1
2
KELİMELER KİBİR VE TELAŞ
Toplu Şiirler
Sedat Şanver
yazı kültürü
3
SEDAT ŞANVER KELİMELER, KİBİR VE TELAŞ TOPLU ŞİİRLER
Yazı Kültürü Yerel Süreli Yayın Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Sedat Şanver ÖĞE Yönetim Yeri: Atatürk Mahallesi, 927 sokak No. 4/ 1 Bornova/ İZMİR 0.507.801 22 37
ISSN: 2146-5290-20 BASKI ÖNCESİ HAZIRLIK YAZI KÜLTÜRÜ YAYINCILIK yazikulturu@hotmail.com BASKI BASSARAY MATBAASI SANAT CADDESİ NO: 1/5 ÇAMDİBİ İŞ MERKEZİ ÇAMDİBİ/ İZMİR 0.232.457 71 48 BASKI TARİHİ ARALIK 2017
4
DİLİN İSYANI 18-20 yaş şiirleri
Birinci Basım: Öğrenci Basımevi,1985 İkinci Basım: Ayrım Yayınları, 1990 Üçüncü Basım: Yazı Kültürü Yayınları, 2012
5
Babam Reşat Öğe’nin anılarını gizleyen bütün nesnelere
6
İnan vakit çok ilerledi Şarkı da yazılmıyor şiir de Bir parçacık gözlerin vardı/ onlara da bakılmıyor artık İnan İranlı bir şair bile bu kadar dayanamazdı
7
GÜNAH TOPLUMU I Küflü caddenin sürdürülen son ezgisi üzerine Sonra sen konuşuyordun: Biz severdik ve ölürdük Öylesine yaşardık biz. Geceye düşerdi kötülükler Ve göçebe duygularımız ayaklanırdı duvar diplerinde Dedin ki: Aşk bir aldatmacadır. Damarı çatlayan çiçek Aşkın tutsak işçisidir. Ve onlar iyi günleri simgelerler hep Dedin ki: bütün denizleri sevebilirsin, bütün sonbaharları Hep iyiyi düşünebilirsin elin silaha değmeden Dedin ki: Ay usul döker kendini geceye Acemi türkücülüğünü bilmez günün Yörük kızı çadırda tanır ilkin zevki Karacaya sorarsan namlu yüzlü kâbustur avcı Dedin ki: …dilin söylediği ve anlamın inandığı Ve gecede bir sır gibi parlayan ezginin yanında Kime dönük bu düzenin antenleri Şarkılar kimin için söyleniyor Caddenin diliyle söyleşen ey saf göçebe Güz durdu ve kentler akıp gitti Köprülerin altından. Zaman kendinden yana sevdi o dişiyi Irmaklar çağladı ve güneş Bereketli ovaların çiyleriyle oynaştı. Gün döndü Gecenin dilini söyleyen saf göçebe Sevgiye doğru yürü, sevinci yanına al Esrik bir güzel uykuna değmeden sakın uyanma Dedin ki Uzaklara, uzaklara gidebilmek ne büyük mucize
8
II Gün döner, ıssız bir tekne düşer Köhnemiş iskelelere. Sen uzakta ağlayan Bir gece kadını, bir sigara ışığı çözer geceyi Bildiğimiz bütün sokaklar Cumbalı evler ve idadiden kalma şapka Solgun bir gül, dingin bir karanlık Gün döner. Dağılıp gider aydınlık Bize ne kalır gördüklerimizden Görmek istediklerimiz erdemli toplumun yaşayışı iseydi Ne gördük, ne duyduk, ne söyledik Hangi duaya ters düşmüştük ve Neyi öğütlerdi nebimiz? Sonra Şamdanlar, sonra mumlar, sonra ışıklar Bilmediğimiz bir kentin sarp sokakları Ve yaşam! Neden üzerdi bizi Bir kilise yükselirdi ve Erken doğmanın yanlışıyla Haklı gelişen bir sınıf gerçeği Çan seslerini kısardı Eğer çöller bizi tek tanrı yoksulluğuna bırakıyorsa Demiştin/ Bir doğu gülü denli uzak Bir Urfa çıbanı denli gerçek mevsimleri yaşamıştık Ve ruhumuz hâlâ anlayamamıştı Güzeli tadacak organların köreltilmesini Güzel! O toplumsal yanlışın kurbanı Köhnemiş bir deniz rüyası Kurulmuş bir saat çığlığı Ve gövdeme giren kokusu gübrenin Kıyı, diyordum hatırlarsın
9
Düşüncemizin kıyında oturup bir gün Kırıntılarını toplamalıydık kendi kültürümüzün Her şeyden habersiz ne kadar yaşadık kim bilir Kimdi ölen. Ağlayanlara kim acırdı Nerede barınırdı katiller Günahı en iyi kim bilirdi ve neden gizlerdik kötülükleri Günah, sen bence söylenen ve bence anlamlanan meyvesin Yüzlerce şiirim vardı ve hepsini yakmalıyım, diyordum İçinde sınırlanmış bir nehir barındıran Bütün sözlerimi yakmalıydım Yeniden sorgulamalıydım kendimi İnancımı ihbar etmeli ve inkâr En büyük desteğim olmalıydı Üzüntüyü sevinçten önce bilmeliydim Doğruyu yalandan tanımalı Gerçeği ve sevgiyi sonraya bırakmalıydım Son sevgilim de sen olmalıydın Şimdi bir çiçek gidiyor gözlerinden sürgüne Kirpikleri titriyor sonra, uzadıkça heyecanı uzuyor Yazdıkça kirleniyor, anlamsızlaşıyor; yitiyor ansızın Bir korku yollanıyor bedeninden yüreğine Araya gittikçe sessizleşen bir ezginin notaları dökülmekte Bir çimenliğe uzan şimdi, bir menekşenin sevincine sarıl Eğer uzaktaysan ve eğer meçhul varsa Bir tekne açılır, bir gül solar, bir kadın ağlar Bir sabah bulmak isteriz Kuşların ve çiçeklerin özgürce kükreyeceği Kuşlara ve çiçeklere merhaba
10
III Dur. Deniz bitti Geriye dön ve yeniden başla caddeleri yaşamaya Bilirsin Sokaklar bir devrin aynasıdır Yollara içtenlikli küfürlerle çıkılır Ve insan/ acıyı tattıkça hayatı tanır Bilirsin Saçlarına güller bezenmiş o takatsiz O yaban kuşlar avlandığından bu yana Pişmanlık bildiren parlak Sözlerle anılıyor görkemli günler Kimse yanaşmıyor uysal bir başkaldırışa Parmağımı kaldırıp Öğretmenim ölüyorsunuz Dişlerinizi kapayın, diyorum Öğretmenlerim ölüyorsunuz, ben hâlâ yaşıyorum ama Türkiye bir yiğidin içli ülkesiydi ki Gemisini ve türküsünü yitirmiş Ağlayan anaları ve vurulan gençleri hatırlıyordu Şimdi kendisine ters düşen bu cadde Bir çağın hayırsız çocuğuydu Elleri yaralıydı ve parmakları uzuyordu
11
IV Ey cadde: ey çöküşün bilge yangını Ve bütün gizleriyle yeraltı Ve bu caddede herkesin önünde dansıyla sevişen kadın Sen içten bir kadındın Sözü bitirdin ve yıldızlar Köhne bir bahçede çürüdü, denizler yalpaladı Dansına döndün, dolgun kalçalarını sergiledin Ve ayaklarına dek o bereket ürperişini duyan Erkekleri tanıdın. Kaygan bir rezillik tanıdın dudaklarında İşte bu/ senin şafak tazesi kadının Zorunlu bir asiydin Ki baban da vurulurdu bir meydanda Bahar yüzünü gizleyip gözyaşlarına eğilirdi Annenin de elleri değerdi bir zaman ölüme Diyarbakır tepelerine çıkıp Dicle’yi devşirdiğinde Öyle kimliksiz, öyle yoksul, öyle gurbet Öyle yalnız akardı Karakoyun. Yağmur da dökülürdü Ayaz bağışlanırdı Ve yanında hırsızca kaçırdığın bir sözcük Kekliklerce ürkek, kahramanlarca âşıktın Aşk bir aldatmacaydı oysa Bir ölünün bedeninde okunurdu sürgünlüğün Gözlerinden süzülen şarkılardan ve inançlardan uzak Vurgunlara adı yazılı bir gölgeydin Adın sancılanan bir gölgeydi Şimdi serserice sil ömrünü, sözün yenilmez yiğidisin Karşılığını sövgüde Enginlerde bulacak ve hiçbir sınır tanımayan güneşlere Ateşe, suya ve yalıtan havayla toprağa dök kendini Tanıdık mısra kalmadı geride. Bahara Hangi gökkuşağından geçince varmıştın. Sabahı Hangi enlemde karşıladın Geride bir asi ölüsü buldular, ince ince delinmişti yüreği
12
V Güneş doğuyu dönünce veya güz sonunda Çürümüş bir ad, bir tanrı ölüsü Yazgı söylemekle yükümlü bir dudak parçası Ve coğrafyayı tamamlayan bir yaprak durdun Senin gezindiğin toprağa değerken utandığın Ilık yellerin bedenini sardığı Ve güneşin doğuyu dönmediği, yağmurun Kısık sesli bilgenin ve şiirler okuyabildiğimiz son günün ülkesinde Ellerin vardı. Duyarlığın acıya dönük değildi. Sonra Ellerin yere düşüyordu Bütün yeteneklerini Avucunu kınalayan ve omzuna yerleşen yüreği Eriten ve ışığıyla oynaştığımız güneşi durdun Kalemin parmaklarını yaralamıştı Bir daha konuşmayacak gibi susuyordun Kalemin tenini yaraladı şair, bir daha konuşmayacak gibi sustun Güneş doğuyu dönünce veya güz sonunda Senin soyun yoktu, soy kütükleri sensiz hesaplanırdı Anan ve baban efsaneydi senin Ülkelerin veya kentlerin; hiçbir anısı kalmayan Üzerine mısra yazılmayan yıkımların mevsimi başladı Düşlerini bir yere kayıtla Var oluşunu tamamlamış bir piçsin Azığısın toplumun ve bütün serveti sözün Sözün bütün servetisin Güneş doğuyu dönünce veya güz sonunda Senin olan şarkıları değiştirdiler
13
Resimlerine çiy düştü. İşte vuruldun Gözlerin ufalandı işte. Değdiğin Bütün kıyılar çürüdüğünde, türkülerin tortusu Ve yağmurun o ılık sesi dudaklarından çekildiğinde Gece çelikleşir ve ölümü süslerdin Dilin asi çocuğu! Sözden başka rahmin yok senin Oturup ağıtlarını dinlediğin o güzel/ nasıl Nasıl gizleyebilir şimdi kendini Hiçbir şey değişmiyor artık/ bütün yollar kapanmış Ve sen hiç konuşmayacakmış gibi susuyorsun Hiç konuşmayacakmış gibi susuyorsun Sesinin büyüdüğü bütün dağları Çocukların kardeşlendiği yamaçları Sürgünü, iç çekmesini ve ölüm için gerekli sözleri yaktılar Durdun ve bir böceğe yosunları anlattın Biten bir günün ardından dedin ki Hepimizin bir caddesi vardı, bir de günah toplumu Hiçbir zaman var olmayan Ama yitirdiğimizi her zaman yinelediğimiz cennetimiz vardı Ki ne zaman bir gece bizi yıkmıştır, kendi cennetlerimize Yaşamak için anlamlandırdığımız yerlere dönmüşüzdür Oysa varlık nicedir gözlerimizdeki beldelere düşmüyor Göğsümüz kirlidir artık/ yüreğimiz kan yığını Ve ellerimiz utanır bakir söze değmeye Dedin ki: Yolun sonu, dün gece ayrılıkta konakladık Gök kendince ağladı, tan kendince ağardı Üzerinde yeminler kırdığımız tarla kuşları uçtular Onlar uzak bir vuslata ilişkin felsefe artık Sonra sustun. Yarım bıraktığın bir şarkı, kırık Bir defne dalı ve barındığın son yurt bir köşede duruyordu Omuzlarıma basarak yüksel ey inanış
14
VI Ne varsa bilinen şarkılar üzre Bir serçe yüreğine yüklenmiş sevinçler boyunca Gelgitini kendine çevirmiş Ve kendinden yana yontan günü ve Aşkı yalnız kendi için bilen Gördüklerimizden geriye ne kaldı şair Acıda biledin kalemini ve sen En kısa tanımıydın duyarlı yaşamanın Kim bilecek şimdi/ yasa tuttuğunu uzun günler ve geceler O içli mısraları ve ağladığını Onları gizlemek zorunda kaldığında Resmin çizildi şair ufka. Vuruldun ve gizli gemiler Yol aldı sevinç ülkelerine Gün bitti şair. Yeni bir iklim başladı Kâğıtlarımı topladım ve Kalemin yazdığı bütün sözleri sildim Öfkeden başka yol tanımıyorum artık İstesem yeni bir şiiri rahatça unutabilirim
15
Gülümseyen bir yüz çizebilirdim kendime yollara başlamadan Ki herkesten başkaydım: Şairdim. Belki de Usul
16
YÜK Usul’a ve kendime I Bir yolculuğu yeni bitirmiştim Yollara nasıl başlanacağını unutmuştum Hep birbirimize bakıp hep aynı karanlığı görüyorduk Biri gelip seni sormaya başlıyordu/ hep seni soruyorlardı Evlerin yerlerini değiştirmeliydim, ışıkların renklerini Ve günleri bir sonsuz saate ayarlamalıydım Bir yolculuğu yeni bitirmiştim, gözlerim eskimemişti Son güzün içinden gelip Gözlerindeki o göçmüş buğuyu silecektim Ülkemi unutmaya kararlıydım Neden utanmam gerekiyor şimdi kendimden Sonra seni küçük hüzünlerle bir anmaya başladım Ayaklarımı geyik sanıp sulara koştum Nerede doğmuştum, ülkem nerede büyümüştü Ve neden unutuyordum seni Dinle Usul Sen bahar kadar tatlı vurgunsun Gecenin dini ve yalnızlığın tanrısı Sonbaharın yazdığı yapraksız, kışınsa güneşsiz şiiri Ve sevgiye verilen ödülsün Biri gelip seni sormaya başlıyor/ hep seni soruyorlar Senden ötürü utanmamı bekliyorlar Şimdi başını yastığa koy ve bütün acıların dinsin Değil midir Usul Bütün yollar senden başlar
17
II Diyelim ki savaşmak zorundayız Usul Bütün varlığımız ve bütün yokluğumuzla Diyelim ki dün yanı başımızda birini öldürdüler Birçok kişiyi öldürdüler göğün derinlerinde Bir ulusu kurşuna dizdiler Birçok ulusu kurşuna dizdiler ak duvar önünde Diyelim ki sustuk ve Ölümü dilimizde, saç köklerimizde duyduk Hiçbir şey görmedik, hiçbir şey söylemeyeceğiz Değil midir Usul Her gün yüzlerce kişi öldürülüyor yanı başımızda Her gün yüzlerce kez öldürülüyoruz Hiç kimse bize bakmıyor, biz kimseyi görmüyoruz Yanı başımızda ölüm aynalara saplanıyor Gözlerimiz hiç eskimiyor/ biz küçülmüyoruz Hep kıyıdan yüzüyoruz geleceğe Bir ayağımız toprakta oluyor hep
18
III Hava bulanık bir yağmura döndü Usul Yıldızlar çözülüp kendi baharlarına dair bir garip söyleştiler Kırlara çıkıp koltuk değneklerimi bir uçuruma yuvarladım Dün, öylece duruyordu dipte/ yarın, yaşanmış hâlde Yarın, dedim; ne kadar da geç kalmış düne Yeniden doğdum böylece Yüzlerce kez öldürülmüştüm oysa Böylece koltuk değneklerimi hep fırlatırdım Günün sonu yağış olurdu belki de Yazgıma kaldıramadığımız o yük bulanmışsa Usul Bütün yollara senden başlamak istemem Kendime eziyet etmem/ kan kokusunu özleyişim bundan Seni bir uzak beldede düşünmem Seni böyle abartmam/ senden utanmam Kendimi bölünmüş saymam Ve ağzımı o en aşşağılık O en müthiş susuşlara hazırlamam bundan Uzaklara gitmek isteyişim/ uzakları özleyişim Usul Böylece yeniden aradım geleceğin evlerini Yasaklar, iğne delikleri ve gece Yeniden doğurmuştu insanları Bütünüyle seni aramıştım/ sonuna dek kendimi Değil midir Usul Ben hep aradım/ anlam hep gizlendi Şimdi her salı’sını atladığımız Köprülerini yıktığımız Ve gecesini bir ilahi belleyip sığındığımız Bütün günleri kucaklayabiliriz Nice ki beden Bağrında gizlediği o sonsuz hizmeti sunuyor bize Bütün ilaçlarımızı ölüme devredebilir Beynimiz duyarsızlaşıncaya dek
19
Ellerimizi yakıp gözlerimizi arsızlaştırabiliriz Değil midir: Bütün salıları atlayarak yaşadık Üstelik hiçbir özelliği yoktu her salı’nın Bir günü yaşamıyorduk ya! O bize yetiyordu Değil midir Usul Diri bir bahara Sözünü yiğitliğe çevirmiş tanrılara ve insanı Adıyla ve insanı değeriyle tanıyan Bir güne, bir anlama rastlamadık İnsan anlamadığımız bir dille söyleşti Böylece hep ölümün sınırında durduk/ dirilişin rahminde Değil midir Bir yolculuğu yeni bitirmiştik Yollara nasıl başlanacağını unutmuştuk Yanı başımızda biri ölüyordu/ gözlerimizi kapatıyorduk
20
KAÇIŞ ŞARKILARI BAŞLANGIÇ Ölüm, diyorduk; gecenin karşısında durup yüreğine küfredebilene. Ölüm uslandıracaktı savunmasını yırtan insanları. Onlar birer yazgıydı çünkü. Kendi bedenlerinin düşmanları ve yenilgiyi kardeş yakınlığı bilenlerdi onlar. Birazdan ağır aksak bir zaferi kutlamaya başlayacağız. Elbette birileri yenilmiş sayılacak. Ölüme cesaret! Bir rüzgâr bütün kâğıtlarımı götürebilir, adını unutabilirim Adresin silinir kalemimden Yorgun bir ömrün çocuğuyum, göçebe bir söz yitirmişim Yaşamak için Başka şarkılara da dökmeliyim kendimi Sessizliğe sığınıp hüznü renklendirmeliyim Elimi kirlensin diye yıkadım çünkü bu ırmaklarda Bu doğumu bir daha ölebilmek için yaşadım Sürgün bir kelimeyle tutunmuştum dağlara Esvabım kanlıydı Sabahın biri bende ışımıştı Bütün bir sıkıntıyı yürümüştüm Ölüm, diyorduk; o sonsuz suskuya. Ölüm, diyorduk; o büyük günahı temizleyip korkuyu bize anıt diye sunabilecek geceye. Yaman bir savaşçıydık çünkü: yenilgiye kurulu. Birer orduyduk: kendi çöllerimizde ellerimiz eksik. Geriye doğru yürüyoruz artık, şarkılara koşuyoruz. Yeniden yeniden bilenecek adlarımız. Dirilişe cesaret! Yüzün bir ıssızlıktır senin. Sabahlar Bulanır ellerine ve eğnine asi kıvrımlı Bir ruzigâr bilinir şarkılardan öte
21
Ve insan kendini varlık bilip Yeni bir yolu ferman edinir Oysa geriye ne kalacaksa geceden O isyan zamanı ve mahzun çocuklarıyla yeniden Bir küfür saatini kıvranır. Kalıntısı bilinir günün İçinde küçük bir maviyle yılların ağıdı. İşte Usul, sen Tam böyle bitirilmiş bir mısranın sabahısın Şafaklar ağlasın senin için Ve senin için kanlansın kaputu şairin O senin ölüm ülken ve bitmeyecek zafer susuşların O senin ölüme dönük yüzün. Issızlığın Şimdi sen Taşra kentlerinde bilinmiş tenha saatler Bir vahyin kör hışırtısı ve yazgının kötü, küçük, karanlık Sözleri. Varlığa ilişkin bir buyruk, yok oluşa inat Yıldız boşluğu Ki şarkılar senin sığınağın, diriliş mevsimin Göçlerde büyüyen bir el senin zamanın... Sen şairsin Usul Yalnız ve kendine yakın İsyana denk. Ve uzak/ şarkılarca Mısralar sonsuzluğunca. Büyü Usul Büyü ve kendini içer. Beni dışla. Tıpkı insan gibi Tıpkı rüzgâr gibi Kuzeyden-güneye, güneyden-kuzeye… Tıpkı Tanyerini yaralamak için suyu tanıyan hançer gibi. İnsan Kıyısında yıllarca durabilir bir kentin. Sokaklar Kendi durgunluğuyla ve eylül sürgünleri Köhne giysileriyle yaşarlar. Yaşam dam la dam la Kendini harcar ve ölüm Bizim yelkenlerimizle çeker kendini kıyılara. Kıyılara Kıyılara doğru bir sabi söz, bir eksik mısra... Ama sen Kötü imgelerle bilinen sen Mitosların ve rivayetlerin tanrısı! Gezgin sözlerin Ve tutuklu şarkıların avuntu günleri! Elini
22
Ellerimizden ayırdığın gün… Gün… Onların karanlığı Gün Biten ve sonsuz Ve bilgenin yorumunda ve suçun kıyısında gün... Ömrün Ve acının günü Gün… Senin karanlığın …/… Sen kendi tarihinsin Usul Uzak bir Bedrettin isyanıyla Yeniden büyür gözlerin. Kendinden başla yollara şimdi Kendini tanı ve büyü Büyümek ölmektir sonsuzluk içinde. Büyümek Kavuşmaktır yarına. Susmaların Yasak kitapların Ve partizan mektupların zamanıdır gelecek Senin ve ömrün zamanı… Sen Kendi inkârınsın Usul! Çünkü ölüm Yükseklere kurdu mekânını. Çünkü şarkılar Kendince yazıldı… Böylece büyüdü sözün hükmü. Sen Geceye karşı dinelip o genç O karışık şarkınla ve ıssızlığa dönük andı bulunan Yüreğinle eskittin günü Zaman bitti. Oysa sen Hep bir geceye ağladın. İnsan yanıltmıştı seni. Sen Uzak bir mısranın sabahıydın. Bir başına …/… Bütün bunlar bizim töremiz Usul! Hükmümüz ve tanrıya yaklaşma şeklimiz. Ama bugünün yalnızlığının yarın da süreceğini kim söyleyebilir ki! Değil midir: Sen bugün de birçok şeyin en güzel anlatımısın… Bir başına!
23
BENİ VE KENDİNİ UNUT I Gölgemi Kazı duvarlara ve bütün gökyüzüne Adı coğrafya kitaplarından uzak Ve insanları bir roman hatırına öldürülmüş Ülkelerin bayraklarına söyle inançlarımı Beni ve kendini unut Gölgemi Uykularında gör. Son kıyımlardan kurtarılmış Uçları yanık kitaplarda ara düşüncelerimi Hasta gözlerini aynalara yaslayıp saçını geriye mahmur savur Beni ve kendini unut Gölgemi Bir kaçışta düşün, kendisine yetişemeyecek bir yarışta Günlerce öldürülen Ve boynu ilmiklerden nasırlaşmaya başlayan bir insanım Yaratıcılığının karşılığını bulamamış bir yaşam Ruhu tırnaklarından ileride ölüyüm Gölgemi Bir ölüde düşün. Beni unut Gölgemi ve beni unut Hiç ulaşamayacağın yerdeyim Resimleri ve gölgesi bütün duvarlarda asılı yok’oluşum Beni ve gölgemi unut. Adımı hiçbir sürgünde arama Baş döndürücü sözleri arama şiirlerde. Sevinçleri unut Bizim paylaştığımız acılardan artakalandı Beni ve kendini unut
24
II Beni ve kendini unut Hiçbir sonbaharda arama beni Bilmiyorum hangi kentte yitirdim adımı Hangi sokakta eridi gözlerim Kaç yıkımı yüklediler üstüme Hangi sevgili parçaladı atomlarımı ve moleküllerimi Bir kaçıştan başka Kendime ait neyim var anlatabileceğim Yeni bir tarih eskittiğim de yok günlük tutmak için Kesiksiz bir uykuyla bitirilir günler Bilincine değen insan Işık motifleriyle süsler efsanesini Ölgün ellerini ve çürümüş dişlerini Bütün toplum yapılarına sürmek ister Hep iyiye ve güzele, daha aydınlık bir geleceğe Selam sana ey büyük gece Selam sana ey büyük Yaşanmamış destan sevgili Gün, ağır bir suçun eşiğindedir Güneş ufuk çizgisine döner Voltalanmamış bütün kara parçalarında Katliamlar başlar Ayaklarında demir güllerle İnsanlar geçer meydanlardan Göğe yüksel Göğe yüksel inancım Bir yer bul kendine Bir ilahi bilincine değsin Katliamların Ve büyük ağıtların geride bıraktığı bir müzik
25
Ey büyük şiir, bana ver kendini O gizemli sesin ile esir al ruhumu Ey büyük şiir Kanla damgalanmış yangınlara bıraktım hayatımı Bakir imgelerle kutsadığın yerlerde yaşayıp Erdem yağmurlarında ıslanmış kâğıtlara yazıyorum seni Bana ver kendini Geç kalan bir insan olmayı seçtim hep Dudakları aşınmış bir kadını öptüm geceleri Oturduğum masalar hep bir tek fincanı taşıdı Belki de bundandır Hayata denk düşen sözlerde arama beni Şimdi dünyanın her yerinde Aynı şey için parlıyor insanların gözleri Ve hep aynı el ile öldürülüyor yetkin insanlar Adları bir gün olsun indirilmiyor duvarlardan Gölgelerine hep aynı ürkeklikle bakılıyor Çok yavan kalıyor artık aşklar Ölüme ve yalnızlığa demir atmış biri için Büyük işler yapma vakti geldi Her şeyi unutmanın mevsimi
26
Eski Bir Şarkı
Her şiir ömrünce ölümdür
27
SEVDANIN KIZI I Bugün tarihimdir sevdanın kızı Senin yalnızlığın ___çok Çok kır çiçeklerinin vurgunu Ve uzak tarlaların hasadında Ağzı işle bilenmiş orakların ışıltısı ve Yanılgının ıssız korkusuyla gelip Beni biçip gitti Bugün dönüş tarihimdir Yeniden başa dönüyorum Yıldızlarında tutulan dilekleri Ve yaşamasını yalnız ona bağlayan İnsanları ve hepsinin sahibini/ gökyüzünü Ve tanrıyı öldürüp Yeniden başlıyorum ___yeniden Yeniden ölgün sesleri dinliyorum Yeniden yaratıyorum dünyayı Ve Bugünü kanın alacalığında Ve bugünü adressiz yaşamada Bugünü ağlamada ve Cuma günü sen de gel koynuma Sevdanın kızı/ enginlerin ötesi/ ve dostluğun bittiği Yeni bir tarih/ __sevda/ sevdanın kızı Seni en zehirli sevginle Kanayan dünyaların mayalarında bırakıp Geçip gideceğim ömrü
28
II Yeşil salkımların vaktinde döküldüğü Avlularda serinlik içinde Ve kadının en sıcak yeri avucumda Seni tanyerinin kızıl ateşiyle yanarken Solgun yüzlü kahvelerde ve parklarda Aşkların film şeridi gibi geçtiği Ve kanın en namussuz anında susar Anlatılmayan mevsimler Ki artık geçmiş düşünülür Uzayan tüyleri ve geriye çalışmayan saatiyle anılar Bahçelerde keklik suskunluğu ve vurulmuş kanat çırpınışı Kuşları kanadından vuruyorlar bazen Beraberlikler ansızın bitmektedir Bilinen sıkıntıları Ve dalların sararışını yaşamaktayızdır Şimdi rüzgâra yiğitçe açılan göğüslerden Dökülen kalleş kurşunlar Ve öç üzerine söylenen yeminler Ve yol görünmeyen fallarda kalan bir yer vardır Ben yaşamak istediğim yerlere Sevinç Ülkesi diyorum Kadının en sıcak yeri Ve korkunç cinayetler Ve keskin taşlarla yarılan gerdanların Kanayan Kanayan __kanayan Kanayan yarıkları Sen de bir ad ver yaşama
29
Yalanlar suçsuzdu/ ihanetler bilinmeden yapılıyordu Toprak kadar ağır değildi yanlışlıklar Ve seni kendimce bağışlayabiliyordum Bilirdim Adın bir çığlıktı çünkü yaşadığımız günlüklerde Sevgilerin bana sıcak gelen vakitleri olurdu Sözün bir değeri vardı aramızda. Duymanın ve susmanın yazgısı... Güzün kendine söndüğü, yağmurun kendine yağdığı bir öksüz parkta en suçlu kelimeyi öğrenmiş ve ağlayabileceğin hiçbir satır kalmamıştı yaşadıklarından. Bilirdim; her şeyin bittiği vakit, gök bütün yağmurlarını çeker ve toprak o yoksul tohumlarıyla kalırdı. Bir sonsuzluk akardı geriye. Bir sonsuzluk metalik sesiyle oyalardı zamanı… Şimdi Hiçbir anısı olmayan fotoğrafların var cebimde Hiçbir şarkı seni söylemiyor Ve sana ilişkin bütün mısralar silindi Uyu ve adını düşle sevdanın kızı
30
SINIRSIZ SEVGİLER ama sen hayatı, aşkı ve şiiri ferman kılıp kır çiçekleriyle uçmalısın yârin koynuna Işığı yalıt ve sesimi konuş Aynalarda yoksul sevgiler barınıyor Gecedeki düşlerin sesini dinle Gece yarılarını benimle paylaş Biraz kendinden söz et bu vakit Hırçın kalemler gibi gözlerini bedenimde dolaştır Ağlayan ateşler senin dudakların olmalı Beni sabaha kadar yak… malısın Yeni bir düşüncem var, kimseye söylemeyeceğim Bu gece benimle kal. Sözünle. Kendini söyle bu sevinç vakti Işığını yak günün şafakta. Elini göğsüme yapıştır. Gözlerini söyle Bir şiir oku bana, yeni bir dünya ekleyelim yarattıklarımıza Unutulan bir şey vardı yaşamda. Hiç el değmemiş Konuşulmamış ve düşlenmemiş Gökyüzünden pürüzsüz yollar gibi bahçelere inen Güneşin sevgilisi unutulmuştu aramızda Sevgiliyi öpüyorum şimdi, sınırların ötesine uzanıyorum Sana bir sorum var: Neden hep sınırsızlığı özlüyorum Bir şiir oku bana. Kendini söyle Dudaklarına yakışan en güzel sözü Şarkılarını söyle. Sınırları birlikte aşalım Ölüm iz koymada kapımıza Yüzümden sevgimi alacaklar Seni yanımdan alıp cariye ilan edecekler Seni yanımdan çıplak alacaklar
31
Seni sevdiğimi kimseye söylemedim Sen benim sırrımsın Bilir miydin, hep bir şeyler yazardım sana Yokluğunu silerdim kendimce Sonunda gölgeleri aralayıp Bu gece benimle kal. Sevginle Sana bütün bildiklerimi söyleyeceğim
32
Kim duymuş Dost bağından huruç eyleyip Talan eyledim hayâ ummanını Kim buyurur Emir ve riya üzre yaşadığımı Ki malumatımdadır Hallâc’ın ve Pir’in müridi Yunus’un mürşidiyim. Yâr ki ulumdur Yücemdir, saygımdır. Ölüm ki güzeldir Uludur ve ben onun asasıyla aşarım yolları Onun gözleriyle görürüm kendimi Ve onun sesinde duyarım insanlık türküsünü Rivayet odur ki Ateşe ve suya yazdım şiirlerimi
33
AŞİRET VE OTOMOBİL 20-25 yaş şiirleri
Birinci Basım: Ayrım Yayınları, 1990 İkinci Basım: Yazı Kültürü Yayınları, 2012
34
İNSANLAR, SÖZCÜKLER
Söylediklerimin hiçbirine kanıt gösteremem
35
ÇÖMÇEGELİN I Yağmur durmadan dökülür saçaklardan efsaneye Gök, yıldızların kanlı gömleğini giyinir Ölüm meydana düşmüştür artık Yüreği oğul bir ana korkuyla kaldırır başını harman yerinden Su kabına döker gözlerini kınalı bir gelin/ Ölüm Meydana düşmüştür artık Bütün aşiretler kapatır penceresini Başlığı fazlasıyla ödenmiştir oysa kız çocuklarının Dağın, ırmağın bir de yağmurun yüzgörümlüğü verilmiştir Kapı aralığından sevmek kadar gelenektir bu Çayır çimene gözyaşı dökmek kadar insanca Göğün kanlı yanını unut Çömçegelin Sulara dön yüzünü/ Senin yüzün Çokça benzer çıkmaz sokaklarına doğunun Coğrafyası yitik eşkıya türkülerine benzer sesin Ellerin Öylesine eşsiz, öylesine kimselere benzersiz Okşayıverir tüfeği, alageyik hançeri Bir alacakaranlıkta Mayın tarlasından, tel örgülerden Kulelerden bu yanda her şey Acının hançeresinde büyüyen her şey Kavgaya hazırlanır kayalıklar ardında/ Göğün Kanlı yanını unut Çömçegelin/ Bırak Yağmur durmadan dökülsün saçaklardan efsaneye
36
II Karanlıkta akan bir ırmak bu… Dinle Sesim davudi bir ezandır, oturuşum oyalı başlık Hainliğin zekâtı çokça ucuzdur rakı sofralarında Üstelik/ ödeşme vaktidir: mermi patlar, dağ devrilir Ve devlet olanca sesiyle bağırır minarelerden Karanlıkta akan bir ırmak bu… Dinle Kimse barınamaz uzun zaman tenha yanında toprağın Kertenkele terk eder kuyruğunu, yılan ıslığını eskitir Ölüm ürpertmeye başlar kalbi, kan titreşir Siyasi bir geceye adını verir bu fırtınalar Karanlıkta akan bir ırmak bu… Dinle Kavgamız, hayatın en güzel armağanıdır bize Bunu sen iyi bilirsin/ hiç olmazsa çıkmaz sokaklardan bilirsin Beynimiz ağır–aksak bir haraçtır Ağır–aksak bir kavim, erişkin bir peygamber Karanlıkta akan bir ırmak bu… Dinle İnsanı ışıtacak bütün sözler bir rahlede kapanmıştır Bir bulutun ardındadır ay/ kar, rengini çoktan unutmuştur Nice sonra/ bir yol çıkıp gider tespihlerin şakırtısından Geç de olsa anlarsın: karanlıkta parlayan bir silah bu
37
III Ölüm, apoletler ve büyük törenlerle yaklaşıyor doğuya Katil bir tabancayla, namlunun korkutan çeliğiyle Yağlı kasaturalar ve büyük endüstri düşünceleriyle Yumuşak ve delikli yerlerinle cezalandırıldın Çömçe Kan soğudu yara kapandı eşkıyanın taziyesi de unutuldu belki Demiri işleyen ve dostu kucaklayan ellerinle cezalandırıldın Gurbete çıkmış türkülerinle ayaklarının altıyla dilini unutmuş ulusunla beyninle Çömçe Korkuyu ve direnişi barındıran safir beyninle Ölümün Büyük törenler ve apoletlerle yaklaştığını gördük doğuya Susku bir yanda duruyordu, çığlık öte yanda Zincir bir yandaydı, hançer bir yanda
38
Özgün’e ve bütün çocuklara MASALLAR I Bir masal sandığını açtım ve gözlerin döküldü içinden Şehrin ışıkları, sokakları ve yalnızlığı döküldü Gördüm, matarasına su dolduruyordu bir asker Utançla yüklenmişti büyük zaferleri Bir nehir şı rıl şı rıl Sızıyordu ateşe, bir kavgada bırakmıştım gençliğimi Yollara bildiğim bütün sesleri bağırdım Duydum Usulca vurulmuştu tanyeri, çığlık atmıştı eşkıya Kuşlar, dağlar ve ayrılık kana bulanmıştı
39
II Ayakları olmayan çocuklar nasıl yürür Gü Sana yazdığım bütün bu sözler Bir yangından nasıl kurtulur Ben Bir sesten doğrulup uzaklara bakarım: Sana bakarım Bir kırbaç alıp götürür karanfilin boynunu Toprağın ve rüzgârın kokusu kaybolup gider Herkes unutulabilir Güzin. Üzerine ağıtlar yaktığımız Sevgililer, babalarımız/ sonra tanrılar Tanrılar ölür. Övgü biter Seni sonsuz öperim, seni sevgiyle öperim
40
III Bir ışık neonlarında eriyip gider şehrin Rakı kadehlerini terk eder dudaklarım Bilirim Saçlarını tarayan güzel kızlar silinmiştir aynalardan Siren sesleri çoktan doldurmuştur caddeleri Ötede Ölümün darağacına sığındığı evleri görürüz Görürüz Bir su taşar gelir derinlerden Ellerimizi en yıkama zamanıdır bu, bilirim
41
bildiğim dillerde anlatamadıklarım için
SEŞAİ YAZITLARI
Seşai bir başlangıç olabilir Tarih atalım, Zeno gibi Bu, yeniden doğuştur Bu, sevgidir 01.01.1986
42
I SÜRTÜNME Böyle bırakıp gidiyorsun ya geceleri on dokuz yaşın hoyratlığına Züppe çocuk gibi sırıtıyor çıplak resimler En afili dumanlar bile kâr etmiyor Sen böyle bırakıp gitmeseydin geceyi on dokuz yaş hoyratlığına İnan, bu tüfek böyle gümbür gümbür patlamazdı Yemin olsun bu kadar ıslanmazdı bu yatak
43
II MESAJ Sana varılacak yolları unutmuş gibiyim Kendimi yitirmiş gibi İnsanların olduğu bahçelerden seslen bana Bahardan bir gelincik Çocuklardan bir gülüş Ve uzaklardan konuşmanın o güzel sesini Belki de senin en çok sevdiğin kendimi Getireceğim sana Elimdeki fenerler neredeyse sönecek İnsanların ve sevginin büyüdüğü yerlerden seslen bana
44
III YORUM Hayatımı anlatacak bir söz bulmalıyım Bir sır söylemeliyim Usul çiçeklerle saçları okşanan kadına Ömrün kaldıramayacağı yüktür aşklar Ölüm, ağıtlarla süsler kendini Övgüleri silmeliyim dilimden, küfre değmeliyim Kendi hançerimi kendi bedenimde deneyip Çürümüş bir anıdan artakalan bütün isimleri Bütün isimleri unutup söylemeliyim şiiri Bir deniz Tutup benim üstüme yemin etmeli Dönüp Yaşamayı yeniden anlatmalıyım kendime
45
IV TUTUKLU Yüreğimdeki boşlukları bulutlarla dolduruyorum Yazıya geçirmeli bunu Adımı yitirdim, adresim yok, sevgilim öldü Bir fahişeyle sabahın kapısına dayandım Söz dalgalandı: iki buçuk ay hapis, amenna Bir saltanat semahında giysisiz, üryan Veliler toplantısında efendice, rakıdan eser yok Hız göstergelerinden, söylenişi eskimiş meyhanelerden Sonra/ dolaşıp yattığımız yataklardan/ Şimdi Bir mısrayı gizleyip bir şehri unutmak istiyorum Yüreğimdeki boşluklara bulutlar yetmiyor Yazıya ‘acı çekmek’ diye geçirmeli bunu
46
V ZİFAF Söz en uğursuz gülüşüyle başlatır kasıtlı intiharları Kendi lehçesini küçümseyen göğün çehresine gülümseyen söz Kadınlar en kutsal yerleriyle tavaftadır yatağı Bir fallus yığını gelenekle baş başa Ellerini nereye gizlerse görünür İnsanlar ne kadar da büyür gereksiz yerleriyle diye düşünüp Gider–geri gelir, gider–geri gelir Dönüşten artakalan nedir Kimi ıslatır bu kanlı akışkanlık Böylece her kapıda bir gerdek ilanı asılıyken Sefil bir çığlıkla uyandırıp sevgiliyi Çok iyi bilinen bir bulvarın tarifini unutmuş görünerek Ve tekrarlayarak Düşün her dilde tekrarlayarak çiftleşmeyi Bir çocuk mevsimi yaratmalı tüyleri dolaşan su Faşist bir geleceğin ilk adımı atılmalı Söz en uğursuz gülüşüyle karşılar kasıtlı intiharları Kendi lehçesini küçümseyen göğün çehresine gülümseyen söz
47
VI NATÜRMORT Adımın efsanesi yokmuş/ en çok buna üzülüyorum Ödünç bir kelimeyle başlatıyorum geçmiş tarihleri Kanayan yerlerinde yaşıyorum hayatın… İstesem de Gözlüklü bir kızı sevmenin sonucuna katlanamam artık Karımın adı benimle başlıyor çünkü Çünkü takım bir giysim var, desenli boyunbağım Üstelik Bir memur maaşıyla her gün yeniden öğreniyorum kendimi Çevremdeki bütün varlıklar: bu gök, bu tanrı Dokunduğum bu kadın, elimdeki beyaz mendil Bir natürmortta biçimlenmiş gibi Yeni yüzüme alışamıyorum bir türlü Biraz kımıldasam birilerinin sınırına gireceğim Bütün bedenim tel örgülerle çevrili Bir örümceğin kitap arasında kalan peygamberliğinden ya da Hayatın bedelini ödeyerek sürdürebilirim dualarımı Ölüm açıklamalarında bulunsam Şafaklarımda yakalarlar sevgiliyi Ki bunu daha önce de denemiştim Mitralyözler kan kusarken mesela, desem inanmayacaksınız Oysa kim son öğrendiklerini benden önce unutmadı Ölecek olsam kimin yıldızı eksilir gökten Adımın efsanesi yokmuş/ buna üzülüyorum en çok
48
VII SÖYLENTİ Kıyıda bir tekne vardı, uzakta bir denizci feneri Hiçbir çocuk rüyasında görmemişti beni böyle diyordu balıkçılar Sözün, vakitlerin en erkenidir Rüzgârın soluduğunu, ırmağın taştığını duyarım orada Titreşen bir karanlıktır saçların, geceme dökülür Unutulmuş bir yörük öyküsünü Konar–göçer kabileleri ve seni Ve seni ansıyarak kıyaslarım göğsümü dağlarla Söylerim: Bulut ve yağmur sende yaratılmıştır Söylerim: Ateş ve su senin ellerinde zaman olur. Söylerim Kıyıda bir tekne vardı, uzakta bir denizci feneri Hiçbir çocuk rüyasında görmemişti beni senden öğrenmiştim bunu
49
VIII RASTLANTI Karanlığın rahminde büyüyen bir gölge sarkar sokağa Gece başlamıştır; yollar ıssız, şehir tenhadır Kadın, meltemlerin bilmediği bir büyüyle sokulur yatağa Sevgilisi uzaktadır; örtünür, yalnızlıkla ıslanır Garip bir sesle irkilir seccadeler, gece başlamıştır Nerden çıkıp gelirse gelir o şen çocuk Kırgınlıklar unutulur, ılık bir muştuyu esenler bakışları Her yıldız kendi uzaklığına akar Konuşur uslanır, konuşur canlanır, konuşur sevişir Konuştukça ardına dek açılır zamanın kapısı İnsanın sıcaklığıyla erimeye yüz tutar yer çekimi Tümüyle kısalır gösteriler, değil midir ey hayat Dost ve sevgiye bulanır bozkır gelinlikleri Ansızın bir söz yanıp söner neonlarda Yanıp söner, bir lambaya üfler Bir mumu söndürür, günah defterine bir şeyler ekler İnsanın en yetkin dili doğrular bunu Karanlığın rahminde büyüyen gölge ayrılır yataktan Gece başlamıştır; yollar ıssız, şehir tenhadır
50
IX ŞAİR Ölüm mutlaka sahiplenecektir çocuğu, çiçeği ve hüznü Vesika ekmeğine yaslanmış kadınlar gezinecektir sokaklarda Yokluğun ve sıkıntının yazgısıdır bu/ Şair Denize doğru yürü… Orada Suyun parçalanmış sesini Bir ananın çocukluk ağlayışını Ve acıyı örten unutuşu göreceksin. Geriye Dönerek, bir sonsuzluktan söz eder gibi Denize doğru yürü. Orada Sana aşkı sana insanı sana dünyayı Yeniden anlatacak olan, hiç eksilmeyen renkleri Güzelliğini bürünmüş çakıl taşını Ve dalgalarda büyüyen hoyrat düşü göreceksin/ Sonra Bulut, yağmur ve toprak diyerek Suyun altında Seşai Dili'nde balık Ve sevdanın güzelliğine yaraşır sözcük olarak Tıpkı Bir sonsuzluktan söz eder gibi Şiirin hançer olan ağzıyla Şairliğin şah sözünü söylemelisin: Mutsuzum Ölüm mutlaka sahiplenecektir çocuğu, çiçeği ve hüznü Nice sonra Dişi bir mısra gökyüzüne bağışlayacaktır utancını
51
X AYRILIK Yaşadığım şehre ilk defa yağmur yağdı bugün Bir ateşin renginde toprağın ışıdığını gördüm Delişmen bir korku sızıyordu zamanın usul sesinden Sevgilinin saçlarını ikiye böldü rüzgâr, anladım Bir düşteydim, şehre durmadan yağmur yağıyordu Bir bulutun gölgesine çiçekler ekiyorum şimdi senin için Köle doğmuş çocuklar için bu şiiri yazıyorum Dudaklarım bir özgürlük türküsüne değiyor Bir süvari yalnızlığıyla geçiyor karanlıktan Gözlerinden sisli bir ışık düşüyor pencereme Bir denize adını kazıdım dün Ölümü düşündüm: kuşları, balıkları, çiçekleri Kumsalda yürüdüm, yoksul dünyanın şarkılarını söyledim Dağların bir yanı kardı, nehirlerin bir yanı sel Hiç bitmeyecek bir yolculuğu sürdürdüm kalbinde Bahçeme çiçekler ekmeliyim senin için Kendi rengiyle menekşeler, beyaz karanfiller Bir vapur kıyıya yanaşmalı, seni taşımalı Bir mavna kokunu getirmeli, bir sandal çocukluğunu Uzakları sana varmak için yıkmalıyım
52
XI AĞIT Yüreğimden bir serçe sürüsü havalanıyor, bir güvercinin rengi Mutsuz bir çocuk mahalle bilgesine yorumlatıyor düşlerini Yıllar sonra ilk defa gördüm seni bugün, resimlerini ansıdım Bir volkan yüzyıllarca sonra yeniden ateşlemişti göğü Ağıtlara çok benzeyen bir türkü söylemek istiyordum kulaklarına Düşündüğüm sözler çıldırmış gibiydi tıpkı su gibi Akıp giden su gibi, bir palyaço ilk defa güldürüyordu kendini Göğsümü bir dağa açtım, saçlarım rüzgârla konuştu Azeri bir şairin hançerini taşıyordum koynumda Gözlerinin altını kırmızı kalemle çizdim, kan damladı yere Bir ölünün yüzüne uzun uzadıya baktım, kendime benzettim Bir su sesi durmadan akıp gidiyordu, düşündüğüm mısralar gibi Mutsuz çocuklar gibi mahalle bilgesine yorumlatıyorum düşlerimi Yüreğimden bir serçe sürüsü havalanıyor, bir güvercinin rengi Koşun, İpek’e haber verin, öldüğümü duysun, en iyi o anlar beni
53
SUÇLAR, İTİRAFLAR
Sen de herkesten birisin Arınç Dost ve Sevgili/ tanrı ve kul Tıpkı benim gibi ilençli Ve tıpkı __şima gibi güzel
54
SUÇ Sevgili Arınç’a, suçlarımın karşılığı olarak Bütün ışıkları söner sahnenin/ perişan bir silahla vuruluruz İnatçı bir şarkının ritmiyle başlar gece Düşün Bir Mx altında ölmüş de olabilirdik şimdi Ben hiç dokunmamış da olabilirdim suçlarıma Perişan bir silahla vuruluruz ışıkları sönünce sahnenin Gelip koparılır beynimizden erken bir matem tadı Sıkıntıları unuturuz. Dünyanın dört bir yanına dağılır Adı konulmamış çocuklar. Dağılır ve biz barınırız kentte Sudan bir rahlede okunur gökyüzü, aynalar tanışık gelir Ki mümkündür: kıyısından dönülür dirilişin Her şey/ geceyi aşabilecek her şey özetler kendini O zaman Seni anlatamadığım anlar olur Bir çiçek, bir koku, tanıdık bir söz Ama hiç bilinmeyecek olan. Belki de ozana direnen imge Susmanın yakınlaşması ve kendi örtüsüyle gizlenen gece O zaman Yeni bir yol başlar Bir ateş başına çivilenir yalnızlık Konuşmayı eritebiliriz sevişmenin oralarda Gelir, yanı başımızda büyür özgürlüğün bitmeyen yankısı Gelir, yanı başımızda büyür özgürlük Gelir, yanı başımızda büyür düşünürüz böylece Böylece sevmesini de öğreniriz Karanlığın tansığı sanılan herkes çürür Biz onları tanımayız/ gün sahiplenilir Kimse inkârına ulaşamaz kendinin düşünürüz böylece
55
Ve böylece yeni bir söz başlar Usuldan bir yağmurun sesinde Sen uyurken düşün bir Mx altında ya da sözde insana takılmışken beynin Düşün Bütün iksirini yitirmiş sevişmek Düşün, ellerimizi bir yerlere gizlesek Suç’un uzağına götürsek gözlerimizi Biri bana ismimle seslense, beni görseler Çok uzağa gitmesem İyi bir __şima eklense tarihe Sevgili bir dizeyle çoğalsa gökyüzü Düşün Birlikte duruversek bir an Polis kayıtlarına suç olarak geçer Zamanı gizlesek/ toprağın, suyun, ateşin isyanı başlar Kaçak bir söz kendi ağıtlarında bilenir Ölümü düşünmemizi istemez sevgililer, kuşlara inanırız Kuşlara inanmamız bir şeyi değiştirmez Adlarımız askıdadır Düşün En kötüsü birlikte yalnızlık Ne ölüm, ne hüzün, ne biten gün Paylaşamamak bir sözü bir insanla bir acıyı bir çığlıkla bir karanlığı bir korkuyla Düşün Birlikte duruversek bir an polis kayıtlarına suç olarak geçiyor Şimdi biri gelse Kimi sözleri unutmamı istese O zaman Küle dönüşür sesim/ acının gönderine iliştirilirim Unutmanı istiyorum, der biri
56
Bir başka aşk Ne demek? Ne demek sonsuzlanması ölümün Eğilsin tanrı, ellerime sarılsın, büyüsün bebek diyerek Dönüp bir sevgilinin ağu gözlerinden bir geceye Ve en tarih türküden toprağın tutuşmasına o zaman Daha birçok direniş, birçok Afrika Ve çokça dünya elimizde... Sonra/ gelişen bir Che portresi Unutmanı istiyoruz, der birileri Bir başka ölüm, bir başka aşk Ve tarihe iyi bir __şima Ne demek sonsuzlanması özgürlüğün diyerek Biter gece/ acı biter Sudan bir rahlede okunur gökyüzü/ suç başlar Uzanır gökyüzüne ellerime doldurmak isterim seni Bir vakit bulut, bir vakit kuş Sonra sınırsız mavilikler olurum Düşünürüm, bir yağmur kokunla gelir, ölebilirim sevinçten Saati senden bir önceye kurarım, telefonlara bakmam Gün gelir bütün şarkılar unutulur Böyle sıcak yaşanmaz sinemalar Düşünmek ve sevmek Bedenimizin savaşan dili olur zamanla Yasak kitaplar karışır suçlarıma Şeytanın sonsuz iğvasına uyarız belki de Bir kıyıda unutulur insan Adlarımıza rastlarız arşivlerde, gördüklerimizden utanırız Gecede barınan bütün kadınlar usanır yorgunluktan Boşalsak kurtulacağız, derim bu çağdan belki de bu yüzden Konuşsam Sonsuz bir suç işler gibiyim, tutuklanacak gibiyim her an Şairleri sevmeyecek kadar büyüdüğümü sanıyorum/ Şimdi Kötü sokaklara çekiyor ruhum beni Ellerime ölü çocuklar bulanıyor
57
Ellerimden utanabilirim Beynimi unutacak kadar büyümesem Ellerimi unutabilirim, beynimi bedenimden düşünmesem Yükselir insan, kentler üşür, su basar her yanı Kendi karanlığına ulaşır inanış Kendini arar ve sonsuz büyür, ölebilir insana İnsanın kendine dönüşü olur tanrı, ateşin suya ikamesi Günlük acılar yaratmaya çalışıyorum kendime bu yüzden Gözlerimi sınırsız bir ateşte düşünüyorum Fotoğraflarımı yırtmışlardı bir zaman Bildiklerim isyana dönüşmüştü Kadınlar aldatılmış intiharlarımdı benim Yeni fotoğraflarım var artık Dostlarım afili duruşuyla tanıyor yüzümü Suskuyu gülmeye eş tuttuğumu biliyorlar Sonra/ acıyı bir sözlük kabul ettiğimi/ şimdi Yeşeren çiçek, uçan kuş, yüzen balık Ve büyük harflerle adını yazabilmek çok öte şiirlerimden Bütün matemlerin kadim sığıntısı sayıyorum kendimi Bütün matemlerin kadim sığıntısı sayılıyor yüreğim Bilirsin Sevgili Arınç Özel ayetlerle sevdik birbirimizi/ günah gittikçe büyüdü Toplayıp dağıttığımız rüzgârlar unutuldu, denizler unutuldu Toprak ile makine arasına sıkışmıştık Yalnızlığın yörüngesinde büyümeyi öğreniyorduk Uzanıp gökyüzüne ellerime doldurmak istedim seni bu yüzden Bütün ayetler suç’a dönüşürdü ve sen kendi cennetine dönerdin İnsan kırıntılarına rastlardım yanı başında İskelelerde koştururdum, otobüsleri beklerdim Eski bir sevgiliyi görsem seni bulamadığım anlaşılırdı Gün gelir bütün şarkıları unuturdum Günah gittikçe büyürdü diyerek Gün bir daha bitti Sevgili Arınç Uyumak istediğimizde ölebilirdik
58
Mektuplarımızı okuyorlar kuşkusuz Konuştuklarımız dinleniyor Bozkırlardan çok uzaklaştık/ neonlarda eriyip gidiyoruz Sıkıntı içinde kaldı bütün kentler Kan tüküren sokaklar tanıdık Acı çekmeyi kimileyin kendimiz istemiştik Unutulmuş medreseler gibi dedikçe Duvarlara verdim adımı, önceden adanmış şiirler yazdım Bir kadın çığlığı karıştı konuşmama Sonra bir çocuk ağladı Benden saati sordular Ben saatin üç olduğunun hesabını sordum Bir vardiya dönüşünde siren sesleriyle irkildik Yalınayak koştuk bulvarlarda Gün geldi bütün şarkılar unutuldu Öyle sıcak yaşanmadı sinemalar Biter gece/ acı biter diyerek Sudan bir rahlede okunur gökyüzü/ suç başlar Şimdi beni daha iyi anlayacaksın Sevgili Arınç Anlayacaksın/ gecikmiş bir şiir bu: bütün yağmurlar gibi Üzerine bir şehzade ordusunun yürüdüğü gözlerim gibi Biten bir günün azıkları vardı heybemde Sonra günahın övgüsü Sonra bir aşiret töresi ve bir otomobil sesi Sonra bir katliamın acıklı savunması, başlayan gece gibi Ve bütün bunlar unutulmuş insanlara benziyordu Tanrıya bin şükür... Suç’un kıyısında yaşıyoruz Adım atsak günah sayılacak Bir karanfil taksam yakama Sesim daha etkili olacak kuşkusuz Sokağa çıksam yolumu kesecekler
59
