Ayl覺k 羹cretsiz yay覺n.
1
ooometebeyler / Üçüncü His
3
marmara / Sen ve Ben
4
Onur Kök / Kayıp Notlar
5
halis muhlis / O
6
müşkülpesent yumurta / Koğuş Kaaalk!
8
küçük kara balık / Mahle
9
Yıldızlar (Çeviri) / ottosaltı (Konuk iştigalci)
10
Çiğdem Demir / The End
12
ikircikli / Kahveci Sokağı
14
Onur Kök / Kayıp Notlar
15
gece / Alkım
17
angel / Vampirle Görüş-me!
19
şef / Masadan Ayrı
21
abeşistan
Keyifle ve ısrarla okuyun... a beşle iştigal
Üçüncü His - Efendim? - Apartmanın önündeyim, hazırsan hiç girmeyim. - İki dakika sonra oradayım. Basamaklara oturup bir sigara yaktım. Uzun zamandan beri ilk defa dışarı çıkacak, başkalarıyla vakit geçirecektim. Çok fazla arkadaşım yok. İnsanların gerçek yüzlerini gördükten sonra pek fazla ilişki kurmak istemiyorsunuz. Sibel’in ısrarlarına dayanamayıp, söylediği saatte kapısının önünde beklemeye başlamıştım. Sibel ile üniversitenin son senesinde, son aylarda tanışmıştık. Askere gidip geldikten ve bir yılı aşkın süre aylak gezdikten sonra Sibel’in çalıştığı firmada pazarlamacı olarak işe girdim. Bu akşam da aynı firmada çalışan, tanımadığım ama zorla tanıştırılmak istendiğim iki kişiyle yemeğe çıkacaktık. Yaklaşık on beş dakika sonra apartmanın kapısındaydı. “İki dakika dedin, iki sigara sonra geldin.” diye söylenirken, kahkahalarının böldüğü bir özür diledi. İşe giderken kullandığımız yolu kullanarak bu defa bir meyhaneye gidiyorduk. “Çok mu süslenmişim ya?” diye sordu, “Yoo, bence normal. Hem çok sık çıkmıyorsun, süslenmiş olsan ne olur?” diyerek duymak istediği cevabı verdim. “Çıkmadan Murat’ı aradım, onlar da yoldaymış. Hemen hemen aynı zamanda orada oluruz.” dediğinde, ana caddeden taksiye biniyorduk.
ooometebeyler sanıyorum Devran.” dedi Sibel, gülümseyerek ve beni göstererek. Gülümsedim, teşekkür ettim. Sohbete dahil olmakta zorlanıyordum. Karşımda üniversite hayatı çılgınlıklarını, yurt dışı gezilerini, kariyer planlarını anlatan bir çift vardı ve bu ortamdan soyutlanma ihtiyacı hissediyordum. Ara sıra Sibel’e dönerek söylediklerini onaylıyor, konunun ne olduğunu bilmediğim halde masadakilerle birlikte gülüyor, sordukları soruları kısa cevaplarla geçiştiriyordum. Birkaç saat ve birçok dubleden sonra Murat ve Dilek kalkmak istediklerini söylediler. Ancak ben gitmek ve içeride oturanları incelemeyi bırakmak istemiyordum. Sibel’e biraz daha oturup oturamayacağımız sordum. “Biraz ayıp olur ama sabah bunları hatırlayacaklarından bile şüpheliyim.” diyerek kahkaha attı. Murat ve Dilek’i taksiye bindirip masaya, Sibel’in yanına geri döndüm.
“Sen iyi misin? Pek içmedin.” derken önümdeki paketten bir sigara aldı. “İyiyim iyiyim. Çok içtiğimde olan biteni hissedemiyorum, ondan içmedim.” dedim, ben de bir sigara yaktım. “İyi de amaç bu değil mi zaten? Olan biteni hissetmemek? Düşüncelerden kurtulup kafa dağıtmak?” dedi, “Kafamı dağıtacak başka yöntemlerim var.” deyip gülümsedim. “Başka yöntemlerim var derken?” diye sordu, endişeli ve şaşkındı. Kahkaha attım, “Uyuşturucu falan kullanmıyorum, merak etme. İnsanları izliyorum mesela, neler hissettiklerini, İş yerinde yüzlerini gördüğüm ancak ne isimlerini ne neler düşündüklerini anlamaya çalışıyorum.” dedim. de kişiliklerini bildiğim iki insanla aynı masada oturuyordum. Sohbet edebileceğim bir konu bulma “Mesela şu köşedeki masa, iki erkek bir kadın çabamdan erken vazgeçip diğer masalardaki oturuyor, gördün mü? İşte o adamlardan biri kadına insanları izlemeye, içeride dolanan yoğun kokuyu karşı bir şeyler hissediyor, davranışlarından sağda içime çekmeye başladım. Karşımdaki masada oturan olduğunu düşünüyorum. Kadın ona karşı ayrılmak üzere olan bir çift oturuyordu. Adam ilgisiz, adamın hissettiklerinin farkında ancak endişeli ve üzgün, kadın üzgün ama heyecanlı. masada olmayan biri kafasını karıştırıyor. Soldaki Başkası var; kadın, adamı başkası için terk edecek. adamın olaylarla pek ilgisi yok, sohbet etmekten Göz ucuyla sağımdaki masaya baktım, sigara zevk alıyor. Ya da mesela klimanın altındaki dumanına boğulmuş masada üç genç oturuyordu. masaya bak, dört adam oturuyor. Pek tekin tipler Biri heyecanlı ve endişeli; kara sevda. Diğeri değil, fark etmişsindir. İçlerinden biri korkuyor ve korkuyor; tahminen gelecek kaygısı. Öteki… Ötekini gergin, diğer üçü öfkeli. Korkan kişi muhtemelen tam anlayamadım, çok fazla sigara içiyor. Tekrar mavi gömlekli adam, çok alkol almadı ve bolca masaya döndüm, konu iş dünyasından üniversite sigara içiyor. Sonra mesela sen, bana karşı bazı hayatına dönmüştü. Bir sigara çıkarıp yaktım. şeyler hissediyorsun. Belli etmek istemiyorsun “Üniversitenin bana kattığı en iyi şeylerden biri çünkü hissettiğin korku ve endişe seni engelliyor. 1
Beni çok iyi tanıdığını düşünüyorsun, bana açılırsan sana karşı kayıtsız kalamayacağımı tahmin ediyorsun. Mutlu olacağını biliyorsun ancak değiştirmek istediğin bazı yanlarım var ve beni değiştiren kişi olmak istemiyorsun. Kafa karışıklığını, heyecanını, korkunu ve şu anki şaşkınlığını hissedebiliyorum, anlayabiliyorum… Bu kadarına gerek yoktu, özür dilerim.”
