları anlamaya fırsatınız olmuş demektir. Nerede yaşadığınızı bilmeye başlar, mutlu olursunuz. Başkalarıyla bir şeyler paylaştığınızı anlar, mutlu olursunuz. “Hayret“ diyor plâkların sahibi arkadaş (Kadir Süzer Gölcü) için, “ben bu arkadaşı yalnızca futbolcu sanırdım. Keşke daha önce selâmdan öte tanışabilseydik.” Ve kapıda, gece içinde vedalaşır gibi ayrılıyoruz. Sonra ben düşünüyorum: Sesini duyuyorum: ”Mânilerin temlerine bağlı şiir çalışmalarım var” diyor, “okuyayım mı sana?” “Oku” diyorum. Örnekler okuyor. Konuşuyoruz. Mahir, toplumu nasıl bir dille yaşıyorsa, o dile bağlı; toplumu hangi duyarlığa ulaşmışsa o duyarlığa vurgun yaşadığını belli ederdi. “Ben” derdi, “ halkımın duyarlığı içinde bir insan getirmek isterim. Onun için, folklorsuz edemiyorum. Halkla ilgili her şeyi çok seviyorum. Bütün çalışmalarımı halk edebiyatı alanında verebilirim.” Onun şiir çalışmaları, bu duyarlığın en önemli görünüşlerinden biri oluyordu hayatında. Halk edebiyatı konusunda düzensiz, sorumsuzca yapılmış çalışmaları bulup çıkarır: “Şuna bak” derdi “Ne sorumsuz insanlar.” “Adam “mâniler” deyip derliyor, ”destanlar” deyip bir kitap düzenliyor, ne yaptığını, niçin yaptığını bilmiyor. Oysa insan, yeni bir

38


şeyler getirmeden, bir şeyler bildiğini bile söylememeli. Değil mi ama gadaşım yahu! Hıfzı ile ilgili yeni çalışma ve düşüncelerinden gene bir kitap bastıracağını söylemişti daha geçenlerde. “Sahiden” diyerek atıldım, bunu senden daha iyi başaracak birini bilmiyorum Türkiye’de. Yüzüme baktı. “Olacak gadaşım.” dedi. İçimden Kağızmanlı Recep Hıfzı’nın yeni baskısını vitrinlerde düzenlemeye başladım. “Yaşamak!” diyordu ya; yazarak, yaratarak yaşamak … dendiğinde Mahir’e güvenim hiç bırakmadı beni. Neye yöneldiğini bilmesi, bunda çok ölçülü ve çok dikkatli olması da etkiliyordu bu güveni. “Senin yaşadığın gibi yaşanmaz bu dünyada” derdi bana. İzlenimci yaşantıda ve yaratıda fazla takılıp kalmaya kesinlikle karşıydım ben. Buna rağmen nasıl böyle dağınık yaşıyordum, bunu sorardı. “Karışma bana” derdim. O zaman bana kızardı: “Saça başa, surata, biçime bak be, serserilikle insanlığı birbirine karıştırıyorsun.” diye çıkışır, az sonra da gülmeye başlardı. “Ah!” derdi, “başına bir çorap örebilsem (sözü evlenme işine getiriyor gibi olurdu), seni bir düzene sokabilsem!” O yıllarda evlilik benim için, gerçekten “başa örülmüş çorap”tı. Aile ziyaretlerindeki “sus pus olmuş”, iyice efendileşmiş oturup kalkmalarıma karşın, evlenmeyi aklımın ucundan bile geçirmiyordum. Kars’tan ayrılıktan bir süre sonra, içimden Kars’a gitmek geldi. Kış falan demeden oraya ulaştım. Arkadaşlarımla yiyip içtim, oturup kalktım. Bu dost söyleşileri beni çok mutlu kıldı. Ama meyhanelerde gözümden yaşlar döküldüğü de oldu.

39


Bir gün Manolya Pastanesine girerken, pastane sahibi Faho (Fahrettin Dağhan), ancak “iri” denebilecek bir sesle kapıda bana takıldı: “Raif, bu soğuk şehirde, bu kış günü işin ne? Yok yok, bu işte bir bit yeniği var.” diye söyleniyordu. Bereket, biraz sonra Sadık gelip beni bu “bit yeniği” imasından kurtardı. Mahir’le son günümüzde evlerinde uzun süre oturmuş, çok az şey konuşmuştuk. Ayrı kentlerdeydik. Gene yarıda bıraktıklarımızı söyleyip derin bir üzüntüyle başını öne eğiyordu. Bense sevdiklerimin yorgunluğuyla güç belâ ayaktaydım. Kafamda gene ölçüsüzlük vardı. Bir şeyler salık verdi bana. İnsan içindeki dünyayı ve yalnızlığını bir dostuna aktaramayacak kadar yorgun ve yabancı olmamalıydı. Bu kadarına akıl erdirebildiğim için kalktım. Oysa evden çıkarken bile yanımda olsun istiyordum; konuşmasak da olur, diye düşünüyordum. Mahir gece geldi. Lokantanın birinde buldu beni. Masada başka arkadaşlar da vardı. Hep gülmeye çalıştım. Başka neler yaptığımı anımsamıyorum. Üstelik yarınki Erzurum otobüsüyle buradan ayrılacaktım. Sabah onu kalkmakta olan otobüsün yanına koşarken gördüm. Yanına Kadir de eklenmişti. Kar üstlerine lapa lapa yağarken bana el salladılar. İki elimle karşılık verdim. Bu kadar diri bir sabah içinde, arkadaşlar olmasa, belki ölü gibi gidebilirdi insan. O, dışımdan pitoreks ve dostlukla dolu, içimden “ciğer delen” görünüm, hâlâ gözlerimde canlanıp durur. Mahir’le nasıl olsa karşılaşabilir, dostluğumuzu yaşayabilirdik. Ama ben, kendim ne olacaktım. Trabzon’a Kanunî Ortaokulu’na atandım. Çok kısa bir süre sonra, Affan Kitapçıoğlu Lisesine geçtim. Günün birinde, Kars Alpaslan Lisesi’nde de müdürlük yapmış olan okul müdürü rahmetli Kemal Urhan, beni çağırdı. “Git bak” dedi, “bahçede kim var?” 40


