SANAYİ LIFE SAYI 4

Page 1

SANAYI

LIFE Yıl:2 Sayı:4 OCAK-ŞUBAT 2014

STK’LAR GÜÇLÜYSE DEMOKRASİLERDE GÜÇLÜ OLUR

17

HÜSEYİN KUTSİ TUNCAY

ARALIK NELER GÖTÜRDÜ?

ÖLÜMSÜZ OLMAK İSTİYORSANIZ SANATA DESTEK VERİN

NASIL

İtibar KAZANILIR KAYBEDİLİR YÖNETİLİR

YILDIZ İBRAHİMOVA

KALP GÖZÜNÜZ AÇIK OLSUN MEHMET SUSAM

KIŞ TATİLİ BAŞKA OLUR

EN TUHAF

MUTLU OLMAK İÇİN 130 TL HARCIYORUZ VERGİLER




Berma Sutuğ AYDIN

ŞİMDİ ZAMAN HESAP VEREBİLİRLİK ZAMANI nurlu olmak aynı zamanda itibarlı olmak demektir. Dik durmak, etik olmanın yanı sıra akılcı bir davranış izlemektir. Bizleri betimleyen eylemlerimiz olduğu gibi, kim olduğumuzu da bu eylemlerimiz tanımlar. Yalnızca tek bir kötü eylem bile yeterlidir itibarımızı kaybetmeye. Yıllardır saygı duyulan bir insan iken, sorgulanan, şüphe duyulan bir insan olmak korkutucu bir durumdur. Sadece şahsınız değil, politikalarınız, partiniz, toplum ve hatta ülkeniz için bu daha da korkunç hal alır. Yapılan araştırmalar da gösteriyor ki halkın, son bir yılda yaşanan gezi ve yolsuzluk davaları sebebiyle yargıya, kolluk kuvvetlerine, siyasetçilere, partilere ve medyaya güveni kalmamıştır. Ülkemiz sadece ekonomik anlamda değil, temel hak ve özgürlüklerin olanakları ile de itibar kaybetmiştir. Zamanında birlikte yürüyen insanların, günü geldiğinde çıkarları için birlik ve beraberlik duygularından uzaklaştıklarına tanık olduk. Oysa ki onurlu, şeffaf, dürüst, adil ve hesap verebilir insanlar, her zaman saygı görür ve itibar kazanırlar. Şimdi zaman hesap verebilirlik zamanı. Ülkemizin itibarı için temel hak ve özgürlüklerimize sahip çıkma zamanı.

O

BİR BAŞKADIR

KIŞ TATİLİ

70


SANAYI

12

LIFE ISSN:2148-0826 İmtiyaz Sahibi (Sorumlu Yazı İşleri Müdürü) Ajna Reklam Adına Berma S. Aydın berma@ajna.com.tr

TÜRK YUMURTASI

DÜNYA İKİNCİSİ

Haber Merkezi Zehra Sarıkaya Keşaf Ceren Gümüşbaş dergi@sanayilife.com Reklam Müdürü Zehra Sarıkaya Keşaf zehra@ajna.com.tr

SAKALDAN MUMA ŞAPKADAN TUĞLAYA

24

EN TUHAF VERGİLER

+

SMMM

80 BİLİȘİM 68 AVUKAT 72GO 58 KİȘİSEL GELİȘİM 74

Geçmişten gelen usulle gelecek olmaz

22

CEP TELEFONU OLMAMA HASTALIĞI

NOMOPHOBİA

E-ticaret çiftçiliğe benzer

Asgari ücret ve kurufasülye Nasıl bu hale geldik?

SPOR EKONOMİSİ

33

NEDEN MEMURDAN DAHA AZ VERGİ?

Yaparım bilirsin

Görsel Yönetmen Güngör Yılmaz Web Tasarım Aytaç Uğur Yerden Buse Ağcet (Stajer Grafiker) Yayın Kurulu Berma S. Aydın, Eray Beceren Levent Karadağ, Mehmet Akçay Mehmet Emin Barsbey Serkan Özburun, Ümit Ünker Danışma Kurulu Murat Fırat (Dudullu OSB Bölge Müdürü) Mücahit Sönmez (İmes San. Sit. G.M.) Melih Tunçay (Des San. Sit. G.M.) Yönetim Merkezi AJNA Reklam Tanıtım Basım Yayın ve Ajans Hizmetleri Dudullu Organize Sanayi Bölgesi, DES Ticaret Merkezi No:3/21Ümraniye – İstanbul T: 0216 313 0013 F: 0216 420 2727 www.ajna.com.tr www.sanayilife.com info@ajna.com.tr dergi@sanayilife.com Baskı Yeri Şan Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Hamidiye Mahallesi, Anadolu Caddesi No:50 Kağıthane - İstanbul T: 0212 289 24 24 F: 0212 289 07 87 www.sanofset.com Ulusal – Türkçe Sanayi Life Dergisi, AJNA Reklam tarafından iki ayda bir yayınlanır. Bu yayındaki tüm yazı ve görsellerin hakkı Sanayi Life Dergisine aittir. İzinsiz, kaynak gösterilerek dahi alıntı yapılamaz. Copyright © 2014 Ajna Reklam All rights reserved.


YILDA 14 MİLYARA ZEHİRLENİP ÖLÜYORUZ Isınmak için yılda yaklaşık 14 milyar lira harcayan ülkemiz, her yıl tedbirsizlik ve ihmal nedeniyle zehirlenme kazaları yaşıyor. Yılda karbonmonoksitten 10 bin kişi zehirleniyor. Kış aylarının yürek burkan haberleri arasında soba, kombi ya da şofben zehirlenmeleri başı çekiyor. Gencecik bedenler, koca bir aile İGDAŞ deyimiyle "sessiz ölüm"ün pençesine düşüyor. Oysa Avrupa'nın İngiltere, Almanya ve İtalya'dan sonra en büyük dördüncü ısıtma pazarını oluşturan Türkiye'de bu alana birçok yatırım yapılıyor. Özellikle son yıllarda inşaat sektöründeki gelişmeye paralel olarak ısıtmaya harcanan bütçe giderek kabarıyor. sektörde ölümcül ya da kalıcı izler bırakan kazalara genellikle ihmal ve tedbirsizliğin yol açtığı belirtiliyor.


1,3 MİLYAR TON GIDA ÇÖPE GİDİYOR Birleşmiş Milletler’in gıda örgütü FAO’nun rakamlarına göre dünyada üretilen yiyeceklerin üçte biri ziyan ediliyor. Toplam zarar 750 milyar Dolar. Örgüt bu rakamın, Türkiye’nin milli gelirine yakın olduğunu belirtiyor. Roma merkezli FAO’nun son hazırladığı rapora göre, yılda 1.3 milyar ton yiyecek çöpe gidiyor. En fazla yemek israf eden bölge ise Asya. FAO Genel Sekreteri Jose Graziano da Silva ziyan edilen yemek miktarına rağmen 870 milyon kişinin her gün aç gezdiğini söyledi. Hazırlanan raporda kullanılan ifadeye göre 750 milyar doları bulan gıda israfı “Türkiye’nin veya İsviçre’nin 2011 rakamlarıyla milli gelirine eşit”.


KISA KISA GÜNCEL

Fırsatçı bankayı ifşa edeceğiz Döviz kurundaki dalgalanma nedeniyle KOBİ'lere finansman yenilemeyi erteleyen bankalardan krediyi geri çağırma sinyali de geliyor. TÜGİAD Başkanı Yücelen "Bu yönde işaretler var. Ortamı fırsat bilerek krediyi çağıran banka olursa adını ilan edeceğiz" dedi. 17 Aralık'ta başlayan siyaseti itibarsızlaştırma operasyonu sonrasında piyasalarda yaşanan dalgalanma KOBİ'lerin banka kâbusunu yeniden ortaya çıkardı. Yaşanan gelişmeleri bahane eden bankaların, kredi yenilemeyi kestiği belirtiliyor. İş dünyası kredilerin erken çağrılma riskinin de masada olduğunu söylüyor.

PAPA'DAN ZENGİNLERE: PAYLAŞIN

Koç dünyanın en büyüğünü yaptı KOÇ Holding şirketi RMK Marine'in inşa ettiği 'tekne yapısından bağımsız kargo tanklarına sahip dünyada üretilen en büyük asfalt tankeri' ünvanını taşıyan iki tankerden ilki T. ESRA, denize indirildi. Tuzla'daki törene Koç Holding, RMK Marine ve Ditaş'ın üst düzey yöneticileri katıldı. Ditaş için üretilen 19.000 DWT'luk iki asfalt tankerinden ilki T. ESRA, diğeri T. AYLİN adını taşıyor. Gemiler on iki tankta, 18.000 metreküp petrol ürünleri ve 250 OC sıcaklıkta asfalt yüklerini taşıyabiliyor. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 08

Papa Francis, işadamlarını mal varlıklarıyla fakirlere hizmet etmeye davet etti. Papa, iş dünyası liderlerinden, dünya nüfusunun büyük bir kısmını açlık ve can güvenliği gibi sıkıntılarla baş başa bırakmak yerine mal varlıklarını insanlığın hizmetine sunmalarını istedi. Papa, "Sizden zenginliğin insanları yönetmesine izin vermek yerine insanlığın hizmetine kullanılmasını sağlamanızı istiyorum" dedi. Geçtiğimiz yıl göreve geldiğinden beri kapitalizmi eleştiren ve güçlü bir şekilde fakirleri destekleyen Arjantinli Papa Francis, bugüne kadar iş dünyasının milyonlarca kişiyi fakirlikten kurtardığını kabul ettiğini de söyledi.

Devletin kasasını İstanbul dolduruyor Türkiye ekonomisinin kalbi konumundaki İstanbul, geçen yıl harçlardan devletin kasasına sağladığı gelirle 75 ili geride bıraktı. Geçen yıl merkezi yönetim bütçe gelirleri arasında yer alan 12,9 milyar liralık harçlar tahsilatının 4,7 milyar lirasını tek başına gerçekleştirdi. Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü verilerine göre, geçen yıl 407,9 milyar lira gider kaydedilirken, 389,4 milyar lira gelir elde edildi.



KISA KISA GÜNCEL

Dünya ticaretinin en büyüğü artık ABD değil Çin, ABD'yi geçerek 2013'te dünyanın en büyük ticaretçisi konumuna yükseldi. Çin'in yıllık ticaret hacmi 2013'te 4,16 trilyon dolar oldu. 2013'ün tamamında ihracat yüzde 7,9 artışla 2,21 trilyon dolara ulaştı. İthalat ise yüzde 7,3 artışla 1,95 trilyon dolara yükseldi. Dış ticaret fazlası yıllık yüzde 12,8 yükselişle 260 milyar dolar oldu. ABD’de 12 aylık rakamlar açıklanmadı ancak 11 aylık rakamlara bakıldığında ticaret hacmi 3,57 trilyon dolar seviyesinde. Çin bu tabloda dünya ticaretinin en büyüğü konumuna çıkıyor.

Zeybekçi: İstesek bile kriz çıkaramayız Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Türkiye'nin ekonomisi 28 AB üyesi ülkenin ekonomilerinden daha güçlü. Bunu biz söylemiyoruz, onlar söylüyor. Şundan emin olun, bu sözümün altını çizerek söylüyorum. Biz istesek dahi Türkiye'de ekonomik kriz çıkaramayız, o kadar sağlam. Allah Başbakanımızdan, bakanlarımızdan razı olsun, sağlam hale getirmişler. İşte döviz çıktıydı, şu olduydu, bu olduydu. Bunların hepsi geçecek. Bunlar ekonomiye zarar vermez dedi.

MEYVE-SEBZELERE DE BARKOD Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, tarlada, bahçede yetişen ürünlerin gıda güvenliği açısından Parsel Tanımlama Sistemi hayata geçirecek. Parsel Tanımlama Sistemi ile Türkiye'de üzerinde tarım yapılan 30 milyon parseli kimliklerinden Bakanlık, bu parsellerde yetişen meyve, sebzelere barkot uygulamasını başlatacak. Tüketiciler, pazar ve marketlerde satılan maydonoz, domates, patates hatta sarımsak gibi tüm ürünlerin üzerlerindeki barkotları okutarak, ne zaman hasat edildiği, hangi çiftlikte, hangi çiftçi tarafından yetiştirildiği gibi tüm bilgilerini görebilecek. Hatta o ürünün son kullanma tarihi veilaç kullanılıp kullanılmadığı bilgisine erişebilecek.

‘Otomotiv 2014 için çok zor bir yıl olacak’ Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD) Genel Koordinatörü Hayri Erce, hem BDDK düzenlemeleri hem ÖTV ve kur artışları hem de faizdeki yükselişler yanyana konulduğunda 2014'ün sektör için çok zor bir yıl haline geldiğini belirterek, "Sektörün başına olumsuzluk adına daha başka ne gelebilirdi?" dedi. Hayri Erce, ülke olarak içinde bulunulan durumda büyük resmin ve dünyada ne olup bittiğinin iyi yorumlanması gerektiğini dile getirerek, doğru kararları doğru zamanda almayı gerektiren bir ortamda bulunulduğunu söyledi. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 10



KISA KISA GÜNCEL

Polis artık tek SMS'le kapıda VODAFONE Türkiye, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan '155 SMS Hizmeti'ni 1 Şubat’tan itibaren ücretsiz olarak abonelerine sunuyor. Yeni servis ile vatandaşlar, Türkiye’nin neresinde olursa olsunlar, mobil telefonlarından 155 Polis İmdat numarasını sadece arayarak değil SMS göndererek de yardım talep edebilecek ya da ihbarda bulunabilecek.

Halkbank'tan KOBİ'lere ücretsiz İngilizce Halkbank, ihracat yapan KOBİ’lere ücretsiz İngilizce eğitimi veriyor. Halkbank, bu eğitimle ihracatçı KOBİ'lerin yabancı firmalarla iletişimini kolaylaştırarak ihracata katkı sağlamayı hedefliyor. Halkbank Esnaf ve KOBİ Bankacılığı Genel Müdür Yardımcısı Taner Aksel "2023 vizyonu çerçevesinde Türkiye'nin 500 milyar dolarlık ihracat hacmine ulaşması hedefleniyor. Bu hedefe ulaşılmasında ülkemizdeki işletmelerin yüzde 99'unu oluşturan KOBİ'lerimizin rolü oldukça önem taşıyor. Onlara sadece finansal kaynak sunarak değil, yeni pazarlar bulmalarına yardımcı olarak da destek sağlamamız gerektiğini düşünüyoruz dedi.

SAÇI-SAKALI BİLE PARAYA ÇEVİRDİK Motorlu kara taşıtları, mobilya, demir-çelik gibi pek çok sektörde ihracat rakamlarını artıran Türk girişimcisi, insan saçından peruk, kaş, kirpik gibi herkesin fazla bilmediği ihracat kaleminden de 145 bin 500 dolar kazanmayı başardı. Türk girişimciler, Türkiye sınırlarını aşarak, ihraç ettikleri peruk, saç filesi, sakal, kaş, kirpik, insan saçı ve döküntüsünden toplam 348 bin 883 dolar kazandı.Miktar bazında değerlendirildiğinde de 451 kilogram insan saçı ve bundan mamul ürünler ihraç edilirken, Irak 187 kilogram ile ilk sırada yer aldı. Söz konusu ihracatın 168 kilogramını peruk oluşturdu.

Türk yumurtası, ihracatta dünya ikinciliğine yükseldi En stratejik parça yerli İnsansız Hava Aracı ANKA’nın daha önceden İsrail’den ithal edilen uçuş kontrol sistemi millileştirildi. TAI ekibi tarafından geliştirilen ve uçuşların güvenirliliği için çok kritik olan sistemde dışa bağımlılığa son verildi. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 12

Türkiye'nin, 2012’de 351 milyon dolar olan yumurta ihracatı geçtiğimiz yıl yüzde 16 artışla 407 milyon dolara yükseldi. Yumurta sektörü beş yıl içinde gösterdiği performans ile dünya yumurta üretimindeki 10’uncu sırasını korurken, ihracatta ikinci sıraya yükseldi. Büyüme sadece üretim ve ihracatta değil, kişi başına yumurta tüketiminde de yaşandı. 2013 yılında kişi başına tüketim 190-195 adede yükseldi.



Yasaklar

ARAŞTIRMA

16 sigara söndürdü milyar

Kapalı alanlarda sigara içme yasağının uygulamaya başladığı 2008 yılından bu yana sigara tüketimi yüzde 15 geriledi. Tiryakiler, geçen yıl 2008 yılına göre, 16 milyar 199 milyon adet daha az sigara tüketti.

T

iryakiler 2008 yılına göre, 16 milyar 199 milyon adet daha az sigara tüketti. Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu'nun (TAPDK) verilerinden yaptığı hesaplamalara göre, 2004 yılında 108 milyar 870 milyon adet olan Türkiye'de satılan sigara miktarı, 2005 yılında 106 milyar 716 milyon adet, 2006 yılında 107 milyar 908 milyon adet, 2007 yılında 107 milyar 454 milyon adet oldu. Kapalı alanlarda sigara içme yasağının uygulamaya girdiği 2008 yılında ise iç piyasada 107 milyar 859 milyon adet sigara satıldı. 2009 yılının Temmuz ayında sigara yasağının kapsamı genişletildi ve kahvehane, bar, kafe ve restoranlarda da sigara içmek yasaklandı. 2009 yılında, Türkiye'de içilen sigara miktarı, 107 milyar 555 milyon adete geriledi. 2010 yılında ilk kez sigara tüketimi 100 milyar adedin altına düşerek 93 milyar 354 milyon adet olarak kayıtlara geçti. Sigara tüketimindeki azalma trendi 2011 yılında da devam etti ve 91 milyar 217 milyon adete kadar geriledi. 2012 yılında sigara tüketimi, önceki yıla göre yüzde 8,8 artarak 99 milyar 257 milyon adet oldu. Tiryakiler geçen yıl ise 2012'ye göre sigara tüketimini yüzde 7,65 azalttı. Geçen yıl 91 milyar 650 milyon adet olarak hesaplandı.

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 14

SON 10 YILDA TÜRKİYE'DE İÇİLEN SİGARA MİKTARI VE DEĞİŞİM ORANI YILLAR İÇ SATIŞ (ADET)

İÇ SATIŞ (PAKET) DEĞİŞİM (%)

2004

108.870.390.620

5.443.519.531

0,66

2005

106.716.505.496

5.335.825.275

-1,98

2006

107.908.692.050

5.395.434.603

1,12

2007

107.454.965.620

5.372.748.281

-0,42

2008

107.858.908.399

5.392.945.420

0,38

2009

107.554.976.198

5.377.748.810

-0,28

2010

93.354.256.336

4.667.712.817

-13,20

2011

91.217.479.040

4.560.873.952

-2,29

2012

99.257.052.660

4.962.852.633

8,81

2013

91.659.534.370

4.582.976.719

-7,65

TOPLAM 1.021.852.760.789

51.092.638.039



AK PARTİ’NİN RAPORU

17 ARALIK

ZARARI

105 milyar lira

İktidar partisi tarafından hazırlanan '17 Aralık raporu'nda, "operasyonun faiz döviz ve borsa zararlarının toplamının 96,36 milyar lira toplam zararın 104,86 milyar lira olduğu anlaşılmaktadır" denildi. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 16


A

K Parti Ekonomi İşleri Başkanlığının raporunda, 17 Aralık'ta İstanbul merkezli olarak yapılan rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun Türkiye 'ye maliyetinin 104,86 milyar lira olduğu öne sürüldü. AK Parti Merkez Karar Yönetim Kurulu’nun 30 Aralık'ta yaptığı toplantıda sunulan raporun girişinde, 11 yıllık iktidarı boyunca AK Parti'nin bölgesinde ve dünyada Türkiye'yi istikrarlı bir ülke konumuna taşıdığı, bu pozisyon değişikliğinin ülkenin küresel ekonomide itibarını artırdığı, faizlerle, enflasyonun düşmesine önemli katkı sağladığı ifade edildi. Önceki dönemlerde yüksek faiz gelirlerine alışan finans sektörünün kaybının, yolsuzluk operasyonunun gerçekleştirilmesindeki temel sebeplerden biri olarak değerlendirildiği raporda, “19992002 döneminde GSYH içindeki faiz ödemesinin oranı yüzde 14,4 seviyesindedir. 1999-2002 döneminde GSYH içindeki faiz ödemesi oranı baz alındığında 2003-2013 döneminde yaklaşık 642 milyar TL faiz ödemesi gerçekleşecekti” ifadesine yer verildi. Raporda, operasyonun maliyeti faiz, risk primi, döviz kuru, Borsa İstanbul ve Halkbank üzerine etkileri incelendi. Raporun sonuç kısmında faiz oranlarında yaşanan gelişmeler nedeniyle devlet iç borçlanma senetleri (DİBS) stoğunun cari değerinin 4,56 milyar TL değiştiği, kısa vadeli dış borç stoğunun 15,1 milyar TL arttığı, Borsa İstanbul açısından ise hisse senetlerinin piyasa değerinin 76,7 milyar TL azaldığı vurgulandı. Yaşanan gelişmelerin kur etkisi aracılığıyla reel kesimin yabancı para pozisyon açığı (165 milyar dolar açık bulunmakta olup, kur oynaması nedeniyle 8,5 milyar TL artış) veya doğalgaz ve petrol ürünlerinin fiyatlarını artırması gibi etkilerle, enflasyonda da bir artış yaratması kaçınılmaz olacağı kaydedildi. Raporda, "17 Aralık operasyonunun faiz döviz ve borsa zararlarının toplamının 96,36 milyar lira olduğu, bu tutara reel sektörün yabancı para pozisyon açığı nedeniyle maruz kaldığı 8,5 milyar lira da eklendiğinde toplam zararın 104,86 milyar lira olduğu anlaşılmaktadır" değerlendirmesi yer aldı.

"MALİYET HESABI ÇIKARMAK DOĞRU BİR DURUŞ DEĞİL" AK Parti Ekonomi İşleri Başkanlığının raporunda ulaştığı sonuçları değerlendiren Ekonomist Uğur Gürses hükümetin siyaseten her zor duruma düştüğünde maliyet hesabı çıkarmasının doğru bir duruş olmadığını belirtti. Uğur Gürses "Bu, hem dış ekonomik konjonktürdeki değişimden haberi olmadığını, hem de mevcut ekonomik kırılganlıkların kendi ekonomi politikasındaki hatalardan olduğunun farkında olmadığını düşündürüyor. Madem kur, faiz ve borsa siyasal krizlerden etkileniyor; bu etkilenmenin temeline bakmak gerekir; o da şimdiye değin yürütülen ekonomi politikasının yapısal zayıflıklar yarattığı, zamanında ve yeterince önlem alınmamış olmasıdır” diye konuştu.

"ABARTILI ZARAR RAKAMININ SEBEBİ KÖTÜ YÖNETİM” Raporun ulaştığı rakamları değerlendiren Hürriyet Gazetesi Yazarı Erdal Sağlam "hükümete yakın olduğu bilinen yorumcular, “17 aralık operasyonu” adını verdikleri yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu, olayın içeriğini boşaltıp, sadece ekonomide yarattığı zarar olarak göstermeye çalışıyorlar. Bunu yaparken de abartılı hesaplamalar yapıyorlar. Son olarak AKP yönetiminin 105 milyar liraya varan bir zarar hesabı çıkardığı görüldü" dedi. Erdal Sağlam küresel ekonomideki gelişmeler nedeniyle zaten oluşacak olan zararın da operasyona bağlandığını gözlediğini belirtirken "Bunun yanısıra faiz ve kurlardaki artış, hisse senetlerindeki düşüş sanki kalıcı imiş gibi hesaplanması da dikkat çekici. Yapılan hesaplarda hazine kağıtlarının değerindeki düşüş Hazine zararı gibi gösteriliyor, halbuki bundan sonraki yeni borçlanmalar ve bunlardaki faiz oranı artış farkı zarar olarak yazılabilir ki; şimdiden bunu hesaplamak mümkün değil" diye konuştu.

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 17


RÖPORTAJ

HÜSEYİN KUTSİ TUNCAY

STK’LAR GÜÇLÜ İSE DEMOKRASİ DE

GÜÇLENİR SANAYI

LIFE ÖZEL

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 18


Bütün iş ve çalışma yaşamı boyunca sürekli toplumsal örgütlenmelerin öncüleri arasında yer alan, Anadolu Organize Sanayi Bölgesi’nin (AOSB) iştirakçisi, kurucusu ve başkanı olmanın yanı sıra Organize Sanayi Bölgeleri Derneği’nin (OSBDER) de Yönetim Kurulu Başkanı olan Hüseyin Kutsi Tuncay, yaptıkları çalışmaları, Anadolu OSB’deki yeni yatırımları ve karşılaşılan sorunları Sanayi Life ile paylaştı.

Röportaj BERMA SUTUĞ AYDIN

Bu ülke hepimizin Neden OSB’lere yatırım yapılmalı ? OSB’ler, sanayinin uygun görülen alanlarda yapılaşması, çarpık sanayileşme ve çevre sorunlarının önlemesi, kentleşmenin yönlendirmesi, kaynakların rasyonel kullanılması, bilgi ve bilişim teknolojilerinden yararlanılması, yatırımcıya altyapısı tamamlanmış ucuz sanayi parseli sağlanması amaçlarıyla mal ve hizmet üretimi için planlanmış alan(coğrafi) ile bu alanın sevk ve idaresinden sorumlu kamusal bazı yetkilerle donatılmış kar amacı gütmeden bölgeyi yöneten özel hukuk tüzel kişisinden oluşur. OSB’ler bölge sınırları içinde mahalli idarelere ait pek çok yetkiyi kullanmaktadırlar. Bu nedenle de OSB’ler planlı sanayileşmenin çoban yıldızlarıdır. Ülke kaynaklarının heba olmaması, doğru kullanılması daha ekonomik kaynakların gücünden faydalanmak açısından OSB’lerde yatırım yapılması önemlidir.

Doğaya karşı sorumluyuz Anadolu OSB’nin farkı nedir? Anadolu OSB, Organize Sanayi Bölgeleri mantığı ile kurulmuştur. Sonradan dönüşen bir OSB değildir. Sanayi Bakanı’nın izniyle kurulduk, yer seçimine 7 Bakanlığın 22 ilgili birimi karar verdi. Bölge olarak farklı yanlarımız var. Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı Şehitlerimizin anısına her bir asker için

bir badem ağacı diktik. Ayrıca yine şehitlerimizin anısına bir anıt yaptırdık. Anadolu OSB sınırları içinde kalan 50 bin metre karelik bir alanda gençlerle birlikte büyüyen fidanlar, toprakla buluştuğunda hem doğaya olan borcumuzu ödemeye çalışıyor hem de şehitlerimizi de unutmamış oluyoruz. 5 yıl önce oluşturduğumuz bu bademliğin geliri de mesleki eğitim yararına kullanılacak. Anadolu OSB, sadece yatırım değil bir yaşam merkezi de olacak. Çünkü, burada sanayinin çarklarını çevirenler, aynı zamanda içerisinde balık avlayabileceği bir göletinin olduğu doğal bir vadinin içinde yer alıyor. 2009 yılında tamamlanan göletin çevresine çınar, huş, at kestanesi, süs eriği, süs kirazı, iğde, akçaağaç, ıhlamur, dut, ladin, karaçam, sedir ve servi ağaçlarının da aralarında bulunduğu 6 bin fidan dikildi ve 120 bin metre kare sahada doğal yaşam ortamı oluşturuldu. Böylece Anadolu OSB, doğaya olan ilgisini yaptığı işle kanıtlıyor. Toplam 330 bin metre kare olan idari ve sosyal tesis alanları; konferans salonları, fuar ve sergi salonları, mesleki eğitim tesisleri, sağlık tesisleri, yürüyüş– koşu -bisiklet parkurları, park ve dinlenme alanlarının bulunduğu bölgede, planlanan kentsel tasarım ve peyzaj projesi, kaskatlı suyolları ve gölet ile tamamlanarak modern bir yaşam merkezi dönüştürüldü. Bunun yanı sıra 45 bin metre karelik ticaret sahasında alışveriş ve ticaret merkezleri de kurulacak. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 19


RÖPORTAJ

Sanayi yatırımında lojistik imkanlar çok önemli Yatırımcılara ne gibi avantajlar sağlıyorsunuz? Ankara hızlı gelişen ve sanayileşen ikinci bölge. 11 adet Organize Sanayi Bölgesi var. Yatırımcılar özellikle İstanbul gibi mal ve insan naklinin kolay olduğu yerleri seçerler. Sanayi yatırımında dört tane ana etken vardır; hava yolu, kara yolu, demir yolu ve deniz yolu. Bu dört lojistik imkan varsa mükemmel. Üçü varsa yapılabilir sayılır, yani yatırım yapılabilir. Bizim bulunduğumuz bölgede bunlardan üçü var. Demir yolu mevcut, Ankara’yı Akdeniz’e bağlayan karayolu bölgenin yanından geçiyor. Hava yolu hemen 10 km yakında. Şuan askeri amaçlı kullanılan havaalanı var ve orası sivilleştirilebilir. Ankara’da entellektüel bir birikim var. Dünyanın sayılı üniversiteleri burada.

