DEĞERLERİ ŞİRKETLERİ SOLLADI SANAYI
LIFE Yıl:1 Sayı:3 KASIM-ARALIK 2013
DİZİ DİZİ DOLARLAR Türk dizi film ihracatı 2013 sonunda yıllık 150 milyon doları aşacağı bekleniyor...
ÖLDÜLER AMA HÂLÂ SERVET KAZANIYORLAR
u A S SL
I R
E A B V AYI
Y A N S DÜ
KL
N E EY
H E T
İL KE CHP TOKAT MİLLETVEKİLİ
ORHAN DÜZGÜN YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
BEYZA ÜSTÜN
Berma Sutuğ AYDIN
SU YOKSA HAYAT DA YOK
ayatın başlangıcı sudur ve tüm canlıların en temel yaşam kaynağıdır. Tarih boyunca birçok medeniyet su kenarında kurulmuştur. Bunun yanında insanoğlu, suyun taşınması, kullanılması ve su kaynaklı afetlerden korunmak için birçok yöntemler geliştirmişlerdir. Uğruna savaşlar çıkarılan petrolün aksine, suyun yerini alabilecek başka kaynak bulunmamaktadır. Uzmanlar, su kıtlığının, gıda üretimini, sağlığı ve tüm yaşamı tehdit edeceğini belirtiyor. Yani "su yoksa hayat da yok". Susuz bir yasam düsünülebilir mi? İçmek, yemek pisirmek, yıkanmak ve daha birçok sey için gereksinim duyduğumuz su, bize doğanın bir armağanıdır. Doğa kusursuz bir beden gibi çalışır. Bu bedeni var eden de suyun ta kendisidir. Bütün canlıların temel yasam kaynağı olan temiz su oranı da sanıldığı gibi doğada sınırsız değildir. Ne yazık ki tüm doğaya can veren su kaynakları her geçen gün tükenmektedir. Yanlış su politikaları nedeniyle ülkemiz artık su fakiri olmaktadır. Tüm doğal zenginliklerimiz su dengesine bağlıyken, denge şimdiden bozulmuştur. Bazılarına göre sular boş yere akmaktadır, ve şehirlerde yaşayanların enerji ihtiyacı artmaktadır. Çözüm HES’lerde denilerek, binlerce yeni santral için ülkemizin tüm dereleri satılıp, milyonlarca ağaç katledilmiştir. Yaşam alanları acımazsızca yok edilen köylüler başına gelecekleri bildiğinden, en temel yaşam hakkını bedenleri ile savunmak zorunda kalmıştır. Sanayileşme ve insan hayatını kolaylaştıran teknolojik gelişmeler elbette olmalıdır. Fakat doğaya, insana ve diğer canlılara zarar vermeyen yöntemler geliştirilmelidir. Enerji uğruna, binlerce yıldır nesilden nesile geçmiş geleneklerimizi, değerlerimizi, toprağımızı, canlılarımızı kaybetmeye değer mi? Yalnızca üretenler ömrü kadar yaşar. Hem üretip hem de güçlü bağlar kurabilenler aramızdan ayrıldıktan sonra da yaşamaya devam ederler…
H
DÜNYANIN SU DAĞILIMI
ADALETSİZ! 42
SANAYI
26
LIFE ISSN:2148-0826 İmtiyaz Sahibi (Sorumlu Yazı İşleri Müdürü) Ajna Reklam Adına Berma S. Aydın berma@ajna.com.tr
ÖLDÜKTEN SONRADA
KAZANIYORLAR
Haber Merkezi Ceren Gümüşbaş dergi@sanayilife.com Reklam Müdürü Zehra Sarıkaya Keşaf zehra@ajna.com.tr
E-TİCARETTE SAHTE ÜRÜNLER
24
İNTERNET İȘPORTACILARI
+
SMMM
64 BİLİȘİM 66 AVUKAT 70 GO 28 KİȘİSEL GELİȘİM 76
Şirketinizi yeni TTK’ya uyarladınızmı ?
ALKALİ YAŞAM
60
ENERJİNİZ HİÇ BİTMESİN
Sosyal şirket kazandırıyor
Taşeronlaşan işçiler ve muvazaa Çok çalışmak her zaman başarı mı?
SPOR EKONOMİSİ
22
DEĞERLERİ ȘİRKETLERİ GEÇTİ
Yolculuk nereye?
Görsel Yönetmen Güngör Yılmaz Grafik Mustafa Azaklı Web Tasarım Tarık Yiğitdoğan Yayın Kurulu Berma S. Aydın, Eray Beceren Levent Karadağ, Mehmet Akçay Mehmet Emin Barsbey Serkan Özburun Danışma Kurulu Murat Fırat (Dudullu OSB Bölge Müdürü) Mücahit Sönmez (İmes San. Sit. G.M.) Melih Tunçay (Des San. Sit. G.M.) Yönetim Merkezi AJNA Reklam Tanıtım Basım Yayın ve Ajans Hizmetleri Dudullu Organize Sanayi Bölgesi, DES Ticaret Merkezi No:3/21Ümraniye – İstanbul T: 0216 313 0013 F: 0216 420 2727 www.ajna.com.tr www.sanayilife.com info@ajna.com.tr dergi@sanayilife.com Baskı Yeri Hat Baskı Sanatları Litros Yolu 2. Matbacılar Sitesi A Blok No: ZA 5 Topkapı – İstanbul T: 0212 567 77 66 F: 0212 613 75 96 www.hatbaski.com Ulusal – Türkçe Sanayi Life Dergisi, AJNA Reklam tarafından iki ayda bir yayınlanır. Bu yayındaki tüm yazı ve görsellerin hakkı Sanayi Life Dergisine aittir. İzin alınmak suretiyle kaynak gösterilerek kullanılabilir. Copyright © 2013 Ajna Reklam All rights reserved.
KISA KISA GÜNCEL
92 bin ton zeytinyağı ihracat rekorunu getirdi Türk firmaları, 31 Ekim'de sona eren zeytinyağı ihracat sezonunda, yurt dışına yaklaşık 292 milyon dolarlık 92 bin ton zeytinyağı sattı. Bu rakamla, ihracatta miktar ve parasal anlamda rekora imza atılmış oldu. Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliğinden aldığı bilgiye göre; Türkiye'nin zeytinyağı ihracatı, geçen sezon sonunda, bir önceki döneme oranla yüzde 65 artarak yaklaşık 20 bin ton olmuş, maddi değeri de yüzde 33 yükselişle 65 milyon dolara ulaşmıştı.
Paranın patronu itiraf etti: Fiyat istikrarı sağlanamadı Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, “Hala tam fiyat istikrarını sağlamış değiliz. Enflasyon, önce % 5’e, sonra 5’in biraz daha altına inse çok büyük faydaları olacak. Türkiye için çok daha dengeli büyüme söz konusu olacak” dedi. Başçı, dengeli büyüme konusuna, 2011’de kurulan Finansal İstikrar Komitesinin bakmasının öngörüldüğünü anımsattı. Bu komitenin olası bir krizi yönetme, çözümleme ve koordinasyon ihtiyacını gidermede görevlendirildiğini söyledi.
Asansörlerin yüzde 30'u ölümcül Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, asansörleri mercek altına aldı. İncelemeye alınan 614 asansörün 300'ü tehlikeli ölçülerde standart dışı çıktı. İncelemeden geçemeyen asansör firmalarına 700 biner lira ceza kesti. Bakanlık ayrıca piyasa denetimi kapsamında dokuz ayda 50 bin 192 sanayi ürününü inceledi. 5 bin ürünün uygunsuz ve güvensiz olduğunu tespit eden yetkililer, 22 marka ve model hakkında toplatma cezası verdi. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 06
TALİH KUŞU 100 METRE ÖTEDEN UÇACAK! Şans oyunu bayilerine 100 metre sınırı geldi. Şans oyunu bayileri ile sabit dış mekân reklamlarının yapıldığı yerler, ilk ve ortaöğretim okulları, ibadethaneler ve gençlik merkezlerine 100 metreden yakın olamayacak. Mesafe şartı, lisans sahibi ve satış birimi arasında sözleşmenin imzalandığı tarih itibariyle aranacak. Mevcut bayiler için 100 metre şartı, aynı işyerinde faaliyette bulunmaya devam etmeleri koşuluyla faaliyete geçiş tarihinden itibaren üç yıl süreyle uygulanmayacak.
Obezite vergisi yolda Obezite vergisi yolda Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, yaptığı açıklamada obeziteyi tetikleyen gıdalara yönelik vergilerin artırılabileceğinin sinyalini verdi. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek , şişmanlatan gıdaların vergisinin artırılabileceğini söyledi. 5. İzmir İktisat Kongresi'nde soruları yanıtlayan Şimşek, " Sağlık harcamalarını artıran ürünlere yönelik özel tüketim vergisi gelebilir" dedi.
KISA KISA GÜNCEL
Kaçak akaryakıt ve sigaraya 1 Marmaray+1 Boğaz köprüsü Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu, kaçak mala karşı kampanya başlattı. Konfederasyon Başkanı Palandöken’e göre kaçakçılığın yıllık büyüklüğü 415 milyar lira. Palandöken, “Kaçak akaryakıtta 12 milyar lira, kaçak sigarada 5 milyar liralık vergi kaybı var. Bu ikisi, Marmaray ve Boğaz köprüsüne denk.” dedi. Palandöken, bir yıllık gıda kaçakçılık maliyetinin bir Marmaray projesi inşa masrafına karşılık geldiğini, yıllık kaçak akaryakıt geliri ile de bir Boğaz köprüsü yapılabileceğini söyledi.
Mehmet Şimşek: 'Vergi indirimi beklemeyin' Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, vergi indirimi konusunda net konuştu: İndirim bekliyorsanız, beklemeyin. İndirim olmayacak. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek; otomotiv, iletişim, sigara, alkol ve akaryakıt vergilerinde indirim beklentilerini boşa çıkaracak bir açıklama yaptı. 5. İzmir İktisat Kongresi'nde konuşan Şimşek, "Vergi indirimi bekliyorsanız, beklemeyin. İndirmeyeceğiz. Açık ve net olarak altını çiziyorum" dedi.
Görünür dövmen varsa iş bulman çok zor Görünür dövme, iş bulmaya engel. İskoçya Saint Andrews Üniversitesi uzmanlarınca yapılan bir araştırmanın kısa ve öz sonucu bu. Uzmanların görüştüğü; otelcilik, yayıncılık, kitapçılık, hapishane yönetimi ve farklı kamu sektörü kuruluşlarının işe alım sorumluları, görünür dövmeleri ‘vücuttaki bir leke, bir yara izi gibi’ algılıyorlar. Çalışmayı yöneten Prof. Andrew R. Timming’in verdiği bilgiye göre, işe alımcılar bu silinemez dövmelerin müşterileri veya yöneticileri tarafından ‘uyuşturucu bağımlıları ve sokak serserileriyle ilişkilendirilmesinden’ ve ‘tiksindirici bulunmasından’ endişe ediyorlar. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 08
BEREN’İN ELBİSESİNİ İZLERKEN ALACAKSINIZ TTNET, TV platformu Tivibu üzerinden, MasterCard ve CordisNetwork ile birlikte televizyon üzerinden eticaret dönemini başlatıyor. ‘Tivibu Çarşı’ ismi verilen uygulamayı anlatan TTNET Genel Müdürü Abdullah Orkun Kaya, uygulamanın dünyada bir ilk olduğunu ve MasterCard ile yayılacağını anlatarak, “E-ticareti bambaşka bir platforma taşıdık. Örneğin Beren Saat’in dizisi İntikam’ı izliyorsunuz ve elbisesini beğendiniz artık onu anında alabileceksiniz” dedi.
Turkcell, üçünçü çeyrekte 3 milyar dolar ile rekor kırdı Turkcell’in geçen yılın 9 aylık döneminde 1 milyar 622 milyon lira olan net karı, bu yılın aynı döneminde yüzde 12,4 artarak 1 milyar 823 milyon liraya çıktı. Şirketin üçüncü çeyrek net kârı ise yüzde 22’lik artışla 698.5 milyon liraya ulaştı. Nakit pozisyonundan kaynaklanan kur farkı gelirleri, Türkiye operasyonlarındaki büyüme ve iştiraklerinin katkısı Turkcell’in karındaki artışta etkili oldu. Turkcell’in 9 aylık geliri yüzde 11 artarak 8.5 milyar liraya aştı. Turkcell Grubu üçüncü çeyrekte yaklaşık 3 milyar lira ile tarihinin en yüksek çeyrek gelirine ulaştı.
KISA KISA GÜNCEL
Kilosu 2 bin euro'ya çıktı, Türkiye harekete geçti Orman ve Su İşleri Bakanlığı, dünya gıda ve kozmetik pazarlarında 2 bin euro'ya kadar alıcı bulan trüf mantarının ülke ekonomisine kazandırılması için ’Trüf Ormanı Eylem Planı’ hazırladı. Orman ve Su İşleri Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu, tabii trüf alanlarının tespit edilerek ’Tabii Trüf Ormanı’na dönüştürüleceğini, müsait orman içi sahalarda da ’Suni Trüf Ormanları’ tesis edileceğini belirtti.
Türkiye’de kış bilinci lastik satışlarını uçurdu Tüm Avrupa ’da lastik pazarı gerilerken, Türkiye ’de özellikle kış lastiklerinde bilincin artması ile birlikte toplam lastik pazarı büyüyecek. Michelin Türkiye Operasyon Direktörü Sertan Akçagöz, kamyon lastiklerinde Avrupa birincisi, otomobilde ise altıncı olduğumuzu söyledi. 2012’de 11 milyon adet lastik satışı ile kapanan Türkiye’de bu yıl 12 milyonun üzerinde satış bekleniyor.
Gelirin yüzde 30’u kiraya Merkez Bankası, son enflasyon raporunda yer verdiği ‘Türkiye’de konut kiralarındaki katılık derecesi’ konulu çalışmada, Türkiye’de kiracıların toplam hane halkı gelirlerinin yaklaşık yüzde 30’unu konut kirası ödemelerine harcadığını ortaya konuldu. Raporda, mevcut kiracı ile devam edildiği durumlarda kiracı-evsahibi müzakerelerinde çeşitli nedenlerden ötürü fiyat değişimlerinin daha makul düzeylerde olduğu belirlendi. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 10
MANCİNİ, KDV'Yİ İADE ETMEK ZORUNDA Galatasaray ’ın yeni teknik direktörü Roberto Mancini, geçtiğimiz gün Nişantaşı’ndaki bir alışveriş merkezinde görüntülendi. Bu sezon 3.5 milyon, önümüzdeki sene de 4.5 milyon euro alacağı açıklanan İtalyan teknik adam, burada yaptığı alışverişlerde yabancı uyruklulara sağlanan vergi iadesi uygulamasından faydalanmak istedi, bunun için AVM içindeki tax-free bankosunda işlem yaptırdı. Ancak bu işlem, kafaları karıştırdı. Çünkü ülkede çalışma izni olanlar, vergi indirimi uygulamasından yararlanamıyor.
2013'ün en iyi ürünü Pınar Su BrandSpark International tarafından gerçekleştirilen ‘En İyi Yeni Ürün Ödülleri’ araştırmasında kazananlar açıklandı. Pınar, mevsim temalı Pınar Su cam ürün grubuyla 2013’ün ‘En İyi Yeni Ürünü’ seçilerek iki ödül birden kazandı. Tüketicilerin oylarıyla belirlenen BrandSpark araştırmasında (Ev Tipi) Su Kategorisi’nde ’Pınar Yaşam Pınarım 5 Litre Cam Damacana’ ve (Bireysel) Su kategorisinde’ Pınar Yaşam Pınarım 0,75 cl-0,33 cl Mevsim Konseptli Cam Şişe Serisi’ 2013’ün ‘En İyi Yeni Ürünü’unvanına değer bulundular.
İstanbul kaç para eder? Tarihçi Patrice de Moncan ile Fransa Emlak Ajansları Federasyonu Başkanı Gilles Ricour de Bourgies’un ortak bir kitap yazarak, Paris’teki tüm emlak varlığının fiyatını hesaplamasından sonra gözler İstanbul’un gayrimenkul değerine döndü. İki Fransız uzmanın hesabına göre, Elysee Sarayı ya da Eyfel gibi tarihi binalar hariç Paris’teki emlak varlığının toplamı 707 milyar Euro. Dahil edildiğinde 718 milyar Euro’luk Paris çıkıyor. Peki İstanbul’da durum nasıl? İstanbul, nüfus ve alan bakımından Paris’ten büyük. İki kıtayı ayıran Boğaz’a sahip. Fransız kralı Napolyon’a atfedilen “Dünya tek devlet olsa İstanbul başkent olurdu”
sözüne rağmen, İstanbul’un değerini ortaya koyan rakamlar Paris’e göre daha mütavazi. İstanbul’da 3.9 milyon adet konut bulunuyor. Bu konutların 600 bini deprem yönetmeliğine göre yapılmış durumda. İstanbul’daki konutların ortalama büyüklüğü 120 m2 ve ortalama m2 değeri de 2 bin TL civarında. İstanbul’da konut stokunun piyasa değeri 936 milyar TL’ye ulaşıyor. Bu rakam da 350 milyar Euro’ya denk geliyor. İstanbul’un boğaz avantajı ve tarihi eserlerinin emlak değeri üzerine yüzde 20 değer artışı sağlıyor. Bu değer eklendiğinde ise İstanbul’un değeri 420 milyar Euro’ya çıkıyor.
GÜNCEL
80’lİk dedeler takİpte
alışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, "80 yaşında bir adam 40 yaşında birisiyle evleniyor. 60 yıl devlete yük biniyor. Kadın sırf evine ve maaşına konmak için evleniyor" dedi. Soruna karşı formül aradıklarını açıklayan Bakan Çelik, Sosyal Güvenlik Kanunu'nda değişiklik yapılmasının düşünüldüğünü açıkladı. Amaçlarının istismar edici açıkları kapatmak olduğunu söyleyen Faruk Çelik, "Kadın kesinlikle sırf maaşa konmak için geliyor. Şimdi bu alana yeni kurallar koyacağız" dedi.
Maaş için evlenenler dikkat!
Evliliklerde yaş farkı devlet takibine girdi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı devlete yıllarca yük getiren anlaşmalı evliliklere karşı formül arayışına girdi.
Ç
40 yıl kadına 20 yıl çocuğuna bakmayacağız! Türkiye'de birçok yaşlı insanın genç kadınla evlendiğini söyleyen Faruk Çelik, "80 yaşında bir adam 40 yaşında birisiyle evlendi. Kadın 40 yıl daha yaşasa, 3 yaşında kızı olsa ve 20 sene evlenmese ona bakacağız. 60 sene banko devlete yük getirecek. Yaşlı adam öldükten sonra 60 sene onun maaşını vereceğiz. Böyle bir şey olmaz. Onun için geçmişe dönük 10 yıllık sigortalı olması yönünde ya da geleceğe dönük kural koyulabilir. Bu evliliklerde kadının geliş nedeni bu zaten" dedi.
Garsonlara
kötü haber
Bahşİşler ARTIK malİye’ye Gelir İdaresi Başkanlığı yayımladığı özelgeyle garson, müzisyen ve dansözlerin topladığı bahşişlerin de vergiye tabi olduğunu açıkladı. ükellef derneklerinin üniversitede okuyan kız öğrencilere burs vermek amacıyla müzikli bir yemek etkinliği düzenlediğini ve burada müzisyen ile garsonlara verilen bahşişten vergi kesintisi yapılıp yapılmayacağını sordu. Bu soruya Gelir İdaresi Başkanlığı yayımladığı özelgeyle yanıtladı ve bahşişlerin de vergiye tabi olduğunu vurguladı.
M
Nasıl vergilendirilecek? n Bahşiş verildiği belirtilen kişilerin şahsi mesai veya mesleki bilgiye dayanarak kendi nam ve hesabına faaliyette bulunması durumunda, ödenen bedeller üzerinden %20 oranında vergi kesintisi yapılması, n Garsonların, yaptıkları hizmetler dolayısıyla doğrudan müşterilerden bahşiş alarak hizmet ifa etmeleri halinde elde ettikleri gelirin diğer ücret kapsamında değerlendirilmesi, n Bahşişin servis bedeli olarak fatura bedellerine yansıtılması veya söz konusu eğlence veya organizasyonu düzenleyenlerce biriken bahşişlerin dağıtılması durumunda, işverenden alınan ücretin bir parçası olarak değerlendirilmesi ve ücret matrahına eklenerek vergilendirilmesi gerekiyor.
En çok Türk işçiler çalışıyor
Mesaİ saatlerİnde
İlk sıradayız
OECD'nin üye ülkeler raporunda en çok Türk işçilerin çalıştığı ortaya çıktı. Türk işçiler ortalama 48 saat çalışarak G.Kore, Japonya gibi ülkeleri geride bıraktı. ECD 2012 yılı için hazırladığı rapor, teşkilat üyesi ülkeler arasında en çok Türk işçilerin çalıştığını ortaya koydu. Hollandalı işçilerin haftalık çalışma süresi 30 saate, Almanlarınki 35 saate gerilerken, Türk işçiler geçen yıl haftada ortalama 48 saat çalıştı. Türkiye’ye en çok yaklaşan ülke 44,5 saatle Güney Kore ve 43 saatle Meksika. Bu ülkeleri küresel finansal kriz sonrası borç batağına düşen Yunanistan (42 saat) izliyor. Macaristan, Slovakya, Polonya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerde haftalık çalışma saati ortalama 40. Yine küresel finansal krizden etkilenen Portekiz’de rakam 39, İspanya’da 38,5, İtalya’da ise 37,5.
O
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 14-15
GÜNCEL
Seçimlerde aday olmak 100 bin TL Mart 2014'te yapılacak yerel seçimler öncesinde adaylar kesenin ağzını açacak. Yönetimde yer almak isteyen adayların ceplerinden minimum 100 bin lira, maksimum ise 2 milyon lira çıkacak. 6 milyar dolarlık bir ekonomi oluşturması beklenilen seçimlerde, yaklaşık 4 milyon sandık görevlisi görev yapacak. 199 bin 125 sandıkta; 1395 belediye başkanlığı için 30 bini aşkın aday yarışacak. Bütün partilerin aday göstermesi halinde muhtemel aday sayıları toplandığında yaklaşık 1 milyon aday uğraş verecek, ve her 70 kişiden birisi seçilmek için çalışacak.
e m İ ç e S
0 0 on TL
6mİly
Yerel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin maliyeti belli oldu. üksek Seçim Kurulu’nun (YSK) 2014 yılı bütçe tasarısına göre 808.4 milyon lira ödenek verilecek. Bunun 84 milyon lirası personel ödeneği. Bu durumda diğer cari harcamalar dikkate alındığında YSK’nın iki seçim için 600-700 milyon liraya yakın kaynak ayırdığı anlaşılıyor. 2014 yılı bütçe tasarıları TBMM’ye gönderildi. YSK’nın 2014 yılı bütçe tasarısına göre de ödenek 808.4 milyon lira olarak tahmin edildi. Bu ödenek 2013 yılının neredeyse 5 katına yakın bir rakam. Gelecek yıl mart ayında yerel seçimler ardından Ağustos ayında da Cumhurbaşkanlığı
Y
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 16
seçimleri yapılacak. 2015 yılında da bu sefer genel seçimler yapılacak. Yani yine oy sandıkları kurulacak. Oy pusulası ve zarfları alınacak, bastırılacak. Yüksek Seçim Kurulu’nun 2015 yılındaki bütçesi ise 362.6 milyon lira olarak tahmin edildi. Personel ödeneği ise 91 milyon lira. Bu durumda genel seçimlerın yapılacağı yıl için de yaklaşık 200-250 milyon liralık bir harcamanın planlandığı tahmin ediliyor. Yapılacak üç seçimin ardından 2016 yılında YSK’nın bütçesi yine normal döneme girecek. 2016 yılı için tahmin edilen rakam da 126 milyon lira. Bunun 99 milyon lirası personel harcamaları için ayrıldı.
Türk dizi film sektöründeki ihracatın önemli bölümünü yapan Calinos Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fırat Gülgen, halen 50'nin üzerinde ülkeye dizi film ihracatı gerçekleştirdiklerini, geçen sene ilk kez Ukrayna, Pakistan, Rusya ve Çin pazarına girildiğini söyledi.
ürk dizi film sektöründeki ihracatın önemli bölümünü yapan Calinos Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fırat Gülgen, halen 50'nin üzerinde ülkeye dizi film ihracatı gerçekleştirdiklerini, geçen sene ilk kez Ukrayna, Pakistan, Rusya ve Çin pazarına girildiğini, Latin Amerika ülkeleri ile format görüşmelerinin devam ettiğini söyledi. "Türk dizi ihracatının Arap baharından etkilendiğini düşünmüyorum. Suriye ve Mısır'daki son Fırat Gülgen siyasi olaylar neticesinde bu ülkelerde ve Körfez ülkelerindeki bazı kanallarda Türk dizilerinin yayınları durduruldu fakat bu seyirci kaybına sebep olmadı" diyen Gülgen, şöyle devam etti: "Diger Kuzey Afrika ülkelerinde yayınlar devam ediyor. Önümüzdeki dönemde bu sorunların aşılacağını ümit ediyorum. Çünkü Türk dizilerine bu bölgelerde büyük bir ilgi var ve her ne kadar kanallarda yayınlar azalsa da internet üzerinden kaçak izlemeler devam etmektedir. Bu nedenle seyircinin ilgisinde azalma olduğunu düşünmüyoruz." Halen 50'nin üzerinde ülke kanallarında onlarca Türk dizisinin gösterildiğini kaydeden Gülgen, şu anda en çok tutan dizilerin ise "Muhteşem Yüzyıl, Fatmagül'ün Suçu Ne, Adını Feriha Koydum ve Aşk-ı Memnu" olduğunu bildirdi. Bu sezon yeni başlayan yapımların henüz sunuma çıkmadığını ifade eden Gülgen, geçen dönem başlayan Karadayı, Huzur Sokağı, Benim İçin Üzülme, İntikam ve 20 Dakika dizilerinin pazarda yer bulduğunu, bu sezon başlayanlardan yayından kalkmayıp devam ederlerse ihracat pazarında şansı olan yapımların "Med Cezir, Fatih, Çalıkuşu"nun olabileceğini anlattı.
