Diyalektiğin Fragmanları, Samet Demir Türklerin Kadim Dini: Tengricilik, Mert Karslıoğlu Dîvânü Lûgati't-Türk'te Geçen Atasözü ve Özlü Sözler, Mert Karslıoğlu Tuna'da Nal Sesleri, Samet Demir
İZMİR, Eylül 2014 - Sayı I
İÇİNDEKİLER
İçindekiler / i Birkaç Söz / ii Diyalektiğin Fragmanları, Samet Demir / 1-9 Türklerin Kadim Dini: Tengricilik, Mert Karslıoğlu / 10-13 Dîvânü Lûgati't-Türk'te Geçen Atasözü ve Özlü Sözler, Mert Karslıoğlu / 14-17 Tuna'da Nal Sesleri, Samet Demir / 18-24
i
Birkaç Söz ... Tanrısal bir irade ya da yüce insan aklı eyleme geçmeyi emrediyordu. Buyruk verenin kimliği ve cismi bir kenara atıldı. Zaman mefhumu, insanın elinde tutabileceği bir nesne olmalıydı artık. Bitmeyecek bir savaş başlatıldı. Çünkü biten her şey salt yokluk gibidir. Tabiat insana gülümsedi. Yaratılışı itibarıyla iyi olan insan da ona karşılık verdi. Bütün kötümserleri ve iyimserleri bir kenara bırakılsın, aydınlanma çağının büyük uluları vardı. O ulular tarafından dogmalar eleştirildi. Dokunulamaz denilen tahtlar sallandı. Batıl inançlar ve yoz beyinler bilgi çağının çekiçlerinden nasiplerini aldılar. İnsan zekâsı bir kılıç ihtişamıyla parlıyordu. Diderot, D’Alembert, Voltaire ve Rousseau gibi beyin yontucular ortalığa bir aydınlanma dehşeti saçmıştı. Rousseau’nun fikirlerinin yılmaz savunucusu ve büyük ihtilalci Robespierre, 7 Haziran 1794 tarihli konuşmasında her şeyi özetliyordu: “de fonder sur la terre l’empire de la sagesse, de la justice et de la vertu” (Dünyada bilgelik, adalet ve erdem imparatorluğunu kurmak için) Doğa insana özgürlüğünü verdiği halde, zincirler içinde esir edilmiş aklın sesi olmayı arzuluyor Ansiklopedi Dergisi. Geçmişte Diderot ve D’Alembert’in çıkardığı Encyclopédie bizim adımızın da esin kaynağı oldu. Onların bir devamı olmayı haddimiz olarak görmesek de, bütün iyi niyetimiz ve temennimizle bilginin ışığını arayacağız. Günlük siyaset ve hamaset bizden uzak olacaktır. Ansiklopedi Dergisi’nin temel düsturunu ise şöyle belirledik: “Türkçe Bilim, Türkçe Sanat, Türkçe Yaşam” Ansiklopedi Dergi
ii
Diyalektik Nedir? Samet Demir Doğanın oluşumları devingendir. Bulunduğumuz gezegen zıtlıklar ve birbirleriyle çelişen unsurlar üzerine kuruludur. Tabiat bir çatışma ve eylem alanıdır. Önceleri, insan doğanın hücumlarına karşı koymak durumundayken; bugün doğa kendini insandan korumak durumundadır. Diyalektik; fikirlerin ve fikirlere sahip olan kafaların ortak bir ülküde birleşmesiyle oluşan toplumların, en son olarak – ya da en başta sayılabilir – doğanın, kendi içlerinde taşıdıkları çelişkilerin tabii bir sonucu olarak, hareket ve değişim halinde bulunduklarını ifade eden yaklaşımdır. Medeniyeti oluşturan nesne çatışmanın kendisidir. Hegel, kullandığı akıl yürütme yönteminde, çelişkileri bir araya getirip üstesinden gelme düsturunu oluşturmuştu. Diyalektik düşünce üzerine kafa yormuş filozofların ve din adamlarının üzerinde birleştikleri bir nokta var: “Doğada her şey zıddıyla beraber bulunur” yasası. İşte diyalektik yöntem, karşıt görüşleri ve zıt argümanları çarpıştırarak sonuca gitmeyi hedefler. Dolaysız olarak bir tez sunulur. Bu aşamada bir olay ya da olgunun olumlanması gerçekleşir. Tezin olumsuzlanmasıyla elde edilen ise antitezdir. Antitez, bir teze karşı sunulduğu için dolaysız durumdan çıkılır. Yeni bir dolaysızlık, tez ve antitezin çatışmasından doğan yeni bir tezle meydana gelir: Sentez. Böylece çelişme aşılır. Burada anlattığımız münazara, diyalektik mantık olarak adlandırılır.
