Hazırlayan: Sema SEZEN
‘Hükümet sanatı mahvetmek üzere’
halklailiskiler@aydinlikgazete.com
Ece
ATAER heceataer@gmail.com
Henüz ortaokul yaşlarındayken tiyatro çalışmalarına başlayan Türk pantomim sanatçısı, oyuncu belirtti Huzur-suz-luk Ulvi Arı, pantomimin, diktatörlük ve faşizmin hakim olduğu ülkelerde daha çok geliştiğini belirtti.
T
ÖZGE YEŞİLDAĞLI
O
rtaokul dönemlerinde İşçi Kültür Derneği’nde Yılmaz Onay’ın yürüttüğü tiyatro çalışmalarına katılarak pantomim sanatına hazırlanan Ulvi Arı, Tamer Levent, Cüneyt Çalışkur, Yeşim Dorman, Ömer Polat, Teoman Gülen ve Erkan Yücel gibi önemli isimlerle çalıştı. 1984 yılında, ünlü Fransız pantomim ustası Marcel Marceau’nun eğitmenliğinde gelişen Arı, sanat yaşamını ve bugünün siyasi durumunu Aydınlık’a anlattı: Pantomimci olmaya ne zaman karar verdiniz? 1977 yılında ilkokul öğretmenime pantomimci olmak istediğimi söylemiştim. Bunun üzerine öğretmenim beni İşçi Kültür Derneği’ne götürdü. Bu arada rejisör ve çevirmen olan Yılmaz Onay ile tanıştık. Tiyatroya başlangıcım böyle oldu. Rahmetli Erkan Yücel ve Ankara Halk Tiyatrosu’nun ayrı bir yeri vardır benim için. Daha sonra Erdinç Dinçer’den iki yıl süreyle pantomim dersi aldım. Dinçer’in Cüneyt Gökçer ile bir türlü kanı uyuşmadı. Sonra Dinçer’i Bursa’ya atadılar. Böylece hocasız kalmıştık. Bunun üzerine kendi olanaklarımızı zorlayarak çalışmalarımızı sürdürdük. Ayakta durmayı başardığımızda kendi kanatlarımızla uçmayı denedik.
‘Doğu’da gitmediğim kasaba kalmadı’ Bu çalışmalardan sonra Ankara Gösteri Sahnesi’ni kurduk. Çalışmalarımızı burada daha da geliştirdik. Birçok gösterilerde bulundum. Kızıl Sineması’nda da gösteri yaptım, ardından Anadolu’ya açıldım. Özellikle Doğu’da gitmediğim kasaba kalmadı. Pantomimin gelişmesini nelere bağlıyorsunuz? 80’li yıllarda Özal yeni gelmişti. Özellikle pantomimin geliştiği yerler diktatörlükle yönetilen ülkeler
H-ECE
10 NİSAN 2014 PERŞEMBE
Ulvi Arı, öğrencilerini sadece yetiştirmekle kalmıyor, onlarla beraber projeler de üretiyor. ve faşizm olan yerlerdir. Bu bir ironi. Pantomimin gelişmesi diğer sanatların gelişimiyle eş değerdir. Şu an hükümet, sanatı mahvetmek üzere. Brecht’in de dediği gibi “sanatçı verimli toprakta yetişir.” Ama bu demek değildir ki pasifizm. Bizim sanat yapma derdimiz devam edecek. Örneğin İstanbul Üniversitesi Devlet Konservaturı’nda açılan Vecihi Ofluoğlu’nun açtığı Pantomim Bölümü, öğrenci yetiştirmeye devam ediyor. Siz nasıl bir pantomim biçemini (üslubunu) uyguluyorsunuz? Öngördüğünüz pantomim yöntemleri nelerdir? Benim pantomim anlayışım Klasik Fransız Pantomim anlayışından farklı. Çünkü ben bu ülkenin sanatçısıyım. Kendi gösterilerimde klasik pantomime zikir ve samah
ekliyorum. Bu daha çok mistik, görsel, folklorik tat veriyor ve izleyicileri bağlıyor. Özellikle samah halk danslarımızın içinde en yaygın ve zengin olanıdır. Müziği halk müziğinin en ilgi çekici türlerinden biridir. Pantomim olarak sunacağınız gösterinin içeriği nasıldır? Oyun, içeriğinde 10 bölümden meydana geliyor. “Barış” diyerek savaşa hayır diyoruz. “Heykel” oyununda var olan hükümetin sanata müdahalesini ve sansürünü, “Sihirbaz”da kadına şiddeti, “Karınca” ile ise hayvan sevgisini işledik. Kostümler Barbaros Şansal’a ait.