Devletle iş yapma alışkanlığımız yok Peki burada üniversite sanayi işbirliği olacak mı? Onu yapmaya çalışıyoruz fakat istenen düzeyde olamıyor. Çünkü bizim önceliklerimizle, üniversitenin öncelikleri farklı. Belki de hukuksal olarak yaptırımlar gerekiyor. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bölgesel kalkınma teşkilatları içinde sanayici ile üniversiteyi bir araya getirip, risk sermayesini de oluşturup hareket etmek gerekir. Burada kalkınma ajansları, TÜBİTAK gibi kurumların verdiği kaynaklardan faydalanmak için proje yapılıyor fakat kaynak bitince proje de bitiyor. Ben bunu çok yararlı görmüyorum çünkü kaynak alacağım diye proje yapılmaz. Sürdürülebilir olması gerekli. Biz Anadolu OSB olarak bu güne kadar devletten kredi kullanmadan, tamamen sanayicinin kaynağı ile ilerledik. 200 tane yatırımcıdan metre kareye göre alt yapı bedeli ve idari işletme giderleri alındı. Yeni bir bölge olunca miras oluşturuyoruz daha sonra paraya dönecek yatırımlar yapıyoruz. Mesela bademlikten yılda bir milyon lira gelir bekliyoruz fakat onuncu yıl sonunda. Beş yıl bitti zaten. Bu sene 5 ton civarında badem aldık. Satıştan elde edilecek geliri yine oradaki yaşayan sosyal kesime mesleki eğitim OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 20

için fon olarak kullanmayı planlıyoruz.

Aynı pencereden bakıp, farklı şeyler görmek zenginliktir

OSB YÖNETİMLERİNİN TEKRAR MÜTEŞEBBİSE GEÇMESİ VE BÖLGEDE ÜRETEN FİRMALARIN KENDİ KENDİLERİNİ YÖNETMELERİ ENGELLENMEK İSTENMİŞTİ. OSBDER 2008 YILINDA BU SÜREÇTE YAPILAN ÇALIŞMALARDAN DOĞARAK KURULDU.

OSBDER başkanlığınız nasıl gidiyor? Derneğimize 36 bölge üye ve bu bölgelerde yaklaşık 8 bin tane işletme var. Sivil toplum örgütü olarak kuruluş amacımız derneğe üye OSB’lerin ve ona bağlı işletmelerin, problemlerini bir yerde buluşturmak ve o problemlerin giderilmesine yönelik baskı unsuru görevi yapmak. Bütün sivil toplum örgütlerinin görevi bu zaten. OSB’lerinin yönetimlerinin tekrar müteşebbise geçmesi ve bölgede üreten firmaların kendi kendilerini yönetmeleri engellenmek istenmişti. OSBDER 2008 yılında bu süreçte yapılan çalışmalardan doğarak kuruldu ve iyi de oldu çünkü, kamu kurumlarının ya da kamusal yetkilerle kurulan kurumların olaya bakışlarıyla, bizim bakışımız çok farklı. Benzer kuruluşlarla aynı pencereden bakıyor olsak da onlar baktıklarında farklı şey görüyor, biz baktığımızda farklı şey görüyoruz. Aslında bunu güzellik olarak düşünmek lazım, benim görmediğimi sen göreceksin, senin görmediğini ben göreceğim. STK’ların güçlü oldukları ülkelerde, demokrasiler de güçlü oluyor.

OSB’lerin birbiriyle iş yapmasına çalışıyoruz Üyelerinizin faydalanacağı projeleriniz var mı? OSBDER olarak iki yıl önce “komşun ne iş yapıyor” adıyla uzun vadeli bir proje başlattık.


RÖPORTAJ

Bize bağlı OSB’lerin içinde bulunan işletmelerin 1500’ünün veri tabanını istedik. Bu veri tabanlarını, Bilkent Üniversitesinin yazdığı program dahilinde bir havuzda tutuyoruz ve bizim dışımızda bu işletmeler için gelen insanların veri tabanlarını girmesini de sağlıyoruz. Firmaların ne iş yaptığını sanal ortamda bulma şansımız olacak. Benim işletmemin girdisi, Dudullu OSB’deki bir işletmenin çıktısı olabilir. Onun ihtiyaçlarını da Çerkezköy OSB’deki bir işletme karşılıyor olabilir.

Kendi kaynağımıza dayalı iş yapmayı öğrenmeliyiz Bu proje ile kendi içimizdeki insanların birbirleriyle iş yapma kültürünü geliştirip, kendi kaynağımıza dayalı iş yapmayı ön plana çıkartmayı amaçlıyoruz. Biz ithalat yaptığımız ülkedeki ekonomiyi ve o ülkelerdeki istihdamı destekliyoruz. Türkiye imalat sektöründe, yüzde 74-76 ithal girdi kullanıyor. Bu oran elektronik de çok daha yüksek. Türkiye büyük bir pazar ve kendi ihtiyaçlarımızı, kendi iç piyasamızdan karşılamaya çalışmamız lazım. Zorunlu olmadıkça da dışarıdan malzeme almamamız lazım. Ülkemizde kayıtlı 1milyar 200 bin işsiz var. Gizli işsizlerle beraber 2 buçuk milyar olduğu söyleniyor Bir yanda kendi insanımıza istihdam şartları yaratamıyoruz, diğer yanda yaptığımız her ithalatta, başka ülkelerin ekonomisini destekliyoruz. Ben kendi açımdan büyük sorumsuzluk olarak yorumluyorum.

OSB'ler leasingden yararlanmak istiyor ama mevzuat buna izin vermiyor İşletmeler yatırım için kaynak desteği alabiliyor mu? Türkiye'de herkesin faydalanabildiği "sat - kirala -geri al" leasing uygulamasından sadece OSB sanayicileri yararlanamıyor. OSB dışında kurulan fabrikalara tanınan, leasing uygulamasından OSB sanayicilerinin de yararlanmasının önünün açılması gerekli. OSB sanayicileri, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığından "Mülkiyeti OSB’lere ait gayrimenkuller ile mülkiyeti OSB sınırları içindeki katılımcılara ait gayrimenkullerin, finansal kiralamaya konu yapılamayacağı" görüşünün değiştirilerek uygulamanın ortadan kaldırılmasını

TÜRKİYE'DE HERKESİN FAYDALANDIĞI LEASING UYGULAMASINDAN SADECE OSB SANAYİCİLERİ YARARLANAMIYOR. OSB DIŞINDA KURULAN FABRİKALARA TANINAN, LEASING’DEN OSB’LERİN DE YARARLANMASI GEREKLİ.

talep ediyor. Öncelikle Organize Sanayi Bölgesindeki yatırımcılara kamunun pozitif ayrımcılık yapması gerekir. Yani hem OSB'leri teşvik etmesi, hem de boş olan organize sanayi bölgelerinin bir an evvel dolup ülke ekonomisine kazandırılması yönünde OSB'de yatırım yapanları teşvik edilmesi gerekiyor. Bir OSB’de kredi kullanan bir firma, binasını bir finans kurumuna yani bankaya ipotek verebiliyorsa, aynı firma yine o binayı, bir leasing firmasına verip bu firmadan finans kullanma imkanı sağlayabilmesi lazım. Sonuçta her ikisi de üçüncü şahıs. Kanun üçüncü şahıslara satarken, bu şahısların üretici ve imalatçı olmasını istiyor ama sonuçta ipotek verdiğinizde firmanın başına bir şey geldiğinde, ipoteği koyan banka o fabrikanın sahibi olabiliyor. Ama kanun; 'leasing firması yatırımcı olmadığı için onun öyle bir mülke sahip olmasını istemiyoruz' diyor. Ama banka da yatırımcı değil. Biz organize sanayi bölgelerinde de leasing uygulamasına yönelik görüşümüzü Bakanlığa bildirdik. Bakanlık yetkililerinin verdiği bilgiye göre bunun torba kanunla değişeceği söylenmişti ama hükümetteki değişiklikler nedeniyle olmadı. Bunu önümüzdeki dönemlerde acilen gündeme almalarını bekliyoruz. Türkiye'de 272 tane organize sanayi bölgesi var ve bunların yüzde 50'sinin hala boş. OSB'lerde genellikle orta boy ölçekli işletmeler bulunuyor, Türkiye'deki kullandırılan toplam kredinin yüzde 24'ünü küçük ve orta boy ölçekli işletmeler kullanıyor. İşletmelerin finansmana ulaşmada yaşadığı zorlukların kolaylaştırılması gerekiyor. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 21


GÜNCEL

CEP TELEFONU OLMAMA HASTALIĞI:

T

NomoPhobia

ürkiye’de cep telefonu sayısının 67.5 milyon olduğu tahmin ediliyor. Mobil internet kullanımı ise 11 milyondan fazla. Aylık kişi başı ortalama cep telefonu ile konuşma süremiz 299 dakika ve bu Avrupa’nın en yüksek rakamı. Ülke olarak toplam aylık cep telefonu konuşma miktarımız ise tam 20 milyar dakika. Türkiye de saniyede yapılan telefon görüşmesi süresi, Youtube’a saniyede yüklenen videoların tam iki katı. Türkiye de saniyede 2 saate eş değer telefon görüşmesi yapılırken, Youtube’a 1 saatlik video yükleniyor. Ve Türkiye’de tüm dünyada yayılan bir yeni OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 22

NOMOPHOBIA’NIN ADI İNGİLİZCE “NO MOBILE PHONE” YANİ “CEP TELEFONU OLMAMA” TABİRİNDEN GELİYOR. TEŞHİSİN YAPILDIĞI İLK ÜLKE İSE İNGİLTERE.

çağ hastalığı ile tanışıyor: NomoPhobia; yani cep telefonu olmama hastalığı.

İLK TEŞHİS İNGİLTERE’DE KOYULDU NomoPhobia’nın adı İngilizce “No Mobile Phone” yani “Cep Telefonu Olmama” tabirinden geliyor. Teşhisin yapıldığı ilk ülke ise İngiltere. 2008 yılında Büyük Britanya Posta Ofisi’nin 2.163 kişi üzerinde yaptığı bir araştırma bu kavramın ortaya çıkmasını sağladı. Araştırma sonuçlarına göre katılımcıların %53’ünde, cep telefonları yanlarında olmadığında veya şarjı bittiğinde, belirgin düzeyde stres artışı görüldüğü ve daha tedirgin oldukları


görüldü. O günlerde saygın Daily Mail gazetesi bu araştırmanın sonuçlarını “bir salgının tespiti” olarak yorumlamıştı. Haksız değillerdi. 2012’de yine İngiltere’de yapılan yeni bir araştırma NomoPhobia’nın nüfusun %66’sında görüldüğünü belirtiyordu.

EN FAZLA ETKİLENEN YAŞ ARALIĞI 18-24 NomoPhobia kavramı takip eden süreçte uluslararası bir inceleme alanı haline geldi. Araştırmalara göre NomoPhobia’nın en fazla etkilendiği yaş aralığı %77 ile 18-24 aralığı. Bunu %11 ile 25-34 aralığı takip ediyor. Psikolog Michael Carr-Gregg bu sonucun normal olduğunu belirtiyor. Yeni nesil, akıllı telefon ve teknoloji ile olan yoğun ilişkisi bir kenara, çevreleri ile ilişki kurmak, boş zamanlarını doldurmak, sosyal bir hayat edinmek, ‘bağlı’ kalmak için cep telefonlarına herkesten fazla ihtiyaç duyuyor. Tüm sosyal ilişkilerini cep telefonlarının fonksiyonları ve uygulamalarına göre şekillendiren veya edinen gençler, bu bağlantı kesildiğinde anksiyeteye kapılıyorlar.

TELEFON YOKSA PANİK ATAK GEÇİRİLİYOR Gregg’e göre aynı zamanda NomoPhobia hastalarının ciddi bir kısmı cep telefonları olmadığında panik atak geçiriyor. NomoPhobia sadece Batı dünyasına özgü bir zengin hastalığı değil. Aksine en yoğun görüldüğü ülkelerden biri Hindistan. Dünyanın Çin’den sonra en büyük cep telefonu pazarı olan Hindistan’da yapılan bir araştırmaya göre nüfusun %43’ü cep telefonlarına bağımlı bir hayat yaşıyor. Hindistan’daki araştırmayı yöneten Dr. Sanjay Dixit’e göre NomoPhobia hastalarının %25’i cep telefonu kullanımı sırasında merdivenden düşmekten trafik kazalarına kadar ulaşan kayıtlara geçmiş bir kazaya karışmışlar. %20’sinde ise ciddi boyutta parmak ağrısı ve fiziksel bozulma tehdidi görülüyor. NomoPhobia hastaları gündelik hayatta onları en çok korkutan durumun cep telefonlarının şarjının bitmesi veya şarj aletine sahip olamamak olduğunu belirtiyor. %50’si toplantı gibi zorunlu koşullarda dahi cep telefonunu kapatmadıklarını belirtiyor.

KADINLARDA DAHA SIK GÖRÜNÜYOR 2012 yılında İngiltere’de yapılan araştırmada katılımcılar arasında kadınlarda %70, erkeklerde %61

2017 YILINDA BU YIL 918 MİLYON OLMASI BEKLENEN AKILLI TELEFON POPÜLASYONUNUN, 1.5 MİLYARA ÇIKMASI BEKLENİYOR. TELEFON VE ONUNLA İLGİLİ HER ŞEYİN ORTALAMASI, RAKAMI, ÖNEMİ YÜKSELECEK. NOMOPHOBIA’NIN RAKAMLARININ DA GİDECEK TEK BIR YÖNÜ VAR. YUKARIYA, DAHA DA YUKARIYA…

NomoPhobia tespit edildi. Ancak bu sonuç, erkekler cep telefonu ile aralarına mesafe koyabildiği için ortaya çıkmıyor. Aksine erkeklerde iki cep telefonu taşıma alışkanlığının daha yüksek olması, cep telefonunun kapanma ihtimalinin onları daha az tedirgin etmesine sebep oluyor. Erkeklerin %47’si, kadınların ise %33’ü iki cep telefonu taşıyor.

TÜRKİYE’DE % 82 TELEFON KAPANMIYOR 
Türkiye’de henüz NomoPhobia üzerine özel olarak yapılmış bir araştırma yok ancak 2012 yılında Yaşar Üniversitesi’nde İlknur Aydoğdu Karaaslan ve Leyla Budak’ın öğrencilerin cep telefonu alışkanlığı üzerine yaptığı bir araştırma sorulara ışık tutabiliyor. Öğrencilerin %55.1’i cep telefonu kullanımının hayatlarını organize eden bir boyutta olduğunu, %84.2’si telefonlarının her zaman açık olduğunu belirtiyor. %91.5’i ise zararından haberdar olduklarını ancak kullanmayı tercih ettiklerini ifade ediyor. 2017 yılında bu yıl 918 milyon olması beklenen akıllı telefon popülasyonunun, 1.5 milyara çıkması bekleniyor. Telefon ve onunla ilgili her şeyin ortalaması, rakamı, önemi yükselecek. NomoPhobia’nın rakamlarının da gidecek tek bir yönü var. Yukarıya, daha da yukarıya… OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 23


En tuhaf

vergiler Sakal vergisinden sabun vergisine devletlerin tarihte uyguladığı en tuhaf vergiler.

Özgürlük vergisi Antik Roma'da köleler belli bir süre sonunda veya bedel ödeyerek özgürlüklerine kavuşabiliyordu. Roma devleti, bedel ödeyerek özgür kalan kölelerin özgürlükleri için vergi ödemesini istiyordu.

Sabun Vergisi

Şömine Vergisi

Ortaçağ'da Avrupalı devletler sabuna vergi uyguluyordu. Sabun vergisi İngiltere'de 1835'e kadar yürürlükte kaldı.

1660 yılında İngiltere şöminelere vergi uygulamaya başladı. Halk da vergiden kaçmak için şöminelerinin önünü tuğlayla kapattı. Vergi 1689'da yürürlükten kalktı.

Pencere Vergisi Yine İngiltere tarafından uygulanan başka bir vergi de pencere vergisiydi. 1696'da yürürlüğe giren vergi sonrasında evlerde çok az pencere yapılmaya başlandı. İnsan sağlığını tehdit ettiği anlaşılan uygulamaya 1851'de son verildi. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 24


Tuğla Vergisi

Şapka Vergisi

İngiltere, inşaat sahiplerinin kullandıkları tuğla başına vergi ödemesini şart koşuyordu. İnşaatçılar da tuğla sayısını azatlmak için daha büyük tuğlalar kullanmaya başladı. Hükümet de cevap olarak büyük tuğlalara yüksek vergi koydu. Vergi 1850'de yürürlükten kalktı.

İngiltere 1784 yılında bu kez de şapkalara vergi getirdi. Vergiden kurtulmak isteyen şapka imalatçıları ürettikleri ürünlere "şapka" demekten vazgeçti. Hükümet de karşılık olarak başa giyilen her şeye vergi getirdi. Vergi 1811'e kadar yürürlükte kaldı.

Tuz Vergisi Fransa'nın uyguladığı tuz vergisi halkta büyük öfkeye yol açarak 1789'daki Fransız Devrimi'ne katkıda bulundu.

Mum Vergisi İngiltere 1789 yılında muma vergi getirdi. Devlet evde mum üretimini yasaklayarak mum imalatını lisansa bağladı. Uygulamanın 1831'de sona ermesiyle mumun popülaritesi hızla arttı.

Sakal Vergisi Rus Çarı Büyük Petro, 1705 yılında sakalı vergiye bağlayarak Rus erkeklerini tıraş olmaya yönlendirdi. Petro, böylelikle Rusların daha Batılı göründüğünü düşünüyordu.

Televizyon Vergisi İngiltere'de halen uygulamada olan bir vergi. Evinde televizyonu olan her vatandaş yıllık vergi ödemek zorunda. Görme engelliler ise televizyonu göremeyip sadece dinledikleri için verginin yarısını ödüyorlar. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 25


ARAŞTIRMA

Türkler

mutlu

olmak için

130

LİRA

harcıyor MasterCard tarafından, Avrupa çapında, tüketicilerin harcama alışkanlıklarını ölçümlemek amacıyla gerçekleştirilen “Küçük Mutluluklar Endeksi”ne göre, Türklerin yakınlarına hediye alırken en cömert davranan halk olduğu belirlendi. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 26


MUTLULUK İÇİN GİYSİ VE YİYECEK

TÜRKLER 130 LİRA HARCIYOR

t

t

Türkiye’nin yanı sıra, Almanya, İtalya, Belçika, Fransa, İsveç, Rusya ve İngiltere’de, 12 bin tüketicinin katılımıyla gerçekleştirilen “Küçük Mutluluklar Endeksi” araştırmasına göre, Türkler kendilerini mutlu etmek için aylık ortalama 49 Euro (130 TL) harcıyor.

YAKINLARINA EN ÇOK PARA HARCAYAN...

t

Araştırmaya göre, en eli açık ülke Türkiye. Türkler, Avrupa’da, yakınları için hediye alırken, kendine harcadığından daha fazla harcayan tek ülke. Kendisi için 49 Euro harcayan Türkler, konu yakınlarına küçük bir hediye almaya geldiğinde 58 Euro’yu (156 TL) gözden çıkarıyor. Türkiye’yi 55 Euro ile Almanya, 53 Euro ile Belçika, 45 Euro ile İtalya, 44 Euro ile Rusya, 42 Euro ile Fransa, 41 Euro ile İsveç takip ediyor. İngilizler, kendilerine hediye alırken yaptığı tutumluluğu, yakınlarına alırken de göstererek ortalama 21 Euro ile listenin sonunda yer alıyor. Tutumluluklarıyla bilinen İngilizler ise, sadece 32 Euro ayırıyor.

VE EN AZ SUÇLU HİSSEDEN MİLLET

t

Kendilerine para harcadıkları için suçlu hissedip hissetmedikleri sorulan Avrupalılardan, en fazla İngilizler (yüzde 25), para biriktirmek yerine harcama yaptıkları için kendilerini suçlu hissediyor. Türkler ise, yüzde 7’lik oranla en az suçlu hisseden kesim. Türkleri, yüzde 10 ile Almanlar ve Ruslar takip ediyor. Avrupalılar, kendilerini küçük hediyelerle ödüllenmelerine neden olarak da sırasıyla, ‘kendilerini neşelendirmek’, ‘hafta sonu olması’, ‘kutlanacak bir konu olması’, ‘tatil olması’ ve ‘maaş alma’yı gösteriyor. Türk tüketicilerin yüzde 40’ının kendini ödüllendirme nedeni ise, Avrupa’nın geneli ile aynı: ‘neşelenmek’.

ARAŞTIRMAYA GÖRE, EN ELİ AÇIK ÜLKE TÜRKİYE. TÜRKLER, AVRUPA’DA, YAKINLARI İÇİN HEDİYE ALIRKEN, KENDİNE HARCADIĞINDAN DAHA FAZLA HARCAYAN TEK ÜLKE. KENDİSİ İÇİN 49 EURO HARCAYAN TÜRKLER, YAKINLARINA HEDİYE ALMAYA GELDİĞİNDE 58 EURO’YU (156 TL) GÖZDEN ÇIKARIYOR.

“Küçük Mutluluklar Endeksi”nin Türkiye sonuçlarına göre, kendisini ödüllendirerek neşelenmek isteyen Türkler en çok, elbise, çanta ayakkabı (yüzde 69), yemek (yüzde 35) ve çikolata / tatlı / kek (yüzde 33) alıyorlar. Bunları sırasıyla kitap / dergi, sinema / tiyatro, konser / spor karşılaşması bileti, kozmetik alışverişi ve tatil izliyor. Saç kestirmek ve kişisel bakım yaptırmak da neşe veren harcamalar arasında yer alıyor. Tüketicilerin çoğunluğu ayda bir kez kendini ödüllendirecek bir alışveriş yaptığını ifade ediyor. Yarıya yakını ise, para biriktiriyor olsa da, kendisini ve çevresini küçük hediyelerle ödüllendirmekten vazgeçmeyeceğini söylüyor.

EN ÇOK NE ALINIYOR?

t

En fazla ailesini ve eşini mutlu etmek amacıyla küçük hediyeler aldığını belirten Türk tüketiciler, bu amaçla, ayakkabı, elbise, çantadan sonra (% 67), mücevher, saat (% 33), çikolata, tatlı, kek (% 31) ve yemek (% 29) harcaması yaptığını söylüyor. Klasik hediye çiçek (% 25) daha alt sıralarda yer alıyor.

ALMANLAR EN ÇOK KENDİLERİNE ...

t

Son yıllardaki ekonomik çalkantılara rağmen kişisel harcamalarını sürdüren Avrupalı tüketiciler, ayda en az bir defa, kendilerine küçük bir hediye satın almak için ortalama 51 Euro’yu gözden çıkarıyor. Para harcarken son derece dikkatli davranmaları gerektiğinin bilincinde olan Avrupalılar, yine de kendilerini, mutluluk veren küçük hediyelerle ödüllendirmekten vazgeçmeyeceklerini ifade ediyorlar. Araştırma sonuçları, Almanların kendilerine küçük hediye almak için harcadıkları aylık ortalama 72 Euro ile, 51 Euro olan Avrupa ortalamasının oldukça üzerine çıktıklarını gösteriyor. Kendilerine küçük bir hediye alırken en fazla para harcayan Almanları, 58 Euro ile İtalyanlar, 57 Euro ile Belçikalılar takip ediyor.

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 27


RÖPORTAJ

SANATA DESTEK VERİN

Ölümsüz olmak istiyorsanız

YILDIZ İBRAHİMOVA

Röportaj BERMA SUTUĞ AYDIN

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 28

Dört oktavlık sesi ile klasik müzikten caz’a geniş bir alanda her türlü stili seçebilen, özgürce doğaçlayabilen ve bunları değişik folk türlerinde uygulayabilen ender bir caz sanatçısı Yıldız İbrahimova. Master Meeting konseri için İstanbul’a gelen değerli sanatçımız ile hayatı, albümleri ve müzik hakkında keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Müziğe başlamanız nasıl oldu? Aslında evde hep şarkı söyleniyordu. Annem profesyonel müzisyen olamasa da gençliğinde çok sesli karma korolarda söylemiş. Şimdi de 88 yaşında. Her gün evde kendisini şarkılarla eğlendiriyor. Yüzlerce şarkı, yüzlerce şiir, beyni gerçekten bir bilgisayar gibi ve inanılmaz bir hafızası var. Benim bu albümden önceki albümümün adı Annemden Rumeli Türküleri idi. Birinci şarkıyı annem, kızım ve ben söylüyoruz. Sembolik biçimde annem başlıyor, ortada ben ve kızım devam ediyor. Benim şansım, annemin sıra dışı bir hafızasının olması ve devamlı şarkı, türkü söylemesi. Ben böyle doğal müzikli bir ortamla büyüdüm. 10 yaşımda bana piyano aldılar. Sofya

Çocuk Müzik Okulunda piyano ve solfej derslerine başladım. 14 yaşında şan dersi aldım ve ondan sonraki sene de Sofya’daki müzik lisesine Şan ile girdim. Devamında ise konservatuara girdim.

Şan eğitimi almanıza rağmen neden opera değil de caz’ı seçtiniz? Klasik müziğin teori ve şan bölümüne girdim. Çok daha zor olan bölümüydü açıkçası. Orada kompozisyon, aranjman, orkestrasyon ve şan dersleri aldım fakat opera söylemek istemedim. Çünkü artık caz’a merak sarmıştım. Müziğin temelini almak çok önemliydi benim için. 14 sene müzik eğitimi aldım. Öğretmenim beni koloratur soprano olarak eğitti.


ı Yıldız İbrahimova, 1952 yılında Silistra’da doğdu. Müziğe Sofya Çocuk Müzik Okulu’nda piyano eğitimi ile başladı, ardından Sofya Müzik Lisesi’ni ve Devlet Müzik Akademisi’ni bitirirdi. 2007 yılında vefat eden eski Ankara belediye başkanı,eski milletvekili ve meclis başkan vekili Ali Dinçer ile evlenerek 1993 yılında Türkiye’ye gelen sanatçı, Ankara’da yaşıyor ve müzik dersleri veriyor.

Yani en yüksek kadın sesi. Benim gelişmiş kalın seslerim de var deyince çok şaşırdı. Çünkü ben Fa’yı büyük oktavdan alıyorum. Yani tenorlardan de daha kalın. Sonra bakarız belki onları da çalışırız dedi. Birkaç ay sonra “Bak Yıldız senin sesin literatürde yok. Öyle bir şey yapalım ki sesini tümüyle çalıştıralım” dedi. Fakat ne yazık ki böyle bir diyapazon için arya yazılmamış, şarkı yok. Babam Big Bang Caz Orkestrasını severdi ve evde de dinlerdik. Ben Ella Fitzgerald’ı da dinleyince, doğaçlamasıyla, tekniğiyle işte bu müzik, ben bunu yapacağım dedim. Sesinin bütün renkleri ile doğaçlaması beni çok cezbetti. Klasik müzikte notanın dışına çıkamazsınız ama caz da sınırsız, istediğiniz rengi yapıyorsunuz, istediğiniz tizden dolaşıyorsunuz.