“Sibel, hatırlıyor musun on dört yıl önce geçirdiğim bir kazadan bahsetmiştim sana? Kolumun iç kısmındaki dikiş izini biliyorsun, o kaza işte. O kazada sadece kolum kırılmadı, aynı zamanda beyin kanaması da geçirdim. Dört gün komada kalmışım, uyandığımda koku alamıyordum. Bu durumun beyin kanamasından kaynaklandığını ve ilerleyen yaşlarda düzelme ihtimali olduğunu söylediler. Düzeldi, hem de beklemediğim bir Bir süre masadaki boş tabaklara, bardaklara, yarım şekilde. Birinin kokusunu içinize çektiğinizde ömür kalan mezelere baktım. Başımı kaldırdığımda boyunca unutmazsınız. Bense herkesin kokusunu Sibel’in gözlerinin dolduğunu fark ettim. “Kalkalım hatırlamaya ve birbirinden ayırmaya başladım. mı Devran?” dedi, başımla onayladım. Hesabı Önce babamın üzerine sinmiş metal kokusunu eve isteyip kalktık, kapının önünden taksiye bindik. Yol gelmeden almaya başladım, ardından tüm kokuları boyunca sessizliğimizde boğulduk. Yeryüzündeki birbirinden ayırabildiğimi fark ettim, sonunda en rahatsız edici ses, gergin bir sessizliğin duygularımızı oluşturan kimyasalların kokusunu uğultusudur. Oturduğu apartmanın kapısına almaya başladım. Mesela korku duygusu deniz gibi geldiğimizde, “Bunu bu gece halletsek iyi olur. kokuyor, tuzlu. Endişenin kokusu, kestane şekerine Gelmek ister misin?” dedi. benziyor. Mutluluk, biraz garip ama salçayla kavrulmuş soğan gibi kokuyor. Başlarda Sibel mutfakta kahve yaparken, ben pencereden korkutucuydu, duyduğum kokulara karşı nasıl sokağı izliyordum. Elinde kahvelerle geldi, birini bana verip benimle birlikte sokağı izlemeye başladı. davranacağımı bilmiyordum. Karşımdaki insanın duygularına göre davranmam gerektiğini “Ee?” dedi “Mutlu musun şimdi?”, bir şey düşünüyordum. Bundan kurtulmak için lisede söylemeden gözlerine baktım. “Bu gece söylediklerin, anlattıkların beni çok tuhaf hissettirdi sigaraya başladım. Bu sayede koku duyumu azaltmak istemiştim, bir süre işe yaradı diyebilirim. Devran. Tüm o anlattıkların, köşedeki masa falan, Duyguların kokusunu yeniden almaya beni açıkçası biraz...”, sözünü kestim “Korkuttu. başladığımda, bununla yaşamak zorunda olduğumu Biliyorum.” dedim. “Yani korktum, şaşırdım, son anladım ve davranışlarımı buna göre söylediklerin neydi öyle Devran? Ne zamandır şekillendirmeye başladım. Anlamıyormuş gibi böyle düşünüyorsun?” diye sordu. “Sibel, bunlar davrandım, bunu kullanmaktan kaçındım, sade bir benim düşüncelerim veya kafamda kurduğum hayatı tercih ettim. Bunu kimseye açıklayamazdım şeyler değil. Bunu sen de biliyorsun.” diye karşılık çünkü. Sana bile…” verdim. Büyüttüğü gözleriyle bana bakmaya devam etti, “Ne yani insanların aklını mı okuyorsun, düşüncelerini mi görüyorsun? Tamam, aklımdan bir sayı tuttum. Bil hadi!” dedi sinirli bir ses tonuyla. “Hayır, akıl okuyamıyorum, duyguların kokusunu alabiliyorum. Korku, mutluluk, endişe, heyecan, aşk, her duygunun kokusunu alabiliyorum Sibel. Ürkütücü olduğunun farkındayım. Bir şey söylemene gerek yok, endişenin ve heyecanının kokusunu alabiliyorum.” Yere oturup sırtını kalorifere dayadı, ben de karşısındaki koltuğa geçtim. Gözlerini benden kaçırıyordu. Odayı dolduran ve birbiriyle karışan kokular midemi bulandırmaya başlamıştı, kendimi hemen açıklayıp bu durumu düzeltmek istiyordum. Bir süre kendini toparlamasını bekledim. 2
Şaşırmıştı. Elleriyle başını desteklemiş, gözlerini bana dikmiş, gülümser vaziyette ağzımdan çıkacak sözleri bekliyordu. Söyleyecek bir şeyim kalmamıştı, üstelik sonunda birine anlatabildiğim için kendimi çok huzurlu ve rahatlamış hissediyordum. Yanıma geldi, ellerimi avuçlarının içine aldı. “Şimdi ne kokusu alıyorsun?” dedi, derin bir nefes alıp “Biber turşusu ve diş macunu.” diye cevapladım. Bir kahkaha patlatıp “Yani?” diye tekrarladı, gülümsedim; “Aşk ve heyecan.”
Sen ve Ben Gecenin içinde yaşıyorsun. Karanlığın içinde. Sığlığın içinde. İnsan hava, su ve aşkla yaşar. Aşkı bahane ettiğin her kadın cesedi için biraz daha karanlık. Verdiğin her oy için inşattan düşen bir işçi. Bir başkası için işe gittiğin her gün bir grizu, bir göçük. Katil sensin, bu senin karanlığın ve sen ev adı verdiğin olay mahalline her akşam dönmektesin. Bir kadınla ya da bir erkekle, öpüşme! Öpüşmek yalansız dudaklar için. Kuşların gagaları, kedilerin burunları için öpüşmek. Havada döllenen polen, havanın suya, suyun toprağa boşalmasıdır yalansız olan. Karanlığın içinde yaşıyorsun. Toprağın altında. Bütün ormanlardan uzak, bütün gece seslerine mesafeli. Sen bütün suni göllere, barajlara ve plastik torbalara aitsin. Kuruyacak olan, sensin, senin nefesin. Sen, karanlığın içinde, ölüm senin içinde yaşıyor... Bütün intiharlar, bütün katliamlar, polis terörü ve devlet erki, bütün tahtaya kaldırılmış çocuklar senin içinde yaşıyor. Sorular çalışmadığın yerden geliyor.
marmara
Neyse seni boş ver. Ben nasılım? Ben karanlık, ben seni saran ölüm, ben sonsuz susuşlarının sınıf başkanıyım. Mezbahalar, plazalar ve rutubetli evinim. Sıkan pantolonun, topuk dikenin, basurun, kaşındıran sutyen kopçanım. Ben seni daima boğazlayan iki el, ameliyat yerin, kronik hastalığın. Ben buradayım. Karanlığın, güneşin önündeki perden, gözüne inen katarakt. Ben, sessiz kaldıkça sen, büyüyen ölümün, sönen tutkun. Sana şah damarın kadar yakın. Ben...
3
Kay覺p Notlar
4
Onur K繹k
O
halis muhlis
“Kâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi Kâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni.” Nesimi
Önce buraya nasıl geldiğimi anlatarak başlayayım. 24 yaşındaydım. Bu yaşıma gelene kadar birçok projede çalışmıştım. Memlekette iş yapan adamların başlarına gelenler hepimizin bildiği gibi. Ben de fazla göz önünde bulunmadan işlerimi yürütüyordum ki büyüklerin dikkatini çekmişti bu olay. Başıma bir iş geleceği korkusu vardı içimde ama bir süre sonra küçüklükten beri hayalim olan astronotluk teklifi ile geldiler. Memleketin ilk astronotu olmuştum. Memleketin uzaya çıkan ilk insanlarından biri olmuştum. Birkaç arkadaşım ile birlikte aya ilk adımımızı atmıştık. Fakat şimdiyse uzay araştırmacılarının emekliye ayırdığı uzay araçlarından farkı olmayan biri gibi hissediyorum. Besin kaynaklarımızı ayda üretebiliyorduk. Kendi ekosistemimizi kurmuştuk. Sabahları ürünleri topladığımız çiftliğe gider gerekli bir kaç incelemeyi yapardım. Uzay kapsülüne geri döner, analizleri yapar, dünyaya yollardım. Geri kalan vakitlerimde üstün görüş yeteneğine sahip teleskobum ile gün boyu uzayı ve dünyayı izlerdim. Bir gün dünyayı izlerken bulutların ardından yağmur altında kalanları görmüştüm. Yağmur yeryüzünden yükselen su buharları sayesinde oluşuyordu. O sırada eskiden okuduğum bir kitapta bilge bir filozofun bir lafı aklıma geldi. “Her şey sudan ibaret.” diyordu. Eğer her şey sudan ibaretse, yağmurdan kaçmak unuttuklarımızdan kaçmak demekti. İçgüdüsel bir davranış olarak unuttuklarımızdan utanıyor olabilirdik.
İnsanlar telaş içinde sağa sola kaçışıyorlardı. Sokaklar günün en işlek saatinde tenhalaşmaya başladı. Yağmuru gerçekten sevenler istifini bozmadan sokaklarda aynı hızda yürümeye devam ediyorlardı. Bugün izlenecek bir şey yok deyip kapsülüme geri dönmeye niyetlenirken onu gördüm. Bağcıkları çözülmüş botları ile sarı şemsiyesinin arasında kalmıştı. Bulutlarının yansımasını su birikintilerinin üstünden dağıtarak saklanacak bir yer arıyordu. Gözlerini yukarı çevirmiş, bulutlara dargın, öfkeydi ancak onlara hayran olduğu gökyüzüne bakışından anlaşılıyordu. Şemsiyesinin ıslanmasına engel olamadığı saçları, saçlarının bittiği yerde başlayan uçuşan kuş dövmeleriyse sakindi. Size biraz tuhaf gelebilir ama ona yaklaşmak, kendimi anlatmak, tanımak ve sakinliğinde kaybolmak istiyordum. O gün kapsülümde rahat uyuyamadım. Bir sonraki gün işlerimi çabucak halledip tekrar onu aramaya koyuldum. Gözümü aynı noktalarda gezdirirken bir evin çatısında teleskobuyla gökyüzüne bakarken gördüm onu. Ona bir şekilde burada olduğumu bildirmeliydim. İçimde tutamadığım bazı şeyleri ona söylemem gerekiyordu. Planımı hazırlamıştım. Acil durumlarda dünyaya ulaşmamız için tasarlanan özel aracı, ekibin uyuduğundan emin olduktan sonra özel bir iş için kaçıracaktım. Dünyaya yolculuğum uzun, inişim biraz zor olmuştu. Gelmiştim. Teleskobuyla yukarılara baktığı çatıdaydım. Gecenin perdesinin ardından parıldayan yıldızların altında, onun karşısındaydım. Ona yaklaşmak için adımımı attım. Bu benim için büyük, insanlık için küçük bir adımdı. Beni tekrardan dünyaya bağlamıştı.
