Narkoz Sağlık Dergisi 2

Page 1

s

a

Sayı 3

ğ

l

ı

k

Ocak - Şubat 2014

Doğal Üreme Zorlaşıyor Sayfa 26 - 27

GDO’lu Ürün

Yersek Ne Olur? Sayfa 72

14 Mart

Tıp Bayramını

Kutlarız

Avrupa Türkiye

Sağlık Derneği ve Sağlık Turizmi Sayfa 30 - 31

Akdeniz KKTC Doğu Üniversitesini in Sağlık Eğitim Merkezi Oldu Sayfa 38 -

39

Özel Primer Hastanesinden Vergi Rekoru Serebralpalsi Hastalığı Tedavisinde Kök Hücre Umudu…

Sayfa 60 - 61

Nakilsiz Mucize

Sayfa 50

Sayfa 34 - 37

Sayfa 41

Prof. Dr. Mehmet Mutaf’tan

Kötü Giden Evlilik Çocuk İçin Boşanmaktan Daha Zararlı




içindekiler Daü Sağlık Bilimleri Fakültesi Bir İlke Daha İmza Atıyor

8-9

Romoy’la Sağlığınız Emin Ellerde

10 - 12

Dikkat ! Sarı Nokta Hastalığı

13

Sigara Vakitsiz Yaşlandırır

14

Profesyoneller Bu Fuarda Buluşuyor

15

Yaşamınızda Yepyenı Bir Beslenme Sayfası Açın, Hem Sağlığınızı Hem Formunuzu Koruyun

16 - 17

Obeziteyle Mücadelede Yeni Yöntem: Kupa Çekme

18

Çocuk Gelişimi İçin Doğru Oyuncak Şart

19

Sponsor Lideri Özel Primer Hastanesi

20 - 21

İrem Doğum Gününde Yaşama Döndü

22 - 23

Kalbiniz Sağlık İçin Atsın

24 - 25

Doğal Üreme Zorlaşıyor

26 - 27

Hedef, Kaliteli Sağlık

28 - 29

Bembeyaz Dişlere Sahip Olmak İçin Öğle Arasını Seçin !

32

Neden Sağlık Kariyeri?

33

Nakilsiz Yüz Yapmakta Mümkünmüş

34-37

Doğu Akdeniz Üniversitesi Sağlık Eğitiminin Merkezi Oldu

38-39

Ortodontik Tedavide Görünmeyen Tel Dönemi

40

Özel Primer Hastanesinden Vergi Rekoru

41

Bu Fuar, Türkiye’ye 42 Milyon Euro Katkı Sağladı

42 - 43

Beyin Tümörlerinde Erken Teşhis Hayat Kurtarıyor

44 - 45

DAÜ, Yaşlılar İçin Ara Eleman Yetiştiriyor

46 - 47

Down Sendromlu Çocuklar Bilim Evini Gezdi

48 - 49

Serebralpalsi Hastalığı Tedavisinde Kök Hücre Umudu…

50

Okuducu’dan Erken Teşhis Uyarısı!

51

Narsist Olabilir Misiniz?

52


Tamponsuz Burun Ameliyatı

53

Rahim Ağzı (Serviks) Kanseri

54 - 55

Sigara İçen Annelerin Bebeklerinde Gaz Sancısı Daha Fazla Görülüyor

56- 57

Bu Haberi Okumadan Bıçak Altına Yatmayın!

58 - 59

Kötü Giden Evlilik Çocuk İçin Boşanmaktan Daha Zararlı

60 - 61

Aile İçi Sağlıklı İletişim İçin Öneriler

62- 63

Kardeş Kıskançlığını Önlemenin Yolları

64

KKTC’de Son Teknoloji Protez Uygulaması Daü’de Yapılıyor

65

Mutsuz Kadının Beslenme Rehberi

66 - 67

Avrupa Türkiye Sağlık Derneği Ve Sağlık Turizmi

68 - 69

Emziren Anneler, Emzirmeyi Azaltarak Kesmeli

70

Ağız Kokusu Hastalık Habercisi Olabilir

71

GDO’lu Ürün Yersek Ne Olur?

72

Bebeği Öptürmeli Mi?

73

Sınav Kaygısı Ve Başa Çıkma Yöntemleri

74 - 75

Obezite, Alzheimer Riskini 4 Kat Artırıyor

76

Şehitkamil’den “Ağız Ve Diş Sağlığı” Kampanyası

77

Saç Dökülmesi Nasıl Önlenir?

78

Medical Park’tan Laparoskopik Pyeloplasti Başarısı

79

Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde “Menopoz” Anlatıldı

80 - 81

Böbrek Taşı Erkekleri Üç Kat Fazla Etkiliyor

82


s

a

ğ

l

ı

k

KADINLAR GÜNÜNÜ KUTLAMAK İÇİN GEÇERLİ NEDENİMİZ VAR MI?

İMTİYAZ SAHİBİ VE SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Mezine SIRAKAYA GENEL YAYIN YÖNETMENİ Pelin KAPLAN EDİTÖR Deniz YEMİŞENLİOĞLU GRAFİK TASARIM Atakan CEHRİ HALKLA İLİŞKİLER Batuhan CEHRİ HUKUK DANIŞMANI Av. Yaşar SAĞLAM Av. M. Yılmaz ÇELİK Av. M. Buğra AYBERK YAYIN KURULU Prof.Dr. Hakkı KAZAZ Opr.Dr. Barış DEMİRİZ Dr. Cengiz BAYRAM Dr. Ulaş YANIK YÖNETİM YERİ Başak Ajans Narkoz Haber Gazetesi Balıklı Durağı Karşısı Balıklı İş Merkezi Kat: 3 No: 6 BASKI İncilipınar Mah. 36006 Nolu Cd. No: 21 Ekip İş Merkezi Altı Şehitkamil / Gaziantep Telefon: 0 (342) 215 04 00 e-posta: info@ebatofset.com

narkozsaglik@hotmail.com narkozhaber@hotmail.com narkozhaber@mynet.com www.narkozgazetesi.com Sayı: 3 Yıl: 1 Yerel Süreli Yayın Narkoz Haber Gazetesi ücretsiz ekidir. 0 539 247 96 18 0 342 232 42 43

Dergide yayınlanan tüm reklam tasarım ve haber metinleri Başak Ajans’a aittir.. İzinsiz alıntı yapılıp çoğaltılamaz. Dergide yer alan köşe yazılarından, köşe yazarları sorumludur.

6

s

a

ğ

l

ı

k

Mezine SIRAKAYA / Gazeteci 8 Mart dünya kadınlar günü geçtiğimiz günlerde tüm dünyada kutlandı. Hayatın içinden acı öykülerin başrol oyuncuları kadınlarımızın günü. Kadın olmanın zorluklarını bilen ve yaşayanların günü. Ancak biraz düşünüp araştırdığınızda kadınlar gününü kutlamak için bir sebep olmadığını, kutlamamak için ise çok fazla sebebin olduğunu görebiliyoruz. İşte o sebepler… HER 4 KADINDAN BİRİ FİZİKSEL ŞİDDET GÖRÜYOR Türkiye’de kadınlar gününü değerlendirirsek yılın 365 günü kadınlar günü olmalıdır. Çünkü yılın 365 gününe damgasını vuracak kadın cinayetlerimiz var, çocuk gelinlerimiz var, kadına ve kız çocuklarına cinsel taciz var. Kadına şiddet var var var… Türk Medeni kanununa aykırı olmasına rağmen çocuk gelinlerin sayısı maalesef yüksek oranlara ulaşmış durumda. Yine her geçen gün kadın cinayetleri, kadına şiddet ve kadına tecavüz olayları artış göstermekte. Oysaki Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi uyarınca 18 yaşın altı çocuk statüsündedir. Türkiye’de Kız çocuklarının evlendirilmesi maalesef sosyal çevre tarafından meşru görülüyor. Hep birlikte toplum olarak kız çocuklarını diri diri mezara gömüyoruz. Biz bile bu yaşta evliliğin yükünü taşımakta zorlanıyorsak 12 – 13 yaşındaki çocuğun evliliğin yükünü nasıl taşıdığını varın siz düşünün. Bu konuda alınan yasal tedbirler yeterli olmamakla birlikte toplum ve aileler bilinçlendirilmelidir. Toplum olarak bu vicdanları temizlemeliyiz. Toplumda erken evlilikler kadın ve çocuk sorununu beraberinde getirmektedir. Boşanmış ve eşinden ayrılmış kadınların % 80’i şiddet görmektedir. Fiziksel şiddete maruz kalan kadınların %43’ü okuma yazma bilmiyor, sadece % 12’si yüksek ve dengi okul mezunu. Hayatı boyunca eşinden en az bir kez fiziksel şiddet görmüş kadınların oranı % 40. Cinsel şiddete maruz kalan kadınların %68’i aynı zamanda fiziksel şiddete de maruz kalıyor. SİYASETTE KADIN Cumhuriyetin ilanından sonra Türk kadınına verilen seçme ve seçilme hakkı önemli bir gelişme. 1935 yılında yapılan seçimlerde yine Türkiye nüfusunun %48’i olan kadınların % 80’ i oy kullanmış. 17 kadın 399 milletvekili arasında yerini almış ve TBMM’ne

girmeyi başarmış. Günümüze baktığımızda yine nüfusun % 49’u kadın ancak seçilen 550 milletvekilinin 79’u kadınr yani sadece % 14’ü. Aradan geçen yıllara rağmen maalesef kadının siyasetteki yeri de yeterli değil. Cumhuriyet tarihinden bu yana mecliste 1656 erkek bakan ve 54 kadın bakan yer almış. Yerel seçimlerde %99’u erkek olan belediye başkanları arasında sadece %1 temsil hakkı kazanılmış. Yine belediye meclis üyeleri ortalamasına bakıldığında %95 erkek karşılığında sadece %5’e yakını kadın. Siyasette kadınların yeteri sayıda temsil edilememesi Türkiye’de kadın sorunlarını beraberinde getiriyor. Kadınların siyasi hayatta daha fazla yer alması ve kendilerine olan özgüvenin artırılması şart. Kadının halinden ancak kadın anlar… EĞİTİMDE Eğitimde yine TÜİK verilerine göre kadınlarımız maalesef sınıfta kalmış. Yaklaşık 3 milyon kadın okuma yazma bilmiyor. İlkokul ve dengi mezunlarda ise yine en çok payı kadınlar alıyor. İSTİHDAMDA Eğitimde ve siyasette göremediğimiz başarısızlık kadın istihdamına da yansıyor. İstihdamda kadın oranına baktığımızda malesef yine tatmin edici hiçbir gelişme göremiyoruz. Her seferinde kadın başımızın tacıdır diyenler sadece tribünlere oynamaktan vazgeçip gerçekleri görmelidir. Türkiye dünyada kadın istihdamı sıralamasında 135 ülke arasında 120. sırada. Peki tüm bu verilere bakıldığında hangi kadınlar gününden bahsediyoruz. GELELİM 14 MART TIP BAYRAMINA Hemen aklıma ilk gelen bir aile hekiminin sözleri oldu “ Aile hekimleri tükenmişlik sendromu yaşıyor.” Bu sözler bir aile hekiminin ağzından dökülüyor… Biliyorum doktorlarımızın ve sağlık çalışanlarının can güvenliğinden tutun, aldığı maaşa, tuttuğu nöbete kadar bir yığın sorunları var. Önümüzde ki sayıda doktorlarımızın nabzını tutularak bu konuda ki sıkıntılarına yer vereceğiz. Onların sıkıntısını onlardan duymak çok daha anlamlı olacaktır diye düşünüyorum. Tüm sağlık çalışanlarının 14 Mart Tıp Bayramını kutluyorum.


s

a

ğ

l

ı

k

7


DAÜ SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ BİR İLKE DAHA İMZA ATIYOR Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Sağlık Bilimleri Fakültesi bir ilke daha imza atarak öğrencilerine lisans eğitimi alırken aynı zamanda yüksek lisans dersi alma fırsatını sunuyor.

8

s

a

ğ

l

ı

k


D

AÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi öğrencilerine önemli bir avantaj sağlayacak olan söz konusu uygulama ile öğrenciler, lisans eğitimlerini tamamlarken aynı zamanda alacakları yüksek lisans dersleri sayesinde yüksek lisans eğitimlerini de tamamlayabilecekler. DAÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı ve Sağlık Hizmetleri Yüksek Okulu Müdürü Prof. Dr. Hülya Harutoğlu, fakültenin ve fakülte bünyesinde yer alan Sağlık Hizmetleri Yüksek Okulu’nun yeni açılımlarla büyümeye devam ettiğini belirterek fakültenin dördüncü yılında 2500’e yakın öğrencisi, 100 civarındaki öğretim elemanı ve 14 tam donanımlı laboratuvarı ile eğitim hayatına devam eden Sağlık Bilimleri Fakültesi’nin 2013-2014 Akademik Yılı’nda başlattığı Yüksek Lisans programlarıyla gelişimini sürdürdüğünü vurguladı. Prof. Dr. Harutoğlu, Hacettepe, Ankara, Marmara, İstanbul ve Dokuz Eylül gibi seçkin üniversitelerin de desteğiyle hızla büyümeye devam ettiklerini ve kısa sürede en çok tercih edilen fakülteler arasına girdiklerini vurguladı. Prof. Dr. Harutoğlu, öğrencilere çok avantaj sağlayacak yeni bir uygulamanın senato kararı ile Bahar

döneminde ilk kez yürürlüğe gireceğinin müjdesini de vererek dünyada pekçok üniversitede, Türkiye Cumhuriyeti’nde de birkaç üniversitede örneği olan fakat KKTC’deki üniversitelerde uygulanmayan bu programı ilk kez başlatarak öğrencilerin lehine önemli bir akım başlattıklarının altını çizdi.

Lisans Öğrencileri Yüksek Lisans Programına Entegre Olabilecek Prof. Dr. Hülya Harutoğlu, yeni uygulama ile lisans öğrencilerinin 2. sınıftan sonra koşulları sağladıkları takdirde yüksek lisans programından ders alma hakkına sahip olacaklarını ve lisansla birlikte yüksek lisans eğitimine de devam edebileceklerini söyledi. Bu uygulama ile öğrencilerin kısa sürede master programından mezun olup, eğitim sürelerini kısaltarak, meslek hayatlarına daha kısa sürede atılabileceklerini belitti. Öğrenciler tarafından büyük ilgiyle karşılanan bu uygulamaya başvuru sayısının oldukça yüksek olduğunu belirten Prof. Dr. Harutoğlu, TC ve KKTC’de Sağlık Fakültelerindeki akademisyen açığını da kısa süre-

de kapatma konusunda önemli katkı sağlayacaklarını söyledi.

Yüksek Lisans ve Doktora Programları Artırılacak Prof. Dr. Harutoğlu, şu an devam etmekte olan “Fizyoterapi ve Rehabilitasyon” ve “Beslenme ve Diyetetik” yüksek lisans programlarına ilaveten aynı bölümlerin doktora programları ile Hemşirelik ve Sağlık Yönetimi programları için yüksek lisans programlarını da 2014-2015 Akademik Yılı’nda uygulamaya koymayı planladıklarını belirtti. Prof. Dr. Harutoğlu 2013-2014 Akademik Yılı Bahar Dönemi’nde Fizyoterapi ve Rehabilitasyon ile Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde okuyan başarılı öğrencilerin Yüksek Lisans programından ders alma haklarının önemli bir ayrıcalık olduğunu belirtti. Prof. Dr. Harutoğlu, kaliteli eğitimin yanında, öğrencilere önemli bir avantaj sağlayan bu uygulamanın DAÜ Sağlık Bilimleri s n tercih edilme oranında önemli rol oynayacağını ve önümüzdeki yıl öğrenci sayısındaki artışın çok daha fazla olacağını öngördüklerini belirtti.

s

a

ğ

l

ı

k

9


‘la SAĞLIĞINIZ EMİN ELLERDE

Esra Demir Romoy Danışmanlık Genel Müdürü

2013 yılında kurulan ve bünyesinde değişik 3 ayrı şirketi barındıran Türkiye merkezli Romoy Sağlık Turizm ve Danışmanlık oldukça genç bir şirket. Grup bünyesinde Romoy Danışmanlık, Romoy Uluslararası Sağlık Turizmi, Romoy Uluslararası Ticaret şirketleri yer alıyor.

10

s

a

ğ

l

ı

k

Danışmanlık derken neyi kastediyoruz? Sağlık sektörüne yönelik olarak hastane yatırım, kurulum ve işletmesinden hastane yönetimine kadar uzanan geniş bir yelpazede danışmanlık hizmetleri veriyoruz.

Yatırım danışmanlığı hastane almak isteyenler için mi? Ya da nedir? Özellikle son yıllarda Türkiye yatırımcılar için karlı bir pazar haline geldi. Sağlık sektörü ise güçlü hastaneleri/ hastane grupları ve yüksek karlılık oranları ile


hem yerli hem de yabancı ile yatırımcıların büyük ilgisini çekmekte. Ancak yatırım özellikle de hastane yatırımı yapmak için tüm ekonomik verilerin iyi analiz edilmesi, satın alım planlanan hastanelerin finansal ve operasyonel verilerinin detaylı analizi, eğer sıfırdan hastane kurulacaksa güçlü bir ön fizibilite şart. Biz sağlık sektöründe onlarca yıllık deneyime sahip bir kadro ile yatırımcıların ihtiyaçlarına özel danışmanlık hizmetleri vermekteyiz. Yatırım

veriyorsunuz? Alım yapılmak istenen hastanenin sektördeki yerinin, finansal ve mali performansının analizini yapıyoruz öncelikle. Ancak bir hastaneyi değerlendirirken sadece finansal verilere bakmak yeterli olmaz; hastanelerin operasyonel ve medikal performanslarını da değerlendirmek gerekir. Operasyonel ve medikal performansla ne kastediyorsunuz ? Operasyonel performans randevu sürecinden, ameliyathane süreçlerine kadar tüm operasyonel süreçlerin verimliliği ifade eder. Örneğin çağrıların randevuya dönüşme oranları, muayene ya da ameliyat randevu iptallerinin nedenleri, IK işleyişi vb. konular hastanelerin nasıl yönetildiği konusunda önemli ipuçları var. Ayrıca komplikasyon oranları, ex oranları vb. tıbbi çıktılar hastanelerin asli işi olan sağlık hizmeti üretimindeki başarı göstergeleridir. Bir de hastane kurulumları için danışmanlık verdiğinizi söylemiştiniz… Evet doğru. Hastane kurulum danışmanlığı yurt içi ve yurtdışında yürüttüğümüz bir faaliyet. Öncelikle yatırım planlama ile başlıyoruz işe. Bu kapsamda hastane yeri seçimi, hastanenin mimari dizaynı, medikal birimlerle ilgili bölge koşulları da göz önüne alınarak karar verilmesi vb. faaliyetleri yürütüyoruz. Ardından ruhsatlandırma sürecinin yönetilmesi ve hastane işleyişiyle ilgili işlerin planlanması gerekiyor. Yani hekim ve personel alımı, IT alt yapısının kurulması vb. Bir de var olan, hâlihazırda işleyen hastaneler için verdiğimiz işletme ve yönetim danışmanlığı var. Artık tüketiciler daha güvenli, etkili ve mobil sağlık hizmetleri talep ediyor. Sağlık hizmeti sağlayıcıları da artan maliyetler, azalan kar marjları ve yetişmiş insan kaynağının sınırlı olması gibi problemler ile karşılaşıyor. Bu noktada hastanelerin ihtiyaçlarınız doğrultusunda, hastanelere özel hazırlanmış çözümler sunuyoruz.

danışmanlığında hastane satın almak ve sıfırdan hastane yapmak isteyen yatırımcılara hizmet veriyoruz. Hastanelere satın alım danışmanlığı hizmeti olarak ne tür hizmetler

Ne tür çözümler? Hastanelerin en büyük sorunlarından bir gider yönetimi ve gelir planlaması yapamamaları. Bugün en büyük hastane gruplarının bile aşabildiği bir sorun değil bu. Danışmanlık verdiğimiz

hastanelerde öncelikle kısa ve uzun vadeli gelir/ gider bütçesi yapıyoruz. Hastane, branşve doktor bazında verimlilik analizleri; doktor hak ediş sürecinin yönetimi, satınalma verimliliğinin artırılması; personel verimlilik ve gider analizleri ile maliyet analizleri bu bağlamda danışmanlık kalemlerimizde önemli bir yer tutuyor. İşin finansal yönlerinin tamamı diyebiliriz yani. Yine operasyonel ve medikal verimlilikle ilgili çalışmalarınız var mı? Tabi ki var. Hastaneler mali ve finansal verileriyle ilgilenirken operasyonel ve medikal performansla ilgilenmiyor. Daha açık söylemek gerekirse hastanelerde hep giderler kontrol altına alınmaya çalışıyor. Hastanenin hizmet kalitesini artırarak hasta potansiyelini artıracak olan operasyonel ve medikal performans 2. Hatta 3. plana itiliyor. Peki başka kalemler var mı danışmanlıkla ilgili? Bunların yanı sıra JCI akreditasyonu ve kalite yönetimi; hastanedeki her türlü ruhsatlandırma süreci ile biyomedikal cihaz alımı konusunda da hastanelere danışmanlık veriyoruz. Biyomedikalde istenilen cihazların sıfır ya da 2. El olanlarını çok uygun fiyatlarla almalarını sağlıyoruz. Bir de faaliyet gösterdiğiniz sağlık turizmi alanı var. Önce sormak istiyorum Türkiye’de sağlık turizmini nasıl değerlendiriyorsunuz? Her yıl yurtdışından 500.000 Kişi Türkiye’ye tedavi amacıyla gelmektedir. Türkiye stratejik coğrafi konumu ile Avrupa ve Asya’yı birbirine bağlayan eşsiz bir bağlantı noktasıdır. Birçok ülkeden uçakla çok kısa sürede ulaşılabilir ki bu önemli bir avantaj. Ayrıca Türkiye özellikle son yıllarda, dünya çapında hekimleriyle tıbbi gelişmelerde öncü konumunda bir ülke haline geldi. Akredite edilmiş 47 hastanesi ile dünyada 2. Sırada yer almaktadır.Yanlış tıbbi uygulama nedeniyle açılmış dava sayısı yok denecek kadar az. Romoy bu tablonun neresinde yer alıyor? Biz Romoy olarak şunu diyoruz. Hastaneler kendi asli işlerini yapsın yani tıbbi

s

a

ğ

l

ı

k

11


Özetle Türkiye’de tedavi olmak isteyen hastalarımız için en etkin tedavi yöntemi ve en düşük maliyet seçeneklerini birleştirerek, en yüksek standartlarda tıbbi tedavi seçenekleri sunuyoruz. Romoy olarak 60’ın üzerinde özel seçilmiş hastane ile anlaşmamız bulunuyor. Bu hastane ağı Romoy ’un 10 yıllık sağlık profesyonel ekibi tarafından hastaların gözünden bakılarak özenle seçilmiştir. Özetle Romoy olarak öncelikle bize başvuran hastalarımız için en doğru en iyi hizmet alabilecek doktor ve hastaneyi seçiyoruz. Eğer hasta talebi olursa doktorumuzla hastamızı da görüştürüyoruz. Başka bir ülkede, yabancı bir kültürde sağlık hizmeti almanın zorluklarının farkındayız. Bu nedenle hastalarımızın her zaman “evinde” olduklarını ve asla yalnız olmadıklarını hissetmelerini sağlamak amacıyla tedavilerinin her aşamasında kendilerine eşlik ediyoruz. Hastalar Romoy’ a nasıl ulaşır? Hastalarımız bize kendi ülkelerindeki ofislerimiz ya da temsilcilerimiz aracılığıyla ya da Romoy ’un hasta ilişkiler uzmanlarına telefonla ya da maille ulaşarak ya da internet sitemiz aracılığıyla ulaşabilirler. Hastalar size ulaştıktan sonra süreç nasıl işler? Eğer hastalarımız operasyon planlama sürecinde gelmek isterseonlarla birliktetedavi sürecini planlamak bizi mutlu eder. Ancak doğal olarak hastaların çok büyük bir çoğunluğu bu süreçte burada olmuyor. Biz hastalarımızdan hastalıklarıyla ilgili tüm bilgileri ve tetkik sonuçlarını alıyoruz. Bu veriler anlaşmalı hastanelerimizdeki uzman hekimlerce incelenerek tedavi planları oluşturuluyor. Söz konusu tedavi planları hastaya özel hazırlanıyor. Hastalara tedavi planları ve fiyatlandırma için alternatifler iletiliyor ve hasta ile bir plan ve hastanede ka-

12

s

a

ğ

l

ı

k

rar kılınıyor. Eğer hastanın sağlığı uçak yolculuğu için elverişli değilse, hastalar Romoy tarafından uçak ambulansla bulunduğu yerden alınır. Hastalar konaklama için Romoy’ un Türkiye’ nin her yerinde, hastanelere yakın lokasyonlarda bulunan anlaşmalı otellerinde avantajlı fiyatlarla konaklayabiliyor. Hastalar Türkiye’ye ulaştıklarında Romoy hasta temsilcisi tarafından havaalanında karşılanır kalacağı otel ya da hastaneye transferi sağlanır. Tedaviler JCI sertifikalı yüksek tıbbi teknoloji ve alanının en iyisi doktorların bulunduğu hastanelerde yapılır. Hastaların, kendilerine eşlik eden ve hasta ile aynı dili konuşabilen Romoy asistanları sayesinde iletişim problemi yaşamazlar. Romoy 7/24 hastaların yanında yer alır. Aynı zamanda tedavinin her aşaması Romoy doktorları tarafından takip edilir. Hastalar ülkelerine döndükten sonra da Romoy’ un ilgili ülkelerdeki ofislerinde bulunan doktorlar hastaların tedavi sonrası bakım sürecini takip ederle. Bu arada eğer istenirse hastalarımız ve aileleri için turistik geziler de organize ediyoruz. Özellikle İstanbul’ daki tarihi mekanlar ve boğaz çok ilgi çekiyor. Hastaların ROMOY aracılığıyla tedavi görmelerinin avantajları nelerdir yani hastalar neden sizi tercih etsin? Hastalar için bizimle çalışmanın pek çok avantajı var. Her şeyden önce hastalıklarının tedavisi için hastane, tedavi seçenekleri ve fiyat alternatiflerini kendiniz araştırmak zorunda kalmıyorlar. Romoy olarak tüm araştırmaları hastalar için yapıyor ve tüm alternatifleri paylaşıyoruz. Ayrıca tüm bu alternatiflere 24 saat içinde ulaşıyorlar. Hastalarımın tüm transfer işlemlerini ücretsiz yapıyoruz. Hastalar, kendilerine eşlik eden ve aynı dili konuşabilen Romoy asistanları sayesinde iletişim problemi yaşamıyor.. Romoy 7/24 hastaların yanında yer alır. Hastaların tüm tedavi süreçleri Romoy ekibi ve Romoy doktorları tarafından takip ediliyor ve hastalar ile hasta yakınları düzenli olarak bilgilendiriliyor. Romoy hangi branşlarda hizmet veriyor? Özetle tüm branşlarda En çok başvuru alınan branşlar ve hastalıklar neler?

En çok estetik, organ nakilleri, göz, obezite cerrahisi, ortopedi ve tüp bebek alanlarında başvuru alıyoruz. Organ nakillerinden böbrek nakli ve kemik iliği nakli en çok talep gören tedaviler. Estetikte de en yoğun talep saç ekimi için geliyor. En çok başvuru aldığınız ülkeler hangileri? En çok başvuru Irak, Libya ve Azerbaycan’dan alıyoruz. Ancak Avrupa’dan başvuran ve estetik ve diş tedavisi isteyen hasta sayısı fazla. İnsanlar ülkelerinde zayıf olan tıbbibranşlarındabaşvuruyor doğal olarak. Romoy olarak nerelerde ofisleriniz ya da temsilcilikleriniz bulunuyor? Romoy olarak Irak, Libya ve Azerbaycan’da ofislerimiz bulunuyor. Arnavutluk ofisimiz de birkaç ay içinde açacağız. Ofislerimizle beraber 10 merkezde faaliyetlerimizi yürütüyoruz. Temsilciliğimiz olan ülkeler ise Kazakistan, Norveç, Makedonya, Arnavutluk, Almanya, Dubai, Sudan. Romoy ofislerinin tamamında doktor bulunmaktadır. Ofislerdeki doktorlarımız, ofise başvuran hastalarımızın ön değerlendirmelerini yapmakta, hastanın tüm tedavi süreci boyunca takip hastamızı takip etmekte ve tedavi sonrası bakım süreçlerini yönetmektedir. Ayrıca burada sigorta temsilciliklerimizden ve internet sitelerimizden de bahsetmek istiyorum. Şu anda AfricanInsurance ve Medeksa’nın resmi asistan firmasıyız. İnternet siteleri derken Romoy’un sitesinden bahsetmiyorsunuz galiba Haklısınız. Treatabroad.com adında yeni bir internet sitemiz var. Henüz eksiklerimizi tamamlama aşamasındayız. Ama planımız 6 dilde, yurtdışından gelecek hastalara hem tıbbi bilgi vermek hem de gelişlerini organize etmek. Alanında referans bir site olmasını hedefliyoruz. Romoy Uluslararası Ticaret hangi alanlarda faaliyet gösteriyor ? Romoy Partner Romoy’ un ihracat ayağını yürüten şirketidir. Romoy Partner dış ülkelerdeki partnerleri aracığıyla yurtdışına medikal cihaz, ilaç, tıbbi sarf, kişisel bakım malzemeleri ile sağlıkla ilgili gıda takviyeleri satmaktadır.


DİKKAT !

SARI NOKTA HASTALIĞI Belli bir yaştan sona Okuma, araba kullanma, kişilerin yüzlerini seçme, televizyon seyretme gibi günlük işleri yapmakta sorun yaşıyormusunuz ? Göznuru Göz Hastanesi Hekimi Op.Dr. Ahmet TAŞAR, sarı nokta hastalığı hakkında bizleri bilgilendirdi. Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonu (Sarı Nokta Hastalığı) Nedir? Gözde makula ismi verilen bölgenin bozulmasıyla karakterize bir hastalıktır. Makula, keskin ve renkli görmeden sorumlu, retina tabakasının (görmeye yarayan sinir hücrelerinin bulunduğu tabaka) ortasında bulunan çok küçük bir alandır. İçerdiği özel renk moleküllerinden dolayı bu alana “sarı nokta” adı verilir. Sarı Nokta Hastalığı (Yaşa bağlı makula dejenerasyonu), 50 yaş ve üzeri insanlarda geri dönüşümsüz görme kaybının en önemli nedenleri arasında yer almaktadır. Yapılan çalışmalarda yaşa bağlı makula dejenerasyonu görülme sıklığının, %5.8 ile 15.1 arasında olduğu belirlenmiştir. Gelişmiş toplumlarda artan yaşam süresi ile orantılı olarak, hastalığa yakalanacak kişi sayısında belirgin artış beklenmektedir. Makula iyi çalışmadığı zaman baktığımız alanda bulanıklık ve karanlıktan şikayet ederiz. Sarı nokta hastalığı olan kişiler, okuma, araba kullanma, kişilerin yüzlerini seçme, televizyon seyretme gibi günlük işleri yapmakta sorun yaşarlar. Sarı Nokta Hastalığının Belirtileri Nelerdir? Farklı kişilerde değişik belirtiler ile ortaya çıkabilmektedir. Bazen bir gözde ileri derecede görme kaybı olduğu halde öteki göz yıllarca sağlam kalabilmek-

tedir. Erken dönemlerde tanı koymak kolay değildir. Ancak her iki göz birden etkilenirse okurken veya çalışırken zorluk hissedilmeye başlanır. • Baktığınız noktanın ortasında koyu karanlık bir bölge olur. • Baktığınız noktadaki düz çizgilerde bükülmeler görülür. • Renkler daha soluk görünür. Yaşa Bağlı Makula Dejenerasansı (Sarı Nokta Hastalığı) İçin Risk Faktörleri Ailede sarı nokta hastalığı bulunması Sigara kullanımı Yüksek kol tansiyonu ve yüksek lipid-kolesterol Şişmanlık (obezite) Sarı Nokta Hastalığı Tedavisi Nedir?