Otellerden geri çevrileceğim Gözlüklü bir kızın fotoğrafını bulacaklar cebimde Tanrıya bin şükür Elimi kalbimden çekiversem bir an Öleceğimi biliyorum Sevgili Arınç İnsan elini kalbinden çekiverse Hepimiz öleceğiz kuşkusuz Biliyorum/ bütün ışıkları sönecek sahnenin Düşman görünecek ufukta Kimse adlandırmayacak sevgilinin gözlerindeki hüznü Boğulacağız Biliyorum/ sahipsiz bir utancın derinliğinde Gerekli bir katliamdan söz edecekler/ yağmurda sevişir gibi Tanıdık bir Moğol istilası yeniden başlayacak Yüreğimin gergefinde __şima renklerini yakalayacaklar Bilirsin Sevgili Arınç Yaşlanan ne varsa sevgiyi tanımadığı içindir Var olanın yanı başında yeşermediği içindir Bilirsin/ isteselerdi Ayak izlerimi silebilirlerdi yollardan Omuz vurmasalar dönüp kimseye bakmazdım Yeryüzü bir hatalar toplamıydı çünkü/ sen tanığımsın Sokaktaki çocuk misketlerini yitirirdi bu yüzden Yataktaki kadın bu yüzden buğulanırdı Sen tanığımsın/ kendime de hesap vermek zorundayım Biliyorsun Annem ağlıyordur şimdi
60
MÜLKİYET I Kimseye emanet edemiyoruz kendimizi Hangi evde oturmaya kalksak atılan taşlarla kırılıyor camlarımız Savaşalım diye cesaret şırıngalanıyor damarlarımıza Düzenli bir asker yürüyüşünü başlatıyor Yanıtlayamadığım her soru Dönüp küfrediyorum elektrik veriyorum gözlerime kendime de inanmıyorum Belki/ anımsanan bir çiçek kokusu Belki bir sözün güzel hatırası Bir daha görülmesi kuşkulu insanlar Görücüye çıkmış bir kız Belki de her şey/ bu aldanışı değiştirecek bütün sofistler Bağışla; suyun akışındayım, geç kaldım Doğum sancıları başlıyor işte. Eğer kız olursa Töre diyorum Erkekse Reşat Öğe... Sen de böyle isterdin Ben öyle duymuştum Hatta kulaklarıma inanamamıştım İlk ‘seviyorum’ dediğimde Denizi ilk gördüğümde sana çok yaklaştığımı anlamıştım Yüzünü ilkin gökyüzü sanıyordum Yemin olsun Vahiylerim eskidi ruhum güçsüz kendime dokunduğumda ürperiyorum Adalılar kendi türkülerini seslendirecek sanırım umarım öyle olur Umarım isimlerini çok değiştirmezler şehirlerin evler aynı semtlerde barınır Dönüşümde kimilerini bulmak istiyorum sana telefon edebilirim Yokuştan inerken sol tarafta bir ev, unutmadım bir de balkonu var
61
Şimdi bir bir hatırladığım, şimdi bir hücrede yalnız yaşadığım İnsanlar umarım çok değişmez, resimler hiç büyümez Yeryüzünün ilk sözüyle süslenir vakitlerimiz Sen de böyle isterdin ölüme yaklaştıkça derdin Bir deli gömleği gibi asıyorum kendimi duvarlara Bedenimi bir sevgili mısrasıyla dağlıyorum durmadan Bakire orospular barınıyor her yanda kötülere hazırlıklıyım Babamın vurulduğunu söylüyorlar dökülen nar tanesi gözlerim Yeryüzü ağıt Serseri bir çığlık dolaştırıyorum dilimde Yeryüzü ağıt yeryüzü ağıt yeryüzü ağıt Doğunun son tanrısı da ölüyor böylece Denizlerden artakalan bir matem yayılıyor bedenime Avlulu evlerden eski bir mısra hatırlıyorum Bir şadırvanda su değiyor yüzüme Biliyorum Sigorta primini ödeyemezsem hastanelerden ilişkimi kesecekler İhtiyar heyetinden karar çıkacak daha çok vergilendirilmem için Gözlerim ve ruhum istimlak sahasında/ biliyorum Kimi sözler için çok erken, konuşmak çocukluk olacak Sahiplendiğim bütün masalları sokağa dökeceğim sevdiklerim dâhil Talan edilecek iskeleler umarım öyle olur denizler paylaşılacak Hicri takvimlerde gün ayrılacak ölümüm için buna inan
62
II Yaşadığın her sevginin bir küçülme olduğunu anladın Usul büyüdü İren başkasıyla yatıyor Sevgili Arınç’tan haber yok Çiçeklerin yeşermesi, suyun hüznü, bir kudümün uzak sesi Anlamını bilmediğin bir mektubun elçiliği Senden öte bir zaman şarkılar söyle kendine inan Senden öte bir zaman şarkılar söyle kendine inan Söylediklerinin hiçbirine kanıt göstermek zorunda değilsin Senden olmayan her şey dosyandan çıkartılmalı Bir ihtiyaç bütün bunlar, biliyorsun: düşünmek ve inanmak Gecenin bir yerinde sefer hazırlıklarının başlaması Bir kızın vakti gelince beyaz bir giysiyi özlemesi Vitrinlerde sergilenen sünnetli çocuk artıkları Mezara secdeyle hazırlanan bir büyükbaba Bir ihtiyaç bütün bunlar, biliyorsun: İren başkasıyla yatıyor İstesen de yerinden oynamıyor sokaklar bunu yeni öğrendin insanlar değişiyor ama Şiir olmayan her şey geri dönüyor Kayıtlı olduğun dernekler kayyumların emrinde Günah çıkartmalısın, her şeyi unutup günah çıkartmalısın Bütün tanrılar bunu istiyor: inan ve kıbleye dön Taksitle alış-veriş yap, mutlaka bir işin olsun Buna inan: şiir olmayan her şey terk ediyor seni Yaşadığın hiçbir sevgiye tanık bulamayınca Kırılmış bir aynaya benziyor gözlerin Tabutunu taşıyan üç kişiden ikisi geri dönüyor, biri seninle Bunu biliyorsun Söylediklerinin hiçbirine kanıt göstermek zorunda değilsin sana yürekten inanıyorum
63
III Dün gece büyük bir ateş yaktım düşümde Şehir tümüyle yandı, İskenderiye’de kül, yangın ihbarları Yıllarca bir tasta özenle biriktirdiğim gözyaşlarım buharlaştı Söylediklerime kalem kırdılar/ sanırım İhanet içindeyim/ biliyorum İntiharla başlatıyorum adımın ilk harfini Nicedir kurtulamadığım bir tuzakta yuvalanıyorum Oylamalara katılmam hiçbir şeyi değiştirmeyecek Geçeceğim yollara barikat kuruyorlar Çocuklara piyade tüfeği dağıtılıyor beni vurmaları için Odamın duvarına bir aşk şarkısı astım uyandığımda Sevgilimin resmini bir çerçeveye yerleştirdim Aynada gözlerimi inceledim, çıkık elmacık kemikleri/ sonra Avurtlarım çökmüş, dişlerimde çürükler, aykırı bir bıyık Yaşadığım yılların topografyası bir yüz İhanet içindeyim/ biliyorum İntihar sözünü ekliyorum adımın olduğu her yere Üzerime tapulu bir hücrede her şey yeniden başlıyor işte Bütün evler suskunlaşıyor: bir ölüm feryadı sonra Bir yolcunun buruk el sallayışı Profilini suya saplayan mavnanın sesi Haremde kendinden gizlenen halayık Hayatın bir çiçekte, bir şiirde, bir anıda ışıması Bir yolcunun buruk el sallayışı Bütün evler suskunlaşıyor: bir doğum çığlığı ardından Üzerime tapulu bir hücrede her şey yeniden başlıyor Kimsenin bilmediği bir “veda” sözcüğünü ekliyorum Adımın olduğu her yere
64
HAREMDEKİ KADINLAR 25-30 yaş şiirleri
Birinci Basım: Toplumsal Araştırmalar Vakfı Yayınları, 1994 İkinci Basım: Yazı Kültürü, 2012
65
yenilgiyi tanÄąyanlara
66
acıya yardımcı olsun diye
67
ATEÅž
68
I MİHRİCAN Dağların ardındayım, unutulmuş dağların ardındayım Döndüm Aynalara yazdım adımı, kapanmış kapılara yazdım Büyük yersarsıntıları Şimşekler, uzaklar ve gürültülü bekleyişlerle yazdım Her şey benimle beraber düşebilirdi yere Bir semazen Yığılıp kalırdı mihrabın önünde Islak kalbim, iç çekişlerim, yitik bir ses Nargileden ve tütsüden sıyrılıp gelen koku Daha da aşağı düşebilirdi elimdeki karanfil Düşebilirdi Toprağa, siyah bir taşa, bir serinliğe Ben onları söz girmez ülkemden toplayıp Susardım, kendi haremimdeki her şey susardı Ben O yarım hükümdar Çeyrek şehzade ve acemi kapıkulu olan kalbimi Nereye saklayabilirdim ki sultanım Sizin kalkık, sivri ve keskin yerleriniz Benim kupkuru uçurumlarımda kaybolmaya çalışırken Kendimi nereye saklayabilirdim Yaysız ok, kınsız hançer ve kansız kardeş boynu Sultanım/ bilirim, haremdeki her kadın için Ölüm Yatak odasından başlayıp cellat ipinde bitecektir Elbette fermanı beliniz vermiştir Ve elbette söz dönüşsüzdür/ ama ben Acılar çektim O güzelim yerlerimle dayanılmaz acılar çektim Ve şafağın beklenen haberi ulaştı gözlerimin önüne Bütün ordularımla çekilmeye başladım dağların ardına Unutulmuş dağların ardına
69
II VEDA Bugün gidiyoruz ama yine döneceğiz Ah konuşkan Çerkez kızım Kim kırdı senin o güzelim, o serin boynunu Ölüm, bir sonbahardır Bir bekleyiş, bir yaprak düşüşü ve kıskanç bir dokunuş Durup dururken/ hiç hesapta yokken Bir şah Kıbleyi şaşırır Secde yarab Secde, Veysel Karani Analar aşkına, ses ve koku aşkına Ellerimi yitirdim, secde Ah yaramaz çocuk Kim kırdı senin o güzelim, o serin boynunu Kim buyurdu fermanı, ipi kim sıktı o beyaz tende Sıyrıl haydi Haydi söyle: en son ne düşündün ölümün eşiğinde Nasıl titreşti dudakların Yüzünün rengi, saldığın koku, dokunduğun nesne Kim geri getirebilir şimdi seni bu geniş avluya Kim söyletebilir o hüseyniyi Ah, yaralı bala Bir sessizlik düştü avluya, yalnızlık büyüdü, gün ışıdı Bir dükkân er vakit açtı kepenklerini Söz kapandı, peçe hazır, ten ıslak, bakışlar buğulu Neyleyelim, yolculuk Neyleyelim; gün, toprakla başlayıp suyla bitecek Ah, dikeni yalnız kendini kanatan çiçek Söyle: Bir dostla nasıl vedalaşılır ölümün eşiğinde İnsan hangi elini uzatır önce Ve ilkin ne hatırlatır gideni
70
Ayrılık hangi dilde kolay söylenir Artık kim iyileştirebilir Yarısını yağlı urganın alıp götürdüğü bu kalbi Kim ödeyebilir bunca kan olan insanlık tarihinin bedelini Ve nasıl uğurlayabilir bir ölüyü bir harem su dökmeden Nasıl yasaklanabilir gözyaşları. Söyle Bugün gidiyoruz ama yine döneceğiz
71
III HÜSEYNİ Ben, kanlı parmaklarımla oymaya çalışıyorum bu sonsuz şarkıyı İşte boynum: yağmur öncesi, yağmur ortası, yağmur sonrası Yağmur: İlk defa ve ilk defa bu kadar hazırlıksız bir yeryüzü Bunca susku, bunca bekleyiş, bunca ayrılık, bunca kan: Hüseyni Tenden sızan çürümüş et kokusu ürkütüyor insanı Bir çöl sıcağı kaçıyor kendinden, bir ölüm bayrağı Toprağa iliştirilmiş karanfil, dev bir cesaret Karşı çıktıkça büyüyen direnç... İşte boynum: Hüseyni Yıkılsın şu dağ, uçurum içre yuvarlansın şu kahredesi söz Kızgın demir dağlasın teni, kurtuluş göktedir. Yıkılsın şu zindan Ben bu sonsuz şarkıyı tek başıma söylemek istemiyorum Söylemek istemiyorum: İşte boynum, kıpkızıl gülen bir hüseyni
72
IV HESAPLAŞMA Yaşamın onca güzel yanı varken Yaşamın onca sevgili Bize, şarkılara ve dağlara yazık Cehennem, kelimelerin altındadır Çiçeğin boynunu kıranın boynu kırılacaktır Söz bu denli çaresiz, bu denli sürgün Ve hep böyleyse bu gidiş Küfür Küfür: çalınan davul, okunan ferman Ve fısıltılarla ulaşan kara haber Ve durmadan kaynatılan su Boynumuzadır Son sözü söyledik, katlimiz vaciptir Geç öğrendik ama iyi öğrendik hünkârım Meğer urganla da ölçülebilirmiş insan boynu
73
V MAZLUM Ölüm hangi sokaklarda dolaşıyor Kolu kanadı kırık olan kim Yüreğimle mühürlüyorum Ulaşmasını istemediğim mektupları İkiyüzlülüğümün bir yarısını usturayla parçalıyorum Suratıma vuruyorum Acıyı tanıyan her yerime vuruyorum En son dilime, en son parmaklarıma En son kendi beyazlığında boğulmuş efsaneme Kan, diyorum Kanla yıkanmış bir avlunun serinliği kaçırıyor beni Kaçmıyorum. Terk ediyorum, terk ediyorum Bütün bunları adımın yanına yazıyorum İlk defa büyük çığlıklarla yazıyorum Artık büyüdüm, biliyorum Ölüm, kendi sokaklarımda dolaşıyor Kolu kanadı kırık olan benim
74
VI CAN Kalbin mezarı nerdedir Beden yatak odalarında çürütülürken Nedir bu karşılıksız sorular Neyi incitir bu söz, kime dokunur bu el Dosta nasıl saplanır bu hançer Bekle Seni uzaklara çağıran şarkılara aldanma Böyle kırıldıkça bir isyanın belkemiği Koş, geriye getir yitirdiklerini, hayat utansın Yetmeyen ne varsa onun için yaşa Seni eksilten ne varsa onun için Anla Dağ ayakta durdukça Seni saklayacak bir taş parçası bulunur Anla Ten, yatak odalarında çürütüldükçe Kalbin mezarı, kalbin kendisindedir
75
VII AKIŞ Gel Gün görmemiş otların toprağı bu et Avucunda ateş alsın Dudaklarında erisin, dişlerinde çürüsün Şeytan suyu beslensin durmadan Islak yerlerimden almalıyım ellerimi Kollarım bitti, parmaklarım ölesiye yorgun Su, yüksekten dökülür; renk kördür Bilinir, bir sevgi bir başka sevgiyle ıslanır ancak Bir yokluk yolları avuttukça Saç yağlanır, demir parlatılır, çelik dost tutulur Yürek olduğu yerde bırakılır ama Ama bilinir Bir şehir, bir sevgiliyle anıldıkça/ bir sevgiliyle ancak Kar yağar, bulut ıslanır, toprak şişer Bilinir Hiçbir yer anlatmaya yetmez sevgiliyi tek başına Esvap günahlı kalır bir tek Sütten kesilmedikçe göğüs Islak yerlerden alınmıştır el Kollar pişmandır, parmaklar ihanet
76
SU
77
VIII NEFES Yaralı gönüllerle oynaşma ay ışığı O Bütün gözleriyle dünyayı ağlıyor şimdi Sesini kör kuyulara atıyor Yüzü büyük zamanlara dağılıyor rüzgârda Eskiyen Biten Hiçbir günü yanına almadan başlamak istiyor sonraya Ölümün türküsü başlamışsa Yaralı gönülleri bırak ay ışığı Bırak Bu ırmak Son şarkısını söylesin yatağında tek başına kurumadan Söylesin, usul söylesin, söylesin Avuçlarımda ıslanmıyor hiçbir yağmur
78
IX FERMAN Yağmur yağdı, yağmur yağdı Kimse dokunamadı bu ıslaklığa. Yalnız Terkisinde düş taşıyan bir adam Sırf zedelenmesin diye toprak Bu toprak Ah, elbet mutlu olacak bu yürek Dağ ayakta durdukça Korkma, kendinden başka suçlu yok Yürü Küçük adımlarla Sevgili Eşkıya Yağmur yağdı, yağmur yağdı Çocuk Dağın kalbi nerede atarsa biz oradayız Namlu ucu, ip ağzı, kelle koltukta kılıç önü Secde durmuşuz Mademki ölüm biçilmiş boynumuza Gülümüz düşsün elimizden: söz, bizimdir Hayr ve şer bizimdir. Nice ki ferman bizedir Hayat bizledir Çocuğum Senin gözlerin mavi koktukça Ben elbette bu yollarda büyüyeceğim Elbette yenileceğim Yenildikçe bir yerlerinden kanayacak bu şehir
79
X KAN Sözü bitir ne olur Kınsız bir hançer nasıl dönüşsüzse Öylesine acı veriyor söz. Ve ten ince ve kılıç keskin Üstünden atamadıkça bu hayatı cehennem büyüyor Bir veda Nasıl süslerse süslesin kendini görkemli gözyaşlarıyla Nasıl yakışırsa yakışsın bir ölüm bir insana Biliyorum, dudaklarım kaldıramayacak bu yükü Af dilemek için çok geç, ne olur sus, söz bitti Beyni kanamaya yakın bir anne Zaten ne anlatabilirdi ki çocuğuna Kitaba gömülü bakışlarıyla Günden güne eskitilen bu yeryüzü, bu toprak Hangi havayla soluklanırdı Hangi ateş yakardı onu ve su Çeliğe nerede ihanet ederdi Hangi renk nutkunu keserdi Hangi renk uykularında boğardı seni Hangi renk haince yaklaşırdı yasına Kor ateş. Al götür kendini Al götür dağların ardına Kurtul gayrı bütün bir dünya olan sıkıntılarından Kendimi tam da böyle özlüyorum Üstümden atamadıkça bu hayatı
80
XI İNTİHAR kimse kendini öldürmesin diye Ölüler niçin burada değil Çocuk Beni bağışla Durgun su şeytan büyütür Suskun göz ağlar. Kan, akıtmak içindir. Islak bir utanış Ve insana en yakın merhaba: gözyaşı. Durdur kanı Her kelime ayrı cehennem kapısı Anlatılmaz bir yenilgi. Onarılmaz cam kırığı Bir parıldayış karanlıkta. İsteksiz bir geri dönüş Unutma Sen, kendini hiçbir dilde anlatamazdın zaten Çocuk Beni bağışla ve anla Ölüler rüzgârda, bunu bil
81
XII MEYDAN Hayatın içindedir insan, fahişe olanın koynunda Kirli çarşaflara sarılmış uykuda Köşe başlarında arkadan hançerlenişlerde Seslerden kıl payı kurtulmuş korkuda İstila edilmiş çöplüklerde, yarısı hep gölge ay ışığında Aldanışlarda, gecenin kör vakti ıssız yürüyüşlerde Pişmanlıklarda Söyle: bir söz nasıl anlatılabilir bir başka sözle Bir insan, nasıl özetlenebilir bir başkasıyla Kendinden başkası nasıl olabilir insan Sokak, elbette tek çaresi olacaktır soruların Elbette Hayatın içindedir insan, hayatın içinde olacaktır gelecek
82
XIII ALAZ Kan kokuyor saray, kan akıtıyor ferman Yıka gayrı bu gömleği ya habibullah Dileğimdir: Fetva, şarabın rengini örtsün Gözde, mangaldan ateş payını alsın Kes şu narı, saçılsın taneler Silinsin hançer; ihanet et, ihanet et Karşılığın rahimdir Karşılığın kardeş boynuyla ödenir elbet Sultanım Yangın başladı Su dökelim, su dökelim artık şu ateşin üstüne
83
XIV EZAN Kimdir bu, cesaret savurur sokaklara Kimdir bu, cesaret savurur sokaklara Mescit, minber, kıble ve dam altı Şefaat ya Resul Allah, kimdir bu Cesaret savurmakta sokaklara Allahu ekber, Allahu ekber Elbet dönüş vardır, döner İnsan Elini koynuna koyduktan sonra Elbet kullanacağı bir silah bulur Eğer yürek keserse damarı Eğer yürek kesmezse damarı Allahu ekber, Allahu ekber Kim bu cesareti savurdu sokaklara Kim bu sokakları ihanetle yıkadı
84
TOPRAK
85
XV ANI Sürdüm kendimi, eskidim, eskidikçe anladım Bir yanılgıyım Bu kahrolası yerde kendimden başkasına dokunamadıkça Dokunamadıkça bir ulusun özgürlük olan dipçiğine Fermanımdır Kapansın kafes, kapansın yüzgörümlüğü Kapansın kendine insan Fermanımdır: diken, gülü kanatmak içindir Kapansın Çerkez esiri Bu oyun Unutmak istedikçe içini kaplayan bu rezil katliam Sezgi, ölümcül bir tat, bir eli-kolu bağlılık, sürgün Elbette bir yanılgıydım Sürdüm kendimi, sürüldükçe eskidiğimi anladım
86
XVI MUCİZE Korku Bitmez bir uçurummuş Korku Gölgenin bir adım önünde koşmakmış Ölürüm bir seher vakti Gün, kızıl atar doğudan Başım kıbleye düşer, yüzüm sararır Ve gözbebeklerim büyür Can ayrılır tenden, en büyük servet tenimdir Bereketli tarlalarım sulanır haremde Yediveren gül biter, salkımsöğüt gölgelenir Ve akarsu değiştirir yolunu Yol gurbetedir, yol çatallanır Fincan çatlar Korku Bitmez bir uçurummuş Korku Gölgenin bir adım önünde koşmakmış hep
87
XVII SÖZ Bozuk lehçemle de olsa konuşmalıyım. Yüreğime Kendimden gayrı engel bulunmadıkça Sevebilirim elbet; üzülebilirim Ayaklarımın altındaki o iğrenç iktidar Ve parmaklarımdaki o güzel su sesi ile Dayanabilirim bu infaza. Nice ki kendimleyim Nice ki tek dayanağım sonrasızlık, nice ki aşk Ah aşk O usul aldanış Gökyüzüne pamuk ipliğiyle bağlı Süzülen büyük üzüntü; o uysallık, o asla bir daha olmazlık Seni yeryüzüne yakın Seni sonbahar, seni güç/ tıpkı bir isyan Tıpkı bir ölüm Onurlu ve kısa Kısa ve kendini asla yitirmeyen bir söz Söz Bozuk lehçemle de olsa konuşacağım
88
XVIII AVLU İsyan dağlıdır, susuş buralı Bırak hadım eğlendirsin sarayı. Cüce boyun büksün Bırak düştüğü yerde çürüsün rakkase Açılmasa ne olur ki şu çeyiz sandığı Görücü olmasa kapında ne eksilir güzellikten Ölüm, seni nasıl unutabilir, kimse Tek bir/ kimse/ bir kimse söz söyleyemezken sözüne Ah, sen nasıl da ağlardın kızıl bir çiçeğe yaslanıp içli içli Sen, söylerdin: Usul sesle söylenen yalanlar inandırır Beş paraya cariye, üçe iyi oğlan çocuğu alınır Sen, söylerdin Söz, kendini sevdikçe ürperme mevsimi başlar Dönektir söz, kendini sever: anlarsın, mevsim Hayır, mezar Orada/ bir tek/ mezarıma sahibim Sen söylerdin Zulüm, eskiden de şehirliydi; isyan, her daim dağlı
89
XIX İSKÂN Su içtim, kardeş kapısı taşladım, kırıldım Yol şahidimdir, uzak topraklara hapsedildim Sahra, kervan ve devlet Ve yakışıklı ayakların başlattığı yürüyüş Yol ayrımları, gizli bir bekleyiş Özlemi hiç bitmeyecek bir sıla Göğü ıslatan gözyaşı Bir sultan esvabı, şeffaf bir sultaniye Sabır ve korku Bakışlarla bir türlü bitmeyen yol Ürküten bir rüzgâr, ihanet ve sürgün Kıraç topraklar ve elbet iktidar Kıyıcıdır Su içtim, kardeş kapısı taşladım. Kırıldım Yol şahittir, uzak topraklara hapsedildim
90
XX KIYAM Bir Gürcü, bir Çerkez, bir Kürt Korkutulmuş bir Viyana, gasp edilmiş bir Arnavutluk Sonra bir Rum, sonra bir adalı Ah, eziyet
91
XXI MAKTEL Bahtı reş, bahtı reş Kan yerde kalıyor Yaradılmış her nefesin rızkı Bu toprakta, bu suda, bu göktedir İnsan, insanı kucaklamak içindir Kurt, kurdun yolunu kesmek için Su Hüseynî yenilgiler tarihi Söz Sen ey insan Yenilgi bunca namusluyken Elin nice ki namlu ve tetik uzağıdır Nice ki ölümle avutulmuştur varlık Sen, insan Kendini ancak kendinle kazanabilirsin Sen, ey insan Ateşten sakın, korkudan uzak dur Hayatın hesabını öde, suçu sahiplen Bil: Dağın bir yanı buzsa, bir yanı alevdir Yolun bir ucu ayrılıksa, bir ucu kavuşmadır İnsanın bir yüzü dostsa, bir yüzü haindir Sen, bütün bunları bil: Uzak, kendincedir Badem göz, sütbeyaz ten, Gülbahar Gülbeyaz, Nazperver, Dilrübâ Cariye esir pazarını şenlendirmek içindir Pirinç musluklar Geniş ve derin kurnaları kanla doldurmak için Çöl, iğdiş edilmiş erkeğin acısını dindirmek içindir
92
Bil, gözünün önünden cellat ipini eksiltmezler İp, bekleyişi bitirmek içindir Ayrı sofralarda ayrı yemekler yedik Sini devrildi, sevişme yarım kaldı Bir çift firuze, otuz kırat pırlanta Neyimiz kaldı tutunacak kendimizden gayrı Neyleyelim kendimizden gayrı tutunacak dalımız yoksa Ayrı sofralarda ayrı yemekler yedik Dökülmüş incileri toplamaya geç kaldık Tahta bulaşmış kanı silmeye Boynumuzu sıkan ilmeği çözmeye Hançeri kınından çıkarmaya geç kaldık Anlam gizledi kendini. Sen, böyle Hüznü bir direnç sayıp yürüdükçe Önce gözlerini sakladın alnına Tenini sevgiliyle yıkadın Yenildin, geciktin Bedeli acıyla ödenecek elbette bunların Ödenecek borç Geciktim, borcumdur. Ve bir ses Ah, vuruldum Düştüm oracıkta. Katil sustu, can uçtu Kim bilir hangi taş, hangi su, hangi kan Örtecekti bu destan ölüsünü Kim bilir hangi dağ ezilecekti bu acının altında Ve bitebilir hangi gün şahit sayılacaktı Bütün bunları bildim Bahtı reş, bahtı reş Kan yerde kurumasın diye büyüyor bir tarih dağların ardında Unutulmuş dağların ardında
93
HAVA
94
ÜLKE Gün ışımaya başladı Sokakları temizlediler ilkin, kandan eser yok Çarşı esnafının eli kulağında Gözler, güzelim çocuk uykusu Gözler, ne olur anne biraz daha Gün ışıyacak Gün ışımaya başladı, sularda kardeş ölüleri Havada, gecede her ne olmuşsa kokusu Zindanlarda kahramanlar Geride, ah o asi beyaz ülke Güzelim rüzgâr, bereketli sığınak Gün ışıyacak Unutulmayacak kan olan tarih Unutulmayacak katil olan devlet Biraz Ermeni, biraz Şii, biraz kırk bin boyun Ama tümüyle ganimet ölü uluslar Unutulmayacak Tarih, biraz da böyle öğretti kendini çünkü Kahraman çocuklar doğarken analar büyük ölür İnsan unutmayacak bunu, insan unutmayacak Gün ışıyacak Usul bir güz serinliğinde yitirilen şehirler kalacak akıllarda Okşanması yarım kalmış sevgili tenleri Anısı, kendisinden daha yakıcı ateşler Senin, ey sevgili, senin olan sevdalı her söz Dağılacak elbette kuytuluk vakti Gün ışıyacak Gün ışımaya başladı, sokakları temizlediler belki Ev içinde çocuklar, kepenk önünde esnaf
95
SIĞINAK Ah Mihrican Ben nasıl da aldandım sokakların tarifinde Duy Ve say ki, bir sonsuzluk ülkesi keçeyi uslandırmaktadır Say ki kollar dizdedir Asi çaprazlı boyun af dilemeyi reddetmiştir Say ki bunlara rağmen çoğalacaktık, say ki ölecektik İstesek Sevgili Usul Elbette çoğalabiliriz kendi ülkelerimizde Kapat kelimeleri Sevgili Usul. Dışarıda kalana kulak verme Ağıtlar insana değil, ölümün kendisinedir Acıya ve aldanışadır Say ki, yeryüzünün ergin olan sırrını söylemek istiyordum Pırıl pırıl bir gecede kavgadayken gökyüzü Sanki yüreğim buza yatırılmış Say ki soğuk ve say ki üşüyordum Ve say ki doğulu bir çığlık kaplarken boşluğu Biz de ıslık çalmıştık Say ki mezarlık kokusu kefenlemişti bizi Parmaklarımız bir güzel dokunmuştu taşlardaki harflere Kendi adını gör, kendi adını oku, kendi adını okşa Devlet el çeksin yaramızdan, kanayan yerlerini kendin sar Ah Mihrican Biz, kanı ilkin kendi boynumuz kesilince gördük Zulmü kapımızın önünde bulduk Eziyet, zaten duruyordu eşikte Doğu Sevgili Usul, doğunun insanı, kâbe Ah Mihrican Biz, ilkin ihanet etmeyi öğrendik
96
Oğullarımızı devşirdiler, kızlarımızla yatak odaları süslendi Büyük çığlıklar parçaladı meydanları, susuldu Devlet bunun için katildir İsyan bunun için insana yakın Sevgili Usul/ say ki Hiçbir merhabayla onarılamayacak bir susuş Beklenmedik bir fırtına Dudak izlerinden hatırlanan bir öpüş Yarım bırakılmış bir göz ucu Ne olur kapat kelimeleri Kara göründü Ayaklarının altı ıslak, deniz bir daha bitti Söz, çaresiz tek tanığı olacaktı insanın Söyle Sevgili Usul Tırnaklarım yaramı deştikçe Bizi bizden korumaları gerek Hançerimiz kendimizden gayrısına işlemiyor Şakağımızda kendi namlumuz patlıyor bir tek Büyük kavgalar, büyük aşklar, büyük yalnızlıklar Ah Mihrican Ben Sedat Şanver
97
Ä°NSAN
98
HARAMDAKİ KADINLAR Hayat
Şair Yetmeyen ne varsa onun için yazdın Seni eksilten ne varsa onun için Şimdi sen Kendin dâhil bütün mülklerini terk edip Kendin dâhil bütün kölelerini azat eyleyip Çıkabilirsin yollara Çocuk Zaten senin bildiğin hiçbir şarkı Yollardan gayrı bir yerde söylenemezdi
99
GEZGİN VE KATİL 30-40 yaş şiirleri
Birinci Basım: Etki Yayınevi, 2004 İkinci Basım: Yazı Kültürü Yayınları, 2014
100
Bir uzaklık olan sevgili’ye Kendisi uzak, sevgisi hep yakın oğulcuk’a Anıları bizi asla terk etmeyen babalar’a Ve elbette Haksızlıklarımızın değişmez tek muhatabı anneler’e
101
Ben sizin bütün günahlarınızım Tutup bir türlü yüzleşemediğiniz
102
Bir yere gitmek iรงin deฤ il Bir yerden gitmek iรงin
103
“... Benim deli gibi mutlu olmama da mutsuzluktan ölmeyi istememe de neden olabiliyorsun. Seni seviyorum. Bunu sana yaşadığım en büyük heyecan ve içtenlikle söylüyorum. Seni bir parçam gibi seviyorum.” Mektup’tan N. Kenti, 09.03.1994
104
Bu şehrin bize benzeyen bir yanı var Yaşadıklarımız uydurma Bu yolu yürürken Elbette birbirimize yaslanacaktık Zaten yollardan gayrı kaç dostumuz kaldı ki
105
GEZGİN VE KATİL Uzaklara giden ses uzaklarda kaybolur Yolun zulmü yolcuyadır Büyük acılarla yürünür göç yolları Erir toprak ayaklar altında Bir kentin de üşüyen yerleri olur Tek başınalık acıtır insanı Solgun bir gözyaşı ansızın dökülür ayrılış sözlerine Ah, nasıl da dalgın olur insan bekleyiş kapısında Oysa mendilin kaçıncı konukluğudur bu göz ucunda Bu kaçıncı unutuşudur kendini sokak ortasında Bu kaçıncı son durağıdır Ah, bu yalnızlık kalabalıklar ortasında Ah, bu konukluk tüketiyor insanı Tut, üstüne gelmesin yeryüzü Yolun hükmü yolcuyaydı Bu yetmedi, göğsünü jiletledi bir renk, yetmedi Vurdular Bildin Acı, ah dedi oracıkta Vurdun, birden kan durup dururken sözlerinde Söz aktı, söz aktı Söz aktı sızlayan her yerden Al beni ne olur bu kalabalıktan, dedin Al beni yalnızlığımıza Büyük çocukları avutamıyor artık anneler Al Şarkıların sesi Ayrılığın soluduğu yanık kokulara benzemeden Bildin Önce bir tanrı eskidi; bir kitap, bir mucize Ve onların yalancısı bir peygamber Bir Zerdüşt, onun sönmeyen ateş kazanları
106
Kendini durmadan göğe taşıtan bir kilise Vergiyle yalıtılmış bir ayazma, bir cami Bir şaman, bir tanrı misafiri, bir hain, bir kısas-ı enbiya On bir kişilik bir yemek, artı bir uzak Belki unuttuğumuz bir havra, uzaklarda bir Buda tapınağı Gerçek bir tanrı: insan, hüzünlü bir keşiş, bir tarikat kokusu Yüreğinin gizlisindeki o bir ulus büyüklüğünde düş O büyük çağlayan, o ucu bucağı görünmez ırmak yatağı Denizler, o gün doğumları, o bir sevda günahı O bekleyişi haklı kılan kavga; o sevimli, o büyük kin Omuzlarında büyümüş bir çocuk gülüşü İlk kez kusursuz bir ses yığını Bir zaman ayarlı bomba, bir ilahi söz taş üzerinde İlk kez bir sesleniş yakın bir kavimden Kavmin Yollarda büyüyüp düşlerini düzlükte yitiren kavmin Kutsal bir ayrılık, inkârcı bir softa Çerçinin biri, antika düşkünü bir sarraf Eskidi, küçüldü; mal, can için ölümdü Ellerini alnına götürdün, sesin eyvah Az daha unutuyordun: yüreğin şuracıkta bir yerde Söyledin, dinlemediler Sesin eyvah, kırmızı Sesim eyvah Yola çık Bekledin: değişen olur diye Belki bir dokunan olur diye düşlerine Bekledin: belki çarmıhın da bir sevabı vardır Elbet senin de anlayacağın bir dil bulunur Yola çık, toprağa dokun Yola çık, suyu dinle Yola çık, ateş seninle büyütsün tarihini Yola çık, uzaklar, elbette anlar dilinden Yola çık Yol, elbette zulmündür Yola çıktın, unutmadın
107
Onu gördün Bir ırmak serinliği, bir ceviz tazeliği, bir toprak bereketi Onu: Bir yalnız, bir keşiş, bir havari, bir yasa koyucu Elbet tasavvuf ehli bir sonsuz yolcu Gördüm Tanrının kutsal yerlerinde tanrının memurları oturuyor Mezar taşlarının üstünde onlar yiyor cennet meyvelerini Kıbleler sonsuz kazanç Çan sesinin durmadan çoğalttığı mücevherler Onların ellerinde temiz Halklar durmadan çarmıha gerilirken Durmadan çarmıha gerilirken halklar Kâbeler köle tüccarı, kilise sütunlarında Afrika karası Unutma: mabetler yükselirken şehirlerde İnsanlar su diplerinde boğulur Unutma: tuz, gemi ambarlarında yakar ulusları Yelken rüzgârları onların ciğerlerinden beslenir Unutma: halkların vergisiyle parlatılır apoletler Unutma: çarmıhta ölümü beklerken dilimiz şarabî Ortadoğu çöl Unutma: kuytuluk yerlerde kan sızar sesimizden Unutma: her din kendi işkencesiyle karşılar peygamberini Onu gördün, biliyorum, unutmadın Bir kimsesizlik, sonsuza rüzgârla yürüdü senin ardından Yürüdün ve gördün Yollar çığlıktır gezgin! Bak İktidar göz yaşartıcıdır! Dinle Ezilen halkların bahçesinde kırmızı öter güvercin! Bil Sevgili parmaklar dokununca açar yürek! Yürü Sokağın sesi elbette yenecektir iktidarın sesini Yola çık, yaralı suda yıkan Yola çık, bakir topraklarda temizlen Yola çık, seninle büyüyen uzaklar Seninle kucaklasın kendini Yola çık, ateş bir kez daha sınasın kendi diliyle seni Yola çık
108
Zulüm insan olup elbet bekleyecek seni her yol ayrımında Yola başladın. Önce kendin. Sonra kardeşlerin Sonra katliamlar! Bunlar senin bedenin Bu ırmak, ezilen halkların bahçesinde, ıslak Bu kesik baş, öylesine; son kez gülümser gibi Gülüşünü yüzünde unutmuş gibi Yanına almamış kör kuyu bakışlarını. Katı Hep böyle olmuş gibi Sahaflar, aktarlar, ırgatlar Bir gezgin: saklısında uzak Bir katil: ardında hep devlet Ve göğüste sertleşmiş keçe Karadeniz’de benzetilmiş altıpatlar Trakya’da günebakan toprağı Karşı kıyıda unutulmuş bir kalimera Mayında bırakılmış bir evlat Ermeni dilinde kıyım Süryanice elveda Kuşdilinde yeter artık Ta ki Ezilen halkların bahçesinde Kırmızı kokuncaya dek güvercin Ta ki sevgili dilinde yeşerinceye dek hayat Nesneler dilin durağanlığıdır gezgin! Otur Düşler devingendir. Su bu yüzden akar. Yıkan Söze söz Acıya acı Kavgaya kavga ekle Ama ihanet Bırak tek başına asılı kalsın gökte Bırak Bu çığlık sonuna dek götürsün partizanı kavgaya Yol Ancak böyle yaratılır Yol Ancak böyle başlatır kendini
109
Bağır çığlık bu çığlık bu çığlık Hiçbir kıyı yok yol açık Şimdi sen Sen, şimdi kendini yangın sokakları sanacaksın Önceden yaşanmış bir zaman, küçük bir gülüş Kaçak sayılmış bir coğrafya Haritalara hiç tanımadığın sesle eklenen bir ova Adı değiştirilmiş yağmur Susmalara gizlenmiş bilgin Bütün ateşlerin yalana yanıp söndüğü Sürek avları, talanlar Ve bir ayin üzre konaklanmış sema sanacaksın Dönen dur, dönen dur, dönen dur bir mesnevi üzre Bir çelebi namazgâhı bil gülü Gül, bir Mevlevi secdesidir elbet Nice ki Tebriz, nice ki Şems Sen nice ki Mevlana, nice ki Celaleddini Rumi Çünkü elimize düşen o bahar mihengi Ansızın bir sonra güne miras kalacak o hantal ay parçası Ve hiç olmayacak bir mısrayı birlikte yürümek Demek Mavi bir kuş sesi çeltik tarlalarında Demek Bir yağma daha başladı Korkma Dönen dur, bil Şehrin sorusu varsa Dağın elbette cevabı vardır, dönen dur Uç Sen onu yangın sokakları sanmaya devam et. Sen onu Hüznünü mavzer kılıp gezinen eşkıya, yağız yüzlü mermi Sen. Köreltilmiş yas, göğe iliştirilmiş suret
110
Sen onu Cepte yasak kitap, dudaklarda isyan ıslık Her an çekip gidebilir gezgin Sen onu Bil Söz eskir Ölüm aldatır insanı, sahipsiz bir bekleyiş olur Bak işte Böyle de yürünebilir Böyle de ölünebilir Belki Bir yurt daha eskir, yağmur yağar Efsane ilkin insanla başlar, efsane mutlaka insanla başlar İnsanla başlar haklı olan her isyan, sözle büyür Bir elinden tarih sızar, bir elinden onun bütün rezillikleri Bil Şehrin soruları oldukça, dağın mutlaka cevabı olacaktır Yola çık Sabah, serinlik, şehir Kokusundan anlaşılan uykusuz bir sokak Umarım tanıdık bir köşe başı, bir kavşak Bir ev, hiç olmazsa Böyle tek başına yürümez ağaçlar, seslen Belki bir duyan olur Konuş Belki dilini bilen biri çıkar Sabah, yükselen ışık, kapısı aralanan gece İlkin karanlıkta tattığın küçük yalanlar terk eder seni Uzakta sesinden korktuğun birileri olur Bir uzağa daha ihtiyaç duyarsın anlamak için kendini Belki bunun için gözlemektedir uzaklar seni Bunu anlarsın: Üstüne yıkılmış her borç kendinedir
111
Bunu anla: Sendendir giden her güzellik Anla: parçaladıkları bu yürek senin Sızan bu kırmızılık senin damarlarından Anla: bu ip senin için yağlanmış Bu bıçak senin için keskin Bu mermi senin için hızlı Anla: bu uzaklar senin için Anla: belki bir başka gün bir başka vakit Bir başka yerde olurum Bir de orada parçalanırım, taşlanırım, derim yüzülür Belki bir sevgili düşü olurum Sabah Oldu Yürüdün kendini. Bıraktıklarını hatırla Bu bulutu daha önce de görmüştün, bu çimen serinliğini Bu dağı, bu toprağı da Ama sen bu insanı da, üstelik bu zulmü Belki bütün bunları söylemek için yaratıldın Ama dayanamadın, ekledin Kapıma bekleyişi yazdılar. Yetmedi, yalnızlığı yazdılar Yetmedi, korkulu yüzümü kazıdılar taşlara. Baktım Geride kocaman bir kırgınlık duruyor benimle Yüreğimde ışık olan ne varsa oraya bıraktım İlkin tenden sızdı kan; yetmedi, tırnaktan ve topraktan Fahişenin namusunu temizlemek bana düştü, kırıldım Belki bir yararı olur diye Yol diliyle Yazdım Zürafaların boynu uzamak zorundadır Anladım: Bu kan durmalı Haritalar buraya kadar, sonrası canavar Öyle ya da böyle, sevgilim topraktır, anla
112
Anla Sokaktan toplandı pazar eşyaları Sadece kokusu nane yapraklarının Sadece yıllar önce kendini terk etmiş bir kentin gölgesi Kasabalar, dedin Kasabalar, anne dilinde ‘cız...’dır Görmeye başla Dayanılmaz aldanışlar, onulmaz sözler Gelip kapına dayanan bir ayrılık vakti Önce bir kırgınlık, bir şehir asla böyle terk edilmez Bildiğin veda kelimeleri yetmez Dönersin, ne kadar az sevinç var yedeğinde Kırgınlıkların ne çok, dönmezsin Dönebileceğin hiçbir yurt senin değildir Yine de bak Bu senin ilk düşlerin, yanına bir türlü varamadığın bir ses Bu senin ilk boyunbağın İlk bununla öğrenmiştin ölülerin rengini Gördün Her dost, her sevgili Yeni ve uzun bir yolculuktur Hayatı onlar büyütür: yollar, acılar, sevgiler Bir şehir başlar ansızın, mutlaka bir insan Sen dönüp geçmiş denizlerinde bir ada bulmak istersin Su biter. Yol başlar. Gör Geçmişle hesaplaşır her aşk Bir şafak, bir serinlik, bir göl kıyısı Nasılsa unutulmuş bir çocuk düşü Bir baba ölüsü, bir sürgün yurt, bir kaçak söz Yolun ortasında dur Geldiğin ve gideceğin her yer aynı cehennem Anla, hüzün nedense hep ağır çekiyor yağmurlardan Anla, bir ayrılık daha bekliyor bizi yolda Anla Ve yürü Bekleyene doğru
113
Bir ölünün yüzünde kendimize en çok benzettiğimiz nedir Nedir bizi kendi cenazemize gitmekten alıkoyan Uygun adım marş Tören kıtası hazır, silah sesleri Komutanım, düşman yok; her taraf insan Gömülmek için siper kazılacak, kaz Erteleyelim Erteleyelim ne olur bu gidişi, kıt’a dur Gittim Gittim ve anladım Başka dile çevrilemezdi hüzünler Aşklar da, ayrılıklar da Herkes kendi diliyle öderdi gözyaşlarının bedelini Çılgınlıktı suyun fışkırdığı yere duyulan hayranlık Git Gece ayrılıktır, saçlarını tarama Tırnağını kısa kes ama Mutlaka şarkılarını söyle sokaklara Seni anlayan biri bulunur elbette Her ne kadar uzaksa da gece Öykünü bir gün biri yazar Ama acı ekler, ama sevgi ekler, ama mutlaka ayrılıklarla Yola çık Geleceğin bir ucundan tut Anla, beyaza yakın bütün renkler beyaz sayılmalıdır Kanın akıtıldığı yerlerde Acıya benzeyen seslerle söylenir türküler Biraz da bunun için korkulardır insanı insan yapan Biraz da bunun için bir taşra istasyonu her seferinde ağlar
114
Her seferinde mendil bağlar gözlerine gidenin ardından Bırak Ateşte ve suda İhanette Issız topraklarda, bir ucu sevgi olan gökte Gözyaşlarıyla biriken denizde Bırak Dağda, acıda, umutta, sevdada Dağ dağa, acı acıya, umut umuda Hesap sormada ustadır Bil: Sevda acemidir Bil: Her acı, mutlaka bir yerinden kırılır Bu yüzden bir tenhalıkta Tutar bir gülüş iliştiririz yüzümüze, kimse bilmez Tutar bir sevinç takarız göğsümüze, kimse anlamaz Tutar bir sevgili çizeriz gözlerimize Kimse görmez, yürürüz Yürüdün. Yılan kıvrıldı. Keklik öttü. Durdun Belki İnsan unuttu kıyımları. Sen, onlardan değildin Bir ateşi çıplak elle tutup yüreğine koydun Kor, günahlarına değdi Yıka öyleyse kendini ateşinle, tenini sıyır etinden, gör Gün, dönüyor. Bir silah sesi, kar fırtınası Ayaklar altında eriyen bir toprak Bir yoldaşın yanık sesi, masum türküsü, kara tütünü Dedin: Biz bu çiçeğe kanımızı verdik Ömrümüzle yazdık bu tarihi Kardeşlerimizi toprağa bıraktık İşte birinin daha aramızdan ayrılışı, bir çalı sesi, çıt Güzellik olan ne varsa kendimizle ödedik bedelini Ucuz değil bunun için kavga
115
Bunun için satılık ilanları yok hayatımızın üstünde Deli olan bir yanım varsa çocuk Bir bombanın pimi, bir silahın tetiği, bir hançerin kabzası Ve ayaklar altındaki boynum Deli olan bir yanım varsa çocuk, yol açık Bir yumruk Alnını soğukla sınayan çocuk Onun için bir yumruk gibi Bir inat gibi tutunuyorum dünyaya Onun için bir kavga gibi anlıyorum sevgiyi Gülen bir gözüm varsa bundandır Günü ısıran bir dişim varsa bundan Bunun için Deli olan yanım var çocuk Dedin: Kimse ağlamayacak Gülüşler analar içindir. Gün dönecek Geceye sığın, kuytulara dikkat et, kendini koru Tüfeğin, mermin Seninle birlikte büyüyen sorular Kınından çıkmış bıçak gibi yalnızlık Uysal bir çocuk sanki, eski sevdaları hatırlayacak kadar Ve uyanık Ateşi renk diye bilen Suyu tanıyan Yolları, uçurumları, dağları gören Rüzgârı ve kartalı Şimşeği, büyük yer uğultularını, inancı duyan Kendine dokunan Kınında olmayan bir hançer gibi Orada doğan, orada büyüyen Yollarda Bil Katliamlar, şehirlerde yapıldı Tarih, hep sur dışındaydı Dur
116
Yine vuruldun On sekizinde bir kan sızdı silahtan Dur Kendini satamazsın üretim fazlası olarak Ansızın tutuklanır bir ev, acıyla yüzleşilir Acıya katlan, dağlansın yaraların, ölüm uslansın Sen diren ve kaldır yiğit başını Gideceksin, kuşku yok, inancını çaldılar Kuşku yok, vuracaklar; şakağın büyük sığınak Ellerine sahip ol, parmaklarını koru, tırnakların düşmesin Senin bu, senin hayatla olan kavgan, vurulduğun Ama düşmediğin, zikrettiğin ve haykırdığın Toprak kokusu, direnç rengi Sevgiline dair ansıdığın son mermi Son dipçik tutuşu, son yasak bildiri, Celalî Senin bu, bıraktığın ve kuşkuya düştüğün Kavgasını başın üzre yürüttüğün, efsanelerin, Kürdî Senin bu, asla unutmadığın, jîn Büyük bir direniş bu, senin bu, Mem Asla bir vazgeçmeyiş, Apé Musa Durdular, tarihini yaktılar, ansıdın ve dedin Toprağa düşen can topraktan gelmiştir Kırmaya değil, kırılmaya geldik dünyaya Göğün ve tüm varlıkların istediği dünya Yalanlanmış kadınlar, beklenmedik misafirler Bütün bunların ardında sonsuzluk Bir sıcaklık, beklenmeye değer düş Artık, bir menekşe eklenmeli öykümüze Bir sevda kazınmalı ürkek tarihimize Yeni ülkeler, eski giysiler, dost sevgililer İnanılabilecek bir kardeş, bir pir efsanesi Ve bütün serçelerle birlikte kendi tarihine kanat vurmak Desem İnanılmayacak
117
Serüven sanılacak meydanlarda yürümek Siren sesleri ilkin kendini korkutacak Uzak yaşamak Bir türlü kabullenilmeyecek Böylece Kimileyin geri çekilmek zorunda kalacak insan Bütün günah ezgiler de böyle başlayacak Yolu yarat, seni seviyorum, şehri terk et Unutma Sömürgecilerin vitrininde canlı yanar ışıklar Bir ulus, sözüyle yakar kendini ilkin Ateş saçlarında sözcükler tutuşur Unutma Direnişler tarihidir insan Partizan yürüyüşler bitirir tarih kitaplarının yoksulluğunu Cephe, insanın kendisi olur Yürü İşte Vietnamlı bir kadın kurşunların önünde yiğit İşte: bir Buda öğrencisi Bedenini ateşle sınayarak büyütüyor kendini İşte: yeraltı sığınakları, büyük direnişi bizim çocukların İşte: kirli ellerin onurlu boyunlarda ölümle dolaşması İşte: büyük yürüyüş, büyük kavga, büyük onur İşte Pirinç tarlaları kutsaldır, bir halkın özgürlüğü de İşte: devrimcilerin onurlu direnişi Gör: işgalcileri Yürü: İktidarın olmadığı yerde güzeldir insan Kanla yükselmiştir saraylar Mermerleri parlatan terdir Saraylar, yetim ulusların solgun yüzleridir Gör: Tuhaf bir yalnızlık diktatörler
118
Yürü: Mülkiyet yakılsın meydanlarda Yürü: Sevgi, devrimcidir; sen dağlısın Yeryüzünün renkleri ilkin seninle bilinir Göğe çıksan bir ayağın topraktır Elbette Halkların bahçesinden toplanır ganimetler Tören alanları, uygun adım marşlar, mermi paraları Oradan ölüler Oradan mezar taşları Oradan anaların çığlığı Bir yetim kalmışlık oradan Ayrılık, halkların bahçesinden derlenir Oradan bir çocuk düşü, ağıtlar, hüzün rengi, gözyaşları Bir gelinlik, bir ziynet eşyası, eklenmiş bir karanfil kokusu Bir ağıt, sonra bütün bir gelecek Orada gözleri bir umut Kürt anası Orada elveda sözü dökülür Süryani dilinden Orada Keldani bir çıkmaz sokak Dur, Rumca bir şarkı söylemek lazım şimdi Dağın terkisine kurmak lazım köyü Kavgayı unutma Oradan direniş de derlenir elbet Yeraltında bir Fransız, kendini ateş kılan bir Hindistan Taşlarda büyüyen bir Filistin Kâbenin şehrin dışına kurulması Kendi şarkısını kendi dilinde söylemek isteyen insanlar Doğrudur: Halkların bahçesine kurulur zindanlar Bütün kıyılar biter elbet, ardından büyük boşluk, elbette yol Uzak bir atlıyı barındıran zamanlarda, bütün ayrılıklarda Kendini sağdığın toprakta bir anlam soyunup koynuna girer Dur Bu ülke senin değil Kimse anlamıyor dilini Eğreti bir öpüş gibi duruyor ağzında sözcükler Acısan, acına sarılacak kimse yok
119
Düşsen, kaldıracak bir tek insan Dur: Buralı değilsin sen Evet, pervasızsın, pervasızım Bizim gördüğümüzü onlar görmüyor Bizim yaşadığımızı onlar yaşamıyor Bizim direnişimizi Bizim sevgili kavgamızı bizim gülüşümüzü bizim yenilgimizi Düş, sonra ezgi Sonra bir yüzyılın emeği ganimet Sonra dağın gölgesine sığınmış bir şarkı Şarap ve ay ışığının dallar arasındaki korkusu Ay yükselir, ben Rum’um Kalbim, yokuş aşağı doludizgin koşan yalnızlık İhanet, kendi diliyle ödeyecek elbette her bedeli Gör, bebek ölüleri akıyor, ürperiyoruz Yürü, hiç bu denli korkunç ve ağlayış olmamıştı doğumlar Yürü, silahlar işliyor işte yeniden topraklarımızda Yürü, aralıksız çalışıyor hafiyeler Yürü, bir perde çekilmiş hayat ile aramıza, gizleniyoruz Gör, ayrılık mendilleri var cebimizde Gör, çalıntı imzamı atabilirdim istedikleri yere Gör, çay içtik, bakıştık Elvedayı bilerek sakladık birbirimizden Gördün: kimimiz uykudaydı Göğsümüzden çiçek adlarını koparıyorlardı Yürü ve anla Sürgünde bir çocuksun yeryüzünün bütün parçalarında Doğumun anlamlıydı, ölürken yüzün ışıldamalı Sen bütün bunları önce beyninle Sonra elinle, en son dilinle anlatmaya çalıştın, duymadılar Anladın: Yollara çıkmalısın, yollarda ölmeye Anladın: Sesin en uzun çığlıktır kışın ortasında Dedin: Haydi vurun artık en uysal yerinden yaralı hayvanı Sürek yağmurları dökülsün üstüne avın Yumuşak sözlerle anlatılmaya çalışılsın yaşananlar
120