5
Koğuş Kaaalk! Dostlar selam. Uzun zaman oldu yazmayalı, birbirinden değerli dostlarım yine çok güzel bir proje ile yazın hayatına devam kararı almışlar. Her yerlerinden öpüyorum onları. Neyse, konumuza dönelim.
Üniversite bitince ben de askere gitmeyi tercih ettim. Çünkü ülkemizde genel erkek profili, okulları vs. bitince hayatlarını idame ettirmek için çeşitli yollardan bir şeyler yapmayı tercih ediyorlar. Ben de askere gitmeyi tercih ettim. Neden bu tercihi yaptım hiç bilmiyorum ama yalnız ve güzel ülkemde zorunlu askerlik denen bir kavram var. Bunun saçmalığı ve gereksizliği üzerine birtakım martavallarda bulunmayacağım ama söylenen o şeyler doğru. Ha geçenlerde bedelli çıktı ama yaş, haddimin bayağı üzerinde olduğu için ben gelmek zorundaydım. Askerliğe başlaya 2,5 ay filan oldu, Jandarma olarak yapıyorum. Askerlik çok sayıda ilginç insanın bir araya toplandığı garip bir kurum. Çok sayıda garip insan. En doğusundan en batısına, en kuzeyinden en güneyine, çok sayıda insan. İlkokul mezunu da yüksek lisans mezunu da var. Bir şeyler anlatmaya başlamadan önce bilmeyenler olabilir biraz kavram açıklaması yapalım; Askerlik kavramı iki dönemden oluşuyor; acemi birlik ve usta birlik. Acemi birlikte 1 ay askeri eğitim alıyorsun, sonra çeşitli yerlere dağıtılıp 5 ay usta birliğinde de aldığın eğitimi uyguluyorsun. (Aslında böyle bir şey yok.) Devre: Aynı dönemde askere gittiğin adamlar senin devren oluyor. (OOO DEVREM var ya hani.) Mıntıka temizliği: Kendine ait belirli bir alanın oluyor ve orayı her gün pis olmasa bile süpürüp paspaslıyorsun. 6
müşkülpesent yumurta İçtima veya iştima: “BEYLER İŞÇTİMAAA!” diye bağırdıkları için ikisinden biri olmasıyla beraber, sayım anlamına geliyor. Sabah herkes kahvaltısını yapıp temizliğini bitirdikten sonra, öğlen ve akşam ise yemek saatlerinde önce alınıyor. Herkesi bir alana toplayıp sayıyorlar. Er Gazinosu: Eğlenceli bir yer. Çoğu zaman Kral Tv, ara ara ise arabesk çalan başka kanallar açık olur televizyonda. Playlist ise şu şekilde; Azer Bülbül, Cansever, Cengiz Kurtoğlu Tripkolik, Tarkan, Ömer Danış, Güllü ve bi’kaç yabancı apaçi şarkıcı daha. Acemilik dönemini 70 kişilik bir bölükte yaptım. Acemilik, seninle birlikte askere gelen adamlardan oluşuyor, yani hepsi kısa dönem olduğu için daha rahat oluyor. Gerçi bu adamların aralarında da anlamsız hareketlerde bulunan, sivil hayatta pek tutunamayıp askerde sorumluluk almayı seven lüzumsuz insanlar vardı. Onlar her yerde arkadaşlar. Askerlik, beyin köreltmek için mükemmel bir kurum. Sabah 6’da kalkıyorsun, kişisel bakım, kahvaltı, mıntıka temizliğini herkes 8’e kadar bitirip içtima alanında hazır bir şekilde beklemek zorunda. 8’de komutanlar gelip sayarlar, sonra akşam 5’e kadar eğitim. Yemek bulaşık filan derken günler hep böyle geçiyordu. 5 ranzadan oluşan 10 kişilik bir koğuşta kaldım. Acemilik dönemi boyunca gerçekten orijinal adamlar da tanıtım. Mesela Yusuf. Kendisi, bir yakın temas konuşandı. Konuşurken aranızda 10 cm filan oluyordu, bazen de anlamadan yanında bitiyordu. Hayır, bir gün birisiyle yiyişecek dilli milli, o olacak. Ankesör Anıl vardı. Günde 36 saat telefonla konuşurdu. Kiminle konuştuğunu ve ne konuştuğunu kimse öğrenemedi. Ona buradan sesleniyorum; yahu o kadar konuşacak ne vardı .mına koyim? Hijyen Aykut mesela. Çıplak elle bir şeye dokunmazdı. Elleri sürekli, ameliyata girecek doktora hemşireler eldiven giydirir ya, o biçim dolaşıyordu.
Ramazan Hoca vardı yan ranzamda yatan. Kendisi 5 vakit namaz kılıyordu. Ramazan’la bazen uzun sohbetler ederdik, iyi adamdı. Birbirimizin fikirlerini değiştiremesek de uzun uzun konuşurduk. Arada sabah namazlarına beni de kaldırırdı. “Yarın söz kılacağım.” diye diye hiç kılamadım. Kısmet işte. Evli adamlar da vardı, 30 yaşından büyük insanlar da. Ama askerliğin ilik kuralı; burada herkes 20 yaşında.
Genel olarak günlerim böyle geçiyor, mutsuzum ama keyfim yerinde. Bunları size yazarken AC/DC den Hells Bells dinliyordum. Şarkıya çok büyük ayıp ettim. Aranızdan birkaç iyi insan şarkıyı hak ettiği, dinlenmesi gerektiği yerde dinlesin. Neyse, burayı bir nevi gözlem yeri gibi, Türkiye’nin her bölgesinden gelen insanların oluşturduğu bir örneklem gibi düşündüm. Ve çok sevgili dostlar, durum gerçekten vahim.
Yalnız, komutanlar arkadaşlar, onlardan da biraz bahsetmek istiyorum. Dünyanın en boş işini yapıp bunu çok önemli gösteren ve kendilerini de önemli gören, ancak sivil hayatta selam bile vermeyeceğiniz insanlardan oluşuyor. (Birkaçını ayrı tutuyorum, birkaç iyi insan her zaman vardır.)
En önemlisi ise biteceğini bilmek, yoksa bu kurumda insan psikolojisi çok farklı bir hal alabilir. Karabük İl Jandarma Komutanlığından selamlar. 100 gün filan kaldı, takarak aşk kanadını, yakında geleceğim. Öptüm hepinizi.