Hemen koştum. Resmî araba içinde Mahir. Sevinçten havalara uçtum. Arabadan indi. Birbirimize sarıldık. Hiç vakti olmadığını, Ordu-Samsun dolaylarında seminerlere katılacağını, sonra da Kars’a, Trabzon’a uğrayamadan döneceğini söyledi. Yaptığı kaçamak, grubun zamanından çalınmış bir ziyaret gibi görünüyordu. Arabada başkaları bekliyordu. Ayaküstü biraz konuştuktan sonra ayrıldı. O kış, Trabzonlu birtakım insanlar, daha doğrusu arkadaş yerine koyduklarımdan kimileri, beş para etmez bazı konularda beni, hayal kırıklığına uğrattı. İnsanlardan buz gibi soğumuştum. Yüreğimden ve gözlerimin önünden Karslılar ve Kars’taki dostlarım gelip geçiyordu: Mahir Baranseli, Sadık Müftahi, Kadir Süzer Gölcü, Yalçın Çapan, Ali Çakar, Mevlut Behiç (Cello Mevlut), Tuncay Işık (Pekos), Yücel Şimşekoğlu (Cello Mevlut’un yeğeni), İsmail Talınlı, Abdurrahman Bayraktar (Abdo), Abdurrahman Coşkun (Aboş), plâkçı Attilâ Mete, İsmail Bayraktar, Aziz Kaygusuz, Fahrettin Dağhan (Manolya pastanesi sahibi Faho) Cengiz Katoğlu, ve diğer dostlar, arkadaşlar; Ensar Akdemir, Cemal Akdemir, Temel Burhanoğlu gibi abi olarak andığım hemşehriler … Derken Trabzon-İstanbul… Çılgınlıkları bile benimseyemeyecek bir durumdayken, Fatih’te oturan teyzemlerden çıkıp Vatan Caddesi’ne geçtim. İçimde tuhaf duygular vardı. Sanki teyzem yanımdaymış gibi onunla konuşuyordum: “Teyze, buradan ayrılmam gerekiyor. Çünkü bir dostum intihar etti.” Sonra da; ”Ne saçmalıklar geçiyor içimden!” diyerek, tuhaf bir duyguyla sinirlendim. Biraz yürüdükten sonra, kendime geldim. Bayezıt’ta, üniversite girişi karşısında, Karslı Nizam’ın işlettiği bir kulüp vardı. Oraya girdim. Kemal Güngören dostumuz da oradaydı. Mahir’i ve yanındaki Yakup’u kazada yitirdiğimiz haberini bana alıştıra alıştıra söylediler. Kafam durmuş, elim ayağım kopmuş gibi oldum. Ölüm… 41


Mahir’in ölüm haberi… Bütün duyularımı yitirmek üzere olduğumu anlayacak dostlar arıyorum. Birkaç gün ne Mahir var ne ben varım. Görüyorum/ Görmüyorum. Gülüyorum/ Gülmüyorum. Ağlıyorum/ Ağlamıyorum… Hadi şimdi yollar boyu kendine soru sor. “Nasıl olur” diye bağır. Tıkan, bağır, durul. Sevgiyle Mahir’e sor: “Mahir, nasıl olur. Hadi yürü, hadi git. Mahir’i ara. “Kendine gel” diyor bir ses. “Sersem herif, bunları herkes yaşar!” Sanrı ha? Bu sokaklarda, bu masalarda, bu evde; burada, burada yarıda kalmış her şeyin içinde sanrı. Sanrı ha. Ulan sanrı be!... İşte, Mahir’i arıyorum. Yaşı yetmişleri geçmiş görünen biriyle oturuyor. Ona “Emi kaç yıldır içersin?“ diye soruyor. “Min yıldır.” diyor karşısındaki akşamcı Süleyman Emmi (Gödekli). Harika bir insan, eşi bulunmaz bir rint. Çok önemli bir serveti rintlik yolunda harcamış olağandışı bir insan. Rast, mahur, bayati, nişaburek, uşşak, hüseynî… şarkılara bayılırdı. Şarkıların okunuşuna, bir el jestiyle bizi de katardı bazen. Divan şiirinden, özellikle de Fuzulî’den gazeller okurdu. “Adın batsın Fuzulî, adın batsın Fuzulî!..” diyerek sevgiyle ilenç yağdırırdı bu şaire. Bir gün İstiklâlimilli Caddesindeki bir ocakta çay içerken kalkıp yürüyoruz. Evlerine gidiyoruz. Orada Sezai Karakoç’un “Köpük” şiirini inceliyoruz. Geleceğin tehlikeli mitlerini kuran bir şairi niçin sevebildiğimizi düşünüyoruz. Sonunda, büyük sanatçı geleceği engelleyemez, diyoruz, bunu yaparken de ona katkıda bulunur. Şiirin bulunduğu kitabı kapatıyoruz. Daha bir gün dolmadan özlediğimiz bir arkadaşı görelim diyoruz. Gülerek çıkıyoruz evden… Hayır, bu kadar ayrıntıyla açılmamalı her şey. Hayır olmamalı. Belleğime küfredeceğim. Şarkıların sonu gelmiyor. Yollar boyu gidiyoruz. Kentlerde, otobüslerde geceler… Gülten

42


Akın’dan şiirler. Şiirler… Usdışı zorlanmaların yarattığı sayısız Mahir. Ne çok insan, ne çok Mahir… Kendisine kalamayacağı belliydi. Onunla olmak önemliydi. Bütün dostlar bunu bilmeli. Nasıl sırtınızı döneceksiniz dünyadaki ilişkilere. Suçlarınızı, gizlerinizi kendinizmiş gibi teslim edeceğiniz dostlarınızla nasıl yan yana kalacaksınız. Neyi seçeceksiniz. Seçin bakalım. Dünyada yalnızlığı yenme umuduna inana inana savaşırken, dostlarınızı yolcu etmesini de başaracaksınız. Öyle mi?20