1
Diyalektiğin Fragmanları Fragman 1: Şeytan – Tanrı Diyalektiği Karanlık nice insana kasvetli gelmiştir. Gözlere perde iner, örtülü perdeler arkasında sırlar saklanabilir. Gizli kalanlar meraklıyı ilgilendirir, korksa da bir Hüssar taşır o yüreğinde, gizliyi ararken. Gün ışığında akla gelmeyen ve konuşulmayan şeylerin güneş kaybolduğunda tartışıldığına şahit olunmuştur çoğu kez. Ürkek ve çekingen sesler, ruhani kara boyutların kapılarında dolanırlar gün ışığı kaybolunca. Kara kapılardan içeri girmeye cesaret edemezler ve ışık hızında yok olurlar. İşte, sesler duyuluyor şu taraftan: Tanrı salakları da affeder. Şeytan asla! Bu yüzdendir ki, Şeytan’ın çevresinde toplananların daha zeki oldukları düşünülür. Onun müritleri gururlu ve zeki insanlar mıdır? İmkânsızdır gururlu insanı yanına alması; çünkü dev, gururlu insanı sevmez. İnsan yaratıldığında gururu en fazla kırılan O’ydu. Bütün bunlar bir çelişkiyi beraberinde getiriyor. İnsan ve İblis anlaşsın(!) değil mi? Karşı koymadı Tanrı, O’nun mürit toplamasına. Şeytan, çelişkilerde gizem aranacağını bilir. Konuşturur sanatını fısıldayarak ve şüphe doğurur. Ey İblis! Ancak şüphe yakışır sana. Susunca korkaklar, hatırlanıyor yüreklerde, eski bir şairin yerin altını yönetene yakarışı: “Ô Satan, prends pitié de ma longue misére!” (Acı Şeytan, acı şu tükenmeyen yoksulluğuma!)
2
Fragman 2: Vicdan Yapay Mıdır? Tin üzerine bilimsel araştırmalar, uzun tartışmalar yapılmıştır şimdiye kadar. Tinin varlığı ve insan davranışları üzerine etkileri yadsınamaz bir gerçeklik kazanmıştır. Psikanalistler boyuna uğraştılar: Ruhsal sorunlar ve arayışlar insandan insana nasıl değişiyor? Toplumda ortak anlayış ne şekilde oluşuyor? Cinselliğin ve yaratılışta ayrılan cinsiyetliliğin üzerinden yorumlar yapıp yanıt aradılar. Kitlelerin, bir kadın ruhundan beklenecek şekilde buyurgan bir iradeye boyun eğişini anlamlandırmaya çalıştılar. Peki, beşeriyete hız veren unsurlar sıralanırsa hangisi öne çıkar? Eylemlerin niteliği, geçmişten gelen ya da sonradan kazanılan inançlar ve ruh... Bütün bu sayılanların içinde vicdanın rolü nedir? Semerkant’ta iki üniversite öğrencisi tartışıyor: İnsan davranışlarının meydana gelmesi ve şekillenmesinde en büyük rolü oynayan yüce ruh! Senin besinin inançtır. Her türlü aşırılıklardan arınmış bir inanç… Hayat nefes almak değil eylemdir, der bilge. Eylem önce gelir. İnançlarınız eylemlerinizi kendiliğinden takip edecektir. İnsanlık ve hak yolunda eylemde bulunmak kutludur. İdealistliğin ya da İnsanlık davalarının ardına sığınarak kişinin kendini olduğundan büyük gösterme ve Tanrılaştırma eylemi, zayıf yaradılışlı insanoğlunun öz doğasından uzaklaşma çabasıdır. Senin eylemlerini tetikleyen nedir? Kin mi, vicdan mı? Kin yüksek bir duygudur, küçük şeylere tutulmaz. Vicdan ise Yahudi safsatasıdır. Görüyorum sende olanı. Geçmişin tetiklediği bir kin, bütün sevgilerinin bile şiddetli ve öfkeli olması bu kinin parçası… Derin güven, benlik çatışmaları aynı zamanda dışarıya güvensizlik, bir de bilinçaltına işlenen sayıklamalar… Ey Tanrı! İnanılmazsın.
3
Kısa bir sessizlikten sonra: Tarih, vicdanıyla hareket eden bir kimsenin büyük işler yaptığını yazmamıştır. Safsata mıdır gerçekten vicdan? Varsa bile küçük bir rolü, onu çok ciddiye alıp hız kesmek olur mu? Sevginin yanında nefret ve kinin de barınması gerekir. Tabiat bir eylem sahasıdır, mücadele ister. Zamanında biri yazmıştı: “Why should I not hate mine enemies-if I "love" them does that not place me at their mercy?” (Düşmanlarımdan niçin nefret etmeyecekmişim? Eğer ben onları “seversem” bu beni onların insafına terk etmez mi?) Geçmişte yürekli bir topluluk yaşamıştı. Kadınları da dâhil kahraman bir milletti: İskitler. Bilim ve teknolojinin ilerlediği zamanlar değildi. En büyük savaş gücü süvarilerdi. Vücut olarak kuvvetli ve güçlü yapıya sahiptiler. Acımasızlıklarıyla ün salmıştılar. Şeytanın aklına gelmeyen İskitler’in aklına gelirdi. Çünkü onlar yapmacık olan vicdanı tanımıyorlardı. Onlar özgürdü. Bir İskit şamanı şöyle demişti: Size vicdanınızdan kurtulmayı öğretiyorum!
