İSTANBUL EĞLENİYOR

Page 1

15 Ağustos 1913

İSTANBUL EĞLENİYOR ''...Ah o zaman bir defa daha gördüm ve iman ettim ki bu kirli Bizans harabesinde her şey sahte ve herkes yalancıdır! Vatan, vatanseverlik, milliyet gibi mübarek kelimelerin kıymetini, içyüzünü anlattıkları manalarla değil, yalnız getirebileceği paranın ve zevklerin miktarına göre hüküm veriliyor. Herkes kendi zevk ve eğlencesinin hizmetkarı... Herkes kendi nefsinin arzu ettiği şeyleri alabilme vasıtalarından başka bu topraktan bir şey istemiyor. İşte o zaman büyük Jaures'in gök gürültüsünü andıran sözleriyle hafızamda çığlıklar, feryatlar uyandı. İki elimi yüzüme kapatarak, ''Aman ya Rabbi! İnkırazından önce bize bir parça his ve biraz utanma ihsan et!'' dedim. Evet, Allahım! Akıldan, anlayış ve sezişden, felaketlerin getirdiği ve getireceği tecrübelerden doğan görüşten, basiretten, herşeyden vazgeçtik, bize yalnız utanma ve his ver. Gözlerimi bu murdarlıklar mahşeri önünde kapadım. Hatırlama nazarımı Anadolu'ya çeviriyorum. Son kuruşunu ve son evladını Osmancığın vefasız Rumeli'deki son topraklarını muhafazaya göndermiş olan diyarın harap ve inleyen manzaraları birer birer gözümün önünden geçti. Türlü türlü hastalıkların amansız dişleriyle kemirilmekte olan o köy ve kasabalardaki kuvvetli kollar Rumeli'deki ordulara alınmış, tarlalarında alil ve titreyen ihtiyarlarla, gebe ve güçsüz kadınlar, usanmış ve yorgun çalışıyorlar. Toprak da insan gibi gıda ve ilaç ister. Anadolu'daki insanlar gibi topraklar da gıda ve dermandan mahrum, aşınmış, yorulmuş, çürümüş, bu dakikada vücudun düşkünlüğü ile toprağın yoksulluğu el ele vermiş, hükumet dairelerinin sarı boyalı, kayıtsız ve hissiz duvarlarına yalvarıyorlar. Yollar bakımsızlıktan birer tehlikeli yer olmuş, ulaştırma yolu hayvanların, suların aktığı yol ise tarlaların katili ve katl yeridir. Kendi gözlerimle gördüm: yağmur duasına çıkıldıktan üç gün sonra ekilmiş yerleri su basardı. O bölgeler o kadar darmadağın olmuş ki! Yağmur, bollukla beraber sel ve afeti de beraberinde getiriyor. Anadolu topraklarının yıpranmış nesillerinden zahmetler, eziyetlerle koparılan, hayatı canlandırmaya yarayan yardımlardan da evlatları faydalanamıyor. Tepebaşı bahçesindeki İtalyan mızıkası hırslı ağzını Anadolu'nun çalışma pınarlarına dayamış her taneyi ver her akçeyi yutmağa çalışıyor. Bereketli olan yerlerde bile açlık, yoksulluk, ümitsizlikle ağlayan Anadolu'nun bu susuşu çok sürmez. Herşeyin olduğu gibi tevekkül ve tahammülün de bir sınırı vardır. Ve o da bir gün elbet uyanır. İstanbul'un zevke tapan hevesleri için, elinde bulunan her şeyi verme vasıtasından başka birşey olduğunu öğreneceği zaman-ki pek uzun değildir- ona yeni mukavemetleri kıran bir saldırma gücü gelecektir. Haklarını ve vazifelerini öğrenmiş olanlardan meydana gelen hiddet kuvveti kırılmaz, kırar. Hakkın en mukaddes silahıyle donatılacak Anadolu, elbet bu gafil ve kibirli başkentin karşısına dikilerek ondan hesap isteyecektir ve alacaktır. Bu isteyiş ve alışta göstereceği azim yüzünün, evvelkiler gibi adalet yalvarıcı değil, tehdit kırışıklıklarıyla dolu olacağına şimdiden inanabiliriz. Fakat gönül ister ki o hesap istemeden bu hak verilsin. Bugün Tepebaşı'ndaki İtalyan mızıkasını beslemek için kadınlarını ve ihtiyarlarını çalıştıran Anadolu'nun tevekkül ve tahammül gücünden ansızın fırlayacak yumruk, Trablusgarp'la, Bingazi'nin iniltilerinden gelen nağmelerle safa içinde kendini kaybeden beyinleri patlatmadan önce bu mağrur ve inatçı hesap kapanmalıdır. Akıl ve basiret bunu gerektirir. Akıl ve basiret mi?.. Heyhat!..’’1 Tam 106 sene öncesine gittik ve Anadolu'nun ihtilalinden bahseden bir Süleyman Nazif var. Malumunuz ki İstanbul dışını önemsemeyen Bizanslaşan hanedana, hesabı 1 Kasım 1922 tarihinde Mustafa Kemal sordu. İşte bu yüzden başkentimiz Ankara'dır, başkent ve iktidar yalanların şehrine kurulmadı, Anadolu'nun buz gibi gerçeği olan Ankara'ya kurulup, yeni devletin temelinin bu yoksul toprakları bayındır yapmak olacağı bildirilmişti. İşte o inanç ve azimin eseridir, bu çorak topraklar üzerindeki her şey. Süleyman Nazif’in belirttiği bu mukavemet, Mustafa Kemal önderliğinde Bozkır İhtilali olup çıkacak, Bizanslaşan o köhne saltanat yıkılacaktı. Saraylar, taçlar, altınlar Türk milettinin Meclisnin kararı ile yuvarlanıp gidecekti. Ne büyük felaket, yangınlar ve kundaklarla mahvolmuş bir Batı Anadolu, Beyliklerin yıkılmasından itibaren sefalete terkedilmiş bir Anadolu.