43


44


“Babamla bugün karşılaşsaydınız neler konuşurdunuz?” Ebru Selcan Baranseli

45


46


MAHİR’LE BUGÜN KARŞILAŞMA OLANAĞI GERÇEKLEŞEBİLSE NELER KONUŞABİLİRDİK Karşılaşabilmemizin geçekleşemeyeceği bilindiği için, gerçekleşme açısından bu soruya yanıt bulmak olanaksız. Varsayalım ki böyle bir şey oldu. Başkaları adına konuşamam ama ben bunun sanrıl olanının bile, geçmiş dostlukları kaldığı yerden sürdürme sevinciyle dolacağını düşünürüm. Çünkü benim Mahir’le olan dostluğum, içim acıyarak hâlâ süregidiyor. Eminim ki tersi olsaydı, o da benzer şeyler söylerdi. Diyelim ki böyle bir karşılaşma bugün gerçekleşmiş oldu. Çıldıracak ölçüde bir sevinç duyardım anında. Her ne kadar Mahir’le buralarda, hatta her yerde, birçok zaman karşılaşıyorum desem de bunun ne anlama geldiği, sanıyorum herkesçe anlaşılıyor. Şimdi - özellikle tek başıma kaldığımdaonunla birlikte sevdiğimiz bir şarkıyı, bir şiiri dinlerken, mırıldanırken ya da okurken; yalnız ya da kalabalık bir yerde bir şeyler içerken, birileriyle söyleşir ve tartışırken, bir dostumla gelişigüzel konuşurken, kitaplarım arasında birlikte aldıklarımızdan birine bir nedenle göz atarken; üzerinde tartıştığımız kitap, film, resim ve diğer kültür-sanat yapıtlarına ve herhangi bir konuya nasıl baktığını iyi hatırladığım ya da hatırlayamadığım zaman, yazdıklarına başvururken, günün siyasal görünüşünü değerlendirirken; hatta evlerde, kahvelerde, meyhanelerde kimileriyle bazı konuları konuşurken… kendisini özlemle anımsadığım çok oluyor. Sizlerle telefon konuşması yaparken de öyle, herhangi bir konuda konuşurken de… Ama sanrısal olarak değil, doğrudan düşünsel ve yaşamsal olarak. Sanıyorum, dostluğun ölümsüzlüğünü yaratan da arkadaşlığımızın böylesi pek çok ayrıntıyı içimizde canlı 47


tutmasıdır. Onun için biriyle kimi şeyleri konuşurken Mahir’le de konuşur gibi olabilirim. 1964-1973 arası, sağ/sol ayrışmaları gittikçe keskinleşirken, bizler insana esnek (ikiyüzlü değil, neyse o olarak ve hoşgörüyle) bakmayı, insanlaşma olanaklarını unutmadan yaklaşmayı yeğledik. O dönemde, karşıt görüşteki kimi insanlar, birbirleri için kendilerini büyük tehlikelere atabilecek ölçüde dost olabilirlerdi. Çünkü bize göre görüş bir özellik, dostluksa insanlaşma göstergesiydi. Daha sonra, karşıt görüşlülerden pek çoğu, hatta kardeşler bile, birbirlerini öldürebilir duruma geldi. Belki her zaman böyleydi de biz farkında değildik. Buna Habil/Kabil mitosunun evrenselliği de denebilir bir bakıma. Ama biz böyle bir durumun dışında yaşıyorduk. Bizim gibiler, dostluksa dostluk, arkadaşlıksa arkadaşlık, selâmlaşmaysa selâmlaşma… ilişkilerini gereğine göre sürdürmeyi yeğledik. İlişkilerimizin sınırı ve sınırsızlığı, belki de ayrımında bile olmadığımız böylesi bir doğallığa bağlıydı. Düşüncelerimiz arasındaki bu yakınlıktan ötürü, birbirimize takılmayı çok severdik. Hatta bu, arkadaşlığımızı renklendiren özelliklerimizden biriydi. Duygularımızda bir ağırlık, bir acı varsa onu bile yeğniltirdi. Elbette bütün bunların çoğu, konuşmalarla gerçekleşirdi. Ama dostlukta, çok uzaklarda olmak dahi, bu gerçekliği zedeleyemezdi. Anlattıklarımdan, bugün karşılaşsak neler konuşacağımızın kimileri çıkarılabilir. Ama ben bunlara günümüzde ülkenin ve dünyanın siyasal sorunlarını; gelişen ya da değerini yitiren arkadaşlıkları, yitirdiklerimizi yaşatacak anıları ve geçip giden o insanlara dair çeşitli özellikleri… dile getiren konuşmaları da katmak isterim. O zamanlar ben bekârdım. Darmadağınık, isyankâr denebilecek bir gençtim. Ne zaman nerede olacağım, bugün ne iş yapacağım umurumda değildi. Sevgili arkadaşlarımdan 48


Yalçın Çapan bile bana “serseri mayın” sanını takmıştı. Mahir bana bu dağınıklıktan ötürü çok sitem ederdi. Ama iş mesleğime gelince, onun gereklerinden kaçmaz, iyi bir eğitimci olma çabasından geri durmazdım. Karşılaştığımızda bana bir hayli takılan Mahir’inse, benim için her yerde övgüyle söz ettiği gelirdi kulağıma. Zaten hepimiz yapardık bunu birbirimiz için. Ama duyduklarıma göre, Mahir’in benim olmadığım zamanlarda benden söz etmesi, çok olumlu ve çok dostçaydı. Gerçi, biri sözünü etmese de ben Mahir’in benim için böyle konuşacağını bilirdim. Ayrıca, arkasından kimsenin olumsuz sözler etmesine izin vermezdim. Çünkü, üstün başarısından ötürü aleyhinde atıp tutmaya yeltenenler de olurdu. Bazı özel ilişkilerden, ancak bir dosta anlatılması gerekenleri de birbirimize anlatabilirdik. Ceplerimizden kalem, kâğıt ya da bloknotlar genellikle eksik olmazdı. Bir yerde oturduğumuzda, duyarlı yaşantılarımızın, duygunluklarımızın yoğunlaştığı zamanlarda, birden söyleşiyi keser, konuşmayı bırakıp bir şeyler yazmaya koyulduğumuz çok olurdu. Sonra da onları birbirimize okuyarak üstlerinde konuşurduk. Bence bugün de bir arada olsaydık, benzer şeyleri mutlaka yaşar; bunlar üzerinde, vurgulanması gereken bir ciddiyetle ve çeşitli boyutlarıyla konuşurduk. Çünkü önemli özelliklerimizden biri de birbirimizin tanığı olarak yaşamak ve birbirimize elden geldiğince bir şeyler verebilmekti. Ayrıca o aziz dostum, sürekli bir özlemin yarattığı sızı ve üzüntülerle daima yüreğimde ve yanımda bir yerlerdedir. Ömrüm boyunca da böyle olacaktır. Onunla da dostluğumuz, “ölümüne” denebilecek bir dostluktu. Bugün karşılaşmış olacağımızı varsaysak, nerelerde kalmışsak oralardan sözü alıp götürürdük. Eski günlerde olduğu gibi birbirimizle selâmlaşır, uzun zamandır nerelerde 49