Kaç yıldır Türkiye’desiniz? Bu sene 20 yıl oldu. Ali Dinçer'le evlenerek Türkiye’ye geldim. Bir tane kızım var. Bilkent

20. YÜZYILIN EN ENTERESAN BESTECİLERİNDEN OLAN JOHN CAGE’İN DOĞUMUNUN 100. YILIYDI VE BİZ BİR ALBÜM YAPTIK. ALBÜMDE HİÇ NOTA YOK. RENKLİ GRAFİKTEN SÖYLÜYORUM. 5 DİL VE 10 RENKTE. HER RENK BENİ YÖNLENDİRİYOR. MESELA, KIRMIZI EN KALIN KADIN SESİ, SARI İNCE SES, AÇIK MAVİ ÇOCUK SESİ, KOYU MAVİ OLUNCA CAZ TARZINDA SÖYLÜYORUM.

Müzik Lisesi Konservatuarında okuyor. 8 yaşından beri piyano çalıyor zaten. Sofya’da da çok iyi bir piyano öğretmenimiz var. Her sene Sofya’ya gidiyor ve 2-3 ay kalıyoruz.

Şu an neler yapıyorsunuz, yeni albüm ve konser var mı? Şimdi yeni bir albümüm çıkacak. Çok güzel bir stüdyo var Bulgaristan’da. Almanlar 2. Dünya Savaşı sırasında kurmuşlar. Çok yüksek bir salon. Hem konser salonu hem de stüdyo. Canlı kayıt yapıldı ve albüm olarak çıkacak. Türkiye’de maalesef öyle bir stüdyo yok. Biliyorsunuz, Unesco tarafından 2012 yılı John Cage senesi ilan edildi ve bütün Avrupa ile Amerika’da kutlamalar yapıldı. Dünyada 20. yüzyılın en enteresan bestecilerinden biri olan John Cage’in doğumunun 100. yılıydı ve biz bir albüm yaptık. Albümde hiç nota yok. Renkli grafikten söylüyorum. 5 dil ve 10 renkte. Her renk beni yönlendiriyor. Mesela, kırmızı en kalın kadın sesi, sarı ince ses, açık mavi çocuk sesi, koyu mavi olunca caz tarzında söylüyorum. Bir gün ben de kendi elektrokardiyogramımı okumak istiyorum. Kesilmiş kardiyogram düşünün, belli bir seviyeye kadar yeşil, bir yerden sarı, başka yerden kırmızı bitiyor ve sözler var. İnsanoğlunun dünyaya gelişi, yaratılışı, çelişkisi, doğa içinde ve kendi aralarındaki durumunu anlatan bir felsefe gibi. Ben bu kaydı 1988 ya da 1989 da yaptım fakat albüm haline getiremedim. Hatta Sofya radyosunun altın arşivine girdi. Bir nevi John Cage’e ilave olarak bu eserlerinin olduğu bir bale gösterisini de yaptık. Çok modern, tam günümüze göre ekoloji ile ilgili bir eser oldu. Bu eseri Amerika’ya ve bazı opera sanatçılarına gönderdim. Övünerek OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 29


RÖPORTAJ

söyleyebilirim ki çok güzel tepkiler aldım. Çünkü bu insanlar bunu anlıyor. Bir de bir çağdaş Bulgar besteci bu arya üzerine swing bir eser yaptı. Geçen sene ben bu konseri maalesef Türkiye’de hiçbir şekilde yapamadım. Demek istediğim Mozart, Beethoven gibi devamlı çalınan klasik bestecilerin eserlerinden çok farklı.

Türkiye’deki müzisyenlerin değeri bilinmiyor mu, neden müzikte istenilen yerlere gelemedik? Odtü’de müzik ve güzel sanatlar bölümünde seçmeli ders olarak ben de ders veriyorum. Aralarında çok iyi sesler var fakat mühendislik okuyor. Neden çünkü anne baba öyle yönlendirmiş. Para getiren mesleği seçsin istiyorlar. Türkiye’de müzik yeterince ciddiye alınmıyor. Müzik ciddi bir meslek aracı olarak görülmüyor. Müzik sadece bir eğlence, bir kulaktan girip, bir kulaktan çıkıyor. O yüzden iyi eğitim almış anne babalar bile, hepsini söylemiyorum tabii ki istisnalar var, kızım ya da oğlum sen şöyle sağlam bir meslek al eline diyorlar. Müziği ciddi bir meslek, çalışma alanı ve yaşam felsefesi olarak görmüyorlar. Birkaç tane öğrencim vazgeçerek müziğe yöneldi ve çok da başarılı oldular. Avrupa’ya şöyle bir baktığımızda, müziğin bayağı eski bir tarihinin OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 30

KRALİYET AİLESI VE ARİSTOKRASİ İÇİN BİR ORKESTRAYI DESTEKLEMEK GURUR KAYNAĞI. ONLAR MADDİ MANEVİ DESTEĞİ GÖNÜLLÜ OLARAK ÜSTLENİYORLAR. KALKINMANIN, ÇITA ATLAMANIN MÜZİKLE OLDUĞUNA İNANIYORLAR.

olduğunu görüyoruz. Hatta Kraliyet ailesi ve aristokrasi için bir orkestrayı desteklemek gurur kaynağı. Onlar maddi manevi desteği gönüllü olarak üstleniyorlar. Kalkınmanın, çıta atlamanın müzikle olduğuna inanıyorlar. Müzikle birlikte tiyatro da var. Büyük kraliyet salonlarında özel konserler, sırf müzik dinlemek için veriliyor. Aristokraside böyle bir orkestranın sponsorluğunu yapmak bir onur meselesi. Maalesef Osmanlı tarihinde böyle bir şey yok. Müzik ciddi bir iştir. Yani ben arada yemek yerim, sohbet ederim, konuşurum değil. Fakat yeni bir vizyona kavuşmak için çok geç değil. Şimdi öğrencilerime bakıyorum, meraklılar, o elektriği hissetmek için konserlere gidiyorlar. IQ’su çok yüksek, çok meraklı öğrenciler var.

Kaç tane albümünüz var? Yirmi. En son çıkan John Cage. Bundan sonra Sofya Radyosu’nun Big Band’i ile olan bambaşka bir müzik. Diğerinin de 2 ay sonra çıkması gerekiyor. O da klasik caz. Adı “I got music”. Gershwin çok sevdiğim bir besteci. Gershwin’in müziği, klasik müzikten caza geçişte benim için köprüydü. Onun şarkısıyla başlıyoruz konsere. Ben de başlığını “I got music” olarak düşündüm.


RÖPORTAJ Daha önce Kanada’da konserlerim oldu. Oraya yeniden davet ediyorlar. Açıkçası Avrupa beni o kadar çekmiyor. Bundan bir sene önce Kırgızistan’a Caz Festivaline gittik. Benim için en ilginç olanı Kırgızlarla söylememdi. Kazaklar, Kırgızlar çok iyi müzisyenler. İnanılmaz bir seyirci vardı. Böylesini her zaman göremezsiniz. Müzikte Rus ekolü denen bir şey var. Ben bugün gururla söylüyorum ki Rus ekolünü bitirdim. Onlarda müziğin derinliğine inen, müziği çok ciddi bir şekilde izleyen, inceleyen çok sağlam bir temel var. O kültürle yoğrulmuş dinleyiciyi görüyorsunuz. Beni yeniden Kırgızistan’a davet ettiler. Benim için oralara gitmek çok daha enteresan. Rusya’ya gitmek istiyorum. Birkaç sene oldu Rusya’ya gitmeyeli. Benim için Avrupa’dan daha enteresan. Avrupa’ya defalarca gittik, artık duymadığım şeyleri duymak, ilginç müzisyenlerle farklı tınılar, farklı konseptler istiyorum. Belki insanlar çok şeyler duyduğunda ve yaşadığında doyma noktasına mı geliyor bilmiyorum. Görmediğim ülkeleri görmek istiyorum. Tabii insanın vakti varsa oluyor bunlar. Şubat veya Mart ayında Kazakistan Caz Festivaline ve Eylül ayında senfoni orkestrasıyla Saraybosna’ya ve Kanada’ya yeniden gitmek istiyorum. Müthiş bir seyircileri var ve konserlere futbol maçlarından daha çok önem veriyorlar.

Bizdeki festivalleri nasıl buluyorsunuz? Aslında takdir ediyorum. Hiç ara vermemek lazım. Bu geleneksel bir şey artık, devamı olsun. Ama bence Türk müzisyenlerine daha fazla yer vermeleri gerekiyor. Çok iyi müzisyenler var. Gençlere de fırsat vermek gerekiyor. Daha çok bilinen isimleri davet ediyorlar. Mesela çok enteresan ben Kırgızistan’da çok iyi Tacik müzisyenleri dinledim. Rusya’dan, Orta Asya’dan bilmediğimiz yerlerden o tür müzisyenleri getirsinler. Onlar çok renkliler. Evet Amerikalı çok iyi bir yıldızı getirebilir ama ben onu defalarca duydum. Yeni sanatçılar görmek ve dinlemek istiyorum. Onlara daha fazla açılmalarını talep ediyorum.

Neden başka bir müzik türü ile uğraşırken çocuk şarkıları da yaptınız? Annemden beri çok güzel çocuk şarkılarıyla büyüdük. Kardeşim, kuzenlerim, yeğenlerim öyle. Müziğin onlar üzerindeki etkisini gördük. O zamanlar da televizyon da garip programlar vardı. Çocuklara pop starların taklidini yaptırarak, onların giysilerini giydirerek program yapıyorlardı. Çocukların ağzına zaten o sözler yakışmıyor. Çocuklar taklit etmeye çalışıyor. Neden bu çocuklara çocuk şarkıları

NEDEN BU ÇOCUKLARA ÇOCUK ŞARKILARI SÖYLETMİYORLAR. ÇOCUK ŞARKILARI MI YOK? İNANIN ÇIKTIM İSTANBUL’A GELDİM. ÇOCUK ŞARKILARI ALBÜMÜ BULABİLMEK İÇİN ANKARA’DA MÜZİK MAĞAZALARINI TEK TEK DOLAŞTIM. BİR TANE BULDUM. O DA ÇOK KÖTÜ BİR TAKLİT POP MÜZİĞİYDİ.

söyletmiyorlar. Çocuk şarkıları mı yok? İnanın çıktım İstanbul’a geldim. Çocuk şarkıları albümü bulabilmek için Ankara’da müzik mağazalarını tek tek dolaştım. Bir tane buldum. O da çok kötü bir taklit pop müziğiydi. Kayıt, aranjman gibi her bakımdan berbattı. Eşim de” Yeter artık Yıldız otur bir çocuk şarkıları albümü yap, onları da biliyorsun” dedi. Sponsor aramaya başladık. Eşimin bazı arkadaşlarına, iş adamlarına demo gönderdik, bekledik. Bir ay geçti, iki ay geçti ses yok. Eşim sen bütçeyi yap, ne kadar eder bu dedi. Eşim aldı cebinden çıkardı, işte para, yap şu albümü, olsun bu iş dedi. Öylece biz üç nesil ailecek albüm yaptık. Eşim sponsor, annem kaynak zaten. Ayrıca hem annem hem kızım hem yeğenim söylüyor. Kızım 5,5 yaşında girdi stüdyoya, tam çocuk sesi. Ayrıca kitapçığı da çocukların resimleriyle olsun diye düşündüm. Bu albüm çıkmadan önce Ankara’da iki okula resim öğretmenlerine rica ettim. Çocuklar bizim kayıtları dinlerken resim yapsınlar diye. Üç yüze yakın resim topladık. Seçim yapması için iki büyük ressamımızı birbirinden habersiz bize davet ettim. İlginçtir ki ikisi de aynı kriterleri seçti. En küçükleri olan 7-8 yaşlarındakilerin eserlerini. Biz büyükler asla böyle resimler yapamayız. İnanılmaz bir hayal gücü. Çok güzel bir albüm oldu. Çok mutluyum bunu yaptığıma. Kızımla bu şarkılarla yirmiden fazla konser verdim. Daha annemden kalma çok çocuk şarkıları var. Bu albümün ikincinsini de yapacağım. O üç yüz resimden de çok kaldı. Albüm, KÖK yayıncılık ve Çocuk Edebiyatçılar OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 31


RÖPORTAJ Birliği’nden ödüller de aldı. Aslında bizim için en büyük ödül dinleyicinin beğenisidir. Hiç tanımadığım insanlar bana “Bizim çocuğumuz sizin şarkılarınızla büyüdü” demeleri beni çok mutlu ediyor.

İşyerinde çalışırken ne tür müzik dinlenmeli, bu işimize nasıl yansır? Fabrikadakiler için yavaş parça asla. Gerçekten yavaş klasik müzik insanı bire bir etkiliyor. Kulak yavaş yavaş alışmaya başlar. Yavaşlar, yumuşar uyuyabilir bile. Sadece psikolojik değil, müziğin fiziksel etkileri de var. Hareketli müzik kalbin ritmini de etkileyip enerjiyi daha üst seviyeye getiriyor. Bir taraftan yorucu da olabilir. Tabii ki bunu uzmanlarla görüşmek lazım. Bunu uygulamak için hem müzisyenlerle hem de psikiyatrlarla görüşmek lazım. Gerçekten müziğin insanlar farkına varmasa da bir etkisi oluyor. Biliyorsunuz müziğin hayvanların yumurtlama, doğurganlık vb. gibi konularındaki etkisiyle ilgili araştırma yapılmış. Aslında her şeye çocuklarla başlamak lazım.

İyi müzik, kötü müzik ayrımını nasıl yapabiliriz, ne öneriyorsunuz? Her şey küçük yaşta başlar. Aileden çok fazla şey istememiz zor. Ama bu kime düşüyor? Öğretmenlere. Öğretmenler daha çocuk yuvasından, güzel şarkıları, kaliteli müzikleri çocukların yaşına uygun olanları öğretmelidirler. Daha baştan güzeli tanıyan çocuk sonradan kalitesizliği kabul etmez zaten. Kariyerinde müziği seçecekler için de aynı şey geçerli. Küçük yaşta başlanmalıdır, anaokul ve ilkokulda. Türkiye’de geç başlanıyor. Tabii ki ortamda çok önemli. Aile içinde müziğe ilgi varsa, o çocuk tabii ki çok daha kolay güzeli seçecek, öğrenecek. Şansı olmayanlar artık okulda öğrenecek. Çocuklar artık doğal enstrüman sesini tanımıyor. Çocuklara bunu anlatmak gerekiyor. Biz bunu konserlerde hep yaptık. Çocuklar her bir şarkıdan önce, bir enstrümantalistin yanına gidip 2-3 cümleyle enstrümanını tanıyor. Konserlerden sonra anne babalar bile ne kadar çok şey öğrendik. Biz bilmiyorduk bunları diyorlar.

Sanayinin içinde de, üretimin içinde de ritim var. Sizce işadamları ve politikacıların müziğe bakış açısı nasıl? İlgi var mı? Politikacıların zamanı yok pek böyle şeylere açıkçası. Bu nedenle pek tanımıyorlar. Bunu eşimin yanındayken de görüyordum. Fakat istisnalar da var. Eşim her fırsatta benim konserlerime geliyordu, ayrıca beraber konserlere, operaya gidiyorduk. İsterdim ki politikacılar, sanayiciler sanatla daha fazla iç OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 32

BİR İŞ ADAMININ ŞAHSEN SANATA KARŞI İLGİSİ VARSA O MUHAKKAK SANATÇIYA DESTEK VERİYOR. İŞADAMININ DA İMAJINI YÜKSELTİYOR. ASLINDA KALICI OLDUĞU İÇİN DE EN İYİ REKLAM BU OLUYOR.

içe olsunlar. Çünkü sanat kalıcıdır. Uzun ömürlü müzik klasik müziktir. Mesela Mozart’ın zamanında hangi kral varmış? Hatırlıyor musunuz? Hayır. Ama Mozart önemli. Yani onlar sadece o zaman içinde değil, eserleriyle sonsuza kadar yaşayan isimler. Ayrıca değerli ve kalıcı müzik Türk sanat müziği ve halk müziğidir. Örnek olarak benim son albümlerimden, “Balkanatolia 2”, “Annemden Rumeli türküleri” bu albümümlerde çok eski türküler var. O türküleri annem, anneannesinden ve annesinden öğrenmiş. Bu türküleri bana, kızıma, yeğenime ve torununa aktardı. Yani bu türküleri 6 nesildir söylüyoruz.

Sanayi ve sanat diye bir proje yapılsa içeriği nasıl olurdu, konseptinin nasıl olmasını isterdiniz? Aslında çok güzel bir ortaklık olabilirdi. Açıkçası bu bir ülkenin kültürüne çok ciddi bir biçimde yansıyabilir. O destek çok önemlidir. İçeriği de önemli değil yeter ki olsun. Sanat ticari bir şey değildir, kalıcıdır ama destek olmadan da olmaz. Ben şahsen şunu gördüm. Mesela bir iş adamının şahsen sanata karşı ilgisi varsa o muhakkak sanatçıya destek veriyor. İşadamının da imajını yükseltiyor. Aslında kalıcı olduğu için de en iyi reklam bu oluyor. Sadece şimdiki nesil için değil, bir sonraki nesil için de. Sanayicilerin bir senfoni orkestrasını kurmasını ve desteklemesini çok takdir ediyorum.


SPOR

Neden T Memurdan

daha az

vergi İtalya’nın ve Avrupa futbolunun en büyük kulüplerinden biri olan Juventus’un CEO’su Giuseppe Marotta Drogba için teklif yapan kulüplerden biri olduklarını ama Galatasaray’ın teklifinden daha iyisinin yapmalarının mümkün olmadığını söyledi. Sebebi ise Türkiye’de futbolcuların ödediği vergiydi.

ürkiye’de futbolcular yurtdışında oynayan meslektaşlarından daha az vergi ödemekle kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’de çalışan bir memurdan bile daha az vergi veriyor. Türkiye Süper Lig’de oynayan bir futbolcu %15 vergi veriyor. Bir alt lig olan 1. Lig’in futbolcuları %10, daha alt liglerin oyuncuları ise %5 vergi ödüyor. Teknik direktörler ise %35 vergi veriyor. Yurtdışında ise rakamlar nasıl mı? Juventus’un top koşturduğu İtalya’da bu rakam %43. Messi, Ronaldo gibi dünyanın en önemli iki futbolcusunun oynadığı İspanya için de aynı vergi oranı geçerli. Futbolcular Almanya’da yüzde 45, Fransa’da yüzde 40, Hollanda’da ise yüzde 30 vergi ödüyor. İngiltere ve Japonya’da ise tam %50.

ÇOK KAZANIYOR AZ ÖDÜYORLAR Türkiye’de işçi ve memurlar %15, % 20, % 27 ve % 35’lik gelir vergisi tarifesine tabi bulunuyor. Üstelik brut gelir arttıkça değişen gelir grubu nedeniyle memurların ödemesi gereken vergiler değişebiliyor ve net gelir düşebiliyor. Yani bir memur geliri çok daha az olmasına ragmen futbolcudan daha fazla vergi ödüyor.

6 AY DENEME SÜRECİ Yabancı futbolcuların Türkiye’yi tercih etme sebeplerinden biri de vergi ödemeye, burada 6 ay futbol oynamaları halinde başlamaları. Yani yabancı bir futbolcu ilk 6 ay içinde bir aksilik yaşanması, başka bir ülkeden daha iyi teklif alması, Türkiye’ye alışamaması halinde ayrılmasıyla hiç bir vergi ödeme yükümlülüğü altında değil.

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 33



TOPLUMUN VERDİĞİ KANAT NOTU

İtibar

Bir ürün için marka neyse, şirket için de itibar aynı şeydir. İtibar, bir şirketle çalışan kesimlerin, o şirket için düşündüklerinin toplamıdır. Hiçbir şirket, ödünç bir giysi giyer gibi, üzerine itibar elbisesi giyme kolaylığına sahip değildir. Ne kadar para harcarsa harcasın ne kadar kurumsal sosyal sorumluluk projeleri yaparsa yapsın, eğer kurduğu ilişkilerde “adil”, “hesap verebilir”, “sorumlu” ve “şeffaf” değilse şirketin itibar elde etmesi mümkün değildir.


KAPAK

İTİBARI

NASIL KAZANIP

KORUYACAĞIZ? Toplumda itibar kazananlar toplumu yönlendirme, daha çok iş kazanma ve daha geniş kaynakları harekete geçirme fırsatlarını yakalar. İtibar, uzun bir sürede tutarlı davranışlarla kazanılır, ancak çok kısa sürede yitirilebilir. İtibar kazanmanın özü Mevlana’nın şu sözleriyle özetlenebilir: “Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.” PEKİ İTİBAR NASIL KAZANILIR? İtibar kazanmak için birçok boyutta tutarlı davranış göstermek gerekiyor. Öncelikle, şirketler sundukları ürün ve hizmetlerle farklılık yaratarak ekonomik değer yaratmalı. Rekabette başarılı olmak, büyümek ve kârlı olmak itibar kazanmanın önemli adımlarından birini oluşturuyor. Aynı zamanda başarı kazanırken hukuk ve toplumsal beklentileri oluşturan etik kurallarına da uymak gerekiyor. Bunların yanı sıra şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk kavramı kapsamında bilgi ve diğer kaynaklarını toplumsal sorunların çözümü için gönüllü olarak harekete geçirmeleri de toplumda itibar kazanmalarına yardımcı oluyor. İtibar için şirketler, ürün ve hizmet kalitesini ve müşteri memnuniyetini sürekli olarak artırmak için özel çabalar gösteriyor. Örneğin, KalDer tarafından da önerilen iş mükemmelliği modelini kullanmak bu konudaki performansın sürekli olarak geliştirilmesine yardımcı oluyor. İtibarına önem veren şirketler sadece müşterileriyle olan ilişkilerine değil, aynı zamanda çalışanları, yatırımcıları, tedarikçileri ve çevresiyle olan ilişkilerine de önem veriyor. İlişkilerin tümünde tutarlı ve ilkeli davranışlar sergilenmesine dikkat eden şirketler daha kolay itibar kazanıyor. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 36

NASIL KORUNUR?

İTİBARINA ÖNEM VEREN ŞİRKETLER SADECE MÜŞTERİLERİYLE OLAN İLİŞKİLERİNE DEĞİL, AYNI ZAMANDA ÇALIŞANLARI, YATIRIMCILARI, TEDARİKÇİLERİ VE ÇEVRESİYLE OLAN İLİŞKİLERİNE DE ÖNEM VERİYOR.

İtibar kazanmak kadar onu korumak da güçtür. Çünkü bir şirketin itibarı yükseldikçe toplum için örnek olma özelliği de artar. Şirketle ilgili tüm kesimlerin (çalışanlar, tedarikçiler, iş ortakları ve özellikle yönetim) davranışları itibarı oluşturan ilkelerle tutarlı olmazsa bu durum kamuoyuna malolur ve şirket itibar yitirir. Bu nedenle, itibarına önem veren şirketler risk yönetimine de önem verir. Hem itibarı zedeleyecek durumları önceden öngörerek önlem almaya çalışırlar hem de acil durum planlarını hazır tutarak riskler gerçekleştiğinde hızlı hareket edebilme yetkinliğine kavuşurlar. İtibarı zedeleyecek bir durum ortaya çıktığında şirketin sorumluluğu kabullenmesi, durumla ilgili bilgilerin şeffafça paylaşımına önem vermesi, varsa sorumluları uzaklaştırması ve durumun süratle düzeltilmesi için gerekli yatırımdan kaçmaması gerekiyor. Özetle şeffaflık, açıklık, hesap verebilirlik, katılımcılık, etkinlik gibi iyi yönetişim ilkelerine özen göstermek ve şirket uygulamalarının iyi tanıtılması için sürekli çaba göstermek itibar yönetimi açısından önem taşıyor. İtibara gelecek riskleri yönetmenin en etkili yolu ise tutarlı olmaktan geçiyor.


KAPAK

KAYBEDİLEN İTİBAR

KAÇ YILDA KAZANILIR

İtibar yönetimi konusunda önde gelen isimlerden olan Dr. Leslie Gainess Ross, son dönemde şirketlerin gündeminde olan çok önemli sorulara yanıt arayan bir çalışma yaptı. Ona göre “Bir şirketin itibarını geri kazanması oldukça zor ama imkansız değil”.

İTİBARI GERİ KAZANMANIN YOLU Bir şirketin itibarını geri kazanması, oldukça zorlu -ama olanaksız olmayan- bir görevdir. İyi haber şu ki; dünyadaki üst düzey yöneticilerin neredeyse tamamı (yüzde 98), şirketlerin zedelenen itibarını geri elde edebileceğine inanıyor. Gerçekte de, büyük ya da küçük ölçekli şirketler arasında önce itibarını yitirmiş, sonra da başarılı bir şekilde geri kazanmış çok sayıda örnek bulunuyor. İtibarlarını geri kazanmalarının on yıllar boyunca sürmemesi de, şirketleri bir anlamda rahatlatıyor. Dünyadaki üst düzey yöneticiler şirketlerin itibarını 3-7 yıl içinde geri kazanabileceklerini tahmin ediyorlar. Gazete başlıklarını kaplayan onca kurumsal yolsuzluk örneğine rağmen, krizler zamanla etkilerini kaybediyor. Üst düzey yöneticilere göre, hissedarların aklından krizin silinip gitmesi için gereken sürenin 2 yılın biraz üzerinde (2-3 yıl) olduğu tahmin ediliyor.

ŞEFFAFLIK TOPARLANDIRIR Peki toparlanma sürecinde şirketlerin atabilecekleri adımlar nasıl sıralanır? İlk adım, krizin ayrıntıları konusunda şeffaf olmaktır. İş dünyasının yöneticilerinin tamamı, yaşanan

skandalın tüm detaylarıyla ve hızla açığa çıkarılmasının, itibarın geri kazanılmasında en etkili strateji olduğunu düşünüyor. Kriz konusunda sağlanan açıklık, şirketin bir daha yanlış adımlar atmamak için sorumluluk alacağının ve samimi olduğunun işareti olarak kabul ediliyor. Şirketin, açık ve dürüst bir iletişim sağlama yönündeki arzusu, itibarın geri kazanılmasının zorunlu bir parçası. Kamuoyunun iyi dileklerini elde etmek ve kaybolan itibarı geri kazanmak için sadece doğruyu yapmak yetmez; ilgili kamuoyunun da, gerçekten doğru olanın yapılmakta olduğunu kendi kendine saptayabileceği bir ortam sağlamak gerekir. Bu anlamda, web sitesinden yapılan açıklamalar, işle ilgili belirsizlikleri ortadan kaldırmanın bir diğer yoludur. Şirket web sitesini kullanarak, kendisine karşı sarf edilen kimi sözlere karşı, rakamların üstünü örten ya da enformasyonları saklayan hiçbir yönü olmadığını anında ortaya koyabilir.

DÜNYADAKİ ÜST DÜZEY YÖNETİCİLER ŞİRKETLERİN KAYBEDİLEN İTİBARINI 3-7 YIL İÇERİSİNDE GERİ KAZANILDILĞINI TAHMİN EDİYOR EDİYOR. İYİDEN MÜKEMMELE YENİDEN MÜKEMMELE GEÇİŞ GEÇİŞ İSE BİRAZ Saygınlığa kavuşmak ve onu korumak vakit alır. Peki, bir kez ulaşıldığında, o “iyi” itibarın ZAHMETLİ “mükemmel” bir itibara dönüşmesi ne kadar 5-27 YIL sürer? Üst düzey yöneticiler bu soruya, 5 yıldan ARASINDA. uzun süreceği (5-27 yıl) yönünde yanıt veriyor.