Haydi vurun artık bu yaralı çığlığı Zaman öldürüyor seni Usul Oysa ayrılık, senin asi saçlarına hep asılı dururdu Haydi bir daha dene, savurmaya çalış anıları Nasıl olsa bir yerde yüreğini yedeğe alırlar Bütün bunları anlamaya çalış Anlamaya çalıştın Bir ölüden hangi aşk sızardı ki geriye Bir hançer kalbimize, bir kılıç boynumuza Vurun, vurun haydi Yaralı ceylanı en çok kanatan Onu seyreden ceylan değil midir Eğilip bir çiçeğe su verdin Dedin: Acılar bizim için değilse kimin içindir Acıdın Ölüm kendini öğütür, seni tanır, beni sıraya alır Katlin sonradır, büyüdükçedir Şimdi efkâr dağıt, mermileri savur Başucunda gürlesin tüfeğin Demirin ve ateşle suyun büyüdüğü Bütün günlerin kardeşlendiği emek bilinsin Sen, işte sensin bu, düşün işte Sensin ve ucuz ölürsün altmış bin kişiyle Urfa’şima’da Sensin, Usulsun, tanrısın Anladın Gece, kadın örtüsüyle gizlenir günün ardına Ve raks eden semah eski bir yumuşaklıkla resmeder kendini Ölüm ikrar bilinir. İşte ikrar bilindik, senin Ve seninle birlik bütün dinlerin zamanı bu Yavaş ve basit; öylesine çocuk ve taze O Yavru Ve kesik ezgi
121
O Bala Ki hey! İkrarınla öleyim. Sen Yüksek Çığlık gecelerin karanfil tadı... Tüy nasıl uçuşur Hafif bir esintinin ritmiyle, nasıl değer ellerine ellerim Öyle uysal, sessiz Yavru balaban Sen su içmeye ineceksin kıyıya. İşte ikrar İşte buyruk: birlikte vuracaklar bizi. Sen Bir garip Bir uysal balaban. Ben Çılgın gecelerin karanfil tadı İşte ikrar: sen su içmeye ineceksin kıyıya Düşün işte sensin bu Ve gittikçe ucuzlarsın namluların dilinde İnsen suya, ceylanlara koşsan. İnsen suya Ceylanlara koşsan. İnsen suya Kuşkusuz birileri tanır seni, duvar görene dek koşarsın Sonra oturup ağla. İnsen suya, ceylanlara koşsan Sonra sevin, bağışık gönlün var yenilgilere Güne suçlu çiçeklerin bilinir İnsen suya. Hiçbir kaptan anlamasa seyrini Sular unutulsa Sonra ağla. Sonra sevin. Uzun uzadıya anlat kendini Ki mümkündür: insen suya Düşün işte sensin bu Ve gittikçe ucuzlarsın ateşin dilinde Yanlış bir imlayla tüketirsin kalbini Deneyimli bir yanlış olmaya kalksan Düşünmeye vaktin var. Sonra sen Hep kendini sorsan, kendini yanıtlasan Ki mümkündür İnsen suya, biri gülse sana Anlaşılmaz bir kimlikle tüketirsin kendini Resmin çizilir yola. Bil Aydınlığa dönük yüzümle yaşadım bunları ben Bildim: Avuttuğum bu yürek benim değil artık
122
Ölüm segâh ve sürgün Hapishane duvarında yaralı gelincik Türkülenmiş sevgi ve erken matem tadı Durup sözün kendi sınırlarında öylece Durup kendini en saklı, en ayıp yerlerinden okşatan Ve öylece gezinen sipahi Ulufeyle büyüyen yeniçeri Kanla beslenen iktidar Eziyeti hak etmiş rezil reaya Ve başak tanesi, kum fırtınası ve gün doğusu Ve düzene bulanan korku Ve kıyıda yaşanan gün. Ve yitik İkrardır, durgun sular ve ölü mevsimlerce Devletin beylik silahlarıyla vurulduk o uzun düzlükte Kölenin efendiye saygısı olduk Ve sonsuz sözümüzü söyledik Her isyan, kendi bedeninde çürür Taşlarda özetlenir her ölüm Dedik: Ölüm segâh ve sürgün Dediler: Fırat kükremiş, turnanın umurunda mı Dedin: İnatlaşan yüzlerimiz ve sevecen yüreklerimizle Dağılıp giden, kırılan bir şeyler var hayatımızda Güzellikle başlayan ve sürdükçe tükenen Hep eksik kalan ve kokusunu geleceğe süren İşte bu bütün yaptığımız: uzakları umut bilmek İşte bu, ömrümüz: sokakların tenhalıkları Bir rüzgâr geçiyor üstümüzden Bütün tanıdık korkular gibi Hep yan yana ve uzak, öpüşürken öylesine ayrı hep Düşünmek için vaktimiz var oysa Daha bütünüyle silinmedik listelerden Kendi adımızın altını imzalayabiliyoruz Bizim için yer ayırıyorlar sinemada mesela Oturup konuşuyoruz, istesek denizin sesini duyuyoruz Bir balığın pullarını kokluyoruz
123
Bir vezneye yanaşıp para ödüyoruz Aylık hesaplarımız var, kefaletimiz geçersiz Kendimize yetmiyoruz Bizim yerimize de konuşuluyor Kararları bizim adımıza da alıyorlar Gazeteler yazınca biliyoruz oyumuzun rengini Şimdi duyuyoruz Dönüp dönüp vitrinlerle oynaşılmış Kendini bir mankene denk düşüren insanlar meydanlarda Adı konulmamış çocuklar Ve çılgın boyalar sürünmüş sokak afişleri Sonra bana gülecekler, sonra gülecekler Sonra hep gülecekler Tenha sularda raks edecek semah Eski bir yumuşaklıkla resmedecek kendini Yola çıkacaksın. Yol açık Biz bu yola kendimizden başladık, uzaklardan başladık ilkin Senin çocukluğundan başladık sevgili Senin ufacık saçlarından ve hüznünden Dev hüznün senin sevgili, bir damla su olan bakışın Sana ait, senden sonra, hep bağırma isteği Seni seviyorum, şehri terk et Seni seviyorum, şehri terk et Hangi yoldur seni eskiten Usul Yola çık, uzaklara çevir ruhunu Senin mekânın yok artık Çocukluğun İnanılmaz bir büyümüşlük/ seni ey sevgili Orada, o uzak ülkede öpme isteği Biraz bekle, cenazemi kaldıracaklar Duamı kendim okuyacağım Hep bir yerlere yetişme kaygısı
124
Yarattıklarına denk düşen bir ömür Seni, ey sevgili/ seni hep özlemek, sana değebilmek Seni, ey sevgili/ dokunsam, belki de un-ufak bir coğrafya Sırf yok olmasın diye bu aldanış Bir yerlerde ağlamasın diye bir insan Seni, ey sevgili/ bak: bu, benim Bak, dokunmanın da bir dili vardır İsyan, en güzel dokunuştur sevgiliye Senin ülken sensin artık, senin ülken çocukluğun Bana uysal sesinle yeniden anlat Söyle: Hangi efsanedir yolu kaçınılmaz kılan Ne alıp götürür bir insanı kendi ruhundan Bir kadını ne düşürür sokağa bir gece vakti Hangi ayrılık düşüncesidir onu toprağından koparan Bu hançer, ay ışığında neden böyle parlar Dağın ateşini tutuşturan gerilla Onu çoğaltmak için neden kendini yakar Bombanın pimini çek bombanın pimini çek bombanın pimini yola çık Hayat, tek başına da büyüyebilen bir çocuktur Ölümün iz sürdüğü, yitirilmiş bir ömrün cennetinde Geciken giysilerimiz oldu, boyasız ayakkabılarımız Ayaklarımızda kar tanecikleri Ve sırtına mavzer yüklediğimiz Çocukluğumuz İsyan kokuları Güzel giysilerimizi gizledik, şen türkülerimiz sonrada Ağlayışlarımızda hayatla kesişen hıçkırıklar Düşlerimizde gülüşün tazeliği Bekleyiş, belki de hiç silinmeyecek tarihten Eski evlerin, avluların unutulmazlığı
125
Kapı önünde bitkin duran zamanlar Hep o bir büyümemişlik Tandırlı odalar, dost sesler Ansızın şehrin boynuna dolanan bir ip Birden gözyaşı bir tarih Toprakta kan rengi her koku Beyaza yakın bütün renkler Demiştin Oysa Kanatlarını kendine vuran Ülkesini ateşe dayayan ve eriyen mumlarını Hiçbir zaman yakamayan Bir abartma tanrısı, demiştin Bir anı işte sana anılar arasında Bir bakarsın bir baba vurulmuş bir meydanda Bir bakarsın bir bekleyiş daha yetim kalmış Yıldırımlarda, demiştin Mutlaka bir ağaç yıkılacaktır Gökyüzü senden utanacaktır mutlaka Sabi gözyaşlarından Giysilerden, gömleklerden, yazmalardan İşte anılardan artakalan bir ağıt Yıllar sonra da olsa hep aynı çocukluk yıkımları Bir babanın vuruluşu/ hey!/ meydanlar Söyle, anlat, konuş De: Yola çık, bir de seni vursunlar meydanlarda Ve birden bir sıla Ve birden bütün bir acının şiiri ve bir orta doğu Elleri bahara değen bir sonsuzluk Sevdaya gönlü düşen bir çığlık Ve hâlâ Kale, taştan iki burç değil; bırak, meydanlar da vurulsun Hâlâ aklında nasıl tutarsın kimse anlamaz Gizil sözleri ve hasreti Kimse anlamaz bir toprak neden öpülür Bir yazı neyi anlatır başucunda Bir çiçek adı neden açmalıdır göğsümüzde
126
Neyine vurgunsun mezarların Kimse anlamaz taşlarda seni çeken kokuyu Şimdi rüzgâra ver ruhunu Anılar, yılları kanla geçiyor Yüreğini kan göllerine hazırla Bu/ senin en ateş günün Bu ses çağların bakir yorgunluğunu taşıyor Hatırla, ölümler senin çocuk ellerinle avuçlanıp Babaların göğsünden koparılıyor Şakaklarındaki kızgın hançer rengi Ve kırık defne dalının yaşlı sesi yeryüzüne yayılıyor Babamı vurmuşlar bir meydanda Bir efsaneyi bir sonrasızlıkla vurmuşlar Yetim koymuşlar beni/ hey Sen orda gölgesi kendini serinleten Bir mesnevi mısrası gibi büyüyorsun tek başına Ben burada Kendi kozamı örüyorum içine bütün acılarımı koyarak Sen orda tek başına büyüyorsun oğulcuk, bir çınar gibi Ben burada ömrü törpülüyorum içimi kanatarak Yüzüm ışıldıyor ne zaman aklıma gelsen Ne zaman seni düşünsem ay parlıyor Kendi rengini tanımaya çalışan su Akıp gidiyor aramızdan, akıp gidiyor su Bütün kumları alıp götürüyor ama giderken Sen Gül’dün oğulcuk, yeryüzü gül’dü ilk kez Yürümek istedim bütün hüzünleri Yollarda bir yalnızlık daha aradım kendimden başka Tırmanmak için hazırdım sevgilere Dağlarda yağmur, gökte ıslık, toprakta ışıltı Derken Sen, güldün Çıkıp gidiyorum işte her bir yerden durup dururken Hep bir umut çiziyorum yolun sonuna
127
Sana sonsuz sarılıyorum Asla duymadığın şarkılar söylüyorum uzaklara Tutup şimdi gözyaşlarımla yıkasam yüzünü Ah, kimse bilmeyecek ayrılık neden acıdır Kimse anlamayacak neden gecenin yüzü soğuk Biz neden üşüyoruz böyle ateşler içinde Sen orda bir çınar ağacı gibi büyü dur, tek başına Ben elbette Bir mesnevi mısrası olup beklerim seni her yol sonunda Ben sizin kapınıza yılgınlığımı bırakmak isterdim En çok kendimi kanatan sözlerimi Şarkıları bırakmak isterdim Hiç olmazsa yanık bir mektup ucu gibi Ben sizin kapınıza kendimi bırakmak isterdim Ben tuttum yitik bir evlat gibi yürüdüm Yürüdüm geçtim gözlerinizden Tuttum bu yolu yurt gibi sevdim Ben sizin evlerinize konuk olmak istedim Dedim Birbirimize acılarımızı gösterelim, kırgınlıklarımızı Sevinçlerimizi, ayrılıklarımızı Ve buluşma anlarındaki gülüşleri Bir kapı aralığına sıkışmış parmak morluklarımızı Göç zamanı geride bıraktığımız Çocukluğumuzun bütün anlarını Babalarımızın mezarlarını; ilk aşkları, doğumları Ölümden hemencecik sıyrılmış hıçkırıklarımızı Gözyaşlarımızı birbirimize sürelim Gülüşle ıslatalım bir diğerinin yüzünü Bir korku bir korkuyla çürüsün Bir umut bir umutla beslensin Birden şehrin bütün ışıkları sönsün üstümüze Suyun zamanıdır, diyelim kendi içimizde buna Birbirimize acılarımızı gösterelim, en zayıf yanlarımızı Aşklarımızı gösterelim, yılgınlıklarımızı
128
Sonra çocuksu yanlarımızı Büyüdüğümüzde yanılgılarımızı Düşkırımlarını, bir merdiven başı yorgunluğumuzu Kapısı açık unutulmuş yolları Sonra tutup birbirimizi yaşamaya mecbur kılalım Diyelim: Sen benden, ben ondan, o hepimizden sorumlu Birlikte büyüyelim. Büyüyelim, büyüyelim. Ölürken Birbirimize çıplaklığımızı, kimsesizliğimizi gösterelim Acırken sesimiz Diyelim Sesin Usul, sesin yağmurlu bir sokaktır artık Her suyun başında bir başka ıslanır Anla Usul Senin yokluğun bu, düşe kalka büyüyen Sesine sessizliği işleyen Ağaç bir dal verdi sonunda. Ey yaprak Bir daha sustun, bir toprağa eğildin. Sen Dilin yaralandığı tek sözdün Eğer süzülen bir şafağın ışıkları dökülürse Eğer gölgeler kirlenirse Bir kurşun akıtılır önce. İnsanlar dizilir duvarlara Bir kadın gözyaşlarını bahara gizleyip İlk ışıklara yaslar başörtüsünü Şarkılar söylenir, bayraklar çekilir göndere Şimdi bırak Gecenin bağrına düşen sözlerin çözsün sessizliği Bak! Bu yaprak benim, bu kurşun da ben Bak! Bu yol da, bu yolcu da Bak ve bil Kendime dokunuyorum, sana dokunduğumu sanarak
129
Anla Usul Altın taslarda kanımızı içiyorlar Anla: Suyun öte yanına atar bir iktidar seni Bir ölüyü bir yanda bırakırsın, bir yüreği öte yanda Kalbinin yarısı fermanla gider Komşunun adını değiştirir hesaplanmış karanlık Bir adresi alıp götürür kül rengi yağma Caddeler cam kırıkları Kristal geceler, ayaklar altında hayat Yüzde belli korku, saklıda elbette kin Yağmur utanarak siler sermayenin kirini Vergi çıkartılır yolculuklara, varlıklısın Tarihin yağmalanır her kapı çalınışında Kapa kapıları, şehri terk et, yol anlar seni, bak Bir insan ancak kendinde başlayıp kendinde biter. Dur Bekle Her sevgilinin bir rengi, kokusu olmalı Bir yol, onun adıyla başlamalı; bir umut onun sesiyle Sen burada, burada büyütmeye çalışırken kendini Bir kız orada, kıyıda İntiharı ömrünün parçası sayıyor Damarlarını broş gibi takıyor göğsüne Her sevgilinin bir kanı olmalı, kanı büyüten upuzun boynu Bir yol, onun özlemiyle bitmeli, bir umutsuzluk onun sesiyle O, orada; o, orada yok artık Ağzının yarısında bıraktığı öpüş, en son kendine dokunan eli Sonraya bıraktığı bekleyişi ve çıplaklığı, kırgınlığı, acıları Sevgili ben sende senin çocukluğunu sevdim Ağlayışını, bekleyiş kapısında benden olan gülüşünü Tuttum yolları kokladım Her seferinde senin kokunu duydum Ölümün karanlık çadırında Bir kuş daha kan rengini tanıdı işte Ova sustu, suya düşen taş ürktü Şafakta, el-ayak birbirine karıştı Bir şehri, bir göğü, bir sevgiliyi
130
Bırakıp gitmeye yazgılıyken Bak, bir kadın Dayanamadı kendi örtüsüyle gizlendi güne Ve ölüm en uysal imgesi oldu onun Usuldan bulandı korku göğsüne Bütün hafifliği ve dağlı yazgısıyla Sensin bu, anla artık Yalnız bir katliamda Ve onun durmadan büyüttüğü sayılarda Düşün ki sensin bu Şoseden patikalara atlayan ve diplerde bir yerde diyelim ki sızıda bir yerde Bir yerde ve kuytuda. Düşün ki Sayısız kişilerden birisin ölümde bir yerde Şimdi Okşarcasına ve öylesine uysal; tüy gibi. Şimdi Usulca süzülen karanlıkta. Ağır Şimdi bırak kendini dağıtsın efkâr Sonra geciksin; gün, kendine sefer sayısı uydursun Büyüme Büyümeyeceksin: siyah bir mektupla. Yazgı değil bu Kırabilirsin. Kır Devlet fermanıyla büyümeyeceksin Bağır İktidar dokunamayacak yalnızlığımıza Bağır Komşumu kendi dilinde, kendi adıyla hatırlayacağım Bağır Ermeni dilinde gözyaşı demeyi unutmadım Rumca merhaba demeyi de biliyorum Bağır Bir Ortodoks günah asla temizlenmeyecek yürüyüşümle Ama yaşlı bir Kürt kadınının ağıdı Hep öyle şivan rengi olacak
131
İşte ölümün İşte aşkın ve şiirin bilge çiçekleri, menekşeler Kendi esintisiyle oynaşan üveyikler Kanına susanmış ceylanlar, işte bitirilmiş toprak Bunlar senin tarihin gezgin Elleri aşka dokunmamış bir kadın senin tarihin. Gün Dağlarda yiter, suda görünür Silinmiş bir ömrün cennetinde salınır. Sen gelirsin Beklenmedik bir misafir gibi gelirsin. Bilirsin Varılan her mekân, gidilecek bir sonsuzluk için başlangıçtır Unutma: Yol açık Unutma: Yola çıkanın yoldan alacağı vardır Unutma ve yürü gezgin Aşklar ancak uzaklarla sınanır Dokunuş özlenir ilkin, tenin kokusuyla kamçılanır ayrılık Sarıldığın hiçbir anı yetmez yüreğinin avuntusuna Yetmez düşlere hükmetmek Sevgiliyi başucuna resmetmek yetmez En anlamlı şarkıyı yol söyler Ah, o nerdedir şimdi Nerdedir o gülüş, o hayat nerededir Ah, o ipince bir sızı olan bakış nerede Seni bir ömür söyleyecek o ses hangi dildedir Uzaktadır gezgin, başka dildedir Unutma Uzaklara giden sesler elbette uzaklarda kaybolacaktır
132
ŞEHİRLER Elbette İzmir’den başlanacaktı. Nazilli durağında istenerek durulmamıştı ama kitabı belirleyen Sevgili oradan katıldı yolculuğa. Sonra kısa bir Ankara... İstanbul’a, bir pazar günündeki yaz yağmurundan; özellikle de, sema ayininden ötürü teşekkürler. Urfa çok sıcaktı. Babamın mezarının önünde, ağlayarak “Unutmak, ihanettir!” demiştim. Sonra bunun başkasına ait olduğunu söylediler. Herkesin bir mezar önünde ağladığını anladım. Siverek’te biraz korkmuştum. Ama 1-5 yaşım arası Siverek’ini bir ciğer kebapçısında bulduğumda sevindim. Diyarbakır şenlikti. Belki bunun için kimse acı çektiğimi anlamayacak. Sevgili yolu yarıda bıraktı. Saçları ufacıktı.
Sedat
133
KENDİNE AKAN SU 40-45 yaş şiirleri
Birinci Basım: Yazı Kültürü Yayınları,2009 İkinci Basım: Yazı Kültürü Yayınları, 2014
134
Tanr覺m, yaz覺y覺 hak edecek ne yapt覺m ben?
135
GRİ Öfke geçince acının tortusu çıkıyor ortaya Beni sorarsanız yasemin kokusu toplamaya gitmiştim Ellerim çatlamış, ovuşturmadan olacak Diz kapaklarımda hafif bir ağrı, dilim pelte Sevişirken gülen; sevişme hallerinden bir hâl Belki kendini boşaltan bir köpek, kendine doğru Bir kedi süt içti, sütte ekmek parçaları Gecenin yarısı, sokak satıcıları “boza” diyor Keşke ayın yirmi dokuzu ve şubat olsa Belki bir balık tabakta olmaktan şikâyet eder Sonra sokağa çıktım; sanırım sabahtı Şehrin bir sakinine sorsaydınız gece sürüyordu En çok, bizi en çok etkileyen sese doğru Ayrıldık, ayrıldığımız her yerde kendimizi bekliyorduk Belki hepimiz bir evden kovulmuştuk Öfke geçmiyor; sadece acının tortusu hafifliyor biraz O yüzden Suyun yüzü yasemin yapraklarından görünmüyor
136
SARI Sende üzüldüm, sende ağladım Ben en çok sende üşüdüm Mevsim çiydir artık Bahçeler buna hazırlanmalı Çiçekler ve yapraklar Ağaçlar tek başlarına bırakılabilir Onlar kendilerini tek başlarına da çürütebilir Sen bana hasreti yakın kıldın Kendi adımı gördüm birçok ölüde Öldüm ve gördüm Sende üşüdüm, sende ısındım Ateşi soğuttum, küle renk verdim Ben en çok sende yandım
137
BEYAZ Bir çocuk, bir baba ve en ayıp bir kıl yığını Bir ayıp kıl yığını ve bin pişmanlık; özür dilerim Ben çekip gittim kapınızdan, kapınız kapalıydı Ben çekip gittim, belki eviniz tersinden açıktı Bu kapıların açılacağı yok çocuk Bu senin üstüne inen ağır cinnet Böyle böyle büyüdün sen: yenile yenile Böyle ateş, böyle rüzgâr ve böyle su ile Bilinir; demir, demiri kesmek için çelik olur
138
KIRMIZI Hepimize yakışan bir renk vardır Gece uzun Evet, kıştır… Günü beklemek zordur Zahire zamanı geçti. Ekmek tükenmeye yakın Elimizden alınmış ateştir kış Köpekler kapı diplerine sığınır Kaydıraklar tepeden iner Allah’ın vergisidir kar Yağar, yağar, yağar Bir beyazlık durmadan dökülür suyun üstüne Yollar bunu bilmez, tutup kendini kendine kapatır Kendimizi doğuracak olsak hayata Dünyaya gecikeceğimiz kesin Ama sanırım ömrümüz de hep kış Elbet Uzaklara da yakışan bir renk vardır Unutma Yola çıkarken saçına kızıl çiçek tak
139
SİYAH Ben bu aşka gizli başladım Gözlerimi sakladım önce Ellerimi nereye koyacağımı bilemedim Tutup Belki bir sesim vardır diye Çığlık attım Öğrendim Meğer insanın kendi nefesiymiş hayat Ben seni bir karanlıkta yitirdim Oysa bir gece çiçeği açıyordu senden bana doğru Kıştı ve sobalardan çıkan koku şehrin rengi olmuştu Sorularımız vardı ardımız sıra gelen Bizi yıpratan yalnızlığımız Asla evimizi terk etmeyen bir başınalık Ah keşke Keşke bütün sesleri birlikte öğrenebilseydi dilimiz
140
MAVİ Ah kızıl gülşen, şehir utansın Ölüme durmuştuk yüzümüzdeki gülücükle Beklentimiz olsaydı keşke yaşamaya dair Bir umudu birlikte yiyelim mi? diyecek kadar Biz her yerde aşktan kırıldık Orada kendi başına yanıp söndü bu fener Yanıp söndü yıldızımız. Bitiyor işte ışığın gücü Belki biz de ışıl ışıl olurduk Bir ömrü birlikte tüketecek kadar zamanımız olsaydı
141
BELA Şehre ilişkin umutları olan Cezasını kendi çeken Yenmeye çalışmayan kimseyi Acısı kendine ait Yakışıklı Ve parmakları marangoz atölyelerinde terk edilen Bırakın öyle kalsın acı, kendi başına Belki mistik bir ölüm, her ölüm gibi Belki kendine özgü bir kader Ama mutlaka yüksekten düşen cam parçası Doğrudur Damardan akmıştır kan Kendi başına doğmuştur oğul Şimdi sırada Üçüncü nesil ağrı vardır
142
ACI KENDİNE MÜNAFIK İçimdeki yanlış hançer, kalbimdeki yaralı ok Düşleri kendilerinden güzel kadınlar Alıp bizi dipsiz kıyılara götüren anılar Bir karanlığa bütün hasreti boşaltmak Bu böyle olmayacak Hayra yorulmaz yaranın durmadan kanaması Durmadan kanaması bir elin bütün parmaklarının Ve tırnakların deşmesi yüreğin kızıl yanını Acıyı tanıdım sende Aldanışları yaşadım Onulmaz kavgalarla tanış düştüm kapında Şimdi tüm safrayı kusmalıyım uçuruma Hayatın tüm sayfalarını tersine çevirmeliyim Öğrenmeliyim Aşkın, aşktan mutlaka alacağı vardır
143
HASAT Gözyaşına yüklenmiş sessiz günahtır mendil Elinden tutulması gereken kör dilenci Balık mangalının başında kedi Kavgası kendine yakışan köpek Avutulması gereken ruh Gökte tembellik yapan tanrı İnsanın kirini temizlemek bize düştü, toprağı sürdük Onu güzelim tohumlarla ektik Nadasa bıraktık bütün günahlarımızı Yerdeki tozu süpürdük Söyledik Toprak, her ıslaklığı karşılar Su, yeter ki ateşten yüksekte bir yerde dursun
144
AĞARTI İçimizdeki karanlığı saymazsak gece aydınlıktı Şehrin küllerini bir yerlere savurmalıydık Mesela denize, balıklar için Çalı diplerine, kurdu kuşu gizlemesi için Sokaklara Sokaktaki köpeklere, renkleri açılsın diye Soylu kedilere, ölüme giderken ıssızlığı kullanmaları için Döndük kendimize baktık Birbirimize baktık ayna niyetine Şimdi bir mezarlık önündeyiz ve yağmur düşüyor denize Kim bilir hangi kir temizlenecek seher vakti bu suyla Bir baba bir daha dönmemek üzere Hangi evin kapısından çıkacak Kim bilir hangi dua karşılayacak bizi taşlarda Birbirimize sevgiyle dokunduk en son İçimizdeki karanlık aydınlanıyordu, gece güne dönmüştü
145
HAZAN Herkesin acı çektiği bir yer vardır Kimileyin çocuklarda Belki de anaların rahminde Kuş uçumu uzak bir diyarda Biz kendimizi çok eskittik kendimizle Hep bir başka aynada sınadık yüzümüzü Adımızı geçtiğimiz yollarda unuttuk Eskimeyen bir hayat var artık sözümüzün içinde Yitik bir ömür dökülüyor ellerimizden Bir zaman sarkacına doğru Acımız bu kadar büyük olmazdı belki de Saçlarımızın ağarmasıyla kalsaydı bu ömür
146
İS Beden paylaşılır kimileyin Acı tutar insanı bir yerden Soluk kesilir, nefes tükenir Vaktinden önce kaybedilmiş topraklar gibi Ellerimi yitirdim önce Keşke, dedim; yeniden yumurtlasa tavuk Folluk böyle boş kalmasa Burnumuz elbette yanan otun kokusunu alır Toprak insana benzer Unutulan sevgiler vardır yitik memleketlerde Yıkılmış imparatorlukların insan haritaları yasaklıdır Ah, desek; kalabalıklar içinde Ah, keşke bu yangından sızan Yüreğimizin dumanı olsa sadece
147
SAVUNMA MAKAMI Elimden gelse yıkılırdım bir meydanda Önüm arkam sobe Yakalanacağım, biliyorum ilk hatamda Sabaha karşı sorgulanacağım ilkin: Elektrik ücretsiz Tazyikli suda vergi yok. Filistin askısı esnaftan bağış Arkadaşının yerini söyleyen ödül alıyor Utanacağım elbette ışıklar altında çıplaklıktan İnsanız ve elbette altımızı ıslatabiliriz Üç yıldızlı sivil komiserin karşısında Devlet hem şah hem şahbaz Avukatlarımız gelsin, temizlensin iç çamaşırlarımız
148
İDDİA MAKAMI Her şey yolunda şimdilik Eşyaların çoğu yerli yerinde Bütün evler ve sokaklar Şehrin ışıkları ve ülkelerin sınırları Nöbetçi kulübeleri, düşman siperleri Mavi kuvvetler ve onların füze rampaları Sevgiliden ayrıldığımız gün, yer ve saat Kesişen caddeler ve ehliyet gerektiren işler Erken boşaldınız Bu yüzden sünnet etmemiz gerekiyor sizi Kestik en küçük yerinizi ve kan damladı suya Deriniz toprağa karıştı Oysa göğün bizi avutmak için söylediği şarkı ıslaktı İstediğimiz gibi dikilmemişti idamlık gömleğimiz Büyüyünce de giyersiniz, sıkmayın canınızı Aramızda kalsın, ölüyken hep aynı yaşta kalacaksınız İşte bu yüzden Herkesin kendine sadece bir kerelik itiraz hakkı var Hâkim Bey, adımı değiştirmek istiyorum şimdilik Mümkünse yaşadıklarımı sonraki celseye bırakalım
149
NEZAKETHANE İçinizden birinin hain olması gerekiyor Voltaj düşüklüğü var şehirde Bütün pencerelerde soluk ışık İktidar dairesinde enerji sorunu Bu yüzden onarmalıyız iletken hatları Su basınçlı, bu iyi Taşlar soğuk, coplarda insani ıslaklık Özür dileriz, sizi biraz kanattık Ama ne yapalım; bütün ülke yasadışı Tüm yurttaşlar suçlu. Buna düşler dâhil Bir kadın işkencede çocuğunu düşürdüğünde Devletin neresi acır İsterseniz bu soru ile başlayalım Genel müdürlükten gönderilmiş Bir şişe de bulunur belki Bu işler için demirbaş kayıtlarında Üstelik hepimiz bu ülkenin vatandaşıyız kardeşler Hiç olmazsa zaman zaman Vergilerimizi vaktinde ödemeliyiz Kargacık burgacık bir imza ya da silik parmak izi ile İzin verirseniz İçinizde ben cenin olmaya hazırım yeniden
150
LÂL Gerçek, şarabın içindedir Suyun üstünde unuttuğun parmak izi yakalatır seni Bir tank paleti, tırnakları ezmiştir Askerler, falda çıkan yolları kullanır Oysa kar çoktan kapatmıştır bütün çıkışları Midede at eti, it etine karışmış Personelin üstünde kanlı kaputlar Bir kısmı ’93 Harbi’nden kalma Dağın ağrısı hep korkutmuştur dağın eteğini Her yılın on beşinde Şaraba dokunduk ve bütün dinler yasakladı Kadının memelerine gündüz gözüyle dokunmayı Biz kendimizi durmadan içtik Bildiğimiz topraklardan sürülürken Çok çabuk sarhoş olduk Dedik Keşke şarap, dostların sofrasında içilseydi bir tek
151
SIZI Bir aşk daha bitiyor işte Puslu bir gökyüzü Denizin içyüzü yağmurdan görünmüyor İyot kokusu ve oltanın ucunda çırpınan istavrit Ekmek parçaları, misina, ağ takımları, ağırlıklar Elimizden gelse sonsuz yeşerecek bir yeryüzü Bir kedi daha kısmetini yitirdi Havalar soğudu, sokak ışıkları söndü Kalın giysilerle yürümeliyim bu yüzden mezarlıklarda Elimden gelen şimdilik bu: kendime sığınmak Bir aşk daha bitiyor Biter, her aşk biter; yeter ki yürek acıyı kaldırsın
152
YOLCU Bir gün çekip gideceğim buralardan Sen de gideceksin, öpüp kokladıklarımız da gidecek Elimde kalan modası geçmiş kırgınlıklar Öylece, ayaklarım kalmak isterken Aşk şarkıları bekleyecek geride Başka başka insanlara söylenen Deniz duracak öylesine, belki onun feneri de Öyleyse, onlara son kez doyasıya bakalım Kendimize de Ben şimdi buradayım, sen kendi dünyanda Çırpınıp duruyoruz acılarımızdan birikmiş suda Ah, bu böyle olmamalıydı Ayrılık olmamalıydı ansızın kapımızı çalan bu kış günü
153
FENER Yolcunun sonunu görebileceği bir yola ihtiyacı var Yıldızları çekebiliriz gözlerinizden Bir adalı gibi yaşayabiliriz Her şeyi sonraya erteleyen Gerektiğinde ölümü bile Tutar bir kadeh gibi buğulanırız tek başımıza Bir şehri ne aydınlatır gökyüzünün dışında Yağmurun ve şimşeğin dışında Seni unuttum, buna üzülüyorum, içim karanlık Hep birlikte bir ışık yakalım Birlikte yanarsak yeryüzü aydınlanır belki
154
KITMİR I Ben size büyük aşkları anlattım Bir mağarada, ıslak bir ateş başında Kendinizi üşüten rüzgârları kendi başınıza doğurdunuz Yedi uyuduk, yedi uyandık Esvabımız yıkanıyordu Bilmediğimiz yunaklarda Biz kendimizi terk ederek başladık bu hayata Yedi uyuduk, eksik uyandık İçimizde kimseyi uyku tutmuyor artık
155
II Eser yel Yel eser, toz olur yol Akbabalar ölüye üşüşür Karaciğer yetmezliği var Topraktan beslenen aşklarda Elbet Masallar kadar Yalan da olacak hayatımızda Kafdağı yıkılacak Eriyecek bütün demirler Göçebe rüzgârlarda Ama yine de ben Efsanedeki bu kırgın köpeği özledim en çok Kapılar ardımdan tek tek kilitlenirken
156
AV Ben size bakarken kendi yalnızlığımı gördüm Elimden gelse size ekmek pişirirdim, balık avlardım Balıkçı teknesinde sabaha karşı ses olurdum Elimden gelse su ve olta olurdum Ateş olurdum tavanın altında Belki de yürek, azgın korkulara karşı Olmadı Ben size baktım Kendi çaresizliğimi gördüm yüzünüzde
157
KANAMA Şehrin ıslanması gerekir elbette her yağmurda Gelin buradan konuşalım Soralım Hangimiz ölümle uslanmadı Aramızda aldatılmayan kim var Gelin bir başkası olalım İçimizi kanatan yarayı birlikte saralım Şehirler elbette ıslanır yağan her yağmurda Ama saçakların altında sırılsıklam olan halklar Bir başka soruyu sorar Bıçaktan sızan bu kanı kim kesecek
158
AFYON Sevgili Memo, aşkların kırıldığını gördük Bir piyano başında Esrar içtik ve “Hu!” dedik Tanrıyla sohbet ettik bütün gece Vaktimiz varsa Şaraba dönelim, bizi ancak o kurtarır Birbirimize babalarımızı anlatalım yeniden Ölümsüz kahramanlarımızı Biri silsin artık göz ucu sularımızı Babalarımız öldü, buna inanmamız gerek Memo, tespih şakırtısından uyuyamazsan haber ver Ölümü birlikte yenelim hiç olmazsa bu seferlik
159
EFSUN Bir şehre başlarken umudu olması gerekir insanın Belki hayata başlarken de öyle İnsanın babası kaç kere ölür Kimse bilmez kimi soruların cevabını Yetim kalmış topraklardan başka Herkes birbirine anne diliyle seslenir Bizim şimdi sessiz sedasız bir şarkının peşine düşüp Gözyaşlarımızı iplik bağında yürütmeliyiz Acıyı saklayabiliriz elbet birbirimizden Unutmayalım Anıları yaşadıkça babalar da yaşar Bu şehir de bitti işte, bütün kırgınlıklarıyla Belki hayatı da böyle terk etmeliyiz, usulca
160
HERKESİN ASIL KAHRAMANI ANNESİ Herkesin ilk kahramanı babası olsa gerek Haziran’ın 29’u her daim sıcaktır Eğer devlet tarafından öldürülmesi gereken Bir babanız varsa; 1979’da, Türkiye’de Emir-komuta zinciri içinde Teninizi soymak isteyebilirsiniz Üstündeki kıllarıyla birlikte Yapış yapış bir samimiyet ortalıkta dolanır Belki tanıdık gelir diye bir yerlerden Dolanır durur; ihanet, elinizi dost gibi sıkmaya çalışır Şunun şurasında yazın bitimine ne kaldı oysa Biraz zorlasak Yağmurlu bir gökyüzü kucaklayacak hepimizi Sırılsıklam bir öpücükle Ömür boyu kaynatılan kahveyi Siz taziye sandınız Oysa mezarlık çıkışı azıcık soluklanabilseydik Ruhumuz kol kanat gerecekti üstümüze Kimse bilmez Aslında herkesin gerçek kahramanı annesidir Bu yüzden babaların anıları hep asılı durur Evin her yerinde
161
DUVARA ASILI BABA ANILARI İnsanın babası gömülürken çok üzülür Kimsenin üzülmediği kadar üstelik İzin verilse toprağı yumuşatır insan Sırf ağırlık olmasın diye babaların üstünde Suyu azaltır, ağaçları inceltir Bir ışık bırakır usulca mezarın saklı bir yerine Sırf babalar yalnızlıktan korkmasın diye karanlıkta İnsan, babasını gömerken çok üzülür Babası yaşarken üstelik yanı başındayken Bizde öyle olmadı, saçların birçoğu hâlâ siyahtı Yirmi yaş dişlerinin çoğunu toprak çürüttü Çok genç yaştaydım gömülürken ben de
162
DÜŞ Kadının memeleri durmadan yere düşüyordu Hasat zamanı, buğdaylar sararmış Belki tarlaya çıkar çiftçiler Ayrık otları ortalıkta yok şimdilik Toprak epeydir kendi başına Denizciler bütün gün suyu okşayıp durdu kadın niyetine Erkek balıklar gerisin geri dipte Dalgalarda martı beyazlığı, motor sesleri Çocuğun biri suda aksini görüp ürktü Sofranın kısmeti yok artık Açıklara bir sefer daha yapılmalı belki de Çay hazır, bardaklar temiz, ocakta buğu Kimsenin anlam veremediği bir ses Garip bir koku: ten çürüğü Bir gayret kalksak yerimizden Belki ışığı görebileceğiz Erkek, nedense bu garip rüyadan uyanmak istemiyor Bu düşe anlam verecek olsak Bütün memeler derli toplu duracak yerli yerinde
163
İSKELE Lodos esiyor, havalar ısındı Açıklarda rüzgârın nereden geleceği bilinmez Buna hazırlanmalıyız Gerçek, teker teker yıkıyor dalgakıranları Karşıda uyuyan avcı, avın yerine geçiyor Avı uyandırmak gerek Kendimizi büyük yalnızlıklarla sınadık İçimizde büyüttük hücrelerimizi Aslında bu kadar eziyete gerek yoktu Bizi kendimizden ayıran bu güzelim deniz Bu deniz, fenerini yitirmemeliydi
164
YAĞMUR Sen hiç yoktun. Asıl kötüsü bu Bizi tanrıyla sınadılar; inanç ve küfürle Bu yağmurun duracağı yok Usul, yola çıkalım Sesin duyulması gerek, bu su bizi boğacak Öyleyse ıslanalım Belki boyalar silinir, asıl rengimiz çıkar İçimizdeki aydınlığı götürünce rüzgâr Gecenin karası çıkar ortaya Eksik bir şarkı gibi acıtıyor canımızı ayrılık Önceden tasarlanmış bir cinayet planı gibi Hep bilinen, bu uzaklık Tanrının derdi de böyle bir şey olmalı Çöllerin borcu bize belki de bu yüzden Kumları yıkasak sesimizle, ödeşir miyiz hayatla
165
OYUNDAKİ EBE İlkin aşk terk edecek bizi, rahat olalım Ardından hayat, belki içimiz ürperecek Biz kendi kaygılarımızla büyürüz, sözüm ona Küçülürüz: süte ilk dokunuş. İlk sesleniş Sonra sokağa ilk tutku ve ilk emekleyiş Çocuklar, elbette evden kaçacak biraz daha oyalanırsak Onların işi bu: sert yüzlü babaları sınamak İlkin aşk bu yüzden terk etti bizi, rahat olalım Hayat da terk edecek elbette, bundan eminiz Çocuklar kalacak geride Büyüdükçe bizi daha çok üzen Yağmur, bu yüzden mi yağıp durdu yoksa oyun taşlarına
166
BEKLEYİŞ En çok deliler sever beni, kendinden geçenler, meczuplar Rüzgârın kokusunu duyanlar, dağ başlarında Issız bir köşede İskemlesi kırık bir bahçede düşleri olanlar Buralarda bir yerlerde oturuyoruz işte Hemencecik başucumuzda bir silah Özür dilerim, bu saklı bir bilgiydi Öbür yanımızda deniz duruyordu Kayığın suçları işaret diliyle anlatılacaktı Açıklara giden her ses Dönmek için elbette denizi bekler Bu yüzden tüm soruları unuttum Sudan kim sağ çıkar bilemem Ben, kıyıda kırık bir iskemlede oturuyorum
167
ÇAPA Birilerinin bizi bu suya bağlaması gerek Yağmurun sesiyle; olmaz, denizin kokusuyla Belki de kıyıdaki teknenin halatlarıyla İçimizden biri demir atsa yalnızlığa Bu şarkı yine de alıp götürecek bütün kumsalı Artık acıları paylaşabiliriz Birilerinin; hayır, kendimizin Hayata bağlaması gerek bizi
168
SIR Ben bu yalnızlığı çok sevdim, sensiz olan Kimsesizliği; durup durup ah eden sonsuzluğu Bugün ayın yedisi, karayel esiyor, tersten bir soğuk Baldırı çıplak bir sokak taşı Bütün gün voltada çiğnendi durdu Hep gidilen ama bir türlü varılamayan bir cadde Dönüp baktıkça yerinden oynamayan bir şehir Bıraksan kendi başına ayakta durması zor bir ülke Ben kendimi hep bunlara benzettim Sokaklara, şehirlere, ülkelere: En çok yollara Kimseye söylemeyin lütfen Ben bu kimsesizliği, kendimden çok sevdim
169
ÇITIRTI Biz tuttuk herkesi kanımızdan saydık Çıktık dağlara: puslu bir gece, ağaç diplerinde bir ses Herkes için vurulduk bu defa Taziyeye döndük Anne, baba ve belki biraz kardeş İşte bu yüzden çizik bir kalple yürüyoruz bu yollarda Kan izlerinden geçtiğimiz yerler belli oluyor Belki döneriz yeniden bir gün buralara Geride bıraktığımız ölüleri almak için Şimdilik yüzümüz öylesine bakıyor dağlara
170
DENİZ YOLLARI Aşklarımızı temize çekelim Her 1972'in altı mayısında, sabaha karşı Deniz bize bakıyor şimdi bir dağın ardından Uzun süre boynu ipte beklemiş gibi İşin doğrusu bu iş hep böyle olur Genç bir insanın boynu asılı kalınca darağacında Son sözleri aşka dair olur hep Bir de yaşamak ve eksik kalmış kavga üzerine Bir insan ölürken, gençken, elbette aşktır hayat Aşklarımızı temize çekelim biz de Denizin tuzlu suyunda Boynumuz ipte belki biraz daha uzun görünebilir Olsun, yolun kendisi de kısa sayılmaz zaten
171
ARIZA Bir kedi damda eş arıyor Labirentler kendini kesen çizgilerle dolu Fare, peynir peşinde… Şimdi biz Nasıl geçeceğiz bu karanlığı Çok içmek gerek yoksa gece bitmeyecek Birazdan arıza başlar, hazırlıklı olalım Devlet, bütün derdini masaya saklamış Kendimizi koruyalım Belki tanrının yardımı da gerekecek Her isyanda damdan düşen ölür Biraz dikkat lütfen kiremitlere basarken Mart her daim tehlikeli bir aydır 1971’in on ikisinde Ardında birçok genç ölü bırakır ipin ilmiğinde Eylülü çıkarsak oysa takvimlerden Yanlış anlaşılmasın, ekimden sonra gelen eylülü Tarih belki biraz daha temiz olacak Bu kedi artık damda leş, belki yalnız kendine eş
172
MASALCI Ben size unuttuğunuz düşleri anlatmalıyım Şimdilik işim bu Zeytin ağaçları; incirler ve biraz dağ başı Belki biraz da nar; içinde tanelenmiş hüzün Aşağı yuvarlanmış kızıl taş parçası ve ıssız dağ başı Ve katıksız bir acı. O yüzden ağlayış durmadan Öfkemiz bu yüzden. Çekip gitmelerimiz de Ben size bütün düşlerimi açık etmiştim Siz durgun bir koyda oturmuştunuz Belki de bu yüzden duymadınız beni
173
SORU Aşkın acıtan yanları tabi ki olacak Hırçın bir denize bakmak gibi Hep durgun olmayacak elbette su Suyun sesi insanın sesidir Kimileyin karanlık oluyor günümüz Kendimize hesap soruyoruz, eksiğimiz ne diye Altından kalkmalıyız dertlerimizin Belki de asıl gece sormalı kendine Ben kimin karanlığıyım
174
BEKÇİ Bütün kış denizi bekledik Göğü ve yıldızları; kimse dokunmasın diye Ellerimiz toprağa karıştı Şarkılar söyleyen komşuyu bekledik Bir başka dilde mum yaktık Ve şarap içtik bütün soğuklarda Ağaçlar, toprak ve tüm börtü böcek Bizimle birlikte bekledi Dalgalar duruldu Yosunlar sarardı, gök yarıldı ikiye Bütün kış sizi bekledik Meşe kütükleri ateşte içten içe yanıp durdu Gözlerimiz ekmekte Azıcık şarap ve tüm dünya kırmızı Sizin bütün çiçekleri satın alacak kadar paranız vardı Oysa artık bahar: Ortalık mahşer Nergislerden hâlâ haber yok
175
SONBAHAR SARISI Günler kısaldıkça Göğün rengi de değişiyor, ağların kısmeti de Daha çok martı var artık suyun üstünde Balkonlarda kızarmış biberler ve kuru domatesler Haklarına düşen sıcaklığa razı Gerçi elden ne gelir itiraz etseler de Bundan sonra daha çok gece ve daha az yıldız Bolca ayrılık, çokça bekleyiş, epeyi bir hasret Denize serpiştirilmiş abartılı tekne yansıması Yazlıkçılar dönüş hazırlığında Günler kısaldı Bütün yaz tepemizde konaklayan güneş Yer değiştirdi unutkan rüzgârlarla Artık daha çok yalnızlık Her taraf yazı hatırlatan şarkılar Evler belki buna hazır Ama yastık kılıfları pek de alışmamış ıslaklığa
176
HATIRA İçimizde bir yangın çıktı diyelim Akışkan bir mürekkebin renginde Kaygısızlığımız bizi hayatta tutacak Elimiz değmeyecek aleve Böylece kor olan ateş kendini düşünecek Saçlarımız dökülecek Kalanlar beyazlarla oyalansın şimdilik Diş çürükleri ve takma organlar Köklü problemlerim var doktor Ama asıl derdim şudur Dudaklarım bir türlü gerçek öpüşmeleri unutmuyor
177
MEZAR Bir insan ömrü kadar büyük yalanlarımız var Su küstü bize. Bunu seslerden öğrendik Kekre tadında meyvelerden, toprağın kırılmasından Çocukların somurtmasından ve onların hayallerinden Elbette dişleri iri olacaktı narın Ve gülün yaprağı dökülmeye yakın duracaktı Hep kırmızı bildiğimiz elma çürüyecekti Biz kendimize sahip çıkmazsak Kim anlatacak sanki bunca öyküyü Sahipsiz bir ırmak, kimsesiz bir çeşme, şırıldayan aşk Ey çağlayan su Bir insan ne zaman büyür sence Bizim, bir insan ömrü kadar basit sorularımız var
178
SUR Bir şehre hangi kapıdan girilir Yıldızlara bakalım: Yazgımıza; harelenmiş göğe Hayatın bize bir şans daha tanıması gerek Her sevgiliye dair ayrı bir suçum var benim Beni affet. Beni affet ömrüm Toprağa bakalım: gömüleceğimiz yere Üstümüz yeniden güneş, altımız yine böcek Çıkıp gidelim buradan: Yalnızlığımıza Soruyu yeniden soralım Bir şehir, hangi kapıdan yol verir insana
179
ALDANIŞ Kış bitiyor Gülüşler azaldı, acılar da öyle Karşı masada bir başka ülke oturuyor Bu uzun bir hikâye, baştan anlatmak gerek Elimizi eteğimizi çektik dünyadan, böylece yenilgilerden Kazançlardan da Ben kendimi kime gösterdiysem O kadar da acı olur muymuş diyerek Kimse, ama bir tek kimse inanmadı buna Yüzümden gülüşü silmeyi unutmuşum, belki bundan Sessizlik büyüdü Bundan dolayı çoğalıp durdu yüzdeki çizgiler Anladım ki Yaşlılık, yazları kışlama işiymiş
180
TÜFEK Vurulmuş bir devrimciden Daha büyük bir düş nasıl kurulabilir Saçları kendine düşen bir yüz Dağların suyunu kurutan bir rüzgâr Göğüste kızıl bir yıldız Che Meydanlar, vuruşmalar, buza saplanmış gerilla, hüzün Acı, örtünmeye çalışırken utanır; bu bir Gölge, geriye düşmüş bir çığlıktır; bu iki Bizim direnişten gayrı neyimiz var ki! Bu da üç Ve son Oğlu vurulmuş bir anneden daha büyük kim ölebilir
181
YENİLGİ Söz acıtmalı insanı, içini kanatmalı acıtan her söz Seni seviyorum, ayın yirmi dokuzu gibi, şubatta Üşüten bir rüzgâr, kendini titretmeye yeten bir kış Kedi ile köpeğin hayat kavgası çöplükte Geri çekilen kaybedecek. Kural şu Çok bağıran çok haklı Acısını kendine saklayan çürüyor İçinizi kanatan bütün sözleri kendinize söyleyin Hayat, avutmalı insanı
182
DÖNME DOLAP Bu göğün altında kaybedeceğimiz çok şey var artık Büyü bozuldu, rengi değişti gecenin Sokaklar yokuştur Sırtımızda ağır yük Tanrıdan aldık bütün gücümüzü Yüzümüzdeki aydınlık ondan Nefret ve öfke; devlet ve kıyım Denizde ansızın bir gel-git Sevgi ve merhamet; mazlum ve insan Şeklin siyah olduğu yerde yüreğin de kararması Ruhumuz bomboş Hayat durmadan aşağı iniyor Büyü başladı. Anladık Bu gökten toprağa yağmur düşmez
183
KÖPÜK Biri yumuşak yerlerimize dokunuyor Oysa hazır değiliz sevişmelere şimdilik Elden ne gelir Yelken, rüzgârını doldurmuşsa Olta, dersen; dalgaya bırakmış kendini Birileri yine dokunuyor göğümüze Bizi bu sudan ayırmaları zor olacak
184
SU Benim en güzel zamanımdır bu: kimsesizlik Siz şimdi evlerinizde uysal uykulardasınız, olsun Kirden eser yok elbet Elbet kuşkudan ve tehlikeden de Anneniz böyle bir sokakta doğurmamıştır sizi Sevgiliniz aldatmamıştır sizi böyle bir yerde Toprakta iğrenç bir namussuzluk kokusu İç çamaşırlarda temizlik ordusu Gel gidelim buralardan ey kimsesizlik Su kıyılarına, arınmaya
185
UZAK Biz seninle birlikte çocuk olduk Olsun Ayrı büyüdük İstanbul, Nazilli, İzmir Mazeretimiz var Birbirimize bakamayız yan masalardan Denizin suyu daha beslenmemiş ırmaklardan Parmaklarda alyans Saçlar uzamış biraz, tırnaklar yeniyor hâlâ Konuşmamalar söylüyor Hayat bir yanılgıdır, aşk da öyle
186
SEANS Kötü rüyalar görüyorum doktor Milas’ta yıkılmak üzere bir minareyim Yeşil bir minbere yaslanıyorum cemaat içinde Herkes beni terk etti Buna zaman zaman kendim dâhil Gün içinde ne korkuttuysa beni Siz onu soruyorsunuz bana Hastanenizde herkes efendi Mesai saatlerinde herkes kurallara uyuyor Maskelerimiz sağlam. Aşklarımız yalan Rüyanız yok. Kırgınlık size hiç uğramamış Doktor Yeryüzü bacaklarını hiç olmazsa biraz sıkabilseydi İnsan bakir kalabilirdi, değil mi Yatan hasta bölümünde Mangal yapmak yasakmış Bu yüzden mi herkes aç açık dolaşıyor koridorlarda
187
GÜNEŞLİ GÖKYÜZÜ Senin gözlerinden bir başka dünyaya çıkılır Orada uyuyabilir insan sonsuza dek, bekleyebilir Belki bir kapı aralanır diye Çocukça sevinir Sabah kalkar ve denize açılır İçimizi ıslatan deniz, balıkları ağdan kurtarır Hava serinler, gökyüzü bulut olur Bulutlar su olup toprağa döner Bir hırka giyer insan, sevgili kokusuyla örülmüş Ateş yakar kıyıda, közde kendini pişirir Su içinde ıslanır Kırılır bazen kum üzerinde Yıldızlara bakar kumsala yan yana uzanıp Öpücük tadına benzeyen bir dudak ile uyanır uykudan Gece tek başınadır Sonsuz üşür bu yalnızlıklar içinde Kuşlara özenir, börtü böceğe Tabaktaki peynire, küçük ve renkli şekerlere Bir çileğin şekere bulanmış haline Güneşli bir gökyüzüdür belki de tek beklediğimiz Bu yüzden işte Senin gözlerinde gerçek bir hayata başlar insan
188
KİMSE Hepiniz çoktunuz, herkes çok kalabalıktı Beni kendi içimde yalnız bıraktınız Tuttum oturdum tek başıma bir köşeye Toprağın derdi büyüktü, göğün hüznünü anlayan yok Gözlerimi bir denize attım, belki kendini görür diye Rüzgâra batırdım dilimi, bir ses öğrenir diye uzaklardan Sıkmayayım sizi kendi derdimle Sizce de sakıncası yoksa Hiç olmazsa ölürken haber verin, sizinle birlikte öleyim
189
DEVLETİN pİÇ YATAKHANESİ 45-47 yaş şiirleri
Birinci Basım: Yazı Kültürü Yayınları, 2011 İkinci Basım: Yazı Kültürü Yayınları, 2014
190
Devletin okullarĹna Dilinin kepenklerini indirip giden çocuklara
191
Tanrım, Yaşadıklarımı unutmaya yetecek bir ömür ver bana!