7
Mahle
küçük kara balık
Göklerin tanrısı Zeus, hile yapanların masalarına şimşekler yağdırıyordu… Okuldaki sıra arkadaşımın babası, marangoz Haydar, çay ocağını boşlayıp kendini oyuna kaptıran kahvehane sahibi. Üzerimde Tarihten bağımsız bir zaman belirtmem gerekirse, tam altı göz, altı gözün altısında da aynı ifade. yağmurun arafta kalarak yağdığı günlerdi. O Babamın bulunduğu yeri işaret ettiler. Karakterler zamanlar her evde dışarı çıkmadan sabah ve konu değişmeden oynadığımız bir oyundu bu. güneşine karşı bir güvenoyunu oynanırdı. Babam beni gördüğü zaman oyunu bir başka Güvenmeyi tercih edenler koşar adım otobüs arkadaşına bırakır, yağmur suyunda demlenen duraklarına varır, otobüs gelene kadar daha az ıslanmanın savaşını verirlerdi. Ben hep güvendim… çayların ederi neyse öder ve serçe parmağını bana emanet ederek evin yolunu adımlardı. İstanbul’un iş yükünü bizim mahallenin yüklendiği Durumumdan hoşnuttum fazlasıyla. Babam için tezini şiddetle savunduğum günlerdi. Gidilecek aynı şey söz konusu değildi tabii. O ısrarla yerler alışana uzaktı, bildiğimiz uzak. Bana kahvehaneye bir başıma çıkıp gelmemi, sigara sorarsanız yıldızların da ötesinde! Halk dumanına girmemi istemezdi. Sigara dumanının ne otobüslerinde şehirlerarası yolculuk psikolojisiyle olduğunu bilmediğim zamanlardı o zamanlar. yol alırdık, bir sonraki durak hep olurdu. Bir “Babamın bulunduğu ortam sağlığa ne kadar zararlı keresinde durakları sayarken atmışlı sayıları olabilir ki?” diye düşünürdüm. Babam “Gelme.” gördüm... Evin fırınında dereotlu poğaçaların piştiği derdi, ben hep giderdim… zamanlardı o zamanlar. Annem, gönlümü eylemek Uzun boylu haylazlıklardan çok, uzun boylu için tabağa yerleştirme görevini hep bana verirdi. sevdalara düştüğümüz zamanlardı o zamanlar. Bir Yerleştirirken bir yandan da kaç tane poğaça var yan mahalledeki yaşıtlarımız kafalarına güneş diye sayardım. Annem “Sayma, bereketi kaçar!” geçene kadar dışarda top koşturmaktan, boş derdi. Şoför bilmezdi, yolcu bilmezdi, gittiğimiz yol fincanlarda olmayan kahveleri yudumlamaktan pek bilmezdi. Durakların da bereketi kaçsın diye ben keyif alıyordu. Bizim mahallede ise her on saniyede hep sayardım… en az bir çocuk karşılıksız sevdaya düşüyordu. Mahallelinin bir tabak yemekle birlikte bir tam Mahalledeki aileler çocuklarını okul öncesi eğitim ekmek yediği günlerdi. Biten yemeklerle birlikte ve olarak hayat okuluna yazdırırdı. Sene içinde pek tabii mahalleli bilincimizle bir “hava alma” fikri yaşadığımız hayal kırıklıklarının ortalaması beş peyda olurdu zihinlerde. Babam bu fikri genelde gelirdi. “Karşılıksız" kelimesinin anlamını okul kahvehaneye giderek eyleme dökerdi. Zamandan sıralarından önce öğrendiğimiz zamanlardı o bihaber uzun boylu sohbetlere, çay kaşığı ve okey zamanlar. taşı sesine dalıp gidilen akşamlardı. Daracık Hurdacılara eşya, bakkala ise depozitolu şişeleri evlerde kendi kalabalığımıza çekilme vakti vermekten başka geri dönüşüme bir katkımızın geldiğinde babamı çağırmak için kahvehanenin olmadığı zamanlardı. Evlerinde A-Z’ye Temel yolunu adımlardım. Kapalı alanlarda sigara içme Britannica ansiklopedisi olan komşunun kapısını, cezasının olmadığı zamanlardı o zamanlar. İçime ödev derdine düşerek haftanın her günü çaldığımız çektiğim nefesin şiddeti, kahvehanenin zamanlardı. Hafta sonu kahvaltılarında kızartmak havalandırması ile yarışır ve açık ara farkla alırdı. için fırından iki ekmeklik hamur aldığımız lezizoğlu İçilen sigaralardan olacak, gri bir duman leziz zamanlardı... kahvehanenin tam ortasında yer etmişti. Hayal gücünün de yardımıyla çok sonra bir yağmur Çocukluğumun önünde saygı ile eğiliyorum… bulutuna dönüştü. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında oyunlar devam ediyor, masaya gelen çaylar yağmur suyu ile demleniyordu. 8
Yıldızlar (Çeviri)
ottosaltı
YILDIZLAR Bazı uykum kaçtığı geceler, Düşünmemek için kötü şeyler, Koşar yıldızlar seyrederim, Sabahı kollayan penceremden. Yıldız yoksa şaşmam düşüncemden, Yıldızları kendim halkederim. Yıldızları halketmekle geçer, Bazı uyku kaçtığı geceler. -Cahit Sıtkı TARANCI
STERNE Manche Nächte, der Schlaf entflohen Schauend auf die Sterne da oben Um nicht über schlechte Sachen zu denken Am Fenster auf den Morgen lauernd Selbst über erfundene Sterne staunend Von bewölkten Himmeln nicht abgelenkt So vergeht die Zeit da oben Manche Nächte, der Schlaf entflohen
STARS On nights when sleep escapes me, From my thoughts I try to break free, At my window, gazing overhead, Watching the stars, waiting for light. Starless skies mean a pensive night, So in my head, stars I beget. Hours go by, imagining, On nights when sleep escapes me.
(Otuz Beş Yaş, Can Sanat Yayınları, 47. basım, Istanbul, 2014. S. 106) Konuk iştigalci - 9
Kahveci Sokağı “Koşuyor altı yaşında bir oğlan, uçurtması geçiyor ağaçlardan, siz de böyle koşmuştunuz bir zaman. Çocuklara kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin.” -Nazım Hikmet
Ülkenin geçim kaynağının günümüzdeki gibi AVMcilik ve inşaatçılık olmadığı bir dönemde geçirdim çocukluğumu, şehirlerin suratına bir nebze de olsun bakılabiliyordu. İnsanların yürüyeceği kaldırımlar henüz gasp edilmemişti ve insanlar arabalardan daha değerliydi… Soğuğun insanın içine işlediği, nefes almayı zorlaştıran bir kış mevsim yaşanıyordu. Her kış soğuk olurdu ancak bu kış biraz daha fazla soğuktu. Bu kadar soğuğun bir ödülü olmalıydı, bu kadar soğuğa maruz kalıyorsak kar ile ödüllendirilmeliyiz. On iki yaşlarındaki beş çocuğun adalet mekanizması bu şekilde çalışıyordu. Okul dağılmış, şallarımızla suratlarımızı kapamış ve berelerimizi başımıza çekmiştik. Hafta sonunun gelmiş olmasının verdiği sevinçle daha bir hevesli tırmanıyorduk, tepesinde evlerimizin bulunduğu yokuşu. Yol boyunca akşam yapacağımız eylemin detaylarını konuştuk. Nihat tüm konuşmayı özetledi; “Herkes akşam tam 12’de Kahveler sokağının önünde olacak ve her ihtimale karşı herkes en az 10 litre su getirecek. Ali, evden hortumu getirecek. İsmail ise deponun anahtarını getirecek. Ali ve İsmail bunları getiremezse, hepimizin getireceği suları kullanacağız.” Evdekilere hiçbir şey çaktırmamaya çalışıp tüm gece sessizce bekledim. Sessizce beklemem bile dikkat çekici sayılırdı ama yorgunluktan pestili çıkmış anne ve babamın benim halimi sorgulamaya dermanı yoktu. Okuldan geldiğimde iki tane beş litrelik şişesi suyla doldurmuş ve kömürlüğün içine gizlemiştim. Saat 11 gibi tüm ev uyumuştu. 12
ikircikli Montumu giymiş, şalımı ve şapkamı elime almış yorganın altına girmiştim. Saatimin on beş saniyede bir sönen ışığını açıp bakıyordum. Zaman, beklediğin bir şey varsa çok daha ağır geçiyor. Saat 11.50’de usulca evden çıktım. Kapıyı kapatırken, daha az ses çıkması için yavaş yavaş kapatıyor ve bu kapı kapama işlemi sırasında gözlerimi kısıyordum. Kömürlükten aldığım iki şişe suyla birlikte dengemi toparlamaya çalışarak yürüyordum. Sağa sola sallanarak yürüyen bir ayyaş gibiydim. Kahveler sokağına vardığımda saat 11.54 idi, görünürde kimseler yoktu. Eskiden 4 tane kahvehane varmış aynı yol üzerinde o yüzden buraya Kahveler Sokağı deniyormuş. Şimdi ise bir tane kahvehane bir tane bakkal dükkanı var. Geri kalan tüm dükkanlar boş veya depo olarak kullanılıyor. Ali boynuna sardığı hortumla sırıta sırıta yanıma geldi. Elinde anahtarı şıngırdatan İsmail, Nihat’la beraber yolun başında göründüler ardından pazar arabasıyla Uğur geldi. Sağdan soldan bulup doldurduğu beş su şişesini taşımak için annesinin pazar arabasını aşırmış. Deponun kapısını açtık. Kapının girişinde bulunan musluğu açtık. “Tısss.” Tüm plan musluktan su akması üzerine kuruluyken gelen bu sesle hepimizin yüzü düştü. İsmail, deponun arka tarafına doğru hareketlendi. “Vanaya bakıp geleceğim.” diyerek karanlık içinde kayboldu. Boğazına bir şey kaçmış bir insan gibi öksürerek akmaya başladı musluk. İsmail büyük bir iş başarmanın gururuyla yanımıza geldi. Hortumu taktıktan sonra dışarı çıktık. Mahalle yokuşunun başından aşağıya doğru su tutmaya başladık. Nihat, yolun tepesinde elinde hortumla sağa sola yürüyerek, yüksek yokuşu ıslatıyor. Biz de getirdiğimiz suları yokuştan aşağıya döküyorduk. Görevimizi gerçekleştirmenin verdiği gururla evlere dağıldık.
Zaman geçmek bilmiyordu, kafamı gömdüğüm yorganın altında belirli aralıklarla mavi ışığını yakıp saatime bakıyordum. Sabah olduğunda montumu, şalımı şapkamı takıp, kömürlükten aldığım yarısı kesilmiş bidonla Kahveler sokağına doğru koştum. Hayata dair hayal kırıklıklarımın başladığı andı bu an. Daha sonra yaşayacaklarım yanında esamesi okunamazdı ama üzülmüştüm. Geceden ısladığımız yokuşun tamamen buzla kaplı olması gerekiyordu ancak meydanda toplanan mahalleliler ve yokuşun sağına soluna çekilmiş polis arabaları, yola dizilmiş polisler çocukça eğlencemizi engel oldular. Yokuştan aşağı kayma hayalimize kolluk kuvvetleri müdahale etmişti anlayacağınız. Elimizde yarım bidonlarımız ve beş karış olmuş suratlarımızla mahallede olan biteni anlamaya çalışıyorduk.