T
“
BÖLÜM BAŞI ÜCRET 500 İLE 200 BİN DOLAR ARASINDA
ŞU AN DIŞ Türk dizi film ihracatının satış serüveninin PAZARDA EN bölüm başına 30-50 dolarlar ile başladığına işaret eden Gülgen, şu anda rakamın bölüm ÇOK TUTAN başı 500 ile 200 bin dolar arasında değiştiğini DİZİLER söyledi. Gülgen, "En son 'İntikam' dizisinin tüm "MUHTEŞEM alt dağıtım hakları ile 230 bin dolara kadar çıktığı yönünde duyumlar aldık ama yeni dönemde bu YÜZYIL, rakamlar düşüşe geçecektir. 2013 yılı sonunda FATMAGÜL'ÜN Türkiye'nin yıllık dizi ihracatının 150 milyon doları aşacağını tahmin ediyorum" dedi. SUÇU NE, ADINI FERİHA DRAMA, AŞK DİZİLERİ KOYDUM VE PAZARDA YER BULUYOR AŞK-I MEMNU Drama, aşk ve aile dizilerinin yurt dışı BU SEZON pazarlarında daha çok yer bulduğunu, komedi ve aksiyon dizilerinin ise yurt dışı pazarına uygun YENİ olmadığını dile getiren Gülgen, Muhteşem BAŞLAYAN Yüzyıl dizisinin sektöre çok yeni bir ruh getirdiğini, önemli bir dönemin, kadın hikayesi DİZİLER üzerinden farklı bir kostüm, dekor ve çekim HENÜZ mantığı ile seyirciye sunularak, daha önce SUNUMA yapılmış Tudors dizisi matematiği içinde yazıldığını ve çok başarılı olduğunu kaydetti. ÇIKMADI. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 18-19
GÜNCEL
ABD’de dizi yıldızlarının kazançları göz kamaştırıyor BD’de televizyon dizileri yeni sezona başladı. ABD yayınından hemen sonra Türk izleyicilerle buluşan yıldızların kazançları da göz kamaştırıyor. Forbes dergisinin sezon öncesi Haziran 2012Haziran 2013 tarihlerini gözönüne alarak yaptığı hesaba göre en fazla kazanan erkek tv oyuncusu Charlie Sheen’den Two and a Half Man dizisinde bayrağı devralan Ashton Kutcher. 24 milyon dolarla erkek tv yıldızlarında bir numara olan Kutcher’ı en çok kazanan kadın tv yıldızı geride bırakmayı başarıyor. Modern Family ile Türk izleyicilerin evlerine de konuk olan Sofia Vergara 30 milyon dolar ile en çok kazanan kadın tv yıldızı oldu. Kutcher’ın 24 milyon dolarlık kazancının ardından yine Two and a Half Man’in diğer yıldızı Jon Cryer 21 milyon dolar kazanç ile ikinci sırada. Diğer oyuncu Angus Jones da 11 milyon dolarla yedincilikte. Bir dönem Everybody Loves Raymond ile reytingleri alt üst eden Ray Romano 16 milyon dolar ile üçüncü sırada. Kadınlarda birinciliği 30 milyon dolarla elinde tutan Sofia Vergara aslında en çok kazanan dizi yıldızı. Modern Family’nin starını 11 milyon dolarla Big Bang Theory’de zeka küplerinin arasından sıyrılan Kaley Cuoco ve Law and Order’ın yıldızı Mariska Hargitay takip ediyor. 30 Rock’ın herşeyi Tina Fey ise 10 milyon dolarla üçüncü sırada.
A
SEKTÖRE BİRLİK ÇAĞRISI Dizi ihracatı sektöründe şu anda yanlış bir gidişat oluşmaya başladığını kaydeden Fırat Gülgen, "Maalesef biz her şeye rekabet gözüyle bakıyoruz. Halbuki bugün büyük stüdyolara baktığımızda her ne kadar rekabet ediyorlar gibi görünseler de bir ülkeye girdiklerinde film fiyatını birlikte belirlerler. Örneğin Warner Bros'un 100 milyon dolar box ofisi olan filme verdiği fiyatı Disney, “ben aynı box ofisteki filmi Warner Bros'un verdiği fiyatın yarısına satıyorum demez" diye konuştu. Pazara doğru ürünle paket mantığı ile girmenin çok önemli olduğuna vurgu yapan Gülgen, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bugün hiçbir major stüdyo tek bir film satmaz. Almak istediğiniz filmlerin yanında mutlaka başka dizi ve filmleri verir. Eğer siz bunu yapmazsanız, yayınlarında başka ülke ürünleri yer bulmaya devam eder. Maalesef son yıllarda bazı pazarlarda düşüş yaşanmaya başlamasının bir sebebi de bu pazarlama stratejisinin uygulanmayışıdır."
İHRACAT YAPILAN ÜLKELER Türk dizilerinin gösterimde olduğu ülkeler: "Afganistan, Almanya, Arnavutluk, Avusturya, Azerbaycan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Bosna Hersek, Brunei Sultanlığı, Bulgaristan, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Çin, Endonezya, Estonya, Fas, Gürcistan, Hırvatistan, Irak, İran, İsveç, İsviçre, Japonya, Karadağ, Katar, Kazakistan, Güney Kore, Kosova, Kuveyt, Letonya, Libya, Litvanya, Lübnan, Macaristan, Makedonya, Malezya, Mısır, Özbekistan, Pakistan, Romanya, Rusya, Slovakya, Slovenya, Suriye, Tayland, Tayland, Tayvan, Tunus, Ukrayna, Umman, Ürdün, Vietnam, Yemen, Yunanistan." KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 20
Ashton Kutcher Sofia Vergara
DIŞ HABERLER
Sahibinden satılık Borç krizinden bir türlü kurtulamayan İtalyan hükümeti, çareyi tarihi zenginliklerini satışa çıkarmakta buldu. orç krizinden bir türlü kurtulamayan İtalyan hükümeti, çareyi tarihi zenginliklerini satışa çıkarmakta buldu. Borç kriziyle boğuşan İtalya, 2013 bütçesinde meydana gelen açığı kapatabilmek için 50 tarihi gayrimenkulünü satışa çıkarma kararı aldı. Roma’ya 100 kilometre uzaklıkta bir bölgede yer alan Orsini Kalesi ve Milano yakınlarındaki Villa Mirabello Sarayı, şimdiye dek satışa çıkarılan gayrimenkullerin başında geliyor. Söz konusu 50 tarihi zenginliği elden çıkarma planının, krizle mücadele eden hükümete yaklaşık 680 milyon dolar bir katkı sağlaması amaçlanıyor. İtalyan Ekonomi Bakanı Fabrizio Saccomanni
B
tarih konuşmasında, 690 milyon doları bulması tahmin edilen bu katkının 2013 bütçe açığını yüzde 3 oranında azaltmasını umduklarını ifade etti. İtalyan Başbakanı Enrico Letta ise, planlanan satışların gerçekleşmesinin ardından 1,5 milyar dolarlık daha gayrimenkulü satışa çıkarmayı düşündüklerini, bunun yanı sıra da yalaşık 1 ile 1,5 milyar dolar arası bir kemer sıkma politikasına girme planı içerisinde olduklarını belirtti. Benzer bir olay geçtiğimiz yıl borç kriziyle mücadele eden bir diğer Avrupa ülkesi Yunanistan'da meydana gelmiş, Yunanistan'dan adalarını yabancılara satması talep edilmişti.
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 21
PİYASA DEĞERLERİ ŞİRKETLERİ SOLLADI Arda Turan ve Burak Yılmaz Borsa İstanbul'dakİ şİrketlerle yarışıyor. Arda Turan'ın pİyasa değerİ, Borsa İstanbul'un Ulusal Pazar'dakİ 421 şİrketten 156'sının pİyasa değerİnden, Burak Yılmaz İse 127'sinin pİyasa değerİnden daha yüksek. Lionel Messi, 340 mİlyonluk pİyasa değerİ İle BIST 100 Endeksİ'ndekİ 13 şİrketİ gerİde bırakırken, Cristiano Ronaldo İse 285 mİlyon TL'lİk pİyasa değerİ İle BIST 100'e 93'üncü sıradan gİrebİlİyor.
ARDA TURAN
25
mİlyon euro ARTIŞ %106
BURAK YILMAZ
17
mİlyon euro ARTIŞ %750
Fenerbahçe, 29 Ocak 2010 tarihinde Gökhan Ünal'ı Trabzonspor'dan 8,6 milyon TL (3,2 milyon Euro) artı Burak Yılmaz karşılığında transfer etti. Gökhan Ünal'ın o dönemki piyasa değerinin 14 milyon TL (5,2 milyon Euro) olduğu düşünülürse, Burak Yılmaz'ın iki takım arasındaki transfer bedelinin 5,3 milyon TL (2 milyon Euro) olduğu sonucu çıkıyor. Burak Yılmaz'ın değeri o tarihten bu yana yüzde 750 artışla 46 milyon TL'ye (17 milyon Euro) ulaştı. Aynı dönemde BIST 100 Endeksi'ndeki hisselerin ortalama değer artışı yüzde 39 oldu. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 22
Galatasaray'dan Atletico Madrid'e 32,5 milyon TL (12 milyon Euro) bonservis bedeliyle transfer olan Arda Turan'ın bugünkü piyasa değeri, yüzde 106'lık artışla 67 milyon TL'ye (25 milyon Euro) ulaştı. BIST 100 Endeksi'ndeki hisselerin aynı dönemdeki ortalama değer artışı ise yüzde 44'te kaldı.
MOUSSA SOW
16
mİlyon euro ARTIŞ %60
GARETH BALE
227
Fenerbahçe 27 Ocak 2012 günü Moussa Sow'u 27 milyon TL (10 milyon Euro) bonservis bedeliyle transfer etti. Sow'un değeri yüzde 60 artışla bugün 43,4 milyon TL'ye ulaştı (16 milyon Euro). Aynı dönemde BIST 100 Endeksi'ndeki hisselerin ortalama değer artışı yüzde 33 oldu.
mİlyon euro ARTIŞ %134
Messi ve Ronaldo'nun değeri Fenerbahçe'ye yakın Messi ve Ronaldo'nun piyasa değerleri toplamı 625 milyon TL'yi buluyor.
Dört büyüklerin BIST'teki değerleri: Fenerbahçe 837.500.000 TL Beşiktaş 532.800.000 TL Galatasaray 409.848.000 TL Trabzonspor 131.000.000 TL
MESUT ÖZİL
136
mİlyon euro ARTIŞ %547
2009 yılında piyasa değeri 21 milyon TL (7 milyon 750 bin Euro) olan Mesut Özil, Arsenal'e geçmeden hemen önceye kadar transfer piyasasında 98 milyon TL (36 milyon Euro) değerinde bir oyuncu olarak kabul ediliyordu. Mesut, Arsenal'e 136 milyon TL'ye transfer oldu. Başka bir deyişle Mesut Özil'in piyasa değeri son 4 yılda yüzde 547 oranında arttı. Aynı dönemde BIST 100 Endeksi'ndeki hisselerin ortalama artışı yüzde 182 oldu. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 23
Real Madrid'in yeni yıldızı Gareth Bale'in piyasa değeri 2012-2013 sezonu başı itibariyle 116 milyon TL seviyesindeydi. Real Madrid'e 272 milyon TL bonservis bedeliyle satılan Bale'in bir sezonda kazandığı değer yüzde 134 oldu. Aynı dönemde BIST 100 Endeksi'ndeki hisselerin ortalama değer artışı yüzde 18,6'da kaldı.
54 şirkete bedel Gareth Bale Real'de altı yılda toplam 261 milyon TL kazanacak. Real Madrid kulübü, toplamda 532 milyon TL'ye ulaşan ve BIST Ulusal Pazar'daki 421 şirketin 310'unun piyasa değerini aşan bu bedelle, bu şirketlerden 54'ünü aynı anda satın alabilir. Real Madrid dilerse, bu bedelle BIST 100 Endeksi'ne 79'uncu sıradan girebilecek bir şirketi de satın alabiliyor.
150 TL %90 İNDİRİM BİLGİSAYAR
PIRLANTA
CEP TELEFONU
80 TL İNTERNET İŞPORTACILARI E-ticaret, sahte ürün satışı yapan "internet işportacıları"nın tehdidi altına girdi. Tüketiciler ürün kalitesini sorguluyor. Siteler ise hukuk birimlerini devreye soktu.
BEDAVA %80 İNDİRİM
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 24
ürkiye'de 25 milyar liraya ulaşan e-ticaret, kendi sorunlarını da üretmeye başladı. İnternet işportacıları olarak adlandırılan satıcıların sayısı her geçen gün artarken, satılan ürünlerin kalitesi de sorgulanır hale geldi. Marka sahipleri ve tüketicilerin şikâyetleriyle bir kısmı incelemeye alınan işportacılara, e-ticaret siteleri de kontrol mekanizması geliştirmeye başladı.
T
DÜKKÂN KAPATMA CEZASI n11.com Genel Müdür İzi Adato, hukuk birimleri aracılığıyla tüketici şikâyetlerini incelediklerini söyledi. Adato, "Şüpheli satıcının ürününü takip ediyoruz. Satıcıdan faturasını istiyoruz. İkna olmazsak dükkânını kapatıyoruz" diye konuştu. Sanalpazar.com Genel Müdür Cem Kesici, sitelerin ürünleri tek tek incelemesinin teknik olarak mümkün olmadığını belirtti. E-Ticaret Siteleri Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Merter Özdemir "Marka sahipleri sokaktaki işportacılara nasıl hukuk yoluyla müdahale ediyorsa, internet üzerindeki bu işportacılara da öyle müdahale etmeli. Önlem almak şart" dedi.
10
ALTIN KURAL
1
Site hakkında mutlaka ön araştırma yapılmalı.
2
Mantıklı indirim şart. Örneğin Rolex markalı bir saat 20 TL'ye satılamaz.
3
Ürünlerin gerçek fiyatını iyi araştırmak gerekiyor.
4
Ürünün sahte olduğunu anlayan tüketici, iade hakkını mutlaka kullanmalı.
5
Sitenin satış sözleşmesi mutlaka okunmalı.
6
Alışverişi bitirmeden önce son kayıtların belgesi alınmalı.
7
İnternet sitesinin SSL sertifikasına sahip olması gerekiyor.
8
Sitedeki satıcıdan online ortamda ürünün orijinalliğiyle ilgili ön bilgiler alınmalı.
9
Satılan ürünün sayfasında ürünü aşırı öven kullanıcı notlarına dikkat edilmesi gerekiyor.
10
Kullanıcı yorumlarındaki ifadelerin de reklam metni ve tanıtım içeriği gibi olması şüphe yaratıyor.
%70 İNDİRİM
TUZAĞA DÜŞMEMEK İÇİN
DEV KAMPANYA
25TL ROLEX SAAT
ADİDAS AYYAKKABI 30 TL KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 25
Ölüyken bile kazanıyorlar
servet
Artık hayatta olmamalarına karşın, telif hakları, kişisel eşya, giysi ya da takıları sayesinde 'en çok kazanan ölü ünlüler' listesinde, 160 milyon dolarlık kazançla Michael Jackson zirveye oturdu. İşte ölü ünlülerin 1 yıllık kazançları...
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 26
Michael Jackson
160 milyon $
Charles M Schulz
37
25
Elizabeth Taylor
milyon $
milyon $
Bob Marley
18
milyon $
Marilyn Monroe
15
milyon $
Elvis Presley
55
milyon $
Albert Einstein
10
milyon $
Bruce Lee
7
milyon $
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 27
GO YAŞAM
Mehmet Emin Barsbey İstanbul Go Okulu Kurucusu mehmet@gookulu.com
Çok çalıșmak her zaman bașarıya hizmet eder mi?
aşarılı olmanın çok çalışmaktan geçtiği zamanlar geride kaldı. Tembellik yapabilirsiniz demiyoruz ama artık ne kadar çok mesai saati, o kadar çok üretkenlik anlamına gelmiyor. Birkaç basit örnek üzerine düşünelim: Bir veri analizi uzmanısınız ve alışageldiğiniz 4 saatlik bir hesap işini yeni bir program ya da formülle 15 dakikada bitirebilirsiniz. Sizce klasik 4 saatlik yöntemi kullanan uzman mı çok çalışmış sayılır, yeni yöntemle aynı işi 15 dakikada yapan mı? Bir üst düzey yöneticisiniz, ayda en az 4-5 gününüzü operasyon ekiplerini koordine ve kontrol ederek harcıyorsunuz. Gece geç saatlere kadar ofiste kalıyorsunuz. Bir başka yöneticiyse aynı iş 3. taraf bir şirkete delege etme yoluna gidiyor ve aynı operasyonun daha profesyonelce ve hatta daha ucuza yönetilmesini sağlıyor. Harcadığı mesaiyse kontrol için sadece 1 gün. Sizce kim daha çok iş yapmış sayılır? Her şeyden önce neden çok çalışıyoruz? İşleyen demir pas tutmaz misali çalışmış olmak için mi çalışıyoruz yoksa belli bir kurumda belli bir amaca hizmet etmek için mi? Aslında çok çalışmanın her zaman o amaca hizmet etmek için yegane yol olmadığını biliyor olmalıyız. Emeğin miktarı kadar niteliği, yaratıcılığı, pratikliği de önemli. Bu sebeple bazen başımızı kaldırmak ve koşturmacaya ara vermek zorundayız. Çünkü bunu yapmazsak işimizle ve kendimizle ilgili yeni imkanları, hızlı ve doğru çözümleri göremeyebiliriz. Bir kuş misali yükselmek ve içinde olduğumuz tabloyu yukarıdan görmek bir zorunluluk. Yükselebilmek içinse otların içinden çıkmamız gerekir. Ama bu dahi yeterli değil. Bazen de yapılması gereken kuşlar gibi özgürce uzaklara uçmak ve tüm işlerden uzaklaşmak. Sanki sizi bir isyana teşvik ediyor gibiyim. Pek değil aslında. Her ne kadar gerçek
B
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 28
hayatta her zaman işler ideal şekliyle yürümese de reklamcılar bilirler. Yeni bir reklam kampanyası oluştururken bu özgür zamandan faydalanırlar. Önce yapılacak işle ilgili müşteriden istekleri öğrenilir, bilgiler toplanır, analizler yapılır. Üzerine çıkılacak temel budur. Ardından bu veriler üzerine tartışılır ve sonra çalışmaya kısa bir süre de olsa ara verilir. Çünkü biz mola vermiş olsak da beynimiz arka planda çalışmaya ve üretmeye devam eder. Birkaç gün sonra tekrar bir araya gelindiğinde her şey yerli yerine oturmuş olur. Yepyeni fikirler fışkırmaya başlar ve ortak bir tema üzerinde karar kılınır. Halbuki bu ara verilmeden hemen sıcağı sıcağına karar alınmaya kalkılsa, hazmedilmemiş bilgilerden eksik ya da dengesiz bir çıktı alınma ihtimali çok daha yüksek olurdu. Bu mola verme ihtiyacı sadece iş dünyasında değil, üretken olduğumuz her alan için önemli. Bilim tarihinin en büyük keşiflerinden birinin ağaç altında Newton’un kafasına elma düşmesiyle, bir başkasının Arşimet’in banyoda yıkanırken ortaya çıkması tesadüf olabilir mi? Yıllarını bilime harcamış bu adamlar, çalışmalarına ara verdiklerinde araştırmalarının büyük sonucunu görebildiler ve “Eureka(buldum)!” diye sokağa fırladılar. Dünyayı değiştiren buluşlar her zaman deney tüplerinin başında ya da mikroskop merceğinde değil bazen de çimlerin üstünde yatarken ya da köpükler içinde yüzerken kendilerini ele verdiler. Bu sebeple tatillerinizi, ailenizi, hobilerinizi ihmal etmeyin. Hedefiniz sadece iş dünyası olsa bile bunu kendinize yapmayın. Bu zamanlar size profesyonel anlamda “boş” gibi görünse de beyninize arka planda verileri işlemesi için gerekli olduğunu unutmayın. Bilincinizin kontağını kapatın, bırakın bilinçaltınız sizin için sessiz ve derinden çalışsın.
SATIŞ Ümit Ünker Satış koçu ve Eğitmen umit@umitunker.com
Firmalar için satıș artırmanın yolları atış nedir? diye sorulduğunda eminim ki bir çok kişi satışın ne olduğunu ya da ne olmadığını bir şekilde tanımlayabilir. Çünkü satış tamamıyla insanla ilgilidir, insan ihtiyaçlarına ve ihtiyaç dışı yönelimlere doğru geliştirilen bir ikna süreci bir empatidir.
S
İyi bir satıcı nasıl olmalıdır? Bu soru da hep sorulur, maddeler halinde şöyle ya da böyle olmalıdır denir ancak bir tek kelime ile açıklamak gerekirse iyi bir satışçı, kendini tanıyan ve kendini satabilen biridir. “Kendinizi satamazsanız, hiçbir şey satamazsınız.” Burada bahsedilen ‘’kendini satmak’’ kavramı, dış görünüşünüz, ses tonunuz, diksiyonunuz, doğru ve anlaşılır artikülasyonunuz ( Artikülasyon: En yalın haliyle harflerin ağızdan tam ve doğru olarak çıkartılmasıdır.) ve bilgiyi aktarma kabiliyetinizdir. Dünyada tekniklerini daha iyi öğrenmek için ve daha fazla satış yapabilmek için eğitimine en fazla ücret ödenen hatta şirketlerin en fazla bütçe ayırdıkları alan satıştır. Ancak, asıl mesele “nasıl daha fazla satarım” değil, “insanlar niçin satın alırlar”, sorusunun cevabını aramaktır. ‘’Satış bilmeyenler için bir ticaret, profesyoneller için bir bilimdir.’’ diye çok bilinen bir söz vardır. Profesyonel satıcılar daha fazla satmak ile ilgili strateji geliştirmeden insanların davranışlarını, hangi tip müşterinin hangi tip satın alma davranışı geliştirdiğini ve bu tipteki insanlara nasıl davranılması gerektiği ile ilgilenirler. Böylelikle bir satın alma sürecinin nasıl ilerletilmesi gerektiğini bilir ve bunu yönetirler. Her zaman ihtiyacı karşılamak sadece o an müşteriyi memnun etmek yeterli gelmez, satış sürdürülebilir olduğu zaman sizi başarıya
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 30
ulaştırır. Birçok firma bu süreçleri incelemez ve satış ekiplerini ürün ve/veya hizmetlerinin üst yönetimin belirlediği hedefleri tutturmaları için koştururlar. Ancak belirli bir dönem için bu sıkı denetim mekanizmasıyla hedefler gerçekleşse de organizasyonda demotivasyon başlar ve sürdürülebilir başarı yakalanamaz.
Peki, ne yapmak gerekir? Müşterilerinizi iyi tanımanız, onların satın alma davranışlarını iyi analiz etmeniz ve her müşterinize özel kişiselleştirilmiş bir satış modeli yaratmanız gerekir. Bunu yapmak düşündüğünüz kadar zor değil, test etmek için dilerseniz önce küçük bir satış yapın, bu büyük bir satışla aynı olacaktır merak etmeyin. ‘’Bunun bedenini değiştirebilir misiniz?’’ sorusu aslında ‘’Yapabilir misiniz?’’ sorusudur ve bu bir satın alma sinyalidir. Bu soruyu soran bir müşteriye ‘’Evet’’ ya da ‘’Hayır’’ diyerek cevap vermeyin, zaten bu satış için bir cevap değildir. Doğru cevap ‘’Yapabilirsem, satın alır mısınız?’’ tarzında olmalıdır. Bu önemli bir cevaptır, eğer sadece ‘’Evet’’diye yanıtlarsanız hala sipariş istemek zorunda olduğunuzu gösterirsiniz. Müşterinin satın alma sürecinde olduğu ve bu süreçte yapması gereken şeyler olduğu algısını yaratırsınız. Burada müşterinin bir isteği var ve bu istek bir satın alma sinyali dolayısı ile ‘’Size en uygun bedeni getirirsem, yarın mı yoksa bir sonraki gün mü teslim edilmesini istersiniz?’’ cevabı bir sipariş elde etme cevabıdır. Böylelikle müşterinin isteği yerine getirilmesi ile satın alma sürecinin sonuçlanıp sonuçlanmayacağını sormuş oldunuz. Unutmayın! Satış psikolojik ve sosyal bir bilimdir. Yapabilirsem… Yapar mısınız? Sorusu satış kapamanın en iyi yollarından biridir.
Giderek kentleşiyoruz… Dünya’da her yıl milyonlarca insan kırsal kesimlerden şehirlere göç ediyor. Şehirlileşmek, kentleşmek demek tüketimi de beraberinde getiriyor. Elbette bu tüketicilik pek çok ürün, eşyada söz konusu. Bunların arasında insan oluşumuzdan ileri gelen en önemli tüketim maddemiz “temiz su”dur. İnsanların sayılarının da artmasıyla beraber temiz su sıkıntısı da artmaya başladı. Yakın zamanlarda da ülkemizde benzer sorunlar yaşadık. Su savaşları ne zaman ve nasıl yaşanacak? Temiz suyun kullanımında bizi ne gibi yenilikler bekliyor? Temiz su sıkıntısı aşılabilir mi? Ülkemizde yapılan HES projeleri su kaynaklarımızı nasıl etkiliyor?
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 34
2020
’de
SU savaşları
ABD ULUSAL İSTİHBARAT RAPORU
Amerikan Ulusal İstihbarat Müdürlüğü'nün raporuna göre, dünyada içme suyu kaynakları, 2040 yılına kadar küresel talebe cevap veremeyecek duruma gelecek. Dolayısıyla 2020'den sonra su savaşları yaşanabilir. aporda Ortadoğu, Güney Asya ve Kuzey Afrika, su kıtlığının en şiddetli hissedileceği bölgeler olarak sıralandı. Su kaynaklarına ilişkin sıkıntı, gelişmekte olan ülkelerin hidroelektrik santrallerinden enerji elde edilmesini güçleştirecek, ekonomik potansiyellerini olumsuz etkileyecek. Yeraltı su kaynaklarına aşırı yüklenilmesi de, toprağın kalitesini olumsuz etkileyecek, bağlantılı olarak gıda üretimini baltalayacak, bu da sosyal patlamalara yol açabilecek. Önümüzdeki 10 yıl için su savaşları öngörüsü yapılmasa da, hâlihazırda 7 milyar olan dünya nüfusunun artışı bu hızla sürdükçe, su kaynaklarının azalması ve kirlenmesiyle yeni sorunlar ortaya çıkabilir. Öyle ki, 2030'da su talebi ile arzı arasındaki fark, yüzde 40'a çıkacak. Ve su, uluslararası ilişkilerde bir silah ya da baskı unsuru haline gelecek. Küresel ısınmasının su kaynakları üzerindeki etkisini, 2040'tan sonra daha da artırması bekleniyor. Amerikan Dışişleri Bakanlığı tarafından özel olarak incelendiği belirtilen rapor bir tavsiyeye de yer veriyor. Suyun yüzde 70'i tarım alanında tüketildiği hatırlandığında, tarımsal teknolojinin geliştirilmesi, kentlerde su tasarrufuna gidilmesi, süreci uzatabilir.
R
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 35
NE KÖYLÜ NE DE KENTLİ OLABİLDİK Özellikle sağlık ve HES konularında meclise sunduğu soru önergeleri ile takip ettiğimiz Tokat CHP Milletvekili Dr. Orhan Düzgün ile siyasi hayatını, bölgesi olan Tokat’daki gelişmeleri ve HES’leri konuştuk.