olduğumuzu sorar; neler okuduğumuzdan, neler izlediğimizden söz eder, bunlardan gerekli gördüklerimizi birbirimize salık verir, sürekli olarak düşünce alışverişlerinde bulunurduk. Bu konuşmalar sırasında, ironik (tersinlemeli) ya da humorik (traji-komik) takılmalara başvurmadan edemezdik. Bunlar, birbirimizi eleştirme amacı taşımazdı. Birbirimizi yaralamadan, kızdırarak güldürme, neşelendirme inceliğini hedeflerdi. Dostluk bu. Kolay mı? Acısı da bizi, insan olduğumuz için, sürekli hırpalıyor ister istemez. Ama diyebilirim ki bizim duyarlılığımızdaki insanlar; daha genelinde, sevgiyle yaşamakta olan herkes, dostlarını toprakta unutarak değil, onlarla birlikte dünyaya dönerek sürdürürler yaşantılarını. Acının ağırlığını, bazen de yaşamdan ayrılanların süregiden dostluğunu anımsayarak ya da duyumsayarak yeğniltirler. Mahir’le bugün de konuşabilmek; onun ve hepimizin gelişimine ya da varoluş sürecine bugünkü dünyanın sağladığı kazanımlar, ayrıca da dayattığı yabancılaşmalar bağlamları içinde olabilirdi örneğin. Dostluk, arkadaşlık, insanlık, sanat, edebiyat, kültür… özelinde olanlar dışında, konuşacağımız en temel olgu ise, bugün değişen toplum ve dünya olabilirdi. Bu değişimleri, edindiğimiz bilgilere, yaptığımız gözlemlere dayanarak, betimsel açıklamalarla, kimi örneklemelerle daha iyi anlama ve anlamlandırma çabasından kurtulamazdık. Aynı bağlamda, olumlu ya da olumsuz değerlendirmelere ve çıkarımlara yönelebilirdik. Bugün de bu türden konuşmalardan uzak durmamız olanaksızdı. Peki, ya özel yaşantılarımız? Biz, kimseye anlatamayacağımız şeyleri birbirimize anlatabilirdik. Bu konuşmalar; aile içi sorunlar, gençlikte yaşadığımız sıkıntılar, kayıplar, acılar, aşklar, sevgiler, sevgililer, düşünme ve yaratma etkinlikleri gibi, hayli değişik alanlar kapsamında olabilirdi. Bu konularla ilgili pek çok şey –acıklı, gülünç50


yönleriyle, söyleşilerimize girebilirdi. Bugün de bunların devamı olarak konuşacağımız pek çok konu olacaktı elbette. Yürüdüğümüz bir sokak, dolaştığımız bir kent, gördüğümüz bir örenyer, iyi düzenlenmiş bir park, alanlardaki heykeller… kısaca dış dünyada dikkatimizi çeken her şey, bizi uzun sayılacak söyleşilere bile yöneltir, bunlarla ilgili, olumlu ya da olumsuz sonuçlara ulaştırabilirdi. Bu tür konuşmalardan da uzak duramazdık. Ama bunlardan en hoşlandığım, birtakım esprilere dayalı olarak birbirimize sataşmamızdı. Birimiz falso yapsaydı, diğerlerimiz yüzünden o kişi, deyim yerindeyse, hapı yutardı. Hele o günlerin neşeli teğmeni, Mahir’in teyzesinin oğlu Sadrettin Temel’den kurtulmak mümkün değildi. Yazık ki o da artık aramızda değil. Sadrettin’in küçük kardeşi Talat da 1970 sonrası ortaya çıkan ülkeyi birbirine katan, kör-sağır bir teröre kurban oldu. Bu genel görünüm altında, bizler, taşıdığımız değerleri hiçbir zaman yitirmedik ve onların da bizim gibi yitirmeden aramızda olacağını söyleyebilirim. Aziz ve sevgili dostum Mahir’in; annesine, kardeşlerine, eşine, kızı Ebru Selcan’a duyduğu derinden sevgiye tanık olduğum halde, yaşamdan koptuğu gece dünyaya gelen oğlu Kafkas’ı göremeden gitmesi de yüreğime saplanan ve orada kalan başka bir hançer oldu. İstanbul’daydım o sıralarda. Bayezıt’ta Karslı Nizam’ın lokalimsi bir yeri vardı. Hemşehrîleri çok gelirdi oraya. Nizam’ı tanıdığım için ve Karslı dostlara rastlarım diye ben de uğrardım o lokale. Mahir’in geçirdiği kaza haberini birkaç gün sonra, arkadaşımız Kemal Güngören’den orada duydum. Birden bire baştan aşağıya uyuştum. Kemal’le çıkıp hava almak için, Beyoğlu’na geçtik. “Kubana” adlı restoranda oturduk. Kemal’den Mahir’in o yere “Gubani” dediğini öğrendim.

51


Ertesi gün Trabzon’a döndüm. Kışlık giysilerimi alarak bir valizle Kars’ta Güngören Oteline yerleştim. Sonra Mahirlerin evine koştum. Hoşbeş, taziye sözleri derken salonda bir koltuğa çöktüm. Yorgunluktan ve üzüntüden bayılacak noktaya geldim. Durumu sezen kayınbiraderi Nizamettin Zerger, beni sokağa çıkardı. Mukadderata boyun eğmemiz gerektiğinden ama hayatın yerinde durmadığından, onu kendi aramızda yaşatmaktan başka elimizden bir şey gelmeyeceğinden… söz ederek, soğuk havada dolaşırken beni teselli etmeye çalışıyordu. Otel’de kendi başıma düşünürken Mahir’in büyük emek verdiği Karseli dergisinin birkaç sayısını birleştirerek Mahir için bir özel sayı hazırlamayı düşündüm. Ortak dostumuz sevgili Sadık Müftahi hep yanımda oldu. Derginin sahibi Akay Beşmart, sorumlu müdürü Mustafa Turan’dı. Bu dilek olumlu karşılandı. Mahir’i çok severlerdi. 1974 Ocak sonlarında, derginin 110-111-112-113-114’ üncü sayılarını birleştirerek kapağına, siyah iri harflerle Mahir Baranseli’nin Anısına sözünü koyduk. Kitaptaki yazılardan birer ilginç cümle alarak yanlarına yazarlarının adlarını büyük harflerle belirttik. Bu kapak kompozisyonunun altına da yine iri siyah harflerle Özel Sayı sözünü yazdık. Böylece onu, öncelikle, Karseli dergisiyle yaşatmayı denedik. Bugün karşılaşsaydık, her şeyden önce, karşılaşma coşkusuyla kucaklaşırdık. Yakınlarımızın, ortak tanıdıklarımızın ne âlemde olduklarını öğrenirdik birbirimizden. Kısa zamanla sınırlı, gelgeç bir karşılaşma değilse, Karseli üzerine olduğu gibi, birlikte çıkardığımız Göze üzerine de pek çok şey konuşurduk, günümüzde çıkan dergileri de enine boyuna söyleşilerimize katabilirdik. “Bugün yeni bir dergi çıkarabilir miyiz ya da Göze’yi daha görkemli biçimde çıkarmamız olası mıdır?” türünden sorular üstünden giderek bugünkü dergiler, bugünkü edebiyat ve sanat konularına 52