4
Fragman 3: Tanrıların Ad Alması Tarihte, uzun süre varlığını devam ettirmiş iki büyük imparatorluk kurulmuştur: Birisi Roma İmparatorluğu; diğeri Osmanlı İmparatorluğu’dur. Rivayettir; Roma’nın kuruluşu İsa’dan önce 753’e rastlar. Roma adının Romulus sözcüğünden geldiği iddia edilir ve bu ad Yunanca olup “güç” anlamındadır. Roma’nın ilk zamanları mitolojiden gelen bilgilerle yorumlanır daha çok, çünkü kuruluşa ilişkin elde sağlam belgeler bulunmamaktadır. Roma’da çiftçi-asker anlayışı vardır. Bir Romalı hem çiftçi hem de askerdir. Toprağa çok değer verir. Ömrünü tarlada geçiren Romalı, vatandaş olarak siyasi hayata atılıyorsa topraklarını korumaktır amacı. Romalıların ünlü tanrısı Mars, başlarda tarlalar tanrısı olarak anılmaktayken, savaştan anlayan ve tarımla uğraşan askerler onu savaş tanrısı haline getirdiler ve “Kartal”ın kovulup yerine “Haç”ın getirilmesine kadar öyle inandılar. Osmanlı İmparatorluğu ise Türklerin imparatorluğudur. Devletin kurucu hanedanı, Orta Asya’dan gelen Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyuna mensuptur. Türkler de Romalılar gibi engin bir mitolojiye sahiptir. Ancak Osmanlı Devleti’nin kurulduğu tarih, mitolojiden uzaklaşılmış zamanlara rastlar. Türklerin büyük bir kısmı, inandıkları Gök Tengri’nin adını değiştirmelerine rağmen eski alışkanlıklarının birçoğunu da devam ettirmişlerdir. Ayrıca bugün, sayıları az olmasına rağmen doğrudan Tengricilik inancına mensup Türkler de bulunmaktadır. İnsanlar, kendi Tanrılarına ad verirken yaşanılan çağ ve farklı ulusların yaşadıkları ayrı kültürler etkili olmuştur. Farklı ulusları aynı inanışta toplayan ve evrensel sayılan dinler ortaya çıktığında çatışmalar yine eksik olmamış, hatta artmıştır.
5
İki bilge aralarında konuşuyor: Bilim ve insan aklı zamanla birleşince aydınlanacak her şey. Oysaki senin Tanrı’n hiç göstermeyecek kendini. Aksini söyleyebilir misin? Tanrısal irade konuşmana izin veriyor ve aklını kullanmana. Hâlbuki sen konuşan bir canlı yaratabilir misin? O, insanı yoktan var etti. Tıpkı insan davranışına benziyor bu. Yoktan var etmek dediğin… Yani filozof, söylemek istediğin nedir? İnsanı Tanrı, Tanrı’yı da insan yaratıyor. Hiç yoktan!
6
Fragman 4: Homunkulus Homunkulus, Latince kökenli bir sözcük olup Türkçe’de “insancık” manasına gelmektedir. İsviçreli doktor ve kimyager Paracelsus, “De Generatione Rerum Naturalium” adlı eserinde yapay insan hakkında bilgi vermektedir. Avusturyalı şair Robert Hamerling, Fransız filozof Rene Descartes ve Alman edebiyatçı Goethe de bu konu üzerine eğilmiştir. Esin kaynağımızı Goethe’den alarak bir Homunkulus peyda edelim. Bir cam kavanozun içinde iken insan olmak için çırpınsın, Tanrılarla konuşsun. Ne insandan ne de Tanrı’dan yardım görebilsin: Wagner beni bu cam kavanozun içine attı. Ancak buradan çıkıp İnsan olmak istiyorum artık. Şehvetten doğmayan ucube! Erkek ile kadının vuslatı olmadan Ve ana rahmine düşmeden peyda oldun. Formül ve iksirle… İlk insanın şehveti Tanrı’ya mı ait? Hayır, hayır… Kavga etmeyeceğim sizinle. Çünkü kavgacı olmak insanın işidir. Olursam insan, Yalnızca savunmak için kendimi elimden geldiğince Çocukluktan adamlığa kadar varım mücadeleye.
7
Farklıdır her insan! Gülmeli aklı olan her kişi dediğine. Farklı olan maskeleriniz sadece. Unutma: Maske ne kadar büyük olursa olsun İnsan yüzü pek değişmez. Kaybedeceğin çok şey varken Geç eyleme! Hiçbir şeyin kalmadığında kaybedilecek Atılmaya kalkarsan Finonun havlayışı kadar Etki yaratırsın sadece. Her şey bir ezgiden doğuyor. Müzik onu tamamlıyor. Öyleyse: İnsancık da insan olamaz mı? İkisi birbirinin tamamlayıcısı değil. Her ne kadar her müzik bir ezgiden doğmuş olsa da Evrim tamamlandı. Cesaretim var meydan okumaya. Göreceli bir kavram cesaret: Köpek bir kediye diklenirken gösterdiği cesareti Fareye verse Bozulurdu bütün dengeler.
8
Ey insan! Ne kadar zayıfsın. Tanrı olmalıyım ben! İnsan denilen mahlûkatın zayıflığından Tanrıların tadamayacağı zevkler doğar. Babam Wagner’e söyleyin: Dayanamıyorum daha fazla Bu anlamsız dünyaya… Yine de ekleyin: Yaşadığı sürece umudunu yitirmesin! Ben gidiyorum. Siz insanlar ve tanrılar yaşayın!
9
Türklerin Kadim Dini: Tengricilik Mert Karslıoğlu Türkler, en eski çağlardan itibaren gelişmiş bir inanç sistemine sahip olmuştur. Dinleri, inandıkları tanrısı, tapınakları, dinsel törenleri ve anlatıları vardır. İlk batılı araştırmacılar (özellikle Rus ve Macar araştırmacılar) Sibirya'da ve Türkistan'da yaptıkları araştırmalarla bu Türk inanç sistemine “Şamanizm” adını vermiş ve beynelmilel pagan-şaman inancının bir kolu saymışlardır. Bugün biz bu inanç sisteminde “şaman” ya da “kam” denilen kişilerin din adamı statüsünde olmadıklarını biliyoruz
[1].