192
Sedat Şanver Öğe için DEVLETİN pİÇ YATAKHANESİ İçimizdeki en kısa boylu kopil Mahallemizin en afili delikanlısına Niyet çektirirdi karanlıkta Kurallara göre Kimin zarı köşeye sıkışmışsa İlkin o koşmalıydı yatağa Yatakhaneler Aynı renk giysiler giydirilmiş kurtlarla kuzuların Yorgan altına birlikte girdiği yerler Yağmur şarladıkça Altına mecburen işeyen çocuklar Uzun kış gecelerinin kahraman sessizliği Belki daha hızlı olabilirdik Çektikçe içimize şu kahredesi dumanı Ölüme son hızla giden arabalarla birlikte Ciğerlerinden yana şanslı olanlar Potaya doğru son bir hamle daha yapardı İşin garibi şu Kısayı bulan kazanırdı hep Karanlık odalarda, ranza altında nar tanelerken Hepimiz Ayak takımından olan hepimiz Daha aşağı bir yeri Mümkünse gökyüzünü çekerdik Kumarcı olsak zarımız kırık, boşa sallanmış bilek Şeşi doğuştan yek Bir türlü elimizi ayıramadık bu yüzden En olmadık zindan karalarından
193
Kız tarafından Kol gücüne yarım maşallah altını Böylece sallanıp durduk sermayenin karşısında Haklıyız elbette, ancak En kısa boylu bitki örtüsü biziz sonuçta El âlemin coğrafyasında Dağın kasığına oturtalım bedenimizi Kara deliklerden çıkan nehirlere Neslimizi kurutacak değirmenler kurulmadan Elimizde kalan son aklı kullanalım İlkin Kadınlar, çocuklar ve korkaklar çıksın dışarı Bu gece erkek erkeğe yatacağız pijamasız İsteyen alt, isteyen üst katta oturacak Herkes en gerçek halini gösterecek birbirine Kâr oranlarını hesaplarken Bankalar boyumuzun ölçüsünü almayı öğrenmiş Şehrin imar planı için ilk kural Su kemerleri, devletin arazisinden geçecek Batan bu gemide Motor dairesi evlilik hazırlığında Küpeştenin üstünde parantezi ortalamış çentikler Kürekte elbette çiftetelli Pompa verimli çalışsa Tekneyi dolduracak harbi bir gelin halayı Tey tey tey Belki de yaşamamıza sebep olacak Gerçek bir takı töreni Kî zava, kî bûke Devlet damat; devlet, her daim damat
194
Diyelim bütün düzüşmeler başka bir dünyada Yasadışı evlatlar çoktan gönderilmiş yetimhaneye Çocuk seviciler kapı önünde nöbette En vicdanlısı Namlu temizleyip silah patlatıyor el yordamıyla Sabaha karşı İlahi renkler giyinmiş kulampara din adamları İbadet sonrası kazıklamaya başlamış önüne geleni Patron küskün, kendine en uygun sloganı bulmuş Her eylemde en önde Bekâret kuşkuluysa indirimler geçersiz Tüm bunları uykumda görmüştüm belki de Usul Uyandım geç de olsa Bütün bu geceden aklımda kalan şu Tüm bunlar bir rüyaysa Ortalıkta dolaşan bu piçler kimden
195
kesik parmaklar için DEVLET VE BOŞALMA Sabahtan beri çekmişiz Bob Marley’i Mümkün olsa Şişenin dibindeki karanlığı bir yudumda içeceğiz Karşımızda konuşmadan oturan suretimizle Aynada götü görene kadar Belki ayakkabılarımızı cilalatacağız çıkmaz bir sokakta Sonsuzluk kokan her türlü dumanla Aklımıza geriye bakmak gelmiyor Unuttuk vallahi, yeryüzü nasıl bir şeydi Yemin billâh ayağımız yerde değil Evinize yaklaşsak yalan mı söyleyeceğiz Deli etmeyin adamı Ruhumuz acayip politize olmuş Tanrılara müthiş muhalif Peygamberliğimizi kabul etseler Anlaşmaya hazır değiliz Fazlasını istiyoruz bu kavgada Geldik ama yeryüzünde bulamadık kendimizi Kurunun yanında yaş da yanarmış, yansın bakalım Nereye kadar yanacak hep birlikte göreceğiz El âlemin o biçim çocukları ne kadar ateşli olursa Ancak o kadar kuruyacak içimizdeki ıslaklık Çok başlı organımız Ortalık yerde boşa akıtıyor suyunu Nefesimizi esir almış terli bir cıgara kâğıdı Ciğer, yumurtadan fışkırmış ejderha yavrusu Elbette çifte gelmez bu duman Sıkıp da suyunu çıkarsak bu şarkıların Gözün görmediği bir ihanetin Kekre kokusu yayılacak bütün coğrafyaya
196
Az zorlasak Yeni bir kurtarıcı daha gelecek Bu ibne dünyaya kendi kurallarıyla Uğraşmayalım şimdi bir de yeni bir tanrıyla Sen ne sanmıştın ki kendini Topu topu üç kuruşluk puşt dünyada Sanki devrim kapının önüne terk edilmiş de Sen sabah ezanında, cami önünde Kundak elde, takke başta, abdest zinadan bozuk Oysa kadın çoktan oturtmuş Yüksek katlı binaları sulak yerlerine Evin tapudaki sahibi kapıdan çıkar çıkmaz Efendi kiracılarla beslemeye başlamış Derin kuytulukları Elinden gelse Gelirleri üç ayda bir toptan tahsil edecek bankadan Malzemeyi teminat gösterip Son anda kurtulmuş tefecinin elinden Ödemede anlaştık değil mi? Senin sırtın her daim yerde, ben organ naklinde Belimden bir başka dünyaya köprü kuran kavaklar Ağır oryantal bir ses; iki dirhem kilo aldık Bilmeniz gerek Terziler yalan söylemez Vaktiniz olursa eğer Bu kahpe dünyanın göbek bölgesinde Siz de eğlenirsiniz parlak giysilerinizle Zamanı gelince nasılsa söylenir hepinize Kendi gerçeğiniz Saçlarımız rasta ve Paranın insanları satın aldığını gördük Yoksul zamanlarda dünyanın bütün ahlakını Ortamı toparlayalım, bulaşık kısmı çoğalmış Kendi sokaklarımıza çekilelim bir an evvel
197
Birazdan Şeref ödüllü sanatçılar dolduracak meydanları Anlaşmada bu yoktu Ölmüştük ve pazarlama dâhil değildi işin içine Geçerken uğramıştık evinize Bu saatten sonra alet kullanmak da ne iş Çekip gidiyorum işte sizin bu sahte dünyanızdan Hamse mesnevi zamanı, Usul’la birlikte Duanızı esirgemeyin lütfen Elimin, parmağımın, tırnağımın korkusundan İçimin ve dışımın günahından Tanrının insafından Gözümde acayip bir unutuş kıpırdıyor efkâr renginde Kendi başıma içeceğim bundan sonra bu sessizliği Vaktiniz olursa eğer Anlatırım elbette Siz yokken de yaşadıklarımı Ama şunu mutlaka bilin Sabah oldu Çift kâğıt çekecek nefesli çalgıcılar Kenar köşede kendi başlarına ritim tutuyor Mülki idare pusuda Bir tek kendi yüzünüz var elinizde Doyasıya düzmek için İsterseniz aynada, isterseniz yatakta İstersiniz; elbette istersiniz Bilmez miyim? İşin doğrusu anlarım Sizin ameliyatta kestirip gerdiren halinizi Bu şafakta elinizde kalan bir tek paranız Banka şubeleri, cennetten önceki son mola yeriniz Bu binalar, yaşarken elbette tek mezarınız
198
Tırnağıma dokunmayın; dokunmayın ruhuma Tanrının yüzünü görüyorum en küçük parçamda Para, hayatı satın alamaz Biliyorum bunu Ama insanları satın alır Bu yüzden içimden geldiği kadar küfrediyorum Bu ölümlü puşt dünyaya
199
redd-i vicdan adına DUMANALTI DEVLET Dibi tutmuş ocakta kuru otlar tüterken Oğlan çocuğu çift kâğıda sarmış kendini Durmadan ters konuşuyor Elinden gelse, tüm dünyayı şarkılara boğacak Koltuğunun altında iri yarı bir coğrafya kitabı Sayfalarının çoğunu küffara kaptırmış Tarih ve hendesede beslenme bozukluğu Gelecekte okul yok, diyor Para yok, devlet yok, silah yok Kerhaneler müze, ordugâhlar genel helâ Cephelerde marketler sıra sıra dizilmiş Sınırlar, yumurta topuk deposu Sözüm ona, bizim uğruna öldüğümüz bayraklar Miğferi Delik Delikanlılık Müzesi’nin Antik Eziyetler Bölümü’nde sergilenecekmiş Ben anlamam, çocuğun dedikleri bunlar Bu gidişle Milli Güvenlik’ten de sınıfta kalır bu çocuk Dersi derste öğrenmek gerek Sıkmayın canınızı, sonuçta tek evlat Bütünlemede geçer Özel ders mi aldırsak yoksa sağlam bir hocadan Çocuk hayta, devlet umrunda değil, insaf nedir bilmiyor Askerlik, dersen Düztabanlıktan yırtacak tabansızın dölü Durmadan bağırıyor Tüfeğin dipçiğini çizdirip yırtcam askerlikten Bu da yetmezse Şahadet parmağını kesecek ihtimal Beslenmez böyle velet evde Şehit de çıkmaz böyle bir puşttan
200
Evin kapısı çalınsa geç bir saatte Babamdan biliyorum Temiz giyinmek gerek teslimatta Devletin karşısında el bağlayacağız sonuçta Şüphenin her türlüsü bizi bekliyor Bu yüzden İlk soruyu kendimize sorabiliriz rahatlıkla Varsayalım Yanlışlıkla başka renkte bir marş dinledik Hangi dine sığınırız sorgusuz sualsiz Karşımıza çıkan ilk mabette Okullarda, Hangi elimizle ibadet ederiz sıraların altında Allah aşkına bu kadar üzmeyin kendinizi Zorda kalırsanız Kışlada Ali Çavuş çatallı kılıcıyla gelir Üç-beş nöbetinde Çoluk çocuğun Bir de babaların yardımına Sırf devlet yıkılmasın diye
201
koğuşta mecburî hizmet görenler için DEVLET VE NİŞANGÂH Çavuşu tokatladık bütün kış Kimseden habersiz el arabasının lastiklerini eskittik Akıttığımız su, değirmeni döndürür inşallah Komutanım, hiç olmazsa üç tas suya izin ver Mesele temizlik Şartnamede yazılı bütün bunlar Şartmış cennet turnikelerinden geçmek için Limon kolonyası ve peçete Herkes kendi ölüsünü yıkamış paklamış bu yüzden Ecelden bir gün önce bütün tüyler jiletle tanışmış Biz efendi evlat olarak yere ince bir örtü serip Ütüleyip durduk cildimizin kırışan yerlerini Tertemiz çıktık nizamiyeden Bu kapıdan sonra ardına bakan puşt olsun Parayı peşin ödesin etek tıraşından sınıfta kalanlar İzin günü sivilleri çeksek İnzibatlar yine de tanır mı ürkek yürüyüşleri Yokuş aşağı erken patlamış frenle inerken Çarpmış olabiliriz Ortalık yerde duran hudut duvarlarına Arabayı nereye park edeceğimizi bir bilsek Ayak elbet rahat olacak gaz pedalını okşarken Kamyon düz yolda devrildi; kabul Ancak şoförde hasar yok Herkes hazırsa Yükü sarıp yeniden çıkabiliriz yollara Aslında harbi kadınlar da var bu memlekette Veresiye olmaz ama üçe beşe de bakmazlar Sermaye Allah’tan Kiminin duası, kiminin parası
202
Çekilin lan kurnanın başından Hamamda geçmez kimsenin rütbesi Kör müsünüz Peştamaldan dal taşak sızıyor göbek taşına Çok meraklıysanız Makam odalarınızın girişine takın madalyalarınızı Tükürükleyip yapıştırın Takdir belgelerinizi uygun yerinize Savaş çıkmış, ölüme gidiyoruz Cenabet olanın Ammına konacak elbette karasinekler Aslında yağlayıp yumuşatsanız elimizi Sakin olup kımıldamadan dursanız Kapı komşu olacağız birbirimize Bildik marşları toptan söyleteceğiz kışlanıza Hamamcı olduk komutanım, üç tas su Yoksa Kerbela mı ulan burası Kamışa erken üflenmiş sesleri duyan pek olmaz Ancak Heyecanlanıp sabun köpükleriyle birlikte ölenler Bir de Kaydıraktan boşluğa düşen naylon delikanlılar Kitaba göre de şehit sayılır, değil mi
203
Ece Ayhan için KULAMPARA OLAN DEVLET Aklı zorladıkça akıl kendine gelir Sınırda uyuyan devriyelerden korkma Ardında nöbet tutan her kişi dost sayılmaz Birazdan parola sorulacak Dikkat: bütün memleket kuytuda seni bekliyor Ayak sesleri Rahat ol Örfi idare mülkiyeden sınıf arkadaşı İlkokuldan istifa ettirilmiş oğlan çocukları Gündüz vakti uykuya yatırılmış kaymakamlık koltuğuna Makat yırtılmaları devletin başhekimine emanet Hiç olmadık bir arka sokaktan çıkarız şehre Herkes şen şakrak; gece bitmiş, sırada yatak var Bu olmadı işte Kontrol noktası, mahşerî bir kalabalık Polis sorar: kimlik, sabıka kaydı Bizde kafa iyi, çekmişiz kuruyu, nefesimiz tıkanmış Epeyi güldük, biraz da alkol Aklı zorlasak Kendimize geleceğiz. Âlemden dönüyoruz İhtimal bütün dünyayı yatağa yatıracağız birazdan El yordamı, kol gücüyle Abi, bizi idare et Organları tornada düzelteceğiz bütün gece Pezevengin biri Kerhanenin ortasında orospu beğenmiyor Tipimiz doğuştan bozuk İnsafsız ve kudretli bir rütbe karşımızda, motorize
204
İnen kalkan copun hesabını yapan kim Filmlerde olsa Süper bir kahraman kurtaracak hepimizi Sonunda kendi başımıza kalıyoruz İt uğursuz bir sağlıkçıyla Yediğimiz onca küfür ve yumruk da şirketten Zorladık aklı sabahın köründe. Tek hatırladığımız Savulun lan ibneler, devlet geliyor her yandan
205
piçhane koridorlarında babalarını bulanlar için DEVLET VE GIRNATA Yükselin, yükselin arşa kadar Çekilin kenara Cumhuriyetin harbi çocukları geliyor karşıdan Arkalarına bağlanmış şahsî zeytinyağı şişeleri Ceplerinde ağzı çıtlatılmış günebakan çekirdekleri Tarihlerinde büyük yalanlar Ellerinde bıyığı yeni terlemiş bayrak törenleri Herkesin yüreği kendine göre temiz Sokakların vergisi Karşılıksız çeklerle ödenmiş zamanında Şimdilik Efsanelerden çalınmış bir yalan var sofralarda Ey resmi kahramanlar Ey durmadan ağzından düzüşenler Ve yetersiz rütbelerinden dolayı sürgüne gönderilenler Kendinize sorun artık Para olmasaydı dünya hangi yana dönerdi Yoksulken neden hiçbir tanrı sizi tanımıyor Oysa siz Aynalarda büyütürdünüz hayallerinizi Bir tek parayla paylaşırdınız parlak kariyerinizi Damarlarınızı parçalamak için gerekli malzeme Çekmecede hazır dururdu hep İhbarcı konu komşu sitenin girişinde nöbette Topu topu tek kişilik bir cumhuriyet var elinizde Hiç olmazsa kendinize güvenin Tuvalet kâğıtlarıyla silin ağzınızdan akan sözleri
206
İsmet Özel için POLİS OLAN DEVLET Çocuklar bir imparatorluk gibi yıkılır Polis babalarının önünde Bu yüzden Yolunu kaybeden tüm yıldızlar Mezarlıktan uzağa düşer Ölüler, ölülerden ürkmesin diye Gelin ömrümüzden bir kuş uçuralım Kendimize dönmesini hep istediğimiz Bir posta güvercininin kanadını kıralım Hep birlikte birbirimizi dölleyelim Önümüze geleni, ortalık yerde Kim isterse o dönsün evine, yıkılmış devletine Kalbinin tam ortasına akıtsın kutsanmış suyunu Çocuklar Siz aldırmayın yıkılmış imparatorluklara Gerekirse yenisi kurulur Sıkıca sarılın Varsa eğer Bir baba boynu yanı başınızda
207
kör yılanı yiyen karınca için KORUYUCU OLAN DEVLET Ömrümüz geçip gidiyor önümüzden Uygun adım marşlarla Çocuksunuz ve size Allah tarafından bir miktar toprak parçası verilmiştir Saksı içinde yeni bir hayat yetiştirmek için Belki de kesik parmaklarınızı büyütmek için Postallarla çiğnenmese iyi olurdu aslında düşleriniz Babanız yanınızda olsaydı Onunla birlikte öğrenirdiniz hayatı Ah, bu hapishaneleri yapan Ve onların kapısında nöbet tutan babalar Bilmezler ki, insan kendine baksa Tanıdık bir yüz görecek karşısında Aslında kim dönse içine Bildik acıları bulacak kendi aynasında Zaman oldukça uzundur; boynumuz da, dilimiz de Ranza dibinde ipi beklerken Bu yüzden geçip gidiyor işte ömrümüz Sizin hiç bitmeyecek hükmünüzü beklerken
208
nesir şiir niyetine İHANET OLAN DEVLET “Ben, asla yabancılardan yakınmadım Bana ne yaptıysa o tanıdık yaptı” Hafız-ı Şirazi Dostlar alışverişte görsün, niyet iyi Beş kuruşluk yumurta arıyoruz ortalık yerde Horoz bütün gün bu yüzden gagalamış tavuğu Yumurta din değiştirmiş tereyağlı tavaya düşünce Tilki kümesi yağmaya kalkmış Gecenin bir yarısı biz uykudayken Konuşmayı öğrenen civcivler Kardeşinin adını ötmüş ilkin çakal yavrularına Ülke yanıp duruyor oysa Ortalık yerde bağıra çağıra Kimin umurunda Boş verin, çiçeklerden söz edelim birbirimize Kendi pespaye devletimizi kuralım gerekiyorsa Bir de sınır çizgileri uyduralım Ayak bastığımız her yere Oysa biz Dost niyetine çıkmıştık pazara Tezgâha parmak izlerimizi koymuştuk ilkin Sonra iyi niyetimizi Ardından ölü ceketlerimizi Kapı önüne birkaç çift ayakkabı, zekât niyetine Belki para eder diye askıda duran anıları Baktık satış iyi, kendimizi saçıp durduk ortalık yere Sorguya güzellikle başladılar Ardından albümdeki samimi fotoğraflara geldi sıra Kadim dostumsun sen, bilmez miyim Sırtımdaki hançerden tanıyorum seni
209
zarfın yorduğu mazruf için TAVŞAN BOKU OLAN DEVLET Akademik olarak hepinizden kibarım Elbette hepinizi severim Düdüğümü hızlıca öttürürseniz fakülte koridorlarında Kediler düşman tarafa siper kazmış bilgisizlikten Köpekler dost kulübelerde dinleniyor Suyum sıcak, arabam koltuk altı üflemeli Omzum eskimiş apolet dolu Evin içinde efendi, güvenlikli sokaklarda külhan Var mı ulan bana yan bakan Kerhane çıkmazında ha bir eksik ha bir fazla Fincancı yokuşları dal taşak katırlarla çıkılmış Tüp bebek beklemiş imzaladığım bütün senetler Devlet götünü görmüş de yürek yarası sanmış Bu yüzden zarın yuvarlanmasına izin verin Hiç olmazsa kumar masasında “Evet!” diyelim Elimizde kalan bir tek kendimize Kokmam bulaşmam kimseye Çıkardığım boku elbette örter kariyerim
210
Adnan Satıcı için MAHALLE OLAN DEVLET Mezardayız işte, kendimize bir türlü yakıştıramadığımız yerde Oysa hiç olmayacak diye düşünmüştük bunu Üstümüzde bizi ısıtacak bir tek giysi yok Toprağa bir tohum düşse sevineceğiz Belki yeşeririz diye yeniden Çıkarız diye belki de kendi kozamızdan Bilirim, binlerce yıldır bu iş hep böyle oldu bu ülkede Dedemle paylaştığım eksik yemek Babamla bölüştüğüm sır Amcalarımın üç para için beni düşmana satması Toprak böyle bir şey çünkü; insanı baştan çıkaran sevgili Bilirsin; Urfa, her daim işine gelen tanrıya inanır Tüccarlar kandırır bütün memleketi Diyarbakır, sur içinde ısınır; yanar, sönmesi zaman alır Arka mahallelerde doğan bütün çocuklar Zafer işaretleriyle çıkar hayatın sokaklarına Eve dönmesi mümkün herkesin sırtında Devletin kurşunu olur Seni de böyle tanıdım ben, vurulmuş en güzel halinle Mezardayız artık, kendimize en yakışan yerde Oysa hiç olmayacak diye düşünmüştük bunu Yine de parmaklarımızı yanımızda tutalım kardeş Belki bir işe yarar öte taraftaki kavgada
211
Cahit Sıtkı için TAŞ AVLU OLAN DEVLET Erişilmez bir düştür gönlümdeki bahar Kalan ömrüm yeter mi bilinmez Bir sonraki mevsim açacak Gülün kokusunu duymaya Badem ağaçlarının meyvesini görmeye Öyledir, asla benzemeyecektir bir önceki dokunuşa Yıkık boyalı memleketlere Kara taşları sabırdan çatlamış duvarlara Gelmesi muhtemel sonraki yaz Gelse de Unutmaya alışmış bu ruh Nasıl anlasın ki Dallardaki taze yaprağın yalnızlığını Günler kimileyin eksiltir güneşi Avludaki kuyunun suyu çekilir Gökyüzü görünmez olur Zaman un-ufak eder düşleri Kimileyin de elekten dostlarımız düşer aşağı Kan kussaydı ciğer Belki bu kadar acımazdı insan Yine de dönüp bakmak gerek kimi zaman anılara Kırışmış bir yüzle nasıl çıkılır sevgilinin karşısına Dostlara uzatılan eldeki damarlar Neden böyle kanla doldurur kendini Ölüyorum, desem şimdi; kim inanır bana
212
Ferit Uzun için EFSANE OLAN DEVLET Aramızdan bir nehir akar Kimse bilmez suların yaralı halini Keklik olup uçarız apê Yine de avlarsınız bizi kendi kafesimizle Olup olabileceğimiz bu zaten Sofra başında kıtlık-kıran yaşamak Bir söğüt gölgesi sadece bizim olan Kendi memleketimizde Oysa şarkılara Derdin nedir, diye sorsak Bin bir türlü kırgınlık Bin bir türlü ayrılık ile anlatacak halhallı güvercin Peşengin yaralı halini tarihin not tutan taşlarına Ceylan, kendi efsanesini yazmaya kalksa Derisinden başka yer mi bulacak sanki bu dünyada Hatıralar, içten içe terlerdi dip odalarda İsyanın kan revan tanıdıkları Tuz buz olup kendi rengine karışırdı Şimdi bana Olup biteni Çocukların gözünden anlatması gerek birinin Üstüne başına kıyımların günahı bulaşmadan Öldüm nihayet Ve hepinizi gördüm Öte tarafın geniş penceresinden: gül’dünüz Bu toprağa ölerek düşmek bile güzel, demeyin Bu topraklarda kendi dilinde Başına buyruk gülmek güzel
213
Mehmed Uzun için GURBET OLAN DEVLET Konuşanın yüzünden anlar insan bir dilin tadını Masalın bir yerinde sabahın ışıdığını görüp sevinir Gecenin ağardığını, toprağından sürülmüş renkleri Ve elbette göğüs göğse vuruşmaları; destanlardaki Yürekleri yakan kibrit çöplerini; köylerdeki Çocukların özlemini, anaların çığlığını; kapı önündeki Babaların çaresizliğini; avlunun dibinde hep bekleyen Ve bir gül ağacının ömrünce taşıyacağı kederi Kimileyin anlaşmak için dil bilmek bile gerekmez Yaraları kullanır insan bunun yerine Kendimi sözcüklere emanet ediyorum, diyerek Çekip gider bir testi dolusu şarap dağın serinliğine Yolun kendisi memleket olur yola çıkılınca Yalnızlığı koruyacak bir umut parçası Ve belki bir sesin ilk çığlığı bulunur bir başka dünyada Gurbeti temizlersiniz siz de yakışıklı bir umutla Kendinizi yalnızlıklarla yıkarsınız Hiç bilmediğiniz bir ülkede Ölüm uysal ayaklarıyla yürürken Bu sağır ve kör dünyadan size doğru Yaranız açık kalır, durmadan kanar saklı olan yanınız Anlarsınız Zafer kazanınca insan kalan insandır İşkencede adını bir bayrak gibi bağıran da öyle Susmak hançeri bir meziyettir. Yenilmek de Kimselere sormadan alıp başımı gittim ben de Kendi gurbetime Öfkeyi düşmanımda tanıdım Sürgün komşularımın gözyaşlarıyla yıkadım yüzümü Onların ölüleriyle birlikte öldüm
214
Gördüm Kendini yakıp duran bir dünyanın sesleri Dolaşıp duruyor ortalıkta Toprağın altında yatarken anladım Bazen, dilin beg’i kimdir bilmek gerekmez Beg’i kanatmak içindir kimi diller
215
su ve kan dağıtımı yapılan meydanlar için TALAN TAKSİM OLAN DEVLET Bütün gün durmadan yağmur yağdı Camları yeni silmiştik Balkonlar çiçeklerle dolu bir gökkuşağı Ellerimizi yumruk yapıp havaya kaldırdık İyi ki de kaldırmışız, Yoksa çok üşüyecekmişiz öte tarafta Slogan attık, devrim için ant içtik Bir kahveye girdik Kızıl bayraklar çok sırılsıklam İçecek bir şeyler söyledik, tavşankanı Isındık Ajanslara kötü haberler düşüyor durmadan Ölü sayısı mevsim ortalamaların üstünde Yaralılar terk edip duruyor meydanı Yağmur devam etmiş bütün gün Telaştan fark etmedik İlk günüymüş mayısın Kendi renklerimizle ıslanmamız bu yüzdenmiş
216
ninni niyetine SU ELEĞİ OLAN DEVLET Bütün gün içilmiş bira Elbette kendine gider bir yol bulacaktı Biz bu kör çeşmede nöbetteyken Orman bekçileri şen şakrak Devletin tesisat işleri müdürü Az kalsın rüşvetten içeri girecek Masa başı iş başvurusunda bulunmuştuk Altımıza temiz bez bağlayarak Kız anaları efendi damat istiyor Konu komşuya hava atmak için İlk geceden de sel basar mı yahu Sabahın köründe ekilmiş tarlayı Artık şansımıza Bizim musluktan su içmese de tohumcuklar Ne çıkarsa kabulümüz bataklık topraktan Tutup onu seveceğiz kundakta Agu bugu, agu da bugu
217
Tenekeli Mahalle’nin sevecen çocukları için DEVLET VE ÇOCUK Devlet, insanı evinden alıp uzaklara götürür Konuk eder nezakethanelerde Unutuş ve lokum verir canı yanarsa Elmalı şeker olur devlet şoparların gözünde Pamuk şekerleriyle süslenmiş polis arabaları Sünnet konvoyuna katılır Çocuk aklı işte, devlet aklı gibi Sonra kimilerini daha çok sever Ve onları tanıdık hapishanelere gönderir Mahallenin en yetkili üç buçuk kişisi Şambali, künefe, sütlaç; bir de şerbeti koyu güllaç Rütbeli adamlarla birlikte çiçek büyütür seralarda Bazen de yağlı fidan dikerler mağara kovuklarına Yetmezse, taşa toprağa; ananızın arsasına Devlet, insana babalık yapar bayramlarda Akrabaları dış kapıda bekletir Sıkılırsa adam asmaca oynar boynunuzla Yaşınız yeterli değilse yaş ekler kimlik kartlarınıza Boynunuz kısaysa iple çekerek uzatır Harfleri doğru bilelim lütfen Devlet, insanlara millet olmayı öğretir Pişmaniyenin üç kutusu beş lira Dilini değiştirir Zerde, akide şekeri, Zeki Müren göbeği Din için seçenek pek az Burma bıyıklı kadayıf, hanımgöbeği, vezirparmağı Kahraman seçimi izne bağlı Mezhebinizi mideye zararlı olmadıkça görmezden gelir Ve aşureden zevk alır az biraz Döktüğü kandan eklediyseniz nar’ın üstüne
218
Devlet o kadar büyüktür ki, kimse onu göremez Ayaklarındaki kokuyu duyar sadece Terso bir vaziyette hastaneye acil yatırılmışsanız Bacak aranızı merak eder acılı çikolata Ve termal kameralar her yerinizi kaydeder Yatağa girmeden önce soyunursanız Loğusa şerbeti sizi uyarır: Bu ayıp, ışıkları kapat Erken boşalmalarda Erkek tarafını tutar padişah macunu, bu normal Devlet pek hoşlanmaz reçelden Onun şekerpare tanıdıkları vardır Bankada enişte, borsada kayınbirader İthalat-ihracatta baldan tatlı baldız İstatistiklere göre çok çocuk yapmışsınız İrmik helvasına toz şeker Şişme kadınlara mesir macunu sürülmüş zıbık Daha ne olsun Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım
219
cari açık sebebiyle HIZLI KOŞUCU OLAN DEVLET Devlet saklar kendini koyu bir örtünün ardına Finansal dengeler bozulduğunda Zorlanır iç ve dış borcu ödemede Yoksulluk abartmışsa kendini Memurunu sevmez Uykusundan uyanır ihanet dairesi Sevimsiz harflere basınca muhalif örgütler Bütün alfabeler yasaklanır Sokaklar kalabalık toplarsa Piyasa gözaltına alınır Böylece Herkes devletin iktisat teorisinde yerini alır Toprağın bundan haberi olmaz ama Yağmura ve güneşe bakar yeryüzü Enginarlar göbeklendikçe Değmeyin yeşilin keyfine Deniz de öyle; ağları bekler, sabırlı oltaları Suyun içindeki mavi koyulaştıkça Salınır durur yosunlar ortalıkta Balık, misinanın kopması için dua eder Gök, temkinlidir; her avcıya alçalmaz Tavşan, dersen Havuçtan korkar en dişlek haliyle Tencereler kaynamaz belki Ama yiyecekler hazır durur marketlerde Kriz çıkmadıkça garsonlar sakin, şefler saygılıdır Tam o sırada herkesin sevişmesi gerekir Tapu icra dairesinin dar koridorlarında Düzüşmeye başlarız; katılım büyük, ritim yüksek Bir, iki, üç; bir iki, üç Kaydır, doldur, çıkar Arkada, önde, ağzın içinde
220
Çıkar, doldur, kaydır Tavşan önde, tazı arkada Hakem durmadan düdüğü öttürüyor Dikkat edin, avcının elinde silah var Minderin dışında güreşmek yasak Sınıf geçmek için notu başöğretmen verecek Uysal çocukların elmasını iyice kızartın Aslında hikâye böyle değildi Yaşlı başlı bir orospu Elini öptürürdü her bayram genç sermayelere Harçlık sorun değil Pezevenkte cukka sağlam nasıl olsa Eve yeni perdeler alınmış çiçek böcek desenli Herkes oldukça rahat Kimse kimsenin içini görmüyor nasıl olsa
221
evine bayrağa sarılı dönenler için DEVLETİN TAŞ YÜREĞİ Her taş, korkusunu kendi içinde saklar Eğip bükebilirsiniz tarihi İstediğiniz gibi olmamışsa savaşlar Soğuktan ölenleri eksik gösterebilirsiniz Her askerin künyesi kayıp listesine yazılmaz zaten Analar, evlatları tarladan topladılar Bin bir türlü rüzgârın ardından, pastırma yazında Bir gecede Şanlı bir ordu topladı devlet Yoksul renkli haritalardan Besleyip büyütmede sorun yok Silah verdi ellerine Karşı dağlar düşman bulutu Oğullar boy attı durmadan Memeden gelen süt yalan söyledi Meğer Oğul değil, şehit doğurmuşuz biz Çocuğumu teslim ettim size Siz onu önce asker ettiniz Sonra ölü, ardından kahraman Törenlerde madalya geçidi Daha dün onunla oynadığımız oyuncaklar Yaşıyorlar ama kendi başlarına Onun için yaptığım yemeklerin Dumanı tütüyor hâlâ mutfakta Yüreğim Buz dağından başka neye benzer ki bundan sonra Bu yüzden korkularımı taşlara saklıyorum Tahta, içinde ne beklemişse onun gibi kokarmış Şimdi bütün tabutlar oğul kokuyor bana
222
kuyruksuz fare için DEVLETİN DİYETİ Bütün insanlar Annesinin gözünde her zaman çocuktur Tek başlarına acıkacak yaşa gelseler de Siz, çok aç bir ölü gördünüz mü hiç Ne yaptım ben size Elimden ömrümü aldınız Sandıkta yaşlanıp duran çeyizimi Gelinliğe bağlanmış kızıl kuşağı İnce oyalarla bezenmiş düşlerimi Ölüme yatmış kızımı İnsanlık onuru işkenceyi yenecek Ev eşyalarımı, mutfaktaki kevgiri Saçlarımı, bileklerimdeki damarları, tavadaki balığı Saksılardaki yeşilliği, gözümde beslediğim bebeği Başımdan aşağı düşen perçemi Kapıda süt bekleyen kediyi Uykusunda kendinden korkan fareleri Sizin açlıktan ölen çocuğunuz oldu mu hiç Oturup bir ziyafet sofrasına yemek tarifinde bulunmalı Etliye sütlüye karışmadan Bol sarımsaklı babaganuş yedirmek isterdim Ölüme yatmış evladıma Tepsi kebabı, sumaklı patlıcan dolması Ağzım kuru, dudaklarım çatlak Dilim kösele parçası Musakka ve karnıyarık
223
Süt emdiğim memeleri görüyorum rüyamda Hünkârbeğendi, alinazik, kır aşı Durmadan titriyorum soğuktan Kundaktan artan bezle bağlıyorlar çenemi Çocuğu acıkarak ölen bir annenin Korkusu kalmaz tencerenin altını yakmaktan Sizin de Mutlaka kilo vermemiz gerekiyorsa Sofraların tıka basa tok olduğu günlerde Aç bir ölüyü dudaklarından öpmeniz gerekiyor Diyete başlamadan önce
224
Kâzım Karabekir’in evlatlıkları için DEVLETİN DEMİRBAŞ DAİRESİ Çocukları kimsesizler mezarlığına gömülenler Dua ederken sessizliği kullanacaktır bundan sonra Bıçaklardaki kanı temizlemek için Toprağı, bayrağı ve üniformanızı kullanın Vatandan hakkınıza düştüğü kadarını alın Tasarruf tedbirleri başlamıştır Kimse eziyet görmemiştir, ilk emir bu Oğullarınızın mezar taşları İmza karşılığı teslim edilmiştir size, bu da iki Kızlarınızı yatak yapan kahramanların madalyaları Farklı renktedir Üçüncüye de öğrendiniz böylece Kimden doğduğu belli olmayan çocuklar Devletin iç patakhanesinde uyutulacaktır Bir, ki, üç, dört Bir, ki, üç, dört Dört Herkes hemen şimdi Unutacak burada yaşadıklarını Kayıt dışı ekonomiyi önlemek için Devletin saklaması gereken hesapları vardır Bu yüzden Herkesin döktüğü kan Kendi zimmetine kaydedilmiştir
225
alfabenin eksik harflerini öğrendiğim Reşat Öğe’ye MUHACİR EDEN DEVLET Komşularımız öldürmeseydi bizi İyi olurdu aslında Birbirimizle şakalaşırdık uzun kış gecelerinde Yer kalmamışsa Aynı mezara üst üste gömülürdük baba oğul Başucumuzda amele taburlarının diktiği taşlar Islak camlardan boş boş bakarken var’lığa Birbirimizin yüzünde ısınırdık Olmadı Baktık Tanıdık kimse kalmamış buralarda Öyleyse Alıp başımızı gidelim biz de Kimselere haber etmeden Bir kuşun kanadında Yok’luğun ev sahibi olduğu yerlere
226
Devletin nezakethanelerinde Durmadan dayak yiyen babalara
DEVLETİN İÇ PATAKHANESİ
227
CÜMLE KAPISI 47-50 yaş şiirleri
Birinci Basım: Yazı Kültürü Yayınları, 2014
228
annem’e yeryüzünün gerçek tek efsanesine
Tanrım, Ben bütün bu yalanları söylerken Sen dilimi niçin lâl etmedin?