Göznuru Göz Hastanesi Hekimi Op.Dr.Ahmet TAŞAR

ser tedavisine müsaittir. Laser tedavisi uygulanan hastalarda %50 oranında damar tomurcuğu yeniden aktive olabilmektedir. Fotodinamik Tedavi (PDT) Standart laser tedavisinden sonra geliştirilen ve yaklaşık 10 senedir uygulanan bir tedavi yöntemidir. Yaş tip sarı nokta hastalığının bazı tiplerinde etkilidir. Genellikle görme artışı sağlamaz, 1 yıllık tedavi süresinde mevcut görmeyi koruma oranı yaklaşık %50-60’tır. İlerleyen yıllarda bu oran düşer. Bugün için sadece uygun vakalarda olmak üzere nadiren tek başına kullanılır.

Kuru tipten yaş tipe geçmiş sarı nokta hastalığı acil tedavi gerektiren bir durumdur. Yakın zamana kadar bu hastalıkta uygulanan tedaviler yüz güldürücü sonuçlar vermezken, bugün için gelişen teknolojiler ve yeni tedavi şekilleri ile son derece başarılı sonuçlar alınmaktadır.Yaş tip sarı nokta hastalığında tedavide amaç, hastalığa neden olan tabakalar arasındaki istenmeyen damar tomurcuklarının, sıvı sızıntılarının ve kanamaların kurutulmasıdır. Bunun için farklı tedavi seçenekleri mevcuttur.

Damar Gelişimini Önleyici Tedavi (Anti-VEGF tedavi)

Laser Tedavisi

Takipte neler yapılmalıdır?

Yaş tip sarı nokta hastalığında uygulanan en eski tedavi yöntemidir. Laser tedavisi uygulanabilen durumlar bugün için sınırlıdır. Tüm yaş tip sarı nokta hastalarının yaklaşık %15’i standart la-

Sarı nokta hastalığı, ister kuru tip, ister yaş tip olsun, düzenli takip gerektiren bir hastalıktır. Teşhis aşamasında ve takipte mutlaka göz anjiyosu ve retina tomografisi çekilmelidir.

Günümüzde yaş tip sarı nokta hastalığında en etkin görünen ve en son gelişen tedavi yöntemidir. Bu tedavi ile, yaş tip sarı nokta hastalığında 1 yıllık sürede mevcut görmeyi koruyabilme oranı, %90’ın üzerindedir. Yine aynı sürede görme artışı sağlayabilme oranı %30’lar cıvarındadır. Görme kaybının önlenmesi ve hatta görme artışı sağlanabilmesi için, yapılan bu enjeksiyonlar sıklıkla belli aralıklarla tekrarlanır.

s

a

ğ

l

ı

k

13


SİGARA VAKİTSİZ YAŞLANDIRIR Sağlığınız, seks hayatınız ve dış görünüşünüz sizin için ne kadar önemli? Önemli değil diyorsanız sorun yok. Sağlığıma ve dış görünüşüme önem veriyorum diyorsanız bu haberi okumalısınız. Dr. Fizyoterapist Gamze Şenbursa, sigara içenlerin yüzleşmek istemediği konuları sizler için sıraladı. İşte sigarayı bırakmanız için 14 neden: Gözaltı torbaları: İyi bir gece uykusu uyuyamamaktan nefret etmiyor musunuz? Ve bu ertesi gün yüzünüzden okunuyor. Bir çalışmaya göre eğer sigara içiyor iseniz gece uykunuzun içmeyenlere göre 4 kat daha rahatsız olduğu bulunmuş. Gece sürekli dönmenizin veya kalkmanızın sebebi nikotin olabilir. Ve ne yazık ki zayıf uyku hiçbir zaman güzel bir uykuyla eşit olamaz. Psöriasis:Psöriasisotoümmin kaynaklı bir cilt problemidir, adil olmak gerekirse hiçbir zaman sigara içmemiş olsanızda bu hastalığa sahip olabilirsiniz. Fakat sigara kullanıyorsanız derinizin pul pul olma ihtimali artar. Ortalama 10 sene boyunca günde 1 paket sigara içiyorsanız psöriasis riski %20 artar. 11-20 yıl arasında ise bu risk %60’tır. (Eğer hamilelik ve çocukluk döneminde dumana maruz kalınırsa risk yükselir). Sararmış dişler:Gözalıcı dişlere sahip olmak istemez misiniz, tıpkı Hollywood yıldızları gibi? Eğer sigara içiyorsanız bu hayale hoşça kal diyebilirsiniz.Nikotin dişlerde lekelenme yapar. Sonuç olarak sigaraya ödediğiniz ücrete artı birde diş beyazlatmak için doktora vereceğiniz ücreti ekleyin. Vakitsiz yaşlanma ve kırışıklıklar: Kırışıklık ilerleyen yaşlarda herkezde görülür fakat genç ve sigara içen insanlarda da oluşabilir. Uzmanlar sigaranın yaşlanma etkilerini arttırdığı konusunda hemfikir. Bu sebepten sigara içenler içmeyenlere göre ortalama 1.4 yaş daha fazla gösteriyor. Neden sigara ciltte kırışıklığa sebep oluyor? Sigara cilt dokusunu esnek ve sağlıklı görünüşünü koruyan kan akışını

14

s

a

ğ

l

ı

k

engelliyor. Cilt yeterince kanlanamadığı için kırışıklıklar oluşuyor. Sarı parmaklar:Sigaranın içindeki nikotin sadece dişlerinizi kahverengileştirmiyor (ve evinizin duvarlarını), aynı zamanda parmak ve tırnaklarınızı da sarartıyor. İnternette araştırma yaparsanız, limon suyu ve beyazlatıcı solüsyon ile hazırlanan evde uygulanabilecek reçeteler bulabilirsiniz.

Sigarayı bırakmak daha kolay ve daha az ağrılı değil mi? İncelmiş saçlar:Sanki cildinizde yarattığı kırışıklar yetmezmiş gibi sigara saçlarınıza da zarar veriyor. Uzmanlar sigaranın içindeki toksik kimyasalların saç foliküllerindeki DNA’ya ve hücrenin genelindeki serbest radikallere zarar verebileceğini düşünüyor. Sonuç sigara içenler daha ince saçlara sahip oluyor ve içmeyenlere göre daha önce beyazlıyor. Tabi beyazlayacak saçları kalırsa.Tayvan’da erkekler üzerinde yapılan çalışmada sigara içen erkeklerin içmeyenlere göre saçlarını kaybetme riskinin 2 katı olduğunu göstermiş. Kellik riski daha fazla. Yara iyileşmesi:Nikotin vazokonstrüksiyona(damarlarda daralmaya) sebep olur, kan damarlarındaki daralma oksijenden zengin kanın yüz ve vücudun diğer bölgelerindeki küçük damarlardaki akışını limitler. Buda yaralarınızın daha uzun zamanda iyileşeceği anlamına gelir ve sigara içmeyen birine göre daha büyük ve kırmızı yara izine sahip olursunuz. Sigara içenlerin cerrahi sonrasında optimum iyileşmeye ulaşamadığını gösteren birçok bilimsel çalışma vardır. Hatta sigara içenlerde estetik operasyon sonrası yeterli kanlanma olmamasından ve deride dökülme riski yüksek olduğun-

dan, operasyon sigarayı bırakana kadar yapılmaz. Diş kaybı:Sigara içmek her türlü diş problemi riskini arttırır; ağız kanseri ve dişeti hastalıkları dahil.‘Journal of ClinicalPeriodontology’de yayınlanan bir çalışmada sigara içenlerin içmeyenlere göre 6 kat daha fazla dişeti hastalıklarına yakalanma ve bunun sonucunda da diş kaybetme riski olduğu gösterilmiştir. Doğal parlaklığınız kayboluyor: Sigara içenler tipik, karakteristik bir yüze sahiptir. Kırışık, soluk ve gri görünümlü bir deriye sahip bu kişilere ‘SmokersFace’ deniyor. Sigara karbon monoksit içerir, cildinizdeki oksijenin yerine nikotin yerleşmesine sebep olur. Buda kan akışını azaltır, cildi daha kuru ve renksiz hale getirir. Sigara aynı zamanda cildi tamir eden ve korumaya yardımcı birçok besini bitirir. Cilt kanseri:Sigara akciğer, boğaz, ağız ve öshafagus kanseri sebeplerinin en başında gelir. Dolasıyla cilt kanseri riskini yükseltmesi şaşırtıcı değildir. Sigara içenlerde içmeyenlere göre 3 kat daha fazla skuamöz hücreli karsinom gelişir. Bu da cilt kanserinin 2. yaygın tipidir. Esneklik:Sigarada bulunan nikotin cildinizdeki konnektif dokuya ve liflere zarar verir. Bu da kuvvet ve esnekliğin kaybolmasına sebep olur. Güçsüz karın kasları:Sigara iştahı baskılar, sigara içenler içmeyenlere göre daha zayıftır. Sigara içenlerin iç organlarında yağlanma daha fazladır. Bu derin yağ yastıkçıkları vücudunuzun orta kısmında birikir ve şeker gibi birçok hastalık riskini arttırır. Katarakt:Amerikalıların yarısından fazlasında 80 yaşından sonra katarakt görülmektedir. Sigara gözün lens kısmındaki oksidatif stresi arttırarak katarakt riskini de arttırır.


PROFESYONELLER BU FUARDA BULUŞUYOR Dünya Sağlık Turizminin Profesyonelleri 11-13 Haziran’da İstanbul’da Buluşuyor.

11-13 Haziran 2014 tarihleri arasında İstanbul Kongre Merkezi’nde (ICC) kapılarını açacak olan İstanbul Medikal Turizm (IMT) Fuarı için çalışmalar süratle devam ediyor. Son yılların en gözde sektörlerinden biri olan Sağlık Turizm’inin dünya genelinde sergilediği gelişmeye paralel olarak, Türkel Fuarcılık A.Ş. tarafından ilk kez organize edilecek fuarda, dünya sağlık turizmi sektörünün kurum ve profesyonelleri biraraya gelecek. Yurtiçinden ve yurtdışından 10.000 kadar ziyaretçinin gelmesi beklenen fuar için Ortadoğu ve Balkan Ülkeleri, Afrika Ülkeleri, Rusça konuşan coğrafya ve Türki Cumhuriyet-lerinden gelecek “Alım Heyeti” fuar katılımcıları ile buluşacak. Alım heyeti; Sağlık Bakanlığı yetkilileri, medikal turizm seyahat şirketleri, doktor, aracı kurum, hastane ve klinik sahiplerinden oluşacak. Fuarda, Türkiye’nin farklı şehirlerinden devlet, özel ve üniversite hastaneleri, termal tesisler, spa ve kaplıcalar, göz, ağız ve diş sağlığı merkezleri, sağlık kuruluşları, sigorta şirketleri, sektörel dernek, kurumlar ve medya organları yer alacak. Fuarda Acıbadem Hastanesi, Medikal Park, LIV Hospital, Medipol,

Medicana Hastanesi gibi dev hastanelerin yanı sıra Taraklı Termal gibi termal sağlık tesisleri de şimdiden yerlerini ayırttılar. Fuarla eş zamanlı olarak, alım heyetleriyle ve fuar katılımcılarının “birebir toplantı” (B2B) lar yapacağı bu organizasyonda, yerli ve yabancı konuşmacıların yer alacağı konferans panelleri de medikal turizm sektörünü aydınlatacak. Hasta bakım kalitesi ve organizasyon yönetimi konusunda akredite olmuş sağlık kuruluşu sayısıyla dünyada ikinci sırada yer alırken, termal kaynakları açısından dünyada 7. sırada olan Türkiye, önemli bir cazibe merkezi oluşturuyor. Türkiye’deki özel hastaneler hem fiziki hem de teknolojik olarak Avrupa standartlarını taşıyor. Ayrıca, termal suları, hem debi ve sıcaklıkları hem de çeşitli fiziksel ve kimyasal özellikleri ile Avrupa’daki termal sulardan daha üstün nitelikler taşımaktadır. Son 10 yılda Sağlık Turizmi konusunda Türkiye’nin gelmiş olduğu nokta, coğrafi ve stratejik konumu, iklim ve hizmet kalitesi ile birlikte, 4 saatlik uçuş mesafesindeki, 1.5 milyar insan potansiyeli ile mükemmel bir konumda bulunuyor.

IMT Fuar’nın dikkat çeken noktaları: Profesyonel Hedef Kitle için en doğru organizasyon, Dünya Medikal Turizm sektörünün büyüme hızı en yüksek ülke Türkiye, Türkiye Medikal Turizm’inin başkenti İstanbul, Termal Sağlık ve Kaplıca Merkezlerine ulaşım açısından en uygun kent İstanbul, Yeni ve Potansiyel müşteri adayları ile direkt görüşme ve iletişim kurma imkânı, B2B görüşme programları, Medikal Turizm, Termal Sağlık, Kaplıca, Spa & Wellness Konularında Paneller, Dünya Sağlık Turizm Sektörünün en önemli rol oyuncuları ile aynı organizasyonda olma imkânı, Dünya Sağlık Turizmine dair tüm eğilim ve gelişmelere hakim olma imkânı.

s

a

ğ

l

ı

k

15


YAŞAMINIZDA YEPYENI BİR BESLENME SAYFASI AÇIN, HEM SAĞLIĞINIZI HEM FORMUNUZU KORUYUN Sağlıklı bir yaşama sahip olmak, formda ve dinç kalmak insanın kendine yapabileceği en büyük iyiliklerden biri.

B

eslenmeyle ilgili atacağınız doğru adımlarla tüm hayatınızda sihirli bir dokunuş hissedebilmek aslında çok kolay. Yaşamınızda daha sağlıklı ve daha formda olmak için işe kendinize yeni bir sayfa açıp beslenme düzeninizi değiştirmekle başlayabilirsiniz. Bugün diyet kavramı geçici bir beslenme programı olarak değerlendirilirken öncelikle bu anlayışı değiştirmek gerekiyor. Yaşam boyu keyifle sürdürülebilecek ve böylelikle mucizelere ihtiyaç duyulmayacak bir beslenme biçimi oluşturarak 2014’te ideal formunuza sağlıklı bir şekilde kavuşmanız mümkün. Doygun Ekmek’in sosyal medyada ilerleyen Doygun’la Hayata Dair projesi kapsamında sağlık ve beslenmeye dair bilgiler veren Diyetisyen Elvan Odabaşı Kanar, 2014

16

s

a

ğ

l

ı

k

yılına girdiğimiz bu günlerde kilolarınızla vedalaşmak, formda ve sağlıklı kalmak için hemen hemen herkesin kolaylıkla uygulayabileceği genel beslenme kurallarını açıkladı. İşte Diyetisyen Elvan Odabaşı Kanar’dan size geçmişe mazi, kaybettiğiniz kilolara da elveda dedirtecek 2014’ün yeni beslenme kuralları!

Öğleden sonra iki ara öğün yapın, formunuzu koruyun! Öğleden sonra yapacağınız 2 ara öğün ile akşam yemeğini daha hafif geçirebilirsiniz. Bu yıl saatlerinizi öğleden sonra 15.00 ve 17.00’a kurun, iştahınızdaki sihirli değişimi fark edin.

Diyette her gün tatlı yemek hayal değil!

Diyetin en tatlı saati 15.00! Diyetinizde tatlıyı daha sağlıklı bir alternatife dönüştürebilir ve kendinize gün içerisinde bir tatlı saati belirleyebilirsiniz. Bu saat lütfen saat 17:00’dan geç olmasın. Tüketeceğiniz tatlının kalorisini 100-150 kalori civarında sınırlandırın ve 5-8 gram civarında yağ içeriğinin üzerine çıkmamaya özen gösterin. Artık şeker ilavesiz birçok diyet tatlı alternatifi var, bunları da tercih edebilirsiniz. Tatlıya zaafınızı tarçın, vanilya gibi baharatlarla kontrol altına alabilirsiniz.

Cilt, saç ve tırnaklarınızı kıştan korumak için su için Susuz bir kış; daha kuru bir cilt, yıpranmış saçlar ve kırılan tırnaklar demek. Her daim ışıl ışıl parıldayan bir cilde ve


saçlara sahip olmak istiyorsanız kışın su tüketimini 2 litrenin altına düşürmeyin.

Meyvenin azı karar çoğu zarar! Bu yıl sınırsızca meyve tüketme hakkınız yok unutmayın! Meyve, porsiyonuna dikkat etmeniz gereken bir besin. Günde 400 gramın üzerine çıkmayın ve bu porsiyonu da 2-3 öğüne bölüştürmeyi unutmayın.

Kalıcı zayıflık için verilen kilolar en az 6 ay geri alınmamalı Kaybettiğiniz kiloları en az 6 ay korumalısınız. Tartı 6 ay aynı rakamı göstermeli ki verdiğiniz kilolar kalıcı olsun.

Diyetiniz size özel olursa verdiğiniz kilolar kalıcı olur! Diyet kişiye özel planlanmalı. O zaman artık buzdolabının üzerinde duran popüler diyetleri atmanın zamanı çoktan geldi de geçiyor bile. Unutmayın, kalıcı kilo kaybını ancak ve ancak size özel planlanan dengeli bir beslenme planı ile sağlayabilirsiniz.

Protein diyetleriyle verdiğiniz kiloları geri alırsınız! Proteinden zengin diyet listeleri ile kilo vermek ne kadar kolay değil mi? Peki tekrar kilo kazanmanın da bu kadar kolay olacağını biliyor muydunuz? Diyet tarihinin en popüler diyetleri olan protein diyetlerinin mağduru olmayın!

Ara öğüne vaktiniz yoksa atıştırmalık paketler hazırlayın! Ara öğün yapmak istiyorum ama zamanım yok diyorsanız bu yılın en sağlıklı atıştırmalık paketlerini hazırlamaya ne dersiniz? Bu paketlerde ne mi var? 15 adet çekirdekli kara üzüm, 5 adet çiğ badem ve 2 tüm ceviz. Üstelik sadece 138 kalori Güneş girmeyen eve tartı girer! Kış güneşiniz eksik olmasın! Kışın yağlanmak istemiyorsanız D vitamini alın! Kışın D vitamini depolamak için; güneşli havada 20 dakika yürüyüş yapabilir veya 1000 IU Dvit3 kullanabilirsiniz.

Diyetisyen Elvan Odabaşı Kanar

Günde 3 fincan kahve ile metabolizmanızı hızlandırın!

Kansere karşı renkli meyve ve sebzeleri tüketin!

Kışın kahve keyfi, metabolizma keyfi! Günde 3 fincan kahve tüketin. Dikkat, kafein tüketimi için en son saat 17.00! Bu saatten sonra alınan kafein uyku kalitenizi bozarak yağlanmanıza neden oluyor. Kışın en fit kahve tarifi: yeşil kahve, kakule, tarçın, yağsız süt. 2014’ün en fit besini balık, en fit yağı balık yağı! Haftada 2 gün mutlaka balık tüketin! Balık tüketmediğiniz günler gece yatmadan önce 1 tablet balık yağı (omega-3/krill oil) tableti tüketin.

En renkli sebze ve meyveler sizi kansere karşı koruyor unutmayın! Kırmızı, yeşil, mor, turuncu tabağınızda her daim bulunsun.

Hindi etini sadece yılbaşı gecesi değil yıl boyu tüketin! Yılbaşı sofralarının yıldızı hindi 2014 sofralarının da yıldızı olsun. Haftada 1-2 gün hindi eti tüketin, formda kalın. Sağlıklı, formda ve güzel bir 2014 dilerim.

s

a

ğ

l

ı

k

17


OBEZİTEYLE MÜCADELEDE YENİ YÖNTEM: KUPA ÇEKME

Zirve Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Uzman Fizyoterapist Prof. Dr. Ali Cımbız, Anadoluda ağrı ve sızıların giderilmesine yönelik kullanılan kupa çekme yöntemini obeziteyle mücadelede kullanarak kilo verdiriyor. 18

s

a

ğ

l

ı

k

O

bezitenin Türkiye ve dünyada en önemli sağlık sorunları arasında yer aldığının altını çizen Cımbız, “Obezite, başta diyabet olmak üzere pek çok hastalığın altyapısını oluşturuyor. Son verilere göre Türkiye’de her 10 kişiden biri obezite hastalığına yakalanmış durumda. Bu hastalıkla mücadele edenler aşırı kilolarını verememekten şikayetçi. Zayıflamak için yoğun diyetten cerrahi operasyonlara kadar pek çok yöntem deneniyor. Geçmişi çok eskiye dayanan ve Anadolu’da ağrıları ve sızıları dindirmek için kullanılan kupa ya da şişe çekmek olarak bilinen yöntemi obeziteyle mücadele için kullanıyoruz.” dedi. 3 bin yıldır kullanılıyor Prof. Dr. Cımbız, kupa çekme yönteminin yaklaşık 3 bin yıllık geçmişe sahip olduğunu belirterek, “Bu yöntem aslında toplumumuzun içinde var olan geçmişten günümüze kullanılan bir yöntem. Biz onu günümüzde zayıflama için kullanıyoruz. Özellikle yağların eritilmesinde karın bölgesi ve diğer bölgelerdeki sarkmaların düzeltilmesi amacıyla uyguluyoruz.” şeklinde konuştu. Kupa

çekme yönteminin önceden belirlenen yağ dokularının üzerlerine uygulanarak o bölgedeki yağ dokusunun eriyerek kan dolaşımına geçmesi ve sert dokuların gevşemesini sağlayarak zayıflamaya yardımcı olmasının hedeflendiğini aktaran Cımbız, şunları söyledi: “Ayda 8 seans uyguluyoruz. Bu yöntem sayesinde hastalarımız 2 ila 5 kilo arasında zayıflıyorlar, aynı zamanda sarkmaların da önüne geçilerek daha fit bir görüntüye kavuşuyorlar.” Uzman Fizyoterapist Cımbız, “Kupa çekme yöntemiyle birlikte Kulaktaki refleks noktaların akupunktur yöntemiyle uyarılmasını sağlıyoruz. Bu tekniklerin en önemli özelliği vücuda ekstra herhangi bir kimyasal vermemesi. Vücuda hiçbir zararı yok. Ağır diyetlerin oluşturduğu aç kalmanın etkisiyle meydana gelen bağırsak problemlerini de oluşturmuyor. Biz kulaktaki akupunktur noktalarını uyararak açlığı kesiyoruz. Aynı zamanda beyne doyma hissi aktaran noktalar akupunktur yöntemiyle uyarılıyor. Zayıflama noktalarını uyararak kişinin daha erken doymasını ve acıkmayı geciktirmeyi sağlıyoruz.” dedi.


ÇOCUK GELİŞİMİ İÇİN DOĞRU OYUNCAK ŞART Çocukların gelişim süreçlerinde oyuncaklar öğrenme arkadaşı olarak eşlik ediyor. Hayal dünyası ve zihinsel gelişimi destekleyen oyuncaklar çocuğun gelişimi ve geleceği için belirleyici rol oynuyor.

Kimi oyuncaklar ileride çocukların sosyal yaşantısına ve derslerine olumlu katkı yaparken, yanlış tercihler telafisi zor kişilik hasarlarına neden olabiliyor.

Oyuncak seçimine dikkat PAL Eğitici Oyuncak Ürün Geliştirme Müdürü Murat Üstünbaş, oyuncak konusunda çocuktan önce anne babayı eğitmek gerektiğine işaret ederek “Bazen çok iyi niyetle yaptığımız, çocuğumuz mutlu olsun diye aldığımız bir oyuncak, çocuğun yaş grubu ve gelişim evreleri için uygun değilse bu, çocuğun ileriki aşamalarda gelişim evrelerine de engel oluyor”dedi. Üstünbaş, özellikle 0-3 yaş döneminin çocuğun hem kişilik yapısının hem düşünce yapısının oluştuğu dönem olması nedeniyle bu yaşta alınan oyuncağın özenle seçilmesi gerektiğini dikkat çekti.

Eğitim başarısı da oyuncaklar da rol oynuyor Alınan her oyuncağın çocuğun geleceğine yön verdiğini ifade eden Üstünbaş sözlerine şöyle devam etti: “Örnek vermek gerekirse; üniversite sınavında paragraf soruları her öğrencinin çok ciddi sıkıntı yaşadığı sorular. Paragrafı okursunuz, soruya geldiği zaman tekrar paragrafa dönme ihtiyacı hissedersiniz çünkü çocuk kısa bellek, uzun bellek çalışması yapmamış. İşte söz konusu olan bellek çalışması oyuncaklarda mevcut. Benzeri durum silah vb. oyuncaklar için geçerli. Bu tür oyuncaklar onun ileride yasa dışı işlere bulaşmasına bile neden olabilir. Bu gibi şeylerin raflara bile konulmaması gerekiyor.”

Her yaşın oyuncağı farklı 0-6 ay: Çıngıraklar ve müzikli oyuncaklar. Yumuşak, sıkınca ses çıkaran oyuncak ve toplar. Kırılmaz ayna-

lar, dişlikler, parlak resimler, kumaş kitaplar, birbirine geçen plastik halkalar. 7-12 ay: Kırılmaz aynalar, dişlikler, karton bebek kitapları, kapağı açılınca içinden çeşitli nesneler fırlayan kutular, büyük tüylü oyuncaklar, itme-çekme oyuncakları. 1-2 yaş: Kırılmaz aynalar, dişlikler, karton bebek kitapları, kapağı açılınca içinden çeşitli nesneler fırlayan kutular, büyük tüylü oyuncaklar, itme-çekme oyuncakları. Bebek arabaları. Üç tekerlekli bisiklet. Legolar, küpler, içi çe geçirerek şekiller üretebileceği oyuncaklar. Yapbozlar. Rakam/sayma oyuncakları. Oyun hamuru. Basit kısa öykülerin yer aldığı kitaplar. 3-6 yaş: Küçük trenler, akülü arabalar. Renk, şekil ve resme göre eşleştirme oyuncakları. Her türlü ritim enstrümanı, piyano. Çeşitli boya kalemleri, resim kağıtları. Basit video oyunları. Oyuncak daktilo veya bilgisayar. Resimli kitaplar, alfabe kitapları, tanıdık yerleri ve kişileri anlatan kitaplar, gerçekçi öyküler.

s

a

ğ

l

ı

k

19


SPONSOR LİDERİ ÖZEL PRİMER HASTANESİ Özel Primer Hastanesi tarafından hazırlanan sağlık çantaları, amatör spor kulüpleri müsabakalarında kullanılmak üzere saha müdürlerine teslim edildi. Özel Primer Hastanesi Başhekimi Uzman Dr. Nihat Okuducu, her zaman olduğu gibi bundan sonrada sporun ve sporcunun yanında olmaya devam edeceklerini söyledi.

20

s

a

ğ

l

ı

k


Özel Primer Hastanesi tarafından hazırlanan sağlık çantaları düzenlenen törenle saha müdürlerine teslim edildi. Düzenlenen törene Özel Primer Hastanesi Başhekimi Uzman Dr.Nihat Okuducu, Gaziantep Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürü Ömer Faruk Şiran, Gaziantep Amatör Spor Kulüpleri Federasyon Başkanı Abdulkadir Gözegir ve yöneticileri ile Amatör Sporların oynandığı saha müdürleri katıldı.

Sporun ve sporcunun dostu olmaya devam ediyoruz Özel Primer Hastanesi Başhekimi Uzman Dr. Nihat Okuducu; resmi sponsorluklar yanında amatör spor kulüplerine de her türlü desteği sağlamaya devam ettiklerini, bundan sonrada spora her türlü katkıyı sağlamaya devam edeceklerini söyledi. Okuducu; Özel Primer Hastanesi olarak her alanda sporun ve sporcunun desteklenmesini önemsiyoruz. Şimdiye kadar Gaziantepspor, Gaziantep Büyükşehir Belediyespor, Royal Halı Gaziantep Basketbol takımı, Şahinbey Belediyesi

Voleybol Takımı ve büyük takımlarımıza sponsorluklarımızla birlikte amatör spor kulüplerine ve birçok spor etkinliğine destek olmaktan büyük bir mutluluk duyuyoruz. Şehrimizde sağlığın sponsoru olma yolunda lider hastane olma konusunda emin adımlarla ilerliyoruz. Spor alanında büyük emekleri olan değerli spor yöneticilerine gayretlerine Özel Primer Hastanesi olarak bizimde katkımızın olması bizi mutlu ediyor. Gerek resmi sponsorluklarımız gerekse amatör spor kulüplerine olan desteğimizin her zaman için devam edeceğini bir kez daha yinelemek istiyorum. Amatör Spor Kulüplerine vereceğimiz destek doğrultusunda ciddi çalışmalar yapıyoruz ve projelerin kalıcı olmasına önem veriyoruz. Kurumsal iletişim ve Pazarlama Müdürümüz Veysel Karayılan konuyla ilgili çok ciddi çalışmalar yaptı ve ilk yardım çantalarının amatör spor kulüplerimiz için ne kadar önemli olduğunu bizlerle paylaştı. Bu projenin görsellikten ziyade kalıcı bir proje olması gerektiğini düşünerek böyle bir çalışma yaptık” dedi.

Önce sağlık Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu Başkanı Abdulkadir Gözegir; Özel Primer Hastanesi tarafından dağıtılan sağlık çantalarının önemine vurgu yaparak, sağlık olmayınca sporun bir anlamı olmayacağını söyledi. Gözegir; “biz amatör spor kulüpleri olarak oynatmış olduğumuz yaklaşık 1200 civarında müsabaka için Özel Primer Hastanesinden bir talepte bulunduk. Sizlerde takdir edersiniz ki sağlık olmayınca spor olmuyor ve sağlıklı nesillerin spor yapması gerekiyor. Hatta bizim bünyemizde 3 adet ampute takımımız ve bayan takımımız bulunuyor. Özel Primer Hastanesi tarafından dağıtılan bu sağlık çantaları hayati bir önem arz etmekte. Sağlık çantaları içinin teferruatı ve dayanıklılığı ile ayrı bir önem kazandı. Sağlık çantalarının içerisinde toplu iğnesine kadar her türlü teferruat düşünülmüş. Ben Özel Primer Hastanesine ve Gençlik Hizmetleri Spor İl Müdürümüz Ömer Faruk Şiran’a desteklerinden dolayı teşekkür etmek istiyorum” dedi.

s

a

ğ

l

ı

k

21


İREM DOĞUM GÜNÜNDE YAŞAMA DÖNDÜ Akraba evliliği sonucu doğuştan karaciğer yetmezliği çeken 7 yaşındaki Rahime İrem Arı, Gaziantep Üniversitesi Organ Nakil Merkezi’nde nakledilen organla doğum gününde yaşama döndü. İrem için hastane çalışanları ve ailesi tarafından doğum günü partisi düzenlenip, pasta kesildi. Partide duygulu anlar yaşandı.