Öyle ki bir inanç sistemine, o sistemin din görevlisiyle ad verilmez.
Eski Türk inanışının -şu anki bilgilerimize göre- ulaşılabilmiş bir peygamberi de olmadığına göre, bu inanca ona izafen bir ad da verilemez (İsevilik, Musevilik gibi). Eski Türkler tek bir Tanrı'ya; yani “Tengri”ye taptıklarına göre bu inanışa “Tengricilik, Gök Tanrı Dini, Gök Tanrıcılık” adlarını verebiliriz. Böylesinin daha gerçekçi olacağını düşünüyorum. Türkler, geçmiş çağlardan itibaren pek çok dine girmiştir. Kendi içlerinden çıkardıkları dinleri ise bugün dahi yaşamaktadır[2]. Türkler yaratıcılarına “Tengri, Tanrı” demiştir (bugün Moğollar Tengeri, Tanara, Kırgızlar Tenir gibi farklı söyleyişleri kullanıyor). “Gök Tanrı” isimlendirmesi ise Türklerin yaratıcılarını göğe yakıştırmalarının bir ürünüdür. “Gök” kelimesi yalnız başına “gökyüzü, sema” ve ayrıca “mavi, gökyüzü rengi” anlamlarına da gelmektedir. En eski zamanlardan itibaren Gök Tanrı'nın birliği, tekliği inancı Türklerde varolmuştur. Bunun yanında, inanç sisteminde yer alan görevli “Töz”ler (kutsal ruhlar) da vardır. Bunlara her ne kadar “tanrı” denilse de asıl “Gök Tengri” ile konumları farklıdır. Bu kutsal ruhlar (töz) yaratıcı değildir. Onlar, yalnızca Gök Tanrı tarafından görevlendirilmiş tabiat üstü varlıklardır (bugün İslami inanıştaki melekler, şeytanlar ve cinler gibi). Tanrı ise bunların dışında ve üstündedir. O hiçbir işe doğrudan müdahale etmez. İyiliğe ait işleri “gök ruhları”na, kötülüğe
10
ait işleri de “yer altı ruhları”na vermiştir. Bu görüntüsüyle Gök Tengri'yi tarafsız bir yargılayıcı; son kararı veren en üstün bir güç olarak algılayabiliriz. Kutsal ruhlar (tözler) üç kısma ayrılır: Gök ruhları, yer altı ruhları ve yeryüzü(dünya) ruhları. Bu kutsal varlıkları şöyle bir tabloda gösterebiliriz:
1. Arı Tözler (Gök Ruhları): Bu varlıklar gökte, gökyüzünün katlarında yaşarlar. En büyük gök ruhu Ülgen'dir. Ülgen'in dokuz oğlu, dokuz kızı, yardımcıları Yayık, Suyla, Karlık, Utkuçı; Umay, Ak-Ana, Ana-Maygıl adlı kutsal ruhlar da gökteki iyicil varlıklardır. Bunlara “İye, Aya, Ayığı” gibi isimler de verilir. 2. Kara Tözler (Yer altı Ruhları): Bu varlıklar kötücül ruhlardır ve yer altında yaşarlar. Eski inanışa göre bu varlıkların başında Erlik vardır. Erlik, Ülgen'in zıttıdır ve kötülüğü temsil eder. Yaşadığı yer “tamu” denilen cehennemdir. Erlik'in dokuz oğlu vardır (bir rivayete göre yedi oğlu vardır). Bunlarla birlikte çorlar (cinler), şeytanlar (abası, yek) ve körmösler (hayattayken kötülük yapanların ruhları) de yer altındaki tamuda yaşarlar.
3. Yer-Su Ruhları: Bu varlıkların gök ve yer altı ruhlarıyla münasebetleri yoktur. Eski 11
Türkler, doğadaki varlıkların da birer ruhları olduğuna inanmıştır. Kutsal saydıkları dağlara, ırmaklara, ormanlara, göllere; hatta toprağa, suya, kayalara, ateşe müstakil ruh isimleri vermişlerdir (Örneğin, Altay Dağları'nın koruyucu ruhu Altay Han'dır). Eski Türklerde insanın ruhuna da “tin, neme, süne, ıs” gibi adlar verilmiştir. Ölen insan hayattayken iyi bir insan olarak yaşamışsa ruhu “uçmak”a yani cennete giderdi. Kötü bir insan olarak yaşamışsa “tamu”ya yani cehenneme giderdi. İyi ruhlara “iye, aya, arı-neme” gibi adlar verilmiştir. Kötü ruhlara da “körmös, kara-neme” adları verilmiştir. Körmösler, öldükten sonra Erlik'in cehennemine atılırlar. Sonsuza dek orada acı çekerler. Dünyaya gelip insanları rahatsız eder, onlara zarar verirler. Bunlar bir çeşit hayalettir.