229
Her şey Gerçeğini bir tek senin bildiğin bir yalanla başladı
230
EŞİK İçimden nefreti Açgözlülüğü ve hırsı söktüm ilkin Kıskanç ve kibirliydim Öfkeden yüzüm görünmezdi tenha zamanlarda Kolumda sonraya ayarlı saat Göğsümde ipek gömlek Sırtımda afili urba, saçlarımda parmak izi Dudaklarımda kolalı bir gülüş Omzumda pahalı bir günah Bütün giysilerimi yırtıp attım, sana çıplak geldim Ateşte yanmıyorum artık, suda boğulmuyorum Kendime acımıyorum Elim, parmaklarım, tırnak uçlarım acımıyor Ayaklarımın altı, sırtım, kasıklarımdaki tüyler Gözlerimin içi Gördüklerimin üstü acımıyor Ağzımda kuraklık, dişlerimde kamaşma Dilimde şişlik ve sözlerimde tuhaf bir ağrı Senden başka soyum sopum yok Usul Nüfus kütüğünde Kendimden başka akrabam kayıtlı değil Tanıdığım herkes reddetti beni Ben bu kapıya kimsesi olmadan geldim Bütün şüphelerimin bekçisi ol, dedin Oldum Gözlerini kapatarak bak Kapattım Seni gördüm Kelimeleri kullanmadan anlat Dilimi unuttum Dedin Kâbe, insanın olduğu yerdir Kendinden uzağa gitme
231
İnançlarımı terk ettim Tapındığım her taşa, her toprağa Yaprakları üşüyen ağaçlara arkamı döndüm Abdestimi inkâr ile bozdum Sırtımda taşıdığım haçları ve yıldızları taşla parçaladım Bildiklerimi unuttum Etime sapladıkları çivileri ortalığa fırlattım Bundan sonra kime lazımsa o kullansın Sende tam oldum ben Sana geldim, diz çöktüm, secde ettim Senden başka kutsalım yok artık Şarkıların uysal, marşların âsi olmasını istemiştin İşte oldu: Ölüler ayaklandı Cennet bahçesinde doğup Cehennem ateşinde büyümüş sesler kapladı ortalığı Hu! Ya Hazret Hu! Ya Sedat Vaktin geldiğini anlayıp çıktım mezarımdan Bildiklerimi üst üste ekleyerek Adımın yazdığı hiçliğin önünde diz çöktüm Ses verdin, konuştum Üfledin, nefes almaya başladım Bu gözdür, dedin; baktım Sen gösterdin, ben gördüm Her tarafta afişler, kanlı kâğıtlara yazılmış bildiriler Herkesi utandıran bir ses kaplamış ortalığı Neye baksak toz duman oluyor aynı anda Neyi duysak oracıkta bitiyor hükmü sözün Hiç tanımadığımız bir koku kaplamış bedenimizi Ölümden başka bir yüz bu Hayattan başka bir korku Kıyamet borusu da öttü işte Musalla taşının önünde toplandık
232
Ölü kim? diye soruyor herkes birbirine Kimse kendi nabzını kontrol etmeden Su içmeden, ekmeğe dokunmadan Dudaklarını bir başka dudağa değdirmeden Parmaklarını saymadan Uyluk kemiğine sürmeden merhemi Herkes Kendini tanrı kabul ederek bekliyor ödeşme gününü İşte oldu: Ölüler, ölülerle kucaklaşıyor sonunda Ben babama sarılıyorum. Oğlum bana Senin sesinmiş meğer duyduğumuz Bizi kendine çağıran Ayağa kalktık ve son kez bakıştık Herkesin içinde seni gördüm Elini sürdüğün her şey güzelleşti bir anda Ölüler dirildi. Taş-toprak cana büründü, otlar dile geldi Bakışın insan olduğumuzu öğretti hepimize Yolu tarif ettin, denizi ikiye yardın Dağı eğdin, göğü ayağımıza indirdin Yağmuru yağdırıp toprağı besledin Ateşi yakıp içimizi ısıttın, suyu kaynattın Söze geldin Günlerin gölgesi kendi boyundan daha kısa artık Yapraklar dökük, sular serin Toprakta tuhaf bir intikam yemini İnsanlar tedirgin, serçeler ürkek Oysa ben Gökyüzünün suçlu Toprağın mahkûm olmasını bekleyen ben Bulutların, ibadet vakitlerinin, bahçedeki güllerin Kahve köşelerinde hayatına kumar oynamanın Gölgede bekleyen kuşkucu her bir harfin Dertli bir sözcüğün ve içerisi görünen bütün aynaların Ve unutmanın ve uykunun zekâtı olarak Kapına geldim Ol, dedin Oldum
233
Sen istedin, ben yaptım Senden korkup sende saklandım Nasıl emrettiysen sana öyle geldim Usul En cahil, en soysuz, en yoksul hâlimle Sana doğduğum hâlde geldim Üryan, kanlı, çaresiz, titrek Adı konmamış bir enik gibi Dilinle temizle beni Anası-babası olmayan bir öksüz, bir yetim gibi Senin evindeyim artık Usul Çırılçıplağım Ne yakışırsa onu giydir bana
234
EVİN ATLARI Yakışıklı atlar koşuyordu hiç durmadan ikimizin arasında Delikanlı bir dünyada herkes işinde gücündeyken Tarlalar, başına buyruk Azıcık zorlasan, yeryüzü bir anda değişecek Patatesler şişmanlamış, rençperler azgın Esnaf suskunlukla temizlemiş komşuya saplanan kanlı bıçakları Tenekeciler, bakırcılar, kalaycılar kıyama hazırlanıyor Tüccarlar rahat; göbek, her savaşta kendinden daha yuvarlak Veresiye defteri, faizden kazanıyor hayatını Hünsa atlar Kadınları başka türlü seviyordu el âlemin önünde Polisler parmak izi arıyor tabut kapaklarında Askerler, namluya sürülmüş mermi gibi bakıyor önüne gelene Ergenliğe geçen oğlanların sivilceleri patlamaya hazır Kızlar kanama nöbetinde, olgunlaşan memeleriyle Kendi hâline bıraksan Tüyleri yolunmuş bacaklar Hiç düşünmeden sonsuz bir ihtilal başlatacak Hürriyeti tanıyacak olsa coğrafya, steplerden ihanet akacak Yalan dolanla beslenecek ovalar Bir anda herkes Kafkasya’da prens Ya da Baltık şehirlerinde prenses sanacak kendini Ayaklarını bağlasan efsanelerin Dünyanın bütün sokaklarında Farisî bir masal Şah Şehriyar, kalbimizi işgal eden ülkenin hünkârı Kudüs sokaklarında İbrahim’in fukara ölüsü çürümekte Yersiz yurtsuz atlar koşuyordu evin içinde Az daha zorlasak kadehi İçindeki sarhoş kederi ortalığa dökecek sürahi Vadesi gelmeden hüzne boğulacak masa Aramızdaki ülkelerde yorgun atlar koşardı İki ayrı gökyüzü, kanlı bıçaklı iki yurt parçası
235
Birbirimize dokunabilsek Bütün düşmanlıklar anında bitecek elbette Balkanlar’da halklar durmadan sevişecek birbiriyle İşsizler iş edinecek bu kederi İşi olanlar, sırtını devlete yaslayıp Sesli bir harfi herkesin göreceği bir duvara asacaktı Uyandık bu gaflet uykusundan. Baktık Nazilli’de bir istasyon kahvesi Selçuk’ta leylekler, Ankara’da devletin ucuz meyhanesi İstanbul’da şehri ikiye bölen bir şarkı Giresun’da oturduğu yerden kıpırdamayan dalgakıranlar Sungurlu’da geçmişi gösteren saat kulesi Bursa’da şadırvana teslim olmuş cami avlusu Kahraman atlar koşuyordu ikimizin arasında Yapış yapış bir ter yürümüş yorgun çarşafın üzerine Bütün tüyler ıslak, buna kaldırımda yürüyenler dâhil Bir başka dile çevrilmeye çalışılmış dudaklar da Dayanamadım Ben senin bacaklarının arasındaki bütün ülkelere Kokular sürdüm Kendi etimle besledim açlık çeken yurttaşları Gördüm Sevişmeyi hak etmek için Attar pazarında bin bir türlü baharat sırasını bekliyor Zahter, melengiç, tarçın, kehribar Fesleğen, kekik, reyhan Anason, haşhaş, karanfil Siirt’te bıttım, Antep’te fıstık Urfa’da suda boğulan inançlı balıklar Diyarbakır’da burçlara saplanmış sahipli mermi Mardin’de dam kavgası; Adıyaman’da kuşçular kahvesi Gözüm kararmış Söylediğiniz her söz kabulüm bu coğrafyada
236
TÜTSÜ Öpülen her dudak yaralı, doğduğum şehirde Yatak eskimiş kahverengi dolu, çarşaflar Kızıldeniz Geç boşalan şişe suyunu açık arttırmada satacağız Kafama takılmış kalpaklı bir soruydu Ortadoğu’daki en kahraman kedi kim Bu sabah mümkün değil kimse uyumayacak Afganlar ve Peştunlar arasında Acem ülkesinden bir sözü Kimsesiz bırakmışlardı dağ başlarında Saçlar rüzgârda uçuşuyordu yağmura aldırmadan Gördüm İçimizden biri diğerlerinin elini tutmayı bırakmıştı Bu yüzden Emevi çarşıları yıkıldı Şam’da Erbil’de sarraf dükkânları talan edildi Bu yalnızlık kadar bu mutluluğu Sana kim verecek Tebriz’de Bu şarkılar kadar bu kederi Bağdat’ta Kim bilir kim yakın olacak sana Kahire sokaklarında Kendimi görmek istiyorum sadece gün ağarmadan Bu yoksul dünyada seni sevmekten başka Hangi zenginliğim var ki benim Ezan başladı Gecenin sesi de bitti böylece İstanbul’un göğsünde Elimizden alırlar artık Akdeniz’in köpürmüş korkularını
237
KÂSE Sevgisiz bir dünyaya uyandı herkes bu sabah Hayatın bütün evleri açık arttırmada satılık Oturduğun ülkenin bahçelerinde gülhatmi kılığında Katırtırnağı, kedi parmağı, zakkumlar ve ayrık otları Bize yeni bir dünya gerek, topraklarında yeşermek için Belki de güllerin kokusunu duymak için Bize İnsanın hata yapabileceğine inanan bir tanrı gerek Belki en zor sözü o öğretir Kendimi bağışlayarak geliyorum yanınıza Mümkünse sizin gibi olmaya Sır kendini açık etmiş Meçhul, ortalık yerde dolaşıyor Artık birlikte nefes alma zamanı Kuşların seslerine binip çıkmalıyız yola Kendimizle tanış olmak için Bu dünyanın nimetini kim istiyorsa Onun olsun dağlar taşlar; zümrüt gözlü güzeller Kahramanlık hikâyeleri onları anlatsın Ben, sana kavuşmak için yürüyorum suyun üstünde Bize bir başka ülke gerek sevgilim Ortasından ikiye yarmak için Gerekirse içine bir damla insaf koyarız Kimsenin haberi olmadan Yepyeni bir cehennem kurarız ruhumuza Hepimizin içine sığacağı görkemli bir zindan belki de Cümlemiz boynu bükük bekler durur ateşin önünde Dilimin arkasında sakladığım sır Ağzımda yaşlanan kelimeler Gözümde zehir olmuş yeryüzünün renkleri Bundan eminim artık sevgilim Seni, bildiğim kelimelerden daha çok seviyorum
238
İKAMETGÂH BELGESİ Kendini öldüren her insanın bir sorusu vardır Hep aynı deniz duruyor karşıda Ve aynı dağ; aynı gece, aynı duvar rengi Değişmesini hep istediğimiz koltuk takımı Hiçbir zaman sevmediğimiz aile fotoğrafları Düğün gülüşleri Birazdan uzanacağımız yatak ayrı bir cehennem Ölüm ile hayat Toprak ile rüzgâr arasındaki fark ne Biri bana anlatsın Gökyüzünden yatağa dökülen bu ayıp ne işe yarar Nedir bir suyun bedeni dik tutması Tecavüze kalkışması bütün hayata Aramızdan geçen faylardan kimsenin haberi yok Elimizi çabuk tutalım. Birazdan yıkılacak burası Belediyede insaf bir yere kadar İmar planında şehrin kenarında yoksul sınıflar Zabıtanın yanında intikam yemini etmiş milisler Kolluk güçlerine göre yazlık kentlerde Gereksiz bir aşk itirafı Pasaportlar lütfen Kocalar eşlerini sevmelidir İhanet, ölçülü bir sabır ister Atılan imzalar tapuda kayıtlı ise müstakil bir ömür başlar Sınır kapılarına niyet okuyan cihazlar koymuş mali idare Bu yüzden ilk iş çıkış noktasını şehvetle öpüp Çocuklar için hazırlanmış gümrük kapılarını okşamak gerek Böylece sesini de duyarız ayak seslerini yeni iktidarın Sonunda anlarız Kendini öldürmek isteyen her toplumun elbette devleti vardır
239
YATAK ODASI Nereden çıktı şimdi bu ölüler durduk yerde Evden denize açılan her teknenin İlk yükü gözyaşı olurmuş Bunu kimse bilmiyor Oysa ben ayrılık şarkılarını dinlerken Yağmurun denizi ıslattığını kaç kere gördüm Seni düşünsem şimdi, yüzüm kırışacak yine ortalık yerde Gülüşü yaysam yüzüme Kendimi satabilirim belki pazar tezgâhlarında Bunu biliyorum artık Seni bulmak için Kendimden daha tehlikeli yol yokmuş bu hayatta İçimdeki saklı yerlerde oturup duracağım bundan sonra Sana dokunmak istediğim zamanlarda Servi gölgelerinde sonsuz uykulara yatacağım Gecenin koynunda akan renkler kadar yorgunum Sessiz uykulara sarmam gerek bu bedeni Söyle, bilecek yaşa geldim Bu kadar ölüyü nereye gömeceğiz biz
240
TABAKTAKİ KORKAK BALIK İşimiz kolaydı hamamda, kurnanın içinde Peştamal sarıp sarmalamışken bedeni Suya tuz karıştırdık, ansızın bir deniz çıktı karşımıza Şekerin alacağı olur artık yanaktan Kayıkta kendini yıkar kaygan kürek Şirketin muhasebesinde ciddi açık var Gelir gider dengesi epeyi karışık Genel müdürün avucunda edepsiz lekeler Dudaklarda kızarıklık Yalan söylemekten nasır tutmuş bir dil Bütün giysiler renk kavgasına girmiş koridorlarda Binanın girişinde asılı levha Patrona gevşe, şefe hafiften sırnaş Oynaşmak zorundaysan Mesai saatleri dışında oynaş Şirket sözleşmesi üstüne yemin etmiş tüm personel Ütülü gömlekler hukuka uygun Aslında biz, birbirimizin boyalı ayakkabılarını seviyoruz Acıyan yerlerimizi kendimizden bile saklayarak Utanmasam, seni ellerinle birlikte alacağım yatağa Parmaklarına bulaşmış şehveti de elbette Herkes uykudayken Şehrin ağaçları kendi kendini sulayacak
241
AKVARYUMDAKİ DENİZATI Bir kadın, kendine çok benzeyeni seviyordu ortalık yerde Bacakların arasına saklanmış dudaklardan başlayarak Aklın inandığı bütün ahlakı unutup sadece seviyordu, öylesine Anlamayı sonraya bırakarak Bütün bunlar olurken ortalık yerde Mesaiye geç kalan birileri geçip gitti sokaktan İki nefes arasında soluklar tutularak İlkin bozacı geçti, ardından şıracı Elinde durmadan telefon olan turşucu Sonra ayakkabıları posbıyık sütçü Aldığı rüşvetle ev taksiti ödeyen vergi amiri Kredili oto satışlarında başarılı ayın personeli Bir kasap, bir bakkal, bir de manav Kuafördeki sirciler, ağdacılar, epilasyon mensupları Tam tekmil tüyleri iç yangınıyla ütüleyen itfaiye erleri Çay içmeyi seven güney cepheli komşu Balkondan sarkan sepet dolusu konserve kutusu Batı tarafındaki sitenin gözetleme kamerası Ayak paça çorbası, kibe dolması, patlıcan oturtması Kalçaları kucaklayan ünlü çamaşır markası Dünyanın bütün kasıkları şaşkın, ne oldu bize Tanrım, nedir bu başımıza gelenler Gözler fel fecir okuyor dudaklar tene yaklaştıkça Bıraksalar Bakışlardan soylu bir kahraman Şakaklardan acımasız bir katil çıkacak Güvenlik şirketleri ihaleye fesat karıştırmış Ortalık yerde şaşkın dolaşıyor gardiyanlar Hisse senetleri dip yapmış Bozuk para şıngırtısı, banknot hışırtısı Hamiline yazılı çekler Dolaba depolanmış bebek bezleri Oyuncak ayılar, sosyal güvenlik numaraları Banka hesaplarının o çok gizli şifreleri işe yaramıyor
242
Yılın sonu geldi, bilançodaki açık yüklü Müfettişler kapıdan girer birazdan Ergen doğan kız çocuklarını Diri diri yatağa gömeriz biz de Kapı deliğine gözünü yaslamış oğlan çocuklarını Zebani kadrosunda işe başlatırız Cennette yer bulmak zor olacak bu hâldeyken Gözün gördüğü bütün yalanları kapı önüne terk etmek gerek Bir kadın Kendinden olanı şehvetle seviyordu ortalık yerde Bacaklarını, dudaklarını, en saklı yerlerini Kendinden bile uzak tutarak dilini
243
AYNA Tanıdık ülkelerden başlayalım hayata Kendimizi önemli kılalım Dünyanın dönüş hızına uyduralım yürüyüşümüzü Sevgililer, bizi sevdikleri için güzel Terk edildiğimizde gözyaşları ağır Yumrukladığımız camlar bileklerin katili Sonrası bıçakçılar çarşısı Zırhtan geçirilmiş keskin virajlar Tezgâhın üstünde unutulmuş yorgun çakıl taşı Dişleri keskin testere Ustura yemiş yüzler, jilet sesli sözcükler Kasatura ile delik deşik bakışlar Bağıra çağıra yürüyen bir sokak Küfürle büyümüş meyhane masası Şehvetimiz bitmeden soralım Kendi dudaklarımızla öpüşseydik bir tek Bu kadar zevk alır mıydık sevişmelerden
244
ÇIRPICI Yaz geldi, ömrümüz sıcak Çekip gitse keşke bütün ıslaklığımız mevsimlerle birlikte En saklı yanımızdan şehvetimiz dışarı sızıyor Bir türlü içimizden çıkmayan su Nemli tüyler, koşturup duran tavşan, apaçık mağara girişi Boş yere büyüyen meme uçları Ah keşke ellerim Posta ile gelen mutluluklar kadar büyük olsaydı Bu ıslaklık kendi başına yaşlanmazdı belki o zaman Bir tek kendime dokundukça Dokundukça Dünyanın bütün günah yanını düşleyerek sana Parmaklardan başka çaremiz de olsaydı keşke Uykuya başlarken
245
CETVEL Kendimle barışmak için Yoksul yollara saplıyorum gözlerimi Bir perdenin arkasına saklanmaktan yoruluyorum Nehrin kıyısında soluklanmalıyım bir süre Yüzüm suda dinlenir belki Kimsesiz ceylanlar gibi Eline silah alan her ergen İlkin benim adresimi öğrenmeye çalışmaz Belki ihtiyacımız olur diye Sakladığım gökyüzünü verebilirim size Uyumak istersiniz belki altında çırılçıplak, zor zamanlarda Su isterseniz, içinize eğilin yeter Ağaçlar, çiçekler ve börtü böcek Konuşmakta zorlanırsanız sözcüklerim de var yedekte Yüreğimi açarım size, acınızı ölçün biçin diye İnsanın kendini anlaması ne zordur, bilirim bunu Yine de çaresiz olmayın Size yakışan bir acı da bulunur elbette mağazalarda
246
HAMİLİNE YAZILI ÇEK Bizi bu hayattan kurtaracak kahramana ihtiyacımız var Aç bir sokağın başında Derdimi anlatmaya çalışıyorum kendime Şehrin sakinleri; kediler, tek katlı binalarda oturanlar Bahçesinde gülhatmi olanlar Ayrık otlarından şikâyetçi ağaç kökleri Tövbe etmiş çalı çırpılar İsyankâr dulavrat otu Zevkten yamulmuş zencefil gövdesi Şampanyayı patlatabiliriz artık Kahramanımız yatağa iyice yaklaştı Şişenin içinde ekonomik mesaj var Para, paradan değerli elbette Şehrimizi böyle kurmalıyız belki de Yeni bir medeniyet başlamalı ansızın ikimizin arasında İlk kural Para kimdeyse haklı olan odur Şatolar yakışıklı, bahçe duvarları sevişken olur Silindir hacmi nüfusu arttırır Patron, emin adımlarla yürür dudaklara doğru Epeydir memeler de pek işe yaramıyor Ölüme çarpım tablosuyla hazırlanıyor herkes
247
MUSLUK Aklım başımdayken size baktığım her yerde Eksiklik gördüm Kestim dilimin ucunu Yaralı kelimelerimi evin bahçesinde unuttum Tarihin avlusuna terk edilmiş çocuk sesi Yurdundan kovulmuş korkak halk şarkısı En kuytu yerlerde emiyorum memelerini Belki süt gelir uçlarından Hiç olmazsa çöller yeşerir durduk yerde Dilimin keskin hâlidir bu Derdimi anlayan kim kaldı sanki bu âlemde Bu yüzden Terbiye edilmemiş seslerle anlatıyorum yaşadıklarımı
248
BUZDOLABI Kendim hariç Hiç bu kadar yenilmedim ben Korkacak kimse kalmamış şehirde Yaprakları süpürsek sokak da silinecek haritadan Sonbahar çekip aldı aramızdan bütün sıcaklığı Bundan sonrası gölge zamanı Yağmur ve bekleyiş zamanı, azıcık zorlasak Ateşin kendi yağında kızarma zamanı Kimsesiz çocuklara benziyor şarkıların renkleri Ağlasa dinleyeni yok Kanasa kim saracak sanki sızlayan sözleri Vursun dursun kendini kayalara Bu tuzlu, bu kırgın, bu kederli su Kendi çalıp kendi dinleyecek şarkısını bundan sonra Kadehin dibinde kalan şarabı içirsek şu yalnızlığa Dertlere çare olur mu, bilinmez İşe yaramazsa Evdeki yemeklerle doyururuz kendimizi Günün aç vakitlerinde
249
KİRLİ HAVLU Sevgililer arıza, yollar keskin Başımızın üstündeki gökyüzü hırçın Ayağımızın altındaki yeryüzü kıskanç Tekerlek olup yuvarlansam yokuştan sonsuza Taşın alnına yapışmış tuhaf bir ses Çarpacağım her duvarda sertlik yanlısı bir devlet Bize bir nehir gerek, tersine akan Durmadan geçmişi gösteren bir takvim Toprağın morali bozuk Kavgada yumruk yemiş Akreple yelkovanın savaştığı bir tarih Kumarda malı mülkü kaybetmiş bir takvim yaprağı İnsanı tanıyan bir sivil toplum örgütü İlk seçimde tanrısını değiştiren bir ümmet Sende tam oldum, kendimde eksik kaldım Sorularla tamamladım kendimi Cenneti eksilttim, cehennemi insaf ile yıkadım Böylece temize çektim kendimi
250
MANZARALI ÇERÇEVE Ben senin eskiye bakışından çok çektim Sabaha vardım tek başıma Ben senin gözlerinden hep çektim Kendi içime kazdığım dipsiz kuyularda Yüzmeyi öğrendim, ardından boğulmayı Temizlenmek istedim Yıkanıp herkes kadar saf olmak Gece indirdi rengini şehrin üstüne Uykuya sığınıp kadere inanalım Sessizliğe saygısızlık etmeden Payımıza düşeni alalım dünyadan Senin dudaklarından bana düşen bölümü Fabrikaların kâr hanelerinden işçilerin hakkını Denizlerin rüzgârından nergislerin borcunu Şarabın kırmızısından, toprağın bereketinden Coğrafyanın tepelerinden Bütün gizli aşkları saklayabilecek derin mağaralardan Ve elbette ıslaklıktan payımıza düşeni Sessizliğe haksızlık etmeden Dağ başındaki mabetlerde Sen Gözlerin kapalıyken de O kadar uzaklara bakıyorsun ki Gördüklerimde yanılmış olabilirim ben
251
YEMEK MASASI Hayatla kavga edecek kadar gücüm olsaydı keşke Olur olmaz içilen bu taşra meyhanelerinde Masaya düşmeden havaya sıçrayan içki kadehleri kadar Hiç olmazsa onlar kadar su çıksaydı içimden Anılardan geriye kalandır insanı ölüme hazırlayan Gözyaşları geçebilir iğne deliğinden Azıcık zorlasak ıssızlık da geçer elbet kalbin içinden Islak bir dünyada Bir deniz bir nehre karışabilir Bir kurbağa sıçrayabilir aniden gölden su kıyısına Ama sadece insandan insana geçebilir hiçlik korkusu Acı da geçebilir, hüzün de Yürek çarpıntıları ve ağıtlar da öyle Ayrılıklar başka bir sağırlık kapısını açar her seferinde Keşke dünyayı çoğaltacak gücüm olsaydı senin için Senin için yemek yapsaydım kış günü Deli soğuklarda seninle ısınsaydım Olmadı İhanetin önünde hüzünle bekledim Tanrım, al artık bu canı Bedeni sınama bunca sızıyla, ruhu örseleme bu kadar Çığlık çığlığa koşarken ruhumuz ortalık yerde Sabrı öğrendik bomboş odalarda, susmayı denedik Sözümüz bize karşı kahraman oldu hep Yorulduk dünyaya kafa tutmaktan Çekip gidelim artık buralardan Başka bir masaya Belki de başka bir iklime Son kadehleri Herkesin kendi kalbine dökmesi gerekiyormuş meğer Ölüleri öpebilmek için
252
SECCADE Dualarımızı esirgemeyelim birbirimizden Karşı karşıya durup birbirimize secde edelim Kim tanrı, kim kul; bunu kim bilebilir Ne olur küsmeyelim, sırtımızı dönmeyelim birbirimize Alınmayalım birbirimizin sözlerinden Aramızda kalsın; unuttuk Bir insanın en tenha yeri neresidir Niçin yaratıldık İlk günahı kim işledi ikimizin arasında Şarap içip merhametle bakalım birbirimizin gözlerine Gözlerini kaçırdın benden, demek sevmiyorsun kediyi El dokuması kilimlere, işlemeli tabaklara bakalım Birbirimize dokunamadığımız zamanlarda Yerinde dursun avuca yapışan kapı kolları İnsanı süzüp nefreti üstte bırakan kevgirler Masanın üstüne serili bayrak desenli acemi bir örtü Pencereyi kaplayan demir perdeler Mektuplar, fotoğraflar, şarkılar Oyunun kuralı: Evi terk eden kaybeder kavgayı Tanrım, kendime inanmak için sebep ver bana Eksiksem tamamla beni, çoksam azalt Varlık ile korkutma Yoksulum ve yanlış yerlerimden şüphe sızıyor Çekip gitmeye hazırım her an Tanrım, yorgun sözcüklerinden uzak tut beni Saltanat makamıyla terbiye etme bu kulunu Bize ömür boyu yetecek bir inanca ihtiyacımız var Bu yüzden Hiç durmadan ibadet ediyorum ikimize birden
253
PASPAS Yüzünü ahlaksız bir soğuk yalayacak birazdan Çıkıp gideceksin kendinden, kimse tanımayacak seni İnsan, kendini terk edebilir zorda kalırsa Herhangi bir ıssızlığa çekilebilir Su gibi geçip gidebilir bulduğu çatlaktan Çıkmaz sokaklarda duvar dibinde oturur Taş içinde sessizliğe akar Bir kuşun göç yolunda durup dinlenir Yolu olmayan yolcunun acısını kim anlatacak şimdi bize Bende de tam böyle oldu Uykumu dişi bir söz yaladı Sende büyümek istiyorum Hesapta yoktu yolculuk Ömrün bu geç vaktinde Çekip gittim kendimden, kimse tanımadı beni Vardığım yerde ellerimi eksilttim ilkin Boyum kısaldı, tüylerim ağardı Şimdi sesim daha yorgun, yüzüm daha esmer Bacaklarım elbette titrek Kahvenin yarısını uyku içti yine Işığı kapatmadan da duyuyorum kendi sesimi İçimi yakıyor elbette bu ayrılık Açık yaranın üstüne düşen su damlası bu ömür Elimden gelse, göğsümü bölüp ikiye Dağ başına bırakacağım bir yarısını Diğeri kurda kuşa emanet Ayın bir parçası düşmüş evin içine İşin yoksa kalk kapat gözü körelten renkleri Yağmur yağdı, bütün ayıpları örttü toprak
254
SOFA Korkma, öleceksek de adam gibi öleceğiz Boyun eğmeden hayatın yalanlarına Gece bitecek birazdan dumanlı şarkılarla Günü herkes kendi gözleriyle karşılayacak Yüzümüzdeki bu esmerlik, gecenin eseri Elimizden gelse kendimize dair Yaşadığımız tüm zamanları unutacağız Balık pişirip otları mezeye çevirdik Karşı kıyıda yakılan ateşin rengiyle ısındık Tenimizi çıkarmadan üstümüzden Karanlığın büyüdüğü zamanlarda tanıdık birbirimizi Sorduk Bir insan ruhuna boşaltmışsa sırlarını Kendinden alacağı evladı olur mu Rüzgâr yorulmuş oysa bütün gün suyu üşütmekten Suyun avcısı evine eli boş dönüyor yine Bu yüzden hayata çok da güvenme Ateşsen sönersin bir vakit sonra Nefes almayı bilmeyen yangınsan Kendi dumanında boğulursun Adam gibi çekip gidiyoruz işte bu hayattan Kendimiz dâhil kimseye boyun eğmeden
255
TESPİH Bize bir mucize gerek insanı ateşten kurtarmak için Gerekirse dünyanın ortasına cennet kurarız Cehennem zorda kalırsa Kızıl bir gül olup açarız çölün en tenha köşesinde Olmazsa bulduğumuz ilk cemaate sorarız Yüksek kaldırımlarda Tek bacağıyla nasıl yürür bu semazen Mevlevi tekkelerinde dönenip duran her zerre toz Dervişler ve onların kimsesiz kudümleri Kendinde başlayıp kendinde biten insanlar Nasıl unutur bakir mücevherler dağın yokuşunu Keklik durmadan konuşuyordu kumlarla Ku, ku, ku… Ku, kurak… Ku, kurak Derdine kuytulukta çare arayan sır kutusu Gönlü uykularda kaybolmuş Yusuf Kurumuş bir tutam kuduz otu… Sorduk Ortalıkta kundağıyla dolaşan kuşku kimin Kuyudaki korku kime ait Ey gönlün eksik dili, korkma söyle Kendimizi gömmeyeceksek bu mezarı niçin kazıyoruz
256
AİLE ALBÜMÜ Aynı anda birçok insan olmak istedim İlk yanlışım bu oldu Meğer ne kadar eksilmişiz bu yolu yürürken Dönüp arkamıza bakmayı akıl etsek, göreceğiz Tanıdık kimse kalmamış bizim tarafta Ne diye başlamışız sanki bu kanlı kavgaya Ne diye yıkmışız dünyanın bütün kalelerini Ruhumuzun duvarlarından başlayarak İşte yine avlulu bir ev ve yine aynı çepeçevre gökyüzü Tam bir parça koparacakken kendi etimizden Çenemizde bir ağrı Meğer taşa diş geçirmişiz Pek çok olabilirmişiz Gönülden istesek İstemedik, yitirdik düşleri Bu yüzden suyun kırgın sesini kimse duymuyor
257
DUVAR SAATİ Bir insan, içinde birçok bekleyişi büyütebilir Birden çok acıyı da Aldanışı ve ihaneti kucağında besler kuşkucu zaman Yetimhanede bıyığı erken terler oğlan çocuklarının Ayrılıkların ardından Tutar kocaman yalnızlık kaplar yüreğin her yanını İhtimal dünyanın bütün yanlışları bekler kuytuda Durmadan içini kemiren sorular, korkular Evin dışı sakıncalı bölge, fotoğraf çekmek yasak Islahevleri bıçağı çabuk keskinler Geç bir saat değilse İnsan, içinde sonsuz güzel bir sevgili büyütebilir Mümkündür Sarıp sarmalanmış bir yastık parçası dile gelir Birlikte yolculuklara çıkılır yatakta, enine boyuna Mola yerlerinde birer bardak sıcak içecek Çok acıkmışsanız eğer bir gram et parçası Dantelli örtüler, oyalı saç örgüsü Her geçişte para isteyen köprüler Hapishanede acelesi olmaz ranzaların büyümek için Epeyi zaman var sabaha Yurdun bu sıcaklığının kıymetini bilmemiz gerek Sabıkalı bir renk karşılayacak belki de Kavuşacağımız ilk iklimde bizi
258
GÖZLÜK KILIFI Sokaktan çekildi çocuk sesleri İkindinin yaprakları ve gün ışığı Ardından uysal sohbetler Gözümüz alışsa şu karanlığa Karşımızda duran yüzün acıları daha okunur olacak O zaman utanmadan bakabiliriz belki birbirimize Hepimizin saklısında yığınla günah Kimlik hanelerimiz suç deposu Oysa evler bu vakitlerde Çocuk ve menekşe renkleriyle dolu olmalıydı Kendi bedenimizdeki misafirliğimiz bitiyor nihayet Çekip gidebileceğimiz en uzak yer Beynimizi kaplayan anılar olmalıydı Gözümüz, bu zifiri karanlıkta da görüyor geçmişi Çok zorda kalırsak tanrıya hesap verip kurtuluruz Bilen var mı Çıplak tenin, çocukların ve fesleğenlerin kokuları nerede saklı
259
MUTFAK KAVGALARI Evde oturdum bütün gün Sen başka coğrafyalarda uykudayken Seni özledim durmadan Ayrılık üzerine şarkılar dinledim Aklıma yurt kurmuş yüzüne baktım Yemek yaptım, sen yemedin Payına düşeni dolaba koydum Yatağa uzandım, senin tarafın soğuktu Sokağa baktım, eski cam parçalarına Kırılgan ruhlara; kiremitlere ve taşlara Duvarların anlattığı masalları binlerce kez dinledim Yüzümü yıkayıp kokunu süründüm Kalbime tebeşirle acele sınırlar çizerek Sek sek oynamaya çalıştım evin içinde Dilimi keskinleyip seni acıtacak sözcükler icat ettim Yanlışlıkla kendimi kanattım, dişlerim döküldü İçimden çok kızdım sana Aynaya baktım, yüzümün yarısı yoktu Tuhaf şey Memelerden durup dururken süt akıyordu evin içine Anladım Olsam olsam Senin doğurduğun en soysuz En hayta çocuk olabilirim ancak ben
260
TIKANMIŞ BACA Hayat bırakıp gidecek bizi bir gün Çok cıgara çektim ben bu izbe ömürde Su içtim önüme gelen her meydan çeşmesinde Çok insan tanıdım, çok yanlış yaptım Seni Seviştiğimiz zamanlardaki gibi hatırladım hep Aklıma gökyüzüne yazdığımız ilk soru geldi Tanrım, Yoldan çıkardığım bunca insanı ne yapacağım ben Sana kötü olduğumu ispat ettikten sonra Bundan sonra ne yapacağım Boş işlerle uğraşmayı seviyorum Senin şeytanın olmayı da bu yüzden sevdim Dünyayı karıştırmak için çıktığım bu yolculukta Elbette yardımcılarım olacaktı İnsan, her gün aynı aynada aynı yüze baktıkça Dünyanın en ürkek ruhu sanıyor kendini Hiç bitmeyen bir ısrar tüketiyor kader çizgilerini Ağız dolusu bir küfürle doğuyor güneş Bazen hiç sebebi yokken kendini önemli sanıyor insan
261
KREDİ KARTI Şehrin yarısı çıplak, yarısı borçlu Akla gelen her soru ölümlü Esnaf kredi mağduru Çiftçi, toprağı döllerken sorun yaşıyor Bir garip dağ hikâyesi başlıyor sinemada Herkesin esaslı kahramanlığı var evin içinde Kendi sesini dinleyen kazanıyor Kural dışı duraklarda beklemek yasak Aslında herkesten daha korkağım ben Şehrin yarısı zengin Diğer yarısı çizgili gömlek giymiş üstüne Bir kadınla mutlu olmayı unutmuş olabilirim Ama bir kadın için acı çekmeyi hiç unutmadım Şimdi hak etmeyen bir ruh sahip olmuş bedenime Yatakta gözü deşilmiş kanarya taklidi yapıyorum Elimden gelse Kalan ömrümü bir tek kendimle uyuyacağım
262
ARDİYE Pazar günleri apansız yağmur yağar Çarşıya giden kadınlar geçer sokaktan Ayakkabılar gök gürültüsüyle ıslanır Gücümüz olsa da temize çeksek bu manzarayı Azından bir başka renk eklesek göğe Alış verişte paranın üstünü saymadan alsak Ölülerin ardına çok takılmayalım Mezarlıklar sessizliğe emanet epeydir Dualarla sakinleştirelim toprağı Bilirsiniz, yaşlandıkça masum olur babalar Ağırlaşan seslerinden anlarsınız siz bunu Kilolar, terazilere bir boy büyük gelir Kokular da uykular da Asla bağırmazlar, varsa eğer, torunlara Elde avuçta kimse kalmamışsa Konu komşu çocuklarıyla idare ederler Evlatlarından sakladıkları tatlılar ve sabır Avuç avuç dağıtılır ortalığa Anneler dalgınlaşır kendine ait her parçada Son bakışlarıymış gibi bakarlar gözlerinize Ansızın telefon çalsa Saatin kaç olduğunu kim söyler bize Boynumuzun terlemesi normal midir taşları okşarken Servileri sulama sırası bize geldi demek sonunda Her cenaze sonrası Çiçek tezgâhlarının önünde biraz daha uzun duruyorum Bunun bana çok yakıştığını söylüyorlar
263
TOZ KÜREĞİ Sanırdım ki Taşı taşın üstüne koyunca insan ölümü yener Sen şimdi Bir başka zamanın kollarına gidiyorsun İçim acımaz mı Acımaz mı bu yürek Allah aşkına Söyleyin aldanışa Kendine benden başka bir nehir bulsun Toprak onu bekliyor Senden haber almayı beklemedim, dersem Yalan söylemiş olurum Oturup durdum evde Birkaç küçük iş yaptım Estim kükredim evin tozuna toprağına Saksıda tuz yetiştirdim Sıkıldım oturduğum adresten Çekip gidiyorum şimdi buralardan Söyleyin hayata Eziyet edecek başka birini bulsun kendine
264
BAYAT EKMEK İnsan, en güzel yaşında ölmeli Hayatı çok da eskitmeden Yaşlılık, hayatı anlamanın bedeliymiş Tanrıya giden yol daha kısa olurmuş meğer Ömür büyüdükçe Birbirimize gözyaşlarımızı ödünç verelim ihtiyaç olursa Acılarımızı cüzdanımızda saklayıp Sevinçlerimizi satışa çıkaralım günler kısaldıkça Bunu anladık Yaşlandıkça daha anlamlı oluyor gökyüzü Su da öyle, ışık da Toprak, korkutuyor sadece İşin doğrusu birçok ölü arkadaşım Benden daha genç oldu fotoğraflarda Yaşlılık kötü iş Söylenmemiş sözleri duyuyor bazen insan İnsan, en sakin anında ölmeli Hayattan çokça alacağı varken
265
OTURMA ODASI Bütün gün yağmur yağdı, eve kapandık Tahammül ile eziyet arasında gittik geldik İki kapı arasında yaptık en uzun yürüyüşümüzü Ayrılıktan dem vurduk, yalnızlıktan Uzaklardan kopup gelen ses Koltuktan karanlığa doğru akıyordu Anıların karşısında durabilen dalgakıranlara aşk olsun Şarkı dinledik, hüzünlendik Aklımıza yiğit zamanlarımız geldi Tırnağımız kırılsa bu kadar acımazdı içimiz Anladık Yaşlılık, hayatın insana son zulmüymüş
266
KİLER Yaz bitiyor. Domatesler için son sıcaklar cepte Biberler kızardı Bamyaların suyu bez torbalara saklanmış Yağmurlar hırçın, ruhlar kırılgan Acemi bir coğrafyada Uzun bir uykuya hazırlanıyoruz hep birlikte Uyku zili çaldı mı yoksa Yelkovan akrebe saldırıyor İkisinin de saklısında çalışkan bıçak Müşteriler, barış görüşmelerine hazır Kazanç peşinde bütün tüccarlar Umarız, gece yarısını geçmişizdir Yatak batıyor insana bu uzun karanlıklarda Kalkıp bir yere gitmek mümkün olsa keşke Başka bir iklime hiç olmazsa Böyle zamanlarda Bu kadar sıkılınca çarşı esnafı
267
KITLIK YEMEKLERİ Herkes yaprakların sarısından tanımaya çalışıyor Yorgun zamanları Oysa biz Aramızdan eksilenlerden anlıyoruz Coğrafyanın eskiyen renklerini Günler hep daha kısa Koyu uyku bekliyor kediyi kanepenin üstünde Kimsenin dokunamayacağı bir yerde durmuşuz Sen, ben, tırnağı keskin son evlat Uzansak Ölümün güleç yüzüne dokunacağız neredeyse Mutluyuz şimdilik burada olmaktan Günler, tanrının emriyle geçiyor evde Pek de bir şey yapmıyorum Geç uyanıyorum bazen, öğleye doğru Kahvaltı, ardından birkaç yudum su Akşam yemeği ağır oldu Böyle giderse karanlığı sabah etmek zor olacak
268
TERMOMETRE Buz tutmuş sokaklarda Geceler, takvimlerde yazılanlardan daha siyahtır İnanmayacaksınız Bir yağmur gölgesi kadar uzayabilir karanlık Bir kadının susmaları kadar kimileyin Bazen de bir erkeğin bebekliği kadar Kimsesiz kalırsanız Söylenecek son söz, kullanacağınız her bahane Bu huysuz inanç Sizi düze indirebilir Kar yağar durmadan Hayatın içinden beyazın eksilmesini istersiniz Aslında her tarafta uçuşan bu renkler de olmasa Geceler daha karanlık olacak büyük ihtimal Kimse kimseyi görmeyecek çıplak camların ardından Dünyanın en koyu rengi olmalı bu Senin yokluğa Benim kendime baktığım geceler Belki de, insana en yakışan mevsimdir kış Ruh, bu yüzden durmadan ısıtır bedeni
269
ANI DEFTERİ İlk açan tomurcuğu kavuran bu sıcak Beklenmedik fırtına tortusu Çekip gidebilsek keşke bu tenha zamanlardan Hava dayanamayacağımız kadar eski Dostlar beklemediğimiz kadar emanet Yaz, kendinden beslenen yaşlı solucan Toprağa usul usul yaklaşan Gömülürken Yaşadıklarımı yanıma alma hakkım olsaydı Çocuk gibi sevinirdim Bu yüzden bırakın da alışayım Bana uygun gördüğünüz bu yeni ülkeye Toprağından sürülen her muhacirin Acısı başka renkte olur, bunu herkes bilir Her çocuğun öğrendiği ilk şarkı Ayrıldığı evlerin rengine benzer Giysileri kendi toprağını özler durmadan Suyun hakkını ödemeye çalışan Ateş olduk biz bu dünyada
270
PENCERE Bakıp durdum sokağa bütün gün Kalabalıklara; insanlara, arabalara, yazılara Tek çift oynadım hayata dair Ben çiftten yanaydım Köpeğim tek tek öğreniyor korkuları Kızdığımız şeyler oldu ikimizin birbirine Şarkılara, filmlere, yemeğin tadına tuzuna Karşı pencerede oturan siyam ikizleri aldırmadı buna Haberlerde söylemişler Kapıcı da uyardı birkaç defa Bakışlar gürültücü Yalnızlık kokusu çevreyi rahatsız ediyor Zabitler, ameleleri zorla götürmeye başlamış cepheye Elimden gelse kalanlara hayatımı anlatacağım bağıra çağıra Olmuyor Ölü olma yaşına bastım geçen çarşamba
271
İLK KİLİT Bir insanın hiç olmazsa üç ömrü olmalı İlkini kendine ayırmalı Aşk için olmalı ikincisi Zamanı olursa Hayata meydan okumalı son hakkında Her insanın bir ömrü olmalı Hiç olmazsa, kendini tanıyacak kadar Yaşlanmaya izin vermeli hatalar Bıyıkları terlemese bile delikanlıların Bir kadın Karanlıkta Bir erkek özlemini mezar taşı gibi görmemeli Bence her insanın hiç olmazsa bir kerelik Yaşanacak bir ömrü olmalı
272
İKİNCİ KİLİT Bu ömür yetmedi bana Sana adamak için bir şansım daha olmalı Ölüm yakın değil şimdilik, umarım bu doğrudur Yanılmaya ihtiyacım var elbette Acıyı unutacak kadar yaşarım belki Belki de Ayıplarla baş edebilecek kadar sakin olurum Keşke senin de bana dair zamanın olsaydı Ölüme yakınken, umarım bu doğru değildir Yanılmak için zamanımız kalmamış, ne kötü Çocuksu bir sevinç için çok yorgunuz Belki de Bu acı, görüp görebileceğimiz son renk olacak Bence her insanın hiç olmazsa bir kerelik de olsa Kahraman olmak için bir ömrü olmalı
273
ÜÇÜNCÜ KİLİT Sevişmeden artan su hepimizi ıslatır Kış başladı, her taraf soğuk, kuşanmalıyız kalın giysileri Sokağın girişinde asılı duran sevişme sahnesi Elimizden ne gelir balık kokusuna bulanmış küreklerden Tuz ve iyot, ağ ve misina Zargana, günbatımında çıplak oltada Tam tavada her şey hazırken dedin Bir insanın hiç olmazsa üç ömrü olmalı İlki hatalar için, ikincisi aşka adanmalı Ve elbette üçüncüsüyle hayata meydan okumalı insan Hayatımız elbette küçük bir ayrıntıdır böyle bir aşkta Su, ıslak su, sevişir durur ruh kendi kendine Ardından uluorta bağırır adımızı Komşuda kuraklık, buğday taneleri yangın sıcağı İnsanın hiç olmazsa üç ömrü olmalı Biri sevgililere adanmalı, diğeri hatalar için Sonuncusunu kendine ayırmalı insan Her insanın hiç olmazsa büyük bir günahı olmalı Kendinden başka kimseye söyleyemediği Çoğalabilecek bir sözü olmalı Elbette bir de yalnızlığı, bir tek kendisiyle paylaştığı Her insanın yakışıklı bir sırrı olmalı tarihinde Ölüm anında kendini gülümseten
274
SON KİLİT Yazık, korkacak bir şey kalmamış sonbahar bahçelerinde Hayat, pencerenin öte yanında somurtup duruyor Umutlar un-ufak Kendi evine çekip gitmiş günler Sevgililer beklemekten usanmış Dostlar, buluşma adresinden oldukça uzak yerde Eve geç kalma, ne kadar da ucuz bir söz Seni özledim, seni seviyorum: unut tüm bunları Yazık, ayrılırken şu ömürden hiçbir anı yok aklımda Bir daha gelecek olursam bu ülkeye Ziyaret edeceğim önceki hayatımın yanlış şehirlerini Yitirdiğim bütün aşkları bağıracağım sokaklarda Herkesin gözü önünde
275
DİKİŞSİZ GÖMLEK Yalnızlıkla baş etmeyi öğrenemedim bir türlü Yemek yaptım, tırnaklarımı kestim, evi temizledim Kendimi hedefe koyup Acımasızca ateş ettim alnımın ortasına Kırılan aynadaki suretimi temizledim Eğer damarlarımda bir parça cesaret kalsaydı Parmaklarımı kesecektim boş yere Anladım Yaşlılık, insana gereksiz yüklenmiş görevmiş Kimileyin harflerini bile tanımadığım bir alfabenin bekçisi Kimileyin Kandırılmak üzere yaratılmış insan Bütün bunları çok geç öğrendim Anlatmak için söz verdiler ellerime Dediler Herkes, çok isterse eğer Kalabalıkların kahramanı olabilir elbette bir kerelik Tanrım İlk defa bildiğim bütün dilleri unutarak başlıyorum konuşmaya Yüzüme başka bir söz eklemek istiyorum, olmuyor Senin sözcüklerinle konuşmaya başlıyorum yeniden
276
SANDUKA Bundan sonra acılarını kimse ile paylaşamayacaksın Ne kötü; sevinçlerini de O yok artık Su, aktı sel oldu; götürdü toprağı Rüzgâr oldu kökünden söktü ağacı Avcı olup kekliği vurdu Kupkuru ottu, ateşte yandı Ceylandı, gözünü kumlara döktü Gölge oldu hep ışığın önünde Dedi Meğer konukluğumuz bu kadarmış bu hayatta Yine de “veda” sözcüğü çok da sıcak değildi Anıların dilinde Meğer bu yüzden sarıp sarmalamışlar bedeni Sıkı sıkıya bağlamışlar kolları birbirine Bu yüzden kendine dolanırmış meğer kordon bağları Kurumuş nehirler, boş meydanlar Yolcusu olmayan duraklar Meğer bu yüzden kendimizle kalmışız bir başımıza Artık, istese de kimse onaramazmış bu yolculuğu Acısı olmayan insanın tarihi de olmazmış Durmadan bir karanlığa bakıp dururmuş ruh İnsan kendini terk ederken canı acır mı acaba Geride bıraktıkları yakar mı içini Peki, insan korkar mı kendi ölüsüne bakmaktan Korkar Bu yüzden ben de korkuyorum işte kendime bakmaktan
277
cümle kapıları için İSKELET ANAHTARI 50-53 yaş şiirleri
hiçlik kapısına asılı KARANLIK ÇANI
Birinci Basım: Yazı Kültürü Yayınları, 2016
278
Her daim hocam Raif Özben‘e
Tanrım, bütün bu gördüklerine nasıl tahammül ettin?