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 37


KAPAK

TÜRKİYE’NİN

EN İTİBARLI ŞİRKETLERİ

Türkiye İtibar Endeksi sonuçları açıklandı. Buna göre Türkiye'nin en itibarlı markası Koç Holding oldu. Koç Holding’i Sabancı Holding, Ülker, Arçelik ve Turkcell markaları izledi.

SEKTÖREL

BİRİNCİLER ALKOLSÜZ İÇECEK BANKACILIK

BEYAZ EŞYA ELEKTRONİK EŞYA

2 BİN 65 KİŞİ İLE GÖRÜŞÜLDÜ

GIDA

%20

1

%18,1 2 %6,7

3

%5,9

4

%4,5

5

%2,7

6

%2,4

7

%1,7

8

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 38

T

ürkiye İtibar Endeksi sonuçlarına göre Koç Holding yüzde 20, Sabancı Holding yüzde 18,1 ve Ülker yüzde 6.7 ile Türkiye’nin en itibarlı üç markası oldu. Bu şirketleri yüzde 5,9 ile Arçelik, yüzde 4,5 ile Turkcell, yüzde 2,7 ile Coca Cola, yüzde 2,4 ile Ağaoğlu, yüzde 1,7 ile Doğan Holding ve THY, yüzde 1,6 ile Eti ve Vestel ve yüzde 1,5 ile Doğuş Holding izledi. İtibar Atölyesi adına İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin akademik denetiminde uluslararası araştırma şirketi XSIGHTS tarafından “Alkolsüz İçecek”, “Bilişim”, “Otomotiv”, “Tekstil”, “Bankacılık”, “Gıda”, “İlaç”, “Turizm”, “Beyaz Eşya”, “Elektronik Eşya”, “Sigorta” ve “Ulaşım” sektörleri özelinde gerçekleştirilen Türkiye İtibar Endeksi 2012 Sonuçları, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sütlüce Kampüsü’nde düzenlenen basın toplantısında açıklandı.

İLAÇ OTOMOTİV SİGORTA TEKSTİL TURİZM

ULAŞIM

Türkiye’de itibar endeksinin düşünülen seviyeye getirilmesi durumunda, birey, kamu ve özel sektörün birlikte ele alındığı, sonuçlarının ortak alındığı bir refleks olacağını belirten İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nazım Ekren, “Geçen yıl açıkladığımız endeks, seçilmiş 17 sektörde faaliyet gösteren şirketlerin kamuoyu ve tüketiciler açısından sene başından bu yana itibar değerlendirmelerini tespit eden bir çalışmadır. Bu yıl Türkiye’nin 26 bölgesinde 2 bin 65 kişi ile yapılan yüzyüze görüşmeler araştırmalarında yapılmıştır. Bu Türkiye İstatistik Kurumu’nun standartlarında yapılan bir çalışmadır” dedi. Prof. Dr. Ekren, “Geçen yıldan bu yana genel itibar endeksinin 78,3 ‘ den 77.1 ‘ e düştüğünü gözlemliyoruz. Bu düşüş, ’Türkiye’nin En İtibarlı Şirketi’ genelinde anlamlı bir düşüş olmamakla birlikte, sektörler bazında endeks puanı farklılıklar sergiliyor. Bu yılki çalışma, alkolsüz içecek, gıda, beyaz eşya gibi sektörlerde endeks puanının artarken, tekstil ve hazır giyim sektörünün itibar puanının aynı kaldığını, elektronik eşya sektörünün puanının ise düştüğü ortaya çıkıyor. Bu yıl endekse ilk defa dâhil edilen İlaç, Ulaşım, Bilişim ve Turizm sektörlerini yakından izleme olanağı veren endeks çalışmamız, bu sektörlerde de itibar konusunda lider olan şirketleri ortaya koyuyor” ifadelerini kullandı.


KAPAK

TÜRK MARKALARI İTİBARI YÖNETEBİLİYOR MU?

M

edyaloji.net, Türk markalarının itibar yönetimi konusunda nasıl algılandığını araştırdı. Ortaya çıkan tablo, düşündürücü… Medyaloji.net, medya ve iletişim sektörü çalışanlarına, Türk markaları için ‘itibar yönetimi’nin ne anlama geldiğini sordu. Ortaya çıkan sonuçlar, Türkiye’de itibar yönetimi konusunda henüz yolun başlarında olduğumuzu gösteriyor.İki aylık süreçte tamamlanan ve toplam 2 bin 420 kişinin yanıtladığı

anket sonuçlarına göre, iletişimcilerin sadece yüzde 10’u (240 kişi) Türk markalarının itibar yönetiminin bilincine vardığını ve itibarı etkin olarak yönettiğini, düşünüyor. Anketi yanıtlayanların yüzde 32’si (780 kişi), Türk markaları için itibar yönetiminin, sadece kriz zamanı hatırlanan bir kavram olduğunu düşünürken, yüzde 58’lik dilimi kapsayan en büyük bölümü ise (1400 kişi) “sürekli konuşulan ama uygulamada aksatılan bir kavram” olduğu konusunda hemfikir.

YÖNETEMİYORSAN RAKİPLER YÖNETİR...

R

ekabetin doğasında ‘küçümseme, değerini düşürme’ vardır. ‘Karalama’ gibi etik dışı davranışlar bazı şirketlerin ‘varlık nedeni’ bile olabilir. Mal ve hizmetleri üzerinden rakibin itibarını olumsuz yönde etkileyecek bir iletişim yapmak çok yaygın bir uygulamadır. Çevre kirlenmesine ve sendikal olumsuzluklara dikkat çeken uygulamaların yanısıra pazarlama, satış ve reklam etkinliklerinin satır aralarından sızan itibar kirletici unsurlar her gün örneklerine tanık olabileceğimiz şeyler. Birçok şirket,

yönetemediği itibarının bir şekilde rakipleri tarafından yönetilmekte olduğunu kolaylıkla tespit edebilir. Çünkü bilgi koridorlarında olmayan doğru bilginin yerini eksik, yanlış ve yönlendirilmiş bilgi almıştır. Bu bilgilere kim ve neden ‘itibar’ edecektir? Bilgiler sistemin bir parçası olarak yönetilmiyorsa, herkes her şeye inanmakta serbest kalır ve kanaatler de bu şekilde oluşur. Araştırmalar, yanlış bir bilginin doğrusu ile yer değiştirmesi için, bir bilginin ilk kez yerleştirilmesine göre 17 kat daha fazla zaman, para ve insan gücü harcanması gerektiğini söylüyor. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 39


KAPAK

DÜNYANIN EN PRESTİJLİ ŞİRKETLERİ VE MARKA DEĞERLERİ

İLK 100 $m:Milyar Dolar

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 40


OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 41


KAPAK

HALKIN

KURUMLARA GÜVENİ DİBE VURDU Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler araştırmasına göre; yargı, polis ve cumhurbaşkanlığına olan güven hızla azalıyor. Başbakan Erdoğan'ı lider olarak başarılı bulma oranı da düştü.

K

adir Has Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen “Türkiye SosyalSiyasal Eğilimler” araştırmasında ilginç sonuçlar ortaya çıktı. Buna göre; Türkiye’de yargıya, kolluk kuvvetlerine ve cumhurbaşkanlığına olan güven hızla düşüyor. Başbakan Erdoğan başta olmak üzere siyasi liderleri başarılı bulma oranında azalma yaşanıyor. Yolsuzluk ise Türkiye’nin en önemli ikinci sorunu olarak görülüyor. Taraf gazetesinden Ayfer Çalıkıran'ın haberine göre, araştırma, Türkiye nüfusunun genel temsiliyetine sahip 26 kent merkezinde ikamet eden, 18 yaş ve üzeri bin kişi ile 26 Aralık 2013- 13 Ocak 2014 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Katılımcılara yöneltilen, “Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” sorusuna, bu yıl ilk kez seçeneklere dahil edilen “yolsuzluk”, yüzde 14,2 ile ikinci sırada çıktı. Her yıl olduğu gibi yüzde 29,3 ile “işsizlik” en büyük sorun olarak birinci sıraya yerleşti.

MEDYA EN GÜVENİLMEZ Geçen yıla oranla düşmesine rağmen (2012 yılında yüzde 56,3) Türkiye’de ordu yüzde 51,7 ile halen en çok güvenilen kurum olma özelliğini sürdürdü. Cumhurbaşkanlığı kurumuna güven oranı yüzde 53,7’den yüzde 40,7’e inerken, kolluk güçlerine güven de yüzde 47,3’den yüzde 35,3’e indi. Hükümete güven yüzde 33,5 düzeyinde kalırken, yargıya olan güvende hızlı düşüş gerçekleşti. “Türk yargısının bağımsız olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 42

TÜRKİYE’DE ORDU YÜZDE 51,7 İLE HALEN EN ÇOK GÜVENİLEN KURUM OLMA ÖZELLİĞİNİ SÜRDÜRDÜ. CUMHURBAŞKANLIĞI KURUMUNA GÜVEN ORANI YÜZDE 53,7’DEN YÜZDE 40,7’E İNERKEN, KOLLUK GÜÇLERİNE GÜVEN DE YÜZDE 47,3’DEN YÜZDE 35,3’E İNDİ.

“Hayır” diyenlerin oranı yüzde 59,7 düzeyinde çıktı. 2011 yılında 38,8 olan yargıya güven sırasıyla 2012 yılında yüzde 37,2’ye, 2013 yılında ise yüzde 26,5’e indi. Medya ise yüzde 19 ile en az güvenilen kurum olma özelliğini sürdürdü (2012 yılında yüzde 22,2 idi). Araştırmada, parti ve liderlerine bakış açısı da soruldu. Ankete göre, AKP ’yi başarılı bulma oranı yüzde 38,9’dan yüzde 35,8’e düştü. AKP lideri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ’ı başarılı bulma oranı yüzde 42,4’den 38,7’e indi. Anamuhalefet partisi CHP ’yi başarılı bulanların oranı yüzde 18,4’ten yüzde 19,6’ya yükseldi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ’nu başarılı bulanların oranı da yüzde 17’den yüzde 19’a çıktı.

MUHAFAZAKARLIK ARTTI Araştırmaya göre kendini muhafazakar olarak tanımlayan kesimde artış olduğu görülüyor. 2011 yılında katılımcıların 33,2’si kendisini “muhafazakar” olarak tanımlarken, 2013 yılında bu oran yüzde 39,2’ye yükseldi. Kendini Cumhuriyetçi/Kemalist olarak tanımlayan kesim, 2012’de yüzde 15,9 iken 2013’de yüzde 19,2 olduğu görülüyor. Sosyal demokrat tanımında ise 2011 yılından bu yana yüzde 6’lık bir azalma yaşandı.


KAPAK

7 ADIMDA

ONLİNE İTİBAR LEVENT KARADAĞ / BİLİŞİM STRATEJİ UZMANI

“Online itibar risklerinden kaçamazsınız, ancak onları yönetebilirsiniz”. “İtibar kazanmak 20 yıl sürer, onu kaybetmek ise 5 dakika. Eğer bunu iyice düşünürseniz her konuda daha farklı davranmaya başlarsınız.”. Warren Buffet 2011 yılında dünyanın en zengin 3. kişisi.

T

ürkiye’de internet kullanıcı sayısı 40 milyonu aştı. Müşteriler, çalışanlar, hissedarlar, rakipler, arkadaşlarınız, yakınlarınız, marka itibarını zedeleyenler, Facebook, Twitter, tüketici siteleri, haber siteleri, forumlar vs. herkes internette ve kurum, marka hakkında doğru ve yanlış bilgileri paylaşıyorlar, yorum yapıyorlar. Bu ortamda kurum ve marka itibarınızı yönetmenin en iyi yolu, online itibar yönetimidir. Online itibar yönetiminin temel adımları;

1

Online varlığınızı çeşitlendirin ; Google ile kurum ve markanıza ait araştırmalarınızı yaptıktan sonra şunları yapınız: Twitter, Facebook, LinkedIn ve Google+ üzerinde web sitesi / şirket için resmi sayfalarınızı oluşturun. Şirket / marka adı ile web sayfalarınızı optimize edin; Şirket ve markalarınıza ait olan web sayfalarınızı arama motorlarında görünecek şekilde düzenlendiğinize emin olun. Online ortamlarda hakkınızda ne konuşulduğunu izleyin; kurum, marka, şirket yöneticisine ait Google’de aramalar yapın. Etkili arama için şunları kullanın: Google Alerts (Google izleme aracı), www.socialmention.com, www.monitera.com (Sosyal medya izleme araçları) www.backtype.com, www.blogpulse.com (Blog izleme sayfaları) www.monitter.com, www.tweetbeep.com) (Twitter izleme sayfaları), www.boardtracker.com (Forum izleme sayfaları)

2

3

4

Olumsuz içeriklere karşı; öncelikle sakin olun. Hukuki yol uzun süreceği için içeriği oluşturan kişiyle diyaloğa girerek sorunu çözme yoluna gidin. Olumsuz içeriklerin etkisini azaltmak için nazik ve samimi bloggerlarla iletişime geçin. Paylaşmaya değer bulunan içerikleri paylaşın; Olumlu mesajlar veya temalar yayınlayın. Paylaşıma uygun videolar ve videolu bültenler yayınlayın.

5

6

Online ortamlara içerik üretin; online gruplarda yer alın, forum sitelerine katılın, iş alanınızla ilgili gruplara katılın, yorumlarda bulunun, içerik üretin.

7

İş dünyasına yönelik sosyal medyada etkin kişilerle diyaloga girin, onların mesajlarını, makalelerini ve twitlerini izleyin, onlarla iletişim kurmanın yolları arayın. Ör: Twitleri, retweet edin, yazılarına yorum yazın, onlarla sanal veya güncel ortamda tanışma fırsatları elde ederek, gerçek ilişkiler kurun. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 43


RÖPORTAJ

ÇALIŞANIN MUTLULUĞU İTİBARIN TA KENDİSİDİR

Bu sayımızda, Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği, Buğday Ekolojik Dönüşüm Derneği ve Türkiye Bilim Merkezi Vakfı Yönetim Kurulunda aktif görevler yapan, 7 kitabı, 100 den fazla makalesi bulunan ve halen Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesinde Liderlik Yönetimi dersleri veren, Salim Kadıbeşigil ile röportaj gerçekleştirdik. Röportaj ZEHRA SARIKAYA KEŞAF OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 44


RÖPORTAJ

H

alkla İlişkiler, Kurumsal İtibar Yönetimi, Kriz iletişimi yönetimi, Stratejik İletişim Planlaması, Kurumsal Sosyal Sorumluluk kavramlarının ülkemizde tanınmasında öncülük eden Salim Kadıbeşigil'e göre itibar, çalışanların ve paydaşların mutluluğundan geçiyor. Siyasette, sporda ve sekste itibar yönetiminin olamayacağını savunan Kadıbeşigil, bu nedenle gelecekte itibar kavramının, hesap verebilirlik değerinin üzerine inşaa edileceğini ifade ediyor.

Seninle neden yolculuk yapayım İtibar yönetimi nerede başlar? İtibar dediğimiz şey, değerler üstüne inşa edilir. İtibarı yönetmek, saygınlığını yönetmektir. Öyle spesifik bir adres yapmanın anlamı yok. İnsanoğlunun doğasında önemsenme duygusu vardır. Bu duygumuzun karşılığı bir takdir, bir saygı olarak karşımızdan bize geliyorsa işte orada itibar oluşuyor. Bu karşımızdaki insan bize güveniyor demektir. Bu adamla iş yapılır, onun şirketinde çalışılır, onunla birlikte bir yolculuk yapılır, onunla sosyal sorunlar içinde omuz omuza mücadele verilir gibi duygular oluşuyor. O güveni oluşturmak için itibarı yönetmek lazım. İş dünyasında itibarın yönetilmesi kısmı niye ortaya çıktı ve önemsendi, ona bakmak lazım. O kadar para odaklı bir yüzyıl geçirdik ki, bir numaraya parayı koyduğunuz zaman bu sefer insan olmanın doğasında var olan temel değerleri kaybettik. Ahlaklı olmak, etik olmak, başkalarının yaşam tarzına saygı göstermek gibi temel değerleri kaybettik. Şimdi bu temel değerler, para odaklı bir yüzyılı geride bıraktıktan sonra kendini tekrar göstermeye başladı. Özellikle de enformasyon teknolojilerinin dünyanın her yerinde yaygın bir şekilde yer tutmaya başlamasıyla beraber, kendilerine anlatılan bir dünya olmadığını, kendi değerlerine aykırı çok başka şeylerin olup bittiğini ve içten duygularla bunlara karşı bir tepki gösterme ihtiyacı duyduklarını gördüler. İşte bu kaybettiğimiz değerlerin paranın üstüne yeniden inşa edilmesi sürecini başlattığını gösteriyor.

Yaptığınızın hesabını verebilmelisiniz Gelecekte iş dünyası neye dikkat edecek bir öngörünüz var mı? Bunların hepsinin yerini zaten almaya başlamış olan hesap verilebilirliğin öneminin, önümüzdeki 10-15 yıl içinde daha da artacağını düşünüyorum. Özellikle 2008 Wall Street krizinden sonra bu çok gündeme geldi. Bu önce talep, sonra regülasyonlar olarak çok daha yaygın ve kapsamlı

GOOGLE ARAMA MOTORUNA YAZDIĞIMIZDA ADI ÇIKMAYAN İNSANLAR VAR. MESELA BENİM ADIMI YAZIYORSUNUZ, KİM OLDUĞUMLA İLGİLİ BİLGİ SAHİBİ OLMAK İSTİYORSUNUZ FAKAT HİÇBİR YERDE ÇIKMIYOR ADIM. BUNUN ARKASINDA Kİ GİZEMİ ÇÖZME TUTKUSU İNSANI ÇILDIRTIR. ŞİMDİ BU İTİBARA BAĞLANMALI MI BİLEMIYORUM.

bir şekilde hayatımızın içinde olacak. Şu an yine regülasyonlar var ama kimseyi tatmin etmiyor. Şimdi devletlerin değil de markaların, şirketlerin, sivil toplum kurumlarının oluşturduğu bir dünyaya giriyoruz. Mesela Facebook nüfusunu hesaplasak dünyanın üçüncü büyük ülkesi ediyor. Oysa ki devlet değil, bir şey değil ama dünyayı yönetiyorsunuz oradan. Dolayısıyla bizim okullarda öğrendiğimiz standart bilgiler, şablonlar bir şekilde bitiyor. Ama itibara bağlayacak olursak, geleceğin öngörüsü hesap verebilirlik değerinin üstüne inşa edilecek. Yani diyelim ki bir şeyi aldım bir yerden başka bir yere koydum. Eğer niye böyle yaptığımın hesabını ikna edici bir şekilde etrafımdakilere açıklayabiliyorsam, itibarla ilgili bir sıkıntımın olmaması gerekir. Bu arada yanlış bir şeyde yapmış olabilirim. Ama samimiyet çok önemlidir...

Arama motorlarında ulaşılabilir kişi olmayı itibar ile bağdaştırabilir miyiz? Benim en çok merak ettiğim insanlar; Google arama motoruna yazdığımızda adı çıkmayan insanlar. Mesela benim adımı yazıyorsunuz, kim olduğumla ilgili bilgi sahibi olmak istiyorsunuz fakat hiçbir yerde çıkmıyor adım. Bunun arkasında ki gizemi çözme tutkusu insanı çıldırtır. Şimdi bu itibara bağlanmalı mı bilemiyorum. Evvelden bilgiye ulaşmak çok önemliydi. Şimdi artık saklanmak çok önemli. Çünkü hayatın her tarafında, kredi kartıydı, Facebook'tu, Twitter'dı bir sürü iz bırakıyorsunuz. O zaman siz kendi hayatınızı yaşamıyorsunuz. Benim son kitabım olan “Oyun Bitti” enformasyon teknolojileriyle, kaybettiğimiz değerlerle buluşmak konusunda olağanüstü bir iş yaptı. 1984'te Steve Jobs dedi ki "Ben size bir tane bilgisayar veriyorum ama OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 45


RÖPORTAJ kalmadan onun paydaşları o yalan yanlış şeyleri düzeltirler. Çünkü bu şirketler paydaşlarına kendini doğru ve düzgün bir şekilde ifade etmiştir ve bu konuda ikna edici olmuştur. İtibar yönetimi dediğimiz şey budur.

Mutlu çalışanlar şirketi vezir, mutsuz çalışanlar şirketi rezil eder. Firmalar, çalışanlarını nasıl marka yapıyor? Bunda başarı sağladığında nasıl bir avantaj sağlamış oluyor?

bu bilgisayar değil. Günün birinde herkesin masasında bir bilgisayarı olacak ve buradan son derece ekonomik ve zahmetsiz bir şekilde dünyanın herhangi bir yerindeki her hangi bir bilgiye ulaşabilecek, o bilgiyi işleyebilecek ve işlediği bilgiyi yine bu sistemin içine koyabilecek." Yani bunları biz kullanmaya başladıkça o kaybettiğimiz değerlerle buluştuk; çevreyle, insan haklarıyla, engellilerle, kadınla, çocuk yaşta çalıştırılan insanlarla, su sorunuyla, iklim değişiklikleriyle. İşte bunlarla karşılaştık ve bunların hepimiz için önemli olduğunu anladık.

Paydaşların beklentilerini bilmek gerekir Online itibar konusunda çalışan birçok şirket var. Sizce bu şirketler başarılı olabiliyor mu? İtibarın yönetilmesiyle ilgili meseleden bahsediyorsak şirketlerin, itibarlarını riske sokacak olan alanları biliyor olması lazım ve bu alanlarda kendilerini riske atmayacak önlemleri baştan alıyor olması lazım. Şirket itibarı dediğimiz şey budur. Yani çalışanların, tedarikçilerin, tüketicilerin beklentilerini bileceksiniz. Bu beklentileri karşılarken olası itibarınızı riske sokacak alanlarınızı bileceksiniz. Bu ikisini bir araya getirip değerlerinizin üstüne inşa ederseniz bu itibar yönetimi oluyor. Şimdi sistematik olarak bunu bu şekilde yapan şirketlerin söylediğiniz arama sonuçlarına teorik olarak ihtiyacı olmaması lazım. Çünkü baştan itibar yönetiminin temel girdileri olan açık, şeffaf, adil olmak, sorumlu olmak, hesap verebilir olmak gibi ilkelerle işlerini yönetiyor olması lazım. Bu samimiyetle bu işleri yapan şirketler hakkında internet ortamında yalan yanlış şeyler çıkmış olsa bile, şirkete gerek OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 46

MUTLU ÇALIŞANLAR ŞİRKETİ VEZİR EDER, MUTSUZ ÇALIŞANLAR ŞİRKETİ REZİL EDER. O YÜZDEN ÇALIŞAN MARKASI VEYA İŞ YERİ MARKASI GİBİ KAVRAMLAR ÇIKTI. BU MUTLULUĞU DA DEĞERLERLE İNŞA ETMEK GEREKİR.

Şimdi asıl mesele burada başlıyor. 1990'larda sistemler, personelden insan kaynaklarına geçti. 2000'lerde çalışan memnuniyetine, sonra çalışan bağlılığı geldi. Şimdi ise çalışan mutluluğu var. Demek ki çalışanla ilgili bir mesele söz konusu. Bu göz ardı edilebilecek bir konu değil. Fakat 1980'lere kadar bu böyle değildi. O zamanlar çalışan denilen şey, ortalıkta dolaşan fareler olarak görülüyordu. Bu iş oradan buralara geldi. Demek ki o fareler o kadar önemliymiş ki şu anda çalışanların mutluluğu şirket yönetiminin derdi. Mutlu çalışan, şirket itibarına değer yaratıp katkı sağlar. İtibarlı şirket de çalışanın kendini iyi hissetmesini ve iyi ki ben burada çalışıyorum demesine neden olur. O zaman parayla pulla mutluluğu satın alamayacağımıza göre, şirketlerin duygusal alanları yönetmekle ilgili bir gündemi olması lazım. Nasıl üretimi yönetiyorsa, parayı yönetiyorsa bir de çalışanların mutluluğunu yöneten bir sisteminin olması lazım. Bu sosyal ve duygusal ilişkiler çerçevesinde olur. Gel senle bir kahve içelim demesi senin ömür boyu anlatacağın bir öyküye dönüşebilir. Oysa ki işin içinde ne para, ne terfi, ne zam var. Tabii samimi de olması lazım. Dolayısıyla çalışan mutluluğu meselesi itibarin ta kendisidir. Mutlu çalışanlar şirketi vezir eder, mutsuz çalışanlar şirketi rezil eder. O yüzden çalışan markası veya iş yeri markası gibi kavramlar çıktı. Bu mutluluğu da değerlerle inşa etmek gerekir. Ben hep şunu söylerim yani; itibar yönetimi içerde başlar. Her bir çalışan senin itibar elçin çünkü. Sadece iş ortamında değil. Evinde, ailesinde, sosyal çevresinde. Yani bunların hepsi bir kültürün çıktısı. Ve bu kültür arka planda çalıştığın şirkete gönderme yapıyor. Çalışan, iş hayatında yeniden keşfedilmeye muhtaç bir konsept. Ve önümüzdeki yıllarda çalışanların markalaştırması konusu en önemli yatırım alanı olacak diye öngörüyorum. Şirketler işi gücü bırakıp kapıdaki güvenliğe kadar, ben çalışanlarımı nasıl markalaştırırım, onları mutlu edip şirket itibarını nasıl yönetirim diye bir meseleyi gündemlerinde tutacaklar.


RÖPORTAJ

İtibar lekeye rağmen saygı gösterilmesidir Peki giden itibar nasıl geri geliyor, ne kadar sürede geri geliyor ? Teorik olarak yabancı kaynaklar 4-6 yıl arasında kusursuz olarak itibarın inşa edilebileceğini söylerler. Prensip olarak kabul etmekle birlikte itibar bir lekedir. Yani yapıştı mı bir daha çıkmaz. Geri gelmesi dediğimiz, insanların unutması mı, o lekenin çıkması mı, hiçbir zaman hatırlanmaması mı yoksa lekeye rağmen tekrar takdir ve saygı gösterilmesi mi? Ben en sonuncusu olduğunu düşünüyorum. Yani 4-6 yılda bir şey geri geliyor ama unutulmuyor. Unutulmaz ama performans olarak geri gelir mi? Gelir tabii. Mesela bunun için Siemens güzel bir örnektir. Dünyanın en büyük şirketlerinden biridir ve 2008 de itibarı yerle bir olmuştu. İşte 5-6 senede tekrar itibarı yerine geldi. Ama unutuldu mu? Unutulmadı fakat şirket toparlandı. İtibarı yönetmek ya da yönetmemek gibi bir lüksünüz yok. Yönetmek zorundasınız. Yönetmediğiniz zaman işi gücü bırakıp gerçekçiliği olmayan bilgileri temizlemek için çok daha fazla zaman harcarsınız.

Aile şirketleri Türkiye için şanstır Aile şirketi olarak kalmanın ya da kurumsallaşmanın itibar yönetimiyle ilgisi var mı ? Bu başlı başına başka bir röportaj konusu aslında. Ama yine de şöyle değerlendirelim; Türkiye'de sermayenin tabana yayılması konusu batı ülkelerindeki gibi yaygın olmadı, olamadı. Ben iyi ki olamamış diyorum. Hiç bir kurumsal yapı, bir ailenin kültür ve değerlerini içselleştirdiği oranda bünyesine taşıyamaz. Mesela bir aile şirketinde baba "O bize yakışmaz" dediğinde akan sular durur. Bu bize yakışmaz dediği şey, o ailenin kültür ve değerleriyle ilgili bir bakış açısını ortaya koyar. Kurumsal tarafta bu yok. O yüzden önümüzdeki dönemlerde çok sık tartışılacak konulardan biri budur. Türkiye'de de yüzde 90 olarak aile şirketleri vardır ve açıkçası bunu ben bir şans olarak görüyorum.