Notlar: [1] Kam / Şaman: Kamlar, semavi inançlardaki din adamları gibi bir sınıfa ve statüye sahip değildir. Onlar, topluca yapılan dini törenleri yönetirler. Kamlar sihirle uğraşır. Ölenlerin ruhlarıyla ve öte alemdeki varlıklarla iletişime geçtiklerine inanılır. Kamlar, eski toplumda bugünkü doktorların görevini de üstlenirlerdi. “Otacı” da denen bu kamlar, insanların maddi ve manevi hastalıklarını gerek bitkisel ilaçlarla ve kürlerle, gerek sihirle tedavi etmeye çalışırlardı. Kamlık ayrıca sonradan öğrenilmezdi. Kam olacak kişinin atalarından birinin de kam olması gerekirdi. Bu kişi ya kendisi kamlık yolunu bulacak ya da bir kamdan el alacaktır. [2] Tengricilik, bugün bile Türk toplulukları içinde yaşamaktadır. Altay Türkleri, Yakut Türkleri, Tuva Türkleri, Moğollar arasında yaygın olan bu inanç; az da olsa Başkurtlarda, Hakaslarda da görülmektedir. Kırgızistan, Kazakistan gibi Türk ülkelerinde de Tengricilik inanışı giderek taraftar bulmaktadır.
KAYNAKLAR: 12
* İnan, Abdülkadir, “Eski Türk Dini Tarihi”, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1976 * Gökalp, Ziya, “Türk Uygarlığı Tarihi”, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1991 * Yörükan, Yusuf Ziya, “Şamanizm”, Ötüken Neşriyat, İstanbul, Ekim 2009 * Karakurt, Deniz, “Türk Söylence Sözlüğü”, e-kitap, Ağustos 2011
13
Dîvânü Lûgati't-Türk'te Geçen Atasözü ve Özlü Sözler Mert Karslıoğlu Dîvânü Lûgati't-Türk, Türkçenin bilinen ilk sözlüğüdür. Karahanlı soyuna bağlı bir şehzade olan Kaşgarlı Mahmud (Mahmud Kaşgarî, Mahmud bin Hüseyin el-Kâşgarî adlarıyla da bilinir) bu dev eseri Bağdat'ta 25 Ocak 1072'de yazmaya başlar. Eserin tamamlanma tarihi 10 Şubat 1074'tür. Dîvânü Lûgati't-Türk (Türk Lehçelerinin Sözlüğü), 1914 yılında Diyarbakırlı Ali Emirî Efendi tarafından bulunmadan önce de varlığından haberdar olunan bir eserdi. Bu eserden Antepli Aynî “İkdü'l Cuman fi Tarih-i Ehliz-Zaman” adlı eserinde; Kâtip Çelebi de “Keşfü'zZünûn” adlı eserinde söz etmiştir. İsmi bilinen ama kendisi bulunamayan bu eseri, kitap dostu Ali Emirî Efendi İstanbul'da bir sahafta bulmuş ve Türk Milletine armağan etmiştir. Bu dev sözlük, ansiklopedik nitelikte bir eserdir. Araplara Türk dilini öğretmek amacıyla yazılmış ve dönemin Abbasi Halifesi Muktedî Biemrillah'a sunulmuştur. Eserde Türkçe sözcüklere Arapça açıklamalar getirilmiş; açıklamalar örnek cümlelerle, şiir parçalarıyla, atasözleri ve özdeyişlerle pekiştirilmiştir. Sözlükte Türklerin adetlerinden, mitolojilerinden, aşiret isimlerinden sık sık söz edilmiştir. Ayrıca şehir, köy, kasaba isimleri; dağ, deniz, göl, nehir isimleri de verilmiştir. Eserin ilk sayfalarında çizimini bizzat Kaşgarlı Mahmud'un yaptığı bir de Türk Dünyası haritası bulunmaktadır. Kaşgarlı Mahmud'un bu büyük eserinden bugüne ne yazık ki sadece bir tek kopya elimize geçmiştir. Ali Emirî'nin bulduğu bu kopya da bizzat Kaşgarlı'nın elinden çıkmamıştır. Bu nüshayı kopya eden kişi Muhammed bin Ebîbekr bin Ebul-Feth'tir. Eseri 1266 yılında, eserin orijinalinden kopya ettiğini yazmıştır. Bu büyük sözlük bugün Ali Emirî'nin kurduğu İstanbul'daki Millet Kütüphanesi'nde korunmaktadır.
14
Dîvânü Lûgati't-Türk'ten, bugünkü Türk insanının alacağı pek çok ders vardır. Bu büyük eserde geçen yaklaşık 250 küsur atasözü ve özdeyişden seçmeleri burada hem orijinal diliyle hem günümüz Türkçesiyle vereceğim. İlk Türk sözlükçüsü, ilk Türkolog Kaşgarlı Mahmud'un Divan'daki önsöze yazdığı şu cümlelere kulak verelim: “Hüseyin oğlu Mahmud der ki; Tanrı'nın devlet güneşini Türk burçlarında doğurmuş olduğunu ve onların mülkleri üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş bulunduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzüne hükümdar kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı. Dünya milletlerinin idare yularını onların eline verdi. Onları herkese üstün eyledi. Kendilerini hak üzere kuvvetlendirdi. Onlarla birlikte çalışanı, onlardan yana olanı aziz kıldı ve Türkler sayesinde onları her dileklerine eriştirdi; bu kimseleri kötülerin şerrinden korudu. Okların dokunmasından korunabilmek için aklı olanlara düşen şey, bu adamların tuttuğu yolu tutmak oldu. Derdini dinletebilmek ve Türklerin gönlünü alabilmek için onların dilleriyle konuşmaktan başka yol yoktur.”