Henüz çocuktular ve hepsi bir Ahmet Kaya şarkısına bitip gittiler. Hoşça kal canımın içi, hoşça kal…
Biber gazı kapsülleri senkronize bir şekilde patlamaya başladı. Biber gazı kapsülleriyle adete müzik yapıyorlardı. Destan yazmadan sonra şimdi de müzik yapmaya başlamışlar. Çalınan melodiye kulak kabarttım, o an anlamasam da sonradan bunun ölüm marşı olduğunun farkına vardım. Ateşlenen fişeklerin ardından mahallelinin bir kısmı barikat kurmaya bir kısmı ise sığınacakları yer aramaktaydı. Biz kaçmak için var gücümüzle koşmaya başladık. Nihat hepimizden hızlı koşardı. Aramızdaki mesafe gitgide açılmaya başladı, ara sokakların birine saptık. Kaçtığımızı zannederken aslında sonumuza yaklaşıyormuşuz. Dar sokakta bizi bulamazlar düşüncesi, içimizdeki korku ve panik duygularını bir nebze olsun yatıştırdı ancak sokağın önünden geçen insanların sesleri ve polislerin köşeye sıkıştırıp dövdüğü insanlar. Hepsi sadece yapmayın diyebiliyordu. Biber gazı kapsülünün bir insanın başına gelme ihtimalini hiçbir matematik denklemiyle hesaplayamazsınız. Bu ihtimalin gerçekleşme ihtimali sadece kapsülü atanın vicdanına bağlıdır. Ara sokağa döndüğümüz anda art arda iki tane fişek sesi duyuldu ve ardından Uğur ve Nihat’ın yol üzerine uzanmış bedenlerini gördüm ve bir de yağmur için yapılan oluklardan aşağı doğru akan kanlarını…
Berkin Elvan, Nihat Kazanhan, Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz ve nicelerinin anısına…
13
Kay覺p Notlar
14
Onur K繹k
Alkım
gece
Çıkardığı tişörtüyle ağzını sildikten sonra giydirebildik üstünü. Sarıldım bir anda ona. Kadın duruldu. Eminim ki uzun süredir görmediği bir sevgi gösterisiydi bu. Ben tam kadını sakinleştirdim derken, aradan bir polis kafasını uzattı. Alıp Çok uzak bir yerden sesleniyorum size. Sesimin götürmeye çalıştılar kadını, böylece her şey başa duyulduğundan emin değilim. Burası gerçek dünya döndü. En sonunda polis “Çekin ‘şunu’ şuradan.” gibi değil. Gerçek dünyada her gün solan dedi ve işte ben o zaman açtım ağzımı, yumdum gökkuşakları, burada gülümsüyor bizlere. Bugün gözümü. Durdum ve polise bağırmaya başladım. size bir hikaye anlatacağım. “Siz onu bu hale getirdiniz.” diyordum sürekli. Yaz mevsiminin geldiği, hatta geçmekte olduğu bir Başka bir şey çıkmıyordu ağzımdan. Çünkü olan gündü. Dilencilerin, seyyar çaycıların ve simitçilerin, başka bir şey de yoktu. “Üniformanın yüce gücü.” dedim. Polisi de böyle gözü kara hale getiren etkili olur diye başımızdan aşağı güller yağdıran, üzerindeki iğrenç lacivert üniformaydı. O da yapıştı mı sahiden yapışan gül satan gençlerin iş biliyordu, bu saçma kıyafet ve üzerindeki arma merkezi olarak kullandığı bir parkta ağaç olmasa kendisinin de bir değeri yoktu. Bu gerçeğin gölgelerinin tadını çıkarıyorduk. Kuzenimleydim. altında eziliyor, ezdikçe de güçlendiğini sanıyordu. Kuzenim selvi boylu denecek kadar uzun, bir o kadar da zayıftı. Havadan ve sudan bahsederken Kalmaya zaten merakı olmayan polisi çabasız bir anlam veremediğimiz bir gürültü koptu. Tipik şekilde gönderdikten sonra kadını çimenlere meraklı Türk insanı olarak, vatani görevimiz yatırdık. Sürekli benimle konuşuyordu. Sanki her kalabalığın arasına karışıp olayı anlamaktı. şey siyah da, bir benim görüntüm varmış gibiydi Toparlanıp hemen kalktık. Birkaç basamak indik ki gözlerinde. Gözlerindeki o yorgunluğu gördüm. bir kadın gördük. Üstünü çıkarmış, yolun ortasında “Kurtulacağız.” dedim. “Hep beraber kurtulacağız bağıra bağıra bir şeyler söylüyordu. İlk önce, bu işin içinden. Sıyrılacağız buradaki herkesten. Ve gündemdeki kadın haklarıyla ilgili herhangi bir olaya en güzel halini göreceğiz güneşin. İşte tam o gün dikkat çekmek için kasten yaptığını sandım. Çok bizim için doğacak.” sonralarda anlayacaktım kadının bir transseksüel Adının Buket olduğunu o zaman öğrendim. olduğunu ve tam o sırada sinir krizi geçirdiğini. Durmadan bağırıyor, akan makyajlarını temizliyordu Toplanmış insanlar, kadını sakinleştirmeye çalışan yüzünden. Ben de saçlarını okşuyordum. Daha tuhaf görünümlü bir erkek, küfreden ağızlar ve bir sonra sağlık görevlileri geldi. İşte o curcuna tekrar de dehşete düşmüş gözlerim vardı olay mahallinde. kopmaya başladı. Sağlık görevlileri Buket’i Kişilik özelliğimdir, birilerine zarar gelen bir olay çekiştiriyordu ambulansa binmesi için, o bana olduğunda kendime gelmiş gibi hissedip bir anda sarılıyor, onu bırakmamamı söylüyordu. Kuzenim ağlamaya başlarım. Kuzenim “Sen dur burada ise tüm bu silsilenin içinden beni koparmak için Alkım, ben sakinleştireceğim kadını.” deyip kolumu çekiyordu. Arada kalmıştım. En sonunda yanımdan ayrıldı ve ben de olayları görebileceğim bedenimin yırtılıp ruhumdaki tüm çiçek tohumlarının uzak bir yere sindim. İnsanları izledim. Gözlerindeki etrafa saçılacağını sandım. Öyle bir şey olmadı. şiddeti ve nefreti gördüm. Bağıran kadının Dünyanın bu halini gördükten sonra ne benim midesindeki acıyı çektim içime. Kuzenim kadını içimde çiçek tohumu kalmıştı ne de bedenim sakinleştirmeye çalıştıysa da sonuç alamadı. En yırtılmıştı. sonunda dayanamayıp ben girdim araya. Kadın Türkçe, İngilizce ve Almanca olarak küfrediyor, çığlıklar atıyordu. Ve ben de onu Türkçe, İngilizce bir de çat pat bildiğim Almancamla sakinleştirmeye çalışıyordum. Ağzından adeta köpükler çıkıyordu. 15
Etrafta olayla ilgilenen “anlayışlı” insan kesiminin sağlık görevlilerini de uzaklaştırdığını gördüm en son. Kollarım acıyordu. Buket öylesine güçlüydü ki. Bedeni bu kadar güçlü olan birinin, ruhunun böylesine zayıflatıldığını görmek bana acı veriyordu. Her şey bitti ve biz yine sakinleştik. Vücudundaki yaraları gösteriyordu. Bağırıyordu boğazını göstererek, “Tek sağlam yerim işte burası. Onu da ben keseceğim zaten en kısa sürede.” Hayata ve her Allah’ın günü nefes almakla lanetlendiğine küfürler yağdırıyordu. Gözümün önünde farklı tonlarda bir sürü siyah canlandı. Saati tamamen aklımdan çıkarmış, kendimi Buket’e vermiştim. Kuzenim saatin 8 olduğunu ve artık gitmek zorunda olduğumuzu söyledi. Kaç saat geçtiğinden haberim dahi yoktu. Buket’ten ayrılmak istemiyordum. İnsanların çirkin yüzleri ve acınası bakışlarıyla tekrar karşı karşıya bırakmak istemiyordum onu. Yarın geleceğimi ve onu göreceğimi söyledim. Üstüne ekledim, “Bir kağıda telefon numaramı yazayım, bir şey olduğunda ararsın beni.” Gelen cevap sahiden ironikti, “Hayır, yapma. Beni döverek fermuarlı cebimdeki telefonumu çalıyorlar. Senin de numaranı alıp sana zarar verebilirler.” “Sana zarar verebilirler.” Buket’in tonlayışı, sesindeki çaresizlik hepsi gözlerimde büyüdü. Kulaklarım tekrar ve tekrar oynattı o cümleyi. Yanından ayrılırken anneme selam söylememi istedi. Ve ekledi, “Anneler şu dünyadaki en değerli varlıklarımız, git ve ona sarıl.” Bu kadın, diye düşündüm. Bu kadın bugün bana çok önemli bir ders verdi. Çoğunlukla yolda karşılaşırdım herhangi bir transseksüelle. Madem itiraf ediyoruz; ben de korkardım onlardan. Çekinirdim. Ve gördüm ki onlar, sizden bizden farklı değiller. Hatta ve hatta farklı değiller. Onlar, bizler. Yüzlerindeki acı, bizim nefretimizin yansıması. Onlar salt acıydı. Onları acının fiziksel haline dönüştüren bizlerdik. Çünkü tek istedikleri, onları kabul ettiğimizi gösteren küçük bir onay kırıntısı biraz da sevgi tutamlarıydı. Bir insanın hayatı, bu kadar değersiz olmamalıydı. Bir insan, başka bir insandan dolayı hayatına kıymamalıydı. Benim adım Alkım. Ve aslında onlar, gökyüzündeki en parlak alkımlardı. 16
Eylül Cansın anısına. Alkımın bir rengi daha siyaha boyandı o gittikten sonra.