Krizler itibar yönetimini ne ölçüde etkiler? Bir avucumuzda paydaşların beklentileri, bir avucumuzda itibar riskleri var. Önemli olan hayatın içinde bunları bir terazinin kefelerine dağıtaraktan yönetebilmek. Şimdi bunu böyle yaptığımız zaman krizlerden korkmamıza gerek yok. Çünkü kriz olsa bile, neyin nasıl yönetileceği konusunda şirketin refleksleri çalışıyordur. Yani önemli olan kriz olmadan önce doğru şeyleri yapmaktır. Dolayısıyla, itibar yönetiminin önemi zaten bütünsel anlamda bütün risklerin yönetimi olarak

NİYE BİR NELSON MANDELA’NIN CENAZESİ BİR BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GENEL KURULU GİBİ TÜM DÜNYANIN VE DEVLET BAŞKANLARININ KATILDIĞI BİR ORGANIZASYONA DÖNÜŞTÜ. İNSANLARIN, NELSON MANDELA’YI BU KADAR İTİBARLI YAPAN ŞEY NEYDİ DİYE DÜŞÜNMELERİ LAZIM.

değerlendirilmeli. Ama bazen senin dışında bir şeyler olur yani doğal afet gibi. Senin bunu paydaş beklentileri içinde çok önceden görmüş ve değerlendirmiş olman gerekir. Yani deprem olduğunda, yangın çıktığında bizim şirket şöyle hareket eder gibi bir refleks geliştirmiş olman lazım. Dolayısıyla, bu konularda şirketlerin yılsonu toplantıları, yılbaşı toplantıları gibi yılda bir kere kriz simülasyonlarıyla ilgili her yıl toplantı yapmaları gerekir. Zaten krizlerde beklentileri karşılayamamış birisinden çıkar. Yani sen şimdi tedarikçinin parasını zamanında ödemezsen, tedarikçin senin en önemli rakibine gidebilir. Buyurun işte kriz. Kendini toparlaman 3 sene 5 sene sürebilir.

Dünyanın en değerli kuruluşları STK’lardır Peki siyasette itibar yönetimi ne kadar önemli? Siyasette, sporda, sekste itibar yönetimi olmaz. Olamaz çünkü doğasına aykırı. Çünkü itibarın temel ilkeleri etik olmak, adil olmak, şeffaf olmak, sorumlu ve hesap verilebilir olmak gibi. Bunların hiç biri o alanlarda olamaz. Olduğu anda siyasetçi de, sporcu da, seks yapan da kaybeder. Karısını aldattığını gidip karısına söyleyemez veya sorumluluk duygusu içinde hareket eden bir insan gidip karısını aldatabilir mi? Yaptığı zaman itibarı olmuyor. İnsanları itibarsızlaştırmak için buralardan vuruyorlar. Kişinin yaptığı iş ile itibarı ile ilişkilendirmek gerekiyor. Niye bir Nelson Mandela’nın cenazesi bir Birleşmiş Millet Genel Kurulu gibi tüm dünyanın ve devlet başkanlarının katıldığı KASIM 2013 SANAYİ LIFE 47


RÖPORTAJ bunun dereceleri var mıdır?

bir organizasyona dönüştü. İnsanların, Nelson Mandela’yı bu kadar itibarlı yapan şey neydi diye düşünmeleri lazım. Türkiye’de ise Atatürk dışında itibarlı kimse yok. Bunun yanı sıra bir de benim son kitabımı adadığım Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği kurucusu Victor Ananias vardır. Kendisi 2 Mart 2011 yılında vefat etti. Victor, dünyada benim nereye bakmam gerektiğini gösteren kişidir. Sivil toplum kuruluşlarını da itibarlı insanlara örnek gösterebilirim. Dünyanın en değerli markaları sivil toplum markalarıdır.

Hemen, anında. Mesela şu masada kaybedersiniz, aşağı kapıdan çıkarken farkına varırsınız. Tabi, hasara bakmak lazım aslında. Ama ben oldum olası özür dilemeyi bilen biriyim. Dolayısıyla itibar kaybettiğim zamanlar tabii ki oldu. Ama az hasarlı ve hemen onu tamir etmenin yolunu ararım ben.

Mutluluğu maksimize etmenin peşine düşün En büyük hayaliniz nedir? Gerçekleştirmek istediğiniz projeniz var mı?

Sosyal sorumluluk kavramı, sorumsuzluğumuzun karşılığıdır Sosyal sorumluluk projeleri itibar yönetimine dahil edilebilir mi? Sosyal sorumluluğu, itibar yönetiminin içinde doğru bir yere oturtabilmek için şu pencereden bakmak lazım. Neden bugün gündemimizde sosyal sorumluluk diye bir kavram var ve neden sosyal sorumluluk projeleri var. Bu soruların altını eşelediğimizde cevap olarak şu çıkar; bugün hayatımızda sosyal sorumluluk diye bir kavram varsa bu sorumsuzluklarımızın karşılığıdır. Biz yıllarca sorumsuz yaşayıp, sorumsuz iş yapıp, sorumsuz yönetmişiz ve şimdi sosyal sorumluluk diye bir şey icat edip, eski sorumsuzluklarımızı tedavi etmesini bekliyoruz. İtibar yönetiminin bütünü içinde tek başına bir yere karşı sorumlu olmak, hayatın bütününe karşıda sorumlu olacağın anlamına gelmiyor. Yani sen çalışanına karşı sorumluluğunu yerine getirirken, yaşlılara veya devlete karşı sorumluluğunu da yerine getiriyor musun? İşte tüm bunları bir de samimiyetle yapıyorsan anlamlı bir şey olur. Sonuç olarak cevap; sosyal sorumluluk projesiyle itibar inşa etmek mümkün değildir, sorumluluk bir bütündür ve hayatın bütününe karşı sorumlu olmak gerekir. Bunun içinde tabii ki topluma karşı olan sorumlulukları da sivil toplum kuruluşlarını destekleyerek yapmak gerekir ama önce diğer sorumlulukları yerine getirmek gerekir.

Kurumların sosyal medya yönetimini nasıl görüyorsunuz? Sizce başarılılar mı ? Çok önemli görüyorum. Fakat başarılı olup olmadıklarını ölçebilecek kadar yakın takip etmiyorum. Hatta bu konuda ayrı departmanlar kurmuş olmaları ve bu departmanlara konu uzman insan yerleştirmiş olmaları çok isabetli. Hayatı orası yönetiyor artık. Dolayısıyla bunu yönetecek nitelikte departmanlar ve insan kaynaklarının olmasını çok olumlu buluyorum. Fakat maalesef çok az şirket keşfetti bunu.

Ne kadar sürede itibarımızı kaybedebiliriz, OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 48

SOSYAL SORUMLULUK PROJESİYLE İTİBAR İNŞA ETMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR, SORUMLULUK BİR BÜTÜNDÜR VE HAYATIN BÜTÜNÜNE KARŞI SORUMLU OLMAK GEREKİR.

Hayallerin peşine düşmek kadar güzel bir şey yok fakat şu dönem hayallerle yaşamak ve onların peşinde koşmaktan çok yorulduğum için birkaç yıl ara verdim kendime. Özellikle bir şeyin peşinden ısrarla koşmak istemiyorum. Bu nedenle bundan 7 yıl önce kendi kendime dedim ki; “varsay 70 yaşına geldin, seni bir konferansa çağırdılar ve takdim ediliyorsun, ne söylemesini istersin?”. Ben de oturdum 70 yaşındaki beni yazdım. Bu çok güzel bir şey. Dolayısıyla şu anda Allah sağlık verirse, 70 yaşındaki yol haritam üç aşağı beş yukarı belli. Konformist bir yaşamı barındırıyor içinde. Evim Alaçatı’da. Buraya haftada iki üç gün geliyorum. Kitaplar yazıyorum. Konferanslar veriyorum. Çok para kazanmanın derdinde olmadım hiçbir zaman. Zaten beceremiyorum da. Kendi sınırların içinde nasıl mutluluğunu maksimize edersin onun peşine düşeceksin. Olması gereken insanlarla görüşüyorum. Onların fikirlerinden zenginleşmeye çalışıyorum.

Son soru olarak girişimcilere, itibar yönetimi konusunda önerileriniz nelerdir ? İsabetli bir paydaş haritası. Sizi başarıya ulaştıracak paydaşlarınız kim? Bunlar kişide olabilir, kurum da olabilir. Üç kişi vardır fakat size maddi olarak, vizyon olarak, manevi olarak öyle bir destek verir ki doğrudan başarıya gidersiniz. Bunların arasında iki kurum vardır, stratejik ortaklık vardır. Yani paydaş haritasına ihtiyaçları var. Dolayısıyla, işin sırrı bunda diye görüyorum ben. Bu paydaş haritasıyla kurduğunuz iletişim ve ilişkiler, kendi itibarınızla ilgili olumlu bir geri bildirimi size veriyorsa, siz itibarınızı yönetiyorsunuz demektir. Dolayısıyla, bu ağı iyi kurmuş olmak beraberinde çok ciddi bir sinerjiyi getirir. Net olarak bu sorunun cevabı; isabetli, doğru ve gerçekçi bir paydaş haritası. Öyle yüzlerce, binlerce insan değil. İçinde iki kişi, beş kişi olacak. İki, üç tanede stratejik ortak yeter. Onlar sizi doğru yola götürür zaten.


Destekleyenler / Supporte Supported ed by

www.win-fair.com www .win-fair.com


KAPAK

ÜRÜN MÜ

ÜNLÜ MÜ?

Son dönemde giderek artan reklamda ünlü kullanımı için kesenin ağzını sonuna dek açan birçok şirket, ünlü olmak için magazin aşkları yaşayan ünsüzlerin stratejisini uyguluyor.

B

ugünlerde hangi kanalı açsanız ünlü bir sima sizi bir amaç için ikna etmeye çalışıyor. Kimi yediği cipsi ballandırarak anlatıyor, kimi bir bankanın ne kadar işlevsel olduğunu hikâyenin içine yediriyor, kimi ise basitçe "Ben yaptım, mutluyum… Sen de yap, mutlu ol" gibi pozitif bir bakış açısıyla tüketiciyi ikna etmeye çalışıyor. Bu durum ünsüz-ünlü birlikteliğiyle ortaya çıkan magazin aşklarının yeni şöhretler yaratmasına benziyor. Kimi şirket başarılı bir stratejiyle ününe ün katarken kimisi de maalesef sınıfta kalıyor.İletişimde ünlü kullanımı yeni bir şey değil. Ancak son dönemde giderek artan ve çeşitlenen bir trend. Öyle ki yerel ünlüler yetmiyor, kıtalardan yabancıları ithal ediyoruz. Adriana Lima, Penelope Cruz, Megan Fox, Pamela Anderson ve Jose Mourhino son dönemde Türkiye yollarını OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 50

CELEBRITY GÜVEN ENDEKSİ'NİN 12 İLDE 1200 KİŞİ İLE GÖRÜŞÜLEN ARAŞTIRMA SONUÇLARINA BAKILDIĞINDA BU KİŞİLERIN YÜZDE 44'ÜNÜN HERHANGİ BİR ÜNLÜYE GÜVENMEDİĞİNİ BELİRTTİKLERİ GÖRÜLÜYOR.

arşınlayan ünlülerden birkaçı. Yerli yabancı demeden ünlü kullanımının her geçen gün arttığı, hatta kimi ünlülerin, aynı dönemde birden fazla markanın iletişiminde boy gösterdiği "ünlü kirliliği" çağında kafalar karışık. Ünlü kullanımı başlı başına yeterli olmadığını bilen akıllı reklamveren ünlüyü seçerken ince eleyip sık dokuyor, ünlünün vereceği mesajı da aynı hassasiyetle örüyor. Öte yadan yükselen trende rağmen Türk halkı ise ünlülere giderek daha az güveniyor. Celebrity Güven Endeksi, İpsos KMG tarafından gerçekleştirilen tüketicilerin marka tercihleri üzerinde ünlülerin etkisini araştıran bir çalışma. Araştırma kapsamında 12 ilde toplam 1200 kişi ile görüşüldü. Celebrity Güven Endeksi'nin bu dönem ki sonuçlarına bakıldığında bu kişilerin yüzde 44'ünün herhangi bir ünlüye güvenmediğini belirttikleri görülüyor.

Satışlar 3'e katlanıyor Pazarlama gurusu Philip Kotler, "Şirketler, kendi adlarını parlatmak için ünlülerin havalarını ödünç almaya başladılar" diyor. "Ünlü Satar" (Celebrity Sells) kitabının yazarı Hamish Pringle ise bu trendin artarak devam edeceğinden çok emin. Çünkü, marka ve ünlü kişi doğru eşleştirildiğinde satışlar 2'ye hatta 3'e katlanabiliyor. Ünlü kullanımının ikna sürecini kolaylaştırmak dışındaki bir diğer nedeni de, bu kişilerin ürün ya da hizmet için etkili bir imaj yaratabilecek ve


KAPAK

hedef kitlenin özenebileceği kişiler olmalarından kaynaklanıyor. Bu kişilerin izleyiciye güven vermesi, o firmaya ya da ürüne de güven duyulmasına neden oluyor. Özellikle banka, araba, sigorta, boya, emlak reklamları gibi insanların zor karar verdiği ürünlerde ünlüler kullanılıyor.

REKLAMDA ÜNLÜ KULLANIMI ŞİRKETLER İÇİN ASLINDA BIÇAK SIRTINDA BİR UYGULAMA. ÜNLÜLERLE İLGİLİ EN BÜYÜK RİSK ÜNLÜNÜN HER AN BİR SKANDALA İMZA ATMA RİSKİ OLMASI.

REKLAMLARIN YÜZDE 45'İNDE ÜNLÜ VAR Reklamlarda ünlü kullanımı giderek yaygınlaşıyor. Ipsos'un, yaptığı celebrity güven endeksine göre en çok hatırlanan reklam için 5 ünlü şöyle: Hülya Avşar %35, Acun Ilıcalı%34, Beyazıt Öztürk%18, Murat Boz%15, Kıvanç Tatlıtuğ%12 En çok hatırlanan reklamlarda ilk 10' a baktığımızda ise %72'sinde ünlü kullanılıyor. Reklamlarda ünlü kullanımına dünyada en çok Asya Pasifik önem veriyor. Kuzey Amerika %13, Güney Amerika %17, Avrupa %16 ve Asya Pasifik %30 oranında reklamlarında ünlüye yer veriyor. Avrupa' da reklamlarda ünlü kullanımının en önem kazandığı ülke ise Türkiye. Reklamlarda ünlü kullanımı oranları; Almanya %10, Fransa %11, İngiltere %12, İspanya %22, İtalya %27 ve Türkiye %45

Skandal riski korkutuyor Reklamda ünlü kullanımı şirketler için aslında bıçak sırtında bir uygulama. Ünlülerle ilgili en büyük risk ünlünün her an bir skandala imza atma riski olması. Çok yakın zamanda Nihat Doğan ile İzzet Yıldızhan'ın karıştığı iddia edilen seks skandalı yüzünden Mondi ile yapmış olduğu reklam sözleşmesi firma tarafından tek taraflı olarak fesih edilmişti. Ünlü top model Kate Moss ise, milyon dolarlık anlaşması yine bir uyuşturucu skandalı yüzünden iptal edilmişti.

ÜNLÜ GÜVEN ENDEKSİ 1.Acun Ilıcalı 2.Hülya Avşar 3.Uğur Dündar 4.Seda Sayan 5.Gülben Ergen

%26.6 %26.6 %21.9 %18.9 %17.6

6.Kıvanç Tatlıtuğ %15.7 7.Cem Yılmaz %13.6 8.Orhan Gencebay %12.6 9.Beyazıt Öztürk %12.0 10.Kenan İmirzalioğlu %10.8 Kaynak: Ipsos KMG

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 51


KAPAK

İnternet dünyasında İtibarı yönetmek kolay

İtibar zedeleyici içerikleri

kaldırmak mümkün

MUSA SAVAŞ/BİLİŞİM UZMANI

AV. NECDET UZEL

G

erçek ve tüzel kişilerin itibarını zedeleyen internet içeriğinin sayısında sosyal medya kullanımındaki artışın da etkisiyle ciddi bir artış gözlemlenmektedir. Özellikle ticaret şirketlerinin itibarını zedeleyen asılsız veya dayanaksız açıklamalar, çeşitli hukuki yollara başvurulmasını zorunlu kılmaktadır. Ancak bu tür açıklamalara maruz kalan şirketlerin, genel olarak toplumda tanınmışlık düzeyi yüksek olan şirketler olduğuna da işaret edelim. İtibar zedeleyici hukuka aykırı yazılı veya görsel içeriğin, kişilik haklarını etkin bir şekilde koruma altına alan Türk Medeni Kanunu, Türk Ticaret Kanunu ve diğer düzenlemeler uyarınca "İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun" ile getirilen olanaklar ve temel kanunlarda yer alan dava türleri aracılığıyla internet ortamından kaldırılması mümkündür. Bu anlamda erişim, yer veya içerik sağlayıcılarının kanunda öngörülen yükümlülükleri, hukuka aykırı içeriğin internet ortamından kaldırılması için yeterli korumayı sağlamaktadır. Sorun, içeriğin kaldırılması talebinin yöneltileceği muhatabın yurtdışında yerleşik olması veya failin hukuki veya cezai anlamda etkin bir şekilde yargılanmasının önündeki engeldir. Ancak bu sorun, sadece internet ortamında gerçekleşen hukuka aykırılıklar bakımından geçerli değildir. Bu nedenle mevzuatın yetersiz olduğu iddiası da isabetli değildir. Netice olarak, internetteki içeriğin büyüklüğü de dikkate alınarak şirketlerin, gelinen aşamada düzenli olarak internet ortamında tarama faaliyetlerinde bulunması ve itibarlarını zedeleyici içeriğin kaldırılması için mücadele etmesi zorunludur. Bu faaliyet, elbette ki, ticaret unvanı, marka ve diğer fikri mülkiyet haklarını da koruma altına alacak şekilde gerçekleştirilmelidir. Zira ticari itibarın, işletme ile özdeşleşen fikri mülkiyet haklarına bağlı olduğu unutulmamalıdır. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 52

İNTERNET ÜZERİNDEN YAPILAN ONUR KIRICI YAYINLARLA SAVAŞ

!

Yurt dışında yayın yapan sitelerin merkezleri Amerika'da olduğu için Türkiye'den suçlara karşı herhangi bir yaptırım yapmak mümkün olmuyor. Bu da Türkiye'de internet hukukunun ne kadar eksik olduğunun bir kanıtı.

K

imi zaman kişi, kurum veya markalar geçmişte haklarında girilmiş verilerin internet dünyasından silinmesini istiyor. internet üzerinde itibarı yönetmek için için google sil, veri sil gibi isimlerle ortaya çıkıp bu tür hizmet verdiğini iddia edenler her zaman oldu. Ancak bilgileri silmek çok meşakkatli bir yöntem. Girilmiş bir tek veri bile başkaları tarafından alındığında yüzlerle farklı yerde karşınıza çıkabiliyor. Bunları tek tek temizlemek çok zor bir iş ve büyük bir zaman kaybı. Herhangi bir siteden hakkınızdaki yazıyı kaldırmak için hukuk yollarını kullanarak ciddi uyarılar vermeniz gerekiyor. Oysa bizim kullandığımız yöntem çok daha pratik bir şekilde işliyor ve itibarınızı istediğiniz şekilde yeniden konumlandırmanızı sağlıyor. Sistem aslında çok basit; yeni girdiler eskileri girdileri geri iter diyoruz. Sonuçta insanlar arama yaptıklarında ilk sayfalara bakıyorlar ve belli bir noktadan sonraya ilerlemiyor. Biz öncelikle çalıştığımız kişi, kurum veya markanın internet dünyasında nasıl algılanmak istediğini öğreniyoruz. Mevcut durumu analiz edip istenen algıyı yaratmak için çalışmaya başlıyoruz. İçeriğin özgün olması için anlaşmamız süresince yasal hesapları biz idare ediyoruz. Sosyal medya hesaplarından ve internet adreslerinden, üzerinde çalışılmış özel içerikler paylaşıyoruz. Kişiyi daha marka safhasında alıp topluma tanıttığımız gibi toplum tarafından tanınanlar için de benzer çalışmalar yapabiliyoruz. Alan adının alınmasından internet sitesinin tasarımına, içeriğin sağlanmasından sosyal medya entegrasyonuna ve raporlamaya uzanan bir süreç bu. En başında uyguladığımız gizlilik sözleşmesi gereği kişi internette kendi adına içerik giren arkadaşımızı asla tanımıyor, kim olduğunu bilmiyor. Çalışanlarımızın çoğu evinden çıkamayan engelli arkadaşlar olduğu için günün her istedikleri saatinde interneti kullanıp içerik girebiliyorlar.



KAPAK

TÜRKİYE’NİN İTİBAR ENDEKSİ BÜTÜNSEL YAKLAŞIM GÖNÜLDAŞLIK ELÇİLİK SADAKAT MEMNUNİYET İLİŞKİ GÜVEN BEĞENİ TANIMA

İTİBAR YÖNETİMİNDE SEKTÖR ETKİSİ 8

SEKTÖR

7

İNŞAAT OTOMOTİV HOLDİNGLER ENERJİ BANKACILIK GSM-TELEKOM TEKSTİL ALKOLSÜZ İÇECEK BEYAZ EŞYA PERAKENDE ELEKTRONİK GIDA

6 5 4

3 2

ELÇİLİK SADAKAT MEMNUNİYET İLİŞKİ GÜVEN BEĞENİ TANIMA

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 54

42,6 54,8 68,1 69,3 72,5 80,8 82,9 84,1 84,2 84,5 85,2 87,4

1 İTİBAR PARAMETRELERİNİN TANIMI

TÜRKİYE GENELİ İTİBAR PUANLARI GÖNÜLDAŞLIK

İTİBAR PUANI

Tanıma: Her ilişki tanımakla başlar, bir kurum olarak, ticari ve sosyal paydaşlar arasındaki bilinirliğiniz ilk tanıma boyutunda ölçümlenir.

46,3

Beğeni: Tanımadan sonraki adım beğenidir kurumunuzun beğenip beğenilmediği ticari ve sosyal paydaşlar arasındaki itibarınızın temel taşlarından birisidir. X-Rep ikinci olarak beğeni boyutunu ölçümler.

77,4

Gü̆ven: Kurumunuza duyulan güven, kriz sonrası ekonomide önemli bir yer taşımaktadır. X-Rep modelinin öne çıkan tarafı güvenli bir kendi başına bir boyut olarak ölçümlemesidir ki bu artık küreselleşmiş ekonomimizde hem çok boyutludur, hem de büyük önem taşır.

81,6

İlişki: Kurumunuzla ‘alış-veriş’e, girenlerin oranı iletişim stratejinizden aldığınız verimliliğin ölçütlerinden birisidir.

82,4

Memnuniyet:Kurumunuzla temas edenlerin memnuniyet derecesi şüphesiz itibar yönetimde büyük bir rol alır. Günümüzde artık pazarlama stratejileri CRM üzerinden yürütülmektedir, paydaş memnuniyeti iletişim ve pazarlama iletişiminin en değerli kıstaslarından birisidir.

84,2 96,1 82,4 99,5

Sadakat:Kurumunuzla temas edenler arasında, fikri sorulduğunda şirketinizi tavsiye edenlerin oranı hem itibarınız açısından önemli bir gösterge hem de karlılığınız için vazgeçilmez bir stratejidir. XRep sadakati ayrı bir boyutta ölçümler. Elçilik:Kurumunuzla temas edenler arasında, fikri sorulmasa bile şirketinizi tavsiye edenlerin oranını ifade eder. Gönüldaş̆lık:Kurumunuz için gönüllü olarak, fayda beklemeden çalışmayı kurumunuzun gelişimi için karşılık beklemeden, katkıda bulunmayı göze alacakların oranıdır. Kaynak:XSIGHTS, İTİBAR ENDESKİ , BAZ 2055, 2012



KAPAK

KURUMSAL İTİBAR, İŞLETMELERİN EN DEĞERLİ VARLIĞIDIR İtibar, günlük yaşam içerisinde çoğunlukla “Saygın, Güvenilir, Değerli” gibi kelimelerle ifade edildi. Bazen “olumlu algı” kelimesinin de bu ifadeler içerisinde yer aldığını görüyoruz. Bir işletmenin geçmişteki faaliyetlerinde bıraktığı izler, mevcut hareketlerindeki kültürel tutumu ve gelecekteki muhtemel yaklaşımı kurumsal itibarının büyük kısmını oluşturmaktadır. ORHAN SAMAST İTİBAR YÖNETİMİ ENSTİTÜSÜ BAŞKANI

İ

tibar, günlük yaşam içerisinde çoğunlukla “Saygın, Güvenilir, Değerli” gibi kelimelerle ifade edildi. Bazen “olumlu algı” kelimesinin de bu ifadeler içerisinde yer aldığını görüyoruz. Bir işletmenin geçmişteki faaliyetlerinde bıraktığı izler, mevcut hareketlerindeki kültürel tutumu ve gelecekteki muhtemel yaklaşımı kurumsal itibarının büyük kısmını oluşturmaktadır. Zaman içinde oluşan ve kolaylıkla zarar görebilen hassas bir kaynak olarak itibar, artık şirketlerin en değerli varlıklarının başında gelmektedir. Bu durum, kurumsal itibarın titizlikle yönetilmesi gerektiğinin anlaşılmasını sağlamış ve işletmelerin kurumsal itibarını geliştirmek ve korumak üzerine çalışmalar yapması gerektiği gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Özellikle krizlerle yaşanan itibar kayıpları işletmelere bu kavramının önemini daha somut olarak göstermiş ve itibarlı

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 56

İTIBAR KONUSU AKADEMİK OLARAK ÇALIŞILDIKÇA SOMUT VE ÖLÇÜLEBİLİR SONUÇLARI OLDUĞU TESPİT EDİLMİŞTİR. İYİ BİR İTİBAR, FİNANSAL DEĞERİ BÜYÜK OLAN SOMUT BİR VARLIKTIR DİYEBİLİRİZ.

işletmelerin krizlerden daha az etkilendiği veya daha az zararla süreci atlatabildiği gözlemlenmiştir. İşletmenin fırsatları değerlendirmesi veya tehditlere karşı korunmasını da sağlayan bir varlık olduğu anlaşılmıştır. Bir kaynak olarak düşünüldüğünde itibar; değerli, taklidi zor, yeri kolay doldurulamayan bir varlık, aynı zamanda kârı artıran ana bileşen olarak da düşünülebilir. İtibar konusu akademik olarak çalışıldıkça her ne kadar soyut bir kavram gibi görülse de aslında somut ve ölçülebilir sonuçları olduğu tespit edilmiştir. Bu sebeple geçmişten farklı olarak “iyi bir itibar, finansal değeri büyük olan somut bir varlıktır” diyebiliriz. İtibar kaybı, şirketlerin ve kamu kurumlarının önlerindeki en büyük risk olarak nitelendirilmektedir. Ülkemizde de son yıllarda bireylerin, kurum ve kuruluşların nasıl itibar kaybettiği ve yaşadıkları itibar krizi sırasında nasıl zorlandıkları ve bazılarının bu krizler sonrasında itibar kayıplarının oluşturduğu finansal zararlar sonrasında faaliyetlerini sürdüremeyecek duruma düştükleri görülmüştür. Kurumsal itibar, kurum kültürü ve kurumun yetkinlikleri ele alınarak, samimiyetle oluşturulan stratejik planlar ve bu planların uygulanması ile yönetilebilmektedir. Uygulamalar sırasında itibar riski analizlerinin yapılması ve itibar ölçümlerinin gerçekleştirilerek faaliyet planlarının revize edilmesi son derece önem arz etmektedir.