SANAYI
LIFE ÖZEL
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 36
Röportaj BERMA SUTUĞ AYDIN
Çocukken doktor olmak istedim
olur. Yani haftada sadece birgün gördüğüm oluyor çocukları. Gerçekten aile yaşantınızı çok ciddi bir şekilde sarsıyor.
11 yıl cerrahlık yaptıktan sonra neden siyaseti seçtiniz, hayatınızda neler değişti? Aslında siyasete uzak bir aile değiliz, ailemizde daha öncede siyaset yapmış isimler var. Fakat benim aklımda yoktu. Cerrah olarak İstanbul’da ihtisas yaptım, 13 yıl kalmama rağmen İstanbul’a çok fazla adapte olamadım. Trafiği ve kalabalığı sevmediğimden kendi memleketime, Niksar’a geldim. 11 yıl çalıştım. Genel cerrahiye ilk başladığım günden, bıraktığım güne kadar işimi her zaman severek yaptım. Şuan mesela ameliyat yapmayı özlüyorum. Artık öyle bir şansımız yok malesef. Cerrahlık pratiğine dayalı olduğundan, yapmadığınız zaman eliniz soğur. Bunun dışında yaşadığımız şehir ve okullarımız dışında hayatımızda çok şey değişmedi. Türkiyenin dinamiklerinin ileriye değil, geriye doğru gittiğini düşünüyorum. Toplumda çok ciddi bir ayrışma görüyorum, özellikle de son zamanlarda bu iyice körüklenmeye başladı. Çocuklarımıza ve gelecek nesillere iyi bir ülke bırakamazsak diye duyduğum endişe beni siyasete sürükledi. Şu günlerde herşey yolundaymış gibi lanse ediliyor. Ben şartların sürdürülebilirliği konusunda endişeliyim.
İş yoğunluğunuz artmıştır. Onca iş arasında kendinize ve ailenize zaman ayırabiliyor musunuz? Bence siyasetin en zor ve olumsuz tarafı bu. Bir kere aile hayatınızı hemen hemen bitiriyor. Çünkü gece de çalışıyorsunuz ve sürekli başka şehirlerde toplantılardasınız. Hele de benimkiler gibi çocuklar küçükse, eve gittiğinizde çocuklar yatmış olur, siz kalktığınız zaman çocuklar gitmiş
Peki mecliste bir gününüz nasıl geçiyor? Meclisin açık olduğu ve genel kurul olduğu günlerde bizim tempomuz yoğun oluyor. Bunun yanı sıra gündemde ve basında o gün ne var, ne yok, çalışkan ekibim tarafından taranıyor ve raporlar hazırlanıyor. Aynı zamanda, vatandaştan gelen kişisel bir takım talepler oluyor. Bunlara hangi noktada yardım edebiliriz diye görüşmeler yapıyoruz.
Siyasetçinin vazgeçilmez adresi “sosyal medya”
“
TÜRKIYE’DE BASININ DURUMUNU GÖZ ÖNÜNE ALDIĞIMIZDA, SİYASETÇİLER HELE DE BİZİM GİBİ MUHALEFET SİYASETÇİLERİN SESİNİ DUYURACAĞI TEK YER SOSYAL MEDYA OLDU.
Sosyal medyayı aktif olarak kullanıyormusunuz, siyasetçilerin sosyal medyayı kullanmasına nasıl bakıyorsunuz? Facebook ve Twitter portallarından çok absürt şeyler olmadığı sürece bize ulaşan herkese geri dönmeye çalışıyoruz. Türkiye’de basının durumunu göz önüne aldığımızda, siyasetçiler hele de bizim gibi muhalefet siyasetçilerin sesini duyurabileceği tek yer sosyal medya oldu. Çünkü basın çok ciddi bir baskı altında ve bizimle ilgili birşey yazıcakları zaman kırk kere düşünüyorlar. Halka ulaşmak anlamında çok faydalı bence. Mesela Tokat’ta çok fazla Twitter kullanıcısı yok. Daha çok Facebook kullanıyorlar. Ama milletvekili arkadaşlardan biliyorum, 500.000’e yakın takipçisi olan var. Türkiye’de en ciddi satan gazete bile fiilen satmadığını biliyoruz. Fakat tuşlara dokunduğunuzda 500.000 takipçiye ulaşmak çok önemli birşey. Mesajınız retweet de alırsa bir anda 2-3 milyona ulaşıyorsunuz. Bence artık siyasetçinin vazgeçilmezi sosyal medya.
ı Dr. Orhan Düzgün kimdir? 02.12.1967 de Tokat Niksar`da doğdu. 1990 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesini bitirdi. İstanbul Kartal Eğitim-Araştırma Hastanesinde Genel Cerrahi Uzmanlık eğitimini tamamladı. Sırasıyla, Niksar Devlet Hastanesi, Almus Devlet Hastanesi ve Tokat Devlet Hastanesinde görev yapan Dr. Orhan Düzgün, Türk Tabipler Birliği üyesidir. 12 Haziran 2011 Genel Seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi'nden 24. Dönem, Tokat Milletvekili olarak seçilmiştir. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 37
RÖPORTAJ
Meclise getirdiğiniz soru önergeleriyle sizi basından takip ediyoruz. Bölgenizde kalkınmaya yönelik nasıl bir oluşum var? Biz hep şunu konuşuruz; kendi bölgemizde sanayi olmadan kalkınma olmaz. Fakat malesef kendi bölgem olan Tokat’ta sanayi adına herhalde parmakla sayılacak kadar az sanayi kuruluşu var. Tabi sanayileşmek bir anlamda bir kültürel değişimi de beraberinde getiren bir şey. Nasıl birdenbire, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçmek mümkün değil ise köy kültüründen, kent kültürüne geçmek de bir süreç. Malesef bugün yaşadığımız en ciddi sorun şu: Köyler bir anda boşalarak büyük şehirlere göç ettiler. Bunu ekonomik ve siyasi nedenlerle yaşadılar. Paldır küldür büyük kentlere taşındılar ve gittikleri kentlere uyum sağlayamadılar. Böyle olunca da, orada çok karışık bir yapı oluştu kent mi, köy mü olduğu belli olmayan mahalleler oluştu. Yani kent içine girdiğinizde köy olan, kocaman kocaman şehirler yarattık. Tabiki bu Türkiye’nin birçok sorununu da beraberinde getirdi. Eğitim ve ailenin kent kültürüne uyumuyla ilgili yaşadığı sıkıntılar hepsi bir araya geldi. Şuanda köylü gittiği kentte insan gibi yaşamayadığı için hep aklı köyünde. Bir an evvel köyüne dönmek istiyor ama ekonomik şartlar onu şehirde kalmaya zorluyor. Köylü toprağından koparılıyor, kentlerde ucuz işçilikle ve sigortasız çalışarak yaşanması bekleniyor. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 38
“
TOKAT’IN EN TEMEL SORUNU ULAŞIM. GERÇEKTEN KÖR BİR NOKTADA YER ALIYOR. ULAŞIM DA ARTIK ÇOK CİDDİ MALİYETLER OLDUĞU İÇİN SANAYİCİ BUNU GÖRÜYOR VE YATIRIM YAPMAK İSTEMİYOR.
Tokat tarım kenti olarak kalmalı Tokat’ta 5 adet OSB var fakat sadece Tokat merkezde 81 adet üretimde firma var. Erbaa’da, Niksar’da ve Zile’deki OSB’lere yatırımı çekmek için neler yapacaksınız? Şöyle söyliyim; çok doğal olarak sanayici ya da yatırımcı diyelim, kar edeceği yere yatırım yapar. Tokat’ın en temel sorunu ulaşım. Haritaya baktığınızda Tokat gerçekten kör bir noktada yer alıyor. Ne deniz ulaşımı, ne kara ulaşımı, ne de hava ulaşımı var. Ulaşımın da artık çok ciddi maliyetler olduğunu hesap edersek, sanayici de bunu görüyor ve Tokat’a yatırım yapmak istemiyor. Bununla ilgili malesef hükümetin de her seçim döneminde verip, daha sonra unuttuğu sözler oluyor. Biz hep şunu söylüyoruz; Tokat’ı bir şekilde denize ulaştırmak lazım çünkü en ucuz ulaşım yolu bu. Demiryolu biraz daha kolay çünkü mevcut bir demiryolu hattı var ve iyi kötü çalışır. Fakat, Tokat merkezden Karadeniz’e inmek 150 km, buraya bir otoban yaptığınızda bir saatlik mesafe bu. Fakat duble yollar her yere yapılırken Tokat’a yapılmıyor. Tokat, Niksar, Akkuş hattı şeklinde zaten orada bir yol var ve genişletilmesi daha rahat hale getirilmesi lazım. Gördüğüm o ki, sanayi anlamında Tokat’tan çok fazla şey beklememek lazım. Tokat bir tarım kenti olmasına rağmen en fazla göç veren kent olmaya devam ediyor.
RÖPORTAJ Meclise HES’lerin incelenmesi konusunda teklifler sundunuz Kelkit ve Yeşil ırmakdaki son durum nasıl? Keşke uygun olduğunuzda beraber gitsek Tokat’a da görseniz oradaki durumları. Şöyle söyleyeyim; Erbaa’nın çıkışından Niksar’a yakın bölümünden başlayan Su şehrine kadar bir HES yapımı var. Hiç Reşadiye tarafına gittinizmi bilmiyorum, orada doğa çok farklıdır. NiksarReşadiye arasında daracık bir kanyondan gelir kelkit. Oradaki dağları tepeleri ormanları öyle bir tıraşladılar yıktılar ki yani insanın içi sızlıyor geçerken. Sebep, 1 Megavat elektirik üretecek diye. Meselenin bu olmadığını çok iyi biliyoruz.
Tokat rüzgar enerjisi için uygun Halbuki, Tokat rüzgar enerjisi olarak çok uygun bir bölge. Bu işleri eğer özel sektöre, hele de yabancı uyruklu şirketlere bırakırsanız bunlar çevreye ya da ülkemize ne olduğunu umursar mı? Türkiye’de ne bulursa sömürüp, alıp götürmek istiyorlar. Nasıl para kazanırım ona bakıyorlar. Oysa ki insanlar bilmelidirler ki, HES’lerden üretilen enerji, Türkiye’nin enerji ihtiyacının sadece %2 sini karşılıyor. Bütün bu katlettikleri akarsularımızdan elde ettikleri oran sadece bu. Bir taraftan Türkiye büyük, güçlü bir ülke, ekonomimiz çok iyi diyeceksiniz, diğer taraftan ise %2 enerji için ülkenin bütün su kaynaklarını ele geçirip, havzalarını harap edeceksin. Buradaki temel sorun, su ya da enerji üretmek değil, temel mantık havzaları ele geçirmek. Çünkü suya sahipseniz her şeyi kontrol edersiniz. Kelkit’e kurulan HES ile istenilen, Niksar’dan başlayıp, Çarşamba’ya kadar bütün ovayı kontrol etmek. Hükümetin arka planında şu var; aslında Amerika’daki gibi çok büyük araziler yaratmak ve bu birleştirilmiş arazileri tek kişiye vermek istiyorlar. Sonra suyun sahibi birgün gelip oradaki çiftçilere diyecek ki kusura bakma ben sana su vermiyorum. Ve çiftçi mecburen topraklarından vazgeçecek. Hep konuşuyoruz ya terör var diye. Terörün asıl nedeni kürtlerin bağımsızlık istemesi değil. Bana göre asıl kavga, Fırat ve Dicle havzasını ele geçirmek.
Direnişler organize değil Peki bu durum havzalardaki üreticileri nasıl etkiliyor? Nasıl bir refleks gösteriyorlar? Özellikle Reşadiye’nin Tozanlı havzasında ve Erbaa’da çok ciddi HES direnişleri oldu. Zaman zaman bende gittim katıldım. Cesareti olan TV’ler geldi, yürüyüşler yapıldı, bireysel anlamda da birçok protestolar oldu “suyuna sahip çık” diye, fakat toplum organize değil. Malesef orada 3-5 tane köyün vatandaşı bir araya gelip biz karşıyız demesi yeterli olmuyor. Şirketler de artık az çok bazı şeyleri biliyorlar. Köyün camisine 2 torba
“
HES’LERDEN ÜRETILEN ENERJİ, TÜRKİYE’NİN İHTİYACININ SADECE %2 SİNİ KARŞILIYOR. TEMEL SORUN, ENERJİ ÜRETMEK DEĞİL, HAVZALARI ELE GEÇİRMEK. ÇÜNKÜ SUYA SAHİPSENİZ HERŞEYİ KONTROL EDERSİNİZ. TERÖRÜN ASIL NEDENİ KÜRTLERİN BAĞIMSIZLIK İSTEMESİ DEĞİL. BANA GÖRE ASIL KAVGA, FIRAT VE DİCLE HAVZASINI ELE GEÇİRMEK.
çimento gönderiyor, birine bekçilik görevi veriyor, böyle çok küçük, devede kulak misali rüşvetler vererek o direnci kırmaya çalışıyorlar. Köylü tabi daha işin vahametinin farkında değil. Yarın elindeki suyla birlikte arazisinin de gideceğini göremiyor. Ne yazık ki gördüğünde de iş işten geçmiş olacak.
Dayanışmalıyız! Peki ivedilikle yapılması gereken nedir? Biz parti olarak HES’lere karşıyız. CHP’nin bu konuda tavrı çok net. Çünkü götürüsünün getirisinden çok daha fazla olacağını biliyoruz. Doğaya saygılı olmayan hiçbir yaklaşımın uzun süreli olmayacağını biliyoruz. İlla enerji elde edilecekse daha akıllı yöntemlerle olsun. Mesela Türkiye’nin çok güçlü kömür yatakları var. Belki maliyeti biraz yüksek fakat ileri teknoloji ile kömürün karbon salınımını önleyebilirsiniz. Keza, rüzgar enerjisi açısından çok ciddi bir potansiyelimiz var. Reşadiye’de Sulusaray’da boşa akıp giden termal kaynağımız var. Madem ki enerji lazım böyle yerler neden değerlendirilmiyor. Eğer doğru dürüst bir enerji politikası geliştirebilirse, enerji sorunu yaşanmaz. Ülkemizde özellikle bu gezi olaylarından sonra, toplumda çok ciddi bir itiraz ve dik duruş sergilendi. Demek ki direnirsek oluyor mesajı artık toplumda oluştu. Bu nedenle herkesi dayanışma içerisinde olmaya ve sularımızı korumaya davet ediyorum. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 39
KAPAK
4 litrelik bidonda
1 çorba
kaşığı kadar su kullanıyoruz
Dünyadaki bütün suyu 4 litrelik bir bidona koyduğumuzu düşünürsek canlıların kullanabileceği su miktarı sadece 1 çorba kaşığı kadardır.
su
miktarı Su kaynağı
Miktar, km3
%
Denizler Kutuplardaki buzullar Yer altı suları Göller ve nehirler Atmosferdeki buhar
1.348.000.000 27.820.000 8.062.000 225.000 13.000
97.39 2.01 0.58 0.02 0.0001
Toplam KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 40
1.384.120.000
ünümüzde su doğal kaynakların en önemlilerinden biridir. Dünyadaki nüfus artıkça suyun dağılımıda azalarak etkilenmektedir. Temiz ve içilebilir su kaynakları her geçen gün kirletilerek kullanılamaz hale getirilmektedir. Var olan su kaynaklarının kirletilmesi, gelecekte su kıtlığının yaşanmasına neden olacaktır. İnsanların günlük kullandığı su kaynağının çoğunu nehirler ve göller oluşturduğundan, bu su kaynaklarının kirletilmesi su azlığının ortaya çıkmasını kolaylaştıracaktır. Zaten kıt olan bu kaynakların korunarak su ihtıyaçlarının bu kaynaklardan sağlanması amaçlanmalıdır. İhtiyaçları karşılamaya uygun su miktarı Dünya'daki toplam su stoklarının ancak % 0,25'ini (binde 25'ini) oluşturmaktadır.
G
Dünyadaki
KAPAK
TEMİZ SU İÇİN KORKUTAN BİLANÇO
Dünya genelinde 783 milyon kişi temiz suya ulaşamıyor ve her yıl yaklaşık 3,4 milyon kişi suyla ilişkili hastalıklar nedeniyle ölüyor. Dünya'da su kaynaklarının sınırlılığı ve tüketimin yükselmesi nedeniyle her yıl milyonlarca kişi temiz sudan mahrum yaşamak zorunda kalırken, kullanılabilir suya ulaşamama dolayısıyla her yıl çeşitli hastalıklardan yüzbinlerce hayat yok oluyor. Dünya genelinde halen 783 milyon kişi temiz suya ulaşamazken, her yıl yaklaşık 3,4 milyon kişi susuzluk ve su kirliliğine bağlı nedenlerden dolayı ölüyor. Artan nüfus, su kaynakları üzerinde baskı oluşturuyor.
NÜFUS ARTIŞI BASKISI Dünya nüfusundaki hızlı artış su kaynakları üzerinde baskı oluşturuyor. BM verilerine göre, 20. yüzyıl boyunca dünya nüfusu üç kat artmasına karşın, su tüketimi altı kat arttı. Projeksiyonlara göre, dünya nüfusu önümüzdeki 40 yılda 2-3 milyar civarında daha artacak ve beslenme
biçimleri de değişecek. Gıda ihtiyacı 2030'da yüzde 50, 2050'de yüzde 70 artmış olacak. Buna bağlı olarak su tüketimi de yükselecek. Dünya nüfusunun 2025'e kadar 8 milyara yaklaşması, su kullanımının da gelişmekte olan ülkelerde yüzde 50, gelişmiş ülkelerde yüzde 18 oranında artması öngörülüyor. Su en fazla tarımda tüketiliyor. Dünyadaki tatlı su tüketiminin yaklaşık yüzde 70'i tarımsal faaliyetlere ayrılıyor. Hızlı büyüyen ekonomilerde bu oran yüzde 90'a kadar çıkabiliyor. Tarımın ardından en fazla tüketim sanayide ve hanelerde oluyor. Bu arada küresel iklim değişikliği de su sıkıntısında önemli bir etken. Dünya Bankası'nın hesaplamalarına göre, 2020-2050 arasında, ortalama küresel sıcaklıkta iki derecelik artışın sonuçlarıyla mücadele edebilmek için 70-100 milyar dolar arasında masraf yapılması gerekecek. Bu masrafın 20 milyar dolarlık bölümünün suyun temini ve taşkın yönetimine ayrılacağı tahmin ediliyor.
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 41
KAPAK
Brezilya
8 trİlyon 233 mİlyar ton Rusya
4 trİlyon 507 mİlyar ton
Kuveyt
Gazze
Bahamalar
8 ton 41ton 63 ton
Dünyanın
su dağılımı bozuk! Dünyada bazı ülkeler su içinde yüzerken, bazı ülkeler ise susuzluktan kırılıyor. Grönland'da kişi başına düşen yıllık tatlı su miktarı 10 milyon 578 bin 950 metreküpü bulurken, Kuveyt'te 8 metreküpte kalıyor.
ünyanın bazı ülkelerinde su ihtiyaç duyulandan daha fazla bulunmakta , buna karşılık bazı ülkelerde ise su ihtiyacı yaşanmaktadır. Tatlı suların yoğun olduğu ülkeler Kuzey , orta ve güney Amerika kesimleri Asya’ nın güneyi ve Avusturalya kıtasıdır. Brezilya yıllık toplam 8 trilyon 233 milyar ton yenilebilir su kaynağı ile en zengin ülke iken , Gazze şeridi yıllık toplam 41 ton tatlı su kaynağı ile su fakiri yerler arasında yer alır. Türkiye ise bu ülkeler arasında yıllık toplam 214 milyar tonluk tatlı su kaynağı ile 41. Sıradadır. Aslına bakılırsa yıllık kişi başına düşen su
D
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 42
YILLIK TEMİZ SU KAYNAĞI AZ OLAN ÜLKELER TON Umman Batı Şeria Barbados İsrail Yemen Ürdün Bahreny
340 320 296 250 198 160 157
Singapur Malta Libya S.Arabistan Maldivler Katar Bahamalar
139 130 106 96 91 86 63
miktarı , ülkelerin toplam su kaynaklarından daha önemlidir. Dünyanın kişi başına düşen en az tatlı su kaynağı ülkesi Kuveyttir. Petrolü suyundan daha fazla olan bu ülke de yıllık kişi başı düşen miktar 8 tondur. Tatlı su kaynağı az olan bölgeler özellikle dönenceler çevrelerinde yer alan çöl alanlarıdır. Özellikle Kuzey Afrika ( büyük sahra ) Kenya (Kalahari Çölü) ve Asya da Arabistan çöl bölgesi, Pakistan ve Avrupa da Polonya civarı kişi başına düşen tatlı su miktarının az olduğu yerlerdir.
KAPAK
Akarsularının ticarileşmesi
%20’si şebeke sistemi ile ulaşan suyun %85’ini, halkın en yoksul %20’lik kısmı ise sadece %25’ini kullanabilmektedir.
MARMARA’DAN DAHA BÜYÜK BİR SULAK ALAN KAYBEDİLDİ 19 milyon insan, açlık sınırında yaşıyor. Her beş kişiden dördü, belediye hizmetlerinden yararlanmakta ve çevre sağlığı açısından belediyelerin vereceği hizmete bağlı bir yaşam sürmektedir. Amik Gölü, Avlan Gölü, Hotamış, Eşmekaya sazlıkları gibi sulak alanlar kaybedilmek üzere. Beyşehir Gölü, Tuz Gölü süratle kirlenmekte ve yüzey alanları küçülmeye devam etmektedir. 135’i uluslararası öneme sahip olan 500 sulak alanımızdan RAMSAR Sözleşmesi listesine dâhil edilen 12 alanda ciddi oranlarda kuruma ve kirlenme mevcut. Dahası yürütülen faaliyetler neticesinde bugün Marmara Denizi’nden daha büyük bir sulak alan kaybedilmiş vaziyette. Fethiye'ye foseptik, Tuz Gölü'ne kanalizasyon akıyor, Kekova'yı yatlar, Foça'yı balık çiftlikleri yok ediyor.
tamamlandı Çevre ve HES'lerle ilgili açtığı davalarla tanınan Avukat Yakup Okumuşoğlu, ÇEHAV üyesi ve bir hukukçu olarak su hakkı ihlallerini ve suyun ticarileştirilmesi konularındaki değerlendirmelerini Sanayi Life dergisine yaptı.
üm dünyada kullanılabilir durumda olan su tüm suların ancak %1’i kadardır. Su anlaşılacağı üzere sınırsız bir kaynak değildir.Sınırsız bir kaynak olmadığı halde suya ihtiyaç duyan paydaşlar ise her geçen gün artmaktadır. Diğer yandan her geçen gün suyun kullanım miktarı da artmaktadır. Bir yandan doğada bulunan canlılar suya ihtiyaç duyarken diğer yanda insanlık da hem nüfus artışı, hem kullanım suyundaki artışlar nedeni ile daha fazla su kullanmaktadırlar. Bir yanda endüstriyel kullanım, bir yandan büyüyen nüfusu beslemek için daha fazla tarım alanı ihtiyacı ve buna bağlı sulama suyu ihtiyacı birkaç on yıl sonra kullanılabilir durumdaki suyun paylaşımında bugünden öngörülemeyen çapta paylaşım sorunlarına yol açacağı bilinmektedir.
T
YOKSUL HALK SU İÇİN 10 KAT DAHA FAZLA BEDEL ÖDÜYOR Bu günden dünyanın pek çok bölgesinde su nedeni ile göçler başlamıştır. Su mültecileri görülmeye başlanmıştır. Suyun kullanımında ciddi eşitsizlikler ortaya çıkmıştır. Dünyada her yıl 1 milyon çocuk sağlıklı suya erişim imkanı bulamamasından kaynaklı hastalıklar nedeni ile ölüyor. 1,5 milyar insan sağlıklı suya erişemez durumda. Örneğin, Avrupa’da ortalama su kullanımı 200–300 litre/gün ve Amerika Birleşik Devletleri’nde 575 litre/gün olmasına rağmen, kalkınmakta olan ülkelerde yaşayan halkın beşte biri insan hakkı olarak kabul edilen en az 20 litre/gün suya ulaşamaz durumdadır. Kalkınmakta olan ülkelerde en zengin halkın KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 43
ENERJİ KREDİLERİ BU TİCARETİ DESTEKLİYOR
“
MARMARA DENİZİ’NDEN DAHA BÜYÜK BİR SULAK ALAN KAYBEDİLMİŞ VAZİYETTE. FETHİYE'YE FOSEPTİK, TUZ GÖLÜ'NE KANALIZASYON AKIYOR, KEKOVA'YI YATLAR, FOÇA'YI BALIK ÇİFTLİKLERİ YOK EDİYOR.
Öte yandan yenilenebilir enerji olarak mevzuatta tanımlanıp ulusal ve uluslararası piyasadan çeşitli teşvikler ve krediler de sular üzerinden yürütülen bu ticareti desteklemektedir. Diğer yandan Dünya Bankası’nın suların özelleştirilmesi politikasına uygun olarak “enerji ihtiyacı” argümanı üzerinden suların “kullanım haklarını” satarak üstü örtülü bir özelleştirmeyi de gerçekleştirmektedir. Bunun karşılığında da yine Dünya Bankası’ndan ciddi büyüklükte uygun krediler almaktadır. Yani Türkiye bir yandan üstü örtülü bir özelleştirme programını yürütürken, diğer yandan hem suların kullanım hakkı üzerinden ciddi bir ticareti hem de sular üzerinden artırılan enerji kapasitesinin fazlasını satarak doğal kaynakları metalaştırma sürecinden en karlı ülke çıkma hedefindedir. Açılan pek çok dava ve iptal edilen pek çok projeden sonra yasal mevzuatta sürekli değişiklikler yapılması artık olağan hale gelmiştir. Mahkemelerin söz konusu alanda çevre lehine kararlar verebilmesinin önü her geçen gün zorlaşmıştır. Yargının etkisizleştiğini değerlendiren halk kendi başına yol ve yöntemler üreterek söz konusu yıkım projelerine karşı koymaya çalışmaktadır. Güvenlik güçleri ile karşı karşıya kalan halkın sisteme olan güveni sarsılmış durumdadır.