geçebilirdik. Ayrıca aile yaşamından çocuk sevgisine; genel eğitim sorunlarından, eğitimin ülkedeki genel durumuna …. pek çok konuda, onunla çeşitli açılardan söyleşi ve tartışmalarımız olabilirdi. Şiir ve şairler, öykü ve öykücüler, roman ve romancılar, oyun metinleri ve oyun yazarları, deneme ve denemeciler, eleştiri ve eleştirmenler hatta gazete yazıları ve gazete yazarları … bir kültür literatürü bağlamında ilgimizi çeken her şeyi, konuşmalarımız kapsamına alabilirdik. Özel sorunlarımız varsa onları irdeler, onlarla ilgili çözümler üretmeye çalışabilirdik. Eş dosttan, çoluk çocuktan, ailelerimizin ahvalinden; neleri araştırıp neler yazdığımızdan, her iki anlamıyla kalanlardan, gidenlerden… kısaca aklımıza gelen pek çok şeyden söz edebilirdik. Ama şimdi, aramızdan ayrılışının yarım yüzyıla yaklaştığı şu günlerde, dostluğunu yaşatırken, aklıma, daha önce de yazdığım gibi, Malraux’nun bir kahramanından esinlenerek; “ölüm yok, aramızdan ayrılan Mahir var” diye haykırasım geliyor. Bugün de tümüyle aynı değilse dahi, kimileri aynı, kimileri ise bunlara yakın olan şeyleri konuşabileceğimiz Mahir21.

53


54


ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

55


56


1 Gecede gezinen duru su kimin Üreğime ahar kara gözlerin Yumanda ahretten bin sual olur Bahanda yandırır nâra gözlerin22 57


2 Hüznün taburunu alır, bir hüzzam bağlar geceler Ömrümün tek gerçeğini , acımı sağlar geceler Bilir vefa âşıktadır, duyar ağır ağrımı Oturup yaşlı gözümü an be an ağlar geceler23 58


3 Sadık’a İşret, cilâ-yi âdemdir ebediyen sönmez Aşk yeniden her yavruyla doğan melek ölmez İnsan, ister ukul ister cahil olsun, insansa Zerger Aşk u işretle ucalır daim, vallahi gömülmez 24 59


4 Ölüm korkusuyla andığım gerçek Lâkin ben yaşamaktan da yoruldum Bu dünyanın zehr-i marın içerek Boşlukta gül gibi soldum ve soldum25 60


5 Evet, kurusun bütün gülleri bütün bahçelerin Çöldeki yılan gibi insanlar soluklansın Madem Sazsız’a yok beklenilen demlerin Ey munis ve ifrit saadet kahrolasın26 61


6 Bir gün dememiştir Tanrı bana ”yürü kulum” Bunun’çin acı ezberlenen mahzun bir okulum Ne kadar çırpındım, yalvardım durdum Lâkin olmadı bir vuslata varmadı yolum27 62


7 Mübarek diye senli geçen günlere derim Sevmek, hep sevmek, daima sevmek kaderim Ger ki ulvî bir âha verdim sayende gönlümü Eğer sevmek de olmasa pek âdi kalırdı kaderim28 63


8 Sen ağla gözlerimde sabah olmasın Gam-keder insanındır “âh” almasın Harcansın varımız aşk için cici Yalnız bu yolda ayrılık mubah olmasın29 64


9 Kör talihi kim yitirmiş ben bulayım Dünya inlemeye hazır keman oldukça yayım Bari bırakın kendi hâline garip Sazsız’ı Çukurumda âh ü vahımla ağlayayım30 65


GAZEL Bu sefil şehirde bir aşağı bir yukarı Mutluluk arayıp durduk kahrolsun yaşamağı Boşuna el açmışız fahişe maviliğe Acısı düğümlenmiş boğazımıza akşamları kör dilencinin Suçlu sokaklarda bir şişe alkolle uzadı koca aşk En güzel yerlerini rüsva ettik âleme kadınların Ağıt döktürdük cenazede bir katil mermisiyle kopup Cümle kavgalarımız boğazdan geçti, sonunda namuslu olmuşuz Bir sen varsın diye Allah’a inanmışız kız Boşuna inanmak doyurmamış karnımızı 31

66


YEŞİL GÖZLÜ ŞEHRİN İLK GECESİ Gara gözler Sürmeli gara gözler Gemim deryada galdı Kaptanım kara gözler Şu köşedeki tek katlı eski evde Bir kadın çatır çatır çatlıyordu Soğuk bir ter akıyordu gözlerine, yanıyordu Birazdan yüreğinde düğümlenen gülücükle Bir çocuk ağlaması öpüşecekti Sanki sırasıydı dünyaya gelmenin Sahife : 117, Cilt: 15, Hane 60/A Kız gözlerini ve saçlarını Yavaş yavaş ve sırayla aynaya yerleştirdi Ellerini döşünden beline gezdirdi istekle Dudaklarını yaladı, öpülmeye hazırdı Nur Sinemasında Matmazel Brigitte’in Mısırlı Robert Hossein’le son herzesi Nur Sinemasındaki 70 model arabalı Mister Suat’la sevda oturumu Sen evdeydin eminim Eminim gözlerin yine bilmeceydi Döne döne deniyordum kızlığını Bir soba, bin nasihat, bir yavaş soluk Akşam gazetelerinde cinayet haberleri Yine her şeye karşı her şeyin yanında Kocaman bir sen Yalnız başına eminim Eminim yine boş, yine sıkkın sebepsiz 67


Birden bir gecikmiş el düğmelerde Radyolarda bir çığlık birden duyuyoruz “Dikkat dikkat” Bu sarsıcı bir çağırmadır Ben o şehirde bulunuyorum Ve zaten bunu anlatmak istiyorum “Dikkat dikkat Marmara açıklarında Serseri bir mayın dolaşıyor Arkana yaslanıyorsun eminim Eminim bir ara gözlerini yumuyorsun “Dikkat dikkat Marmara açıklarında Serseri bir mayın dolaşıyor” Çocuk dünyanın ilk gününde Dinsel bir ağlamayı başlatıyor ağlıyor Kız Nur sinemasında gözlerine 70 model bir hüzün oturtuyor Kayıklar takalar yitiyor birden Sahilde Nuh’un gemisi bitiyor Ben o şehirde bulunuyorum Ve zaten bunu anlatmak istiyorum Garip sokaklarda garip sorular Biraz ayışığı biraz gece ve ben Ellerimi bulamıyorum gözlerimi bulamıyorum Dokunsan ağlayacağım doluyum “Dikkat dikkat Marmara açıklarında Serseri bir mayın dolaşıyor32