GO YAŞAM

Mehmet Emin Barsbey İstanbul Go Okulu Kurucusu mehmet@gookulu.com

Nasıl bu hale geldik

İ

ş hayatında paradigmalar baş döndüren bir hızla değişiyor. Rekabette geri kalmamak için yeni yöntemlere başvurmak artık kaçınılmaz. Ancak her yenilik yanında riskini de getiriyor. Değişmeniz, değişirken riski de yönetebilmeniz, daha doğrusu değişimi yönetebilmeniz gerekiyor. Ve burada en ihtiyaç duyulan özellik “esneklik”. Hatanın bedelinin ağır olduğu ve çalışanların yaratıcı olmaktan çok yanlış yapmamaya teşvik edildikleri iş dünyasında esneklik belki de en az bulunan özellik. Pek tabi bu ‘hadi esneyelim’ diyerek olabilecek bir şey değil. Bir çeşit kişilik özelliği, davranış alışkanlığı. Bu sebeple şirketler çalışanlarını, en çok bu konuda geliştirebilmek istiyorlar. Esnek, şartlara göre düşünebilen ve bakış açısını farklılaştırabilen çalışanlar. Peki yılların beyinleri bugüne kadar gittikleri yönün tersine gitmeye nasıl başlayacaklar? NLP eğitimlerinden yoga atölyelerine kadar türlü yöntemler deneniyor. Yüzeysel bir değişimle bu işin kotarılamayacağı aşikar. Bu sebeple bugüne kadar kullanageldiğimiz araçlardan farklılarını kullanmak gerekiyor. Nasıl bu hale geldik sorusundan başlayalım ve çocukluğumuza dönelim. Bizi belki de en çok şekillendiren alışkanlıklarımızdan biri oyundur. Oynadıkça ve oyunun soyut dünyasında yer aldıkça maliyet ödemeden kararlar almayı, farklı rollere bürünmeyi ve bir yerde hayatı simüle etmeyi öğreniriz. Peki oynadığımız oyunları değiştirerek alışkanlıklarımızı değiştiremez miyiz? Kocaman çocuklar

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 58

olalım ve farklı ip atlama tekniklerine başvuralım demiyorum, ancak klasik strateji oyunlarının gücünden faydalanabiliriz. Klasik strateji oyunları dediğimiz zaman satranç, dama gibi masa üstü oyunları kastediyoruz. Bu oyunların en iddialısı ise Go. Bugün Uzak Doğu’da milyonlar tarafından oynansa da bize hala yabancı. Ve bu bize yabancı oyun aradığımız farklı bakış açısını içeriyor olabilir. Go’da amaç olabildiğince dengeli olmak ve oyun tahtasını paylaşırken rakipten bir adım öne geçmektir. Yani alışageldiğimiz birçok oyundaki gibi düşmanı topyekün bir imhadan ziyade, rekabet ederek birlikte yaşamak söz konusudur. Go basit kurallar üstüne kurulurken, içine girdikçe karmaşıklaşır. Neredeyse, kesin herhangi tek bir strateji yoktur. Birçok durumda kötü olan bir hamle başka bir durumda iyi olabilir. Önce tahta analiz edilir, mevcut konjoktüre, ihtiyaçlara ve fırsatlara istinaden en iyi hamle bulunmaya çalışılır. Amaç bir hamle yaparken birden çok amacı gerçekleştirmektir. Go birçok klasik oyun gibi sizi sabırlı ve dikkatli olmaya teşvik ederken bunun ötesine geçer ve size “esnek” olmayı öğretir. Gerçek olan tek strateji, bir stratejinin olmamasıdır. Belki de bu anlayışı gerçeklikten kopmadan içselleştirebildiğimizde; şirketimiz, çalışanımız ya da dünyamız herhangi bir zorlukla ya da yenilikle karşılaştığında bocalamayacak, derin bir nefes alacak, önyargılarını bir kenara bırakacak ve birçok iyi seçenek arasından en iyisini bulacaktır.


ÇEVRE

Ballıkayalar Kanyonu tehdit altında CANER AKTAN

İ

lk olarak 1995 yılında tabiat parkı ilan edilen ve 1. derecede doğal sit alanı olan Ballıkayalar Kanyonunu birçok tehlike bekliyor. Ballıkayalar Kanyonu ile ilgili yapılaşma projeleri ilk olarak Orman ve Su İşleri Bakanlığı Kocaeli Şube Müdürlüğü’nün “Ballıkayalar Tabiat Parkına Yürüyüş Yolu, foseptik ve WC projesi çizim işi” ihalesinin ortaya çıktı. Projeyle birlikte kanyonun içine tahtadan yollar, seyir terasları ve derenin üzerine asma köprü yapılacaktı. Bu sayede yılda 5 bin olan ziyaretçi sayısını 15 bine çıkarmak hedefleniyordu. Ancak bölgeyi iyi bilen dağcılar, vadi ve tabiat parkının bu kadar insanı kaldırmasının fiziken mümkün olmadığını belirterek projenin sit alanına ticari bir işletme gözüyle baktığını söylüyorlar. Ballıkayalar’ı tehdit eden bir diğer önemli gelişme ise Devlet Su İşleri Genel Müdürü Akif Özkaldı’nın açıklamalarından

Yaklaşık 250 milyon yıllık bir tarihi olan Ballıkayalar Kanyonu yok olma tehlikesi ile karşı karşıya.

Botaş’a ait bir doğalgaz boru hattının geçtiği, bundan dolayı yolu boru hattı üzerinden atlatmanın çok maliyetli olduğu’’ cevabıyla karşılaşmışlar.

sonra yaşandı. Özkaldı, Ballıkayalar vadisini de kapsayan bir baraj projesinden bahsederek “Bu projeyi hızlı bir şekilde revize edip yeniden ele almayı düşünüyoruz. Yıllık 8-10 milyon metreküp su alma imkânı var. Bu çalışmayı tamamlarsak Kocaeli yeni bir baraj daha kazanmış olacak” ifadelerini kullandı. Son olarak da İstanbul Boğazı’na yapımı devam eden 3. Köprü ve Kuzey Marmara Otoyolu'nun bağlantı yollarından birisinin Ballıkayalar’dan geçmesinin planlandığı ortaya çıktı. Bu da vadiye tırmanışa gelen dağcıların üzerlerinde dev bir viyadük görecekleri anlamına geliyor. Yakın zamanda vadinin iki tarafında otoyol ayaklarının yükselmeye başlayacağını belirten dağcılar yolun neden başka bir yerden değil de vadiden geçtiğini sorduklarında ise "Parkın kuzeyinden

Tüm bu gelişmeler üzerine aralarında Kuzey Ormanları Savunması, YDK (Yıldızlılar Dağcılık Kulüp), İDOSK (İstanbul Üniversitesi Doğa Sporları Kulüp), Zirve Dağcılık Kulüp gibi bir çok kulüp ve derneğin yanı sıra bir çok sporcu ve çevrecininde olduğu gruplar bir eylem düzenleyerek yapılan çalışmaları protesto ettiler. Sonuna kadar mücadele edeceklerini belirten ve yaptıkları açıklamada "Demokratik girişimleri ve görüşme çabalarına yanıt alamazlar, yapılan görüşmeler sonuçsuz kalırsa ya da vadide çalışmalar sürdürülürse; Ballıkayalar nöbeti, çalışma araçlarının karşısına çıkma gibi seçenekleri de değerlendireceklerini'' belirten gruplar Kocaeli Barosu Çevre Komisyonu ile de görüşerek dava açmaya hazırlanıyorlar.

HUKUKİ SÜREÇ BAŞLATILACAK

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 59


RÖPORTAJ

KALP gözünüz

AÇIK

OLSUN Röportaj BERMA SUTUĞ AYDIN

Kalp cerrahı Mehmet Susam, 2009 yılından beri Memorial İstanbul Hastanesinde Prof. Dr. Bingür Sönmez’in ekibinde, haftanın 5 günü operasyonlara giriyor. Aynı zamanda biyomedikal mühendisi olan Mehmet Susam, tam bir adrenalin bağımlısı. Mesleklerinin yanı sıra, madalyalı kürekçi, balıkadam lisanslı dalgıç, motosiklet yarışçısı, FAI D lisanslı paraşütçü, yamaç paraşütü eğitmeni, dağcı ve snowboard kayakçısı. Uçma hayalini, bir araca binerek değil, kendi kanatları ile gerçekleştiren Mehmet Susam, ekstrem sporların en uç noktası olan wingsuit sporunu yapan, ülkemizdeki en tecrübeli kişi. Kendisi ile cerrahlık hayatından kalp sağlığına, hobi olarak başladığı ekstrem sporlardan, hayallerine varıncaya dek bir çok konuda gerçekleştirdiğimiz keyifli sohbeti siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 60


RÖPORTAJ

Doktor olmamı annem istedi Büyüyünce doktor olacağım diyor muydunuz, tutkunuzu yaşıyor musunuz? 5 yaşında iken, büyüyünce kalp ameliyatı yapan doktor olacağım dermişim. Fakat lise çağları boyunca, üniversite meslek tercihinin en çok anksiyete yarattığı ve o düşüncelerin fırtına gibi estiği yıllarda kendim için düşündüğüm tek meslek mühendislikti. Ya makine, ya elektronik, ya da mekatronik mühendisliği. Annem de doktor olmamı istiyordu. O dönem, annemin hasta olduğu yıllardı. Annem hastayken hevesini kırmamak, biraz da kendi dürtülerimi şişirerek, tıp tercihi yaptım. 1991 yılında Hacettepe Tıp Fakültesi, İngilizce bölümünü kazandım. 3 yıl boyunca tıp okumayı istemeyerek değiştirmek için üniversite sınavına yeniden girdim. Her sınavda bir önceki aldığım puandan daha yüksek puan aldım. Hocalarım ve fikirlerine saygı duyduğum büyüklerimin tavsiyesinden daha çok ağır basan şey, annemin benim doktor olacağıma hevesleniyor olmasıydı. Bu nedenle tıpta kalmaya karar verdim.

Kan dışarı akıyor diye panikledim İlk operasyonunuzu merak ediyorum. Neler hissettiniz? İlk kalp cerrahisi gördüğümü mü yoksa kalbe kendim dokunduğum operasyonu mu? İkisinin de çok farklı anıları vardı. İlk açık kalp ameliyatını görme sözünü aldığım gün, çok karmaşık, kötü bir vaka vardı, bir aort diseksiyonu vakası yani aortun yırtılması. Biz açık kalp ameliyatı yaparken kalbi durdururuz ve dolaşımı dışarıdan çeviririz yani akciğer ve kalp fonksiyonunu dışarıdaki

1300 CC OLDU, 1700 CC DERKEN 2500 CC OLDU VE BİR AN ACABA BİR ŞEYLER TERS GİDIYOR DA BUNU TEK GÖREN BEN MİYİM DİYE. ORADA KAHRAMAN OLMAK İÇİN ATILDIM VE “HASTANIN KANI DIŞARI AKIYOR” DEDİM. HOCA GÜLMEYE BAŞLADI VE “BİRİ ŞU ÇOCUĞU SUSTURSUN HER ŞEYE ATLAMASIN” DEDİ.

cihazlar yapar, kanı temizler, oksijenler ve vücuda pompalar. Fakat eğer aort sağlam ise belli bir basınçla bu dolaşımı aorttan verip kalbi ameliyat ederiz. Eğer aort hastaysa veya aort yırtılmış ise aortu değiştirmek veya onarmak zorundayız. Bu durumda dolaşımı “Total Sirkülatuar Arrest” diye bir tekniği ile veriyoruz. Ben de okumuşum, öğrenmişim, güya çalışkan stajyerim ya bunu vücut dili ile de yansıtıyorum, bir yandan da hocaya bazı sorular soruyorum. Ameliyatın en kritik aşaması vücuttan kan boşaltılıyor ama ben o kanın boşaltıldığını bilmiyorum, bidonun içine hızla kan dolmaya başladı, normalde onun içinde 500-700 cc bir kan tampon olarak durur. 1300 cc oldu, 1700 cc derken 2500 cc oldu ve ben panikledim, bir an acaba bir şeyler ters gidiyor da bunu tek gören ben miyim diye. Orada kahraman olmak için atıldım ve “Hocam hastanın kanı dışarı akıyor” dedim. Hoca gülmeye başladı ve “biri şu çocuğu sustursun öyle her şeye atlamasın” dedi. Sonra orada Total Sirkülatuar Arrest’in ne demek olduğunu öğrendim. Bu işi yapan insanlar gözüme tanrı gibi gözükmeye başladı, bu adamlar nasıl adamlar dedim. Vücuttaki kanı boşaltıyorlar, hasta 40 dakika içinde kan dolaşmayan, ölü bir et yığını olarak yatıyor, ondan sonra vücuda tekrar kan dolaşıyor ve ertesi gün yoğun bakımda hasta kebap yiyor.

Kalbe ilk temasınız nasıl oldu? Kalbi ilk kez elime aldığım andaki duygularım inanılmazdı. Hayatım değişti diyebilirim. 15 yıldır kalp cerrahıyım, binlerce ameliyat yaptım, hala bir hastanın kalbinin dış zarını açıp, kalbi avucuma aldığım andaki hislerim ilk günki gibi. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 61


RÖPORTAJ Elimizin altında yatanın bir canlı olduğunu hiçbir zaman akıldan çıkarmamakla beraber o fikre de fazla kapılmamamız ve bu düşünceyle objektif davranmamız lazım. Bu mekanik şeyi, dokuyu kesiyorsunuz, göğsünü açıyorsunuz, kemiğe geliyorsunuz, testere ile o kemiği kesiyorsunuz ve ayırıyorsunuz. Ondan sonra kalbin önündeki dokular ve kalpten önceki diğer dokular var onları açıyorsunuz. Kalbin dış zarı vardır onu da açıyorsunuz ve bir bakıyorsunuz ki içeride böyle oynayan bir şey. İşte bu çok farklı bir his. İçeride oynayan bir cisim var, bir motor, bir pompa, bir kalp var. O kalp ki insanlık tarihi boyunca birçok güzel şeyin, aşkın sembolü olmuş ve orada oynuyor. Kalbi tamamen avucumuzun içerisine alıyoruz, kaldırıyor, evirip çeviriyoruz. Bir yandan kalp atmaya devam ediyor ama o kadar hassas bir organ ki avucuma aldığım, hatta dokunduğum anda bozulmaya ve düzensiz atmaya başlıyor. Rahatsız oluyor, orada başka bir canlı olduğunu anlıyor sanki. Siz de onu başka bir canlıymış gibi düşünüyorsunuz.

Dört duvar arasında cips yiyip, bilgisayar başında bir nesil olduk Hastalıkların artışının nedenleri size göre neler? Şimdi üç milyon yıllık bir tarihi olan insan türü diye bir türüz ve bence Allah’ın yarattığı en defolu canlı biziz. Dindar bir adam olarak söylüyorum bunu, insan türünün bir evrimleşme süreci var doğanın bir gerçeği bu bütün canlılar hala evrimleşmekteler. Çünkü dünya değişiyor, doğa değişiyor, hele hele son 20 yıl içinde değişken koşullara adaptasyon, canlı türünü devam ettirmesi için şart olan bir doğa kanunu var. Bir sonraki jenerasyona bunun aktarılış şekli genetik olarak olmuyor, ama eğitimle oluyor, her canlı küçüğünü eğitir. Evrimleşe evrimleşe belli bir noktaya gelmiş insanlarız. 1800’lü yıllara kadar işte günde yaklaşık 35 km yürüyen 4500-5000 kalori harcayan, tarlasını süren, hayvanının peşinden koşan, ekmeğini kendisi yapan, gıdasını kendisi üreten, can güvenliğini kendisi sağlayan, barınağını kendisi yapan, bir tür iken, ne oldu da dört duvar arasında yaşayan, cips yiyen, bilgisayarın klavyesine dokunmanın dışında enerji harcamayan, ağaçlarla bir olmayan, suya girmeyen, tabi sitedeki havuzdan bahsetmiyorum, doğanın değişkenliklerini yaşamayan, evinde 24 derece sıcaklığa kaloriferini ayarlayıp yaşayan canlılar haline geldik. İşte bunun yüzündendir şeker hastalığı, obezite, metabolik sendrom ve çağın hastalığı diye anılan tüm hastalıklar. İnsan olmamızın üstünlüğü olan bilişsel becerilerimizi elbette OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 62

İNSAN OLMAMIZIN ÜSTÜNLÜĞÜ OLAN BİLİŞSEL BECERİLERİMİZİ ELBETTE KULLANACAĞIZ AMA BİZİM BİR DOĞAMIZ VAR VE DOĞAYLA İÇ İÇE YAŞAMAMIZ LAZIM. BİZ DOĞANIN BİR PARÇASIYIZ. DOĞADAN NE KADAR İZOLE OLURSAK KENDİMİZDEN DE O KADAR UZAKLAŞIRIZ.

kullanacağız ama bizim bir doğamız var ve doğayla iç içe yaşamamız lazım. Biz doğanın bir parçasıyız. Doğadan ne kadar izole olursak kendimizden de o kadar uzaklaşırız.

Bypass ameliyatları kalkacak Konjenital yani doğuştan kalp bozukluklarının embriyonal hücre tedavisi ile çözümü var mı? Elbette ki bir sürü çalışma var bu konuda ve hatta bence bu çalışmalar kalp cerrahlarını işsiz bile bırakabilir. Bundan belki 20 yıl sonra bypass ameliyatı diye bir şey olmayacak, kalbin anatomisini değiştirmeye yönelik, doğuştan hastalıkları düzeltme ameliyatları belki devam edebilir. Gözden kaçmış, tanısı zamanında konmamış, çocuk anne karnındayken erken teşhis konmamış bazı hastalıkların, anatomik bozuklukların tedavisi ancak cerrahi olabiliyor. Belki bu tür ameliyatlar devam edecek ama bizim vaka potansiyelimizin yaklaşık yüzde 70 ini oluşturan bypass ameliyatı ortadan kalkacak. Benim öngörüm bu.

Peki bu hastalıkları daha anne karnındayken genetik tetikleyicileri bulmak konusunda ne kadar başarılıyız? Genetik tetikleyiciler, zaten varolan ve kaçınamayacağımız riskler. Bunlar genetik kodlamamızda yazılı olan riskler. Kalp hastalığına mahsus olan genetik tehlikeleri önceden ön görmek için genetik bilimine


RÖPORTAJ ihtiyaç duymamıza gerek yok. Bir kişinin ailesinde, annesine, babasına, yakın akrabalarına erken yaşta kalp krizi teşhisi konmuşsa zaten o risk vardır. O kişinin akıllı yaşaması ve önlem alması lazım. Fakat şöyle bir şey yapabiliriz. Gen transferi ile tedaviler var. Erken yaşlarda bir gen tedavisi ile bu riski ortadan kaldıramasak da azaltmak mümkün olabiliyor. Kişiden kök hücresi alınıp, belli başlı fonksiyonları kazanabilecek şekilde farklılaştırma işlemlerine tabi tutan teknolojiler var, bu teknolojiler sonrasında bir organda varolan milyonlarca hatalı hücre yerine, hatası düzeltilmiş hücreleri ekleyip, kısmen olumsuzlukları düzeltmek mümkün olabilir.

Kalp hücreleri kansere karşı dirençli midir? Kalp kanseri diye bir şey duydunuz mu? Kesinlikle dirençlidir. Vücuttaki en yüksek dirençli hücrelerdendir. Kalp kanseri diye bir şey duydunuz mu? 15 yıllık cerrahlık hayatımda 5 den fazla bu vakaya rastlamadım. Çok nadir ortaya çıkıyor ama çıktığında çok ölümcül seyrediyor çünkü kalbin her cm küpü değerli ve stratejik anatomiye sahip. Kalp kası niye kansere dirençli, çünkü kalp kaslarının her biri birer professor gibi, yani çok uzmanlaşmış hücreler. Çok spesifik bir işi yapan çok kalifiye hücreler. Nasıl cahil insan yanlış yola sapmaya meyillidir fakat ehil insan yanlış yola sapmaz işte bu kalifiye hücreler de öyle genlerini fazla kullanmazlar, zaten onlar işi öğrenmiştir, fonksiyonlarını yapan organellerini o yönde geliştirmişlerdir. Genleri pek kullanmadıkları için hücre yenilenmesi de olmaz, zaten öyle bir ihtiyaç da yoktur.

Hasta halüsülasyon görebiliyor Kalp nakli yapıldığında hastanın duygularında ve davranışlarında bir değişme oluyor mu? Branşım olmasına rağmen özellikle kalp nakli olmuş insanlar da huy değişikliği var mı yok mu diye bir çalışma hatırlamıyorum. Ama açık kalp ameliyatı geçirmiş hastalarda huy değişiklikleri gibi binlerce çalışma var bunlardan bir çoğunu okudum. Huy değişikliği yani sevdiği bir şeyi sevmez hale geliyor, sakin bir insan iken çok agresif hale geliyor veya agresif bir insan sakin bir insan oluyor gibi. Bunun sebebi olarak çok şey iddaa ediliyor ama temelde yatan sebep dış dolaşım yani kalp akciğer makinası kanı alıyor, dışarıdan çeviriyor ve kan hücrelerine bir darbe indiriyor. Kanın akış şekli

GÜNDE BİR KADEH ŞARAP, BİR TEK RAKI, BİR BARDAK BİRA, YARIM ÖLÇEK VISKI, KOLESTROLE FAYDASI VAR. AMA SİGARANIN ETKİSİ BÖYLE DEĞİL. TEK BİR FIRT ÇEKMEK VEYA O ORTAMDA BULUNMAK BİLE KORKUNÇ ZARAR VERİYOR.

normal bir kalbin pompaladığından çok daha farklı bir şekilde daha hızlı dönüyor ve atımlı bir şey olmuyor. Kalp atarak emme basma gibi kan pompalıyor ama bizim cihazlarımız sürekli yani doğru akım şeklinde kan pompalıyorlar. Sürekli belli bir hızla akan kanı atımlı modda çalıştırmak da mümkün ama atımlı modun da başka sakıncaları var. Kan hücresi tramvası daha fazla oluyor. Hani fayda maliyet analizi yaptığınız zaman atımlı olanı çok tercih etmiyoruz, doğru akımı tercih ediyoruz. Dolayısı ile bu da alışık olduğunuz dışında etki gördüğünden bütün organlar kendince buna cevap veriyorlar. Mesela buna çok dramatik cevaplar veren hastalarımız oldu. Post-perfüzyon sendromu dediğimiz, hasta yoğun bakımda yatıyor, kalp ameliyatı olmuş çok güzel, bypasslar açık, solunum cihazından ayrılıyor, her şey yolunda. Tam yoğun bakımdan çıkacak hasta hezeyanlar görmeye başlıyor. Kendini başka zamanlarda yaşayan, başka bir şey zannedebiliyor. Yani gerçeği değerlendirme yetisi kaybolarak hastanın bütün bilinçsel fonksiyonlarında değişiklikler oluşabiliyor.

Alkolün tek damlası bile haram Kalp sağlığı açısından alkol ve sigaradan uzak durmamız gerekiyor. Fakat bazı uzmanların dediği gibi şarabın antioksidan olduğu için faydası var mı? Şimdi bu önemli bir soru ve bu sorulmasa bile ben bu konuyu ile ilgili konuşacaktım. Önce dini açıdan konuya gireyim, alkolün bir damlası bile haram ve iyi ki haram. Çünkü insan, bunun dozunu ayarlamaya yeterli zekaya sahip bir varlık değil. Çok mantıklı bir kural bu niye, çünkü alkolün bir damlası vücuda zararlı mı değil, doğal yoldan piyasada üretilmiş zaten bir çok içki var. Şimdi fermente alkol, etil alkolün düşük dozlarda kolesterol metabolizmasında HDL ve LDL olarak ikiye ayrıldığı bir taşıyıcı protein var. HDL hayırlı, LDL lanet yani bunun açıklaması şöyle biri yüksek yoğunluklu protein, diğeri düşük yoğunluklu. Şimdi HDL’yi düşük dozlarda alkol yükseltiyor. HDL ne iş yapıyor dokulardan arta kalan, biriken kolestrol yağ asitlerini topluyor, dokulardan karaciğere götürüyor, karaciğer onu bir şekilde safra OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 63


RÖPORTAJ

olarak veya hormon üretiminde kullanıyor ve depoluyor. Kronik alkolizmindeki karaciğer yağlanmasının sebebi bu. İçeriden gelen alkol yağa dönüşüyor ve orada biriktiriliyor. Birde HDL ile geri dönen yağlar karaciğerde birikiyor. İki yöntemde de birikme nedeniyle karaciğer yağlanması oluşuyor. Alkol düşük dozlarda HDL’yi yükseltiyor, dozu arttıkça LDL’yi de yükseltiyor ve LDL’deki yükseliş daha keskin çıkıyor. Kişiden kişiye çok değişiyor ama afaki bir rakam söylersek; günde bir kadeh şarap, bir tek rakı, bir bardak bira, yarım ölçek viski, bu miktarlardaki alkolün kolestrol metabolizmasına kesinlikle faydası var. Bir parantez açayım, sigaranın etkisi böyle değil. Sigaradan tek bir fırt çekmek veya o ortamda bulunmak bile korkunç zarar veriyor.

Ayaklarımızı kullanalım

Kendi kanatları ile uçan insan

Kalp yükünü arttırmadan yapılabilecek egzersizler nelerdir? Şimdi insanın bir doğası var ve dört duvar arasında yaşamamalıyız dedik. Fakat tutup da gördüğümüz her dağın tepesine tırmanmaya, fizyolojik kapasitemizin üzerinde koşmaya, ya da kaldıramayacamız ağırlığı kaldırmaya çalışmayacağız. Psikolojik anlamda da bu böyle, kaldıramayacağımız bir stresin içine girmeyeceğiz. Sadece kendimizi dinleyeceğiz vücut zaten o sinyali veriyor. Mümkün olduğunca ulaşım için ayaklarımızı kullanacağız, kendi doğamızda olan şeyleri kullanacak ve doğal yolları tercih edeceğiz.

Siz neden neden ekstrem sporları tercih ettiniz, adrenalini seviyor musunuz? Her insanın farklı arayışları ve zevkleri var. Ben 300 yıl önce yaşayan biri olsaydım, tarla süren, dağlar da yürüyen, hayvanlarını otlatan biri olsaydım, bu merakların hiçbiri olmayacaktı. Zaten doğanın içinde olduğum için öyle bir açlık yaşamayacaktım. Küçük yaşlardan beri metabolizmamın hızlı çalışmasından dolayı, her şeyi hızlı yapma eğilimim var. Doğa sporlarının tamamını denedim, bazılarını profesyonel, lisanslı olarak yaptım. İlk 11 yaşında kürek çekmeye başladım. Komşumuz, “Sen iyi kürekçi olursun, abilerin uzun sen de uzayacaksın, iri yarı bir ailesiniz, gel ben seni küreğe götüreyim, bu çok profesyonel bir spor çok beğeneceksin”dedi. Gerçekten çok hoşuma gitti ve 14 yıl ve bunun 6 yılı aktif sporcu olarak kürek sporu yaptım. Hatta iki kez Türkiye şampiyonluğum var. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 64

Uçma merakı nereden geliyor?

ŞİMDİYE KADAR TOPLAM 2 BİN 2 YÜZ UÇUŞ YAPTIM. İNSANOĞLUNUN DOĞASINDA UÇMAK DİYE BİR ŞEY YOK. HAVA ARACINA VEYA JETE BİNMEK, YAMAÇ PARAŞÜTÜ İLE ATLAMAK, BUNLAR UÇMAK DEĞİL. UÇMAK ELBİSE GİYİP BELLİ BİR AÇIDA SÜZÜLMEK VE KENDİ VÜCUDUNLA UÇMAKTIR.