22


Gaziantep’in Şahinbey İlçesi’nde oturan ve Şahinbey Belediyesi’nde zabıta memuru olarak görev yapan 39 yaşındaki Sıtkı Arı ile evlenmeden önce kuzeni olan eşi 32 yaşındaki Naile Arı’nın çocukları Rahime İrem’in doğumundan 3 ay sonra vücudunda kaşıntılar başladı. Çaresizlik içinde çocuklarının tedavisi için birçok ilde hastane hastane dolaşan Arı çifti, yavrularının derdine çare bulamadı. Bu süreçte, uykuyu unutan, kaşıntı nedeniyle vücudu sararan, kendisini sehpa, masa kenarı gibi bulduğu sert zeminlere sürterek kaşıntısını gidermeye çalışan İrem’e doktorlar tarafından, “karaciğer nakli gerekli” denildi. Bunun üzerine ailesi tarafından Gaziantep Üniversitesi Organ Nakil Merkezi’ne götürülen Rahime İrem’in karaciğerinin iflas ettiği, akciğerlerinde ise enfeksiyon olduğu belirlendi. Bir süre Çocuk Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Şamil Hızlı’nın kontrolünde kalan İrem’e, annesinden alınan karaciğer, Organ Nakil Merkezi Sorumlusu Doç. Dr. Sacit Çoban, Genel Cerrahi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fahrettin Yıldız’ın gerçekleştirdiği operasyonla nakledildi. İrem, ameliyat sonrası Yoğun Bakım Ünitesi Sorumlusu Prof. Dr. Mehmet Boşnak tarafından gözetim altında tutuldu. EN ANLAMLI DOĞUM GÜNÜ İrem’in yoğun bakımdaki kontrolü 3 Şubat 2014’de sona erdi ve normal servise gönderildi. Ancak, bu tarih İrem için çok başka bir anlam ifade

ediyordu. Çünkü 3 Şubat İrem’in doğum günüydü. Bunun üzerine Organ Nakil Merkezi ekibi, İrem için doğum günü partisi düzenledi. Üstünde ‘İyiki doğdun İrem’ yazılı pasta, ailesi ve merkez çalışanlarının alkışları arasında kesildi. 12 gün daha hastanede kalan Rahime İrem’e hastaneden evine gönderildiği gün bu kez de ailesi bir doğum günü partisi düzenledi. Organ Nakil Merkezi’ndeki partiye, Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yavuz Coşkun, Şahinbey Uygulama ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Levent Elbeyli, Genel Cerrahi Anabilim dalı Başkanı Prof. Dr. Avni Gökalp, Prof. Dr. Mehmet Boşnak, Organ Nakil Merkezi Sorumlusu Doç. Dr. Sacit Çoban, Doç. Dr. Fahrettin Yıldız ile doktorları ve merkez çalışanları da katıldı. Törende konuşan GAÜN Rektörü Prof. Dr. Yavuz Coşkun, Gaziantep Üniversitesi Organ Nakil Merkezi’nin, sadece Gaziantep’in değil, bölge illeri ve yurt dışından gelen çok sayıda hastaya şifa verdiğini vurguladı. Coşkun, “Yaşam ümitleri giderek azalan, ışıkları azalan Rahime’ye artık yepyeni bir hayat nasip oldu. İnşallah bundan sonra sağlıkla büyüyüp, nice doğum günü pastalarını kesecek” dedi. Operasyonu gerçekleştiren Organ Nakil Merkezi Sorumlusu Sacit Çoban, canlıdan çocuk nakli yapılan merkez sayısının Türkiye’de çok az olduğunu, bunlardan birini yapan Gaziantep Üniversitesi Hastanesi’nin başarılı bir ameliyata imza attığını kaydetti. Doç. Dr. Çoban, “Rahime’nin ameliyattan önce ciddi kaşıntıları, gece uyuya-

mama problemlerinin olmamasının yanısıra, hem aile hem kendisinin rahatlaması, bunun da yoğun bakımdan tam doğum gününde çıkması ve kendi doğum günü pastasını kesip bizimle birlikte paylaşmasının mutluluğunu yaşıyoruz. Rahime ameliyattan çıktıktan sonra ailesine, ‘Baba artık yeni bir Rahime İrem geldi. Ben bundan çok mutlu oldum. Allah Rahime İrem’e bu doğum gününde yeni bir hayat bahşetti” dedi. Şahinbey Uygulama Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Levent Elbeyli de, hastane olarak hizmetlerini daha ileriye götüreceklerini vurguladı. ALLAH İREM’İ BİZE YENİDEN VERDİ Çocuklarının rahatsızlığı nedeniyle, son 7 yılın,5 yılını hastanelerde geçirdiklerini belirten Sıtkı ve Naile Arı, “İrem’in yoğun bakımdan çıktığı günün gecesi uyuduğunu görünce saatlerce sevinç gözyaşı döktük. Çünkü bu çocuğumuzun ilk kez bir gece uyumasıydı. Hele, idrarının normale dönüp, vücudundaki sarılığın gitmesi bizi adeta sevinçten çıldırttı. İrem, ‘Evdeki bütün elbiselerimi çöpe atın. Çünkü onlar beni kaşındırıyordu’ talimatı ise bizim için en mutluluk kaynağı istek. Kızımıza biz kendi aramızda isminden esinlenerek ‘Rahmoş’ deriz. Kuzeniyle telefonla konuşurken, ‘O eski Rahmoş gitti, yenisi geldi’ dediğini duyunca gözyaşına boğulduk. Karnım çok büyüktü, o büyüklük gitti. İrem’imiz tekrar doğdu, dünyaya geldi. Yavrumuzun bugün ilk doğum günü bizim için” dedi.

s

a

ğ

l

ı

k

23


KALBİNİZ SAĞLIK İÇİN ATSIN Genetik risk faktörlerinden kaçmak mümkün değil; ancak yaşam şeklimizde yapacağımız bazı ufak değişikliklerle kalp krizi riskini azaltabiliriz.

G

öğüste, kollarda, sırtta ve mide bölgesinde başlayan şiddetli ağrılarla beraber ortaya çıkan nefes almada güçlük, kalp krizinin habercisi olabilir. Bazen kalp krizi, hiçbir belirti olmaksızın da gelişebilir. Medical Park Gaziantep Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Hasan Turhan, belirti vermeyen krizin çok daha tehlikeli olduğu konusunda uyarıyor. Kalp krizi, kalbi besleyen atardamarların tıkanmasına bağlı, kalpteki kas dokusunun hasar görmesi ve işlevini yitirmesi nedeniyle ortaya çıkan ciddi bir rahatsızlıktır. Özellikle diyabet hastalarında kalp krizi hiçbir belirti olmadan ortaya çıkabiliyor. Bazen kalp krizi, yalnızca nefes darlığı ve soğuk terleme şikâyetleriyle de ortaya çıkabilir. Bazı durumlarda ise kalp krizi mide ülseri, pankreatit veya safra kesesi rahatsızlıklarının yarattığı ağrı ile de karıştırılabiliyor. Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Hasan Turhan, ilerleyen teknolojinin tanı ve tedavide başarıyı artırdığının altını çiziyor.

KİMLER RİSK ALTINDA? Doç. Dr. Hasan Turhan’a göre özellikle

24

s

a

ğ

l

ı

k

ailesinde genç yaşta kalp damar hastalığı bulunanlar, diyabeti ve yüksek tansiyonu olanlar, kolesterolü yüksek hastalar koroner kalp hastalığı gelişimi yönünden riskli gruba giriyor. Hareketsiz yaşam tarzı, sağlıksız beslenme, keyif verici madde tüketimi ve stresin de kalp krizi riskini artırdığını belirten Doç. Dr. Turhan, göğüs ağrısı yanında nefeste daralma, çarpıntı, boğulma hissi ve bayılma gibi belirtilerin ciddiye alınması yönünde hastaları uyarıyor.

TEDAVİ YÖNTEMLERİ Kalp hastalıklarına doğru tanıyı koyabilmede önceliğin hasta öyküsünü dinlemek olduğunu belirten Doç. Dr. Turhan, ikinci aşamanın hastanın muayenesi ve elektrokardiyografisin çekilmesi olduğunu belirtiyor. Doç. Dr. Turhan, bunun dışında kalp dokusunun hasarına bağlı ortaya çıkan enzimlerin seviyesini, kan tahlili ile tespit ettiklerini belirtiyor. Eğer hastaya kesin kalp krizi tanısı konulmuşsa tedavinin yoğun bakım şartlarında yapılması gerektiğinin altını çiziyor. İlk olarak hastaya bazı kan sulandırıcı olarak bilinen anti agregan ve damar gevşetici olarak bilinen

ilaçlarla müdahale edildiğini söyleyen Doç. Dr. Turhan, daha sonra hastanın koroner anjiyografisinin yapılarak kalp krizine yol açan kalp damar tıkanıklığının açılmasının hayati önem taşıdığını vurguluyor. Kalp krizi geçiren hastada tıkalı damarı bir an önce açmanın ve kalp dokusu hasarını engellemenin önemini belirten Doç. Dr. Turhan, bu kapsamda balon anjiyoplastisi ile damarın genişletilerek stent takılması gerektiğini sözlerine ekliyor. Bu yöntemi uygulamanın mümkün olmadığı hastalarda ise acil by-pass cerrahisinin devreye girdiğini söylüyor.

KALP KRİZİNDEN KORUNMAK MÜMKÜN MÜ? Doç. Dr. Turhan, genetik risk faktörlerinden kaçmanın mümkün olmadığını; ancak hayat tarzında yapılacak bazı ufak değişikliklerle kalp krizinden korunabileceğimizi belirtiyor. Doç. Dr. Turhan, “Sigara kullanan bir hastanın sigarayı bırakması, diyabeti ve yüksek tansiyonu bulunan hastaların kontrol altında tutulması, kişiye uygun diyet düzenlenmesi, düzenli egzersiz gibi alışkanlıkların kazanılması kalp krizi riskini önemli ölçüde azaltır” diyor.


KALP KRİZİ GEÇİRME RİSKİ OLANLAR: • Şeker hastaları • Kolesterolü yüksek olan hastalar • Hipertansiyon hastaları • Orta yaş ve üzerindeki erkek ve kadınlar • Menopoz sonrası kadınlar • Sigara içenler • Kilolu kişiler • Ailesinde kalp hastalığı bulunanlar ya da genç yaşta kalpten ölüm öyküsü olanlar

Medical Park Gaziantep Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Hasan Turhan

s

a

ğ

l

ı

k

25


DOĞAL ÜREME ZORLAŞIYOR Türkiye’nin çocuk sahibi olmak için çabalayanlara yönelik konusunda ilk ve tek sivil toplum örgütü olan Çocuk istiyorum dayanışma derneği (ÇİDER) tarafından Gaziantep’te tüp bebek tedavileri toplantısı düzenlendi. Toplantıda konuşma yapan Dernek Başkanı Sibel Tuzcu ve Prof.Dr.Bülent Tıraş, doğal olmayan bir ortamda doğal üreme yönteminden söz edilmesinin mümkün olamayacağını, 2050 yılında doğal üremenin %5 gibi çok düşük oranlarda olacağını söyledi.

26

s

a

ğ

l

ı

k


ÇİDER’İN SAĞLADIĞI AVANTAJLAR

Tüp Bebek Tedavisi ve Kadın Doğum Uzmanı Prof.Dr.Bülent Tıraş Çocuk istiyorum dayanışma derneği (ÇİDER) tarafından Gaziantep’te düzenlenen tüp bebek tedavileri toplantısında konuşma yapan dernek başkanı Sibel Tuzcu; ÇİDER’in Türkiye’nin çocuk sahibi olmak için çabalayan ilk ve tek sivil toplum örgütü olduklarını belirterek, tüp bebek tedavisine başlamadan önce mutlaka bizi arayın dedi. Tuzcu; “ Dünyada Avrupa komisyonuna kısırlık konusunda bilgi verecek 8 AB ülkesi içerisinde Türkiye temsilcisi olarak yer almaktayız. Uluslar arası hasta liderleri yönetim kurulu üyesi ve tek Türkiye temsilcisiyiz. Derneğimizin amacı çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerimizin hiçbir suistimale uğramadan , en yüksek kalitede tedavilerle en kısa yoldan amaçlarına kavuşmalarını sağlamak ve yüksek maliyetli tedavilerin devlet tarafından karşılanmasını sağlayarak bunun sürekliliğini sağlamaktır. Derneğimiz hiçbir hastaneye yada kuruluşa bağlı olmayıp bağımsız olarak çalışmakta ve bütün hastaneler ile irtibat kurabilmektedir. Ayrıca, evlat edinme, koruyucu aile ve yuvalarda gönüllü annelik konusunda Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü ile birlikte çalışma işbirliği anlaşması yapılmıştır.

ÇİDER başkanı Sibel Tuzcu derneğe üye olunması halinde tüm tedavilerin devlet tarafından yapılması konusunda bakanlık düzeyinde çalışmalara destek verilmiş olunacağını belirterek sözlerine şöyle devam etti: ÇİDER’e üye olunması halinde üyelerimiz haklarını korumuş olacaktır. Ayrıca; üyelerimiz dernek doktorları ve anlaşmalı merkezler tarafından ücretsiz muayene olacak, hastanelerden alınan bağışlarla her ay bir yada birkaç hasta ücretsiz tüp bebek sahibi olma imkanı kazanacak, derneğe gelen bağışlarla üyelerimize ücretsiz ilaç yardımı yada indirimli ilaç alımı imkanı sağlanacak, internet sitesinde ücretsiz doktorlarla üyelere danışma desteği, değişik illerde toplantılar ve üreyememe konusunda bilgilendirme toplantıları, üyelerin başarılı merkezlere yönlendirilmesi ve suistimallere karşı korunması, internet sitesinde oluşturulan sohbet odaları ile aynı sorunu yaşayan kişilerin buluşturulması, üyelere psikolog desteği, finans kuruluşlarından alınan destek ile üyelere tedavilerinde taksit imkanı sağlanmaktadır.

TÜRKİYE’NİN KONUSUNDA TEK SİVİL TOPLUM KURULUŞU Türkiye’nin konusunda tek sivil toplum kuruluşu olmasının verdiği büyük sorumlulukla, tedavilerde sağlık ve tedavi standartlarını yükseltme çalışmaları yapmakta, yapmış olduğu bu çalışmaları dünya sivil toplum örgütleri ile paylaşmaktadır. Uluslar arası İnfertilite Hasta Liderleri Birliği (ICSI), Avrupa İnfertilite Birliği (EIA), Uluslar arası Hamile Kalmaya Hizmet Birimi (ACT) WAFAM (World Fertility Awareness Month) Türkiye temsilciliğini yapmaktadır. www.cocukistiyorum.com web sitesinden üyelerimiz bir çok konuda faydalanma imkanına sahiptir. Bunlar; kadında çocuk sahibi olamama nedenleri, erkekte çocuk sahibi olamama nedenleri, sperm ve yumurta kalitesi ile ilgili bilgiler, çocuğum olmuyor demeden önce kontrol etmeniz gerekenler, doktora gittiğinizde belirtmeniz gereken konular, kadın ve erkekte tedavi aşamaları, Tüp bebek ve mikroenjeksiyon, erkekte sperm sorunları ve tedavileri, Tese-Tfesa, dayanışma kulubü, finansal sorunlar ve ödeme güçlüklerinin aşılması yöntemleri, mücadele-

ÇİDER Başkanı Sibel Tuzcu yi kazananlar ve devam edenler, tüp bebek tedavilerinde en çok sorulan sorular, Türkiye’de tüp bebek merkezi ve fiyatları, site üyelerine indirim uygulayan hastaneler, vajinismus tedavileri, stresle baş etme yolları, doğal metodlarla hormonları çalıştırma yöntemleri, beslenmede dikkat edilmesi gereken hususlar, kiralık anne ve kiralık rahim bilgileri, evlat edinme koşulları, terk edilmiş çocuklar.

DOĞAL ÜREME ZORLAŞIYOR Tüp Bebek Tedavisi ve Kadın Doğum Uzmanı Prof.Dr.Bülent Tıraş; günümüzde hiçbir şeyin doğal olmadığını belirterek doğal üremenin de gün geçtikçe zorlaştığını söyledi. Tıraş; “ gıdalardan tutunda çevre koşullarına kadar giderek her şey değişim gösteriyor. Dolayısıyla doğal olarak üremede zorlaşıyor. Bu nedenle doğal üremenin yanında diğer bir üreme yöntemi olan yardımla üreme, tüp bebek yöntemi. Üreme çok kolay gibi gözükse de aslında çok kolay bir olay değil ve bu konuda çok sayıda hücre harcanıyor. Kadınların en değerli hazinesi olan yumurtalıklardır ve kadınlar yumurtlama olmasa bile her ay çok sayıda yumurtasını kaybediyor” dedi.

s

a

ğ

l

ı

k

27


HEDEF, KALİTELİ SAĞLIK

Sağlık Bakanlığı tarafından Gaziantep’e tahsis edilen ambulansların teslim töreninde konuşan Gaziantep İl Sağlık Müdürü Prof.Dr.Metin KARAKÖK, güneydoğunun her konuda olduğu gibi sağlıkta da en büyük ve gelişmiş ili olan Gaziantep’in bu alandaki hizmetlerini büyük bir özveri ve gurur içinde yürütmeye devam edeceğini söyledi.

S

ağlık Bakanlığı tarafından Gaziantep’e tahsis edilen ambulanslar düzenlenen törenle vatandaşların hizmetine sunuldu. Törende konuşma yapan Gaziantep İl Sağlık Müdürü Prof.Dr.Metin KARAKÖK; Türkiye’nin 6 ncı büyük, güneydoğunun her konuda olduğu gibi sağlıkta da en büyük ve gelişmiş ili olan Gaziantep’in, bu alandaki hizmetlerini büyük bir özveri ve gurur içinde yürütmeye devam ettiğini söyledi. Karakök; “Başta Sayın Bakanımızın ve Sayın Valimizin desteğiyle, kısa zamanda Gaziantep’imizde büyük ve önemli projeleri başlatmanın ve faaliyete geçirmenin mutluluğunu yaşamak-

28

s

a

ğ

l

ı

k

tayız. Bilindiği üzere, şehir hastanesi temelinin atılmasıyla başlayan bu yoldaki değişim ve gelişimlerimiz devam etmektedir. İlimizdeki hâlihazırda vermekte olduğumuz uçak ambulans hizmetine ek olarak, kısa zaman sonra helikopter ambulans pistimizi de hizmete açacağız.

HEDEFİMİZ, KALİTELİ SAĞLIK HİZMETİ 112 Birimimiz Kalite Standartları Denetiminde 100 üzerinden 98 puan aldı. Ambulanslarımızın vakaya ulaşım süresi şehir içi 10, kırsalda 30 dakikadır. 112 hizmet kalitesini artırmak için son bir yılda 6 adet yeni ASH istasyonunu

hizmete sunarak vatandaşlarımızın Acil Sağlık Hizmetlerinden en hızlı şekilde yararlanmaları için çalışmalarımızı yürüttük. Bu çalışmaları yürütürken görevimizi personelimizle birlikte aksatmadan başarılı bir şekilde yerine getirmeye çalıştık. Bu süre zarfında Acil Sağlık Hizmetlerimizin yürütmüş ve yürütmekte olduğu iş ve işlevlerini genel olarak sizlere aktarmak isterim: Günlük yaklaşık 15.000 telefon çağrısı almakta, yaklaşık 300 – 400 hastaya, aylık ortalama 10. 000 hastaya ambulans hizmeti vermekteyiz. 2013 yılında Gaziantep’ten 35 hasta uçak ambulans ile diğer illere sevk edilirken, 3 ayrı mülteci çadırkentinde barınan yaklaşık 35.000 mülteciye acil


sağlık hizmeti sunumu yapıldı. Bunun yanında Çadırkent dışında şehrimize yerleşmiş olan yaklaşık 200.000 suriyeli vatandaşa acil sağlık hizmeti sunumu yapmaktayız. Sınırdan çok sayıda ve topluca yaralı girişi olduğunda, yaralıları ambulanslarımızla hastanelere nakletmekte ve yine durumu kritik hastaların ilçelerden, merkezdeki daha donanımlı hastanelere nakil işlemlerini gerçekleştirmekteyiz. Durumu kritik hastaların bizim aracılığımızla daha büyük illerdeki hastanelere sevk işlemleri gerçekleştiriyoruz ve çevre illere çok sayıda ambulans ve sağlık personeli desteği

sağlıyoruz. Bu hizmetleri verirken yaşanılan en büyük sıkıntılar personel yetersizliği ve ambulans ihtiyacıdır. Hâlihazırda resmi olarak 112 filomuzda; 41 adet acil yardım ambulansı, 2 adet 4 sedyeli acil yardım ambulansı, 2 adet paletli ambulans, 2 adet motorize acil yardım ambulansı , 1 adet obez acil yardım ambulansı bulunmaktadır. Teslim edilen araçlarımızda; Navigasyon, GPS, Kamera sistemi, Taşıt tanıma sistemi, arka kabinde her türlü hastaya müdahale edilebilecek defibrilatör, ventilatör ve aspiratör gibi tıbbi donanımlar mevcuttur. Bunlara ek olarak şu an teslimi yapılacak

13 adet acil yardım ambulansının 10 tanesi Ford, 2 tanesi otomatik vites Mercedes, 1 tanesi 4 sedyeli Wolkswagen markadır. Filomuza yeni katılacak bu ambulanslarla Gaziantep 112 biraz daha büyümüş ve gençleşmiş olacaktır. Dolayısıyla halkımıza daha kaliteli hizmet etme imkânı bulacağız. Yeni eklenen bu ambulanslarla araç sıkıntımız bir nebze de olsa giderilmiş olacaktır. Bu sebeple emeği geçen herkese sonsuz teşekkür ve minnettarlığımızı sunarken; bu araçlarda görev yapacak mesai arkadaşlarımıza kazasız ve belasız vazifeler dilerim” dedi.

s

a

ğ

l

ı

k

29


Dnt.Serdar Beklen Avrupa Türkiye Sağlık Derneği Başkanı

AVRUPA TÜRKİYE SAĞLIK DERNEĞİ VE SAĞLIK TURİZMİ Dnt.Serdar Beklen, Avrupa’da yaşayan, çalışan ve eğitim gören sağlıkçıların bir araya gelmesinin , Türkiye tıbbına, ve insanların sağlığına büyük ve olumlu hizmetler verilmesine yardımcı olacağını söyledi.

D

nt.Serdar Beklen, Avrupa’da yaşayan, çalışan ve eğitim gören sağlıkçıların bir araya gelmesinin sağlıkçıların birbirlerini tanımasının yanında ülkeler arası sağlıkla ilgili çalışmalar hakkında bilgi aktarımını sağlayacağını söyledi. Beklen; “yapılacak ortak çalışmalar ile Avrupa’ da ki sağlıkçılar Türkiye’de ki meslektaşları ile birlikte Üniversiteler

30

s

a

ğ

l

ı

k

düzeyinde , ortak projeler oluşturabilirler. Bu projeler bilimsel bilgi aktarımı veya eğitim ve bilim kurumlarının birlikte çalışmaları şeklinde olabilir. Böylece Avrupa ve Türkiye arasında bilimsel köprü oluşacaktır. Bu sağlık elemanları ile, Türkiye’deki sağlık turizmi uygulamaları hakkında da doğru bilgi üretilip paylaşılacak ve etkileşimli bir sağlık turizmi platformu meydana getirilecektir. Avrupa da ki Türkiye

kökenli sağlık elemanlarının oluşturacağı bu net, bu ağ ile sağlıkçılar birbirlerine daha kolay ulaşacaklardır. Bunun için de Avrupa da ki değişik ülkelerde yasayan sağlıkçıları bir araya getirerek bu konularda üniversiteler ve devletler düzeyinde çalışmalara başlanmalıdır. 2010 senesinde T.C. Viyana Büyükelçisi sayın Ecevit Tezcan’ın himayesinde Avrupa’da ki Türkiye kökenli sağlık elemanlarını


bir araya getiğrme projesini başlattık. ATSEF ve ATSEB kısa adları ile Avrupa Türk sağlık elemanları Federasyonu ve birliği adında birbirini tamamlayan iki sivil toplum kurulusu ile, amacımıza doğru ilerliyoruz. Amaçlarımız arasında ,Avrupa’da ki Türkiye kökenli sağlık elemanlarını bir araya getirerek bu gücü hem bilimsel ve hem de hakların alınması konusunda kullanmak , bu potansiyeli Avrupa’da ki hastaların sağlık hizmetine sunmak ve Türkiye de yapılan sağlık turizminde Avrupalı sağlıkçılarla birlikte çalışarak, hem hastaların daha kaliteli tedavi almalarına yardımcı olmak ve hem de Türkiye deki sağlık kurumlarının kendilerini tanıtmalarında aracı olmak.

AVRUPA TÜRKİYE SAĞLIK DERNEĞİ ÇALIŞMALARINA DEVAM EDİYOR Avrupa’da sağlık elemanlarını bir araya getirmek amacı ile kurulan Avrupa Türkiye sağlık derneğinin sağlık turizmi ile ilgili çalışmaları arasında , Türkiye’de ki sağlık kurumları veya sağlık

turizmi ile ilgili kurumların kendilerini Avrupa’da tanıtmalarına yardımcı olmak amacıyla, Avrupa’lı sağlıkçıları, Türkiye’de ki sağlık turizmi yapan kurumlarla bir araya getirme projesi de yer almaktadır. Bunun içinde Avrupa Türkiye Sağlık Turizmi Derneği ve Avrupa Türkiye Sağlık Derneği ortak bir proje üretti. Avrupa’nın değişik ülkelerinde büyük şehirlerde halkın çok ziyaret ettiği yerlerde Türkiye Sağlık kurumları ve hizmetlerini anlatan küçük fuarlar düzenlemeyi planlıyoruz. Kar amaçlı olmayan bu fuarlarla sağlık kurumları kendilerini yurt dışındaki insanlara tanıtabileceklerdir.

AVRUPALI TÜRKİYE’Yİ ARAP ÜLKESİ GİBİ GÖRÜYOR En önemlisi Türkiye’nin son zamanlarda edindiği negatif imajın biraz olsun pozitifleşmesine yardımcı olacaktır bu proje. Çünkü Avrupa da Türkiye deyince Arap ülkeleri ile ayni kategoride bir ülke düşünülmektedir. Bunda Türkiye’de iktidarda olan batI ülkelerinin deyimiyle radikal islamcı partinin

rolü büyüktür. Avrupalı Türkiye’yi bu yüzden bir Arap ülkesi gibi görmektedir. Avrupa ve gelişmiş ülkelerde İslam dinine karşı da bir fobinin hızla geliştiğini düşünürsek, bu negatif imajın yıkılmasında teknolojik ve kabiliyet olarak Türk tıbbının bugün ulaştığı seviyeyi Avrupalılara göstererek, tıp ve tıbbi olanaklarla bir Arap ülkesi değil en az çağdaş dünya ülkeleri seviyesinde olduğumuzu da göstermeliyiz. Sağlık turizminde önemli olan hastayı tedavi sonrası yalnız bırakmak değil, tedavi sonrası hastaya karsılaşacağı istenmeyen durumlarda yani komplikasyonlarda da yardımcı olabilmektir. Bunun içinde Türkiye’de ki tedavi kurumları, Avrupa’da ki Türkiye kökenli sağlık kurumlarını finansiyel olarak desteklemeli veya Avrupa da sağlık kurumlarını oluşturmalıdırlar. Yani Avrupa ülkelerinde sağlığa yatırım yapılmalıdır.Türk iş adamlarının, Klinikler , ayakta tedavi veya yataklı tedavi kurumları ile sağlık sektörüne yatırım , bence hem sağlık turizmine ve hem de bizlerin Avrupalı, Türkiye kökenli hastaların sağlıklı koruma çalışmalarımıza yardımcı olacaktır.


BEMBEYAZ DİŞLERE SAHİP OLMAK İÇİN ÖĞLE ARASINI SEÇİN!

Günümüzde estetiğe karşı giderek artan ilgi nedeniyle hemen herkes gerek iş gerekse özel yaşamında daha genç ve güzel görünmek arzusundadır. Dişlerin şekli ve dizilişi kadar beyazlığı da genç görünüme katkı sağladığı için giderek daha fazla kişi beyaz dişlere sahip olmak için uğraş vermektedir. Diş hekiminin kontrolünde dişlerin renginin açılması işlemine “diş ağartma” veya “diş beyazlatma” adı verilir. Diş beyazlatma işleminin detaylarını diş hekimi Dr.Yeşim Tüfekçi Hemiş’e sorduk:

Kaç çeşit diş beyazlatma işlemi vardır? Üç çeşit beyazlatma işlemi vardır. Bunlardan birincisi ofis tipi tabir edilen ve hekim tarafından muayenehane-

32

s

a

ğ

l

ı

k

de yapılan beyazlatma işlemidir. Dişe uygulanan beyazlatma ürünü özel bir ışık kaynağı veya laserle aktive edilerek yapılır. En etkili yöntemdir. İşlem 1-2 saat içinde bitirilir. Vakit darlığı çekenler için ideal yöntemdir. Özellikle çalışanların öğle tatilinde gidip yaptırabilceği basit bir yöntem. İkincisi ev tipi beyazlatmadır. Bu tip beyazlatma işleminde kişi evde, hekimi tarafından özel hazırlanmış diş kalıpları içine yine hekim tarafından seçilmiş beyazlatma ajanı yerleştirerek beyazlatma işlemini gerçekleştirir. 3-7 gün sürer. Üçüncü tip beyazlatma ise kanal tedavisi nedeniyle doğal rengini kaybetmiş dişlere hekim tarafından muayenehanede yapılan beyazlatma

işlemidir. 2-3 seans sürer. Tüm diş beyazlatma yöntemleri dişlerde hassasiyete neden olabilir. Bu hassasiyet sıcak ve soğuk yiyeceklerle olabildiği gibi sadece nefes alırken de rahatsızlık verebilir. Bu durum geçici ve beklenen bir yan etkidir. Hassasiyetin 2448 saat içinde geçmesi beklenir.

Beyazlatma işlemi ne kadar süre etkisini gösterir? Beyazlatma sonrası dişler bir kaç yıl beyazlığını korur.Bu süre uygulanan metoda ve kişinin yeme-içme alışkanlıkları, diş fırçalama sıklığı ve sigara kullanımı gibi etkenlere bağlıdır.


NEDEN SAĞLIK KARİYERİ?

Yüzünüzde ki gülümsemenin kalıcı olması ve geleceğe güvenle bakabilmeniz için Sağlık Kariyeri sizlerle.