KAYNAKLAR: * Kaşgarlı Mahmud, “Divanü Lûgati't-Türk” (Çeviri: Besim Atalay), TDK Yayınları, Ankara, 2013 (Tek Cilt Halinde 1. Basım) * Akalın, Şükrü Haluk, “Kaşgarlı Mahmud ve Divânü Lûgati't-Türk”, TDK Yayınları, Ankara, 2008 * Ercilasun, Ahmet Bican, “Türk Dili Tarihi”, Akçağ Yayınları, Ankara, 2009
***
15
*
DLT 1. CİLTTEN SEÇMELER : * Besim Atalay, Divan'ı üç cilt halinde yayınlamıştır. TDK'nın 2013 baskısı bu üç cildin tek cilt halindeki ilk baskısıdır. Kuş kanatın er atın: Kuş kanadıyla, er atıyla (değerlidir). [at, sf. 34] Ermegüge eşik art bolur: Tembele eşik (bile) dağ sırtı olur. [art, 42] Tilkü öz inge ürse uduz bolur: Tilki kendi yuvasını hor görürse uyuz olur. Bu sav ilini, boyunu, şehrini inkar eden, yeren kişi için söylenir. [uduz, 54] Öküz adakı bolgınça buzagu başı bolsa yeğ: Öküzün ayağı olacağına buzağının başı olmak yeğdir. Bu sav, başkasına uymaktansa kendi başına iş görmenin daha üstün olduğunu söylemek için kullanılır. [öküz, 59] Avçı neçe al bilse adıg ança yol bilir: Avcı ne kadar hile bilirse ayı da o kadar kaçacak yol bilir. Bu sav, iki kurnaz kişi karşılaştığı zaman söylenir. [adıg, 63] Ağılda oglak togsa arıkda otı öner: Ağılda(koyun, keçi barınağı) oğlak doğsa ırmak kıyısında otu biter (bugün, “çocuk kısmetiyle doğar” denir). [arık, 65] Künde irük yok begde kıyık yok: Güneşte çatlak olmaz, beyde sözünden cayma olmaz. Bu sav, beylerin sözlerinden dönmemeleri için söylenir. [irük, 70] Alımçı arslan berimçi sıçgan: Alacaklı aslan gibidir, borçlu sıçan gibidir. [alım, 75] Ay tolun bolsa eligin imlemes: Dolunay elle gösterilmez (bugün, “görünen köy kılavuz istemez” denir). [ay, 82] Kişi alası içtin yılkı alası taştın: İnsanın alası(hilesi) içinde, hayvanın alası dışındadır. Bu sav, yaltaklanarak muhalefetini ve hıyanetini gizlemek isteyen kişi için söylenir. [ala, 91] Uma kelse kut kelir: Misafir gelince uğur gelir. [uma, 92] Kaz kopsa ördek köliğ igenür: Kaz gidince ördek gölü sahiplenir. [ördek, 103] Erdem başı tıl: Erdemin, faziletin başı dildir. [erdem, 107] Emgek eginde kalmas: Çekilen sıkıntı sırtta kalmaz; yani boşa gitmez. [emgek, 110] Arpasız at aşumas arkasız alp çeriğ sıyumas: Arpasız at koşamaz, arkası olmayan yiğit düşmanlarını yenemez. [arpa, 123]
16
Yılan kendü egrisin bilmes tewi boynın egri tir: Yılan kendi eğriliğini bilmez, deveye boynun eğri der. [egri, 127] Ermegüge bulıt yük bolur: Üşengeç kişiye bulut bile yük olur. [ermegü, 138] Açıglığ er şebük karımas: Varlıklı kişi çabuk yaşlanmaz. [açıglığ, 147] Etli tırnaklı edirmes: Et tırnaktan ayrılmaz. [edirdi, 177] İkki bogra igeşür otra kökegün yançılur: İki boğa dövüşür, arada sinek incinir. Bu sav, iki beyin çarpışmasında arada zayıfların ezilmesi üzerine söylenir. [igeşdi, 187] Yalnuk ürülmiş kap ol, agzı yazlıp alkınur: İnsanoğlu şişirilmiş tulum gibidir, ağzı açıldığında havası söner. [ürüldi, 195] Ögüngüçi üminde artatur: Kendiyle övünen kişi donunu pisletir. [ögündi, 203] Tay atatsa at tınur, ogul eredse ata tınur: Tay büyüyünce at dinlenir, oğul yetişince baba dinlenir. [atattı, 206] Suw içürmesge süt ber: Su içirmeyene süt ver. Sana kötülük edene sen iyilik yap demek istiyor. [içtürdi, 218] Bütün ümlüğ kança kolsa olturur: Donu sağlam olan nereye isterse oturur. [olturdı, 224] Keneşlig bilig üdreşür keneşsiz bilig obraşur: Danışmayla çıkan bilgi güzelleşir, danışmasız çıkan bilgi yıpranır. [obraştı, 231] Karga kazga ötgünse butı sınur: Karga kaza özenirse ayağı kırılır. [ötgündi, 254] Ulugnı uluglasa kut bulur: Büyüğüne saygı gösteren kut(mutluluk) bulur. [ulugladı, 304] Köp sögütge kuş konar, körklüğ kişige söz kelir: Gür söğüde kuş konar, güzel kişiye söz gelir. [köp, 319] Yıgaç uçunga yel tegir, körklüğ kişige söz kelir: Ağacın ucuna yel değer, güzel kişiye söz gelir. [köp, 319] * Devamı gelecek sayıda...