7 yaşındayken bir akrabamız 5 tane saka kuşu hediye etti. Zaten küçük yaştan beri kuşları çok seviyorum. Uçma arzusu, kuş sevgisinin bir sonucu. Kuş besledikten, onlarla yaşamaya başladıktan sonra onların nasıl mucize yaratıklar olduklarına iyice şahit oldum. Abim; “sen aslında insan değilsin kuşsun ama doğuştan eksik doğmuşsun ve kanatları da protez taşıyorsun” der. Bu benim çok hoşuma gider. Uçma serüveni ise 1989 yılında windsurf eğitimi alarak başladı. Çok keyifliydi fakat fazla vakit ayıramadım. 92’de paraşütçülüğe başladım, o zaman Türkiye’de paraşütçülük biraz kısırdı, ancak 20 günde 5 atlayış falan yapabiliyorduk. Sonra 94’de yamaç paraşütüne yöneldim. 94 ile 99 arası çok yoğun bir şekilde yamaç paraşütü ile ilgilendim, şimdiye kadar toplam 2bin 2 yüz uçuş yaptım. İnsanoğlunun doğasında uçmak diye bir şey yok. Hava aracına veya jete binmek, yamaç paraşütü ile atlamak, bunlar uçmak değil. Uçmak elbise giyip belli bir açıda süzülmek ve kendi vücudunla uçmaktır. Türkiye’de wingsuit giyip uçaktan atlamış yaklaşık 30’un üzerinde paraşütcü var. Ciddi olarak eğitim görmüş 8 kişi var. Wingsuit jump yapabilmek için ciddi bir tecrübe gerekiyor yani uçaktan en az 250-300 wingsuit atlayışı gerekiyor. 1902 de Wright kardeşlerin ilk motorlu uçuşu gerçekleştirmesi insanlık tarihinde ciddi bir dönüm noktası ve havacılığın başlangıcı olarak gösterilse de winsuit giyip uçabilmek bence daha önemli. Açıkçası


RÖPORTAJ

proje de uzaktan monitorizasyon. Riskli hastaların üzerine basit bir parça yapıştırıp küçük bir sensörü olan cep telefonu ile bağlantı kuruluyor. Ritimde bir bozukluk olduğu zaman ya da kanın oksijenlenmesinde bir bozukluk olduğu zaman bunu merkeze aktaran ve önceden haber veren, kişinin sıkıntı yaşayacağını veya kalp krizi geçireceğini haber veren bir sistem. GSM şebekesi destekli çalışan bir ağ. Böylece erken uyarı sistemi ile de yanındaki cep telefonu ötecek ya da daha önceden tanımlı 3-5 tane numaraya mesaj atacak. Yakınında kim varsa ona haber verecek.

insanların kendi kanatlarıyla uçabildiği bir çağa girdik ve bundan sonra neler olacak tahmin edin diyorum.

Tek hayalim baba olmak Yapmayı hayal ettiğiniz başka neler var? Yaşamım boyunca hayal ettiğim ve çok erişilmez olarak gördüğüm şeylerin bir çoğuna kavuştum. Hayaller gerçekleştikçe sayısı da artıyor, insan doyumsuz bir varlık. Aslında insanın en ilkel, en doğal ve en temel şeyini hayal ediyorum. Beni bunların hepsinden daha çok doyuracak olan şey çocuk sahibi olmak.

Erken teşhis için cihaz projemiz var Mesleğimde hedeflediğim ve halen gerçekleştiremediğim birkaç şey var. İnsan sağlığına çok katkı sağlayacak bir mühendislik ürünü ortaya koymak ya da kalp cerrahisi teknolojisine ciddi bir katkı sağlamak. Bununla ilgili birkaç çalışmam var. Mesela hastaya spesifik model kurmak, görüntü kaynaklarından eko, tomografik emar, doppler gibi bir çok şey. Hastanın dolaşım dinamiğinin gerçeğe yakın modelini oluşturup ameliyatın simülasyonunu yapmak ve o ameliyatı nasıl yaparsam daha verimli olur diye optimize etmek bu şekilde o optimizasyonu bilgisayar başında yapıp ondan sonra gidip ameliyatı yapmak. Bu güzel bir proje olur ani kalp cerrahisi tarihine birçok şey kazandırabilir onun dışında çok basit ama çok korkunç sonuçlara yol açan ve hala ülkemizin en büyük sorunu olan romatizmal kapak hastalıkları var. Onların erken teşhisini yapabilmek amacıyla elektrik mühendisi bir arkadaşımla, bir cihaz geliştirmek gibi projemiz var fakat onda çok adım atamadık. Başka bir

EN ZOR ONARILAN ORGAN KALPTİR. BU NEDENLE ONU KIRMAMAYA GAYRET ETMEK LAZIM. KALP KIRIĞININ TAMİRİNİNDE EN İYİ YÖNTEMİ DOĞADAN GEÇİYOR.

Sevgi herşeyin ilacıdır Kırık kalplere bir çözümünüz var mı? Onarmak mümkün mü? Çok zor bir soru. En zor onarılan organ kalptir. Bu nedenle onu kırmamaya gayret etmek lazım. Kalp kırıldığında tepkileri nasıl olur, mesela düzensizleşir, kan dolaşımı ve atım şekli değişir. Kalp kırığının tamirininde en iyi yöntemi doğadan geçiyor yani doğa ne ise o. İnsan kalbinin içinden ne geliyorsa onu dışarı çıkaracak, içinde tutmayacak ve diğer kalplerden gelen sevgiyi direk kalbinin içine alacak ki o kalp tamir olsun. Sevgi ile iyileştirilemeyecek hiçbir şey yoktur.

Peki kalp gözü açık deriz ya, kalbin gözü var mı? Var tabi, kalbin gözü esas gözümüz aslında. Mevcut gözümüz, optik oto sensörler ile bazı şeyleri ama kalbin gözü her şeyi görür. Etrafımızda gelişen her şeyi kalp gözüyle görürüz. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 65


SATIŞ Ümit Ünker Satış koçu ve Eğitmen umit@umitunker.com

Satmak için önce müșteri olmak gerekir

P

rofesyonel bir satışçı müşteri gibi düşünmelidir. Müşterinin düşüncelerini anlamalı, beklentilerininin farkına varmalı ve bunları tüm satış süreçlerine aktarmalıdır. Bazı zamanlar satış ekibini de tıpkı bir müşteri gibi denetlemelidir. Bu kurgu kendisine ve ekibine müşteri yönünden düşünebilme yetisini katar. Müşteri olarak çok beğendiğiniz ve kafanızda iyi bir yerde konumlandırdığınız ve sizde yüksek marka değeri oluşmuş bir firmanın mağazasına yada temsilciliğine, ofisine gittiğinizde kimsenin sizinle ilgilenmediğini, personelin kendi arasında şakalaşarak zaman geçirdiğini düşünün. Karşılaştığınız bu olumsuz tablo firmanın olumlu imajının sonudur. Profesyonel bir satış yöneticisi kendini sadece organizasyonun başında insanları çalıştıran bir kişi olarak görmemelidir. Birçok farklı açıdan düşünebilmeli, empati kurabilmeli ve davranışsal özellikleri iyi analiz edebilmelidir. İlk olarak “Ben müşteri olsaydım bunu alır mıydım?” sorusunu sormalı ve bunun cevabını bulmalıdır. Müşteri olarak eğer ikna olur ve sunulan ürün ve/veya hizmeti alırsak, karşı tarafta yer alan müşteri de alacaktır. İnsanlar; n İhtiyacı olduğu için satın alır. n İleride ihtiyacı olabileceğini

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 66

düşündüğü için satın alır. n Ürüne sempati duyduğu için satın alır. n İndirimde diye satın alır. n Arkadaşından beğendiği için satın alır. Ama kimse bir ürün yada hizmetten etkilenmediği zaman “SATIN ALMA” kararını vermez. Demek ki buradaki birincil strateji, müşteride ihtiyaç algısı ve ürün ya da hizmet ile arasında duygusal bağ yaratacak sempati algısını doğru şekilde yaratmak olacaktır. Bu da bize SAT(mak) eylemini gerçekleştirecektir. Satışçı müşterilerine beğeneceği bir yaşam biçimi sunarken neyi sunduğunu iyi bilmeli ya da daha önce deneyimlemiş olması gerekmektedir. Örneğin, hayatında hiç el terminali kullanmamış ya da cep telefonu kullanmamış satışçının bu ürünleri satma becerisi, kullanan kişilere göre çok daha az olacaktır. Ya daha önce tecrübe sahibi olmalı ya da iyi bir oryantasyon sürecinden geçmelidir. Müşteri gözüyle bakmak ve müşteri gibi düşünmek son derece önemlidir. Philip Kotler şöyle der: “Bazı müşteriler sadece ürünü değil, diğer kişilerle ortak bir yaşam biçimini de satın almaktadır.” Çok önemli bir noktadır bu. Dolayısıyla ürünlerinizi ve/veya hizmetlerinizi hedef kitlenize satarken, mümkün mertebe, onların neler düşündüğünü de hesaba katmalısınız.


FİNANS

Hızlı ve B çözüm odaklı bankacılık 1997 yılında HABAŞ grubu tarafından Özelleştirme İdaresi’nden satın alınan Anadolubank A.Ş. halen 116 şubesi ile faaliyetlerini sürdüren %100 TÜRK SERMAYELİ bir kuruluştur. 2015 yıl sonuna kadar 150 şubeli bir banka hedefi ile yoluna devam etmektedir.

ankamızın misyonu , müşterimizi merkeze koyarak yüksek katma değer yaratmak, müşterilerine talep ve beklentileri doğrultusunda en kaliteli hizmeti vermektir. Anadolubank’ın Ticari Bankacılık kültürünün temelinde, müşterileri ile uzun soluklu, kalıcı işbirliği ve derinleşme ortamı yaratabilme gücü yatmaktadır. “Müşteri Odaklı yaklaşım olmazsa olmazımızdır.” Bankamız, çağdaş risk yönetimi ilkelerinden ödün vermeksizin rekabetçi fiyatları ve yenilikçi uygulamaları ile sektöründe fark yaratmaktadır. Toplam aktiflerinin %66 lık kısmını reel sektöre kredi vererek sektör ortalamasının üzerinde plasman gerçekleştirmektedir. Şubat 2013’te Bankamızın 100. şubesi olarak hizmete giren DES Şubemiz tecrübeli ekibi ile müşterilerimizin Ticari, İşletme ve Bireysel Bankacılık ihtiyaçlarını karşılayacak bir Finansal Market formatında hizmet sunmaktadır. Finansal Market formatı grup bünyesinde yer alan iştiraklerimizin faaliyet gösterdiği sektörlerde müşterilerimize ilave hizmet sunmasına aracılık etme imkanı anlamına gelmektedir. Bu kapsamda, Anadolu Leasing, Anadolu Faktoring, Anadolu Yatırım, Anadolu N.V Hollanda gibi finansal grup şirketlerimizle

müşterilerimize finansal hizmetler sunmaktayız. Bankamızın büyüme azmi ve hevesi neticesinde iş alış süreleri, esnek kredi vade ve ödeme imkanları gibi alışılmış dışında hızlı hareket etmesi müşterilerimiz üzerinde pozitif etki yaratmakta ve bankamıza olan bağlılığını da arttırmaktadır. Bankacılık sektöründe genel olarak bakıldığında müşterilere sunulan ürün ve hizmetler oldukça birbirine yakın görünmekle birlikte buradaki farkı ortaya koyan unsurun çalışan faktörü olduğu bilinmektedir. Bu fark da Anadolubank ailesinde fazlası ile mevcuttur. DES Şubemizde müşterilerimize sunduğumuz bazı özel ürünlerimiz şunlardır; KONUTU SERMAYE YAPAN KREDİ; 3 ay ödemesiz, 5 yıla kadar vade seçenekli sermaye kredisi ORGANİZE SANAYİ PAKETİ; devre sonlarında ödemesiz nakit kredi, ilk çek karnesi ücretsiz, temlik karşılığı kredi, Kimseye Borcum Kalmasın Güvence Planı sigorta paketi, acil ihtiyaçlar için hazır para KOSGEB’E GEÇİŞ KREDİSİ; KOSGEB üyesi müşterilerimize avantajlı faiz oranları ile kredi POS, ÇEK KARNESİ, KMH, SİGORTA; avantajlı şartlarla bu ürünlerimizle de müşterilerimizin yanındayız.

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 67


Bilişim Levent Karadağ e-Dönüşüm Uzmanı

E-ticaret çiftçiliğe benzer

Y

aklaşık on yıldır e-ticareti toplumun çeşitli kesimlerine anlatmaya çalışıyorum. Aşağı yukarı her hafta verdiğim seminerlerde, katıldığım toplantılarda e-ticareti ve faydalarını anlatıyorum. Ancak insanların büyük çoğunluğu e-ticareti pek kavrayamadıklarından olsa gerek işleri, bilgisayar konusunda teknik becerisi olan insanlara bırakıp e-ticaretin ülkemizde başarılı olmayacağına kendilerini inandırmışlar. Oysa ki e-ticaret, çiftçiliğe benzer. Ekme, sulama, çapalama, yaban otları ayıklama gibi uzun süreli emek sonucunda çitçi iyi bir hasat elde eder. Geçenlerde verdiğim bir seminere, Anadolu’nun çeşitli illerinden firma sahipleri katıldı. Katılanların beklentileri, finansal daralmayı atlatmak için işlerinde interneti etkin kullanmaktı. Bu kişilerden bazıları, mağazacılığın yanında çiftçilik ile de uğraşıyorlardı. E-ticareti, nasıl anlatacağımı düşünürken çocukluğumun geçtiği Ardahan’daki çiftçilik günlerimizi hatırladım. Geniş alana yayılmış arpa, buğday ve patates tarlalarımızdan nasıl hasat elde ettiğimizi düşündüm. İyi bir hasat almak için sabırla emek verilirdi. İnternetin yeniden şekillendirdiği pazar koşullarında ticaret yapmanın da çiftçilik gibi sabır ve uzun süreli emek gerektirdiğini söyleyebilirim. Çiftçi için zaman içinde devamlı olan tek şey hasat yasasıdır. Ve ona dair hızlı ve kolay hiçbir şey yoktur. Ekme, sulama, çapalama, yabani otları ayıklama ve güzel bir ekin yetiştirme işlerine gireriz ve bir süre hiçbir şey görmeyebiliriz. Eticarette de kısa zamanda sonuç beklemek yanlıştır, önce emek vermeniz gerekir. Biraz detaylandıracak olursak; 1. Toprak ve ürün iyi olmalıdır; İşe önce kapsamlı bir pazar araştırması ile başlanmalıdır. Tıpkı çiftçinin uygun bir toprağı bulması gibi. Bu araştırma ile pazarın yapısı, tüketici alışkanlıkları, trendler, rakipler hakkında bilgi edinilir. Bunun için internette çok sayıda web araçları vardır. Sonra kaliteli ürününüzün internet aracılığıyla satılabilir olması konusunu araştırmalısınız. Sosyal paylaşım siteleri ve sosyal medya analiz araçları iyi kullanılmalıdır. 2. Ekin yapacak çiftçi işin uzmanı olmalıdır; Deneyimli çiftçiler, tohumları tarlaya ustaca serpiştirirler. Aksi takdirde tohumlar boşa

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 68

harcanabilir. Öncelikle kullanacağınız e-ticaret platformu esnek yapıda olmalıdır. Yani, ürünleri siteye siz koymalı, vitrinleri istediniz sıklıkla ve şekilde düzenleyebilmelisiniz. E-ticaret siteniz, mevcut ticari uygulama ve kargo ile entegre şekilde olmalı. E-ticareti, sosyal paylaşım ortamlarına taşımalı, sosyal paylaşım ortamlarını iyi dinlemelisiniz. Tedarikçi firma, sizin sektörde deneyimli olmalı ve önümüzdeki 3 yıl içinde kapanma riski taşımamalı. Müşteri destek hattı memnun edici olmalı. 3. Sulama; Ekin, yeterince sulanmayınca filizlenmeden kurur gider ve elinizde çorak bir tarla kalır. Aynı şekilde e-ticaret sitesini yapmakla müşteri kendiliğinden gelmeyecektir. Öncelikle eticaret siteniz ve ürünleriniz arama motorlarında görünür olmalı. Sitenizin müşteri ve müşteri adaylarına düzenli e-bültenler göndermelisiniz. Sosyal paylaşım ortamlarında gruplarınızı doğru bilgilendirmeli, onların fikirlerini değerlendirip, hayata geçirmelisiniz. 4. Çapalama; Tarlayı belirli zamanlarda çapalamazsanız, yeterince verim alamazsınız. Eticaret sitenizin performansını sürekli izleyerek, tıkandığı noktalara hızlı çözümler bulmalısınız. Yani, sitenize gelen ziyaretçilerin, davranışlarını ölçecek sistemler kurmalı, bunlar aracılığıyla, ürünlerinizin bulunduğu sayfalara gelen ziyaretçi sayısı, sitede kalma süreleri, siteyi terk ettiği noktalar gibi ölçümler elde etmelisiniz. Ayrıca, başka sitelerle iş ortaklıkları oluşturarak satış miktarlarını ve ziyaretçi sayılarını arttırmalısınız. Youtube, Blog, Facebook, Twitter gibi sosyal ağ sitelerini etkin kullanacak politikalar geliştirmelisiniz. 5. İyi bir hasat alma; Eğer, sadece klasik mağaza yanında sanal mağazam da olsun diyorsanız, iş baştan batmış demektir. Başarı; internet ortamını tanıyan, satın almadan satışa kadar olan süreci iyi bilen takım elemanları ve doğru stratejiler ile gelecektir. Bu sene İstanbul’a çok yağmur yağdı ve barajların doluluk oranı çok yükseldi. Çiftçilerin iyi hasat alacağı tahmin ediliyor. Aynı şekilde Türkiye’de internet kullanıcı sayısı 40 milyonu aştı. Eğer doğru stratejiler oluşturursanız e-ticaret ile bol kazanç elde etme ihtimaliniz çok yüksektir.


MERCEK

Häfele’den

mutluluk veren mutfaklar

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de satın alma trendleri değişiyor! Konut alımlarında da asıl karar verici kadın mutfak ve banyoda şıklık, konfor, uyum ve işlevsellik arıyor. Häfele aksesuarlarıyla farklılaşan mutfak ve banyolar övünülecek, hatta misafire göstermek için bahane aranacak mekanlar haline geliyor, mutluluk veriyor.

SİHİRLİ BİR ÇÖZÜM Stüdyo dairelerin revaçta olduğu bu dönemde özellikle açık mutfaklarda masa problemine çözüm getiren açılır masa sistemi tıpkı bir çekmece gibi tezgahın altından çekilerek çıkarılıyor ve açıldığında bir masa halini alıyor. Küçük mutfaklarda dar alanı değerlendiren bu masa kadınlar için aynı ortamda hem yemek hazırlamak hem de yemek yemek için ideal bir çözüm sunuyor. İşi bittiğinde masayı kapatan kadının yüzünde gülümseme, mutfağında ise daha geniş bir alan kalıyor.

KISKANDIRAN DOKUNUŞ Kozmetikten giyime kullandığı herşeyle beğenilmekten mutlu olan kadınlar artık misafirlerini ağırladıkları mutfaklarında da şıklık yarışında. Yeni Climber ile hafif bir dokunuşla katlanarak kalkan cam kanatlar, beyaz ve şeffaf siyah renkleriyle mutfaklara zerafet katıyor, kadınlar bu ayrıcalığı misafirlerine göstermek için bahane arıyor.

GÖZÜNÜZ ARKADA KALMASIN DÜZENLİ VE KULLANIŞLI Alanların değerlendirilemediği mutfaklarda tepsiler kullanılmadığı sürece hep fırının içinde depolanır. Özenle hazırladığı böreğini fırına koymak isteyen kadın önce fırındaki tepsileri boşaltıp yer açmaya çalışır. Oysa Häfele’nin fırın altı tepsiliği ile tepsiler çizilmeden saklanır, fırın her zaman pişirmeye, bu konforu yaşayan kadın da mutfağıyla övünmeye hazırdır.

Çocuklu aileler için bazen büyük tehlikeler yaratabilen ocaklar Häfele’nin ocak önü koruyucusu ile artık güvenli. Ufak detayların düşünüldüğü mutfaklarda anneler daha rahat.

YEMEK HAZIRLAMAK KEYİF Yemek yapmayı hobiye dönüştürmüş meraklılar için tasarlanan pişirme ünitesi Cooking Agent, yemek hazırlama işlemi sırasında hep el altında olması gereken yağ ve sos kavanozları, tepsiler, kesme tahtaları ve bıçaklara ocak ve fırına yakın, hızlı ve zahmetsizce ulaşmamızı sağlıyor. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 69


TATİL

Kış

tatili

başkadır Kış aylarında tatil yapmak, stres atmak ve eğlenmek istiyorsanız, ideal mekânları sizin için derledik. Kış turizmi denince akla ilk gelen kayak yapmak, diğer gözde seçeneklerden ise kaplıcalar, doğası ile büyüleyen yaylalar ve harika manzaraların ortaya çıktığı göller geliyor.

Zigana Geçidi / Gümüşhane Yılın beş ayı karlı kaplı olan Zigana’da konaklama da yapılabilecek bir kayak tesisi var. Kendin pişir kendin ye türü tesisler de bolca bulunuyor. Zigana, Hamsiköy sütlacı ile meşhur. Trabzon ve Gümüşhane’den gün içinde sürekli araç bulma imkanı var. Temiz havası ve harika doğasıyla Trabzon ve Gümüşhaneliler’in günübirlik gezilerde en çok tercih ettiği yerlerin başında.

1

2 Ayder Yaylası Rize Kaplıcaları gün boyu ziyaretçi akınına uğruyor. 260 metre derinlikten çıkan 50 derecelik kaplıca suyunun başta romatizma, kireçlenme olmak üzere pek çok hastalığa iyi geldiği söyleniyor. Yılın ortalama beş ayı karla kaplı olarak geçiyor.

Sümela Manastırı / Trabzon Çam ormanlarıyla çevrili Sümela Manastırı yılın beş ayı kar altında kalıyor. Hemen altında bulunan tesislerde de yılın her günü konaklamak mümkün.

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 70

3


4 Abant Gölü Bolu Tatil için tabiat harikası Abant‘ı tercih edenler, muhteşem manzaranın keyfini çıkarıyor. Karda faytonla ile gezinti yapmanın keyfini doyasıya yaşamak, buz tutmuş göl çevresinde yürüyüş yapmak, ata binmek, kızak ve poşetlerle kaymak, ailenizle birlikte mangal yapıp ve fotoğraf çektirmek Abant‘a gelip de yapmanız gereken en güzel aktiviteler…

Uludağ / Bursa

7

Palandöken / Erzurum

Tutyeli pisti, uzunluğu ve altyapısı bakımından kayak yapmaya çok elverişli. 2 bin 550 metre yükseklikte bulunuyor. Birinci ve ikinci yerleşim bölgelerinde çok sayıda otel ve kamuya ait misafirhane bulunuyor. Bu pistin manzarası ise bir harika. Birinci ve ikinci yerleşim bölgelerindeki tüm otel ve tesisler ile Bakacak bölgesi ayaklarınızın altında.

Türkiye’nin en önemli kayak merkezlerinden biridir. Kasım- mayıs ayları arası karla kaplı oluyor. Özellikle geceleri, Erzurum’ın ışıkları ayaklarınızın altına seriliyor. Erzurum’un üzerine sis çöktüğünde, sanki ayaklarınız yerden kesiliyor ve sadece karlı zirveleri görüyorsunuz. Günbatımı manzarası da ayrı bir güzelliğe sahiptir

5

Ilgaz Dağı / Kastamonu Kayak yapmayı sevenlerin gözdesi. Dört konaklama tesisi bulunuyor. Akarsuları, florası ve yaban hayvanlarıyla zengin bir doğal hayata sahip. Kayın, meşe, söğüt, titrek kavak, karaağaç, gökçeağaç, sarıçam ve boyu 40 metreyi bulan göknarları var. Kayak merkezi, aralık başından nisan ayına kadar hizmet veriyor. Üç doğal pisti var.

6

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 71


Avukat Özgür Karaduman ozgurkaraduman@istanbulbarosu.org.tr

Asgari ücret ve kuru fasulye

4857

sayılı İş Kanunu’nun 39. Maddesi’nde “…her türlü işçinin ekonomik ve sosyal durumlarının düzenlenmesi için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca Asgari Ücret Tespit Komisyonu aracılığı ile ücretlerin asgari sınırları en geç iki yılda bir belirlenir.” hükmü vardır. Asgari ücret, ücret geliri elde eden kişilerin bir aylık çalışmaları karşılığında, temel ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde ödenmesi gereken en düşük ücrettir. Asgari ücret günlük olarak belirlenir ve çalışma gün sayısına göre hesaplanır. Komisyon toplantılarında, belirlenecek asgari ücretin kaç lira olması gerektiğine ilişkin yürütülen tartışmalarda işçi ve işveren temsilcileri taleplerini iletmiş hatta TÜİK bile çeşitli tartışmalara vesile olmuştu. Komisyon toplantılarının üçüncü oturumunda TÜİK, bir işçinin, tek başına, insanca yaşayabilmesi için aylık gıda, konut, giyim, ulaşım, eğitim, sağlık harcamaları, net asgari ücretin 804 liradan 1.205 liraya yükselmesi gerektiğini bildirmiş, işçi temsilcisi Türk-İş ise, asgari ücretin en düşük memur maaşı olan 1.600 liraya yükseltilmesinde ısrar etmişti. Ve nihayet 2014 yılı için geçerli olacak asgari ücretin belirlenmesi için Aralık ayında çalışmalara başlayan Komisyon, Ocak ayı başında beklenen açıklamayı yaptı: “2014 yılının ilk altı ayında yüzde 5’lik ücret artışı net olarak 846 TL, brüt olarak bin 71 TL. İkinci altı ay için ise yüzde 6’lık bir artış; net olarak 891 TL, brüt olarak ise bin 134 TL.” Bununla beraber yeni düzenleme ile daha önce aralarında ücret farkı bulunan

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 72

16 yaşından küçük çalışanlar ile büyükler arasındaki fark ortadan kaldırıldı. Komisyon’daki işveren temsilcilerinin şerh koyduğu bu karar ile bundan böyle 16 yaşını doldurmamış bir çalışan da diğerleri ile aynı ücreti alacak. Yeni asgari ücretin açıklandığı günlerde İstanbul Ticaret Odası da, 2013 aralık ayında fiyatı en çok artan ve azalan ürünleri açıkladı. Buna göre Aralık ayında fiyatı en fazla artan ürün yüzde 12,59 oranı ile kuru fasulye oldu. Fiyatı en çok artan ikinci ürün yüzde 12,54 ile lahana olurken, tüp gaz yüzde 10,87 artış oranı ile üçüncü sırayı aldı. Asgari ücretin ilk dönem için yüzde 5, ikinci dönem için ise yüzde 6 zamlandığı bir yerde kuru fasülyenin yüzde 12.59 zamlandığı göz önüne alınırsa, ücretli çalışanların ay sonunu getirme hayallerinin başka bir bahara kaldığı rahatlıkla söylenebilir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 49 Maddesi “Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” der. 55 Maddesinde de "Devlet çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır" hükmüne yer vermiştir. Devamla “Asgarî ücretin tespitinde çalışanların geçim şartları ile ülkenin ekonomik durumu da göz önünde bulundurulur.” der. Der de, bu arada kaç asgari ücret bir ayakkabı kutusunu doldurur? İşte bunu yazmaz!