S

ağlık Kariyeri Yönetim Kurulu Başkanı Cihan Kılıç Aydın; Türkiye’de sağlık sektöründe çok ciddi yatırımlar yapılması rağmen bunu yönetecek kalifiye personel yetiştirilmesinde ciddi sıkıntıların yaşandığını, Sağlık Kariyeri ile bunun aşılacağını söyledi. Sağlık Kariyeri Yönetim Kurulu Başkanı Cihan Kılıç Aydın; sağlık alanında yapılan ciddi yatırımların kalifiye personel ile desteklenmesi gerektiğini söyledi. Aydın; Türkiye”de sağlık alanında yapılan büyük yatırımları yönetecek ciddi personel ihtiyacı var ve bunu yönetecek bir portal yok. Sağlık Kariyeri olarak bu ihtiyaç doğrultusunda bir portal oluşturmaya karar verdik ve yaklaşık 1.5 yıllık süreç içerisinde her anlamda alt yapımızı oluşturduk. Sağlık Kariyeri olarak yapmış olduğumuz çalışmalar ile çok güzel tepkiler alıyoruz ve bundan sonraki süreçte hastaneler ile işbirliğine gidip ihtiyaçları olan ara elemanları sağlamayı düşünüyoruz. Sağlık turizmi alanında ciddi yatırımlar yapan Türkiye, turizm sektöründe

yapmış olduğu hataları tekrar ediyor. Biz şunu diyoruz; bu işi kalifiye personelle, doğru zamanda ve doğru yerde yapalım. Sağlık turizmi Türkiye’de şu anda sadece saç ekiminden ibaret. Türkiye”de sağlık turizminin tanıtımı açısından özellikle yurt dışındaki fuarlarda Türkiye’de yer alan bütün hastanelerin yer alması gerekiyor. Türkiye”de ki hastaneler sağlık turizmine katkı sağlamak istiyorsa belirli alanlara yoğunlaşmaları gerekiyor. Ayrıca sağlık turizmi hakkında devlet tarafından da gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerekiyor.

SEKTÖRÜN BEKLENTİLERİNİ BİLİYORUZ Sağlık Kariyeri olarak Türkiye’de sağlık sektörü personellerinin en ideal kariyer ve istihdamını sağlamak için, sektörün öncelikli ihtiyaçlarını da göz önünde bulundurarak evrensel kalite ve standartlarda, üstün performanslı hizmet güvencesi ile hizmet sunuyoruz. Topluma ve çevreye duyarlı ha-

reket etmeyi, paydaşlarımızın başarılı olmasını ve doğru personele en kısa sürede ulaşabilmeyi kendimize ilke edindik. Sağlık sektörünün taşıdığı hayati değerin bilincinde olarak kurumsal yapımızı şekillendirdik. Teknolojinin her geçen gün hayatımızı kolaylaştırması ile insana duyulan ihtiyaç yerini, nitelikli insan kaynağı talebine bıraktığını düşünüyoruz. Sağlık Kariyeri olarak sadece sağlık sektörü kuruluşları ve çalışanlarına hizmet veriyoruz. Datamızda mevcut bulunan adaylar niteliksiz milyonlar değil, seçilmiş, mülakatı yapılmış ve bulunduğu kuruluşta etki oluşturabilecek yetkinlikteki adaylardır. Sağlık sektörü hayatiyet taşıyan bir özelliğe sahiptir. Taşıdığı bu hayatiyet dolayısıyla istihdam edilecek personelin bu bilinçle aidiyet duygusu oluşturması ve kariyerine yön vermesi gerekmektedir. Bu noktada sağlık kariyeri olarak sektörün beklentilerine en uygun ve her kuruluşun kurumsal yapısına uygun yeterince iyi çözümler sunacak bir cazibe merkezi haline gelmeyi hedefliyoruz’ dedi.

s

a

ğ

l

ı

k


NAKİLSİZ YÜZ MUCİZESİ BEBEKKEN FECİ ŞEKİLDE YANARAK YÜZÜNÜ TAMAMEN KAYBEDEN KADINA SADECE KENDİ DOKULARI KULLANILARAK YENİ BİR YÜZ YAPILDI

Prof. Dr. Mehmet Mutaf

34

s

a

ğ

l

ı

k


B

irbiri ardına duyurulan “yüz nakli” haberlerinin ardından, nakilsiz yüz yapılması ile ilgili Gaziantep’den gelen haber yeni tartışmaları başlatacak gibi. Bilindiği gibi yüz nakilleri sonrası doku reddini önlemek için ölümcül yan etkilere sahip ilaçlar kullanılmakta; işte bu ilaçlara gerek duyulmadan, kişinin kendi dokularının kullanılması yoluyla yeni bir yüz yapmanın mümkün olduğunu gösteren bu yeni yöntem bu alanda çok şeyi değiştirecek gibi görünüyor. Prof. Dr. Mehmet Mutaf tarafından geliştirilen bu yöntem yüz nakli girişimleri için hasta seçim kriterlerini kökünden değiştirebilir. Bebeklik çağında bir yangın neticesi tüm yüzü yanan Asiye Engiz (41) maddi imkanların müsait olmayışı ve yüzünün durumuyla ilgili gittiği doktorların bir şey yapılamaz demesi nedeniyle yıllarca süren bekleyişin ardından, artık ümitlerinin tükendiği noktada Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı’na başvurdu. Plastik Cerrahi alanında geliştirdiği yöntemlerle dünya çapında tanınan Prof. Dr. Mehmet Mutaf tarafından görüldüğü o gün, onun için yeni bir hayatın başlangıcı oldu adeta ve ondan sonraki süreçte Prof. Dr. Mehmet Mutaf ve ekibi tarafından gerçekleştirilen ve sadece hastanın kendi dokuları kullanılarak yapılan ameliyatlarla normal görünümde bir yüze kavuştu.

ASİYE’nin Öyküsü Halen 41 yaşında olan Asiye Engiz bebekken tamamen yanan yüzünün diğer insanları rahatsız eden görüntüsü nedeniyle okula gidemedi ve ömrünün hemen tamamını 4 duvar arasında insanlardan kaçarak geçirdi. Yaşam boyu süren dışlanmışlık ve toplumdan izole bir hayat sürmesinden dolayı olsa gerek halen konuşurken insanların yüzüne bakamıyor; son derece mahçup ve çekingen. Akrabalarının yanında onların çocuklarına bakarak geçirmiş ömrünün büyük bir bölümünü. Eğitim, iş, evlilik, yuva hayalleri kuramadan yaşamış. Maalesef aktif ve üretken bir birey olması noktasında şimdi de eğitim eksikliği ve ekonomik zorluklar yanı sıra yıllardan beri süren izolasyon nedeniyle gelişen sosyal fobi ve çekingen kişilik özellikleri gibi hendikaplar söz konusu. Prof.Dr.Meh-

met Mutaf’ın ifadesiyle “Keşke yüz deformiteli insanlarımızı dışlamadan toplumun içinde tutarak eğitim olanaklarından, meslek edindirme imkanlarından yoksun bırakmasak. Zira yüzü normalleşse de insanın ruhundaki izler kolay geçmiyor”. Ülke olarak ardı ardına gelen yüz nakli haberleriyle gurur duyduğumuz şu günlerde, bir insanın sadece kendi dokularını kullanarak yeni bir yüz yapmanın mümkün olduğu gerçeğiyle yüzleşmek, ironik bir etki yapıyor insan üzerinde. Gaziantep Üniversitesinde uygulanan yeni bir yöntemle kendi dokularıyla yeni bir yüze kavuşan Asiye Engiz’in ameliyat öncesi ve sonrası görüntüleri arasındaki farkı görüp, bir de bunun üzerine yüz nakli girişiminin riskleri ve nakil sonrası kullanılan ilaçların yan etkileri konusunda bilgilenince, insan kendine “böyle bir şey mümkünken, yüz nakli neden yapılır ki” diye sormadan edemiyor. Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde uygulanan bu yeni yöntemin kamuoyuna duyurulması için yapılan bilgilendirme toplantısı gerçekten etkileyici bir görsel sunumla başladı. Hastanın, daha önce basında yer alan yüz nakli hastalarının bir çoğunun ameliyat öncesi görüntülerinden bile daha kötü bir durumda olan ameliyattan öncesi hali, pek çok insana “buna ne yapılabilir ki” dedirtecek gibiydi. Hastanın sadece kendi dokuları kullanılarak yeni bir yüz yapımını mümkün kılan yeni yönteme dair bilgilerin yöntemi geliştiren ve uygulayan Prof. Dr. Mehmet Mutaf tarafından bizzat verildiği sunum sonrası görüntüleyebildiğimiz hastanın son hali, “nakilsiz mucize” olarak tanımlanabilecek bir başarının canlı resmiydi adeta. Sonuçları itibarıyla hayranlık uyandıran bu yeni yöntemi geliştiren Prof. Dr. Mehmet Mutaf‘la yöntem ve yüz nakli uygulamalarına dair görüştük. İşte Mutaf Hoca’nın sorularımıza verdiği cevaplar:

Hastanın ameliyat öncesi resimlerine ve şu andaki halini kıyasladığımızda çok başarılı bir sonuç elde ettiğinizi görüyoruz. Bu hastada yaptığınız ameliyatları bize anlatabilir misiniz, kullandığınız tedavi yönteminin mevcut olan tekniklerden farkı nedir?

Bebeklik çağında yanma neticesinde burnu dahil alın ve yüz bölgesindeki bütün yumuşak dokuyu kaybetmiş bir şekilde bize gelen hastayı daha ilk gördüğümüzde mevcut yöntemlerin ötesinde bir çözüme muhtaç olduğumuz aşikardı. Zira, burun yapılabilmesi için kullanılabilecek alın bölgesi dahil tüm yüz yanıktan etkilenmişti ve yüzün tamamı için yeni bir deri örtüsü gerekiyordu. Klasik yöntemlerin yeterli olmadığı aşikar olan bu vakada, yıllar içinde oluşmuş bilimsel birikim ve tecrübelerimizin ışığında geliştirmiş olduğum yeni bir cerrahi yaklaşımın uygulanmasına karar verdik. Hastamız bu yeni tekniğin kullanıldığı ilk 2 vakadan birisidir ancak yöntem hali hazırda başka hastalarımızda da uygulanmaya başlanmış durumda. İlk defa 2012’nin Ekim ayında yapılan Ulusal Plastik Cerrahi kongresinde bilim camiasıyla paylaştığımız bu yöntemin temel farklılığı klasik seçeneklerin bittiği hastalar için yeni ve önemli bir çözüm teşkil etmesidir. Dünyada bir ilk olma özelliği taşıyan ve bir çok hasta için yüz nakli ihtiyacını ortada kaldıracak bir alternatif olabileceğine inandığımız bu yöntemde hastanın kendi kıkırdak ve kemiği ile yapılan 3 boyutlu bir iskelet çatı, ön koldan damarları ile birlikte alınarak, mikro cerrahi tekniğiyle yüz bölgesine taşınan zarımsı bir yapı (fasya) ile örtüldükten sonra boyunda doku genişletme yöntemi ile elde edilen tam kalınlıklı bir deri örtüsü ile kaplanmaktadır. Bu şekilde normal yüz derisi gibi yumuşak, pürüzsüz, ince ve iyi kanlanan bir örtü elde edilmektedir. Ayrıca oluşturulan bu yeni deri örtüsü altına karın bölgesinden alınan yağ dokusunun yerleştirilmesi ile yüze normale yakın bir form ve dolgunluk sağlanmaktadır. Yöntem yeni bir yüz yapmaya izin verirken, doku alınan boyun ve önkol bölgelerinde çizgisel izlerden başka bir hasar bırakmamaktadır. Hastanın yüzüne normal bir ifade kazandırmak için saçlı deriden alınan kıl kökleriyle kaş nakli de yapılmıştır.

Neden Boyun Derisi ? Bizim branşımızda kayıp doku ve yapıların yeniden yapımı noktasında temel prensibimiz “kaybedilmiş yada hasarlanmış dokunun benzer bir doku ile yerine konulmasıdır. Yani yüze bacaktan karından deri nakli yapamazsınız; yaptığınız takdirde çir

s

a

ğ

l

ı

k

35


kin, uyumsuz bir sonuç alırsınız. Boyundan elde edilen deri örtüsü renk, esneklik ve diğer dokusal özellikler itibarıyla yüz ile mükemmel bir uyum sağlamaktadır. Estetik ve fonksiyon açıdan üstün sonuçların bir sebebi de budur. Ancak bu hastamız gibi yüz yumuşak dokularını tamamen kaybetmiş hastalarda boyun derisi tam kat olarak uygulansa bile yüz için yeterli bir volüm sağlayamayacağı için bu deri mikrocerrahi ile taşınan önkol fasyası ve yağ greftleri ile kombine edilerek uygulanmıştır. Bu şekilde normal yüz deri örtüsü vasfına yakın bir kalınlık ve elastikiyet kazandırılmaktadır.

Ameliyat öncesi görüntüleri itibarıyla, sizin hastanız basında yer almış bazı yüz nakli vakalarından bile daha kötü durumda iken bu hastada neden yüz nakli düşünmediniz? Böyle bir yaklaşım hastamız için bedeli çok ağır bir kolaycılık olurdu bence. Zira yüz nakli ameliyatı sonrası “doku reddi”ni önlemek için vücudun bağı-

36

s

a

ğ

l

ı

k

şıklık sistemini baskılayacak ilaçların kullanılması gerekmektedir. Hastanın ömür boyu kullanması gereken bu ilaçların bilinen yan etkileri ise kanser gelişimi (benzeri bir ilaç protokolünü daha düşük dozlarda kullanan böbrek nakli hastalarında bile ilk 5 yılda %51 oranında kanser gelişebildiğine dair yayınlar mevcut), diabet, fırsatçı enfeksiyonlardan ölüm riski ve kesinlikle anlamlı olarak azalmış bir ömür sürecidir. Ayrıca, kimlik bunalımı yani nakledilen yüze aynada bakıp, bu ben miyim sorusuyla yüzleşmek çok ağır bir psikolojik süreçtir.

Bir yüz nakli hastası iyileştikten sonra bu ilaçları almasa ne olur? Bu “Doku Reddi” olayı öyle bir şeydir ki, aradan yıllar geçtikten sonra bile hasta ilaçlarını almayı bıraktığında veyahut da almamasını gerektiren ek bir sağlık sorunu yaşadığında, nakledilen yüz çürüyecek ve hasta eski halinden daha kötü bir duruma düşecektir. Dolayısıyla, hasta ömrü boyu kontrol altında yaşamalıdır. Periyodik doktor kontrolleri ve testlerle geçen bir ömür düşünün. Oysa kendi dokuları-

nın kullanıldığı girişimlerde hasta 1-2 hafta içinde iyileşmekte, ömrü boyu da herhangi bir ilaç almadan, doktor kontrolüne gerek kalmadan normal bir yaşam sürmektedir. Dolayısıyla yüz nakli en son seçenek olarak saklanmalıdır. Nitekim, şu an için bu konuda dünya çapında geçerli olan görüş otojen seçenekleri bitirmeden yüz nakli kararı almamak gerektiğidir. Yani hastanın kendi vücudundan alınacak, kendine ait (otojen) dokularla yapılabilecek seçenekler tükendiğinde veya bu yolla yerine konulamayacak bir fonksiyonel bozukluk yaratan 3 boyutlu, karmaşık dokusal kayıplar söz konusu olduğunda yüz nakli düşünülmelidir.

Bu yan etkilere rağmen yüz nakli için sıraya girmek isteyen birçok insanımızın olması, sizce toplumun bu konuda yeterince bilgilendirilmediği anlamını taşıyabilir mi? Maalesef öyle. Bilimsel ifadeyle, yüz nakli, normale yakın bir yüz sağlamak için hastanın genel sağlığını ciddi


olarak bozan ve hastayı yaşam boyu ciddi risk altında bırakan ağır bir girişimdir. Hasta olarak da, hekim olarak da yüz nakline karar verme noktasında çok iyi düşünmek gerekir. Kesinlikle estetik amaçlı bir ameliyat olarak görülmemelidir. Kesinlikle toplumda anlaşıldığı gibi masum “bir deri değişim ameliyatı” değildir. Ancak maalesef, toplumda böyle bir algı oluşmuş durumda. Ülkemizde gerçekleştirilen yüz nakli ameliyatları sonrasında basında yer alan ve yüz nakli bekledikleri ifade edilen kişilerin resimlerine baktığımda mesleğim ve o insanlar adına gerçekten tedirgin olduğumu söyleyebilirim. Zira şu anda yüz nakli risklerinin yeterince anlatılmadığı, anlaşılamadığı toplumumuzda gerçekçi olmayan bir beklenti ortamı oluşmuştur. Yüzünde birazcık izi olan insanların yüz nakli beklentisi içinde olması ya da yüz nakli adayı olarak değerlendirilmeleri gerçekten ürkütücü. Bu hastada uyguladığımız yeni yöntemin bilimsel camia yanı sıra kamuoyu ile paylaşılmasındaki temel amacımız da insanlara yüz nakli dı-

şında kendi dokularının kullanımı ile normale yakın bir yüz yapılmasının mümkün olduğunu göstermek ve bu yolla, yüz nakillerinde hasta seçimi kriterlerinin yeniden düşünülmesini sağlamaktır.

Son olarak hastanız Asiye Engiz’e dair neler söylemek İstersiniz? Daha ileride yapılacak işlemler var mı? Asiye ilk önceleri kimseyle konuşmaz, göz teması bile kurmazdı neredeyse. Kendisine yaklaşık bir yıl içinde 4 seans cerrahi tedavi uyguladık. Bu süreçte ondaki değişimi bütün ekip olarak izledik Yüzü her ameliyatla biraz daha normalleşti ve Asiye her ameliyatta adım adım, kaybettiği öz güvenini geri kazandı. Ve sürecin sonunda gördük ki, Asiye meğer konuşabilir, espri bile yapabilirmiş. Kendine has bir karakteri var onun; adeta küçük bir çocuğun naifliğinde bir insan. Yüzü bu hali aldığında ondaki değişimi ve mutluluğunu gözlemlerken çok defa

ekipteki arkadaşlarımın ve benim gözlerimiz dolmuştur. Bu vesileyle ameliyatlar sürecinde benimle birlikte emek harcayan, gece gündüz çalışan asistanlarıma, Asiye’ye sonsuz destek veren hemşire ve klinik personeline teşekkürü borç bilirim. Aldığımız sonuç tamamen bir ekip başarısıdır. Onlarla hep gurur duyacağım. Özetle, Asiye, benim için meslek hayatımdaki en unutulmaz hastalarımdan biridir. Çok büyük bir değişim yaşadı gerçekten. Bir kaç küçük çaplı yara izi dışında normal görünümde, yüz mimiklerini yapabilen, hissedebildiği ve ömür boyu hiç bir ilaç almadan taşıyabileceği bir yüzü var şimdi. Ancak maalesef sosyoekonomik imkanlarının zayıflığı nedeniyle bundan sonrası için ne yapabiliriz bilmiyorum. Bundan sonrasında artık bir sosyal proje gerekiyor onu topluma entegre etmek, kendine yeten bir birey haline dönüşmesini sağlamak için. Yoksa işimizi tam olarak yapmış olmayız…normal bir yüzü var artık ama bir birey olarak toplumdaki yeri nasıl oluşacak, şimdi onu düşünmemiz gerekiyor.

s

a

ğ

l

ı

k

37


KKTC DOĞU AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK EĞİTİMİNİN MERKEZİ OLDU Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin en büyük devlet üniversitesi olan Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Rektörü Prof Dr. Abdullah Y. Öztoprak, DAÜ’nün son yıllarda yapmış olduğu yatırımlarla bölgenin en önemli sağlık eğitimi veren merkez haline geldiğini söyledi.

38

s

a

ğ

l

ı

k


K

uzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde sağlık eğitimi veren önemli bir merkez haline gelen Doğu Akdeniz Üniversitesi, geleceğin hekimlerini yetiştirmenin yanısıra bölgedeki sağlık eğitimi açığının kapatılmasında da önemli bir rol oynuyor.

Öncelikle Doğu Akdeniz Üniversitesinden biraz bahsedermisiniz? Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin en büyük devlet üniversitesidir. Aynız zamanda T.C.YÖK tarafından onaylı üniversitemiz 1979 yılında başladığı eğitim hayatına 85 farklı ülkeden 16000 öğrenci ve 35 farklı ülkeden 1000 öğretim üyesi ile uluslararası ortamda eğitim vermeye devam etmektedir. 3000 dönümlük arazisi ile eşine az rastlanan bir kampüse sahip olan üniversitemizde, 11 Fakülte ile 5 Yüksek Okulda toplam 91 önlisans ve lisans, 73 yüksek lisans ve doktora programı bulunmaktadır.

DAÜ olarak neden sağlık alanında eğitim ihtiyacı duydunuz? DAÜ olarak son yıllarda yapmış olduğumuz yatırımlarla bölgenin en önemli sağlık eğitimi veren merkezi haline geldik. Üniversitemiz 2010 – 2011 Akademik Yılı’nda Sağlık Bilimleri Fakültesi, 2011 – 2012 Akademik Yılı’nda Eczacılık Fakültesi ve son olarak 2012 – 2013 Akademik Yılı’nda ise Uluslararası Ortak Tıp Programı’nı hayata geçirerek sağlık alanında önemli bir adımı gerçekleştirmiş oldu. Sağlık Bilimleri Fakültesi ve Sağlık Hizmetleri Yüksek Okulumuz bölgedeki Sağlık Eğitimi Açığını Kapatmış oldu.

Sağlık Bilimleri Fakültesinden bahsedermisiniz? 2010-2011 Akademik Yılı’ndan itibaren eğitim vermeye başlayan DAÜ Sağlık Bilimleri Fakültemiz, dördüncü eğitim yılında 1400’e yakın öğrencisiyle her geçen gün büyümeye devam ediyor. Fizyoterapi ve Rehabilitasyon (lisans), Beslenme ve Diyetetik (lisans) ve Hemşirelik (lisans) bölümleri ile eğitime başladıktan sonra bu bölümlere Sağlık Yönetimi (lisans) ve Spor Bilimleri (lisans) programlarını ve K.K.T.C.’de ilk olan 2 yıllık önlisans programları Anestezi ile İlk ve Acil Yardım programlarını ekleyerek Sağlık Hizmetleri Yüksek Okulu’nu da açtık. 2013 – 2014 Akademik Yılı’ndan itibaren ise Fizyoterapi Teknikerliği (önlisans), Diyaliz Teknikerliği (önlisans), Tıbbi Görüntüleme Teknikerliği (önlisans), Ağız ve Diş Sağlığı (önlisans) ve Yaşlı Bakımı (önlisans) programlarına da öğrenci kabul etmeye başladık. Türkiye’nin saygın üniversiteleri ile işbirliği içindeyiz. Bu üniversitelerden çok değerli akademisyenler DAÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde ders veriyorlar. Sağlık lüks bir tüketim olmanın aksine tüm ülke insanlarına ulaştırılması gereken elzem bir hizmet ve biz DAÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi’ni açmakla KKTC’de bu açığın kapatılmasına ciddi anlamda katkıda bulunduk.

DAÜ Eczacılık Fakültesi’nde nasıl bir eğitim veriyorsunuz? Öğrencilerimiz mezun oldukları zaman

DAÜ) Rektörü Prof Dr. Abdullah Y. Öztoprak en iyi laboratuvar ve teknik ekipmanları tanımış ve bizzat kullanmış olarak mezun olacaklar. 2011- 2012 Akademik Yılı’nda eğitim hayatına başlayan DAÜ Eczacılık Fakültesi uluslararası alanda yarışabilecek eczacılar yetiştiriyor. Eczacılık Fakültesi’ne çok farklı ülkelerden gelen öğrenciler yoğun ilgi gösteriyor. Fakültede 5 yıllık B. Pharm. ve 6 yıllık Pharm. D. olmak üzere iki farklı müfredatta eğitim sunuyoruz. Fakültenin programları dünyanın her yerinde geçerli olan eğitim sistemine uygun olarak planlanıyor. Eczacılık Fakültemiz sahip olduğu en güncel teknolojik altyapı ile donanmış laboratuvarlarda her öğrencinin çok farklı deneyleri ve lisansüstü araştırmaları yapabilecek imkana sahip. Buradan mezun olacak öğrencilerimize en donanımlı şekilde hayata atılacaklarının garantisini veriyoruz.

Ortak Tıp Programı uygulamasını anlatırmısınız? Biz geleceğin hekimlerini yetiştiriyoruz. 3 + 3 şeklinde İngilizce dilinde eğitim veren, Uluslararası Ortak Tıp Programı’nda eğitim alma ayrıcalığını elde edecek öğrencilerimiz İngilizce Hazırlık Okulu ve ilk üç yıllık temel tıp eğitimlerini Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin Dr. Fazıl Küçük Tıp Fakültesi’nde, klinik çalışmalarının ağırlık kazanacağı sonraki üç yıllık eğitimlerini ise T.C. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde alacaklar. Mezun olacak adaylar iki üniversite tarafından hazırlanacak ortak diplomayı almaya hak kazanacaklar. Eğitim kadrosunun içerisinde Marmara Üniversitesi’nden çok değerli akademisyenler de mevcut. Tıp eğitimi almak isteyen öğrenciler kaliteli eğitim kadrosu ve uluslararası ortamı ile DAÜ Uluslararası Tıp Programı’nı gönül rahatlığı ile seçsinler, bölgedeki en iyi tıp eğitimini alacaklarından şüpheleri olmasın.

s

a

ğ

l

ı

k

39


ORTODONTİK TEDAVİDE GÖRÜNMEYEN TEL DÖNEMİ Tedavi süresinin uzunluğu ve dış görünüşte yarattığı olumsuzluklar nedeniyle yetişkinler tarafından uzak durulan ortodontik tedaviler, görünmeyen diş tellerinin kullanıldığı Lingual Teknik ile her yaştan kişinin sağlıklı dişlere kavuşmasına olanak sağlıyor. Dişin dış yüzeyine yapıştırılan metal ya da seramik braketlerle sürdürülen, bilinen Ortodonik Tedavi’de yeni bir çığır olarak görülen Lingual Teknik ile braketler dişin arka yüzeyine yapıştırılıyor. Dışardan hiçbir şekilde fark edilmeyen ve konuşma bozukluğu yaratmayan braketler sayesinde yetişkin ortodontisinde estetik kaygılar tamamen yok oluyor. Dişlerin iç yüzeylerine yapıştırılan braketlerin alışma dönemini değerlendiren Lingual Ortodonti Uzmanı Dr. Cem Caniklioğlu “Kullanılan Lingual braketlerin boyutlarının küçüklüğü ve inceliği, diş yüzeyine tamamen adapte olmaları, apareye alışma döneminin tüm sıkıntılarını eskiye oranla azaltıyor. Bu tedavide konuşma zorluğu ya da dilde herhangi bir önemli rahatsızlık hissedilmiyor. Hastalar dilin en çok değdiği nokta olan, diş arka yüzeyindeki değişikliğe 3-4 hafta arasında alışmaktalar ” dedi. Halk arasında görünmez diş teli ya da görünmeyen diş teli olarak da bilinen Lingual Or-

40

s

a

ğ

l

ı

k

todonti’nin, 70’li yıllardan bu yana dış yüzey üzerine uygulanan klasik Labial Ortodonti yöntemlerine göre estetik açısından önemli avantajları olduğuna da dikkat çeken Dr. Cem Caniklioğlu, “Günümüzde pek çok tanınmış insan Lingual ortodonti tedavisi görmektedir ancak bu kişiler, diş telleri dışardan görünmediği için hiçbir estetik kaygı taşımamaktadır. Dişlerin dışardan görünen yüzeylerinin hiçbir şekilde etkilenmediği bu tedavi ile bir yandan dişler düzelirken diğer yandan özgürce gülümseyebiliyor ve konuşabiliyorsunuz. Hastaların sosyal hayatlarını olumlu yönde etkileyen bu tedavi ile diş teli, yetişkinler için estetik bir sorun olmaktan çıkıyor” sözleriyle Lingual Ortodontinin sosyal avantajlarına değindi.

Kişiye Özel Braket ve Teller Lingual metod uygulanarak tedavi edilen hastalarda kullanılan her bir lingual braket ve lingual telin kişiye özel

Lingual Ortodonti Uzmanı Dr. Cem Caniklioğlu olarak hazırlanması gerektiğinin altını çizen Lingual Ortodonti Uzmanı Dr. Cem Caniklioğlu, aksi halde tedaviden olumlu sonuçlar almanın imkânsız olduğunu sözlerine ekledi. Çapraşık ve doğu konumlanmamış dişlerin, estetik görünüm bozukluğundan daha önemli bir soruna yol açarak, pek çok diş ve diş eti hastalığına sebebiyet verdiğinin altını çizen Dr. Cem Caniklioğlu “Yetişkinlerin büyük bir çoğunluğu eğri ve çapraşık dişlerin yarattığı estetik olumsuzluklara odaklanır. Oysa doğru konumlayan dişler ağız hijyeni açısından tahminimizden daha büyük problemlere yok açabiliyor. Yeterince temizlenemeyen dişler pek çok diş ve diş eti hastalığına davetiye çıkarıyor. Gerek dış görüntüde yarattığı olumsuz imaj nedeniyle hastaların yaşadığı özgüven ve endişe kaynaklı psikolojik durumları ortadan kaldırmak gerekse, ağız ve diş sağlığı için ortodontik tedaviler büyük önem taşıyor” diyerek ortodontik problemleri insan sağlığı açısından değerlendirdi.


ÖZEL PRİMER HASTANESİNDEN VERGİ REKORU Gaziantep Vergi Dairesi Başkanlığı’nın her yıl geleneksel olarak düzenlediği ‘’Vergi Rekortmenleri Ödül Töreninde” Özel Primer Hastanesi 9.sırada yer alarak sağlık sektöründe birinci sırada yer aldı. Her türlü övgüye layıklar Grand Otel’de düzenlenen Vergi Rekortmenleri Ödül Töreni’nde açılış konuşmasını yapan Vergi Dairesi Başkanı Erol Çember, “Vergi Haftası kapsamında Gaziantep’in yüz akı vergi rekortmeni mükelleflerimiz arasından dereceye girenlere ödül vermek amacıyla bir araya geldik. Ülkemiz için kazancını tam beyan eden ve vergisini zamanında ödeyen mükelleflerimiz her türlü övgüye layıktır. Ülkemizin dünya üzerinde gelişmiş ülkeler arasında yer alması ve gelecek nesillere mutlu yarınlar bırakmak azmi içinde, etkin ve adil vergi sisteminin yerleştirilmesi ve uygulaması konusunda Gaziantep Vergi Başkanlığı olarak üzerimize düşen görev ve sorumluluğun bilincindeyiz” dedi.

Ne kadar vergi verirsek o kadar hizmet alırız

Gaziantep Vergi Dairesi Başkanlığı’nın her yıl geleneksel olarak düzenlediği ‘’Vergi Rekortmenleri Ödül Töreni’’ Gaziantep Grand otelde gerçekleştirildi. Törende 2013 yılında Gaziantep’te gelir ve kurumsal dalda ilk ona giren 20 mükellefe teşekkür plaketi verildi. Gaziantep Kurumlar Vergisi rekortmenleri arasında 9. Sırada yer alan olan Özel Primer Hastanesi sağlık sektöründe

birinci sırada yer aldı. Açıldığı günden itibaren hasta memnuniyeti, sağlık hizmeti, sosyal sorumluluk projeleri ve sponsorlukları ile takdir toplayan Özel Primer Hastanesi vergi dalında da birinciliği kaptırmadı. Özel Primer Hastanesine ait teşekkür plaketi Yönetim Kurulu Başkanı Bilal Çeker’e Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Adil Konukoğlu tarafından takdim edildi.

