s
Sayı 4
a
Mart - Nisan 2014
ğ
l
ı
k
AMELİYATSIZ
YÜZ ve BOYUN GERME
www.iconova.com.tr
Gaziantep’in 7 Harikası Dillere destan mutfağı, tarihi, turizmi, sanayisi, girişimciliği ve üretken insanıyla adından söz ettiren Gaziantep’in eşsiz özelliklerine bir yenisi ekleniyor… ICONOVA. 7 kuleden oluşan bu olağanüstü proje Gaziantep’in yeni simgesi olacak. Bu harika kulelerin gizemini çözmeye hazır mısınız?
Hayaliniz, Hayalimiz
iconova27
2
s
a
ğ
l
444 7 127 ı
k
Pancarlı Mah. Ali Şir Nevai Cad. No:14 Şehitkamil / GAZİANTEP
s
a
ğ
l
ı
k
3
İçindekiler
34 66 GTO’dan Hijyen Eğitimi…
38
INDEX
Kalbinizi koruma altına alın!
11
Gebelik ve doğum mucizesi !
16
Bahar yorgunluğu da neymiş !
18
Selülitsiz bir yaza merhaba!
20
Sev amerikan hastanesi ile hayata döndü...
21
Türkiye’nin sağlık okur-yazarlığı haritası çıkarılıyor
22
Tam-med 20 yaşında
23
Çocuğunuz üstün zekalı mı?
24
Tuzsuz aşım ağrısız başım
27
Akıllı telefonlar ile göz muayenenizi kendiniz yapabilirsiniz
29
Atlas halı çocuk serileriyle hellobaby mağazalarında !
31
Bakanlıktan obeziteye karşı eğitim atağı
32
Kadınlarda sık görülen bir sorun; kansızlık
33
Sağlıklı ve aç kalmadan nasıl zayıflanır ?
34
Kan basıncını bir haftada kontrol altına almak mümkün
39
7’den 70’e hangi yaşta ne yemeli?
40
Sağlık ağızdan başlar
42
Diş ağrısı tarih oluyor
45
Botoksu şimdi yaptırın yazı terlemeden atlatın
46
Gaziantep sev amerikan hastanesi’nin diyabet kliniği yenilendi
48
Öfkenizi hayvanlardan çıkarmayın!
52
Çocuğa yaklaşım biçimi ve kurgulanan dil önemlidir
54
Gebelikte depresyon düşük riskini arttırıyor
55
Sağlığınızı CHECK Edin
30
Estetiğin yeni keşfi: Mikrobotoks
82
Daima Genç Kalmak Artık Hayal Değil !
70
INDEX
İçindekiler Özel Sani Konukoğlu Hastanesi organ nakliyle hayata bağladı
56
Dünyadan ve Türkiye’den uzmanlar diyabete çözüm aradı
58
Duygusal ve zihinsel detoks için altın değerinde 5 tüyo!
65
Bel ağrısından korunmanın 11 yolu
68
“Fit In Time” Artık Gaziantep’te !
73
“Hemşireliğin görünmeyen yüzü, bakım”
76
Gaziantep 112’ye taze kan…
79
Balat’tan jeotermal tedavi müjdesi
80
Dünyagöz Gaziantep hastanesi inşaatı başladı
81
Annelik hem kadını hem çocuğu geliştiriyor
84
Hemşirelik bir sanattır
87
Evlilik ve evlilik sorunları
88
Çölyak hayatınıza engel değil…
91
Hangi kırışıklıkta dolgu, hangisinde botoks uygulanmalı?
92
12 bin yil öncesinden haber var !
94
“Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu”
98
Primer sağlıkta atak yapiyor
100
Reşha’dan bir ilk daha
101
Önce güvenlik, sonra iş !
102
Aşık değilken de kalbinizi hatırlayın
108
Kozmik Enerji Şifası Hakkında Bilinmeyenler!
62
Safra Taşı Deyip Geçmeyin !
30
93 11 102
Şef Sercan Sağlık’dan Farklı Lezzetler..
107
Astım Nedir?
74
s
a
ğ
l
ı
k
İMTİYAZ SAHİBİ VE SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Mezine SIRAKAYA GENEL YAYIN YÖNETMENİ Pelin KAPLAN EDİTÖR Deniz YEMİŞENLİOĞLU DİZGİ TASARIM Atakan CEHRİ HALKLA İLİŞKİLER Batuhan CEHRİ HUKUK DANIŞMANI Av. Yaşar SAĞLAM Av. M. Yılmaz ÇELİK Av. M. Buğra AYBERK YAYIN KURULU Dr. Cengiz BAYRAM Opr.Dr. Barış DEMİRİZ Dr. Ulaş YANIK Prof.Dr. Hakkı KAZAZ YÖNETİM YERİ
a j a n s Narkoz Haber Gazetesi Balıklı Durağı Karşısı Balıklı İş Merkezi Kat: 3 No: 6 BASKI İncilipınar Mah. 36006 Nolu Cd. No: 21 Ekip İş Merkezi Altı Şehitkamil / Gaziantep Telefon: 0 (342) 215 04 00 e-posta: info@ebatofset.com
Dergide yayınlanan tüm reklam tasarım ve haber metinleri Başak Ajans’a aittir.. İzinsiz alıntı yapılıp çoğaltılamaz. Dergide yer alan köşe yazılarından, köşe yazarları sorumludur. narkozhaber@hotmail.com narkozhaber@mynet.com www.narkozgazetesi.com Sayı: 4 Yıl: 1 Yerel Süreli Yayın Narkoz Haber Gazetesi ücretsiz ekidir. 0 539 247 96 18 0 342 232 42 43
Çocuklarımızın beslenme alışkanlığı Beslenme uzmanları ve konusunda uzman birçok isim, “beslenme alışkanlığı küçük yaşta başlar ”sözünü sarf eder. Bende üç çocuk büyütmüş bir anne olarak yıllarca okullarda işletilen kantinlerden tutunda TV’ler de yayınlanan gıda reklamlarının yanlışlığını sürekli olarak eleştirdim. Okul kantinlerinin gıda denetimlerinin Tarım İl Müdürlüklerinde, hijyen ve sağlık denetim yetkisinin İl Sağlık Müdürlüğünde olması okul idaresi veya okulda kurulan denetim komisyonlarının etkisini azaltmış, kiralama usulü ile işletilen bazı kantinler ucuz ürünler satarak öğrencilerin sağlığı ile oynamaktan hiç kaçınmamışlardır. Kızartma yağlarının defalarca kullanılması, tost için bayat ve bazen küflenen ekmeklerin kullanılması, yeterince hijyen ortamın olmaması ve buna benzeyen birçok faktör çocuklarımızın sağlığını tehdit etmeye devam etmektedir. Bu sorununun ekonomik boyutu da dikkate alınarak okul kantinleri yönetmeliği üzerinde çalışmalar yapılarak Silahlı Kuvvetler ve Emniyet Teşkilatı bünyesinde olan kantinlere tanınan ayrıcalık ve mali istisnalardan sadece okul kantinleri olacak şekilde KDV ve bazı diğer mali yükümlülükler ile ilgili İstisna ve muafiyetlerin tanınması için girişimlerde bulunulması belki kantinlerin daha sağlıklı çalışmasına bir teşvik olabilir. BAKANLIK DENETİM YAPIYOR ANCAK! Bakanlık 2013-2014 eğitim-öğretim yılı güz döneminde, 16 Eylül 2013 - 10 Şubat 2014 tarihleri arasında okul kantinlerinde 11 bin 840 denetim gerçekleştirdiğini yaptığı yazılı bir açıklama ile kamuoyu ile paylaşmıştı. Bakanlık yaptığı denetimlerde bozulmuş, kokuşmuş, ambalajı ürüne zarar verecek şekilde hasar görmüş, son tüketim tarihi geçmiş ürünleri satan ve kayıtsız faaliyet gösteren toplam 45 okul kantinine 5996 sayılı kanunun ilgili maddeleri gereğince çeşitli
Mezine SIRAKAYA idari para cezaları vermiş. Görülüyor ki cezalar sadece maddi cezalarla sınırlı kalmış. Peki bu ürünlerin kantinlere geliş aşamasına kadar oluşan süreçte bu firmalar neden yeteri kadar denetlenmiyor suç sadece bu ürünleri satan kantincilerin mi? Mesela markasını bilmediğimiz bir meyve suyu…yine markasını bilmediğimiz ucuz kek markaları vb….Meselenin özü de burada başlıyor… Özellikle bu konuda annelerinde çok büyük sorumlulukları var. Çocuğunuzun beslenme çantasına ucuz meyve suları ve ucuz kek koyarak çocuğunuzun sağlığını koruyamazsınız. Ülkemizde sağlıklı beslenme konusunda birçok proje yapılmasına rağmen çocuklarımızın sağlına bakınca bu projelerin çokta işe yaramadığı gözleniyor. Önce ailede daha sonrada okullarda olmak üzere sağlıklı beslenme ve kişisel bakım alışkanlıklarını arttırmanın yolları aranmalı bu konuda aileler bilinçlendirilmelidir. Doktorların zararlı dediği bazı içeceklerin ve yiyeceklerin reklamları TV’ler de özendirici bir şekilde defalarca yayınlanmaktadır. Bu açıdan baktığınız zaman da ülkemiz ve dünya bu konuda da sermaye ve sağlıklı yaşam arasında çelişki yaşamaktadır. Narkoz Sağlık Dergisi olarak yoğun bir mesai sarf eden hemşirelerimiz ve bizim için önemli bir yeri olan ebelerimizin gününü tekrar kutluyor, herkese sağlıklı ve mutlu günler diliyorum…
1879’dan Bu Güne...
7
Sağlığımıza Emek Veren Kıymetli Ebelerimiz, Hemşirelerimiz; Sizler, insanımızın acısını dindirmek, bir bebeğin dünyaya gelmesine yardımcı olmak, hastasının ve sevenlerinin yüzünü güldürmek, umutlarını sevince dönüştürebilmek gibi büyük ve kutsal bir görevi yerine getiren bir mesleğin mensuplarısınız. Hastalarımız sağlık hizmeti alırken, sizlerle daha sıcak bir yakınlık kurar, en mahrem sırlarını yalnızca sizlerle paylaşır, hastalık zamanlarının ıstırap ve acısını azaltacak özeni, bakımı ve teselliyi herkesten çok sizlerden bekler. Bu sebeple sizlerin sağlık hizmetlerine sağladığınız katkı vazgeçilemez hatta paha biçilemez niteliktedir. Bakanlık olarak, siz değerli hemşire ve ebelerimizin çalışma koşullarını ve özlük haklarını iyileştirmek, gelir seviyelerini ve hayat standartlarını yükseltmek, sağlık sistemimiz içinde hak ettikleri saygıyı ve itibarı görmelerini sağlamak, mesleki yeterliliklerini ve sunulan hizmetlerin kalitesini artırmak adına, pek çok önemli çalışma yürütüyoruz. Bu konularda, ideal noktayı yakalayana dekçalışmalarımızı sürdüreceğiz. Sağlıkta Dönüşüm Programıyla gelişmiş ülkelerin sağlık standartlarını yakalayan çok başarılı bir reform süreci geçirdik. Hastanelerimizi, teknolojimizi büyük ölçüde yeniledik. Sağlık eğitimi ve istihdam konusunda da geçmişe oranla önemli gelişmeler kaydettik. Hemşire istihdamında gerisinde olduğumuz AB ülkeleri düzeyine ulaşma gayreti içerisindeyiz. Bizim insanımızın AB vatandaşları gibi modern sağlık hizmetlerine ulaşması konusunda verdiğimiz çaba aşikardır. Aynı şekilde bizim sağlık çalışanlarımız da AB ülkelerindeki meslektaşları gibi çağdaş bir çalışma standardını hak ediyor. Bunun için gereken her adımı atıyoruz. Aldığımız tedbirlerin birkaç yıl içinde sonuç vermesini ve hemşire ve ebe açığının önemli ölçüde kapanmasını bekliyoruz. Bu duygu ve düşüncelerle; hemşirelik ve ebelik mesleğine emek ve gönül vermiş siz değerli arkadaşlarımın bu güzel gününüzü kutluyor, sizlere halkımız adına şükranlarımı sunuyorum. Dr. Mehmet Müezzinoğlu Sağlık Bakanı
10
s
a
ğ
l
ı
k
Kalbinizi Koruma Altına Alın! Gaziantep Sağlık Müdürü Prof.Dr.Metin KARAKÖK kalp haftası dolayısıyla yayınladığı mesajında önlenebilir risk faktörleriyle kalbin koruma altına alınarak olası kalp damar hastalıklarının ortaya çıkması ve ilerlemesinin önüne geçilebileceğini vurguladı. Günümüzde kalp sağlığının daha iyi anlaşılması, tanı yöntemlerindeki gelişmeler ve tedavi edici modellerdeki ilerlemelere rağmen dünyada ve Türkiye’de ölüm nedenlerinin başında hala kalp ve damar hastalıklarının geldiğini belirten KARAKÖK; çeşitli farkındalık günleri oluşturularak dikkat çekilmeye çalışılan sağlık sorunlarından biri ve en önemli ölüm nedeni arasında yerini almaya devam eden kalp damar hastalıklarının, koruyucu bir takım önlemler ile önüne geçilebilecekken maalesef ki toplum olarak hala bunun farkına varılmadığının altını çizdi. Karakök; “Yaş, cins, aile öyküsü gibi değiştirilemez risk faktörlerinden çok, değiştirebilir risk faktörlerinin önüne geçebilmek kalp damar hastalıklarından korunmanın en önemli yöntemlerinden biridir. Kalp damar hastalıkları, soğuk algınlığı, grip gibi geçici ve iyileştiği zaman arkasında iz bırakmayan hastalıklar değildir. Hastalık geliştiği zaman devamlı ilerlemeye ve problem çıkarmaya eğilimlidir. Bu nedenle bu risk faktörleriyle mücadele, hastalığın ortaya çıkışını önlemesi, hastalık gelişenlerde ise hastalığın ilerleme hızının yavaşlatılması hatta durdurulmasını sağladığından dolayı son derece önemlidir. Dolayısıyla kalp damar hastalıkları ile mücadele, değiştirilebilir risk faktörleriyle mücadele demektir. Değiştirilebilir risk faktörleriyle mücadele çok önemlidir. Risk faktörlerinden; yaş, cins ve aile öyküsünü değiştirmek mümkün değilken, diğer faktörlerle mücadele edilmesi bizim elimizdedir. Doktorunuz size bu konuda yol gösterecektir. Sigara mutlaka bırakılmalı, hipertansiyon kontrol altına alınmalı, şeker hastalığında şeker normal sınırlarda tutulmalı, egzersiz yapılmalı, kolesterol yüksekliğinde ise
mutlaka diyet yapılmalı, ayrıca doktorunuz ilaç öneriyorsa kullanılmalıdır.” dedi. KALP SAĞLIĞINIZ İÇİN; Sigarayı mutlaka bırakın! Eğer sigara içiyorsanız, kalbiniz, aileniz ve ülkeniz için sigarayı bırakın. Sigara, koroner kalp hastalıklarını hızlandırıcı faktörlerin en önemlilerindendir. Ayrıca direkt olarak akciğeri etkilediği için kalp ameliyatı olan hastalarda da ameliyat sonrası ciddi sorunlara neden olmaktadır. Beslenme alışkanlıklarınızı değiştirin! Sağlıklı beslenme konusunda kesin karanınızı verin. Çoğunlukla sebze ve meyveye dayalı, tuz tüketiminin az olduğu, kolesterolden uzak bir diyet uygulayın. Bu konuda sadece güvenilir kaynakların bilgilerine itibar edin. Hareketsiz Yaşamdan Uzak Durun! Günümüzde toplumun fiziksel aktivite konusunda bilgi düzeyinin yetersiz olması, fiziksel aktivitenin sağlık için öneminin yeterince anlaşılamaması ve giderek daha hareketsiz bir yaşam tarzının benimsenmesi, toplumda obezite, kalp-damar hastalıkları, hipertansiyon, diyabet, osteoporoz gibi kronik hastalıkların görülme sıklığını artıran önemli nedenlerden biri olmuştur. Toplumun büyük bir çoğunluğunda fiziksel aktivite, “spor” kelimesi ile eşanlamlı olarak algılanmaktadır. Oysa fiziksel aktivite, günlük yaşam içinde kas ve eklemlerin kullanılarak enerji harcaması ile gerçekleşen, kalp ve solunum hızını artıran ve farklı şiddetlerde yorgunlukla sonuçlanan aktiviteler olarak tanımlanmaktadır. Bu kapsamda spor aktivitelerinin yanısıra
egzersiz, oyun ve gün içinde yapılan çeşitli aktiviteler de fiziksel aktivite olarak kabul edilmektedir. Bakanlığımızca bedensel, zihinsel ve ruhsal sağlık için fiziksel aktivitenin önemi konusunda toplumun bilgi düzeyinin arttırılması ve bireylere düzenli fiziksel aktivite alışkanlığının kazandırılması amacıyla “Toplumun Fiziksel Aktivite Konusunda Bilinçlendirilmesi” programı yürütülmektedir. Lütfen bu programlara hep birlikte uyalım. Stresten mümkün olduğunca uzak durun! Günlük hayatın stresi ve sıkıntısından kendinizi olabildiğince soyutlayın. Daha barışçı, daha uyumlu, daha huzurlu bir yaşam tarzı benimseyin. Önlenebilir risk faktörleriyle kalbin koruma altına alınması gerektiğini, aksi takdirde bu risk faktörlerinin birkaçının bir araya gelmesi halinde kalp krizi geçirme olasılığının arttığını vurgulayan KARAKÖK; koruyucu hekimlik dalındaki gelişmeler arttıkça insanlar bu risk faktörlerinden daha bilinçli bir şekilde haberdar olacaklar ve insanların bu hastalığa yakalanma yüzdeleri azalacaktır diye umut ediyorum diyerek Kalp Haftasında farkındalık yaratarak kalbimizi koruyalım dedi.
s
a
ğ
l
ı
k
11
SINIRSIZ SAĞLIK’ ‘SINIRSIZ SAĞLIK’ için ‘KITALARIN BULUŞTUĞU YER’ de Buluşalım Sağlık turizminden yararlanmak isteyenler artık sağlık sorunlarını çözerken, yalnızca kendi ülkelerindeki doktorları ya da fiyatları değil; en iyi çözüm ve en iyi fiyat seçeneklerini değerlendirerek hareket ediyor. Bireylerin doğal kaynaklardan, medikal hizmetlerden, turistik tesislerden; sağlık ve dinlenme ihtiyaçlarını karşılayarak; sıhhatini korumak, şifa bulmak ve tedavi olmak amacıyla aldıkları hizmetlerin tamamı Eurasia Health Tourism Expo&Congress’de olacak. Eurasia Health Tourism Expo&Congress, 23-25 Ekim tarihleri arasında İstanbul Fuar Merkezi’nde 2. kez gerçekleştirilecektir. Toplam üç salonda gerçekleştirilecek olan fuarda; Özel hastaneler, kamu ve Üniversite hastaneleri, Diş ve Çene Cerrahisi Merkezleri, Göz Hastaneleri, Tüp Bebek Hastaneleri ve Merkezleri, Saç Ekim Klinik ve Merkezleri, Plastik Cerrahi ve Estetik Klinikleri, Fizik Tedavi ve Rehabili-
tasyon Merkezleri, Alternatif Tıp Merkezleri, İleri Yaş (Geriatri ) ve Engelli Klinik ve Merkezleri, Sağlık Turizmi Seyahat Acenteleri, Sağlık Turizmi Yatırım ve Aracı Kurumları, Termal Sağlık, Kür ve Thalasso Merkezleri, Spa&Wellness Merkezleri, Medikal Firmaları, Sektörel Dernekler ve Kurumlar yer alacaktır. 100 farklı ülkeden 345 kişilik alım heyeti fuara katılacaktır. Alım heyeti; Sağlık Bakanlıkları yetkilileri, Uluslararası sağlık turizmi aracı kurumları – Acenteler, Uluslararası hizmet alımı yapan çok uluslu şirket yetkilileri, ülkesinde ve kurumunda yurt dışı hasta tedavisi yönlendirmeleri yapan doktorlar, hastane ve klinik sahiplerinden oluşmaktadır. Fuar katılımcıları ve alım heyeti, birebir / B2B görüşmeler yaparak, dünya sağlık turizmi pazarına değer katacak, önemli işbirliği başlangıçları ve anlaşmalarına imzalar atacaklardır.
Eurasia Health Tourism Expo&Congress’e katılarak, Sağlık Turizmi’nin gelişimi ve geleceğinde rol sahibi olmak isteyenler web sitesinden detaylı bilgi edinebilirler. www.eurasiahealthtourism.com iletişim: info@eurasiahealthtourism.com
12
s
a
ğ
l
ı
k
s
a
ğ
l
ı
k
13
14
s
a
ğ
l
ı
k
s
a
ğ
l
ı
k
15
Gebelik ve Doğum Mucizesi !
Dr. Simla Okumuşoğlu Karaca TOBB ETÜ Hastanesi Kadın ve Doğum Hastalıkları Uzmanı
Normal Doğum Nedir? Normal doğumu gebeliğin 38-42’nci hafta arasında başlayan sancılar ile başı önde olan bebeğin kendisi ve annesine zarar vermeden vajina yoluyla anne bedeninden ayrılması olarak tanımlayan Dr. Simla Okumuşoğlu Karaca, doğum sonrası plesanta ve zarlarından kendiliğinden rahimden dışarı atıldığını söyledi. Dr. Karaca, doğum anında bebeğin daha rahat çıkabilmesi için çeşitli manevralar ve pizyotomi denilen kesi uygulanabileceğini belirtti. BEN DE YAPABİLİR MİYİM? Anne adaylarının hemen hepsinin merak ettiği “ben de normal doğum yapabilir miyim?” sorusunu yanıtlayan Dr. Simla Okumuşoğlu Karaca, “Genel olarak eğer bebeğin geliş anomalisi ve annenin pelvisi arasında uyumsuzluk yoksa, bebek kalp atımları normal seyrindeyse, anne ve be16
s
a
ğ
l
ı
k
Gebelik ve doğum insan hayatındaki en büyük mucizelerden biri! Bekleyiş sürecini sağlıkla atlatıp bebeklerine kavuşmak isteyen anne-baba adaylarının mutluluk ve heyecanlarına zaman zaman endişe ve sorular eşlik eder. Bu sorulardan biri de doğum şeklinin nasıl olacağıdır. TOBB ETÜ Hastanesi Kadın ve Doğum Hastalıkları Uzmanı Dr. Simla Okumuşoğlu Karaca, özellikle anne adaylarını yakından ilgilendiren normal doğum süreciyle ilgili önemli bilgiler paylaştı.
bek için hayati risk taşıyan kalp hastalığı, kanama, kordon sarkması gibi durumlar söz konusu değilse, kilosu normal sınırlar içerisinde bir bebekse normal doğum planlanabilir” dedi. Normal doğumun sakıncalarına da değinen Dr. Karaca, sözlerine şöyle devam etti; “Kalça kemiği doğum yapamayacak kadar dar olan veya bebeğin başıyla kemik pelvis arasında uyumsuzluk olan gebelerde, ters geliş, yan duruş gibi bebeğin rahim içindeki duruş bozukluklarında, ikiz ve üçüz gibi çoğul gebeliklerde, bebeğin iri veya prematüre olduğu durumlarda, gebelik zehirlenmesi olarak da bilinen preeklampsi, eklampsi gibi yüksek tansiyon durumlarında, iri bebek olması durumunda (özellikle şeker hastalığı sonucu), plasentanın (bebeğin eşi) rahim ağzını kapadığı veya doğumdan önce yerinden erken ayrıldığı ve şiddetli kanamaya yol açabilecek durumlarda, yüksek myopiye eşlik eden periferik retina incelmesi varsa ve hasta daha önce retina yırtığı veya
retina dekolmanı geçirmişse, bebeğin sıkıntıda olduğunu gösteren ve acil müdahale gereken her türlü durumda (kalp atışlarının bozulması, kordon sarkması vs..) normal doğum sakıncalı olabilir.” SEZARYEN BİR AMELİYATTIR Sezaryen ve normal doğumun birbirlerinden farklı doğum yöntemleri olduğunu ifade eden Dr. Karaca, “Her doğum şeklinin kendine has, avantaj ve dezavantajları vardır. Bilinmesi gereken; sezaryenin normal doğuma alternatif olmadığı, anne ve bebek açısından ancak tıbbi olarak gerekli durumlarda tercih edilebilecek bir ‘ameliyat’ olduğudur” diye konuştu. Normal doğumun doğal ve fizyolojik bir süreç olduğunu anlatan Dr. Karaca, doğum sonrası annenin kısa sürede normal yaşantısına dönebildiğini ve günlük aktivitelerine başlayabildiğini söyledi. Normal doğumun avantajları yanında dezavantajları da olduğuna
dikkat çeken Dr. Karaca, anne adaylarına yol gösterecek, merak ettikleri birçok soruya yanıt olacak bilgileri maddeler halinde sıraladı. Normal Doğumun Avantajları - Anne, normal doğum sonrası birkaç saat içinde istediği her şeyi yiyebilir, bebeğinin bakımlarını yapabilir ve bebeğini emzirebilir. - Anne-bebek arasında ilişki ve iletişim daha kolay ve hızlı kurulabilir. Bu durum bebeğin anneye bağlanması ve gelişimi açısından çok önemlidir. - Normal doğum yapan annenin rahminde hasar ve kesi olmadığından gebelik sayısı sınırlaması söz konusu değildir. İleriki hayatında geçirebileceği karın ameliyatları için bir risk taşımaz. - Normal doğum sonrası taburcu süresi çok daha kısa olduğundan hastaneden geçebilecek enfeksiyonlara maruziyet süresi daha azdır. Bu, hem sağlık açısından hem maddi açıdan önemlidir. - Normal doğumda sezaryene göre “doğum sırasında anne ölüm oranı” daha azdır. - Normal doğumda doğum sonrası enfeksiyon, kanama, ağrı gibi durumlar sezaryene göre daha azdır. - Normal doğumla dünyaya gelen bebekler sezaryen ile doğanlara göre yoğun bakıma daha az alınırlar. (Ancak bu durum genellikle riskli doğumların sezaryenle gerçekleşmesinden kaynaklanabilir.)
- Normal doğum ile dünyaya gelen bebekler doğum kanalından geçerken baskıya uğradığından akciğerlerdeki amniyon mayii dışarı daha kolay atılabilir. Bu nedenle solunum sıkıntısı gelişme riski daha azdır. - Normal doğum ile doğan bebeklerin anne memesine tutunma, emme gibi becerilerinin daha iyi olduğu gözlemlenmiştir. Normal Doğumun Dezavantajları - Doğum herhangi bir gün, günün herhangi bir saatinde başlayabilir. Önceden doğum tarihi ve zamanını ayarlamak mümkün değildir. - Doğum eyleminin gidişatına göre veya doğum anında bazı sıkıntılar oluşabileceğinden (doğum eylemi yavaşlayabilir, durabilir, anne karnındaki bebek sıkıntıya düşebilir) ani bir karar ile sezaryene geçiş yapılabilir. Çünkü doğum anının uzaması anne karnındaki bebeğin oksijensiz kalmasına yol açabilir ve doğduktan sonra bebeğin beyin gelişiminde fonksiyon geriliği yaşanabilir. - Doğum anında vajinada zedelenme, yırtılma olabilir. Bu zedelenme veya yırtılmalar nedeniyle doğum sonrasında dışkı tutamama gibi sıkıntılar izlenebilir. - Doğum sonrası dikiş (epizyotomi) bölgesinde enfeksiyon, kan birikmesi ve açılma izlenebilir. Hasta bir süre rahat oturamayabilir. - Normal doğuma bağlı olarak zaman içinde mesane sarkması, idrar kaçır-
ma gibi problemler izlenebilir. - Nadiren de olsa bebeğin doğum kanalında sıkışması, doğum travması, omuz takılması gibi istenmeyen haller yetersiz oksijenlenmeye veya sinir hasarına bağlı durumlar gözlenebilir. Anne Adaylarının Çekinceleri Anne adaylarının normal doğumla ilgili yakınları ve arkadaşlarının tecrübelerinden etkilendiğini ve bebekle ilgili doğabilecek problemlerden çekindiğini vurgulayan Dr. Karaca, sözlerine şöyle devam etti; “Doğum esnasında hissedilen ağrı, epizyotomi ihtimali(doğumda vajina girişine yapılan kesi) ve hekimle diyalog kuramama anne adaylarının çekinceleri arasında yer alıyor. Bütün bu durumlar göz önüne alındığında gebeliğin ilk gününden itibaren anne adayları normal doğum hakkında bilgilendirilerek akıllarında kalan soru işaretleri giderilmeli, normal doğuma yardımcı olabilecek egzersizlere katılım için teşvik edilmelidir. Günümüzde anestezi alanında doğum sancılarını gidermede epidural analjezi gibi oldukça etkili yöntemler olduğu paylaşılmalı, gerektiğinde anne adayları bu konuyla ilgili olarak anestezi uzmanlarına yönlendirilmelidir. Normal doğumun doğal ve fizyolojik olduğu, sezaryen ile doğum yönteminin ancak anne ve bebek açısından gelişebilecek tıbbi zorunluluklar nedeniyle tercih edilebileceği belirtilmelidir.” s
a
ğ
l
ı
k
17
Bahar Yorgunluğu da Neymiş ! Bahar ayları, doğa ve metabolizmanın uyanışı kimileri için enerji kaynağı olurken kimileri için ciddi bir yorgunluk sebebi olabiliyor. Son günlerde sürekli uykulu, yorgun ve halsizseniz beslenme ve yaşam tarzınızda yapacağınız değişikliklerle enerjinizi geri kazanabilirsiniz. Liv Hospital Beslenme ve Diyet Uzmanı Sanem Apa bahar yorgunluğuyla başa çıkmanın püf noktalarını anlattı. 18
s
a
ğ
l
ı
k
Sanem Apa Liv Hospital Beslenme ve Diyet Uzmanı
Bahar yorgunluğu ile başa çıkmanın en önemli yolu iyi ve dengeli beslenmeden geçiyor. Bol bol su içmek, sebze ve meyve tüketimini artırmak, akşam öğünlerinde az yağlı, hafif beslenmek, kahve, çay, kola, kakao gibi kafeinli içeceklerden uzak durmak enerjinizi yerine getirecek.
Az ama sık yiyin performansı için en önemli öğün olan kahvaltıyı kesinlikle * Beyin atlamayın. Az az, sık sık yemek yemeği tercih edin. tüketiyorsanız C vitamini alımınızı içmeyen birine göre 2 * Sigara kat daha fazla olacak şekilde ayarlayın.
rafine edilmiş besinler yerine tam buğday, çavdar, kepek * Beyaz gibi rafine edilmemiş tahılları tercih edebilirsiniz. * Öğünlerinizin protein, karbonhidrat ve sebze açısından dengeli olmasına özen gösterin.
Hayat tarzınızda değişiklik yapın yatmadan önce ve sabah kalkınca odanızı mutlaka havalandırın. * Akşam Oksijen sizi daha enerjik kılabilir.
7- 8 saat uyumanın önemini unutmayın. * Günde Haftada 3 gün açık havada yapacağınız tempolu yürüyüş hem kilo kontrolünü * sağlar hem de yorgunluğa karşı korur. zaman geçirmek ve dostlarla sohbet rahatlatıcı etki gösterecektir. * Ailenizle Sabahları ılık bir duş almak dinçleştirici bir etki yapar.
Beslenmenize dikkat edin 2.5- 3 litre su tüketmelisiniz. * Günde Bahar yorgunluğundan korunmak için bağışıklık sisteminizi güçlendirecek besinlere beslenmenizde özellikle yer verin. * Bağışıklık sisteminizi güçlendirebilecek başında prebiyotik yoğurtları sayabiliriz. * Bitkisel çayları rahatlatıcı etkilerinden debesinlerin yararlanmak için tercih edebilirsiniz. *
s
a
ğ
l
ı
k
19
Selülitsiz Bir Yaza Merhaba! “Portakal kabuğu” dendiğinde aklınıza sadece turuncu renkli bir kış meyvesi geliyorsa şanslı azınlıktansınız. Selülitsiz bir yaza merhaba demek için Estetik Dermatolog Dr. Melisa Eczacıbaşı’na kulak verin. İnsan vücudunun kusursuz yapısında dış etkenler nedeniyle oluşan deformasyonların tıbbi müdahalelerle giderilerek doğal yapısına kavuşturulmasının beden ve ruh sağlığı açısından önemine dikkat çeken Estetik Dermatolog Yrd. Doç. Dr. Melisa Eczacıbaşı, “Kişi aynaya baktığında fazla kilolarından, kırışıklıklarından rahatsızlık duyuyorsa yapılacak uygulamalarla istediği görünüme kavuşabilir. Ancak tabi ki bu uygulamalar aşırıya kaçılmadan, kişinin doğal güzelliğini gölgelemeyecek seviyede olmalıdır” diyor. Pürüzsüz bir cilt için geç değil Özellikle yaz dönemine girmeden önce kadınların bölgesel zayıflama ve selülit tedavilerine yöneldiğini söyleyen Dr. Melisa Eczacıbaşı, “Sağlığımıza ve görünümümüze her daim özen göstermeli ve düzenli bakımlarımızı yaptırmalıyız ama yaza formda ve pürüzsüz bir ciltle girmek için de geç kalmış sayılmazsınız” diyerek yaptırabileceğiniz uygulamalar hakkında şu bilgileri veriyor: “Farklı tedavi ve uygulama yöntemleri geliştiriliyor olsa da bölgesel zayıflama ve selülitin ortadan kaldırılmasında en iyi sonuç alınan yöntemlerden biri mezoterapi ve lipoliz dir. Mezoterapi uygulamasında sorunlu bölgede deri altına ince uçlu iğnelerle bitkisel kökenli ilaç enjekte edilerek o bölgedeki yağ bloklarının yıkılması ve kan dolaşımının artırılması sağlanıyor. Sıkışmış 20
s
a
ğ
l
ı
k
yağ hücreleri rahatlarken, bağ dokusu güçlendiriliyor ve selülit bölgesindeki ödem çözülüyor. Haftada bir kez olmak üzere 2-3 seans sonunda fark gözlemlenmeye başlıyor ancak tam çözüme ulaşmak için kişinin yapısına göre 8-10 seans uygulama yapılması gerekiyor. Sanılanın aksine selülit oluşumunun kilolu olmak ile doğrudan ilişkisi yoktur. Selülit kan dolaşımı bozuklukları, bağ dokusu zayıflığı, hormonal değişiklikler, yanlış beslenme alışkanlıkları, hareketsizlik gibi etkenlerden dolayı oluşur. Selülit tedavisinin ardından kişinin kan dolaşımına katkı sağlayacak masaj uygulamaları ve egzersiz yapması tekrar selülit oluşumuna engel olacaktır.” Sarkmadan kilolarınızdan kurtulun Mezoterapinin boyun, karın ve göbek yağları, bel ve sırt bölgesi gibi vücudun pek çok bölgesine uygulanabildiğini belirten Dr. Melisa Eczacıbaşı, “İstenilen bölgede 15-20 cm’ye kadar zayıflama meydana geliyor. Uygulamanın ardından bölgede hiçbir sarkma sorunu olmuyor, aksine toparlanma gözleniyor. Özellikle gebelikten sonra karın ve bacak bölgesinde ya da yaşın ilerlemesine bağlı olarak kol altındaki sarkmalar için de tercih edilen bir uygulama olup başarılı sonuçlar alınıyor. Enjekte edilen solüsyon doğal ve homeopatik vitamin, mineral, aminoasit vb içeriği sahip olduğu için ciltte yenilenme yaşanıyor ve daha
pürüzsüz bir görünüm elde ediliyor. Ancak mezoterapi genel bir kilo probleminin çözümü olarak görülmemeli. Kişinin kilo problemi varsa diyetisyene yönlendirilerek bazal metabolizması, günlük aktiviteleri ve alternatif yemek biçimleri göz önüne alınarak, özel diyet programı hazırlanıyor. Egzersiz ile düzenli ve sağlıklı beslenme tarzını benimsemesi öneriliyor” diyor. Lipoliz yönteminde soya fasulyesi ilacı Bölgesel zayıflama ve selülit tedavisinde etkili yöntemlerden birinin de lipoliz olduğunu söyleyen Eczacıbaşı, “Lipolizde esas madde soya fasulyesinden elde edilen fosfatidil kolin maddesidir. Yağ bezelerinin içerisine enjekte edilerek, küçülme ve erimeleri sağlandığından bölgesel zayıflamada başarılı sonuçlar elde ediliyor. Ortalama 2-4 haftada bir ve ortalama 3-6 seanstan sonra uygulama yapılan bacak, basen, karın, midede hem bölgesel yapılanmalar küçülür hem de selülit görüntüsünde azalma meydana gelir” diye konuşuyor.