Vampirle Görüş-me! VAMPİRELLA (Bayan vampir) Çocukluk: Bu tür, genellikle memur çocuklarından çıkar. Beslenme: Çalışanların kanını emerler; bazı günler kan kayıpları olduğundan ayar kaçabilir. Şekil şemal: Güzelden ziyade bakımlı olurlar. Dişler belirgindir. Boy maksimum 1,65’de kalır ama biz onları +8 cm görürüz. Çalışanlarına olan tutum: Erkeklere karşı sabırlıdırlar; kadınları aşağılar; patronluk taslar; bağırıp çağırırlar. Ofis odaları: Odaları temizdir. Doğayla ilgiliymiş gibi muhakkak odada çiçek olur. Masalarının üzerinde hesap makinesi; evlatları varsa onların çerçeveli fotoğrafları olur. İki adet kesonları olur. Bunların içinde savaş çıksa 4 toplantı çıkarılabilecek makyaj malzemesi bulunur. Odada mutlaka giysi dolabı vardır; yine burada da en az iki ekstra gömlek ve topuklu ayakkabı bulunur. Sanata olan düşkünlük: Ofis duvarlarında en çok tercih ettikleri, inandırıcılığı olmayan aşırı mutlu aile fotoğraflarıdır. Klasik tablo olacaksa da ölü doğa resimlerini severler. Evcil hayvan: Hayvanları yoktur. Çocukları illa isterse en minik boyundan köpek alırlar. (beagle) Spor ile olan ilişki: Aletli pilates yaparlar; yürüme bandında yürürler. Milli takımı tutarlar. Sağlık: Sigara içmezler. Hep sivri burunlu topuklu giydikleri için ayakları üçgen şeklindedir. Devamlı fondöten sürdükleri için, kafaları vücutlarından farklı renktedir. Bunu saklamak için fular takarlar. Maddi durum: Durumları iyidir. Standart vampirlerden daha tutumlu oldukları için bir ev ve bir yazlıkları, arabaları, bankada birikimleri, özel sağlık sigortaları, hayat sigortaları, deprem-selyangın sigortaları, hırsızlığa karşı eşya sigortaları bulunur. Ev: Etiler-Levent civarında otururlar. Evleri fena değildir. Mimar arkadaşları vardır. Beraber Maison Française dergisi bakıp evi ona göre döşerler. Ulaşım: Erkeklerin aksine arabaları pis olur. Bagajda kaderine terk edilmiş ayakkabılara rastlanır. İçki tercihi: Kırmızı şarap içerler. Medeni durum: 30-35 yaş aralığında hızlıca evlenirler ama bu stratejik bir karar olduğundan çocuklar 9’lu yaşlara gelmeden boşanıp hayatlarını yaşarlar.
angel Eş tercihi: Dişlerine denk erkek vampirlerden hoşlanırlar. Giyim: Trendlere uygun giyinirler. Kafayı pırlanta ve parfümle bozmuşlardır. (Dolce Gabbana, Chanel, Prada) Karakteristik özellikler: Her yıl zam yapmaktan hoşlanmazlar. Sözlerinde durmazlar. Kaba ve dengesiz olurlar. Hamilelik ve boşanma dönemlerinde öldürücü olurlar. Hırslarını ayarlayabilirlerse iyi iş kadınları olabilirler Burç: Genelde toprak ve ateş grubu burçlardan olurlar. İşte tutunmak için yapılması gerekenler: 7-24 çalışın, arada çalışmanın ne kadar faydalı olduğundan bahsedin. Atasözlerinden destek alın (“işleyen demir ışıldar” vs.) Kovulmak için yapılması gerekenler: Özel günlerinde herhangi bir konuda itiraz edin. YARIM-KAN VAMPİR Çocukluk: Genelde bu türler işçi çocuklarından çıkar. İşlerini kendileri kurarlar. İşçi olduklarından sizi anlamaya en yakın türdür. Yeterince yakından bakarsanız boyunlarındaki ısırık izini muhakkak görürsünüz. Bizim gibi memur çocuğu olmadıkları için hiçbir şeyden korkmazlar. Bodoslama atlarlar. Çünkü müteşebbis oldukları dönemde babaları “Aman yavrum, elinde bir bilezik olsun, kendi işini kurma, az paran var onu da batırma. Bu işin vergisi var, hesap kitap zor işler, sen ne anlarsın bunlardan?…” dememiştir. Beslenme: Kan tadına tam alışamamış tiptir. Ev yemeğini çok sever. Şekil şemal: Genelde yakışıklı olurlar. Dişler miniktir, görmek dikkat ister. Uzun vadede göbekleri olur ya da saçlar dökülür. Çalışanlarına olan tutum: Kızdıkları zaman çalışanlarına bağırıp çağırmazlar. Sabırlı ve sakindirler. Ofis odaları: Odaları minimalist olur. Rahat koltukları olur. Genelde tek renk takıntıları vardır. Masalarının üzerinde bir iki eğlenceli eşya ve sevdiklerini hatırlatan bir şeyler olur. Sanata olan düşkünlük: Ofis duvarlarında bir fotoğraf sanatçısına ait resimler ya da pop art sanatçılarına ait serigrafi örnekleri olur. Spor ile olan ilişki: Fitness’a başlar ve gitmezler. Beşiktaş’ı tutarlar. 17
Sağlık: Sigara içmezler, eğer içiyorlarsa da bırakmayı düşünmezler. Maddi durum: Durumları iyidir. Arabaları vardır. Evleri kendilerine ait olabilir, değilse de yüksek kiralarını şirketleri filan öder. Büyük saatleri, bankada birikimleri, çeşit çeşit sigortaları vardır. Ev: Nişantaşı civarında otururlar. Ev konusunda arada kalmış bir türdür. 1- tarihi dokulu evler 2bahçeli evler 3 teraslı evler. Bunlardan birinde yaşar; diğerlerinin özlemini çekerler. Evlerinde en çok kitap, resim, cd-plak olan gruptur. Evcil hayvan: Karar verebilirlerse kedi ya da köpek alırlar. Ulaşım: Arabaları vardır. Motor almak isterler ama cesaret edemezler. İçki tercihi: Haftada bir gün meyhaneye gider rakı içerler. Kalan zamanlarda tüm içkileri homojen olarak tüketebilirler. Medeni durum: Tek eşlidirler. Kız arkadaşlarıyla bir türlü ayrılık konuşması yapamadıkları için evlenmek zorunda kalırlar. Çocuklarına manalı isimler koyarlar. Eş tercihleri: Doğal görünümlü, uzun bacaklı, değişik meslekli kadınlara ilgi duyarlar. Giyim: Spor giyinirler. Deri ceket filan çok yakışır (Puma-Mavi- Diesel) Karakteristik özellikler: Gerekmedikçe ısırmaz. (Brad Pitt sendromu) İşçiler onları sever; neredeyse bizzat kendileri kan vermeye gelirler. Patronluk takıntıları yoktur. Biri “Hey seni vampirlikten çıkardık.” dese “İyi naapiim?” der. İşten adam çıkartmak onların görevidir ama bunu yaptıktan sonra üzüntüden harap olduklarından bu görev iş tanımlarından çıkartılmıştır. Diğer vampir türlerinin, işçileri bezdirmeden çalıştırmaları için her müesseseye bu tip bir vampir almaları gerekir. Zira yarım-kan vampirler, işçilerden alınacak kan miktarını dengede tutan bir köprü niteliği taşır. “Bu iki adaletsiz dünyaya adalet getireceğim.” diye çırpınmaktan saçları 40’ından önce beyazlayan bu tür, nihayetinde mutluluğu Datça’da narenciye yetiştirerek bulur. Burç: Genelde su grubu burçlarından olurlar. (Yengeç-balık) İşte tutunmak için yapılması gerekenler: Çalışır görünün. Kovulmak için yapılması gerekenler: Dolunay’da onu kızdırın. VAMPİRCİK (WANNABE) (Vampir olmayı çok ama çok isteyenler) 18