KAPAK
‘Su zengini bir
ülke değiliz’ Mardin'de düzenlenen 1'inci Dünya Sulama Forumu toplantısında konuşan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Türkiye'nin su zengini bir ülke olmadığını belirterek, "Aksine gerekli tedbirler alınmazsa, yakın gelecekte su problemi yaşamaya aday bir ülke olabilir" dedi.
rman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, dünyada bugün her 8 kişiden 1'inin, başka bir ifadeyle yaklaşık 900 milyon kişinin kronik yetersiz beslenme sorunu ile karşı karşıya kaldığını söyledi. Dünyada kullanılan içme suyunun yüzde 70’inin sulamada kullanıldığını belirten Eroğlu, şöyle dedi: "Dünyada su ile ilgili sıkıntılar hızlı bir şekilde artmaktadır. Buna acilen çözüm bulunması gerekmektedir. Geleceğe doğru yol alırken, günlük olarak daha fazla gıda ve ürüne ihtiyacımız olacaktır. Giderek azalan mevcut su kaynakları dikkate alındığında, gıda güvenliği konusu kendini daha fazla hissettirecektir. Su kaynakları, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin muhtemel tesirleri yönünden en riskli alanlardan biridir. İyi bir su yönetimi, su kaynaklarının insan ve diğer bütün canlılar için adil ve akıllıca tahsis edilmesi temel ilkesine dayanmalıdır. Yağış dağılımı düzensiz olan Türkiye, su zengini bir ülke değildir. Aksine, gerekli tedbirler alınmadığı ve su kaynaklarının geliştirilmesine
O
yönelik yatırımlara öncelik
Küresel bir su krizi yaşanacak İçişleri Bakanı Muammer Güler ise, son zamanlarda artan nüfus ve bunun sonucu olarak artan su talebinin küresel bir su krizini gündeme getireceğini belirterek, "Ülkemize baktığımızda yurdumuzun su kaynakları bölgede önemli bir potansiyel görülmesine rağmen su zengini sayılabilecek bir nitelik maalesef taşıyamamaktadır. Aksine gerekli önlemler alınmadığı takdirde bütün dünyada olduğu gibi yakın gelecekte su sorunları yaşamaya aday bir ülkeyiz" dedi. verilmediği takdirde, yakın gelecekte su problemleri yaşamaya aday bir ülke olabilir."
‘İSTANBUL'UN 2071 YILINA KADAR İÇME SUYU İHTİYACI KARŞILANACAK’ İstanbul’da yapılan Melen Çayı projesi ile ilgili de bilgi veren Bakan Veysel Eroğlu, bu proje dahilindeki dünyada iki kıtayı birbirine bağlayan ilk ve tek uzun sualtı tüneli olan Boğaziçi Tüneli ile Asya ve Avrupa’yı denizin 135 metre altından birleştirdiklerini söyledi. Bakan Eroğlu, Melen ve Yeşilçay Projeleri ile İstanbul’un 2071 yılına kadar içme suyu ihtiyacının karşılanacağını söyledi. Eroğlu, Türkiye Cumhuriyeti olarak sahip olduğumuz köklü medeniyeti, suyun yönetimindeki tecrübe ile birleştirerek Afrika’daki kardeşlerimize yeterli ve temiz suyu ulaştırmayı kendimize vazife edindik. Dünyanın her yerine olduğu gibi Afrika’ya yardım elimizi uzattık. Afrika'da susuzluktan kavrulan ülkelerin su ihtiyacını karşıladık. Suyu, istikrar ve kardeşlik için bir barış vesilesi olarak gören bizler, Somali, Burkina Faso, Nijer, Sudan, Cibuti ve Etiyopya’da açtığımız içme suyu maksatlı kuyularla toplam 1 milyon 300 bin kişiye su temin ettik." dedi. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 44
TÜRKİYE’Yİ ENERJİ MERKEZİ YAPACAĞIZ Enerji sıkıntısı gerekçe gösterilerek yapılan HES'lerden elde edilecek elektrik gücünün, söz konusu sıkıntıyı gidermeye yeterliliği, HES’lerin kazandırdıkları ve kaybettirdikleri nelerdir sorularını ilettiğimiz Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanımız Sayın Taner Yıldız, mevcut enerji yatırımlarını ve hedeflerini açıkladı.
on 10 yıldır siyasi istikrara bağlı olarak refah seviyesi her geçen gün artan SANAYI ülkemizin enerji talebi 10 yıl sonra 2 katına çıkacak. Biz hem bu talebi karşılamak, hem de enerji arz güvenliğimizi sağlamak için çalışmalarımıza devam ediyoruz. Yerli ÖZEL ve yenilenebilir kaynaklarımızı harekete geçiriyoruz. 2002 yılında, 12.241 MW olan hidrolik santral kurulu gücü şu an itibariyle 20 bin MW’a çıktı. Göreve geldiğimizde yok denecek kadar az olan rüzgar enerjisi kurulu gücü şu an itibariyle 2604 MW. 10 yıl önce tamamen atıl vaziyette olan jeotermal kaynaklarımızı ülke ekonomisine kazandırmaya başladık. Elektrik, ısınma, termal turizm ve seracılık amacıyla 85 jeotermal sahayı özel sektörün yatırımına açtık. Son 10 yılda jeotermal uygulamalar elektrik sektöründe 7 kat artarak 162 MW’a ulaştı.
LIFE
S
Kömür sahaları, termik santral için özel sektöre devrediliyor 2023’e kadar Hidrolik santralı kurulu gücü 36 bin MW’a, rüzgar kurulu gücünü 20 bin MW’a, güneş kurulu gücünü 3 bin MW’a, jeotermal kurulu gücünü 600 MW’a çıkarmayı hedefliyoruz. Yerli kömüre dayalı yapılacak bütün termik santrallerle, yıllık en az 12 milyar dolarlık doğalgaz ithalinin önüne geçme hedefimiz var. İnşallah bu hedefi gerçekleştireceğiz. TKİ'nin elindeki kömür sahalarını termik santral kurma şartıyla ihaleyle özel sektöre devretmeye başladık. Bu anlamda, Adana Tufanbeyli’de 600 MW, Soma’da 450 MW, Bursa – Keles’te 270 MW, Kütahya Tunçbilek’de 300 MW, Bingöl Karlıova’da 150 MW kurulu gücünde santrallar kurulacak. Bolu-Göynük, EskişehirMihallıççık, Silopi Harbul-Üçkardeşler ve Sereder’de de santrallarımızın inşası devam ediyor.
Türkiye linyit zengini Türkiye linyit rezervinin yaklaşık yüzde 40’ını barındıran Afşin Elbistan'da, 12 milyar dolarlık bir yatırımla toplam 8000 MW gücünde santraller kurulacak. En son MTA’nın 5 yıllık çalışmaları sonucunda Afyon Dinar’da 950 milyon tonluk linyit rezervi tespit ettik. Buraya da 5 milyar dolarlık yatırımla 3.500 MW gücünde termik santral kurmayı hedefliyoruz. Santral ayrıca inşası ve maden sahasında 6-7 bin kişilik bir istihdamı bölgeye sağlamış olacak. Konya Karapınar'da 1,8 milyar tonluk rezerve ulaşıldı. Bu kapasitenin daha da artabileceğini gözlemliyoruz.
Yenilenebilir enerji kaynaklarını arttıracağız Karapınar'da 5 bin MW civarında bir havza çalışması yapmayı planladık. Bu Atatürk Barajı'nın iki katı kadar Türkiye'ye bir rezerv sağlamış olacağız. Yaklaşık 7-8 milyar dolarlık da bir yatırım öngörüyoruz. Rezerv kurulacak 5 bin MW gücündeki santrale 30-40 yıl rahatlıkla hizmet verebilecek. Türkiye’de 10 yılda tam 100 milyar liralık enerji yatırımı yapıldı. Hedefimiz 2023’e kadar yapılacak 200 milyar liralık enerji yatırımıyla; enerji arz güvenliğini perçinlemiş ve bölgesinde “Enerji Merkezi” haline gelmiş bir Türkiye’dir. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 45
KAPAK
NASA:
BURDUR, EĞİRDİR VE KOVADA KURUYOR
Kuruyan
Anadolu ULUSAL Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) verilerini değerlendiren 4 kıtadan 19 bilim insanının hazırladığı 'Su Raporu' ana başlığı adı altında yayınlanan 'Kuruyan Anadolu' raporuna göre Eğirdir ve Burdur gölleri kuruyor, Kovada Gölü de birkaç yıl içinde kuruyacak.
KOVADA GÖLÜ KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 46
EĞİRDİR GÖLÜ
ğirdir Su Ürünleri Enstitüsü eski Müdürü Biyolog Sedat Karakoyun, Burdur Gölü için yapılan tespitin doğru olduğunu, Eğirdir'de ise su rejiminden ziyade kalite yönünden sıkıntı olduğunu söyledi. Orta Asya, Ortadoğu, Balkanlar ve Afrika'dan 19 bilim insanı, NASA'nın verilerinden yararlanarak Türkiye'deki mevcut su kaynaklarını inceleyerek bunları bir rapor halinde yayınladı. 'Su Raporu' ana başlığı adı altında yayınlanan 'Kuruyan Anadolu' raporuna göre Türkiye'nin en büyük su kaynakları Eğirdir ve Burdur gölleri kuruyor, Kovada Gölü ise birkaç yıl içinde kuruyacak. Raporda, Isparta için en büyük riskin Eğirdir Gölü'nde olduğu kaydedildi. Gölün kurumaya yüz tutmasının yanı sıra Kerevit varlığının da tehlikede olduğu açıklandı. Su Raporu'nun ortaya çıkardığı korkunç gerçek 'Burdur Gölü'nü Kurtarma Projesi' kapsamında, 17- 18 Eylül günlerinde, 'Kuruyan Göller İçin Uluslararası Buluşma' başlığıyla Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi (MAKÜ) konferans salonunda ele alınacak.
E
KAPAK
BURDUR GÖLÜ
NASA’NIN RAPORU
10 BİN SU KUYUSU VAR Su Raporu'nu değerlendiren Eğirdir Su Ürünleri Enstitüsü eski Müdürü Biyolog Sedat Karakoyun, Burdur Gölü'nün kurumasıyla ilgili tespitin isabetli olduğunu söyledi. Burdur Gölü'nde kendisinin de tespitlerde bulunduğunu kaydeden Biyolog Karakoyun, şöyle dedi: "Raporun en doğru tarafı Burdur Gölü'nün kurumasıyla ilgili bölümü. Kuruma alarmı veriyor. Burdur Gölü'nden beslenen köylerde yaklaşık 10 bine yakın su kuyusu var. Sulama için suyu pompalıyorlar. Bu nedenle Burdur Gölü'nü kaybediyoruz, ciddi tehlike var."
EĞİRDİR VE KOVADA ÖYLE DEĞİL Raporda Eğirdir Gölü'nün de kurumaya başladığı, Kovada Gölü'nün ise birkaç yıl içinde kuruyacağının belirtildiğine değinen Karakoyun, şunları kaydetti: "Bunlar çok iddialı tezler. Eğirdir Gölü'nde geçmişte su seviyesi 4 metre düştü ve yeniden 4 metre yükseldi. Büyük bir kayıp
olmadı. Dolayısıyla su bütçesiyle ilgili bir sıkıntı yok. Gölhisar İlçesi başta olmak üzere çevresinde yılda en az 15 defa tarımsal ilaçlama yapılıyor. Buradaki tarımsal atıklar göl suyuna ve yeraltı sularına karışıyor. Eğirdir ve Kovada göllerinin sorunu kuruma değil. Su bütçesiyle ilgili sorun yok. Asıl sorun, suyun kalitesi, tehlike bu. Dikkat çekilmesi gereken konu budur."
"KOVADA KURUYACAK DEMEK ÇOK İDDİALI" 2007 yılının kurak geçmesi nedeniyle Beyşehir Gölü'nün yüzey alanını kaybettiğini hatırlatan Karakoyun, bu nedenle Eğirdir Gölü'nün Türkiye'nin en büyük tatlı su gölü haline geldiğini vurguladı. Kovada Gölü'nde de belli bir kot bulunduğunu kaydeden Karakoyun, "O kotun üzerine kadar su doluyor. Kovada zaten sığ bir göl. Kovada'ya da bir şey olmaz. Büyük bir sıkıntı olsa zaten belli olurdu. Birkaç yıla kadar kuruyacak demek çok iddialı olmuş" diye konuştu.
n Son 50 yılda 6 kentte 36 göl tamamen kurudu. n 14 gölde kuraklık tehlikesi. n Son 60 yılda 2 milyon hektar sulak alan kurudu. n Burdur Gölü'nün sadece 2012'de kaybettiği su miktarı 3 milyar damacanadan fazla. n 20 yıl önce 'altı deniz' denilen Konya Havzası'nda su seviyesi her yıl 1.5 metre düşüyor. n Çok su tüketen tarım politikaları ve suyun doğal döngüsüne barajlarla müdahale eden su politikaları, Türkiye'de ve dünyada göllerin yok olmasına yol açan en önemli faktör.
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 47
SANAYI
LIFE ÖZEL
Doğaya ve insan geleceğine yönelik acımasızca sürdürülen tahribata karşı çıkan, HES’ler ve doğa katliamları hakkında yaptığı araştırmalar ve halkla birlikte yürüttüğü direnişlerle tanınan, Yıldız Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Beyza Üstün ile ülkemizdeki doğa ve su alanlarının ticarileştirilmesine yönelik süreç ve geleceğimiz hakkında görüştük.
Röportaj BERMA SUTUĞ AYDIN
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 48
bütünleşik olarak yönetilmeli, sulu tarım kısıtlanmalı, su havzalar özel-kamu-stk işbirliğinde yönetilmeli. Açıkça görüldüğü gibi aslında amaç suyu metalaştırmak yanısıra suyun dolanımda olduğu alanlara da suyla birlikte hakim olmak. Dünya Su Konseyi 3 er yıl arayla yaptığı forumlarında suyun metalaştırılmasını, su havzalarını sermaye birikimine sokabilmek için yöntemlerini ve stratejilerini duyurmaya devam ediyor.
Kamu ve özel sektör birlikte...
Nasıl oluyor da ülkemizdeki su kaynakları bulundukları bölgelerden özel şirketlere sunulabiliyor? Bu yeni bir süreç değil. Son yıllarda Anadolu ve Mezapotamya’da yoğunlaşmış bir durum. 1970’lerde kurgulanmış ve 1980 sonunda Birleşmiş Milletler raporlarına bağlı danışmanların çalıştığı kararların; Suyun metalaşması ve sürdürülebilir kalkınma stratejilerinin kapitalizmin son krizi ile birlikte uygulanışını yaşıyoruz. 1992 yılında Birleşmiş Milletlere bağlı iki kongre ile Dublinde suyun piyasa üzerinden fiyatlandırılabilir olması açıklandı. Ardından GATS anlaşmaları, inşaat, su, enerji şirketleri ve bilim insanlarından oluşan, Dünya Su Konseyi’nin Birleşmiş Milletler tarafından kurulması ile devam etti. Amac tüm yer kürenin üzerindeki suları sermaye birikimine sokmak. Kapitalizmin bu hedefi Dünya Su Konseyi aracılığı ile yaşama geçirilmeye çalışılıyor. Üçer yılda bir yaptıkları forumlarla stratejilerini deklare ediyorlar. Bu anlamda 2000 yılında Hollanda’nın Lahey kentinde düzenlenen 2. forum önemli çünkü bu forumda genel çerçeve açıkça sunuluyor. BM Dünya Su Konseyinin Lahey deklerasyonuna göre; su fiyatlandırılmalı, havzalar, yani suyun yolculuğunu yaptığı vadiler
“
ŞİRKETLERİN, HİDROELEKTRİK SANTRALLER, ALTIN, GÜMÜŞ, NİKEL MADEN İŞLETMELERİ, ÇİMENTO FABRİKALARI, TAŞ OCAKLARI TÜRÜ TESİSLER İLE HAVZALARA GİRMEYE, SUYA VE SUYUN DOLANDIĞI ALANLARA HAKİM OLMAYA ÇALIŞTIKLARINI GÖRÜYORUZ.
Bu duyurumlar iktidarlarla ortak yol almayı da beraberinde getiriyor. Lahey formunda bunu açıkça belirtiyorlar; “Özel sektor, kamu sektörü ve STK’lar ortak olarak su havzalarını yönetmeli”. Türkiyede alınan ekonomik kararlara bakıldığında sermayenin hedeflerinin uygulama yöntemlerini görmek mümkün; 9. Kalkınma planına, orta vadeli planlara baktığımızda, bunun bu coğrafyada nasıl ve hangi yöntemlerle uygulanacağını görürüz. Aslında, Demirel döneminde, baraj krallığı gibi betimlemelerle suya hükmetmek bölgeselpolitik stratejiler olarak uygulanmaya başlamıştı, 1980 sonrasında kamu/özel sektör işbirliğini yönetim uygulamalarında görmeye başladık. Yasal değişikliklerle, kanun hükmünde kararnamelerle bu dönüşümü uygulamaya başladılar. Örneğin yerel yönetimler belediyeler yasasında yapılan değişiklikle şirketleşmeye, taşeron firma kullanmaya, işlerini onlar üzerinden yaptırmaya başladı. Diğer kamu yönetimlerinde de bu dönüşüme tanıklık ettik. Dünya Su Konseyinin 5. Forumundan önce Türkiye, bütün düzenlemeleriyle suyun şirketler üzerinden değerlendirilebilir olmasını sağladı. 2003 yılında DSİ, 49 yıllığına şirketlerle yapacağı su kullanım hakkı protokolu için gereken yönetmeliği çıkardı ve şirketlerle yapacağı su kullanım hakkı protokolunu hazırladı. Ardından tüm derelerde akan sular 49 yıllığına şirketlere kullanım hakkı üzerinden devredildi. Bu güne dönersek, suyun dolandığı vadilerde şirketlerin; hidroelektrik santraller, altın, gümüş, nikel maden işletmeleri, termik santraller ve termik santraller ile birlikte ortak çalışan çimento fabrikaları, taş ocakları ile, yeraltı sularını şişeleyerek, Rüzgar enerji santralleri, güneş enerji tarlaları, kaya gazı çıkararak, tehlikeli atık yakma tesisleri ile havzalara girmeye, suya ve suyun dolandığı alanlara hakim olmaya çalıştıklarını görüyorsunuz. Kısaca su havzaları bütünleşik olarak şirketlerin kullanımına açılıyor. Su havzalarının bütünleşik kullanımı; hem uygulama yöntemlerinin birbiri ile KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 49
RÖPORTAJ dayanışmasında hem de doğanın kullanıma açılmasının yönetişiminde görüyorsunuz.
Derin bir yıkımın başlangıcı Yavaş yavaş çeşmelerden evlerimize gelen suların sağlıksız olduğu empoze edilerek yeraltı suları şişelenmeye başladı ve pet şişeler hayatımıza girdi. Bizler de evet sularımız kirli ve sağlıksız ve en temizine ulaşmamız gerekiyor düşüncesini kanıksamaya başladık. Sadece insanların değil tüm canlıların hayatını devam ettirmeleri için gerekli olan, vazgeçilmez olan suyu alıp, sermaye birikimine sokmak için yapılan bir kurgu bu. Halk jandarmaya, polise ve özel güvenliğe kendilerini siper ederek yaşam alanlarını korumaya, doğanın hakkı olan suyu şirketlere vermemeye çalışırken bir taraftan da aralarında dolanan şirketlerin kurguladığı STK oyunlarını da savmaya çalışmakta. Bütün bunların nedeni aslında, 70’li yıllarda altın çağını yaşayan kapitalizmin kendi krizlerini görmesi ve krizlerinden çıkış yolları olarak, doğayı ve emek gücünü sürece daha hızlı sokma çabaları. Yaşamı ve yaşam alanlarını (doğayı) krizlerinden çıkış yolu olarak seçmeleridir. Bu da doğanın krizine ve derin yıkıma yol açacak olan bir sürecin başlangıcı olacaktır.
Buna karşı halkın gösterdiği refleks nasıl, sizce yeterli mi? Eğer yetersiz kalırsak, sermayeye karşı yaşamı ve yaşam alanlarını koruyamazsak ne kültür mirasımız ne de geleceğe taşıyabileceğiniz bir ekolojik sistem (doğal yapı) kalmayacaktır. Yeterliliğe, saldıranın gücü ve mücadeleyi örenin gücü üzerinden bakmak lazım. Saldıranın argümanları üzerinden bakacak olursak, maden yasası, mera yasası, orman yasası, enerji yasasındaki değişikliklerle, yer altı sularındaki değişiklikler ve aklınıza gelen bütün yasalar ile zaten şu an şirketlerin bu alanlara girip, kullanmalarına baktığımızda canlıların ortak yaşam alanları yok olacak, kamusal alan kalmayacaktır. Şirketler nereden geçmek isterlerse eğer o alan kamusal alan ise doğrudan şirketin kontrolüne bırakılmakta, şahıs mülkiyetinde ise acil kamulaştırmayla idare tarafından şirketlere devredilmektedir. Örneğin mera kanunlarında yapılan değişiklik ile meraların tamamı şirketlerin 29 yıllığına kullanımına teslim edildi. Limanların ve kıyıların kulanımında değişiklik yapılarak, kıyıların şirketler tarafından kullanımının önünü açtılar, ve şirketlere devretmeye başladılar. Yani ne koruma statüsü, ne oradaki endemik türler (sadece orada yaşayan hábitat), ne canlı yaşamın korunması, ne milli park, ne tabiat parkı ne de kültür miraslarının KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 50
“
HALK JANDARMAYA, POLİSE KENDİLERİNİ SİPER EDEREK YAŞAM ALANLARINI KORUMAYA, ÇALIŞIRKEN DİĞER TARAFTAN ARALARINDA DOLANAN ŞİRKETLERİN KURGULADIĞI STK’LARIN OYUNLARINI BOZMAYA ÇALIŞMAKTA.
hiçbirinin önemi kalmamıştır. Biliyorsunuz Hasankeyf ve Aliona bizlere yüzyıllar öncesinden kalan kültür mirasıdır. Ne yazık ki sözkonusu bu yeni dönemde sermayeye teslim edilmiştir. Ne kültür mirasımız ne de geleceğe taşıyabileceğiniz bir ekolojik sistem (doğal yapı) kalmayacaktır. Tümü su kullanım hakkı anlaşmaları ile şirketlere devredildikten sonra farklı farklı amaçlarla vadilere girmeye çalışılmaktadır.
Köye cami yaptırıp HES'e razı ediyorlar Mücadele yeterli mi sorusuna gelirsek; yasal anlamda desteğini bulamayan halk, bu meşru ve hukuki mücadelesini bedenleri üzerinden veriyor. Bu mücadelede bugüne kadar devlete hiç karşı gelmemiş insanlar farklı siyasi görüşleri
RÖPORTAJ olanlar yan yana durmaya, yaşam alanlarını dereleri korumaya çalışıyor. Mücadeleler son derece kırılgan bir yapıda sürüyor Bu mücadele sürecinde şirket- iktidar ortaklığı da halkı yanıltmaya devam ediyor. “Su kıtlaşıyor, dereler boşa mı aksın” ile başlayan toplantılar ya da ayırdıkları risk bütçelerinden dağıttıkları rüşvetlerle halkı ikna etmeye çalışıyorlar. Ya muhtarlara doğrudan nakdi yardım yaparak, ya da o bölgeye cami, okul ve yol yaparak destek veriyormuş gibi o alanlara girmeye çalışıyorlar. Bak burada artık kimse yaşamayacak, senin evini barkını alırım diyerek köyün stratejik noktalarındaki evleri, köylü için çok olan fiyata alıyor ve evleri yıkıyor. Bütün bu psikolojik, ekonomik ve siyasi saldırıların karşısında halkın yapabileceği tek şey hukuki mücadelesini kendi bedenleri üzerinden vermek oluyor.
Mücadele, yaşayan canlılara ne olacak diye başlıyor Kentteki insanlara vadide ne olduğunu anlatmanız zor. Fakat vadide suyun, toprağın ve o meranın içinde yaşayanlar, geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayanlara uzun uzun bu olayların nedenlerini ve olası sonuçlarını anlatmanıza gerek yok. Yaşadıkları vadideki su tutuklandığında; dere boruların, kanalların içine alınıp yatağından taşındığında, ya da barajlanarak akışı durdurulduğunda, o vadide neler olamayacağını, nelerin değişeceğini bizden daha iyi biliyorlar. Kentlerde yaşanlar tarafından zayıf gibi görünen mücadeleler aslında çok kuvvetli ve iradi mücadeleler. Onlar yaşamlarını bu mücadeleye koymuşlar. Geçmişlerini ve geleceklerini çocukları için koruyorlar. Yaşam alanlarını sadece kendileri için değil, yaşayan tüm canlılar için koruyorlar. Buradaki mücadele ben ne olacağım diye değil, burada yaşayan canlılara ne olacak diye başlıyor. Dolayısı ile hepimiz için bu son derece önemli bir süreç ve taraflarımızı belli etmemiz ve seçimimizi yapmamız gerekiyor. Ya sermayeden yana ya yaşamdan yana.
“
SU KITLIĞI YAŞAYACAĞIZ DİYE KAMU SPOTU YAYINLADILAR MELEN’DEN İSTANBUL’A SU GETİRİYORUZ” DİYE MESAJLAR BAŞLADI. BU BİR DÜNYA PROJESİDİR DENDİ. AMAÇ SUYUN BORULAR İLE HAVZALAR ARASI TAŞINMASINI MEŞRU KILMAK, BİR ANLAMDA SUBNİMİNAL ETKİ YARATMAKTI.
enerji ihtiyacı değil. Stratejilerine dayanak olan enerji projeksiyonlarına (20-50 yıllık enerji ihtiyacındaki artış varsayımlarına) baktığınızda çözmeye çalıştıkları enerji ihtiyacı şirketlerin üretimi için gereken enerji. Üçüncü ve aslında en önemlisi, Hidro Elektrik Santralleri (HES’ler) üzerinden suya yapılan müdahale enerjiye ilişkin bir uygulama değil suyun piyasa üzerinden alınır-satılır hale getirilerek ticarete dönüştürülmesi; suyun metalaştırılması Aslında amaç kesinlikle elektrik üretimi değil, suya sahip olmak. Suyu transfer edeceği hatları zaten çok öncesinden hazırlamışlardı. Hatırlarsanız suyumuz azalıyor, su kıtlığı yaşayacağız şeklinde kamu spotları yayınlanıyordu. 2009 Mart ayında tam da 5. Su Forumu’nun İstanbul’da olduğu dönemde, şehirdeki reklam panolarında “Melen’den İstanbu’a su getiriyoruz” diye mesajlar yayınladılar. Bu bir dünya projesidir dendi. İstanbul’un suyunu daha önce Istıranca’lardan getirmişlerdi. Amaç suyun borular ile havzalar arası taşınabileceğini meşrulaştırmak, bir anlamda subliminal etki yaratmak idi. Ve şimdi pekçok vadide HES yapan şirketlerin tüneller ile diğer vadiden derelerin sularını topladığını, yeraltı sularını kendi borularına ve kanallarına aktardığını görürsünüz. Örneğin Borçka barajına, yeşilırmakta yapılan HES lere, Murguldaki HES lere, Çoruh vadisinde yapılan/yapılmakta olan HES ‘lere bakın.