-Süleyman Nazif, Batarya ile Ateş, sayfa 76-77

1


İşte Türk’ün ebedi vicdanı Atatürk, Türk çocuklarını cephelerde kırmak yerine sanat, bilim, felsefe, tarih gibi medeni yollarda ömür tüketsin istedi. Cumhuriyetin ikinci adamı, İsmet İnönü’nün oğlu bir Fizik profesörü olmuş iken, Mustafa Kemal’in manevi evlatlarının hiçbiri fabrikatör veya müteahhit olmamış iken, ‘’İleri demokrasinin’’ mimarlarının hiçbirinin çocuğu kültür alanında çalışmaya tenezzül etmedi. Hepsi iş adamı olup bu memleketi soymanın, pardon kalkındırmanın derdine düştüler. Biz Türkçülere düşen vazife, Türk milettinin kültürel ve maddi kalkınmasını sağlamaktır. Bizim derdimiz harp etmek, intikam almak değil yalnız Türk milletinin ebediyyen vatanında Türkçe yaşamasıdır. Bizler savaşlarda yetişmiş nesillerimizi kaybettik, hafızamızı vicdanımızı kaybettik! Artık ne kaybedecek akçemiz ne evladımız vardır. Medeniyet yolunda emin adımlar ile ilerlemek gerek, bu yolda bizi sekteye uğratmak isteyen iç ve dış tüm elleri kırmakta şeref borcumuzdur. Anadolu hala istenilen seviyede değildir. Cumhuriyet köylerde kalkınma yaratıp Anadolu’yu imar etmek istemiş iken köyleri atıl bırakanların amacı neydi? Bugün Anadolu, en az Şevket Süreyya’nın gördüğü kadar atıl durumda-çağımıza nazaran- bugün de İstanbul eğleniyor, hiç olmadığı kadar, elbet eğlenmek de hakkımız fakat her şeyin hududu vardır. Bir gençlik elbet eğlenecektir ama her şeyden umarsızca bir yaşamın bizi nereye götürür? Milli vicdanı ayakta tutmak için, insanları totaliter bir baskıya boyun eğdirmeye hiç gerek yoktur. Atalarımızın mücadelesini hakkı ile anlatamadığımız için bu haldeyiz. Bugün Cemil Meriç’e yine hak veriyorum, bu memleket ruhunu kaybetti derken hiç yanılmamıştı. Hiç olmadığı kadar renksiz ve hikayesiz bir debelenme içindeyiz. Toplumsal Zenginleşme yerine bireysel zenginleşme ile ilerlemeye çalışıyoruz, işte bu yüzden de şaşırmayarak Bilal Erdoğan’ın seçim çalışmasında yanındaki müteahhit ile yağma planını konuştuğunu izliyoruz. Bireylerin kendilerinin istikbali için kurduğu müesselerdeki işçiler neden heyecan duysun? Heyecansız yapılan işin başarı şansı nedir? Tahmin etmek zor, işte kültür ile besleyemediğimiz insanlarımızın iktidarlarla olan kirli ilişkileri hiçbir zaman bitmedi, hiç mi namuslu iş adamı kalmadı diye bakıyoruz. Bireysel menfaatler için ortak menfaatleri çiğneyen çiğneyene, sağ tarafımda yakın bir zamanda okuyacağım bir kitap var, ‘’Bu Düzen Değişmelidir’’ yazarı rahmetli Ecevit. Evet, haklısınız bu düzen değişmelidir, bu yağma, talan son bulmalıdır. Bu talana da ancak Anadolu’nun vicdanına eğilerek son veririz, Anadolu isterse bu talan ebediyyen son bulur, bir zamanlar kanlarını emen bir saltanatı köklerinden söküp atıp, her türlü tacı ve ünvanı ayaklar altına alan Anadolu, bugün kaderine terk edilmiş vaziyette. Büyükşehirlere göçler sürüyor, bugün 40 milyon kişi sadece 10 büyükşehirde yaşıyor. Bu büyükşehirlereki sefalet ve kültürsüzlük, ruhsuzluk sokağa çıkan herkes tarafından farkedilebilir. Bugün, kasaba ve köyler yok oldu, oluyor. İçlerinde ise binlerce yıllık kimlikler yok oldu, oluyor. Küreselleşme ile tüm dünya bir yüzyıla kalamdan aynılaşacak iken kimliksiz, ruhsuz kalan bir Türkiye’nin işi zordur. Büyükşehirlerin kimliksizliğine ek olarak devletin berbat ve standartlaştırılmış eğitim sistemi ile daha da boşalan ruhların bu memlekette katacağı şey kalmıyor. Yüzyıl önce okul okumuş insanın bildikleri ile bugün okumuş cahilleri kıyaslayınca gittiğimiz çukur görülüyor. Fakat üzülmeyin, biz zeka ihraç ediyoruz. En iyi yetişmiş evlatlarımız tek tek Avrupa ve Birleşik Devletler yoluna doğru gidiyor. Çünkü Türkiye’de gelecek bırakmadılar. Vizyonlu parti vesselam, 2023 idealleri tam bir muhafazakar kafasıdır, rakamlardan ibaret. 5 Sene sonra işte G-8’e gireceğiz, işte kişi başı gelir bu olacak gibi gibi vaatler. Peki nasıl yapacağız? Allah kerim, onlar da bilmiyor. Plansız bir ekonomi, bunların en sevdiği modeldir. Menderes, Mecliste ekonominin planlanması ile dalga geçermiş. Bu yüzden 27 Mayıs sonrası Devlet Planlama Teşkilatı kuruldu. Hedef koymak bir plan da, planlı ekonomi mi ayıptır? Olmaz o Komünist işidir! Şimdi ise ne tarım planı ne nüfus planı ne göçmen planı, ne sanayi planı, ne ihracat planı ne bütçe planları var. Allah kerim deyip yola çıkıyorlar ne bütçe planları tutuyor ne vizyonları. Bir şirket dahi yatırımlarını planlar ve bu planları iş olsun diye yapmaz. Artan nüfustan tutun, açılacakları yeni pazarlara, ekonomik beklentilere göre şekillendirirler. Ama hükumetin bir planı yok. Her şey talihe bağlı, geleceği vakti geldiğinde şekillendirmeye çalışmak boş iştir. Nüfusun geleceği yer bellidir, buna göre istihdam planlaması, üretim planlaması, eğitim planlaması hatta kreş planlaması dahi yapman gerekir. Tabi ekonomi yaşayan bir organizma, gerektiğinde bir sivri zeka bunu özel olarak yapar değil mi? İhtimaller üzerine kurulu ilerleyiş işte