Çocukluk: 80’lerde doğmuş kayıp kuşaktır. Kısa sürede zengin olmak isterler. En gıcık tiptir. Beslenme: Çalışma arkadaşlarına sanki onlar kendi çalışanlarıymış gibi bakar. Bir punduna getirip minik bir proje kapar da vampir olabilirlerse vay halinize! Şekil şemal: Tipleri normal çalışan gibidir. Dişler yeni çıkmakta olduğu için takma diş kullanırlar. Çalışanlarına olan tutum: Standart vampir gibi gözükmek için mütemadiyen bağırıp çağırırlar. Ama bağırmak zorunda kalmalarının esas nedeni, söylediklerini kimsenin takmamasıdır. (çalışma arkadaşları tarafından en çok takma-isim verilen türdür: “sidikli”, “dünkü b.k” gibi) Ofis odaları: Standart vampirlerden kalan en minik, kenar köşe ofisi ona verirler. Masalarının üzerinde çok şahsi şeyler bulunmaz. Devamlı sektör dergileri okuyup eksik kapatma gayretindedirler. Sanata olan düşkünlük: Sanattan anlamazlar. Spor ile olan ilişki: Bayan tenis maçları ve bayan jimnastik turnuvalarını takip ederler. Sağlık: Sigara içmeseler bile rol modelleri Drakula olduğu için, puro içerler. Maddi durum: Durumları iyi falan değildir ama öyle görünürler. Kirada otururlar ve arabaları şirket arabası olur. Kenarda birikimleri olmadığı gibi borçları bile olabilir. Ev: Merkeze yakın yeni yerleşim yerlerindeki stüdyo dairelerde otururlar. En büyük emelleri ünlü rezidanslara yerleşmektir. Ulaşım: Pahalı arabaları vardır ama benzin alacak paraları olmaz. İçki tercihi: Standart vampir ne içerse onu içerler. Medeni durum: Genelde av peşindedirler. Eş tercihi: Kafası çalışan kadınlardan aşırı tırsarlar. Manken kızlara asılırlar ama tavlayanını görmedim. Giyim: Trendlere uygun giyinmeye çalışırlar ama pahalı olduğu için iyi kalite taklidi alırlar (MacosteHakko-Seymen vs.). Karakteristik özellikler: Densiz olurlar. Bulunduğu yere eski arkadaşlarının üzerine basarak geldikleri için sevilmediklerini bilirler. Çalışanlarla dalga geçme eğilimindedirler. Ağızlarına tokat atılasıdır. Burç: Büyükbaş İşte tutunmak için yapılması gerekenler: Kendisine mahsuscuktan da olsa standart vampirmiş gibi davranın. Kovulmak için yapılması gerekenler: “Sen kimsin lan? Seni kim takar sümüklü?” deyin.
Masadan Ayrı
şef
Su bardağında içtiği şarabı kim bilir kaçıncı defa kafasına dikmişti bu akşam. Ardından dibinde tortular bulunan bardağa biraz daha şarap doldurarak artık hiçbir şekilde dahil olmadığı sohbetten biraz daha uzaklaşmak ve sadece kendi sesini dinlemek, hatta hiçbir sesi dinlememek ve kendini sarhoşluğun biraz tatlı, biraz endişe verici ve biraz da boş vermişlik barındıran boşluğuna bırakmak için masadan kalktı ve kendini odanın diğer köşesinde bulunan ikili koltuğa bıraktı.
yanlarına gitti. Sohbetin merkezinde bulunduğu anlaşılan kişi ekranında çıplak birinin fotoğraflarının bulunduğu anlaşılan telefonu ona doğru uzattı. Alkolün etkisiyle gözleri bulanık gördüğü için gözlerini biraz daha kısarak baktı fotoğraftakinin kim olduğunu seçtikten sonra “Bu kız senin sevgilin değil mi?” diye sordu. “Evet.” diye cevap verdi karşısındaki telefonu uzattığı elini indirerek. Konuşurken büyük bir zafer kazanmış komutan edasıyla sırıtıyordu. “Bu kız seni seviyor ve belli ki sana güveniyor; ona böyle mi karşılık vermen Masada bıraktığı arkadaşlarının son derece keyif gerekiyordu?” diye sakinliğini bozmayan ama aldıkları gözlenen sohbetleri sık sık kulak ciddiyetini de belli eden bir tonda çıkıştı. Ona farklı tırmalayıcı bir boyuta varan kahkahalarla bir dünyadan gelmiş ve bu dünyanın gerçeklerinden bölünüyordu. Bu konuşmaları takip etmeyi bırakalı bir haber biriyle karşılaşmışlar gibi baktılar. “Lan ve kendini ortamdan soyutlamaya başlayalı epey bir sen ne diye düşünüyorsun bunları, sana mı kalmış? süre olmuştu. Ne hakkında konuştuklarını, bu denli Yakında tekmeyi koyacağım zaten.” diye cevapladı güldükleri şeylerin neler olduğunu bilmiyordu. bu hiç beklemediği çıkışı. Bunun yanında Merak da etmiyordu zaten. “Keşke hiç yüzlerindeki o iğrenç sırıtış hala yerli yerinde gelmeseydim.” diye düşündü. Gelmeseydi de duruyordu ve bunu gördüğünde onlarla artık hiçbir yapacak daha iyi bir seçeneğinin olmadığı aklına şekilde anlaşamayacağını, asla aynı noktadan gelince pişmanlık duymaktan vazgeçti. bakamayacaklarını anlamıştı. Odayı kaplayan yoğun sigara dumanlarının Başını iki yana sallayıp geriye döndü ve ikili arasından ifadesiz, donuk, göz kapaklarını bir an koltukta duran sigara paketinden bir sigara çıkarıp bile kırpmadığı gözlerini tekrar onlara doğru çevirdi yaktı. Gözleri raflarda duran kitaplara takıldı. ve onları izlemeye başladı. Sarhoş oldukları zaman Edebiyatı, kitapları gerçekten seven ve çokça bayağılıkları iyice meydana çıkıyordu. “Şu anda okuyan biriydi bu adam. Bu geceki gibi boş ölseler dünya hiçbir şey kaybetmez. Hatta bu kadar konuşmalarının dışında sık sık bahsederdi bu niteliksiz ortadan kalktığı için dünyanın nitelik ilgisinden. Tekrar sinirli sinirli yanlarına gitti ve hiç ortalaması artar.” diye geçirdi içinden. Onlara karşı oturmadan “Sen bunca kitabı bunun için mi içinde en ufak bir sevgi beslemediğini, onlarla okudun?” dedi. paylaşacak hiçbir şeyinin bulunmadığını ve onlarla tamamen alışkanlıktan, biraz da mecburiyetten dost “Sait Faik’in hikayelerinin içini ısıttığından, Oğuz olduklarını sandığı yanılgısını taşıdığını fark etti o Atay’ın cümlelerinin kavrayışını artırdığından, anda. Turgut Uyar’ın dizelerinin seni nasıl kendinden aldığından bahsederken sana değer veren bir Gözlerini onlardan ayırıp belirli belirsiz düşüncelere insanın düşeceği durumu düşünmeyeceksen, daldığı bir esnada masadakilerin ona seslendiklerini üstelik onu bu duruma bizzat kendin düşüreceksen, işitti. Başını çevirip tekrardan onlara baktığında yalnız kendi aldığın hazzın farkında olup iyiden iyiye kendilerinden geçmiş olduklarını gördü. karşındakinin üzüleceği ihtimalini aklına Her biri bağırış çağırış bir şeyler söylerken getirmeyeceksen ne için okudun tüm bunları? Tüm içlerinden birinin söylediklerini güçlükle anlayabildi: bunlar seni iyi bir insan, en azından samimi ve “Gel gel, kaçırma bunları.” pazarlıksız bir insan yapmayacaksa ne diye verdin kendini tüm bunlara?” Ayağa kalkıp da sendelediğinde ne kadar sarhoş olduğunun farkına vardı. Ağır ağır yürüyerek 19