Sayaçlarla kontrol edecekler Suyu şişelerle farklı şirketlerin farklı fiyat politikaları ile ya da borular ile önüne bir sayaç konularak ticarileştirecekler. Bunun için de hazırlıkları sürüyor; büyük kentlerle başladılar ve tüm belediyeler kolları sıvadı, ön ödemeli
Üretilmesi hedeflenen enerji halkın kullanımına yönelik değil Suyun ticarileşmesinde enerji sıkıntısı öne sürülüyor. Sizce de atılan taş ürkütülen kurbağaya değiyor mu? Birincisi, üretilen argümanlar çok kafa karıştıran asılsız bilim dışı argümanlar. Enerji için dışa bağımlılıktan çıkarmayı öne sürenler, bizlere doğalgaz anlaşmalarını nasıl yaptıklarını açıklasınlar. Uygulamalara enerji üzerinden bakarsak dışa bağımlı değil, şirketlere bağımlı kılınacak. İkincisi, enerji halkın kullanımına yönelik KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 51
RÖPORTAJ
sayaçları evlere ve şimdi yavaş yavaş tarlalara yani kuyulara takmaya başladılar. Su mu istiyorsunuz, önce sayacınıza önden paranızı ödeyeceksiniz, kontörünüz kadar harcayabileceksiniz. Unuttukları bir şey var ki su sadece bize ait değil. Para ödeyemeyen, alamayanların yaşam şansları olmayacak. Onlar ne yapacak. Halk da giderek ödeyemeyecek hale gelecek. Giderek daha az su kullanmaya, sağlığından, yaşamından ödün vermeye başlayacak. Proleterleşme, sınıflar arası farklılaşma artacak. Suya erişememekten en çok güvencesiz olanlar, yaşlılar, bebekler, hastalar etkilenecek. Ekosistemde suya erişemediği için hassas olanlar yok olmaya başlayacak, yok olma, olumsuz etkilenme besin zincirinde kopuşlara neden olacak, bu ekoloji yıkım bize kadar ulaşacak.
Yenilenebilir enerji de sermayenin mekanizması Artık dünya HES’i terkediyorken neden yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelinmiyor? Aslında yenilenebilirlik de Birleşmiş Milletlerin bir stratejisi. İki şekilde yenilenebilirlik tanımı yapılıyor; biri kaynağın bozulmaması, ikincisi de sera gazı salınımı yapmayan üretimler. Yerkürenin ısınmasına neden olan, atmosferde birikerek será etisi yaratan gazlar var biliyorsunuz, Bunlar ağırlıklı endüstriyel üretimlerden açığa çıkıyor ve karbondioksit’e eşdeğer kılınarak sembolize ediliyor. BM Kyoto kongresinde ülkelerin será gazı sorumluluğunu saldıkları KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 52
“
SU MU İSTİYORSUNUZ, ÖNCE SAYACINIZA ÖNDEN PARANIZI ÖDEYECEKSİNİZ KONTÖRÜNÜZ KADAR HARCAYIN UNUTTUKLARI BİR ŞEY VAR Kİ SU SADECE BİZE AİT DEĞİL. PARA ÖDEYEMEYEN, ALAMAYANLARIN YAŞAM ŞANSLARI OLMAYACAK. ONLAR NE YAPACAK.
karbondioksit eşleneği üzerinden karbon kotasına bağladılar. Protokolu imzalayan ülkeler salınım yapacakları será gazı için taahhütte bulundular. Kopenhag’da yapılan son iklim değişikliği kongresinde ise karbon kotasını borsalaştırdılar. Bu anlaşmaya göre şu kadar será gazı üretebilirsiniz ama daha fazlasını üretmeyin deniliyor. Eğer daha fazlasını üretirseniz, gidin üretmeyen ülkelerden satın alınmasının önü açılmış durumda. Gördüğünüz gibi sermeyanin yenilenebilir enerji üzerinden hamleleri başlıyor; kirli üretim dediğimiz sera gazı yada atık su üretimlerini yapan sanayileri geç kapitalistleşmiş ülkelere, “gelişmekte olan ülkelere” doğru kaydırıyorlar. Yani daha çok enerji kullanan, daha çok sera gazı salan, daha çok atığı, atıksuyu doğaya veren, ya da daha çok doğadan hammadde gereksinimi olan sanayileri daha kontrolsüz, geç kapitalistleşen Türkiye, Hindistan, Afganistan gibi ülkelere kaydırıyorlar, kapitalistleşmiş ülkeler ise bu sanayi ürünlerinin sadece isim hakkını kullanıyorlar. Bir seri üretimi de temiz üretim olarak tanımlıyorlar. Suyla enerji üretimini, rüzgar enerji üretimini, güneş enerji üretimlerini yenilenebilir enerji üreten süreçler olarak tanımlıyorlar. Bu tanım bir taraftan sermayeye yeni bir uygulama alanı olarak açılırken diğer taraftan karbon kotası pazarında adı geçen üretimleri etkinleştiriyor. Diğer taraftan sivil toplum kuruluşları da “Nükleer olmasın, termik olmasın, enerji yenilenebilir kaynaklardan üretilsin” diyerek
RÖPORTAJ uzundur. Ekosistemi çok kısa sürede yıkmak, dönüştürmek mümkündür, tekrar oluşması ise yüzyıllar alır. Bu yüzden sermaye birikimi için doğaya ve suya müdahale edimesinden bir an evvel vazgeçilmesi gerekiyor.
sermayenin bu yeni kullanım alanını meşrulaştırmaya çalışıyor. Yani şirketler bir taraftan kendilerine doğadan sermaye biriktirirken, karbon borsasından kazanırken, doğayı tahakküm altına almalarını da masumlaştırmış oluyorlar
Suya erişemezsek çatışmalar çıkabilir
ÇED raporlarının içeriğine bakılmıyor Peki öne sürdükleri ÇED raporları neye göre hazırlanıyor, bu kadar kolay mı bu raporları almak? Rapor, şirketin kendi işini anlattığı bir tanıtım yazısı. Asıl önemli olan idarenin şirketlerin bu başvuruları üzerine verdiği ÇED gerekli değildir ya da ÇED olumlu kararı. Bu karar, bu iş burada yapılabilir izni demek. Dolayısı ile şirketin yapacağı işi tanıttığı “ÇED raporunu” zaten bir başka şirket ezbere, daha once belirlenmiş kalıplarla hazırlıyor ve işi yapacak şirket tarafından idareye (Çevre ve Şehircilik Bakanlığına yada ilgili valiliğin Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne) sunuyor. İlgili idare o işin orada yapılıp yapılamayacağına karar vermek zorunda. Ama ilgili idare hiçbir araştırma yapmadan, yetkisini aşarak “ÇED gerekli değildir” yada “ÇED olumlu” kararını veriyor ve işin o vadide yapılmasına izin vermiş oluyor. Bu güne kadar müracaat edilmiş yüzlerce başvurudan sadece birkaç tanesi reddedilmiş o da mahkeme kararı ile.
Başka bir ekosistem oluşabilir Bu süreç buralarda yaşayan halkı nasıl etkileyecek, sonrasında bizi neler bekliyor? Ekosistem tamamen dönüşecek ve başka bir yapıya bürünecek. Vadilerde yaşayan canlıların yaşaması için iki temel unsur var; birincisi o vadinin mikro kliması, ikincisi de suyu. Eğer şirketler doğayı sermaye birikimine sokmayı, suyun sahibi olmayı başarırlarsa önce endemik dedğimiz hassas ve en güvencesiz koşullarda olan canlılar gidecek. İnsanlardan en güvencesiz olanlar; yaşlılar, hastalar ve çocuklar etkilenecek. Sonra bu zincire bağlı olarak tüm türlerde dönüşüm başlayacak, besin zinciri ile bağlı yaşam yavaş yavaş dönüşecek. Başka bir döneme gireceğiz.Başka bir ekosistem ve canlı türü baskın hale gelecek. Çölde de bir ekosistem, orada da canlılar var bunun gibi başka bir ekosistem oluşabilir. Evrimleşme süreci çok
“
SU HAKKI SADECE İNSANA AİT DEĞİLDİR. SU DOĞAYA AİTTIR. BİZ DE DOĞANIN BİR PARÇASIYIZ, DOLAYISI İLE VERECEĞİMİZ MÜCADELE BU ANLAMDA MEŞRUDUR, HUKUKİDİR.
Her canlının yaşaması için suya ihtiyacı vardır. Doğanın var olması için su en temel unsurdur. Suyu doğadaki yolculuğundan (canlılara ulaşmasından, topraktan, yeraltında akışında, dere gölleri, denizleri beslemesinden) mahrum ettiğinizde, yolculuğu boyunca her cansızdan bile suya geçen minarellerinden de ediyorsunuz. Şirketler suya sahip olduklarında tüm canlıların yaşamı şirketlere mahkum olacaktır. Suya erişiminiz (tüm canlılar olarak) olmadığında ve ücretini ödeyemediğinizde ne yaparsınız? Önce kullandığınız suyu azaltırsınız değil mi? Böylece giderek sağlıklı koşullarda yaşamaktan ve sağlığınızdan vazgeçmeye başlarsınız. Kirli kaynaktan suyu edinmeye, yanıbaşınızda var olan “size ait olmayan” suyu almaya “çalmaya” kalkarsınız, o aşamadan sonra yaşam mücadelesine kendiniz için yakınlarınız için sürdürmeye kalkarsınız. Bu çatışma yada savaş nasıl isimlendirirseniz isimlendirin suya erişemeyenler ile suya sahip olanlar arasında sürecektir.
Suyun sahibi bizler değil, doğadır Su hakkı sadece insana ait değildir. Su doğaya aittir. Biz de doğanın bir parçasıyız, Dolayısı ile vereceğimiz mücadele de bu anlamda meşrudur, hukukidir. Bu mücadelemizi de sermaye doğadan elini çekene kadar sürdüreceğiz. Bu mücadele, hem tarım üzerinde GDO için hem de yörede yetişen bitkilerin, canlıların sermaye birikimine sokulmasına karşı olmayı da kapsıyor. Tarım havzalarına sahip olunduğunda endüstriyel tarıma da geçiş olacaktır. Ve oradaki doğal türlere de müdahale edip onları da ticarileştireceklerdir. Bu da su ile başlayan doğanın krizini devam ettirecektir. Bu yüzden sermayeye karşı dayanışma içerisinde olmamız, yaşam alanlarını korumak için birlikte mücadele etmemiz gerekiyor. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 53
KAPAK
Hidroelektrik Santral (HES) Projelerine karşı tepki ve protestolar artık ülke genelindeki eylemlerle etkili olmaya devam ediyor. Özellikle son dönemlerde derelerimiz ve yaşam hakkı için yürütülen mücadeleyi, “Derelerin Kardeşliği Platformu” dönem sözcüsü Ömer Şan’dan öğreniyoruz. öre halkının bütün tepki, eylem ve hukuk mücadelesine karşı, yargının yok sayılarak, hukuk tanımazlıkların gölgesinde yapılan HES açılış ve çalışmaları bölgedeki asıl hedefin de göstergesini oluşturuyor. Suya sahip olma, rant ve paylaşım! ‘Enerjide dışa bağımlılıktan kurtulma, suların boşa aktığı’ şeklindeki demagojik anlatım ve söylemler bu süreçte yerini HES’lere karşı mücadelenin enerji ve yatırım-kalkınma karşıtlığı gibi anlatılmaya, yaşam alanlarımızı koruma adına verdiğimiz mücadelenin ise ‘rant’ hesapları çerçevesinde değerlendirilmeye başladığını görüyoruz.
Y
Ne için ve kimin için enerji?
Dereler boşa akıyorsa,
güneş de boşuna mı doğuyor? KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 54
Bizlerin asıl düşündüğü gibi HES projelerindeki asıl hedef enerji üretimi değil, sularımızın kontrol altına alınmasıdır. Enerjide dışa bağımlılıktan kurtulacağız safsatalarını gündeme getirenlerin, projelerin yüzde 80’inden fazlasında çokuluslu şirketlerin, Fransa, İspanya, İsveç, ABD gibi ülkelerden önemli oranda yatırımcıların iştirakleri olduğunu görmezden gelmesi veya saklaması işin bir başka boyutunu ortaya koymaktadır. Yabancı şirketlerin ülkemizde enerji üretim sektörüne girmesi, enerjide dışa bağımlılıktan kurtulmak olarak değerlendirilemez. Bu aynı zamanda öz kaynaklarımızın olduğu kadar sularımızın da dışa bağımlı hale getirilmesi ve kontrol altına sokulması anlamı da taşımaktadır.
Derelerin Kardeşliği Platformu nasıl oluştu? Doğu Karadeniz’de ve dolayısıyla ülkemizdeki HES süreci, 1996’da Rize’nin Çamlıhemşin ilçesi Fırtına Vadisi üzerinde BM Holding tarafından yapımı planlanan DilekGüroluk Regülatörleri ve HES projesi ile başladı. Bu süreç bugünkü HES direnişinin de temelini oluşturdu. O günlerden bu güne bir yandan hukuki diğer yandan demokratik ve politik mücadele biçimleri gelişti. Doğanın korunması
KAPAK için açılan davalardaki kimi argümanlar bir süre politik argümanlar olarak da kullanıldı. HES’lere karşı açılan ilk davalarda genellikle, derelere bırakılan ‘can suyu’ yetersizliği ve ‘havza ölçeğinde planlama yapılmaması’na vurgu yapılmıştı. Özellikle dereler üzerinde onlarca HES kurulmasının önü, mahkemeler tarafından, bölgede havza ölçeğinde planlama yapılmaması gerekçesi ile tıkanmaya başlandı. Kimi davalarda ise, şirketin derenin yaşaması için gerekli can suyunu, dereye bırakmadığı için davalar kazanıldı. Açılan davalarda geliştirilen argümanlar, hukuksal olarak işe yarasa da bu kavramlarla politika yapılmasının zorlukları ve sıkıntıları baş gösterdi. Çünkü derelerimiz alınıyor ve bizler şirketlerle ‘can suyu’ pazarlığı yapmaya zorlanıyorduk. Tam da bu bağlamda politikayı hukuka indirgemeyeceğimiz bir sürecin yaratılması gerekiyordu. 2000’li yılların başında başlayan süreçle HES projeleri bölgeye ve ülke geneline yayılarak adeta vadileri ve derelerimizi büyük bir anafor içine aldı. Bu süreçte Fındıklı’da verilen sıkı mücadeleyle bu güne kadar 16 proje yapılması planlanan Fındıklı’nın Arılı ve Çağlayan Vadilerine bir tek kazma dahi vurdurulmadı. Fındıklı Derelerini Koruma Platformu öncülüğündeki mücadele, bölgenin diğer vadilerinde de verilmeye başlayınca, her alanda iletişim ve dayanışmanın sağlanması hedefi ile Derelerin Kardeşliği Platformu oluşturuldu.
Derelerin Kardeşliği Platformu olarak nasıl bir mücadele yürütüyorsunuz? Ülke genelinde inşa aşamasında olan 179 HES için, başta Rize ve Artvin olmak üzere Giresun, Muğla ve diğer illerde çeşitli davalar açılmış, bu davaların sayısı elde ettiğimiz bilgilere göre 126’ya, sonuçlanan dava sayısı ise 103’e ulaştı. Bu davaların tamamında projeler için ‘yürütmeyi durdurma ve iptal’ kararları çıkması hukuksal anlamda, yasa ve yönetmelikler çerçevesinde verdiğimiz mücadelenin ne kadar haklı ve doğru olduğunu kanıtlamaktadır. Ancak, bu durum karşısında da olsa, yıllardır HES ve derelerin özelleştirilmesi odaklı projeler olumsuz sonuçlarını da doğurmaya başladı. Deneme üretimine geçen HES’ler nedeniyle derelerimizdeki su regülatörlerden tünellerle santrale taşındığı için, vadilerimizde kilometreler boyunca derelerimiz nerdeyse tamamen kuruma aşamasına geldi. Artık vadilerimizde su sesinin yerini, başka HES inşaatları için açılan yol yapımında çalışan iş makinelerinin sesleri aldı.
Mücadeleniz ne durumda? Başta Rize olmak üzere Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki birçok yerel kitle örgütü temsilcisinin katılımı ile tamamen bağımsız bir yerel halk hareketi olarak Derelerin Kardeşliği
“
DERELER TAMAMEN KURUMA AŞAMASINA GELDİ ARTIK VADİLERİMİZDE SU SESİNİN YERİNİ, BAŞKA HES İNŞAATLARI İÇİN AÇILAN YOL YAPIMINDA ÇALIŞAN İŞ MAKİNELERİNİN SESLERİ ALDI.
Platformu örgütlenmeye başlandı. Bugün, Artvin’den; Trabzon, Kars, Erzurum, Gümüşhane, Bayburt, Giresun, Ordu, Tokat, Amasya, Samsun ve Sinop’a kadar uzanan bölgede 80’i aşan bileşeni ile Derelerin Kardeşliği Platformu, HES mücadelesinde demokratik, hukuksal, tepkisel eylemlerle bölgedeki ve yurt genelindeki çalışmalarını sürdürüyor. Platform, gönüllük, özveri, duyarlılık ve sorumluluk temelinde, hiçbir çıkar veya menfaat hesabına dayanmadan, günümüz politikaları çerçevesinde çıkar hesapları içerisinde olmadan kendi özgücüne yaslanarak örgütlenmektedir. Derelerin Kardeşliği Platformu ve bileşenleri; HES’lere karşıdır! Çünkü HES projeleri, iddia edildiği gibi temiz ve çevreci bir enerji üretim kaynağı değildir! Aksine, doğayı katleden plansız bir kapitalist projenin araçlarıdır. Bu projeler, derelerimizi kurutmakta, sularımızı 3,5 metre çaplı ve yüzlerce kilometrelik tünellere hapsetmekte, doğal yaşam alanlarımızı, tarihi, sosyal ve kültürel değerlerimizi yok etmektedir. HES’ler, kırsal alanda bir tür kırsal dönüşüm aracıdır. Bir yönüyle, insanın ve doğanın yeniden sömürgeleştirilmesidir. Yeni iskân uygulamalarıyla, coğrafyalarımızın insansızlaştırılması projesidir. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 55
Profesyonel kadın bu giysileri
asla giymez
Profesyonel yaşamda kıyafetiniz de sizin kadar profesyonel olmalıdır. Her sabah seçtiğiniz giyinme şekli, işiniz hakkında hissettiklerinizi, işinizi ciddiye alıp almadığınızı, çalışmaya hazır olup olmadığınızı, ayrıntılara özen gösterip göstermediğinizi yansıtır... unu itiraf etmekten nefret ediyoruz çünkü kişisel olarak giysinin önemli olmadığını düşünüyoruz. Mükemmel bir dünyada, kişiler iş yerlerinde yalnızca yaptıkları işin kapasitesine göre yargılanırlardı. Maalesef dünyanın işleyişi böyle değil. Her sabah seçtiğiniz giyinme şekli, işiniz hakkında hissettiklerinizi yansıtır işinizi ciddiye alıp almadığınızı, çalışmaya hazır olup olmadığınızı, ayrıntılara özen gösterip göstermediğinizi ve o gün nelerle karşılaşmayı beklediğinizi bildiğiniz gibi. Sebebi ne olursa olsun, profesyonellerin kesinlikle giymemesi gereken şeyler vardır. Asla. Size bunların neler olduklarını, neden korkunç giysi tercihleri olduklarını ve bunları dolabınızda bulundurduğunuz ya da günlük hayatta kullandığınız için suçlu olup olmadığınızı göstereceğiz ve çok daha iyi alternatifler sunacağız...
B
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 56
Uggs Uggs’lar yalnızca kaliteli botlardır. Dışarısı ne kadar soğuk olursa olsun, ne kadar hasta hissederseniz hissedin ya da akşamdan kalma olursanız olun ofise ayaklarınızı sürüyerek ve Uggs giyerek gelmeyin. Ve pantolonunuzun paçalarını içlerine sokarak göstermeye çalışmayı aklınızdan bile geçirmeyin ya da daha kötüsü- mini (kot) bir etekle eşleştirmeye çalışmayın. Siz bir profesyonelsiniz.
Yerine bunu dene: Bot giymek mi istiyorsunuz? Deri botları bir deneyin. Topuklu olmak zorunda değiller. Topuksuz ayakkabılar hem rahat hem de tarz ve klasiktir. Böylece kısa bir süre sonra moda olmadığı için giymemezlik etmeyeceksiniz ve sezonluk da değildirler: külotlu çorapla ya da çorapsız, elbiselerle, eteklerle ya da pantolonla giyebilirsiniz.
Deri Pantolon Eğer Rock of Love için seçmeye katılmışsanız, deri pantolon kariyerinize son derece uyan bir tercihtir. Söylemeye bile gerek yok ama işe asla birazdan müzik grubuyla tekila shot’ları atmaya başlayacakmışsınız gibi gitmemelisiniz.
Yerine bunu dene: İşyerinde giymek için aldığınız giysilerin arasında biraz uç bir giysinin de olmasını istiyorsanız, sade siyah bir blazer (spor ceket), dar siyah pantolon ya da üzerinde büyük ölçüde aksesuar bulunan bir çanta kullanmayı deneyin.
Bel çantası Bel çantaları 80’lerde at kuyruğu ve neon ışıklar ile birlikte demode oldu. Profesyonel bir ortamda bel çantası taşımanız modadan hiçbir şey anlamadığınızı gösterir her ne kadar anladığınızı düşünseniz de ve gündelik giyinmişsiniz gibi görünür. 1983’lerde tatilde değilsiniz, o zaman şu vinil bel çantasından kurtulun!
Yerine bunu dene: Herhangi bir çanta, küçük el çantası, omuza asılan çanta, büyük el çantası hatta evrak çantası da bel çantasıyla aynı işe yarayacaktır.
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 57
MODA
Yerine bunu dene: Olabildiğince rahat olmak için ölüyor musunuz? İçe giyilen pamuk çin pantolonu ve basit ama yine de şık beyaz bir tişört giymeyi deneyin. Sizi sıcak tutması için üzerinize bir şey giymeye mi ihtiyacınız var? Basit pamuk ya da kaşmir bir hırka ile hem çok iyi hissedeceksiniz hem de üzerinizde güzel duracak.
Kumaş Saç Tokası
Parmak arası terlik
Kumaş saç tokaları da bel çantalarıyla aynı dönemde demode oldu. Bunlardan takmanız, zamma değil yenilenmeye ihtiyacınız olduğunu vurgulayacaktır. Fiyonklar ya da fiyonklara bağlı kurdeleler de kullanmamanız gereken aksesuarlardan. Saçınıza taktığınız kurdeleler yedinci sınıftaki ponpon kızlar takımına ve diğer genç takım üyelerine uygundur. Hayır. Hiç profesyonel değil.
Parmak arası terlikler sahilde giymek, parkta takılmak, köpeğinizi gezdirmek için son derece uygundur… bunların hepsi haftasonu aktiviteleridir ve haftasonu giysilerinize uygundurlar. Ofisiniz bir sahil olmadığı sürece, ofise uygun değildirler. Dışarıdan birinin bakış açısından bakmaya çalışın: Gerçekten iş arkadaşlarınızın ayak parmaklarını görmek ister miydiniz?
Yerine bunu dene: Kumaş saç tokasının yapıp, lastik saç bandının yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Saçınızı geriye yatırmak için diğer seçenekler? Tel toka, klips, saç bandı, saç için fular hatta işyeriniz bunu kabul edecek kadar rahat bir yerse, bir şapka.
Yüz dövmesi Yapmayın.
Yerine bunu dene: Dövmesiz bir yüz.
Yerine bunu dene: Gösterişli bir sandalet ya da parmak uçları açık bir ayakkabının da gündelik giysi olması açısından tehlike içermeyen, benzer, havalı bir kalitesi vardır. Erkekler için; gündelik makosenlerle ayaklarınız bir daha hiçbir zaman daha önce olduğu kadar özgür olamayacaklar ancak okul yıllarındaki görüntünüzden kurtulmanın vakti geldi. Bot şeklindeki soluk renkli ayakkabıları deneyin gösterişli görünürler ancak çok rahattırlar.
Pullu giysi
Eşofman Üstü Eşofman takımınızı spor salonuna, kanepede uyukladığınız bir akşama ya da uykuya saklayın. Onlar işe gitmek istemiyor, o yüzden lütfen işe getirmeyin! Eşofman altları ve üstleri, profesyonel olamayacak kadar gündelik giysilerdir ve “Ben tembelim! Lütfen beni kov!” diye bağırırlar. Fitness salonlarında çalışan kişiler bile işyerine giderken eşofman giymiyorlar, yani siz de giymemelisiniz. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 58
Pullu giysiler giymenin bir doğru bir de yanlış şekli vardır. Koyu renkli bir bluzda temiz çizgiler halinde küçük bir süsleme ise pullar uygun bir aksesuar olabilir. Ama bundan fazlası sizi doğruca moda kurbanı bölgesine gönderebilir. Pullu giysiler giydiğinizde bir yıldız gibi hissediyor olabilirsiniz ancak bir ofiste bunu abartmak ucuz, zevksiz görünmenize sebep olur
Yerine bunu dene: Bırakın aksesuarlarınız konuşsun. Pulları tişörtünüz yerine saatinizde, küpelerinizde ya da büyük kolyenizde taşıyın.
Yığınla takı takmak Kişilerin takı takmaları hoşumuza gider ancak ağır, gürültü yapan bilezikler biraz dikkat dağıtıcı ve rahatsız edici olabiliyor. Tüm gün yanınızda oturmak zorunda olanlara sorun! Çıkır. Çıkır. Çıkır. Birini deli etmeye yeter.
MODA
Yerine bunu dene: Çok sayıda
Yerine bunu dene: Manikür
bilezik takmak yerine büyük ve tek parça bir bilezik takmanız, gürültü yapmadan gösteriş yapmak için harika bir yol olacaktır.
(özellikle de erkekler için!). Eğer bütçeniz sıkışıksa evde de yapabilirsiniz.
Mesaj içeren tişört
Hayvan deseni Hayvan deseni neredeyse her zaman yeniden moda olur, bu yüzden leopar ya da zebra desenli bir parça almak o kadar da kötü bir fikir değildir. Ancak bu trendi fazla yakından takip ettiğinizde dehşet başlar. Bunu basit bir seviyede tutarsanız ofistekiler huzursuz olduğunuzu düşünür ki istediğiniz de budur. Ancak abartırsanız, dün gece biraz şüpheli şeyler yaptığınızı düşünürler.
Sim tozu Simlerin her yere bulaşmasının yanı sıra, pullara kıyasla iki katı karışıklıkla, aynı sorunlara yol açar. Parlayan bir yıldız olabilirsiniz ancak simler 13 yaşındaki yeğeninizin size söylediği gibi bunu vurgulamaz.
Yerine bunu dene:
Sizin için sevimli, komik ya da tamamen gerçek olabilir ama diğer kişilerin nasıl tepki vereceğini asla bilemezsiniz. İtalyan Prensesi ya da Dünyanın En İyi Annesi olabilirsiniz ama bu ünvanları haftasonuna saklamanız en iyisi olacaktır.