279
MUHARREM Medet ya zaman; medet, bunca hızlı akıp geçme İnkâr, kızıl haber olup kapıya dayanmış Başımız dik, kanlı aksimiz çalkalanıyor kör kuyularda Yüzde biriken çizgiler Dayanamayıp taşlığa fırlatıyor tahammülü Neyi kaybettik, kimse bilmiyor Omuzda çaresiz bekleyiş yumağı Sureti koruyan camlar delik deşik Toprağın derinlerinde çatlayan yılan derisi Yağmurun altında çöl rengi giyinmiş serçe Söz, rüzgârı önüne katmış kovalıyor; ardında kesik başlar Ahali, ışığı görüp tereddütsüz secde ediyor kılıç önünde Medet, mürvet, edep Balık, suyun içinde suya hasret Semaha duruyor kıble, mahrem döneniyor Aşka gelip soyunuyor kalbi kırık rahle Ufukta, kardeş ocağında semirmiş eziyet Dayanamayıp sıyrılıyor kınından yatağan Üstüne düşen kabahati işliyor kavruk hançer Güneşin çeliği parlıyor tende, omuzdan ayrılıyor boyun Merhamet, korkuyla koşmaya başlıyor uzağa Şehirde edilen yemin kandırıyor evin sahibini Peygamberlerin hayalarını tekmeliyor müşrikler Ey kalbin kilidini açacak anahtar, ey gül yüze çöken hüzün Al sök içimize yerleşen fitneyi; gel bitir ayrılığı, yokluğu unut Duran kalp çarpsın, akan kan kesilsin Aç bağlanmış dilin düğümünü Gel ey güzellerin güzeli, bitir artık bizi sınadığın imtihanı
280
Ortalıkta dolaşan başıboş sözcüklerin ellerinden tutup Bahçemize sürükleyelim elde kalan soylu anlamları Söyleyin, bilelim; İbrahim’in atıldığı ateşe Su taşıyan karıncanın bacağını kim kırdı Yürünecek yolları talan eden fırtınanın sahibi kim Söyleyin, hayatta kalan son kiracı Neden bu gece bu kadar telaşlı Oyuklarda hırsızlığı meslek edinmiş saksağan yavruları Etrafta kirli ayaklar altında ezilmiş bir çift üzüm tanesi Cemaatin ağzı sımsıkı kapalı, kapılarda mühür Yerde yatan tevekkülü görmezden geliyor sahipsiz ayet Susuyor hüseyni makamında söylenen kelam Hayat usulca çekiliyor damardan, başlıyor bin yıllık gece Yırtık gırtlaktan boğuk ses fışkırıyor kefenin üstüne Medet ya insan; medet, bunca şehvetle kırıp dökme
281
ZİKİR Nefes nefese, nefes nefese, nefes nefese Dağın üstünde bulut, bulutun üstünde gök Göğün üstünde yıldız dönüyor, hû Tezgâhta biçilecek esvap; esvabın cebinde ten Tenin altında ruh; ruhun saklısında katre, hû Makas kesip atıyor kumaşın fazla parçasını Yüksüğün içine hapsolmuş terzi dönüyor Pamuk kozası iplik olup iğneye saplanıyor Zapt edemiyor kendini, olduğu yere düşüyor rakkas Elinden tut ve ayağa kaldır serkeş semazeni Karıncanın sırtındaki buğday dönüyor; hû Hû ya hazret! Yetim kudüm, tavlı deri, yanık kasnak hû Kör çivili topaç, yekpare değirmen taşı Hikâyeler anlatarak ilerleyen boşboğaz nehir Gittiği her şehre yangını peşi sıra götüren rüzgâr Dolapta herkesten saklanan sarhoş kadeh Dudağın kuraklığını gideren kekre şarap Çemberi kasıp kavuran alev dönüyor lambanın fanusunda Pervane ışıkta, ışık ateşte, ateş hurufatta dönüyor Ölüm firari, şüphe tanıdık, pişmanlık kadim Asil cesaret durmadan dönüyor çömlek çarkında Çerçinin umursamadan çiğnediği bir tutam çamur yığını Kırılacak testi oluyor suyun uğruna. Münkir kum, inat edip Pişkin tencere, kulpsuz maşrapa, tohumluk saksı oluyor Ciğeri terk edip meçhûl bir yola gidiyor neye üflenen ses Dölü taşıyacak esinti, sabahı okşayacak bakış Göğse atılan yumruk, yanağı delip geçen şiş Göze batan parmak şifa oluyor yaraya Narin kemik kaynıyor kırık yerinden. Gece yataktan kalkıp Günle beraber ışımaya başlıyor. Sen de çıkar koy artık Meziyetin neyse ortaya; dönsün etrafındaki esrik âlem Kim açsa o dişlesin ekmeği, rızamız var
282
Kim susamışsa o içsin mahrem şerbeti, kabulümüz. Etleri O dağıtsın gurebaya. Sübyan çırak, çakallara saçsın artıkları Cemaat, kanla dolu kurnada yıkasın bedenini. İsteyen Baştan sona talan etsin bu küffar sokağı. Tutma, bırak Kervanın ardına bağlayıp sürüklesinler bu sefil cemiyeti Binalara saklanmış olamaz sahibimiz. Kendine çevir yüzünü Tevekkülle otur dairenin içine, avucundaki başağı tanele Tohumu ayır sapından, gülün ardında secdeye dur Düş yakasından nefsin. Elinden tutup durma şehvetin Terbiye et hevesi; edep haznesine hapset gevşek dili Ey itaat! Ey eksik aşka bedenini teslim eden acemi seyyah Kapının eşiğine yığılıp körüğe âşık olan cahil demirci Ateşi bırakıp dumanla; güneşi bırakıp gölgeyle İçindeki mecnunu görmeyip el âlemle meşk eden maşuk Köprünün her iki ucunda da oynaşan mağribi kitabe Gideceği menzili unutup işittiği ilk söze kapılan meczup Şefaat dileyen, hidayete eren, gayrullaha yakışan eziyet Duvarlarını yıkıp zincirlerini çürüttüğümüz bu sefil kelam Dalgaları boyumuzu aşan umman, ağzı köpüren akrep Küreğe biat eden sandal, yelkeni diktiğimiz ipek mendil Tek hüneri hır çıkarmak olan kıskanç lisan Bırak hafızların sesini boğan hengâmeyi bir tarafa: Hû Senin özlemin; hırpalayan, paramparça eden Tiftikleyip serçelere atan bu aciz yüreği Bir yokuşun başında; tek başına, bir başına Nefes nefese… Dönüyor başım. Hû
283
MEFTUN Ey telaşla şehre ulaşmaya çalışan şımarık rüzgâr Sabaha güvenip meydana saçıp durma serinliği Bak, dalgalar iskelenin altına toplamış çalı çırpıyı. Anla Fırtınanın ortasındayız. Herkes, gemisinin kaptanı İdareli kullan, israf etme payına düşen korkuyu Bırak kırılsın testi, cahilin sofrasında doldurma kâseni Tanrım sen bizi suyun azabıyla imtihan etme Her yanı kırgınlık olan bu coğrafyada Ömrün sonsuza kadar uzasa ne yaparsın Ne olur bu yangının gölgesinde bin yıl daha yaşasan Aşklar çıkarılsa içinden, ne kalır ömürden geriye Ne işe yarayacak göreceğin sonraki ihanet Avucundaki alevi serinleten yağmurun kıymetini bil Tanrım sen bizi ateşin afatından uzak tut Uymamız gereken kurallar muskalara saklanmış Bilmekte geciktik peygamberlerin üstünlük sırasını Hangi melek, diğerinden daha gerekli yeryüzü için Oturduğu yerden senin kâbeni taşlayan münafık da kim Menzili kendisi olan dervişsin sen, utanma ayıplarından Uçurumun kıyısında oynaşmak yakışıyor bu bedene. Bırak İsteyen istediği dilde yeniden yazsın sivri kalemiyle Uydurma bir tarihi bin yıllık duvarlara Tanrım sen bizi insanın belasından koru
284
GANİMET Adımın içindeki harfleri ezbere biliyorum Aynadakinin kim olduğunu öğrenmeye geldi sıra İbadeti terk ettim, ateşle ıslah ediyorum ruhumu Güle bakarak arınıyorum şehvetin kirinden Unutuşla temizleyeceğim elbet bu pasaklı bedeni Ahlaksız bir inkâr dolanıyor damarlarımda İnat ediyorum; biliyorum, boyun eğmeyecek gönül Sonunda şeytan da kovacak beni küfrün evinden Çıplak ayaklarla koşturuyorum kayalıklarda Uzakta, şamandıranın ucuna takılı kalmış ağ artıkları Balıklar, büyük bir iştahla yüzüyor sepete doğru Benim derdim ten kafesini yırtıp atmak Yenildiğim için durmadan bağırıyorum boşluğa Ezik çığlık olup düşüyorum ardından ıssızlığın üstüne Av bitti; tekneler dönüşte, gün erken çöküyor şehre Herkesin torbasında yakalayabildiği kadar kuşku kırıntısı Kumların arasında çürüyor sülünes parçaları; olta şaşkın Denizin kısmetini bilmeden götürüyor gittiği her iskeleye Tezgâhta telaş, mezatta karmaşa, arastada koşturma Ey acemi çırak! Yolundan çevirmeye kalkma suyu ve rüzgârı Bırak istediği yere yürüsün kıblesi uçurum olan ahali Hiç olduğumu biliyorum, kurtuldum yüklerimden Şimdi daha rahat dolaşıyorum kendi sokaklarımda
285
İŞRÂK Apartmandaki herkes elindekileri eşiğe bırakıp Kendi doğusundakine küfretmeye başlıyor cuma günleri Karşı meyhanede tek başına oturuyor yine aynı serkeş Tabağın altına saklamış ekmeği ve tuzu Yeterince büyüdün, istersen sen de gel iliş masaya Ellerini kadehin ince tarafına yapıştır Gırtlağını temizle, okulda öğretilen kelimelerle konuş Hepimizin en parlak meziyeti bu: Her katliama haklı sebep Her zalime afili isim uydurmak… Âlimlerin Coğrafyanın uzak kenarından öğrendiği Soylu tek yeteneği bu… Ayağa kalk Melekleri dünyadan kovarak başla işe Çatıdan aşağı fırlat bir an önce evliyaları Durma; tekmele, önüne çıkan peygamberleri Gerdeğe girecek hünsa bir tanrı bulmalıyız sana Fırla, dışarı çık ve sulara doğru yürü. Bak bakalım Tarihi ikiye bölen nehirler yerinde duruyor mu hâlâ Anla artık, tanıdığın her insanda tekrar tekrar yanıldın. Bak Cumartesi günleri tövbe etmenin kapanış saatini geciktirdiler Elde süpürge, ışıkların sönmesini bekliyor müştemilat Balodaki gevendeler evlerine dönmeye başlar birazdan Müezzin, mevlit bitiminde akide şekeri dağıtır cemaate Hacı İsmail’in son isteği öğle namazına müteakip gömülmek Mirasçılar, malı mülkü yağmalamaya sabahtan başlamış Avludaki herkes çöplükte bulduğu ne varsa koynuna tıkıştırıp Kendi batısındakine ibadet etmeye başlıyor pazar günleri
286
ZAHİRÎ Tanrım, nereye kazıdın suretini; göster, nerede yazıyor adın Hangi gülün yaprağı, hangi dağın altı Kurumuş hangi kuyunun dibinde saklı güzelliğin Söyle, çaldığım kapılar neden kilitli Görmem gerek, içeride kim saklanıyor benden Bekçiler boşa umutlanmasın; işin aslını öğrenmeden Ayrılmaya niyetim yok akıbet eşiğinden Kabulümdür taşın her şekli, her denizin köpüğü Varlığın her rengi; yeter ki bileyim Hangi kavmin alfabesiyle yazılmış sözler bunlar Öğrenip onların dilinde anlatayım başıma gelenleri Gözümü karartan perdeyi kaldır Kudretle imtihan etme zavallı kulunu Duyduğum yalanlara inanma gücü ver Şüpheyi alma elimden; bırak, çıkıp gideyim bu tenden Öğrenmem gerek, kavgalar neden bizim avluya dökülmüş Sokakta oynanan oyunlarda neden hep ben yeniliyorum Anladım, çıkarmak mümkün değil hafızadan koyu renkleri Çeşme bulup yıkasak da geçmeyecek elimizin karası Üstümüze bulaşan dünya izlerini silmek mümkün değil Ayağımıza takılmış zincir, boynumuza bağlanmış urgan Sırtımıza yol yapmış kırbaç terk etmeyecek hanemizi Sevgili, anla; kırgın göğe sürgünüz İyileşirim diye iştahla bu yüzden yalıyorum yaralarımı Sesimin çıktığı her vakit aynı soruyu soruyorum Tanrım, bütün bu gördüklerine nasıl tahammül ediyorsun
287
VİRANE Ben bu yangından sadece kelimeleri kurtarabildim Hayatımın kırık yerlerini çamurla yapıştırdım birbirine Çürümüş hatıralara el koyduklarında seviniyorum Kurtuluyorum, hastalıklı bir parçamdan daha Usta hırsız, gümüş şamdanı kendi evinden çalıyor Mahalle bekçisi, saatin çarkını sahtesiyle değiştiriyor Meydandaki çeşmeden su içmeye çabalıyor güvercinler Sokak başlarında satılan afyon Korkak adamların ciğerlerinde dalgalanıyor Ayaklar yorgun, bilekler sancılı, tırnaklar sökük Koltuklar oturup duruyor ıssız bir köşede Ana rahminde öldürmeye başlıyor kardeşler birbirini Korkak kırlangıç yumurtayı ısıtmaktan vazgeçiyor Varlığı bütün ömür saran karanlığı Koyu günahla birlikte defnediyoruz geceye Kâğıtta yazılanları tersinden okumaya başlıyoruz Tütün kokusu sarıyor etrafı; ortalık karışıyor Katran ve duman, kavga ve kıyamet Utanma duygusunu unutmuş mahşeri kalabalık Yaşamak ucuz; suç hanesinde kasıtlı cinnet Korkuyoruz meçhûlden, bizi çağıran gaip seslerden Çekin artık bacaklarınızı sefil rahatlığın içinden Karıp yeniden dağıtın kartları. Payıma ne düşmüşse Söküp almaya kararlıyım elinizden. Bundan emin olun Bu yangında herkesten önce kendimi atacağım ateşe
288
BEZİRGÂN Sonunda ölüme çare bulduk, tek eksiğimiz aşk Yaşamın bin türlü hâli olduğu söylenir. Bilen yok Bin birinci hâl neden sebepsiz dolaşıyor ortalıkta Neden bir kucaktan diğerine yuvarlanıyor mahrem beden Varlığa şirk koşanlar şişeye hapsedilmiş surete âşık Çocuklar şahit oldukları mucizeyi Titreyerek tarif etmeye çalışıyor birbirine Ardından kervan El ve ayaklarımızı da alıp gidiyor heybenin dibinden Tüccar, hayâli kafileye emanet ediyor çalıntı mücevheri Tenimin rengini yitiriyorum, ardından gülüşlerimi Geride kalanlar korkarak sormaya başlıyor birbirine Hangi nehrin suyunda yıkayacağız çamaşırları Atların kirpikleri yola neden böyle uzun uzun bakıyor Karıncalara bizi gösterip Neden durmadan gülüyor Yecüc ile Mecüc Toprağın altı kaygılı... Böyle giderse Gözlerimizi koyacak yer kalmayacak fotoğraflarda Yatacak döşeği olmayanları ağırlıyoruz sırtımızda Sofrada tek başına oturuyor nasipsiz misafir Bütün serveti alıp götürüyor başımıza gelen felaket Unutmayın, ekmeğin ve tuzun hakkı var üstümüzde Ölüme çare bulduğumuz yalanmış. Adlarımızı Ateşe ve buza yazarak avutuyoruz kendimizi
289
HELÂK Bağırarak konuşmasın cemaat Vitrinde duran suret rahatsız oluyor Gel, birlikte söyleyelim bildiğimiz şarkıları Sahipsiz köpekler gibi dolanalım kapı önlerinde Dilin altında unutmuş olmasak jileti Çizerek iyileştirmek de mümkün olacak yaraları İstersen, cevabı olmayan sorular soralım birbirimize Herkesin şaşıracağı sırrı, ilk biz fısıldayalım kıblemize Vakitsiz secde edelim ateşin sığmadığı kubbenin içine Kasıklarımızın arasında ahlaksız ilişki kurma biçimleri Gazaba uğramış bir kavmin adıyla başlasın dualarımız Ahali evini temizleyecek kırkikindi yağmurlarında Islak karanlıkta, akan suda, yurtsuz nehirlerde Kadınlar hayra yormayacak Eteğin altına saklanan parmakları Yıkanmayı aklından bile geçirmeyecek duvarlar. Bırakın Geçkin erkekler kırgın çığlıklarla koştursun iç avluda Gördükleri her boşluktan içeri girecek elbet oğlan çocukları Patlaması mümkün bütün mermileri toprağa gömün Belki yararı olur, baltayı çıkarın sandıktan Kan görmekten korkanlar gözünü kapatsın. Birazdan Büyük bir şehvetle suratlarımıza saldıracağız Vitrinde kimin putu duruyorsa ilkin onu parçalayacağız Bırakın, isteyen istediği gibi konuşsun; rahatsız olan yok Kendinden başkasını dinleyen kalmadı nasılsa aramızda
290
MUTRİP Hanenizde çalgı çengi; siz çalın, âlem oynasın Sır, çalıların arasına gizlenmiş çıplak teni okşuyor Yapraklar kalabalık, görmek ne mümkün ağacın köklerini Kollar açık, sarılacak beden bulan şanslı Çaresiz hâlimize ne kadar da yabancı kadim dostlar Temkinli ol, mahremden uzak tut tüccar çıraklarını Alışma esrarın karanlıkta ciğerine çektiği çileye. Bak Şeytan, sorularla kirletiyor ruhumuzun üstünü başını Kemiklerini ağrıtan sözleri toprağa emanet edip Anlamaya çalış fırtınanın derdini Bu kadar yüksekten düşeceğim elbette gelmezdi akla Üzerime doğrultulmuş namludan korkmuyorum Öğrendim Aşk da hayat da zorlamaya gelmiyor Gördüm Bu kavgada tanrının tarafsız kaldığı yalan Biliyorum Çocukların gözleri devletin bekasından daha önemli Daha önemli elbet insanların ömrü imparatorluk tarihinden Kimse sessiz sedasız ölmeye tahammül edemiyor Herkesin aklında bin bir türlü kahraman olma hayâli Gün bitiyor, bitsin; yara tahminimizden derin Bakın, cümbüş başladı yine bildiği tek şarkıyla ibadete Aşikâr olan şu: hanendeler ezelden keyfe müptela
291
TENHA Sevgili, elinden tutmuş çekiştiriyor ayyaşı. Atlıkarınca Panayır yerinden gökyüzüne giden yolda dörtnala ilerliyor Yerleştiğim her kovukta farklı yalnızlık buldum kendime Yükseklerde dağ, uçurumlarda yosun tutan taraf oldum Kıyı kahvelerinde kumsalı kaplayan sahipsiz bakış Teknenin baş kısmında yardım çığlıkları atan paslı ırgat Baktım ve ölümün hırkasının altında ne olduğunu gördüm Aşkı çıplak tenime giydim, sırrımı ilkin yollara söyledim Çaresiz, kekeme dille tarif ettim içimdeki eksikleri Vardığım her şehirde kendime uygun korku buldum ben Hapishane köşelerine iliştirilmiş kübik kule Cami avlusunda yaldızlı revak Kuşatma zamanları tunçtan kale kapısı Meydana bağdaş kurup oturmuş çınar ağacı Körfezde belden aşağısı tutmayan martı sesi Esnaf lokantalarında ekmeği bol köfte Bıraksalar, terk edilmiş yamaçlara yeni yurt kuracağım Rüzgârın üşüttüğü nehirlerde yıkarım belki de ağzımı Olur olmaz bir ateş başında ellerimi ısıtırım. Şimdilik Şiddetli harflerle tarif ediyorum derdimi. Biliyorum Sözlerimin üstüne yama dikmezsem bedenim açıkta kalacak Sen beni tamamlamazsan hep yarım kalacağım Sonbaharın soğuk günlerinde durmadan üşüyeceğim Dönme dolaptaki sarhoş hayâl görüyor aslında Herkes bir başına, sevgilinin elini tutan kimse yok
292
MEZİYET Geride kalanlar endişeyle anlamaya çalışıyor olan biteni Kahvaltıda akışkan nezaket sürmüşler ekmeğe Suratta uydurma gülüşler, hüzünlü dudak kıvrımları Senetlerin altında afili imzalar; ritmik telefon numaraları Çok katlı adresler; dolapta dört çeker etek-ceket takımı Geleceğe ait küçük kâğıtlara yazılmış notlar Sonraki yüz yıla gönderilecek mektuplar Cennette yapılacaklar listesi Evin salonuna asılacak çerçeveli tablo Hafta sonu gidilecek lokanta Şirket gezisinde yüz ağartan gömlek yakası Sonraki sevişmeye hazırlanan dantelli iç çamaşır Aybaşlarında kanamamız fazla oluyor nedense Araba duruyor ansızın Fermuarını kapatıyor tamirhaneler. Unuttunuz mu Rulet masasında kafamıza sıkmıştık son mermiyi Pokerde kaybedeli çok oldu onurlu yürüyüşleri Mağazalar arasında koşturuyor kredisi yüksek vatandaşlar Nefesini tüketip dönüyor herkes parlak giysilerin içine Müşteriler bedeninden bir parçayı sonraki taksit için ayırıyor Şanslı olup karşıya geçenler akıl sır erdiremiyor gördüklerine Biliyorum sevgilim, sen de yorulacaksın bir zaman sonra Sana duyduğum bu aşktan, başka yeteneğim kalmadı Her geçen gün daha çok korkuyorum ben kendimden
293
ARINMA Şehrin ışıklarında rengi değişiyor çok katlı evlerin Zührevi hastalıkları eşit paylaşıyor kırmızı sokaklar Dokunmamız yasak cennet meyvelerine Belki de bu yüzden bütün köylüler Durup durup protesto ediyor katedralleri Cemaat, parmaklarının arasına sivri muşta takmış Cepte çelik boğma teli, zulada sustalı bıçak Saatli bomba, akıllı füze, altın rezervi Sermaye memnun değil ahirette kendisine ayrılan masadan Yeri, göğü ve suları; gecenin uysal, günün telaşlı yanını İnsanın kirinden ne temizleyebilir, bilmiyorum Anlıyorum, bu iş böyle olmayacak Efendi çocukları sevmiyor hayat Küfür ile başlıyorum konuşmaya Son paramı fahişelere harcıyorum İnançlarımı kumarda kaybediyorum Toplamaktan vaz geçtim tarladaki ürünü Umurumda değil, tefeci alıp götürsün hasatı Elimdeki çuvalı fırlatıp çıkıyorum terbiye edilmiş bahçeden Tövbe kapısını sımsıkı kapatın arkamdan Yumruğumun üstünü paslı tenekeyle çiziyorum art arda Avcılar, kanın kokusundan yakalayabilir beni bir tek İyice bakın gözlerime, karşınızda duran bu küfrü Mutlaka duymuş olmanız gerek bir yerlerden Kimseye sevgili oldum mu, emin değilim Tanrı olamadım bu yaşa kadar, bunu biliyorum bir tek
294
KAZAZ Tanrım, hayatın kendisi ne büyük eziyet Biteceğini bildiği bir yola nasıl başlar insan Sonunda bekleyeni olmayacaksa Kavuşacak sevgili yoksa şarkılar susunca Gırtlaktan çıkan bunca ses ne işe yarayacak Vardığım yerde senin durduğunu söyle Korkarsam ellerimi tutacağını Üşürsem sarılıp ısıtacağını bileyim Sonrasını seninle devam etmeyeceksem Boşa gidecek yürüdüğüm bunca mesafe Kıblemden şüphe duymama izin ver Kapından girmeden sorgulama inançlarımı Yaşayarak ödedim elbet günahlarımın kefaretini Hakkettim başıma gelen bütün belaları. Çıkıp Gidiyorum bu ölü bedenden, üniformamı başkasına verin Gülün muhasebesini tutan kalem böyle yazsın deftere Borcum yok kimseye; ipeği eğirdim, esvabı diktim Perişanlığa tahammül etmeyi öğrendim Alacağım var sana gelirken karşılaştığım herkesten Ezberlediğim yalanlar yetmiyor artık aşkı anlatmaya Yoruldum, bıraktım meçhûlü kurcalamayı Bıktım eksik taraflarımı şikâyet edip durmaktan Sokakta benden daha yakışıklı suç dolaşmıyor Tanrım, hayatın kendisi elbette büyük eziyet Biteceğini bildiği her yola başlıyor yine de insan
295
KETUM Bir kadının simsiyah saçları kadar uzun uzadıya Susmayı becerebilen kimse var mı aranızda Diyelim ki gün ışır ışımaz Hepinizden daha esmer görünüyor tenim. Belki de Doğuştan engelliyim ipliğe düğüm atmakta. İhtimal İğne deliğinden göğü görmekte bu yüzden zorlanıyorum Çok geç fark ettim kelimelerin jiletten keskin ağzını Ve gırtlakta patlayan seslerin Alfabede olmadığını okullarda öğrendim Doğuştan ölmem gerektiğini bayrak uğruna Ben küçükken, babam baba iken Anneler her kapı gıcırtısında kara haber beklerken Beşikler postalla devrilip tıngır mıngır Her baskında develer tellal, pireler berber Sizin dedeleriniz dâhil herkes iş başındayken Tarihte kahraman olma piyangosunu Hep üniformalı memurlar kazanırken... Duyduk Çatırdama sesleri geliyor toprağın derinlerinden Kimlik kontrolü başlayınca işin aslı anlaşılıyor Bir tek sert yerlerinden kırabiliyor Coğrafyanın dağları ve nehirleri… Her tarih Eninde sonunda kendi çöplüğüne dökülüyor İnsanlar ne kadar büyürse büyüsün Akıllarında çocukluktan kalma aynı soru Efendiler, aranızda ilk aşkı ilk ihaneti olan var mı
296
TEBDİL-İ MEKÂN Yokluğun karşısında el pençe duruyor haddini bilmezin biri Ardından dayanamayıp sonuna dek açılıyor hiçlik kapısı Kokusundan tanıyabiliyoruz artık birbirimizi Serinliğe oturup cehennemin terini siliyoruz Kimseye göstermeden eksik yanlarımızı Anne dilinde ağlayabiliyoruz bir tek Mümkün olsa da gebe kalsak geçmişte bir güne Gürbüz çocuklar doğar elbet tarihin sert döşeğinde Acı sütle emzirmeye başlarız yoksul ağızları Memelerin ucunda bekleyen acemi tat; su ve nebat Merhamet esirgenmez coğrafyanın kurak dudaklarından Ölülerden korkmayı bir tarafa bırakalım Defterden usulca siliniyor yeryüzünün çıplak sureti Hiç olmazsa son defa söyleyin, bilelim Tek başına nasıl yürür insan zamanın üstünde Rüzgâr, farkına varmaz mı denizin yorulduğunun Vakit gelip dayanır kapıya. Kumla tazelenir abdest Yaşlı çamaşırlar külle çitilenir. Anlarız Eskidikçe dünyaya bakmakla yetinmez gözler Yeniden yaratmak ister gördüklerini. Şimdi Bir köşede saçlarımızı taramaktan başka ne gelir elimizden Usul Önünde bunca zaman beklediğim kapı her daim açıkmış Uzatılan eli tutmakta cahil olan benmişim meğer
297
ELÇİ Ben cenneti her daim kendi içimde buldum Ruhumu yakacağım cehennem bulun bana Kimsesiz mihrap, yeşil minber, yekpare mermer Lime lime olmuş cemaat, nefesi eksik evliyalar Her taraf alev ve ateş; kesin emirler fokurduyor kazanda Zebaniler anlaşmayı bozmuş. Sayfayı çevir; bak, ıslahevi Yangınları kalıba döken uçsuz bucaksız bir haddehane Kapat kitabı: Günah eritme potaları, haram üfleyen körükler Soğuk hava deposuna istiflenmiş ayak kokuları Şoklayın tırnakları, sevap defteri bildiklerini söylesin Manzara açık: kesik parmaklar taşıyor buz tutmuş şelaleden Sakallarım durmadan murdar uzuyor İnsanları tanımanın yan etkisi olsa gerek Çocukken işlediğim suçları üst üste asıyorlar bıyıklarıma Uykumda sayıklayarak af diliyorum meleklerden Vaktin gelmesini beklemekten başka işim kalmadı ömürde Herkes emin adımlarla istikbale doğru yürüyor, yürüsün Türbeleri tavaftan yoruldum, bıktım taşlara yüz sürmekten Tapınaklara sırtımı dönüp sana doğru koşmaya başlıyorum Biliyorum Mümkün değil emekleyerek ulaşmak sahibimin yanına Kendimden eminim; başka yere gitmeyeceğim, buralıyım Sevgilim, sen de gel giysilerini çıkar; çırılçıplak otur karşıma Tanrı bir tek senin yüzünde durmadan görünüyor bana
298
CAN-I CANAN Çamurdan yarattığımız bedene ruh üfleyecek olan kim Senin kokun elbette, yeryüzünü insanlara sevdiren Elbette senin sözün Bu sahtekâr âlemi değiştirecek tek cesur çığlık Çantamda üçkâğıtçı rehber, cebimde sahte kimlik Elimden gelse oracığa gömeceğim soysuz yalan torbası Güvercinlerin sırasıyla boğulduğu Yusuf kuyusu Zeytuni, taklacı, hünkâri; şebap ile ispir bağdadi Topuğa batmaya hazır deve dikeni Dağ başları, tekinsiz kurt ulumaları Birbirine sürtününce alev alan dalların kuru parçaları Yılan ıslığı, yarasa kanadı, minare gölgesi. Anlıyoruz Aradığımız tanrı değil, tanrıya giden yol Alfabedeki ıslak harfleri Sırasıyla yapıştırıyoruz bahçenin çitlerine Gizli bir dilde anlaşmaya çalışıyor başak taneleri Başka çaremiz yok; mevsim kıtlık kıran Koklayarak tanıyacağız birbirimizi bu zindanda Elbette ilkin senin sesin duyulacak sabahın serinliğinde Bu haşarı dünyayı ıslah etmeye uğraşan Senin adın kaplayacak insanların sığmadığı boşlukları Korkmayacağız geceleri mezarlıkta dolaşmaktan Sana gelen ıssızlıkta yürümekten çekinmeyeceğiz Aklımızda kalan balçıktan bir hayat hikâyesi Çaresiz, içimize üflüyoruz son nefesi
299
EMANET Çocukluktan kalma bir heves giysilerimi parçalıyor Kim bilir, sabaha nasıl ulaşacağım bu soğuklarda Sevgilim, seninle paylaştığım zaman Ömrün tek mükâfatı bana. Uyurken Üşüyen hâllerin geliyor aklıma; sırtının çıplaklığı Öpüldükçe şımaran, şımardıkça büyüyen meme uçları Kendini kelimelerle koruyan dudakların... Sevişirken Dünyaya meydan okuyan çığlığın... Korkma Ben elbette yürürüm sonuna kadar Ucunda senin durduğun hasreti Kollarım senden başka kime sarılabilir ki zaten Tenimi kaskatı kesen düşkırımlarında. Bırak Kim nasıl isterse öyle yaşasın kalan günleri Umurumda değil yüzlerdeki uyduruk şefkat Elbet, pazarda satılan merhamet kırıntıları Üstümüze yapışmış sefil ahlak kuralları Çamaşırların altına saklanan meziyetler. Yurdumuz yok Yangında bizim ateşimizle yandı mahçup mabetler Biliyorum, edepli durdukça Avucumuza yeni bir felaket daha sıkıştıracaklar. Bak Yenilgiyi tarif eden sözler ağzın kıyısında çürüyor Koltuğumuzun altında ipek atlaslara sarılmış zahmetli sır Terledikçe kasıkların arasından göğe fışkıran hararetli su Ensemizde ölü hücreleri yakışıklı kılan baharat kokusu Büyüdüm, sıcağa da soğuğa da alıştım İlk iş, kimlik kartımı yırtıp attım şehrin çöplüğüne Üşenmedim, ıssız rüzgârlara astım iç gömleğimi
300
HAMUŞAN Katilini affeden bu hoyrat da kim Bu ölüler neden hiç konuşmuyor Sokağın her köşesi buz tutmuş Bir araya toplayın dünyanın bütün günahlarını İstatistiklerde, milliyetine göre ayrılacak yetimler Öksüz ve mağluplara ayrı yatak hazırlayın koğuşta Ruhumuzu avutacak bahaneler bulalım Çekip gitmeliyiz bu dağınık şehirden Talan edilmiş hayâllerden kurtulmamız gerek Bak, gök çığlık atıyor yüzümüzü görür görmez Mendillere ateş ediyor gözü kara adamlar Kuş cıvıltıları havalanıyor arka cebimden Çaresiz bir hâlde bakıyorum senin olduğun tarafa Ellerine, alnındaki çizgilere, dudak kıvrımlarına Gerçek adımı arıyorum anlatılan hikâyede Avucumda ürkek ve yaşlı bir efsane Sana doğru fırlatıyorum terli sözcükleri Yaşamak istediğim yerlerin girişine Korktuğum insanların adlarını yazıyorum Tanrı ve devlet, tanrı ve devlet; tanrı, devlet ve aşk Sevgilim, sıkıldım ortalıkta dolaşan bunca yalan dolandan Kendime doğru koşmaya başladım Bu coğrafyada sığabileceğim tek ülkeye Yangını başlatanlar yıkıntıların dibine çömelip Benimle birlikte ağlamasın bir daha
301
RÜTBE Hava soğuk, yiyecek yok, mühimmat tükendi Muskaların içine koyup ısıtın asker künyelerini İnanması imkânsız haberler kaplamış meydanı Kan donduran rozet iliştirmişler kaputun yakasına Sevgilim, senin yanına uzanmak isterdim ben Yaz sıcağında, öğle vakitleri, azgın ten rengiyle Yeryüzünü çıldırtan bir gülüşü vardır bebeklerin Haydi, gülelim; sevinsin tüm ağız, dişler ışısın Epeyidir bekletip durduk okunması gereken duaları Binelim cenaze arabasına; tabuttaki ne kadar tanıdık biri Yüzü nasıl da benziyor gençliğimize Kursakta sıkışmış mermi çekirdeği, hayra yoralım İlkbaharda Tutuşmuş mektup ucu gibi kokmak isterdim ben Bir kadının koynunda, taze fesleğenlerle birlikte Bir dostun yanında uyuyabilirim kaygılardan arınıp Bir ağacın altında bekleyebilirim kavuşma vaktini Serçe havalanır, tavşan kurtarır kürkünü tuzaktan Hiç olmazsa bu sefer böyle bitmeli anlatılan masal Ansızın yanık nüfus kâğıdı olup ölüyor acemi ordular Vurulup alnının tam ortasından, şark cephesinde
302
İSTİHKÂM Geçit törenlerinde parçalanan bedenleri avutacak Sokak oyunlarını bilen var mı aranızda Herkes ortaya çıkarsın cebinde sakladığı oyuncağı Azıcık da sahte gözyaşı, plastik utanç Biraz merhamet dağda kıvrılıp yatan keklik için Yaşamayı kesintiye uğratan uygun adım marşlar Evin balkonunda kendi boyuna yetişmiş çiçek Saksı içinde büyütülmüş şarkı nakaratları Bir ninni, kelebekler rahat uyusun diye uydurulmuş Unutmayın sakın, kemikli etler şarapla terbiye edilecek Defne kokusu eklemeyi unutmayın manzaraya Dikkatli olun, buradan sonrası başkasının vatanı Mesai saatlerinde yasak bölge Marşlar ve vurulmuş bayraklar içtimada Muharebeden kurtulanlar yaralarına merhem sürüyor Savaştığı sipere gömüyorlar şehit düşmüş ayıpları Bir anne sevgiyle bakıyor vurulmuş oğluna Gelin, kalbimizde yatan kötürümleri ayağa kaldırıp Böyle bakalım biz de, asfaltta sürüklenen cesetlere Hatırladım nihayet küçükken oynadığımız oyunları Devlet, tek atışta yere seriyordu halkların yoksul çocuklarını
303
NAKİL Tarihin vakitsiz bitişinde coğrafyanın elbette suçu vardır Zaferler üzerine söylenmiş şarkıları çıkartsak dilin içinden Kış, oldukça sert geçecek dağlarda sevişenler için Cebimizde kayıp evlat hikâyeleri, zarfı açılmamış mektuplar Bir de babalarla birlikte sulara gömülen şehirler Güle oynaya gittiğimiz savaştan torba içinde dönüyoruz Arkamızda kendimizden başka kanıt bırakmadık Çocukların kesik bacakları anlatılır masallarda Eksik parmaklar, titrek kollar, ipte morarmış boyun Tek başına uzayan kahraman tırnaklar Ölülerin kolunda sepet, beden salınarak yürür arastada Türbe duvarında yanan mumu bir an önce söndürün Yanlızlığına dönsün meleklerin cinsiyeti Dikkatli olun, tanrıların da anlam veremediği Tuhaf yazılar asmışlar evliyaların başucuna Kâhinler fazla meraklı; sır, kendini son yenilgisine saklıyor İçimde ne varsa dünyaya dair, alıp götürüyor bu telaş Yanık sözlerle tarif ediyorum ağzımdaki tuz tadını Kurtuluyorum kemiklerimi parçalayan hastalıktan Mahallenin talan edilmiş tarafı örtüyor kadınların yüzünü Sevişmeye dair ahlak yasalarını siliyorum elimdeki kitaptan Kala kala kırgın hatıralar kalıyor koynumda Bir de, gençlik yıllarında uyuyan geçmişe taralı saçlar Tarih biter, coğrafya yenilir; suç, kendine uygun marş bulur Karanlığın içinde siyahı aramak düşer payımıza
304
KARIŞIK RÜYA Bir aşk borcum vardı kendime doğarken Elimi çok sık sürdüm bu yüzden tüylü yerlerime Bulun getirin eğri hançeri her neredeyse Etimize sapladığınız çivileri çıkarın Kırın ve alın şişedeki mesajı Okuyun, ne yazıyorsa içinde Hazırız hakkımızda verilmiş fermana Yorulduk gurbet şarkılarını sık söylemekten Coğrafyanın her köşesinde istenmeyen misafir olmak Ürkütüyor bildiğimiz duaları Ağıtımızı yakacak nefesler tükenmiş Tanrıyı kandırma derdine düşmüş münafıklar Bizi ıslah edecek yeni söz bulması gerek usta kalpazanın Mezara kadar sabredin, dönüşte bir eksiğiz nasıl olsa Senetlerin altındaki imza bana ait değil. Ellerim dâhil Alacaklı olan herkes utanmadan yalan söylüyor mahkemede Bir kadın, çıplak omzuna acımasız erkek kafası yapıştırıyor Ordunun kurmay heyeti kumarda son defa kaybediyor vatanı Korkuyorum elbet bedenimi kaplayan çıbanlardan. Nedense Yarayı kemiren kurtlar gözlerini çevirmiyor başka tarafa Bu kadar korkak olma, çıkar kılıfında paslanan bıçağı Kes at kökünden akrebin kalbine saplanmış iğnesini Elini de çek artık tıraş edilmiş yerlerinden Ödeşmiş olmalısın hayatla. Şehadet ederim ki Aşk dâhil, bütün borçlarını ödedin kendine fazlasıyla
305
SADIK RÜYA Ahali sana mecnun diye sesleniyor, sen aşksın oysa Yıkık duvarlara, kuru ağaçlara; söze ve gırtlağa Tutuşmaya hazır çalılara yasladım sırtımı Yerlerinde durmazlar diye sokak adlarını ezberledim Gurbetteki komşum yurdundan kovulmuş şarkılar oldu Farkını ödeyip inancımı değiştirdim kalabalıktan biriyle Uyansak anlamaya çalışacağız elbet olan biteni Yüzümüz yara bere, bileklerimizde derin çizikler Kabadayıların yumruğu cesur ve sert Rüyaları hayra yoracak müneccimler kayıp Kadınlar, memelerinden uzak tutuyor şahsiyetli acıları Erkekler, değişik bir dil daha biliyor para kazanırken Çocuklar, tuhaf renge boyuyor yepyeni oyuncakları Bebekler, farklı dine inanıyor hava soğuksa Köpekler, kediler, güvercinler; zırh kuşanmış ordu komutanı Yalancı bir masal kahramanı olup birlikte yürüyorlar savaşa Yaşadığımız hayatın yüklü faturasını uzatıyor veznedar Gözünü kapatıp ölü numarası yapıyor başucumuzdaki saat Çekip alıyorlar yine üstümüzden edep yerlerini örten örtüleri Öpüştüğümüz yatakların rengini unutmak ne büyük şans Çıplak bir meydandayız; cemaat, deliklerden içeri sızıyor Alacak verecek bahsini kapatın, ödeştik hepinizle Utandığımız ayıpların sebebini Bir daha sormaya kalkmasın kimse ellerimize Mahalleli adımızı yanlış söylüyormuş, aldırma Doğrusunun ne olduğunu bilen yok nasıl olsa
306
KOLONYAL CİNAYET Silahın tamburasını hızla kurdu piyadelerin başkomutanı Vaktidir, düşen tetiğin tık sesi de duyulur birazdan Balık sepetindeki çürümüş kokuları yiyor kediler Kaptan siyah tayfalara temizletiyor teknedeki günahı Mahzende gezgin zamanlardan kalma sözlük ve kement Saraylarda kök boya, şato yakınlarında çerçeveli renk Mağara dibinde saklanan yeniyetme peygamberler Ağaç kovuklarına istiflenmiş diş tıkırtıları Büyük ihtimal, titrek alevler de söner yakın tarihte Buradan başlıyoruz: Eşit olmaktan. İlk işimiz bu Pagan taş parçası bütün duvarı ayakta tutuyor Biz, inanan tarafız. Münkir olan kuşkucu rüzgâr Aramızda kalsın: İnancı zayıflamış çiftçiler Tek başlarına da mutlu olabilirlerdi bozkırda Hayra alamet değil şehrin bu kadar kalabalık olması Konuşmalardan vergi almaya kalkmasaydı eşyanın ruhu Tanrıyı binalara hapsetmek aklına gelmeyecekti sermayenin İmparator, terk etmeyecekti en yaşlı sömürgesini Tetik düştü, mermi ilerliyor; obüsler de ateşlenir az sonra Ceylanların çığlığını duymaya başlarız üç vakte Dikkatli olun; avcı, farklı renk üniforma giymiş bu sefer Her patlamada altını ıslatan misyonerleri kenara çekin Kraliçe ibadete başlayacak birazdan sanayi tezgâhında
307
RASATHANE Herkesin derdinin büyük olduğu dünyada Adreslerimiz kayıp, sermaye zayıf, cepte üç kuruş Adımız silinmiş yıldız haritalarından Çantada kuru ekmek; tahin, pekmez Elimizde tehlikeli tarafları gösteren pusula Kayığın rüzgârdan gayrı yoldaşı kalmamış Suda yürümeye kalkan peygamberlerde itikat zayıf Açtım gözümü ve vaat edilmiş âlemi gördüm Işık ve karanlık birbirine geçmiş Isınacak yuva arıyor hayır ve şer Bir ipucu olsa anlayacağız; kim zalim, kim mazlum Sımsıkı kapadım yüzümde taşıdığım yetim ifadeleri Bildiğim dilleri çalı çırpıyla örttüm Sözcükler üşümesin, yaprak serpiştirdim seslerin üstüne Bahçede gördüğüm ne varsa unuttum, soğudum kendimden Çare yok, göğün payına düşen bu kadar Kuşların kursağında ne kalmışsa onunla beslenecek bulutlar Dikkat edin, gezegenlerin adı da değişecek günün sonunda Hayatı yenmek mümkün değil, bunu anlamak gerek Su akacak; gün bitip gece başlayacak Çocuklar doğarken yaşlılar uyuyacak Kural bu: Olduğu yerde eskiyecek hatıralar ve gökyüzü İnat etmeyi bırak, ölüm mutlaka kazanacak Gelin birbirimize yükselen burcumuzu söyleyelim Belki bir işe yarar kalbimizin falına bakmak için
308
SÖZ MENDİLİ Bütün kırgınlıklardan sonra sığınacağım yurdum olmalıydı Yürürken çekilmiş fotoğraflarıma bakıyorum Kıyıda köşede ağrıyı yedeğine almış koltuk değneği Uçuruma hayranlık duyan çakıl taşı Etrafa saçılmış susam kırıntısı Ruhu pazarda ucuza satılmış yarım yamalak ses Kim bilir hangi gurbet kabul edecek bizi içine Desem ki Ateş olup yak, rüzgâr olup uzağa götür Yağmur olup toprağa bırak bedenini Sonsuza gönderdiğin zarfa pul yapıştırmayı unutma Kurtul artık kendini hapsettiğin bu zindandan Yık ruhunu korumak için ördüğün duvarları Sakladığın yerden ortaya çıkar Tüm evreni baştan çıkaracak delilikleri Bunca zaman sana yoldaşlık eden güvercinleri doyur Çiçeğin suyunu ver, dökülen kanın bedelini öde Kimsesizliğe gidiyoruz, herkesten uzağa Biliyorum sevgilim; yol uzun, gece karanlık Mahalleli, ipini çözüp ortalığa salmış azgın korkuları Vitrindeki mankenlerle sevişmek için sıraya girmiş ahali Farkındayım, sana varmama daha çok vakit var
309
SERENCAM Kadınlar sevdi seni, sen de kadınları sevdin Mutlu oldun, acı çektin; üzdün ve üzüldün Zor da olsa kabul et artık: Yenildin Bunu çok geç anladın, kalabalık oldun kimileyin Eksildin hiç ummadığın zamanlarda Seçimlerde tuhaf renkli partilere oy verdin Çalgıcılar notaya dökülmüş sözleri beyninden içeri üfledi Tanıdık esnaf tek tek eksildi sokak aralarından Dükkânlar veresiye ışıklarını erkenden söndürdü Cemaat en çok yenilgiyi yakıştırdı sana Kulakta kiracı işitme cihazı, gözlerde fanus Ayrılık mektuplarını iğnelediler göğe Terziler fark etmedi; dikiş yerlerinden kanadı bulutlar İşin içinde olmasak biz de inanmazdık: Bacakların arası Saten örtülerin üstünde uzun müddet çırılçıplak savruldu Saçlar ağardı, yüzün kenarları sarkık, dişlerde çürük çarık Seslerin günden güne kalınlaştığı da aşikâr Sevgili izin verse, eller son kez doyasıya sevecek memeleri Ardından uzak duracak zamana emanet bedenden Mahallenin kapısını kapatıp terk edecek şehri Daha çok rüzgâra benziyor şimdi geride kalan ömür Kadınlar da, çocuklar da, sen de
310
UFUK ÇİZGİSİ Ahali bunu böylece bilsin: Yenilmedik Yenilmiş gibi bakıyoruz sadece dünyaya İşine gelen herkes karşımızda durup yüzümüze gülüyor Kazanan katta oturuyor her daim komşular Her şey acele: ayrılıklar, uğurlamalar, veda sözcükleri Matem ve ağıtlar Bilen yok, hangi dağın taşıyla örülmüş bu keder Yumurtadan çıkan serçe meraklı Bizden önce ne olup bitti bu işveli dünyada Kimseye söylemeden gitsem ırmakların öte yanına Pasaportumda geçersiz renkler olacak Ölümden bu kadar korkmasam Tehlikeli sokaklarda daha rahat dolaşacağım Göğsümde Yetim gömlek gibi suyu sızdıran sancı Karşımda Yediğim her yumrukta zafer çığlıkları atan bir halk İçimde, işlenmemiş suç gibi saklıyorum seni Yalnızlığı da bu yüzden seviyorum işte Kendinden başkasına zararı olmuyor insanın Mahalledeki herkes biliyor nasıl olsa; Usul, sen de bil Bu sefer de kaybeden taraf ben oldum. Bak Nasıl da kahraman adımlarla çekip gidiyor sevgili
311
İRFAN Ateşin gittiği âlemi merak eden gölgeler çekilmiş mutfaktan Aşçılar, is tutmuş kazanın dibini avuçlarındaki külle ovuyor Sırtımı dönüp yürümeye başladığımda anlayan kalmadı Boş meydanlarda ne yaptığımı. Bilen yok Konuşanı olmayan dillerde neden ağladığımı; elbet Çıplak taşların soğuğuyla yüzümü neden yıkadığımı Her yenilginin ardından Issızlığa saklandığımı da kimseye söylemedim Yol uzadıkça daha çok süslüyorum aklımdaki hayâlleri Kömüre dönmüş kuş kanatlarıyla aşıyorum dağları Ürküyorum yoldaki işaretlerden, kendimde konaklıyorum Oysa dikkatli baksalar İnsanlara inanan bir mermi bulacaklar şakağımda Herkesin cebinde taşıdığı bıçak, benim etime saplı Kuşkuyla kesecekler itaat kapısında önümü Paramparça bir hayat işte elimde kalan Çağıran senin sesin, bildiren senin sözlerin Gözümü kamaştıran senin ışığın Bu davet senden başkasından değil Cehennemin her yanı üstüme tapulu bir tek Doğuştan kara kuru adamdım, işim yoktu sofranızda Dünyanın tek doğrusu olsam da yanlışlarımı yazdı tarih kitapları Biliyorum, masalın sonunu merak eden de kalmamış içinizde
312
İNŞA Çekip gidin bu viran binadan, duvarların kendine hayrı yok Ağrıtmıyor artık ruhumu hiçbir şey ve Kedilerin kalbime basarak akşam yemeğine yürümesi Rahat olun, akvaryumda arıza yok Balıklar nefes almaya başlar birazdan Mutfaktan sızan vanilya kokuları Eksik tarihin insana verdiği en güzel armağan Hane halkı, ilk bakışta babalara zimmetli Dolabın altında oğullara ilişkin ağır kuşkular Annelerin dilinde her rüzgârda aynı kaygı Arada durmayın, savaşacağız; kalanla yetinmeyi öğrenin İsterseniz, kesici aletler de katılabilir kavgaya. Nasılsa Mezarlıklarda arabulucu olarak kullanacağız duaları Unutmayın; hatıralar, çiçeklerin olduğu vazoya konacak Arkamı dönüp kurtuluyorum çektirdiğim fotoğraflardan Mümkün mü bu, emin değilim; istemesem de kalıyorum Eziyetin bu bölümünde. Sonunda öğreniyorum Ölüler, arsızca büyütüyor kavruk çocukları Gülün dallarına asmaya başlıyorum dertlerimi Evin girişine kederli işaretler çiziyorum sebepsiz yere Siz de çıkıp gidin artık bu eğreti bahçeden Nereye isterseniz oraya kurun kutsal devletinizi
313
BEYAN Şehirler, anneler ve sözcükler geç öğreniyor işin aslını Gömlekleri ütülemek gerek, iş görüşmesi başlayacak Toplantıda peçetelere sileceğiz elbette uysal bakışları Suçu kabullendik; kavgaya hazırız, korkumuz yok Payımıza düşen neyse öderiz, kaygılanmayın Karşımıza kim çıkarsa onunla dövüşeceğiz Dilsizlerin söylediği şarkılarda anlaşalım ilkin Mekân kapanmadan namuslu gülüşlerle helalleşelim En yakın komşumuz kadrolu tek düşmanımız Sıralayıp dağıtalım kartları, şanslı olan kazansın Belli ki kumar, kaybedeni kalbimize gömeceğiz Tarihte sığınacak köşe kalmadı, saat erken Çiçeklerin tane fiyatını öğrenelim; belki işe yarar İki beyaz karanfil, birkaç kırmızı gül; mezatta servi çamı Uyuyanları yıkayıp uğurlamak yetiyor teneşir tahtasına Tasarruf ettiğim acıları erkenden harcadım Kendimi korumak için sakladığım sabır tükendi Taştan topraktan zırh diktim üstüme Göğsüme fazladan açılmış iliği geç de olsa düğmeledim Uzaktan bakıp durdum rezilliklerime Suçu ben işledim elbet, ben yürüdüm kapınıza kadar Merak eden varsa bilsin Gölgesi yeryüzüne vuran katil, benden başkası değil
314
KURAK RENKLER Koyu renkli kadınları seviyorum, anneme benziyor hepsi Annem kadar esmer, annem kadar kederli bu topraklar Devleti yok hiçbirinin; hepsi kendi yurdunda yabancı Hepsi gurbette doğuruyor çocuklarını Hepsinin halkı bu mahallelerde yas tutuyor Elbette bu ülkede öldürülüyor hepsinin kocası Yanık renkli kadınları seviyorum Annemi hatırlatıyorlar bana. Annem Akşamdan ıslatmayı unuttuğumuz nohutlar kadar sert Fazla pişmiş ekmekler kadar kumral; bunu biliyorum Bütün bir yüzyılın yetim zamanlarını Oğul olarak yanı başında yaşadım onun Kelimeler, annem kadar sabırlı Ağır adımlarla çıkıyor merdivenleri ah ile vah Bakışlar, belki de bu yüzden kahverenginin en ağır abisi Kavruk renkli kadınları seviyorum Gülümseyen edeple bakıyor hepsi hayata Sesleri, dolapta bekleyen tencerelerden insaflı Tekmil bereketi kullanarak çağırıyorlar komşuları sofraya Soylu acıların ayrılmaz parçası oluyor kısık ateşte patates Bebeklerin ellerindeki muhacir çalgılar Bir tek çıplak tende çalıp söyleyebiliyor bildiği şarkıları Kara renkli bu eziyeti seviyorum. Sorgusuz sualsiz Temize çekiyor içimde arsızca büyüyen sefaleti