68


VATANDAŞ MAHMUT Çağlayan’dan kör Mahmut Yaşar bir Urartu Yorulmadan Sabah, akşam, öğle Ot, saman, kara saban Kadından ve yataktan Çağlayan’da bir kümbet Kervan türküleri getirir Selçuklu’dan Bakar kör Mahmut hep bakar Evliya mıdır? Enbiya mıdır? Nedir Yaradan? Dünyamız uçsuz bucaksız Erzurum’dan Kars’tan Ha bir de Almanya’dan Çağlayan’dan kör Mahmut Yaşar bir Urartu Yılmadan Kars’ta vali binasında kötülükler… Bin kere iyi tanır Mahmut’u Kör Mahmut’tan 33

69


HİKÂYE Sene dağlar Senet verem sene dağlar Tutaydım yâr elinnen Çıhaydım sene dağlar Bir dağlı çocuk körfezin pis sularında boğulmuştu Tekmil balıkçı küfrediyordu kudurmuş dalgalara Bir sönüyor bir yanıyordu mendirekte beyaz ışık Hiçbir gemi girmiyordu bu limana, hiçbir gemi çıkmıyordu Sahil polisinin motoru uyuşuk bir it gibi bağlıydı esniyordu Gözlerimiz gök ve deniz karışımı bir karanlıkta kayboluyordu Sözü sevmeye getiriyordum ikide bir hatırlıyor musun? Bir dağlı çocuk körfezin pis sularında boğulmuştu Senin gözlerinden dakikada bir dünya geçiyordu ve bir dünya siliniyordu Suçlu olduğunu biliyordun, gözlerini kaçırıyordun hatırlıyor musun? Caz saati yaklaşınca pistte bırakıp kaçmak istiyordun Bu parkta çaylar içmiştik, çünkü hiçbir şey konuşmamıştık Ama destanlar anlatmıştık, dalmıştık, kaybolmuştuk Ben ilk gördüğümde bu deniz bereketti ve tozu üstünde şiirlerdi Bir sönüyor bir yanıyordu mendirekte beyaz ışık Ben ilk gördüğümde sen şımartılmış bir aile çocuğuydun Tutulmuş ve azat edilmiş hırslı bir tutsaktın o günlerde Sonra denizi yeni görüyordum, martıdan hoşlanıyor, seni seviyordum Yüreğim bir gün çatlamıştı sıcak, sana koşmuştum Ondan sonra devam edeceğimiz bu parka gelmiştik hatırlıyor musun 70


Hatırlıyor musun seni ilk önce dalgın dalgın ağlarken bulmuştum Bin bir dereden su getirerek sadece seni sevdiğimi söylemiştim Bir çizgiler gelip geçmişti gözlerinden, bir kızarmıştın Bir dağlı çocuk körfezin pis sularında boğulmuştu Akşam kırmızısını çözmek istemiyordu üstümüzden, burkuluyordu Şef garson bir tuhaf bakıyordu yüzümüze hatırlıyor musun Bir gün rahatsız olduğunu söylemiştin bu adamın gülüşlerinden Ama benim içim ürperiyordu, kabuğuma sığmıyordum Tek gidişimde seni soruyordu dalgın şef kabuğuma sığmıyordum Azerî şarkıyı sen seviyordun, ben kahroluyordum “İlk bahar geldi durnalar geldi birce sen gelip çıhmadın” Dalgın şef devamlı koyuyordu bu plâğı kabuğuma sığmıyordum Bir gün zebaniler oturmuştu hatırlıyor musun Korkmuştum, kaçamazdım, ne yapmalıydım Sonra denizi yeni görüyordum, martıdan hoşlanıyor, seni seviyordum Deniz soğuk bir çarşaf gibiydi başım dönüyordu Kocaman ve ablak suratlı binalar üstüme varıyordu Caddeler, sokaklar, parklar bir bir kilitleniyordu Sen o demir kapıların ardına geçiyordun hatırlıyor musun Bir dağlı çocuk körfezin pis sularında boğulmuştu Sinema afişlerinde aynı, plâklarda, işportacılarda aynı Öküzler gibi bağırıyordu bir türkücü Nur sinemasında “Ölümden çok beter çektim ayrılık34

71


YEDİNCİ DURAĞIN KADINI Dağ başında gezerem Tabağa gül dizerem Men ki bele gözelem Niye yarsız gezerem Devamlı olarak gülerdi yakışırdı da Dudaklarıyla gönlünü alır eline yavaşça Yürüdü bir zaman soluksuz parıltılı Tükürülecek bir babaydı babası tükürmüştü Şansına, kadınlığına, varoluşuna Berbat ağlamıştı, zaten berbattı ağlarken Elini tutuyordu ya dışarının “Allah” diyordu Böylece yedinci durak gönlünü çeliyordu Gülü mutlu olduğunu anlatmak için gezdiriyordu Meryem’i ve İsa’yı tanıdığı için bazen mutluydu Otobüsler ellerinden geçiyordu gözlerinden geçiyordu Birisi olsun istiyordu daima oturup bir banka

72


Konuşsun konuşsun konuşsun yorulsun biraz dinlensin Alsın alsın bir otobüs alıp başını gitsin Otobüsler, insanlar, ses, unutmak, bağırmak ve hatırlamak Yedinci durak yediveren gülü Bir kadının yüreğini parmakla bağlaması Dertli, konuşkan olur, daima konuşması Ve en önemlisi, en çok olanı Kadınlığını kadınlığı için boğması35