Yerine bunu dene: Düz bir tişört giyin ve küçük esprilerinizi, gözlemlerinizi ve eposta ya da mesaj iletilerinizi özel yaşamınıza saklayın.
Tamamlayıcı renkte pırıltılı bir far aradığınız göz kamaştırıcı görüntüyü sağlayacaktır.
Yerine bunu dene: Az miktarda hayvan deseni güzel durur. Bu deseni içeren bir şey giymek istediğinizde, üzerinizde bu desene sahip sadece tek bir parça olmasına dikkat edin. Yalnızca ayakkabılar ya da yalnızca çanta gibi.
Şapka Ofiste güneş gözlüğü
Uzun tırnaklar Bazıları uzun tırnak sevse de profesyonel bir çevrede tırnak uzatmanın kesinlikle bir sınırı vardır. Tırnaklarınız asla görevlerinizi yerine getirmenizi engellememeli ve altlarında kir toplanacak kadar uzun olmamalılar bu şekilde görünüşünüze özen göstermediğiniz izlenimini verirsiniz.
Havalı çocukların bunu yaptığını biliyoruz ancak bu gerçek, ofiste güneş gözlüğü takmanızı mazur kılmaz. Herkese ne kadar havalı olduğunuzu göstermeye çalışıyor olabilirsiniz ancak bu, akşamdan kalmalığınızın ne kadar kötü olabileceğini merak etmelerini sağlamaktan başka bir işe yaramaz.
Beyzbol şapkaları, kasketler, bereler, gazete satıcısı şapkaları – hepsi harika moda unsurlarıdır fakat ofise uygun değildirler. Ofis dışında çalışmıyorsanız ve yüzünüzü güneşten ya da kafanızı soğuktan korumaya ihtiyacınız yoksa, şapka hileci ve güvenilmez olduğunuz izlenimi verecektir çünkü gözlerinizi ve yüzünüzü saklar.
Yerine bunu dene:
Yerine bunu dene:
Gerçekten akşamdan kalmaysanız, biraz hazırlık yaptıktan sonra güneş gözlüğü takmanıza gerek kalmaz. Aspirin alın, kahve için ve işe gitmeden önce mutlaka duş alın. Güneş gözlükleri bu sorunlarınızı saklamaz.
Şapkalar genelde o gün saçına şekil veremeyenlerin bunu gizlemek için kullandıkları bir aksesuardır. Kuru şampuan denen mucizevi bir ürün vardır; saçınızı spreylersiniz ve duş almışsınız gibi görünür. Bunu araştırın! KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 59
Alkali yaşam ile
enerjiniz hiç bitmesin
İncecik fiziği, sıcacık gülüşü ve ışıl ışıl gözleri ile bizi evinde karşılıyor sevgili Miyase Bülbül. Aklına koyduğu işleri başarıyla gerçekleştirmiş, mücadelelerden yılmayan, sevdiği işin peşinden giden bir girişimcilik öyküsü onunkisi. 30 yıl medya sektöründe üst düzey yöneticilik yaptıktan sonra 50 yaşında kendini mutfakta buluyor. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 60
SANAYI
LIFE
Reklam duayeni iken şimdilerde çiğ beslenme uzmanı ve gurme şef olarak anılıyorsunuz. Neden böyle bir değişim yaşadınız?
Uzun ve farklı bir kariyer yolculuğum oldu. İlk once 1991 senesiyle başlayan medya sektörü var. Sabah grubunun ÖZEL dergi reklam koordinatörlüğü, ATV reklamdan sorumlu genel müdürlüğü, sonrasında tüm Medi Grubun reklamdan sorumlu genel müdür yardımcılığı yaptım. Daha sonra başka girişim alanları ararken, Türkiye’de yerel medyanın doğru finanse edilmediğini ve bunun bir pazar olarak geliştirilebileceği düşüncesinden yola çıkarak, 9 ay Anadolu’yu karış karış gezerek, tüm yerel medyanın bir bilgi platformunda toplandığı 15 yıllık bir
RÖPORTAJ serüven geçirdim. İşimi çok sevdiğim için çok başarılı üç şirket kurdum. Fakat yanlış ortaklıklar nedeniyle ne yazık ki medya sektöründen de vazgeçmek durumunda kaldım. Başka ne yapabilirim diye düşünürken hiç mutfağa girmeyen ben, kendimi annemin sıcak mutfağında buldum. Bu alanda uzmanlaşmak için Mutfak Sanatları Akademisine gittim. Mezun olduktan sonra Executive Şef olarak, Les Ottomans’ın mutfağında Gioavanni ile çalışmaya başladım. Bu çalışma dönemimde çok ağır soslar ve ağır yemekler beni rahatsız etmeye başlamıştı. Ben daha hafif besleniyorken bunu devam ettiremezdim. Yaptığım şeylere sevgi katamıyordum. Sevgi katmadığınız bir şeyi ne kadar iyi yaparsanız yapın lezzeti olmaz, başarılı olamazsınız. 2009-2010 yıllarında Kaliforniya’da “Living Light Akademia” ya gittim ve bu okuldan eğitim alan ilk Türk uzman, gurme şef, eğitmen ve beslenme koçu olarak 7 adet sertifika sahibi oldum. Mezun olduktan sonra Amerika’da şeker ve kanser hastalarını alkali beslenme yöntemi ile tedavi eden merkezlerin birinde, melek dedikleri gönüllü çalışma programına katıldım. Bu beslenme yöntemini görmek için mutfaklarında çalıştım. İyice bilgiyi hazmettikten sonra ülkeme döndüm ve “Cooking Brawo” şirketimi kurdum. O günlerde kimsenin beni anlamadığını ve 5 yıl sonra herkesin bu konuyu konuşacağını söylemiştim. Aradan 3 yıl geçti ve hala söylüyorum şimdi şimdi konuşmaya başladığımız çiğ beslenme ve alkali beslenme şeklini 3-4 yıl sonra hayatımıza uygulamaya başlamış olacağız. Bu konu üzerinde 2 sene çalıştığım, “Alkali Yaşam, Alkali Mutfak” kitabımla da bunun herkes tarafından öğrenilmesine bu beslenme şeklinin yaygınlaştırılmasına yardımcı olacağımı düşünüyorum.
Peki nedir Alkali beslenme, nasıl oluyor? Alkali, insanlara karmaşık ve uzak gelen bir kimyasal kelime aslında. Basitçe şöyle söylemek gerekirse; vücudumuzun doğuştan gelen doğal bir dengesi var. Bu asit ve alkali dediğimiz pH le ölçülen bir denge. Vücudumuz ve kanımız hafif alkali olarak doğuyoruz. Bedenimizin bütün mekanizmaları bu hafif alkali ortamda tam performans ile çalışabiliyor. pH scalasını 0 ile 14 arasında bir çizgi olarak düşünün, ortada 7 var ve bunu nört kabul ediyoruz. 7’den aşağıya doğru asit, yukarı doğru alkali. Vücudumuzun pH dengesi kanımız 7.35 ile 7.45 seviyelerinde alkali. Bir gerçek var ki Alkali doğuyoruz. Asidik öülüyoruz. Kronik hastalıklar, çevre koşulları, yaşam biçimimiz, beslenme biçimimiz ve stresle pH seviyemiz 5.5’e kadar düşüyor. Genel olarak sağlıklı ve iyi yaşamak, yaş ilerledikçe enerjik canlı ve olduğumuzdan daha genç olabilmeyi başarabilmek için amaç vücudun pH dengesini
hep alkali tutmak olmalı. Alkali beslenmede bu dengeyi korumamıza yardım eden beslenme biçimidir. Vücudun doğal beslenme formülüdür. Kendimizi sağlıklı tutabilmek ve daha rahat bir yaşlılık geçirmek için mümkün olabildiğince sindirim sonrasında bedenimizde alkali atık bırakan besinler yemeliyiz. Çünkü alkali yapı, vücuttaki fazla asidi elimize edebiliyor.
Çevre koşulları bizi çok etkiliyor
“
SAĞLIKLI VE İYİ YAŞAMAK, YAŞ İLERLEDİKÇE ENERJİK CANLI VE DAHA GENÇ OLABİLMEYİ BAŞARMAK İÇİN AMAÇ VÜCUDUN PH DENGESİNİ HEP ALKALİ TUTMAK OLMALI.
Dünya hızla kirleniyor, oksijen ve sularımız azalıyor. Toprakta yetişen gıdalarımız eskiden olduğu gibi minareller ve vitaminler taşımıyor. Artık taşıdığı tüm değerleri yüzde 30 eksik düşünmek gerekiyor. Kaldı ki modern tarımlaşma ile birlikte kullanılan gübreler kimyasal, tohumlar artık eskisi gibi değilken ne kadar organik beslendiğimiz tartışılır. Okuduğum bir makalede, soya, mısır ve domatesin artık gerçek tohumunun kalmadığını, mutasyona uğratıldığı yazıyordu. Oysa ki gerçek soya yüksek alkali besin olduğu için çok faydalı bir besindir. Fakat artık mutfağımızda soya, soya sütü ve mısır kullanmak oldukça düşündürücü ve tehlikeli olabilir. Bütün olumsuz çevre koşulları da bedenimizdeki asit atık değerini yükselten faktörlerdir. Asit ise bedenimizde serbest radikallere, bunlar da hastalıkların oluşmasına sebep oluyor. Bütün bilim insanları açıklıyor ki kanser hücresi asidik ortamda ve karbondioksit ile besleniyor. Tehlikeli hastalıklara yakalanma riskine karşı yapılacak en doğru yardımcı tedavi, alkali beslenme ve alkali yaşama başlamak olacaktır. Ne kadar alkali olursanız o kadar hastalıkların önüne geçebilirsiniz. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 61
RÖPORTAJ işte o rehavet hali dediğimiz tüm enerjinizin çekilmesi kaçınılmazdır.
Alkali beslenme bir diyet midir? Alkali beslenme bir diyet değildir. Vücudun anatomisine uygun beslenmenin matematiğidir. Doğal beslenme biçimidir. Insan doğası ile uyumludur. Alkali beslenme biçiminde yasaklar değil vücudunuzun dengesine uygun dengeyi sağlayan sizin kendi formülünüz vardır. Genel olarak sağlıklı bir kişi için bu denge % 75 alkali % 25 asidik besinlerle beslenmekle olur. Ancak herkesin yaşam biçimine, sağlık durumuna ve beslenme alışkanlıklarına göre değişir. Alkali beslenme bir diyet gibi algılandığı için bu zor, ben bunu yapamam diyenler oluyor. Onlara verilecek basit bir cevabım var Doğada zamanında çıkan, doğal olanı yeseler zaten alkali beslenmiş oluyorlar. Işte bu kadar basit. Artık kalori saymak diye birşey kalmadı dünyada. Bunun yerine yediklerimiz vücudumuzda neye dönüyor buna bakmak lazım. Bir ekmek yediğinizde verdiği asit ve yağ oranı o kadar yüksekken, kestanenin yağ olarak depolanması minimumdur. Kestane vücutta sindirim sonrasında alkali atık verir, ekmek asidik atık verir. Gerçek sağlık için bilinmesi gereken sır buradadır.
40’ına kadar kuzu ye, 40’ından sonra kuzu ne yiyorsa onu ye Alkali beslenme vejetaryen beslenmeyi destekliyor mu yoksa böyle bir sınırlandırması yok mu. İlla vejetaryen olunacak diye bir durum yok. Ancak kırk yaşından sonra en azında süt ve süt ürünlerini kesmekte fayda var. Çok sevdiğim Türkmen bir atasözü vardır; “Kırkına kadar kuzu ye, kırkından sonra kuzu ne yiyorsa onu ye” diyor. Bu herşeyi açıklıyor aslında. Bedenimiz belli bir yaştan sonra hayvansal gıdaya çok da ihtiyaç duymuyor aslında. Bitkilere oranla ette daha çok bulunan B12 vitamini için dozajın almak doğru bir yaklaşımdır. Hayvansal protein olarak deniz balığı, fakat onların da yüzey balıkları olmasına dikkat etmemiz gerekiyor. Somon, sardelye, ton balığı ve gerçek deniz levreği de çok faydalıdır. Et asidik bir gıdadır fakat burada bir formül vardır. 100 gram etin yanından 300 gram salata ve doğru pişirilmiş sebze yerseniz, bunlar etin asidini nötrler zaten. Yıllardır eti bize patates ve pilav ile verdiler. Halbuki nişasta ile birlikte yenirse,
Neden canlı ve çiğ beslenmeyi öneriyorsunuz?
“
BESİNLERİN YÜZDE 60’INDAN FAZLASINI ÇİĞ YEMEYE DİKKAT ETMELİYİZ. ÇÜNKÜ YÜKSEK ISIDA PİŞEN GIDALARIN DEĞERLERİ YANİ VİTAMİNLER YÜZDE 80, MİNARELLER İSE YÜZDE 70 ORANINDA ÖLÜYOR.
Özellikle beslenmemizin yüzde 60’ından fazlasını çiğ yemeye dikkat etmeliyiz. Çünkü yüksek ısıda pişen gıdaların besin değerleri yani vitaminler yüzde 80, minareller ise yüzde 70 oranında ölüyor. 48 derecenin üzerinde pişirdiğimiz herşeyde bu kayıplar başlıyor. Bu yüzden mümkün olduğunca çiğ veya doğru zamanda buharda tutularak pişirilmiş olmalı. Diğer türlü ölü gıda almış oluyorsunuz.
Sindirimin mutluluğu ana dayanağımız olmalı Vücut Enerjisinin yüzde 10’unu beyin kullanır. Yüzde 20’sini organlar ve dokular, yüzde 30’unu fiziksel aktiviteler ve yüzde 40’ını ise sindirim sistemi kullanıyor. Diyelim ki çok açsınız ve birdenbire ne bulduysanız yediniz. Sonra uyku hali gelir, yerinizden kalkamaz olursunuz. Halbuki besin aldığınızda canlı ve enerjik olmanız gerekir. Çünkü yakıt aldınız ve bunu harcamanız lazım fakat o kadar çok ölü gıda alıyorsunuz ki bunların sindirim enzimleri olmadığı için beden bunları sindirmek için yeniden enzim üretmek veya depoladığı enzimleri bitirmek zorunda kalıyor. Vitamin ve mineral değerleri düşük gıdalar alındığında hücreler yeterince beslenemediği için daha çok yeme dürtüsü içinde siz de gereğinden fazla yemiş oluyorsunuz. Böylece yediklerimizi sindirebilmek için yüzde 40’ın üzerinde enerji harcamak zorunda kalıyorsunuz. Sonunda da sizi obeziteye sürüklüyor ki bu da işin en tehlikeli
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 62
RÖPORTAJ ihtiyaçları var. Onların beslenmesinde, kuru yemişlerin, köklerin ve doğal enerji kaynağı olarak bir miktar daha fazla meyveler olabilir. Oturarak çalışanlar için ise bu besinleri daha doğru oranlarda kullanmaları önemli. Burada nerede ne kadar enerji harcadıkları önemli. Beslenmenin yanı sıra spor yapmak da çok önemli, en azında yürüş yapmayı eksik etmemek lazım. Filizlendirilmiş gıdalarda protein oranı çok yüksek olduğu için en iyi kasma yapma kaynağıdır.
boyutudur. O yüzden sindirim sisteminizin mutluluğu için mümkün olduğunca sindirim enzimlerine sahip gıdalar tüketmeliyiz. Ona da dinlenmesi ve kendini yenilemesi için izin vermeniz, sizin daha canlı, enerjik ve olduğunuzdan daha genç kalmanızı sağlayacaktır.
Neler alkali neler asidik besinlerdir? Hayatımızda olan günlük zaten tükettiğimiz besinler bunlar. Sadece nelerin alkali nelerin asidik olduğunu ve nelerden nekadar yememiz gerektiğini bilirsek, artık alkali yaşama geçmiş oluruz. En önemlisi su. Vücudunuzdaki her 20 kilo için 1 litre alkali su için. Limon, filizlendirilmiş mercimek ve buğday, meyveler, salatalar, tüm çiğ, koyu yeşil sebzeler, ceviz, avocado, lakerda, somon, sushi, kuru meyveler ve yemişler, zeytin, zeytin yağı, kestane, badem, kavrulmamış veya taze fındık, kurutulmuş gıdalar, turp, çiğ soğan, sarımsak, kendi sıktığınız sebze ve meyve suları ile bitki çayları bunlar alkali besinlerdir. Tüm süt ürünleri, her tür hamur işi, beyazlatılmış tahıl ve işlemden geçmiş beyaz unlar, rafineri şeker, rafine edilmiş soslar, gazlı içecekler, kafein, alkol ve kimyasal katkı malzemeleri ise yüksek asit içeren besinlerdir.
Şeker vücudun zehiri Şeker asidozun gerçek sahibi olduğundan şekere dönüşen herşeyden uzak durmalıyız. İnsanın yaşaması için sadece 25 gram şekere ihtiyacı vardır. Bunu sebzelerden ve meyvelerden de alıyorsunuz. Fakat herşeyin bir dozajı olduğu gibi meyve tüketmenin de olmalı. Meyveyi mutlaka aç karnına yemeklerden iki saat once yemelisiniz. Akşam yemeğinden sonra meyve ve tatlı asla yememelisiniz. Meyve de alkol kadar bedeninize zarar verebiliyor. En önemlisi rafine şekeri hayatınızdan çıkardığınız anda birçok rahatsızlığınızın geçtiğini göreceksiniz.
Başarı için alkali beslenme şart Alkali beslendiğimizde neler olur, nasıl faydasını görürüz? En başta iş performansları artar. Konsantrasyonları artar. Yorgunluk hali ortadan kalkar. Daha canlı ve enerjik oldukları için daha kısa sürede daha çok iş yapmaya başlarlar. Huzurlu ve pozitif duygular çerisinde olacakları için daha doğru kararlar alabilecekler. Çünkü alkali pozitif duygular verir. Vücutta alkali atıklar arttıkça daha az stress yaşarsınız ve daha huzurlu hissedersiniz. Bu da daha çok başarı demek. Mavi yaka personel daha çok iş-emek yoğun çalıştıkları için onların daha çok enerjiye
Zamanımız yok, nerden bulacağız demesinler
“
ŞEKER ASİDOZUN GERÇEK SAHİBİDİR ŞEKERE DÖNÜŞEN HERŞEYDEN UZAK DURMALIYIZ. İNSANIN YAŞAMASI İÇİN SADECE 25 GR ŞEKERE İHTİYAC VARDIR. BUNU SEBZE VE MEYVELERDEN ZATEN ALIYORSUNUZ.
Artık kestane her köşe başında bulunabilen bir şey. Yanına iki adet salatalık ki en alkali besinlerdendir. Sabah evden çıkmadan çantanıza atacağınız bir elma ve bir avuç badem en iyi kahvaltıdır. Bunlar simitten, poğaçadan daha doyurucu ve enerji veren besinlerdir. Öğlen, içinde salatalık, domates, biber, hangi yeşillik varsa, üzerine lor ya da keçi peyniri, biraz yulaf biraz ceviz katacağınız bir salata hazırlayabilirsiniz. Sadece bunu yiyin akşama kadar acıkmaz ve zinde kalırsınız. Yada artık her yerde, buğdaylı, mercimekli ya da somonlu salata bulabiliyorsunuz. Ara öğünlerde ise bir meyve ya da meyve kuruları yiyebilirsiniz. Hiç et yemeyeceğiz diye algılanmasın tabiki et ya da kebap yenilebilir ama antep mutfağını bilirsiniz et gelmeden once bol limonlu yeşillikler yenir arkasından yanında patates pilav olmayan etler yenir. Ayrıca bu yeşillikler sizi şişirdiği için de eti de makul ölçüde yersiniz. Böylece kendinizi dengelersiniz.
Bedenimiz bize emanet, ona iyi bakmalıyız Alkali yaşam sadece doğru beslenme değil, aynı zamanda doğru nefes alma, en az 7 saat olacak şekilde kaliteli ve derin bir uyku da demektir. Çünkü uyku bedenimizin tekrar şarj olduğu zaman uyurkendir. Bunun yanı sıra zamanımız yok demeden, öğlen yemek molalarında bile yürüyebilirsiniz. İlgilenenler yoga ve meditasyon da yapabilirler. Alkali olmak için en güzel yollardan birisi de 20 dakika denizde yüzmektir. Çünkü deniz suyunda bütün insan vücudu için gerekli minarellerin yüzde 90’ı mevcuttur. Bedenimiz bize emanet olarak verilmiş ve ona iyi bakmamız lazım bu yüzden düşünce olarak da alkali olmalıyız. Kendimizi ve başkalarını affetmeliyiz, hatalarımızla kendimizi sevmeliyiz, gülmeliyiz, paylaşmalıyız, olumlu düşünmeliyiz. Bunlar hep alkali duygular yaratır. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 63
Akbaba mısınız ? kurt mu TEST
kuzu mu Kimi insanlar göz koydukları pozisyonu, görevi, mevkii ele geçirmek için yalan söylemekten, başkalarını çiğnemekten kaçınmazlar. Hayalinizdeki işi kapmak için nereye kadar gidebilirsiniz? Test…
CV’nizi hazırlarken… 6 Gerekirse bir iki küçük yalandan kaçınmazsınız, zaten herkes öyle yapıyor. l Güçlü yanlarınızı biraz abartır, gerçekleri daha bir güzelleştirirsiniz. : Dürüstlük en büyük hiledir: Niteliklerinizi alt alta sıralamakla yetinirsiniz.
Mülakatlardaki ‘Eksikleriniz, yetersizlikleriniz nelerdir?’ sorusuna ne cevap verirsiniz? : Yalan söylemek aptallık, eninde sonunda ortaya çıkar zaten. l Zararsız bir iki laf eder, dürüst gibi görünürsünüz. 6 ‘Bir hatam olsa zaten düzeltirdim’ filan der, kesinlikle açık vermezsiniz.
İşlerin en yoğun olduğu gün bir head hunter size randevu verdi… : İşi arkadaşların üstüne yıkıp gitmek bana yakışmaz; randevuya hayır dersiniz. 6 Tabii ki üstüne atlarsınız, böyle bir fırsatı kaçırmak enayiliktir. l Arkadaşlara bir yalan söyleyip görüşmeye gider, gerekirse fazla mesai yapıp durumu kurtarırsınız.
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 64
Sporla aranız nasıl, mesela… 6 Tenis size uygun bir spor: Rakiple bire bir mücadele, kazanmak için rakibi bir sağ bir sola koşturmak… l Futbol size daha uygun: Birlikte hareket ederken, aradan sıyrılıp kendinizi gösterebilirsiniz. : Almayayım, ben tribünde oturup seyretmeyi tercih ederim.
Patronun içeriden birisini müdür yapmayı düşündüğünü bir şekilde duydunuz. Daha sizden başka bilen de yok… : Hemen haberi arkadaşlarınıza yetiştirirsiniz. Nasılsa piyango size vurmaz… 6 Kimseye söylemez, patrona gülücükler yaparsınız. l Önce hazırlık yapar, şansınızı dener, haberi öyle paylaşırsınız.
İlkokulda sınıfta nasıldınız? 6 Sorunun cevabını bilip bilmeyin, herkesten önce siz parmak kaldırırdınız. : Aman öğretmen bana sormasın, beni kaldırmasın diye saklanırdınız. l Cevabı biliyorsanız yahut iyi çalışmışsanız el kaldırmaktan çekinmezdiniz.
Toplantıda patron size de görüşünüzü sordu… l Allaaaah, kendimi göstermek için müthiş bir fırsat! : Hay Allah ya, nereden çattı bana? 6 Size fikrinizi sormaya gerek yok, zaten herkesten önce ortaya atılırsınız.
‘Hayalinizdeki pozisyon’… l Alın teriyle hak edilir. : Piyongodur, herkese vurmaz. 6 Bilek gücüyle, rakipleri geçerek kazanılır.
Ekip çalışmasında, sizin tavrınız nasıl olur? 6 Takım lideri: Dizginleri hemen ele alırsınız. l Ekibin ‘pivotu’: Oyunu siz yönetir, takımın bel kemiği olursunuz. : İyi eleman: Ekip lideri ne diyorsa, herkes ne yapıyorsa uyarsınız.
İş görüşmesi bitti, mülakatçı Facebook adresinizi sorarsa… l Çok hoşlanmaz, ‘Niye böyle bir şeye gerek duyduğunuzu anlamadım’ dersiniz. 6 Hemen verirsiniz, zaten Facebook sayfanızı bu ihtimale göre hazırlamıştınız. : Pozisyonu kaçırmak pahasına da olsa ‘Özelimi paylaşmak istemiyorum’ diye reddedersiniz.
BİR KUZUSUNUZ Adını siz koyun, fazla naziksiniz ya da pasif ama diğerlerinin sizin önünüze geçmesine En çok
:
varsa
sebep oluyorsunuz. Rekabetten kaçınıyorsunuz, muhtemelen rekabetten korkuyorsunuz. Baştan yenilgiyi kabul etmişsiniz: İyi bir pozisyon varsa ‘bana büyük gelir’ yahut ‘bana yedirmezler’ diye baştan pes ediyorsunuz. Niye boşuna yorulayım, niye enerjimi umutsuz şeylere harcayayım, diyorsunuz. Belki böyle daha rahat ediyorsunuz ama, büyük bir olasılıkla çok fırsat kaçırıyor ve şirkette hak ettiğiniz yere gelme fırsatını tepiyorsunuz.
BİR KURTSUNUZ İyi bir pozisyon varsa, niye ben değil, diye düşünüyorsunuz. Hedefe varmak için gerekeni de En çok
l
varsa
yapıyorsunuz. Bunun için gerekirse diğerleriyle mücadele etmekten kaçınmıyorsunuz. Vaz geçmek sizin dilinizde yok, rekabetten de korkacak adam değilsiniz. Ama, gerekirse ihtirasınızı kontrol etmeyi, şirketin ve ekibin çıkarını şahsi çıkarınıza tercih etmeyi de biliyorsunuz. İyi motivesiniz, gereğinde hedefe kitlenmeyi biliyorsunuz ama bunun için başkalarını ezmeye, herkesi kendinize düşman etmeye niyetiniz yok.
BİR AKBABASINIZ Ya maaş, ya fiyakası, ya daha çok yetki için… Sizi motive eden neyse, gözünüze kestirdiğiniz En çok
6
varsa
pozisyonu ele geçirmek için yapmayacağınız şey yok. Kimse, hiçbir şey sizi frenleyemez. Pozisyonu kapmanın kolay olmadığını biliyorsunuz, rakiplerinizin güçlü olduğunu biliyorsunuz, bazen o görevi sizin hak etmediğinizi de biliyorsunuz… Onun için işi şansa bırakmam, ne lazımsa fazlasıyla yaparım, diyorsunuz. Hedefe varmak için herşey mübah. Belki sonuç da alıyorsunuzdur ama ‘akbaba’ imajının uzun vadede size zarar vereceğini unutmayın.