315
YEDİEMİN Çocuklar Annelerinize dikkat edin Onlar, tanrının yeryüzüne ilk armağanı Şaşırmayın hemencecik olan bitene Uzun kış gecelerinde gizli bir el Ayaklarını sonsuza uzatmış evlatlara meyve soyar Birbirine dolanmış bağcıkları Kapı aralıklarında ütüler dişi kediler Vakti kalmışsa seccadelerin baktığı tarafın Dönüş yollarına asfalt döker duanın sonunda Tespihler, usulca fısıldar dertlerini boşluğa Tırnaklardan beyne ilerleyen sinirleri köreltin Sabah tıkırtılarının kahvaltıdan daha önemli işi var mutfakta Tenhada kimsenin bilmediği dilde anlaşır Çaydanlık takımı ile ince belli bardaklar Vakit ezanları bebek sesiyle fırlayıp çıkar yataktan Her kadın, tarihin kuytuluk bir köşesine çekilip En kahraman, en mazlum, en uysal ulus olacakken Tutup oğul imparatorluğu kurarlar evin her yerine Siz şımarık şehzadeler, oflayıp puflayarak girdiğiniz mezarda Arkanızı toplayan anne varsa geçer not alırsınız meleklerden Çocuklar Tanrılara özen gösterin Onlar, annelerin hepimize son emaneti
316
MENZİL Evladı gelecek diye Cenneti boşuna silip süpürüyor telaşlı bir anne Geç kalmadık, anlaşmamız gerek Kavga vakti, eller tetiğe rehin; sıkın patlatın cerahati Kokuşmuş balçıkla sıvayın çopur suratlarınızı Fedailer, yaralarını deşip kanatsın ortalıkta Her nasılsa ihanet bütün koşuların tek birincisi Işığa pervane olanlar pahalı zevklerle değiştiriyor hayatını İçli şarkılar söylüyor mutrip son model araba koltuğunda Dindar halkın elinden kıl payı kurtulmuş Lanetli kavmin peygamberine benziyor yüzüm Gülün kapısı sıkı sıkıya kilitlenmiş ardımdan Gezindiğimiz bahçeler ergen katillere emanet Çul çaput giyinmiş komisyoncular ateşi harlıyor Aynı renk bere takmış günah ile sevap Ayırt edilmiyor şimdi ile sonra arasına sıkışmış alametler Kim bilebilir zaten kutsal emirler arasındaki önceliği Ruhumun bir türlü sığmadığı bu coğrafya Bir uçtan bir uca benim olsa neye yarar Tanrım, geçip gitti içimdeki heves Terk ediyorum bana uygun gördüğün isimleri Kalan yolu sahipsiz yürüyeceğim Annem biraz daha bekleyecek; beklesin Dağınık kalsın süsleyip durduğunuz yeryüzü cehennemi Umarım; kendim dâhil herkes affeder bir gün beni
317
MİLAT Telaşlı, ürkek ve acemiyim Bir an önce annemi doğurmam gerek Toprak aceleci, çekip gidiyor bulutların altından Tohum, vakti gelmeden çıkıyor gurbete Sıkı sıkıya sarıyorum bedenimi kundağa Derinin üstünde düşmeyi unutmuş göbek bağı Ağızda oynaşan süt dişleri, tencerede hedik kaynıyor Beşikten yuvarlanan ilk kelime ayakları yerden kesecek Önlük cebinde koca bir ömür bekliyor bizi Emekleyerek öğrenilecek elbet Her nerede saklanıyorsa kucak dolusu şefkat Yeryüzüne fasulye taneleriyle yazılacak Babaların gençlik yıllarında kullandığı kod adları İlkbahardan sonbahara geçiyor ansızın hava durumu Ahali meraklı: Ne olabilir yükselen çığlıkların sebebi Nereden çıktı şimdi bu cenaze Kaldırımda durup bizi alkışlayan kim Perdeyi üstümüze örten hangi mevsim Kuşbaz, güvercinin başını niçin ayırdı gövdeden Dağların yerini değiştirmek kimin fikri Toprağın işi suyun akışına yardım etmek Kayık kör cahil, nereden bilecek nehrin aktığı yatağı Bu kadar mesele etmeyin hayatın hayhuyunu Öğrenin artık, anneler herkesten önce ölüp Bir çırpıda çözüyor zorlu dünya dertlerini
318
TEVHİT İnsanın annesi ölür mü gerçekten, mümkün mü böyle şey Tanrıların mezara girdiği nerede görülmüş Telaşlanmayın hemen Serçeler de kapatıyor gözlerini bazen yorgunluktan Uyanınca bahçedeki otları yolduk ilk iş Vakitsiz çiçekleri topladık dağlardan Lacivert gece, beyaz karanfil ve parmaklarımız kanadı Baktık; ruh bitkin, tenden çekilmiş takat. Toprak Kuraklıktan dert yanıyor ıhlamur kokusuna Kırık dökük bir ses sofraya çağırıyor evlatları Durmadan boyu uzuyor yokluğun. Geç fark ediyor insan Kemikler, asma dalından kolay kırılıyor. Kimse bilmiyor Ana kucağından sonraki her yer gurbet oluyor çocuklara Hayatımızın ortasına kurulmuş çarşıda Bizden başka alış veriş yapan kalmamış Sokak başını mekân tutan tezgâhtara inanacak olsanız Herkes kendinden önceki birinin Eksik bıraktığı ömrü bitirmeye çalışıyor Yağmur başlıyor apansız, ayıpları örtüyor çamurun akarı Terziler yıpranmış acıları tamir ediyor bir köşede Meydandaki saat kulesi derdest ediyor kalan zamanı Cemaatin önde gelenleri Niyet ettikleri yere zorla gömüyorlar duaları Anlıyoruz, meğer insanın annesi gerçekten ölüyormuş Mümkünmüş böyle şey; inanmayacaksınız ama Bir şey olmamış gibi her akşam uykuya dalıyormuş yeryüzü
319
DIŞ KALE Bu murdar ömrü kendinize benzetebilirsiniz Damarlarınızda dolanan kindar hayat Size benzemekte zorlanıyorsa Sesimiz rüzgâra, yürüyüşümüz dağlara emanet Beklerseniz eğer serinlikte, uysal nehrin kıyısında Uykuda; kürek başında, okyanusun en derin yerinde Doğum ıslaklığı çepeçevre sarıp sarmalar çeperleri Eriyen kar suları bozkırda at süren yağmura karışır Sonunda akışkan renklerle temizlenir evin her yanı Sokağa çıkma zamanı, kafa darbesiyle yırtılır zar Gelin, paslı telle bağlayalım dünyanın iki ucunu birbirine Göğün deliklerinden geçirelim elimizdeki çürük ipi Vakit varsa, inancımıza yakın mabetleri ziyaret edelim Çocukların sırılsıklam kendine âşık olduğu Büyüklerin aynalardan medet umduğu bu evde Aç pencereyi, bırak uçup gitsin parlak renkler Süslenmesi gereken ülkelere gönder malı mülkü Uçsuz bucaksız çöllere yürüsün çimlere serili örtü Koltuğun kenarında bekliyor nasıl olsa demli çay Elektrikler kesiliyor, eşyaların içi karanlık Şükür, bedeni kuşatan uysal sıcaklık Daracık mağaradan size doğru bakıyoruz Görür görmez tanıyoruz ait olduğumuz yeri, şaşırmıyoruz Eşyaların kiri kaplamış insanların üstünü başını
320
İÇ KALE Kumlara karışmış en küçük parçan olmalıydım senin Saçlarının dibi kaşındığında tırnağının ucu mesela Ekmek yapmak için ocağa odun dizerken İşe yarasaydı keşke ateşe dair bildiklerim Dizinin dibinde uyuklayan kedinin hırıltısı olmalıydım Geceleri, elmacık kemiklerini görünür kılan mum ışığı Cüzdanın kuytusunda saklanan yedek akçe Yastığın içine dikilmiş uğurlu düğme Uzun uzadıya yolculuklara çıkan bacakların mesela Yoksul dünyayı emzirmekten Durmadan emzirmekten yıpranan memelerin Ayrılmaz bir tarafın olmalıydım senin Koyu karanlıktan güneşe çıktığında Kırpıştırmak istediğin kirpik ucu Dudağın kıyısında ömür boyu duran utangaç hilal Kimselere haber etmeden kapıda bekleyen eksik bakış İçli aşk şarkıları söylemeye başladığında Ağızda yuvarlanan kısık sesler Daldaki meyveyi almak için en alt basamak Uzaklara gitmek için atlas yelken Sen ne olmamı istersen onu olmaya razıydım ben Artık işe yaramıyor kalabalıklardaki varlığım Anlıyorum; senin içinde, yokluğun olmalıyım senin
321
ABDAL Her sevgilinin ayrı sesi, ayrı kokusu olmalı. Yerini Yurdunu yakacak kadar âşık olmalı insan aklındaki hayâle Yolun büyük kısmının bittiğini söylüyor konu komşu Büyük ihtimal menzil de görünür birazdan İşim kalmadı okullarda öğretilen inançlarla Resmi binalarda başlayan yangın umurumda değil Üzülmek gelmiyor içimden vitrinde duran acılara Adıma açılmış hiçbir davada savunma yapmayacağım Bütün derdim içime saklanan tanrıyı bulmak Öğrendiği ilk kelime, ilk günahı olan soysuz benim Yağma benim evimden başladı, isyan eden söz bana ait Başıma gelen belâyı sevmediğimi kim söyledi size Sıkıntıyla barışık olmadığımı da nereden çıkardınız Üstüme giydiğim dertlerin renginden size ne Çektiğim eziyeti benden almanızı Beni avutmanızı kim istedi sizden Zahmete sırtımı dönmek istediğim Cefadan memnun olmadığım nerede yazıyor Annelerin yarım yamalak okşadığı çocuklar Elbette yavaş yavaş ölür doğum günlerinde Cesaretiniz varsa söyleyin, bilelim; yolcu Sonu kendi topraklarına varmayan yürüyüşe nasıl başlar
322
SIRÇA En çok gülerken özlüyorum seni Mutluyken eksik oluyorum en çok Utanıyorum gözlerimi ışık içinde yakaladığımda Sensiz rezil rüsva olacağımı Benden iyi biliyordun. Öyle de oldu zaten Tereddütsüz dayandın bu yüzden ölümcül ağrılara Ben tuttum insanları seninle ölçüp biçtim Senin güzelliğinle kıyasladım dünyayı İçimdeki kurak toprakları, çorak yurtları Sulak ülkelerden çok sevdim. Çaresiz Dağların kör yılanı olmaya razı oldum Ortalıkta öylesine gezinen ceylan yavruları Ağacın dibine sırtüstü uzanmış ürkek tavşan Çitlerin kuytusunda boynu bükük keklik… Bak Üstümüzde dolanan serçeler de unutmuş adımızı Renkler, sesler, ışıklar, sokaktaki kokular Gökyüzünde yaşlanan buhar kütleleri Bedene yakışmayan bu can Çekip gidiyor herkes kurulmuş saatin içinden Yas tutmaya yanaşmıyor akrep ile yelkovan Tekme tokat sokağa atılıyor ağırbaşlı mendiller Senden sonra pek de bir şey gelmiyor elimden Paslı kevgirle taşıyorum hâlâ evin içme suyunu
323
LAHİT Açın yelkenleri, içine sığacağımız ülkeler fethetmeliyiz Mağaza vitrinlerini çekip alın gözümüzün önünden Bunca zaman aradığımız cehennem siz olabilirsiniz Harabelerde oyalandık bir ömür Elimizde gümüş saplı kazma-kürek Kutsal mekânları deştik durmadan İnançlı parmaklar şehvetli sözler kazımış duvarlara Korkaklar mağaraya saklanmış; kararlıyız Bakirelerle sevişeceğiz piramidin içinde İmparatorlukların kesintisiz zaferlere ihtiyacı var Küçüktük ve mesai saatleri dışında Kahramanların kemiklerini çalıyorduk şehir müzesinden Define avcılarından öğrenmiştik: İnsan Yanında götürmemişse tapınaklarda da bulamıyordu tanrıyı Gelin el ele tutuşup boylu boyunca uzanalım toprağa Bakın, yüksek basamaklı sahnede ne güzel anlatılıyor Yuvalarını yakıp yola düşen kuşların efsanesi Karanlıkta bu kadar sık okşamayın hatıraları Ölüleri çok sevmeyin, yaraya tuz basıp susmayı bilin Mayalanmış ekmeğe salça sürüp doyuracağız kalbimizi Çocukların ellerinden zorla almak gerekecek mucizeleri Deniz bitti, gün ekşidi, fedailer üstümüze yürüyor Derleyip toparlayalım yelkenleri, üstümüzü taşlarla örtelim Son kazdığımız bu çukur olabilir asıl yurdumuz
324
KADİM Büyümüş olsaydım benim de haberim olurdu bundan Yemek yerken nereli olduğum anlaşılıyor İçtiğim sudan cinsiyetimi tahmin ediyor ucuz fahişeler Yürüdüğüm yoldan, konakladığım şehirlerden Soyum sopum, tarihteki kırışık düşler, ayıplarım Törenlerde ön sıraya oturmak için gözlerimi ütülüyorum Çığlığım pürüzlü, derimin rengi tehlikeli İbadet için kutsal marşlar ezberliyorum okulda Mağazada kollarıma yakışan giysi bulmam gerek Nikâh salonunda en ücra köşeye yerleşecek sesim Tutup Saten bayraklara sarıyorlar intiharı. Topal komitacı Devlet başkanının kalbine boşaltıyor mermileri Haritaların altını kanla çiziyor parçalanmış bedenler Tombaladan hangi millet çıkmışsa payıma Sorgusuz sualsiz kabul ediyorum Kurtulamıyorum yine de kasıklarımı şişiren günahtan Yanlış tarafta olmayayım diye Mahalleye taşındığım ilk gün önlem alıyor komşular Adımdan önce Yaşadığım yılları sorguluyor mahalle muhtarı Büyüdüm mü; sanmıyorum, belki de hiç büyümeyeceğim Yaşlanıyorum sadece boş zamanlarımda
325
ASHAP Sevgi acemisi beden yanlış anlıyor okşamak için uzatılan eli Çürümüş elmayı dişliyor tavşan, kuşun ağzında bozuk tat Niyet kâğıdına üzgün surat çiziyor mahkeme başkanı Kalem kırılıyor, son sözler eksik, davayı erteleyin Herkesin kendi diliyle okuması gereken dua Dağın eteğinde bekliyor bir başına Mağaradaki şarabı gizli saklı içeceğiz bu kış Umutsuzca bakıp durma önündeki karanlığa Sıkı dur, çocuk ölülerine basarken ürkme Bırak, sazın telleriyle boğsun mutrip Şarkıları tek başına söyleyen sevgiliyi Ayrık otları yerleşiyor tarlaya; yapacak pek bir şey yok Ekmek bayatlayıp peynir küfleniyor Yalın ayak yürüsek kuru yapraklar eziliyor alt katta Kanepede oturan insanların yüzleri asık Tarih boyunca nehir kıyılarına saklanıyor avcılar Kim ne derse desin kendimi küfürle yarıştırıyorum Yitip giden inançlarım oluyor her seferinde Gün bitiyor, emekli bekçi sokağın ışıklarını usulca kapatıyor Meydana bakan pencereleri cinayete şahit yazıyorlar Ömrüm, usulca selam verip bitiriyor ibadeti Çek artık elini ateşten Sen dâhil, kimseye yakışmıyor bu kadar eziyet
326
ŞATTÜLARAP Babaların erken ölümünde tarihin bağışlanmaz suçu vardır Mümkün olsa bir gözden diğerine uzatacağız kirpikleri Karşı ülkenin çöllerini el yordamıyla geçecek köstebek Lastik ayakkabı giyen halkların siyatiği azgın Sahra çadırında savaşa hazırlanıyor aşiretler Ağrıları kesmeye niyeti yok enfiye kutusunun Yorgunuz; acımızı anlatırken kullandığımız kelimeler Ekmek almaya yetmiyor, heybenin ağzı mühürlü Seyyah da bilmiyor, kervan ne saklar hörgücünde Çoraplarımı çıkarmadan giriyorum kupkuru suya Parmaklarımı keskinliyorum haritaları taramak için Bu öksüz coğrafyada vakitsiz yeniliyorum Pusulasız hâline ağlıyorum kum deryasının Kapılar kilitliyken de duyuluyor komşunun hıçkırığı Durun, yaşadığınız felaketleri anlatmadan önce Biraz soluklanın Arabistan'ın eşiğinde Büyümüş olsaydım ben, öyle yapardım Babaların vakitsiz öldüğü doğrudur. Çok eskidendi Hatırlar gibiyim, tuhaf gıcırtılar geliyordu tekerleklerden İki nehir aynı anda kurumaya başlamıştı evin ortasında Anneler hangi tarafı tutardı böyle bir kavgada İçimizde bunu bilen olmayacak hiçbir zaman
327
GECİKMİŞ ISLAH Herkes kalbine üflesin ahlaksız korkularını Başkasının kapısının önüne atın kabahatleri Tanıdığınız bahaneleri eve çağırın İnsanların tenimizde açtığı edepsiz yara yerlerini Ucuz sevaplarımız örtsün Merhametli bir geçmiş yanıyor yatağın öteki ucunda Biliyorum, sonu kötü olacak hikâyenin Kurbanın boynundaki sicim Elinde bıçak olanı boğacak ilkin Bir an önce soğutmak gerek koltuk altlarını Cevaplar nerede saklı, bilen var mı Kedinin mırıltısını dinleyip Köpeğin uysal bakışlarına dikkat kesilelim Bulun getirin kilidi açacak anahtarı Mahkûm zorda, geciktik; kurtarıcımız ortalıkta yok Kendimizden başka çare kalmadı Kesik gırtlağı mavi ibrişimle dikip Kanayan damara tuz basmak gerek Bakın ve görün; tahammül avutmuyor beynimizi Şişedeki iksir kâr etmiyor hastalığa Ayağa kaldırın ellerinizi İşe yarasın camlardaki parmak izleri Çekip giden kahramanları tutmaya çalışın Bakın ve görün, kardeş olması muhtemel bir gölge Zifiri karanlığı demliyor bahçede Çoban terk etmiş sürüyü, otlak sahipsiz Kuzu arsız; köpek, önüne gelene sırnaşıyor Suya bırakılmış sepetin içinde Erken öldürülmüş baba, geç kalmış oğul Kendine oyuncak arayan kutsal ayıp
328
Karşı kıyıda Elimizi tutmayı çoktan bırakmış yol gösterici Kuyuda ihanet, mağarada sabır, yolda düşkırımı Ciğerlerimizde kısa boylu nefes Etrafı sebepsiz yere voltalayan isyan Zincirlerinden boşanmış inkâr ve cehalet Bu böyle olmayacak: Kapanmayacak yara Ayıplar asla bırakmayacak kavmimizin peşini Günahların bedenimizde açtığı kanlı izleri Örtmeye yetmeyecek her sabah ödediğimiz zekât Ortalığa saçıp durmayın artık içinizdeki rezillikleri Edep yerlerinizden uzak tutmayı öğrenin insanları
329
SEVGİLİ Dağların, nehirlerin, buruşuk kâğıtların üstüne Kurşun kalemle kendi halinde gökyüzü çizsem Bir avuç dolusu kum, bulutların altına Açık kahverengi boyayla tepeler, maviye yakın deniz Taşların bir ucunu ok, diğerini mızrak yapıyor birisi Celeplerin işine gelmiyor etten paylarına düşen taraf Kuru otlar kaplıyor tarlayı Sarraflar, sadaka kutusunda koruyor servetini Bacakların ortasında çıplak tene dair ahlaksız istekler Sahte peygamberlere yetmiyor takvimde kalan günler Eceli gelen tanrı mutlaka ölüyor Kavga etmeden yaşamak mümkün mü bu hengâmede Ekmeği yemek, suyu içmek; sıra gelirse çiçeklere Koklamak renkleri incecik limon kabuğunda Miskin köpeğin yanına uzanıp boylu boyunca Mümkün mü yıldızlara başka gözle bakmak Sonbahar gelip geçmiş; bahçe kapısında fırtına izleri Mevsimler daha sık değişiyor akşam üstleri Hava durumuna güven kalmamış Çömlekçiler bu kadar kırıp dökmeseydi keşke çamuru Kemiklere yapışan acıyı söküp atmak mümkün olsaydı Büzülüp iç içe girmeseydi morarmış damarlar Zaman, yan yana gelme hakkı tanısaydı son kez Sana, bana ve elbette boynu eğik her söze Urgancılar, bahar aylarını çıkarmışlar ip balyasından Çuvalın bize bakan tarafı kök boyayla süsleniyor Günebakanlar söğüt gölgesinde soluklanırken Hayvanlar koklayarak buluyor yönünü
330
Avcı, pahalı giysilerinden tanıyor avını Ölüme usul adımlarla giderken korkak olurdum Kendimi sahipsiz sorulara asardım en çok Boynumda kadife kaplı kızıl muska Ağzımın kenarına takılı kalmış imkânsız şarkı Milletim nev-i beşer, vatanım ruy-i zemin Sırtımda yorgun dünyanın günahı Altı mürekkepli kalemle çizilmiş geç kalma hâli Size bir gökyüzü borcum vardı, altında uyumak için Biraz engebeli yollar; yürüyesiniz diye Sevişmek için beden, öpüşmek için dudak Yaşamak için elbet, ayaklarınızın altına serdiğim toprak Taşlar, ağaçlar, çiçekler; börtü böcek Kavuşmak için dil, inanmak için ruh, fark etmek için kulak Eziyeti ıslah etmek için korku Kayıp cevabı bulmak için renk renk insan yüzü Dağlara, nehirlere, buruşuk kâğıtlara Kurşun kalemle kendi halinde birkaç satır yazı yazdım Belli mi olur Yolunu şaşırmış bir berduş merak eder akıbetimi Hayatımdan başka utanacağım ayıbım yok benim Bilinsin; ömrüm de, boş bir ısrardan ibarettir
331
KAPI ÖNÜNE BIRAKILMIŞ TERLİK Dünyanın merkezi neresi, aranızda bunu bilen var mı Hani nerede gömülecek mevta Cenazeye arkasını dönüp giden soysuz da kim Dikkat edin, kuduz ahali dar sokaklarda linç edecek Karşısına çıkan cemaati. Mahalleli, Farklı kahramanlık hikâyeleri anlatıyor birbirine Yazık, gidenin kim olduğunu bilen yok Yolculuk başladı, sesler kesildi, etraf sus pus Kelimelerden gayrı şahit kalmadı ortalıkta. Herkes Kendi ağıtı, kendi ameli, kendi nefesi ile baş başa Bir tüy düşse göğün kanatlarından yeryüzüne Elbette yurdumuzu talan edecek Kelebeklerin dinmeyen çırpınışı Çakıl taşlarının içmediği dişi sular dökülecek toprağa İçinizden biri söylesin Bütün ömrü esir alan telaşlı koşuşturmalar nereye gitti Oturduğumuz sedir neden durmadan terliyor Sofrayı toparla; ekmek ve peynir ayrı dolaplara konacak Kaşık çatallar üst çekmeceye; sapları dış tarafa bakmalı Kırıntılar, bahçenin hakkı Gözlere dokunmayın, derli toplu dursunlar yüzün kenarında Zaman doldu; sırtını dön ve yürü Dikişsiz beyaz gömlek, yalın ayak; baş açık, beden pirüpak Teneşire kurulmuş kemikler ilk defa rahat Keyfini çıkar son kez sahnede olmanın Bilinmezliğin anlattığı öyküleri dinlemeye başla Suda yürümenin sırrına vakıf ol, dalgaların fısıltısını yorumla Koyu bakışları karanlığın ardına sakla, kapat ışıkları
332
Elbet sana vereceği bir ders daha vardır sükûnetin Sandıkları kilitle ve anahtarları uçurumdan aşağı fırlat Sahipsiz terlikleri kapıya koymayı unutma Olan biteni bulutlar fark ediyor ilkin; ardından minareler Herkesten önce pazar günü koşup geliyor tabutun başına Pencereden olan biteni izleyen kedi Bin yıldır peşinden koşturduğu kuyruğu nihayet yakalıyor Kuşlar, kafeste tutulmalarının sebebini anlıyor Senin çektiğin ağrıların gıcırtısı bu, tüm evreni kaplayan Gel, saçlarını tarayalım yeniden Kâğıt makasıyla düzeltelim kırık uçları Tekrarlanmayacağını bilerek Yanaklara yapışan öpüşlerin değerini bilelim Beklenen oldu: İşte karşınızda haziranın sekizi Çıldırmış yağmur esir almış sokağı Nemli deniz göğü parçalara ayırmış Irmak, korkuyla ıslah etmiş kavak ağaçlarını Doğrulabilsek bir an yattığımız yerden Bu deli ağrıyı tanıyan tecrübeyle dokunsak birbirimize Belki daha kolay olacak tanrının derdini anlamak. Sanki Aramızdan biri daha öğrenecek kimi soruların cevabını Bütün bir dünyayı sevgiyle kucaklayacak bu kollar Ayrıldıktan sonra aramızdan Bütün bu öfkeyi, nefreti, küskünlükleri bitirecek nefes Olmadıktan sonra âlemde Biz kırgınlığımızı hangi kelimenin üstüne yükleyebiliriz Hangi sözdür ki o, bir anda ısıtacak olan içimizi Tutup koklamaya kalksak kuytulara ekilmiş reyhanları Garip, fesleğenler bile kaçırıp duruyor kokularını bizden Kendimiz istedik oysa
333
Kekiklerin dağlarda bir başına kurumasını Dikenlerin parmaklarımızı kanatmasını biz istedik Kalbimizdeki deliklerden sızan kızıllıktan Şikâyet eden bu cahiller de kim Acı, acıyla kıyaslanabilir mi Ölçülebilir mi gerçekten aldığımız hangi soluk Diğerlerinden daha sert saplanır göğüs kafesine Söyleyin: Annelerin ölümü Tanrının ölüsünden başka neyle kıyaslanabilir Bir anne gözlerini kapattıktan sonra Nereye sığar hayatın geriye kalan sancısı Bak, bahçedeki biberler büyüyor Domatesler boy atmaya başladı, böğürtlenler rengârenk Gölgeler yeşil, vakitler kırık dökük… Asma yaprakları Sarılıp sarmalanmış sofraya oturmayı bekliyor Yeşillikler taze; az daha bekletsek daldaki elmaları Diş izleri, ağzı ıslaklığa boğacak Yine de eksik olan bir şeyler var avluda Dışarıda büyük bir felaketin ayak sesleri duyuluyor Orada burada rahatça dolaşan rüzgârda tuhaflık Yeryüzü, ikinci bir emre kadar boşaltılmış Evlerin tümü taşınmış sokaktan Caddeler tenha, pencereler ıssız Kapılar sökülüp atılmış menteşelerinden Tanıdık yüz kalmamış ortalıkta Biraz durup dinlensek Bu anlamsız güne hazırlanırken ruhumuz Tutup son kez birbirimize baksak Belki boşuna yaşanmış olmayacak bunca eziyet Şimdi söyleyin, öğrenelim Kurdun kuşun kısmetini çalmaya çalışan bu zalim kim
334
Anlatın, anlayalım; nasıl bir rezil cesarettir ki Ölünün terliklerini geçirip ayağınıza Çıkıp gideceksiniz taziye çadırından Yağmur durdu, sesler uyudu, etraf inzivaya çekildi Suyla korkutulan kuduz köpek de ayrıldı meydandan Ve artık öğrendik hepimiz şu iki sorunun cevabını Bir: Dünyanın merkezi, annelerin kalbidir İki: İşte burada; karşınızda, dimdik duruyor gömülecek mevta
335
MUHACİR KELİMELER HARİTASI 50-53 yaş şiirleri
Birinci Basım: Yazı Kültürü Yayınları, 2016
336
Muhacir ömrümün kalan tek tanığı Kız kardeşim Rabia Öğe’ye
Tanrım, Biz sürgün yollarında kırılırken Sen hangi sokaklarda dolaşıyordun?
337
MUKADDİME Tanrım Yaratan sen değil misin bu yeri ve bu göğü Ve içindekileri ve altındakileri Dağın taşın üstünde hoyratça dolanan Bu kaygısız güneşin tapusu sende değil mi Öğütüp un yaptığımız buğdaya renk katan Otlara, sulara ve elbet tuza tat ekleyen Bülbüle ses, güle nefes üfleyen sen değil misin Sen değil misin alan ve veren; yoku var eden Bağışlayan ve cezalandıran Uçmak isteyen karıncayı havalandıran Avcının gözünü kör edip tavşanı tuzaktan kurtaran Tohumun zerresine mucize saklayan Senin hükmün değil mi bizi insan eyleyen Nedir başımıza gelen sebebi sorgulanmaz bunca dert Söyle, kime yük oldu bu fukara beden Kimden dilenip kimin mutfağında yedi yağlı börekleri Gölgemiz perde olup hangi ışığı örttü Hangi meyhanenin şarabı dolaşıyor damarlarımızda Eşiğinde sızıp kaldığımız bu kapı kimin? Söyle Hangi günahın cezasıdır payımıza düşen bu kıyam Dökülen bunca kan hangi kabahatin karşılığı Korkularını üstünden atamayan silahla Nasıl savunacağız kendimizi Ceylanın bileği kırık, kuzunun eti çürük, kekliğin dili eksik Suya fırlatılan taş sekmeden batıyor dibe Kesilen baş inat etmiş düşmüyor omuzdan Acemiyiz, bildiklerimiz işe yaramıyor senin sofranda Ekmeği hangi elle koparıp çorbayı hangi kaşıkla içeceğiz Bıçak neyi kesecek; tahtanın üstünde ne doğranacak Darağacında kimi asacağız
338
Ateşte kim yanacak, kim pişecek? Son adımını Uçurumdan aşağı atacak cahil de kim Aradığını bulmadan eve dönen biçarenin suçu ne Sözün uçup gitmesine nasıl tahammül edecek gönül Sebebi olmalı tüm bunların; harflerin yan yana gelmesinin Renklerin, seslerin, kokuların; hainlerin ve kahramanların Dölleyen erkeğin, doğuran kadının Gülün rengi ile güneşin durduğu yerin Uyuduktan sonra uyanmanın, öldükten sonra dirilmenin Hasta olup şifa bulmanın Sebebi olmalı senin karşında diz çökmenin Yazgımızı anlayacağımız dilde fısılda rüzgârdaki suretimize Hazırız; söyle, bilelim Sen değilsen bu zulmü bize reva gören kim
339
DOĞUM SANCISI Az kalsın her şey bitti, diyorduk; yeni başlıyormuş meğer Düştüğü yere gömeceğiz bundan sonra ölenleri Yolları yormanın anlamı yok, takati kalmamış yolcunun Sıkı kundaklara sarıp sarmalayın boynunuzdaki muskayı Hava soğuk, çeşmenin alnına yazılı kûfi ayet buz kesmiş Derin uykuları uyuduğu beşikte üşüyor tanrının sureti Gel, kırlara doğru çıkalım Kendi ayaklarımızla yürüyelim patikalarda Taş, çaresiz teslim olacak çekiç darbelerine Börtü böcek yitirecek yurdunu; unutma Ağzında dili olanlar oturacak sofranın baş kısmına Bak, karınca yuvalarını korku kaplamış Gaz doldurup ateşe veriyorlar tünelleri Gidenler bir başına, uğurlayan yok Kaleler kuşatılmış, burçlarda yalnızlık dalgalanıyor Acıyı diri tutmaya yardım ediyor zulmet Kadınlar, suyun altında kaygıyla başlıyor ibadete Kuşku her köşeyi işgal etmiş; sıra kimde, bilen yok Az sonra biri daha ayrılacak aramızdan Ağız açılmadan sayım başlıyor hiçlik âleminde Yoktan var edecek tanrı, pencereler tedirgin Sırça köşkte görünmeyeni gösteren duman Ağır adımlarla işten eve dönüyor işçiler Duvarın üstünde yan yana sıralanmış sokak kedileri Usulca ikiye yarılıyor bacaklar, tarifsiz bir kızıl çığlık Ansızın en zayıf noktasından kırılıyor fay hattı Ortalığa saçılıyor tespih taneleri; imameyi sıkı tutun Şimşekler, gök gürültüleri; nefes alan meçhul katre
340
Kendini ıslah eden bulut kümesi Başladı işte fırtına Buğulu manzara çekip gitti dağlardan Geldi dayandı mahrem kapıya mucize Böyle giderse her tarafı ışıltıya boğar bu yağmur İçimizden birinin söylemesi gerek Acının acıyı değil; sevinci beslemesi marifet Anlıyoruz; biz asla öğrenemeyeceğiz bu zavallı ömürde Değirmenin çarkı neden boş yere suyu öğütür Rüzgâr neden önüne katıp götürür eksik ömrü Cevabın kendisi olmuyor hayatımıza hükmeden Soruları baştan çıkaran bilinmezlik şehveti Her yol çatalında yeni bilmece çıkıyor karşımıza Bak, bir insan daha silah olarak kullanıyor ellerini Tuzlu ekmek yiyor, su içiyor ve yürüyor sadece Öç alıyor eksik yaşanmış zamandan Damarlarını söküp fırlatıyor düşmanın önüne Kan fışkırıyor sözcüklerin arasından Çocuklar yanık kirpikleriyle direniyor lanetli masala Sakallar usturayla dipten kazınmış Bıyıkların ucundan tütün kokusu sarkıyor Elini toprağa sürüp abdestini tazeliyor kaktüs Olan biteni anlatmak parmaklara düşüyor Elbette biz, sonrayı ve ölümü hep merak eden biz Sebebini bilmeden eşeliyoruz mezarları Olan bitene kimse şahit olmayınca, çıldırıyoruz Günler boşuna avutuyor amin bekleyen duaları Birbirimizin elini tutalım korktuğumuz gecelerde İçecek suyu, yiyecek ekmeği olalım yoksul bedenlerin Karayel alıp başını gitmeden başka denizlere Bitirelim insafsız savaşları
341
Bülbülün aşktan daha önemli işi var kafeste Geyiğin bakışları boşluğa saplanmış kaderini bekliyor Kavganın sonunda Tüfeğin tarihini yazacaklar tabaklanmış derinin üstüne Keklik son efsanesinde tuhaf telaşlı Yaban keçisi kendini en kötü sona hazırlamış Bir ayağı boşlukta, kaderinin üstünde zıplıyor alageyik Ceylan, avcının kucağında tek başına tutuyor yasını Gözler ağır, el ayak şişkin, dudaklar kuru Evliyaların uzun kemikleri çatırdıyor sancıdan Yüksek tavanlı binalarda ararken tanrıyı Bu kadar eziyet çekeceğimizi nasıl tahmin edebilirdik Bir düş ülkesi uğruna öleceğimiz kimin aklına gelirdi Rüyada görsek inanmazdık Turnalarla birlik olup sonsuzluğa uçacağımıza Çocuğum, sen değilsin yeryüzünün sahibi Ellerin, bacakların; içten içe kanayan saç dipleri Kaskatı kesilmiş bu damarlar senin değil Kuru cam parçasına dönmüş tırnaklar Az daha zorlasan “çıt” diye kırılacak ruh Sana ait değil buralı olan hiçbir nimet Dünyanın kahrını görmekten yorulmuş gözleri Yuvalarından söküp körlere dağıt Bak, buruşuk derinin altından kemikler fırlamış Anla ve öğren; efendi değil, kölesin bu tenin içinde Söyleyin; canı ağrıtan bu yer neresi, kimin yurdundayız Açılın önümüzden, asılacağımız sehpayı görelim Celladın beklemeye tahammülü kalmamış, kalmasın Güle ihtiyacımız yok, koynumuzda büyüttük biz dikenleri Çekin kenara bu sefil, bu berduş ahaliyi Kimse bilmiyor kimin eline düştük Bize küfreden bu soysuz kalabalığın sahibi kim
342
Göğsümüzü ikiye yaran çakıl taşına soralım Nehrin bitmeyen derdini söze o döker belki İnsan kendinden neden umudunu keser Çok geç öğreniyoruz biz bütün bunları Gün bitiminde aynı şey oluyor yine Kimin olduğu belli olmayan ses Karşı duvara çarpıp kucağımıza düşüyor Payımıza bir tek kupkuru söz kalıyor bu âlemde Doru kısrak ruhunu alıp gidince aramızdan Anılar, sararmış yüz, kırgınlıklar uyuyor yatakta Sonunda İbrahim’in de öldüğünü anlıyor herkes Meğer her şey yeni başlıyormuş Hazır olun, size daha kötü haberler de vereceğim
343
TAŞ AĞRISI Meğer bilmeden ne çok korku saklamışım ben bu bedenin içine Ömür, koşar adımlarla geçiyor yanıbaşımızdan Aldırma söylenenlere; çeşmenin suyu kesik, bize ne Yıkanacak gömleği olan düşünsün Çekip kopar memelerinin ucuna yanlış dikilmiş düğmeyi Derinin altında ne varsa dökülsün ortalığa Dolaştığımız sokaklara savur kuşkuları Usulca mırıldanmaya başla sevdiğin şarkıları Boş ver başımıza gelen bütün belalara. Bak Önünde öylesine durup sebepsizce bekleştiğimiz Bir türlü içini göremediğimiz Ne çok hiçlik duruyor gözümüzün önünde Elinde kalan kelimelerle kendi efsaneni yaz Zamanın pörsümüş etine geçir dişlerini Takatin kalmışsa ayağa kalk Terk et seni yatırdıkları yatakları, bırak Meydanlara dikilmiş anıtların kaidesinde Sonsuza dek yaşayacaklarına inananlar uyusun Bırak, kendi alfabesiyle okusun herkes Bu mağlup hikâyenin eğri büğrü harflerini. İsteyen Bir yenilgi daha ekleyerek katılsın kavgaya Parmak uçlarını yakan alevle oynaş Bak, durmadan yer değiştiriyor şehrin sakinleri Göğün ayıpları kutsal evlere sığınmış. Gece Bir türlü bıkmıyor kesik kesik öksürmekten Az daha zorlasak göğüs kafesini Ciğerleri avuçlayıp masaya koyacak Tırnak kanatıyor deştiği yarayı Gel, hiçliğin ellerinden sıkıca tutup Emin adımlarla yürüyelim cennetin cahil köşelerine
344
Keklik, çığlık çığlığa aşkı çağırıyor yardıma Yangın, haşarı kıvılcımla işaretliyor yakacağı yöreyi Seherin serinliğinde dudaklara ilişmiş tekerleme Herkes, ilkin kendi hastasına çare arıyor Buz, dağdan kopardığı kılıcı bulutlara saplamış Her insan başka dünyanın kahramanı Ne varsa sona eriyor; anlıyoruz, burada bitiyor yol Sahipsiz sesler ansızın çevirip kafasını Cama fırlatılmış taşı görüyor İçimdeki bekleyişi kalabalıklarla uğurluyorum sonsuzluğa Ateşin külden korktuğu söylenirdi; bak, bu doğruymuş Suyun şırıltısı çekinirmiş meğer kendi akışından İhtimal vermemiştik, ama bu da doğru çıktı Yaşadıklarımızdan geriye ağır aksak hatıralar kalırmış Bu da pek yanlış sayılmaz Öyleyse haber verin bahçeye En güzel rengiyle açsın hüsnüyusuf Sarıp sarmalasın duvarı sarmaşık Vakti varken gül dalının doyasıya salınıp dursun rüzgârda Ortalık paramparça, ayakların altı mosmor Hakkımızda kırık dökük yığınla tevatür Bir an durup dinlesek Büyük ihtimal biz de anlayacağız Dile gelecek bebeğin derdini Topal karınca, kör yılan, başsız güvercin ve ben Çürümüş ölülerin başında nöbet tutuyoruz Işıkları kapatıp ibadete başlıyoruz hep birlikte. Anlıyorum Meğer bile isteye pek çok acı biriktirmişim ben bu dilin içinde
345
MAHALLENİN MEYHANESİ Meyhanenin yoksuluyuz; sohbet zayıf, şarkılar serin Karşı masadan çifte mutsuzluk gönderilmiş soframıza Gömlek cebinde asabi çizgiler, harami ipek mendil Kabul edin, bu alkol dolu kadeh üstümüze zimmetli Hiç durmadan tüten bu simsiyah yalnızlık Parmak uçlarına pek uygun Gökyüzüne kurun bu akşam çilingir sofrasını Sarhoşluk en çok kuşlara yakışıyor İnsanoğlunun gözü kara Eline ne geçerse boşluğa fırlatıyor Soluk almadan istifliyor çöpleri paltosundan içeri Hakkı olmayan elmanın peşinde koşturuyor durmadan Gelin, kumar oynayalım İhanetlerimizi ortaya koyarak anlaşalım birbirimizle Kazananın elinde kardeş ölüsü kalacak bir tek Sakinleştirici ilaçlar, suç aleti sözcükler; epeyi mal mülk Korkudan bitirilememiş cümleler Kabahatin savunmasında kanıt olacak pahalı itiraz Ruhumuz kadar dolandırıcı, üçkâğıtçı, sahtekâr vaatler Titrek kalemin yazdığı anlaşılan soysuz uzlaşma metni Biz hepimiz Oyunları baştan kazanmış hepimiz Varsa eğer mermi atan oyuncaklarımız; kurşun askerler Hançerler, kasaturalar; ustura ya da bıçaklar Ve elbette şişe parçaları, cam kırıkları, jiletler Ne güzel parlıyor, değil mi; katilin elindeki ay ışığı Herkes adının ilk harfini Meydanda sahipsiz yatan cesedin sırtına kazısın
346
Yerdeki şehvet kadar gerçek değiliz nasılsa hiçbirimiz Acı çekmeyecek bundan sonra sinir uçları Nefret, boşaltırken kendini pahalı bedenlere Damarları birbirine bağlayıp firar edeceğiz bu dünyadan Çırılçıplak koşacağız genelevlere doğru Başıbozuk sokaklarda fotoğraflarımızı arayacağız Nereye gideceğimiz tabelalarda kanlı oklarla gösteriliyor Ezberlenmesi gereken duaları Afişlere koyu kelimelerle yazmışlar Bizi hapsettikleri üniformalardan çıkış yok Cadde mağazalarının vitrininde Tanrının yeni modelini sergilemeye başlamışlar Kredi kartları ve şirket faturaları olan bitene şahit Kutsal kitapların genişletilmiş basımı var piyasada Kurtlanmış yaranın üstüne basın kızgın mührü Günün sonunda Başöğretmen kırmızı kurdele takacak göğsümüze Tanıdık birinin fotoğrafını yapıştıracaklar karnemize Yemin ederim Sevgilime pahalı hediyeler alacağım doğum gününde Söyleyin, bileyim; Kendi başıma ne yapacağım ben bu kupkuru sözcükleri Ekmek, su, tuz değil öpüşürken dudaklardan sızan iniltiler Göğse yaslayıp uyutacağımız Bebek ninnisi değil ortalığa dökülen fısıltılar Seni sevmeye yetmiyorsa ne işe yarar bu dil Bunca gözyaşı, bunca ihanet; bu kadar kırgınlık Porselen tabaklarda servis edilen zeytinyağlı mezeler Gümüş çatal-bıçak, ipek dokuma peçete Dilbilgisine uygun fiil çekimleri İçimizi ağrıtan kelimeler; cinsiyeti belli olmayan sesler Kurallara uygun cümleler
347
Savunmamız sağlam Getirin el basalım sözleşmenin ilgili maddesine Bildiklerimiz bu kadar; hayata dair başka sözümüz yok Kadeh boşaldı, seferberlik ilan edildi, ortalık karışık İçli bir ah bile çekemedik kendi başımıza Çarşıda bir telaş, bir koşuşturma; esnaf tedirgin Oyun erken bitti, sahibimiz yenisini başlatacak Herkes kendine yakışan cellatı arıyor seyyar satıcılarda Kaldırımda duran cesetin acı çekmeye niyeti yok Ücra bir köşede durmadan içiyoruz Masada ne varsa sarhoş oluyor Şişenin dibinde kalan son damla şarap toprağa dökülüyor Kural değişmiyor Yine bir ölüyle ayrılıyoruz meyhaneden
348
MİSAFİRHANE KAPISI Gece, koynunda koyu bir korkuyla uyanır Gün, elinde keskin çığlıkla sabahı beklemiş Kemik saplı bıçak öylesine duruyor sofrada Toprağından sürgünlerin heybesinde zeytin-ekmek Evin payına düşen sabır... Kilerde şarap Fotoğrafta huzurla uyuyan çocuk Sarımsak acısı, çorbaya katılmış azıcık reyhan Ocakta kendini içten içe kaynatan bakır tencere Yoksul bacalardan sızan titrek duman Perşembeden cumaya bir türlü atlayamıyor takvimler Emirleri mors alfabesiyle taşıyor telgraf direkleri Anladık, bir tek ölüm duygusu terbiye edecek Yeryüzüne sığmayan insan sürüsünü Zabitler dolaşıyor ortalıkta delibozuk hâlleriyle Ceplerde yağmalanacak adresler İşaretlenmiş kapı numaraları, tenha vakitler Eli kanlı haber ajansı açık etmiş şifreyi Yangının ortasında petrole bulanmış üstüpü Gökten üç elma düşer, meydan ana baba günü Uzaklarda yanan şenlik ateşi Parlak takılarla süslenir korkak anıtlar İntikam peşindeki kılıç dolaşır durur bahçede Yaprağın ömrü ağacın kökünde saklı Hazır olun, lodos kıyıya yaklaştırıyor batıkları Yenilmek kaderiydi baharın ilk çiçeğinin Yolun sonunda kahramanlar yorgun Tekerlemelere dili dönmüyor masalların
349
Gece uyandı, elinde morarmış yalnızlık Kadınlar, aceleyle çıkardı emanet giysileri Erkekler, sığınakları fazladan bir kere daha kilitledi Çocuklar, ölülerin arasına sakladı oyuncaklarını Pencerenin önünden çekil Ürkek adımlarla yürü karanlıkta Coğrafyanın kedisini kucağından bırak, eşyaları toparla İlkin yeni adlarımızı ezberleyeceğiz Doğum yeri ve saati bekleyebilir Bir ayna bulalım Yüzümüze bakıp kim olduğumuzu öğreniriz belki Belki tanıdık biri çıkar karşımıza Sınırları unut; yokluğun işlerine karışma Hayatın işi sorulara cevap bulmak değil, şüphe uyandırmak Bunu anlamak çok mu zor Bir ay dökülür ortalığa akşamı beklemeden Renginden daha büyük ay Kalbi tutsak alan bulutlar Kenar mahallelerde neler oldu Hatırlamaz bunu gün doğumunda işi olmayan kimse Kalkın çocuklar, sıkı giyinin; gidiyoruz, burası da değil yurdumuz
350
KÜFENİN DARASI Adımızı Herkesin göreceği bir yere bırakıp kaçalım şehirden Bu topraklarda yaşadığımıza dair tek şahit yok Kayıtlara göre saksıdaki sardunya kimsesiz Çekip gitti mutfaktan fesleğen kokusu Sokağın kapısı kırık Duvarın oyuğunda saklanan mektubun sahibi Ortalıkta değil epeydir Gözaltları morarmış, tiftik çorabın ilmeği kaçık Dededen kalma kırk düğme yelek düşüyor omuzdan Kimsenin üstüne uymuyor sırma işlemeli gömlek Tanıdık gelmiyor sitenin girişinde yazılı alfabe Sırtımızda bir efsanenin gittikçe ağırlaşan yükü Sıranın bize gelmesini bekliyoruz kaygıyla Dağlar, imparatorluklar gibi dalgalanarak yıkılıyor art arda Bir coğrafyanın kalbi tam da böyle kırıldı işte yollarda Duduk sesiyle gömdük ölüleri çölün ortasına Acem işi bir masalın ortasında ağlıyor kuşlar Ezberlediğimiz kelimeleri bir araya getirip Örtüyoruz insanoğlunun günahlarını Dönmeyenlerden anlıyoruz kayıp sayısını Parmakları donanlardan nehrin soğuğunu Uzakların hiddetini elbette biliyorduk Ama bir türlü öğrenemedik elimizi tutan katilin niyetini Parçalanmış kaç beden bıraktık kim bilir geride Yanı başımızda yenilgi hikâyeleriyle korkutulmuş halk Geçkin yaşa rağmen yüreği esir alan tıfıl merak Bir türlü anlayamıyoruz neden peygamberi yok Farisî dillerin
351
Tuza yatırdım dilimi, sessizliği incittim Eksik dişlerimle çiğnedim peksimeti Lodos söndürdü tencerenin ateşini Hayata olan borcumu Elimden gelen suçları işleyerek ödedim Ekmek ve su kaldı yedekte, gece uzun Kösteği çıkar, saati kur ve toprağa uzan Uykunda yürümeye çalış uçurumun kıyısına Düşlerini çocukluktan kalan oyuncaklar oyalasın Kayıp tekerlemeleri topacına dolayıp çevir Çevir, tüm hatıraların başı dönsün Kartal kalksın, dal sarksın Bulmacanın eksik harflerini de bulup çıkar torbadan Aralıksız şarlayan gök, hangi çiçeği ıslattığını unutsun Bak, yağmurun arasına ufak tefek ışıltılar karışmış Dikkat et, bıçkın bir küfür de çıkar birazdan karşına Herkes usulca çekilmiş kendi kuytusuna Karanlığın aynasına saklamışlar bayram hediyelerini Adını bir taşın altına bırak ve ayrıl buralardan Yoklama yapılırsa şehri terk ettiğimiz anlaşılmasın
352
UNUTMABENİ ÇİÇEKLERİ Başarabilir miyim, bilmiyorum Yaşadıklarımı unutmayı deneyeceğim ilk iş Yastığın altına yaşadığımız önemli vakitleri sakladık Saatler, her daim ilk buluşmaya ayarlanmış Akrep, bir türlü ilerlemiyor başka mevsime Çekip alsanız onu hüzün demetinin içinden Kırılan boynunu onaracak yetim karanfil Rüzgârgülü de öğrenecek böylece Günbatımlarında hangi yöne kanat açacak Ahali esrik, bilen yok; kafile hangi köprüden geçip Hangi düzlükte soluklanacak Tenimize kırbaçla çizilmiş sarp güzergâhlar Yenik bir tarihi orada bırakıp Tek başına yürüyoruz esreden üstüne Küskün laleler sırtını göğe çevirmiş Ağzımızın kıyısında çam sakızı çoban armağanı ıslık Kovulduğumuz coğrafyaların bozuk lehçesi Yol boyunca dökülen çeyizlerin parıltılı pulları Süslü giysiler, nişan yüzükleri, dantel evlilik çiçeği Ah ile vah arasında kalan yerlerde konaklayacağız Omuzdaki heybeye anılarımızı doldurmasaydık keşke Belki daha kolay olurdu Bu kadar ağır yük olmadan ölülerin üstünde yürümek İzin verirlerdi belki Şarkılarda yalınayak baş kabak dolaşmamıza Kimse kafasını geriye çeviremiyor, omuzlar düşük Baş eğik, koltuk altına saklanıyor eğreti çığlık Kelimeler alfabede rehin, kendi sesiyle konuşan yok Ağıtlar, dağın yasak yanında çekiyor çilesini
353
Gölge karaborsaya düşmüş, ekmek alacak para yok Kurtuluş umutları kadınların bacak arasında saklı Hiç durmadan çöle gömülüyor sübyan bedenler Büyük felaketin üstüne asıyorlar vergi levhasını Emirler kıldan ince, küfür kılıçtan keskin Yerde bulduğumuz kimlik kartları yırtık Elleri kanatan dikenli tellere çare bulmak gerek İşe yarar avuntu, avucun ortasına haklı sebep Olmuyor, genç kızlar bembeyaz saç örtülerini söküp Suyun karşısına fırlatıyor Haritanın kirli renkleri çıkıyor aniden ortaya Denize yurt kurmaya çalışan son taş parçası da Karaya ayak basıyor nihayet Çocuklar, tanrının elini tutuyor kayığın içinde Kimseye söylemiyorlar sırlarını Gecenin utanma duygusu saklanıyor ağızlarda Balığın payına oltanın ucundaki iğne düşüyor yine Hiç başlamamış bir önceden Asla bitmeyecek bir sonraya dönüyor günler Gözlerimiz yanlış tarafa bakıyormuş; doğrudur Elden ne gelir, sevgili orada duruyor hâlâ bir başına
354
KARANLIĞIN SURETİ Çocuklar komşu alfabeleri yağmalayarak öğrenir ilk kelimeleri Aynı gökyüzünü paylaşmak uğruna Sivri burunlu ayakkabılarla dövüşür halklar Sofrada çatal bıçak; pencerede jiletten keskin bakış Çorbanın böğründe aynalı taraftan saplanmış kaşık Ağaca tünemiş serçe anlam veremez olan bitene Gelin, günahlarımızı birbirimizin içine saklayalım Hayata dair tuhaf hikâyeler anlatalım çocuklara Uysal ninniler söyleyerek uyutalım yetimhaneleri Ölü evinde bir kap yemek, taziyede hüzünlü bakış Aşure pişirdik; nohut oda, bakla sofa Tepside güneşin hiç bitmeyen batışı Kâsede karanfil kokulu ikindi vakti Kızlarının kulağında zincirli küpe deliği Balıkların haberi bile yok kıyıdaki telaştan Kovayı daldırsak şimdi denize, etraf ışımadan Suyun yırtılışı yanımıza kâr kalacak Tanıdığımız tüm kapılarda sultan mührü Bahçe duvarında çarpı işareti Ahali aralıksız ibadet ediyor kuytuluk köşede Böyle giderse paylaşacak sevap kalmayacak ahirette Başkasının yarasına bakmıyor kimse. Bilen yok Kendini öldürecek daha kaç katil çıkabilir içimizden Suya, toprağa ve havaya saçılmış yıldızları Toplayarak çıkalım sabahın karşısına Bu viran gönlü rüzgâra bırakalım