SEV AMERİKAN HASTANESİ ile HAYATA DÖNDÜ...
SEV Amerikan Hastanesi’ne kalbi durmuş halde getirilen Ali Barış Demir kalp masajı yapılarak yeniden hayata döndürüldü
Yol ortasında fenalaşarak SEV Amerikan Hastanesine kalbi durmuş halde getirilen Ali Barış; Acil Serviste tam 30 dakika boyunca kalp masajı yapılarak yeniden hayata döndürüldü. Acil Servis Sorumlu Hekimi Dr. Yusuf Dağlı ve Yoğun Bakım Sorumlu Hekimleri Uzm.Dr. M.Ali ELMACIOĞLU ve Uzm.Dr.Muhittin TAŞDOĞAN yaptıkları ortak açıklamada , “Ali Barış gibi uzun süren kalp durmalarında hastanın tekrar hayata dönmesi düşük olasılıklıdır. 30 dakika süren kalp
masajının ardından Ali Barışı ailesine kavuşturmanın sevincini yaşıyoruz” dediler. 7.sınıf öğrencisi Ali Barış, geçtiğimiz günlerde evine dönerken sokak da aniden fenalaştı. Caddenin ortasında yığılıp kalan Ali Barış pencereden dışarıyı seyreden bir vatandaş tarafından fark edilerek SEV Amerikan Hastanesi Acil Servisine getirildi. Kalbi duran hastaya Acil Servis ekibi tarafından yaklaşık 30 dakika boyunca kalp masajı yapıldı. Kalbi çalışan Ali Barış, ileri yaşam desteği amacı ile yoğun bakıma alındı. SEV Amerikan Hastanesi Yoğun Bakım Servisinde on dört gün süre ile ileri yaşam desteği alan Ali Barış sağlığına kavuşarak taburcu oldu. “Bilinci kapalı ve kalbi durmuştu” Taburcu olarak ailesine kavuşan Ali Barış, olay anını hatırlamakta güçlük
çektiğini belirterek “Aniden başım döndü ve olduğum yere düşmüşüm. Olay anı ile ilgili hiç bir şey hatırlamıyorum” diye konuştu. SEV Amerikan Hastanesi Başhekimi Dr.Y.Sermet KİLECİ de yaptığı açıklamada, hastanemize kalbi durmuş bir şekilde getirilen Ali Barış; Acil Servisimizde yapılan başarılı müdahalenin ardından kalp atımları sağlanmış ve ivedilikle ileri yaşam desteğine başlanmıştır. Yoğun bakım’a alınan hastamıza burada da ileri yaşam desteğine devam edilmiştir. Bir süre solunum cihazına bağlı olarak takip edilen hastamız ondört günün sonunda şifa ile taburcu edilmiştir. Ali Barışı sağlığına kavuşmuş bir şekilde ailesine kavuşturmanın sevincini yaşıyor, bu süreçte emeği geçen tüm meslektaşlarım ve çalışma arkadaşlarıma minnetlerimi sunuyorum” dedi.
s
a
ğ
l
ı
k
21
Türkiye’nin Sağlık Okur-Yazarlığı Haritası Çıkarılıyor Memur-Sen Genel Başkan Yardımcısı ve Sağlık-Sen Genel Başkanı Metin Memiş, yaptıkları Sağlık Okur-Yazarlığı(SOYA) anketi sonrası ilk kez sağlık okur-yazarlığı konusunda kapsamlı ve bilimsel veriler elde edileceğini söyledi. Memiş, yaptıkları çalışmanın aynı zamanda Türkiye toplumunun sağlık okur-yazarlığı haritasının çıkarılması anlamına da geldiğini kaydetti. Sağlık-Sen Genel Başkanı Metin Memiş, sağlık muhabirleri ile bir araya gelerek çalışmaları hakkında bilgi verdi. Sendikal anlayışlarını sorunların tespiti ve çözüm önerisiyle ‘çözüm odaklı sendikacılık’ olarak tanımlayan Memiş, bunun yanı sıra ülkenin tamamını ilgilendiren konularda da sorumluluk almaktan kaçmadıklarını belirtti. SAĞLIK OKUR-YAZARLIĞI ARAŞTIRMASI 2013 yılında Sağlık-Sen Stratejik Araştırmalar Merkezi’ni (SASAM) kurduklarını hatırlatan Metin Memiş, şu ana kadar bir çok araştırma ve çalışmaya imza attıklarını kaydetti. SOYA’nın bu çalışmaların son halkası olduğunu belirten Metin Memiş, “SOYA’nın temel amaçları arasında; Türkiye toplumundaki sağlık okur-yazarlığı oranının, sağlık okur-yazarlığına etki eden faktörlerin ve okur-yazarlık oranı, sağlık düzeyi arasındaki ilişkinin belirlenmesi ve sağlık-okuryazarlığı oranının artırılmasına yönelik politika önerilerinin yapılması ön plana çıkmaktadır.” dedi. Bu proje ile sağlığın sürdürülebilirliğine katkı sunmayı hedeflediklerini vurgulayan Memiş, “Araştırmanın sonucuna göre, bakanlıkla ortak çalışmalar yapmak kaydıyla, bilinçli bir toplum oluşturmak, gereksinim duyulduğu zaman sağlık hizmeti alan vatandaşın hem kendi sağ22
s
a
ğ
l
ı
k
lığı, hem sağlık hizmetinin kalitesinin artması ve sağlık çalışanlarının daha iyi şartlarda sağlık hizmeti sunmasını sağlayacak olması bakımından da önemli bir projedir.” şeklinde konuştu. Araştırmanın tüm Türkiye’yi temsilen 23 ilde 5.000 kişiye anket uygulanarak gerçekleştirildiğini belirten Memiş, Avrupa Birliği’nin (AB) desteklediği ve sekiz (8) Avrupa ülkesinde gerçekleştirilen “Avrupa Sağlık Okur-Yazarlığı Projesi” kapsamında geliştirilen anketin Türkiye şartlarına uyarlanması sonucu elde edilen Anket formunun kullanıldığını da ifade etti. SAĞLIK ÇALIŞANLARI DA FİİLİ HİZMET SÜRESİ ZAMMI ALMALI Yaptıkları tükenmişlik araştırmasına göre, sağlık çalışanlarının tükenmişliğinin polislerle aynı seviyede olduğunu belirten Sağlık-Sen Genel Başkanı Metin Memiş, Türkiye’de bir çok meslek grubunun fiili hizmet süresi zammı almasına karşın, sağlık çalışanlarının bu haktan mahrum bırakıldığını söyledi. Sağlık çalışanlarının en büyük sorunlarından birinin fiili hizmet süresi zammı ile ek ödemelerin emekliliğe yansımaması olduğunu hatırlatan Memiş, bu taleplerin kazanıma dönüşmesi için mücadeleden vazgeçmeyeceklerini kaydetti. Sağlık hizmetlerinde 2003 yılında yüzde 39,5 olan vatandaş memnuniyet oranının yüzde 76’ya çıktığını hatırlatan Metin Memiş, çalışma koşullarından memnun olmayan çalışan oranının % 82,47, çalışma koşullarını bir önceki yıldan daha kötü olarak değerlendirenlerin oranının ise % 47,24 olarak gerçekleşmesinin düşündürücü olduğunu kaydetti. Sağlık çalışanlarının çalışma şartlarından memnun olmadıklarını, mesleği isteyerek seçmiş olmalarına rağmen
(% 70,11), fırsatları olsa mesleğini değiştirmek istediklerini (% 68,06), bununsa önemli bir sorun olduğunu dile getirdi. Sağlıkta vatandaşların hizmet alma ve memnuniyet oranının artmasına karşın çalışan memnuniyeti ve sayısının aynı oranda artmadığına da dikkat çeken Metin Memiş, personel istihdamı ve sağlık personeli yetişmesine yönelik politikaların da yeniden düzenlenmesi gerektiğini kaydetti. AİLE HEKİMLERİ NÖBET GENELGESİ, İPTAL İSTEMİYLE YARGIYA TAŞINDI Son olarak Tam Gün Yasası’yla aile hekimlerine ve aile sağlığı merkezi çalışanlarına nöbet tutma mecburiyeti getirildiğini söyleyen Metin Memiş, bütün karşı çıkmalarına rağmen, bunun yasalaştığını, ancak konuyla ilgili Bakanlık tarafından yayınlanan nöbet genelgesinin iptali için Danıştay’a dava açtıklarını da söyledi. Sağlıkta şiddetle mücadele konusunda önemli adımlar atıldığını söyleyen Memiş, “Konuyla ilgili çalıştay düzenledik. TBMM’de kurulan komisyona katkı sunduk. Bilinçlenme çalışmalarına katıldık ve şiddeti her zaman protesto ettik. Torba kanunda yer alan bir maddeyle, şiddet uygulayanların tutuklu yargılanması kabul edildi. Bu da yürüttüğümüz mücadelenin bir sonucudur.” dedi.
TAM-MED 20 yaşında Çalışanlar galada buluştu. Tam-Med Hastanesi , kuruluş yıldönümünü muhteşem bir gala ile kutladı ... Kuruluşunun 20. yılı onuruna düzenlenen kutlama yemeğine protokol üyeleri , çok sayıda doktor , hemşire ve hastane çalışanı katıldı. Tam-Med Hastanesi Genel Müdürü Cengiz Bayram , yıllardır özveri ile çalıştıklarını belirterek , 20.yılı kutlamanın gururunu yaşadıklarını dile getirdi .Bu ailenin bir üyesi olmaktan mutluluk duyduğunu belirten Cengiz, “Önce çalışan olarak başladığım hastanede şu anda ortağım. Buranın bir özelliği var.Gaziantep’te onlarca hastane kuruldu ,hem de büyük ve ihtişamlı hastaneler .Fakat onların ruhu yok.Hastaneyi farklı kılan ruh bizde devam ediyor. Yeni projelerimiz var. Tüm çalışanlarımıza ayrı ayrı teşekkür ediyorum “dedi. Gecede Tam-Med ‘e isimlerini veren Teoman Özdemir , Ali Bingöl Yaşar, ve Mustafa Köroğlu kısa birer teşekkür konuşması yaptı. Konuşmaların ardından hastanede görev yapan doktor ve personellere özverili çalışmalarından dolayı teşekkür plaketi verildi. Aynı zamanda sokak hayvanları için 7 gün 24 saat gelen her ihbara koşan ve yaralı canların tedavisini ücretsiz olarak gerçekleştiren Canlı Hayatını İyileştirme Derneği’nin başkanı olan Cengiz Bayram, plaket törenin ardından üzerinde Gaziantep’in simgesi olan iki mekanın bulunduğu kartpostalı açık arttırma ile sokak hayvanları için satışa sundu. Kıran kırana geçen açık arttırmada, kazanan taraf sokak hayvanları oldu. Daha sonra davetliler, sahne alan sanatçının söylediği birbirinden güzel şarkılar eşliğinde gece boyunca eğlendi.
s
a
ğ
l
ı
k
23
Çocuğunuz Üstün Zekalı mı? Zeka Testi Yaptırmak İçin Geç Kalmayın ! Deniz ÖZTAHTACI Özel Kemal Bayındır Hastanesi Psikoloğu
24
s
a
ğ
l
ı
k
Çocuklara uygulanan zekâ ve yetenek testleri nelerdir? Aralarından uyguladığınız testler var mı? - Wısc-r Zekâ Ölçeği,Leiter Uluslararası Performans Testi,Stanford-BinetZekâ Testi bu amaçla kullanılan en yaygın testlerdir. Ben de şu an Özel Kemal Bayındır Hastanesi’nde bu anlamda geçerlilik ve güvenirlik açısından en yüksek test olan WISC-R zekâ testini uyguluyorum. Bu test kaç yaşındaki çocuklara uygulanıyor? - Test uzmanların ve ailelerin talebiyle 6 ve 16 yaş grubundaki çocuklara uygulanıyor.
Testin içeriğinden biraz bahsedebilir misiniz? - Wısc-r zekâ testinde Sözel ve Yapım (Performans) bölümleri bulunmaktadır.Her iki bölümde birbirlerinden farklı alt bölüm ya da ölçeklerden oluşmaktadır.Bu test bizleri, çocuğun yerini kendi yaşıtları içerisinde görebilmek ve zamanla buna bağlı olarak bazı karşılaştırmalara götürebilmektedir. Genel olarak testin sonuçlarından elde ettiğimiz şeyler nelerdir? - Wısc-r zekâ testi sonuçlarına bakılarak çocuğun ilgi alanları,üstün olan becerileri anlaşılıp buna göre ailelere yönlendirme yapılabilir ya da tam tersi geride olan bireyler için geliştirebileceği alanlar belirlenerek özel
eğitim planı yapılabilir. Test sonuçları, hiperaktivite, dikkat eksikliği, özel öğrenme güçlüğü gibi durumlarla ilgili olarak da aileyi ve okulu bilgilendirme, yönlendirme imkânı sunmaktadır. Bu test 12 alt testiyle çocuğu tanıma anlamında birçok ipucu verebilmektedir. Hem performans hem sözel anlamda çocuğu değerlendirmesi, zekâ düzeyi ve özelliklerini belirlemesiyle, çocuğun hangi alanlarda kendini geliştirmesi gerektiğini ortaya çıkaran en güvenilir ve geçerliliği en yüksek test olduğundan kurumlar ( hastane, okullar ) içinde de çok büyük önem kazanmaktadır. Yukarıdaki bilgilere bağlı olarak, gerekli görülen durumlarda, uzman ve ailelerin talebiyle, hastanemizde bu testin uygulaması yapılmaktadır.Aileler bizimle iletişime geçtiklerinde bu konuda gerekli yönlendirmeler yapılacaktır.
s
a
ğ
l
ı
k
25
26
s
a
ğ
l
ı
k
Tuzsuz Aşım Ağrısız Başım
Liv Hospital Nefroloji Bölümü Uzmanı Prof. Dr. Tekin Akpolat
Bir çoğumuzun düşünmeden yemeklere bol bol serptiği tuz, vücudun baş düşmanı.
1
1-17 Mart Dünya Tuza Dikkat Haftası. Uzmanların tuz ile ilgili belirlediği motto ise “Tuzunuzu değiştirin”. Tuz yerine baharat, limon suyu, nar ekşisi ya da sirke kullanımına ağırlık vermek tuz tüketimini sınırlamak açısından önemli bir kilit nokta. Liv Hospital Nefroloji Bölümü Uzmanı Prof. Dr. Tekin Akpolat, hipertansiyon, kalp, böbrek hastalıkları başta olmak üzere obezite, diyabet ve bazı kanser türlerinden korunmak amacıyla günlük tuz tüke-
timini 5 gram ile sınırlamak gerektiğine dikkat çekiyor. Prof. Akpolat “Size sormadan çayınıza ya da kahvenize şeker ekleyebiliyorlar mı? Öyleyse neden size sormadan yemeklerinize tuz ekliyorlar? Buna izin vermeyin, sağlığınızı koruyun” diyor. Günde 15 gram tuz alıyoruz! Tuzun azaltılması kan basıncını kontrol altına almanın yanı sıra hipertansiyon gelişimini de önleyebilir. Hipertansiyon
sorunu ile karşılaşmamak için yapılacak işlerden birisi de tuzun azaltılmasıdır. Yüksek tansiyon için önemli olan sofra tuzu olarak bilinen NaCl’dür. Batı tarzı beslenmede kişiler günde ortalama 8-9 gram tuz alır. Bu tuzun günde 5 grama düşürülmesi kan basıncının kontrol altına alınmasını kolaylaştırır. Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıklarının 2012 yılında yaptığı araştırmaya göre günde ortalama 15 gram tuz alıyoruz. En önemli tuz kaynakları yemek pişirilirken eklenen tuz ve ekmektir.
TUZ TÜKETİMİNİ AZALTACAK 10 PRATİK ÖNERİ 1. Yemeğin tadına bile bakmadan tuz koymayın. Tuzsuz yemek çok tatsız diyorsanız biber, sirke, limon suyu ve değişik bitkilerle yemek tatlandırılabilir. 2. Tuzsuz ekmek yiyin. Taze sebze yiyin. Konserve, turşudan uzak durun. 3. Yemek pişirirken tuz koymayın, pişirdikten sonra da koymayın. 4. Tuzu azaltılmış peynir yiyin. 5. Doktor veya eczacıya danışarak yapay tuz kullanabiliriz 6. Dışarıda yemek yerken seçici olun 7. Nane, kekik, soğan, sarımsak yemeklere tuz olmadan lezzet verir. Etleri sarımsak, sirke, limon suyu ile terbiye edin. 8. Sebze, meyveler genel olarak az tuz içerir 9. Taze fındık, ceviz, semizotu yemeğe lezzet katar 10. Alışveriş yaparken gıda etiketindeki tuz miktarına bakalım.
s
a
ğ
l
ı
k
27
bluz l
25 t
PANT O
LON
30 t
ELBİSE
l
40 tl
ŞİMDİ Gaziantep’te Çukur Mah. İsmail Say Sk. No: 7 ( Mehmet Paşa Camisi Yanı ) 0 (342) 232 12 27 28
s
a
ğ
l
ı
k
saten_27@hotmail.com
Akıllı Telefonlar ile Göz Muayenenizi Kendiniz Yapabilirsiniz Veni Vidi Göz Merkezi Op. Dr. Özer Kavalcıoğlu
Veni Vidi Göz Merkezi’nden Op. Dr. Özer Kavalcıoğlu, herkesin akıllı telefonuna indirebileceği göz testi aplikasyonu sayesinde düzenli aralıklarla göz muayenesi olmasını tavsiye ediyor.
M
iyop, hipermetrop, astigmat, katarakt, renk körlüğü… Görme kusurları her yaştan herkeste ortaya çıkabiliyor. Ancak her hastalıkta olduğu gibi erken tanıdan kaçmak, ciddi rahatsızlıklara da sebebiyet veriyor. Bu nedenle iş yoğunluğu nedeniyle muayeneden kaçanlar ya da görmedeki herhangi bir rahatsızlığı önemsemeyip göz kontrolüne gitmek istemeyenler için Veni Vidi Göz Merkezi’nden Op. Dr. Özer Kavalcıoğlu, en azından akıllı telefonları aracılığıyla kendilerine göz testi yapmalarını tavsiye ediyor. “Biliyorsunuz artık herkesin elinde bir akıllı telefon var ve telefonlara oyundan dil testlerine kadar çeşit çeşit uygulama indirilebiliyor. Google play ve Appworld üzerinden kolayca yüklenebilen göz testleri var. Bu testler ile
gözünüzde problem olup olmadığını anlayabilirsiniz.” diyen Kavalcıoğlu, kapsamlı muayene ve tedavi planı için ise vakit kaybetmeden göz doktoruna gidilmesini tavsiye ediyor. Telefona kolayca indirilebiliyor Teknolojiden en çok faydalanan branş göz hastalıklarıdır. Bu nedenle her geçen gün akıllı telefon uygulamalarına göz muayenesi alanında da yenilikler katılabiliyor. Op. Dr. Özer Kavalcıoğlu’nun verdiği bilgilere göre, 5000 Kenyalıya Peek (Taşınabilir Göz Muayene Kiti) adı verilen telefon uygulamasıyla göz testi muayenesi yapılmış ve alınan sonuçlar bir sağlık merkezindeki göz muayenesiyle karşılaştırıldığı zaman aynı çıkmış. Görme keskinliği, görme alanı, retina muayenesi, renkli görme, kontrast duyarlılık, katarakt için lens
takma testi tanıyan bu uygulama ise yakın zamanda telefonlara kolayca indirilebilecek. Ama Peek akıllı telefonlara yüklenilmeye başlayana kadar daha basit göz muayenesi imkanı sunan birçok göz testi aplikasyonunu telefonlara indirebilmek mümkün. Göz muayenesinde akıllı telefonların da işin içine girmesiyle, tanı koymada önemli bir aşama kaydedildiğini ifade eden Op. Dr. Özer Kavalcıoğlu, “Peek gibi uygulamalar, teknolojinin gelişimine paralel olarak doktorların işini kolaylaştıracak uygulamaların daha da gelişeceği ve akıllı telefonların hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olacağının bir göstergesi gibi duruyor.” diyor. Akıllı telefonlardaki bu aplikasyonlar ön muayenelerin, gözdeki problemin teşhisini her ortamda yapılabilmesini sağlarken, kapsamlı bir muayene ve cerrahi müdahalenin göz merkezinde yapılması kesinlikle gerekiyor.
s
a
ğ
l
ı
k
29
Sağlığınızı CHECK Edin Uzun ve sağlıklı bir yaşam istiyorsanız hiçbir şikayetiniz olmasa da yılda 1 kez check up yaptırmanız gerekiyor. Koruyucu hekimlik ve modern tıbbın, kişilerin sağlıklı ve uzun yaşam sürmelerini amaçladığını belirten TOBB ETÜ Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü’nden Dr. Yavuz Maşrabacı, bu nedenle hastalıkların tanısında çok önemli bir yeri olan check up’ın ertelenmemesi gerektiğini söyledi.
S
ağlıklı olmayı fiziksel, ruhsal ve sosyal ‘tam bir iyilik hali’ olarak değerlendiren Dr. Yavuz Maşrabacı, “Hissettiğimiz bu tam iyilik halinin devamı için yılda 1 kez check up yaptırmalıyız” dedi. Maşrabacı, check up ile diabetes mellitus (şeker hastalığı), hipertansiyon, koroner kalp hastalığı, kolesterol yüksekliği, akciğer hastalıkları, böbrek fonksiyon bozuklukları, karaciğer hastalıkları (karaciğer yağlanması, hepatitler), safra kesesi ve yolları hastalıkları, meme, rahim ağzı, kalın bağırsak, prostat ve mesane kanserlerine erken tanı konabileceğini ifade etti. Uzman doktorlar tarafından yapılan genel sistemik fizik muayene ile başlayan check up sürecinin kişinin
30
s
a
ğ
l
ı
k
TOBB ETÜ Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü Dr. Yavuz Maşrabacı
yaşı, cinsiyeti, risk faktörleri ve mesleğine göre değişebildiğini anlatan Dr. Yavuz Maşrabacı, hazır programların yanında kişiye özel check up programlarının da erken tanı ve tedavide önemli bir yeri olduğuna dikkat çekti. Check Up Öncesi Dikkat Edilecekler Düzenli ilaç kullananların, gebelik şüphesi veya adet döneminde olanların check up öncesi doktoruna bilgi vermesi gerektiğini belirten Maşrabacı, “Testlerden en az 10-12 saat önce yemek yemeyi kesin. C vitamini kullanıyorsanız iki gün önceden ara verin. Anemi (kansızlık) nedeniyle aldığınız demir içeren ilaçlar var ise üç gün önceden bırakın. Check up tarihinden iki gün önce başlayarak
kırmızı et, brokoli, turp gibi besinler ile aşı miktarda tatlı, alkol ve gaz yapıcı gıdadan uzak durun. Daha önce yapılmış laboratuvar ve radyoloji sonuçlarınızı doktorunuzla paylaşın ve rahat kıyafetler tercih edin” diye konuştu. Check Up Sonrası Muayene bulguları, laboratuvar ve radyoloji incelemeleri sonrası, kişilerin geleceğe ait sağlık programlarının oluştuğunun altını çizen Maşrabacı, sözlerine şöyle devam etti; “Değerlendirmelerden yaşam tarzı değişikliği, uzmanların kontrolünde diet ve egzersiz programı çıkabilir. Gerekirse ilgili bölümlerden konsültasyonlar istenir ve tedavi süreci başlar.”
ATLAS HALI Çocuk Serileriyle Hellobaby Mağazalarında ! Atlas Halı’nın bambu ipliğinden üretilen ve gece ışıldayan masalsı çocuk halıları, Avrupa’nın en büyük bebek mağazası Hellobaby’nin Türkiye mağazaları ve sitesinde satışa sunulmaya başladı!
A
tlas Halı’nın, çocuklar için özel olarak tasarladığı, gece ışıldayan ve miniklerin hayal dünyasına dokunan çocuk koleksiyonu, artık Hellobaby mağazalarının yanı sıra internet sitesinde da satılıyor. Erdem Akan ve Boğaç Şimşir’in çocuklar için özel olarak tasarladığı, yapısındaki bambu lifleri ve anti-bakteriyel özellikleriyle hem çevreyi hem de çocukların sağlığını koruyan Atlas Halı Çocuk Serisi, Hellobaby mağazalarında minik ziyaretçilerini bekli-
yor. En değerli varlıklarımız çocuklar için doğal ve yumuşak dokulu bambu ipliklerle özel olarak üretilip tasarlanan Atlas Halı Çocuk Serisi, “Gün Işığı” ve “Ay Işığı” koleksiyonlarıyla dikkat çekiyor. Özgün, neşeli, renkli ve masalsı tasarımlarla çocuklara kendi odalarında sağlıklı oyun alanı oluşturmalarını sağlayan Atlas Halı, ürünleriyle çocukların kendi hayal dünyalarını geliştirmelerine de destek oluyor. Zengin renk ve desen seçeneği ile beğeni toplayan Atlas Halı Çocuk Serisi, ışıyan iplik teknolojisi ile de dikkat çekiyor. Halılar, herhangi
bir kaynaktan aldığı ışığı karanlıkta yansıtarak, çocukların rahat, mutlu hayallerle uykuya dalmalarına yardımcı oluyor. Çocuk ve çevre sağlığı gözetilerek, doğal, sağlıklı ve yumuşak dokuya sahip bambu ipliği ile üretilen Atlas Halı Çocuk Serisi’ndeki “Gün Işığı” ve “Ay Işığı” koleksiyonlarındaki ürünler, 279 TL promosyon fiyatıyla İzmir mağazasının yanı sıra Avrupa’nın en büyük bebek mağazası olma özelliğini taşıyan Kozyatağı mağazalarında, Hellobaby sitesinde miniklerin kendilerini keşfetmesini bekliyor.
s
a
ğ
l
ı
k
31
Bakanlıktan Obeziteye Karşı Eğitim Atağı Sağlık Bakanlığı, obeziteyle mücadele kapsamında okullardaki denetimleri artırmak için denetçilere yönelik eğitim programı başlattı. Buna göre Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı 81 ildeki okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve liselerde obezite denetimi yapacak personele uzmanlar tarafından eğitim verilecek. Sağlık Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında imzalanan protokol kapsamında 81 il Halk Sağlığı denetim ekibinde görevli personele iki gün boyunca “Beslenme Dostu Okul Programı Denetçilerin Eğitimi” düzenlenecek. Programda; “Beslenme Dostu Okul Programı uygulama kılavuzu”, “güncel denetim formu”, “denetim süreci”, “denetçi davranışları”, “iletişim”, “okul çağı çocuklarda sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivite” konularında bilgilendirme yapılacak. Söz konusu denetçilere, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü ile Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölü32
s
a
ğ
l
ı
k
mü öğretim üyeleri tarafından eğitim verilecek. Obeziteyle mücadele için son yıllarda yoğun bir çalışma içinde olan Sağlık Bakanlığı, Türkiye genelinde uyguladığı programlarla sağlıklı beslenme ve hareketli yaşama teşvik etmeyi hedefliyor. Bakanlık özellikle çocukluk çağı obeziteye karşı önlemleri almak için Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte çalışma yürütüyor. Okullarda obezite denetimi yapabilmesi için okul yöneticilerinin İl Halk Sağlık Müdürlüklerinden talepte bulunması gerekiyor. Bu aşamadan sonra iki bakanlık yetkililerinden oluşan 4 kişilik bir heyet, gerekli denetim işlemi yapıyor. Beslenme Dostu Okul Denetleme Formunda yer alan 40 kritere göre yapılan denetim sonunda uygun bulunan
okullar “Beslenme Dostu Okul Sertifikası” ile ödüllendiriliyor. İki Bakanlık koordine ediyor 2010 yılında yayınlanan Başbakanlık Genelgesi ile Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı arasında imzalanan protokol gereği “Beslenme Dostu Okul Projesi” hayata geçirildi. Okullarda sağlıklı beslenme ve hareketli yaşam konularında duyarlılığın arttırılması ve bu konuda yapılan iyi uygulamaların desteklenmesi ile okul sağlığının daha iyi düzeylere çıkarılması hedefleniyor. Öte yandan Beslenme Dostu Okul Programı Denetçilerin Eğitimi programı yarın saat 9’da Barceloo Ankara Altınel Otel’de yapılacaktır.
Kadınlarda Sık Görülen Bir Sorun;
Kansızlık
Anemi, halk arasındaki adıyla kansızlık, toplumda sık görülen bir problem. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre tüm dünyada yaklaşık 2 milyar kişi kansızlık sorunu yaşıyor. Ülkemizde özellikle doğurganlık çağındaki kadınların bir sorunu olan anemi hakkında Liv Hospital Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa N. Yenerel bilgi veriyor. Anemi, alyuvarların içindeki oksijen taşıma görevini üstlenen ve hemoglobin olarak adlandırılan maddenin yaşa ve cinsiyete göre normal kabul edilen düzeylerin altında olması olarak açıklanıyor. Prof. Dr. Mustafa N. Yenerel, erişkin kadınlarda hemoglobin düzeyi için kabul edilen sınırın 12 g/dl olduğunu söylüyor. Anemi, bu kadar sık görülen bir durum olmasına rağmen maalesef gerek tanı, gerekse tedavi aşamasındaki aksaklıklardan ötürü hastaların çoğu kansızlık problemi olduğu ve çeşitli kan ilaçları kullandığı halde kansızlığının düzelmediğini söyleyerek hematoloji polikliniklerine başvuruyor. Birçok Belirtisi Olabilir
Çoğunlukla kadınlarda görülen kansızlık, genelde hafife alınıyor. Oysaki halsizlik, yorgunluk, çarpıntı ve nefes darlığı gibi şikayetlerle ortaya çıkan bu sorun, başka ciddi hastalıkların habercisi olabiliyor.
Halsizlik, yorgunluk, çarpıntı ve iş yaparken nefes darlığı en sık görülen şikayetler arasında yer alıyor. Kansızlığın hızlı geliştiği durumlarda örneğin kazalara bağlı ciddi yaralanmalarda ya da ani gelişen mide kanamasında yukarıda belirtilen bulgular dışında bayılma, şok, hatta koma dahi gelişebiliyor. Prof. Dr. Yenerel, bu tip bulguların hemen bütün kansızlık nedenlerinde görülebildiğini vurguluyor ve şöyle devam ediyor: “Demirin alyuvarlar dışında deri ve mukozayı örten hücrelerimiz için de gerekli bir madde olması nedeniyle eksikliğinde dudak kenarlarında çatlaklar, saç dökülmesi, ciltte kuruluk, bazen kaşıntı ile birlikte yutma güçlüğü ve tırnak bozuklukları gibi bulgular görü-
lebilir.” Demir Eksikliği Anemisi Kimlerde Görülür? Kadınlarda demir eksikliği anemisi görülme nedeninin adet kanamaları ve gebelik olduğunu belirten Prof. Dr. Yenerel, adet kanamasının üç gün sürmesi, dört ve beşinci günlerde ise tamamen bitmiş olması gerektiğini vurguluyor. Gebelerde de bebeğin ana rahmindeki gelişimi sonucu demir kullanımı artıyor. Bu durum süt verme döneminde de devam ediyor ve annelerde demir depoları da sınırda ise ciddi demir eksikliği anemileri görülüyor. Böyle durumlarda gebe kadınların daha kansızlık gelişmeden koruyucu amaçlı demir hapları ve folik asit vitamini kullanmaları öneriliyor. Risk altındaki bir diğer grup ise etten fakir beslenen kişiler ve vejetaryenler. Demirden zengin yiyeceklerin normal miktarlarda yenmesinin demir eksikliğinden korunmada önemli olduğunun altını çizen Prof. Dr. Yenerel, “Ancak uzun süreli kanama durumlarında bu yiyecekler de demir depolarının boşalmasını engelleyemez” diyor. Aneminin Nedeni Ortaya Konulmalı Kansızlık konusunda bilinmesi gereken en önemli şey kansızlığın bir sonuç olduğu ve buna yol açan nedenin ortaya konulması zorunluluğu. Bu nedenle kansızlıkla başvuran bir hasta karşısında acil durumlar dışında herhangi bir tedavi girişiminden önce tüm imkanlar kullanılarak aneminin nedeni ortaya konulmalı. Prof. Dr. Yenerel, demir eksikliğine bağlı kansızlık durumlarında ise ayrıca demir eksikliğine yol açan nedenin de araştırılması gerektiğini belirtiyor. Eğer bu neden bulunabilirse tedavi de ona göre yönlendirilebiliyor. s
a
ğ
l
ı
k
33
Sağlıklı ve Aç Kalmadan
Nasıl Zayıflanır ? Aç kalmayı seçerseniz yağ değil, su ve kas gidiyor Bahar aylarının son günlerini yaşadığımız şu sıralarda yaz kapıda artık. Yaz sıcaklarının gelmesi ile birlikte diyet telaşı başladı bile. Özellikle bayanlar bu konuya son derece önem veriyor. En kısa sürede nasıl zayıflarım, nasıl daha fit görünebilirim derdine düşen bayanlar çeşitli diyet yöntemleri deniyor; fakat bunu denerken sağlıklarına pek dikkat etmiyorlar.