Bir süre hiç konuşmadan, birbirlerinin suratlarına bakmadan durdular. Sonra karşısındaki aniden “Ben böyle şeylere gelemem, bas git!” diyerek bu sessizliği bozdu. “Ne güzel.” diye düşündü içinden. “Böyle şeylere gelemezsin ama başkalarını zor bir duruma getirebilirsin.” Bu adam kendini özgür ruhlu, bağımsız karakterli, hayatını istediği gibi ve anlık yaşayan biri zannediyordu ama işin gerçeği, aslında düşünceden ve duygudan mahrum bir ruhsuzdu. Midesi bulanmaya başlamıştı artık. Montunu alıp kapıya doğru yöneldi. Tam çıkacakken boğazının aşırı şekilde kuruduğunu hissetti ve su içmek için mutfağa girdi. Ardından tekrar odaya geldi, o kadar sarhoşlardı ki az önceki tartışmayı hemen unutmuş gözüküyorlardı. Ses tonları daha da azalmıştı ve artık yavaş yavaş sızacakları belli oluyordu. Kendisinin durumu da pek farklı değildi. Eline, koluna ve bacaklarına hükmetmekte zorlanıyordu. Yanına almadığını fark ettiği sigara paketini montunun cebine koydu, odanın camlarını kapattı ve evden çıktı. Apartmandan çıktığında, kapının önündeki merdivenlerde oturan apartman kapıcısı Yaşar Abi’yi gördü. “Oo genç, hayırdır bu saatte nereye böyle?” diye sordu Yaşar Abi. Onunla buraya geldikçe karşılaşırlar, arada ayaküstü sohbet ederlerdi. “İyi, eve, sen ne yapıyorsun?” diye karşılık verdi. Konuşurken sarhoş olduğu her halinden belli oluyordu. Yaşar Abi; “Oo sen mazotu baya fazla kaçırmışsın, otur, bir sigara iç.” dedi ve paketten bir sigara uzattı. Ceplerinde çakmak ararken Yaşar Abi çakmağı da uzattı ve sigarasını yaktı. Sigaradan bir nefes çektikten sonra; “Sen nasıl yaşıyorsun abi? diye sordu. “Hiç boş gelmiyor mu yaşamak?” Yaşar Abi kafasını yere çevirip gülümsedi: “Benim düşünecek vaktim de lüksüm de yok ki evlat.” dedi. “Ev geçindir, çocukları okut, onları açta açıkta bırakma derken geçiyor ömrümüz. Kafa boşluğu iyi bir şey değil zaten, sürekli meşgul etmek lazım o kafayı.” Bir süre daha oturup sohbet ettiler. Artık neler konuştuklarını bile bilmiyordu. Ayrımına vardığı tek şey biriyle bu kadar uzun süre konuşabilmesine şaşıyor oluşuydu. Bir aralık kendinde bulduğu güçle oturduğu yerden kalkıverdi ve “Ben artık kaçayım abi, eyvallah.” dedi. 20
Eski dostlarına ve Yaşar Abi’ye artık bir şey anlatmak zorunda kalmayacağı için rahatladı. Gerçi o anda hiç kimseye bir şeyler anlatmak, ruhunda bulunanlardan bahsetmek isteği bulunmuyordu içinde. Tanrı’ya belki de bu yüzden inanıyordu. Çünkü insan komple bir yalnızlığı kaldıramaz. En yalnız olduğunu düşünen insanın dahi yürüdüğü yolda tutunduğu birileri ya da umutları vardır. Bu insanların ille de etle, kemikle, sözle yanlarında bulunmaları gerekmez. İnsanı bu hayatta tutan şey, bazen çok uzaklarda bulunan ve diline ya da ruhuna dokunmanın imkansız göründüğü birine duyulan hasret ya da özlem de olabilir. İnsan hiçbir şeye sahip değilse yürüyemez, düşer. Sendeleyenler mutlaka tutunacak bir el bulur, bulamayanlar da tanrının elini tutar. Hiçbir şey bulamayanlar, işte onlar ölür. Eve gider gitmez kendini yatağa bıraktı. Bir süre deliksiz ve rüyasız bir uyku uyuduktan sonra şiddetle çalan kapı sesine uyandı. Kapıyı açtığında karşısında polisleri buldu. Bakışlarını gezdirirken Yaşar Abi’nin de orada bulunduğunu gördü. Polislerden biri; “Bu mu?” diye sordu. Yaşar Abi başıyla onayladı ve dudaklarını büzerek yüzüne bir acıma ve üzüntü ifadesi takındı. Az önce soruyu soran polis; “Doğalgazı açık bırakarak kasten beş kişiyi öldürmek şüphesiyle seni tutukluyoruz.” dedi. “Ne doğalgazı, ne öldürmesi?” diye sayıkladı şaşkın ve ürkek bir biçimde. “Bunun için camları kapattığını bile söylemişsin.” dedi polis tekrar. Gerçekten de hiçbir şey hatırlamıyordu. Yaşar Abi mahçup ama buna mecbur olduğunu anlatan bir tavırla; “Dün gece çok sarhoştun, kalkmadan önce bana her şeyi anlattın.” dedi. “Kusura bakma evlat.”
marmara: Hahahahah... Artık ne hayalliyorsa? gece: Bu bildirimler bir harika! şef: Daha ben görmedim paylaştığımı, bravo gece! müşkülpesent yumurta: Arial Narrow, 9 di mi hala? küçük kara balık: Bu sabah Bergen olarak uyandım. <3 ooometebeyler: Hayırdır Bergencisin? onur: Kimse seni sevmiyor ooometebeyler. ooometebeyler: Yazılar ve çizimler için son beş dakika! Yavaş yavaş toparlayın hadi, birazdan alacağım kağıtları. küçük kara balık: Random sonran eklemeli bir dildir. gece: Aradaki bağlantıyı kuramadım ama bozmuyorum. çiğdem: Merhaba sevgili abeşler, biriniz de çıkıp demediniz ki “Çiğdem bu takvimde neden çift rakamlar yok?” ikircikli: Burada bir goygoy girişimi varmış. çiğdem: Nays aydiya. marmara: Veri nays… :) ooometebeyler: Kapak 14 Şubat konseptli gibi, değil de gibi. Otantik, erotik, egzotik, fotojenik, botanik, sevecen ve karizmatik. ikircikli: Cuma günü İstanbul'a gelesim var. Bir görüşme ayarlayabilir miyiz? gece: Benim için -her zamanki gibi- uygundur!
şef: çiğdem hazırlar bi’ “kedili takdir belgesi”, nedir yani? gece: Şurada azıcık havam vardı en çalışkan abeş olarak, batırmak zorunda mısın? ikircikli: İbibikler öter ötmez oradayım, incirler olana kadar da kalırım. angel: “Bayağı ugly frame” deyince bu çıkıyor. çiğdem: Paper yazma çilesi, hedef 2500 kelime. şef: Çizerek anlat. Binlerce kelimeyle ifade edilemeyecek şeyi çizgilerimle anlattım dersin. ooometebeyler: “Sanatımı anlamıyorsunuz!” diye atarlanırsın bir de. “Bu ülkede sanata verilen değer işte bu.” deyip kapıyı çarpıp çıkarsın. angel: Cin gibisiniz maşallah. ikircikli: Gençler bankada altın hesabı açtırmak caiz midir? çiğdem: Ay bunu aynen abeşistan’a koyalım, hatta bu dediğimi de.
ooometebeyler: Buluşmayı sosyal medyadan duyursak okurlardan gelen olur mu acaba?
şef: a beşle iştigal bütçesinden yiyoruz, allah affetsin. Şaka şaka, ölsek dokunmayız o paraya.
küçük kara balık: Tutun ki ''O kadar insan!'' diyebileceğimiz bir çoğunluk geldi. O kadar insan nereye sığacaklar? (kelime oyunu şeysi)
angel: Bi’ kumbara da buna mı ayırsak? :)
angel: Gelen var mııı?
marmara: Ankara’dan sevgiler.
ikircikli: Türkiye senede 3.5 milyar lahmacun yiyormuş.
halis muhlis: Hocam, oraya bir 'olur' daha ekler misiniz?
halis muhlis: 3.5 milyar lahmacun ile Dünya’nın çevresini 55 kere sarabiliriz.
şef: Anasının gözü gibi bir sayıyla daha karşınızdayız.
gece: Mavra'dan selamlar. Ailecek gün yapıyoruz, kısırları koyduk masaya.
21
Merhaba, Olumlu veya olumsuz görüşlerinizi ve önerilerinizi bizimle paylaşırsanız çok mutlu oluruz.
Ayrıca destek olmak isterseniz mutluluktan bayılabiliriz. Çok masrafımız yok, küçük miktarlarla büyük kalpler kazanabilirsiniz. Hatta buraya reklam bile alabiliriz.
Herhangi bir konuda iletişime geçmek isterseniz e posta adresimiz; a5leistigal@gmail.com Beğenmek isterseniz;
facebook.com/a5leistigal
Takip ederseniz;
twitter.com/a5leistigal
Fotoğrafımızı çekerseniz;
instagram.com/a5leistigal
Geçmişe gidelim derseniz;
a5leistigal.tumblr.com
Sevgiler. <3
a5leistigal.com © Tüm haklarını kendimize sakladık, torunlara bırakacağız.