Gaziantep Valisi Erdal Ata da konuşmasında verginin önemine dikkat çekti. Vergi ödemede Gaziantep’in 10’uncu sırada yer bulduğunu belirten Ata, “Gaziantep sanayide, ihracatta, nüfusta altıncı sırada ise vergi ödemede de bu sıraya yükselmeli. Vergi ödemek ülkemiz ve bizim için çok önemli. Ne kadar fazla vergi ödenirse o kadar fazla hizmet alma şansımız doğar. Bu nedenle ben herkesi vergisini ödemeye davet ediyorum. Vatandaşlarımız vergi ödemede daha duyarlı olmalı” diye konuştu.


BU FUAR, TÜRKİYE’YE 42 MİLYON EURO KATKI SAĞLADI 19-22 Aralık 2013 tarihleri arasında İstanbul Fuar Merkezi’nde gerçekleştirilen Sağlık Turizm Fuarında, Türkiye’nin sağlık turizmi alanındaki potansiyeli sergilendi. Tarihi, kültürü ve eşsiz güzellikleri ile dünyanın sayılı turizm cennetlerinden biri olma özelliğinde olan Türkiye; iyi yetişmiş hekim ve sağlık çalışanı, ulaşım kolaylığı, 62 ülke ile vizesiz seyahat imkanı ve yüksek sağlık teknolojisi sayesinde sağlık turizminde öncü ülke olabilecek konumdadır. Ülkemizin her şehrinden devlet, özel ve üniversite hastaneleri, Türkiye turizminde önemli bir yer tutan termal tesisler, spa ve kaplıcalar, göz, ağız ve diş merkezleri ile 76 sağlık kuruluşunun katılımıyla, 2.500 yerli ziyaretçi çeken Sağlık Turizmi Fuarında, 56 Ülkeden gelen 200 ki-

42

şilik alım heyeti katılımcılarla buluştu. Doktor, aracı kurum, hastane - klinik sahipleri ve hükümet yetkililerinden oluşan Alım Heyeti ile birebir (B2B) toplantılar gerçekleştiren fuar katılımcıları, tanıtımın ve iş birlikteliği başlangıçlarının en büyüğünü yaptı.

Fuarın türkiye’ye kazandırdığı değer 42 milyon euro oldu Sağlık turizminin yurtiçinde ve yurtdışında canlı tutulmasını ve gelişimine katkı sağlamayı amaçlayan Sağlık Turizmi Fuarı süresince yerli hastanelerimizin yurtdışı ile yaptığı anlaş-

maların değeri 42 milyon Euroyu buldu. Ülkemizin, dünya sağlık turizmi pazarındaki bilinirliğini arttırmak, verimli iş birliktelikleri için ortam hazırlayabilmek üzere düzenlenen Sağlık Turizmi Fuarı’na; Sağlık Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı destek sundular. Avrupa’dan, ABD’den, Ortadoğu’dan ve komşu ülkelerden, çok sayıda hasta alan Türkiye’nin Sağlık Turizminde lider ülke konumuna gelmesinde katkı yaratan Sağlık Turizmi Fuarı’nın ikincisi, 23-25 Ekim 2014 tarihlerinde İFM 9-10-11. Salonlarda gerçekleştirilecektir.


s

a

ğ

l

ı

k

43


BEYİN TÜMÖRLERİNDE ERKEN TEŞHİS HAYAT KURTARIYOR Beyin Tümörlerini genetik faktörlerin yanı sıra yaşam şekli ve çevresel nedenler de tetikleyebiliyor. İlerleyen tıp teknolojisi, bazı beyin tümörlerinin kesi gerektirmeden de tedavisini mümkün kılabiliyor. Medical Park Gaziantep Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Aslan Güzel, bu sayede günümüzde tedavi süresinin kısaldığını ve hastaların daha az radyasyona maruz kaldığını belirtiyor. Beyin tümörleri yeni doğmuş çocuklar dâhil olmak üzere her yaş grubunda görülebilir. Bu nedenle baş ağrısı, görme fonksiyonlarında

44

s

a

ğ

l

ı

k

azalma, mide bulantısı, kusma gibi belirtilerin ciddiye alınması gerekiyor. Doç. Dr. Aslan Güzel, “Çocuklar kendini ifade etmekte zorlanabiliyor. Bu sebeple özellikle çocuklarda, sabahları fışkırır tarzda bulantı ve kusma varsa mutlaka uzman bir hekimin görmesi gerekir” diyor.

BAŞ AĞRISI DEYİP GEÇMEYİN! Doç. Dr. Aslan Güzel, beyin tümörle-

rinin iyi ya da kötü huylu olmak üzere iki türü bulunduğunu söylüyor. Tedavi seçeneğinin belirlenmesinde tümörün histolojik tipinin etkili olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Güzel, bunun için tanı da radyolojik görüntüleme sonrası ameliyatla tümör çıkarımı veya biyopsi adı verilen hastadan örnek almaya dayalı yöntemleri kullandıklarını belirtiyor. Beyin tümörleri baş ağrısı, bulantı ve kusma, görmede azalma ya da çift görme, kol ve bacaklarda


uyuşma ile oluşan güç kaybı, bazen de işitmede ve konuşma becerisinde azalma ile kendini gösterebiliyor. Doç. Dr. Güzel, “Büyük kistik lezyonlarla ya da büyük tümörlerle karşılaştığımız çocuk hastalar var. Kendilerini ifade edemedikleri veya şikâyetlerini dile getiremedikleri için geç teşhis konabiliyor hatta hastalık bazen tesadüfen saptanıyor” diyor. Bazen de erişkinlerde ve nadiren de olsa çocuklarda vücudun başka bir yerinde kanserli hücrelerin beyne yaptığı metastazlar (yayılma) sonucu başka şikâyetlerle, diğer bölümlerden de hastaların Beyin ve Sinir Cerrahisi kliniklerine yönlendirildiğini sözlerine ekleyen Doç. Dr. Güzel, beyin tümörlerinin oluşmasında kesin bir nedenden söz etmenin mümkün olmadığını; ancak en ufak bir belirtinin bile hekim tarafından değerlendirilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Doç. Dr. Güzel, “Kalıtımın yanı sıra yaşam şekli ve çevresel faktörler tümör oluşumunu tetikleyebilir” diyor.

BEYİN TÜMÖRLERİNİN ERKEN TEŞHİSİ TEDAVİYİ ETKİLİYOR Doç. Dr. Aslan Güzel, günümüzde beyin sapının kendinden kaynaklı bazı nadir tümörler dışında neredeyse tüm tümör çeşitlerinde etkin tedavi uygulayabildiklerini belirtiyor ve “İnt-

raoperatif ultrason, navigasyon sistemleri gibi yardımcı ve gelişmiş aletleri ile Medical Park, cerrahide son derece gelişmiş bir donanıma sahip” diyor. Özellikle bazı beyin

tümörlerinde, açık ameliyata gerek olmaksızın “Gamma Knife” adı verilen teknolojiyle de başarılı sonuçlar elde ettiklerine değinen Doç. Dr. Güzel, iyi huylu tümörlerin tedavisinde anlamlı sonuçların arttığına da dikkat çekiyor. Doç. Dr. Güzel, bu yöntemin yaklaşık üç cm büyüklüğe sahip tümörlerde uygulanabildiğini, kötü huylu ya da malign denilen grupta da cerrahi sonrası ışın tedavisi veya kombine tedavi gerekebildiğini sözlerine ekliyor. Tedavi yönteminin belirlenmesinde multi disipliner bir yaklaşımı benimsediklerini belirten Doç. Dr. Aslan Güzel, kararı Medikal Onkolog, Radyasyon Onkologları ve Radyoloji Uzmanları ile beraber verdiklerinin altını çiziyor. Doç. Dr. Güzel, tümör çeşidi ve yerleşim yerine göre başarılı bir ameliyat sonrası üç ya da dört gün, bazı ciddi durumlarda (genellikle bir komplikasyon çıkması durumunda) ise bir- iki hafta sonra hastayı taburcu ettiklerini belirtiyor. Tam anlamıyla iyileşme süresinin üç ya da dört haftaya yayıldığını sözlerine ekleyen Doç. Dr. Aslan Güzel, “Tedavinin devam ettiği vakalarda radyasyon onkolojisi veya medikal onkoloji uzmanının değerlendirmesine göre hastanın günlük yaşama dönüş süresi planlanarak değişebilir” diyor.

BU BELİRTİLER VARSA DİKKAT! • Şiddetli baş ağrısı • Bulantı ve kusma • Kol ve bacaklarda kuvvetsizlik, uyuşma • Yüzde felç • Görme ve işitme bozukluğu

s

a

ğ

l

ı

k

45


DAÜ,YAŞLILAR İÇİN ARA ELEMAN YETİŞTİRİYOR Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hülya Harutoğlu “Yaşlı Bakım Teknikerliği” bölümünün açılması ile hem işsiz gençlere iş imkanı sağlanacağını, hem de yaşlılar için yüksek standartta bakım hizmeti sunan elemanların yetiştirileceğini söyledi.

46

s

a

ğ

l

ı

k


Doğu Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hülya Harutoğlu

P

rof. Dr. Harutoğlu, dünyada yaşam süresinin artması ile yaşlı nüfusun giderek arttığını ve bu durumda da yaşlıların korunması, tedavisi ve genel bakımıyla ilgili büyük bir multidisipliner ekibe gereksinim duyulduğunu ve geriatri (yaşlı) hekimi başta olmak üzere pek çok hekim, hemşire, fizyoterapist, diyetisyen, psikolog, sosyal hizmet uzmanına da bu alanda ihtiyaç olduğunu belirtti. Prof. Dr. Hülya Harutoğlu, gerek dünyada gerekse ülkemizde, yaşlı bakım alanında, diğer meslek elemanlarının yanısıra yaşlıyla uzun süre birlikte olabilecek, hizmeti birebir yürütecek ve yaşlıyı sağlık ve sosyal hizmet boyutuyla ele alabilecek ara elemana ihtiyaç olduğunu belirterek 2 yıllık ön lisans programını açtıklarını söyledi. Prof. Dr. Harutoğlu, programdan yararlanacak öğrencilerin, bakım hizmeti konusunda gerekli bilgi, beceri ve değerleri bütünleştirip, özümseyerek; kamu alanı, özel alan ve sivil toplum örgütlerinde yaşlı bakım hizmetini uygulayıcı ve geliştirici nite-

liğe sahip yetkin birer sağlık teknikeri olmaları için gerekli laboratuvar koşullarının ve staj alanlarının sağlandığını vurguladı. Yaşlı Bakım Programı’nın eğitiminde; yaşlının temel özelliklerini ve gereksinimlerini bilme ve bu doğrultuda yaşlının ihtiyaçlarını karşılama becerisi kazanma, aynı zamanda da yaşlıya bütüncül yaklaşabilme konusunda öğrenci yetiştirdiklerini ifade eden Prof. Dr. Harutoğlu uygulamaların laboratuvarlarda, hastanede, huzurevi ve yaşlı bakım rehabilitasyon merkezlerinde, yaşlı gündüz merkezlerinde, evde bakım hizmeti veren kuruluşlarda, yapılacağını söyledi. Prof. Dr. Harutoğlu bu projenin gerçekleştirilmesi ile işsiz gençlerimizin meslek sahibi olarak kısa dönemde hayata atılmalarının sağlanacağını, ayrıca projenin bir diğer misyonu olarak da yaşlı bireylerimize kaliteli bakım hizmetinin sunulmasıyla çok önemli bir eksikliğin ortadan kaldırılacağını sözlerine ekledi. Prof. Dr. Hülya Harutoğlu, DAÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanlığı olarak bu bölümde okumak

isteyen KKTC uyruklu lise mezunları için Şubat ayında başvuruların devam ettiğini, ayrıca kayıt hakkı kazananlara koşulsuz iki yıl boyunca devam edecek %50 burs imkanı verileceğini vurguladı.

Mezunların İstihdam Alanları Söz konusu programdan mezun olan mezunlar, yaşlı bakım hizmetlerinin yürütüldüğü Sosyal Hizmetler Müdürlüklerine bağlı ya da özel Huzurevlerinde, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu’nda, Devlet Planlama Teşkilatı’nda, Aile Danışma Merkezlerinde, Belediyelerde, Hastanelerde, Sivil Toplum Kuruluşları ve özel kurumlarda yürütülen yaşlı bakımı hizmetlerinde, yaşlı bakımevlerinde, güçsüzler yurdunda, yaşlılar için gündüz merkezlerinde, Sağlık Müdürlüklerine bağlı birimlerdeki yaşlıya yönelik evde bakım uygulamaları hizmetlerinde, yaşlının evini düzenleme, korumalı meskenler gibi hizmet veren özel kuruluşlarda uzman gözetiminde çalışabilirler.

s

a

ğ

l

ı

k

47


DOWN SENDROMLU ÇOCUKLAR BİLİM EVİNİ GEZDİ Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin 2011 yılında başlattığı Down Up Projesi kapsamında down sendromlu çocuklara yönelik yaptığı faaliyetler devam ediyor.

48

s

a

ğ

l

ı

k


P

roje kapsamında yer alan 20 down sendromlu çocuk Turkcell Gezegenevi ve Bilim Merkezi’ni ziyaret etti. Aileleri ile birlikte keyifli bir gün geçiren çocuklar, merkezdeki tüm cihazları deneme fırsatı buldular. Çocukları sosyal hayata hazırlamak için birçok faaliyet gerçekleştiren Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Sağlık İşleri Daire Başkanlığı, bu faaliyetlerine bir yenisini daha ekledi. Down Up Projesi’nin Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Sağlık İşleri Daire Başkanlığı’nın 2011 yılından bu yana down sendromlu çocukların sosyal hayata kazandırılmasını amaçlayan bir eğitim projesi olduğunu söyleyen Sağlık İşleri Daire Başkanı Muhtar Akyol, yarıyıl tatilinde çocuklara eğitim amaçlı bir program yaptıklarını belirtti. Down sendromlu çocuklara yönelik daha önce birçok faaliyetler gerçekleştirdiklerini aktaran Akyol, “Daha önce de velilerle piknik, harikalar diyarı, hayvanat bahçesi

gibi yerlere de gezi düzenlenmiştik, çocuklar doyasıya eğlenmişti. Yalnız hiçbiri Türkiye’nin en büyük planetaryum olma özelliği taşıyan Gezegenevi kadar şaşırtıcı ve ilgi çekici olmamıştı. Gezide, uzman rehberler uzay ve uzay bilimleri hakkında çocuklara geniş bilgiler verdi. Özel bir program ve düzenekle kürenin tavanına yansıtılan gökyüzü görüntüsü çocukları hayrete düşürdü. Gezi sonrası çocuklar yemek yiyerek müzik eşliğinde doyasıya eğlendi.” diye konuştu. Projenin SODES destekli bir proje olduğunu, iki yıldan buyana Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin finanse ederek sürdürdüğünü ifade eden Akyol, her yıl bir kez de aile eğitimi verdiklerini aktardı. Akyol, eğitimlerin uzmanlar ve akademisyenler tarafından verildiğini, bunun yanı sıra sosyal ve sportif aktivitelerde gerçekleştirdiklerini açıkladı. Akyol, down sendromlu çocukların hafta sonları futbol, hafta içi ise ebru yaptığını, otistik çocuklar eğitim merkezinde

de eğitimler verildiğini vurguladı. Öte yandan uzmanların araştırmalarına göre tüm dünyada 6 milyon down sendromlu yaşıyor. Türkiye’de tam bir veri olmamakla beraber 100 bin down sendromlu birey olduğu tahmin ediliyor. Genel olarak ortalama her 800 doğumda bir görülür. Down sendromuna sebep olduğu bilinen etkenin ise hamilelik yaşıdır, bu yaşın 35 yaş üstü hamileliklerde risk artırdığı ifade ediliyor. Down sendromu görülme sıklığı açısından ülke, milliyet, sosyo ekonomik statü farkı yok. Uzmanlar, down sendromun aslında bir hastalık değil, genetik bir farklılık, bir kromazon anomalisi olduğunu ifade ediyor. Uzmanlar, hücre bölünmesi sırasında yanlış bölünme sonucu 21. kromozom çiftinde fazladan bir kromozom yer almasıyla meydana geldiğini, “Trizomi 21” diye ifade edildiğini, hafif veya orta seviyede zihinsel ve fiziksel gelişim geriliğine sebep olduğu görüşünü savunuyor.

s

a

ğ

l

ı

k

49


SEREBRALPALSİ HASTALIĞI TEDAVİSİNDE KÖK HÜCRE UMUDU… İspanya’da SerebralPalsi hastası 4 yaşındaki çocuğa kordon kanından elde edilen otolog kök hücreler nakledildi. Cryo-Save Grup tarafından yapılan açıklamada, 10 Aralık 2013’te İspanya’da 4 yaşındaki bir kızın serebralpalsi tedavisi için kendi kordon kanından elde edilen kök hücrelerini aldığıbelirtildi. Nakil İspanya, Madrid NinoJesus Hastanesi Onkohematoloji Bölümü Şefi Dr. LuisMaderotarafından gerçekleştirildi. Bu, bebeklik çağı serebralpalsi tedavisi için Dr. Madero tarafından bu şekilde gerçekleştirilmiş üçüncü nakil. Dr. LuisMadero“Bu tip tedavilerin çok erken araştırma aşamalarında olmalarına rağmen, kök hücrelerle yapılan rejeneratif terapilerin sinir dokusunu yenilemekte ve beyin hasarını tamir etmekte bir tedavi seçeneği olabildiğine inanılmaktadır.” diye konuştu.Bu tedavinin yapılması, çocuğun doğumu sırasında kordon kanının Cryo-Save tarafından dondurulup saklanması sayesinde mümkün oldu. Cryo-Save’in geçici CCO ve CEO’su Evi Mattil “Bu tür işlemlerin başarılı olması için naklı yapacak olan doktorun, hastanın dondurularak saklanan kök hücrelerinin kalitesine güvenilmesi, çalışmanın başarısı açısından büyük önem taşır. Cryo-Save de-

50

s

a

ğ

l

ı

k

vamlı olarak bütün, kondon kanının saklanması için aranan gereklilikleri yerine getirmektedir. Müşterilerimizin ve aynı zamanda onları tedavi eden doktorların ihtiyaçlarını tekrar giderebilmekten çok memnunuz” dedi.

SerebralPalsi nedir? Serebralpalsi her 500 çocuktan birinde görülen bir nörolojik rahatsızlıklar tablosudur. Gerçek sebep çoğunlukla bilinmemektedir. SerebralPalsi’nin doğumda oksijensiz kalmaktan kaynaklandığına inanılmasına rağmen, vakaların %70 ila %80’i gebelik sırasında, %10’u doğum anında, %10’u doğumdan sonra başlar. SerebralPalsi gelişen beyinde, özellikle vücut hareketlerini ve duruşu kontrol eden alanlardaki bir seri bozukluğun sonucudur. İlerlemediği ya da bulaşmadığı için bir hastalık değil bir beyin yaralanması olarak kabul edilir. İnsan gelişiminde fiziksel yetersizliğe sebep olur. Şu ana kadar uygulanan tedaviler rehabilitasyon ve komplikasyonların önlenmesi ile sınırlanmıştır. Halen serebralpalsi

tedavisinde kordon kanı kök hücrelerinin kullanımı üzerine devam eden birçok uluslararası klinik çalışma mevcuttur.Şu anda Duke Üniversitesi’nde (A.B.D.) 184 çocuk ile bir çalışma gerçekleştirilmiştir “Edinilmiş nörolojik rahatsızlıklara sahip çocuklarda otology kordon kanı nakli çalışması”. Bu hastaların büyük çoğunluğu (140) SerebralPalsil’idir, geri kalanı ise konjenital hidrosefali ve diğer beyin hasarlarından muzdariptir. Hastalar nakilden sonra 12 ay boyunca takip edilmiştir. Başlangıç bulguları bunun güvenli bir tedavi olduğunu göstermektedir, şu ana kadar bildirilen bir yan etkisi olmamıştır. Çalışma bulgularının henüz tamamlanmış olmamasına rağmen, bazı aileler çocuklarındaki olumlu etkilerini bildirmişlerdir. Bu konudaki bir başka çalışma Birleşik Devletler’deki Georgia MedicalCollege’de devam etmektedir: “SerebralPalsili çocukların tedavisinde kordon kanı naklinin güvenliği ve etkisi”. Almanya, Tayvan, Kore ve Japonya gibi ülkelerde diyabet, miyokard enfarktüs ve multipl skleroz gibi hastalıkların tedavisinde kullanımına yönelik araştırmalar yapılmaktadır.


OKUDUCU’DAN ERKEN TEŞHİS UYARISI! Özel Primer Hastahanesi Başhekimi Dr.Nihat Okuducu; 4 Şubat Dünya kanser günü dolayısıyla yaptığı açıklamada kanser hastalığı ile ilgili yanlış bilgileri gidermenin tek yolunun erken teşhis olduğunu söyledi.

Özel Primer Hastahanesi Başhekimi Dr. Nihat Okuducu

Ö

zel PrimerHastahanesi Başhekimi Dr. Nihat Okuducu, Kanser hem dünyada hem de ülkemizde sebebi bilinen ölümler sıralamasında kalp ve damar hastalıklarından sonra ikinci ölüm sebebi olması açısından önemli bir sağlık problemidir. Özellikle ortaya çıkışının önlenebildiği, taramalarla ölümün yok edilebildiği ve erken tedavinin yaşam kalitesine çok şey katabildiği kanser türlerini

göz ününe alırsak korunmanın önemi artmaktadır dedi. Ülke genelinde yılda yaklaşık 170.000 kişiye kanser teşhisi konulmaktadır. Kanserli olguların yaklaşık üçte ikisi erkeklerde görülmektedir. Bölge ya da şehirlerimiz arasında kanser sıklığı açısından anlamlı farklılıklar yoktur. Bununla beraber, ülkemizdeki kanserlerin önemli bir kısmı sigara ve obezite ile ilişkilidir. Doğru korunma stratejileri ile kanserlerin üçte biri önlenebilir. Çevresel etkenler

kanser oluşumunun %90-95’inden sorumludur. Kötü beslenme, hareketsiz yaşam, tütün kullanımı, alkol kullanımı, güneş ışığının zararlı etkilerine maruz kalma gibi kanser oluşumunda etkisi olan çevresel etkenlerin kontrol altına alınması ile kanser görülme sıklığı azaltır. Dolayısıyla sağlıklı yaşam davranışları ile kansere karşı korunabilir, tarama programlarına katılarak erken teşhisle yaşam süremizi uzatabiliriz şeklinde konuştu.

s

a

ğ

l

ı

k

51


NARSİST OLABİLİR MİSİNİZ?

Üsküdar Üniversitesi Feneryolu Polikliniği’nden Uzm. Klnk. Psk. Zehra Erol

Her şeyin en iyisini onlar bilir, hep ilgi odağında olmak isterler. Kendilerini kusursuz gördükleri gibi hata yapmak ise hiç onlara göre değil. Bu özellikler Narsist kişilik özelliklerinden sadece birkaçı. Benzer duygu durumunu siz de mi yaşıyorsunuz. Narsistik kişilik bozukluğunda kişi kendini aşırı derecede önemli ve kusursuz görür. Büyüklenme, hayranlık ihtiyaçları ise yoğundur. Dikkat çekmek, ilginin kendisinde olması bu kişiler için önemli olmakla birlikte başarılarını abartır, başkaları tarafından eleştirilmeye ise hiç katlanamazlar. Olaylar karşısında kendilerini yetkin görür, diğer insanlarla empati kurmada, dinlemede, onların bakış açısını algılamada ise çoğu zaman yetersiz kalırlar. Üsküdar Üniversitesi Feneryolu Polikliniği’nden Uzm. Klnk. Psk. Zehra Erol, narsist kişilerin kendi iddialı gördükleri yönlerini abartmayı sevdiklerini söylerken, diğer insanların başarılı gözüken yönlerini de değersizleştirdiklerini ve onları kıskandıklarını belirtiyor. Bu kişilerin kendi yanlışlarını kabul etmelerinin güç olduğunu ifade eden Erol, bir sorun karşısında mutlaka mantıklı sebepler gösteren bu kişilerin gözle görünür nedenler olsa dahi hataları ile yüzleşmek istemediklerinin altını çiziyor. Kırılgan özsaygıları

52

s

a

ğ

l

ı

k

nedeniyle hayranlık ve ilgi ihtiyaçları çok fazladır, insanlarla ilişkilerde karşısındaki kişinin hayranlığını hissetmek önemli olsa da kişiler arası ilişkilerde mesafe ve soğukluk vardır diyen Erol, bu kişilerin yakınlarının davranışlarını kontrol etme eğiliminde olduklarını kaydediyor. Narsist kişiliklere ilişkin Uzm. Psk. Zehra Erol şu önemli değerlendirmelerde bulunuyor:

Kendi hedefleri için başkalarını kullanırlar! “Onların faaliyetlerini ve uğraşlarını da yönetme istekleri vardır. Aile üyelerinin başarıları ile kendi başarılarıymış gibi övünürler. Kendi hedeflerine ulaşmak için başkalarını kullanmak bu kişiler için doğaldır. İlişkilerde karşı tarafı oldukça zorlarlar. Bu kişilerle ilişki kurarken net ifadeler kullanmak oldukça önemlidir. Özellikle sınırların netliği açık anlaşılır, kısa cümleler, basit cevaplar önemlidir. Sizi yönlen-

dirmeye çalıştığında uzun uzun anlatımların faydası yoktur. Detaylı bilgi verdiğinizde sizi anlayacağına inancı gerçekçi bir beklenti değildir.

Tedaviden kaçınırlar! Kendini eleştiren, kendisine uymayan yaklaşımlarda sizinle ilişkiyi tamamen kesebilirler. Olaylar karşısında bekledikleri tepkiler vardır, bunun dışında bir yaklaşımda aşırı öfkelenebilirler. Onlara ne yapacağını söylemek ya da onları değiştirmeye çalışmaktan çok anlamaya ve tanımaya çalışmak önemlidir. Empati de yetersiz kaldıkları için karşısındaki kişiyi anlamakta zorlanırlar. Bu nedenle olaylar karşısında yapıcı yaklaşmak ve destek vermek ilişkiyi olumlu etkiler. Çevresindeki kişiler ilişkilerinde zorluk yaşadıkları için terapiye yönlendirseler de tedaviye katılım onlar için oldukça zordur. Uzun süreli iç görüye dayalı terapiden faydalansalar da istekli değillerdir.


TAMPONSUZ BURUN AMELİYATI Tamponsuz burun ameliyatları sayesinde hastaların iyileşme ve günlük yaşama dönme süresi oldukça kısalıyor. Burun ameliyatlarında tampon uygulaması yerini tamponsuz burun ameliyatlarına bırakıyor. Estetik veya fonksiyonel tüm burun ameliyatları artık, hastaların korkulu rüyası haline gelen “burun tamponları” kullanılmadan da yapılabiliyor. Medical Park Gaziantep Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Taylan Gün “tamponsuz burun ameliyatları” hakkında bilgiler verdi. “Son yıllarda burun ve sinüzit ameliyatları sıklıkla uygulanmaktadır. ”diyen Medical Park Gaziantep Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Taylan Gün, “Bu nedenle burun ile ilgili ciddi sağlık problemleri olmasına rağmen birçok kişi burun ameliyatlarından çekinmektedir” dedi. Op. Dr. Gün, burun içinde yapılan ameliyatlar sonunda, buruna yerleştirilen farklı tiplerdeki tamponların hem burun içindeki varlıklarının neden olduğu rahatsızlıklar hem de çıkartılmaları sırasında yaşanan ağrı, kanama, tansiyon düşmesi gibi problemlerin burun ameliyatlarını belki de en çok korkulan ameliyatlar haline getiren etkenler olduğunu söyledi. Op. Dr. Gün, Medi-

Medical Park Gaziantep Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Taylan Gün

cal Park Gaziantep Hastanesinde tüm burun ve sinüzit operasyonlarının tampon kullanılmadan yapılabildiğini sözlerine ekledi.

Hastaya büyük konfor sağlıyor Son yıllarda tampon yerine uygulanan ve kendiliğinden eriyen dikişlerle yapılan tamponsuz burun operasyonları, ameliyat sonrasının son derece rahat ve konforlu geçmesini sağlamaya başlamıştır. Özel bir teknikle yapılan burun ameliyatları sonrası tampon kullanımına gerek kalmıyor. Böylece hem hastanın iyileşme süresi kısalıyor hem de tampon çıkarılırken duyulan ağrı sızı olmuyor. Dikiş uygulamalarının hastaları tamponların neden olduğu rahatsızlıklardan kurtarma avantajına karşın, oldukça dar bir bölge olan burun içinde özellikle arka kısımlara kadar ulaşan etkili bir dikiş işlemi, ameliyat süresinde tamponların bir kaç saniyede yerleştirildiği ameliyatlarla kıyaslandığında sadece 10-15 dakikaya varan uzamayla yapılabilmektedir. Deviasyon (burun içi eğriliği) ameliyatlarından sonra burun

içi mukozayı yerine oturtmak amacı ile tamponların yerine silikon gibi burun içine yapışmayan maddelerden üretilen burun içi destekler (septal splint) kullanılabilmektedir. Splintler tamponların yol açtığı burun ve baş ağrısı, basınç ve baskı hissine yol açmamalarına rağmen burun içinde tıkanmayı artırma ve çıkartılmaları sırasında kanama ve ağrı oluşması gibi dezavantajları vardır.

Yerleştirilen zımbalar 10 gün içinde kendiliğinden kayboluyor Yeni geliştirilen septal stapler (burun içi zımbası) ile ameliyatın sonunda 1 dakika içinde burun içi mukozayı yerine tespit etmek mümkün olmakta, septum üzerine yerleştirilen zımbalar 7-10 gün içinde eriyerek kaybolduğu için ek bir temizlik müdahalesine de ihtiyaç kalmamaktadır. Oldukça yeni bir teknoloji olan bu zımbalar, burun içine giren parçalarının boyutlarından ötürü bugün için burun boşlukları nispeten geniş olan vakalarda tercih edilebilmektedir.

s

a

ğ

l

ı

k

53


RAHİM AĞZI (SERVİKS) KANSERİ Özel Primer Hastanesi Kadın Hastalıkları Ve Doğum Uzmanı Op. Dr. İbrahim Halil Büyükbeşe Serviks kanseri öldürücü ve tedavisi güç bir hastalık olmasına rağmen düzenli kontroller sayesinde çok erken dönemde fark edilebilen ve kolaylıkla hatta çoğu zaman ameliyata bile gerek kalmadan tedavi edilebilen nadir kanserlerdendir diyen Özel Primer Hastanesi Kadın Hastalıkları Ve Doğum Uzmanı Op. Dr. İbrahim Halil Büyükbeşe Rahim Ağzı (Serviks) Kanseri hakkında şunları söyledi. Serviks kanseri veya diğer adı ile rahim ağzı kanseri uzun yıllar Dünya’da en fazla görülen kadın genital sistem kanseri olmuştur. Ancak smear gibi tarama yöntemlerinin yaygınlaşması ile görülme sıklığı giderek azalmaktadır.20 ile 80 yaş arasında bütün kadınlarda görülebilir. Rahim ağzı kanserinin cinsel yolla bulaşan bir hastalık gibi davrandığı düşünülmektedir.