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 65
Bilişim Levent Karadağ e-Dönüşüm Uzmanı
Sosyal șirket kazandırıyor İnternette değilseniz işiniz yok olabilir. Şirketinizin vitrini birkaç yıl öncesine kadar internet sitesiydi. Peki ya şimdi!? ürkiye’de internet kullanıcı sayısı 40 milyonu aştı. Kişi ve kurumlar, internette ve sosyal medyadalar. Kişiler ürün ve hizmet alırken sosyal medyaya bakıyorlar. Artık tüketiciler, Facebook’ta sohbet ediyorlar, Foursquare’de birbirlerinin hareketlerini, Twitter’da haberleri izliyorlar, Linkedin’de kurumlar ve iş profesyonelleriyle etkileşim halindeler, Youtube’da güncel yaşam ve firmalara yönelik video izliyorlar. Şirketinizin, internetteki varlığının olmazsa olmazları; Website, Facebook, Linkedin, Twitter, Youtube. Rakipler, tüketiciler, iş ortakları herkes sosyal ağlarda… Sizin şirketiniz nerede? Web Sitesi: kolay kullanılabilir, arama motorlarına uygun (google, yandex vs) olmalı. Güncel, ziyaretçilerin sorularına cevap verebilecek (3-5 tıklamada aradığını bulabilecek) ve güvenilir olmalı, bozuk görseller içermemeli. Ülkemizdeki 40 milyon cep telefonu internete bağlanabilir özelliktedir. Kişiler, şirketinizin web sitesine mobilden ulaşmaya çalışıyorlar. Web sitenizin tüm özellikleri mobil dostu olmalıdır. Facebook : Dünya çapında 1 milyardan ülkemizde de 40 milyondan fazla kişi tarafından kullanılmaktadır. Çekici bir profil oluşturun, müşterileri ve müşteri adaylarını sayfaya davet edin, gruplara üye olun ve grup yöneticileriyle etkileşimde olun (gönderilerine beğen ve yorum yapın),
T
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 66
sektörünüze yönelik haberleri paylaşın, sektörünüzün kanaat önderleriyle bağlantı kurun, rakiplerinizi takip edin. Linkedin: Dünya genelindeki tüm profesyonellere gerçek ve etkileşimli ortam sağlıyor. 250 milyondan fazla kullanıcısıyla hızla büyümekte. Linkedin ile şirketlere ve uzman kişilere kolay ulaşabilirsiniz. İşinizle ilgili uzmanlara ve kuruluşlara tanıtım amaçlı kısa sorular / tanıtım dokümanları gönderebilirsiniz. Şirket uzmanlarınızın detaylı profilleriyle tanıtım ve satış fırsatları oluşturabilirsiniz. Nitelikli elemanlara ulaşabilirsiniz. Rakiplerinizi veya rakip çalışanları hakkında detaylı bilgiler elde edebilirsiniz. Ulusal ve uluslararası pazarlara açılmada önemli kazanımlar elde edebilirsiniz. Twitter: Haberler (genel, kişi, şirket vs) Twitter’e taşındı. Twitter, ülkelerin ve dünyanın gündemini belirlemeye başladı. Türkiye, Twitter’i dünyada en etkin kullanan ülkeler arasında yer almakta. Kurumunuza ait twitter profili oluşturun. Sektörünüzün önde gelen firmaları ve kişilerini takip edin. Firmanıza, sektörünüze ait günde en az bir tweet paylaşın. Twitter’de şirketlere yönelik gündemlere katkıda bulunun. Youtube: İnternet kullanıcılarının %90’ı video seyrediyor. Ürün ve hizmetlerinize ait1-2 dakikayı geçmeyen kısa videolar oluşturun. Bültenleri videolarla duyurmaya çalışın. Sektörünüze yönelik videoları paylaşın.
BİLİŞİM
Akıllı telefonunuz güvende mi ? ilgisayar, cep telefonu, internet derken, akıllı telefon (veya mobil cihaz) kombinasyonuyla yaşam tarzımız değişti. Evde, işyerinde, sokakta her zaman ve her yerde bilgiye kolay şekilde erişir, erişemezsek de eksikliğini hisseder olduk. Bilgiye istediğimiz her an ve doyasıya ulaştığımız bilgi çağında, Facebook’ un bir milyardan fazla kullanıcısı var ve yarısından fazlası siteyi mobil cihazlarıyla kullanıyorlar. Bu imkanlardan yararlanıyor iken, gözardı veya ihmal ettiğimiz çok önemli bir olgu var, o da “Güvenlik”. Akıllı telefonların ve mobil cihazların teknik yapısı ve kullanıcının güvenliğini sağlama alışkanlığının en azından şimdilik olmaması nedeniyle, bunun farkında olan korsanların mobil cihazları hedef seçmeleriyle ciddi riskler söz konusu. Sayıları ve çeşitlilikleri her geçen gün artan, mobil virüs olarak da adlandırılan zararlı yazılımlar bir çok yeteneğe sahip.
B
t Yapılan sesli görüşmeler kaydedilip, bir başkasına gönderilebiliyor. t İmajlar bir başkasına gönderilebiliyor t Gelen ve giden SMS mesajları bir başkasına gönderilebiliyor. t Gelen ve giden e-postalar bir başkasına gönderilebiliyor. t Sosyal medya etkileşimleri bir başkasına gönderilebiliyor. t Kullanılan parolalar bir başkasına gönderilebiliyor t Cihazlar uzaktan yönetilebiliyor ve kullanılabiliyor. t Ses ve video fonksiyonları aktifleştirilebiliyor, gözlem yapılabiliyor. t Cihaz sayesinde gezilen yerler takip edilebiliyor. t Korsanların en sevdikleri şey, banka/kredi kart bilgileri ele geçirilebiliyor. t Eğer bir ağ (network) kullanıyorsanız, diğer cihazlar enfekte edilebiliyor. t Cihazdaki tüm dosyaları geri döndürülmeyecek şekilde silebiliyor.
Zararlı kodlar cihazınıza
nasıl bulaşır?
Mobil teknoloji, diğer teknoloji alanlarında olmadığı kadar büyük bir tehlikeyi beraberinde getiriyor. Özel hayatımızın, iş hayatımızın bilgilerini taşıdığımız ve iletişimini sağladığımız mobil cihazlarımız, bütün dünyaya açık.
t Yüklenen uygulamalardan, hatta uygulamaymış görünerek t Ziyaret edilen web sitelerinden t SMS ve e-postalar üzerinden t Sosyal medya üzerinden t Kullanılan ağ üzerinden, diğer cihazlardan
90 Günlük deneme sürümünüz
bizden hediye! 20 yıldır Bilişim Güvenliği alanında çalışmalar gerçekleştiren Impeks Bilgisayar, Sanayi Life Dergisi okuyucularının “Mobil Cihaz Güvenliği” nin farkında olmaları ve bilişim güvenliğini alışkanlık haline getirmeleri amacıyla birçok ödüle sahip IKARUS Security Software firmasına ait mobile security programının 90 günlük sürümünü hediye ediyor. Bunun için http://www.impeks.com/SanayiLife/ sayfasındaki formu doldurmanız yeterli. Ücretsiz olarak yükleyeceğiniz uygulama sayesinde cihazınızın mevcut enfeksiyon durumunu da test edebilirsiniz. IKARUS mobile.security; t Uygulamalar, sosyal medya, e-posta, SMS üzerinden gelen tüm zararlı kodlara karşı koruma t İnternet saldırıları için web sitesi filtresi t SMS Kara liste t Hırsızlığa karşı uzaktan yönetim ile önemli dosyaları silme, sim kartı kilitleme, cihazın parola ile kilitlenmesi, cihazın yerini bulma Kurumsal kullanım için merkezi yönetim ve daha bir çok özelliğe sahip.
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 67
SOSYAL SORUMLULUK
ENGELLİLER VE YAŞLILAR İÇİN
12 KONSER AY
Topluma yön veren sivil toplum kuruluşlarına, sanatçılara ve şirketlere sosyal sorumluk alanında farkındalık yaratmak amacıyla “12 Ay 12 Konser” projesiyle tematik konserlerler veren Tenor Aykut Yılmaz, Kasım ayı konserini “Atam’a Şarkılar konseptiyle gerçekleştirdi.
tatürk haftası nedeniyle Kozyatağı Kültür Merkezinde gerçekleştirilen ücretsiz anma konserinde; Tomurcuk Vakfı Öğrencileri, Bahadır Erdoğdu Rehabilitasyon Merkezi, Kayışdağı Darülaceze Sakinleri ile Beşiktaş Engelliler Basketbol Takımı üyeleri ve sanatçının sevenleri keyifli iki saat geçirdi. Atatürk’ün sevdiği şarkılar seçilerek gerçekleşen konserde; Mazlum Çimen, Galib Memedov, Muallim İsmail Hakkı Bey, Lucio Dalla, Yalçın Tura, Tofig Guliyev, Necip Celal Andel, Phobeus Tassopoulos ve Cemal Reşit Rey gibi ustaların eserlerinin yanı sıra, anonim türküler ve ulusal marşlarımızı seyirciler birlikte söylediler. Sosyal Sorumluluk kapsamında aylık temalar ile sürdürdüğü “12 Ay 12 Konser” projesinde bugüne kadar bir dizi konserler veren Tenor Aykut Yılmaz, Aralık ayı konseptinin ‘Yeni Yıl’ olacağını açıklayarak, sivil toplum kurumlarını ile şirketleri, engelliler ve yaşlılar için destek olmaya davet etti.
A
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 68
Avukat Özgür Karaduman ozgurkaraduman@istanbulbarosu.org.tr
Tașeronlașan ișçiler ve muvazaa
Türkiye’de çalışma yaşamının kanayan yaralarından birisi de “taşeron işçi çalıştırma” biçimidir. edir taşeron işçi çalıştırma biçimi; 1-Bir işletme hizmet satın alınması yöntemi ile yaptıracağı işleri ihaleye çıkartır. 2-Hizmet ihalesini alan şirket ana şirkete belli bir komisyon karşılığı işgücü temin eder. 3-Asıl şirket en düşük fiyat veren firmaya kendi uhtesinde olan hizmeti ihale eder. Böylece asıl şirketin kadrolu elemanları ile taşeron eliyle asıl şirketin işyerlerinde çalışmaya başlayan, aynı işi yapan işçiler arasında, gerek ücret, gerek sosyal haklar, gerekse de iş güvencesi açısından çok ciddi farklar ortaya çıkar. (Örneğin ücretler daha düşük tutulur, yıllık izin hakları kullandırılmaz, taşeron şirketlerde sürekli girdi çıktı yapıldığı için kıdem tazminatları ödenmez vb) Kamu sektöründen başlayarak özel sektöre de giderek yayılan, işverenlerin maliyetleri düşürmek, işçileri örgütsüzleştirmek ve güvencesizleştirmek için başvurdukları bu haksız ve gayri hukuki çalışma biçimi, Türkiye’nin iş ve çalışma yaşamında çok ciddi sorunlara neden oluyor. Oysa ki, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2. Maddesi’nin 6. Fıkrası ve yine aynı Kanunu’nun 3. Maddesi’ne göre çıkartılan 27 Eylül 2008 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan “Alt İşverenlik Yönetmeliği”nin 1. Maddesi’nde, yönetmeliğin amacı şöyle tarif edilmiştir: “ 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında asıl işveren-alt işveren ilişkisinin kurulma şartlarını, alt
N
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 70
işverene ait işyerinin bildirimini, tescilini, alt işverenlik sözleşmesinde bulunması gereken hususları düzenlemektir.” Bu yönetmelik, işverenler açısından asıl işin bölünerek alt işverene verilmesini engellediğinden, asıl işlerde taşeron işçi çalıştırılmasının önünde yasal engel teşkil etmektedir. Ancak işverenler, bu hükümleri gerçek hayatta göz önünde bulundurmamakta ve her geçen gün binlerce işçiyle taşeron şirketler üzerinden çalışma ilişkisi kurmaktadır. Şimdilerde ise “kıdem tazminatı fonu” tartışmaları içerisinde, Bakanlık hala tarafsızlık adı altında milyonlarca çalışanı yakından ilgilendiren bu yara konusunda açık bir tavır sergilemiyor. Bakan Çelik, gazetecilerle konuşurken taşeron uygulamasının emeğin sömürüsüne döndüğünün altını çiziyor. "Bunun sürdürülebilirliği yoktur. Taraflar bir araya gelecek ve kendilerine 10 Kasım'a kadar süre verdik. Uzlaşma noktasına geleceklerine inanıyorum. Bu yasama yılında, seçimlerden önce sorunu çözme gayretindeyiz" diyor ama halihazırdaki 4857 sayılı Kanunu’nun bile gereklerini yerine getirecek gerçek önlemler almaktan imtina ediyor. İşçi sendikaları ise sokağa çıkmaya başladı bile. Kıdem tazminatı fonu tartışmaları, taşeron derken Kasım ayı, çalışma hayatı açısından belli ki hareketli olacak. Unutulmamalı ki, emek şakaya gelmez!
SERKAN ÖZBURUN
KAYBOLAN MESLEKLER
3 Hak-ı pay-i meded-risay-ı hazret-i veliyü'nniamilerine arz-ı hal-i ubeydanem budur ki (hitap). Bu kulları, Fındıklı da iskeleye karib kalafatçı taifesinden olup (tarif-i nefs); mahallemiz sakinleri ehl-i ırz olup kadimden kahvehane ve şerbethane ve bozahane ve koltuk ta bir olunur meyhane yoğiken çend seneden berü ocakdan ve kalyoncu taifesinden kimesneler kefere hanelerini meyhane ve koltuk ittihaz edüb... (beyan-ı matlab). Inşallahu teala manzur-ı ayn-ı inayetleri buyuruldukda ol babda ve herhalde emrü ferman inayetlu merhametlu veliyü’n-niam-ı alem efendim sultanım hazretlerinindir (hatime)."
Arzuhalciler vliya Çelebi'nin "esnaf-ı yazıcıyan" dediği arzuhalciler, Osmanlı'nın başkenti İstanbul'da, padişaha ya da sadrazama dilekçe vermek isteyenleri dinleyip, kaleme alan kişilerdi. Arzuhalciler, arzuhalcibaşı denetiminde bir esnaf örgütüydü. Bu mesleğe geçmek için özel bir sınavdan geçerlerdi. Bu sınavda yazı kuralları, başvuru yöntemleri, hat türleri sorulurdu. Ayrıca arzuhalcilerin, yazılan dilekçenin, sarayın hangi biriminde işlem göreceğini bilmesi gerekirdi. Bazı dilekçelerin secili (iç kafiyeli) yazılması, ifadelerin Arapça ve Farsça tamlamalarla yüklü olması gerektiğinden, arzuhalcilerin pek çok terimi, deyimi ve cümle kalıplarını bilmesi zorunluydu. Yine hoş- nüvis (okunaklı yazan), dürüst, şer-i şerifi ve kanun- ı münifi bilen, tecrübeli kimseler olmaları olmazsa olmazlardandı. Tüm bu özellikleri ise yalnızca Divan-ı Hümayun ve Babıali kalemlerinden emekli olan eski katipler taşıdıklarından, bu meslek adeta onların tekelindeydi. Mesleğin iş alanı çok geniş, kazancı da çok yüksekti. Çünkü halkın büyük
E
ı Bazı dilekçelerin secili (içkafiyeli) yazılması, ifadelerin Arapça ve Farsça tamlamalarla yüklü olması gerektiğinden, arzuhalcilerin pek çok terimi, deyimi ve cümle kalıplarını bilmesi zorunluydu. Yine hoş-nüvis (okunaklı yazan), dürüst, şeri şerifi ve kanun-ı münifi bilen, tecrübeli kimseler olmaları, olmazsa olmazlardandı.
çoğunluğu okuma yazma bilmediğinden mektup, pusula, mahzar, ıtıkname, senet, mukavele gibi belgelerin yazımı da onlara düşerdi. Askerler, gurbetçiler, sevgililer de mektuplarını onlara yazdırırlardı. Başvuran kimse, arzusunu öyle uzun uzun anlatmaz sadece konuyu belirtirdi. Örneğin bir muhabbetname istenmişse arzuhalci elindeki inşa defterinden örneğini bulur ve ezberden dikte ederdi. İstanbul arzuhalcilerinin ayrı dükkanları yoktu. Cami avlularında revaklar altında, arastalarda, han, kervansaray, kahvehane gibi yerlerde seyyar olarak çalışırlardı. Her arzuhalcinin bir rahlesi ve hasırdan küçük bir iskemlesi olurdu. Rahleye mürekkep hokkası, rıhdan, kamış kalemler, kağıt tomarları konur, müşterinin oturması için de arkalıksız yer iskemlesi bulundurulurdu. Arzuhalciler, değişmez bir şablona göre arzuhal yazmaktaydılar. İlkin arzuhal kağıdını uzunlamasına ikiye katlayıp bir orta çizgi elde ettikten sonra bu çizginin yukarısına "beduh” işareti koyar, kağıdın üst yarısını, işlem görmesi için boş bırakırlardı. Kağıdın sağında da genişçe yer bırakılır, her satır sol kenara iyice yaklaştırılırdı. Arzuhalin, tek kağıtta ve kağıdın ön yüzünde başlayıp bitmesi, altta da bir miktar boşluk kalması esastı. Arzuhaller hitap ve duayla başlar, sonra sırasıyla tarif-i nefs, beyan-ı matlab, hatime ile biterdi. Arzuhalin sonuna "bende" (kul) sözcüğüyle birlikte kişinin adı yazılır, varsa mührü basılır fakat tarih konmazdı. Tanzimatla birlikte büyük değişiklikler geçiren arzuhalciler, Cumhuriyetin ilanıyla da büyük bir kayba uğradılar. Hükümet merkezinin Ankara olması ile İstanbul’daki yüzlerce arzuhalci işsiz kaldı. Bir kısmı aşk mektubu, asker mektubu hatta büyü ve muska yazarak para kazanma çabasına girdiler. Hallerini kimseciklere arz edemedikleri için de zamanla yok olup gittiler... KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 71
Savaşları bitirecek eğitim
SERVAS Yurtİçİ ve yurt dışından gönüllü Servas üyelerİ kasabalara gelİyor ve bİldİklerİnİ bahçede, sokakta ya da evlerİn avlularında çocuklarla paylaşıyorlar.
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 72
EĞİTİM
Servas nedir? Servas 1949 yılında kurulmuş dünya çapında 30 bin üyesi olan bir barış ve dostluk organizasyonu. Üyeler dünyanın her yerinde birbirlerinin evlerinde kalıp kültürel etkileşim içine giriyor ve dostluk duyguları geliştiriyorlar. Önyargıları varsa onlarla yüzleşip yerlerine birinci elden gerçek bilgiler koyuyorlar. Servas’ın fikir babası Bob Luitweiler 2. Dünya savaşından sonra şu inançtan hareketle bu çatıya ilk çivileri çakmış. “İnsanlar birbirlerinin evlerinde kalırlarsa aralarında içten bir yakınlaşma olacak. Böylece ülkeler birbirleri ile savaşmak istemeyecekler.” Bob, belki bu örgüt ile dünyada savaşları durduramadı ancak yeryüzünde milyonlarca dostluğun filizlenmesini, Servas üyelerinin hayal bile edemeyecekleri ülkelerde yerel insanlarla beraber yaşayabildikleri yuvalar edinmelerini sağladı.
ervas Türkiye Yönetimi her sene Antakya’nın Ekinci (3aydiy) köyünde “Bizimle Yaşayın Bizimle Paylaşın Çocuk Programı” uyguluyor. Bu program için yurt içi ve yurt dışından gönüllü Servas üyeleri kasabaya geliyor ve bildiklerini bahçede, sokakta ya da evlerin avlularında çocuklarla paylaşıyorlar. Konular sınırsız olmakla beraber barış, dil, müzik, dans, doğa, geri dönüşüm, insan hakları, çevre, satranç, drama, oyuncak yapma, resim, şiir vb. başlıklar üzerinde fazlası ile odaklanılıyor. Gelen gönüllüler ailelerin evlerinde kalarak yerel kültürü öğrenme ve kendi kültürlerini anlatma fırsatı yakalıyorlar. Bu sayede çocuklar, aileler ve köyün ahalisi kısa zaman zarfında büyük değişimler yaşıyorlar. Bu yıl beşincisi düzenlenen program kasabada barış ve dünya kardeşlik duygularının gelişmesine, sanat ve kültür bilincinin artmasına, çevre konusunda duyarlılığın gelişmesine sebep oldu. Programın nasıl uygulandığını Servas Barış Sekreteri ve Program Koordinatörü Mehmet Ateş anlatıyor: Belçika’dan köyüne özlem gidermek için gelen kuzenim Selda bahçede ağaçların arasında koşuşturan çocukların ne yaptığını soruyor şaşkınca. Ben de heyecanla çocukların özgürlük alanı cennet bahçesinden topladıkları bitkilerin isimlerini Arapça ve Türkçe yazdıklarını ve posterler hazırlayıp onları duvarlara astıklarını söylüyorum. Fikir hoşuna gidiyor elbette ve o da çocuklara katılıp çocukluğuna geri dönüyor. Neticede, incir, nar, tin müze (Hatay hurması), zeytin, dut dâhil yaklaşık kırk ağaçtan yaprak topluyor her grup. Az sonra Selda da öğretmen oluyor ve kocası Zekai ile beraber çocuklara ve biz büyüklere çocuklukta kalan Tiroz oyununu
S
ı GELEN GÖNÜLLÜLER AİLELERİN EVLERİNDE KALARAK YEREL KÜLTÜRÜ ÖĞRENME VE KENDİ KÜLTÜRLERİNİ ANLATMA FIRSATI YAKALIYORLAR. BU SAYEDE ÇOCUKLAR VE AİLELER KISA ZAMANDA BÜYÜK DEĞİŞİMLER YAŞIYOR.
öğretmeye başlıyor. Bahçe oyun alanına dönüyor bir anda ve hepimiz hırslı oyunculara. Davut kamıştan müzik aleti , Zemmuha, yapmayı öğretiyor. Her çocuğa tek tek denetiyor sabırla ve bir anda ortalık çocuk orkestrasına dönüyor. Ben de kamıştan su tabancası, Çırrayka, yapımını gösteriyorum haylaz çocuklara. Minik elleri ile topladıkları kocaman kamışları oyuncağa çevirmeyi öğrendiler. Plastik su tabancasından çok değerli ve eğlenceli bir su tabancasıydı bu yarattıkları. Günün sonunda çocuklar öğrendikleri, kaybolmaya yüz tutan, bu oyunları bilgisayar oyunlarından daha çok sevdiler. Sokak oyunları ile terlemek, düşmek, bağırıp çağırmak ve komşuları rahatsız etmenin zevki başka bir şey ne de olsa. Bu sene beşincisini düzenlediğimiz ‘Servas Bizimle Yaşayın Bizimle Paylaşın’ etkinliklerinden bir kaç tanesini sabahın ve akşamın serinliğinde salyangozlar gibi evlerden süzülüp Bet el Feneriy bahçesine gelen çocuklarla yaptık. On gün süren çocuk programına bu sene Suriye’de artan şiddet ve Antakya’ya yansıyan olumsuz etkisi, gezi direnişleri sürecinde Antakya’da iki gencin öldürülmesi (biri bizim köyden) neticesinde ortaya çıkan öfke, mutsuzluk ve umutsuzluğa rağmen heyecan ile başladık. Yine de bu olumsuz havayı dağıtacak, savaş ve şiddet duygularının yerini barışa bırakacak KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 73
EĞİTİM
ortamı yaratmanın peşinde idik. Çocukların her şeye rağmen barışa, öğrenmeye, farklı kültürlerden insanlarla iletişime girip dünya vatandaşlığı fikri ile tanışmaları gerekiyordu. Yani anlayacağınız yılmamak gerekiyordu. Ve en önemlisi çocukların meraklarını kamçılayacak bilgiler, gerçekler, oyunlar ve güzelliklerin bir şekilde çocukların dünyasına sunulması gerekiyordu. Servas Çocuk Programımız bu naif duygular etrafında doğdu ve büyüdü. Çocuklar da bu program ile serpildiler ve hayalleri de aynı şekilde filizlendi. Okul hayatları boyunca tanışamayacakları bilgilerle, tecrübelerle yurt içi ve dışından gelen evrensel ruhlu insanlarla bu program sayesinde tanıştılar. Alternatif kültürü fark edip sınırları aşan hayaller kurmayı öğrendiler. Nisan adında bir çocuğun bana sorduğu soru ne demek istediğimi anlatmama yetiyor. “Mehmet Abi, ben de büyüyünce ve yabancı dili tam öğrenince Servas ile başka ülkelere gidebilir miyim? Çocuklara yardım etmek için gönüllü olabilir miyim?” Nisan, programın ilk senesinde Marilyn adında Kanadalı bir Servas gönüllüsü sayesinde İngilizceye merak sardı. Geçen beş sene içerisinde kendini o kadar çok geliştirdi ki bu seneki etkinliklerde çevirmenimiz olarak çalıştı. Bu arada ailelerin yanına yerleştirdiğimiz Türk ve başka ülkelerden gelen gönüllüler aile yaşamını, yemekleri, şarkıları, davranış biçimlerini ve inançları öğrenmek ve aynı şeyleri anlatmak fırsatını yakaladılar. Daha da önemlisi din, dil, ırk ve sosyal statünün insanlığı ayıracak özellikler KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 74
ı AKŞAMLARI ASMA, NAR VE İNCİR AĞACININ DİBİNDEKİ DUVARA YANSITTIĞIMIZ ÇEVRE, DOSTLUK, BARIŞ, ÇOCUK HAKLARI, DOĞAL GÜZELLİK VE MİZAH YÜKLÜ FİLMLERİ ÇOCUKLAR KÜTÜK KOLTUKLARA OTURARAK İZLİYOR.
değil zenginleştirecek şeyler olduklarının bilincine vardılar. Kendilerini anlatırken kendileri hakkında yeni farkındalıklar keşfettiler. Portekiz’den gelen Carla kültürle o kadar ilgiliydi ki daha iyi Türkçe bilmediği için oldukça üzüldü. Ama bunun gelecek senesi vardı nasılsa. Bir dahaki seneye daha iyi Türkçe ile gelmeye söz verdi. Arkadaşlarını da yanlarında getirirse büyük bir sürpriz olmayacak bizim için. Akşamları asma, nar ve incir ağacının dibindeki duvara yansıttığımız çevre, dostluk, barış, çocuk hakları, doğal güzellik ve mizah yüklü filmleri çocuklar kütük koltuklara oturarak izlediler. İzledikleri ile ilgili fikirleri biz büyükleri büyüledi. Çocukların dünyaları ve sınırsız merak duyguları bizi de heyecanlandırdı. Her gün yaptığımız dil atölyelerinde İran’dan gelen Nasim Farsça, Rusya’dan gelen Christina Rusça (Kiril alfabesi ile) ve köyün bilgi ağacı Hasan Arapça alfabe ile çocuklara isimlerini yazmayı öğrettiler. Ve elbette etkinlik alanına diğer eserlerin yanına asıldı bütün yazılar. Bu arada Nasim’den bizimkine benzeyen İran kültürünü, Ömer Hayyam’ın şiirlerini ve halk şarkılarını dinlemek muhteşem bir deneyimdi. Aynı zamanda kültürü ve ülke yönetimi ile ilgili köy insanlarının sorunlarını ayrıntılı yanıtlaması muhtemelen birçok ön yargının yıkılmasına sağladı. Servas’ın asıl hedefi de bu değil mi zaten. Fotoğraf dersi verdiğim çocuklar, her gün makinemi alıp dönüşümlü olarak fotoğraflar çektiler. İşledikleri konular çalışanlar, çevre kirliliği, köyün ihtiyarları ve bebekleri, köyde yetişen ürünler idi. Projenin parçası olarak avlularda oturan ihtiyarlarla oturup eski yaşamı dinlediler. Bugün ile karşılaştırmalar yaptılar. Bunun için Arapça dilini kullandılar çünkü ihtiyarlar Türkçe bilmiyordu. Her anı da videoya kaydettiler. Bu tecrübeler çocukların köylerini tanımalarını ve birçok şeyi fark etmelerini sağladı. Her çekimden sonra değerlendirme yapıp albümler oluşturduk.