SERKAN ÖZBURUN

KAYBOLAN MESLEKLER

4 Sayd itmeğe mürgi dili ol dilber attar Dirhemle terâzûsun ider dam ile dâne

ATTARLAR

O

smanlı döneminde usta-çırak usulüyle yetişen attarlar, ilaç yapımında kullanılan hammaddeleri satan ve ilaç hazırlayan bir esnaf topluluğuydu. Bu meslek erbabı, dış ülkelerden getirilen nebati, hayvani ve cemadi hammaddeleri, '"kökçü” denilen esnaftan aldıkları maddeleri ve kendilerince hazırlanan ilaç tertiplerini satıyorlardı: Amel, basur, öksürük hapları, pehlivan yakısı, çocuk macunu, yara merhemi vs... Kimi İstanbul attarları ise kaliteli hammadde elde etmek amacıyla evlerinin bahçelerinde adaçayı, biberiye, boruçiçeği, hatmi, kekik, kudret narı, oğulotu, reyhan ve zater gibi tıbbi bitkiler yetiştirip, bunların çiçek, yaprak ve köklerini vakitlice toplayıp, usulünce kurutarak tezgaha koyuyorlardı. Çelebi'nin verdiği bilgilere göre XVII. yüzyılda İstanbul'da bu tür tedavilerle ilgili maddeler satan üç yüz macuncu, kırk bir gülsucu, sekiz ilaç yağı

satıcısı, yetmiş dekçi attar, iki bin hoca attar, otuz beş amberci, yirmi beş buhurcu, üç bademyağcı dükkanı bulunmaktaydı. İstanbul attarlarının en ünlüleri tabiatıyla Mısır Çarşısı'ndaydı. Başlangıçta çarşıda bulunan yüz dükkanın kırk dokuzu attardı. 1925'de bu sayı tüm İstanbul'da yetmiş beşken, 1993'te on beşe düştü. Bu düşüş 1850'lerde başladı. Bugünkü anlamda eczanelerin çoğalması, tedavi alanına hazır ilaçların girmesi bunda etkili oldu. Attarların bazısı bir süre hazır ilaç satarak bu çöküşe direnmeye çalıştı. Bu da attarlarla eczaneler arasında büyük bir rekabetin oluşmasına sebebiyet verdi. Eczacılar, rakiplerinden kurtulmak için, bazı yabancı hekimlerle birlik olup, attarların halk sağlığını tehlikeye attığını ileri sürdüler ve tüm attarların kapatılmasını talep ettiler. Somut bir gerekçe olarak da bazı cahil attarların asülûmen, sıçanotu gibi öldürücü zehirler, esrar ve afyon gibi uyuşturucular, barut gibi patlayıcı ve yanıcı maddeler sattığını gösterdiler. Dönemin Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye başkatibi olan Mehmed Muhtar Efendi'nin kişisel gayretleriyle attarlığın tümden kaldırılması zar zor önlenebildi. 1884'te yayımlanan Attarlar ve Kökçüler Nizamnamesi'yle attarların zehirli drog ve terkipleri, tıbbî müstahzarları satmaları ve ilaç hazırlamaları yasaklandı. Bunun üzerine attarların büyük bir kısmı dükkan kapatırken, kalanları tohumcu veya baharatçıya dönüştüler. Ama yine de "ince attar” denilen çok az bir kısmı bir süreliğine tedavide kullanılan maddeleri satmaya devam etti. Bugün labadayı, güneyiği, sığırdilini, hayyilgarikunu, meyanı, zateri acep nirden bulmalı?.. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 73


Kişisel Gelişim

Eray Beceren Öğrenme Partneri eray@anahtaregitim.com

YAPARIM BİLİRSİN Türkiye'nin İlk Görme Engelli Dağcısı ve Milli Atleti Necdet Turhan, 1957 yılında Balıkesir'de doğdu. İlkokula polis memuru olan babası Murat Turhan'ın tayini sebebiyle geldikleri Bursa'da başladı. Ortaokul sonrasında gündüzleri çalışıp, gece öğrenimine devam eden Turhan, 23 yaşında başlayan kornea sorunları nedeniyle görme yeteneğini tümü ile kaybetti. "Gözlerimin artık görmediğine inanamıyordum, fakat yeni yaşamıma alışmak zor olmadı benim için. Her nedense kör olmanın başlangıcındaki ağır yük ezemedi beni... Pek farkında değildim o yükün. Yıllar sonra gittiğim Ankara Körler Rehabilitasyon Merkezi'nde görevli psikolog Sermin Turan şok dönemimin ne kadar sürdüğünü sordu, öyle bir dönem yaşamadım dedim, şaşırdı..." diyerek anlatıyor kendini Necdet Turhan. Rehabilitasyonun ardından 1988 yılında son sınıf derslerini dışarıdan vererek lise öğrenimini tamamlayan Turhan, 1989 yılında ilk tercihini kazanarak üniversite yaşamına ODTÜ'de başladı. ODTÜ, spor yaşamının da başlangıcı oldu. Ancak üniversitenin Dağcılık ve Kış Sporları Kolu'nda önceleri biraz garipsendi, etkinliklere alınmak istenmedi. Fakat o inat etti ve kendisine ilk yıl gösterilen bu yaklaşıma küsmedi. Dağlara götürülmediyse de, dağcılık kolunun antrenmanlarını ihmal etmedi. Katıldığı antrenmanlar sayesinde atletizmle de tanışmış oldu ve bir daha da koşmayı bırakmadı. Dağları doğayı bırakmadığı gibi... Bir sonraki yıl eğitimlerini almaya başladığı ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu'nda geçen 3 yılın bitiminde; gözlerinin hiç görmemesi nedeniyle , dağlarda yürürken kullandığı çan sesini izleme tekniği ortaya çıkmış, temel dağcılık eğitimlerini almış, görme düzeyi sıfır olan engelli bir sporcu için hatırı sayılır etkinlikler olarak kabul edilebilecek; Bey Dağları, Erciyes gibi faaliyetlere katılmış ve en önemliside üç yıl boyunca gösterdiği etkin üyelik sebebiyle, gelişinde sorun yaşadığı ODTÜ Dağcılık Kolu'nun onur üyeleri arasına seçilmiştir artık. Yaşadıklarını; "ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu'nda ilk yıl dağlara götürülmeyişim, Bana çekinceli yaklaşılmış olması aslında doğal bir tutumdu... Zira sıra dışı bir olgu olarak karşılarındaydım kol yöneticisi arkadaşların. Tanıdılar daha sonra beni ve aşama, aşama süreç içinde çözüldü sorunlar...” şeklinde ifade etmektedir. Turhan, ODTÜ ile başlayan spor sürecini mezuniyeti sonrasında da sürdürdü. Dağlar OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 74

Bir ateşi kendi kalbinizde alevlendirmedikçe, Başka bir kalpte bir kıvılcım çakamazsınız...


Başarısızlık, yeniden ve daha zekice başlayabilme fırsatından başka bir şey değildir. HENRY FORD

yaşamında daha belirgindir. Atletizm, uzun yıllar, dağcılığının kondisyon çalışması olarak kaldı. Uzun mesafe koşuları, Avrasya maratonu ile birlikte yaşamının bir parçası oldu. Aslında yaşamı bir maratondu onun. 2002 yılında New York Maratonu'na katıldı. Türkiye Görme Engelliler Spor Federasyonu tarafından gönderildiği bu maratonda yine bir ilki gerçekleştirdi. Çünkü Necdet Turhan, ülkesini yurt dışında temsil eden ilk Görme Engelli Milli Atlet olmuştur. Japonya'da Dünya Körler Maratonu'nu koşarak ikinci kez Milli olan Necdet Turhan'ın Küresel Projesi, başlığında içeriğini de yansıtmaktadır; "5 Kıtada 5 Maraton, 5 de Zirve" Bursa Nilüfer Belediyesi personeli ve sporcusu Necdet Turhan, şu ana değin Asya, Avrupa, Amerika, Avusturalya ve Afrika'da hedeflediği toplam beş uluslararası maratonu dört saatin altında dereceler ile koşmuş ve projesinin dağlar etabı kapsamında Asya'da 5137 metre Ağrı, Afrika'da 5895 metre Kilimanjaro, Avrupa'da 3200 metre Teterousse Zirveleri'ne tırmanmış durumdadır. Bu aşamadan sonraki hedefleri olan Avusturalya ve Amerika Kıtalarındaki tırmanış hazırlıklarını "Engelimiz bize engel değil" diyerek sürdürmekte ve dünyada ilkler arasında yer alabilecek Küresel Beş Kıta Projesi için destek beklemektedir. Görme Engelli Sporcu'nun ulaştığı zirvelerde açtığı pankartlardaki sloganlar: YAŞAMI SEVMEK İÇİN YÜREK, BAŞARMAK İÇİN EMEK GEREK. DAĞA GÖZ DEĞİL YÜREK TIRMANIR. Yukarıdaki satırlar Türkiye’nin görme engelli ilk dağcısı ve milli atleti Necdet TURHAN’ın web sayfasındaki (www.necdetturhan.com) özgeçmişinden derlenmiştir. Konu kişinin kendini motive etmesi olduğunda daima aklıma gelen kişi “Necdet Turhan”dır. Hayalleri, tutkusu ve coşkusu ile çok önemli başarılara imza atmış ve etmeye devam edecektir. “Öz motivasyon”, belirlenmiş hedefe ilerlenen yolda en önemli gücümüzdür. Bununla birlikte, kendimiz ile ilgili bir çok konuda olduğu gibi bu süreçte de zorlanırız. Bu anlamda, üzerinde en çok durulması gereken husus “istemek” tir. İstek enerjisi, hayallerimizin gerçekleşmesi ve hedefe ilerleme konusunda çok önemli katkılar sağlamaktadır. Yol haritamızı aşağıdaki adımlara uygun olarak belirleyebiliriz:

Öncelikle kendimizi hedefimize giden yol için uygun olarak programlamalıyız. Bu programlama aşamasında şu konular önemlidir; t Olayların ve insanların olumlu tarafını görmek. t Başaracağına inanmak. t Kendinden emin olmak ve isabetli bir özdeğerlendirme yapmak önemlidir. Geçmişteki başarılarınızı hatırlamak size iyi gelecektir. t Başarıya aç olmak. Gerçekten istemek. t Tersliklerin olabileceği ihtimalini göz ardı etmemek. Bunları aşabilmek için pes etmemek. Engellerin, gözümüzü hedeflerimizden ayırdığımız zaman gördüklerimiz olduğunu unutmamak gerekir. Yolculuğu planlamak ve geliştirmek t Hedefleri olumlu seçmek. Ne istediğine odaklanmak. Ne istemediğine değil. t Hedefi yeterli büyüklükte seçmek. Ne ulaşılamayacak kadar yüksek, ne de çok kolaylıkla elde edilecek kadar küçük. Çıtayı doğru yere koymak. t Sürecin ilerleyişini izlemek. Hesapta olmayan durumlar çıktığında gerekli önlemleri alabilmek. İyi gidişten kendini motive edici sonuçlar çıkarabilmek. t Uygun zamanlarda molalar vermek. Güç toplamak ve sürece zaman zaman dışardan bakabilmeyi sağlar. t Gerçekten sevdiğin ve istediğin hedefe yürümek. Hedefleri seslerle, renklerle, kokular ile hayal etmek. t Hedefe ulaşmanın diğer faydalarını düşünmek. Sağlayacağı çevre, getireceği prestij, sağlayacağı güç vs. t Hata yapmaktan korkmamak. Hataların farkına varmak, dersler çıkarmak ve güçlenerek ilerlemek. Yolda kalmak ve yolda emin adımlar ile ilerlemek önemlidir. Bu esnada dikkat edilmesi gereken konular; t Etrafında motive ediciler bulundurmak. Hedef ile ilgili fotoğraf, film, başarı hikayeleri, poster gibi araçlar bulundurmak t Yolda kalmanızı sağlayacak dostlara sahip olmak. Bu konuda aile bireyleri ve arkadaşların katkıları önemlidir. Bu konuda benzer deneyimleri yaşamış birinin rehberliği çok daha değerlidir. t Öğrenmeye ve gelişmeye devam etmek. t Sadece kendin ile yarışmak. t Deneyimleri başkaları ile paylaşmak, tartışmak. t İşler iyi gittiğinde hedefi büyütmek.

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 75


NE

OKUMALI

OYUN BİTTİ

4 ADIMDA SATIŞ

SALİM KADIBEŞEGİL

ÜMİT ÜNKER

Hangi şirkette, nasıl bir pozisyonda çalışırsak çalışalım, hangi eğitim kurumunda okursak okuyalım, yarınlarımıza güvenle bakmak için yüzyılın en acil sorularına yanıt aramamız gerekiyor. Bu kitap, yaşamın içinde kaybettiğimiz değerleri nerede ve nasıl bulacağımızı anlatıyor. İnsanın insan gibi yaşayabileceği bir toplum yapısına giden yolda iş hayatının ve yön verenlerin kendilerine nasıl "çekidüzen" verebileceğinin bazı ipuçlarını ortaya koyuyor.

Unutmayın! Karşınızda bir kişi de olsa, bir milyon kişi de, değişen hiçbir şey yok, siz yine aynı sizsiniz. O halde neden değişiyorsunuz? Topluluk önünde konuşma yaparken 4. Duvar tekniğini kullanın. Karşınızdaki kalabalığın olmadığını hayal edin ve tek başınıza olduğunuzu düşünün. Siz neye inanırsanız beyniniz size onu yaşatır. Bir satış evresinin olmazsa olmaz 4 Adımını pratik ve anlaşılabilir bir şekilde anlatılan bu kitap satışta kendini geliştirmek isteyenlere başucu kitabı niteliğinde.

Fortune 1966 yılında ilk kez Warren Buffett’tan söz ettiğinde Berkshire hissesi 22 dolar civarındaydı. 2013 Aralık ayı sonunda bir adet A grubu Berkshire hissesinin değeri 176.900 dolar . Bu kitap Warren Buffett’ın kariyerindeki 46 yıla ışık tutuyor . Kitabın son yazısı, üç yatırım türünü ve onun hangisini tercih ettiğini anlatıyor . Bu seçiminin sürpriz bir yanı yok, ama kitabı bitirdiğinizde Buffett’ın yatırım tavsiyelerden bir doz daha almak hiç fena olmayabilir .

İMALATTA MÜKEMMELLİK YOLU

KURUMSAL YÖNETİM NASIL YÖNETİLMELİ

KIYOSHI SUZAKI

ALİ ALP - SAİM KILIÇ

Küresel pazarda rekabet gücünü arttırmak üzere işyerini ve çalışma koşullarını geliştirmek, kaliteyi arttırmak ve sürekli iyileştirme tekniklerini yerleştirmek için insanlar ile teknikleri birleştirmenin eşsiz yolları. Bu kitapta, birçok gerçek durumda uygulanmış akıllı imalat teknikleri bulacak ve bunların güçlü sonuçlar yaratacak şekilde nasıl bütünleştirildiğini öğreneceksiniz.

Modern toplumlar, insanı merkeze alan ve insanın sağlıklı, mutlu ve refah içinde yaşayabilmesi için gerekli altyapı koşullarının sağlanmasına yönelik adımlar atarken; serbest piyasa modeline dayalı modern iktisadi sistem, şirketleri merkeze alan ve şirketlerin sürdürülebilir değer yaratan bir yapıda faaliyet göstermesi için gerekli altyapı koşullarını gündemde tutmaktadır.

BEYAZ YALAKA SARP MOGAN Parıltılı üniversite diplomanız, her geçen sene daha da göz kamaştırıcı hale gelen CV'niz, sizi her fırtınadan sağ çıkaracak hırslarınız ve ideallerinizle başarı merdivenlerini birer birer tırmanırken bir anda kanser olduğunuzu öğrenseniz ne yapardınız? OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 76

DANSLA İŞE GITMEK WARREN BUFFETT


NE

Mad Men Dizisi: Reklam dünyasının kurtlar sofrasında neler dönüyor görmek için mükemmel örnekler var. Ayrıca, o dünyada kadınların var olma mücadelesini de anlatıyor.

İZLEMELİ

The Big C Dizisi: Yaşamın kıymetini bilmek, hataları kabullenmek ve mücadelecilik adına alınacak çok dersler var.

The Office: İş dünyasının kuralları ve ironik gerçekliği üzerine oldukça çarpıcı bir dizi.

Boss Dizisi: Amerika’da bir belediye başkanının perde önü ve perde arkasındaki yönetim biçimleri, çevresinde olup bitenler, politik oyunlar, zirvede kalmak için gözden çıkarılanlar... Politika ile ilgili bilgiler, çoğumuzun sandığından çok daha önemli çünkü politika sadece siyasi arenada değil iş dünyasının her yanında var. Oyuncular değişir, oyunlar değişmez. Suits Dizisi: Hayatımızın her anında hukukla muhatabız, iş dünyasına adım attıktan sonra ise daha fazla… Bu dizide şirketler hukuku üzerine çalışan üstün zekalı avukatların, hem şirket içi hem de şirket dışı mücadelelerine yer veriliyor.

Lie To Me Dizisi: İş dünyasına girdikten sonra, hele de bir girişimciyseniz emin olun yalanlarla karşılaşma ihtimaliniz oldukça artıyor. Doğal olarak bu, sizin algılamanızı yükseltmenizi gerektirir. Bu filmde insanların yalanları üzerine çok şey öğrenebilirsiniz. OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 77


TEST

OFİSTE

sevilen biri misiniz ? 1- Sabah apar topar servise bindiniz. Kapıdan ilk adımınızı attığınızda nasıl karşılanıyorsunuz?

a) İnsanlar bana gülümsüyor mu, yoksa uyuyunca mı öyle gözüküyorlar tam emin değilim. Çok da önemli değil, ben işime bakarım. Herkese gülümser geçerim… b) Karşılanmak derken? En son bir iki sene önce stajerlerden birisi ile diyaloğum olmuştu fakat çok sürmedi tabii. Hemen kaldırdım yerimden ibişi… c) Günaydın.. Günaydın.. Herkese günaydın… Günaydın… İnsanların sabahın köründe bu kadar güleryüzlü olmasından kıllanıyorum ama neyse bakalım… Günaydın… d) Servise bindiğim zamanlarda iş arkadaşlarımın beni pek fark ettiğini düşünmüyorum. Zaten genelde servis şoförü de beni fark etmediği için servisi kaçırıyorum…

2-Malum iş arkadaşlarınızla en çok karşılaştığınız yer mutfakta verilen küçük molalar. Siz mutfaktayken biri içeri girdiğinde… a) Selamımı verir hemen koşa koşa işimin başına giderim. Çok konuşmaya gerek yok; şu hayatta en çok korktuğum şey iş yerinden biri ile yakın arkadaş olmak… Allah’ım sen beni koru yarabbim… b) ”Merhaba, merhaba”… O kadar! Hatta karşılık veren olmadığından çoğunlukla sadece “Merhaba”…

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 78


c) Beni gören bir hoş sohbet, bir muhabbet inanamazsınız. Her defasında kesin borç falan isteyecekler, “Kefil ol” diyecekler gibi geliyor ama durun bakalım hele… d) Gelenler birden fazla kişilerse muhabbetlerini dinliyorum. Sonra benim çayımı alıyorlar ama olsun. Nedir yani, arkadaşlarıma birer fincan çay koymuşum, çok mu?

3-Tüm ofis çalışanları olarak müdürle toplantı yapacaksınız. Yer yer performans değerlendirmesi , azıcık da şikayetlerinizi belirteceğiniz bu süreçte, siz konuşmaya başladığınızda… a) Dinleyenler oluyor, telefonunu karıştıranlar oluyor, tavandaki köşeleri sayanlar oluyor ama benim için fark etmez. Ben sadece müdüre odaklanıyorum… b) Genelde birinin lafını bölerek söze girdiğim için tansiyon yükseliyor, tartışma çıkıyor. Ancak kimse benim kadar konuyu uzatamadığı için son sözü hep ben söylüyorum… c) İnsanlar her dediğimi onaylıyorlar. Hatta bazen aklıma gelen en saçma şeyleri söylüyorum onları da onaylıyolar. Bilmiyorum ama beni ya çok seviyorlar ya da zerre dinlemiyorlar… d) Sona kalıyorum ben genelde. Zaten arkadaşlarım benim adıma her şeyi söylüyorlar. Sona kalınca da herkes birazcık yorulmuş oluyor. Sözü almamla masadan kalkmaları aynı vakte denk geliyor. Tesadüf tamamen. İş dünyası bu, herkes çok yoğun tabi.

4-Ofis dışı aktivite yapılmaya karar verildi. Akşam dışarı çıkılacak. Sizin nasıl haberiniz oluyor? a) Mail grubundaki konuşmalardan görüyorum ama görmemiş gibi davranıyorum. Şu ofisteki en büyük hayalim kimseye ilişmeden bir köşede işimi yapıp evime gitmek… b) Bana pek haber vermezler ama işe yeni başlayanları köşeye sıkıştırır, ne olup ne bitiyor hemen öğrenirim. Sırf gıcıklığına her organizasyonda baş köşeyi alırım… c) Zaten çocuklar koşa koşa ilk bana geliyor. “İşim var, her hafta fasıl mı olur? Çocuğum hasta.” diyemeden ikna ediyo beni haylazlar… Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap… d) Valla işte küçücük ofis, insan kulak misafiri oluyor. Daha katılmak nasip olmadı. Beni mail grubuna eklemeyi unutuyolar falan ama çok çalışıyolar tabii, normal unutmaları..

A’lar çoğunluktaysa Etliye sütlüye karışmam, ben dalgama bakarım diyorsunuz resmen. Hayatınızı idame ettirmek adına tiksinerek işe geldiğiniz her halinizden belli. Büyük bir kriz falan olmazsa galiba böyle böyle bir şekilde 60 yaşına gelip, emekli olmanız işten bile değil. Ne diyelim, size bu anlamlı yolculuğunuzda başarılar…

B’ler çoğunluktaysa Siz mi gıcıksınız, yoksa durum iş arkadaşlarınızla mı alakalı bilemedik. Belki de bu bir danışıklı dövüş, biribirinizi besleyip duruyorsunuz. Fakat alenen nefret ediyorlar sizden, utanmadan, gocunmadan… Hayır, bundan önceki iş yerlerinizde de böyleyse durumunuz, vay sizin halinize. Bizce hemen işi bırakın ya evden çalışın ya da insanlarla temasta bulunmayacağınız pozisyonlara başvurun.

C’ler çoğunluktaysa Siz tam bir herkesin sevgilisi, ofisin neşe kumkuması ve hayat kaynağı çalışansınız. İnsanlar sizi görünce nerelerinden güleceğini, nerelerinden sevgi göstereceklerini bilemiyorlar ya da bir ihtimal bayağı bayağı üst düzey yöneticisiniz ve çevreniz size yaranmaya çalışan garibanlarla dolu. Her iki durumda da hayat size güzel valla…

D’ler çoğunluktaysa Nasıl anlatsak, nerden başlasak… Öncelikle söylemek isteriz ki, içinizin iyiliği ve saflığı yüzünüze yansımış. Adeta bir meleksiniz. Şimdi bir yudum su için, rahat bir koltuğa falan oturun ve okumaya öyle devam edin. Kusura bakmayınız ama siz, her ofiste olan, olması şart koşulan o eziksiniz. Evet biraz acıtacak başta ama gerçek bu maalesef. Sizi resmen görmezden geliyorlar. İşe hiç gitmeseniz en az 6 ay kimse fark etmez. Ama bu o kadar da kötü bir şey değil. İşten yavaş yavaş ayağınızı keserseniz bir süre sonra evde yattığınız yerden para kazanabilirsiniz. Sizin de kafanız rahat olur hem…

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 79


SMMM Mehmet Akçay info@mehmetakcay.com

Geçmișten kalan usüllerle gelecek yakalanmaz

İ

ş dünyası, globalleşen dünyanın turbo jet hızını yaşıyor. Artık dükkânı açıp, müşteri beklenen o rahat ve kolay günler çok gerilerde kaldı. Firmalar daha fazla satmak ve daha çok kâr elde edebilmek için akla gelmesi zor yöntem ve teknikler kullanmaya başladılar. Başarının sürdürülebilir olabilmesi için kurumsallaşma, Ar-Ge, değişim ve dönüşüm ilkelerinin var olması gerekiyor. Kurumsallaşma; Firmalarımızın bu konuda hayli gerilerde olduğu ortada. Orta ve küçük ölçekli firmalarımızın rekabet etmek için yeterli kârlılık ve verimli iş tasarımlarına sahip olduklarını söylemek mümkün değil. Firmalarımızın ilk sıralardaki sorunlarından birisi, finansman yetersizliği. Finansman sorunlarının bir bölümü, işletmenin kurulması aşamasında yanlış, eksik veya yetersiz planlamadan ve iş kültürü zafiyetinden kaynaklanmaktadır. Kurumsallaşma alanında firmalarımızın bilinçli ve girişken danışmanlık ve eğitim çalışmalarına ihtiyacı olduğu kanaatindeyim. Bu ihtiyacın farkına varıp, gerekli önlemler almadan çağın giderek zorlaşan iş koşullarında ayakta kalabilmek mümkün değildir. Eldeki en önemli avantajların hâlâ ataerkil olmaya devam eden girişimcilik eğilimi ile halinden şikâyet etmeyen işgücü olduğu anlaşılıyor. Diğer yandan ortaklık kültürü, sermaye birleştirmeleri, kurumsal yönetim ve verimlilik konularında iyi olmadığımız bir gerçektir. Ar-Ge ve İnovasyon; Teknoloji ve araştırma-geliştirme alışmaları için ulusal gelirden yüzde 1’lik bir pay bile ayıramayan anlayışla, bu çağı yakalamamızın

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 80

kolay olmadığı ortada. Bir firma için kurumsal kültür ve yönetim anlayışı, o firmanın diğer işleri kadar önemlidir. Değişim- Dönüşüm; Çağın ve iş dünyasının en önemli özelliklerinden birisi sertleşen rekabettir. Rekabet ise rakiplerin durumunun izlenmesi ve değerlendirilmesi demektir. Dolayısıyla rakipler de bir işletmeyi değişime zorlayan aktörler arasında yer alır. Diğer yandan bir işletme, kendisine mal ve hizmet sağlayan tedarikçilerin durumunu ve değişim şartlarını da izleyip değerlendirmek zorundadır. Tedarikçilerin şartlarındaki değişmeler, pek çok durumda ilgilendiğimiz işletmenin de farklılaşmasını gerektirebilir. Yaşadığımız zaman diliminde ve dünyada dede, oğul ve babanın aynı iş şartlarını paylaştığı durum çok eskilerde kaldı. Bugünün iş dünyasında aynılaşanlar var ama gidişatı farklılaşmalar ve değişimler belirliyor. Zaten dünyanın finansal bir krizde olduğu açık. Kriz ile birlikte oluşan talep daralması, değerli olan müşteriyi adeta karaborsaya düşürüyor. Başta Kobi’ler olmak üzere işletmelerimizin, talebin çeşitliliği ile birlikte sorunları da çeşitli ve çok sayıda. Özellikle işgücü ve enerji açısından diğer ülkelerin bizden daha avantajlı olduğu bir gerçektir. Bunların ışığında söz edilmesi gereken unsurların, kurumsallaşma, marka yaratmak ve yenilikçilik olması gerekir. Alışkanlıklarla, geçmişten kalan usullerle ve aile büyüklerimizin işletme kültürü üzerine bize miras bıraktıkları ile bu çağda kalıcı olmak, büyümeyi sürdürmek ve geleceği yakalamak mümkün değildir. Her gün aynı hamleyi yapıp değişik sonuçlar beklemek ne kadar doğrudur?


SUDOKU

CEVAPLAR GELECEK SAYIMIZDA

SATRANÇ

GEÇEN SAYININ CEVAPLARI

BEYAZ OYNAR 2 HAMLEDE MAT

SİYAH OYNAR 2 HAMLEDE MAT

BEYAZ OYNAR 3 HAMLEDE MAT

CEVAP1

1)h5+ Şh6 2)Af7 mat

ZEKA GELİŞTİRME Bir anket şu sonuçları verdi; İnsanların %70’i baharı sever. İnsanların %25’i baharı sevmediği gibi kuşları da sevmez. İnsanların %5’inin fikri neydi acaba?

CEVAP2

…Kc2+ 2)Şd1 (Şf1)Ae3 mat CEVAP3

Ve8+ Kxe8 2)Ad7+ Şg8 3)Kxe8 mat 10. sayfadan önce 9. sayfa vardır. 27. sayfadan sonra da 9 sayfa olmalıdır. Buna göre gazete 36 sayfadan oluşmaktadır.

Soru işaretinin olduğu yerde ne olmalıdır?

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 81


MUHAMMET ŞENGÖZ

OCAK-ŞUBAT 2014 SANAYİ LIFE 82




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.