54

s

a

ğ

l

ı

k

Buna sebep 1842 de bir araştırmacının rahibelerde bu hastalığın ortaya çıkmadığını gözlemlemesidir.

Rahim Ağzı (Serviks) Kanseri Neden Önemli? Rahim ağzı kanseri, gelişmekte olan ülkeler ve az gelişmiş ülkelerde en

sık görülen jinekolojik kanser türüdür. Dünyada yılda 500 bin yeni rahim ağzı kanserli hasta teşhis edilmekte ve tahminen 1 milyon 500 bin kadar da bu kanserle yaşadığı tahmin edilmektedir. Yine tahminlere göre her yıl 290-300.000 kadın bu kanser nedeni ile hayatını kaybetmektedir. Rahim ağzı kanseri genellikle 50 yaş civarında görülür fakat son yıllarda


daha genç kadınlarda görülmeye başlamıştır.

Rahim Ağzı (Serviks) kanseri risk faktörleri nelerdir Cinsel yaşamın 20 yaşından önce başlaması, 2 den fazla partner, düşük sosyoekonomik düzey, partnerin birden fazla kişi ile cinsel temasta bulunması, HSV ve HPV türü virüsler risk faktörlerini oluşturur. Sigara da önemli bir risk faktörü olarak karşımıza çıkmaktadır. Fazla sayıda doğum yapmak ve erkeğin sünnetsiz olmasının da riski arttırdığı öne sürülmektedir. Ancak bu düşünceler popüleritesini kaybetmektedir. Günümüzde rahim ağzı (serviks) kanserinin % 90’ından fazlasının HPV (Human Papilloma Virüs) ile oluştuğu bilinmektedir.

Rahim Ağzı (Serviks) kanseri nedir, HPV ile ilişkisi nedir?

İnsanda da hastalık yapabilen bir virüs ailesidir. Bu güne kadar 100’den

fazla alt tipi tanımlanmıştır. Uluslararası ve büyük çaplı çalışma verilerine göre rahim ağzı kanserlerinin % 95’inden fazlasında HPV virüsünün varlığı gösterilmiştir. Virüs normal bir rahim ağzı hücresinin içine girerek hücrenin genetik yapısını değiştirip onun kontrolsüz bir biçimde çoğalmasına neden olur. Bu durum rahim ağzı kanseri olarak tanımlanır. Ancak HPV tiplerinin hepsi, normal bir rahim ağzı hücresinin kanser hücresine dönüşmesinde aynı derecede etkili değildir. Yapılan çalışmalar sonunda HPV ailesi, rahim ağzı hücrelerinde oluşturdukları kanser dönüşümü riskine göre 3 ana gruba ayrılmıştır. Yüksek derecede risk oluşturan HPV tipleri (high-risk HPV types), orta derecede risk oluşturan HPV tipleri (intermediate-risk HPV types), ve düşük derecede risk oluşturan HPV tipleridir (low-risk HPV types). Düşük derecede risk oluşturan HPV tipleri genellikle genital bölgede ‘siğil’ olarak bilinen değişikliklere neden olurken, yüksek riskli HPV tipleri sıklıkla rahim ağzı kanserine ya da onun öncüsü olarak bilinen rahim ağzı

hücresi değişikliklerine yol açarlar.

Rahim Ağzı (Serviks) kanseri belirtileri nelerdir? Serviks kanseri erken dönemde pek belirti vermez. Jinekolojik muayenede de rahim ağzında herhangi bir şey görülmeyebilir. Pap smear denilen akıntı tahlili veya kolposkop adı verilen, rahim ağzını büyüterek gösteren aletlerle değişiklikler fark edilebilir. En sık görülen yakınma anormal vajinal kanamalardır. Kanserli dokuda damarlanma arttığı için dokunma ile cinsel ilişki, muayene gibi durumlarda kanama başlar. Canlılığını kaybeden doku nedeni ile kötü kokulu pis bir akıntı ortaya çıkabilir. İlerlemiş vakalarda durdurulamayan kanamalar görülür. Hastalığın yayılımına bağlı olarak böbrek yetmezliği görülür ve bu en sık rastlanılan ölüm nedenidir. Klasik olarak ağrısız kanama ve et suyu kıvamında akıntı serviks kanserini düşündürmelidir. Serviks kanserinde kesin tanı, ancak şüpheli bölgeden alınan biyopsi ile konabilir.

s

a

ğ

l

ı

k

55


SİGARA İÇEN ANNELERİN BEBEKLERİNDE GAZ SANCISI DAHA FAZLA GÖRÜLÜYOR

Yeni doğan bebeklerde sık görülen gaz sorunu anne babalar için uykusuz gün ve geceleri de beraberinde getiriyor. 56

s

a

ğ

l

ı

k


D

oğumdan sonraki ilk dört ayda oluşan gaz sancısının her bebekte kolik atakları halinde görülmediğini söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ebru Gözer “sigara içen annelerin bebeklerinde bu sorun iki kat fazla görülmektedir “ dedi. Dr. Gözer, koliğin psikolojik yönleri de olduğu bilinmekte olduğunu endişe, korku, heyecan ve sinirlilik de bebekte koliğe neden olabileceğini belirtti. Yeni doğan bebeklerin tam olarak gelişmeyen sindirim sistemleri nedeniyle ortaya çıkan gaz sancıları hem bebek hem de ebeveyinlere zor anlar yaşatıyor. Bebeklerde gaz sancısı olarak bilinen İnfantil Kolik rahatsızlığının, kendiliğinden iyileşmesi dolayısıyla iyi seyirli klinik durumlardan biri olduğunu söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ebru Gözer, anne sütü alan bebeklerde bu hastalığa daha az rastlandığını vurguladı. Bebeğinizin ağlama sebebi açlık değilse ve ayaklarını daha çok karnına doğru çekerek ağlıyorsa buna gaz sancıları sebep olabilir diyen Dr. Gözer, “Karın şişliğinde artma, barsak seslerinin duyulması, kusma, kabızlık veya sık kaka yapma gaz sancısının belirtileri arasındadır “ dedi “Kolik için sürekli kabul edilebilecek tek bir faktör yoktur ve bu nedenle hiçbir tedavi sürekli rahatlamayı sağlayamaz” diyen Dr. Gözer, bebek için uygunsuz çevre yani anne baba çatışmasının da gaz sancısına neden olabileceğini ifade ederek sözleşine şöyle devam etti: “Bazı bebekler koliğe hassastır. Gaz yakınması olan bebeklerin %30 kadarında kolik atakları gelişir. Atakların açlık, aşırı beslenme veya yutulan havanın bağırsağa geçmesi ile ilişkileri gözlenmektedir”. Gaz sancılarının çeşitli nedenlerle oluşabileceğini söyleyen Dr. Gözer, sorunun sindirim sistemine bağlı olarak annenin beslenmesiyle ilişkisi olabileceğini vurguladı. Dr. Gözer, soya, kahve, fındık, fıstık, çikolata, kabuklu deniz ürünleri, brokoli, yeşil biber ve baharatlı yiyeceklerin allerjik reaksiyon geliştirebileceğini ifade etti. Bebeğin huzursuz olmasının da nedenler arasında önemli bir yeri olduğunu vurgulayan Dr. Gözer, “ailede evlilik ile ilgili çatışmalar, annenin bebeğe vakit ayıramaması, bebekle ilgilenememe durumu ve stres risk faktörleridir“ dedi. Gebelikte sağlık problemleri yaşayan, tram-

Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ebru Gözer vatik doğum gerçekleştiren annelerin bebekleri de risk taşır diyen Dr. Gözer, bebek için uygunsuz çevre yani anne baba çatışmasının da gaz sancısına neden olabileceğini söyledi.

Dr. Gözer, gaz sancısını önlemek için önerilerde bulundu; • Emziren anne beslenmesine özen göstermelidir. Sigara, kahve, çay, çikolata, baharatlı yiyecekler, annenin sindirim sorunu yaşadığı besinler, kuru bakliyat, kabuklu deniz ürünleri, turunçgiller, lahana, brokoli, bezelye gibi yiyecekler gaz problemine neden olur var olanı da arttırır. • Bebekler emzirilirken dik pozisyonda emzirilmelidir. • Yeterli sürede emzirilmeli az veya çok beslemekten kaçınılmalıdır. • Beslenme sonrası sırtı sıvazlayarak dik pozisyonda ya da parmak uçları ile hafif sırta vurarak gazı çıkartılmalıdır. • Bebek memede çok uzun süre tutulmamalıdır. • Biberonla beslerken bebeğin hava yutmadığından emin olunmalı, uygun

biberon seçilmelidir. Biberon deliği bebeğin ayı ile uyumlu olmalıdır. Çok hızlı akmamalı ya da emerken zorlanmamalıdır. Eğer gaz ve kabızlık yakınması oluyorsa mama değişikliği yapılabilir. Miktarda bebeğin ihtiyacına uygun olmalıdır. • Besin allerjisi açsından aile öyküsü olan bebeklerde cilt sorunları, kusma, iştahsızlık, kanlı dışkılama, kilo alamama gibi yakınmalarda varsa süt alerjisi olabileceği unutulmamalıdır. Annenin diyetinden süt ürünleri çıkarıldığında klinik bulgular düzelir. • Hemen her istediğinde bebeğin kendini güvende hissetmesi açısından emzirilmeli ancak çok miktarda süt alımı sonrası kusmaları ile birlikte ağlaması oluyorsa bir süre kucakta sakinleştirilmelidir. Kucakta hafif dans eder şekilde veya sallayarak, okşayarak görsel, işitsel ve dokunsal uyaranlar faydalı olacaktır. Aşırı sallamaktan kaçınmak gerekir. • Karınları üzerine yatmak, kucakta yüzü yere bakacak şekilde kol üzerine yatırmak rahatlatabilir. Emme isteği fazla olan bebekler beslendikten sonra sakinleşmelerini sağlamak için kısa süreli emzik de verilebilir.

s

a

ğ

l

ı

k

57


BU HABERİ OKUMADAN BIÇAK ALTINA YATMAYIN! ABD’den gelen son araştırmalar, bel fıtığıyla ilgili ezberlerimizi bozacak türden.

T

ürkiye'de her 100 kişiden 80'i hayatlarının belli bir döneminde 'bel fıtığı' denilen hastalığa yakalanıyor. Hasta için asıl kâbus bundan sonra başlıyor. Tedavi için zaman hızla daralırken acının şiddetiyle kıvranan hastanın bir karar vermesi gerekiyor. Önünde iki seçenek var. Ya bir sağlık merkezine ya da 'alternatif' tıbba başvuracak. “Bel fıtığı ameliyatı gerekli mi değil mi?” sorusuna içini rahatlatacak bir cevap alamayan hastaların çoğu ikinci yolu tercih ediyor. Hastanın bu tercihinde 'bıçak korkusu' ve 'para' önemli rol oynuyor. Hastalar riskli olarak gördükleri bu hastalığın tedavisi için bıçak altına yatmaktan korkuyor. Hassas bir ameliyat olduğu için "ya felç kalırsam" korkusuyla ilk etapta ameliyat düşünülmüyor. İnsanların bu korkuları pek de yersiz değil. Toplum olarak bel fıtığı konusunda korkularla dolu bir bilinçaltına sahibiz. Gazete ve televizyonlarda yer alan "Bel fıtığı ameliyatı oldu, öldü", "Bel fıtığı ameliyatı geçirdi, felç kaldı" türü haberler hafızalarda tazeliğini koruyor. Maddi yönden zayıf olan insanların "doktora gidersek ameliyat gerekmese bile para kazanmak için ameliyat eder" düşüncesi sahte alternatif tıpçıların müşteri portföyünü her geçen gün artırıyor.

58

s

a

ğ

l

ı

k

Bel Fıtığı Olmayan İnsanlara Nasıl Bel Fıtığı Teşhisi Konuldu ? ABD’den gelen son araştırmalar, bel fıtığıyla ilgili ezberlerimizi bozacak türden. Araştırmalar her ağrısının bel fıtığından kaynaklanmadığını, film ve MR’da görülen bulguların bel fıtığı anlamına gelmediğini işaret ediyor.

Dr. Fizyoterapist Gamze Şenbursa, bel fıtığı olmayan insanlara bile bel fıtığı teşhisi konulmasına neden olan ilginç ve düşündürücü araştırmanın detayları hakkında şu bilgileri verdi: ABD’den gelen son araştırmalar, bel fıtığıyla ilgili ezberlerimizi bozacak türden. Araştırmalar her bel ağrısının bel fıtığından kaynaklanmadığını,


tığı ağrısı çekmeyen hastalarda bile bel fıtığı teşhisi koyulmasına neden olmuştur. Doktor veya terapistiniz teknolojiye güvenmek yerine hastalık hikayesi, fiziksel, nörolojik ve fonksiyonel değerlendirmenizi yaparak kendi klinik deneyimini tetkikler ile birleştirmeliydi.”

Bel Fıtığı Ameliyatlarında Başarı Şansı %50 Tüm bu nedenlerden dolayı bel fıtığı ameliyatlarının ancak yüzde 50’sinin başarılı geçtiğini söyleyen Dr. Fzt. Gamze Şenbursa, bel fıtığı ağrısı çekenlere şu uyarılarda bulundu: - Her bel ağrısı fıtıktan kaynaklanmaz. Sinirin kalça seviyesinde sıkışması da bel fıtığı semptomları gösterir fakat cerrahi ile çözülmez çünkü problemin kaynağı farklıdır. Dr.Fizyoterapist Gamze Şenbursa MR’da görülen bulguların cerrahi gerektirmediğine işaret ediyor. Dr. Fizyoterapist Gamze Şenbursa, bel ağrısı olmayan insanlara bile bel fıtığı teşhisi konulmasına neden olan ilginç ve düşündürücü araştırmanın detayları hakkında şu bilgileri verdi: “Bel fıtığının aşamaları vardır; 1-Disk bulging, 2-Disk protrüzyon, 3- Disk herniasyon/ ekstrüde, 4- Sekestre disk. Omurga arasında fıtıklaşmaya sebep olan aslında kemikler arasında yastıkçık görevi yapan bir yapıdır. Bu yapı 2 kısımdan oluşur. İç kısmında jel kıvamında bir madde ve onun etrafını saran dayanıklı bağ doku tabakası. Fıtıklaşma iç kısımda jel kıvamındaki maddenin aşama aşama dış kısımdaki lifleri yırtması ile başlar. Bulging seviyesinde yırtıklar az iken seviye ilerledikçe tamamen yırtılma hatta jelin sinir yoluna taşmasına kadar gidebilir. Genelde bulging ve protrüzyon seviyesinde sinirde çok fazla bası oluşmaz. Tabiî ki az da olsa bunun tersi olan durumlar da gözlemlenebilir fakat bunun uzman kişi tarafından klinik değerlendirme ile belirlenmesi gerekir. Son dönemde yapılan birçok çalışma bu seviyelerdeki fıtığın kendini iyileştirebileceği yönündedir. İdrar kaçırıyor, ayağınızda ileri seviye kuvvet yaşıyorsanız, günlük yaşam aktivitelerinizin %70’inden fazlası-

nı gerçekleştiremiyorsanız ameliyat zorunlu. Bunun dışındaki durumlarda manuel tedavi ile başarı sağlanabiliyor. Yani MR’da gördüğünüz fıtık her zaman herniasyondan kaynaklı bel ağrısına sebep olmaz. ‘New England Journal Of Medicine’ dergisindeki araştırmada ‘Bel ağrısı olmayan insanlarda bel MR’ı görüntülenmiş ve ilginç sonuçlar elde edilmiştir. Bel ağrısı veya hiçbir semptomu olmayan 98 kişi üzerinde yapılan araştırmada; araştırmaya katılanların %52’sinde bulging, %27’sinde protrüzyon, %1’inde ekstrüde disk bulunmuştur. MR’ların %80’inde bulging, protrüzyon ve ekstrüde bulunmuştur. Yani bel fıtığı ağrısı teşhisi konulmuştur. Radiology dergisinde yapılan çalışmada ise herhangi bir semptom vermeyen gönüllülerde bel MR’ı incelemesi ile ekstrüde ve sekestre disk araştırılmış; hiçbir bel ağrısı olmayan 35 yaş altı 60 kişi bel MR’ı ile incelenmiştir. Sonuç: %24 bulging, %40 protrüzyon, %18 ekstrüde disk bulunmuştur. Genel popülasyonun %82’sinde bulging, protrüzyon ve ekstrüde bulunmuştur. Bu araştırmalar da göstermiştir ki teknoloji, uzmanları yanıltmış, bel fı-

- Küçük delikler açılarak yapılan cerrahiler, cerrahın yeterli tecrübesi yok ise sinir kökünde yaralanmaya neden olabilir. - Operasyon bölgesinde yeniden fıtıklaşma olması operasyonun başarısız olduğunu gösterir.

Bel Fıtığının Nedeni Ekonomik, Soyal ve psikolojik, Sigara İçmek ve Kilo Almak Bel Fıtığını Azdırır - Bel problemlerinin en önemli sebebi strestir. Ekonomik, sosyal ve psikolojik sorunlar bel ağrısını arttırır. - Kilo almak bele binen yükleri arttırır. Aldığınız 1 kg belinize 10kg yük olarak yansır. Cerrahi sonrası kişinin kilosunun artması bu bölgeye ciddi yük binmesine sebep olacağı için operasyonun başarısız olmasını sağlar. Başka disk seviyesinde de fıtık oluşabilir. - Sigara tüketimi o bölgeye giden kan akışını ve iyileşmeyi yavaşlatacağı için başarısızlık sebeplerindendir. Hastanın operasyon sonrası egzersiz yaparak bel, karın ve pelvik taban kaslarını kuvvetlendirmesi gereklidir. Egzersiz tedavisi cerrahi öncesi ve sonrası mutlaka uygulanmalıdır. Kaslardaki zayıflık problemin tekrarlamasına sebep olabilir.

s

a

ğ

l

ı

k

59


KÖTÜ GİDEN EVLİLİK ÇOCUK İÇİN BOŞANMAKTAN DAHA ZARARLI Türkiye genelinde boşanma sayıları her geçen gün artıyor. Hem kadın hem erkek için zor bir süreci beraberinde getiren boşanmanın en çok çocukları etkilediğini söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk ve Ergen Psikiyatri Uzmanı Dr. Zafer Atasoy, “İyi yönetilemeyen bir boşanma süreci çocuk üzerinde; uyku ve beslenme sorunları, korkular, okul başarısızlığı, sosyal uyum sorunları, tırnak yeme, gece işemeleri, tikler gibi birçok sorun bırakabilir” dedi.

60

s

a

ğ

l

ı

k


Y

apılan araştırmalar Türkiye genelinde boşanma sayılarının her geçen yıl arttığını gösteriyor. Öyle ki Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2012 yılında 123 bini aşkın kişi evliliğini sonlandırdı. Boşanan çifter için zorlu geçen bu dönem en çok çocukları etkiliyor. Tüm çocukların boşanma öncesinde anne baba arasında ortaya çıkan gerginlikten etkilendiğini söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk ve Ergen Psikiyatri Uzmanı Dr. Zafer Atasoy bu etkinin yaş ayırt etmeden tüm çocuklarda gözlendiğini belirtti. Kötü giden evliliklerin eşler arasında baş edilemeyen gerginlik, huzursuzluk ve mutsuzluk anlamına geldiğini söyleyen Dr. Atasoy, bu dönemde çocuğun anne baba sevgisinden yoksun olmasının ve her an ortaya çıkabilecek bir gerginlikle karşılaşma olasılığının psikolojik sorunlara yataklık yapacağını belirtti. Dr. Atasoy olası sorunları “uyku ve beslenme sorunları, korkular, okul başarısızlığı, sosyal uyum sorunları, tırnak yeme, gece işemeleri, kaka kaçırma ve külot kirletme, tikler, saplantılı düşünceler, karşı gelme, saldırgan tutumlar ve intihar düşünceleri” olarak sıraladı.

Çocuk ile iletişimde karşı tarafı suçlamayın

Boşanma kararını çocuğa söyleyerken ev içinde yaşanan gerginlikleri azaltmak ve daha huzurlu olmak için bu kararın alındığının anlatılabileceğini belirten Dr. Atasoy, “Üstünde durulması gereken en önemli konu karşı taraf ile ilgili olumsuz düşünce ve duyguları çocukla bir arkadaş gibi paylaşmamaktır. Suçlamadan kaçınılmalıdır” dedi. Çocuğun bebeklik ve küçüklük dönemlerinde anne ile kalmasının daha doğru olacağını anlatan Dr. Atasoy, “Bebek anne bakımına muhtaçtır. Diğer yandan babalar da çocuklarına bakabilir ve onların sağlıklı gelişmelerini sağlayabilirler. Ailenin sosyal, ekonomik özellikleri göz önüne alınarak çocuk için en sağlıklı olanın seçilmesi doğru olacaktır” diye konuştu.

Anne baba arasında tercihe zorlamayın Anne baba boşanmış olsa bile çocuğun her ikisine de ihtiyacı olduğunu

Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk ve Ergen Psikiyatri Uzmanı Dr. Zafer Atasoy

ve ilişkisinin devam edeceğine değinen Dr. Atasoy, “Çocuk, anne baba arasında tercih yapmaya zorlanmamalıdır. Çocuk beraber yaşamadığı ebeveyni özleyecek ve arayacaktır. Bu ebeveyn ile ilişkinin düzenli olarak sürdürülmesi, belirlenen günde ve sürede birlikte olunması çok önemlidir” dedi. Birlikte vakit geçirmenin çocuğun şımartılma ve isteklerini yerine getirmek anlamına gelmediğini söyleyen Dr. Atasoy, “Duygusal paylaşım ön planda olmalıdır. Karşı tarafın çocukla birlikte çekiştirilmesinden uzak durulmalıdır. Hem çocuk hem de ebeveyn duygusal beraberliklerini güçlendirmelidir” şeklinde konuştu.

çocuklarında davranış sorunları ile sık karşılaşıldığını dile getiren Dr. Atasoy, çatışmaların sürdüğü ancak evliliğin yıkılmadığı ailelerin çocuklarında daha fazla uyum ve davranış sorunları ortaya çıktığını anlattı.

Kötü giden evlilik çocuk için boşanmaktan daha zararlı

• İki taraftın da yeni ilişkilere başlayabileceğini kendinize hatırlatın

Boşanmış aile çocuğu olmanın ruhsal anlamda sorunlu olmak anlamına gelmeyeceğini belirten Dr. Atasoy, “Ancak duygusal alanda zedelenmiş bir çocuktan söz edilebilinir. Boşanmış çiftin boşanma sonrasında çocuğa karşı sergilediği tutumlar ruhsal sağlığın etkilenmesinde önemli yer tutacaktır” dedi. Boşanmış aile

• Çocuk öncelikle anne babasını birlikte görmek istediği için yeni beraberliği bu hayalin önünde bir engel olarak görebilir. Fakat tarafların mutlu olması çocuğu da mutlu edecektir

Boşanan Çiftlere Öneriler • Çocuk, evlilik ilişkisinin tamir edilerek başlatılması için girişimlerde bulunacaktır, bu durumda başa çıkmanız gerekebilir • Birçok alanda birbiriniz ile çelişseniz bile çocuk için bir arada olmak ve ortak kararlar almalnız gerecekeğini unutmayın

• Yeni bir ilişkiye başlanması durumunda bunun çocuğa anne baba tarafından anlatılması önemlidir.

s

a

ğ

l

ı

k

61


AİLE İÇİ SAĞLIKLI İLETİŞİM İÇİN ÖNERİLER Kişi bireyselde uyum sorunu yaşayabileceği gibi aile genelinde de bu anlamda sorunlar yaşayabiliyor zaman zaman. Halbuki değişim uyum gerektiriyor.

Uzm. Psikolog Nazende Ceren Öksüz

U

zm. Psk. Nazende Ceren Öksüz, yeniden uyum için, aile ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi gerekebileceğini vurguluyor. Her aile sisteminin, sorunları çözme potansiyeli olduğuna dikkat çeken Öksüz, önemli olanın çözüme ulaşan farklı kanalları keşfetmek olduğunu hatırlatıyor. Ailevi meseleler ve insan psikolojisi üzerine önemli değerlendirmelerde bulunan Üsküdar Üniversitesi NPİstanbul Nöropsikiyatri Hasta-

62

s

a

ğ

l

ı

k

nesi Uzman Psikologu Nazende Ceren Öksüz, insan psikolojisinde ailenin önemli olduğunu kaydediyor. İnsan psikolojisini incelerken, öğrenilen davranışların ele alınmasının kaçınılmaz olduğunu belirten Öksüz, öğrenilen davranışların temelinin ailede atıldığını söylüyor. Öksüz, Bir kişinin psikolojik yapısını anlayabilmek için, aile yapısını da anlamaya çalışmak şarttır diyerek aile içi iletişim önemini şu şekilde değerlendiriyor; “Son yüzyılda bizim toplumuzda

da meydana gelen sosyal, kültürel ve ekonomik değişimler, ailelerde yapısal ve işlevsel değişimler ortaya çıkarmıştır. Aile bağları bu değişimlere ayak uydurmaya çalışırken, bireylerin de psikolojik durumları değişimden nasibini almıştır. Psikoterapide aile içi dinamikler çoğunlukla rengini belli eder. Bazı durumlarda aileyi mutlaka sürece dahil ederiz, bazı durumlarda ise aile bireysel psikoterapiye yardımcı olmaktan çıkar, tümüyle terapinin odak noktası olur.


sisteminin, sorunları çözme potansiyeli vardır. Ancak çözüme ulaşan farklı kanalları keşfetmek gerekir.

Aile bir sistemdir Aile içindeki her üye o sistemin bir parçasıdır ve çoğu zaman bunun farkında değildir. Tıpkı bir yapboz gibi her üye birbirini bütünleyecek şekilde sistemde yer alır. Ancak yap-bozdan farklıdır. Çünkü buradaki hiçbir parça sabit değildir. Sürekli hareket halinde olan bir sistem düşünün. Bunu toplu yapılan bir dansa benzetebiliriz. Herkes birbiriyle ahenk içinde olursa ortaya keyifli bir dans çıkarken, ahenk bozulduğunda işler değişir. Aile içindeki sınırlar, kişiler arasındaki temas miktarını belirleyen görünmez bariyerlerdir. Bu bariyerlerin esnekliği, sağlıklı aile yapısı için belirleyicidir.

Her ailenin bir iletişim şekli vardır İletişim şekli, bir alışkanlıktır. Durup incelemeden bu paterni fark etmek güçtür. Birbirimize ne söylediğimiz ve nasıl söylediğimizi durup düşünmeyiz. Aile içi iletişim döngüsü, aynı şekilde sürüp gider. Sorunlar olsa da eğer bir şekilde yola girdiyse değişme ihtiyacı duymaz. Hali hazırda kullanılan iletişim kanalları üzerin-

den birbirimizle temas kurmaya devam ederiz. Örneğin bir bisiklet sürüyorsunuz. Frenleri iyi tutmasa da düz ve güvenli bir yolda yavaşça ilerleyebilirsiniz. Ancak yokuşlu bir yolda artık güvenliğiniz tehlikededir. Kriz dönemleri de böyledir. Bir aile düşünün, her hafta sonu hep birlikte hazırlanıp pikniğe gidiyorlar. Hep birlikte keyifli bir kahvaltı sofrasındayken hava bulutlanıyor, şimşek çakmaya başlıyor. Bu durumda, ailemizin farklı bir şeyler yapması gerekmektedir.

Aile içi krizler nelerdir? Psikolojik ya da fiziksel hastalıklar, aile içindeki ekonomik değişimler (eşlerden birinin terfi alması ya da işten ayrılması gibi), taşınmak, çocukların büyümesi (ergenlik çağına girmeleri, üniversiteyi kazanıp şehir dışına çıkmaları, evlenmeleri gibi), aileye yeni bir bebeğin katılması gibi durumlardır. Örneklerde görüldüğü gibi olumlu yaşam olayları da, aile içinde bir krize vesile olabilir. Değişim, bir uyum gerektirir. Yeniden uyum için, aile ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi gerekebilir. Her aile

Aile içi sağlıklı iletişim kurmada denenebilecek bazı pratik bilgiler şunlardır: - Birbirinizle net, direkt ve “ben dili” kullanarak konuşmaya özen gösterin. - Birbirinize düzenli olarak zaman ayırın, aile içindeki açmazları konuşmaktan kaçınmayın - Suçlayıcı olmayın, birbirinizde sevdiğiniz tarafları söylemekten kaçınmayın. - Gerçekçi beklentiler içinde olun. - Çözüme ulaşmak için kendinize ve karşınızdakine zaman tanıyın. - Fikir ayrılıklarını tehdit olarak görmeyin. Çeşitlilik, fikir alış verişi için bir fırsattır. - “Ben onun için daima en iyisini düşünürüm” demeyin. İyi niyet ve birbirimiz için kaygılanmak mutlu bir aile için elbette ki gereklidir. Ancak birilerinin yerine her şeyi düşünmeye çalışmak, o kişiyi pasif kılarken sizi tüketir.”

s

a

ğ

l

ı

k

63


KARDEŞ KISKANÇLIĞINI ÖNLEMENİN YOLLARI Yeni bir kardeş çocuk için kabullenilmesi belki de en zor durumlardan. Ama tek çocuk sahibi olmak da kardeş kıskançlığını ortadan kaldırmaz. Çocuk kardeşi gelene kadar ailenin ilgi ve sevgi odağıyken kendisine yönetilen ilgi ve sevginin kardeşe yöneltilmesinden rahatsızlık duyar. Bebeğin doğması ile ailesinin ona ayırdığı zamanın azalmasına neden olduğu için bebeğe karşı gibi görünür. Ama aslında anne ve babasına olan güvensizlik, kızgınlık ve kırgınlık duygularının oluşmasına neden olabilir. Çocuk kendini terk edilmiş, desteksiz ve güvensiz hissedebilir. Liv Hospital Çocuk Gelişimi Uzmanı İlknur Güven “Özellikle büyük çocuğunuz bebeğe zarar vermeye çalışırsa, agresif davranışlar sergilerse, bebek gibi davranmaya başlarsa ve sizin tüm bu süreçle ilgili endişeleriniz varsa destek almalısınız” diyor ve kardeş kıskançlığı önlemenin ipuçlarını paylaşıyor… • Çocuğunuzun kardeşine ve size nasıl tepki vereceği konusunda kaygılanmayın. Bilin ki çocuklar anne babalarını model alırlar eğer siz endişeli davranırsanız, çocuğunuz da endişeli olacaktır. • Büyük çocuğunuz hastaneye geldiği ilk anda bebeği kucaklamak yerine öncelikle ona sarılın. • Yeni doğan bebeğinizi büyük çocuğunuza nasıl tanıştırdığınız kardeş kıskançlığını önlemek açısından önemlidir. Örneğin belki yeni doğan kardeşinden olduğunu söyleyerek ona bir hediye verebilirsiniz. • Büyük çocuğunuz hastanede de-

64

s

a

ğ

l

ı

k

ğilse onu her gün hastaneden arayın. Mümkünse sizi ve bebeği ziyaret etmesini sağlayın. • Çocuğunuz sizi yatarken ve tıbbi malzemeleri gördüğünde (serum, iğne vb) endişe duymaması için kısa cümlelerle onun anlayabileceği dilde açıklamalar yapın. • Çocuğunuz hastanede kalış süresini kendi ayarlasın. Zorla çocuğunuzu eve yollamayın. Hatta çocuğunuz sizinle kalmak istiyorsa ve siz de istiyorsanız birlikte hastanemizde misafirimiz olabilirsiniz. (Büyük çocuğunuz grip, enfeksiyon gibi hasta değilse) • Siz hastanedeyken büyük çocuğunuzla ilgilenecek (örn. baba) birisi olması ve onu sevdiği bazı etkinliklere (örn. Park, sinema, vb…) götürmesi faydalı olabilir. • Çocuğunuz kardeşi geldikten sonra da çocuk olduğunu unutmayın. “Sen artık abla oldun” gibi cümleler kurmayın. • Misafirleri “Bebek geldi, senin pabucun dama atıldı, sen büyüdün artık kardeşini seviyoruz” gibi sözleri söylememeleri konusunda uyarın. • Yeni doğan bebeğe aşırı sevgi gösterisinde bulunup daha sonra bebeği bırakıp aynı davranışı çocuğa uygulamaktan kaçının. • Bebeğe adı ile hitap edin. Bebeğin evde bir nesne olmadığını, bir canlı varlık olduğunu hatırlatacaktır. • Bebeği severken “Benim kızım/oğ-

Liv Hospital Çocuk Gelişimi Uzmanı İlknur Güven

lum” gibi cümleler kullanmayın. Bunun yerine “kızım/oğlum” daha uygun olacaktır. • Çocuğunuzun yaşantısını bebeğe göre ayarlayıp “kardeşin uyuyor sessiz ol” gibi sözler söylemeyin. • Aşırı kaygılı davranıp bebeği kardeşinden uzak tutmayın. Kardeşinin de bebeği sevmeye hakkı var. • Kardeşini kıskanmasın diye büyük çocuğa aşırı ilgili veya aşırı hoşgörülü davranmayın. Kurallarınız bebek doğmadan önce nasılsa bebek doğduğunda da aynı olsun. • Bebeğin canını yakıp zarar vermek isteyen bir çocuğun aslında ona düşmanlık beslemediğini bilmelisiniz. Çocuğun yaptığı davranışın doğru olmadığını ve sizin buna izin vermeyeceğinizi, sinirlenmeden anlatın ve gösterin. • Bebeğin gelişi ile birlikte çocuğunuzu kreşe veya okula başlatmayın. Bu durum çocukta kardeş kıskançlığını tetiklediği gibi okul sendromu oluşmasında da büyük faktör oynar.