B
Dilara Koçak Beslenme ve Diyet Uzmanı
eslenme ve Diyet Uzmanı Dilara Koçak diyet yapanları uyarıyor. Eğer aç kalmayı seçerseniz yağdan değil, kastan ve sudan verirsiniz. Karbonhidrat almazsanız, sağlıksız zayıflarsınız. Her diyet herkesi zayıflatmaz. Diyet yapıp fazla kilolarınızdan kurtulmayı hedeflerken sağlığınızdan olmak istemiyorsanız, Beslenme ve Diyet Uzmanı Dilara Koçak’ın önerilerini dikkate alın. Bugüne kadar birçok ünlünün diyet programlarını hazırlayan Koçak, diyete giren kişilerin ciddi hatalar yaptığını söyledi. Koçak; “Maalesef beslenme bilimi, estetik tuzakların kıyısında sürekli dayak yiyor, biz bir avuç gerçek diyetisyen ve uzman, bu sahtecilikle baş etmeye çalışıyoruz. Dışarıda yemek yerken yan masamda oturanlar veya danışanlarımız ya da yürüyüş yaparken karşılaştığım herkes aynı ruh hali içinde. Hep birlikte kış boyu alınan fazla kiloları eritmek için kolları sıvamış durumdalar. Size bölgesel zayıflamayla ilgili çok önemli bir sır vereceğim: Ne yazık ki böyle bir şey yok. Bölgesel zayıflama bir şehir efsanesidir. Üzgünüm büyük armut kilo verince küçük armut aynı şekilde büyük elma kilo verinde küçük elma olur; sadece diyet yaparak bunu değiştiremezsiniz. İlaç ve kremlerle böl-
Tok tutan kahvaltı örnekleri Kahvaltılık tahıl gevreğiyle (şekersiz, yağ oranı düşük) süt 1 bardak süt ve meyve 1 bardak kefir ve yağsız kraker (tam tahıl veya kepekli) 1 kutu yoğurt ve 2 kuru kayısı 1 bardak süt, 10 badem veya fındık Tost ve meyve suyu Yumurta, ekmek, domates, salatalık, yeşil biber Peynir, ekmek, zeytin, domates, salatalık biber
gesel yağlarınızı sihirli bir şekilde yok edemezsiniz. Biz yiyeceklere adres veremeyiz, hangi bölgedeki depo yağların yakılacağına genetik şifreniz karar verir. Bu yüzden bölgesel zayıflama tuzaklarına düşmeyin. Sadece kalça eriten diyet veya sadece göbeği yakan egzersiz olmaz. Kalori kısıtlaması depo yağların yakılmasını sağlar, egzersizse kas kuvvetini artırarak kasın yağ yakma kapasitesini artırır ve enerji harcamasıyla kalori yakımına destek olur. Vücudu bandajlamak, bacağa naylon sarmak, terleten şortlar giymek, su ve para kaybından başka işe yaramaz. Genetik faktörler ve ergenlik de belirleyici Şişmanlık genelde iki tipte gelişiyor: İnce bel ve geniş kalçalı durumlarda armut tipi; göbek çevresinin genişliğiyle oluşan şişmanlıktaysa elma tipi. Armut tipine sahip olanlar, Elma’lara göre daha şanslı. Çünkü yağ hücrelerinin kalça ve üst bacakta toplanması göbekte birikmesinde daha iyi. Elma tipi şişmanlık kalp ve damar hastalıkları, yüksek tansiyon, karaciğer yağlanması ve şeker hastalığını da artıran bir sürece yol açıyor. Herkesin yağ hücrelerinin yeri ve sayısı farklı. Ayrıca kilolu olmamamızda ya da kilolarımızın toplandığı yerde genetik faktörün ve ergenlik döneminin önemli bir etkisi var. Yetişkinlerin vücudundaki hücre sayısı değişmez. Yağ ve kas hücrelerinin
ancak hacmi büyür veya daralır. Oysa ergenlik döneminde çocuk çok kilo alır ve bu dönemi kilolu bitirirse yağ hücresi sayısı çok fazla olarak yetişkinliğe geçer. Bu durumda da yetişkinlik döneminde kilo sorunları peşini bırakmaz. Bu yüzden çocuklarınızı harekete yönlendirerek yağ hücresi sayısının artmasına engel olabilirsiniz. Her şeyi önlerine sunarak ve teknoloji bağımlısı çocuklar yetiştirerek onlara maalesef kötülük yapmış olursunuz. Beden tipiniz ne olursa olsun kilo verirken önemli olan, bunu sağlıklı bir şekilde yapmaktır. Şimdi elinize mezura alın ve bel çevrenizi ölçün. Kadınlarda 80, erkeklerde 94 cm.’den fazlaysa beslenmenizi ve hareket durumunuzu gözden geçirin. Araştırmalara göre 90’lı yılların başından beri çocukların bel çevrelerinde yüzde 65’den fazla artış var. 1988’den 2004’e kadar erkek çocuklarında bel
çevresindeki yağlanmaya bağlı obezite yüzde 65, kız çocuklarındaysa yaklaşık yüzde 70 oranında artış gösterdi. Bu oran, günümüzde de artmaya devam ediyor. Yani sadece boy ve kiloya bakmak yerine bel çevresini de ölçmek önemli bir gösterge... Araştırmalar kahvaltı yapanların kilo kontrolünde daha başarılı olduğunu ortaya koyuyor Sağlıklı kilo vermek ve yeniden kilo almamak istiyorsanız öncelikle tüm öğünlerle barışmanız gerekiyor. Öğün atlamadan beslenmek, dengeli beslenme ve formda olmanın ilk kurallarından biridir.“Yıllardır kahvaltı etmiyorum, nasıl değiştireceğim bu alışkanlığı, benim için değişmesi zor” diye kendinizi olumsuz düşünceye hapsetmeyin. Bu davranışı değiştirmek için zamana
s
a
ğ
l
ı
k
35
Kahvaltı edince acıktığınızı mı hissediyorsunuz? Açlık hissi fizyolojik ve olması gereken normal bir sinyaldir. Üç saat arayla acıkmak ve vücuda doğru gıdayı vermek metabolik hızı artırmanın önemli bir yoludur. Bu sebeple açlık hissini kabul etmek gerekir. Ancak sabah kahvaltıda sadece meyve yemek veya reçel – tereyağ – ekmek yemek veya meyve suyu içmek veya tatlı bisküvi atıştırmak, sadece beyaz un ve yağdan oluşan bir poğaça tüketmek açlık hissini tetikleyen ve yağ depolamasını artıran yanlışlar ve gizli tuzaklardır. Tuzağa düşmeyin! Bu tür besinler kan şekeri ve enerjide hızlı bir artışa sebep olur, ancak 1 saat sonra kan şekeri ve enerji düzeyi birden düşerek açlık belirtilerini oluşturur, çünkü insülin aşırı uyarılmıştır. Bu tuzağa düşmeyin eğer kahvaltı edip uzun süre tok kalmak istiyorsanız mutlaka kahvaltıda protein (süt, peynir, fındık, ayran, yoğurt vb) ve rafine edilmemiş tahıl (beyazlaştırılmamış tahıl gevrekleri ekmek vb) alın. Kahvaltıyı kolaylaştırabilirsiniz
ihtiyacınız olabilir, ama kahvaltı etmenin keyfi ve bedeninizde yarattığı olumlu etkiyi görünce eminim ki kahvaltı keyfinden vazgeçemeyeceksiniz. Kahvaltıda karbonhidrat, protein beraber alınmalı Araştırmalar kahvaltı yapanların kilo kontrolünde daha başarılı olduğunu ortaya koyuyor. Öğün atlanmadığı zaman kan şekeri dengesi, daha iyi oluyor, metabolik hız artıyor; bir sonraki öğüne kişi daha az acıktığı için aşırı yağ tüketmiyor ve kilo almıyor. Kahvaltıda mutlaka karbonhidrat, protein beraber alınmalı sadece yağ veya şeker içeren kahvaltı kesinlikle yapılmamalı. Bir tek öğünle tüm sağlığımız değişmez ancak kısa aralıklarla az ve sık yemek yenilirse vücudun yağlanması engellenebilir. Uzun aralıklarla yemek yendiğinde vücut yağı artar, sabah uyanınca yaklaşık 12 saatlik açlık gerçekleşmiştir. Eğer öğlene kadar bir şey yenilmezse vücut 36
s
a
ğ
l
ı
k
16 – 17 saat aç kalmış olur ve bundan sonra yediklerinizin doğrudan yağa çevrilme oranı artar. 24 saatlik bir günün 17 saati aç durup geri kalan 7 saatte yemek yemek vücudun çalışma ritmine aykırıdır. Kahvaltı en çok atlanan öğün Zamansızlık, geç uyanma, iştahsızlık, yorgunluk, kendini aç hissetmemek kahvaltı yapmayan bireylerin genel sebeplerinden bazıları. Oysa güne iyi başlamak için kahvaltı en önemli öğün. Bu konuda yapılan çalışmalar gösteriyor ki kahvaltı yapmak çok önemli ve gerekli. Buna rağmen en çok atlanan öğünler araştırıldığında kahvaltının en çok atlanan öğün olduğu ortaya çıkıyor. Bazı insanlar uyandıkları zaman aç olmadıklarını ileri sürerken bazıları “Kahvaltı edersem gün boyu sürekli yemek yiyorum” diye şikâyet ediyorlar. Her iki şikâyetin oluşma sebebi de aslında yanlış besin seçimleridir
Evde hazır yiyecekler bulundurmaya çalışın. Dilimlenmiş kepekli ekmek, dilimlenmiş az yağlı kaşar; hazırlamak 2 dakikanızı alır. Dilerseniz evde, dilerseniz yolda, dilerseniz iş yerinde tüketin. Tahıl gevrekleri, az yağlı süt, biraz kuru meyve de kolay ve sağlıklı bir çözüm. Uyanma saatinizi biraz erkene almayı deneyin, böylece daha rahat ve keyifli bir kahvaltı yapmanız da mümkün olur; peynir, zeytin, domates, salatalık kepekli ekmek gibi. Sabah açlık hissetmeyenlerden misiniz? Eğer bir önceki gün akşam yemeğini geç yediyseniz ve gece yatarken de atıştırdıysanız sabah tok uyanırsınız. Bu durum en çok gece özel bir davette yemeği abartıp ertesi gün sabah ve öğlen öğününü atlayıp vicdan rahatlatmak şeklinde karşımıza çıkar. Ama çok yanlış! Çünkü tüm gün bir şey yemeyince akşam kan şekeri düşer ve gece boyu daha fazla yersiniz. Bu durumda sabah yine tok uyanır ve gece aynı kısır döngüye girersiniz.
Diyeti bozan 10 hata Diyette olmanıza rağmen kilo veremiyorsanız, bir yerlerde yanlış yapıyorsunuz demektir. İşte diyet sırasında gözden kaçan 10 hata: 1. Öğün atlamak Öğün atlamayı alışkanlık haline getirmeyin. Çünkü atlanan her öğünden sonra, diğer öğündeki besin tüketimi daha fazla olur. Beslenmenizi bu konuda yeniden gözden geçirin. Gün içinde tükettiğiniz yiyecekleri, 5-6 öğün olacak şekilde ayarlamaya çalışın, az ve sık beslenin. Üç saatten fazla aç kalmamaya çalışın. Az ve sık yeme prensibiyle metabolik hızınız artar, kan şekeriniz dengelenir ve açlık hissetmezsiniz. 2. Diyet ürünlere kanmak Ürünlerin üzerinde yazan ‘light’ ibaresi, o yiyeceğin serbest olarak tüketilebileceği anlamına gelmez. Çünkü içeriğinde şeker bulunmamasına rağmen yağ, un, tuz gibi lezzet veren öğeler içerir. Bu nedenle enerji verir. Ürünleri satın alırken etiketler iyi okunmalı ve yorumlanmalı. 3. Az su içmek İdrar renginiz koyu sarıysa yetersiz su alıyorsunuz demektir. Günde 2-2.5 litre su tüketimi, vücut temizliğinin yapılması için gerekli. Bunun için içtiğiniz su miktarını her gün ölçerek, yeterli miktarda olup olmadığını kontrol edin. İçtiğiniz suyun sıcak veya soğuk olması, yağ yakımı için önemli değil. Aralarındaki tek fark, mideyi terk etme hızları. Soğuk su mideyi 20 dakikada, sıcak suysa 80 dakikada terk eder.
4. Sıvı kalorileri göz ardı etmek Bir bardak konsantre meyve suyu, limonata, şekerli çay veya kremalı kahve, masum bir içecek gibi görünse de kalori dünyasında hiç de masum değil. 5. Karbonhidratı tamamen kesmek Ekmeği tamamen kesmeyin ama tam tahıl olanları seçin. Yetersiz karbonhidrat almak, ani acıkma ve tatlı krizine girmenize sebep olabilir. Rafine edilmemiş tam tahıl ürünleri, kepekli pirinç, bulgur, tam buğday ekmeği, kuru baklagiller gibi lifli gıdalarla beslenenlerin zayıflamaları ve daha sonra kilolarını korumaları daha kolaydır. Bu kişilerin bel ölçüleri diğerlerinden daha ince olur. Ayrıca bu tip besinlerin, uzun süre tok tutma, kansere karşı koruyuculuk, bağırsakları çalıştırma, vitamin ve mineral yönünden zengin olma gibi faydaları da var. 6. Kahvaltıyı atlamak 8-12 saatlik açlık sonrası vücuda ihtiyacı olan enerjiyi sağlayan ilk öğün, kahvaltıdır. Kahvaltı günün en uzun açlığı olan gece açlığını takip etmesi nedeniyle biten enerjinin tekrar alınabilmesi için en önemli öğün olma özelliğini taşır. Sabah uyandıktan sonra ilk bir saat içinde kahvaltı yapmış olmanız, gün boyu kendinizi enerjik ve daha dayanıklı hissetmenizi sağlar. 7. Porsiyon kontrolünü kaybetmek Ayaküstü atıştırmak, yemek yemeyi aceleye getirmek, iki işin arasına sıkıştırmak, tele-vizyon seyrederken, telefonda konuşurken, bir yerden bir yere giderken, takside veya araba-
da yemek yemek, birçoğumuzun sık gerçekleştirdiği hatalı alışkanlıklar. Bu şekilde yenen yemek, doygunluk hissi vermez ve dolayısıyla gün sonunda çok daha fazla yemek yenmiş olur. 8. Tek tip beslenmek Her zaman söylediğimiz gibi hiçbir besin tek başına mucizevi bir özelliğe sahip değil ve suçlu da değil. Hedefiniz, hep ölçülü beslenmek olsun. Bu nedenle, herkes için ortak bir diyet öneren ‘sihirli diyet’lerin sizi başarıya götüreceğine inanmayın. Her başarısız diyet uygulaması, vücutta zayıflamaya karşı direnç oluşturur ve bir sonraki diyet girişiminin başarısını azaltır. Bu sebeple, kilo almamaya özen gösterin ve fazla yediğiniz günleri dengelemeye çalışın. 9. Moda diyetler yapmak Her sene hızlı kilo kaybetmek vaadiyle gazete, dergi ve internette farklı isimlerde moda diyetler yer alır. Ancak bunlar, genelde düşük karbonhidrat ve yüksek proteine dayalı, vücuttan su atıcı diyetler olduğu için yaklaşık altı ay içinde uygulayanların yüzde 80’i verilen kiloları geri alır. 10. Uzun süreli açlık Uzun süre aç kalmak, kan şekerinizde düşmeye ve hipoglisemik ataklara sebep olur. Aç kalmak, bir sonraki öğünde daha fazla yemenize yol açabildiği gibi aç kalan vücut kilo vermek yerine tam tersi yağları tutma eğilime geçer çünkü beyne giden açlık sinyalleri ‘kıtlıktaymış’ olarak algılanır ve metabolizma en düşük düzeyde çalışır.
GTO’dan Hijyen Eğitimi…
Halil Göçer GTO Genel Sekreteri
Hijyen Eğitim Yönetmeliğince gıda üretimi ve satışını yapan iş yerlerinde çalışanlardan 5 Temmuz 2014 tarihine kadar hijyen eğitimi almasını gerektiğini vurgulayan GTO Genel Sekreteri Halil Göçer konu ile ilgili şu açıklamalarda bulundu : “05.07.2013 tarih ve 28698 sayılı Resmi Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe giren hijyen eğitimi yönetmeliği uyarınca 5 Temmuz 2014 tarihinden itibaren gıda üretimi ve satışını yapan iş yerlerinde çalışanlardan, portör muayeneleri yerine hijyen eğitimi belgesi istenecek. Bu zorunluluğa istinaden GTO olarak sektörde faaliyet gösteren üye firmalarımızın 38
s
a
ğ
l
ı
k
Gaziantep Ticaret Odası (GTO), gıda üretim ve satışını yapan iş yeri çalışanlarına yönelik sertifikalı hijyen eğitimi düzenliyor. 05.07.2013 tarih ve 28698 sayılı resmi Gazete’ de yayımlanarak yürürlüğe giren hijyen eğitimi yönetmeliği uyarınca verilecek eğitimler Milli Eğitim Müdürlüğü ve Halk Eğitim Merkezi iş birliği ile gerçekleştirilecek.
çalışanları için Milli Eğitim Müdürlüğü ve Halk Eğitim Merkezi iş birliğinde hijyen eğitimlerini düzenliyoruz. Odamız toplantı salonunda gerçekleştirilecek olan eğitimin ardından yapılacak olan sınavda başarılı olan katılımcılara Halk Eğitim Merkezi tarafından kurs bitirme sertifikaları verilecektir.” Yapılacak olan eğitimin toplam 8 saat (1 Tam Gün) süreceğini belirten Göçer, en geç 16 Mayıs Cuma gününe kadar katılımcıların başvuruda bulunmaları gerektiğini ve başvuru için gerekli belge ve detaylı bilgi için www.gto.org.tr web sitemizi ziyaret etmeleri gerektiğini söyledi.
Kan Basıncını Bir Haftada Kontrol Altına Almak Mümkün 17 Mayıs Dünya Hipertansiyon Günü. Dünya Sağlık Örgütü bu yıl mesajı hipertansiyona dikkat çekmek amacıyla ‘Kan Basıncınızı Bilin” olarak belirledi. Ülkemizdeki 15 milyon hipertansiyon hastasının yaklaşık yarısı kan basıncının yüksek olduğunun farkında olmadan yaşantısını sürdürmeye devam ediyor. Bu 15 milyon hastadan yaklaşık 10 milyonu ise kan basıncını kontrol ettirmiyor. Hipertansiyonun belirti vermediği için hastalar tarafından fark edilmediğini söyleyen HOSPITAL Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Tekin Akpolat, yeterli tedavi alamayan hastaların birçok organının durumdan olumsuz etkilendiğini söylüyor. Ülkemizde hipertansiyonu olan her 2 hastadan biri ne yazık ki hasta-
Bu durumlar daha da arttırılabilir. Hastaların hastalıkları hakkında yeterli ve doğru bilgi sahibi olması ile kan basıncının kontrol altına alınmasına engel olan durumlar çok hızla düzeltilebilir. Kan basıncı kontrolünde hedef sağlık merkezi ölçümlerinde 140/90 mmHg’nın altı ve ev ölçümlerinde 135/85 mmHg’nın altıdır. Kan basıncının 2 mmHg bile düşmesi hasta için bir kazançtır. Hipertansiyon tedavisinde hastaya özel çözümler üreterek kan basıncı kontrolünde bir haftada gibi kısa bir sürede iyileşmeler sağlanabilir.
lığının farkında değil. Hipertansiyonun farkında olup ilaç kullanan hastaların da yaklaşık yarısında kan basıncı kontrol altında değil. Aslında hipertansiyon tedavi edilebilir bir hastalıktır. Tansiyon aletlerinin ucuzlaması ve yaygınlaşması sonucu evde kan basıncı ölçümünün yaygınlaşması ve ilaçların yan etkilerinin azalması nedeni ile günümüzde hipertansiyon tedavisi geçmişe kıyasla
oldukça kolaylaşmıştır. Günümüzde hipertansiyon hastaları oldukça şanslıdır çünkü hipertansiyonun nedenine yönelik tedavi yapılabilir, çok sayıda etkin ve güvenilir tansiyon düşürücü ilaç vardır. Günümüzde hipertansiyon hastaları için asıl tehlike hastalığın farkında olmamaktır, tedavi alternatifi çoktur ve her hastaya özel tedaviler ile kan basıncını kontrol altına almak kolaydır.
Kan basıncını kontrol altına almaya engel olan durumlar nelerdir? • İlaç kullanmaktan kaçınma • İlacın yan etkilerini doktorla paylaşmama • Kan basıncı kontrol altına alınınca acaba ilaç gerekli mi diye denemeler yapma • Tansiyon ölçüm aletinin hatalı olması • Tansiyon ölçmeyi bilmeme • Hatalı bitkisel ilaç kullanımı • Doktorla konuşmadan ilaç sayısını veya dozunu azaltma • Hipertansiyonun nedeninin araştırılmaması • Başka bir hastalık nedeni ile kullanılan ilacın kan basıncını yükseltmesi • Fazla ekmek yemek (tuzsuz değilse) • Farkında olmadan aşırı tuz almak • Dışarıda yemek yerken özel isteklerde bulunmamak • Yüksek tansiyonun belirti vermemesi • Durumu (tansiyonun yüksek kalmasını) kabullenmek • Bünyem yüksek tansiyona alışmış diye düşünmek
s
a
ğ
l
ı
k
39
7’den 70’e hangi yaşta ne yemeli? Sağlıklı beslenme; sağlığı korumak, geliştirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek için vücudun gereksinimi olan besin öğelerini yeterli miktarlarda ve uygun zamanlarda almaktır. Rafinera’nın diyetisyeni Mine Bilge, yaşamın her döneminde önemli olan sağlıklı beslenme için bireylerin besin öğeleri gereksinimleri doğru saptanmalı ve kişiye özgü sağlık durumuna göre sağlıklı beslenme programları ile gereksinimlerin karşılanması gerektiğini söyledi. 40
s
a
ğ
l
ı
k
ne yemeli?
0-1 yaş beslenmesi:
30-50 yaş beslenmesi:
Anne sütü; İlk 6 ay anne sütü bebeğin bütün besin ihtiyacını karşılar. 6 aydan sonra ek besinlerde beraber 2 yaşına kadar anne sütüne devam edilmeli. 1-6 yaş beslenmesi: Kalsiyum; Büyümenin hızlı olduğu bu dönemde süt, yoğurt, peynir, kefir gibi süt ürünlerinin yeterli miktarda alınması gerekiyor. C vitamini; Bağışıklık sistemini güçlendirmek için portakal, mandalina, domates, brokoli mutlaka tüketilmeli. C vitamininden zengin kırmızı ve yeşil tatlı biberi bebeğinizin diş kaşıma aracı olarak kullanmasını sağlayabilirsiniz. D vitamini; Kemiklerdeki kalsiyumun etkinliği için D vitamini gerekiyor. Somon, orkinos, uskumru ve sardalya gibi yağlı balıklar, D vitaminin iyi kaynakları arasında. 85 gram pişmiş somonla, neredeyse günlük ihtiyacın iki katı D vitamini sağlanabilir. Yumurta sarısı ve yoğurt da D vitamininin önemli kaynaklarından. D vitamininin en önemli kaynağı güneştir. Günde 1530 dakika güneşlenmek yeterli miktarda D vitamini almamızı sağlayacaktır.
12-18 yaş beslenmesi: Kahvaltı; Yapıla araştırmalar kahvaltı yapan öğrencilerin, yapmayanlara göre okul başarılarının daha iyi olduğu, dikkat dağınıklıklarının ise daha az olduğunu gösteriyor. Su; Saçtan tırnağa bütün hücreler suya ihtiyaç duyar. Bu dönemde kazanılan düzenli ve yeterli su içme alışkanlığı ilerleyen dönemlerde yeteri kadar su tüketmelerini sağlayacaktır. Ödüllendirme; Bu dönemde ödüllendirme veya cezalandırmada yemeklerin kullanılmaması önemli. ‘Ispanağını bitirirsen çikolata yiyebilirsin’ gibi ödüllendirmeler az tüketmesini istediğiniz sağlıksız besinlere olan ilgilerini artırır.
6-12 yaş beslenmesi:
18-30 yaş beslenmesi:
Demir; Kırmızı etler, sakatatlar, yumurta, tahıllar, kurubaklagiller, yağlı tohumlar, koyu yeşil yapraklı sebzeler tüketilmeli. Protein; Kas kitlesinin hızla arttığı bu dönemde protein alımı önem kazanıyor. Et,süt, yumurta, kurubaklagiller gibi protein kaynakları tüketilmeli. Taklit; Ebeveynleri taklit ettikleri bu dönemde anne ve babanın sağlıklı beslenme alışkanlıklarını uygulamaları oldukça önemli.
Folik asit; Sağlıklı yeni hücreler üretmek için vücut folik asiti kullanır. En iyi kaynakları karaciğer, diğer organ etleri, yaprak sebzeler, kurubaklagiller ve diğer tohumlardır. Antioksidan besinler; Bu beslenme tarzı sadece genç ve sağlıklı görünüm kazandırmakla kalmaz, bağışıklığı güçlendirir, enerji seviyesini yükseltir. Karpuz, domates, greyfurt, kayısı, mango, havuç, siyah dut, vişne, kiraz ve üzüm tüketin.
Lifli besinler; İlerleyen yaşlar kansere yakalanma riskini de artırır. Posa zararlı maddelerin bağırsaktan daha hızlı geçmesini sağlayarak bizi kansere karşı korur. Başta nohut, mercimek, barbunya gibi kurubaklagiller olmak üzere, tam buğday ekmeği, çok tahıllı ekmek, kepekli makarna ve esmer pirinç gibi rafine edilmemiş tahıllar, ceviz, badem, fındık gibi yağlı tohumlar, taze ve kurutulmuş meyveler sebzeler, kahvaltılık tahıl gevrekleri başlıca posa kaynaklarını oluşturmaktadır. Omega-3; Vücudun enerji üretimine katkıda bulunur. Bu nedenle Omega-3’ten zengin bir beslenme programı yorgunluğu giderip, kavrama gücünü ve hareket kabiliyetini artırarak kalp, şeker, tansiyon, romatizma, migren ağrıları ve cilt problemlerine iyi geliyor. Yağlı balıklarda, ceviz, badem, soya filizi, kuru fasulye, soya fasulyesi, nohut, keten tohumu ve yeşil yapraklı sebzelerde bulunuyor. 50 yaş üstü beslenme: Kalsiyum; Zayıflayan kemiklerin kalsiyum ihtiyacı fazlaca artar. Her gün mutlaka 2-3 bardak süt veya yoğurt tüketin. Çinko; Saç, cilt, tırnak, kemikler, yara iyileşmesi için gerekli olan çinko deniz ürünleri, badem, ceviz, yumurtada bol miktarda bulunmaktadır. D vitamini; Alzheimer riskini azaltmak için günde 15- 30 dakika güneşlenmek, yeterli porsiyonda yağlı balıklar tüketilmelidir. B12 vitamini; İlerleyen yaşla beraber emilimi azalan B12 vitamini unutkanlık, halsizlik, yorgunluğu beraberinde getirmektedir. Günlük beslenmeye ek olarak doktor gözetiminde mutlaka B12 eklenmelidir. s
a
ğ
l
ı
k
41
“Ağız-diş sağlığına yeterince önem vermiyoruz ancak sağlık ağızdan başlar” diyen Dentistanbul Protetik Diş Tedavisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Umut Güler, ağız sağlığı için 10 öneri sundu Kötü ağız hijyeni, diş ve diş eti iltihaplanmaları, vücutta kalp hastalığından kansere, romatizmal hastalıklardan böbrek karaciğer sorunlarına kadar çok sayıda hastalıkla ilişkilendiriliyor.
SAĞLIK AĞIZDAN BAŞLAR
Dentistanbul Protetik Diş Tedavisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Umut Güler
42
s
a
ğ
l
ı
k
D
entistanbul Protetik Diş Tedavisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Umut Güler, iltihaplanmanın vücutta pek çok alanda sağlığı tehdit ettiğinin bilimsel bir gerçek olduğunu belirterek, “Çoğumuz ağız-diş sağlığına yeterince önem vermiyoruz ancak sağlık ağızdan başlar” dedi. 20 Mart Dünya Ağız ve Diş Sağlığı gününde ağız-diş sağlığının önemine dikkati çeken Prof. Dr. Ahmet Umut Güler, vücudun bir yerinde oluşan enfeksiyonun diğer bölgeleri de etkileyeceğini ifade etti. Öncelikle vücudun direnç mekanizmasının düşebileceğini vurgulayan Güler, “Bir yerde bir iltihap oluştuğu zaman vücut savunma sistemi ağırlıklı olarak o bölgeye yönelir. Diğer bölgelerde de enfeksiyonlar gelişebilir. Örneğin bir diş çürüğünün meydana getirdiği bir bakteri gidip kalbe ya da böbreğe yerleşip, kalp krizine ya da böbrekte kötü oluşumlara neden olabilir. Bunlar çok kanıtlanmış olmasa da kalp krizi geçiren ya da böbrek enfeksiyonu geçiren hastalarda yapılan incelemelerde ağız içinde bir apse tespit edilmiştir” dedi. Diş çürüğünün kanserle direk ilişkisinin tespit edilemediğini dile getiren Prof. Dr. Güler, “Ancak kansere neden olan sebepler de tam olarak belirlenemedi. Ağızdaki sorunlar en azından bağışıklık sisteminin düşmesine neden olabilir. Kanser de bağışıklık sistemi düşük olduğu zaman ortaya çıkan bir hastalıktır”
diye konuştu. Kardiyolog-Dişhekimi işbirliği Prof. Dr. Ahmet Umut Güler, Amerikalı kardiyologlar ve dişeti rahatsızlığı uzmanlarının, 2009 yılında bir araya gelerek kalp hastalığı ile dişeti rahatsızlıkları arasındaki ilişkileri incelediğini anımsattı. Bu inceleme sonucunda Amerika Periodontoloji Akademisi (AAP) ve Amerikan Kardiyoloji Dergisi’nin (AJD) kalp hastalığı ile dişeti hastalıkları arasındaki ilişkiler hakkında bir konsensüs yayınladığını vurgulayan Güler şu bilgileri verdi: “Bu konsensüslere göre hastalıklardan birinin doğru yönetilmesi diğeri açısından riski azaltabiliyor. Kalp ve diş sağlığı uzmanlarına, bu konsensüste hasta yönetiminde kullanabilecekleri klinik tavsiyeler verildi. Bunlardan en önemlileri, kardiyologların artık hastalarının ağzını incelemelerinin istenmesi ile dişhekimlerinin hastalarına kalp sağlığına yönelik aile geçmişleri hakkında sorular sormalarının önerilmesi oldu.” 10 adımda sağlıklı dişler •Çocuklukta başlanmalı: Çocukluk dönemindeki beslenme diş sağlığı yönünden çok önemlidir. Kalsiyum, fosfor ve flor mineralleri yeterince alınmalı. Dişeti diş sağlığı ve sağlamlığı için gerekli olan C, A ve D vitamini eksikliği olmaması için süt, süt ürünleri ve taze meyveler yenmeli. 2 yaşın-
dan sonra çocuklara yalancı meme, biberon kullandırılmamalı. Fissür örtücülerle çocukların diş sağlığı desteklenmeli. Yılda iki kez kontrol: Birçok diş çürüğünün oluşumu aylar sürer. Diş hekimine gitmek için dişlerin ağrıması beklenmemeli, yılda iki kez diş hekimine gidilmeli. Diş hekimi gerek görmedikçe diş çektirilmemeli. Sert besinler: Sürekli yumuşak besinlerle beslenmekten kaçınmalı. Havuç, elma gibi yiyecekleri ısırarak yemek diş sağlığı için gereklidir. Şekerlemeye son: Öğün aralarında rasgele yemekten, şekerlemelerden, asit, kola ve gazoz gibi içeceklerden kaçınmalı, her tatlı yiyecekten sonra ağız suyla çalkalanmalı. Diş fırçalama: Her akşam yatmadan önce ve yemeklerden sonra dişler tekniğine uygun olarak fırçalanmalı. Kürdan: Dişler kürdan dahil hiç bir şeyle karıştırılmamalı, diş araları temizliği için diş ipi kullanılmalı. Sigara-alkol: Bu ikili diş sağlığı açısından oldukça zararlıdır. Dişler kıracak değildir: Fındık-ceviz gibi şeyler dişlerle kırılmamalı. Alışkanlık kontrolü: Sakız çiğneme, ağıza kalem, parmak sokma, tırnak yeme, dudak, parmak, yanak ısırma, özellikle ilkokul sıralarında çeneye el dayama gibi alışkanlıklar dişler ve çene için zararlıdır, bunlardan kaçınılmalı. Çok soğuk ve çok sıcak yiyecek ve içeceklerden kaçınılmalıdır. Ağzı açık uyuma: Dişlere zararlı olduğundan burunda böyle uyumaya sebep olan tıkanıklık nedenleri araştırılıp ortadan kaldırılmalı.
s
a
ğ
l
ı
k
43
44
s
a
ğ
l
ı
k
Çürük önleme kremi ve erken teşhis ile diş sağlığına köklü çözüm…
Yeni Teknoloji Cnr’de Görücüye Çıktı,
Diş Ağrısı Tarih Oluyor Ağız ve diş sağlığında çığır açacak ürünler CNR İDEX’te sergilendi. Dişlerin çürümesini önceden tespit eden ‘Çürük Tarama Cihazı’ fuarda yoğun ilgi gördü.