EĞİTİM
Akşam olunca da facebook sayfamızda köyümüz ve dünya ile paylaştık. İstanbul’dan kırk yıl sonra Antakya’ya bu programda gönüllü çalışmaya gelen Nur Öğretmen'in çocuklara sabırla ve heyecanla sokak duvarına kocaman Servas Barış Köyü çalışması yaptırması, çok değerli bir etkinlikti. Nur’un işaret dilini öğretmesi ve Arkadaş şarkısını bu dil ile söyletmesi çocuklara konuşma engelli insanlarla empati kurma fırsatı verdi. Nur, çocuklardan o kadar çok etkilenmişti ki bir ara bana şöyle demişti; “Ben böyle meraklı ve istekli çocuklar görmedim. Bir de onlarla çalışmak hem kolay hem de öğretici. Tabi dağınıklıklarını hesaba katmaz isek”. Her sabah irili ufaklı çocukların bir kısmını çaktırmadan çalıp bahçenin derinliklerindeki bir ağacın altında şiir çalışması yapan Ferdus barış, sevgi ve sınırsız dünya fikirlerini çocuklara ulaştırmayı başardı. Samandağ (Sveydiye) dan gelen arkadaşı Selda (Laslus) da savaş ve barış temalı yaratıcı drama çalışmaları yaptırdı. Sonunda çocuklar kendi yarattıkları senaryoları sahneye koydular ve her zamanki gibi herkesi şaşırttılar. Onlar için daha çok şey yapma isteğimizi tazelediler. Suriye’den ölüm haberlerinin geldiği ve Eskişehir’de öldürülen köylümüz Ali İsmail Korkmaz’ın (Gezi protestoları sürecinde) köye getirildiği gün çocuklar, bahçeler arasındaki sevimli alanda Barış amblemini kendi bedenlerini kullanarak çizdiler. Etraflarında gelişen savaş ve şiddet
ı BİR GÜN SURİYELİ ÇOCUKLARLA KENDİ KÖYLERİNDE BİRKAÇ GÜNLÜK ORTAK ETKİNLİKLER YAPMANIN HAYALLERİNİ TAŞIYORLAR.
barışın değerini daha iyi anlamalarını sağlamıştı. Sevgi dolu bu veletler yüzlerinde ciddiyet ve gururla amblemin içinde görevlerini çok güzel şekilde yerine getirdiler. İşin garibi bu programa ilk başladığımızda Suriyeli çocuklarla kendi köylerinde birkaç günlük ortak etkinlikler yapmanın hayallerini de kurmuştuk. Ancak malum şiddet bizi engelledi. Yine de bir gün gerçekleştirme ümidimizi halen içimizde taşıyoruz. Çocuklar kimi zaman zeytin bahçelerinde ağaçlara tırmanıp kitaplar okudu. Kimi zaman İran, Portekiz ya da Rus oyunları oynadılar. Bazen yere oturarak ve çember yaparak hayaller kurdular. Sevdikleri ülkelere seyahat ettiler (çoğunlukla gönüllülerin ülkelerine her nedense). Evler ve şehirler kurdular. Aynı anda bir tarafta da Gül’ün grubu Scrable oynadı ya da İngilizce şarkılar söyledi. Çok sıcakladıkları anlarda komşuların getirdiği soğuk gazozlar ile serinlediler. Sonunda da hep beraber çevre temizliği yapıp evlerinin yolunu tuttular. Her gün hiç sıkılmadan… Ve ürünlerin sergileneceği gece geldi çattı. Önce çocuklarla beraber her tarafı temizledik. Sandalyeleri yakın bir türbeden taşıdık. Çocuklar gelecek konuklar için birçok dilde Hoş geldiniz ve Barış kelimeleri yazdılar. Plastik şişelerden yaptıkları ışıklı çiçekleri duvarlara astılar. Aileler heyecanla yerlerini aldı ve Show başladı. Yaklaşık yüz kişi yapılan tüm etkinlikleri gösteren videoları ve fotoğrafları izlediler. Geçen senelerde gelen bazı gönüllülerin video mesajlarını dinleyip özlem giderdiler. Arapça skeçler, pandomim, işaret dili ile şarkı söyleme, şiir ve müzik dinletileri ailelerin koltuklarını iyice kabarttı. Programa destek olan gönüllülere, konuk kabul eden ailelere ve zaman zaman ihtiyaçları karşılayan duyarlı insanlara teşekkür belgelerini verdik. Bu seneki hikayenin sonuna gelmiştik yine. Gönüllülerle ailelerin ve çocukların ayrılığı her sene olduğu gibi bol göz yaşlıydı. Christina kendini rahatlatmak için şunları söylüyordu; “yeniden buluşmamıza 364 gün kaldı”. Evet, Christina ve çocuklar bir sonraki buluşmanın günlerini sayıyorlar her sene. Bu buluşmalar hayatlarının en heyecan verici olayı da ondan. Gönüllü ekibine yeni isimler eklendi ve daha da büyüdük. Bu topraklarda yeni bir kültür oluşumu devam ediyor. Her sene üstüne yeni değerler ekleyerek. Ve köyümüz Dünya Barış Köyü olma yolunda hızla ilerliyor. KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 75
Kişisel Gelişim
Eray Beceren Öğrenme Partneri eray@anahtaregitim.com
YOLCULUK NEREYE ? Bir önceki yazının son satırı şöyleydi. “Bu noktadan sonra doğru hedefler belirlemek, plan yapmak, bu hedeflere kararlılıkla ilerlemek gerekiyor. Bu yolda ilerlerken muhtaç olduğumuz güç ise özmotivasyondur.” ir önceki yazının son satırı şöyleydi. “Bu noktadan sonra doğru hedefler belirlemek, plan yapmak, bu hedeflere kararlılıkla ilerlemek gerekiyor. Bu yolda ilerlerken muhtaç olduğumuz güç ise özmotivasyondur.” Özdeğerlendirme ve kişinin kendini tanıması yaşamımızın en önemli süreçlerinden biri. Bunu gerçekleştirme konusunda emin adımlarla ilerleyen kişi; t Güçlü, zayıf ve gelişime açık yanlarının farkına varır. t Yapıcı eleştiriyi kabullenir ve bundan etkin şekilde yararlanabilir. t Ne zaman kimden yardım isteyeceğini bilir. t Hangi konulara nasıl odaklanacağını bilir. Lewis Carroll’ın bilinen hikayesidir. Alice Harikalar Diyarında hikayesinde; Alice, “Kedicik” diye ürkekçe sorar “Buradan nereye gitmem gerektiğini söyler misin lütfen?” Kedi, “Bu tamamen nereye gitmek istediğine bağlı Alice!” diye cevap verir. Alice “Nereye olduğu önemli değil” der. Kedi, “O zaman hangi yoldan gittiğin de önemli olmaz” diye cevap verir. Nereye gitmek istediğini bilmek çok önemlidir. Hedef belirlemek, gerçekçi hayaller kurabilmek gerçekten çok güzel ve çok önemlidir. Ancak devamında kararlılıkla bunu geçekleştirmek için çaba göstermek, özdisiplinden kopmamak da çok önemlidir.
B
Hedef Belirlerken göz önünde tutmamız gereken bazı sorular vardır. Bunlar; t Ben kimim? Güçlü ve gelişime açık yönlerim nelerdir? t İş ve özel yaşamımda önümüzdeki yıllarda ne istiyorum? t Bunu neden istiyorum? Amaç çok önemlidir ve en önemli motivasyon kaynağımızdır. t Bunu gerçekten istiyor muyum? Bunu ben mi istiyorum? Başkaları için, onları hatırı için ya da onlar istediği için mi istiyorum? t Bunun bedeli ne? Bu bedeli “peşinen” ödemeye razı mıyım? t Bu istediğime ulaşmak için hangi görev ve faaliyetleri yerine getirmeliyim? KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 76
“
Yaşım ilerledikçe şundan giderek daha emin oluyorum ki, zayıflarla güçlü olanlar arasındaki temel fark; yılmaz kararlılıktır yani kesinleşmiş amaç. Ardından da ya ölüm ya zafer. Sir Thomas Fowell Buxton
Bu tür konuları konuşurken en sık aklıma gelen hedef koyma konusu “yabancı dil öğrenmek” oluyor. Çünkü bu konu çok kişinin hayallerini, hedeflerini süslüyor, herkes konunun önemini kabul ediyor, ama çok kişi bu hedefe ilerleme konusunda ciddi zorluklar çekiyorlar. Şöyle düşünün; İngilizce öğrenme konusunda karar verdiniz, araştırmalar yaptınız ve şartlarınıza uygun bir kursa kaydoldunuz. İlk günler hatta ilk kurlar, yeni dostluklar ve yeni heyecanlar ile keyifle geçiyor. Önce arkadaşlardan tacizler gelmeye başlıyor “eee haftanın her akşamı kursa mı gideceksin? Bu yaştan sonra alim mi olacaksın?” Sonra iş yerinden tacizler gelmeye başlıyor “Biz çalışıyoruz, sen kurs bahanesi ile mesai biter bitmez çıkıp gidiyorsun.” Bu tacizlerin desteği ile kararlılık ve azminiz kırılmaya başlıyor. Halbuki sekizinci kurdan sonra yurtdışı kurslarına gitme hayalleri kuruyordunuz. Ve karar veriyorsunuz “1-2 ay ara vereyim evde çalışırım, sonra kaldığım yerden devam ederim.” Bugün başlarım, yarın başlarım derken iki ay geçiveriyor. “Yok yok böyle olmuyor bu kez kesin başlıyorum” diyorsunuz ama maalesef o kararlılığı gösteremiyorsunuz. 1-2 ay ara veririm derken, bakıyorsunuz 6 ay geçmiş. Daha fazla zaman kaybetmeden hemen kursa gidip seviye tespit sınavına gireyim diyorsunuz. Sonuç hiç de iç açıcı değil “2-3 kur geriye düşmüşsünüz. Belki pes ediyor, belki de “çok zor bu iş, İngilizce bilmeyenlere iş yok mu?” diyerek kendinizi avutuyorsunuz. Çok kolay bir şey var aslında. “Yapanlar nasıl yapıyor? İstersem, çalışırsam, gayret sarf edersem, ben de yapabilirim.” demek ve hemen bu sabah o muhteşem hedefinize yeniden odaklanma şansınız her zaman var. Seçme özgürlüğü tamamen sizde. Hedef Belirlerken göz önünde tutmamız gereken bazı soruları bu çerçevede gözden geçirirsek; t Ben Turizm sektöründe çalışmak ve kariyer yapmak istiyorum. Bu konuda gerekli eğitimi aldım, stajlarımı yaptım. Bu iş bana göre. Bu alanda ilerleyebilmek için bir lisan konusunda kendimi geliştirmek beni daha iyi konumlara getirecektir. t İş yaşamımda önümüzdeki yıllarda İstanbul’da otelcilik alanında üst düzey yöneticilik hedefliyorum. Sonraki aşamada Güneyde kendi otelimde kariyerime devam
etmek istiyorum. t Hizmet sektörünü seviyorum. İnsanlarla olmak, onlara mutlu olmalarını sağlayacak ortamlar hazırlamak beni mutlu ediyor. t Bunu gerçekten çok istiyor muyum? Bunu ben istiyorum. Ailem ve çevrem beni bu konuda destekliyor. * Bunun bedeli çok çalışmak, gayret sarf etmek. Lisan konusunda kurs ve kurs dışı faaliyetler ile çaba göstermek. Bu amaçla özel hayatımdan zaman ayırmak durumundayım. t Bu istediğime ulaşmak için neleri nasıl yapmalıyım kısmı ise iyi planlama yapmak ve etkin uygulamadan geçiyor. Planlama için bize şu başlıklar yardımcı olacaktır. t Hedefim nedir? İngilizce seviyemi 2014 sonuna kadar, sektör ile ilgili gelişmeleri takip edebilecek ve bu konuda konuşabilecek, tartışabilecek seviyeye gelmek, TOEFL sınavından % 80’in üzerinde başarı sağlamak. t Hedefim ile ilgili “Başarı Alanları” nelerdir? Bu hedefimle ilgili olarak temel İngilizce, İngilizce dil bilgisi, anlama ve konuşma becerileri, sektör İngilizcesi gibi alanlarda gayret sarf etmek. t Başarı alanlarını gerçekleştirecek “Görevler” nelerdir? Her başarı alanında yerine getirmem gereken görevleri ayrı ayrı belirlemek. Temel İngilizce alanı için görevlerden biri “İngilizce Dil Kursuna” devam etmek olabilir. t Görevlerin tamamlanabilmesi için yapılacak faaliyetler nelerdir? “İngilizce Dil Kursuna” devam etmek görevi ile ilgili faaliyetleri yerine getirmek. Burada faaliyetler için bir zaman belirlenmiştir. 5 Kasım 2013 günü saat 14:00 de seviye tespit sınavından sonra kursa kaydını yaptır. Kayıt işleminden sonra istenen kitap ve kırtasiyeleri al. 9 Kasım 2013 gününden itibaren her Cumartesi-Pazar günleri 10:00-12:00 saatleri arasında kursa devam et. Bu şekilde yapılan planlamayı takvimimize aktarabiliriz. Bunların hepsini yaptık bu güne kadar ama sonu gelmiyor diyenleri duyar gibiyim. Tek bir şeye ihtiyacımız var. Hedefimizle ilgili olarak yapılması gereken şeyi, yapılması gereken zamanda isteseniz de istemeseniz de kendinize yaptırabilmektir. Bu kadar basit. “Denilebilir ki hiçbir şeye muhtaç değiliz, yalnız tek bir şeye çok ihtiyacımız vardır; çalışkan olmak.” (1923, İzmit) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 63) KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 77
NE
OKUMALI
DUYGUSAL VE SOSYAL ZEKÂMIZ
OTOBÜSTEN İNDİM BMWYE BİNDİM
YÖNETİCİNİN YÖNETİMİ İSMET BARUTÇUGİL
Duygularımızla çatışmak bize zaman ve enerji kaybettirir, gerçekten böyle bir lükse sahip miyiz?.. Kim olduğunuzu keşfetmek yerine, insanların beklentilerini karşılayıp bize söylenen biri gibi olmak mı mutlu edecek sizi?.. Mutlu olmamız için yapmamız gereken sadece kendimiz olmakken başka çetrefilli yollara girmek bize olumlu bir etki mi yaratacak?..
Öğretmen bir annenin ve emekli asker bir babanın çocuğu olarak şunları rüyamda görsem inanmazdım: Cebimde beş para yokken kurduğum şirket, Türkiye'nin en önemli 100 franchising markasından biri olacak, girişimciliğin beşiği olan Amerika Birleşik Devletleri'nin Başkanı beni girişimciliği konuşmak üzere Beyaz Saray'a davet edecek...
Bu kitap; işletme sahipleri, profesyonel yöneticiler, ekip liderleri, yönetim becerilerini geliştirmek isteyen tüm çalışanlar ve yönetici adayları için yazılmıştır. Yönetim etkinliğini artırmak ve organizasyonlarının amaçlarını gerçekleştirmek isteyen tüm yöneticiler bu kitapta kendileri için yararlı ve uygulanabilir bilgiler bulacaklardır.
BEN BULDUM BAŞKASININ OLDU
İKNA VE SUNUM
İNTERNETTEN PARA KAZANMANIN 101 YOLU
Destek Patent’in kuruluşunun 30.yılı nedeniyle hazırladığımız bu kitapla Destek Patent Türkiyedeki marka ve patent bilincinin geliştirilmesine bir nebze olsun katkı yapmak istedi. Çünkü inanıyoruz ki ülke kalkınmasını sağlayacak ve katma değer yaratacak unsurların başında buluş marka ve tasarım gelir.
İyi fikir kendini satar. Ama sadece bazen. Diğer zamanlarda neredeyse her zaman insanları onun iyi bir fikir olduğuna ikna etmeniz gerekir. Reklam ve pazarlama dünyasında bir fikir bulmak ve geliştirmek için çok emek harcanıyor. Oysa neredeyse kimse o fikri nasıl sunacağı hakkında fazla düşünmüyor. Bu iş çoğunlukla sunumun yapılacağı toplantıya giderken yolda halledilebilecek bir şey olarak görülüyor.
Sürekli kullanım oranı artan İnternetin getirdikleri güzellikler tartışılmaz bir gerçek. 10 yıl önce ailenize ben SEO uzmanı olacağım deseydiniz size gülerek, bu yolunuzdan dönmeniz için ellerinden geleni artlarına koymazlardı. Şimdi ise durum çok farklı. İsterseniz Internet üzerinden milyarlar kazanabilirsiniz. Bu tamamen sizin elinizde. Elinizde bulunan kitap içerisinde İnternetten para kazanmanın yüzlerce yolu arasından sadece 101 tanesi bulunuyor.
ERAY BECEREN
KEMAL YAMANKARADENIZ
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 78
BAYBARS ALTUNTAŞ
PETER COUGHTER
ALİ YAVUZ ŞAHİN
NE
İZLEMELİ
THE SOCIAL NETWORK 2010
AMERICAN PSYCHO 2000
MONEYBALL 2011
Alkollü bir gece, kız arkadaşından yeni ayrılmış olan Mark, üniversitenin bilgisayarlarına sızarak, kampustaki tüm kadınlarla ilgili bilgilerden oluşan bir veri tabanını içeren bir site yaratır, ardından yan yana iki fotoğraf koyarak kullanıcılardan hangisinin “daha ateşli” olduğunu seçmesini ister. Sitenin adını Facemash koyar; site bir anda virüs gibi etrafa yayılarak tüm Harvard sistemini çökertir ve kampusta tartışma yaratır; Mark, Facemash´ı yaratarak kasıtlı olarak güvenliği, telif hakları yasasını ve özel hayatı ihlal etmekle suçlanır.
İşi hakkında kendisine sorulan sorulara “genelde cinayetler ve infazlarla uğraşıyorum” diye cevap veren baş kahramanlara sahip bütün filmler karanlıktır. Bret Easton Ellis’in aynı adlı kitabından uyarlanan filmde, filmin baş kahramanı Bateman, güzel arabalara binen, güzel kadınlar beraber olan, en ünlü restoranlara giden, Harvard Üniversitesi mezunu bir Wall Street zenginidir. Her şeyin en iyisini tüketmesine rağmen bir süre sonra bunlardan sıkılmaya, ve "insanları tüketmeye" başlar.
Pazarlamacının en büyük engeli nedir? Benim aklıma ilk olarak “Bütçe” kelimesi geliyor. Ah bize o bütçe verilse ne kampanyalar yapacağız, nasıl da uçuracağız markayı! Şaka bir yana, bütçe herkesin problemi ve aslolan sınırlı bütçe ile büyük işleri başarmakta. İşin ilginci, bu film gerçek hayattan esinlenilmiş bir Beyzbol filmi. Brad Pitt‘in oynadığı Billy Beane lig düşmek üzere olan bir takımın koçu oluyor...
PIRATES OF SILICON VALLEY 2000
GLENGARRY GLEN ROSS 1992
Microsoft/Apple savaşı canlandırılıyor. Anthony Michael Hall bir yazılım imparatorluğu olan Microsoft'tan William Gates’i, ER’dan tanıdığımız Noah Wyle ise Apple’ın kurnaz programcılarından Steve Jobs’ı oynuyor. Film bazı kesitlerinde kalitesiz olabiliyor ama bu iki dev firmanın savaşını ve ortaklıklarını güzel bir perspektif sunarak vermiş. Hatırda kalacak kısım Gates’in o zamanlar Goliath IBM olan firmayı kendineyse Dos’la ilgili biraz bilgi vermesi üzerinde kandırması.
David Mamet’ in eserinden uyarlanan filmin tamamı 2 devir içerisinde geçiyor. Bir ekip ev pazarlamacısı sınırlı oldukları ortaklık eliyle şayet adamakıllı birer satım yapmazlarsa kovulacaklarını anlıyorlar. Bu bir küme ev satıcısının o gece yaşadığı çelişkiler ve ayakta kalabilmek için verdikleri haybeye savaş içlerinden bazılarını çalıştıkları büroyu soymaya bile itecektir.
BOILER ROOM 2000 Boş kutu toptancısı olarak çalışan bir firma ile ilgili. Boiler Room, satış stratejileri ve ABC prensibi (Always Be Closing= Her zaman satışı bitirin) ile ilgili büyük bir iş filmi olsa da satış departmanınıza bu filmi izletip onlardan eğlenmelerini ve takım ruhu oluşturmalarını beklemeyin. Bu film büyük güç olan para ve bir başkasının zaman zaman onu çalmak için ne yollara başvurabileceği ile ilgilidir. Film daha çok satış ile ilgili ve oldukça iyi.
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 79
SMMM Mehmet Akçay info@mehmetakcay.com
Șirketinizi yeni TTK’ya uyarladınız mı? yıl kullanıldıktan sonra ciddi değişiklere uğrayan 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Bazı maddeleri ise belli sürelere bağlanarak uygulamaları fiilen devam etmektedir. Bunlardan en önemlisi şirket ana sözleşmelerinin 01.07.2014 tarihine kadar yeni TTK’ya uyumlu hale getirilmesidir. Şirketler geçmiş yılın hesaplarını görüşmek üzere bir önceki yılın genel kurullarını yapmak zorundadırlar. 2014 yılının Mart ayının sonuna kadar yapacakları genel kurul toplantılarında, yeni TTK gereği yapılması zorunlu olan ana sözleşme değişikliklerinin de gündeme getirilmesi, ikinci bir toplantının yapılması zahmetinden ve masraflarından kurtulmayı sağlayacaktır. Şirketlerin genel çoğunluğu, genel kurullarını yapanlar ile yapmayalar da dahil olmak üzere, yapmaları gereken sözleşme değişikliklerini süreye bağlı olarak uzattıkları ve tam anlamı ile konuya nüfus etmedikleri görülmektedir. Bunların ışığında; şirketlerin 01.07.2014 tarihine kadar statülerini, işleyişlerini ortaklık yapılarını, ileride olabilecek sıkıntıları dikkate alarak ana sözleşmelerini yeni TTK’ya uyarlamaları faydalı olacaktır. Yeni TTK’ya göre yapılması gereken ana sözleşme değişikliklerinde dikkate alınacak unsurlar ve önemli bazı maddelerinin hatırlatılmasında fayda görüyorum. • Anonim Şirketlerde yönetim kurulu, Limited Şirketlerde müdür veya müdürler kurulu sayısı, süresi ve görevi hakkındaki maddesi. • Üye ve müdürlerin temsil ve ilzam maddesi • Yönetim kurulu toplantılarının usul ve esasları maddesi • Denetime ilişkin esaslar, seçilme ve görev
50
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 80
süreleri maddesi • Genel kurul zamanı, yeri ve yapılmasındaki usul ve esaslar maddesi • Genel kurullarda bakanlık temsilcisinin bulundurulması maddesi • Genel kurul toplantılarının elektronik ortamda yapılmasına dair maddesi • Karın tespit edilmesi ve dağıtılması maddesi • Yedek akçelerin ayrılması maddesi Yukarıda bahsi geçen konuların en geç 01.07.2014 tarihine kadar değişikliği yeni TTK kapsamında zorunludur. Bu değişiklikler yapılmadığı takdirde eski sözleşmeler yeni kanun kapsamına girmiş sayılacaktır. Önerim, değişikliklerin yasal süresi içinde yapılmasıdır. Bunların dışında Anonim Şirketlerin genel kurul toplantılarının usul ve esasları hükümlerine uyulması açısından hazırlanacak iç yönergenin 2014 yılında yapılacak olağan genel kurul toplantısında onaya sunulması zorunludur. Sonuç olarak; yeni TTK’ nın yürürlüğe girmesi ile birlikte çok köklü değişiklikler olmuştur. Beş kişi ile kurulması öngörülen anonim şirketler artık tek kişilik ortaklık yapısıyla yeniden şekillenmiş, en az iki kişi ile kurulması gereken Limited Şirketlerde, yine tek kişi ile kurulması öngörülmüştür. Buradaki amaç ticaret hayatına kolaylık sağlamak, itilafları azaltmak, yönetim organlarını etkin kılmak olmuştur. Global ekonominin iyi anlaşılması gerektiği bir kez daha önem kazanmış, şirketlerin faaliyetlerinin, günün ekonomik koşullarına uyumu önem arz etmiş, yapısal reformların şirket bünyelerine uyarlanması zorunluluğu doğmuştur. Bundan böyle şirket sahibi ve yöneticilerinin değişikliklere yabancı kalma şanslarının olmadığına inanıyorum. Güçlü ve sağlıklı olmanın tek kuralı sağlam altyapının olmasıdır.
SUDOKU
CEVAPLAR GELECEK SAYIMIZDA
SATRANÇ
GEÇEN SAYININ CEVAPLARI
BEYAZ OYNAR 2 HAMLEDE MAT
SİYAH OYNAR 2 HAMLEDE MAT
BEYAZ OYNAR 3 HAMLEDE MAT
ZEKA GELİŞTİRME Bir gazeteden düşmüş bir parça görüyorsunuz. Soldaki sayfa numarası 10 sağdaki ise 27 Bu duruma göre gazete kaç sayfaydı?
CEVAP1 1)…Af4+ + 2)Şg3 Kh3(Ae2) mat CEVAP2 1)Kh8+ Şxh8 2)Vh7 mat.
Üç kibrit çöpünün ve düğmenin yerini öyle değiştirin ki balığın başı sola değil de sağa bakıyor olsun.
CEVAP3 1)Vg8+ Kxg8 2)Af7 mat.
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 81
MUHAMMET ŞENGÖZ
KASIM-ARALIK 2013 SANAYİ LIFE 82