burada çuvalladı. Hayal sattılar, olmayacak hedefler ile halkı kandırdılar. Sözde tank 2015 yılında ordu envanterindeydi, sonra baktık ki 2019 olmuş, eminim ki 2019’da da üretilmeyecek. Jet Fadıl gibi proje tanıtıp, keriz avlıyorlar. Zaten dertleri memleketi ileri taşımak değil, iktidarda kalmak, han-ı yağmaya devam etmek. AKP ve türevleri olan merkez sağ partiler iktidarı kaybettikten sonra bir dahaki seçim dönemez ise yok olur. Çünkü bunlar yağma partileridir, içindeki kitle yağmacı olduğundan yağma sonlandığından önce mallarını yurtdışına kaçırırlar ki gelecek iktidar namuslu ise malları gitmesin diye. Sonra yeni oluşacak yağmacı partinin kadrolarına girerler. Bugün AKP içinde eski merkez sağdan kaç yüz eski siyasetçi var, herkes biliyor. Biz Anadolu’nun hala devam eden bu makus talihini, bütün olarak kalkındırmak zorundayız. Anadolu’nun vicdanına dokunmak gerek, onlara en temiz duygularla büyükşehirlerden dönmek gerek. Bir zamanlar, İstanbul ve onun yüksek zümresinin dışına çıkmayan edebiyatın Anadolu’ya açılması ile Türklük şuurunun yükselmesi aynı zamana denk gelir. Gökalp de bir ilke koymuştu, halka doğru ilkesi. Bu aslında yeni yönetimin dayandığı esastı. Eskiden iktidar demek, İstanbul içinde dönen entrika demekti. Tahta kim önce kurulursa her şey onundu, bu yüzden İstanbul’a kimi zaman pasaporta soktular kimi zaman İstanbul’dan Fizan’a yolcu ettiler kimi zaman ise devlet kendi gazetesini muhalif diye kapattı.2 Fakat artık iş değişmiş, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir demişiz. Mustafa Kemal Anadolu’ya geldiğinde hukuk da tahtta İstanbul’daydı. Sanıldı ki İstanbul’daki egemenliğin gölgesi Anadolu’da geçerlidir. Yanıldılar, satılmış bir hükumetin, satılmış hukuku Anadolu’da tanınmadı. Onlar Mustafa Kemal’i tanıdılar ve her şey değişti. İşte bu yüzden ki oyun pek geçerli olmadığı tek parti devrinde dahi halkın kimi tandığı mühimdi. İşte bu yüzden Türkçülüğün dirilmesi için tanınma gereklidir, bu tanınmayı ise Mustafa Kemal gibi milletin gönlüne girecek yiğit gençler sağlayacaktır. Neden gençler? ‘’Bir kişi yirmibeş yaşında, kırk yaşındakinden daha namusludur.’’ demiş, Aziz Nesin. Çünkü bir genç hayatın günahlarına en az bulaşmak ve en az o havaya teneffüs etmek zorunda kalmıştır. Mustafa Kemal hem bu yüzden hem de yeni yetişen nesilleri kendi eğitim sistemi yetiştireceğinden Gençliğe Hitabe’yi yazmıştı. Gençlik, tecrübesizdir evet, Corneille’nin bir sözü buna cevaptır, ‘’Asil doğan seçkin ruhlar, meziyetlerini göstermek için yılların yardımına muhtaç değildir.’’ Buna tarihimiz hep örnektir ve öyle olacaktır. Çimentepe’de 20 düşman zırhlısının ateşi ile ilerleyen İngilizler karşısında ordu direnemiyor ve karargahtna kumadan gelip, orduyu ileri kaldıracak subay yok mu diye feryad ediyor, 6 subay arkadaş hep bir ağızdan şu beyiti okuyor,

‘’Bu toprağı Türkün kanı yoğurdu Anam beni bugün için doğurdu.’’ Altı eğitimli 20-25 yaşlarındak arkadaş şehit düşmüştü ama Türk askerleri mevzilerini, geri almıştı evet o asil ruhların zamana ihtiyacı yoktu. Celalledin Harzemşah’ın, Ali Suavi’nin, Enver’in, Mustafa Kemal’in, Süleyman Fethi’nin, Hasan Tahsin’in kendini ispat etmek için zamann yardımına ihtiyacı olmadı, olmayacak. Unutmamak gerek, yaşlılar mevcut düzene en çok katkı verenler olduklarından mevcudun değişmesinden asla hoşlanmazlar. Bugün de olduğu gibi, bu düzen değişmelidir diyemiyorlar ve geçmişin günahları ile yeni günahlara ortaklık etmekten imtina etmiyorlar. Bize düşen ise anamıızın bizi ne için doğurduğunu düşünmektir. 2

Takvim-i Vekayi, bir kelime nedeni ile II. Abdulhamid tarafından kapatılmıştı.

-FURKAN AY


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.