C
NR İDEX’te yüzde yüz doğal maddeden oluşan ömür boyu düşmeyen dolgu ve diş çürüklerini önleyen krem de dikkat çeken ürünler arasında yer aldı. Hızla büyüyen ağız ve diş sağlığı endüstrisinin tek buluşma noktası olan CNR İDEX İstanbul AğızDiş Sağlığı Cihaz ve Ekipmanları Fuarı, ziyaretçilerini ağırladı. CNR EXPO Yeşilköy’de 06 Nisan tarihine kadar açık kalacak fuarda, dişlerde çürükleri önceden tespit eden teknolojiden ömür boyu ağızda kalan dolgu teknolojisine kadar birçok ürün sergilendi. CNR Ekspo Fuarcılık tarafından organize edilen ve Diş Malzemeleri Sanayici-
leri ve İşadamları Derneği (DİŞSİAD) iş birliğinde düzenlenen fuarda ‘Çürük Tarama Cihazı’ yoğun ilgi gördü. Röntgende görünmeyen çürükleri tespit ederek, erken teşhisi sağlayan cihaz, CNR İDEX Fuarı’nda ilk kez sergilendi. Öncü Dental firmasının standında sergilenen cihazın fiyatı 2 bin 500 Euro değerinde. Firma yetkilisi Seçkin Uzunoğlu, cihaz ile ilgili şu bilgileri verdi: “Çürük tarama cihazı ile tek tek dişler taranıyor. Cihazın üzerindeki yazılım aracılığıyla dişlerle ilgili bilgiler bilgisayara yükleniyor ve hastanın dişlerindeki potansiyel çürükler tespit ediliyor.” CNR İDEX Fuarı’nda bir başka dikkat çeken ürün de ağız içi dengesini sağlayarak çürük oluşumu-
nu önleyen su bazlı, şeker içermeyen tropikal bir krem olan Tooth Mousse. Diş fırçalama işleminin arkasından kullanılan krem, dişlerin çürümesini önlemesinin yanında dişleri beyazlatıyor. Krem, hamilelik döneminde hormonel değişikliklere bağlı oluşan çürüklerin de önüne geçiyor. Çocukluk çağı çürükleri veya başlangıç mine çürükleri tedavisinde de kullanılan krem, süt dişlerin korunmasında da tavsiye ediliyor. 400’ün üzerinde firmanın 1.000 marka ile katılım gösterdiği CNR İDEX Fuarı’nda ömür boyu düşmeyen dolgu malzemesi de ilgi çekti. Yüzde yüz doğal maddeden oluşan dolgu, bir süre sonra, uygulanan dişlerin rengini alıyor. s
a
ğ
l
ı
k
45
Botoksu Şimdi Yaptırın Yazı Terlemeden Atlatın Aşırı terleme hem sosyal hayatta hem de iş hayatında pek çok soruna yol açabiliyor. Terleme sorunu yaşayanlar için mevsim fark etmese de yazın sıcakların etkisiyle sorun maalesef daha da büyüyor. Aşırı terlemenin kişinin hayatını olumsuz etkilediğini söyleyen Liv Hospital Dermatoloji Uzmanı Prof. Dr. Gonca Gökdemir “Terleme vücutta kötü bir koku oluşmasına neden olur. Tüm bu sorunlar kişinin sosyal hayatını ve özel hayatını olumsuz etkiler.
S
havalarda ya da stres ve utanma gibi psikolojik faktörlere bağlı, ateşli hastalıklarda vücut ısımız artar. Beynimiz bu artan vücut ısısını normale getirmek için bazı sinyaller göndererek ter bezlerinin çalışmasına yol açar. Bu durum vücut ısısında azalmaya neden olur ve böylece doğal denge sağlanır.
Terleme neden olur?
Ne zaman aşırı terleme olarak tanımlanır?
Terleme doğal bir olaydır. Herkes terler. Terleme vücut ısımızı normalde tutmak için gereklidir. Örneğin sıcak
Terleme bazı durumlarda normalden daha fazla olur ve kişinin hayatını olumsuz etkiler. Terleme kişinin kı-
osyal hayattan uzaklaşır, karşı cinsle iletişimden kaçınır. Hatta mesleğini bile yapamaz hale gelebilir. Yazın rahat etmek için botoks tedavisini şimdi yaptırmak büyük çok önemli” diyor. Prof. Dr. Gonca Gökdemir aşırı terlemenin tedavi yollarını anlattı…
46
s
a
ğ
l
ı
k
Prof. Dr. Gonca Gökdemir Liv Hospital Dermatoloji Uzmanı
yafetlerinde bozulmaya yol açar. Vücutta kötü bir koku oluşmasına neden olur. Tüm bu sorunlar kişinin sosyal hayatını ve özel hayatını etkiler. İşte bu durumda aşırı terlemeden bahsedebiliriz. Örneğin avuç içi terlemelerinde kişi eliyle herhangi bir şey tutamaz, kimseyle tokalaşamaz, sürekli elerini saklama ihtiyacı duyar. Terleme iki şekilde ortaya çıkar. Birincil (esansiyel) terleme; psikolojik faktörler, stres, utanma, heyecan gibi duygusal değişikliklerde oluşan aşırı terleme durumu. Diğeri İkincil (sekonder) terleme; altta yatan bazı hastalıklar (tiroid
hastalıkları, menopoz dönemi, yüksek tansiyon, nörolojik bazı hst..), ilaçlar, alkol, kafein gibi maddelere bağlı ortaya çıkan aşırı terleme durumu. Biz burada herhangi bir hastalığa bağlı olmayan aşırı terleme rahatsızlığından bahsediyoruz. Aşırı terleme bazı cilt hastalıklarına neden olur mu? Aşırı terlemenin olduğu alanlarda mantar hastalıkları görülebilir. Mantar etkenleri nemli ortamları severler. Cildin bu bölgelerinde kötü kokulu mantar infeksiyonlarına neden olabilirler. Bazı bakteriler terli ortamlarda daha fazla ürerler ve bu durumda bakteriyel infeksiyon oluşuma neden olabilirler. Bu durumda bazen akıntılı ve kötü kokulu, hatta terin renklenmesine yol açan problemler oluşturabilirler. Aşırı terleme terin ciltte oluşturduğu tahrişe bağlı ekzemalara da neden olmaktadır. Ekzemalar ciltte kızarıklık ve bazen pullanma şeklinde ortaya çıkar, çok kaşıntılı olabilir, kişinin sosyal hayatını olumsuz etkileyebilir. Aşırı terleme en çok 18-25 yaş arasında görülmektedir. Yapılan çalışmalarda aşırı terleme toplumda %5 oranında görüldüğü saptanmıştır. Aşırı terleme
sorunu artan yaşla birlikte azalabilir. Ancak ileri yaşlarda da aşırı terleme sorunu görülebilir. Aşırı terleme vücudun hangi bölgelerinde daha çok görülür? Normal koşullarda cildimizde her yer terlemektedir. Ancak aşırı terleme olarak tabir edilen durumlarda özellikle en çok yüz, koltukaltı, avuç içi ve ayak tabanlarında görülür. Bu bölgeler ter bezlerinin en yoğun olduğu bölgelerdir. Beyinden gelen sinyallere daha duyarlıdırlar. Aşırı terleme nasıl tedavi edilir? Aşırı terleme tedavisinde ilk tercih edilecek yöntem terlemeyi önleyici krem, deodorant ve solüsyonların kullanımı olmalıdır. Ancak bu yöntemlerin sürekli ve uzun süreli kullanımı gereklidir ve etkileri çoğu zaman yetersizdir. Aşırı terleme tedavisinde iyontoforez yöntemi kullanılabilir. Elektrik akımı yoluyla terlemeyi önleyen bir metoddur. Özel bir cihaz ile iyontoforez uygulanmaktadır. Ancak koltukaltı terlemelerinde uygulanamaz. Aşırı terleme tedavisinde en etkin tedavilerden biri botoks injeksiyonlarıdır. Özellikle yüz,
koltukaltı ve avuç içi bölgelerinde tek seans ile terleme tamamen kaybolur. Botoksun etkisi 6-8 ay kadar sürmektedir. Botoks işlemi 15 dakikada uygulanmaktadır, herhangi bir anestezi gerektirmez. Tedavinin yan etkisi yoktur. Botoks işlemi yapıldıktan sonra 4-7 gün içinde terlemede yavaşlama olur. İşlemden on gün sonra terleme tamamen azalır. Hasta için oldukça konforlu bir işlemdir. Aşırı terleme tedavisinde cerrahi operasyonlar da uygulanmaktadır. Terleme bölgesindeki ter bezlerinin çıkarılması ya da terlemeye neden olan sinirlerin bloke edilmesi yoluyla terleme tedavi edilir. Botoks ya da ameliyat ile terlemeyi kesmenin yan etkileri var mı? Aşırı terleme tedavisinde uygulanan botoks injeksiyonlarının herhangi bir yan etkisi yoktur. Botoks uygulamalarında sadece koltukaltı, avuçiçi ve ayak tabanı gibi bölgelerde terleme azaltılır. Bu bölgelerdeki terlemenin azalması herhangi bir sağlık sorununa neden olmamaktadır. Ancak cerrahi yöntemler sonrasında cerrahinin uygulandığı bölge dışındaki bir bölgede aşırı terleme (kompansatuar terleme) önemli bir yan etkidir ve kalıcıdır.
s
a
ğ
l
ı
k
47
Gaziantep Sev Amerikan Hastanesi’nin Diyabet Kliniği Yenilendi
İ
stanbul merkezli Sağlık ve Eğitim Vakfı’na bağlı olan ve Türkiye’de kâr amacı gütmeden kurulan ilk özel hastane olan SEV Amerikan Hastanesi, bu yıl kuruluşunun 135. yılını kutluyor. Açılışta bir konuşma yapan SEV Amerikan Hastanesi Baş Hekimi Dr. Y. Sermet Kileci, Türkiye’de diyabetin gün geçtikçe daha büyük bir tehlike oluşturduğuna dikkat çekti. Kileci; bu alanda yapılan en kapsamlı araştırmalardan 48
s
a
ğ
l
ı
k
biri olan ‘Türkiye Diyabet Epidemiyolojisi Çalışması II (Turdep-II)’ verilerine göre Güney bölgelerinde özellikle erkeklerde diyabet riskinin daha fazla olduğunu, tüm bu sonuçları göz önünde bulundurarak Diyabet Kliniklerini yenilediklerini belirtti. Kileci, sözlerini şöyle sürdürdü: Diyabet Bölümünü Önemsiyoruz “Sev Amerikan Hastanesi, profesyonel kadrosu, hasta odaklı hizmet an-
Kliniğin açılışına uzman diyetisyen Dilara Koçak da katıldı. Türkiye’nin ilk özel hastanelerinden biri olan Gaziantep SEV Amerikan Hastanesi’nin yenilenen ‘Diyabet Kliniği’, Uzman Diyetisyen Dilara Koçak’ın katıldığı törenle açıldı. 1879 yılından bu güne sadece Gazianteplilere değil tüm bölgeye de şifa dağıtan hastanenin yenilenen diyabet kliniği, bölgenin en etkin Diyabet Tanı ve Teşhis Kliniklerinden biri oldu. layışı, kalite politikası, üstün donanımı ve modern alt yapısı ile teknolojinin ulaştığı en ileri düzeyde tıbbi teşhis ve tedavi olanakları ile hizmet veriyor. Bildiğiniz gibi bölgedeki en yaygın hastalıklardan biri ne yazık ki diyabet... Biz de bu nedenle Diyabet Bölümü’ne özel bir önem verdik ve ciddi yatırımlar yaptık. Yenilenen Diyabet Kliniğimiz bölgedeki en komplike diyabet ve diyabete bağlı rahatsızlıkların tanı ve tedavisinde önemli bir adres olmaya devam edecektir. İlerleyen günlerde
Özetle Yeterli ve dengeli beslenmeye dikkat edilmeli, Bireye uygun vücut ağırlığı sağlanmalı ve sürdürülmeli, Öğün atlanılmamalı, İnsülin ve/veya ilaç zamanlarına ve dozlarına dikkat edilmeli, Önerilen fiziksel aktivitelere (yürüyüş gibi) özen gösterilmeli, Sigaradan ve alkolden uzak durulmalıdır.
Türk Diyabet Vakfı ile bir dizi yeni çalışmanın da yapılacağının müjdesini vermek isterim.” Diyabet Son On Yılda Ciddi Artışlar Göstermiştir Toplantıda Diyabet ve Sağlıklı Beslenme konularında kısa bir konuşma yapan Uzman Diyetisyen Dilara Koçak ise, hükümetin diyabetle mücadeleye bir sağlık politikası olarak öncelik verdiğini ve Cumhurbaşkanlığı himayesinde yaklaşık 3 yıldır “diyabeti durduralım” adlı bir kampanyanın da yürütüldüğünü belirterek konuyla ilgili çarpıcı bilgiler paylaştı. “Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre, dünya genelinde 300 milyonun üstünde diyabetli olduğu tahmin ediliyor. Hastalığın son yıllardaki çok yüksek artış hızı nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü diyabeti “salgın” (epidemi) olarak tanımladı. Diyabet, ülkemizde son on yılda tüm tahminlerin ötesinde % 90-100 arasında artış göstermiş, 2000 yılında % 7.6 olan erişkin toplumdaki sıklığı bugün % 14’e çıkmıştır. Çalışmalar ülkemizde 9 milyon diyabetli olduğunu, 40 yaş üstü nüfusun dörtte birinin
diyabet riski ile karşı karşıya geldiğini gösteriyor. Diyabet, aslında 21. yüzyılın bize getirdiği yeni hayat modeliyle doğrudan ilişkili. Spordan uzak, hareketsiz bir yaşam tarzının yaygınlaşması, hazır gıdaların daha çok tüketilir olması, öğün zamanlarının kısalması gibi faktörler bu yeni yaşam modelinin en çarpıcı özellikleri. Bu yaşam tarzı da obeziteyi, yüksek tansiyonu, diyabeti ve kalp hastalıklarını hızlandırıyor. Gaziantep de ne yazık ki obezite ve diyabetin oldukça yaygın olduğu illerden. Bu nedenle SEV Amerikan Hastanesi’nin önlenebilir bir hastalık olan diyabetle mücadelesine destek vermek için burada olmaktan memnuniyet duyuyorum.” Dilara Koçak açılışın ardından Gaziantep Üniversitesi Şahinbey Araştırma ve Uygulama Hastanesi Oditoryumu’nda tıp fakültesi öğrencileri ve Gazianteplilerle buluştu. Koçak burada yaptığı sunumda beslenmede yanlışlar ve doğrular nelerdir, hangi gıdaların tüketilmesi sağlıklı bir yaşam için gereklidir, diyabetten korunmak için neler yapılmalı gibi konularda bilgi verdi. SEV Amerikan Hastanesi hakkında: SEV Amerikan Hastanesi, alanında uzman doktorları,
bilgi ve birikimlerini yakın ilgi ile birleştiren sağlık personeli ve uluslararası sağlık standartlarında hizmet vererek her yıl daha fazla sayıda insana güvenli bir ortamda tedavi olmanın rahatlığını yaşatmayı amaçlıyor. 21 bölüm 9 ünite ile hizmet veren hastanede 30’u uzman hekim olmak üzere yaklaşık 300 personel hizmet veriyor. SEV Amerikan Hastanesi Diyabet Kliniği hakkında: SEV Gaziantep Amerikan Hastanesi ve ‘Alleben Rothary Kulübü’ ile birlikte 1998 yılında kurulan Diyabet Kliniği uzman hekim kadrosu, yeni ve modern dizaynı, son teknoloji cihaz ve laboratuvar hizmetleri ile bölgenin en yetkin sağlık hizmetlerini veren merkezlerden birisi. 1879 yılından bu yana sadece Gazianteplilere değil tüm komşu coğrafyalara da şifa dağıtan hastanenin yenilenen diyabet kliniği, bölgenin en yetkin Diyabet Tanı ve Teşhis Kliniklerinden biri oldu. Konusunda uzman doktor ve hemşireler diyabet hastalarının her türlü teşhis ve tedavilerini yürütürken, diyabete bağlı diğer hastalıkların da takip ve tedavisi büyük bir titizlikle yürütülüyor. Hastalığı hakkında bilgi sahibi olmak isteyen s
a
ğ
l
ı
k
49
Temel Nedenler Değişen Yaşam Tarzı Enerjiden Yoğun Yiyecekler Fiziksel Aktivite Azlığı-Sedanter Yaşam Enerji alımı ve Enerji Tüketimi arası Dengesizlik Tip 2 DM bireylerin %80’i Kilo Fazlasına Sahip
hastalara, diyabet programları çerçevesinde, uzmanı doktor ve hemşireler dışında, Diyet Uzmanı ve Göz Hastalıkları uzmanından oluşan bir ekip, sürekli olarak eğitim veriyor. Bu eğitimler: Diyabet ve kalp hastalıkları, Diyabet ve göz sağlığı, Di-
50
s
a
ğ
l
ı
k
yabet ve gebelik, Diyabette sigara ve alkol kullanımı, Hipoglisemi ve hiperglisemi, Diyabet ve ayak sağlığı, Kan şekerinin yükselmesi (diyabetik koma), Çocukluk çağında diyabet (Tip 1 diyabet)… Diyabet Kliniği, gerekli durumlarda hastanın evine veya
iş yerine giderek evden kan şekeri ölçümü hizmetini de veriyor. Klinikte yıllık yaklaşık olarak 12.000 poliklinik hastasının rutin takipleri yapılmakta ayrıca sosyal güvencesi olmayan, ihtiyaçlı hastaların da ücretsiz olarak takip ve tedavisi yapılıyor.
s
a
ğ
l
ı
k
51
Yrd. Doç. Dr. Sezen Ocak Zirve Üniversitesi Ortadoğu Sürdürülebilir Hayvancılık, Biyoteknoloji ve Agro-Ekoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü
ÖFKENİZİ HAYVANLARDAN ÇIKARMAYIN! Zirve Üniversitesi Ortadoğu Sürdürülebilir Hayvancılık, Biyoteknoloji ve Agro-Ekoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Sezen Ocak, “İnsanların kendi içindeki bastıramadıkları ve kontrol edemedikleri öfkeyi kendilerinden daha zayıf ve savunmasız olan canlılar üzerinde uygulamaları bir hastalıktır. Öfkenizi hayvanlardan çıkarmayın.” dedi.
H
ayvanlara karşı şiddet olaylarının artışında toplumun bir sosyal bozukluğu olduğunu belirten Ocak, “ Bununla mücadele etmenin tek yolu toplumsal refahı sağlamak ve toplumu eğitmektir. Hayvan haklarına karşı toplum bilincini geliştirerek sosyal bozukluğu ortadan kaldırabiliriz. Hatta ilkokullarda haftada bir saat müfredat içinde hayvan sevgisi ve bakımı dersleri son derece eğitici ve yaralı olacaktır. Böylece hayvanlara karşı toplum52
s
a
ğ
l
ı
k
sal bozukluğun önüne geçilebilir.” diye konuştu. Hayvanları birer canlı olarak görmeyip eziyet eden kişileri toplum olarak yapacağımız davranışlarla eğitebileceğimize dikkat çeken Ocak, “Hayvanlara şiddet gösteren kişilere, hayvanların tıpkı kendileri gibi birer canlı varlık olduklarına inandırarak, empati kurdurarak onların şiddetten vazgeçmesini sağlayabiliriz. Bu uygulamaları, görsel, eğitsel her türlü faaliyetler ile yapabiliriz.” dedi. Hayvan haklarının sadece para cezasıyla korumanın mümkün olmadığını dile getiren
Ocak, “ Hayvanlara karşı şiddeti sadece para cezası ile engelleyemeyiz. Kamu vicdanının ön plana çıkartılması, aynı zamanda cezai yaptırımlarında arttırılması gereklidir. Ağır para ve hapis cezaları böyle olayların yaşanması engelleyebilir. Bir diğer yol ise kamu yararına çalışma cezaları. Bu cezalar hem düşündürücü, hem eğitici olabilir. Örneğin, hayvan barınaklarında görevlendirilmeler yaparak şiddeti uygulayan kişileri eğitirken diğerlerine de caydırıcı olması açısından önemli bir deneyim olabilir.” şeklinde ifade etti.
Yardıma Muhtaç Canlılara El Uzatıyoruz
7 Gün
24 Saat
Karakız Köpek Barınağı’ndaki Dostlarımız Sizleri Bekliyor Araban Yolu Üzeri (OFM) Karşısı
0 342 252 11 11 s
a
ğ
l
ı
k
53
Çocuğa Yaklaşım Biçimi ve Kurgulanan Dil Önemlidir
Ö
Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Oktay Aydın, okul öncesi çocukları olan ebeveynlere, ‘’Çocuğa yaklaşım biçimi ve kurgulanan dil önemlidir. Konuşan değil, çocuğu konuşturan bir üslup uygulamak gerekir’’ önerisinde bulundu.
zel Sanko Okulları tarafından “Sanko Aile Akademisi” çerçevesinde, Gaziantep genelinde okul öncesi çocukları olan anne ve babalara yönelik, ‘’Çocukların Bize Oynadığı Oyunlar” konulu seminer düzenlendi. Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Aydın, sunum yaptığı seminerde, çocuğun kişiliğine yapılan yatırımın önemini anlattı. Özel Sanko Okulları’nın ‘’Aile Akademisi’’ çerçevesinde yürüttüğü faaliyetleri takdirle karşıladığını belirten Aydın, çocuk yetiştirmedeki paradigmaların nasıl değiştiğini iyi görmek ve anlamak gerektiğini, özellikle kişilik yapısının en temel aygıtı olan egonun sağlıklı çalışıp çalışmadığının önemli olduğunu söyledi. Araştırma sonuçlarına göre, 13-14 yaşına kadar çocuğa verilen mesajların alındığını ama daha sonra çocuğun kendi bildiği yoldan gittiğini ifade eden Aydın, “4 yaşına kadar çözülemeyen sorunlar, yetişkinlikte insanlara sorunlar yaratır” dedi. Çocukların ilgi çekme, ağlama, ayrılmama, hırs, yemek yememe, uyku, ikna, inatçılık gibi ilişki oyunları oynadığına dikkat çeken Aydın, şöyle devam etti: ‘’İlgi çekmenin doğal yolu bir beceri sergilemektir; gitar çalmak gibi. Çocuğa bu ihtiyaç duyduğu ilgiyi göstermek gerekir. Doğal olmayan yolu abartılı olanıdır. Çocukları bağımlı kılmamak gerekir. Mutlaka karar verme becerisi kazandırılmalıdır. İnatlaşan çocuk kişilik direncinin de göstergesidir. Emir kipiyle çok sık konuşmamak gerekir. Hayır sözcüğü kullanmadan, hayır demek gerekir. Çocukları ikna etmek için onların da
54
s
a
ğ
l
ı
k
kendi yaşam alanlarına saygı duyulduğunu ve önemsendiğini hissettirmek gerekir. Örneğin, arkadaşlarıyla oyuna dalmış bir çocuğa ‘hadi gidiyoruz’ demek yerine, ‘on dakika sonra kalkacağız ya da oyunun bittiğinde haber ver gidelim’ demek daha etkin bir sonuç yaratacak, hatta çocuk kendi gelip artık girmeye hazır olduğunu ifade edebilecektir. Her şeyi yarışma ve rekabete çeviren çocuklarda hırs tablosu görüldüğünde mümkün olduğunca yarışmalı oyunlar oynamamak gerekir. Yaramaz çocukla şımarık çocuk ayrıdır. Her çocuğun yaramazlık yapmaya hakkı vardır. Ama, şımarıklık egonun geniş bir alana yayılması sonucunu işaret eder. Otorite figürünü iyi kurgulamak gerekir. Etkileyen ve etkilenen dinamiklerde güç vardır. Ego odaklı otoritede kendini tatmin vardır. Pedagojik otorite kaşlarını çatarken
arkadan ona tebessüm eden otoritedir. Çocuğa yaklaşım biçimi ve kurgulanan dil önemlidir. Konuşan değil çocuğu konuşturan bir üslup uygulamak gerekir. Sorularla duygularını tanımasına yardımcı olunmalıdır.” Geleceğin Sağlıklı Yetişkinleri Özel Sanko Okulları Genel Müdürü Murat Köylüoğlu da geleceğin sağlıklı yetişkinlerinin ancak bilinçli anne bana tavrı ve okul aile işbirliği ile oluşturulabileceğini vurguladı. Köylüoğlu, “Gaziantep’te yaşayan anne babalarda okul öncesi dönem olarak bilinen ama eğitimin çok önemli bir basamağını ve ilk adımını oluşturan 0-6 yaş grubu çocukların gelecek yaşamlarını sağlam temeller üzerine inşa edebilmeleri için farkındalık yaratabildiysek ne mutlu bize” diye konuştu.
Gebelikte Depresyon Düşük Riskini Arttırıyor Zirve Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Nilgün Ulutaşdemir, “Depresyon ve kaygı, erken doğuma sebep olabileceği gibi düşük doğum riskini arttırabilir ve rahim içi gelişme geriliğinin yaşanmasına neden olabilir.” dedi. çeken Ulutaşdemir, daha önce geçirilmiş depresyon atağı, ailede depresyon öyküsü, evlilik sorunları, olumsuz yaşam deneyimleri, istenmeyen gebelik, daha önce düşük yapmış olma ve fetus hakkında kaygılanma gibi nedenlerin gebelikte depresyon için risk etkenlerini oluşturduğunu belirtti. Depresyon Ve Kaygı Önemli Bir Sağlık Sorunudur Yrd. Doç. Dr. Nilgün Ulutaşdemir Zirve Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Öğretim Üyesi
Gebeliğin kadının hayatında birçok biyolojik ve psikososyal değişikliklerin yaşandığı bir dönem olduğuna dikkat
Yüksek yaygınlık göstermesi bakımından depresyon ve kaygı esasında kadın yaşamında önemli bir sağlık sorunudur, buna karşın tedaviye ulaşabilme ve tedavi olma oranları düşük sayılabilir. Gebelikteki depresyon ve kaygı ise sonuçları açısından
daha da önemli bir konudur.” diyen Ulutaşdemir konuşmasına şöyle devam etti, “Araştırmalar, kaygılı geçen bir gebeliğin, çocukta daha sonra davranışsal ve duygusal sorunların ortaya çıkmasına neden olabileceğini de göstermiştir. Bu yüzden tedavi normal durumdan farklı yaklaşımları gerektirmektedir ve belli oranda zorluklar içerir. Gebelerdeki depresyon ve kaygıyı sadece bir nedenle ilişkilendirmek veya açıklamaya çalışmanın doğru olmadığını söyleyen Ulutaşdemir, “Depresyonda; genetik, hormonal, psikososyal ve çevresel risk etkenlerinin önemi bilinmektedir ve daha çok çoğul ve karmaşık etmenlerin etkisiyle ortaya çıktığı kabul edilmelidir.” diye konuştu.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi
Organ Nakliyle Hayata Bağladı
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi başarılı organ nakilleriyle adından söz ettiriyor. İki genç insan Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi’nde yakınlarının bağışladığı böbreklerle hayata yeniden gülümsedi.
Ö
zel Sani Konukoğlu Hastanesi Genel Müdürü Dr. Yusuf Ziya Yıldırım, herkesin organ bağışına ihtiyaç duyabileceğini ifade ederek, “Bizim başımıza gelmez deyip görmezden gelmektense, her an biz de yaşayabiliriz deyip organ bağışını desteklemeliyiz. Özel Sani Konukoğlu Hastanesi olarak organ nakli konusunda elimizden gelen en iyi hizmeti vermek için buradayız” dedi. Özel Sani Konukoğlu Has-
56
s
a
ğ
l
ı
k
tanesi Organ Nakli Merkezi Sorumlu Hekimi Doç. Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu ise organ bağışının önemine işaret ederek, “Her yaştan hasta bizim için çok değerlidir. Ancak özellikle hayata yeni başlayan, önünde uzun bir yaşam olduğunu düşündüğümüz gençlerimizin organ bağışıyla yaşama yeniden sarılmaları mümkünken, bağış yetersizliği yüzünden çok ciddi sağlık sorunları yaşaması, hatta üzülerek ifade etmeliyim ki hayatlarını kaybetmesi maalesef çok ciddi bir toplumsal so-
run” diyerek, organ bağışının önemini vurguladı. Fatih Güzel: ‘’İnsanlar Daha Duyarlı Olmalı’’ Kahramanmaraş’ta yaşayan Fatih Güzel (23) nefes darlığı şikayeti yaşamaya başlıyor. Ancak doktora gitmeyi ihmal eden Güzel, gezmek için gittiği Osmaniye’de rahatsızlanarak, hastaneye kaldırılıyor. Güzel, “Ablam Osmaniye’de evli olduğu için onu ziyare-
te gitmiştim. Gece 3’te nefes almakta zorlanınca uyandım, bir anda her yeri kıpkırmızı görmeye başladım. Aynaya baktığımda gözlerimin kanlandığını gördüm. Acilen götürüldüğüm Osmaniye Devlet Hastanesi’ne doktor böbreklerimden rahatsız olduğumu söyleyerek Adana’ya sevk etti” diyerek rahatsızlık sürecini anlattı. Adana’da kronik böbrek yetmezliği teşhisi konuktan sonra Andırın Devlet Hastanesi’nde diyalize girmeye başlayan Güzel, şunları paylaştı: “Bu dönemde çok sıkıntı çektim. 6 defa kateter takıldı. Su içmeden duramıyordum, elim ayağım şişti, çalışmak zorunda olduğum için gece çalışıyordum gündüz diyalize giriyordum. Diyaliz sonrası hiç konuşamıyordum, baygın bir şekilde uyuyordum.” Diyalize haftada 3 gün giren Güzel, biraz daha rahatlayabilmek için haftada 4 gün bile girmeye razı olduğunu anlatırken, “Düğün de olsa cenaze de olsa gidemiyordum. Ailem durumuma çok üzülüyordu. 6 defa kateter takıldı. Allah düşmanımın başına vermesin. Bunun üzerine hem annem hem de babam böbreğini vermek istedi ancak ben kabul etmedim. Hep içimde böbreklerimin düzeleceğine dair bir umut vardı. Daha sonra babamın vereceği böbrekle, naklin yapılmasına karar verdik” diyerek nakil kararı sırasında yaşadığı zorlukları aktardı. İnternetten yaptığı araştırmalardan, diyaliz doktoru ve hemşirelerinden duyduğu başarılı nakiller üzerine Gaziantep Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi’ni tercih ettiğini söyleyen Güzel, şöyle devam etti: “Organ Nakli Merkezi Sorumlu Hekimi Doktor Fatih Yüzbaşıoğlu’nu
da Kahramanmaraş’tan tanıyordum. İyi ki bu hastaneyi tercih etmişim, dört dörtlük bir hastane. Hastaneyi yaptıran, çalıştıran Konukoğlu Ailesi’ne, Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu’na, hemşirelere ve hastane çalışanlarına çok teşekkür ederim.” Bundan böyle kendi planlarını kendi yapacağını vurgulayan Güzel, “Hem annemin hem de babam böbreğini vermek istemesi, benim için büyük bir şans. Ama diyaliz arkadaşlarım benim kadar şanslı değil. Keşke aileler bu konuda daha bilinçli olsalar. Oysa organlar toprakta çürüyor, ama nakille başka bedenlerde can buluyor. Bu yüzden organ bağışı konusunda insanların daha duyarlı olmalarını istiyorum” dedi. Baba Süleyman Güzel (52) ise oğluna ilk rahatsızlandığı andan itibaren hem kendinin hem de eşinin ben böbreğimi vermek istediğini ifade ederek, ‘’Ama oğlum kabul etmedi. Ben çalışmak zorunda olduğum için bana kıyamadı” diyerek duygularını dile getirdi. Anne Cennet Güzel (54) “6 çocuğum var. 4’ü bekar olmasına rağmen biran olsun düşünmeden sadece oğlum kurtulsun diye böbreğimi bağışlamak istedim. Oğlumu o halde görmek, her gün bir ölümdü. Halbuki ben evladımın bu şekilde acı çekmesine dayanamıyordum. Kısmet oğlum için böbreğimi bağışlamak bana nasip oldu. Şükürler olsun. Bunlar artık geride kaldı. Herkese teşekkür ederiz” şeklinde konuştu. Hüseyin Ağca: ‘’Herkes Organ Nakli İçin Bağış Yapsın’’ Hatay’da yaşayan Hüseyin Ağca (24) 2 ay öncesine kadar gayet sağlık-
lıyken bir anda başlayan nefes darlığı şikayetiyle doktora gidiyor. Ağca, hastalığının çıkış sürecini şöyle anlattı:‘’Nefes darlığından dolayı doktora gittim. Bir anda doktorlar böbrek yetmezliği teşhisi koyunca ne olduğunu bile anlayamadan diyalize girmeye başladım. 3 günlük bir tedaviden sonra haftada 3 gün 4 saat diyalize girdim.” Diyalize girdiği merkezde Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Nefroloji Uzmanı Dr. Erkan Mahsereci’yi önerdiklerini söyleyen Ağca, “Hiç zaman kaybetmeden Dr. Erkan Mahsereci’yle görüşmeye karar verdik. Ayrıca, Gaziantep’in Hatay’a yakın olması bizim için önemli bir tercih nedeniydi” dedi. Ağca annesi, dayısı ve amcasının nakil için kendini yalnız bırakmadığını ve organ nakli vericisi olarak Gaziantep’e birlikte geldiklerini belirterek, sözlerini şöyle bitirdi: ‘’Verileri ve yaşı daha uygun olduğu için dayımın böbreğinin daha uygun olduğu söylendi. Ben şanslıydım çünkü hastalığım ortaya çıktıktan hemen sonra yakınlarım böbreklerini vermek istediler. Allah kimseye yaşatmasın. Herkes organ nakli için bağış yapsın. Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nden Dr. Erkan Mahsereci’ye, Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu’na, hemşirelere, hastane çalışanlarına ilgi ve hizmetlerinden dolayı teşekkür ederim.” İnşaat işiyle uğraşan 3 çocuk babası olan dayı Muzaffer Ağca (40) ise “Yeğenimin ihtiyacı olduğunu duyduğum an hiç düşünmeden böbreğimi veririm dedim. Çok şükür sağlığına tekrar kavuştu. İkimizde gayet sağlıklıyız. Emeği geçen herkese çok teşekkür ederim’’ sözlerine yer verdi.