73


MESUDE Göy bağlar Göy bahçalar göy bağlar Gözellere edettti Ağ bulağa göy bağlar Ve artık bırakıyorum rüyalarımı Mesude Telâşlarıma, avunmalarıma, umutlarıma paydos Artık seçiyorum akla karayı şu kahır pahasına Yıkıyorum işte nâmına kurduğum şu masal dünyasını Kaderimi yaşıyorum Mesude, kendi kaderimi Kahroluyorum Haşmetli bir kumandanmışım meğer, dünyayı dar gören Şimdi şu ezik havada kayboluyorum, yenilmişim Beni gururum ve sevgim yıkıyor daha çok Rahat ol sırça köşkünde ve bir ‘oh’ de ki Acımı kovabilesin, dudakların yine mes’ut şarkılar söylesin Bu insanlar, bu gerçek ve ben varmışım demek Artık pembe tül kalkıyor, bütün yüzleri görüyorum Ve artık bırakıyorum rüyalarımı Mesude Ne dağ masallarından eser kaldı ne dağ evimizden Ömür boyu söylemek için bestelediğim şu şarkıyı asıyorum Günlerin neler getirmeyeceğini biliyorum, bir düşün Şu hükümlerimden, fermanlarımdan, dünyalarımdan Kandırıp kandırıp içtiğim şu vefalı gecelerden Hain çıkmış çok eski bir dostum, ben utanıyorum Sen bütün bunları bilmedin, ama hiç bilmedin Ceylânlar gözlerinden ışık içtiler, bilmedin Tanrılar kahrettiler, mermerde, sevenleri Ama kendileri kana kana sevdiler, bilmedin 74


Gece, dünyanın güneş çizgisinden kaymasıdır sandın Ama gecelerin ne özlemler yüklenen bir dost olduğunu bilmedin Sen gözlerini, var oluşunu, sen kendini, ne olduğunu bilmedin Ve sana rağmen bulunursam şu dünyada ve ben olursam Çaresiz seni rüyalarda ve masallarda kalıplayıp seveceğimi bilmedin Ve artık bırakıyorum rüyalarımı Mesude Sen hiçbir zaman dağ evimizde olmayacaksın Sen hiçbir zaman kardan kaçan bir kuş yavrusu gibi ürkek Şu sevmekten aldığım sıcaklığıma varmayacaksın Çakal sesleri hiçbir zaman bilmem kaçıncı sesi olmayacak şarkımızın Yavan ekmeğimizi paylaşmayacağız, samanlık seyran değil Sen hiçbir zaman gurubu göğsümde dinleyip Renk renk çizmeyeceksin şafakta tablomuzu Sen hiçbir zaman ama hiçbir zaman Mesude Bin bir masalın ve rüyanın bezediği o dağ kızı olmayacaksın Artık bırakıyorum rüyalarımı Mesude Derken kalabalık bir şehrin Neonlarla süslü vitrinlerinde buluyorum seni Seni Neş’e Apartmanının beşinci katında candan bir hanım Cici çocuklarını ve kibar beyini ağırlayan Gerçek seni buluyorum Seni nezih bir aile gazinosunda, seni uygar bir oturumda Gündüzleri mutena semtlerin çarşılarında alışverişte Geceleri kokteyl partilerde, şeref çaylarında buluyorum Seni, senin oluşturduğun geçerli zamane dünyanda buluyorum Ve artık bırakıyorum rüyalarımı Mesude Alnımı gerçeğin soğuk avucunda buluyorum Sayende kahroluyorum36

75


DİPNOTLAR Baranseli, M. (1970). Yeşil Gözlü Şehrin İlk Gecesi. Kıyı. S. 9, ss. 8-9. Ocak. Sazsız /Baranseli, Z. M. (1974). Dörtlükler. Karseli Mahir Baranseli’nin Anısına Özel Sayı. S. 110-114, s. (numarasız). 3Baranseli, Z. M. (1974). Ilık Deniz. age. 4 Baranseli, M. (1974). Sonsuz Bir Ağıda Ek. age. 5 Sartre, Jean Paul (1967). Edebiyat Nedir. (çev.) Bertan Onaran, de Yayınevi, İstanbul. s. 18. 6 Baranseli, M.(1974). Sonsuz Bir Ağıda Ek. age. 7 Baranseli, M. (1974). Sonsuz Bir Ağıda Ek. age. 8 Baranseli, M. (1974). Hikâye age. 9 Baranseli, M. (1974). Dörtlükler. age. 10 Baranseli, M. (1974). Yeşil Gözlü Şehrin İlk Gecesi. age. 11 Baransali, M.( 1974). Hikâye. age. 12 Baranseli, M. (1974) Yeşil Gözlü Şehrin İlk Gecesi. age. 13 Baranseli, M, (1974). Dörtlükler, age. 14 Baranseli, Z. M.(2018). Şiirler. İstanbul. s.11. 15 Baranseli, Z. M. ( 1974). Yeşil Gözlü Şehrin İlk Gecesi. age. 16 Sazsız/ Baranseli, M. (1974). Dörtlükler. age. s.(numarasız). 17 Baranseli, Z. M. (2018). Gazel. Şiirler. İstanbul. s.46. 18 Baranseli, Z. M. (2018). Şiirler. (haz.) Ebru Baranseli. İstanbul. 19 Özben, R. (1974). Merhaba Mahir Bin Yıllık Mihail Merhaba. Yeni Doğu Gazetesi (Kars). S. 1531 20 Özben, R. (1974) Birkaç Gece Sözü. Karseli Mahir Baranseli’nin Anısına Özel Sayı. S. 110-114, s.(numarasız). 21 Özben, R. (2018). Mahir’le Bugün Karşılaşma Olanağı Gerçekleşebilse Neler Konuşabilirdik. Baranseli, Z. M.(2018). Şiirler,ss 8-9 22 Baranseli, Z. M. (1974).1. Dörtlük age. numarasız 23 Baranseli, Z. M. ( 1974).2. Dörtlük age. numarasız 24 Baranseli, Z. M. (1974). 3. Dörtlük age. numarasız 25 Baranseli, Z. M. (1974). 4. Dörtlük age. numarasız 26 Baranseli, Z. M. (1974). 5. Dörtlük age. numarasız 27 Baranseli, Z. M. (1974). 6. Dörtlük age. numarasız 28 Baranseli, Z. M. (1974). 7. Dörtlük age. numarasız 29 Baranseli, Z. M. (1974). 8. Dörtlük age. numarasız 30 Baranseli, Z. M. (1974). 9. Dörtlük age. numarasız 31 Baranseli, Z. M. (2018). Gazel. Şiirler. İstanbul. s.46. 32 Baranseli, M. (1974) Yeşil Gözlü Şehrin İlk Gecesi. age. 33 Baranseli, Z. M. (2018). Vatandaş Mahmut. Şiirler. İstanbul. s.41. 34 Baranseli, Z. M. (2018). Hikâye. age. s. 30-31. 35 Baranseli, Z. M. (2018). Yedinci Durağın Kadını age. s. 26-27. 36 Baranseli, Z. M. (2018). Mesude. age. s. 20-21. 1 2