‘Mim Rock’ geliyor Projede emeği geçenler Hatice Yanık, Asuman Sütçü ve Sesim Gül’e teşekkürü bir borç bilirim.
Projenin ikinci ayağı ise “mim rock” projesi. Moğollar’dan Taner Öngür ile yapıyoruz. Bir diğer projemiz de Bilgesu Erenus’un “Kelaynaklar”ı. Renan Bilek ile çalışıyoruz. Gösterilerinizin dışında pantomim ile ilgili çalışmalarınız var mı? İlk kitabım “Pantomime Drama”nın ilk baskısı tükendi. İkinci genişletilmiş kitabım “Pantomim Sanatı”. Yayına hazırlanıyor. Önsözünü Yılmaz Onay yazdı. Editörlüğünü Caner Karavit yapıyor. Yayına hazırlayan da Hatice Yanık. - Pantomim olarak sunacağınız “Susuyorum, duyuyor musun?” adlı oyunu nerede, ne zaman sunacaksınız? “Susuyorum, duyuyor musun?” adlı oyun
12 Nisan’da Moda Sahnesi’nde saat 18.30’da sahnelenecek. 27 Nisan’da da Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde olacağım.
Ulvi Arı
Bitonti ve Viscuso İstanbul’da Dünyaca ünlü heykel sanatçısı, mimar, Sicilya Sinema Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Emanuele Viscuso ve Albertina Üniversitesi Dekanı Prof. Salvo Bitonti, Doğuş Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi davetlisi olarak 8 Nisan Salı günü fotoğraf sergisi açtı. Tiyatro ve Sinema Yönetmeni Salvo Bitonti’nin “Setlerden ve Sahnelerden Canlı Kareler” ve Emanuele Viscu’nun “Yeni Milenyum Mimarisine İlham Veren Sanatçılardan Biri” adlı fotoğraf Sergisi, aynı zamanda ödül alan “Çocuk Evlilikleri Tasarım Yarışması” finalistleri sergisi ve derece alan üniversite öğrencilerinin ödül töreni aynı tarihte Doğuş Üniversitesi, Acıbadem H Blok fuayede yer aldı.
Emanuele Viscuso
40 ünlü kadın bu kitapta İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın 2011 yılında “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” dolayısıyla hazırladığı belgesel film “İstanbul’un Kadınları Sahneler’in Sultanları” kitap olarak yayımlandı. Yönetmen-oyuncu Hülya Karakaş’ın hazırladığı “İstanbul’un Kadınları Sahneler’in Sultanları” adlı kitap, 40 ünlü kadın oyuncuyu bir araya getiriyor. Kitap, 1860’lı yıllardan 1940’lı yıllara nasıl geçtiğimizi, Mari Nıvart’dan Afife Jale’ye uzanan kadınlık hikâyesini anlatıyor.
Salvo Bitonti
oplum olarak huzursuzluk içinde olduğumuz kesin. Bu gerçeğe, istesek de, gözümüzü kapatamayız; onu her birimiz her gün dipdiri içimizde yaşıyoruz. Direnmelerimiz, arayışlarımız böyle bir gerçeğin belirtisi. Huzursuzluğun nedeni “bütün”deki genel sarsıntının her parçasında kendini göstermesi. Sarsıntı, toplumsal bir bunalım yaratıyor. Zemin ayaklarımızın altından kayıyor gibi. Sağlam olmayan bir temel üzerinde yaşamak yeterince zor. Ama insan topluluklarının hayatı hiçbir zaman tamamlanmaz. Bir topluluğun ne olacağını; kendisinin ne olmayı istediği ve ne olmayı özlediği belirler. Bu yüzden toplumların hayat planları tarih içinde zaman zaman değişir. Biz, köklü değişmelere “devrim” diyoruz. 1923’te ulus olarak geleceğimize yeni bir sayfa açtık. Varoluşumuzu bir zamanlar biçimlendirilmiş olan bir varlık planını bırakıp bir yenisine yöneldik ve kendimiz için bunu gerçekleştirmeye çalıştık. Bıraktığımızın iddiası neydi? Bıraktığımız hayat planı varlığımızı öbür dünyaya göre ayarlıyordu. İnsan için öbür dünya bir değer ölçüsü olunca, bu dünyadaki hayat gölge bir hayat olur, gerçek hayat olmaz. Bu durumda gerçek dünyada içgüdüler baskı altında bulundurulur ve kişi içinde bulunduğu yaşama sadece uymaya çalışır. Bunun verdiklerinden başkasını aramaz. Çatışmalar içinden geçerken sanki öbür dünyadaki kurtuluşu özler. Çünkü o, bu dünyada misafirdir. Bulduğuna razı olur. Dolayısıyla dünyadaki ağırlık merkezi olmaktan çıkar. Değiştiremeyeceğini bilmek, kişiliğin gelişimini engeller. Çünkü o sadece tanrının kuludur.