s
a
ğ
l
ı
k
57
Dünyagöz’ün ev sahipliğinde 1. Uluslararası Katılımlı Diyabet Sempozyumu gerçekleşti:
DÜNYADAN ve TÜRKİYE’DEN UZMANLAR DİYABETE ÇÖZÜM ARADI Günümüzde tüm toplumları derinden etkileyen ve en önemli halk sağlığı sorunu haline gelen diyabet için Dünyagöz’ün ev sahipliğinde 6 Nisan 2014 tarihinde Swissôtel the Bosphorus’ta düzenlenen 1. Uluslararası Katılımlı Diyabet Sempozyumu’nda kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları bir araya geldi ve diyabetle mücadeleye yeni bir bakış açısı getirildi
58
s
a
ğ
l
ı
k
D
ünya Sağlık Örgütü tarihinde ilk kez bulaşıcı niteliğe sahip olmayan bir hastalığı, diyabeti, salgın olarak nitelendirdi. Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) verilerine göre tüm dünyada 382 milyon kişi diyabetle mücadele ediyor. Sosyal Güvenlik Kurumu verileri de gösteriyor ki Türkiye’deki diyabetli hastaların sayısı 5.2 milyon kişiye ulaştı. Gelinen noktada diyabet hızla yaygınlaşıyor ve şu ana kadar üretilen hiçbir çözüm diyabeti durdurmaya yetmiyor. IDF’e göre eğer diyabet şu andaki hızıyla devam ederse 2035 yılında 592 milyondan fazla insanın sağlığını tehdit edecek. Dünyagöz Hastaneler Grubu, tüm dünyanın diyabetle mücadelenin yollarını aradığı günümüzde, 1. Uluslararası Katılımlı Diyabet Sempozyumu’nu düzenleyerek A’dan Z’ye diyabeti tartıştı. Dünyadiyabet Merkezi diyabete bütüncül bir yaklaşım getiriyor Dünyagöz Hastaneler Grubu Medikal Direktörü Prof. Dr. Kazım Devranoğlu, Dünyagöz Hasteneleri bünyesinde bugüne kadar pek çok diyabetik retinopati hastası tedavi ettiklerini ve bu hastaların yüksek bir oranının diyabet olduğunun farkında olmadığını söyle-
di. Bu nedenle Dünyagöz Hastaneler Grubu olarak diyabete bütüncül bir yaklaşım getirebilmek için Dünyadiyabet Merkezlerini kurduklarını söyledi. Prof. Dr. Devranoğlu şu anda Dünyagöz Ataköy ve Dünyagöz Bursa bünyesinde Dünya Diyabetmerkezlerinin hastaların hizmetinde olduğunu belirtti. Bu gelişmeyle beraber diyabete dikkat çekmek ve çözüm aramak için 1. Uluslararası Katılımlı Diyabet Sempozyumu’nu düzenlediklerini belirten Prof. Dr. Devranoğlu, sempozyumda diyabet alanının dünyadan ve Türkiye’den en önemli fikir önderi ve akademisyenlerinin yanı sıra kamu ve sivil toplum kuruluşlarını da biraraya getirdiklerini, diyabetle mücadelede çözüm arayan taraflar arasında bir fikir alışverişi platformu oluşturduklarını açıkladı. Diyabet hastalarının ayağına retina taramasını götürebileceğiz Girit Üniversitesi Oftalmoloji Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Ioannis G. Pallikaris, dünyada retina hastalıkları nedeniyle oluşan körlüklerin yüzde 15-17’sinin diyabetik retinopatiden kaynaklandığını belirtti. Sempozyumda, Prof. Dr. Pallikaris, Tele-oftalmolojik yöntemle artık uzaktan retina görüntülemesinin yapılabildiğini ve bunun hastalar için önemini anlattı. Prof. Dr. Pallikaris, gözün arkasını ve yörünge duvarları-
nın içindeki dokuyu görüntüleyebilen Fundus Kamera ile yapılan muayenelerin erken teşhis için fırsat sağladığını belirterek, bize gelemeyen hastaların ayağına gitmek için bu yöntemin son derece önemli olduğuna dikkat çekti. Diyabeti durdurmak için tüm uzmanlar bir araya gelmeli Sempozyumda, Avrupa Diyabet Hemşireliği Vakfı’nın Kurucusu ve Başkanı ve Dünya Diyabet Federasyonu önceki dönem Başkan Yardımcısı Uzm. Hemş. Anne-Marie Felton, “21. yüzyılda diyabet hemşiresinin rolü” hakkında konuştu. Diyabette hemşirelere çok önemli görevler düştüğünü belirten Uzm. Hemş. Anne-Marie Felton, hemşireler sayesinde tedavinin daha iyi, daha ucuz ve daha efektif olmasının mümkün olabileceğini ifade etti. Uzm. Hemş. Felton, diyabetin tedavisinde entegrasyonun son derece önemli olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi: “Diyabeti önleyebilmek için kendi mesleklerimizi ve uzmanlık alanlarımızı korumak yerine hastalar için bir araya gelmeliyiz. Samimi bir birliktelik oluşturmalıyız. Birlikte uyum içinde çalışırsak diyabetin hızlı gidişatına dur diyebiliriz.” Uzm. Hemş. Felton, Avrupa’da diyabetin maliyetlerine bakıldığında 2013
s
a
ğ
l
ı
k
59
yılında 109 milyar Euro olan diyabetin maliyetinin 2035 yılına gelindiğinde 117 milyar Euro’ya ulaşacağını söyleyerek, diyabetin hastaların yanı sıra devlet ekonomisini de vurduğunu söyledi. Bu açıdan da diyabetin önlenmesinin önemine dikkat çeken Uzm. Hemş. Felton,Dünyadiyabet Merkezlerinde diyabetologlarla hemşirelerin birlikte çalışmasının çok yerinde ve başarılı bir uygulama olduğunu da söyledi. Verem hastaları diyabet olabilir Dünyadiyabet Merkezleri Medikal Direktörü Endokrinolog Prof. Dr. M. Akif Büyükbeşe ise sempozyumla, hem göz doktorları nezdinde diyabet hakkında fakrındalık oluşturmak hem de endokrinologlar nezdinde diyabetin göz üzerindeki etkilerine dikkat çekmek istediklerini belirtti. Prof. Dr. Akif Büyükbeşe, diyabetin son 10 yılda ülkemizde yüzde 100 oranında artış gösterdiğini vurgulayarak, fark edilmeyen diyabet yüzünden tedavinin uzadığını ve komplikasyonların arttığını söyledi. Prof. Dr. Büyükbeşe, ayrıca sedef hastalığında da insülin direncinin arttığını ve bu durumun diyabetin habercisi olabileceğini bildirdi. Prof. Dr. Büyükbeşe, diyabet hastalarında halk tarafından verem olarak da bilinen tüberküloz hastalığı eğilimi olduğunu, var olan tüberkülozun yeniden alevlenmesinde de diyabetin etkili olabileceğini açıkladı. Tüberkülozun diyabette alışılagelmişin dışında seyredebildiğini belirten Prof. Dr. Büyükbeşe, bu nedenle bazı vakalarda hastalığın teşhisinin zor olduğunu söyledi. Prof. Dr. Büyükbeşe, diyabetin hem tanısında hem de tedavisinde açlık kan şekerinden ziyade tokluk kan şekerinin çok daha önemli olduğunu da vurguladı. Prof. Dr. Büyükbeşe, anne, baba ve kardeş gibi birinci derecede yakınlarında diyabet olanların taranmasının erken teşhiste kritik önem taşıdığına da dikkat çekti. Diyabet Hasta Eğitim Merkezleri kuracağız Prof. Dr. Büyükbeşe, sempozyumda Dünyadiyabet Merkezleri ile ilgili hedeflerinden de şöyle bahsetti: “2 yıl içinde Dünyadiyabet Merkezleri bün60
s
a
ğ
l
ı
k
yesinde ‘diyabet hasta eğitim merkezleri’ kuracağız. Böylece hastaların kendi kendilerini takipte en ideal noktaya gelmesini hedefliyoruz. Ayrıca Dünyadiyabet merkezleri olarak IDF tarafından akredite edilmiş bir merkez olmak için görüşmelerimiz devam ediyor ve bu yıl içinde bu konudaki gelişmeleri sizinle paylaşacağız. Ayrıca Kasım ayında Dünya Diyabet Günü’nün olduğu hafta, bu toplantının ikincisini gerçekleştireceğiz ve her yıl bu toplantılara devam edeceğiz.” Diyabetik retinopatinin cerrahi tedavisinde yeni gelişmeler Diyabetle göz arasındaki ilişkinin önemli olduğuna dikkat çeken Dünyagöz Etiler’den Doç. Dr. Nur Acar şunları söyledi: “Diyabet, sinsice ilerleyen bir hastalık. Diyabet hastalarında en sık görülen göz rahatsızlığı ise diyabetik retinopati. Diyabetik retinopatinin ilk bulguları diyabet hastalığı başladıktan yaklaşık 5 yıl sonra ortaya çıkıyor. Diyabet ve diyabetik retinopati kapsamlı bir göz muayenesiyle tespit edilebiliyor. Günümüzde sonradan oluşan körlüklerin en önemli nedenlerinden biri olan diyabetik retinopatiye yakalanmamak için periyodik göz kontrollerinin yaptırılması büyük önem taşıyor. Diyabet tanısı sonrası 1 yıllık aralarla, 5 yılı geçen diyabet hastalarının 6 ayda bir, göz dibi problemi tespit edilen diyabetlilerin ise 3 ayda bir, veya doktorunun belirlediğisıklıkta retina muayenesi olması gerekiyor. Diyabetik retinopatiyi tedavi eden en temel yöntem, lazer fotokoagülasyon. Argon lazer olarak anılan bu tedavi yöntemi uygun zamanda uygun şekilde uygulandığında görme kayıplarını önlüyor. Ayrıca son dönemde geliştirilen ilaçlarla göz içine enjeksiyon da lazere yardımcı oluyor. Lazer tedavisinin zamanında yapılamadığı durumlarda ise cerrahi yöntemlerle tedavi mümkün olabiliyor. Vitrektomi adı verilen retina ameliyatlarında son yıllarda teknikler teknolojinin ilerlemesine paralel olarak oldukça gelişti. Gerek mikrocerrahi aletlerde, gerekse cerrahi tekniklerdeki gelişmeler bu ameliyatların başarıyla yapılmasını kolaylaştırıyor. Bu operasyonlarda dikkat edilmesi gereken en önemli konu alanında özel eğitim almış uzman retina cerrahları tarafından ya-
pılması.” Sempozyumda diyabet alanının uzmanları buluştu Toplantıya oturum başkanı ve konuşmacı olarak katılan diğer isimler arasında; Dünyadiyabet Bursa’dan Uzm. Dr. Güler Saltıklar, Uzm. Dr. Özlem Sezgin Meriçliler, Dünyagöz Etiler’den Prof. Dr. Hüsnü Güzel, Doç. Dr. Nur Acar ve Opr. Dr. Nilüfer Köylüoğlu Ünal, İstanbul Halk Sağlığı Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Seyhan Hıdıroğlu, Türkiye Tıp Akademisi Başkanı Prof. Dr. H. Hüsrev Hatemi, Türk Diabet Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. Hasan İlkova, Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Başkanı Prof. Dr. Sadi Gündoğdu, Akdeniz Üniversitesi Nefroloji Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi ve Türk Nefroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Gültekin Süleymanlar, Marmara Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Öğretim Üyesi ve Türkiye Diyetisyenler Derneği Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Funda Elmacıoğlu, İstanbul Aile Hekimliği Derneği (İSTAHED) Yönetim Kurulu Başkanı Dr. H. Esin Şener, Taksim Alman Hastanesi Metabolik Cerrahi Kliniği Başkanı Doç. Dr. Alper Çelik, Bezmi-i Alem Üniv. Nefroloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Reha Erkol, İstanbul Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Endokrin ve Metabolizma Kliniği Eğitim Görevlisi Prof. Dr. Yüksel Altuntaş, Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Tamer, Sanko Tıp Fakültesi Endokrinoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Baştemir, Koç Üniverisitesi Hemşirelik Yüksekokulu’ndan Doç. Dr. Şeyda Özcan gibi değerli isimler yer aldı.
Markanızı korumak için Patent Marka Tescili Tasarım ve Desen Tescili Faydalı Model Barkod Hukuk Danışmanlığı Yurtdışı Tescil Belgeseli TSE ve ISO Belgesi Tel: +90 342 323 83 28
BİZİMLE karar verin !
TeleFax: +90 342 324 83 28
Gsm: +90 532 491 05 12
Adres: İncilipınar Mah. Gazimuhtarpaşa Bulvarı Halı Sarayı Kat:1 No:81 Şehitkamil - GAZİANTEP e-mail: cihanpatent@hotmail.com www.cihanpatent.com
s
a
ğ
l
ı
k
61
Kozmik Enerji Şifası Hakkında Bilinmeyenler! Gaziantep DİLMUN Bireysel Gelişim Merkezi Kozmik Enerji Şifa Uygulayıcısı Hasret KÖKSEL, kozmik enerji şifası hakkında bilinmeyenleri Narkoz Sağlık Dergisine anlattı.
Hasret Köksel
Kozmik Enerji Şifası nedir? “Kozmik Enerji”, bioenerji alanı ve görünmeyen dünyadaki enerji fenomeni üzerine yapılan uzun araştırmalardan sonra 1983te Rusyada Akademik Vladimir Alexandrovich Petrov tarafından kurulan, temizleme, Şifalandırma, koruma ve bilgi üzerine bir enerji yöntemidir. 2002 yılında Moskova da
yer alan 5.Rus Şifacılar Kongresinde, Kozmik Enerji’nin Kozmik Tıp olarak adlandırılmasını önerilmiş ve kabul görmüştür. Kozmik Enerji metodu sadece fiziksel bedenin şifalanmasına izin vermez ayrıca hastalığın duygusal, zihinsel ve daha yüksek düzeylerde yer alan kök sebeplerinin de atılmasını sağlar. Kozmik Enerji’nin teşhisi, bütünsel bir teşhis sistemidir, sadece fiziksel bedenin anatomisine değil insan enerji bedenlerinin yapısına ve bi-
oenerji bilgi alanlarının (aura) ve merkezlerinin (çakralar) çalışmasına da dayanır. Bu bio-enerji bilgi alanları ve merkezleri aracılığıyla, kozmik enerji şifacısı kişinin enerji bedenlerindeki deformasyonları ve bu enerji alanlarının yapılarında yer alabilecek negatif enerji-bilgi programlarını belirleyebilir. Sonuç olarak, Kozmik Enerji yöntemiyle güçlü bir enerji temizlemesinin ve bütün bir enerji şifasının ardından sadece fiziksel sağlık yeniden kaza-
nılmaz, ayrıca ortaya çıkabilecek gelecek problemlerin olasılığı da büyük ölçüde azaltılır. Bu frekansların yardımı ile kişiye yıllardır tüm seviyelerde ciddi sağlık problemlerine sebep olan ve aynı zamanda gelecek problemler için bir çekim kutbu oluşturan, onun enerji alanlarında ve merkezlerinde depolanan çeşitli negatif enerjiler ve negatif enerji programlamaları tarafından yaratılan sorunları da tedavi edilebilir. Rusya’da kozmik enerji terapisi tıp doktorları tarafından hastanelerde uygulanmaktadır ve Rusya’daki federasyon, çalışmalarını Dünya Sağlık Örgütü ile birlikte yürütmekte olup, çalışmaları için patent almıştır. Kozmik Enerji’nin Tıp ile ilişkisi ve Tamamlayıcı Tıp Nedir? Modern tıbbın çözemediği durumlarda belirli bir hastalıkla bir ömür boyu yaşamak zorunda olma fikri kabul edilebilir olmadığı için, Kozmik Enerji modern tıbbın geldiği noktadan da destek alarak ve onu reddetmeden, beden, ruh ve zihin üzerinde iyileştirmeler yapar. Bu nedenle bu yaklaşım bir Alternatif Tıp değil, Tamamlayıcı Tıp yöntemi olarak isimlendirilir. Modern Tıp hastalıkların bedendeki oluşum şekli ile ilgili önemli bir kaynak olduğu gibi, hasta-
lıkların semptomları ve onların ilerleme süreçleri ile ilgili çok değerli bilgilerle bizleri donatır. Ancak modern tıp, hastalıkların ilk olarak bedende ortaya çıkıp sonra da bedende çözülebildiğine inanır. Dolayısıyla çeşitli ilaçlarla tedavi etmeye çalıştığı durumlar, aslında bedendeki semptomlardır. Bu süreç her ne kadar hastanın acılarını azaltıp diğer semptomları hafifletse ve bu şekilde yaşam kalitesini yükseltse de, hastalığı tedavi etmez. Bütünsel yaklaşımı benimsemiş olan Kozmik Enerji Çalışmaları ise, hastalıkların önce beden değil, zihinde başlayıp, sonra zihnin bedeni hastalandırdığına inanır. Dolayısıyla sadece bedendeki semptomların iyileştirilmesi yeterli olmayacağı için zihinsel ve ruhsal bir enerji terapisi ile hastayı tamamen iyileştirmeyi hedefler. Zira beden, çok yetenekli ve kendi kendine yeten bir makinedir. Hastalık diye algıladığımız durumlar, aslında bedenimizin düzgün çalışması için gerekli şartların değişmesi durumunda bize verdiği uyarılar bütünüdür. Ağrılar, sızılar ve bedenden dışarı atımlar bir uyarı veya temizlenme yoludur. Örneğin baş ağrısı (birçok nedeni olabilmekle birlikte) bedeninizin ihtiyacı olan gıdayı almakta geciktiğinizde yani aç kaldığınız durumlarda ya da bedeninizin ihtiyacı olandan daha az uyku
uyuduğunuzda da gerçekleşebilir. Bu durumlarda bedeniniz, ihtiyacını beyninize sinyallerle iletir ve acı algınızı kullanarak bir yanlışlık olduğunu anlamanızı sağlar. Böyle bir durumda ağrı kesici içmek anlık olarak ağrınızı kesse de aslında problemi değil sadece semptomu çözmüş olur. Daha ciddi hastalık örneklerinde ise, durum daha karmaşık fakat aynıdır. Kozmik Enerji, modern tıbbın beden üzerindeki çok güçlü iyileştirici etkilerini kullanırken, zihninizi ve ruhunuzu da şifalandırmak gerektiği prensibini esas alarak modern tıp ve modern psikoloji ile birlikte hareket eder. Böylece modern tıbbın sadece bedende gerçekleştirdiği şifayı çoğu zaman, ruhsal ve zihinsel terapilerle güçlendirip tamamlarken, modern tıbbın bedensel olarak çözüm bulamadığı durumlarda bedensel, ruhsal ve zihinsel terapi anlayışıyla onun gerçekleştiremediği iyileşmeyi gerçekleştirir. Kozmik Enerji Hangi Hastalıkların Tedavisinde Kullanılır? Kozmik Enerji kanalları, grip gibi viral hastalıklardan depresyon veya şizofreni gibi psikolojik rahatsızlıklara, çözümü olmadığı söylenen migren gibi hastalıklardan, kanser ve çeşitlerine
s
a
ğ
l
ı
k
63
kadar birçok hastalığın tedavisinde kullanılır. Kozmik Enerji ile çözümlenen hastalıklardan en sık kaşılaşılanları şunlardır: bağışıklık sistemi, kas-sinir sistemi, kan sistemi, üriner ve üro-genital sistem, kemik sistemi hastalıkları, psikolojik rahatsızlıklar, felç-inme, depresyon, migren, mide problemleri, romatizma, osteoporoz, fıtık, tansiyon, şeker, çeşitli organ sorunları, tiroid problemleri, metabolizma düzensizlikleri, cilt problemleri ve alerjiler vs. Ayrıca stres, kilo dengeleme, öfke sorunu, büyüme bozukluğu, zihinsel gelişim bozukluğu gibi sorunlarda da kozmik enerji kullanılır. Kozmik Enerji bireylere sadece şifa vermekle kalmaz, aynı zamanda her insanın enerji bedeninde bulunan negatif etkileri de temizler. Kişinin hayatında olumsuzluk yaratan nazar, büyü, düşük seviyeli parazit varlıklar gibi düşük titreşimleri ortadan kaldırır, bunun sonucunda ise kişi hayatının her alanında büyük değişim ve dönüşüm yaşar. Bireyin titreşimi kademeli olarak artar. Birey Kozmik Enerji ile aurasını, karmasını, geçmişini, bedenini, çakralarını, dişil ve eril enerji kanallarını tamamen temizler, dengeler ve şifalandırır. Kozmik Enerji bireyleri korur, onların manyetik alanlarını güçlendirir, enerji akışlarını sağlar, pozitif enerji ile yükler, bloke olmuş enerji
yollarını açar, bolluk, bereket, sağlık ve sevgiyi hayatınıza getirir. Kozmik Enerjinin etkili olduğu alanlar sınırsızdır. Rusya’da Kozmik Enerji adı, Kozmik Enerji Tıbbı olarak değiştirilmek istenmektedir. Bir rahatsızlığım yok, Kozmik Enerji Benim İşime Yarar mı? Kozmik Enerji sadece bir şifa değil, aynı zamanda bir korunma ve temizlenme yoludur. Bu nedenle bu yöntemden faydalanmanız için hasta olmanız gerekmez. Kozmik Enerji genel olarak; • Bağışıklık sisteminin güçlenmesini • Hücre yenilenmesinin dengelenmesini • Hormon dengesinin korunmasını • Enerji ihtiyacının giderilmesini • Sağlıklı bir uyku, iş hayatı ve özel hayatın sağlanmasını • Stresin giderilmesini • Genel bir mutluluk ve huzur halinin hüküm sürmesini • Ruhsal, bedensel ve zihinsel dengenin sağlanması ve korunmasını • Bilinç altımız, çakralarımız, enerji bedenimiz, auramız, karmamız ve geçmişimizde biriken tüm düşük titreşimli durum ve travmaların temizlenmesini sağlar.
Dilmun Bireysel Gelişim Merkezi
Gaziantep’te DİLMUN Bireysel Gelişim Merkezinde düzenli olarak Kozmik Enerji Şifası Uygulayıcısı HASRET KÖKSEL Tarafından Düzenli olarak İhtiyacı olan tüm Danışanlara Kozmik Enerji Şifa Seansları yapılmaktadır. Randevu alınması gerekmektedir. DİLMUN BİREYSEL GELİŞİM MERKEZİ Adres: Alleben mah. Şair Nabi sok. no:7/4 Özsoy apt. İletişim: 0342 220 65 00 www.dilmun.com.tr
64
s
a
ğ
l
ı
k
Kozmik Enerji’nin Dinler ve İnanışlarla İlişkisi Nedir? Kozmik enerjinin hiçbir din ya da inanışla ters düşen, çatışan ya da aykırı bir anlayışı bulunmamaktadır. Ayrıca herhangi bir dinle özel bir bağı olmadığı için de, inançları olan veya olmayan bütün insanlara hitap eder. Kozmik enerji seansı yaklaşık 40-45 dakika sürer. Danışan seans boyunca gözleri kapalı olarak ayakta bekler. Ayakta bekleyemeyecek hastaların oturması uygundur. Seans tek kişiyle olabileceği gibi birkaç kişiyle birlikte de yapılabilir. En yüksek etki 12-15 seanslık bir kür sonucu elde edilir. Seansların düzenli olarak alınması büyük önem taşır. Etkin seans sıklığı günde iki seans ile 10 günde bir seans arasında değişebilir. Fakat sık yapılan seanslar verimi arttırır. Farklı amaçlarla yapılabilen seansların süre ve miktarları değişiklik gösterebilir. Seans süresince uygulayıcı, danışanın bedeninde veya aurasında bulunan çeşitli noktalara yani organlara veya çakralara dokunarak enerjiye kanallık eder. Kozmik Enerji seansı öncesinde danışanlar rahatsızlıklarını söyleyebilecekleri gibi, uygulayıcı bazen danışanın hastalıklarını teşhis edip teşhise göre seans uygulayabilir.
Hasret KÖKSEL Kimdir? 1983 Hollanda doğumlu olan HASRET KÖKSEL Bireysel Gelişim Alanında Kendini geliştirmiş ve Diksiyon, Stres ile Başa Çıkma NLP, GETS (Geçmişin Enerjilerini Temizleme) Eğitimleri almıştır. Spritüel ve Mistik konulara meraklı olan KÖKSEL, Yaptığı işi; “Her şey evrenin sırlarını merak etmem ile başladı.” Şeklinde tanımlar. Kişisel Gelişim Alanında yapmış olduğu çalışmalara 2011 yılında Bireysel Gelişim alanında devam etmiştir. 2011 yılında Kozmik Enerji Şifası ile tanışan KÖKSEL, Sonrasında Kozmik Enerji Şifası Eğitimi almıştır. 2009 İktisat Fakültesi Maliye Bölümü Mezunu olan KÖKSEL, 2012 Yılında Yabancı Dil Kursu çalışmalarını bırakıp; Yıllardır Hobi olarak ilgilendiği ve Eğitimler aldığı Bireysel Gelişimi Meslek yapmaya karar vermiş ve Bu Alanda; Profesyonel olarak DİLMUN Bireysel Gelişim Merkezinde çalışmaya başlamıştır. Kozmik Enerji Şifası Uygulayıcısı olarak çalışmalarına devam eden Hasret KÖKSEL 2013 yılında Kozmik Enerji Şifası Master ünvanını almıştır. Hala DİLMUN Bireysel Gelişim Merkezinde düzenli olarak Kozmik Enerji Seansları vermektedir. Ayrıca bu konuda kendisi gibi Bireysel Gelişimi Meslek olarak yapmak isteyenlere Kozmik Enerji Şifası Eğitimleri vermektedir.
Türkiye’nin ilk ve tek Ayurvedik Yaşam Eğitmeni Ebru Şinik, yaza yenilenerek girmek için tavsiyelerde bulundu.
Duygusal ve Zihinsel Detoks İçin Altın Değerinde 5 Tüyo! Yaza girmeden tazelenmek mümkün! Ayurvedik Yaşam Eğitmeni Ebru Şinik, yaşam kalitesini yükseltecek, uygulaması son derece basit günlük rutin önerilerde bulundu. Sertrans Logistics’in, her ay düzenli olarak gerçekleştirdiği “25’inci Yıl Söyleşileri”nin Nisan ayı toplantısında konuşan Ebru Şinik, “Bu 5 maddelik rutini hayatınıza kattığınızda, fiziksel ve zihinsel olarak rahatlayacak, ruh sağlığınızda olumlu somut değişimler göreceksiniz” dedi. Meditasyon konusunda dünyanın en iyi eğitim merkezlerinden ABD California - Chopra Üniversitesi meditasyon eğitmenlerinden Ebru Şinik, Sertrans Logistics 25’inci Yıl Söyleşileri’nde “ Ruh-Beden ve Zihin Sağlığı” üzerine bir konuşma yaptı. Şinik, duygusal ve zihinsel detoks için altın değerinde tüyolar verirken, katılımcılara mutlu olmanın, hayatı düzene sokmanın ve yaza enerjiyle girmenin anahtarının öncelikle doğru nefes almak, meditasyon yapmak ve bunu günlük rutine katmak olduğunu söyledi.
Ebru Şinik’ten yaşam kalitesini yükseltmek, yaza yenilenerek girmek için 5 TÜYO: Sabah kalkıldığında, ilk olarak dil üzeri, dil spatulası veya dil üstü fırçası ile temizlenmeli, ardından bir bardak ılık suya bir çorba kaşığı organik elma sirkesi ya da limon&bal eklenerek içilmeli. Günde iki defa yarım saat meditasyon yapılmalı. Özel bir spor ya da nefes alma tekniği uygulamıyorsak, gündelik hayatımızda sadece burnumuzdan nefes alıp vermek gerekiyor. Ağzımızdan aldığımız her nefeste yaşam enerjimiz düşer. Ağzımız yemek yemek için, burnumuz ise nefes almak için yaratılmıştır. Haftada en az iki kere plates, yoga, yüzme gibi omurilik sağlığımıza yönelik fiziksel bir aktivitenin yapılması çok önemli. Özellikle bilgisayar masası başında otururken kan dolaşımı bozukluğu ve varis, selülit gibi muhtelif rahatsızlıkların oluşmaması için diz kapağı ve kalça hizasının eşit olmasına dikkat etmek gerekiyor. Bunun için ayak destek ünitelerinin kullanılması çok yararlı.
s
a
ğ
l
ı
k
65
Denge Sorunları Sosyal Yaşamınızı Etkilemesin! Ani hareketlerle ortaya çıkan baş dönmesi, hastanelerin acil servislerine yapılan başvuruların önemli bir bölümünü oluşturuyor. Kişinin yaşam kalitesini düşüren bu baş dönmeleri, denge sorununa işaret ediyor!
D
enge sorunları sosyal yaşamı etkiliyor. Öyle ki denge sorunu yaşayan kişiler tek başına sokağa çıkmaktan korkar hale gelebiliyor. Anadolu Sağlık Merkezi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Sertaç Yetişer denge sorununun ortaya çıktığı dönemde ilaç tedavisi alan kişilerin yatağa yatıp dinlenmek yerine, sokağa çıkmaları gerektiğini söyledi. Prof. Dr. Sertaç Yetişer, denge sorununu şöyle bir örnekle anlatabiliriz diyerek, “Diyelim ki, kişinin iç kulağındaki denge organı çalışmıyor. Beyin bu durumda göze ve dokunma duyusuna yükleniyor. Böyle bir durumda bu sorunu yaşayan kişi, odanın ışığı kapandığında elindeki66
s
a
ğ
l
ı
k
leri düşürüyor. Çünkü diğer uyarı ortadan kalktığında, görmenin karanlık ortama adapte olması için geçen sürede, denge sorunu ortaya çıkıyor.” diye konuştu. Denge sorununa neden olan etmenlerin genel olarak kulak kaynaklı ve santral olarak ikiye ayrıldığını söyleyen Prof. Dr. Yetişer, “Beyin dışı nedenlerin sayısı oldukça fazla olsa da, en sık görüleni Benign Paroksismal Pozisyonel Vertigo oluyor. Aniden başlayan, baş hareketleri ile tekrarlanan baş dönmesi olarak özetlenebilecek ve BPPV diye kısaltılan bu neden, halk arasında daha çok ‘Kulak kristallerinin yerinden oynaması’ olarak tarif ediliyor” diye konuştu. Gözle görülemeyecek kadar küçük olan bu kulak kristallerinin iç kulakta bulunduğunu ve darbe, uzun
Prof. Dr. Sertaç Yetişer Anadolu Sağlık Merkezi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı
süreli yolculuklar ya da üst solunum yolu enfeksiyonu gibi nedenlerle yerlerinden oynayabileceğini söyleyen Prof. Dr. Yetişer, “Hastalık yukarıya doğru baktıkça ortaya çıktığı için BPPV’ye ‘süpermarket hastalığı’ diyenler de bulunmaktadır” dedi. Psikoloji güvensizliğe neden oluyor Kısa sürse de, 4 - 5 saniyelik baş dönmesinin, şiddeti nedeniyle yaşam kalitesini düşürdüğünü anlatan Prof. Dr. Yetişer, hastalığın kronikleşen denge sorunlarına ve psikolojik güvensizliğe yol açtığını söyledi. Hastaların tek başlarına dışarı çıkmak istemediğini, yalnız kalmaktan kaçındığını ve sürekli bir endişe hali yaşadıklarını anla-
tan Prof. Dr. Yetişer, “Günlük yaşamın yanı sıra, çalışma hayatında meydana gelen zorluklar da kişiyi bunaltıyor. Bu hastalıkla ilgili ‘Düşecek gibi oluyorum. Yer ayağımın altından kayıyor. Cisimler yer değiştiriyormuş gibi geliyor’ cümleleri, hekimlerin en sık duyduğu şikayetler arasında yer alıyor” dedi. BPPV’nin tanı ve tedavisi kolay oluyor BPPV hastalığının kişiyi uygun baş hareketleri ile test ederek kolayca tanındığını ifade eden Prof. Dr. Yetişer, tedavinin de benzer manevralarla kolaylıkla yapılabildiğini ifade etti. Prof. Dr. Yetişer, “Kendilerinde görülen
denge sorunu için her zaman en kötüsünü düşünen hastaların bu maksatla bir kez KBB uzmanına danışmaları çok doğru olacaktır” dedi Temiz havada yürümek iyi geliyor Denge sorununun tedavisinde bazen bir iyileşme sürecine ihtiyaç olabileceğini ve hareket etmenin önemli bir yer tuttuğunu belirten Prof. Dr. Yetişer, “Baş dönmesi yaşayan kişiler ‘Işığı kapatmalıyım, dinlenmeliyim, geçer!’ diye düşünse de bu sorunu yaşayan kişilere temiz havada birkaç saat yürümeleri öneriliyor. Hasta, ne kadar çok dışarı çıkar ve yürürse, dengesine kavuşması o kadar kolay oluyor.” diye konuştu.