KKTC’DE SON TEKNOLOJİ PROTEZ UYGULAMASI DAÜ’DE YAPILIYOR Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Sağlık Bilimleri Fakültesi’ne bağlı faaliyetlerini sürdüren Protez Ortez ve Biyomekanik Merkezi’nde teknolojik protez uygulamaları tüm hızıyla devam ediyor.

2

009 yılında hizmete giren ve ada halkına dünyanın güncel teknolojik cihazlarını uygulamayı misyon edinmiş olan merkez, herhangi bir nedenle uzvunu kaybetmiş olan amputelere, uygulanan akıllı protezler ve rehabilitasyon yaklaşımları ile yaşam kaynağı oluyor. Dünyanın en gelişmiş protez ortez üretici firması Ottobock Alman firması ile işbirliği içinde çalışan merkez KKTC halkının protez yaptırmak amacıyla yurt dışına gitme gereksinimini ortadan kaldırdığı gibi, uzman fizyoterapistler tarafından uygulanan rehabilitasyon yaklaşımları sayesinde hastaların protezlerini daha etkili ve rahat bir şekilde kullanmasını sağlıyor. Uygulama sonrasında da tedavi ve takip sürecinin devam ettiği merkez sayesinde, hastalar protezleriyle yaşadıkları en ufak problemlerde dahi çözümünü en kısa sürede elde ediyor. Güçlü altyapısı sayesinde sadece diz altı protezlerinde değil, tüm seviyelerdeki uzuv kayıplarında teknolojik protez yaklaşımlarının titizlikle uygulandığı merkezde ayrıca ayak problemleri yaşayan bireyler için de biyomekanik değerlendirmelerin yapıldığı ve uy-

gun tabanlık yaklaşımlarının uygulandığı bilgisayar destekli ekipmanlar bulunuyor. KKTC Sağlık Bakanlığı ile var olan protokol sayesinde merkeze başvuran hastalar tüm bu hizmetlerden herhangi bir ödeme yapmadan faydalanabiliyor. Sağlık Bilimleri Fakültesi merkez sorumluları Uzm. Fzt. Başar Öztürk ve Uzm. Fzt. Yasin Yurt yaptıkları açıklamada en sık görülen amputasyon olan diz altından bacağın kesilmesi sonrası, son yıllarda dünyada kullanımı yaygınlaşan, hastanın kendi bacağıymış gibi hissettiği yapay bir uzuv teknolojisi (Harmony Sistem) uygulaması yapılan hastaların yeni protezlerinin farkını ilk giydikleri andan itibaren hissettiklerini vurguladı. Eski sistemlerden farklı olarak hafif, dayanıklı ve daha komforlu olan bu uygulama sayesinde, hastaların protezleriyle daha rahat yürüyebildiğini merdiven inip çıkabildiğini ve hatta koşabildiğini vurgulayan Uzm. Fzt. Öztürk ve Uzm. Fzt. Yurt hastaların tüm bunları yaparken, protezin yapısında olan karbon ayak teknolojisi sayesinde ekstra enerji harcamadan, sağlıklı bir birey gibi hareket edebildiğine dikkat

çekti. Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hülya Harutoğlu, hedeflerinin öğrenci yetiştirmenin yanında halka hizmet vermek olduğunu belirterek özellikle engelli, yaşlı ve fizyoterapiye ihtiyaç duyan kişilere destek vermeyi amaçladıklarını sözlerine ekledi. Sağlık Bilimleri Fakültesi’nin dört yıllık bir fakülte olmasına rağmen başarılı çalışmalarla isminden sıklıkla söz ettirdiğini aktaran Prof. Dr. Harutoğlu, 12 bölüm ve yüksek lisans programları ile çalışmalarına devam edeceklerinin altını çizdi. Prof. Dr. Harutoğlu, KKTC halkı için sağlıkta önemli bir açığı kapatan DAÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi’ne bağlı Protez Ortez ve Biyomekanik Merkezi hizmetlerine her geçen gün bir yenisini ekleyerek ada halkına hizmet vermeye devam edeceğini de vurguladı. Protez uygulaması yapılan hasta Fahrettin Sağdağ ise yaptığı açıklamada uygulamadan ve tedavi sürecinden son derece memnun olduğunu belirterek rehabilitasyon sürecinin de DAÜ sayesinde başarılı geçtiğine dikkat çekti. Sağdağ, ihtiyacı olanlara kesinlikle DAÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi Protez Ortez ve Biyomekanik Merkezi’ni tavsiye ettiğini de aktardı.

s

a

ğ

l

ı

k

65


MUTSUZ KADININ BESLENME REHBERİ

İş veya özel hayatlarında mutsuz olan birçok kadın kilo almaya çok eğilimli hale geliyor.

K

ısa veya uzun süreli anksiyete veya depresyon kadınların kendilerini buzdolabının önünde bulmasına sebep olabiliyor. Kadınların mutsuzlukla başa çıkma yöntemlerinden biri, aşırı miktarda karbonhidratlı ve şekerli besinler tüketmek. Tabi bu durum, kilo almaya ve göbeklenmeye yol açıyor. Kadın, kilo aldıkça daha çok mutsuz oluyor. Bu nedenle aynı kısır döngünün içerisinde kalıyor. Yani kadın mutsuz oldukça yemek yiyor, yedikçe daha da mutsuz oluyor diyor, Diyetisyen& Yaşam Koçu

66

s

a

ğ

l

ı

k

Gizem Şeber. Kadınlarda sadece psikolojik mutsuzluk yeme sebebi değil. Bazen gözden kaçırılan bir beslenme yetersizliği de kadının mutsuz hissetmesine neden olabiliyor. Oysa hem sağlıklı beslenmek hem de mutlu olmak mümkün. Besinlerin modumuz üzerinde ciddi etkileri olduğu uzun zamandır bilinen bir gerçek. Eğer doğru besinleri doğru zamanlarda tüketirsek, kilo almadan da mutlu olabiliriz.

SADECE PROTEİN YEMEK SİNİRLİ YAPAR!

Modumuzu ve iyi hissetmemizi ciddi anlamda etkileyen sebeplerden biri; günlük aldığımız kalorinin proteinden karşılanan kısmıdır. Eğer sadece proteinli besinler tüketiyor ve gün içerisinde hiç karbonhidrat almıyorsak daha mutsuz ve sinirli hissetmemiz mümkün. Bu durumda akşam bir anda soluğu buzdolabının önünde almakla veya eve tatlı siparişi vermekle sonuçlanabilir. Yapılan bilimsel çalışmalar, sadece proteinle beslenen kişilerin daha mutsuz ve sinirli olduklarını ortaya koymuştur.


ÖĞRENİLMİŞ İŞTAHIMIZ, MUTLULUK DÜZEYİNİ ETKİLEYEBİLİR! Sevdiğimiz besinlerin bizi daha fazla mutlu ettiğini bilmek için bilimsel bir araştırmaya gerek yok. Ancak, sadece sevdiğimiz besinleri yemek değil, koklamakta mutlu hissetmeye yetiyor. Örneğin kahve veya çikolata bu konu için en belirgin örnekler. Yemek yemenin psikolojik etkileri yadsınamaz. Kişilerin mutsuz hissettiklerinde, daha önceden yediklerinde mutlu hissettikleri besinlere yöneldiği araştırmalarca belirlenmiş durumda. Bu nedenle insanın bu konuda kendisini tanıması ve izlemesi de önem kazanıyor.

VİTAMİN VE MİNERAL DÜZEYLERİ MUTSUZ HİSSETMENİN NEDENİ OLABİLİR!

Kötü bir olay karşısında mutsuzluk süremizi ve depresyon düzeyimizi belirleyen faktörlerin başında beslenme geliyor. Yetersiz beslenme sonucu ortaya çıkabilecek vitamin ve mineral yetersizlikleri; olaylar karşısındaki tolerasyonumuzu etkileyebiliyor ve buna bağlı olarak daha mutsuz hissedebiliyoruz. Ayrıca birçok vitamin ve mineral yetersizliği tatlı ihtiyacını ciddi anlamda arttırabiliyor. Türk kadınları için bunların başında demir minerali geliyor. Ülkemizde demir yetersizliği kadınlar arasında çok sık gözlenen bir durum. Demir yetersizliği kişinin sürekli tatlıya ihtiyaç duymasına yol açıyor. Aynı zamanda daha mutsuz, halsiz ve depresif hissetmemize yol açıyor. Bu nedenle uzun süren depresyonlarda demir ile ilgili kan tahlillerinin yaptırılması ve gerekliyse doktor kontrolünde demir yetersizliği tedavisi yapılması gerekiyor. Demir mineralinin en zengin kaynakları; kırmızı et, tavuk, balık, sakatatlar. Bazı sebzeler ve kurubaklagiller de demir minerali içerse de, bu besinlerin içinde bulunan demirin vücutta kullanılma oranları daha düşük. Yine B grubu vitaminlerinden biri olan tiaminin yetersizliği de, kişiyi depresif hissettiriyor. 1999 yılında yapılan bir araştırmada, tiamin yetersizliği olanlarda kendine güven probleminin daha yaygın olduğu gözlenmiş. Tiamin vitamininden zengin

besin kaynakları; tahıllar. Patates, maya ve yumurta da tiamin içeriyor.

OMEGA-3 MUTLU HİSSETMENİZE YARDIMCI!

Omega-3 yağ asitleri sadece kalp sağlığımızı korumuyor. Aynı zamanda kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlıyor. Yapılan bilimsel çalışmalarda, omega-3’ün yetersiz tüketiminin; depresyona ve anksiyeteye neden olduğu saptanmıştır. Yaşam tarzımızın değişmesi ile günlük aldığımız yağ oranının büyük bir kısmı omega-6’dan gelmektedir. Ancak sağlığımız için önemli olan omega-3 ve omega-6 yağ asitlerinin dengeli alınmasıdır. Eğer haftada en az 2 gün balık tüketmiyor; beslenmenizde fındık, badem gibi kuruyemişlere ve semizotuna yer vermiyorsanız, daha mutsuz hissetmeniz olası.

MUTSUZ KADINI MUTLU HİSSETTİRECEK 5 SAĞLIK ÖNERİSİ - Karbonhidratsız gününüz geçmesin… Günlük beslenme düzeninizde karbonhidrat kaynakları olan; tam tahıllı ekmekler, makarna, bulgur, meyve, kuru meyve gibi besinler mutlaka yer almalı. Eğer 3 saatte bir azar azar karbonhidrat tüketirseniz, mutluluk hormonu olan seratonini daha rahat salgılayacaksınız. - Bir tabak ıspanak veya yeşil sebze tüketin… Folik asitin yetersiz tüketiminin depresyona yol açabileceği bilinmektedir. Koyu yeşil yapraklı sebzeler iyi folik asit kaynağıdır. Düzenli tüketmeye özen gösterin.

- Selenyuma yer açın… Selenyum yetersizliğinin de mutsuzluk ve depresyonla ilişkili olduğu biliniyor. Selenyumun en zengin besin kaynakları; et, tavuk, balıklar, mantar, soğan, sarımsak ve tam tahıllardır. - Seratonini sadece çikolata salgılatmaz… Egzersiz yapmakta, seratonin salgısını başlatır. Hem egzersiz mutsuz döneminizde almış olduğunuz kiloları vermenize de destek olacak. - Düzenli uyuyun… Günde 5 saatten az uyuyanların iştahlarının daha fazla açık olduğu ve 8 saat uyuyanlara göre ortalama günde 300 kalori fazla aldıkları biliniyor. Düzenli uyku, sadece kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlamaz, aynı zamanda iştahınızı kontrol etmenizi kolaylaştırır.


MAD PLASTİK

MAD PLAS

MAD PLASTİK

TİK

MAD PLASTİK SAN. VE TİC. A.Ş.

K

AS

AD

PL

MAD PLAST İK

M AD

PL A

ST

İK

M

MA

D PL

AST

TİK MAD PLAS

İK

SHRİNK MAD PLASTİK

MAD PLASTİK

Bu sera MAD PLASTİK tarafından üretilmiştir.

tr

www.madplastik.com.

68

Telefon: 0.342 337 23 80 0.342 337 47 41 Faks : 0.342 337 39 11 s

a

ğ

l

ı

k

1. Organize Sanayi Bölgesi 83104 nolu Cad. No: 14/B Başpınar / Gaziantep


s

a

ğ

l

ı

k

69


EMZİREN ANNELER, EMZİRMEYİ AZALTARAK KESMELİ

Sens Gelişim Akademisi, Uzman Gelişim Psikoloğu Deniz ÖZKILIÇ; emziren annelerin bebeklerini sütten kesmek için, emzirme zamanlarını kademeli olarak azaltmanın en uygun yol olduğunu açıkladı.

U

zman Gelişim Psikoloğu Deniz Özkılıç, emzirmeden kesme dönemi ile ilgili yaptığı açıklamada: “Emzirmeden kesme, hem bebek için hem anne için zor bir süreçtir. Emzirme sırasında bebeğin anne ile duygusal bağ kurduğu gibi anne de duygusal bebeği ile bir bağ kurar. Emzirme, anne için de rahatlatıcı, sakinleştirici bir etkinlik haline gelir. Bu alışkanlığın kesilmesi, bebek için zor olduğu kadar anne için de zordur. Çoğu anne için bebeği sütten kesme kararı, alınması ve uygulanması çok zor bir karardır. Ne zaman? ve nasıl? sorusu önem kazanır. Genellikle sağlıkçılar, sütten kesme için iki yaşı önerirler. Gelişim uzmanları ise ruhsal açıdan olayı değerlendirdiklerinde 12 aya kadar emzirmeyi önerirler. Ancak; her annenin ve çocuğun bireysel özellikleri, psiko-sosyal, fiziksel ihtiyaçları ve karşılıklı ilişki biçimleri farklıdır. Dolayısıyla sütten kesmenin doğru zamanı bebekten bebeğe ve anneden anneye değişebilir ”dedi. Emzirmeden kesmek için en uygun zamanın; bebeğin huzursuz, annenin stresli olduğu ya da yeni başlangıçla-

70

s

a

ğ

l

ı

k

rın ve değişikliklerin olduğu dönemlerde tercih edilmemesinin altını çizen ÖZKILIÇ, ayrıca şu konulara dikkat çekti: “Sütten kesme yöntemi olarak da kademeli olarak azaltarak, sütten kesme yöntemi uygulanmalıdır. Sütten kesmek için bebeği bir süreliğine büyük annelere-bakıcıya verme, anneyi göstermeme ya da sütten kesebilmek için yuvaya teslim etme gibi kararlar yanlıştır. Sütten kesmeye, önce gündüz öğünlerinden başlanmalıdır. Öğlen öğünü en uygunu olabilir. Önce öğlen öğününde anne sütü yerine başka besinler konmaya, ya da bebeğin yaşına göre süt sağılıp biberondan içirilmeye başlanabilir. Bu şekilde yavaş yavaş ve aşama aşama diğer öğünlerde süt kesilebilir. Sütten azaltarak kesme, en son akşam-gece uyku öncesi öğünde uygulanmalıdır. En zor olan bu uyku öncesi öğünüdür. Emzirme saatlerine bebek için hoşuna gidecek başka etkinlikler, oyunlar konulabilir. Azaltarak sütten kesme yöntemi, emzirmenin-beslenmenin en başından beri belli bir rutin düzeni varsa çok daha rahat uygulanabilir” açıklamalarında bulundu.

Sens Gelişim Akademisi, Uzman Gelişim Psikoloğu Deniz ÖZKILIÇ


AĞIZ KOKUSU HASTALIK HABERCİSİ OLABİLİR Diş Hekimi Yeşim Tüfekçi Hemiş’e ağız kokusunun hastalık habercisi olup olmadığını sorduk. İşte bize verdiği çarpıcı açıklamalar... Ağızdan gelen rahatsız edici kokuya “ağız kokusu” veya “halitosis” denir. Ağız kokusunu fizyolojik ve patolojik olarak ikiye ayırmak mümkündür. Fizyolojik diğer bir deyişle normal kabul edilen ağız kokusu birey sabah uyandığında dil sırtında üreyen bakterilerin veya sindirim kanalında biriken gazların oluşturduğu kokudur. Dişleri ve dil sırtını fırçalamak, gerekirse çinkolu ağız gargaraları kullanmakla önüne geçilebilir. Beslenme sonrası meydana gelen ağız kokusu da normal kabul edilir. Örneğin sarımsak yiyen kişilerde kanda biriken aromatik gazlar nefes yoluyla atılırken ağız kokusuna neden olurlar. Bu

tip kokular tedavi gerektirmez. Patolojik ağız kokusu ise gerçek halitosis dediğimiz tedavi gerektiren ağız kokusudur. Ağız kokusunun nedenleri öncelikle ağız içinde aranmalı; ağızda çürük diş, dişeti iltihabı, temizlenemeyen uyumu bozulmuş protezler varsa gerekli tedaviler uygulanmalıdır. Ağız içinde böyle bir durum yoksa veya tedavi sonrasında da kişi ağız kokusundan şikayet ediyorsa diğer etkenler gözden geçirilmelidir. Bu diğer etkenler arasında üst ve alt solunum yolu iltihapları, Şeker hastalığı, Karaciğer veya böbrek yetmezliği, Metabolizma bozuklukları sayılabilir. Ayrıca açlık, oruç tutma, diyet, hami-

lelik gibi durumlarda da ağız kokusu oluşabilir. Daha önce de belirtildiği gibi ağız kokusunun nedeni öncelikle ağızda araştırılmalıdır. Diş çürükleri ve dişeti iltihabı ağız kokusunun önemli nedenlerindendir. Eskimiş protezler kontrol edilmeli gerekiyorsa değiştirilmelidir. Ağız bakımına önem verilmeli diş hekiminin önerisi doğrultusunda diş fırçalamanın yanı sıra diş ipi, ağız duşu gibi yardımcı ürünlerden faydalanılmalıdır. Bunların dışında daha fazla su içmek, basit şeker tüketimini azaltmak, lokmaları iyi çiğnemek, sakız, ağız gargarası gibi ürünler kullanmak, sigara içmemek gibi önlemlere başvurulabilir.”

s

a

ğ

l

ı

k

71


GDO’LU ÜRÜN YERSEK NE OLUR? Beslenme Uzmanı Atilla Zengin günümüzün en önemli gündem maddelerinden biri olan GDO’lu besinler konusunu işledi. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler, bakteriler,tüm canlıların genleri vardır. Hayvanların da genetik değişime uğratılması mümkündür. Bilim adamları, balık, sığır ve domuzun genetik değişimini araştırıyorlar. Bu güne dek genetik değişime uğramış balık daha soframıza gelmemiştir. On yıllarda dünya genelinde sıkça konuşulup tartışılan, ancak tüketicinin gereken ilgi ve önemi gösteremediği genetik değişime uğramış ürünlerin yetiştirilmesi ve tüketilmesi sadece sağlığımızı olumsuz yönde etkilemiyor, gelecek kuşaklar içinde sağlık ve genetik hastalıklar açısında oldukça olumsuz sonuçları beraberinde getirme riski vardır. Türkiye’de de kendisinden yoğun bir şeklilde bahsettiren GDO΄larGene¬tik Deği¬şi¬me Uğra-mış Orga¬niz¬ma¬lar – gerçekten tüketici tarafandan yeterince anlaşılmış mıdır? Besin ürünlerinin genetik değişime uğraması ne anlama gelmektedir ? Genetik Değişime Uğramış Ürünler (¬GDO) ¬nedir? Genetik değişim, bir canlının —bitkiler, hayvanlar ve mikroorganizmalar - gen diziliminin değiştirilmesi veya kendi doğasında bulunmayan farklı bir karekter kazandırması yoluyla elde edilen canlı organizmalara “Genetiği Değiştirimiş Or-

72

s

a

ğ

l

ı

k

ganizmalar”, denir. Örneğin genetik değişime uğramış olan bir besin ürünü olan domates. Domatesin uzun süre taze ve gevrek kalmasını sağlar. Diğer bir önrnek vermek gerekirse, Mısır. Mısır, öyle bir değişime uğrayabilir ki belli bir bitki koruma ilacı hiç etkisini göstermemektedir. Hayvanların da genetik değişime uğratılması mümkündür. Bilim insanları, balık, sığır ve domuzun genetik değişimini araştırıyorlar. Ancak bu güne dek genetik değişime uğramış balık daha soframıza gelmemiştir. Insanlar, hayvanlar, bitkiler, bakteriler, kısacası tüm canlıların genleri vardır. Genlerimiz özelliklerimizi belirler.

Peki hangi besin maddeleri genetik değişim ile üretilebilir? Kolza yağı (Rapsöl), Mısır, Pirinç ve domates genetik değişime uğramış ürünlerden bazıları. Gelecekte saydığım besin ürünleri de eklenecektir. Zaten dünya çapında bilim insanları genetik değişime uğramış değişik yabani türlerden geliştirilmiş bitkiler için çalışıyorlar. Ancak şunu hemen belirtmekte yarar vardır. Elbete tüke-

tiğimiz tüm kolza yağı, mısır, piriç ve domatesler genetik değişim ile üretilmiş ürünler değildir. Ayrıca, genetik değişim ile yetiştirilen bitkiler belirli ülkelerde yatiştirme izni verilebilir ve dünyanın değişik bölgelerinde genetik değişim ile üretilen ürünler bulunur. Avrupa΄da örneğin genetik değişim ile üretilen pirinç ve domatesin üretimi veya satışı yasaktır.

Bu yiyecekleri tüketsek ne olur ? Hemen belirtelimki, bu sorunun cevabını kesin olarak bilemiyoruz. Ancak, bazı önemli noktaları göz önünde bulundurmak durumundayız. Tüketicinin sürekli genetik değişime uğramış besin ürünleri ile ilgili belirsizlik insanları hem bıktırmış, hem de besin ürünlerine karşı bir güvensiz doğmuştur. Bu nedenle AB ülkelerinde, bir gıda maddesi eğer genetik değişikliğe uğramış ise, bu durum pakette mutlaka belirtilir. AB´de insanlar genetik değişime uğramış yiyecekleri seçip seçmeme konusunda özgürler. Ancak, Amerika’da gıda maddele-rin genetik değişime uğrayıp uğramadığını paketlerde veya paketlere yapıştırılan etiketlerde bulmak mümkün değildir.


BEBEĞİ ÖPTÜRMELİ Mİ? Bir bebek 9 ay boyunca anne karnında tüm tehlikelerden korunarak büyür. Doğduktan sonra ise yepyeni bir dünyaya gözlerini açar. Onun en büyük koruyucusu ise kuşkusuz annesidir. Anneler bebeklerini öptüğü anda aralarında ömür boyu gelişmesi arzulanan bağlar oluşur. Ancak sadece anne değil eve gelen yabancılar da bebeği öpmek isterler. Tanımayan kişilerin bile bazen bebekleri öpmek istediklerini söyleyen Liv Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Gülnihal Şarman bu durumun özellikle enfeksiyonların arttığı kış mevsiminde daha da sakıncalı olduğuna vurgu yapıyor. Uzm. Dr Gülnihal Şarman öpmekle bebeklere verilecek zararları anlatıyor… Ağız burun bölgesi virüs ve bakteriler için ilk vücuda giriş noktasıdır. Buradan alınan her türlü bakteri ve virüs öpülen bebeklere bulaşabilir. Ne yazık ki bebekler ise hastalanmaya çok hazırlar. Bağışıklık sistemleri ilk 2 sene çok saf durumdadır. Bu nedenle

bebeklerin hastalanması ilkokul çocuklarına ve erişkinlere göre çok daha kolaydır ve hastalıklarının seyri de daha ağırdır. Üst solunum yolu enfeksiyonları sırasında kesinlikle bebekleri öpmemek, hatta yanlarına yanaşmamak gerekiyor. Bağışıklık sisteminin bebeklikten ilkokul dönemine kadar uzun bir sürede olgunlaştığı düşünülürse bebekleri hasta etmemek için neden öpmeyeceğimizi anlarız.

Ciltleri de tahriş oluyor Bebek cildi aynı zamanda çok ince ve hassastır. Bebekleri öperken sadece mikrop bulaştırmaktan değil dudağımızdaki rujlardaki kimyasalları onlara bulaştırmaktan da kaçınmalıyız. Babaları çok öpen bebeklerde görülen

Liv Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Gülnihal Şarman bir sorun da cilt tahrişidir. Sakalların zımpara gibi bebek cildine sürtülmesi bebeklerin yanak derisini kurutup kızarıklıklara neden olabilir.

Tanımıyorsa dokunmaktan bile kaçınmalıyız Bebekler bize son derece sevimli ve çekici gelseler de öpülmemeliler. Hele tanımadığımız, sokakta rastladığımız bebekleri değil öpmek dokunmaktan bile kaçınmalıyız. Onları bir birey olarak görmeye alışmalıyız. Nasıl tanımadığımız kişileri sarılıp öpmüyorsak bebeklere de öyle yaklaşmalıyız. Onların rızası olmadan yaklaşmamız, öpmemiz, koklamamız henüz duygularını ifade edemiyor oluşlarından yararlanmamız anlamına gelir.

s

a

ğ

l

ı

k

73


SINAV KAYGISI VE BAŞA ÇIKMA YÖNTEMLERİ Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Nüket Beler Pamukçu, sınav kaygısı yaşayan öğrencinin başarısında belirgin bir düşüş gözlendiğini belirtti.

74

s

a

ğ

l

ı

k


Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde ‘’Halka Açık Konferanslar’’ kapsamında Psikiyatri Uzmanı Dr. Nüket Beler Pamukçu tarafından “Sınav Kaygısı ve Başa Çıkma Yöntemleri” konusu anlatıldı. Sınav kaygısının; öncesinde öğrenilen bilginin, sınav sırasında etkili bir biçimde kullanılmasına engel olan ve başarının düşmesine yol açan yoğun kaygı olarak tanımlandığını ifade eden Dr. Pamukçu, şöyle dedi: ‘’Bireyin sınava yüklediği anlamlar, sınavla ilgili zihinde oluşturulan imaj, sınav sonrası duruma ilişkin yaşanabilecekler ve sınav sonrası kazanımlara verilen önem sınav kaygısını oluşturmak-

tadır. Sınav kaygısı bunalıma eğilimli kişilerde daha sık görülmekle birlikte, sosyal çevrenin beklentileri ve baskısı da önemli bir etkendir.” Sınav kaygısının huzursuzluk, endişe, tedirginlik, sıkıntı, başarısızlık korkusu, çalışmaya isteksizlik, mide bulantısı, taşikardi, titreme, ağız kuruluğu, iç sıkıntısı, terleme, uyku düzeni bozuklukları, karın ağrıları gibi bedensel yakınmalarla, dikkat ve konsantrasyonda bozulma, kendine güvende azalma, kendini yetersiz ve değersiz görme gibi bir takım belirtiler gösterdiğini de anlatan Dr. Pamukçu, şöyle devam etti: “Sınav kaygısı yaşayan öğrencinin başarısında belirgin bir düşüş gözlenir. Ders çalışmayı erteleme, sınav ve hazırlığı hakkında konuşmayı reddetme vardır. Soru sorulmasından rahatsız olurlar. Dikkat dağınıklığı, odaklanamama vardır.” Karın ağrısı, mide bulantısı, terleme, uyku düzensizliği, iştahsızlık ya da aşırı yeme, genel mutsuz bir ruh hali gibi fiziksel şikayetlerde de dikkat çeken bir artışın olmasının sınav kaygısını düşündürmesi gerektiğini belirten Dr. Pamukçu, çok çalışılmasına karşın performans düşüklüğünün de kaygının varlığını gösterdiğini dile getirdi.

Sınav Kaygısının Etkileri Dr. Pamukçu, öğrencinin farkında olmadan kendi davranışını denetleyemez hale gelmesine neden olan sınav kaygısının etkileriyle ilgili ise şu bilgileri verdi: “Sınav kaygısı gerçek dışı beklenti ve yorumlar içerdiğinden yanıltıcıdır. Bunun yanında öğrenilenleri

aktaramama, okuduğunu anlamama, düşünceleri organize etmede zorluk, dikkatte azalma, sınavın içeriğine değil kendisine odaklanma, zihinsel becerilerde zayıflama, enerji azlığı, fiziksel rahatsızlıklar sınav kaygısının başlıca etkileridir.”