Geçmişten geleceğe... 1923’ten sonra yöneldiğimiz hayat planı ise farklı bir insan varlığını gerçekleştirmeyi hedefliyordu. Bu planda insan için gerçek dünya bu dünyadır ve insan, bütün bolluğu ve renkliliği ile bu dünyayı yaşamak ister. Yaşama sevinci onu sahip olduklarıyla yetinmemeyi öğretir. Dolayısıyla doğal çevresinde sınırlarının dışına çıkar. Doğanın güçlükleri karşısında teslim olmaz, meydan okur. Yaşadığı yeri seçtiği yaşama göre kendine uydurmaya ve düzeltmeye çalışır. Değiştirir. Toplumunu yüceltir. Çünkü bu sistemde bağımsızdır. Kişilik sürekli gelişir. Bugün, bizi geriye döndürmek isteyenler, insan yapısının özünü anlamamış, bu yapının içinde geçmişten geleceğe doğru uzanan bir gidiş olduğunu kavramamış olanlardır. Bunlar; sadece olmuş olanla yetinmeye kalkışanlardır. Çünkü olacak olanı biçimlendirme gücünü kendilerinde bulamayanlardır ve bu güç kendilerinde olmadığı için onun bu toplumda da olmadığını sananlardır. Ama insan hayatı sonsuz bir ödev ve sonsuz bir program. Bu programın belli bir yerinde sözde demokrasi yoluyla son söz söylenmiş gibi görünse de, hatta başka bir bakış açısıyla işleyiş kesintiye uğrasa da her şey bitmiş demek değildir. Gelecekte kuşakların bu huzursuzluktan dersler alıp geçmişlerinden bir değer yaratamayacaklarını nereden biliyoruz? Bazılarının bilmediği, şair Ataol Behramoğlu’nun söylediği gibi, bu toplumun bittiği sanıldığı yerden tekrar başlayacağıdır. İşte o zaman huzursuzluğun yerini rasyonel bir huzur alacaktır.
BİFO konserinde bugün şef Gœtzel var
Borusan Filarmoni Orkestrası’nın, şef Sascha Gœtzel yönetiminde, bugün saat 20.00’de Zorlu Center Ana Tiyatro’da vereceği konserde günümüzün en önemli piyanistleri arasında kabul edilen Rudolf Buchbinder Beethoven’in “3. Piyano Konçertosu”nu seslendirecek. Programda, Mozart’ın “Requem”ini TC Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu, Cemi’i Can Deliorman yönetiminde seslendirecek. Solistler; soprano Chiara Skerath, mezzosoprano Rachel Frenkel, tenor Frederic Antoun ve bas Markus Marquardt olacak.
‘İstanbul Efendisi’ bugün oynuyor Musahipzade Celâl’in yazdığı, Engin Alkan’ın yönettiği “İstanbul Efendisi” adlı oyun, 9-13 Nisan 2014 tarihleri arasında Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde oynanacak. Oyunda, Tankut Yıldız, Zafer Kırşan, Volkan Ayhan, Hüseyin Tuncel, Emre Şen, Edip Tepeli, Emrah Özertem, Tuğrul Arsever, Cihan
Kurtaran, Serkan Bacak, Murat Üzen, Hamit Erentürk, Berna Adıgüzel, Zeynep Ceren Gedikali, Derya Çetinel, Selin Türkmen, Reyhan Karasu, Çiğdem Gürel, Senem Oluz, Özge Midilli Aşar, Murat Güreç, Utku Akıncı, Kayahan Erdem rol alıyor. TURGAY OĞUZ