s
a
ğ
l
ı
k
Bel Ağrısından Korunmanın 11 Yolu Eğer siz de bel ağrısı sıkıntısı çekiyorsanız, yalnız değilsiniz. Her 5 kişiden 4’ü aynı acıdan muzdarip. Ancak çok basit, herkesin kendisinin uygulayabileceği stratejilerle ağrılarınızı azaltabilir hatta tamamen kurtulabilirsiniz. Nasıl mı? Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, bel ağrısından korunmanın 11 yolunu sizler için yazdı:
68
s
a
ğ
l
ı
k
DAHA FAZLA EGZERSİZ YAPIN Eğer beliniz ağrıyorsa, daha az hareket ve istirahat etmenin ağrınızı azaltmak için iyi bir yol olduğunu düşünebilirsiniz. Bir veya iki günlük istirahat size yardımcı olabilir fakat daha fazlası ağrınız için faydalı olmayacaktır. Kas gerilmesi ve enflamasyonu (ödem) hafifletmenin en iyi yolu sürekli fiziksel aktiviteden geçiyor. KİLONUZA DİKKAT EDİN Daha fazla kilo (özellikle vücudunuzun orta kısmında), ağrı ciddiyetinizi daha da kötü bir seviyeye getirebilir ve beliniz de zorlamaya yol açar. SİGARA BEL AĞRISI YAPAR Eğer sigara kullanıyorsanız, bırakın. Sigara içmek besin içeren kanın, omurgadaki disklere akışını engellemektedir. Bu yüzden sigara içenler sıklıkla bel ağrısı çekerler. HANGİ POZİSYONDA UYUMALI? Eğer bel ağrınız varsa, doktorunuzla en iyi uyuma pozisyonu hakkında konuşun. Cenin pozisyonunda uyumanız bazen doktorlar tarafından tavsiye edilir. Sırtüstü mü yatmak istiyorsunuz? Dizlerinizin altına ve belinizin altına yastık koyun. Yüzüstü yatmak özellikle belinizin zorlanmasına yol açabilir. Eğer başka türlü uyuyamıyorsanız, kalçanızın altına yastık yerleştirin. DURUŞUNUZA DİKKAT EDİN Bel ağrınızı önleyen en iyi sandalye bel destekli veya arkası düz olandır. Otururken dizlerinizi kalçanızdan daha yüksekte tutun. Gerekirse ayaklarınızı bir sekmenin üzerine koyun. Eğer çok uzun süre ayakta kalacaksanız, başınızı dik tutun ve karnınızı içeriye çekin. Eğer mümkünse, bir ayağınızı sekmenin üzerinde tutun ve her 15 dakikada bir ayağınızı değiştirin. AĞIR ŞEYLERİ KALDIRIRKEN DİKKAT Bir şey kaldırırken nasıl kaldırdığınıza dikkat edin. Ağır şeyleri kaldırırken belinizden eğilerek kaldırmayın. Dizlerinizi bükün ve çökün, karın kaslarınızı kasın ve ayağa kalkarken kaldırdığınız objeyi vücudunuza yakın tutun. Bir şey kaldırırken vücudunuzu döndürmeyin. Eğer yapabiliyorsanız, ağır objeleri kaldırmaktan çok itin. İtmek belinize daha az zarar verir. TOPUKLU AYAKKABILARDAN KAÇININ Ağrı noktanızı genişletebilir ve belinizi incitebilir. 2.5 cm’lik topuk giyin. Eğer daha yüksek topuk giymek isterseniz, her zaman rahat alçak topuklu ayakkabılarınızı yanınızda götürün ki rahatsız ettiğinde ve yorulduğunuzda giyebilirsiniz. DAR KOT PANTOLON GİYMEYİN Çok dar kot pantolonlarınızı saklayın. Çok dar kıyafetler giymek eğilmeyi, oturmayı ve yürümeyi engeller ve bel ağrısını çoğaltır. ARKA CEPTEKİ CÜZDANI ÇIKARTIN Eğer aşırı dolu bir cüzdanla oturacaksanız, bu rahatsızlık edebilir ve bel ağrısı yapabilir. Eğer uzun süre oturacaksanız, mesela araba kullanırken arka cebinizdeki cüzdanı çıkarın. ÇANTAYI POSTACI GİBİ TAKIN Doğru çantayı seçin. Başınızdan geçirebileceğiniz uzun ve kalın saplı, ayarlanabilir kayışlı çantalar seçin. Postacı çantaları bu tür çantalardandır. Kayışın çantanın olduğu tarafta değil de diğer omuzda olması yükün ağırlığını eşit şekilde dağıtır ve omuzunuzun, belinizin ağrılardan en az etkilenmesini sağlar. Çok ağır bir çanta veya kayışsız bir çanta taşıdığınız zaman ellerinizi sürekli değiştirin ki vücudunuzda sadece bir tarafın ağırlığı çekmesini engelleyin. Çantanızı, sırt çantanızı gereksiz yere ağırlaştırmayın, hafifletin. BEL KUŞAKLARINI UNUTUN Bir çok bel destekleyicisi mevcuttur. Elastik bantlardan, özel korselere varana kadar. Belli ameliyatlardan sonra bunlar yardımcı olabilir fakat kronik bel ağrısına tedavi amaçlı yardımcı olduğu kanıtlanmamıştır.
s
a
ğ
l
ı
k
69
Daima Genç Kalmak Artık Hayal Değil ! İşte Mucize Yöntemler
Yaşlanmaktan korkmayan var mı?Kim gençliğinin ve güzelliğinin gitmesini ister ki!.. Çoğumuzun korkulu rüyası olan yaşlanmanın belirtilerini ortadan kaldırmak, Özel Hatem Hastanesi’nde uygulanan mucizevi yöntemlerle artık mümkün. İşte ,Özel Hatem Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Dilek Üstünsoy’dan her zaman genç görünmenin sırrı. AMELİYATSIZ YÜZ GERME VE GENÇLEŞTİRME 1- ULTRA SKİN ( ULTRATERAPİ) 2- FTC İPLİKLE YÜZ GERME ULTRA SKİN ( ULTRATERAPİ) Ultra Skin teknolojisi cildin alt katmanlarındaki taşıyıcı dokularda odaklanmış ses dalgaları kullanılarak kolajen üretiminin uyarılması yolu ile ciltte sıkılaşma ve gerginlik sağlayan bir tedavi yöntemidir. Ultra Skin ile cildin sıkılığını yitirmesi sebebi ile sarkma yaşanan kaş, alın, yanak, ağız kenarı, yüz konturu, çene hattı, gıdı bölgesi, dekolte bölgesi ve kırışan göz çevresinde ameliyatsız toparlanma ve gençleşme sağlanmaktadır. 70
s
a
ğ
l
ı
k
Tek bir uygulama ardından rejenerasyon süreci hemen başlar, ilk anda bile hafif bir gerilme etkisi görülmektedir. Cilt uygulama sonrası her geçen gün daha iyi görünmeye başlar, 1 hafta sonrasında cildinizi daha iyi hissedersiniz, 1 ay sonra etkiler görünür hale gelir, 3 ayın sonunda istenen sonuç gözlenmeye başlar. Tam sonuç alınması ise 6 ay sürmektedir. Ciltte kolajen üretimini uyardığı için elde edilen sonuç uzun süreli kalıcı olmaktadır. Ultraskin ile cilt gençleştirme nasıl uygulanır? Ultraskin yüz ve boyun germe sırasında cildin 3 mm ve 4,5 mm altına odak-
Dr. Dilek Üstünsoy Özel Hatem Hastanesi Dermatoloji Uzmanı
lanmış ultrason dalgaları hedeflenen uygulama bölgelerinde, kolajen üretimini uyaran ısı hasarları oluşturulur. Bu işlem sırasında cilt yüzeyi uygulamadan etkilenmez. Ultraskin ile cilt gençleştirme ve germe hangi bölgelere uygulanır? Yüz cildi ve yüz ovalinde kaybı olan, çene çizgisinde sarkmaları olan hastalarda yanaklara, gıdı bölgesindeki sarkmayı düzeltmek amacıyla boyuna, kaş kaldırmak amacıyla kaş-alın bölgesine, göz dış ve alt kısmındaki kırışıklıkları azaltmak amacı ile göz çevresine, dekolte bölgesindeki kırışıklıkları düzeltmek amacıyla dekolte-
ye uygulanmaktadır. Uygulama ne kadar zaman alır? Ultrason ile cilt germe süresi uygulama yapılan bölgeye göre 30-60 dakika arasında değişmekte olup tüm yüz ve boyuna yapılan uygulama 1 saat kadar sürmektedir. Ultrason ile cilt germe tek seanslık bir uygulama olup en erken 6 ay en geç 2 yıl içerisinde tekrarlanmaktadır. Uygulama ağrılı mıdır? Uygulama sırasında hastalar
hissettikleri acıyı genelde “iğne batması” ya da “elektriklenme” olarak tanımlamaktadır. Özel odaklama ultrasona sahip cihazlarla anesteziye ihtiyaç olmadan uygulama yapılabilir. Tedavi ağrısız kişinin sosyal yaşamını etkilemeyecek bir tedavidir.
herhangi bir yan etki oluşmaz. Bazı hastalarda birkaç saat sonra normale dönecek olan hafif kızarıklıklar oluşabilir.
Uygulama Sonrasında günlük yaşantıya hemen dönülebilir mi?
Uygulama sonrası ilk andan itibaren başlayan etki her geçen gün daha belirginleşir, 3 ayın sonunda maksimum etkiyi verir. Ultrason ile cilt germe ciltte kolajen üretimini uyardığı için sonuçlar uzun süreli kalıcı olmaktadır.
Uygulamanın ardından kişi günlük aktivitelerine hemen dönebilir. Ultrason ile cilt gençleştirme sonrasında ciltte yanık, leke,
Ultraskin ile cilt gençleştirmenin sonuçları ne zaman ortaya çıkmaktadır?
s
a
ğ
l
ı
k
71
FTC İPLİKLE YÜZ GERME Uygulandığı bölgede hızlı bir toparlanma etkisi gösteren devrim niteliğinde bir yöntemdir. Kişinin sosyal hayatını etkilemeden tedavi olanağı sunan yöntem, kadın - erkek tüm hastalarda güvenle kullanılabilir. FTC (Fine Thread Contour Therapy) Nedir? Son yıllarda geliştirilen ve Avrupa’da sıkça kullanılan yeni bir (cilt germe) lifting yöntemidir. Bu yöntemde cilt altına özel iplikler yerleştirilerek lifting etkisi elde edilmektedir. Ayrıca bu yöntemin cilt kalitesini artırdığı ve bir anlamda rejuvenasyon etkisi de gösterdiği tespit edilmiştir. Örümcek ağı yöntemi, iplikle asma diye de tanımlanabilmektedir. FTC vücutta nerelere uygulanır? Yüz, boyun ve vücutta birçok uygulama alanı bulunmaktadır. Yüzde özellikle yanak, kaş ve göz kapağı sarkmasında, alın germede, bozulmuş çene çizgisinin düzeltilmesinde ve boyun germede başarıyla kullanılmaktadır. Vücutta ise sarkmış kol altları ve bacak içleri için ideal tedavi yöntemlerinden birisidir. Ayrıca deforme olmuş karın derisini toparlamakta da yardımcıdır. Kullanım Alanları Nasolabial çizgi, çene çizgisi , kaş kaldırma, gözaltı torbaları , çene altı , kaz ayakları, alın ve boyundaki derin kırışıklıklar Etkisi ne zaman başlar ve ne kadar sürer? Kişinin ihtiyacı ve uygulama tekniğine bağlı olarak yapıldıktan hemen sonra cilt germe etkisi başlar. Cildin sıkılaşması ve gerçek lifting etkisinin ortaya çıkması birkaç haftayı bulur. Etki süresi 2 yıl devam eder. Uygulama nasıl yapılır? Cilt temizlenir. Bunu takiben cilde lokal anestezi uygulanır. Gereken bölgelerde işaretlenen noktalara, özel PDO (polidioksanon) iplikler uygulanır. PDO ipliklere cevap olarak cildiniz 72
s
a
ğ
l
ı
k
fibroblast ve büyüme faktörü içeren kollajen üretimine başlar. Böylece lifting etkisi ikiye katlanmış olur. Uygulama yapılacak alana anestezi uygulandıktan sonra tedavi edilecek bölgelere doktor tarafından özel iplikler yerleştirilir. Vakanın durumuna göre birçok uygulama yöntemi vardır. Hangisinin uygulanacağına doktor karar verir. Cildin sarkma durumuna göre uygulanan özel iplik sayısı 30 ile 100 arasında değişir.Uygulama sonrası aradaki fark hemen görülebilir. Bu fark zaman geçtikçe daha net belli olur ve cildiniz giderek daha çok gerilir. Birkaç hafta sonra sonuç tamamen görülebilir hale gelir ve etkisini 12-18 ay boyunca sürdürür.Uy-
gulama süresi yaklaşık 20 ila 30 dakikadır. Özel Hatem Hastanesi Sağlık Merkezi’nde , Ameliyatsız Yüz Germe ve Gençleştirme ( Ultraterapi), FTC İplikle Yüz Germe yanı sıra; Dolgu, Botox , Mezolifting , Tüm Yüz Işık Dolgusu, Somon DNA’sı, Medikal Cilt Bakımı, Kimyasal Peeling, Enzim Peeling, Fraksiyonel CO2 Lazer, PRP, Lazerle nevüs(ben), siğil tedavisi, Dermapen (Fraksiyonel Needle) Uygulaması, Lazer Epilasyon, Lazerle Dövme Silme, Lazerle Kılcal Damar ve Varis Tedavisi, Skleroterapi, Radyofrekans, Lazer Lipoliz ( Bölgesel İncelme), Mezoterapi, Ayak sağlığı, Kalıcı Makyaj uygulanmaktadır . Telefon : 0342 220 15 15
“Fit In Time” Artık Gaziantep’te ! Türkiye’de ilk defa teknoloji odaklı ve kişiye özel egzersiz programı içeren antrenman stüdyosu konsepti “Fit In Time” artık Gaziantep’te...
Telefon: 0 342 3220757 e-mail: gaziantepfitintime@hotmail.com
Bugüne kadar geliştirilen en etkili fitness teknolojisi Alman Miha Bodytec ve kişiye özel uzman spor eğitmenleri eşliğinde, 25 dakikalık bir egzersiz programını içeren Fit In Time, artık Gaziantep stüdyosuyla hizmet vermeye başladı. Türkiye genelinde 9 farklı şehirde toplam 28 stüdyosu bulunan “Fit In Time” 7’den 70’e herkesin güvenle deneyebileceği, kişiye özel çözümler sunuyor. Türkiye’de ilk defa Alman “Miha Bodytec” teknolojisinin kullanıldığı ve yine dünyada bir ilk olan 4D PRO antrenman ekipmanlarını kullanarak profesyonel antrenörler eşliğinde birebir yapılan antrenmanlar ile zayıflama, sıkılaşma, selülit görünümünün giderilmesi, kas gelişimi, sportif performans (hız, güç, denge) artışı ve kas definisyonu, sakatlık ve ameliyat sonrası kasların güçlendirilmesi, kas güçsüzlüğüne bağlı bel ve sırt ağrılarının etkin bir şekilde giderilmesi ve postür-duruş bozukluklarının giderilmesi gibi pek çok alanda etkin sonuçlar almak son derece kolay. Fit In Time, hizmet kalitesi ve kişiye özel, sonuç odaklı çözümlerini artık Gaziantep’e de taşıyor. Uzman eğitmenleri ve yenilikçi antrenman protokolü ile Fit In Time, Gaziantep’teki ilk stüdyosu hizmet vermeye başladı. Daha detaylı bilgiye www.fitintime.com.tr adresinden ulaşabilirsiniz.
s
a
ğ
l
ı
k
Astım Nedir?
Uz. Dr. Demet ÇETİN
Uz. Dr. Demet ÇETİN, astımın tüm dünyada yaklaşık 300 milyon kişiyi etkilediği tahmin edilen ciddi bir halk sağlığı sorunu olduğunu ve ülkemizde yaklaşık her 100 erişkinden 5-7’sinde, her 100 çocuktan 13-15’inde görüldüğünü belirtti.
Astım’ın her yaştan bireyi etkileyebildiğini ve doğru tedavi ile kontrol altına alınabileceğini, kontrol altına alınamadığında ise günlük aktiviteleri ciddi olarak kısıtlayabilen kronik (müzmin) bir hastalık olduğunu dile getirdi. Astım, hava yollarının daralması ile kendini gösteren ve ataklar(krizler) halinde gelen bir hastalıktır. Hastalar ataklar arasında kendilerini iyi hissederler. Astımda hava yollarında mikrobik olmayan bir iltihap vardır. Bu nedenle hava yolu duvarı şiş ve ödemlidir. Bu durum akciğerlerin uyaranlara aşırı duyarlı olmasına neden olduğu belirtti.
lunum gibi belirtilerin meydana geldiğini ve bu belirtilerden herhangi biri veya birkaçı bir arada bulunabileceğini belirtti. Bu belirtiler sadece astıma özgü değildir. Başka hastalıklarda da olabilir. Ancak aşağıda sayılan özelliklerle birlikte olduklarında astım açısından önem taşıdığını vurguladı. Belirtiler Tekrarlayıcı olup nöbetler halinde gelirler Genellikle gece veya sabaha karşı ortaya çıkarlar Kendiliğinden veya ilaçlar ile düzelirler Mevsimsel değişiklik gösterebilirler
Kişisel risk faktörleri Kalıtım (genetik yapı, irsiyet), cinsiyet ve şişmanlık gibi bireyin kendisine ve ailesine ait faktörlerdir. Çevresel risk faktörleri Çevremizde bulunan ve sık karşılaştığımız bazı etkenler, genetik olarak yatkın olan kişilerde astımın ortaya çıkmasında önemli rol oynarlar. Bunlar arasında ev tozları, polenler, küf mantarları gibi hava yoluyla gelen allerjenler yanı sıra, tekrarlayan akciğer enfeksiyonları, mesleksel uyaranlar, sigara dumanı, ilaçlar, ev içi/dışı hava kirliliği ve beslenme sayılabilir.
Uz. Dr. Demet Çetin Astımın Belirtileri Hakkında Bilgiler Verdi!
Astım Kimlerde Ortaya Çıkar? Risk Faktörleri Nelerdir?
Astımın Belirtilerini Tetikleyen Faktörler Nelerdir ?
Hava yollarında daralma, öksürük (genellikle kuru),nefes darlığı, göğüste baskı hissi ve hırıltı-hışıltılı so-
Astım hastalığının ortaya çıkmasında rol oynayan risk faktörleri, kişisel ve çevresel olabilir.
Uz. Dr. Demet ÇETİN, Doğru tedavi ile astımlı hastaların hemen hiç yakınması olmadığını, ancak zaman
zaman, karşılaştıkları bazı çevresel etkenler; nefes darlığı, öksürük, hışıltılı solunum gibi belirtilerin tekrar ortaya çıkmasına neden olabileceği belirtti. Astım Tanısı Nasıl Konur ? Uz. Dr. Demet ÇETİN, uygun tedavinin yapılabilmesi için öncelikle doğru tanı konması gerektiğini ve her hastalıkta olduğu gibi kişiyi hekime götüren belirtiler ve kişiye ait tıbbi öykü, tanı aşamasının ilk basamağını oluşturduğunu belirtti. Öyküde neler önemlidir? *Belirtilerin (öksürük, nefes darlığı, göğüste baskı hissi, hışıltılı solunum) tekrarlayıcı olması, *Ataklar dışında bireyin kendini iyi hissetmesi, *Belirtilerin özellikle gece veya sabaha karşı ortaya çıkması, *Kişiye özgü allerjen ya da irritanlar ile belirtilerin ortaya çıkması, *Egzersiz sonrası öksürük ya da hışıltılı solunum olması *Soğuk algınlığının “göğsüne iniyor” olması, belirtileri artırıyor olması, *Belirtilerin kendiliğinden ya da uygun astım tedavisi ile düzelmesi, *Ailesinde astım veya allerjik hastalık öyküsünün bulunması. Benzer belirti verebilecek başka hastalıklardan ayırımı için başlangıçta akciğer röntgeninin çekilmesi önemlidir. Günümüzde astım tanısı için kullanılan en önemli tetkik solunum fonksiyon testleridir. Solunum fonksiyonu ölçüm cihazları ile nefes ölçümleri (ilaçlı-ilaçsız) yapılarak tanı kesinleşebilir ve hastalığın ağırlığı belirlenebilir. Gerekli görüldüğü durumlarda, astım belirtilerine yol açan allerjen kaynaklı tetikleyici faktörlerin belirlenmesine yardım etmek amacıyla alerji deri testleri yapılabilir. Basit ve hızla uygulanabilen deri testlerinin usulüne uygun yapılması ve değerlendirilmesi çok önemlidir. Astım Nasıl Tedavi Edilir? Astım , uygun tedavi ile kontrol altına alınabilen bir hastalıktır. Tedavide amaç hastalığı en az ilaçla kontrol altında tutmak , hastaya kaliteli bir yaşam sağlamaktır. Astım ilaçlarını kontrol edici ve rahatlatıcı ilaçlar olarak iki gruba ayırabiliriz. Kontrol edici ilaçlar hastalığın kontrol altında tutulmasını sağlayan , yakın-
Lütfen Unutmayınız! Astım tedavisinde; Düzenli olarak (şikayetiniz olmasa bile) doktorunuza önerilen aralıklarla görünmelisiniz. maları ve atakları önleyen ve uzun süreli kullanım gerektiren ilaçlardır. Rahatlatıcı ilaçlar hızlı etki ederek daralan hava yolarını genişletir ve hastanın rahat nefes alıp vermesini sağlar. Astımın kontrolünde tek başına ilaç tedavisi yetersizdir. Astımlı hasta ile onu takip eden doktor arasındaki işbirliği astımın tedavisini ve kontrolünü kolaylaştırır. Hastanın inhaler ilaç kullanımı, astımı tetikleyen ve atağa neden olan uyaranlar ve astım atağı sırasında uygulamaları gereken tedavi planları konusunda bilgilendirilmesi çok önemlidir. Ancak ilaç tedavisi ve astımlı hastanın eğitimi birlikte olursa astım tam kontrol altına alınabilir ve astımın tam kontrolü de hastanın yaşam kalitesini arttırır.
İlaçlarınızı düzenli kullanmalı; şikayetiniz olmasa bile doktorunuzun kontrolünde ilaçlarınızı kesmelisiniz. Astım tetikleyen alerji, enfeksiyonlar, sigara dumanı, reflü, bazı ilaç ve besin maddeleri gibi etkenlere karşı gerekli önlemleri almalısınız. Belirli aralıklarla akciğer kapasitenizin belirlenmesi için solunum fonksiyon testi yaptırmalısınız. Şikayetlerinizde artma hissettiğinizde, doktorunuza başvurmalısınız.
“Hemşireliğin Görünmeyen Yüzü, Bakım” Sanko Üniversitesi’nde Hemşirelik Haftası kapsamında “Hemşireliğin Görünmeyen Yüzü: Bakım” konulu panel düzenlendi. Panelin açılış konuşmasını yapan Sanko Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nalan Akbayrak, tüm hemşirelerin hemşirelik haftasını kutladı. Prof. Dr. Akbayrak, Sanko Üniversitesi olarak iyi eğitimli hemşire yetiştirerek, önemli bir açığı kapatmayı amaçladıklarını söyledi. Panelin yoğun ilgi görmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirerek konuşmasına başlayan Sanko Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Sınav ise hemşirenin bizdeki karşılığının ‘’kız kardeş’’ olduğunu anımsatarak, bizim toplumumuzda hemşireliğe Batı’dan çok daha fazla önem verildiğine dikkati çekti. Prof. Dr. Sınav, Sanko Üniversitesi olarak amaçlarının hazır bilgiyi kullanmak
76
s
a
ğ
l
ı
k
değil, bilim üretmek olduğuna vurgu yaptı. ‘’BAKIM, İYİLEŞTİRİCİ BÜTÜN EYLEMLERİ İÇİNDE BARINDIRIR’’ Moderatörlüğünü Sanko Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Müyesser Erdem’in yaptığı panelin bilimsel kısmında ise “Yatak Başı Liderlik” konulu sunumuyla Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurgün Platin, hemşirelik görevini yerine getirirken iletişim, eği-
tim, değişim, problem çözme, liderlik, yardım etme süreçlerinin önemine değindi. Prof. Dr. Platin, liderliğin tavandan tabana doğru değil, tabandan tavana doğru gitmek olduğunu ve yatay bir şekilde yayılması gerektiğini anımsatarak, liderliğin hemşirelik mesleğinin aynası olduğuna işaret etti. Kocaeli Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süreyya Karaöz de “Sağlık Hizmetlerinde Bakımın Anlamı” konulu sunum yaptı. Prof.
Dr. Karaöz, “Bir şeyi anlamak, öğrenmek düşünmeyi gerektirw ir, düşünmek için bilgi gerekir. Bilgiyi kitaplardan okuyarak öğrenebiliriz. Ancak bir mesleği doğru yapabilmek için mesleğin geçmişten günümüze değişimini bilmek gerekir. Tarihi araştırarak ve bazı soruları sorarak bu gerçekleşir” şeklinde konuştu. Bakımın özellikleriyle ilgili bilgi veren Prof. Dr. Karaöz, bakımın insanı bir özellik olduğunu söyledi. Karaöz, şöyle devam etti: “Bakım ahlaki bir yükümlülüktür. Aynı zamanda empati ve şefkat gibi çeşitli duyguları içinde barındırır. Kişiler arası ilişki sürecidir. İyileştirici bütün eylemleri içinde barındırır.” ‘’HEMŞİRELİK ALANINDA EZBERLERİN BOZULMASI’’ Sanko Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülşen Vural da “Hemşirelik Alanında Ezberlerin Bozulması” başlıklı sunumunda ezberin artı yönünün hızlı ve kısa sürede sorun çözdüğünü, ancak aylarca ve yıllarca bütün birey-
lere aynı ezberi uygulamanın olumsuz yönü olduğunu bildirdi. Bilgilerin çok hızlı değiştiğine dikkati çeken Prof. Dr. Vural, ezbere bu bilgileri katkı sağlaması gerektiğinin altını çizdi. ‘’Niçin biz ezbere dayalı hizmet veriyoruz’’ sorusuna cevap veren açıklamalar yapan Prof. Dr. Vura, bilginin kendini bulması ve yönetmesi olduğun ve bilgiye soru sorularak ulaşılabileceğini anımsattı. Ezber bozarken en önemli özelliğinin zarar vermemek ve mutlaka okuyarak, kanıta ve bilimsel makalelere dayanarak yapılması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Vural, hemşirenin hasta savunuculuğunu içselleştirmesi gerektiğini ancak bunu yaparken hastayı pasifize ederek değil, doğru yolu gösterip, desteklemek şeklinde yapması gerektiğini sözlerine ekledi. Sanko Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Abdulkadir Konukoğlu, İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Metin Karakök ve Türkiye Hemşireler Derneği Gaziantep Şube Başkanı Rabia Sohbet’in de katıldığı panel, katılımcıların sorularının yanıtlanması ve konuşmacılara plaket verilmesiyle son buldu. s
a
ğ
l
ı
k
77
78
s
a
ğ
l
ı
k
Gaziantep 112’ye Taze Kan… Gaziantep Acil ve Afetlerde Sağlık Hizmetlerine yeni atanan 112 personeli İl Sağlık Müdürü Prof.Dr.Metin KARAKÖK’ü ziyaret etti.
Çeşitli illerden Gaziantep’e gelen personellerle 112 ailesinin genişleyerek hizmete devam ettiğini belirten İl Sağlık Müdürü Prof.Dr.Metin KARAKÖK , Sağlık Bakanlığı ve Valiliğin desteğiyle Gaziantep’in sağlık yatırımlarının artarak devam edeceğini dile getirdi. En büyük yatırımın şehir hastaneleri olduğunun altını çizen KARAKÖK sözlerine şöyle devam etti: “Şehir hastaneleri ve yatırımların yanı sıra acil sağlık hizmeti veren 112 alanında da vatandaşımıza kaliteli hizmet sunabilmek için çalışmalarımıza devam ediyoruz. Bu kapsamda 15 adet acil yardım ambulansının ilimize tahsisi sağlanmış, 32
paramedik ve 8 Acil Tıp Teknisyeninin ilimize atanmasıyla daha iyi bir sağlık hizmeti sağlanmış, helikopter ambulans pisti inşasında son aşamaya gelinmiştir. Hâlihazırda merkezde 24 ASH, ilçelerimizde 12 ASH olmak üzere toplam 34 Acil Sağlık Hizmetleri istasyonu ve 66 adet ambulans ile halkımızın ihtiyacı olan sağlık hizmetini sunmaktayız. Bu ambulanslar içinde acil yardım ambulansları, çok yataklı acil yardım ambulansları, paletli ambulanslar, motorize ambulanslar, obez ambulansı, KBRN ambulası, eğitim ambulansı ve Ulusal Medikal Kurtarma Ekiplerine ait arazi tipi ambulanslar da yer almakta-
dır. 2 milyona ulaşan Gaziantep halkının yanı sıra Suriye’den gelen ve sayıları 155.000’ i bulan misafirlerimize de sağlık hizmeti sunmaktayız. Bu yoğun tempo içinde bile yoğun trafik, gerekli hassasiyeti göstermeyen sürücüler, hava muhalefeti gibi olumsuz şartları dertlerine sonuna kadar ortak olduğumuz Gaziantep’in değerli halkına sıkıntıları yansıtmamaya azami özen gösteriyor ve güler yüzlü hizmetimizle daha güzel bir Gaziantep için bütün gücümüzle çalışıyoruz.” dedi. Genel tanışma ve sohbet ortamında geçen ziyaret, çekilen hatıra fotoğrafı ile son buldu. s
a
ğ
l
ı
k
79
Balat’tan Jeotermal Tedavi Müjdesi MB Holding Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Balat Bursa’da düzenlenen alternatif enerji seminerinde Aydın’da 195 dönüm alan üzerine kurulacak olan dinlenme ve tedavi amaçlı tesisin müjdesini verdi. Enerji sektörünü fazlasıyla önemsediklerini belirten MB Holding Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Balat enerji döngüsüne Jeotermal turizmi de katma kararı aldıklarını belirtti ve Aydın’da 195 dönüm alan üzerine kurulacak olan dinlenme ve tedavi amaçlı tesisin şimdiden Türkiye’de sektörün öncüsü olacağı müjdesini verdi. Projelerimize Jeotermal Turizm’le Devam Edeceğiz MB Holding Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Balat Projelerine devam edeceklerini belirterek enerji döngüsüne Jeotermal turizmi katma kararı aldıklarını söyledi. Balat; “ Dünyamızı ve insanlığı önemsiyoruz. Bu çerçevede sadece enerji üretmekle kalmayıp 41.400 m2 kapalı alana sahip bir sera kurarak jeotermal suyla ısıttığımız seramızda topraksız tarım metoduyla salkım domates yetiştiriciliği yapmaktayız. Projelerimizi bununla da sonlandırmayıp enerji döngümüze Jeotermal turizmi katma kararı aldık. Aydın’da 195 dönüm alan üzerine kurulacak olan dinlenme ve tedavi amaçlı bu tesis, Türkiye’de sektörünün öncüsü olmaya şimdiden adaydır. Giderek büyüyen bir kurum olarak çevreyi ve doğal kaynakları korumak, toplum80
s
a
ğ
l
ı
k
Muharrem Balat MB Holding Yönetim Kurulu Başkanı sal ve kültürel mirasa katkı sağlamak adına çalışıyoruz. Bu gün burada bu seminerde bulunmamızın en büyük nedenlerinden biri de ilke edindiğimiz, dünyamızın geleceği olan gençlerimize de bu bilinci aşılamaktır. Türkiye’nin yenilenebilir enerji alanının öncülerinin bir araya geldiği, gençlerin temiz teknoloji ve bu alanda yer alan lider şirketler hakkında bilgi sahibi olabilmesini sağlamak ve doğru kariyer yönlendirmesi ile yenilenebilir enerji sektörünün geleceği konusunda yeni nesili bilgilendirmek amacıyla alternatifenerji.com tarafından düzenlenen Alternatif Enerji semineri Bursa’da Atatürk Kültür ve Kongre Merkezinde düzenlendi. Organizasyona konuşmacı olarak katılan Uluslararası Jeotermal Enerji Birliği Başkanı ve MB Holding Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Balat, katılımcılara yenilenebilir enerjinin önemini, Dünya’da ve Türkiye’de jeotermal enerjinin konumunu ve bu alanda meydana gelen son gelişmeleri anlattı. Jeotermal enerji Anadolu’nun göğsüne asılmış bir pırlantadır Üniversite akademisyenlerinin ve öğrencilerin yoğun katılımıyla gerçek-
leşen seminerde, Jeotermal enerji ile ilgili gelecek senaryolarına ve yatırım projelerine de değinen Balat “ Türkiye için diğer enerji kaynaklarının azlığı göz önüne alındığında, yenilenebilir enerji kaynaklarının önemi daha da artmaktadır. Ancak yenilenebilir enerji kaynaklarının bir çoğu baz enerji kaynağı değil. Bu kaynaklar baz enerji olmadıkları için sürekli kullanılma şansları yok. Ancak belli miktarlarda takviye etme imkanı olabilir. Jeotermal enerji ise bunların dışındadır. Sürekli kullanılabilmesi, çevre dostu bir enerji kaynağı olması jeotermali en önemli enerji kaynaklarından biri haline getiriyor. Türkiye’de ilk özel jeotermal santralinin ve binary sistemin kurucusu biziz. Birçoklarının yapılamaz dediği yatırımı büyük riskler alarak, büyük emekler vererek gerçekleştirdik. Dora-3 santralimizin ikinci etabının da tam olarak devreye girmesiyle 50 MWe kurulu güce sahip santrallerimizde, devletimiz için yılda toplam 350.000.000 KWh saat elektrik üretmenin haklı gururunu yaşıyoruz. Doğal kaynakları ticari amaçlarımız için hor kullanmamamız gerekiyor aksi takdirde bunların yok olabileceğini kesinlikle unutmamamız gerekir. Jeotermal enerji Anadolu’nun göğsüne asılmış bir pırlantadır” dedi.
DÜNYAGÖZ GAZİANTEP HASTANESİ İNŞAATI BAŞLADI Gaziantepliler Yeni Dünyagöz Hastanesiyle 2015’te Buluşacak Dünyagöz Hastaneler Grubu, Gazianteplilere gözün tüm alanlarında hizmet verebilmek için Gaziantep’teki Sani Konukoğlu Bulvarı’nda yeni hastanesinin inşaatına başladı. Dünyagöz Gaziantep Hastanesi, 8500 metrekare kapalı alana sahip
9 katlı bir bina olarak inşa ediliyor ve inşaatın Ocak 2015’te tamamlanması öngörülüyor. Dünyagöz Gaziantep Hastanesi’nde gözün tüm branşlarında farklı tedavi yöntemiyle 365 gün, 24 saat göz ve göz çevresi sağlığına hizmet verilecek.
Kalyon kavşağındaki Dünyagöz Gaziantep Şubesi’nde yapılan muayene ve lazer operasyonlarıyla birlikte artık, yeni açılan Dünyagöz Gaziantep Hastanesinde göz sağlığıyla ilgili tüm tedavi ve ameliyatlar gerçekleştirilecek.
s
a
ğ
l
ı
k
81
Estetiğin yeni keşfi:
Mikrobotoks
Mimiklerinizi Kaybetmeden Kırışıklıklarınızdan Kurtulun Dünyanın en çok uygulanan kozmetik girişimi olma özelliğini koruyan Botoks için yeni bir uygulama alanı daha tanımlandı: Mikrobotoks. Estetik Plastik Cerrahi Derneği (EPCD) Başkanı Prof. Dr. Akın Yücel bu yeni uygulama hakkında merak edilen soruları cevapladı.