Sınav Kaygısıyla Başa Çıkma Yolları Sınav kaygısıyla başa çıkmak için öncelikle gerçekçi olmayan düşünce ve inançların sorgulanması gerektiğine vurgu yapan Dr. Pamukçu, nefes alma ve gevşeme egzersizleriyle kaygıyı bastırmaya değil, onu kabul etmeye ve tanımaya çalışmanın çok daha yararlı olacağını belirtti. Düşünceleri durdurma tekniği ile dikkatini başka noktalara odaklama tekniğinin sınav kaygısıyla başa çıkmada kullanılabilecek diğer yöntemler olduğunu anımsatan Dr. Pamukçu, sınav öncesi beslenme ve uykuya özellikle dikkat edilmesi gerektiğinin altını çizerek şöyle konuştu: “Sınav öncesi çalışma alışkanlıklarını ve sınava ilişkin tutumları gözden geçirerek yeni bir zihinsel yapılanma yaratmaya çalışmak gerekir. Zaman iyi kullanılarak sınava yönelik çalışmalar son ana bırakılmamalıdır.” “Sınav sırasında olumsuz düşüncelere karşı farklı bakış açıları geliştirerek, kontrolün kendisinde olduğunu hatırlatma, yanıtlayabileceği sorulardan başlama, hızlı gevşeme, dikkat artırma teknikleri, kontrollü nefes alıştırması sınav esnasında rahatlatıcı yöntemlerden bazılarıdır” diyen Dr. Pamukçu; sınavdan sonra ise kendini ödüllendirmek için keyif veren etkinliklere katılmanın, eksikler üzerine düşünme ve geleceğe yönelik planlamanın yapılabilecek aktiviteler olduğunu anımsattı.

Psikiyatrik Destek Ne Zaman Gerekir ?

Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Nüket Beler Pamukçu

Dr. Pamukçu “Depresyon, anksiyete bozukluğu, uyku bozukluğu gibi bir ruhsal bozukluğun ortaya çıktığı durumlarda, kaygıyla başa çıkmak için uygun olmayan yollar kullanma, davranış bozukluklarının görülmesi psikiyatrik destek gerektiğinin başlıca göstergeleridir” diyerek konuşmasını bitirdi. Dr. Pamukçu, sunumunun ardından katılımcıların sorularını yanıtladı.

s

a

ğ

l

ı

k

75


OBEZİTE, ALZHEİMER RİSKİNİ 4 KAT ARTIRIYOR İnsan beyninin çalışma şeklini ve beynin performasını güçlendirmenin etkin yollarını anlatan birçok yayına imza atan Herbalife Beslenme Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Gary Small, yapılan bir araştırmaya göre gençlerdeki kilo artışının teknoloji kullanımıyla paralellikler gösterdiğini ifade etti. Gary Small, “Kilo artışının neden olduğu obezite hastalığı alzheimer riskini 4 kat artırıyor” dedi.

Herbalife Beslenme Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Gary Small korunmasına yönelik konuların yer aldığı kitaplara imza atan dünyaca ünlü psikiyatri profesörü Gary Small, çağın hastalığı olan obezitenin beyni olumsuz etkilediğini, hipertansiyon ve diyabet gibi hastalıkları da artırdığını söyledi.

G

elişen teknoloji ve hızlı yaşam koşullarının dünyada şişmanlığı ve obeziteyi artırdığı artık herkesçe bilinen bir gerçek. Yapılan araştırmalar da benzer sonuçları ortaya koyuyor. Sebepleri arasında yanlış beslenme ve fiziksel egzersiz azlığı olan obezitenin en fazla zarar verdiği organlardan biri ise beyin. New York Times en çok satanlar listesinde yer alan “Hafızanın Kutsal Kitabı” isimli kitap dahil olmak olmak üzere sağlıklı yaşam tarzı ve beyin sağlığının

76

s

a

ğ

l

ı

k

Beyin, hareketsiz yaşamdan kötü etkileniyor Gary Small, son zamanlarda tartışılan konulardan birinin de insanların video oyunları oynarken ve televizyon izlerken çok yemek yemesi olduğunu belirtti. Gary Small, şöyle konuştu: “Bir konferansta bahsetmiştim. Yapılan bir araştırmaya göre gençlerdeki kilo artışının teknoloji kullanımıyla bağlantılı olduğu gösterilmişti. Yani ne kadar bilgisayar karşısında oturulursa o kadar kilo alınıyor. Çünkü gençler dışarı çıkmıyor. Dışarda arkadaşlarıyla spor yapmak, koşmak yerine içeri-

de oturuyor cips yiyor, video oyunları oynuyor. Beynin bazı yerleri iyi uyarılıyor olabilir ama egzersiz yok, iyi beslenme yok. O nedenle beyin kötü etkileniyor. Oysa fiziksel egzersiz, iyi beslenme, stresin iyi yönetilmesi ve zihinsel olarak insanın kendisini sürekli uyarması beyni geliştiriyor.” Aynı zamanda “Alzheimer Engelleme Programı”nı da yürüten Prof. Dr. Gary Small, obezitenin alzheimer riskini dört kat artırdığını söyledi. Beynin korunmasıyla ilgili çalışmalarını daha da artırmak istediğini dile getiren Dr. Gary Small, bu doğrultuda kişileri sağlıklı yaşamla ilgili eğitmek için Herbalife ekibinin bir parçası olduğunu vurguladı. Herbalife’ın sağlıklı yaşam tarzı stratejisini benimsediğini ifade eden Gary Small, Herbalife’ın Formül 1 gibi ürünlerinin özellikle ABD’de obez ya da aşırı kilolu olan kişilerin kilolarını kontrol etmesinde büyük fayda sağladığını belirtti.


ŞEHİTKAMİL’DEN “AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI” KAMPANYASI ŞEHİTKAMİL BELEDİYESİ 80 OKULDA 80 BİN ÖĞRENCİYE AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI SETİ HEDİYE ETTİ

Şehitkamil Belediyesinin ilçe genelinde 80 okulda başlattığı “Ağız ve Diş Sağlığı” kampanyası çerçevesinde 80 bin öğrenciye ağız ve diş sağlığı seti dağıtıldı. Okulları ziyaret eden Başkan Rıdvan Fadıloğlu, öğrencilere hediyelerini takdim etti.

BAŞKAN FADILOĞLU DİŞ SAĞLIĞI KONUSUNDA ÖĞRENCİLERE TAVSİYELERDE BULUNDU “Ağız ve Diş Sağlığı” kampanyası çerçevesinde Olcay Külah İlköğretim Okulu’nu ziyaret eden Şehitkamil Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu ve Şehitkamil ilçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Yağcı, anasınıfı öğrencileriyle sohbet etti. Öğrencilere diş sağlığı konusunda bilgiler veren Başkan Fadıloğlu, daha sonra öğrencilere palyaçolar eşliğinde ağız ve diş sağlığı setinden olan hediye paketini takdim etti. İlköğretim Okulu öğrencilerine de hediyelerini takdim eden Başkan Fadıloğlu ve Şehitkamil ilçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Yağcı, daha sonra Gazikent İMKB Ortaokulu’na geçti. Burada bulunan öğrencilere de ağız ve diş sağlığı konusunda bilgiler veren Başkan Fadıloğlu, öğrencilere hediyelerini takdim etti. Başkan Rıdvan Fadıloğ-

lu, Şehitkamil ilçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Yağcı daha sonra öğrencilerle birlikte hatıra fotoğrafı çektirdi.

80 OKULDA 80 BİN ÖĞRENCİLERİMİZE YÖNELİK AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI KAMPANYASI BAŞLATTIK Program sonrası açıklamalarda bulunan Şehitkamil Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu, Eğitim camiasıyla ilgili çalışmalarını aralıksız devam ettirdiklerini belirterek, “Bugün yeni yapmış olduğumuz bir kampanyanın dağıtım törenini gerçekleştiriyoruz. 80 okulda 80 bin öğrencilerimize yönelik ağız ve diş sağlığı kampanyası başlattık. Tüm öğrencilerimizin sağlıklı dişlere sahip olabilmesi açısından ve özellikle diş fırçalama alışkanlığını attırma adına yapılan bu çalışmada Milli Eğitim Müdürlüğümüzden ve öğretmenlerimizden aldığımız desteklerle birlikle çocuklarımıza bu hediyeleri ayaklarına götürerek teslim etmeye gayret gösteriyoruz. Belediyenin asli yapmış olacağı işlerin haricinde sosyal sorumluluk projesi çerçevesinde neler yapabilir, bu memleket adına neler üretebilir konularını ele alıyoruz. Yapılan çalışmalar neticesinde arkadaşlarımızın ele aldığı bu projeyi

hep birlikte hayata geçiriyoruz. Öğretim yılı içerisinde çocuklarımızın bu alışkanlıklarını geliştirmek adına yapılan çalışmada destek veren tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum ve tüm öğrencilerimize de başarılı bir eğitim ve öğretim yılı diliyorum” dedi.

ÖĞRENCİLERİM VE VELİLERİMİZ ADINA BAŞTA BAŞKANIMIZ RIDVAN FADILOĞLU’NA TEŞEKKÜRLERİMİ İLETİYORUM Gazikent İMKB Ortaokulu Ekrem Kirik ise, “Şehitkamil Belediyemizin okullara vermiş olduğu destekleri her zaman görüyorduk. Bugünde daha güzelini okulumuzda yaşadık. Sağ olsunlar Şehitkamil Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu, okulumuza gelerek, öğrencilerimize diş fırçası ve diş macunu dağıtımında bulundu. Öğrencilerim adına velilerimiz adına başta Başkanımız Rıdvan Fadıloğlu’na ve tüm çalışma arkadaşlarına teşekkürlerimi iletiyorum” diye konuştu. Kendilerine ağız ve diş sağlığı seti dağıtıldığından memnun kaldıklarını dile getiren öğrenciler ise, Şehitkamil Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu’na teşekkürlerini iletti.

77


Anadolu Sağlık Merkezi Dermatoloji Uzmanı Dr.Mehmet Coşkun Acay

SAÇ DÖKÜLMESİ NASIL ÖNLENİR?

Beslenme alışkanlıkları, kullanılan ilaçlar, genetik yapı, geçirilen hastalıklar, saç bakım alışkanlıkları ve hormonal durumu gibi farklı nedenlere bağlı olarak ortaya çıkabilen saç dökülmesi hem kadınlarda hem de erkeklerde ciddi psiko-sosyal problemleri beraberinde getiriyor. Doğru teşhis edildiğinde saç dökülmesini önlemek mümkün. Saç dökülmesiyle karşılaşan kişiler genellikle kendisini fiziksel ve ruhsal olarak zayıf görmeye başlıyor ve bu durumdan kurtulabilmek için değişik yöntemlere başvuruyor. Her saçın kendisine ait bir yaşam döngüsü olduğunu anlatan Anadolu Sağlık Merkezi Dermatoloji Uzmanı Dr.Mehmet Coşkun Acay, bu evrelerin büyüme, geçiş ve dinlenme olduğunu söyledi. Dinlenme döneminin sonunda saçların döküldüğünü ve yeni bir büyüme dönemi başladığını söyleyen Dr. Acay, “Günlük ortalama 50100 tel saç dökülür. Bundan daha fazla olan miktarlarda aşırı saç dökülmesidir’’ dedi. Dr. Acay, hastanın elini saçına her götürdüğünde elinde saçların kalmasının ve sabahları yastığında saç bulmasının saç dökülmesi hastalığının belirtisi olduğunu ifade etti.

Erkek tipi dökülme kadınlarda da sorun yaratıyor Saç dökülmesinin nedenlerini uygun olmayan saç kozmetiği kullanmak, mantar hastalıkları, egzema, radyasyon tedavisi, frengi ve saçın gergin topuz yapılması olarak sıralayan Dr. Acay ayrıca dökülmenin çeşitli nedenlerle de olabileceğini söyledi. Günümüzde en sık karşılaşılan saç dökülmesinin yüksek ateş, çocuk doğurmak, enfeksiyon hastalıkları, stres, büyük ameliyatlar, tiroid hastalıkları, protein yetersizliği, çeşitli ilaçlar, demir-çinko eksikliği ve mevsimsel nedenlerle oluşan tolejen saç dökülmesi olduğunu ifade eden

78

s

a

ğ

l

ı

k

Dr. Acay, tolejen saç dökülmesinin 6-8 ay sürebileceğini belirtti. Saçın yuvarlak alanlar halinde bölgesel olarak dökülmesinin, sık görülen ve saç kıran (Alopesi Areata) olarak adlandırıldığını anlatan Dr. Acay, ‘’tedaviye dirençli bu dökülme tipinin uzun yıllar tekrarlayabilme olasılığı vardır’’dedi. Erkeklik hormonlarının neden olduğu erkek tipi saç dökülmesinin kadınlarda da sıklıkla görüldüğünü anlatan Dr. Acay, bu tip dökülmenin erkeklerde 20 yaşından sonra kadınlarda ise daha erken yaşlarda başlayabileceğini belirtti. Dr.Acay, bu tip saç dökülmesi şikayeti olan kadınlarda hormonal durumun mutlaka sorgulanması ve araştırılması gerektiğini belirtti.

Doğru teşhis tedaviyi kolaylaştırıyor Saç dökülmesinin asıl nedeni anlaşılmadan doğru bir tedavi uygulanamayacağını belirten Dr. Acay, saç dökülmesi şikayeti olan hastanın beslenme alışkanlıkları, kullandığı ilaçlar, ailesel saç dökülme hikayesi, geçirdiği hastalıklar, saç bakım alışkanlıkları ve hormonal durumu hakkında bilgi edinilmesi gerektiğini ifade etti. Doğru tanı konmasının birçok hastada tedaviyi kolaylaştırdığını söyleyen Dr. Acay, “Gerçek nedenin belirlenmesi için, saçlı derinin ve saçın muayenesinin yapılması, saçların mikroskopik incelenmesi, çeşitli kan analizleri ve saçlı deri biyopsileri gerekebilir” dedi. Dr. Acay, Saçın tekrar geri çıkma olasılığının olmadığı ve saç köklerinin tamamen

hasar gördüğü durumlarda hastalığın tedavisi olmadığını , bazı hastalıklarda durumun korunabileceğini söyledi.

Kozmetik ürünler dökülmeyi durdurmuyor Özellikle erkek tipi saç dökülmesinde kullanılan ilaçların 6 ay – 1 yıl arası kullanıldığında saç dökülmesini durdurduğunu ve ince saçları kalınlaştırabildiğini anlatan Dr. Acay, dışarıdan uygulanan kozmetik ürünlerin saçı parlaklaştırdığını ancak yeni saç çıkışını desteklemediğini ifade etti . Biotin, çinko, sistein, E vitamini, bitkisel kombinasyonlar ve su bazlı organik biyolojik silikon gibi saç hücrelerini uyarıcı destek ürünlerinin de saç dökülmesi tedavisine yardımcı olarak kullanılabileceğini belirten Dr. Acay, “Lokal ya da sistemik tedavilerin yetersiz kaldığı şartlarda saç nakli gibi cerrahi işlemler günümüzde son teknoloji ile başarılı bir şekilde yapılmaktadır” dedi.


MEDİCAL PARK’TAN LAPAROSKOPİK PYELOPLASTİ BAŞARISI BÖBREKTEKİ DARLIK KAPALI YÖNTEMLE TEDAVİ EDİLDİ

M

edical Park Gaziantep Hastanesi cerrahi alanda yaptığı başarılı operasyonlarına bir yenisini daha ekledi. Hastanenin Üroloji uzmanlarından Op Dr. Abdülkerim Üstün, bir hastanın böbreğindeki üreteropelvik darlığı laparoskopik yöntemle genişleterek başarılı bir operasyona daha imza attı. Medical Park Gaziantep Hastanesi gerçekleştirdiği birbirinden başarılı ve nitelikli operasyonlarla ilklerin öncüsü olmaya ve adından söz ettirmeye devam ediyor. Hastanenin Üroloji Uzmanı Op Dr. Abdülkerim Üstün, sağ yan ağrısı şikâyetiyle gelen hastanın böbrek çıkımındaki üreteropelvik darlığı laparoskopik (kapalı) cerrahi yöntemiyle tedavi ederek hastayı sağlığına kavuşturdu. Sağ yan ağrısı şikâyetiyle gelen ve böbreğindeki darlıktan tesadüfen haberdar olan 30 yaşındaki Süleyman Kısacık isimli hastaya gerekli bilgilendirme yapıldık-

tan sonra hazırlıklara başlandı. Gaziantep’te ürolojik operasyonlarda yapılan ilklerden biri olan “Laparoskopik Pyeloplasti” adı verilen kapalı cerrahi yöntemle 2 saatlik operasyon sonrasında hasta sağlığına kavuştu. Operasyonla ilgili bilgi veren Medical Park Gaziantep Hastanesi Üroloji Uzmanı Op. Dr. Abdülkerim Üstün, “sağ yan ağrısı şikâyeti ile kliniğimize gelen hastamızın yapılan muayene ve tetkiklerinde sağ böbreğinde üreteropelvik darlık tespit ettik. Normalde açık olarak yapılan bu operasyonu hastanemizde ilk kez Laparoskopik Pyeloplasti dediğimiz kapalı yöntemle iki saatlik sürede başarılı bir şekilde gerçekleştirdik” dedi. Op. Dr. Üstün bu tür darlıkların tedavi edilmemesi durumunda mesaneye idrar akımı olmadığı için böbreğin çürümesine neden olduğunu kaydederek, ileride böbreğin alınmasına kadar giden sancılı süreçlere yol açtığının altını çizdi. Op Dr. Üstün, kapalı ameliyatın açık cer-

rahiye göre avantajları olduğunu belirterek, “kapalı cerrahide iş gücü kaybı az oluyor, hasta 1 gün sonra taburcu oluyor, günlük yaşama çabuk dönüyor, 3 küçük delikten girilerek yapıldığı için ameliyat izi olmuyor. Büyük kesi olmadığı için kanama olmuyor ve enfeksiyon riski açık cerrahiye göre çok çok düşük oluyor” şeklinde konuştu. 30 yaşındaki hasta Süleyman Kısacık ise, sancı şikâyetiyle gelmiştim, oysa böbreğimin çıkışında darlık varmış, sağ olsun doktorumuz kapalı ameliyatla tedavimi gerçekleştirdi. Şuan kendimi çok iyi hissediyorum. Ameliyat denildiğinde iz kalmasından çok endişe ediyordum. Kapalı olarak yapıldığı için çok mutluyum. Başta Medical Park Hastanesi olmak üzere doktoruma, hemşirelere ve kat personellerine teşekkür ediyorum” diyerek duygularını dile getirdi. 1 gün serviste takip edilen hasta, yapılan kontrollerin ardından şifa ile taburcu edildi.

s

a

ğ

l

ı

k

79


ÖZEL SANİ KONUKOĞLU HASTANESİ’NDE “MENOPOZ” ANLATILDI Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde Halka Açık Konferanslar kapsamında Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Abdullah Göymen, “Menopoz” konusunu anlattı.

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Abdullah Göymen

M

enopozun bir hastalık olarak kabul edildiği günümüzde, kadın yumurtalık hormonları laboratuvar koşullarında üretilmektedir diyen Opr. Dr. Göymen, böylece menopozda ortaya çıkabilecek olumsuzlukların önlendiğini

80

s

a

ğ

l

ı

k

söyledi. Menopozun; son adet kanaması demek olduğunu anımsatan Opr. Dr. Göymen, “Genelde 45 yaşından sonra, genellikle 55 yaşa kadar geçen süre içinde görülen, önceleri adet kanamalarının düzensizleşmesi, daha sonraları ise kesilmesiyle biten bir dönemdir.

Menopozun belirtileri Kadınların ancak dörtte birinin menopozu, olması gereken belirtilerin dışında, başka bir rahatsızlık olmadan yaşayabildiğini ifade eden Opr. Dr. Göymen, yumurtalıklardaki hormon üretiminin azalması sonucu adet


45 yaşından önce menopoz gerçekleşirse buna kanamalarında düzensizlik ortaya çıktığını, bu hormon üretiminin azalmasıyla vücuttaki ısıyla ilgili alanlar etkilenir ve terleme, ateş basması gibi durumlar ortaya çıktığını belirtti. Menopozun en dikkat çeken belirtilerden birinin adet düzeninin bozulması ve kanama miktarı azalması olduğunu anlatan Opr. Dr. Göymen, şöyle devam etti: Östrojen hormonunun azalmasına bağlı olarak çeşitli bozukluklar da görülür. Gece terlemesi, ateş basması, çarpıntı, yüzde kızarıklıklar olabilir. Yalnız bu belirtiler bütün hastalarda olmayabilir.Zaten menopoz dönemi ilerledikçe 3-5 yıl sonra, bu belirtiler azalmaya başlamaktadır.” Menopozda psikolojik rahatsızlıkların da ön plana çıktığını, gerginlik, sinirli olma, depresyon gibi bulgular, uyku kalitesinde azalma görüldüğünü kaydeden Opr. Dr. Göymen,“Uyku kalitesi azalması derken kastedilen, uykuya dalma süresinin uzaması ve uykunun REM fazının kısalmasıdır. Bunların dışında baş ve eklem ağrısı, cinsel isteksizlik, kas ağrıları görülebilir. Bütün bu saydıklarımız menopozun klasik belirtileridir” diye konuştu. Menopozda görülen bir diğer belirtilerinlokal olarak görüldüğüne vurgu yapan Opr. Dr. Göymen,sözlerini şöyle sürdürdü: “Cinsel ilişki sırasında ağrı duyma bunlardan biri-

erken menopoz denir

dir. Çünkü bu dönemde vajenin kayganlığını sağlayan sıvı miktarı azalır. Vajenin incelmiştir ve elastikiyetini kaybetmeye başlamıştır. Bu yüzden ilişki sırasında ağrı, yanma, tahriş ve hafif kanama görülebilir. Östrojen tedavisiyle düzelebilir. Ayrıca cinsel ilişkisini sürdüren kişilerde bu bulgular daha az görülür.” Opr. Dr. Göymen, menopozun uzun dönem belirtileri hakkında şu bilgileri verdi: “Menopozun uzun dönem belirtilerinin başında ise kemik erimesi ve kalp-damar hastalıkları gelmektedir. Kadınlarda kalp-damar hastalıklarının daha geç yaşlarda görülmesinin sebebi östrojen hormonudur. Menopozdan sonra bu hormon azalacağından kalp hastalıkları riski de artmaktadır. Çünkü düşük dansiteli kolesterol (LDL) artmıştır.”

Menopoz tanısı Adet kanamasının 1 yıldır gerçekleşmiyor olması durumunda menopoz tanısının düşünülmesi gerektiğini, fakat her adet düzensizliği veya kanama olmamasının menopoz anlamına gelmediğinin altını çizen Opr. Dr. Göymen,mutlaka doktora başvurularak, ayrıntılı hormon testi yapılması gerektiğine dikkati çekti. “Saydığımız olumsuz belirtiler öst-

rojen ve progesteron hormonunun azalmasına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Yapılan tedavide bu hormonlar kullanılır ve yerine konur. Böylece hayat kalitesini olumsuz etkileyecek birçok rahatsızlık düzeltilir ya da en aza indirgenir” diyen Opr. Dr. Göymen, şunları kaydetti: “Östrojen tedavisi ağızdan ya da cilde yapıştırma yöntemi olmak üzere iki şekilde gerçekleştirilir. Bu tedaviye kalsiyum ve progesteron eklenebilir. Östrojen tedavisiyle Alzheimer hastalığı ve bağırsak kanseri görülme ihtimali azalmaktadır. Kalp damar hastalıklarının azalması sağlanır. Toplumda bilinenin aksine östrojen verilmesi rahim kanserine neden olmaz. Ağrılı ilişki, yanma, kaşıntı gibi problemler östrojen tedavisiyle 1 yıl içinde düzelir. Fakat son çalışmalar meme kanseri, pıhtılaşma bozuklukları ve karaciğer hastalığı riskini artırmaktadır.” Östrojenin verilmesi ile menopoz sonrası görülen kemik erimesi probleminin de bir ölçüde engellenmiş olduğunu belirten Opr. Dr. Göymen,bu tedaviye kalsiyum eklenince etkinin daha da arttığını sözlerine ekledi. Opr. Dr. Göymen, sunumunun ardından katılımcıların sorularını yanıtladı.

s

a

ğ

l

ı

k

81


Patisserie

n i ’ p e t n a i Gaz

i n e Y i t e z z e L

82

“Kazandıran Alışverişin Mutluluğu”

Patisserie s

a

ğ

bir l

ı

k

Hipermarket

Kuruluşudur.

0.342 323 52 00 www.winmarpatisserie.com

Mücahitler Mh. 52063 Noly Sk. No. 1/G Şehitkamil / GAZİANTEP (Medical Park ve Primer Hastanesi Yanı)


®

Markanızı korumak için Patent Marka Tescili Tasarım ve Desen Tescili Faydalı Model Barkod Hukuk Danışmanlığı Yurtdışı Tescil Belgeseli TSE ve ISO Belgesi Tel: +90 342 323 83 28

BİZİMLE

TeleFax: +90 342 324 83 28

karar verin !

Gsm: +90 532 491 05 12

Adres: İncilipınar Mah. Gazimuhtarpaşa Bulvarı Halı Sarayı Kat:1 No:81 Şehitkamil - GAZİANTEP e-mail: cihanpatent@hotmail.com

s

a

ğ

l

ı

k

83


BÖBREK TAŞI ERKEKLERİ ÜÇ KAT FAZLA ETKİLİYOR Diyet, yaşam tarzı, enfeksiyonel hastalıklar ve az su tüketmek gibi nedenlerle ortaya çıkan böbrek taşı sorunu Türkiye’de bir çok kişiyi etkiliyor.

İ

drardaki kristallerin birikmesi ve çökmesi sonucu oluşan böbrek taşının özellikle erkekleri tehdit ettiğini söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Nazmi Yalçın İlker, böbrek taşlarına 30 – 40 yaş arası erkeklerde, kadınlara göre üç kat fazla rastlandığını söyledi. Dünya genelinde bir insanın hayatı boyunca böbreğinde taş oluşma riski yüzde 12 iken, ülkemizde bu oran Ankara, İzmir ve İstanbul’da yüzde 11, Güneydoğu Anadolu’da ise yüzde 30 olarak gözlemleniyor. Böbrek taşının en sık 20 – 40 yaşları arasında görüldüğünü anlatan Anadolu Sağlık Merkezi Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Nazmi Yalçın İlker, hastalığın tedavisinde ilk etapta cerrahi dışı yöntemlerin tercih edildiğini söyledi. Prof. Dr. İlker, ‘’Bulgular cerrahiyi gerektiriyorsa, seçim genellikle kapalı yöntemden yana kullanılır’’ dedi. Böbrek taşının idrar tahlili ve görüntüleme yöntemleriyle teşhis edilebileceğini ifade eden Prof. Dr. İlker, 6 mm’den büyük taşların mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini söyledi.

Bol su içmek taş oluşumunu engelliyor Altı milimetreden ufak taşların çoğunun tedavi edilmeden kendiliğinden düştüğünü söyleyen Prof. Dr. İlker, taşın cinsine göre yapılan diyetlerin de bu sorundan korunmada yararlı

84

s

a

ğ

l

ı

k

olduğunu ifade etti. Her taşın cinsine göre beslenme kurallarının farklılık gösterdiğini belirten Prof. Dr. İlker, “Türkiye’de en sık görülen kalsiyum oksalat taşlarında sanılanın aksine kalsiyumu azaltmak değil, kalsiyum dengeli alıp, oksalat’ın idrardan atılımını azaltmak gerekir’’ dedi. Fiziksel aktivitede bulunmanın taş oluşumunu azalttığını vurgulayan Prof. Dr. İlker, bol su içmenin ve beslenme biçimine dikkat etmenin böbrek taşı oluşumunun önüne geçebileceğini belirtti.

Erkekler riskli grupta Günümüzde böbrek taşlarının tedavisinde açık cerrahinin yerinin neredeyse kalmadığını anlatan Prof. Dr. İlker, “Yalnızca çok büyük böbreği tamamen dolduran taşlarda açık cerrahi kullanılabilir” dedi. Börek taşlarına 30 – 40 yaş arası erkeklerde, kadınlara göre üç kat fazla rastlandığını söyleyen Prof. Dr. İlker, tedavi edilse de günde en iki litre su içmek başta olmak üzere, gerekli önlemler alınmadığında taşların tekrar edebileceğini vurguladı. Tedavi seçeneklerinin dışarıdan şok dalgalarıyla taşın kırılması ve cerrahi yöntemler olarak iki ana gruba ayrıldığını anlatan Prof. Dr. İlker, seçilecek yönteme taşın yerine, büyüklüğüne ve cinsine göre karar verildiğini ifade etti.


Kalbi insan hayatı için atan Tüm sağlık çalışanlarının 14 Mart Tıp Bayramı’nı Kutluyoruz

GAZİANTEP HASTANESİ

s

a

ğ

l

ı

k

85


Dilmun B i reys e l G e l i ş i m

Y

aşam Çiçeğinin desenleri evrendeki her şeyi oluşturan kutsal oranların çıkış noktasıdır. Aslında çember değil küredir. Kutsal geometriyle bağdaştırılır. Semavi dinlerin hepsinde kullanılmıştır. Bu kutsal geometri, kendimizin ve evrenin gerçeğine ulaşmakta bize yardımcı olur. Yaşam Çiçeğinin çizimi sadece Mısır’ da değil, dünyanın her tarafında bulunur. Bu çizim İrlanda’ da, Türkiye’ de, İngiltere’ de, İsrail’ de, Çin’ de, Tibet’ te, Hindistan’ da, Japonya’ da her yerde bulunur. Dünyanın her yerinde de adı aynıdır: Yaşam Çiçeği. Evrende başka yerlerde adı değişiktir. İki temel isim Sessizliğin Dili ve Işığın Dili

86

s

a

ğ

l

ı

k

olarak tercüme edilebilir. Bütün dillerin kaynağıdır. Evrenin öncelikli dilidir: Saf şekil ve orantı. Yaşam Çiçeğine çiçek denilmesinin nedeni sadece çiçeğe benzemesinden değil meyve ağacının evrelerini temsil etmesinden dolayıdır da. En dış çember dahil, iç içe gecmis 20 cemberden olusur ve herseyin sırrını icinde sakladığına inanılır. Resimlerde görülen şekiller kürenin iki boyuta indirgenmis halidir. Üç boyutlu olarak hatta çok boyutlu olarak düşünülmelidir. Yaşam çiçeği içinde platon’nun 5 cismini ve metatron’un kübü’nü barındırır. O şekiller de tüm varoluşu inşa ederler. Dünyanın çok farklı coğrafyalarındaki (güney amerika, anadolu, ortadoğu, mısır,

Bu kolyeyi temin etmek isterseniz

Tel : 0 342 220 65 00 bilgi@dilmun.com.tr asya, uzak asya, afrika) arkeolojik çalışmalarda örneklerine raslanmıştır. Türkiye’de, Burdur müzesinde bir lahit kapağında, Manisa müzesinde, Hacıbektaş-ı Veli türbesinde bir çeşmenin üstünde ve Efes antik kentinde Yaşam Çiçeği sembolleri mevcuttur. Evrenin ve yaşamın tüm kodunun ve başlangıcının bu sembolde gizli olduğuna inanılmakta. Drunvalo Melchizedek “yaşam çiçeğinin unutulmuş sırrı” isimli kitabında bu sembolün Atlantis zamanında bilindiğini ve Atlantis’in çöküşüyle unutulmaması için Mısır’a taşındığını söylemektedir. Ayrıca Da Vinci’nin de sembolü kullandığını anlatır. Gaziantep’te bir kazıda sembole tekrar raslanmıştır.


s

a

ğ

l

ı

k

87


88

s

a

ğ

l

ı

k


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.