355
Mümkünü varsa; bir tek o okşasın çıplak teni Tıkırtılarını duyup suretini göremediğimiz korkuları Kilitli kutulara hapsetmişler Gecenin asıl rengini görmek ne mümkün bu telaşla Yol kapalı, ahali ateşe yaklaşıyor, gözlerde sürme Ortalık zifiri karanlık, idare lambası kullanalım Ümit edelim de hikâyenin sonu güzel olsun Gün ağardı, el ayak çekildi metruk binalardan Nar mevsimi geçti; sular serinledi, yapraklar dökük Yarasalar kör yüzyılı bekleyecek avlanmak için Yıldızları yan yana gömüyoruz göğün içine Ölülerin gölgesi Tek başına düşmeyecek artık çölün üstüne Aynı dili paylaşmak uğruna Kavgaya başladı yine ağzın içindeki hırıltılar Sevgilim Gel, biz seninle başka yere gidip orada sevişelim
356
HİCRET KOKUSU Kahramanların madalyalarını koklamak Aklına gelmedi kimsenin Yoksul bir ülkenin iç cehennemine fırlatılırken insanlar Yırtık haritaların dışında talim yaptı amele taburları Uzaklarda, dağ başında; bulutların üstünde kuruyan duman Kıtlık zamanı; ekmek, süpürge tohumundan Kilerde kalan erzak çaresiz Cumhuriyet ordusu beslenecek çift öğün Süt dişleri pazarda haraç mezat Şehvet talan ediyor körpe teni Uçurumun dibinde göğün saklı zaferleri Leş kargaları uçuşuyor miladi takvimlerde Yanık et kokusu duyan var mı coğrafyanın bu yanında Karşımıza çıkan ilk gün doğumunda Kuşlarla birlikte başlayacağız ibadete Memleketin sınırları yeniden çizilecek kış sonunda Binanın hâli harap; tahtalar gıcırdıyor, ağız kuru Sımsıkı kapanmış pencere, korkarak tütüyor ocak Darmadağın köşeye misafir olmuş örümcek ağları Kemikler ayazdan dert yanıyor Rutubete kurban gitmiş diz kapakları İncecik dudaklarıyla sızlıyor eklem yerleri Yağlı hamurla avutuluyor derin ağrılar Mermi pahalı, kasatura ile deşin tarihin işkembesini Ordunun çift pırpırlı zabiti süngü takmış tüfeğin ucuna Korkudan din değiştirmiş bir çift turna
357
Teşkilat, kapı önünde nöbette Başkumandanın emri Kökünden kazınacak kızların saçları Kimyasal mermi fırlatacak namlular Tası tarağı toplayın, medeniyete gidiyoruz Karanlık çöküyor aniden coğrafyanın üstüne Farklı dilde yağıyor yağmur Sürgün şehirlerde zamanı eskitme vakti Arızalı saatleri gecenin hakkından düşelim Gürültülü adamlar geçiyor sokaktan Çocukları çuvalların arasına saklayın Devlet, genç bedenlerle besliyor ateşi Davul sesinden anlaşılıyor: Aşiretler kaybediyor savaşı Anılardan başka ışığın kalmadığı tuhaf bir ömür bu Denedik, olmadı; olmasın Mümkünse boyun eğmediğimiz yazılsın tarihe Alacağa sayılsın bu seferki gidişimiz
358
MUHACİR YARA Kelimelere güvenip boşluğa hikâyeler sarkıttım Sonu olmayan masallar uydurdum dünyaya Acıyı azaltacak merhemi sürün yaranın üstüne Yola çıkın, unutun aklınıza gelen ilk harfi Her neredeyse arayıp bulun eziyeti bitirecek sihirli kelimeleri Bu çöl sıcağında tek bedene sığmazken korku ve kaygı Kılıç artığı herkes gökten yardım bekliyor. Kutsal kâseler Tren katarlarına erkenden istiflenmiş Katıksız ekmek yemekten Tüyleri dökülmüş din adamlarının Efendi evlatlara yakışan iş arıyoruz bahçede Polis sirenleri ikiye bölüyor sohbeti Sabaha kadar kül tabağında yakıyoruz hatıraları Taşı taşla kırdık, demiri demirle kestik Topraktan cam yaptık, camdan nazar boncuğu İnsanı sudan yaratan efsanelere inandık Âdem’i var eden Havva’ya Nuh’un heybesindeki toprağa ve tohuma güvendik Korkarak yürüdük dağların ve nehirlerin kıyısında Kuytuya yerleştik; vakit doldu, çıktık mağaramızdan Kavanozun içinde kör olmaktan korkan mum ışığı Yüzümüzde, mucizeleri umursamayan çocuk bakışları Kuşlarla konuşmayı bilseydik keşke Suların sesinde ağlardık canımız çektiğinde Süleyman'ın dilinde anlatırdık derdimizi rüzgâra Ayrılığa iyi gelen söz öğrenseydik Elimimizi kolumuzu daha az oynatırdık gurbet ellerinde
359
Bu kadar şaşırtan ne hepimizi Coğrafyanın kaybedip tarihin kazandığı zamanlarda Şarkılar elbette ağlatır insanı Bir aşk kaç parçaya bölünür sanıyordunuz siz Kalbine derin darbe alan ülkeler kaça ayrılır Ortalık kırık dökük cam; ruhumuz tuz buz Gelin yeni kâbemizde ibadet ederek başlayalım güne Yemeği birlikte yiyip birlikte içelim sofradaki şarabı Kavganın sonunda tanrının hayatta kalması için dua edelim Kelimelere bağlayıp uçuruma sarkıtıyorum kendimi Bütün meziyetim şimdilik bu, çok da gelmeyin üstüme Yemin olsun, çare bulamazsam aklımdan geçenlere Boynumu çizerim hepinizin gözünün önünde
360
MÜSRİF MANZARA Elbette pişmanız bu kadar yakın durduğumuz için insana Takvimlerden doğduğumuz günü çıkarabiliriz isterseniz Gök dipsiz kuyulara fırlatmış kursağındaki renkleri Gül ağacına yazılan umutlar nehir yatağında akıp gitmiş Yeryüzü ıslanmasın diye ergen yağmurlarda Toprak damları dövüp duruyor erkekler Kadınlar, sırtını güneşe dönmüş cepheden oğul bekliyor Börtü böcek, iğne yapraklı ağaçların altında ibadete hazırlanıyor Günün en eski hâli: Daldan düşen yaprak Toprağın rahminde ilerleyen nişastalı yumru Siyah örtüyle her yanı kaplayan akşam Dayanamayıp inancını yitiren gölgeler Gel, sonraya dair hoyrat sözler yazalım niyet kâğıtlarına Kelimelerin ilk harflerini bile isteye unutalım kitapların arasında Aklımızda kalan şüpheli adresleri ziyaret edelim Eksik kalmasın aşk kırgınlığı ve bağışlanmaz bahar Bırak, üstüne günah yüklenmiş biri Tutup tam ortasından yırtsın tarihi geçmiş inançları Tavaftaki ayak izlerini kim isterse o süpürsün sokağa Üstümüzü örtelim Bu yalnızlık, bu kimsesizlik üşütüyor ruhumuzu Yaşlandık, çöplüğü kurcalamayı terk etmeli Yokluğu ve yoksulluğu tasarruflu kullanmak gerek Hecelere ayırarak söyleyelim istersen birbirimizin adını Geldiğin vakit uyandır beni bu bitkin uykudan Kavrulmuş kahve kokusu sarsın evin her köşesini Guguk kuşlarının yaptığını yap sen de Sıcak yatağa yerleştir yetim yumurtaları
361
Bilirsin; ben senin olan her şeyi Sorgusuz sualsiz büyütürüm avuçlarımda Zaman, elbette hızlı olacaktı yokuştan yuvarlanırken Biz elbette hesabını soracağız günü gelince Başı da sonu da felaket olan bu hayatın Tanrım, Çocukların yokluğunu gösterme bize Eziyetten uzak tut çember çeviren parmakları Yorulduk bunca zaman insanlara komşu olmaktan Öldüğümüz tarihi silelim artık yazıldığı her yerden
362
GEÇKİN YOLCU Söyleyin bilelim, bizi bu yurttan kim kovacak Hayat, aklına estikçe tehlikeye atıyor kış aylarını Avucun ortasında gün ışığı görmemiş mühür Elin üstünde gereğinden koyu çizgiler Ayakların altı şiş, parmak araları tuzlu kırmızı Omuzlarda iz bırakmış elbise askısı Odadaki boşluktan payımıza düşen Kısa, küçük, korkak adımlar İç avluda işlenmiş kibar tespih püskülü İşte yine aklımızı işgal eden o kavuşma anı Çıplak tavanda büyüyüp duran film kareleri Yağmur başlar başlamaz Herkes ve her şey çekip gidiyor evden Akşam yemeği tek kişilik, sofrada bir kadeh şarap Dilini anlamadığın bir günah yaklaşıyor masaya Yalnızlık delice korkutuyor kanepeyi Parçalayıp çıkarabilirsin bileklerini morartan kelepçeyi Miskinliği bırak, yürü istediğin yöne, yeterince büyüdün Böyle vakitlerde kendimi terk edip nereye gidebilirim ki Aramaktan usanmak yakışmaz yolcu değil yol olana Her nerede saklı ise bulmak gerek mucizevi cevapları Buralarda bir yerlerdeydi yarım bırakılmış hayâller Gel koşalım rüzgârın ardı sıra Gönlümüzü kır çiçeklerine kaptıralım; iri yarı papatyalara Ölümle derdi olmayan menekşelere Bak, yanı başımızdan tavşan olup kaçıyor günler Elde, kırlangıçlara yakışan ömür
363
Duvarda herkesi gözyaşına boğan manzara Sahipsiz bir kentin alfabesi uyukluyor çantada Zarfın içinde Öteki dünyadan olması muhtemel mektuplar Çırpınıp durmasın artık istavrit oltanın ucunda Sokakta kendine rastlamak canını yakıyor insanın Arkamızı dönüp gideceğiz elbette buralardan Bizden sonra da dolup boşalacak çarşılar Dar koridorlarda avlayacaklar yine Seni seviyorum, diyen bakışları Mahalledeki gürültüden şikâyetçi olacak ihtiyarlar Parlak binalar yükselecek art arda Pahalı elbiseler, rugan pabuçlar; şehvetli iç çamaşırları Vitrin aynasında herkesin hayran olduğu kendi görüntüsü Arabalar kırmızıda durup yeşilde hareket edecek Taksitler aybaşında ödenecek Evsizler, parktaki en çelimsiz ağacın altına oturup Gelip geçenin yüzüne boş boş bakacak Bir türlü hatırlamayacak kimse Bu yola başlarken elini tuttuğumuz kaç kişi vardı Şimdi içinden geldiği gibi söyle sevgilim Bizi aşktan kendimizden başka kim kovabilir
364
ŞİMŞİR TARAK Zincir takıp meydanlarda dolaştır ellerini Gücün olursa şehrin üst katına tırman Bir de orada tara leylak kokan saçlarını Güvercinler dâhil Kimse mahrum kalmasın bu duru güzellikten Bırak, kendinden geçsin Salyası akan sokak köpekleri, rengi atmış tabelalar Kaldırımlar, duraklar, evlerin dışarısı Burnunu pencereye yapıştırmış meraklı kedi Ahali çıldıracak elbet kıskançlıktan sen salındıkça ortalıkta Aldırma kimseye, sihirli ayaklarınla yürü kuyunun başına Suda dalgalanan aksini göster Eğilip bir de orada öpeyim dudaklarını Bu yaştan sonra içimizde kim sebep arayacak ki Aklın zil zurna sarhoşluğuna? Dayanamayıp açalım dili örten bez parçalarını Tarihin zayıf halkaları saçılsın ortalığa Mutfak dağınık, toparlamayı aklına bile getirme Saraylarda yaşayıp uçan halılarda yuvarlanalım Mümkün olduğu kadar uzun tutalım edepsiz bakışmaları Sadece ikimizin bildiği şehveti Parmakların arasında unutmuş olmalıyız Akılda kalan çıplak hatıraları çarmıha gerip İlk taşı birbirimizin günahlarına fırlatalım Kuma çizilmiş işaretlere basmadan yürüyelim Kasıkların arasına saklanan renkler kaplasın avucu Rüzgâr estikçe tek tek dışarı çıksın ağızda ne kalmışsa Çavdar ve anason kokusu, üzüm şırası, arpa rengi Naneye bulanmış nefes
365
Sevişmedikçe bir türlü geçmeyen ölüm kaygısı İçimizi kaplayan boşluk Tuhaf yerlere emanet utanma duygusu Denize yaklaştıkça tuzu çoğalan kumsal Korkudan tir tir titreyen dalgalar İskeleden yükselen ıslak şarap kokuları. Rahat ol Birbirimize dokunarak sakinleştirebiliriz sözcükleri Gel, kahramanlık hikâyeleri anlatalım sabaha kadar Saçların devletinde perçemler vezir, zülüfler fedai Konuşurken deli telaşlı Gülerken çocuklardan aceleci Tünediği sandalyede serçelerden ürkek Sevgilim beni unuttuğunu kimseye söyleme lütfen Ne olur terk edecek kadar sevme bir daha beni Unut gitsin ağzın kenarına ilişmiş gamzeyi Gel, kendi yurdumuzu kuralım biz birbirimizin içine
366
GÖĞÜN KATLARI Bir tek sevişirken hoşuma gidiyor yer çekimi kanunları Alın bu malı mülkü, kim istiyorsa onun olsun Benim aşktan başka ihtiyacım kalmadı bu hayatta Birbirimize küstüğümüzde Sözcükleri avutacak oyunlar oynayalım Ağrımızı kesecek ilaçları Kimsenin bulamayacağı sandıklara saklayalım Yüzük taşına, tırnak diplerine, dişin kovuğuna Gözyaşı şişesinde az biraz boşluk kalmış Halının altına süpürelim suların artıklarını Şubatın eksik günlerini biriktirelim albümde Cumartesi toplayıcısı sansın bizi meslek örgütleri Bedeni insafsız ısıtan bu yaz sıcağı Birbirine sarılarak uyuyanların düşmanı Üstümüzdeki giysiler gereksiz Sağır kertenkelenin göbeği su toplamış Fark ettin mi, öpüşmenin en güzel yerinde Dilsiz köstebek sıvıştı aramızdan Şimdi mümkünse Gel de sen öğret uslu durmayı Dünyanın dolgun kalçalarını sımsıkı kavramış avuçlara Bak Memelere çıkan yokuşta Soluk soluğa kaldı yine dudaklar Çare yok Kör yılan, edepsiz patikalarda sürünerek ilerleyecek Ülkenin girişine büyük harflerle yazmışlar üstelik Caddelerde çıplak dolaşmak yasak
367
İsyan almış başını gidiyor; yollar kan revan Az daha gecikse kolluk güçleri Şehzade orduları padişahı katledip tahta çıkacak Kıyamet kopacak elbet kuytuluk ormanda Şehirler nemli Arka sokaklarda yedek kuvvetler kaynıyor İmparatorluk sınırları içinde Etnik kıyıma hazırlanıyor süvariler Muhbirler gelip Erken öten horozun kapısına dayanmış İhtimal görüp görebileceğimiz son akşam bu olsa gerek Sabaha sağ salim ulaşmak boş hayâl Az sonra çekip alırlar altımızdan Terin sırılsıklam ıslattığı çiçek desenli çarşafları Örtündüğümüz ahlakı bir köşeye fırlatırlar Sevgilim Sen aldırma olan bitene; gel, vaktimiz varken daha Birbirimizin neresini istiyorsak orasını sevelim
368
TAHLİYE MERDİVENİ Pencerenin önündeki menekşeyi Birbirimizin elini tutarak sulayalım Süte ekmek doğrayalım Kedilerin açlığa tahammülü yok Sokaktaki köpekleri unutmak ne mümkün, bırak Kapı önünde uyuklasın pörsümüş kilim artığı Ayrılık acısı çekenler avunur belki İçli bir Balkan şarkısı mırıldanalım Benim bet sesime dayanır mı el âlem, bilemem Üzerine şiirler yazdığımız kâğıtlardan Çocuklara uçak yaparız istersen Gideceğimiz kara parçalarını gösteren haritayı Kim bilir nereye saklamışlar? Gece boyunca Yelkenleri boşuna süslemedik Şafak sökerken sulara indireceğiz gemileri Kalbi delip geçen oklar çizeriz belki kumsala Bizden önce yaşamış sevgili adlarını Kimsenin uğramadığı mendireğin ayaklarına asarız Kahrından ölen balıkları Törenle gömeriz yosun tutmuş taşların altına Utanmayı bırak her fırsatta sana sarılmamdan Dokunup öpmemden sıkılma bedeninin her yanını Bırak şehrin hengamesinde kaybolsun Üstümüze bulaşan toz toprak Sınır çizgisi mi olurmuş sevişenler arasında Çıkaralım üstümüzde gereksiz ne varsa Giysileri, kokuları, renkleri Adımızın önüne eklenmiş yalan yanlış unvanları Bize ait olmayan bakışları söküp atalım yüzümüzden
369
Ortalık yerde birbirimize çırılçıplak sarılmaktan başka Hiçbir ilaç iyileştiremeyecek ruhumuza işlemiş illeti İlk iş meydanlarda birbirimizin elini sıkıca tutmak Biliyorsun, sonrası kendiliğinden oluyor
370
KIŞ VAKİTLERİ Sevgilim, gel bitir artık Civar yöreleri kasıp kavuran gün dönümü felaketlerini Bak, üstümüze doğru geliyor göç mevsimi Küreklere sıkı asıl, hava bozacak, mümkünse çekip al Kıyıya pamuk ipliğiyle bağlı aşkları fırtınanın öfkesinden Hasat zamanı başakları kurtar kindar yağmurun elinden Sonbahar kalkıp gitmeye hazırlanıyor şehirden Sıkı tutunalım öyleyse eylülün ortasındaki serinliğe Elde kalan öpüşmelerin tadını çıkaralım Ayrık otlarının kuşattığı yerlerde ısrarcı olmak gerek İstersen ekim ayında, öğle vakti, herhangi bir cumartesiye Uyumak için yatak da serebiliriz Kasım geçip gitti nihayet; buna da şükür Aralık kapıdan uzun boylu çarşamba giriyor Sokaklardan çekelim eli ayağı Ocakta ıhlamur kaynarken kısık sesler evde otururmuş Derin çukurlara sığdıralım gece ağrılarını Cemaat bütün umudunu lodosa bağlamış Cuma namazında, selâdan sonra, şadırvanın kıyısına ilişip Yaralı ömrün çocukluk aşkı gibi bakacağız birbirimize Nüfus kâğıdı ağarmış, kimin umurunda Saçlar koyu şarkılar dinliyor durmadan Günün arasına sıkışmış uyku vakitlerinde Çimenliklere yuvarlanıyor ergen kızlar Edepsiz köşelere kaçıp saklanmış oğlan çocukları Avlular kızgın, çatıda burnundan soluyor bacalar Bu kadar umutsuz olma Bambaşka bir masala başlarız her perşembe Belki öğreniriz, şubatta pazartesiler biraz eksik
371
Gündüzün boyu karanlıktan kısa Gelişinden belliydi zaten; salı sallanıyor, ikindiler aksak Gün ışığı haber vermeden gömüldü dağlara Buna hazırdık Siyahlar giyinip ucuz matemler aradık pazarda Günler, selde sürüklenen ahşap parçaları Zaman, kimse fark etmeden ayrılıyor taşra kasabalarından Oltanın ucuna bağlı eğreti ömrü geriye çekelim Muhtar, kıyıdaki sağlam bir direğe bağlasın evleri Kalbimize gönderilen mektupları kilitli sandıklardan çıkaralım Herkes gözlerini başka tarafa çevirmiş, bu iyi fırsat Birbirimizin ayıp yerlerine bakalım pişman olana kadar Birbirimize sarılıp usulca uzanalım kışın bittiği saatlere Aklımıza gelirse, ateşler içinde utanmadan sevişelim
372
ZEYTİN AĞACI Ana rahmine benzeyen sığınak buldum sende Her fırsatta dudaklarını öpmek istiyorum Acıyor, denecek benim için; dokunduğu yer acıyor Acıyacak elbet Kanayan yaradan başka ne ki ağzımın içi Olur olmaz zamanlarda Arkasını dönüp gidiyor, diyecekler Terk ediyor şehri; kollarını sığdıramıyor alfabeye Haklılar; kabul etmiyor yurduna beni bildiğim kelimeler Sen yokken neye yarayacak dünyanın sesleri Gökkuşağının altından geçince çocuklar Hangi dilekleri gerçekleşecek Tırtıl, kelebek olup uçmayacaksa günün sonunda İpek kozayı ne diye örüp duruyor bu kadar iştahla Ulaştığım menzilde sen olmayacaksan niçin çıkayım yola Sevgilim, ölümcül parmaklarınla Yazgımı işliyorsun göğsündeki gergefe Sıkılmış yumruğun içinde hiçbir anahtarın açamadığı kilit Gözlerinde kimsenin bilmediği ürkütücü bakış Dilinde mevsimleri üşüten söz Seninle ne vakit gizli saklı sevişmeye kalksak Tanımadığımız adamlar yürüyor peşimizden Ayak izlerimizi silelim karın üstünden Belki bu sefer kurtuluruz avcının tuzağından Eşkâlimiz sır değil kurdun kuşun arasında Tarlalarda kekik kokusu; ovalarda hasat vakti Aklım ermiyor Hangi hakla hapsediyorlar kız babalarını karanlığa Ve ne diye öldürüyorlar annelerin biricik oğullarını
373
Mevsim döndü, yaprak düştü, rüzgâr esti Mülteciler gibi kendimde saklandım bütün kış Kimsenin olmadığı kayalıklarda dolandım Ihlamur ağaçlarının altında uyudum Sana giden patikaların gölgesinde konakladım Şarkılardan çok marş söyledim, zafere dair Senin aktığın çeşmelerden içmek istedim suyu Vakti geçmiş zeytin tanesi kadar siyah ve acıyım şimdi Bakarsın, sofrana gelirim bir sabah ekmeğin yanında Dudakların dokunur belki kesik yerlerime Sevgilim, kaybettiğim tüm renkleri senin içinde buldum Gün, senin olduğun taraftan yükseldi Etraf sen varken aydınlık oldu bir tek Gel, son bir kez daha kucağına al beni Senin ayakların olmadan Yürümem mümkün değil kalan yolu
374
HUZUR SÖZLEŞMESİ Sevgilim, hangi elimle okşardım saçlarını; unuttum bunu İzin versen, derdimi elbette paylaşırdım kuşlarla Kimsenin bu kadar uzağa gitmesine gerek yoktu Birlikte yaşlanacağız ey güzel yalnızlık Acemi çıraklar anlamayacak halimizden Savaş bitince kahramana kavuşacak prenses Kaf Dağı’nın ardına hapsedilecek cadı kazanı Uçmak için güvercine gök lazım; kimse korkmasın Kömür karası perçemler bu sefer de yanmayacak Mumdan kanatlar, akşamı sabaha kavuşturacak Şehrazat, şimşir tarak saklıyor koynunda Tüylerini efsanelerle tarayacağız Zümrüdüanka‘nın Su kenarlarında konaklarken gürültü yapmayın Her mağarada farklı masal delikanlısı uyuyor Sıra sizde, hikâyedeki canavar çıktı işte karşınıza Âdem’i, Havva’yı, dişlenmiş elmayı kurtarın zindandan Öğrenin; kan emmese de doyar bebekler Kurt, kuzuyu yemeden de büyütür yavrusunu Kartal, serçenin yuvasını talan etmeyi insandan öğrenmiş Ellerimiz, parmaklarımız, tırnaklarımız Kahramanların emaneti iç gömlek, tılsımlı yüzük Teni ikiye ayıracak bıçak, günahı temizleyecek sokak Cenazelerde takılacak duvak, mutfakta saklanan lekeli önlük Arkasından hüzün geliyorsa insan daha hızlı yürüyor Acı koşturuyor, kırgınlık soluk soluğa, keder şahlanmış Sevgilim, başımıza gelen felaketleri Daha açık nasıl anlatabilirdim evdeki oyuncaklara Nasıl dağıtabilirdim bunca sıkıntıyı ikimiz arasında
375
Toplayalım olan biteni bir araya ve eşit paylaşalım Kırgın sözler gecelerin payına düşsün Koltukta uyuklayan mutluluk, kedilerin hakkı Ucu keskin kalemler imzalasın borç senetlerini Kutsal emanetlere yer buluruz nasıl olsa bavulda Mahkeme kürsüleri, icra daireleri, yeminli mali müşavirler Bak, senin tarafında duran eşyalar alev püskürüyor Günahları masaya bırakıp elimi çekiyorum zarfın içinden İlk iş, ruhumu temizleyeceğim bir meydan çeşmesinde Sevgilim, yanımda uyurken Saçlarının ansızın uzadığını fark ettim Korkma az sonra olacaklara, yükselen çığlıklara aldırma Tuhaf biri koşuyor işte yine arkamızdan Sakın dönüp bakma geriye, bekle olduğun uzaklarda Sıkılırsan adını rüzgâra yaz
376
FALAFEL Elden gelirse birbirimizin vicdanı olalım bu kavgada Bütün gün dolaştım durdum mezatta Kebapçıların tümü çift bıçak Kuzular ilk bakışta anlıyor kasabın niyetini Belediye başkanı Nüfus idaresinde kahve içecek öğle vakti Büyük ihtimal Akşama doğru yangın da çıkar tapu dairesinde Bahçedeki çiçekler kavruluyor sıcaktan Soğanlar sasımış, sarımsağın püskülü saygısız Toprağın mahremine yaymış kendini Yoruldum, uykusuzum, karnım aç Tarlaları yiyip nehirleri içebilirim Nasıl olsa herkes temiz, giysiler ütülü Birazdan vahiy de iner eşrafa İbadet sonrası Kepenkleri birbirinin üstüne kapatır tezgâhtarlar Gel, vaktimiz varken birbirimize yürek olalım Çıfıt çarşısında oturup boğma rakı içme zamanı Akdeniz kanla imtihan edip duruyor kendini Kilise çanları şehrin göğsünde çalmaya başlar yakında Esnaf, havrada yakışıklı bir ölüyü duvara çiviler Ortalık darmadağın, suratlar allak bullak Kılıcın kestiği başı camiden çıkarmak zor olacak Oysa pazarda tüm balıkçılar katıksız esmer Zeytindağı'ndan tanrıya giden yol kestirme Herkesin tabağında kızarmış top top köfte Avluda kısmetini bekleyen kedilerin tümü dişi
377
Çölün ortasına kuyu açılmamış diye Boğulacak su bulamayacak sandınız bizi Boş verin bu sahtekâr dünyanın dertlerini Gelin, bu kızıl kıyamette Birbirimizin taşınacak cenazesi olalım hiç olmazsa
378
AYRILIŞ TÖRENİ Bunların hepsi geçip gidecek, bitecek elbet sıkıntılar Ayrılık sancısı, yalnızlıktan dem vuran sözler Kahredip duran rezil yoksulluk Ömür boyu sırtladığımız göç yolları Yazık, kulak verdiğimiz şarkılar Efkârlı makamdan söyleniyor artık Dönüp bakmaya korkuyoruz arkamıza Bizim hayatımızla oynanıyor meydandaki kumar Ardından çekip gidiyor herkes evine Çeşmenin akarı kendi tasını dolduruyor Merhamet çadırları kurmuşlar köşe başlarına Bırak, dağınık kalsın Şehrin ne kadar hikâyesi varsa parlak ışıklara dair El âlem bu kadar şehvetle isterken yanıp yakılmayı Toprak atmasın kimse ateşin üstüne Bırak İstediği yerden tutuşsun ahalinin etekleri Sofradan artanların akıbetini Kursağına düşkün çakallar düşünsün Dert etme, yırt gitsin haritanın sende kalan tarafını Taşlara saklanmış sihir uzakta Gün batımında Kimse beklemiyor pencere önünde bir diğerini Unut, yağlanmayı bekleyen kapı menteşelerini Şifa taşıdığı söylenen meczup ırmakları Geceleri arsızca titreşen gökyüzünü köylere eşit paylaştır Adlarımızı gömdüğümüz mezarları yık Birbirimiz için ettiğimiz yeminleri unut Fırlat at ortalığa, önceye ait ne varsa cebinde
379
Ne kadar buğday kırıntısı, kaç mısır koçanı Hasat artığı ne kalmışsa torbanda Tarla farelerine dağıt ambara sığmayan hububatı Kovulduğumuz dilin seslerini öylece bırak olduğu yere Kim isterse o tanelesin koruk salkımlarını Kimin payına düşerse düşsün yakışıklı ağaçların gölgesi Kim isterse o toplasın bundan sonra ekşi narları Gel, daha vakit varken Gönlümüzce sevişip içli şiirler okuyalım birbirimize Rüyamda gördüm: Dağlara Bizi büyüten sulara dönüyoruz seninle ikimiz
380
ÇİSELTİ Şehrin de dili var; kavganın da, yenilginin de İnsanların arasına karıştın ve gördün İhanet salgını kaplamış sokakları Kuru soğuk, aradığımız adresleri üşütüyor Soylu harfler bulmamız gerek derdimizi anlatmak için Madem Kimsenin şikâyeti yok yıldızları kışkırtan rüzgârdan Madem herkes zifiri karanlıkta da buluyor yönünü Bırak, kim isterse o tarasın katilin saçlarını Aldırma ateşin hiddetine; bırak, yanıp kül olsun mahalle Kaynasın kurusun katran, küle dönsün kömür Sana mı kaldı ocağı söndürmek Otur yanıma, al eline kâğıt kalemi, vakit geldi Annesi olmayan çocuklar için Küçük sözler yazacağız deftere. İstersen Babası erken ölenler için bilmeceler sorarız haramilere Sonunu kimsenin tahmin edemediği Akıl oyunları oynarız kutsal taşlarla Şaşırma gün doğumunda karşına çıkan manzaraya Yoksulların tanrısı mum yakıp otları tutuşturmuş Bırak, cesareti olan sorsun hayatın hesabını Şarkılar uğruna yeni dil öğrenmeye başladım Kına yakılmış avucun derdini anlamak için renk oldum Kadınlar gözlerine rastık çekti kör kuytulukta Kalabalıkta Bir tutam söze daha ihtiyacım vardı nefes almak için Belki tuhaf işaretlere, suskunluğu dile getirme uğruna Yurdundan kovulanlar için ayırdığım kelimeleri
381
Kimsenin bulamayacağı yerlere saklamalıyım Sen de Evinden uzak olanların cebine sıcak cümleler koymayı unutma Pencereyi ürkek açanlar için uyduruk alfabeler bul Bırak yağsın kar üryan bedenin üstüne Göğün karşılama töreni belki de bu Aynayı yüzüne çevir ve bak; anla artık Şehrin de, kavganın da, yenilginin de dili Kendi dilimizden başkası değil
382
HARABAT Akşam oldu, panayır yerini boşaltın Araya gurbeti sokmadan bakalım birbirimize Eksiksiz dokunalım açlık çeken parçalarımıza Eksiltebiliriz belki payımıza düşen ağrıyı Hesap hanesinden düşebiliriz kırgınlığı Mümkün değilmiş kurtulmak boynumuza asılı yaftadan Etimize basılı damga kim olduğumuzu açık edecek Gelin, iki şehir arasındaki yalnızlıkları son kez yürüyelim Bir nehre bakar gibi geçmedi ömür Dağın altında kaldı kadeh, taş ezdi parçaladı efsaneleri İnsan eti çürümeye, söz kokmaya başladı Kambur tepeleri acımadan kırbaçladı coğrafyanın sahipleri Dişlerimi çıkarıp öyle oturdum yanına Tırnaklarımı söküp yumruğumu rüzgârda imtihan ettim Ara bul, seni yaralayacak ne saklıyorsam üstümde Jiletleri, zincirleri, piyango biletlerini; bildiğim dilleri Gazetelerden kesilmiş tehdit kelimelerini Rüzgârı yağmurla terbiye et, âşığı hasretle uslandır Senden sakladığım eğri büğrü denizleri suyla doldur Sırtımı yasladığım tepelerin kumlarını süpür Fareler korkup kaçsın çölün deliklerinden Senin uğruna harcamaya hazırım ben Biriktirdiğim tüm harfleri ve rakamları Yeryüzünün ilk ihanetini senden öğrendim Ne kalmışsa kırık dökük aklımda, senin sesin Senin adınla başlıyor tanıdık yıkımlar Bak; döl ve servet terk etmeye başladı kafileyi Peşimizi bırakmayacak mazlumun ahı
383
Renkler kirli, çarşı kimsesiz, hane viran Vakitli ölümün kendisi ne büyük lütuf Çocuklar çıktı nihayet sokağa, alın götürün ihtiyarları buradan
384
İTİBAR KAYBI Anneler, gereksiz yere öldürüyor Konuşmayı geç öğrenen çocuklarını Vergi dairesi oyuncaklara el koyuyor Her bayram, Arafat‘ta, daha ilk gün Babalık hakları icradan satılık Kemikler çatırdıyor, yataklar kırılgan Az daha titresek soğuklarda Yolları kaplayan ateş ölüleri ayaklandıracak Eldeki fener bir tek kendine aydınlık Kokular çekilmiş ortalıktan Kenarda köşede tek tük pencere gölgesi Sesler çaresiz Şarkıların nakaratını tek başına söylüyor ağaçlar Terk edilmiş imparatorlukta Bekaretini korumaya çalışıyor sınır boyları Ürküyorum bu kadar uzun bekleyişten ve ansızın Omzumdaki serçeyi göğün derinliklerine salıyorum Hiç tanımadığım biri, biraz fazla esmer Suratını katranla boyuyor başka bir Kürdistan uğruna Kediler, gözlerini gideceği kadar uzağa çekiyor Atların kemiklerini sayıyoruz, her seferinde bir fazla çıkıyor Doğduğum şehri bulamıyorum haritalarda Geç de olsa anlıyorum öğretmenlerin kızmasının sebebini Arkamdan gelen biri, yazdığım her sözü siliyor Yokmuşum gibi davranıyor sınıftaki herkes İsmim yazılmamış meğer yoklama listesine Bunu yeni öğrendim; yanık köylerin kokusu Koyu renkli kalemle çizilmiş atlaslara Derslerdeki asıl eksiğimi de anlıyorum nihayet En yakın arkadaşım ayağımın altından çekiyor yeryüzünü Nereye kadar düşeceğim yazmıyor tarih kitaplarında
385
Kimse bilmiyor uçurumun dibinden kim toplayacak Sürgün halklardan arta kalan parçaları Telaşlı adımlarla yürüyorum herkese benzemek hevesiyle Elimden gelmiyor bir yama daha dikmek yüreğin üstüne Hiçbir dağa sığdıramıyorum bildiğim bakışları Gerçek bir kimlik edinmeliyim çok geç olmadan Kalabalıklarda tanınmak için fosforlu gömlek Göğüste altın rozet ve omuzlarda apolet Gecenin kıyısına yeni bir yurt, ahalisi seyrek memleket Bir kol, bir bacak; uzuvları tahrik eden birkaç kelime Manzarayı örtecek kadar perdelik kumaş Yağmur sıkı yağmaya başladı, renklere dikkat Süründüğümüz kireç akıp gider, çizgiyi aşarız Parlak ışıklar yanar, vitrin aydınlanır Herkes kendi cehennemini yaratır Ülkenin ipotekli bir köşesinde Dip odalara saklanan çocuklara Konuşmayı öğretmeye çalışmayın boş yere Biliyor olmalısınız Söylenen her söz vasiyet Cepteki kumaş mendiller yolculuk alameti
386
SON YEMEK Herkes kahramanların mezarlarını merak ediyor Vicdanımıza gömdük oysa biz ahlak ölülerini Efendiler açık sözlü olalım İçimizden geçen nehir, başımızda bekleyen dağ Kalbimize çizilen hudutla hesaplaşıyoruz İlkin, alfabedeki seslerle Ceplerine bahar kokusu sığdırmaya çalışan bu cahilin Ne işi var soframızda Unutun bildiğiniz kuralları Tencerede kaynayan hatıralar kurşuna dizilecek ilkin Ardından kadınlar, çocuklar Kalkın sabaha tutunalım, silahın çıplağına Dut yaprağına sarın tütsülenmiş etleri Sırası gelen yaklaşsın cepheye Çay demlensin ocakta, fırında pişsin börek Dönebilirsek koparırız ekmeğin ucundan Elbette dişleriz zeytini kırık yerlerinden Kilitlemeyin kapıları, pencereler aralık kalsın Yatakları derli toplu tutun Yolcu, uykusunda dindirir sancısını Ne diye korkuyorsunuz yaklaşan fırtınadan Kimi kurtaracaksınız sanki bu felaketten Hünerli hırsızdan neyinizi saklayabilirsiniz Cellat gelip dayanmış adlarımızın önüne Boynumuzu alacakmış, alsın İnsaf için zaman yok Cenk vakti, cinnet vakti, cinayet vakti Fırsat verin fincanların kendini hayra yormasına
387
Kadeh ve şarap koyun asmanın dibine, hakkıdır Örtüleri serin, yastık lavanta koksun Testiyi dolu tutun, yanına maşrapa Zamanı geldi: Vicdanı terk edin köşeye İlerleyin ateşin yükseldiği yere doğru Bekletmeye gelmez kardeş kavgası Çözün halatları, indirin gemileri kızaktan Açın toplanmış yelkenleri Hasret çekmek zordur gurbet akşamlarında Rüzgârınız kolay, denizleriniz sakin, ufkunuz açık olsun Çarıkları sıkı bağlayıp kılıcı sağlam tutun Yüklenelim göçü, yüreğin son parçası eşikte kalsın Taze gelinler kazanan tarafın hanesine misafir Üvey ablalar bir ömür temizlikten sorumlu Sütanneler her daim Ermeni, boynu bükük kaynana ganimet Sürgün güvercin vakitsiz çalıyor kapıyı Kursağında ürkek bir soru Size kardeş diyebilir miyim Suratımıza topluca çarpılıyor anlaşmanın maddeleri Unutun Kadeş Savaşı’nın sonuçlarını Tarihe eklenen yaralı bölümler var, coğrafyadan sınıfta kaldık Dağlara bakmak yasak, kimse inanmıyor hikâyenin sonuna Bilen yok Dicle, fısıltıyla söylenen ağıtlara izin verecek mi Fırat, iniltilere tahammül eder belki bu sefer Uysal yerinden darbe alıyor inançlarımız, aldırma İpliğe düğüm at, demiri kaynat, camı yapıştır Su ve ışıkla sür toprağı, siperleri kumla doldur Bırak, havariler ve sahabeler tutuşsun ilkin cenge Kirvelikten payımıza düşen borcun lafı mı olur
388
Siverek’ten Halep’e yol çıkmış falımızda Kalıcı değiliz, soluklanmak için durduk mezarlığınızda İşte size annenizin miras bıraktığı keskin sözcükler Babalarınızdan aldığınız yetim yürüme biçimleri Çöllerin uygun bulduğu kavruk ten renkleri Kesik parmakların köfteye kattığı şehvet, bak Masa dağınık; ekmek başka, tuz başka tarafta Her kavim, kendi dilencisine sadaka veriyor Ortaklık bitti; cenneti ateşe verdik, abdest bozuldu Kıblesini alıp evine gitti herkes Efendiler, toprağın sahibi değişti Mülk Allah’ın, kiracıyız bu dünyada hepimiz Kan akmadıkça anlaşılmıyor Kimin dost, kimin düşman olduğu Şehirler, tanrılar ve yasa kitapları yalan söylüyor Kuşatma günlerinde komşunun malı hak, karısı helâl Anlamış olmalı çarşaf ve nevresim takımı Kucakta çıplak uyutulacak ergenliğe adım atan çocuk Tarlalar; tohum ve çam ağacı anlamış olmalı Asmadan toplanan üzümleri başkası yiyecek Mutfakta pişen yemek, ucu koparılmış ekmek Elbet şişenin dibinde kalan iksir başkasına kısmet Toprağın sahibi değişti, ardından suların tadı Gergin bir merak içinde bekliyor artık bütün mutfak Kim bilir hangi baharat kapatacak tarihin kekre acısını Kim bilir hangi mezara sığacak bunca ahlaksız cenaze Mezarlığa giden kestirme yol, içimizden hangisi
389
BEDELLİ ÖLÜM Tanrım, nereye götürüyorsun bu ölüleri Bütün bu ayıpları nerede saklayacaksın Seninle yan yana gelmekten hiç bu kadar utanmamıştık Elimizden gelse uydurma tarih yaratacağız Doru atların ıslah edildiği yaban illerinde Sen, ben ve temiz kalmayı başarmış kırbaç püskülü İçimizde dayanması zor çöl hikâyeleri büyütüyoruz Yeryüzü acıyla uslandırıyor insanı Kırmızı kalemle çiziyorlar adımızın üstünü Kadastro dairesi tel örgü çekiyor geçtiğimiz sınırlara Rütbe almış zabit Tekmeleyerek ıslah ediyor coğrafyanın şarkılarını Yaranın üstüne barutu dök ve ateşle Terk et sürekli katledildiğin memleketi Silkin kalk yerinden; hazır ol hesaplaşmaya Sevapları yazan meleği fırlat at omzundan Çıban patladı, ortalık cerahat; irin ve safra Herkesin elinde sivri demir, çiftli kanca Arastada et parçaları, can çekişen çığlıklar Tuzlayıp durma deriyi; bırak, kim kusacaksa kussun Gözünü bağladıkları mendille sil akan kanı Suyu ve otu al kurbanın önünden. Çekinme Bas ve yürü haritanın üstünde hangi ceset duruyorsa Kural bu: Ezel yok, ebet olmayacak Masumiyeti doğuracak rahmi çoktan deşmiş parmaklar Senin yokluğunda eksik umutlar büyüttüm Usul Çok geç anladım: Kardeş öldürmek için Yardıma ihtiyaç duymuyor insanoğlu Toprak, içten içe başlatıyor kendine yakışan her yangını
390
Yıkayıp durmayın artık ölüleri, kokusu çıkıyor Oturun su kıyısına, çocuklara ekmek bulun Kovayı sarkıtıp Yusuf’u yukarı çekin Herkes torbasındaki günahı havaya savursun Kadınlar kendilerinden de saklasın olan biteni Memelerin terli bölgelerinde sahipsiz diş izleri Kurudukça çatlayacak elbet giysiye bulaşan döl artığı Ortalıkta emekleyen babası meçhul bebekler Erkeklerin ceplerinde avuç avuç sabır boncuğu Sübyan çocuklar, sabır taşına anlatacak başlarına geleni Olan biteni unutun. Utancı saklamaya yetecek Karmaşık çizgiler çizelim kumların üstüne Kızların yüzüne zülüf, oğlanların bıçağına çentik Bırakın, arkamızdan kim ağlayacaksa ağlasın Geride kalan sözcükler İstediği kadar özlesin çekip giden sesleri Bunu bilelim yeter Tanrım Biz sürgün yollarında kırılırken Sen hangi sokaklarda dolaşıyordun
391
İÇİNDEKİLER (Tarihsel Sıralama)
DİLİN İSYANI Günah Toplumu, Yük Kaçış Şarkıları Beni ve Kendini Unut Sevdanın Kızı Sınırsız Sevgiler
8 17 21 24 28 31
AŞİRET VE OTOMOBİL Çömçegelin Masallar Sürtünme Mesaj Yorum Tutuklu Zifaf Natürmort Söylenti Rastlantı Şair Ayrılık Ağıt Suç Mülkiyet
36 39 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 55 61
HAREMDEKİ KADINLAR Mihrican 69 Veda 70 Hüseyni 72 Hesaplaşma 73 Mazlum 74 Can 75 Akış 76 Nefes 78 Ferman 79 Kan 80 İntihar 81 Meydan 82
392
Alaz Ezan Anı Mucize Söz Avlu İskân Kıyam Maktel Ülke Sığınak
83 84 86 87 88 89 90 91 92 95 96
GEZGİN VE KATİL Gezgin ve Katil
106
KENDİNE AKAN SU Gri Sarı Beyaz Kırmızı Siyah Mavi Bela Acı Kendine Münafık Hasat Ağartı Hazan İs Savunma Makamı İddia Makamı Nezakethane Lâl Sızı Yolcu Fener Kıtmir Av Kanama
136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 157 158
Afyon Efsun Herkesin (…) Annesi Duvara Asılı Baba Anıları Düş İskele Yağmur Oyundaki Ebe Bekleyiş Çapa Sır Çıtırtı Deniz Yolları Arıza Masalcı Soru Bekçi Sonbahar Sarısı Hatıra Mezar Sur Aldanış Tüfek Yenilgi Dönme Dolap Köpük Su Uzak Seans Güneşli Gökyüzü Kimse
159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189
Mahalle Olan Devlet 211 Taş Avlu Olan Devlet 212 Efsane Olan Devlet 213 Gurbet Olan Devlet 214 Talan Taksim Olan Devlet 216 Su Eleği Olan Devlet 217 Devlet ve Çocuk 218 Hızlı Koşucu Olan Devlet 220 Devletin Taş Yüreği 222 Devletin Diyeti 223 Devletin Demirbaş Dairesi 225 Muhacir Eden Devlet 226 CÜMLE KAPISI Eşik Evin Atları Tütsü Kâse İkametgâh Belgesi Yatak Odası Tabaktaki Korkak Balık Akvaryumdaki Deniz Atı Ayna Çırpıcı Cetvel Hamiline Yazılı Çek Musluk Buzdolabı Kirli Havlu Manzaralı Çerçeve Yemek Masası Seccade Paspas Sofa Tespih Aile Albümü Duvar Saati Gözlük Kılıfı Mutfak Kavgaları Tıkanmış Baca Kredi Kartı Ardiye Toz Küreği
DEVLETİN PİÇ YATAKHANESİ Devletin Piç Yatakhanesi 193 Devlet ve Boşalma 196 Dumanaltı Devlet 200 Devlet ve Nişangâh 202 Kulampara Olan Devlet 204 Devlet ve Gırnata 206 Polis Olan Devlet 207 Koruyucu Olan Devlet 208 İhanet Olan Devlet 209 Tavşan Boku Olan Devlet 210
393
231 235 237 238 239 240 241 242 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264
Bayat Ekmek Oturma Odası Kiler Kıtlık Yemekleri Termometre Anı Defteri Pencere İlk Kilit İkinci Kilit Üçüncü Kilit Son Kilit Dikişsiz Gömlek Sanduka
265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277
İSKELET ANAHTARI Muharrem Zikir Meftun Ganimet İşrâk Zahirî Virane Bezirgân Helâk Mutrip Tenha Meziyet Arınma Kazaz Ketum Tebdil-i Mekân Elçi Can-ı Canan Emanet Hamuşan Rütbe İstihkâm Nakil Karışık Rüya Sadık Rüya Kolonyal Cinayet Rasathane Söz Mendili
280 282 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309
394
Serencam Ufuk Çizgisi İrfan İnşa Beyan Kurak Renkler Yediemin Menzil Milat Tevhit Dış Kale İç Kale Abdal Sırça Lahit Kadim Ashap Şattülarap Gecikmiş Islah Sevgili Kapı Önüne (…) Terlik
310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 330 332
MUHACİR KELİMELER HARİTASI Mukaddime Doğum Sancısı Taş Ağrısı Mahallenin Meyhanesi Misafirhane Kapısı Küfenin Darası Unutma Beni Çiçekleri Karanlığın Sureti Hicret Kokusu Muhacir Yara Müsrif Manzara Geçkin Yolcu Şimşir Tarak Göğün Katları Tahliye Merdiveni Kış Vakitleri Zeytin Ağacı Huzur Sözleşmesi Falafel
338 340 344 346 349 351 353 355 357 359 361 363 365 367 369 371 373 375 377
Ayrılış Töreni Çiselti Harabat
İtibar Kaybı Son Yemek Bedelli Ölüm
379 381 383
395
385 387 390
İÇİNDEKİLER (Alfabetik Sıralama) Abdal Acı Kendine Münafık Afyon Ağartı Ağıt Aile Albümü Akış Akvaryumdaki Deniz Atı Alaz Aldanış Anı Anı Defteri Ardiye Arınma Arıza Ashap Av Avlu Ayna Ayrılık Ayrılış Töreni Bayat Ekmek Bedelli Ölüm Bekçi Bekleyiş Bela Beni ve Kendini Unut Beyan Beyaz Bezirgân Buzdolabı Can Can-ı Canan Cetvel Çapa Çırpıcı Çıtırtı Çiselti Çömçegelin
Deniz Yolları 171 Devlet ve Boşalma 196 Devlet ve Çocuk 218 Devlet ve Gırnata 206 Devlet ve Nişangâh 202 Devletin Demirbaş Dairesi 225 Devletin Diyeti 223 Devletin Piç Yatakhanesi 193 Devletin Taş Yüreği 222 Dış Kale 320 Dikişsiz Gömlek 276 Doğum Sancısı 340 Dönme Dolap 183 Dumanaltı Devlet 200 Duvar Saati 258 Duvara Asılı Baba Anıları 162 Düş 163 Efsane Olan Devlet 213 Efsun 160 Elçi 298 Emanet 300 Eşik 231 Evin Atları 235 Ezan 84 Falafel 377 Fener 154 Ferman 79 Ganimet 285 Gecikmiş Islah 328 Geçkin Yolcu 363 Gezgin ve Katil 106 Göğün Katları 367 Gözlük Kılıfı 259 Gri 136 Gurbet Olan Devlet 214 Günah Toplumu 8 Güneşli Gökyüzü 188 Hamiline Yazılı Çek 247 Hamuşan 301
322 143 159 145 53 257 76 242 83 180 86 270 263 294 172 326 157 89 244 52 379 265 390 175 167 142 24 314 138 289 249 75 299 246 168 245 170 381 36
396
Harabat Hasat Hatıra Hazan Helâk Herkesin (…) Annesi Hesaplaşma Hızlı Koşucu Olan Devlet Hicret Kokusu Huzur Sözleşmesi Hüseyni İç Kale İddia Makamı İhanet Olan Devlet İkametgâh Belgesi İkinci Kilit İlk Kilit İnşa İntihar İrfan İs İskân İskele İstihkâm İşrâk İtibar Kaybı Kaçış Şarkıları Kadim Kan Kanama Kapı Önüne (…) Terlik Karanlığın Sureti Karışık Rüya Kâse Kazaz Ketum Kırmızı Kış Vakitleri Kıtlık Yemekleri Kıtmir Kıyam Kiler Kimse
383 144 177 146 290 161 73 220 357 375 72 321 149 209 239 273 272 313 81 312 147 90 164 303 286 385 21 325 80 158 332 355 305 238 295 296 139 371 268 155 91 267 189
Kirli Havlu Kolonyal Cinayet Koruyucu Olan Devlet Köpük Kredi Kartı Kulampara Olan Devlet Kurak Renkler Küfenin Darası Lahit Lâl Mahalle Olan Devlet Mahallenin Meyhanesi Maktel Manzaralı Çerçeve Masalcı Masallar Mavi Mazlum Meftun Menzil Mesaj Meydan Mezar Meziyet Mihrican Milat Misafirhane Kapısı Mucize Muhacir Eden Devlet Muhacir Yara Muharrem Mukaddime Musluk Mutfak Kavgaları Mutrip Mülkiyet Müsrif Manzara Nakil Natürmort Nefes Nezakethane Oturma Odası Oyundaki Ebe
397
250 307 208 184 262 204 315 351 324 151 211 346 92 251 173 39 141 74 284 317 44 82 178 293 69 318 349 87 226 359 280 338 248 260 291 61 361 304 48 78 150 266 166
Paspas Pencere Polis Olan Devlet Rasathane Rastlantı Rütbe Sadık Rüya Sanduka Sarı Savunma Makamı Seans Seccade Serencam Sevdanın Kızı Sevgili Sığınak Sınırsız Sevgiler Sır Sırça Sızı Siyah Sofa Son Kilit Son Yemek Sonbahar Sarısı Soru Söylenti Söz Mendili Söz Su Eleği Olan Devlet Su Suç Sur Sürtünme Şair Şattülarap
Şimşir Tarak Tabaktaki Korkak Balık Tahliye Merdiveni Talan Taksim Olan Devlet Taş Ağrısı Taş Avlu Olan Devlet Tavşan Boku Olan Devlet Tebdil-i Mekân Tenha Termometre Tespih Tevhit Tıkanmış Baca Toz Küreği Tutuklu Tüfek Tütsü Ufuk Çizgisi Unutma Beni Çiçekleri Uzak Üçüncü Kilit Ülke Veda Virane Yağmur Yatak Odası Yediemin Yemek Masası Yenilgi Yolcu Yorum Yük Zahirî Zeytin Ağacı Zifaf Zikir
254 271 207 308 50 302 306 277 137 148 187 253 310 28 330 96 31 169 323 152 140 255 275 387 176 174 49 309 88 217 185 55 179 43 51 327
398
365 241 369 216 344 212 210 297 292 269 256 319 261 264 46 181 237 311 353 186 274 95 70 288 165 240 316 252 182 153 45 17 287 373 47 282
SEDAT ŞANVER (ÖĞE)
07.12.1963, Urfa… Yayınlanmış Şiir Kitapları Dilin İsyanı (1985) Aşiret ve Otomobil (1990) Haremdeki Kadınlar (1994) Gezgin ve Katil (2004) Kendine Akan Su (2009) Devletin Piç Yatakhanesi (2011) Cümle Kapısı (2014) İskelet Anahtarı (2016) Muhacir Kelimeler Haritası (2016) Kelimeler, Kibir ve Telaş (Toplu Şiirler, 2017)
399
Ä°zmir, 2017
400