D
Prof. Dr. Akın Yücel Estetik Plastik Cerrahi Derneği (EPCD) Başkanı
ünyada en çok uygulanan estetik işlem olma özelliğini koruyan Botoks enjeksiyonlarının uygulama ve kullanım alanları her geçen yıl daha da artıyor. Botoks’un seyreltilmiş dozlarda deri içerisine daha yaygın bir şekilde enjekte edilerek uygulandığı yeni hali ise ‘Mikrobotoks’ oldu. Yöntem ile ilgili bilinmeyenleri Estetik Plastik Cerrahi Derneği (EPCD) Başkanı Prof. Dr. Akın Yücel anlattı. Botoksun etkin maddesinin, Botilismus toksin-A adı verilen bir bakteri toksininin saflaştırılmış hali olduğunu, adale hücreleri üzerinde etkisini gösteren bu maddenin sinir bağlantılarını bloke
ederek kası bir süreliğine felç ettiğini belirten Prof. Dr. özelliği ile Botoks önceleri şaşılık tedavisinde, yutma bozukluklarında ve makat çatlaklarının tedavisinde kullanıldı. Yüzdeki mimik çizgilerini önlediği fark edilip kozmetik amaçlı kullanılmaya başlandıktan sonra ise dünyada en yaygın kullanılan ilaçlardan biri oldu. Sadece adaleleri değil, deride yer alan ter bezlerini de etkilediğinin anlaşılması sonrasında koltuk altı ve el-ayak terlemelerini azaltmak için kullanıldı. Migren tedavisi için iyi bir çözüm oldu” diyor. Henüz çok yeni bir kavram olan Mikrobotoks uygulamasının klasik Botoks uygulamasından en büyük farkı ise cildi hedefliyor olması. Mikrobotoks uygulamalarında Botoks’u daha seyreltilmiş dozlarda adaleye değil, cilde enjekte ettiklerini anlatan Yücel, “Bu da mimik hareketlerini tam olarak ortadan kaldırmadan ciltteki ince kırışıklıkların giderilmesini sağlıyor. Uygulama ile hasta mimiklerini kaybetmeden kırışıklıklarından kurtulmuş oluyor” dedi. Dekolte bölgesinde de uygulanıyor… Mikrobotoks uygulaması ile sadece göz çevresi ve alında değil, yanaklarda, çene kenarlarında, boyunda ve dekolte bölgesinde çok etkili sonuçlar aldıklarını belirten Yücel, şöyle devam ediyor: “Mikrobotoksta, adalenin ciltle bağlantısı olan yüzeysel kısmının çalışması önleniyor. Buna, ter ve yağ bezlerindeki küçülmeden kaynaklanan cilt sıkılaşmasının etkisi de ekleniyor ve sonuçta yüz genel olarak toparlıyor. Çene kenarlarındaki yığılmalar azalıyor. Cilt daha az yağlı, daha sıkı bir görünüm kazanıyor, kırışıklıklar azalıyor. Yağ bezleri küçüldüğü için sivilce ve siyah nokta gelişimi azalıyor. Ciltteki gözenekler küçülüyor ve tüm yüz ve boyun cildinde genel bir toparlanma ve sıkılaşma oluyor. Mikrobotoks uygulamaları klasik Botoks uygulamasına ek olarak ya da tek başına yapılabiliyor”. Yöntemin diğer uygulama alanları ise kabarık yara izleri ve keloidlerin tedavisi. Yaranın kasılmasına sebep olan hücrelerin çalışmasını önleyerek yara izlerindeki kabarıklığı ve gerginliği azaltan uygulama özellikle kortizon ve lazer tedavisi ile birlikte kullandığında başarılı sonuçlar veriyor. Uygulamanın Botoks konusunda deneyimli ve yetkili hekimlerce yapılmasının önemine dikkat çeken Prof. Dr. Akın Yücel, yüz ifadesini kaybetmeden daha doğal bir gençlik kazandıran Mikrobotoks uygulamalarının giderek yaygınlaşacağına inandığını söylüyor. Prof. Dr. Akın Yücel ve yaklaşımları hakkında daha fazla bilgiye yenilenen www.akinyucel.com web adresinden ya da 0 (212) 236 12 92 numaralı telefondan ulaşılabilir.
s
a
ğ
l
ı
k
83
Annelik Hem Kadını Hem Çocuğu Geliştiriyor Anne olmak başka bir canlıyla tarifsiz bir bağ kurmak, yepyeni bir farkındalık kazanmak, bebeğin birey olmasına geçen yolda onu şekillendirmek demek. Hele ki tüm yaşadıklarımızın kaynağının çocukluk döneminde edindiğimiz davranış kalıpları ve bilinçaltımıza yerleşmiş inançlar olduğunu kabul edersek anne ile çocuk arasındaki iletişimin ne denli önemli olduğunu bir kez daha anlarız. Annelik bir kadının yaşamı boyunca sahip olduğu tüm kimliklerini kapsayan en güçlü kimliklerinden biridir. Her anne ve çocuk arasında hamilelik döneminden başlayarak ömür boyu sürecek bir bağ kurulur ve bu büyülü bağ çocuğun gelişiminde, birey olma yolunda karakterinin oluşmasında etkili olur. Annenin çocuğuna karşı duyduğu koşulsuz sevgi, doğru seçilmiş sözcükler ve davranışlarla çocuğa aktarılarak aile içinde sağlıklı bir iletişim kurulması çocuğun mutlu, başarılı, özgüvenli bir birey olmasını sağlar. “Annelik farkındalığı artırır” Anne olmanın bir kadının kişisel gelişimi anlamında en önemli fırsatlardan biri olduğunu söyleyen Spiritüel Gelişim Danışmanı Gülnur Ünal, “İçiniz84
s
a
ğ
l
ı
k
de büyütüp, dünyaya getirdiğiniz, ilk sözcüğünden, ilk adımına sizi model alarak büyüyen, sizin gösterdiğiniz sevgiyi, korkuyu ya da endişeyi benimseyerek yaşamına yansıtan bir canlının sorumluluğunu alıyorsunuz. Çocukluk dönemi insanın hayatını şekillendiren en önemli dönem, çocuğunuzu mutlu, sağlıklı, özgüvenli bir birey olarak yetiştirme yolunda siz de muhteşem bir farkındalıkla hareket edip, yeni edindiğiniz deneyimlerle yaşamınıza değer katabilirsiniz. Koşulsuz sevgiyi deneyimlemek hayata yeni bir pencereden bakmanızı sağlayacaktır; öfkeden arındırılmış sevginin hakim olduğu, daha uyumlu ilişkiler kurmanız için bir fırsattır. Bir çocuğun rol modeli ve kahramanı olmak sizi daha cesur kılar. Aile, iş ve sosyal yaşamınızdaki dengeleri iyi kurduğunuzda elde etti-
ğiniz başarı duygusu da özgüveninizi ve özdeğerinizi artırır” diyor. “Kısıtlayıcı mesajlardan kaçının” Aile içindeki her söz ve davranışın çocuğun gelecekteki yaşamını şekillendirdiğini belirten Gülnur Ünal, “Çocukluk döneminde yaşanan ilk deneyimler anne ve babanın davranışları ve söyledikleri neticesinde yorumlanan ve bilinçaltına yerleşen inançlardır. Siz kaygı seviyesi yüksek bir ebeveynseniz farkında olmadan çocuğunuza kısıtlayıcı mesajlar verebilirsiniz. Parka tek başına gidemeyeceğini, bisiklete binerse düşeceğini, top oynarsa terleyip hasta olacağını söylemek çocuğu korumaktan ziyade bireyleşmesinin önüne geçen engeller oluyor. Aynı şekilde resim yaparken gökyüzünü
pembeye boyamaması gerektiğini söylemek hayal gücünü kısıtlayacağı gibi şarkı söylemeyi sevdiği için müzisyen olacağım diyen bir çocuğa, sen doktor olacaksın demek de hevesini kırmak ve ona bir yük vermek anlamına gelir” diye konuşuyor. “Eleştiri yerine takdir” Her ne kadar iyi niyetli de olsa eleştirel sözlerin çocukta yetersizlik ve değersizlik duygusu yaratacağını ifade eden Gülnur Ünal sözlerine şöyle devam ediyor: “Etrafımızda sıkça duyduğumuz diyaloglar vardır; “Yemezsen derslerini anlamazsın, okulda başarısız olursun” “Yemeğini bitirmeden oyun oynamak yok” “Yemediğin için hasta
oluyorsun.” Bunlar çocuğun yemeğini yiyip sağlıklı olması için söylenen sözler gibi gelse de çocuğun yemekle ilişkisinin bozulacağı, yemek yemezse sevilmeyeceği, başarısız olacağı gibi yanlış inançlara sahip olmasına neden olur. İyi niyetle söylenen bu sözler yetişkinliğinde kilo sorunları yaşamasının kaynağını oluşturur. “Bak, arkadaşın annesini hiç üzüyor mu”, “Ağlayacağına daha çok çalış, daha yüksek not al”, “Yapamayacağın zaten belliydi, boşa uğraştın” gibi yargılayıcı, küçümseyici sözler de çocuğun motivasyonunu kaybetmesine, içine kapanmasına, özgüvenini yitirmesine sebep olabileceği gibi ilerde de kızgınlık, öfke duyguları geliştirmesine, başarılı olamayacağına inanmış, gü-
vensiz bir bireye dönüşmesine neden olabilir. Çünkü bilinçaltımız söylenenleri saklayan, duygu ve düşüncelerimizi burada yerleşmiş inançlarımızla yönlendiren bir yapıya sahiptir. Özellikle çocuklukta edindiğimiz olumsuz kodlamalar yaşamımızda sürekli karşımıza çıkan zorluklar, engeller haline dönüşür. Bu nedenle çocuk yetiştirirken her söylediğimiz ve yaptığımız davranışın onu nasıl bir bireye dönüştüreceğini belirlediğimizi unutmamalıyız. Sürekli eleştiri ve şikâyet etmek yerine çocuğunuzun neyi iyi yaptığına odaklanır, takdir eder, dinler, konuşur, cesaret verir, sevginizi gösterirseniz hem aranızdaki bağ güçlenir hem de özgüveni ve özdeğeri yüksek bir birey yetiştirmiş olursunuz.”
s
a
ğ
l
ı
k
85
86
s
a
ğ
l
ı
k
HEMŞİRELİK BİR SANATTIR
S
Zirve Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü öğrencileri tarafından kurulan Sağlık Sanatçıları Kulübü’nün açılışı, Zirve Üniversitesi Emine- Bahaeddin Nakıboğlu Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Cumhur Kılınç, Zirve Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hülya Erbağcı, İstanbul Üniversitesi Hemşirelik Bölümü Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Aytolan Yıldırım, Zirve Üniversitesi Hemşirelik Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Gülümser Sertbaş, Zirve Üniversitesi öğretim üyeleri ve öğrencilerinin katılımı ile gerçekleşti.
ağlık Sanatçıları Kulübü’nün açılış konuşmasını yapan Zirve Üniversitesi Hemşirelik Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Gülümser Sertbaş, “Öğrencilerimizin yaptığı bu tarz faydalı sosyal aktiviteleri her zaman destekliyoruz. İnanıyorum ki Sağlık Sanatçıları Kulübü adlarına yaraşır faaliyetlerle adlarından bahsettirmeye devam edeceklerdir.” dedi. Zirve Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hülya Erbağcı yaptığı konuşmasında kulübün adının çok yerinde ve güzel olduğuna değinerek, “ Zirve Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi olarak bugün üçüncü kulübümüzün açılışını gerçekleştiriyoruz. Hemşirelik, hasta bakım ve insanla ilgilenme sanatıdır. Sağlık çalışanları mesleklerini hakkıyla icra ettikleri takdirde sanatçı olurlar.” diye konuştu. Açılış etkinliğinde öğrencilere dünyada ve ülkemizde ‘Profesyonel Hemşirelik’ konulu bir seminer veren İstanbul Üniversitesi Hemşirelik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Aytolan Yıldırım: “Türkiye’de hemşirelik mesleği ile ilgili ciddi sıkıntılar var. En temel sıkıntı ise eği-
tim noktasında. Türkiye’de 13 farklı alandan mezun olan kişiler hemşirelik ünvanı ile çalışıyorlar bunların arasında lise mezunları da var. Hemşirelikte temel eğitim üniversite düzeyinde olmalı.” ifadelerinde bulundu. “Sadece Türkiye’de hemşirelik mesleği 17 yaş altı yaş grubundan alım yapıyor.” diyen Yıldırım sözlerine şöyle devam etti; “Hemşirelik mesleği güçlü bir irade ve sabır gerektiriyor bu küçük yaşta kaldırılabilecek bir sorumluluk değil. Türkiye’de çok sayıda hemşire var ama bu sayıya oranla ortaya konulan ürün ve hizmet çıktısı çok düşük. İş tanımının fazlalığı hemşirelik
mesleğini daha güçlü yapmıyor, tanımlanan bir alanda güçlü olmak gerekiyor.” Zirve Üniversitesi’nde Sağlık Bilimleri Fakültesi ve Tıp Fakültesi’nin ortaklaşa düzenlediği senaryo derslerinden ve Zirve Üniversitesinin her üniversiteye örnek olacak fiziksel ve akademik altyapısından çok etkilendiğini söyleyen Yıldırım, “Zirve Üniversitesi sağlık alanına kattığı bu yeniliklerle sadece Tıp Fakültesi öğrencilerine değil aynı zamanda hemşirelik bölümü öğrencilerine de en iyi şekilde hazırlıyor. Zirve Üniversitesini böylesine özel sağlık sunucuları yetiştirdiği için tebrik ederim.” dedi.
s
a
ğ
l
ı
k
87
Özel Primer hastanesi psikiyatri Uzm. Dr. Serap PARMAKSIZ evlilik ve evlilikte yaşanılan sorunlarla ilgili bilgiler verdi…
Evlilik ve
Evlilik Sorunları Evlilik aslında iki farklı insanın paylaşmaya başladığı hayatımızın yeni bir dönemi olarak değerlendirilir. İnsan hayatındaki her değişim strese sebep olurken evlilik gibi köklü değişimlerin stres yaratmaması aslında çokta mümkün olan bir şey değildir.
Şöyle düşünün sosyo kültürel olarak, aile yaşantısı olarak birbirinden farklı iki insanın aynı evi aynı zaman ve mekanı paylaşmaya başlamaları insan hayatında ne kadar radikal bir değişimdir. Hele birde eşinizle öncesinde tanışmadığınızı düşünün ki tanışmış olsanız bile karşınızdaki insanı tam olarak tanımamış olabilirsiniz. Belki de hep güzel saatleri paylaştınız ve birbirinize göstermek istediğiniz yüzünüzü gösterdiniz. Gülünecek neşeli anları paylaştınız. Ancak artık evlisiniz ve iki kişilik düşünmek zorundasınız. Bu durumda kendinizi kısıtlanmış, sıkışmış yada sınırlarınız ihlal ediliyormuş gibi hissetmeniz gayet doğaldır. Karşı tarafın da aynı duyguları paylaştığını unutmayın. Bunu böyle düşündüğünüzde karşılıklı anlayışla bazı sorun-
88
s
a
ğ
l
ı
k
ların üstesinden gelebilirsiniz. İletişim kuramama ve uzlaşmada güçlük yaşanabilir. En sık karşılaştığımız problemlerden biri çiftler arasında doğru iletişim kurulamasıdır. Çiftler ya tartışmaz (nasılsa bir şey değişmiyor diye düşünür) ya da tartışır ancak uzlaşamaz. Genellikle herkes kendi söylemek istediğini söyler ancak karşı tarafı gerçekten dinlemez. Karşı taraf konuşurken biryandan ona nasıl cevap vereceğini düşünür onun aslında ne demek istediğine odaklanmaz sanki bir yarış halindeymiş gibi üstün çıkmaya çalışılır. Tartışamayan çiftler için durum daha kötüdür. Çünkü tartışmanın yerini akıl okuma almıştır (örnek: Kadın: Artık bana hiç dokunmuyor. Sanırım artık beni sevmiyor acaba başka bir kadın mı var? Erkek:
Dokunursam gene seks istediğimi düşünecek ve bana hayır diyecek ben en iyisi hiç karışmayayım. Kadın: benimle hiç konuşmuyor benden başka her şeyle ilgileniyor bu kesin beni sevmiyor, yüzsüzlük etmeyim gidip yatayım. Erkek: Bu saatte yatılır mı, benimle hiç ilgilenmiyor, beni hiç özlemiyor bu kadının bana hiç tahammülü yok.)Diğer bir problemde ailelerle yaşanan problemlerdir. Burada asıl problem çiftlerin kendi aile düzenlerine sınır çizememiş olmasıdır. Bu batı kültüründen çok doğu kültüründe yaşanan bir sorundur. bizler bu sorundan kaynaklanan aile problemleriyle oldukça sık karşılaşıyoruz Karşılaştığımız tipik sorunlar: Kaynanamla altlı üstlü oturuyoruz. Her şeyimize karışıyor. Sanki benim evim yok sürekli on-
lardayız sadece geceleri evime gidiyorum. Kocam sürekli onlarda yemek yemek istiyor. Kocam onlara kazancının çoğunu veriyor bizimle yeterince ilgilenmiyor Her hafta sonumuzu her tatilimizi onlarla geçirmek istiyor. Kocam onlar olmadan bir şey yapsa bu seferde onlar küsüyor. Bu sorunlar çoğunlukla evlilikle ilgili ciddi sorunlara neden olabiliyor. Kaynanasıyla rekabet halinde ki bir kadın kocasından bu durumun acısını farklı yollarla çıkarmaya (yatakta isteksizlik, farklı önemsiz konulara öfkelenme gibi ) çalışıyor. Bunu da yapamazsa öfkesini ya çocuklarından (dayak vs.) ya da kendisinden çıkarıyor olabilir (baş ağrısı, boyun, bel ağrısı, bayılmalar vs).Karşılaştığımız problemlerden biriside aldatmadır. Burada sorun eşlerden birinin yada her ikisinin böyle bir deneyimi yaşadıktan sonra evliliği sürdürmek zorunda kalması yada sürdürmek istemesi durumunda yaşanıyor. Burada en sık kafaya takılan iki soru oluyor birincisi evliliği sürdürmekle doğru karar aldım mı ikinci olarak ise beni hala aldatıyor mu? Evlilik sorunlarında diğer önemli bir nedense eşlerden birinin özellikle erkeğin alkol ve kumar alışkanlığıdır. Bu durumda kadın maddi manevi mağdur durumlara düşmekte. Ancak kronik bir alkol yatkınlığı yoksa erkeğin alkole yönelmesi de yine evlilik içi bir sorun olabilir. Aile içi şiddet, eşe ve çocuklara uygulanması açısından büyük önem taşımaktadır.
Şiddete maruz kalan eş inciniyor ve depresif semptomlar sergileyebiliyor. Evliliklerde ekonomik problemlerde ciddi sorunlar ortaya çıkarabiliyor. Evlilik sorunlarınızı aşmak için öncelikli ve en önemli olan şey problemleri tespit etmektir. İlişkinize objektif bir şekilde dışarıdan bakın ve sorunun ne olabileceğini anlamaya çalışın. Sizi neyin rahatsız ettiğini dürüstçe gözlemleyin. Bu eşinizi suçlayarak olayları tek tarafa yüklemekten daha çözümcül bir yaklaşım edinmenizi sağlayacaktır. Eğer hatalı olduğunuzu düşünüyorsanız, eşinize sevginizi ve saygınızı gösterin. Her gün eşinize onu ne kadar çok sevdiğinizi söylemekle kalmayıp bunu göstermeye de çalışın. Bunu bütün içtenliğinizle yapın. Duygularınızı açıkça ifade edin, hissettiklerinizi ona anlatmaya çalışın ve olabildiğiniz kadar açık olun. Çünkü karşınızda bir medyum değil eşiniz var. Sizin ona söylemediğiniz yada hissettirmediğiniz şeyleri bilmesi mümkün değil. Uzlaşmacı ve iyileştirici olmaya çalışın ilişkiden beklentiniz ne ilişkiye bakış açınız nedir karşıdakine açıkça ifade edin. Hem fikir olduğunuz ortak noktaları belirleyin. Diğerleri içinse anlayışlı olmaya çalışın. Eşinizin size gösterdiği her olumlu davranışı bir zorunluluk olarak değil bir hediye gibi kabul edin. Dinlemeyi öğrenin. Tek taraflı ifade ve çaba sorunlarınızı çözmeyecektir Evliliğinizde eşinizi rahatsız eden sorunları anlamak ve
bunları değiştirmeye çalışmak için çok çalışmanız gerekebilir. Eşiniz sizi hala seviyor olsa bile sürekli tekrarlanan problemlerden dolayı evlilikten vazgeçme noktasına gelmiş olabilir. İşte bu aşamada bu süregelen sorunların ne olduğunu anlamak ve sorunları çözüme ulaştırmak için eşinizin rahatsızlık duyduğu problemleri iyi analiz edebilmek gereklidir. Rutin bu çarkın içinden çıkmak istiyorsanız kendinizi sorunlarınızı anlamak noktasında açık tutun. Sorunları çözüme ulaştıracak yollar hakkında düşünün ve ortak bir çözüm yolu bulmaya çalışın. Benzer yönleriniz olsa da eşiniz ve kendinizin ayrı bir birey olduğunu unutmayın her ikiniz de empati yapabilmeli, kendini bir diğerinin yerine koyabilmeli ve diğer tarafın bakış açısından olayları anlamaya çalışmalısınız. Geçmişte yaşamış olduğunuz sorunların bugününüzü mahvetmesine izin vermeyin. Geçmişi gündeme getirmek sorunlarınızı çözmez ancak sorunların büyümesine sebep olur affetmeyi ve unutmayı öğrenin. Her ikiniz de çözüm arayışında olun. Unutmayın ki bu bir savaş yada yarış değil kazananı da olmayacak. Birlikte yapabileceğiniz amaç ve hedefler belirleyin. Birlikte zaman geçirin. Birbirinize önemli olduğunuzu hissettirin. Sabırlı olun. Evlilik sorunlarınız bir gecede ortaya çıkmadığı gibi bir gecede de son bulmayacaktır. Her ilişki gibi evlilik ilişkisi demek ve sabır ister.
90
s
a
ğ
l
ı
k
Çölyak Hayatınıza Engel Değil… Çölyak hastalığı (Gluten Enteropatisi), bağırsaklardaki sindirimi sağlayan yapıların bozulmasından dolayı ince bağırsakta hasarlar oluşturan bir alerjik sindirim sistemi hastalığıdır. Bu hasara buğday, arpa, çavdar, yulaf gibi tahılların içerisinde bulunan gluten isimli bir protein neden olmaktadır. Çölyak hastalığı genetik bir hastalıktır. Hastalık yaşamın her hangi bir bölümünde ortaya çıkabilmektedir. Hastalığın oluşması için hem genetik yatkınlık olması hem de glutenli gıdalar tüketilmesi gerekir. Çölyak hastalığı yaşam boyu süren tek gıda alerjisidir. Tanı gecikmesinde ölüme kadar varabilen geniş bir klinik yelpaze ile karşımıza çıkmasına rağmen tanı konulduktan sonra hastalık olmaktan çıkarak bir yaşam biçimi haline gelmektedir. Ülkemizde hastalığın ancak yüzde 10’nuna tanı konulduğu dikkate alındığında tanı almamış hastalar buz dağının görünmeyen kısmıdır. Çünkü hastalık bazı bireylerde yıllarca hiç belirti vermez veya çok hafif seyredebilir ve kişi çölyaklı bir hasta olduğunu uzun süre fark etmeyebilir. Hastalık tipik belirtilerle başlayabileceği gibi çok hafif belirtilerle de seyredebilir. Çölyak hastalığı olan çocuklarda özellikle karın ağrısı, karında şişlik, ishal, huzursuzluk, iştahsızlık, gelişme geriliği, kusma, kilo alamama ve boy uzamasında yavaşlama gibi tipik belirtilerle ortaya çıkabilir. Ye-
tişkinlerde ise; Karın bölgesinde öne doğru şişkinlik, yaşa göre kilo azlığı, kas zayıflığı, kansızlık, ishal, kusma, nedeni bilinmeyen karaciğer hastalıkları, iştahsızlık, gaz şikayetleri, eklem ve kemik ağrıları, sinirlilik, ciltte kaşıntılı döküntüler. Çölyak hastalığının tek tedavisi; ömür boyu buğday, arpa, çavdar, yulaf tahıllarında bulunan glutenden uzak sıkı bir diyettir.Hastalar bu gıdaları tüketmedikleri gibi ayrıca marketlerde satılan hazır gıdaların içeriklerine dikkat etmelidir. Çölyak hastaları için güvenli yiyecekler: Tüm sebzeler ve meyveler, tüm bakliyatlar, katkısız katı ve sıvı yağlar, yumurta, bal, reçel, basit toz şeker, zeytin, Et, balık, tavuk, (Bu ürünler katkılı olmadıkları gibi daha önce unla kızartılmış bir yağda kızartılıp işleme tabi tutulmamalıdır.) Una batırılmamış konserve çeşitleri, mısır, pirinç, patatesin hem kendileri hem de unları besin hazırlamada kullanılabilir. Ayrıca kestane unu, nohut unu, soya unu, üzüm çekirdeği unu da kullanılabilir. Evde çekilmiş güvenli baharatlar kullanılabilir.
Glutensiz diyette ayrıca nelere dikkat edilmeli? Doğal gıdalara önem verilmeli. (süt-et-balık-yumurta-sebzekurubaklagil-pirinç-mısırpatates) Okulda ve dışarıda yemek yerken dikkatli seçimler yapılmalı. Buğday unu, karışık mısır unu, pirinç ununa dikkat edilmeli. Çok iyi bir etiket okuyucusu olunmalı, gıdaların etiketleri mutlaka okunmalı. İlaçlar, kozmetik ürünleri, şampuan, kremler vb. gluten içerikleri yönünden dikkatli kullanılmalı. Pişirme ve hazırlık aşamasında güvenli gıdaların glutenli gıdalarla bulaş olmamasına dikkat edilmeli.
s
a
ğ
l
ı
k
91
Hangi Kırışıklıkta Dolgu, Hangisinde Botoks Uygulanmalı? Kırışıklığınıza Özel Tedavi; Kaş Arası ve Alna Botoks, Dudak ve Yanaklara Dolgu Son yıllarda estetik ve güzellik uygulamalarında doğal dokunuşlar ön plana çıktı. Estetik olduğu anlaşılmayan ameliyatsız yöntemler giderek daha fazla kullanılmaya başlanırken dolgu ve botoks* cerrahinin yerini önemli ölçüde aldı. Doç. Dr. Serhan Tuncer Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı
Yüz estetiğinde trendlerin çok sık değiştiğini ve her geçen gün yeni uygulamalarla karşılaştığımızı belirten Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Serhan Tuncer, yıllar içinde değişmeyen tek şeyin ise doğal güzellik arayışı olduğunu vurguladı. Doç. Dr. Serhan Tuncer, “Kadınlar estetikli ve yapılmış yüz görüntüsünden ziyade daha genç, daha doğal ve daha sağlıklı görünen bir yüze sahip olmak istiyor” dedi.
sinde estetik ameliyatlara zaman ayıramamakta, daha basit ama cerrahiye yakın sonuçlar veren uygulamalar peşinde koşmaktadır. Enjeksiyon şeklinde çok kısa sürede uygulanan, herhangi bir iyileşme dönemine ihtiyaç duyulmadan günlük sosyal yaşantıya hemen dönmeye imkan veren dolgu ve botoks uygulamaları uzun yıllardır güvenle kullanılmakta ve yeni uygulama teknikleri sayesinde çok daha iyi ve doğal sonuçlar alınabilmektedir.”
Hedeflenen doğal güzelliğe en etkili yöntemler
Herkesin kırışma şekli farklı!
Yanlış bilinenin aksine dolgu ve botoksun, doğru uygulandığı takdirde hedeflenen doğal güzelliği elde etmek için kullanılan en etkin yöntemler olduğunu ifade eden Doç. Dr. Serhan Tuncer, şunları söyledi: “Artık kadınlar yoğun iş hayatı koşuşturmacası içeri92
s
a
ğ
l
ı
k
Dolgu ve botoksun ne olduğu tam olarak bilinmediğinden zaman zaman birbirleriyle karıştırıldığını anlatan Doç. Dr. Serhan Tuncer, her iki yöntemin hem içeriklerinin hem etki mekanizmalarının hem de yüzdeki kullanım amaçlarının birbirlerinden tamamen farklı olduğunu belirtti. Botoksun
yüzdeki mimik kaslarını geçici olarak zayıflattığını, bu sayede ince mimik çizgilerinin yumuşamasına ve kırışıklıkların azalmasına neden olduğunu kaydeden Doç. Dr. Serhan Tuncer, botoks ve dolgu uygulamalarında dikkat edilmesi gereken noktaları şöyle özetledi: “Botoks uygulamaları hastaya özgü olmalıdır. Herkesin mimik alışkanlıkları, mimik kaslarının kuvveti birbirinden farklıdır. Bu nedenle de herkesin kırışma şekli farklı farklıdır. Hastaya göre belirleyeceğimiz tedavi planıyla çizgileri azaltmayı ve yumuşatmayı sağlarken doğal yüz görünümünü de korumayı hedefliyoruz. Botoksun, yaklaşık 4-6 ay içerisinde etkisi azalarak kaybolur ve bu dönem sonunda uygulama tekrarlanır. Dolgular ise daha çok yüzde hacim kaybı olan bölgelerde tercih edilir. Çok farklı maddelerden üretilen dolgu maddeleri mevcuttur. Bunlar içerisinde bugün
en güvenli olduğu bilinen ve normal dokuya benzerliğiyle en doğal sonucu veren hyaluronik asit içeren dolgulardır. Aslında insan vücudunda da bulunan hyaluronik asitin labaratuvar ortamında yüksek teknolojiyle üretilmesi sonucu elde edilen dolgular enjektör içerisinde uygulamaya hazır halde kullanıma sunulmaktadır. Normal insan dokusuna en uyumlu olan, en az reaksiyon ve allerjik etkilere sebep olan hyaluronik asit dolgular uygulandığı bölgede 12-18 ay kadar kalarak etkilerini göstermektedir. Vücutta erimeyen ve kalıcı olan dolguların ise çok fazla reaksiyona sebep olduğu vücudun bunları kabul etmeyerek tedavisi zor komplikasyonlara sebep olduğu görülmüştür. Bugün dünyada kalıcı dolgular tamamen terk edilmiştir. Botoksun ve dolgunun etkileri ve uygulama alanları birbirinden farklı olmakla birlikte çoğu zaman birarada kullanılmaktadır. Yüzdeki yaşlanma etkileri bir bütün olarak düşünüldüğünde bu iki uygulama birbirini tamamlayıcıdır ve kombine olarak uygulandığında yüzün bütününü gençleştirirken yüzün estetik üniteleri arasında daha doğal ve yumuşak geçişler elde etmeye olanak verir. Dol-
gu ve botoks uygulamalarından en iyi sonucu alabilmek için, bilinçli hasta, deneyimli uygulayıcı ve doğru ürün üçgeninin tamamlanması gerekir.” Botoks ve dolgunun kullanım alanları Mimik çizgileri yüzün daha çok üst yarısında oluştuğundan botoksun en çok uygulandığı yerler, kaş arası ve alındır. Ancak yüzde, bunlar dışında da uygulama alanları vardır. Dolgu uygulamalarından en çok faydalanılan bölgeler ise dudaklar, elmacık kemiklerinin üzeri, orta yüz bölgesi, göz altı oluğu, yanak-dudak kenarı arasındaki çizgiler, yanaklar, kaşlar ve çenedir . Neden dolgu tercih ediliyor? Yıllar içinde yaşlanan yüz hem hacim kaybetmekte hem de yerçekiminin etkisiyle bazı yapılar yer değiştirmektedir. Bunun sonucunda da yüzde bazı oluklar, çukurlar ve derin çizgiler oluşur. Bu çizgiler ince mimik çizgilerinden farklıdır. Yüz dolguları, sadece bu çizgileri doldurmak amacıyla değil ayrıca yüzün kaybolan hacmini ye-
rine koyar, dokuları kaldırma (lifting) etkisiyle aşağıya doğru yer değiştirmiş yapıları tekrar eski yerlerine alır ve hyaluronik asitin cildi canlandırma etkisiyle deri kalitesini ve parlaklığını artırır. Kaliteli dolgunun farkı Piyasada çok sayıda hyaluronik asit dolgusunun bulunduğuna işaret eden Doç. Dr. Serhan Tuncer, her üretici firmanın bu ürünü farklı teknolojiler kullanarak ürettiğini söyledi. Kaliteli bir dolgunun yüz gençleştirme etkilerini sağlarken uygulandığı dokuda yumuşak ve doğal bir his vermesi ve dokunulduğunda ele gelmemesi gerektiğinin altını çizen Doç. Dr. Serhan Tuncer, “Bunları sağlayan üst düzey teknolojiyle üretilmiş, çok kaliteli dolgu maddeleri bulunmaktadır. Bir hekim tarafından uygulanması gereken bu dolgular hakkında uygulama öncesinde mutlaka doktorunuzdan detaylı bilgi isteyin” dedi. Editöre Not: Metinde geçen botoks, etken maddesi botulinum toksin A tipi olarak geçen ürün grubunun genel adı olarak kullanılmıştır.
s
a
ğ
l
ı
k
93
12 BİN YIL ÖNCESİNDEN HABER VAR ! Şanlıurfa’daki Göbekli Tepe Kazıları’na Akyürek Holding’den destek! Arkeoloji ve tarih dünyasında yeni bilgiler gün yüzüne çıkıyor!
94
s
a
ğ
l
ı
k
Göbekli Tepe kalıntıları insanlık tarihiyle ilgili bilinenleri yeniden şekillendiriyor. Mısır piramitlerinden yaklaşık yedi bin yıl öncesine dayanan bu kalıntılar akıllara birçok soru getiriyor; 12 bin yıl öncesinde bu büyüklükte bir merkez nasıl kuruldu? Acaba neolitik dönem insanlarının nasıl bir sosyal yapısı bulunuyordu?