17
Tuna'da Nal Sesleri Samet Demir “Pagan âdetine göre, kendi kanlarını bir kaba damla damla akıttılar ve yeminlerini bununla sağlamlaştırdılar.” 9. yy sonunda bir kan antlaşması. Macarlar ve Bulaklar arasında… O sıralarda, Macarlar ve Bulaklar Hristiyanlığı henüz benimsemiş değiller. “Gönüllü olarak barış sundular ve Tütühüm’ü efendi olarak seçtiler… Ve Esküllö diye söylenen yerde, sadakatlerini yeminle teyit ettiler ve o günden itibaren orada yemin ettikleri için bu yeri Esküllö diye adlandırdılar.” Macarca’da eskü yemin anlamına gelir. Türk ağızlarında, eskü ifadesine karşılık olarak en yukarıdaki eylemi onaylarcasına ant içmek deyimi sıkça kullanılır. Konuya tepeden bir giriş yaptığımın farkındayım. Öncelikle Bulaklara kısa bir değinelim. Macarların üstünde daha uzun duracağız. Bulaklar, Karluklardan kopmuş bir kavimdir. “Karluklar, eskiden beri Türk kavimlerine dâhildirler. 6. yy ortasında teşekkül eden Türk İmparatorluğu, 581’de doğu ve batı diye ikiye ayrıldığı zaman, Karlukların arazisi iki Türk imparatorluğu arasında, Altay’ın güneybatısında, Kara İrtiş ve Zaysan-Gölü bölgesinde, Çinlilere göre To-lo-se (Talas) vadisinde yer almıştır.” Bulakların, Macarlarla münasebetlerinin nasıl başladığına değinmeden evvel Macarlar hakkında konuşmak gerekiyor. Macarların etnik yapısını oluşturan kavimler: Onogur, Manysii, Hun ve Kabarlardır. Ağırlıklı olan kavim Onogurlardır. Macar Türkolog Prof. Dr. László Rásonyi; Bulgar Türkçesi’nde, Oğuz adının sonundaki “z” nin “r” ye dönüşerek Ogur haline geldiğini ve Ogur ifadesinin kelime manasının kabile olduğunu söylüyor. Buradan yola çıkarsak Onogur adı on kabile demek oluyor.
18
Rásonyi'nin Tuna Köprüleri adlı kitabında yaptığı bir alıntıya göre; sayı bakımından “z” li konuşan Hunlar ve “r” li konuşan Türkler(Ogur)in, yani Hunlar ve Pontus bölgesindeki diğer Türk kavim unsurlarının birbirine karışmasıyla Bulgar kavmi ortaya çıkıyor. Bulgar adı karışık manasına gelmekle birlikte, burada ağırlıklı olan kavim Ogur idi. İleride de değineceğiz: 864’te Çar Boris Hristiyanlığı kabul ettikten sonra Bulgaristan Türkleri, Bizans ve Slav kültürlerinin etkisinde kalarak benliklerini yitirmişlerdir.
Pontus Bozkırları - Karadeniz'in kuzeyi ve Hazar Denizi'nin Doğusu
Batı Sibiryalı Manysii kavmi, Fin-Ugor kavimlerinin Ugor dalındandır. Onogurlarla temas etmişler ve Onogur menşeli “er” takısını alarak zamanla Magyar(Macar) adını ortaya çıkarmışlardır. Hunlar, Attila döneminde aşağı Tuna ve Karpatların doğusunda yurt tutmuşlardı. “30 kadar Türk, Germen, Trak ve İranlı kavmi, mesela; Kvad, Alan, Skir, Doğu Got, Frank Aleman, Gepid vb. kavimler üzerinde hüküm sürüyorlardı.”
19
451- A Catalaunumi Csata (Katalanyum Savaşı)
Attila’nın Hunları ve emrindeki kavimler Avrupa topraklarında inanılmaz akınlar ve seferler yaptılar. Tarihi roman yazarı Alman Thomas Rudolf Peter Mielke; Roma İmparatoru III. Valentinian’ın kız kardeşi Honoria, Attila’ya aşk yüzüğü gönderince, Attila’nın çeyiz olarak verimli Galya topraklarını istediğini yazar. Gün geçtikçe efsaneleşen ve yenilmez olduğu düşünülüp yarı tanrılaştırılan Attila’nın adı hakkında Rásonyi’nin Tarihte Türklük eserine başvuralım: “En büyük hükümdar adı Macar-Hun efsanesinde asli şeklini muhafaza etmiş olmalıdır. Sonundaki (a) sesi Macarcada bir küçültme (tasgir) ekidir, yani bu sözün tahlili: Etel-a yahut Etil-a şeklinde olmalıdır. Yunan kaynaklarında Attélas dahi o zamanın Yunan imlası göz önüne alınarak Etil okunmalıdır. Volga’nın eski adı Etil ile Etila aynıdır. Türk ad verme geleneğine göre bu nehir kıyısında doğan cihangire Etil adı verilmiştir.” Catalaunum (Katalanyum) muharebesi… Catalaunum Ovası’nda kanlı bir savaş. Savaşın çıkma sebebi İmparator Valentinian’ın Galya’yı Attila’ya bırakmak istememesi. Roma
20
İmparatorluk ordularının başında Aetius, Romalıların müttefiki Vizigotların başında ise Theoderich… Savaşan taraflarda kayıplar büyük olmuştur. Vizigot kralı Theoderich bu savaşta öldürülmüştür. Hem Batı Roma’ya hem de Vizigotlara karşı savaşan Attila’nın ordusunda ise ölümcül bir hastalık baş gösterince, Attila geri dönmek durumunda kalmıştır. Attila yenilmemiştir. Yenilseydi, Aetius göklere çıkarılırdı. İnsanlar güce tapar fakat güçlünün yenilmesine bayılırlar. Savaştan ganimetle geri dönen Attila, yeniden Batı Roma İmparatorluğu üzerine sefere çıkar ve 452’de Roma duvarları önüne varır. Avrupa’yı baştanbaşa kateden bu ordunun önünde hiçbir güç duramazdı. Papa Leo kendileri için vahim durumu görmüş olacak ki, Attila’nın huzuruna çıkmış ve Attila’dan geri çekilmesi için ricada bulunmuştur. Attila, büyük saygıyla ağırladığı Papa’nın ricasını geri çevirmedi. 453’de Attila öldü. Yerine oğlu, İlek ve Dengizik’in küçüğü İrnek geçti.