76


ALINTILAR KAYNAKÇASI Baranseli, Z. M. (1974). Ilık Deniz. Karseli Mahir Baranseli’nin Anısına Özel Sayı. S. 110-114 (beş sayı bir arada). Baranseli, M. (1974). Yeşil Gözlü Şehrin İlk Gecesi. Karseli Mahir Baranseli’nin Anısına Özel Sayı. S. 110-114 (beş sayı bir arada ). Baranseli, M.(1974). Hikâye. Karseli Mahir Baranseli’nin Anısına Özel Sayı. S. 110-114 (beş sayı bir arada ). Baranseli, Z. M.(2018). Şiirler. (haz.) Ebru Selcan Baranseli ve Sadık Müftahi. İstanbul. Baranseli, Z.M. (2018), Yedinci Durağın Kadını. Şiirler. (haz.) Ebru Selcan Baranseli ve Sadık Müftahi. İstanbul. Özben, R.(1974). Merhaba Mahir Bin Yıllık Mihail. Merhaba. Yeni Doğu gazetesi(Kars), S. 1531. Özben, R. (1974). Birkaç Gece Sözü. Karseli Mahir Baranseli’nin Anısına Özel Sayı. S. 110-114 (beş sayı bir arada ). Özben, R. (2018). Mahir’le Bugün Neler Konuşabilirdik. Z. Mahir Baranaseli. Şiirler. (haz.) Ebru Baranseli ve Sadık Müftahi. İstanbul. Sartre, J. P. (1967). Edebiyat Nedir. (çev.) Bertan Onaran, de Yayınevi, İstanbul

77


ZERGER MAHİR BARANSELİ İLE İLGİLİ GENEL KAYNAKÇA Aküzüm, Y. A. (1974). Mahir’e. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S. 110114, Ocak. Alp, C. (1974). Mahir’in Ardından. Karseli Mahir Baraneli Özel Sayısı .S.110114, Ocak. Aydın, A. (1974). Halk Eğitimci Sembolü Olarak Mahir Baranseli. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110-114, Ocak. Baranseli, E. (2018).Önyazı (başlıksız). Z. Mahir Baraseli. Şiirler. stanbul. Baranseli, K. (2018). Önyazı (başlıksız). Z. Mahir Baranseli. Şiirler. İstanbul. Beşmart, A. (1974). Fikir Adamı. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110114, Ocak. Cebeci,T. (1974). Hayır!... Sen Ölemezdin. Yeni Doğu gazetesi (Kars). S. 1524, 17 Ocak. Cebeci, E. E.(1974). Ülkü ve Dava Adamlarının Kaderi. Yeni Doğu gazetesi (Kars). S. 1528, 22 Ocak. Dizdaroğlu, H. (1974). Bir Mektup. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110-114, Ocak. Doster, Dr. B. (1974). Bir Mahir Vardı. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı.S.110-114, Ocak. Doster, N. (1974). Mahir İçin. Karseli. Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110-114, Ocak. Ergül, İ. (1974). Halk Eğitimi ve Mahir. Karseli. Mahir Baransel Özel Sayısı. S.110-114, Ocak. Ergün, İ. (1974). Alışamamak. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110-114, Ocak. Ilıca, Y. (1974). Z. Mahir Baranseli’ye. Karseli Mahir Baransel Özel Sayısı. S.110- 114, Ocak. Kalender, E. 1974). Örnek Yönetici Mahir Baranseli. Karseli Mahir Baransel Özel Sayısı. S. 110-114, Ocak. Karseli dergisi ( 1974). Bir Yaşamöyküsü. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S. 110-114, Ocak. Karseli dergisi ( 1974). Türkçe Sanat Önerisi. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S. 110114, Ocak. Karseli dargisi (1974). Mahir Baranseli ve Eserleri. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110-114, Ocak. Kaya, S. (1974). “Bir Öğretmen Kozasını Örüyor”du. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S. 110-114, Ocak. Kılıç, O.(1974). Eğitim Görüşleri ve M. Baranseli. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110-114, Ocak. Laçin, R. (1974). Genç Ölüm. Karseli. Mahir Baranseli Özel Sayısı. S. 110114, Ocak.

78


Müftahi, S. (1974). Mahir ve Arkadaşlık. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S. 110-114, Ocak. Müftahi, S. (2018). Gadeş (önyazı. Z. Mahir Baranseli. Şiirler, İstanbul. Oktay, A. (1974). Anılardan. Karseli. Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110-114. Ocak. Oktay, A. (1974). Aşk ve Kurt. Karseli. Mahir Baranseli Özel Saysı. S.110-114. Ocak. Özben, R. (1974). Birkaç Gece Sözü. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S. 110-114, Ocak. Özben, R. (1974). Merhaba Mahir/ Bin Yıllık Mihail Merhaba. Yenidoğu gazetesi (Kars) S. 1531. 25 Ocak. Özben, R. (2017). Zerger Mahir Baranseli’nin Şiirleri. Kıyı. S. 307, MayısHaziran. Özben, R. (2018). Mahir’le Bugün Neler Konuşabilirdik. Z. Mahir Baranaseli. Şiirler. (haz.) Ebru Baranseli ve Sadık Müftahi. İstanbul. Özkiper, A. H./ Kars Valisi, (1974). Mahir Baranseli’nin Ardından. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110-114, Ocak Öztürk, T.(1974). Arkadaşım Mahir Baranseli. Karseli.Mahir Baranseli -Özel Sayısı. S. 110-114, Ocak. Talınlı, İ. (1974). Mazide Kalan Günler ve Baranseli. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S. 110-114, Ocak. Talınlı, İ.( 2018). Kadim Dostum. Z. Mahir Baranseli. Şiiirler. age. İstanbul. Temel, T. (1974). Ne Büyük Acı. Karseli.Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110-114, Ocak. Taşlıova, Ş. (1974). Karslı Halk Ozanlarının Dert Ortağı Mahir Baranseli. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S. 110-114, Ocak. Serçek, Ş. (1974). Bir İnsan Olarak Mahir. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı S.110-114. Ocak. Seyhan, S. S. (1974). Mahir. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110-114, Ocak. Yeni Doğu gazetesi (Kars/1974). Baranseli ve Ötegen’i Kaybettik. S. 1524, 17 Ocak. Yiğit, M. K. (1974). Örnek İnsan Mahir Baranseli. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S. 110-114, Ocak. Zergeroğlu, H. (1974). Mahir’i Kaybettik. Karseli.Mahir Baranseli Özel Sayısı. S. 110-114, Ocak. Zergeroğlu, M. (1974). Zerger Mahir. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110-114, Ocak.

79


Ä°zmir, Nisan 2018

80


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.