Göbekli Tepe, tarih kitaplarını değiştirecek önemde geçmişten izler barındıran, inşa edildiği döneme ait olması beklenilmeyecek düzeyde olan anıtsal mimari yapıları kapsayan bir tepe. Şanlıurfa’nın 18 kilometre kuzeydoğusunda yer alan Göbekli Tepe, dünyanın en eski tapınak kalıntılarına ev sahipliği yapıyor. Bu sene 20’inci yılına giren Göbekli Tepe kazıları gösteriyor ki bilinenin aksine neolitik dönemin avcı-toplayıcı insanları mütevazı ve basit bir yaşam tarzıyla yetinmemişler görkemli bir evre yaşamışlar. 12 bin yıl önceden haber var! 20 yıldır Göbekli Tepe kazılarının başkanlığını sürdüren Prof. Dr. Klaus Schmidt, 90 dönüm alanı kaplayan Göbekli Tepe’nin 50 ila 60 yıl sürecek bir araştırma potansiyeline sahip olduğunu belirtiyor. Schmidt, “Kazıları yaparken amacımız tüm buluntuları en hızlı şekilde ortaya çıkarmak yerine, az kazı yaparak en fazla veriye ulaşmak. Arkeolojik çalışmalarımız sonunda, belki de tarih kitaplarını değiştirecek önemli veriler elde edeceğimize inanıyoruz. Zira bugüne kadar bulduklarımız, Göbekli Tepe topraklarının altında çok güçlü bilgiler olduğunun önemli bir işareti” diyor. En karakteristik buluntular “T-biçimli dikilitaşlar” Bu anıtsal buluntuların yetkin bir taş işçiliğini yansıttığını, taş üzerine ka-
bartma tekniğiyle yapılan zengin içerikli motiflerin de sanıldığından daha karmaşık bir düşünsel düzeye ait olduğunu söyleyen Prof. Dr. Schmidt, “T-biçimli dikilitaşlar Göbekli Tepe’nin en karakteristik buluntuları. Bu taşlardan ikisi, yapıların merkezinde bulunuyor ve boyları beş metreye kadar çıkıyor. Etrafında da daha küçük boyutta aynı biçimli taşlar yer alıyor. Taşların üzerine kabartma veya kazıma tekniğiyle çeşitli hayvan motifleri ve soyut şekiller bulunuyor. Bu motifler arasında en çok tilki, yaban domuzu ve yılan betimlemelerinin olması dikkat çekiyor. T-biçimli taşlar aynı zamanda birer stilize insan motifi olarak tasvir edilmiş. Bazı örneklerde gövdeden uzanan kollar ve gövdenin ön kısmında birleşen eller rahatça görülebiliyor” diyor. Akyürek Holding’den Göbekli Tepe’ye destek Şanlıurfa’da kurulan ve bu bölgenin gelişimine, bilinirliğinin artırmasına yönelik çalışmalar yapan Akyürek Holding, Göbekli Tepe kazılarının ana sponsorları arasında yer alıyor. Kazı Başkanı Prof. Dr. Schmidt, Akyürek Holding’i kazı ruhuna uygun çalışmaları için takdir ettiğini belirtiyor. Holding, Göbekli Tepe’nin ülke çapında ve global bilinirliğinin artırılmasından kazı alanına ulaşıma, alanda barınma imkanlarından yerel halkın yapacağı tanıtım çalışmalarına kadar birçok alanda destek veriyor.
s
a
ğ
l
ı
k
95
Safra Taşı Deyip Geçmeyin ! Yediklerinize dikkat ettiğiniz halde özellikle yemek sonrası hazımsızlık ve şişkinlik probleminiz devam ediyorsa dikkat edin! Safra kesenizde taş olabilir. Op.Dr. İ.Halil İyiköşker Tam-Med Özel Hastanesi
Tam-Med Özel Hastanesi doktorlarından Op.Dr. İ.Halil İyiköşker’den safra kesesinde taş oluşumunun nedenlerini ve tedavisini öğrendik. Safra ne işe yarar, safra kesesi hastalıkları kimlerde ve nasıl ortaya çıkar ? Safra kesesinin oniki parmak bağırsağına boşalttığı safra, yağların emülsifikasyonu ve sindiriminde kullanılmaktadır .Dünyada olduğu gibi ülkemizde de safra kesesi hastalıkları , başta safra kesesi ve iltihapları olmak üzere genel cerrahinin sık karşılaştığı klinik hastalıklar arasındadır.Özellikle 40 yaşın üzerinde kilolu, çok doğum yapmış kadın hastalarda safra kesesi taşları daha sık görülmektedir.Bölgemizde de aşırı yağlı yemekler ve şişmanlık bu hastalığın sıklığını artırmak96
s
a
ğ
l
ı
k
tadır.Safra kesesi, karaciğerin üretmiş olduğu safrayı biriktiren ve yemeklerden sonra bol miktarda salgılayan küçük bir organımızdır.Bu organımızın hastalıkları durumunda ameliyatla alınması hayati önem arz etmektedir. Safra kesesinde neden taş oluşur? Safra kesesinde taş oluşmasının pek çok nedeni vardır. Safra kesesi içinde yer alan maddeler birbirleriyle denge oluşturacak şekilde belli oranlarda bulunmaktadır .Bu oranda bir bozulma olması halinde , taş teşekkülü için bir zemin oluşturmaktadır .Ayrıca genetik faktörler , çeşitli kan hastalıkları bu bölgenin enfeksiyonları ,safra akımını zorlaştıran mekanik tıkayıcı sebepler , yüksek kolesterol düzeyleri safra kesesinde taş oluşumuna neden olmaktadır .
Safra kesesinde taş olduğu nasıl anlaşılır? Safra kesesinde taş varlığını araştırmak için en etkili tanı yöntemi karın ultrasonografisi olup,hiçbir yan etkisi olmaması ,kolay uygulanabilmesi yöntemin en önemli avantajıdır . Bu yöntemle yüzde 98 oranında safra kesesi taşlarını tespit etmek mümkündür. Safra kesesi taşı belirtileri nelerdir ? Safra kesesi taşları genel olarak şikayet yapmazlar.Hatta tesadüfen , kontrol amaçlı yapılan ultrason sonucu saptanırlar.Bu taşlara sessiz taşlar denir.Bu taşlar uzun yıllar sessiz kalabildiği gibi bazen aniden çok şiddetli şikayetlerle de ortaya çıkabilirler.Bu durum daha çok ağır,
yağlı bir yemekten sonra ortaya çıkmaktadır.Ağrı sıklıkla karın sağ üst bölümünde meydana gelirken bazen de orta seviyede olabilmekte ve sırtta iki kürek kemiği arasına yansıyan ağrı şeklinde de olabilmektedir. Bu durum evde ağrı kesiciler veya başka ilaçlarla kontrol edilebilecek bir tablo değildir.Hastanın derhal bir genel cerrahi kliniğine başvurması gerekmektedir.Safra kesesindeki taşlar ana safra kesesine düşmesi halinde daha ciddi klinik sorunlarla karşımıza gelir.Safra kesesine düşen taşlar, tıkanma sarılığı veya pankreas iltihabı denen daha ciddi tablolar ortaya çıkabilmektedir.Bu da oldukça önemli , kısa sürede müdahale edilmesi gereken bir durumdur .Özellikle küçük taşlar ana safra kanalına düşerek tıkanma sarılığı pankreatit açısından daha risklidir .Büyük taşlar ise safra kesesi duvarına baskı yaparak daha farklı sorunlara sebep olabilir. Safra kesesi taşlarının görülme sıklığı nedir? Safra kesesi taşları oldukça sık karşılaşılan bir durumdur ve yaşla birlikte sıklığı artmaktadır. ABD’deki istatistiklere göre safra kesesinde taş görülmesi 50 yaşın üzerindeki bayanlarda yüzde 20 iken ,erkelerde bu oran yüzde 5’tir.Ülkemizde ise bu sıklık daha da artmaktadır.Bunun da nedeni daha çok beslenme şekline bağlanmaktadır. Safra kesesinde taş oluşumunu artıran risk faktörleri nelerdir? İleri yaş başta olmak üzere , kadın olmak, gebelik , östrojen içeren ilaçlar kullanmak ,obezite, genetik yatkınlık , bazı kan hastalıkları ,siroz hastalığı , mide ve barsak ameliyatları , uzun süreli açlık durumlarında safra kesesinde taş oluşabilmektedir. Safra kesesi taşı hastalığında nasıl bir cerrahi müdahale uygulanır ve safra kesesi taşları cerrahi operasyondan sonra tekrarlar mı? Safra kesesi ameliyatı olacak hastaların en çok merak ettikleri de , taş alındıktan sonra yeni taş teşekkül eder mi sorusudur .Burada sadece taşlar değil, safra kesesi tümüyle
alınmaktadır.Bu durum hastada bir eksiklik yapmamaktadır .Ana safra kanalına düşen taşlar sarılık yaparsa , bir endoskopik girişim”ercp” diye bilinen ağızdan safra kanalına girilerek bu alandaki taşlar temizlenmektedir .Daha sonraki aşamada ise kapalı bir ameliyatla safra kesesi alınmaktadır . Böylece iki minimal invaziv yöntemle sorun ortadan kaldırılmaktadır . Laparoskopik kapalı safra kesesi ameliyatı olarak da bilinen yöntem 3-4 adet 0.5 -1 cm’lik delikler yardımıyla gerçekleştirilmektedir.Bu yöntemde, açık yöntemdeki büyük kese ağrıları olmamaktadır. Laparoskopik yöntem daha çok konforlu bir ameliyat sonrası dönem yaratmaktadır .Aslında karın içerinde yapılan yöntem aynısıdır .Laparoskopik cerrahi uygulamasından sonra hastalar aynı gün veya ertesi gün taburcu edilmektedir .Açık yöntemde hasta 3 hafta sonra nor-
mal işine dönerken kapalı safra kesesi ameliyatında bu süre 1 haftadır .Safra kesesi alındıktan sonra hastalarda 3 ay ile 1 yıl süre ile gaz şikayeti olabilmektedir .Bu durum daha sonra kendiliğinden düzelmektedir. Safra kesesi taşı kansere neden olur mu? Safra kesesi kanseri bulunan hastaların çoğunda safra kesesinde de taşlar bulunabilmektedir. Ancak safra kesesi taşlarının kanser yapma ihtimali çok düşüktür. Kliniğimizde bu tür ameliyatların yanı sıra diğer ameliyatlar başarıyla uygulanmaktadır .Her geçen gün kendini daha da yenileyen , tıbbın gelişen teknolojisine ayak uydurarak güçlü ameliyat kadrosuyla sizlere sağlık hizmeti vermekteyiz.Her şeyin sağlıkla güzel olacağını umuyor, hastalıksız sağlıklı güzel günler diliyoruz. s
a
ğ
l
ı
k
97
“Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu” Hasan Kalyoncu Üniversitesi (HKÜ), “Psikoloji Gündemi 3” Sempozyumu’na ev sahipliği yaptı. Gaziantep ve çevre illerden Psikologlar, Psikolojik Danışman ve Rehber Öğretmenlerin katıldığı Sempozyum’da “Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu” tüm detaylarıyla ele alındı.
H
asan Kalyoncu Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nün organize ettiği “Psikoloji Gündemi 3” Sempozyum’una; Şahinbey Kaymakanı Sn. Uğur Turan,Mütevelli Heyeti Üyesi Sn. Dr. Songül Kalyoncu, HKÜ Rektörü Sn. Prof. Dr. Tamer Yılmaz, HKÜ HKÜ Rektör Yardımcıları Sn. Prof. Dr. Zerrin Pelin ve Sn. Prof. Dr. M. Hanifi Aslan, Akademisyenler, Gaziantep ve çevre illerden Psikologlar, Psikolojik Danışman ve Rehber Öğretmenler katıldı. Sempozyum’un açılış konuşmasını yapan HKÜ Rektörü Sn. Prof. Dr. Tamer Yılmaz, “Katılımcı profilindeki çeşitlilik, yoğun katılımcı sayısı ve doyurucu bilimsel 98
s
a
ğ
l
ı
k
içeriği ile “Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu” temalı bu etkinlikle şehrimize yeni bir soluk gelmiştir. Son yıllarda her yerde duymaya alıştığımız Hiperaktivite, ne yazık ki modern çağın en yaygın psikolojik sorunlarından biridir. Daha çok çocukların yaşadığı psikolojik bir rahatsızlık olarak duymaya alıştığımız hiperaktivite, sık görülen ciddi bir psikolojik rahatsızlıktır. Bir sonraki toplantıda sizlerle tekrar görüşmek üzere saygı ve sevgilerimi sunuyorum” dedi. “DEBH Nedir? Nasıl Bilinir?” Sempozyumda konuşma yapan Prof. Dr. Mücahit Öztürk; “Dikkat Eksikliği
Hiperaktivite Bozukluğu (DEHP), başta bireyin kendisi olmak üzere aileyi ve toplumu ilgilendiren yönleriyle çocukluk çağının en önemli psikiyatrik sorunlarından biridir. Erken teşhis edildiğinde tedaviden elde edilen sonuçların yüz güldürücü olması, DEHB’nin, başta sağlık ve eğitim alanında çalışanlar olmak üzere, çocuk ile ilgili tüm profesyoneller ve aileler tarafından mutlak bilinmesi gerekir. DEHB; aşırı hareketlilik, dikkat eksikliği ve dürtüsellik olarak sınıflandırılabilen üç temel belirti kümesinden oluşur. Günümüzde çoğumuzun hiperaktivite olarak işittiği bu klinik tablo aslında ilk olarak 1900’lü yılların başında tanımlanmıştı. Ancak son 30 yılda yapılan birçok
sayıda bilimsel çalışma, DEHB’nin nedenlerinin biyolojik kökenli yapısal bir bozukluk olduğunu ortaya çıkarmıştır. DEHB’nin 3 temel belirtisi vardır. Bunlar; Aşırı Hareketlilik (Hiperaktivite), Dikkat Eksikliği ve Dürtüselliktir” dedi. DEHB konusunda yanlış bilgilenme ve inanışlara değinen Öztürk; “DEHB modern çağın hastalığı değildir. DEHB’li çocuğun davranışlarını normal kabul ederek “çocuktur yapar, zamanla düzelir” demek, çocuk üzerine kumar oynamak gibidir. DEHB oluşumunda suçlu, aile değildir. DEHB biyolojik temeli olan bir bozukluktur. Dolayısıyla DEHB bir terbiye edebilme sorunu değildir. DEHB tedavisinde kullanılan ilaçlar bağımlılık yapmazlar. Bedensel olarak kalıcı yan etkileri yoktur. DEHB tanısını mutlaka bir Çocuk Psikiyatrisi koymalıdır. DEHB’nin bilimsel tedavisi dışında ailenin ilgisini çekecek alternatif bazı yöntem uygulayanlar az sayıda olsa da vardır. Bilimsel olmayan bu yöntemlere ailelerin itibar etmemesi gerekir (örneğin, müzikle tedavi, bilgisayar kullanılarak tedavi, biyofeedback uygulaması, diyet tedavisi, polivitamin uygulamaları vb)” diye devam etti. “Çocuklarda DEBH’li Biri ile aşamak: Aileler, Öğretmenler, Eşler Neler Yapmalı?” Sempozyum’da konuşma yapan Prof. Dr. Bengi Semerci ise; “Öğretmenlere, Ailelere ve Erişkinlere Öneriler” konusunu ele aldı. Sn. Semerci; “Aşırı hareketliliğin ve dikkat dağınıklığının en belirgin olduğu ortam sınıftır. Bu nedenle, öğretmenler tedavinin önemli bir öğesidir ve onların işbirliği olmadan başarıya ulaşmak güçtür. Öğretmenin başarılı olabilmesi için, öncelikle DEHB hakkında yeterince bilgisi olması gerekir. Öğretmenin en önemli görevi, kendine saygısı ve güveni azalan çocuğun
başarılı olduğu alanları bularak desteklemek ve yeniden bunları sağlamaktır. DEHB tanısı almış bir çocuğu olması, ailenin ve çocuğun yaşamını zorlaştırır. Anne baba olmak, sadece çocuk sahibi olmakla açıklanamaz. Bilmeniz ve inanmanız gereken en önemli şey çocuğunuzun bir sorunu olduğudur. Bu sorunun oluşması sizin bir kusurunuz değildir. Devamlı dalgın, dikkatli dinlemeyen, öfkeli, tepkisel ve kendine ilişkin işleri yapmayan, unutan, zaman kavramı olmayan, aşırı dağınık bir eşle yaşamak zordur. Aile, eş ve hatta çalışma arkadaşlarına sorunun anlatılması, DEHB olan kişinin gerekli organizasyonları yapması için destek olmalarını sağlar. Ayrıca olumlu geri bildirimler, davranışları pekiştirir. Bulguların kontrol edilebilmesi ve düzelmeler; iş performansını, eş, aile ve arkadaş ilişkilerini olumlu etkileyecektir. Erişkin eğitimi ve destek tedavisi, DEHB olan erişkinin sorunu kontrol etmesini ve yaşam kalitesini yükseltmesini sağlar” dedi. “DEPH’nin Bilişsel Davranışçı ile Tedavisi” Prof. Dr. M. Hakan Türkçapar ise “DEHB’nin Bilişsel Davranışçı psikote-
rapisinde davranış yönetimi, en önemli kısmı oluşturur. Davranışçı terapinin temeli, uygun davranışlar gösterme yönünde çocuğu motive etmektir. Olumlu ebeveyn-çocuk ilişkisi, öncelik ve ödül gibi olumlu sonuç getiren davranışlar, bu durumun iki önemli bileşenidir. DEHB’li bireyler süregelen içsel, yerinde duramama ve dürtüsellik yaşarlar. Yetişkin olguların da bazılarında tek başına ilaç tedavisi, belirti düzeyinde tedavide yeterli olabilmektedir. Bazı olgularda ise belirtilerin rahatlamasına katkı sağlarken, her zaman işlevsel açıdan olumlu sonuç alınamamaktadır. Yetişkin DEHB tedavisinde uzun vadede sonuç alınabilmesi için kombine tedavilere ihtiyaç duyulmaktadır. Psikososyal tedavilerde ise, daha önce de belirtildiği gibi çocuklarda olduğu gibi yetişkinlerde de Bilişsel-davranışçı terapiler (BDT) öne çıkmaktadır. BDT’de amaçlar; başa çıkma stratejilerinin kullanımını artırmak, uyumsuz bilişleri değiştirmek ve DEHB’ ye eşlik edebilen duygu, durum ve kaygı bozukluklarını azaltmak ve benlik saygısındaki azalma konularını ele almaktır. BDT’nin içeriğinde, gerçekçi beklentiler ve net hedeflerin belirlenmesi önemlidir” dedi. s
a
ğ
l
ı
k
99
PRİMER SAĞLIKTA ATAK YAPIYOR Özel Primer Hastanesi Genel Koordinatörü Uzm. Dr. M. Nihat Okuducu, başhekimliğe Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Sedat Özdede’ yi getirdiklerini belirterek Özel Primer hastanesinin bölgenin sağlık merkezi olma yolunda hızla ilerlediğini söyledi. Okuducu; “Gaziantep’e daha iyi hizmet etmek, hasta memnuniyetini yükseltmek ve yüksek düzeyde sağlık hizmeti vermek için hergün kendimizi yeniliyoruz. Özel Primer Hastanesi Gaziantep’in markası haline gelmiştir.Hastane olarak kentin kültür, bilim, sanat ve spor alanla-
100
s
a
ğ
l
ı
k
rına ciddi katkılar sunuyoruz. Profesyonel kadrolarımızla Gaziantep’e ve bölgeye hizmet etmeye devam devam edeceğiz”dedi. Özel Primer hastanesi Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Op. Dr. Sedat Baylar’da Primer hastanesi günden güne büyüyen ve gelişen bir hastane. Bu gelişmeler çerçevesinde Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Sedat Özdede Özel Primer hastanesinde başhekimlik görevini üstlenmiş olup sürekli değişen ve gelişen hastanemiz daha profesyonel bir anlayışla hizmet vermeye devam edecek dedi.
Özel Primer hastanesi doktor ve yönetim kadrosunu güçlendirmeye devam ediyor. Yönetimsel anlamda değişiklikler yapan Özel Primer Hastanesi profesyonel yönetim tarzıyla bölgeye kaliteli hizmet sunmaya devam ediyor.
Reşha’dan Bir İlk Daha Sağlık Meslek Liselerinde marka haline gelen Özel Reşha Anadolu Sağlık Meslek Lisesi Gaziantep Şubesi bir ilke imza atarak 7-13 Nisan Dünya Sağlık Haftası nedeniyle kurduğu stantla ücretsiz binlerce kişinin tansiyonunu ölçtü.
M
1 Gaziantep alışveriş merkezinde kurulan stant’la Reşha Anadolu Sağlık Meslek Lisesinde okuyan öğrenciler alışverişe gelen vatandaşların ücretsiz olarak tansiyonlarını ölçtü ve onları tansiyon hastalıkları hakkında bilgilendirdi. Özel Reşha Anadolu Sağlık Meslek Lisesi Gaziantep Şubesi sorumlusu
Şükrü Toktaş, amaçlarının öğrencilere sadece temel bilimler, yabancı dil eğitimi kazandırmak olmadığını toplum sorumluluğu bilinciyle donanmış sosyal sorunlara duyarlı genç ve dinamik nesiller yetiştirmek olduğunu söyledi. Toktaş, M1 Gaziantep alışveriş Merkezi işletme şefi Sait Can Gizir’e, ve yöneticilerine, Meslek Dersleri Öğretmeni, Süleyman Semih Toros’a ve öğrencilerine de teşekkür etti.
s
a
ğ
l
ı
k
101
ÖNCE GÜVENLİK, SONRA İŞ ! Çalışma ve İş Kurumu Gaziantep İl Müdürü Siraç Ekin, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de iş kazası ve meslek hastalığının önemli bir sorun olduğunu belirterek serbest piyasa ekonomisinin yaygınlaşması, rekabetin artması, sağlıkta koruyucu politikaların ve devletin çalışma ilişkilerine emekten yana müdahale etmesinde yansız kalması sonucu sorunların gün geçtikçe daha da derinleştiğini söyledi.
102
dan kaynaklanan sağlık ve güvenlik risklerine karşı korumaktır. Devlet, herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak, insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Bugün, dünyada olduğu gibi ülkemizde de iş kazaları ve meslek hastalıkları önemli bir sorundur. Serbest piyasa ekonomisinin yaygınlaşması, rekabetin artması, sağlıkta koruyucu politikaların ve devletin çalışma ilişkilerine emekten yana müdahale etmesinde yansız kalmasının sonucu olarak, bu alanda sorunlar daha da derinleşmektedir.
nedenlerle yaşamını yitirmektedir. Ya da yaşadığı sürece yaşam kalitesini olumsuz etkileyecek meslek hastalığına tutulmaktadır. Yahut ta sakat kalmaktadır. Avrupa Birliği’nde her yıl yaklaşık 8.900 kişi işiyle ilgili kaza sonucu, 142.400 çalışan da işi ile ilgili hastalıklarından dolayı ölmektedir. ILO’nun rakamları göz önüne alındığında, AB’de her 3,5 dakikada bir, işle ilgili nedenlerden dolayı bir kişinin hayatını kaybettiği; her 4,5 saniyede bir ise, Avrupalı bir çalışanın, en az 3 gün işgünü kaybına neden olan bir kazaya uğradığı tahminleri söz konusudur.
Siraç Ekin Çalışma ve İş Kurumu Gaziantep İl Müdürü
GELİŞEN SANAYİ VE TEKNOLOJİ RİSKLERİDE BERABER GETİRMİŞTİR
Çalışma ve İş Kurumu Gaziantep İl Müdürü Siraç Ekin iş sağlığı ve güvenliğinde esas amacın çalışanların sağlığına risk oluşturan hususların önceden belirlenerek, gereken önlemlerin alınması, rahat ve güvenli bir çalışma ortamı sağlanarak çalışanların ruhsal ve bedensel sağlıklarının korunması olduğunu söyledi. Ekin; “sosyal hukuk devletinin temel işlevi çalışanlar için güvenli bir çalışma ortamı oluşturmak, çalışanları çalışma ortamın-
Çağımızda her geçen gün değişik boyutlarda artarak gelişen teknoloji, sanayileşmeyi de hızlandırmıştır. Dolayısıyla oluşan artı değer, toplumların refah düzeyini yükseltmişse de gelişen teknoloji, çevreyi ve çevreyle birlikte çalışanların da sağlık ve güvenliklerini tehdit etmektedir. Gelişen sanayi ve teknoloji, riskleri de öngörülebilir olmaktan çıkarmakta, her yıl milyonlarca işçi çalıştıkları işletmelerde, karşılaştıkları ve henüz tanımlanmamış risklerden kaynaklanan
Gelişmiş ülkeler, bu durum karşısında yasal önlemlerle, toplumsal eğitim ve bilinçlendirme ile sorunun çözümüne önemli katkıda bulmuşlar ve bu yolda önemli yol almışlardır. Sanayileşmesini tamamlayamamış, önlem alma ve denetleme sistemlerinin gelişmediği ülkelerde bu tür girişimler ne yazık ki istenilen düzeyde bulunmamaktadır. Bu nedenle, iş kazaları ve meslek hastalıkları bu ülkelerde ve ülkemizde sıklıkla yaşanmaktadır. İş kazaları, çekilen acı ve sıkıntılarının yanı sıra işçi, işveren, işletme ve ülke ekonomilerine büyük maliyetler yüklemektedir. Ülkemizde iş kazaları önemli bir sorun
s
a
ğ
l
ı
k
EN ÇOK İŞ KAZASI METAL SEKTÖRÜNDE YAŞANIYOR
olarak gündemdeki yerini korumaktadır. Her yıl istenmeyen rakamlarda iş kazası maalesef olabilmekte ve bunun sonucunda birçok ölüm ve yaralanma ile büyük maddi kayıplar oluşmaktadır. İşle ilgili hastalıklar ve yaralanmalar sonucu ödenen tazminat, yitirilen işgücü, üretim kesintisi, tıbbi giderler ve benzeri sonuçlar nedeniyle ortaya çıkan yıllık kayıp ülkelerin toplam gayri safi milli hâsılalarının % 4 ünü bulmaktadır. Geçmiş yılların SGK İstatistiklerine bakıldığında 80.602 iş kazası, 1208 Meslek Hastalığı Vakası yaşanmış ve 1956 kişi sakat kalmış, 1044 kişi de yaşamını yitirmiştir. Bu genel tablo içinde, en çarpıcı olumsuzluklardan biri de inşaat sektöründe yaşandığını burada belirtmek gerekir. Çünkü en çok iş kazası metal ve metalden eşya imalat sektöründe yaşanmış (17.147) ve bu kazalar sonucu 61 işçi ölmüşken inşaat sektöründe 7.615 iş kazası olmuş, bu kazalar nedeniyle 359 işçi hayatını kaybetmiştir. İŞ KAZASI İÇİN ÖNLEM ALMAK DAHA EKONOMİKTİR Bir başka açıdan bakıldığında bu konuda maliyetin de yer aldığı görülmektedir. İş kazalarından kaynaklanan sürekli iş görmezlik ve ölümlerin ma-
liyeti ise yılda (asgari ücretin işverene maliyetine göre) milyon TL.lere ulaşmaktadır. Bu nedenle, iş kazalarının oluşmasını önleyecek önlemlerin alınması daha ekonomik olacaktır. Unutulmamalıdır ki, önlemek ödemekten daha ucuz ve insancıl bir davranıştır. Oysa, günümüzde bilimsel ve teknolojik gelişmelerin yarattığı olanaklar kullanılarak işyerlerindeki tehlike ve risklerin giderilmesi, dolayısıyla, sağlıklı ve güvenli işyerleri oluşturularak iş kazalarının önlenmesi mümkündür. Bu bakımdan, çalışanları korumada ve işyerinde iş sağlığı ve güvenliğini sağlamada güçlük çekilmesinin altında eğitim yatmaktadır. Bu nedenle, iş sağlığı ve güvenliğinde eğitim, başlı başına önem kazanmaktadır. Gerçekten de iş sağlığı ve güvenliğinde eğitim işyerlerinde; işin yürütülmesi sırasında çeşitli nedenlerden kaynaklanmaktadır. Çalışanların sağlığı ve güvenliklerine zarar verecek koşullardan korunmaları için; çalışanlara yönelik olarak yapılması gereken iş, sistemli olarak işçileri bilinçlendirme ve eğitim olmalıdır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) kayıtlarına göre ülkemizde sigortalı her bir işçinin iş kazası nedeniyle ölüm riski ortalama 0.5 iken Avrupa’da bu oran 0.1’dir. Ülkemizde çalışanların hizmet öncesi ve hizmet içindeki iş güvenliğindeki eği-
tim eksikliği; o derece bilinçsiz bir seviyededir ki, çalışanlar ve işverenler iş güvenliği eğitim çalışmalarını gereksiz görerek yadırgamaktadırlar. İŞ KAZALARININ ANA NEDENİ İŞİ CİDDİYE ALMAMAKTIR Öte yandan, aynı araştırmaya göre iş kazalarının esas nedenlerinin başında % 69.2 ile yaptığı işi ciddiye almama, %23.8 ile kişisel koruyucu kullanmamak, gelmektedir. Daha sonra sırasıyla, % 6 ile tehlikeli hızla çalışma, % 4.5 ile bilgisizce yük taşıma, %1.6 ile yaptığı işi bilmeme, % 3 ile görevinin dışında iş yapma ve % 3 ile yaptığı işe uygun olmayan kişisel koruyucu kullanma gelmektedir. Bu da göstermektedir ki yukarıda sayılan kaza nedenlerinin hepsi de işçinin yeterli eğitim ve öğretimin olmamasından kaynaklanmaktadır. Özetle; bilgilendirme ve eğitim İş sağlığı ve Güvenliği alanında en önemli rolü oynamaktadır. Riskler ve tehlikeler konusunda sağlıklı bilgilerin toplanması, değerlendirilmesi, yaygınlaştırılması ve eğitimlerinin verilmesi temel önemdedir. Çalışanların sağlığını koruyup geliştirmeye ve çalışma koşullarını iyileştirmeye yönelik hizmetler hangi ekonomik faaliyet alanında olursa olsun bütün çalışanları kapsamalıdır.
s
a
ğ
l
ı
k
103
a j a n s ORGANİZA SYON
IM TASAR
TV TANITIM
REKLAM
PROMOSYO N
RADYO
0 342 232 42 43 Alaybey Bey Mah. Balıklı İş Hanı Kat. 3 No: 6 GAZİANTEP narkozhaber@hotmail.com
s
104
s
a
ğ
l
ı
k
a
ğ
l
ı
k
Doktorun değil, şefin reçetesinden..
Şef Sercan Sağlık’dan Farklı Lezzetler.. Patlıcanlı Roka salatası 1 adet közlenmîş patlıcan 1 bağ Roka 5 adet çeri domates 1 adet sert armut 50gr tulum peynir 1 diş sarımsak 5 dal dereotu Nar ekşisi, balsamic ,zeytin yağ
Bu sayıda şef sercan sağlık’dan yaza damgasını vuracak ,öğlen yemeğini sadece salatayla geçirmek isteyenler için hem sağlıklı hem farklı bir tat, vejeteryanların favorisi olacak bir lezzet.. Bıçak kullanmadan kopartılmış Roka Çıtırları, dereotu, çeri domatesleri
dört bölüp armutları bıçak sırtı kalınlığında doğrayın. Közlenmîş patlıcan, ince doğramış sarımsak, balsamic, nar ekşisi, zeytin yağ karıştırıp sos hazırlayın. Hazırlanan sosla tüm malzemeleri marine edip sunum tabağınıza alıp üzerine tulum peyniri ile servis yapın..
s
a
ğ
l
ı
k
105
Sağlıklı beslenme, biraz hareket ve düzenli kontrol ile kalp hastalıklarından korunmak elinizde
K
alp ve damar rahatsızlıkları ölüm nedenlerinin başında geliyor. Dünya Kalp Haftası, kalp ve damar hastalıkları konusunda farkındalık yaratmak ve bireyleri kalp sağlığını korumaya yönlendirmek için 7-13 Nisan’da tüm dünyada kutlandı. Dr. Back-Up’ın doktoru Ali Esat Keskin, kalp sağlığını korumak için ipuçlarını paylaşıyor. Kalbimizi aşık olduğumuzda atışları hızlandığı için hatırlıyoruz. Oysa hayati önem taşıyan kalbimize her zaman özen göstermemiz, kalp ve damar rahatsızlıklarını önlememiz gerekiyor. Kullanıcılarına özel evde bakım hizmetleri veren Dr. Back-Up’ın doktoru Ali Esat Keskin, 7-13 Nisan Dünya Kalp Haftası’nda kalp sağlığını korumak için önerilerini paylaştı. Kalp hastalıkları arasında en sık rastlanılanların koroner damar hastalığı, kapak hastalıkları, damar hastalıkları (damarlarda balonlaşma, damar tıkanıklıkları, damar sertliği gibi) ve ritim bozuklukları olduğunu aktaran Dr. Keskin, “Kalbimizi etkileyen başta gelen hastalıklar damar sertliği ve yüksek tansiyondur. Kalp damar hastalıkları ileri yaşlarda görülüyor olsa da damar sertliği çok erken yaşlarda başladığı için damar sertliğini engellemeye yönelik önlemler çocukluk çağında alınmaya başlanmalıdır” dedi. Kalp hastalıklarından korunarak daha uzun ve sağlıklı yaşamanın mümkün olduğunu söyleyen Dr. Keskin, yaşam biçiminde yapılacak değişikliklerin kalp sağlığını koruyacağını belirtti: Kalp sağlığınızı korumak için öncelikle sağlıklı yiyecekler tüketin. Kan kolesterolünüzü sağlıklı düzeylerde tutmak için, tereyağı, içyağı gibi yağlardan uzak durup, 106
s
a
ğ
l
ı
k
Aşık değilken de
Kalbinizi
hatırlayın
zeytinyağı gibi bitkisel yağları tercih edin. Süt ve süt ürünlerini tüketirken yağsız veya az yağlı olmasına dikkat edin. Tam yağlı süt, yoğurt ve peynirler kan kolesterolünüzün yükselmesine neden olabilir. Kırmızı et tüketiminizi olabildiğince azaltıp beyaz et tüketmeye özen gösterin. • Alkol tüketiminde aşırıya kaçmayın, ölçülü olun. Günlük bir kadeh kırmızı şarabın iyi huylu kolesterolü yükselttiği söyleniyor olsa da daha fazla alkol tüketimi tam tersi etkiyi yapacak, kalp hastalığı riskini arttıracaktır. • Her zaman kilonuza dikkat edin. Fazla kilonuz varsa mutlaka kurtulun. Öğün aralarında abur cubur tarzı atıştırmalara, hızlı yemek yemeye son verin. Yavaş ve düzenli kilo verin, hızlı kaybedilen kilolar daha çabuk geri alınır. Yavaş kaybedilen kilolar kalıcıdır. İdeal kilonuza
ne kadar yaklaşırsanız, kalp hastalığına yakalanma riskinden o kadar uzaklaşırsınız. • Düzenli spor yapmaya çalışın. Hareketsiz bir hayattan kaçının. Düzenli egzersizler, tempolu yürüyüşler kalp hastalıkları ve kalp krizinden sizi koruyacaktır. 35’li yaşlardan sonra zorlayıcı sporlar yapmaya karar verirseniz mutlaka bir kardiyoloji uzmanı kontrolünden geçin. Tanısı konmamış bir kalp hastalığınız varsa kontrolsüz spor yapmanız hastalığınızın ilerlemesine kalp sağlığınızın daha da bozulmasına neden olacaktır. • Ailede kalp hastalığı geçmişi varsa, kiloluysanız, yüksek tansiyon hastasıysanız, sigara kullanıyorsanız mutlaka Total kolesterol, HDL (iyi kolesterol), LDL (kötü kolesterol), trigliserid ve açlık kan şekeri tetkiklerini yaptırın.
s
a
ğ
l
ı
k