453- Hun İmparatorluğu
21
“Attila’nın ölümünden sonra Hun İmparatorluğu çöktü. Hunlardan arta kalanlar Maeotis, yani Azak Denizi arkasına geri çekildiler. Burada Ogur kavimlerinin parçalarıyla karışarak çoğunluğu Ogur kavimlerinden olan Onogundurlardan, daha sonra tamamen Onogurlardan meydana gelen geçici yeni bir imparatorluk kurdular.” Ziya Gökalp, Attila’nın kendisinden çok önce yaşamış büyük atası Mete’yi Türk barışseverliğinin kurucusu olarak yazıyor. Türkçülüğün Esasları’nda şu ifadeler yer alır: “Avrupalıların o kadar suçladıkları Attila bile, yine onların rivayetince, yenilmiş milletler ne zaman barış istemişlerse derhal kabul etmiştir. Çünkü Attila da bir ilhan, yani dünya barışını sağlamaya çalışan, ileri fikirli bir şahsiyetti.” Muncuk Han’ın en küçük oğlu Attila… Avrupalılar, onun Savaş Tanrısı Mars’ın kılıcını ele geçirdiğine inanmışlardı… Ona Tanrının Kırbacı diyorlardı. Gelelim Kabarlar’a… Kabarlar, Hazarların bir parçasıdır. Kelime manası olarak Kabarlar, başkaldıranlar demektir. Macarlar, 7. yy ortasında Bayan(Zengin) Han döneminde Hazar hâkimiyetini tanımışlardı. 9. yy ortasında Kabarları da kendilerine katıp aynı yüzyılın sonunda bugünkü yurtlarına gelip yerleşmişlerdir. Anlaşıldığı üzere Bayan Han, Macar milli hanedanının kurucusu yurt tutan Árpád’ ın atasıdır. Kobrat(Kavmi bir araya topla)’ın beş oğlundan biridir. Kobrat, önceleri Maeotis’de hükmetmiş, 7. yy’ın ilk onlu yıllarında Avarları batıya doğru sürmüştür. “Onogur Bulgarların yönetimi altında bulunan ve Kuban Nehri’ne ve Tuna’ya kadar uzanan Büyük Bulgaristan’ı” kuran Kobrat 642’de ölünce imparatorluğu oğulları arasında 5’e bölünmüştür.
22
Kobrat(Kurt)'ın Büyük Bulgaristan'ı ve oğlu Esperik(Asparuh)'in Göçü
Kobrat’ ın oğlu ve Bayan Han’ın kardeşi Küver, Macarların bir başka bölümü olan Sekellerin ilk yurt işgalleri sırasındaki reisidir. Sekellerin, Árpád’ın yurt tutuşundan bile önce Karpat Havzası’nda bulunduklarını söyleyebiliriz. Sekil, beyaz ayaklı at anlamına gelir. Adları Onogur menşelidir. “Árpád devri başında yurt tutan kabileleri siyasi sebeplerle dağıttıkları ve ayrı iskân ettikleri zaman, Sekeller de ülkenin pek çok tarafında ortaya çıkmışlardır. Bundan sonra, yani Árpád devri başında, Sekelleri önce Orta-Erdel’e, sonra bugünkü Sekel diyarına yerleştirmişlerdir.” Almanca ungar, Fransızca hongrois, Latince hungarus, batı İslavca ungri kelimelerinin hepsinin Macarların Onogur adından çıkarak, bugüne kadar kullanılageldiğini yine László Rásonyi’nin Tuna Köprüleri eserine dayanarak ifade edebiliyoruz.
23
Kobrat’ın oğlu, Bayan Han ve Küver’in kardeşi Esperik, kendisine katılanlarla Dinyester ırmağından geçip önce batıya, sonra da Balkanlar’ın güneydoğusuna gitti. Esperik’in Onogurlarına, Bulak topluluğu da katılmıştı. Aşağı Tuna Balkan Bulgaristan’ı kurulmuştu. Bizans ordusu Bulgarlara yeniliyor; 681’de IV. Konstantin, Moesia bölgesinde Bulgar devletini resmen tanıyordu. Aynı yıl IV. Konstantin, tahtını oğlu II. Justinianos’a bırakacaktı.
Devam edecek...
KAYNAKLAR: * Gökalp, Ziya, “Türkçülüğün Esasları”, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1990 * Mielke, R. P. Thomas, “Tanrının Kırbacı Attila” (Çev: Atilla Dirim), Yurt Yayınları, Ankara, 2000 * Rasonyi, Laszlo, “Tuna Köprüleri” (Çev: Hicran Akın), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1984 * Rasonyi, Laszlo, “Tarihte Türklük” (Çev: Dr. Hamit Zübeyir Koşay), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1971
24
Aylık E-Dergi
ansiklopedidergi.blogspot.com.tr issuu.com/ansiklopedi
-Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir-