YENİ YÜKSEKTEPE KÜLTÜR DERNEĞİ BORNOVA ŞUBESİ BABİL KULESİ DERGİSİ 5. SAYI

Page 1



EDİTÖR’DEN Hayal kurmak… Ne güzeldir… İnsan zekâsının eşsiz yeteneği… Hele de insanın hayal kurmasına sebep olan hedefleri varsa… Küçük ya da büyük… Çok da önemli değil, insanı hayata bağlayan şeylerdir hayaller, sanılanın tam aksine… Herkesin hayali kendine büyüktür çünkü ve kendine göre zordur. Ama sonuçta insanın önüne varılması gereken bir hedef koyar hayal kurmak, azim katarlar hayatımıza, önümüze koyduğumuz o hedefe ulaşmak için çalışma isteği uyandırır içimizde… Ve bu azim bizi her gün bir önceki günden daha ileriye götürür, yerimizde saymamıza engel olur. Aslında ne kadar büyükse hayalimiz, hayal kırıklığına uğrama riskimiz de o kadar azdır bence. Sonuçta sadece bir otomobil sahibi olmaksa hayalim, o hayal gerçekleştiğinde beni aslında düşündüğüm

kadar mutlu etmediğini fark etmem hayal kırıklığı değil de nedir? İşte bu yüzden bu sayımızı büyük ‘’Hayallere ve hayalperestlere’’ ayırdık bir ölçüde. Üne ve şöhrete sırtını dönüp doğru bildiği yolda sonuna kadar devam edip hayallerinin peşinden bir an olsun ayrılmayan Nicola Tesla’nın zorlu hayatına göz attık mesela… Ya da kendi döneminin çok üstünde bir hayal gücü olan Leonardo Da Vinci, bilim-kurgu edebiyatında çığır açan, günümüzün teknolojilerini 100 yıl öncesinden tahmin edebilme yeteneğine sahip bir yazar: Jules Verne… Yaratıcı hayal gücüyle animasyonlara farklı bir bakış açısı kazandıran Tim Burton’ın Ölü Gelin’i ve Spielberg’in hafızalara kazınan duygusal uzaylısı E.T. bunlardan sadece bir kaçı aslında… Gizemli dünyalarıyla

şamanlar… Hayallerin en anlaşılmaz, en dipsiz kuyusu olan rüyalar… Dünyamıza güzellik katan ve her biri ayrı anlamlar ve etkiler taşıyan renkler… Gezi yazısı bölümümüzde ise herkesin hayallerini süsleyen bir şehir var bu sayıda: Paris… Konu hayaller olunca sıralanacak o kadar çok konu, verilecek o kadar çok örnek var ki, bir yerde durmak gerekiyor. Ama şu da bir gerçek ki o büyük hayalperestler sayesinde insanlık bugün bulunduğu noktaya gelebildi. Onlar yola koyulduklarında sahip oldukları tek şey hayalleriydi aslında… ÖZGÜR BENLİ


İÇİNDEKİLER

Leonardo da Vinci

08

LEONARDO DA VİNCİ Eylemsizlik Zihni Çökertir

30

RÜYALAR

RÜYALAR Uykuda Açılan Kapılar

MARCUS AURELıUS

.

HAYA L KURMAK

16

40

MARCUS AURELİUS Kral Olmak Hayal mi?

HAYAL KURMAK

46

19 ŞAMANLAR Yerle Gök Arasındaki Köprü

MÜREKKEP ŞİŞESİNDE BALIK OLMAK

PINAR BASKAYA .

49

26 PINAR BAŞKAYA Tezhip: Aşk Nakışı 4

NİKOLA TESLA Hayal Gücünün Ötesi


İÇİNDEKİLER

JULES VERNE

68

58 JULES VERNE

ÖLÜ GELİN Ölü Kalp Kırılır mı?

62 PARİS Rüya Şehir

72 E.T. Bir Dost

Yayın Koordinatörü Semra Şen

babil kulesi

Editörler Özgür Benli Grafik Tasarım Eylem Özkan

ekim-kasım-aralık 2009 İmtiyaz Sahibi YeniYüksektepe Kültür Derneği Bornova Şubesi Adına: Semra Şen Genel Yayın Yönetmeni Semra Şen

Fotograf Güldane Cebeci Mihrican Bal babilkulesi@ymail.com Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir

5


TARİH

BABİL KULESİ DİLLERİN KÖKENİNE AİT ESKİ BİR İNANIŞ ‘‘Babil yeryüzündeki tüm şehirlerin ihtişamını aşar.’’ Heredot

Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Eski Ahit’te Babil sözcüğü Babel şeklindedir; bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve karmaşa, karışıklık anlamındadır. Kuran’da şehrin adı Babil olarak geçer, Türkçe’ye de Arapça’dan geçmiştir Babil, M.Ö. 23. yüzyıl civarında Aşağı Mezopotamya'da (şu anki Güney Irak civarında) Sümer ve Akad toprakları üzerine kurulmuş olan Babil (Babylon) ülkesinin antik başkentidir. Babil, en parlak dönemini Kral Hammurabi zamanında yaşamıştır. Babil, dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve M.Ö. 7. yüzyılda Kral 6

Nebukadnezar tarafından karısı için yaptırıldığına inanılan asma bahçelerine sahiptir. Babil döneminde sanat, mimarî, astronomi, matematik, tıp ve felsefe gibi alanlarda büyük bir gelişme gözlemlenir: Babilliler, günümüzde zaman (60 saniye '1 dakika', 60 dakika '1 saat') ve derece hesaplamaları (360 derece daire) için kullanılan 60'lık sistemi geliştirmişler, tapınaklar üzerine dikilen ve günümüzdeki modern gözetleme kulelerine ilham kaynağı olan gözetleme kulelerini inşa etmişlerdir. Babil Kulesinin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli efsaneler vardır. Tevrat’ın Ya ra t ı l ı ş ( G e n e s i s )

bölümünde de kuleden şöyle bahsedilir: “Ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim’ dediler. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. ‘ Y e r y ü z ü n d e dağılmayalım diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım’ dediler. Ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var. ‘Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım’.


TARİH Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil dendi." Tevrat (tekvin 11:1-9) Efsaneye göre Tanrı; bir kule yaparak kendisine ulaşmak isteyen insanların kendini beğenmişliğine ve küstahlığına kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Bir doğal felaket yollayarak kuleyi yıkar. Bundan

sonra insanlar dünyanın farklı köşelerine dağılırlar ve farklı diller böyle ortaya çıkar. İsmi verilmemekle beraber Kuran’da Babil Kulesi'ne benzer bir kuleden bahsedilir. Hikâye Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer. Firavun Haman'a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa'nın tanrısına bakacağını söyler.

9. yy İslam tarihçilerinden elTabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod, Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. Aslında yedi katlı bir ziggurat olan Babil Kulesi'nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir aşamayı simgeler:

1. katı taşı, 2. katı ateşi, 3. katı bitkiyi, 4. katı hayvanı, 5. katı insanoğlunu, 6. katı güneşi ve gökyüzünü, 7. katı ise melekleri sembolize etmektedir.

Kulenin yüksekliğiyle ilgili bilgilere ise sıkça rastlanılmaz ve Yaratılış Kitabı da bu konuyla ilgili olarak herhangi bir şey aktarmaz. Efsaneye göre kule, teraslı bir piramidi andırıyordu. En üstte, Babil kentinin tanrısı olan Marduk’un tapınağı vardı. Buraya halk giremezdi. Eski Yunan tarihçisi Herodot da, her biri ötekinden küçük olarak üst üste yapılmış yedi kuleden bahseder. Asurlular ve Perslerce yıktırılan yapı, İskender Babil’i aldığında yıkıntı hâlindedir. İskender kuleyi yeniden yaptırmak

isterse de erken ölümü bunu engeller. Babiller bu kulede yaptıkları araştırmalar sonucunda burçları bulmuşlardır. Ayrıca yine Babiller bu kule sayesinde tarihte ilk kez ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplamışlardır; bundandır ki ay takviminin mucitleri Babiller’dir. Ancak şunu belirtmede fayda vardır. Birçok kişi tarafından ay takviminin mucitleri Sümerler olarak bilinir, bu aslında yanlış değildir ama çok doğru bir bilgi de değildir. Sümerler ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplayan ilk uygarlıktır

ancak bir ay yılını 360 gün olarak hesaplamışlardır. Normalde bir ay yılı 354 gündür bunu tarihte ilk doğru hesaplayanlar Babiller olmuştur. Kısacası Babil Kulesi, insanların tarihî dönemlerde dil olgusunun kökenine ve ulusların çeşitliliğine yönelik sorularına cevap veren bir inanıştır. Farazî temellere dayanan bu inanış, ulusların ve onların dillerinin çeşitliliğini izah etmeye çalışır. İnanış, kutsal kitaplara da yansımış ve çeşitli efsane, destan gibi anlatılarda yerini almıştır. 7


SANAT

Leonardo da Vinci

8


SANAT

“Demir kullanılmamaktan paslanır; durgun su saflığını yitirir ve soğuk havada donar; işte eylemsizlik de zihin gücünü böyle çökertir.”

L

Leonardo da Vinci denince hepimizin aklına “Mona Lisa” adlı tablosu gelir. Bu tablo insanlık tarihinin en iyi resimlerinden biri olarak kabul edilir. Gerçekten Leonardo, resim tarihinde yepyeni bir çağ açmıştır. Bunun nedeni resme bilimsel bir gözle yaklaşmasıydı. Rönesans sanatını doruğuna ulaştırmış, yalnız sanat yapıtlarıyla değil çok çeşitli alanlardaki araştırmaları ve buluşlarıyla da tanınan, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından biridir. Ama o her şeyden önce Michelangelo ve Raffaello’yla birlikte, Rönesans resim sanatının kurucularındandır

Ancak Leonardo’nun belki çoğumuzun bilmediği başka üstün yönleri de vardı. Leonardo da Vinci, özgünlük, beceriklilik, konusuna hâkimiyet, vizyonun evrenselliği, güç ve enerji kategorilerine göre tarihin en büyük dâhileri sıralamasında birinci sırada yer alır. Ayrıca gözlemciliği, düş gücünün zenginliği, titizliği, resimle ifade yeteneği onu geçmişte akıl sır ermeyeni açığa çıkaran biri yapmakla kalmamış, aynı zamanda buluşlarını ve görüşlerini yüzyıllar sonraya aktarabilen ender bir insan olmasını s a ğ l a m ı ş t ı .

9


SANAT Sanatın yanı sıra fizik ve matematik bilgisini geliştiren Leonardo, yaratıcı ve gözlemci zekâsı sayesinde mekanik fiziğinin öncülerinden olmuştur. Yüzyıllar öncesinde söylediği “Canlılar dışında algıladığımız nesnelerin hiçbiri kendiliğinden devinime geçmez” sözü 1642’de doğmuş olan Newton'un eylemsizlik ilkesini (F=m.a) tetiklemiştir. Çalışmalarını tek bir alanda sınırlı tutmayan Leonardo, ayrıca tam

bir doğa ve insan aşığıdır. Yaşadığı doğayı incelemeyi ve onun bilgisine ulaşmayı önemseyen Da Vinci’nin birleştirici zekâsı göz ardı edilmemelidir. Bunun sayesinde doğanın bilgisine varabildiği her noktada bir başka buluşun önü açılmıştır. İnsan yapısındaki çoğu sistemi doğa üzerindeki devinimlere benzeten sanatçı, kan dolaşımını suyun dünya üzerindeki hareketleriyle ö z d e ş l e ş t i r m i ş t i r.

Doğada bilimsel olmayan hiçbir şey bulunmaz İtalyan Rönesans’ının ve hümanizmin en büyük güçlerinden biri olan Leonardo Da Vinci, 1452 yılında ailesinin adını aldığı Vinci kasabasında doğdu. Babası avukat Ser Piero Antonio da Vinci, Leonardo'nun annesi soylu bir aileden gelmediği için onunla evlenemedi ve Leonardo evlilik dışı doğdu. Annesi Catarina sonradan başka bir erkekle evlendiği için Leonardo babasının evinde yetiştirildi. 1466'da Leonardo Floransa'ya taşındı ve Boticelli, Ghirlandaio ve Lorenzo di Credi ile tanışacağı Verrocchio'nun atölyesine kabul edildi. Çıraklık döneminde Verrochio'nun Uffizi'de bulunan "İsa'nın Vaftizi" 10

adlı tablosunda diz çökmüş bir melek ile İsa’nın vücudunu resmetti. Melek, Verrochio’nın çizdiği figürlerden çok daha başarılıydı. Bunu gören Verrochio’nun fırçalarına bir daha asla elini sürmediği söylenir. Gerçekten de bu tablo, Verrochio’nun bilinen son tablosudur. Leonardo'nun Floransa'daki ilk döneminin doruğu, San Donato a Scopeto papazlarının siparişiyle yaptığı "Müneccimlerin Tapınışı" adlı tablodur. Bu tablo dramatik hareketle chiaroscuro olarak adlandırılan, ustasının olgunlaştırdığı ı ş ı k l a n d ı r m a /

Vıtruv


vıen Adamı

SANAT gölgelendirme tekniğinin bir sentezini ortaya koyar. Arno Manzarası, Aziz Hieronymus eskizi ile birkaç resimde bu döneme aittir. Leonardo’nun floransa döneminde resmettiği tek portre Ginevra Benci’nin portresidir. 1472 yılının Haziran ayında adı Floransa'lı ressamlar loncasının defterine bağımsız bir ressam olarak Lyonardo di Ser Piero da Vinci diye geçti. 1482 yılına kadar ünlü ve zengin bir koruyucusu olmadan bağımsız olarak çalıştı. Sadece kendi seçtiği resim ve heykel

konularını çalıştı ayrıca örneklerini doğadan alan ilk ressam oldu. Eski resim anlayışının biçim ve renk çalışmalarından oldukça ileri giderek ışık ve gölge etkilerinin ilk farkına varan ressam da o oldu. Rengin perspektifle değişkenliğini irdeledi. Fakat ışığın özelliklerini sadece görmekle yetinmedi, bilgiye karşı doymaz merakıyla gözün fiziksel yapısını inceledi, optik ve dalga hareketleri üzerine çalıştı. İlk defa fizyoloji ve botanik'i inceleyerek bu bilimlere de öncülük yaptığını da eklersek onun ne kadar çok yönlü bir zekâ olduğu anlaşılabilir.

Göz insana kulaktan daha iyi bir izlenim verir. Görülmüş olan şeye işitilenden daha çok güvenilir Floransa’yı 1482’de terk ederek Milano Dükü Sforza’nın hizmetine girdi. Dükün hizmetine girebilmek için köprüler, silahlar, gemiler, bronz, mermer ve kilden heykeller yapabileceğini anlattığı ancak göndermediği mektubu, bütün zamanların en olağanüstü iş başvurusu sayılır. Saray sanatçısı olarak özenle hazırlanmış festivaller düzenledi. Hicivler, alegoriler ve şarkılar yazıyor; doğa, mekanik, geometri, uçan makinelerin yanı sıra, kilise, kale ve kanal yapımı gibi mimari

yapılar ile ilgileniyor aynı zamanda bina, makine ve silah tasarımları yaparken kendi görevleriyle de uğraşıyordu. Bu yoğun çalışma temposunu kendine has bir uyuma düzeniyle gerçekleştirebiliyordu. Günün her saatinde yalnızca 15 dakika uyuyarak verimli bir çalışma sistemi g e l i ş t i r m i ş t i . Bu dönemde yaptığı VITRUVIEN ADAMI Leonardo'nun en meşhur çizimidir. Milano katedrali için planlar hazırladı. Bu arada geometri, astronomi, enerji ve lir

11


SANAT yapımı üzerinde çalışıyor, boş zamanlarında da Francesco Sforza'nın at üzerindeki heykelinin modelini hazırlıyordu. Yıllarca süren çalışmanın sonunda 7 metrelik heykeli tamamladı. En çok vaktini alan çalışma, dükün babası onuruna yapması istenen "Bronz At Heykeli" idi. Bu eser için Leonardo uzun süre atların anatomisini inceledi. KAYALIKLAR MERYEMİ, Leonardo'nun Milano'da bilinen ilk k o m p o z i s y o n u d u r. Leonardo artık bir ressam olarak kendini kanıtlamıştır; kendisiyle beraber çalışanlar ve öğrencilerle birlikte bir atölye açar. Leonardo’nun asıl istediği, Floransa’daki Platon Akademisi ile eş bir

kurum ortaya koymaktır. Fiziksel olarak böyle bir akademi kuramasa da, Leonardo pek çok öğrenci yetiştirdiği için kaynaklarda “Accademia Leonardi Vinci” den söz edilmektedir. L e o n a r d o ’ n u n öğrencilerine tavsiyesi şudur: “Önce bilim öğrenilmeli, sonra bu bilimin nasıl doğduğu pratiğe dökülerek sanat eseri oluşturulmalıdır.” Dolayısıyla her ne kadar fiziksel bir kuruluş olmasa da Leonardo’nun akademisi, öğrencilerine Rönesans’ın çok yönlü insan anlayışını öğreten bir okul olarak nitelendirilebilir. Sütlü Madonna diye de anılan Madone Litta gibi yapıtlar burada çizilir.

Yaptığın resim hakkında söylenenleri iyice dinle, hata bulanların haklı olup olmadığını düşün 1485-1490 yıllarına ait iki yapıt, Müzisyen ve Kakımlı Kadın, Leonardo'nun o zamanlar portre türüne getirdiği köklü yeniliğe tanıklık eder. Bugün insanlık, Leonardo’ya anatomi çalışmalarından dolayı teşekkür borçludur. Ondan hemen sonraki kuşakta, anatomi ölü falcılığı olmaktan çıkmış, saygıdeğer bir bilime dönmüştür. 1492 dönemde 12

Leonardo anatomi konusundaki bilgilerini derinleştirmeye girişir. Vücudun yalnızca işleyişini değil özünü de anlamak istemektedir. "Ruhun hareketleri" üzerine ve aynı zamanda beş kategori adını verdiği zihin, zaman, duyular, canlılık ve "şeylerin türü" üzerine düşünür. "Derin nedenlere" nüfuz etmek, insan vücudunun sırlarına ulaşmak istemektedir. Teoriye ve deneylere önem vermezdi. Döneminde

Azize Anna’yla Kutsal Aile


SANAT gayri meşru çocukların üniversite öğrenim görme yasağından dolayı Latince ve matematik konusunda eğitim almamıştır. Bu sebeple, çağdaş akademisyenler onun bilimsel çalışmalarını göz ardı etmişlerdir (Oysaki Leonardo Latince’yi kendi kendine öğrenmişti). Son Akşam Yemeği

Leonardo çok yönlü etkinlikler içinde sürekli uğraş veren bir kişiydi, ancak yeterince dirençli değildi. Çoğu kez, coşkuyla üstlendiği bir çalışmayı bitirmeden, daha çekici bulduğu başka bir işe yönelir, yeni serüvenler arkasında koşardı. Asıl tutkusu sanattı kuşkusuz. Sanat dışı çalışmalarında

dağınıktı. Projelerinin pek çoğu kağıt üzerinde kalmış, ya da, tam sonuçlandırılmadan bir kenara itilmişti. 1490 - 1495 yıllarında çalışmalarını ve çizimlerini deftere kaydetme alışkanlığı geliştirdi. Bilimsel ç a l ı ş m a l a r ı n ı yayımlamaktan özenle kaçındığı gibi, tuttuğu notları düpedüz okumaya elvermeyen kendine özgü bir yöntemle kaleme almıştı. 400 yıl mahzende kalan, çizimleriyle birlikte yaklaşık 5000 sayfa tutan bu notlar sağdan sola doğru yazıldığı için ancak aynada yansıtılarak o k u n a b i l m i ş t i r.

Nesnelerin bilgisini elde etmek istiyorsanız ayrıntıdan başlayın ve bir ayrıntıdan ötekine, ancak ilki hafızanızda iyice yer ettikten sonra geçin Kayalıklar Meryemi

1499’da 1499’da Milano'yu terk eden ve yeni bir koruyucu (hami ) aramaya başlayan Leonardo, 16 yıl boyunca İtalya’da seyahat etti. Santa Maria delle Grazie yemekhanesi için, 1495'te başlayıp 1498'de bitirdiği başyapıtlarından son akşam Yemeği freski çalıştı. (Hıristiyan inanışına göre, İsa Mesih’in Romalı askerlerce tutuklanmasından bir gün önce Passa günü

öncesi havarileriyle yediği son akşam yemeğini ifade eder.) 1500-1517 arası Leonardo’nun yapıtının temelinde Azize Anna’yla Kutsal Aile teması yer alır. Bir manastır için Meryem ve Çocuk İsa Azize Anna İle Birlikte adıyla bilinen taslağı, Isabella d'Este’nin bir portresi üzerinde çalıştı.1501 de İğli Meryem’i yaptı. Anghiarai Savaşı adlı duvar resmi üzerinde çalıştı.

Anghiarai Savaşı

13


SANAT 1503 yılında başladığı Mono Lisa kadın portresi, yüzündeki gizemli gülümsemesi, garipliği ve anlamının güçlülüğüyle sanat tarihinin bir parçası haline gelmiştir. Leonardo bu tabloya ve eseri tamamlaması 3-4 yıl sürdü eser şuanda Paris Louvre müzesinde sergilenmekte. Bu resmi tamamladıktan sonra

hiç yanından ayırmamış, tüm seyahatlerinde yanında taşımıştı. Gezileri sırasında Leonardo, Kuşların Uçuşu Üzerine Kodehs’ini oluşturan doğa incelemelerini ve Leda için çiçek krokileri yapmayı sürdürür. 15041513 yıllarından imzalı diz çökmüş ya da ayakta Leda desenleri çizer.

Güzel olan şeyleri insan hafızası unutabilir. Ancak sanatı asla 1504’te 1504’te babasının ölüm haberi üzerine Floransa’ya döndü. Miras hakkı için kardeşleri ile mücadele etti ancak çabası sonuçsuz kaldı. Ancak çok sevdiği amcası tüm varlığını ona bıraktı. 1506 yılında Leonardo, bir Lombardiya aristokratının 15 yaşındaki oğlu olan Kont Francesco Melzi'yle tanıştı. Melzi, hayatının geri kalanında onun en iyi öğrencisi ve en yakını oldu. 1490’da 10 yaşında iken korumasına aldığı ve Salai adını verdiği genç de 30 yıl boyunca onunla beraber olmuş, ancak öğrencisi olarak bilinen bu genç hiçbir sanatsal ürün üretmemişti. 1513 Leonardo yeni patronu Guiliano de’ Medici ile Roma’ya gitti. Muhteşem Guiliano de Medici’nin talebi üzerine doğallıkla resmedilmiş Floransalı bir kadının 14

Mono Lisa

resmi olan Louvre’deki La Gioconda ( yada Monna Vanna, ya da Çıplak Gioconda) eserini yaptı. 1514’te Saint-jeandes-Florentins tarikatına mürit olarak seçilmiştir, sonradan buradan ayrılacaktır. Louvre’daki Vaftizci Yahya hiç kuşkusuz bu dönemde yapılmıştır. Aynı dönemde Toscana'lı Baldassare Turini da Pescia için Çocuklu Meryem'i ve kimliği bilinmeyen bir Delikanlının portresini yapar.

Parlak renkleri halk sever. Sanatçı ise kendini topluma değil, anlayan insanlara beğendirmeye çalışmalıdır. 1513 - 1516 arasında Roma’da yaşadı ve Papa için geliştirilen çeşitli projelerde yer aldı.

Kakımlı Kadın


SANAT

Vaftizci Yahya

Leda

Anatomi ve fizyoloji alanında çalışmaya devam etti ancak Papa, kadavralar üzerinde çalışmasını yasakladı. Sağ koluna felç inen Leonardo da Vinci, resimden çok bilimsel çalışmalara ağırlık verdi. Kendisine dostu Melzi yardımcı olmaktaydı. Salai ise Fransa’ya geldikten sonra onu terk etmişti. Leonardo 2 Mayıs 1519’da Amboise’daki evinde 67 yaşında öldü. Kralın kollarında can verdiği rivayet edilir, ancak, 1 Mayıs günü kralın bir başka şehirde olduğu ve bir gün içinde oraya gelemeyeceği b i l i n m e k t e d i r. Vasiyetinde mirasının esas bölümünü Melzi’ye bıraktı. Amboise'daki Saint Florentin Kilisesi’nde toprağa verildi. Ancak savaş sırasında mezarı yok oldu. 1520-1530 Leonardo’nun öğrencisi olan Francesco Melzi, ona miras kalan yazıları düzenledi ve ‘’Resim üzerine İncelemeler’’i bir araya getirdi. Leonardo’nun resimleri ise Giacomo Salia adlı başka bir öğrencisine miras kaldı. Ancak Salia’nın ölümünden sonra Leonardo’nun resimleri 1530’larda Fransa Kralı tarafından alındı. Resimler halen Louvre Müzesi’nde görülebilir.

Leonardo ile ilgili hiçbir şey kesin değildir; her şey bir efsane oluşturmaya elverişlidir, ama sanatçı sıradan açıklamalara sığdırılamaz. Yorumlama tarzlarının ötesinde, radikal özgünlük, sanatın özgürlü ve görüntülerin gücü yapıtına zaman dışı bir güncellik verir; orada herkes kendi yansımasını bulur ve Leonardo'nun evreninde kendi düşüncesini arar. Tüm ilgi alanlarında evrensel bir deha, yetkin bir örnek sergileyen Leonardo, son günlerinde, zengin yaşam öyküsünü basit bir tümcede dile getirmişti:

"Nasıl yaşamam g e r e k t i ğ i n i a n l a m a y a başladığımda, nasıl ölmekte olduğumu gördüm. " Ancak Leonardo, yapamadıkları ile değil, başarabildikleri ile daha yaşarken bir efsane olmuştu. Asıl önemlisi ölümünden beş yüz yıl geçmesine rağmen ününün devam etmesidir. O hala bütün dünyada en çok tanınan kişilerden biridir. KAYNAK:Leonardo da Vinci / Evren Bilimi ve Sanatı Alessandro Vezzosi

EYLEM ÖZKAN

15


DENEME

HAYA L KURMAK 16


DENEME Gerçekleşmesi istenen şeyi düşünmek, zihinde tasarlayıp canlandırmak. Konu hayal kurmak olunca sınır yok, ancak bu tanımdan yola çıkarak birkaç başlıkla hayal kurmayı ele alalım. İnsanoğlu zihni ile dünyadaki diğer varlıklardan ayrılıyor. Zihin sayesinde düşünüyor, k a r ş ı l a ş t ı r ı y o r, planlıyor, seçiyor ve gerçekleştiriyor. Bugüne kadar yapılmış bir çok icat, çalışma, kazanılmış zafer, kurulan ülkeler, elde edilen maddi manevi başarının temelinde de bu var. Çocuklarla yetişkinleri birbirlerinden ayıran en önemli özelliklerden birisi çocukların hayallerinde sınır tanımamaları. Onlar yetişkinler gibi sınırlar ve sınırlamaları olmadığı için sınırsız hayaller kurabiliyorlar. Çocuklarla ortak olarak bu özelliği taşıyan büyükler de yok değil tabii ki! Buraya bir ünlem işareti koymamız gerekir. Çünkü bir şeyi gerçekleştirmek

için onu sadece hayal etmek yeterli değildir. Hayal kurmayı takip eden süreç planlama ve organizasyondur. Bu aşamayı hayali gerçekleştirebilmek için gerekli donanıma sahip olmak için çalışma olarakta adlandırabiliriz. H a y a l i m i z i gerçekleştirmek için neye ihtiyacımız var?Bizim eğitim, tecrübe ve yeteneklerimiz yeterli mi? Yeterliyse çalışmaya başlayabiliriz. Ancak değilse gerekli eğitim, deneyim ve çalışmaları yapmamız, hazır olduğumuzda ise artık başlamamız gerekiyor. Hayalimizi gerçekleştirmek için attığımız adımlar hızlanarak devam edebilir. Ya da ilk adımda düşebiliriz. Ancak yeterli olgunluk ve azme sahipsek vazgeçmeden devam edebiliriz. Devam etmemiz gerekir. Çünkü Atatürk’ün söylediği gibi

„Dinlenmemek üzere yola çıkanlar asla ve asla yorulmazlar.“

Peki günümüzde genel olarak gözlemlediğimiz durum nedir? Kaçımız hayal kuruyoruz? Kaç kişi bir hayalini gerçekleştirmek için çalışıyor. Kendi seçtiğimiz hayatı mı yoksa bize diretilen ve yaşamak zorunda bırakıldığımız hayatları mı yaşıyoruz? Kaçımız bir hayal kırıklığı yaşadığında tüm hayallerinden vazgeçiyor? Kaçımız maddi, manevi, fiziksel, duygusal ve zihinsel engellere rağmen çalışmaya devam ediyor? Kaçımız yaşadığı sorunları hayatın darbesi olarak değil de büyükmek için birer fırsat olarak görüyor? Kaçımız kendi kanatlarıyla uçuyor? Bizi bu motivasyondan alıkoyan etmenler nelerdir? Kaç kişi bu kısırdöngüden kurtulmak için bir arayış içinde? Nereden geldik? Neredeyiz? Nereye gidiyoruz? Nereye gitmek istiyoruz?..... Sorular, sorular, sorular... Cevaplar için yüzyıllar önce yaşamış filozoflara bakmaya ne dersiniz?

Bir insanın hayat akışını belirleyen, o kişinin hayal gücüdür. M Aurelius Yarınlar düşlerinin güzelliğine inananlarındır. Epiktetos Büyük hayaller kurun, çünkü sadece büyük hayaller ruhlarımızı hareket ettirecek güce sahiptirler. M Aurelius 17


TARİH Tüm bu yazılanları bugüne kadar sosyal sorumluluk k a m p a n y a l a r ı kapsamında Ege Bölgesi’nde yaptığımız 13 okul tadilatı çalışmalarından birini özetleyerek somutlaştırabiliriz. Okul tadilatlarımızın sloganı « Hayal et, feda et, gerçekleştir. » Önce hayal ediyoruz. Sonra aramaya başlıyoruz. Resmi izin ve ön gezilerimizin ardından kullanılacak malzemelerimizi

belirliyoruz. Sonra aramızda bir iş bölümü yaparak bu malzemelerin temini için çalışmalara başlıyoruz. Eş zamanlı olarak yapılacak işleri ve çalışma ekiplerimizi oluşturarak tadilat öncesinde, sırasında ve sonrasında yapılması gereken her şeyi organize ediyoruz. Ne kadar detaylı plan yaparsak o kadar hazırlıklı oluyoruz. Her şeye rağmen hiç hesapta olmayan ihtiyaçlar ve aksilikler olabiliyor ancak yüksek motivasyon ve hedefe odaklamamız sayesinde

çözüm üretebiliyoruz. Bu motivasyon sayesinde katılımcılar ve izleyenler de motive oluyorlar. Ve genel olarak herkes bir + ile ayrılıyor çalışmadan. Çünkü bu çalışmalar sadece inşaat ve organizasyon için değil kendi içimizde bu organizasyonu sağlamayı öğrenmek ve bunu öğrenme konusunda model olmak için yapılıyor. Zamanımızı, emeğimizi, kaprislerimizi ve olmazsa olmazlarımızı feda etmeyi öğrenirken hayal ettiğimiz şeyi gerçekleştiriyoruz. Büyük ve gerçek başarı hikayeleri dinlemişizdir, tanık olmuşuzdur muhakkak bu hikayeler şöyle başlar’benim için yanlızca HAYAL di’ bizler hikayelerimiz için neyi bekliyoruz…

SEVGİ TEZ

18


TARİH

19


TARİH

Zamansız olan Şamanların mitoslarının dilinden: ''Eskiden batıda tanrılar, doğuda kötü ruhlar vardı. Tanrılar insanı yarattı ve kötü ruhlar da hastalıkları. Hastalıkların yaratılmasına kadar insanlar mutlu yaşadılar. Ancak hastalıklar ortaya çıkınca savaşlar ve mücadeleler ortaya çıktı. Bunun üzerine tanrılar insanlara mücadele edebilmeleri için güneş kartalını gönderdi. Ancak insanlar onun dilinden anlamadılar. Bunun üzerine güneş kartalı geri döndü ve insanların anlayabileceği bir dili öğretmelerini tanrılardan istedi. Bunun üzerine tanrılar onu geri gönderdiler. Dünyaya döndüğünde bir kadınla çiftleşmesinden de şaman doğdu. Ve şaman güneş kartalının dünyadaki dili oldu…'' Peki, ne anlatır bir şaman? Sadece şarlatan mı yoksa anormal bir insan mı? Büyücü mü, şifacı mı? Şamanlar bir gizem toplumu… Tarihin sisli bilinmezlik perdesinin arkasına gizlenmiş ve hala oradan yankısı bugünlere kadar uzanan bir merak konusu. 20

Şamanizm ve birçok konuda olduğu gibi bu konuda da bir ekol olmuş Mircea Eliade’nin dediği gibi, Şamanları anlamak bugün için çok kolay olmayacaktır. Çünkü Şamanları anlamak için tarihin o sisli perdesinin arkasına geçmek gerekmektedir. Ve bu sadece kronolojik ve tarihin yazılı kanıtlarının yeterliliği ile ilgili bir sorun değildir. Bugüne çok yabancılaşmış olan ritüel, tören ve doğayla uyumlu bir yaşamı da algılamak zorundayız onları anlamak için. Ve hatta şamanın hayatında vazgeçilmez bir durum olan törenler sırasında kurduğu bağı, o durumun nedenlerini ve hislerini de anlamak gerekir. Ki bugünün globalleşen dünyasında en ufak farklılıklar bile göze batarken şamanları anlamak daha da rahatsız edici bir hal almaktadır. Bu yazıyı yazarken, bunları açıklayabileceğimi düşünerek değil de bu konudaki acizliğimizi anlatmak için yazdım. Ve bir yandan da böylesi bir toplumun aslında gözüktüğü gibi ilkel

olmayışından aslında hem giyim hem tören hem de dünyayı algılayışı karşısında düştüğüm şaşkınlığı ifade etmek ve bu şaşkınlığı bir nebze olsun yaşatabilmek için yazdım. İlk şaşkınlığım şaman kelimesinin anlamı ile ilgili oldu. Daha çok sihirbaz, kâhin, şifacı olarak bildiğimiz kelimenin, aslında doğu Sibirya dilleri, Moğol dil grubu Tunguz dilinden geldiği birçok bilimsel kaynakta belirtiliyor. Ki buradaki anlamı ‘bilen adam’ anlamına geliyor. Şaman, düalist bir dünyanın parçası olmakla birlikte, bu dünyadaki özel bir varlık değildir.


TARİH O sadece tanrı ile insan arasındaki bir köprüdür. Sadece bilen değil de bir dizi eylemler altındaki fikirsel bütünlüktür. Her türlü dengesizliği önlemek ve onlarla mücadele etmekle y ü k ü m l ü d ü r. Kavranılması, uygulanış biçimine ve uygulanışından doğacak sonuçları göze almakla m ü m k ü n . Okuduğumuz bu cümle, bu yazının en önemli kısmını oluşturuyor. Bir cümle önceye dönüp tekrar okunması halinde bugünkü birçok eleştiri, birçok önyargı ve birçok değişik fikrin altındaki dinamik anlaşılacaktır. Şaman dünyayı nasıl algılar? İnsan beden ve ruhtan oluşur. Her şey doğayla ilişkilendirilir. Her şey bu doğrultuda simgelerle ifade edilir. Açıktır. Kuşkuları az, hayatının büyüsü fazladır. İnsan bu dünyanın özel bir varlığı değildir, uyum içindeki birçok varlıktan biridir sadece. Ruh ise beden kabuğundan ayrılabilen görünmeyen, ölümden sonra yaşamayı sürdüren özdür. Her varlığın da insan gibi bir beden ve ruhu vardır. Dünya çifttir. Gündelik ve kutsal yaşam birliktedir. Kutsal olan sıradan insana

gözükmemekle birlikte, görünmez de görünüre sürekli yakındır. Bu dünyanın anlamını öteki dünya verir, öteki dünya da bu dünyada sürekli olarak vardır. Öteki dünya kendini rüyalar ve duru görüler yoluyla belli eder ki bu rastlantısal bir duruma tekabül eder. Ancak şaman öteki dünya ile bağlantısını belli bir istenç çerçevesinde g e r ç e k l e ş t i r m e k t e d i r. Şamanlar yardımcı rayihalarla donanmış ve bu bağlantıyı sağlayan bir ara köprü vazifesi görmektedir. Öbür dünya ve bu dünyayı bağlar. Şaman bu bağlantıyı yaparken egoizmin tuzaklarına düşmeyeceğine ve

tüm insanlara iyi davranacağına dair derin bir sözleşme ile bağlıdır. Şaman nasıl olunur? Seçimle mi? Babadan oğla geçerek mi? Bununla ilgili olarak bugün söylenen birçok şey var. Bu konuda belki de günümüzdeki şaman toplumların getirdiği bilgiler de etkilemektedir. Ancak genel olarak kabul gören görüş şu ki, şaman doğal olarak kabul görmüş bir kişidir. Kendisi için hareket etmeme ilkesine dayanan bir yaşamı vardır. Hayattaki amacı zor zamanlarda ortaya çıkmak ve durumlarla mücadele ederek bir uyum sağlamaktır. Çevresel, iklimsel, biyolojik ve kimi kez toplumsal dengeleri yeniden kurmak üzere sahneye çıkar. Şamanlar bir din mi? Şamancıl uygulamaların herhangi bir dinle birleştirilebileceğine dair görüşler mevcut. Ancak şaman olmak, belli inançların öğretilmesi anlamına gelmediği gibi, sadece doğaüstüyle belli bir iletişim tarzına işaret etmektedir. Şamanizm günümüzde hala geniş bir coğrafyada yer almaktadır. Asya, Nepal, Tibet, Afrika, Pakistan, Hindistan, Avustralya… 21


TARİH Peki, nasıl şaman olunur? Şaman olmak için ‘tanrısal’ veya ‘kendiliğinden’ bir seçim, etkin bir arayış ve istemin olması, ya da kalıtsal olarak geçmesi gerektiğinden bahsedilir. Acı çekme, ölme ve daha sonra yeniden dirilme döngüsüne girer. Buradaki bu döngü demir kanatlı kuş ananın, ruhu içeren yumurtanın çatlamasına kadar geçen süreyi kapsayacak kadar sürer. İlk aşama kişinin ‘çağırılması’dır. Bu çağrı zorlayıcıdır ve şaman adayı ona uymaktan kaçınmaz. Öteki dünyadan da işaretleri alıncaya kadar, usta bir şamanın eğitiminden geçer ve onun sınavlarına tabi tutulur. Bu sınavlar hem fiziksel hem de ruhsal bir özellik taşır. Kişi hazır olduğunda bir nevi inisiyatik bir

eğitimden geçer. Bir kişinin şaman olacağına dair belli belirtiler mevcuttur. Öteki dünyayı, gerçek ve doğru olan şeyleri rüyasında gören

tersine toplumdaki yerlerini alırlar, uyumlu olarak ve genellikle klan yöneticisi ile birlikte çalışırlar. Şaman, topluma hizmet etmek

kişi; karmakarışık ve kişisel rüyalar gören kişiye göre şaman olmaya daha yatkındır. Tekrarlayan hastalıklar bir ayrıcalıktır ve seçilmişliğin bir belirtisi olarak görülür. Hayatında garip davranışlar ve sıra dışı olayların olması da yine Şamanlığa ya t k ı n l ı ğ ı gösteren bir durumdur. Uzun süreli bir çıraklık döneminden sonra sırra erdiğinden b a h s e d i l i r.

için şamandır. Kişisel bir statü değildir. Hizmet derecesidir. Şifacılık özellikleri çok ön plana geçmez. Ancak sadece tüm düzeni sağlamak için gösterdikleri mücadeleyi bu konuda da gösterirler. Etraflarında gördükleri dengesizliklerin nedenlerini bulmak da bir şamanın görevidir. Şaman, şifacılık sırasında kişinin içine girmiş olan kötü cinleri kovar. Hastalıkların cinlenme nedeniyle ortaya çıkması nedeniyle, cinlenmiş olan kişinin hayatındaki müziğin rutin, tekrarlanan, yenilenmeyen bir tınısı olduğundan bahsederler. Şamanın değişik yetenekleri olduğundan bahsedilir.

Şamanlar kendi başına hareket eden ve toplumdan ayrı kişiler değildir. Tam


TARİH

23


TARİH R ü y a l a r ı n ı n gerçekleşmesi, yağmur yağdırması, düşünceleri okuması, soğuğa ve birçok şeye dayanıklı olması gibi. Konformizmin bir hayat standart yüksekliği olduğu günümüzde bunları gerçek anlamıyla anlamak gerçekten kolay değil.

Bir şaman doğadaki uyumu sağlarken tek başına hareket etmez. Kendisine hayvan şekilli olduğundan bahsedilen yardımcı ruhların yardım ettiğinden, bu yardımcı ruhların görülmediğinden bahsedilir. Bir şaman birçoğunu çağırabilir ancak hepsine hükmedemez. Ne kadar çok yardımcı ruha hükmedebiliyorsa, o kadar bilgili, görgülü ve yenilenen bir şaman olduğunu gösterir. Yapılan ritüellerde de bu nedenlerle hayvan hareketlerinin taklit edildiği söylenir. Şaman ritüelleri diğer ilginç bir konudur. Mitolojik öğelerden faydalanılır. Sözlü ve teatral bir yönü vardır. Törenlerin belli bir mekânı yoktur. Ancak zamansal olarak daha çok geceleri tercih edilir. Çünkü öteki dünya geceleri ortaya çıkar ve insanlar geceleri ruhsal olarak zayıflarlar, kaygıları ve 24

kuşkuları artar. Kişisel bir arayış veya dinsel bir tören değildir. Törensel giysiler özeldir. Giysi mikrokozmosun temsilidir. Çeşitli a k s e s u a r l a r l a donatılmıştır. Yardımcı ruhlarla ilişkilidir. Genellikle ayı, ren veya kuşa benzetilmeye ç a l ı ş ı l ı r. Kuşlardan da en çok kartala benzetilmeye ç a l ı ş ı l ı r. D e ğ i ş i k maskeler k u l l a n ı l ı r. D a v u l k u l l a n ı l ı r. Davul gök ve yer arasındaki bağlantıyı sağlar. Davulun kasnağının ya p ı l a c a ğ ı ağacı şaman rüyasında görür. Bu denli önemli

bir işlevi olan bu aracın da ‘canlandırma töreni’ yapılır. Şaman, tören anında cinsiyet açısından belirsiz bir durumdadır. Kadın Şamanlarda erkek kıyafet ve aksesuarları olduğu gibi, erkek Şamanlarda da kadın kıyafet ve aksesuarları olabilmektedir. Bu belki de düalist olan dünya ifadesi ve yorumunun bir şekli olabilir. Yapılan tören, koku, işitme, görme, dokuma gibi birçok duyuya hitap edecek şekilde organize edilir. Şifacılık da bu törenler sırasında yapılır. Şifa bulan kişi için de şifa bulduktan sonra tekrar bir tören daha yapılır. Bu cümleler daha da uzatılabilir, ancak kısaca özetlersek:


TARİH

şaman, doğanın gösterdiği dakikliği, titizliği ve estetiği törenlerinde de yaşatmaya çalışır gibi gözüküyor. Peki Şamanların etkileri tarihte mi kaldı? Bugüne kadar günlük yaşamımızda kullandığımız ve

‘neden?’ sorusunu bile sorma gereksinimi duymadığımız bazı yaşantılarımızın Şamanlarla direkt alakalı olduğundan bahsedilir. Falcılık, ateşe bakma, cin çıkartma, öldükten sonra kıl köprü üzerinden geçme vs. Ancak bazı kaynaklarda bahsedilen bir durum daha var

ki bu da alkışlamanın da Şamanlardan bize ulaşmış olmasıdır. Alkış nedir? Alkış yere bakan bir el ve göğe bakan bir elin, müzikal ve ritmik bir şekilde birleşmesidir… Aynı ŞAMAN gibi…

SEMRA ŞEN

25


SANAT

PINAR BASKAYA .

26


SANAT

İçindeki Aşkı Altınla Nakşedenler Son iki sayıdır geleneksel Türk sanatlarına yaptığımız yolculuğa bu sayıda da devam ediyoruz. İlk başta ebrunun o gizemli ,renklerin suyun üzerindeki ihtişamıyla başladığımız yolculuk; katı’nın o sabırla ve bıçakla , aşkın kağıda geçiriliş serüveniyle sürmüştü.Bu sayımızda Tezhip sanatçısı Pınar Başkaya’ya misafir olduk.Pınar hanımın mihmandarlığında içindeki aşkı altınla kağıda nakşedenlerin dünyasına yolculuk ediyoruz. Biz çok keyif aldık. Sizinde aynı keyifle okumanızı dilerim. Tezhip kelimesi nereden geliyor? Arapça zehep kelimesinden geliyor. Türkçe zehep altın demektir. Altınlama anlamında kullanılır. Tezhip ile tanışmanızın hikâyesini anlatır mısınız? 1992 yılında Dokuz Eylül Güzel sanatlar fakültesi Geleneksel Türk sanatları Tezhip bölümünü kazandım. Sonra aynı okulda masterımıda yaptım. Kimlerden Ustanız

ders var

aldınız? mı?

Öncelikle ustam okuldur. Ama ben okul esnasında Mamure Öz ve Semih İrteş’in atölyesinde staj yaptım. Onlarıda ustam kabul ederim. Tezhip

nerelerde

kullanılır?

Günümüzde kitap süslemesi olarak kullanılmıyor. Daha çok duvarlarımıza astığımız dekoratif bir ürün olmuştur.

27


SANAT Türkiye’ de Tezhip yapan kaç kişi var, yaygın mı? Türkiye’de tezhip daha çok İstanbul’da yapılıyor. İzmir’de pek yok, bir elin parmaklarını geçmez, pek yaygın olduğunu söyleyemem. Batıda

Tezhip

yaygın

mı?

Ben batıda sanatçı

tezhip yapan duymadım.

Tezhip

sanatı

Türk

mıdır?

Genellikle Türk sanatı olarak bilinir. Başlangıç olarak Uygur duvar süslemelerinde görülmüştür. Maniizm’i Uygurlar din olarak kabul ettikten sonra duvarlarına Tezhip yapmaya başlamışlardır. Uygurların göç etmesiyle diğer Türk boyları da tezhibi öğrenmiş ve en son Anadolu Selçuklu Devletine kadar gelmiştir. Selçuklulardan sonra Osmanlılarda görülmüştür.Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı Sarayında bir nakışhane açmasıyla bu sanat daha çok Türklere mal edilmiştir. Yükseliş dönemi olarak da Kanuni dönemi olan 16.YY söylenebilir.18. YY’ da batılılaşma, naturilist üslup sanata hâkim olmuştur. Tezhip çalışması yapabilme için gerekli malzemeler nelerdir? En başta altın gerekiyor.18 veya 22 ayar varak altın kullanıyoruz. Bu altınları ezerek boya haline getiriyoruz. Daha sonra bunları süzüp cam kaba alarak katı hale getiriyoruz. Kullandıktan sonra mühreyle parlatıyoruz. Sonra guaj boya ve çok ince uçlu fırçalar gerekiyor.

28


SANAT

Tezhip için kullanacağınız motifleri nerden buluyorsunuz? Doğadan esinlenerek yapılan klasik motifler var. Günümüze kadar gelmiş çeşitli desenler var. Biz bu desenleri kendi tasarımlarımızın içinde kullanıyoruz. Tezhip erdemleri

insana

hangi öğretir?

Tezhip en başta sabırlı olmayı öğretir. Aşk olmadan yapılmaz. Zaten tezhip’in eğitimi en az üç sene sürer. Öğrenci kriteriniz

kabul var

ederken mı?

Kabul ederken öncelikle bu sanatı bilip bilmediklerine bakıyorum. Bu sanata sevgisi, sabrı var mı bakıyorum.’’Gerçekten istiyorum, sevgim var’’ diyorsa başlıyoruz. Tezhip isteyenlere Sabırlı sanatı

ne

yapmak önerirsiniz?

olmalarını sevmelerini

ve bu öneririm.

Tezhip eserlerinizi göreceğimiz bir sergi planınız var mı? 18–31 Mayıs 2010 tarihleri arasında Çetin Emeç sanat galerinde iki arkadaşımla birlikte ortak bir sergimiz olacak. Tüm sanatseverleri bekliyoruz. Teşekkür ederiz.

ERKAN SİHİR Fotograf: MİHRİCAN BAL

29


ARAŞTIRMA

RÜYALAR

30


ARAŞTIRMA

Uykuda Açılan Kapılar:

RÜYALAR

U

YKU NEDİR? D o ğ a n ı n döngüselliğinin insandaki görünümünün bir şeklidir. Kışın doğanın bahara hazırlanışı gibi, uykuda da uyanıklığa hazırlanırız. Gündüz göremediğimiz yıldızları ve gökyüzünü, gece görebildiğimiz gibi, göremediğimiz pek çok ayrıntıyı uykuya geçişte, uykuda, rüyalarımızda görürüz.

UYKU, TAMİR İÇİN

BEDENİN İŞLEVİ GEREKLİDİR.

Kortizon salgılanmasıyla vücut uyanır. Bedenin dinç ve güçlü olduğu saattir, dikkat azalır, dinlenmeye ve beslenmeye ihtiyaç oluşur, yeni işler için enerji artar. Karaciğer ve pankreas aktiftir, sindirim organlarını işlevi sona ermiştir. Stres hormonu salgılanması durur. sakinleşilir. Metabolizma

en alt düzeyde etkindir. Tansiyon, kalp ritmi, beden ısısı düşer. Uykuya dalınırsa hemen rüyalar başlar. Deri hücreleri iyileştirici ve sancı verici hormonlar etkindir. BU RİTİM GENETİK Ö Z E L L İ K L E R E BAĞLI OLARAK, DIŞ UYARANLARDAN B A Ğ I M S I Z OLARAK İŞLER… Biz uykudayken de ritim devam eder…

NE ZAMAN UYKU ARARIZ? Doğal olarak enerjimiz azaldiğinda, çok yorulduğumuzda, hastalandiğimizda, ani şoklar ve depresyonda. UYKUNUN İŞLEVLERİ Vücudumuzdaki biyolojik işleyişleri yavaşlatarak enerji korumak. Beden ve zihnimizi yenilemek, büyümek. Gün içinde öğrenilenlerle belleği güçlendirmek. Bilinçaltımızdaki korku ve bastırılmış güdülerle yüzleşmek (Freudyen yaklaşım). Döngüsel ritimlerin beynimizdeki sorumlu merkezi HİPOTALAMUS.

Görüntünün gözümüze düştüğü bölge olan retinadan beynimize ulaşan ve yalnızca gün ışığı gibi kuvvetli ışıklara yanıt veren özel bir sinir yolu bulunuyor. Karanlıkta ise, beynimizin ortasında bulunan pineal bezi, adına melatonin denilen bir hormon salgılıyor. Bu hormon hem uykuyu hem de cinsel etkinlik seviyesini etkiliyor. Gece nöbeti gerektiren işler, döngüsel

ritimlerde aksaklığa neden olduğundan kişide sağlık problemlerini t e t i k l e y e b i l i y o r. Huzursuzluk ya da çalışma veriminde düşüş gösteren kişilerde melatonin tedavisine gidilebiliyor. Adrenalin ve kortikosteroid düzeyleri uykuda iken iyice düşer. Buna karşılık büyüme hormonu ve yenileyici hormonların düzeyleri yükselir. Kişiye göre değişse de 31


ARAŞTIRMA özel durumlar dışında 6 saat uyumak beden ihtiyaçları için yeterlidir. Uyku; günü kapatmak ve döngünün ellerine kendini bırakmak, geri çekilmek, teslim olmaktır. Biz çekildiğimizde ortaya çıkan bir başka ben uyanık halimizden çok daha aktif bir şekilde çalışmaya başlar. UYKU AKTİF BİR OLAYDIR.

32

UYKUNUN EVRELELERİ 1.UYANIKLIK 2.NON-REM UYKUSU 3.REM UYKUSU (RAPİD EYE MOVEMENThızlı göz hareketleri )


ARAŞTIRMA ''Uyku bir bütün değil, 4 ile 60 saniye süren dalmalar şeklindedir. en uzun rüya 15 dakikadir'' Non rem uykusu 4 evrede incelenir. Evre 0: uyanıklık halinde değişim başlar. Nefes sakinleşir, ritmi yavaşlar. Evre 1: uyku basması. Bu devrede uyandırılan kişi, çevresinde olanlarda haberdar olmamasına karşın, uyanık olduğunu söyler. Evre 2: bilinç, uykuda olduğunun farkındadır. Evre 3 ve 4: yavaş ve dalgalı uyku. Bu aşamalar, gün boyunca oluşmuş hasarların ve yorgunluğun tedavi edildiği, bilincin yarım bırakılmış düşünceleri tamamlama aşamalardır. B i l g i s a y a r ı n formatlandığı gibi, tüm bilgilerin gözden geçirildiği ve birleştirildiği bir zaman aralığıdır.

Biyolojik Görüş: Biyolojik görüşe göre uyku, belleğin güçlendirilmesinde çok önemli. Öğrenilen yeni bilgiler uyku sırasında yeniden işlenip yorumlanıyor. Bu görüşe göre, REM dışı uyku sırasında bu yeni bilgiler yeniden gözden geçirilirken, REM sırasında da eski bellek silinerek yeniden yapılandırılıyor.

insan uykudan önce ne ile meşgulse uykuda onunla devam eder ve onunla da uyanır. REM UYKUSU Diğer evrelerin arasına serpiştirilmiş olarak yaşanır. Göz hareketlerinin hızlı olması uykunun hafif olduğunu düşündürse de, kaslarda geçici felç durumu uykunun derin olduğunu gösterir. (paradoxal uyku) Rüyalar bu uyku evresinde görülür ve psikolojik ve zihinsel hasarlar bu evrede tedavi edilir. İki

uyku evresini sağlıklı bir şekilde yaşamak, sağlığın birinci koşuludur. Uyanmadan önce rem uykusunda 1 saat kadar zaman harcanır. Rem uyku yüzdesi doğumdan itibaren gitgide azalır. (doğumda%50, 3 yaşında %33, 11 yaşında %27, ergenlikte %25)1994 yılında İsrailli bir grup, REM uykusunun bozulmasıyla, işlemsel 33


ARAŞTIRMA yeteneklerin kullanımının engellenebileceğini i s p a t l a m ı ş l a r d ı r. Bisiklet binmek, dans, yüzmek, tenis v.b yetenekler bir gecelik derin uykudan sonra ö ğ r e n i l e b i l m e k t e d i r. Uyku öncesi öğrenme çalışması, uykuda devam eder ve öğrenme pekişir. İYİ BİR UYKU İÇİN PÜF NOKTALARI

Her gün aynı saatte uyanın • Gündüz vakti olabildiğince aydınlık ortamlarda bulunun, • Sabah çalışmaya başlamadan önce biraz yürüyüş yapın (İşe yürüyerek gidebilirsiniz) Günlük yürüyüş süresi ortalama 45 dakikadan kısa olmasın, • Aldığınız kafeini (Kahve, çay, çikolata) kısıtlayın. Günde 2 fincandan fazla kahve içmeyin.

34

Uykuya dalmakta veya sürdürmekte sorununuz varsa kafeini tamamen hayatınızdan çıkarın, • Mümkün ise sigarayı azaltın, uyku ile ilgili sorununuz varsa sigarayı tamamen bırakmaya çalışın, • Alkol alımını kısıtlayın. Uyku ile ilgili sorununuz varsa alkollü içeceklerden tamamen uzaklaşın, • Uykunuz gelirse gündüz vakti kısa süreli uyuyabilirsiniz ama gece uykusuzluk çekiyorsanız gündüz uyumamalısınız, • Yatak odanızı uyuma ve cinsellik dışında kullanmayın, yatak odanızı çalışma odası olarak kullanmamalısınız, • Yatak odanız ısı, ışık ve gürültü açısından sizi rahat ettirecek şartlarda olmalıdır, • Uykuya uyanmayı

arzu ettiğiniz zamandan 9 saat önce başlayın • Uyumadan 1 saat önce günlük aktiviteyi bitirin, 15 dakika boyunca o gün yaşadığınız sıkıntıları, başarıları ve mutlulukları bir kağıda yazın sonra 45 dakika boyunca gevşemeye çalışın, uyarıcı olmayan şeyler yapın (hafif şeyler okuyun, klasik müzik dinleyin, ılık köpüklü bir banyo yapın, meditasyon yapın, 1 bardak ılık ballı süt için) Sonra yatağa girin, gözlerinizi kapatıp uykuya dalmanın keyfini çıkarın. Eğer yaklaşık 15 dakika süreyle uykuya dalamadıysanız kalkın ve başka bir odaya gidin ve uykunuz gelinceye kadar gevşemeye çalışın, uykunuz gelince tekrar yatağa gidin. Bu durum tekrar edebilir ama mutlaka her gün aynı saatte uyanmaya özen gösterin.


ARAŞTIRMA

R Ü Y A L A R I M I Z karşımıza çıkmaktadır. Uykuda beyin Rüyalar insandaki değişik faaliyetlerini başka düzeylerden kaynaklanır. bir boyutta sürdürür. Rüya gören bir gemi ise, Araştırmalar bize, gemi büyük bir makinedir. rüyaların bilinçdışımızın Gövdesi, makine rasgele ürettiği uydurma dairesi, uskur donanımı, ş e y l e r pervaneleri “YORUMLANMAMIŞ olmadığını vardır. Bazı BİR RÜYA, AÇILMAMIŞ göstermiştir. donanımı BİR MEKTUP GİBİDİR.” R ü y a l a r tayfalarca (Talmud) duyguların k u l l a n ı l ı r. ve zihnimizin Can yelekleri, tiyatrosudur. Gündüzden sandallar gibi bazı yarım kalan dramaların şeyler de yolcularca. boşlukları tamamlanır. Bazı donanımlar da başka Rüyalar sanıldığının donanımları hareket aksine çok zaman geçirmek için kullanılır. toplumsal mesajlar OTOMATİK PİLOT, ACİL da içerir. Bir toplumda DURUM DEVRELERİ gibi… çok kişi aynı zamanda aynı rüyayı görmesi Rüyalarda üç gibi öyküler çokça düzey vardır.

1.BEDEN DÜZEYİ 2.AKIL DÜZEYİ(bilinçbilinçaltı) 3.RUH DÜZEYİ (üstün bilinç-can) HEPİMİZ RÜYA GÖRÜYORUZ REM uykusunda görülen bir düşün ardından yeniden 8 dakikalık derin bir uyku uyuduğumuzda rüya anımsanmaz. Düş gördükten hemen sonra uyanılırsa, rahatlıkla anımsanır. O nedenle sabah görülen rüyalar daha çok anımsanır. Rüya hatırlayabilmek için mutlaka rüyadan sonra uyanmak ve bir süre düşünmek, hatırlamaya çalışmak 35


ARAŞTIRMA

hatta mümkünse yazmak gereklidir. Kızılderililerde; yaratılışın kökeni rüyalardır. Şamanlar eğitimlerini rüyalarda alırlar. Şifa verme, hayvanlarla ve bitkilerle konuşma yeteneklerini rüyada öğrenir ve geliştirirler. Kutadgu Bilig’de ve Oğuz Kaan Destanında ülke kuruluşundan, yönetim biçimlerine kadar pek çok kararın rüyalar rehberliğinde alındığını görüyoruz. PSİKODİNAMİK GÖRÜŞ Freud, rüyaların bilinçaltımızdaki düşünce, duygu ve 36

isteklerin su yüzüne çıkabildiği bir pencere olduklarını söylüyor. Antik çağda rüyalar, öncelikle insanlar ile tanrılar arasında bir köprüdür. MU uygarlığında rüya yorumculuğunun bir bilim dalı olduğu görülüyor. Rüyalar aynı zamanda iyileştirmeye yarıyordu. Mısır’da Serafis, Yunan’da Asklepios’a gidilerek, orada görülen rüyaların, hastalıklara iyileştirici çözümler içereceğini, yaşamdaki sorunlarını çözmede rehber olacağı düşünülürdü. Demotik bir mısır metninde; “ tanrı rüyayı gözleri karanlıkta olan uyuyana yol göstermek

için yaratmıştır” d e n i l m e k t e d i r. İsa’nın annesi ve ailesi rüya yorumculuğu ile tanınan ESSENİLER k a b i l e s i n d e n olduğu bilinir. Budizm’e göre; ruhun en derin sırları rüyalarla öğrenilir. Platon; eterik plandaki cinler, çözülmüş fikirlerle dolu olan ruhlarımıza duygu getirmek ve tanrının emirlerini bize iletmek için yanımıza gelirler. Hermetizme göre, rüyalar insana dünyadaki adımlarında rehberlik ederler. İslamda rüya; insan ile tanrısı arasında bir konuşmadır.


ARAŞTIRMA SUFİZME GÖRE: RÜYALAR Bilgi edinmenin önemli bir yoludur. İSTİHARE (GELECEK RÜYASI) Yoluyla bekelenilen bilgiye ulaşılır. DOĞRU BİR UYKU TEKNİĞİ İLE UYKU SIRASINDA KUTSAL OLANA ULAŞILABİLİR. UYANIK OLDUĞUMUZDA YAŞANANLAR HAYAL, RÜYADA YAŞANANLAR G E R Ç E K T İ R . YARATILIŞIN YEDİ AŞAMASINDAN BİRİDİR, Anlamlar bu âlemde temsil edilir ve dünyada tezahür eder. Tüm eski psikoloji bilgileri bize, uyku ve uyanıklığın farklı var oluş biçimlerine karşılık gelen, farklı bilinç durumlarından başka bir şey olmadığını söyler. Uyku bilincimize göksel, zihinsel ya da ruhsal olabilecek başka bir boyut ile gelir.

Böylece uyanıklık durumunda iken bizim için karanlık olan bir başka yanımızı öğreniriz. HABERCİ RÜYALAR bir amaca yöneliktir, amaçlı bir düzenlenme vardır. kişinin fizyolojikpatolojik durumuyla ilgisiz olup, insanın olağan halde bilmediği imaj ve bilgiler içerirler. uykunun her aşamasında oluşabilirler ki, bir amaç ve plan üzere görüldüklerinden, amacın yerine gelmesi için uykunun en uygun aşamasında oluşurlar. kaydedildikleri gibi, ruhta sürekli ve derin izler bırakırlar. Hatta bazen aylarca ve yıllarca unutulmazlar. İki rüya grubu arasındaki bu fark, rüyanın hangi gruba girdiğinin saptamasında

en

önemli

ölçüttür.

ALELADE RÜYALAR Ayrıca fizik ya da enerjitik sorunlardan kaynaklanan karmaşık rüyalar vardır ki yorumlanmasına gerek yoktur, ya da nedeni çok bellidir. Denetlenmemiş zihinsel yapı ve fantaziler nedeniyle oluşan parazit titreşimlerin ürünüdürler, saçma sapan öğeler içerirler. rüyanın cereyan ettiği andaki bedenin fizyolojikpatolojik durumuyla (örneğin kişiyi rahatsız edici veya sevindirici bir nedenle) yakından ilgilidir. Kişi tam uykuya dalarken veya tam uyandığı sırada oluşurlar. Karmakarışık nitelikler gösterirler; çabuk unutulur ve ruhta hiçbir derin etki bırakmazlar.

37


ARAŞTIRMA Ta b l o l a r ı n d a k i soyut imgelerle dikkat çeken ünlü ressam Salvador Dali de rüyaların yaratıcılığını tetiklediğine inananlardandı. A p o l l o n , Galenos’un rüyasına girerek, ona kendisini tıbba adamasını s ö y l e m i ş t i r. E d i s o n ’ u n rüyaları, her takıldığında uyuyup çözüm bulması ile ü n l ü d ü r . U y a n ı k k e n zihnimizde tam olarak k u ra m a d ı ğ ı m ı z bağlantıları, r ü y a l a r yardımıyla kurabileceğimize dikkat çeken bilim dünyası, çocuk bakımı, bahçe düzenlemesi vs... gibi hayatın içine sinen hemen pek çok alandaki yaratıcılığımızın r ü y a l a r ı m ı z l a şekillenebileceğini d ü ş ü n ü y o r . Bilgiyi belleğinize k a y d e t m e y e çalışıyorsanız, bir şekerleme yapmanızda yarar var. Gün içinde yapılacak ufacık bir şekerleme bile öğrenme sürecini körükleyebilir İyi bir uyku kendimize yapılan bir yolculuktur.

38

UYKUNUZU DEĞERLENDİRİN Yeterli süre uyumama rağmen sabahları zor uyanıyorum, kendimi yorgun hissediyorum. Yeterli süre uyumama rağmen gün içinde yorgun ve uykulu oluyorum. Uyku hijyeni kurallarına 2 hafta boyunca uymama rağmen tatmin edici uyku uyuduğumu düşünmüyorum.

Haftada en az 2 gece uykuya dalmakta güçlük çekiyorum. Akşam saatlerinde veya yatağa girdiğimde b a c a k l a r ı m d a tanımlayamadığım bir huzursuzluk h i s s e d i y o r u m . Uyurken bacaklarımda ritmik hareketler olduğu söyleniyor.


ARAŞTIRMA

Evde horlamamın diğer odalardan bile duyulduğu söylenir.Gece içinde nefes alamama hissi ile uyanıyorum. Uykuda nefesimin durduğu söyleniyor. Gece içinde en az iki kez tuvalete gitmek zorunda kalıyorum. Geceleri baş, boyun veya göğsümde terleme oluyor.

Sabah ağız kuruluğu ile uyanıyorum. Sabah baş ağrısı ile uyanıyorum. Geceleri bacaklarıma kramp girebiliyor. Toplantılarda, okurken veya TV seyrederken uyuyakalabiliyorum. Uykululuk nedeniyle eskisi kadar uzun süre araba kullanamıyorum. Gün içinde zaman

zaman dayanılmaz uykululuk atakları y a ş ı y o r u m . Çok sık rüya g ö r ü y o r u m . Geceleri uykudan bağırarak ve korku ile uyandığım s ö y l e n i y o r. Y u k a r ı d a k i sorulardan 1 veya daha fazlasına evet diyorsanız sizde bir uyku hastalığı olabilir. Bilinç, gelecek görevler için hazırlanan bir hafızadır ve kişinin şu anki görevinde tüm ruhuyla b u l u n m a s ı d ı r. Doğa evrime programlıdır ve bizi her gün yeniden düzenleyerek yardım eder. UYANMAK MI İSTEMİYORSUN? UYANMAK İÇİN İYİ BİR NEDEN SEÇ KENDİNE. UYKU MU TUTMUYOR GÖZÜNÜ?: ALÇAKGÖNÜLLÜ OL. BENCİLLİĞİ VE MÜKEMMELCİLİĞİ AZALTMAYI DENE! Rüyalar da uyandığımızda yaptığımız ve yapmamız gerekenleri bizlere, alegoriler ve semboloji ile hatırlatan araçlardır. İYİ UYKULAR… HADİİ, UYANIN ARTIK…

FİLİZ KARTAL 39


TAR襤H

MARCUS AUREL覺US

.

40


TARİH

.

BIr

kral olmak

. hayal mi?

Bu hayale ulastıran fikirler ve iyi bir hizmet vermek adına, kisinin kendine tekrar ettigi düsünceleri tanımak istermisiniz? MS 2.yy’da yaşamış Roma imparatoru. Tam adı Caesar Marcus Aurelius Antoninus Augustus’tur. Nerva ile başlayan Altın çağ’ın iyi imparatorlarının en simgeleşmiş olanı ve sonuncusudur. Senatus sınıfının en önde gelen ailelerinden birinin üyesi olan Mar-cus Aurelius iyi bir aristokrat eğitimi alma şansı buldu. Daha eğitiminin devam ettiği bir sırada kral ailesinden olmamasına rağmen kral olacağı belli olduğu için eğitiminde hiçbir masraftan kaçınılmadı. Latince,Yunanca ve retorik sanatının dışında Stoacılığın Epiktetosçuluk alanı üzerine yetkin bir eğitim aldı. Sonra Epikurosçuluk ve YeniPlantonculuk’tan da etkinlendi.

Bir süre üvey kardeşi Lucius Verus’la birlikte ortak imparator olarak ülkeyi yönettikten sonra Verus’un ölümü üzerine imparatorluğu oğlu Cornmodus’a bırakana kadar tek başına hüküm sürdü. Aslında Roma’nın çöküş zamanı olmasına rağmen Roma’ya güzel bir dönem yaşatabilmesi ile göze çarpar.MS 177 yılında kuzey halklarına karşı çıktığı bir sefer sırasında ordugahında öldü. Başarılı bir siyasetçi ve komutan olmasının yanı sıra aldığı derin eğitim sayesinde felsefe alanındaki yetkinliği ile de Filozof İmparator olarak bilinir. 12 kitaplık Ta eis Eauton (Kendime Düşünceler) bazıları tarafından Antik çağ’ın en önemli felsefe eserleri arasında sayılır.

41


TARİH

ay ı , ı duym at g y a s ük fak ra büy m ay ı , a n ı fl ç o a z k a o l fi ekten ki altın t m e r i Ayrıca t ş n e l a zak rafınd rini e ktan u ı diğerle l nlar ta ı a c s a n i m bu emeyi ı, yap m ğ ı r l r e t a bütün s b i ö k , lılık g m ay ı , s a m ay ı bir bağ r ı u r ı alınma ş m a u a de onu , hayat u s a ye anda b s ay g ı y ı m a e z v eyi a az ay n ı gösterm ün olduğunc fakat n e z ö k a Tabi ki e müm . r e m l sağlığım u m y i u k eri borçl ve h e a ona elenekl d g ilaçlara ı a y d a ı ya ileri duym yasalar mış kiş , ihtiyaç n k a a z a m k ş i onu i değer r enekler t e l e k y g ü ze l k i t l t e i, hak e gibi öz rektiğin onlara e , ı g bilmek y a m m yı ama da tut vranma k duym a ı l ön plan d ç n n u a k g e uy şten n kıs eklerin gösteri verirke n e l e n g e . k n ızı yapar rendim ğ ı ö r atalarım a l n n a bamd m bu da ba ve t ü ı y a durm uzak

Doğaya uygu n bir yaşam sürmenin ne anlama geldiğini süre k li olarak düşünürüm. Tanların etkis i dışındaki hiçbir şey ben i doğaya uygu n yaşama fikrinden uza klaştıramaz. B ugün bu konuda halen biraz eksikle ri m varsa burada ki tü m kusur ke ndimindir. Tanrıların uy arılarını ve öğrettikleri şeyleri düşü n m e ye n d e benim. Kendi yaşamıma d a y a n a bilecek bir bedene sahip olmam, tanrıların y ardımıyla g erçekleşti.

Sabahleyin uyandığımda kendi kendime şöyle söylemeliyim: Bugün de meraklı, hayırsız, kaba, kıskanç ve bencil insanlarla karşılaşacağım. Bütün bu kötülüklerin nedeni insanların iyiyi ve kötüyü ayırt edememeleridir.

Bütün bu işleri ne kadar uzun zamandır ertelediğini ve tanrılardan yeni emirler almana karşın bunları umursamadığını hatırla. Evrenin nasıl bir parçası olduğunu, hangi varlıklardan oluştuğunu, sana ödünç verilen zamanın ne kadar sınırlı olduğunu, zamanı aklındaki karışıklıkları yok etmek için kullanmadığın sürece zamanın ve senin ne büyük bir hızla yok olup gideceğinin ve geçip giden zamanın bir daha geri gelmeyeceğinin farkına varmanın zamanı geldi. İnsan ruhu evrende kendi elinde olmasına rağmen kendisini bir yaraya ya da bir ura dönüştürürse kendini küçük düşürmüş olur. Yaşadığımız bir şeye kızmak evrensel doğaya aykırıdır. Çünkü evrensel doğa tüm varlıkların doğalarını içinde bulundurur. Bir insana kin duyduğumuzda ya da ona öfkelenip zarar vermek amacıyla üzerine yürüdüğümüzde de kendimizi küçük düşürürüz. Bir zevke ya da acıya yenilirsek de kendimizi küçük düşürürüz. Yalan söylediğimiz, ikiyüzlü davrandığımız, amaçsızca ve düşüncesizce davrandığımızda da kendimizi küçük düşürürüz. Ancak en küçük hareketimizi bile yaptığımız şeyin farkında olarak yapmalıyız. Çünkü aklı olan varlıkların amacı en saygın aklın yasalarına uygun davranmaktır. 42


TARİH Bir insan yaşamındaki adalet, gerçek, ılımlılıktan ve cesaret gibi duygulardan daha iyi bir şey bulabiliyorsan hemen ona yönel. Ama bu duygular davranışlarının akla uygun olmasını sağlamaktadırlar. Eğer hiçbir şey sana, içindeki duygulara hâkim olabilen, içindeki koruyucu ruhtan daha değerli görünmüyorsa ya da düşüncelerini özenli bir biçimde incelemekten, Sokrates’in söylediği gibi, kendini şehvet duygularından arındırabilmişsen, tanrıların hakimiyetine boyun eğmişsen ve diğer insanlara önem vermeyi başarabiliyorsan, bunlarla kıyaslandığında diğer her şeyi önemsiz buluyorsan, içindeki diğer duygulan asla önemsememelisin. Çünkü bir defa yolundan sapacak olursan bundan sonra asla senin

TARİH olan tek şeye gereken değeri göstermezsin. Çünkü bir insanın aklın ve kamu çıkarının yerine, halkın övgülerini, mevkiyi, zenginliği, tensel zevki gibi ya da doğası bambaşka olan şeyleri koyması pek doğru olmaz. Bütün bunlar bir an için doğamıza uygun şeylermiş gibi görünseler de daha sonradan bizi sürükleyip götüre bilirler. O halde en iyi olan şeyi özgürce seçmeli ve ona bağlanmalıyım.’’Ama iyi olan zaten yararlı olandır.’’ Eğer yaptığın akla sahip olan sana yaralı bir şeyse, seçtiğin yoldan devam et. Ancak sana sadece bir canlı olduğun için yararlıysa, seçtiğin şeyi gözden geçir.

Ey ruhum! Kendine kötülük yapıyorsun. Kendini yüceltmek için başka bir fırsatın olmayacak… Çünkü herkesin yaşamı kısa bir süre devam eder. Senin yaşamın neredeyse bitti ama sen halen kendine saygı duymuyorsun! Kendi mutluluğunu başkalarının yaptıklarına bağlamaya devam ediyorsun.

Eğer içimizdeki yönetici ilke ve doğa uyumluysalar, olaylar öyle bir gelişir ki, olanaklı olan ve kaderin bize verdiği şey her zaman birbirine uyum sağlar. Uyum varsa belirsizlik yoktur. Böyle bir insan ihtiyatlı bir biçimde amaçlarına ulaşmak için yola çıkar. Başka bir şeyle karşılaşırsa onu kendine uygun bir şeye dönüştürür. Adeta ateşin içine atılan şeyleri yutması gibi. Eğer ateş küçükse içine atılan şey onu söndürür ama eğer biraz büyükse ateş içine atılanı da yutar ve büyüyerek için atılanlardan yararlanır. 28 Hiçbir şeye rastgele veya sanatın ilkelerine uymayacak bir biçimde başlamamalısın.

Felsefen in senin istediği doğanın şeyi ,hâlbuk is tediğini i senin uyumlu doğanla istediğin olmayan şeyle i ri de çıkarma aklında . n izlemek D o ğ ay ı te ş e y yo k n d a h a g ü z e l bir tu de bizim r. Zaten zevk le r saçmala neden mamıza o lmuyor Aklı mu? yüceltm özgürlü e nin, ğü iyi kalp n, sadeliğin liliğin, dindarlı , bana ğın daha büyük keyif verip bir ve r m e d düşünm iğ ini eliyim. anlama O hald ve bilm e çabas e ne bü ının yü yarattığ k bir mutlu luk ın bilgeliğ ı düşünü e p, ulaşma lıyım.

43


TARİH Her yaptığın doğru olmayabilir. Böyle durumlarda canını sıkıp, üzülme, gücünü de kaybetme. Eğer hata yaptıysan baştan başla. En azından yaptıklarının çoğunun iyi olmasına çalış. Yaklaştığın şeyi sev. Felsefeye ciddi bir okul

öğretmenine yaklaşıyormuşsun gibi değil, gözlerinden rahatsız olduğu için buna bir çare arayan bir insan gibi yaklaşmaya çalış. Böylece hem akla boyun eğmenin kötü bir şey olmadığını göreceksin, hem de mutluluğa kavuşacaksın.

Düşünc elerin nasılsa Çünkü d a aklımız üşünceler ak klında öyled da şun ir. ıldadır. la yaşama O hald k müm r olmalıdır: künse o Bir ye e yaşama rd ra k da m ümkün da iyi bir biçim e da yaş dür ay de bir biçim abilir. O hald . İnsan saray da e yaratılm de yaşanabilir sarayda da iyi . Bir ş ışsa o ey ne ş e ye u İ y i ve için laş d olan bir oğru da bura mak için yaş a dadır. is Akla sa r. insanla i için iyi şey h rın top lum için toplumdur. Za ip eskiden ten yara is patlanm üstünle ıştı. Aş tıldıkları çok r için ağı . Üstü için ya nlerinse varlıkların ratıldık ları da canlılar birbirle ri c a n sızlarda çok açık. Bö canlılar ylece n, ak dan lı olan üstün larda olmakt adırlar.

Düşmanından intikam almak istiyorsan onun gibi davranma. Yönetici ilke, kendini uyandıran, kendini istediğin gibi değiştirebilen, her şeyin olmasını istediği gibi görünmesini sağlayan şeydir.

Her zaman kendine şunları sor: “Ruhumu hangi amaçla kullanıyorum? Ruhum nasıl? Yönetici ilkemde neler oluyor? Ben bir çocuğun mu, bir kadının mı, bir delikanlının mı, bir zorbanın mı yoksa evcil ya da yabani bir hayvanın mı ruhuyum?”

Dünyanın tamamı evrende bir noktadan ibarettir. Benim yaşadığım yer ise noktanın bir parçasından ibaret. Bu kadar küçük bir yerde bana övgüler düzen ne kadar insan var? Bu insanlar nasıl insanlardır? O halde kendime ait olan yere çekilmeliyim. Üzülmemeliyim, kızmamalıyım, özgürlüğümü korumalıyım, bir vatandaş, bir insan gibi yaşamalıyım. Şu ana kadar sıraladığımız ilkelere iki şey daha ilave etmeliyim. Dışarıda olup bitenler benim aklımı etkilemez, çünkü onlar hareketsizdirler. Bütün korkularımız içimizdeki düşüncelerden kaynaklanmaktadır. İkincisi ise şu anda var olan her şey değişim halindedir ve kısa bir süre sonra yok olup gideceklerdir. Sadece kendimin böyle ne kadar çok değişikliğe şahit olduğumu düşünmeliyim. “Evren değişim, yaşam ise düşüncedir.”


TARİH Bir insan yaşamındaki adalet, gerçek, ılımlılıktan ve cesaret gibi duygulardan daha iyi bir şey bulabiliyorsan hemen ona yönel. Ama bu duygular davranışlarının akla uygun olmasını sağlamaktadırlar. Eğer hiçbir şey sana, içindeki duygulara hâkim olabilen, içindeki koruyucu ruhtan daha değerli görünmüyorsa ya da düşüncelerini özenli bir biçimde incelemekten, Sokrates’in söylediği gibi, kendini şehvet duygularından arındırabilmişsen, tanrıların hakimiyetine boyun eğmişsen ve diğer insanlara önem vermeyi başarabiliyorsan, bunlarla kıyaslandığında diğer her şeyi önemsiz buluyorsan, içindeki diğer duygulan asla önemsememelisin. Çünkü bir defa yolundan sapacak olursan bundan sonra asla senin olan tek şeye gereken değeri göstermezsin. Çünkü bir insanın aklın ve kamu çıkarının yerine, halkın övgülerini, mevkiyi, zenginliği, tensel zevki gibi ya da doğası bambaşka olan şeyleri koyması pek doğru olmaz. Bütün bunlar bir an için doğamıza uygun şeylermiş gibi görünseler de daha sonradan bizi sürükleyip götüre bilirler. O halde en iyi olan şeyi özgürce seçmeli ve ona bağlanmalıyım.’’Ama iyi olan zaten yararlı olandır.’’ Eğer yaptığın akla sahip olan sana yaralı bir şeyse, seçtiğin yoldan devam et. Ancak sana sadece bir canlı olduğun için yararlıysa, seçtiğin şeyi gözden geçir.

Her bir şey evrensel doğanın belirlediği sınırlarda gerçekleşir. Çünkü içeride ya da dışarıdaki hiçbir şey başka bir doğaya göre gerçekleşemez. Olaylara sana düşüncelerini kabul ettirmek isteyen insanların baktıkları açıdan değil kendi gördüğün açıdan bak.

yen bir lduğunu bilme o n ri le e n a d de a Düny dır. Aynı şekil cı n a b a y a y a ye n d e kişi düny uğunu bileme ld o r le e n a d a ma düny Birlikte yaşa . ır d cı n a b a y dünyaya kaçaktır, çan birisi a k n a d n sı rdür, yasa kapatan kö ri le z ö g i mı için aklındak ğımlı ve yaşa a b a n rı la a elde başk aşkalarından b ri le y şe n la ilen ve gerekli o , inzivaya çek ir d ci n e il d r le yan eden emnun olma m n e rd le n e yaradır. olup bit zerinde bir ü a y n ü d ıdır. i, biris in nedeni ayn y şe r e h n la o hundan Hâlbuki insanların ru r e iğ d u n u uştur. Ruh nden kopm tü ü b i iş k ayıran

Bir şeyi yapmak zor geliyorsa hemen bunun senin gücünü aştığını düşünmemelisin. Eğer bu şey insanların başarabileceği bir şeyse sen de onu başarabilirsin. Eğer bir insan düşüncelerimin yanlışlığını bana gösterirse ben de düşüncelerimi değiştiririm. Çünkü ben gerçeği arıyorum, hatalarında ve bilgisizliklerinde direnenlerden başka hiç kimse gerçeklerden zarar görmez.

Kaynak: Kendime Düşünceler (Ta eis eauton) Eski Yunanca Aslından Çeviren: Furkan Akderin

EYLEM ÖZKAN 45


DENEME

:

MUREKKEP SISESINDE , , BALIK OLMAK 46


M

a n d a l d a n r o b o t l a r y a p a r d ı m çocukken, tam da tahtadan plastiğe geçiş döneminde mandalların. Voltran'ı oluşturma iddiası bir hayli ilerde. Beceriler hırsların güdümünden bağımsız birde. Öylesine... Gelin adını oyun koyalım; İyiler ve kötüler olsun bu oyunda, güçlüler ve güçsüzler. Tıpkı adını gerçek koyduğumuz oyundaki gibi! Beyhude bir yığın çabayla örülsün etrafı, bitsin tüm yollar başladığı yerde. Böylesine... Kurulsun kurulsun bırakılsın hayaller, anlamsız melodiler eşliğinde birbirinin tekrarı hareketler. Sınırlar ve yollar malum (bknz 25 kelime geride) öyleyken böyle... Dediğim anda evet sayın okuyucular Peter Pan geldi! Peter Pan örgüleri birer birer yırtıyor ve evet mandal robotları kaptığı gibi havalandı. Peter Pan! Peter Pan!! Peter Pan!!! Peter Pan yanına aldığı robotlarla birlikte uçar gider. Derken nihayet gerçeklerin hayal olduğu dünyadan, hayallerin gerçek olduğu dünyaya varılır. Onlar muradına erer, bizde nihayetinde gökten düşen 3 elmayı imece usulü zıkkımlanırız amanda aman. Bumudur yani? Değil! Şöyle ki; tabiatı itibarı ile hayal henüz elde edilememiş

DENEME olsun ki bizde ona hayal diyebilelim! Hemen hepimiz değişik biçim ve ebatlarda hayal kurarız, değişik zaman dilimi ve sıklıklarda. Kimi yakalanır ve şahsi kafeslerimize konur ve cicim zamanlarından sonra gayrı yüzüne bile bakılmaz. Kimi de yakayı bir türlü ele vermez, peşinde koşturur da dururuz, belkide bir ömür. Hepimizin kapsama alanı dahilinde olduğumdan, benimde bir hayalim var elbet. Ne mi? Sanane! Desemde inanma, cevabı (bknz 97 kelime ilerde) insanı hayatta tutan henüz sahip olamadıklarıdır deyip durdum kendimi bildim bileli. Hayaller bittiği, başka bir deyişle her şeye sahip olunduğu düşünüldüğü anda hayatta biter teorik bazda. Sırf bu yüzden bazen bilinçli olarak salık tutulur hayaller, hepsinin kafese tıkılması ötelenir. Ne dehşetengiz bir paradoks! Henüz 5.5 yaşında iken bir sabah, diğer sabahlardan farksız olarak siyah/beyaz yatağımda uyandığımda, diğer sabahlardan farklı olarak şunu düşündüm; Ya bu dünyada bir rüya, bir hayal, bir yanılsama ise ve ben tıpkı binbir aksiyon ile bezeli rüyamdan uyandığım gibi buraya, buradan da başka bir yere uyanırsam? O gün bu gündür bu soruyla

yaşıyorum ve buyurun size hayalim: Bu sorunun cevabını kulağımdan tuttuğum gibi kendi kafesime tıkmak:) Pekiii gelelim kafesten firar eyleyen hayallere; Arkası yarın! Desem de inanma, bugünün arkasını yarına bırakmıyorum ve yanıtlıyorum: Bu gibi vakalarda iki seçenek bir adım öne çıkar; 1.Hayalin ex sahibi hevesimi aldım fikriyatından hareketle çoktan yeni hayallere yelken açmıştır ve bu durum onun için çokta tına tekabül eder. 2.Doymamış doyamamıştır hayale, dolayısıyla hiçbir şey koyulamaz yerine yeniden. Ama ne ilginçtir ki bir daha o hayali yakalamak neredeyse imkânsıza yakındır. İster kıymetini bilemedi, taşıyamadı vb, şiirsel adalet oda kaçtı işte deyin, ister eşek bile aynı çukura iki defa düşmez, aynı hayal iki defa yakalanır mı? Olan olmuştur, gördüğünden geri kalmışsındır artık. Bu gibi durumlarda genel tavır kalındığı yerde heykel misali kalakalmak, hatta geri geri yürümektir! Olandan olması gerekene geçiş dönemini derhal sonlandırıp, olması gerekeni arz eğliyorum izninle okuyucu: Bir kaleci düşünün ki, bir gol yedikten sonra:Ben artık gol yemiş bir kaleciyim, 47


DENEME

alnıma çalınan bu karayla nasıl kaleciliğe devam ederim, en iyisi maçın bitmesini beklemeden kaleyi terketmek:( demesi gibisinden kendine intizarı. Yada bir örümceğin ağından kurtulan sineğe; Bana bunu nasıl yaparsın, senin yüzünden aç kalıcam, zaten hepiniz aynısınız,git! Sende git:( Gibisinden dağın dağın küsüşünden bihaber kalması sendromuna gark eyleyen trajikomik nağmeler... Şu kalemi bir banayım şişeye... Ve devam... Bazen gözlerime olan güvenimi sarsan öylesine gözlemlerim oluyor ki,açıkçası gözüm her geçen gün biraz daha gözümden düşüyor! Şu dünyada özgür olduğumuz belki de yegane platform olan kendi hayal dünyalarımızı kendi elimizle birer hayal şehrine, ilçesine, hatta köyüne dönüştürme yolunda ki akıllara kepenk kapattıran çabamız! Hatta kendi hayal dünyalarının yüzölçümünü santimlere 48

endeksledikleri yetmiyormuş gibi, başkalarının hayallerini mengeneye alıp, hayalciğe çevirme misyonunu yüklenmiş gönüllü neferlerde yok mu? Dünyası dünyacığa çevrilmiş yığınlara da; Benim hayalim köy ama yakında belediyelik olacak kısmetse türünden bir avuntu pörtlüyor gayrı. Gözüm bana gerçeği söyle, gerçek bu olamaz demi? Sana inanmıyorum palavracı göz,bir daha gözüme görünme!. Çocukken mandaldan robotlar yapardım... Annem sırra kadem basan mandalların, kademi hangi sırra bastıklarına dair komplo teorileri, ben piyasaya çıkması muhtemel yeni mandalların hayalini kurardım:) Anneme nasıl enselendim? aZzsS sonra! Hani rüyalar bir anlamda ikiye ayrılır ya; Bizzat yaşadıklarımız ve kendimizi uzaktan izlediklerimiz diye... Yazıya kısa bir hayal arası: İkiye ayrılan anlam bizzat gerçekleştirdiğimiz bir

hayalde birleşse, bir tesellilere sapmadan dosdoğru bir anlamda yürüsek... Yazı devam ediyor: Anneme birgün dedim ki: Anne bu mandallar aynı pakette neden böyle rengarenk oluyor, sadece mavi mandallar halinde satılmıyor mu? Derken üst üste can alıcı sorular sonrası, o acı itiraf; tanıştırayım: Robotan, Robokop, Süper Robot vs familya işte. Süreç Türkçe/Azerice koalisyonu azarlar silsilesi ve bir süre Voltran izlememe cezasıyla nihayetlendi. Peter Pan'a selam!!! Hayalimin mahsulü iyi, rekoltesi yüksek... Yüksek yüksek tepelerde kursak büyüsek. Hayaline fiyat biçip, piyasası düşmesin diye denize dökenlerden olmasak. Hoooop! Yazsak hemşerim yazsak... Gerçekleşen hayaller yeni gerçekler yaratır, gerçekleşmeyen hayaller ise eski hayalleri hortlatır. (ulaşsözü) Yazının sonuna hoşgeldiniz/Güle güle...

ULAŞ CAN


BİOGRAFİ

49


BİOGRAFİ

‘’ Hayallerinizi kovmayınız, çünkü onlar gittiler mi, belki siz kalırsınız, fakat artık yaşamıyorsunuz demektir’’

S

on günlerde bir çok haber sitesinde ve popüler k ü l t ü r ü n k o n u ş u l d u ğ u ortamlarda sürekli “artık kablo kullanmadan enerjinin iletilebildiği” haberleri sanki yeni bir kesif yapılmışçasına veriliyor. Tesla bunu onyıllar önce zaten yapmıştı. Onlarca yıl önce elinde bulundurduğu yüzlerce patent, atmosferdeki enerjiyi kullanma, parçacık hızlandırma ve kablosuz enerji nakli çalışmaları, artık bilinirken, böyle bir haberde Tesla’nın adının dahi anılmaması çok şaşırtıcı. Veya çobanlık yapan adamın bir yaz günü, elinde çayıyla lambanın altında otururken: ‘’Helal olsun şu Edison’ a, sayesinde gecemiz gündüz oldu’’demesi de biraz E n t e r e s a n d ı r. Edison’un böyle bir 50

yanlış anlaşılmadan sağlayacağı övgüye ihtiyacı yok, zaten yaptıkları onu yaşamış en ünlü bilim adamlarından birisi yapmaya yetiyor. Bize tarih diye anlatılan birçok şeyin aslında yalan olduğu gerçeğini kabul ettikten sonra, Tesla’yı araştırmaya karar verdim. Ve yaptığım araştırma beni insanın özüne, doğru eylemin, sonuçları ne kadar ağır olursa olsun yapılması gerektiği gerçeğine; insanın içindeki savaşa ve bu savaşın sonuçlarını göze alanın neler y a p a b i l d i ğ i n e götürdü. Okuyucunun Tesla’yı ve yaptığı çalışmaları bilmediğini farzediyorum. Mümkün olduğunca teknik olarak anlatmaktan kaçındım. Tesla’yı bir daha anmak, Tesla ve Tesla karşıtları genelinden “insan” özeline gitmek istedim. M.Ö. 7.yy da gemilerin hızı, yelkenle

gittiklerinde saatte 3 mil kadardır. 6. yy da ise bu hız ancak 3 kat a r t ı r ı l a b i l m i ş t i r. Denizcilikte önemli gelişmelerin yaşandığı 16.yy da ise günlük hız 2 bin sene öncesinden ancak 40 mil fazladır. 1900’ün baslarında Wilbur ve Orville Wright daha ilk uçuş denemelerini yaparken, insanoğlu bundan sadece 50-60 yıl sonra uzaya çıkmaya başlamış, 1969 yılında da Ay’a ayak basmıştır. Tüm insanlık tarihine baktığımızda, bu kadar hızlı gelişen bir dönem olmamıştır. Teknolojideki bu hızlı ilerlemenin sebebi iletişim ve enerji teknolojilerindeki gelişmelerdir. Bu iki t e k n o l o j i d e k i gelişmeler kesinlikle çağımızın en önemli belirleyicilerindendir.20. YY ın inşasında kullanılan ve hala hayatımızın vazgeçilmezi olan bir çok bulusun sahibi olan insan bu yazının konusudur.


BİOGRAFİ İletişim ve enerji teknolojilerinin temellerini keşfeden kişi Nikola Tesla’dır. Tesla, manyetik alan teorisi 1 dersini alan bir öğrenci için T:W/m2 dir. Sırbistan’daki birisi için paralarının üzerindeki esmer adamdır. Prestij filmini izleyen biri içinse David Bowie’nin canlandırdığı bir karakterdir. Aslına bakarsanız Nikola Tesla, Leonardo da Vinci’den beri yaşamış en büyük dehadır. Hatta icat ettikleri Leonardo’nunkilerden daha fazla etkilemiştir dünyamızı. Yıl 2008 olmuştur ve biz onun 1900’lerde keşfettiği buluşların yerine bir şey koyamıyoruz, sadece geliştirmeye çalışıyoruz. Sırp kökenli olan Tesla, 1856 yılında, Hırvatistan’ın Smiljan kentinde (o dönemin Avusturya-Macaristan i m p a r a t o r l u ğ u sınırlarında) doğmuştu.. Tesla çocukluğundan beri çok özel bir eğitim almıştır. Bu eğitim sadece okulda değil onun üzerine titreyen ailesi tarafından hayatın her anında verilmiştir. Mesela küçük Tesla aksam yemeğinde yiyeceği et parçasını kesmeden önce annesi ona – ‘’O parçanın hacmini hesapladın mı Nikola ?’’ diye sorar, küçük Nikola bir süre

hayli z o r geçiyor. İ ç i n e kapanıklığını, bu zamanda edindiği kendine güven problemiyle ilişkilendirmek sanırım yanlış olmayacaktır.

düşündükten sonra annesini cevaplardı. Bunun üzerine babası Nikola’nın bildiği altı dilden herhangi biriyle ona “aferin” derdi. Tesla’nın küçüklüğü, çok sıradışı bir zekâya sahip olarak gördüğü ağabeyinin ölümüyle birlikte, anne-babasının oğullarının acısını unutamamaları ve sürekli küçük Nikola’yı onunla kıyaslamaları yüzünden

Tesla çocukluğundan bir ideale sahip olacağı zamana kadar geçen süre zarfında sürekli h a s t a l ı k l a r l a boğuşmuştur. Ne zamanki kendisini bir ideale adamıştır, ölümüne kadar geçen sürede bir gün bile tatil yapmadan çalışmıştır. Tesla küçüklüğünde annesi ile sürekli zihin egzersizleri yaparak b ü y ü m ü ş t ü r. B u egzersizlerin faydasını hayatının sonuna kadar görmüştür. 51


BİOGRAFİ Tesla buluşlarını yapmazdan önce herşeyi kafasında tasarlar, dener, eksiklerini yine kafasında tespit eder, o eksikleri düzeltir ve tekrardan dener, en sonunda kusursuz icadı kafasında oluştuktan sonra onu gerçekten yapmaya başlardı. Tesla kendisinin bu özelliği hakkında söyle derdi: “Bir kimse henüz ham olan tasarısıyla bir araç oluşturmaya kalkarsa, kaçınılmaz olarak zihni aracın detaylarının düşünülmesiyle işgal edilecektir. Bu kimsenin, aracın geliştirilmesi ve yeniden yapılması s ü r e c i n d e konsantrasyonu azalacak ve temel ilkeleri görme gücünü k a y b e d e bilecektir. Belki sonuç sağlana

bilecektir ama her zaman kaliteden feda edilerek” İste Tesla, kendi çalışma mantığının tersi olarak nitelediği yukarıdaki m e t o d u n v e r i m s i z olduğunu bu sözlerle açıklamak tadır. Kendisi ise aklına bir fikir geldiğinde onu öncelikle hayalinde oluşturmaya b a s l a r . Mesela bir hafta sonu Şehir Parkında arkadaşıyla yaptığı bir gezi sırasında Geothe’nin Faust’unu ezberden okurken birden fikir aniden bir flaş gibi

patlar beyninde. Bir sopayla kuma diyagramı çizer ve arkadaşına, kendisine bir makine kadar gerçek görünen çizimi göstererek, “bak motorumu görebiliyor musun?” diye sorar. Bu plan, AC (Alternatif akım) akımdan yararlanmayı sağlayacak ilk adım olmuştur. D ö n e r manyetik a l a n ı n prensiplerini belirlemiş ve endüksiyon motorunu tasarlamıştır.


BİOGRAFİ Tesla 1884 yılında Amerika’ya ilk geldiğinde Thomas Edison için çalışmaya başladı. İlk bakışta, bu gelişme Tesla için cennetin kapılarının açılmasıyla eşdeğerdi: Edison güçlü bir pratik zekâya ve ticari öngörüye sahipti. Edison, DC elektrik sistemiyle ilgili ciddi sorunlar yasıyordu. Tesla’ya, sistemdeki hataları düzeltmesi karşılığında büyük paralar vermeyi vaad etti. DC (Doğru akım), basitliğine karsın çok önemli bir kusura sahipti. Görece olarak daha düşük voltaj üretiyor ve tel üzerinde yol alan akım, yaklaşık 800 m. sonra gücünü yitiriyordu. Bu nedenle Edison, voltajı 100 volta yükseltmek için her 900 metrede bir güç istasyonu kurmak zorunda kalıyordu.

Tesla’nın AC teknolo jisinde bu tür sorunlar yaşan mıyordu. 300.000 volt ve üzerine çıkabilen AC t r a n s f o r matörleri, büyük m i k t a r l a r d a k i elektrik kuvvetinin k i l o m e t r e l e r c e uzağa taşınmasına olanak tanıyor ve diğer transformatörler de, kuvveti aynı seviyede tutuyordu. Böylece kuvvet kaybı yaşanmıyordu. AC sisteminin belirgin üstünlüğüne rağmen Tesla, Edison’u ikna edememişti. Hâlbuki Edison’da zeki bir insandı. Muhtemelen ilk görüsünde AC nin daha basarılı bir sistem olduğunu anlamıstı. Ve Tesla onun mühendisiydi, AC’yi kullanabilir ve yinede

para kazanmaya devam e d e b i l i r d i . Neden Edison AC’yi kullanmak istemedi? Bu sorunun cevabı birden fazla olabilir ama bana göre her insanoğlunda olan zayıflıktan dolayı Edison AC’ye sahip çıkmadı. Bu sorun beni insanların zayıf noktalarını düşünmeye yöneltti ve kendime yine sordum: Bu zayıflıklar nereden başlamıştır ? Kâbil ile Hâbil’in s a v a s ı n d a n … Kâbil ile Hâbil’in savasından önceki üretim kaynaklarında (su ve toprak vs.) ya da üretim araçlarında (öküz, saban vs.), özel ve bireysel mülkiyet b u l u n m u yo r d u . Her şey, eşit olarak, herkesin kullanımındaydı. Kardeşlik ruhu (eşitlikten doğan), toplu ruhun kutsanması, toplumsal gelenek, ataya hürmet, ahlaki ödevler karsısında başeğme, toplu yasayısın sınırlarına mutlak ve kesin boyun eğme, yaratılıştan gelen safa ve gönül temizliği, dinî vicdan, barış ruhu, sevgi, fedakârlık vb. bu düzende insanın ahlaki özelliklerindendir. Hâbil böyle bir insanın t e m s i l c i s i d i r. 53


BİOGRAFİ İnsanın çiftlikle tanışmasıyla, insan yaşayışı, insan toplumu ve insan tipi, tarihin en büyük devrimi olan derin bir devrimin eline düşer. Bu, yeni insanı ortaya çıkaran, güçlü ve kötü insanı, medeniyet ve parçalanma çağını oluşturan bir devrimdir. İnsan sahip olmayı keşfetmiştir! Çiftçilik düzeni, doğadaki üretim kaynaklarını sınırladı; üretim araçlarını geliştirip üretim i l i ş k i l e r i n i karmaşıklaştırdı. Tarım alanı -orman ve denizin tersineözgürce, herkesin yetkisinde olmadığından, ilk kez olarak doğadaki bir şeyi kendine özel kılma ve başkalarını ondan yoksun bırakma gereksinimi belirdi: Bireysel mülkiyet! Burada, artık yapamayacağı

bir şey zaman

yetinir; artık istemiyorum diye bir şey yoktur. Önceki Hâbil düzeninde ya da toplu mülkiyetteherkes, gereksinimi olduğu ölçüde avlanırdı. Çalışmak, gereksinimin giderilmesi için bir araçtı sadece. Üretimde kim daha çok haketmişse daha çok kazanıyordu. Ama simdi doğanın açık ve bereketli sofrasından uzaklaşıp, sanatın (toprak ve tarım) hakir ve fakir sofrasının basına üşüşerek hırsla, açgözlülükle, aşırı istekle birbirlerinin canlarına da düştüler. Bu “yeni toplumsal yaşayış İlişkisi”nde akbabalar, leş yiyen kuşlar bütün zayıf kuşların kollarını kanatlarını kırarak her birini bir yana sürdüler. Hep birlikte, tek bir sesle, çöllerin bağrında, ırmak kıyılarında, deniz sahillerinde hareket halinde olan

göçmen kuşlar grubu gibi bir toplum, simdi bu özel mülkiyet, tekelcilik leşinin basında vahşice ve kinle dolu bir durumda “kâh beriki ötekine pençe atmakta, kâh öteki berikini gagalamaktadır!” Biz o « çelişkinin » başlangıcına yeniden dönelim ve ilk kavgayı daha iyi anlamaya çalışalım;Kabil bir çiftçiydi, sahip olma içgüdüsü gelişmişdi. Elindekiyle yetinmesi g e r e k m i y o r d u . Kâbil, kardeşinin güzel nisanlısına tutulmuştu. Ve Bu yüzden ihtilafa düşmüşlerdi. İhtilafı gidermeleri için Adem Allah’a kurban sunmalarını önermişti. Kâbil, kurbanlık olarak bir deste solgun sarı buğday getirmişti. Hâlbuki hak etmediği bir şeyi isteyen oydu ama o kadar çok sahip olma içgüdüsü vardı ki buğdaylarına bile kıyamamıştı. Hâbil’se kırmızı tüylü genç ve kıymetli bir deve getirdi. Tabi ki Allah Habil’ in kurbanını kabul etti. Bunu Kabil kabul edemedi ve öz kardeşini öldürdü. Ve ilk kan döküldü. Habil ve Kabil’den yola çıkarak yeniden Tesla ‘ya dönersek bazı şeyleri daha iyi a n l a y a b i l i r i z .

54


BİOGRAFİ

Tesla A C ’ y i k e ş f e t mişti ve bu kesinlikle insanlık için en verimli sistemdi. Tüm insanlığın elektrikten faydalanabilmesine ve insanlığın daha ucuz elektriğe sahip olabilmesine olanak sağlıyordu. Bu sistemi bulması ve daha çok insanın elektrikten daha ucuza faydalanabilmesi için uğraştığı için Tesla’yı Habil ile özdeşleştirirsem, Tesla karşıtlarını, belli bir zümrenin elektrik kullanmasına ve daha çok para kazanacak ve dünyanın kaynaklarını daha çok t ü k e t e c e k olanlarıma Kabil ile özdeşleştirebilirim. Tesla çok para kazanmak

yerine doğa’ya ve insanlığa faydalı olduğuna inandığı bir şey İçin, içindeki H a b i l ’ i dinledi ve onun gibi acı çekti. A s l ı n d a Kâbil, öz olarak kötü d e ğ i l d i r. Onun özü, H â b i l ’ i n özüdür. Hiç kimse, kötü özlü değildir. Hepsinin özü, Âdem’in özüdür. Hepimizin özü Âdem’in özüyse ve eğer ki biz içimizdeki Habil’i beslersek Tesla gibi, yeryüzünde Habil’in soyu hüküm sürer, eğer ki biz içimizdeki Habil’i beslemezsek zaten güçlü olan Kabil bizi ele geçirir ve yeryüzünde sürmekte olan Kabil düzeni devam eder. Bu savaş, bütün dönemlerde, her çağda bir başka biçimde sürüp g i t m e k t e d i r . Bu savaşı kısmen de olsa Tesla kazandı. Tesla’nın zaferini Edison bile kabul etmiş, DC ‘ye olan yatırımı kesip oda AC’ye yönelmişti. Dünya şu anda AC’yi kullanıyor. Ve böylece olası 4. 5. hatta 6. dünya savaşı olmadı diyebiliyoruz. Tesla sadece alternatif akımla uğraşmadı. Alternatif akımı

kablosuz iletebilmek için deneyler yaparken çeşitli buluşlar yaptı. Mesela 1898’de New York -Madison Square Garden'da, telsizle uzaktan kontrole ait parlak bir gösteri düzenledi. Birinci geleneksel elektrik fuarının olduğu yer ve genellikle Barnum-Bailey sirkinin çalıştığı büyük alanın ortasına büyük bir tank koydu ve su ile doldurdu. Bu küçük gölün üzerine, yüzmesi için, 1 metre uzunluğunda anten direği olan,sac gövdeli bir tekne koydu.Teknenin içinde bir radyo alicisi ve gemi manevralarını yapmak için batarya ile çalışan bir çeşit elektrik motoru vardı. Seyredenlerin arka tarafından, Tesla gemiye seyircilerinin isteğine göre ileri gitme, sola veya sağa dönme, durma, geri gitme ve donanımındaki ışıkları yakıp söndürme gibi çeşitli hareketleri yaptırdı. Unutulmaz gösteri tüm seyircileri hayran bıraktığı gibi günlük gazetelerin ön sayfalarında yer aldı. O gösteriyi tanıklık eden 6 yaslarındaki bir çocuk 80. yaslarını yasarken bu uzaktan radyo ile kontrol yöntemlerini kullanarak ayın yüzeyine insanları indireceğimizi m u h t e m e l e n d ü ş ü n e m e m i ş t i r.

55


BİOGRAFİ Radyoyu aslında Tesla bulmuştu. Uzun yıllarca radyoyu Marconi’nin bulduğu yazılıp çizilirken bile Tesla hiçbir zaman sesini çıkarmadı. Tesla’nın ölümünden sonra Amerikan adaletinin en yüksek karar mercii olan “Supreme Court” 1943 yılında daha önceden Marconi karsısında kaybettiği ve kendi bulusu olan radyonun o güne değin hatalı bir biçimde Marconi’nin ismiyle anılmasını durduracak kararı vermiş ve radyonun icadının gerçek sahibinin Tesla olduğunu söylemiştir. Aslında Tesla’nın üzerinde fazla çalışmadığı idealini gerçekleştirmek için yaptığı deneylerden çıkan bir başka buluşu da röntgen cihazıdır. 1895 yılındaki icadıyla X-ısınlarının mucidi olarak bilinen Wilhelm Röntgen’den 3 yıl önce Tesla, bu ısınlarla deneyler yapmış ve insan vücudunun iç kısımlarına ait başarılı resimler elde etmiştir. Tesla ayrıca flüoresan ampulünü, neon ışıklarını, hız göstergelerini, otomobil kontak sistemini, radar, elektron mikroskobunun esaslarını da keşfetmiştir. Tesla 1915 yılında kendisine Edison’la birlikte fizik dalında önerilen Nobel ödülünü kabul 56

etmemiştir. Kabul etmemesinin gerekçesi olarak şu açıklamayı y a p m ı ş t ı r. “ B ö y l e s i bir ödül bir insan için çok büyük imkanlar sağlayacaktır. Bin yıl boyunca daha birçok Nobel ödülü kazananlar olacaktır. Ve benim, teknik literatürde kendi adımı taşıyan 4 düzine kağıdı dolduracak patentim var. Bunlardan sadece bir tanesini için bile, bundan sonra verilecek binlerce nobel ödüllerinin tümünü verebilirdim…” Burada Tesla’nın yaptıklarını tüm detayları

ile anlatmam imkânsız. Tesla’yı bize niye u n u t t u r m a y a başladıklarından söz ederek devam edelim. Tesla AC’yi tüm dünyaya kabul ettirdikten sonra büyük bir projeyi kafasına taktı. Halbuki zengindi, adı tarihte hiçbir zaman bir daha olamayacağı kadar belirgindi. Ama yakın arkadaşı yazar M. Twain’in dediği gibi ‘’ Hayallerinizi kovmayınız, çünkü onlar gittilermi, belki siz kalırsınız, fakat artık yasamıyorsunuz demektir’’ sözüne i n a n ı y o r d u .

Mark Twain


BİOGRAFİ İçindeki Habil o kadar güçlüydü ki, bir türlü doyuma ulaşmıyordu.

tüm ekonomik güç çekildi. Sonraki nesiller onu tanıyamadı.

Yüksek frekans transformatörü ile kablosuz bir şekilde elektriği iletmek. En büyük hayali i s t a s y o n l a r kurarak yerkürenin iletkenliğinden yararlanıp tüm dünyanın kablosuz bir şekilde elektriğe kavuşmasıydı. Bunun için dev bir bobin içeren kulesini Colarado'da kurdu. 60 metrelik direğin etrafına 22.5 metre çapında hava çekirdekli transformatörü yaptı. İç kısmındaki sekonder 100 sarimli ve 3 metre çapındaydı. Önce toprağın içinden bir noktadan elektrik verip başka bir noktada elektrik çıkarmayı basardı. Gücü 26 mil uzağa, telsizle iletebilinceye dek deneylerine devam etti. o uzaklıkta, toplam 10 kw’lik 200 tane akkor lamba yakmayı başardı.

Tesla, daha yasarken efsane bir isim olmuş ve elektriğin tanrısı olarak anılmaya başlamıştır. Tesla’nın kapitalist sistemi ç ö k e r t e b i l e c e k enerji teknolojisinin fazla derinlemesine a r a ş t ı r ı l m a s ı istenmemiştir. Tesla’nın gerçekleşmeyen en büyük hayali kablosuz enerji iletimidir. Bunu teknik olarak başarmış, ama hiçbir zaman bunu gerçekleştirmesine izin verilmemiştir. Birçok kez bu hayalini gerçekleştirmek için çok büyük paralar kazanabilecekken kabul etmemiş, bu hayalinin peşinden koşmuştur. Ve tabii ki çok sefil bir şekilde ölmüştür. Hayalini gerçekleştiremese de, çok sıkıntılar çekmiş olmasına rağmen en azından insanlığın yararına olacak bir idealin peşinde koştuğu için, bize ilham olmalıdır. Su anki dünyada eğer biz insanlar hiç kimsenin bilmediği basit bir bilgiye sahipsek, onu nakde çevirmek için uğraşırız. Ve bu kıt bilgimize rağmen gerçekten o ana kadar kimsenin bilmediği bir şey biliyorsak pekde zorluk çekmeyiz. Tesla elektriğin bakir

Diyebiliriz ki bu proje yüzünden tarihten silindi… Çöküş başladı. Finans kapıları kapandı. Patent hakları birer birer satıldı. Sadece Yugoslav Hükümeti'nin bağladığı emekli aylığı ile geçineceği günlere kadar olağanüstü buluşlarını gazetelere saysa dökse de alay edildi. Ardındaki

olduğu yıllarda, hatta kuralların büyük bir kısmını kendisinin keşfettiği zamanlarda para peşinde değil, insanların daha iyi yasamasını sağlayacak, belki de muhtemel dünya savaşını engelleyecek bir “ideal” peşinde koştu. Onun gibi dahi olamayız hepimiz, en azından onun bu idealist yanını örnek almalıyız. K o n u ş m a c ı olarak bulunduğu konferanslarda diğer konuşmacıları dinlemektense bahçede güvercinleri beslemeyi tercih eden Tesla, sebep olarak ise "anlattıkları zırvalıkların aklımı karıştırmasına izin veremem." demiştir... ...Daha yararlı birşey yapamıyorsak bari güvercinleri besleyelim. Belki bize bir “ideali” hatırlatır. Kaynakça Bilim ve Ütopya Dergisi Elektriğin tanrısı: Nikola Tesla” (sayı: 69) Tesla Memorial Society of New York Tübitak Focus http://tesladownunder.com http://www.yurope.com/org/ tesla/ http://ntesla.org/index.php http://members.lycos.co.uk/ nikolatesla/ İslam Bilim-Ali Şeriati

ERKAN SİHİR 57


YAZAR

JULES VERNE

58


YAZAR

JULES VERNE ( 1828–1905) 8 Şubat 1828’de Fransa’nın küçük bir kasabası olan Nantes’de dünyaya gelen Jules Verne henüz küçük bir çocukken kardeşi Paul’le birlikte yaptığı nehir gezintilerinde maceranın ve keşfetmenin tadını almıştı. Liseyi bitirdikten sonra aile mesleği olan avukatlık öğrenimi için Paris’e gitti fakat yazarlık ağır bastı ve dönemin ünlü yazarları Victor Hugo ve daha sonra yakın arkadaş olacağı Alexandre Dumas ile tanışarak onlardan edebiyat ile ilgili tavsiyeler aldı. Fakat Jules Verne’nin dünya çapında tanınmış bir yazar olması, onu tüme hayatı boyunca destekleyen yayıncı Hetzel ile tanışmasından sonra oldu. Jules Verne yazdığı romanlarla sadece saygın bir dal olarak bilimkurguyu edebiyat alanına kazandırmakla kalmayıp aynı zamanda bilim ve teknoloji dünyasına büyük ilham

verdi. Öyle ki bazı icatlara onun kitaplarında kullandığı isimler verildi. Hayal gücü ve belki de geleceğe dair öngörüsü öylesine gelişmişti ki henüz 1800’lü yılların ortasında yazdığı “20. Yüzyılda Paris” isimli kitabında gökdelenlerin, hızlı trenlerin, hesap makinelerinin, klimaların ve internetin olduğu modern dünyada yaşayan genç bir adamın kediyle hesaplaşmasını, mutluluk arayışını konu edinmişti. Yayıncısı fazla trajik bulduğu için bir kasaya saklanan kitap 1989’da tekrar gün ışığına çıktı ve yazıldıktan yaklaşık 130 yıl sonra anlattığı modern zamanların yaşandığı 1994 yılında basıldı. Dünyada en çok çevirisi yapılan yazarlardan biri olan Jules Verne 1905 yılında ardında pek çok eser bırakarak şeker hastalığına yenik düştü.

Yazarın en çok bilinen kitapları: Balonla Beş Hafta Yirminci Yüzyılda Paris Dünyanın Merkezine Seyahat Aya Yolculuk Kaptan Grant’ın Çocukları Seksen Günde Devr-i Âlem Denizler Altında 20.000 Fersah İki Yıl Okul Tatili Dünyanın Ucundaki Fener Esrarlı Ada 15 Yaşında Bir Kaptan Deniz Yılanı

GÜNEŞ TEPECİK

59


KİTAP

‘Mitler, hayal gücü onları canlı tutsun diye vardır.’ Albert Camus

Mitler, doğa güçlerini ve doğaüstü yaratıkları anlatan öyküler... Zamanın olmadığı, evvel zaman içinde mi, yoksa gelecek zaman içinde mi geçtiler bilmiyoruz... Kahramanları yaşadı mı, yaşamadı mı, yaşayacak mı onu da bilmiyoruz. Gerçek mi hayal mi, o bile belli değil. Ama bir şey var ki zamansız, mekânsız, suretsiz, milliyetsiz, ülkesiz bu hikâyelerin, sembolik ifadelerinin altında aydınlatıcı, dokunaklı bir yan var. Doğanın güçlerini devleştiren sembolik tanrıların kahramanları 60

olduğu bu hikâyeler, belki de biraz fantastik bir unsur olması nedeniyle daha ilgi çekici oluyor, akademik yazılar okumaktan. Mitoloji, aslında bilimkurgu yazılarını ve filmlerini da besleyen sonsuz bir kaynaktır diyebiliriz. Bugün birçok başarılı olmuş yazar ve sinemanın onlardan ilham aldığı bir gerçektir. Biri insanların soyudur, biri tanrıların soyudur; her ikisine de soluğu ana vermiştir. Ama tanrılara verilmiş olan güç tamamen başkadır. Biz insanlara verilen

sadece hiçlik; Oysaki tunçtan gök tanrıların değişmez ve ebedi evi olarak kalıyor. Ama yine de ölümsüzlere biraz benzerliğimiz var, güçlü aklımız ve bedensel görünümümüzle. Bununla birlikte, bilemeyiz ne gündüz ne de gece, kader hangi amaca yöneltmiştir pınarımızı. P i m d a r o s Eğer öyle istiyorsan, bu öyküyü bir diğeriyle taçlandıracağım, yakıştığı gibi ve bilgece.. Sen de onu ruhuna yerleştir... H e s i o d o s Euripides’in bu sözlerini haklı çıkartan, Yunan ve Roma gibi büyük medeniyetlerine kadar gelen ve onlardan da süzülüp günümüze ulaşan bu alegorik anlatımları Tübitak yayınevinin yayınlamış olduğu ‘Yunan ve Roma Mitolojisi’ (Colette Estin, Helene Laporte) kitabından okurken aldığım heyecanı aktarmak için bu satırlar yazıldı.


KİTAP Bu kitap bilginin sadeliğinde kaybolma fırsatı değil de, özenli resimleri, şiirleri, uygun seçilmiş veciz sözleri, haritalı ve şematik anlatımları ile bu konularda herkesi mitoloji heveslisi yapabilecek kadar iyi bir çalışma. Aynı zamanda konuların özetlenerek, konunun dağılmaması da yeni mitoloji okuyucularına daha çok hitap edecektir. ‘Zamanın insanlar söyleyeceği vardır.’

akışının hakkıda çok şey Euripides

Eski Yunandan mitler bize nasıl ulaştırıldı? Kişiler, Öyküler, Eski Roma ana başlıkları oluşturuyor. Tarih ve mitolojinin doğal bir birlikteliği ve iç içe geçmişliği atmosferinde birçok bilgi aktarılıyor. Eski Yunan: Deniz, dağlar, ormanlar, hayvanlar, bilinen dünyanın sırları, karanlık çağlar, girit ve Mykenai, Spartalılar, Atina demokrasisi, olimpiyat oyunları, müzik ve dans, günlük yaşam, aile, kadın, din, ayinler, verimlilik ayinlaeri, tapınak, kehanet,

Büyük Delphoi

İskender, tapınağı…

Ben Oidipus, Sfenks’i yok ettim; çünkü aklım sayesinde bilmeceyi çözdüm. Bunu bana hiçbir kehanet öğretmiş değildir. S o p h o k l e s Mitler’in Homeros, Hesiodos, tiyatro, filozof, tarihçi, İskenderiye ve Roma yazarları tarafından ulaştırıldığı ele alınıyor. Evrenin yaratılışı, Prometheus, kadın ve tufan, şaşılacak doğumlar hakkında, Zeus’un birliktelikleri, Hermes, Demeter ve Persphone, Thesseus, Minotaurus, Herakles, Troyalılar, Troya atı, Orpheus, Artemis ve Apollon’un öcü gibi birçok öykü de yine kitapta karşımıza çıkmakta. Ezici kaygıların yakasını bırakmadığı bir kimsenin kalbinden nasıl hızlı bir düşünce akıp geçiyorsa, işte, Hermes de öyle, söz ile eylemi aynı anda evirip çeviriyordu kafasında. Homerik ilahi Kişiler arasında da ilk yaratıcı güçler, ilk tanrılar kuşağı, büyük tanrılar, Olimpos’luların günlük yaşamı,

Zeus, Apollon, yer tanrıları, kahramalar, olağanüstü yaratıklar ve canavarlar a n l a t ı l m a k t a . Asla kabul edemem ki, hem Yunanistan’da hem de Mısır’da yapılan benzer ayinler basit bir rastlantının sonucu olsun. H e r o d o t o s Romanın geleneksel tanrıları, aile kültü ve ayinleri, kamu kültleri, gizli kült ve tanrılar, ölüler ülkesi, Romus ve Romulus, imparatorluk kültü, Eros ile Psykhe, İtalya’da rönesans gibi birçok merak edilen konu da yine bu kitapta yer almakta. Mitoloji, merak eden, araştıran, arayan herkese tarihin ve hayatın farklı ve derin bir yüzünü gösterir. Sembollerini çözen, onu okumanın ve ondan faydalanmanın yollarını öğrenir. Ondan faydalanan, ona dönüşür. ‘Eğer öyle istiyorsan, bu öyküyü bir diğeriyle taçlandıracağım, yakıştığı gibi ve bilgece... Sen de onu ruhuna yerleştir.’ Heseidos

SEMRA ŞEN

61


GEZİ

RÜYA ŞEHİR

PARİS...

Paris’te kulenin görülmediği tek yer, kulenin kendisi

T

ükenmeyen, o l a ğ a n ü s t ü kelimeleriyle tarif edebileceğim şehir. İş ya da seyahat, her ne sebeple olursa olsun bu büyülü kentte geçireceğiniz birkaç gün ruhunuza iyi gelecek. 62

Belki hiç gitmediniz, belki birkaç kez orada bulundunuz. Her dönüşte uçağa bindikten sonra bile aklınızdan çıkmayan kaç şehir tanıdınız? Paris böyle bir yer işte... Fransa’nın başkenti olmasının yanı sıra bilim,

kültür, sanat alanlarında da dünyanın önde gelen merkezlerinden birisi olarak kabul edilen Paris yaklaşık 2000 yıllık bir tarihe sahiptir. Seine Irmağı’nın her iki yakasına kurulmuş olan kent, Fransa’nın kuzey


GEZİ

kesiminde bulunuyor ve 20 ilçeye ayrılmıştır. Şehrin ırmağın kuzeyinde kalan bölümüne Sağ Yaka, güneyinde kalan bölüme ise Sol Yaka ismi verilmiştir. Paris adını nerden aldığı ile ilgili kaynak tam olarak bilinmemektedir. Paris bölgesinde çokça bulunan taş ocaklarına istinaden ‘kwar’ taş ocağı kelimesinden geliyor olabilir. Başka bir öneriye göre Paris adını Galya halklarından Perisii lerden almaktadır. Paris aslında Roma’lıların ‘’Lutetia’’ yerine kullandıkları ‘’Civitas

Parisiorum’’ (Parisiilerin Şehri) adının zamanla değişmesi sonucu oluşmuştur. Pierre Hubac ve Cheikh Anta Diop’a göre Perisii’lerin adı Mısır tanrıçası İsis’ten gelmektedir. Çünkü Paris bölgesinde İsis’e adanmış birçok tapınak ya da Eski Mısır dilinde ‘per isis’ bulunmaktaydı. Bir başka efsanede Paris adının ‘par’ (gemi) sözcüğünden geldiğini iddia eder. Şekli gemiye benzeyen su üzerine kurulmuş, geçimini suya borçlu olan ve ismini de belki sudan almış olan şehir. Bir ada olan Lutêcê ‘in refahı ‘gemiciler’

63


GEZİ Bölgelerin tamamen trafiğe kapatılması d ü ş ü n ü l m e k t e d i r. Paris’te resimler, eski afişler, kullanılmış kitaplar satan sokak satıcıları Seine Nehri boyunca sıralanırlar. Sol Yaka’da Fransız Parlementosu’nun iki binası, devlet dairelerinin çoğu ve Lüksemburg Sarayı

tarafından sağlanıyordu ve bu gemicilerin sembolü olan gemi de şehir armasını oluşturmuştur. Nezaket Fransa’da önemlidir. Bir dükkana girdiğinizde söyleyeceğiniz ‘’bonjour madame’’ , birinin dikkatini çekmek istediğinizde ‘’excusezmoi’’ ya da yanlışlıkla birine çarptığınızda ‘’pardon’’ demek en asık suratlı ve huysuz insanı anlayışlı ve daha hoşgörülü bir insana çevirebilir. Paris’i yürüyerek keşfetmek başlı başına bir keyiftir. Sokakları arabanın icadından çok önce inşa edildiğinden arabayla gezinti için uygun değildir. Bu anlamda Paris’i gezmek için araba kiralamak kötü bir fikirdir. Tarfik yoğunluğunun yanı 64

sıra park yeri bulmak güçtür ve pahalıdır. Bu yüzdende satın alınırken küçük arabalar tercih edilir. Paris’te yürüyüşe çıkmak yaşanabilecek en büyük zevklerden biridir. 2012’ye kadar şehrin merkezinin tamamen yürüyerek, bisikletle veya metroyla gezilebilecek hale getirilmesi planlanmaktadır. Birkaç yıl içinde 1.2.3. ve 4.

ve bahçeleri yer alıyor. Saray’ın batısında ise XIV.Louis’in savaş gazileri için yaptırdığı kısaca Invalides adıyla bilinen Hotel des Invalides bulunmaktadır. Seine kıyısında ‘’çok sevdiğim Fransız halkı arasında gömülmek istiyorum’’ diye vasiyette bulunan Napolyon’un mezarı da bu yapı içindedir.


GEZİ kozmetikten hediyelik eşyaya kadar pek çok alternatif barındıran ünlü alışveriş merkezleri arasında en bilinen Galeries Lafayette’dir. Markaların bir arada bulunduğu bu merkezde fiyatlar oldukça yüksektir.

Paris moda ve lüksün dünya başkentidir ve ‘ışık şehir’ diye anılmaktadır. B u r a d a y k e n yapılabilecek en en zevkli şeylerden birisi de şüphesiz alışveritir. İçinde giyimden aksesuvara,

Paris’in ünlü demir kulesi EYFEL tüm dünyada Fransa’nın sembolu halini almıştır. 1887 ve 1889 yılları arasında Fransız Devriminin yüzüncü yıl kutlamaları anısına Dünya Fuarı için yapılmıştır. Aslen Barselona’ya yapılması planlanan kule, bu fikir reddedilince Paris’te Seine Nehri’nin kıyısına yapılmasına karar verilmiştir. Kule, ismini tasarımını yapan Gustave

Eiffel’den almıştır. 300 işçinin bir araya getirdiği çivi kullanılmadan 18.038 parça demirden oluşan kule ikibuçuk milyon perçinle birleştirilmiştir. Eyfel Kulesi yapımından bu yana kendisini ziyaret eden 200.000.000’dan fazla insanla dünyanın yılda en çok ziyaret edilen paralı anıtıdır. Yılda yaklaşık altı milyon kişi tarafından ziyaret edilmektedir. 24 metre yüksekliğindeki televizyon anteni ile birlikte kulenin yüksekliği 324 metre’dir. 1887’de yapımına başlandığında ‘dünyanın en uzun anıtı ‘ ünvanını Washington Anıtı’ndan alan kule bu ünvanı 1930’da New York şehrindeki Chrysler Binası’nın yapımına kadar taşımıştır.

65


GEZİ ünlü yerlerinden biri olan Rivoli Caddesi arasındadır. Tarihi 1190 yılında kraliyet adına Philip Augustus tarafından Loure Kalesi’nin kurulmasına kadar dayanır. Bu kale Paris’in batı yakasına gelecek çeşitli saldırılardan korumak amacıyla yapılmıştır. Müze

7300 ton ağırlığındaki kule sıcakta yaklaşık 18 santimetre’ye kadar genleşmektedir ve rüzgarlı havalarda 6-7 cm kadar yana yatmaktadır. Kule’nin birinci katı 57 mt , ikinci katı 115 mt ve en tepedeki katı 276 mt yüksekliğindedir. Paslanmasını önlemek için kule her yedi yılda bir boyanır. 50-60 ton boyanın kullanıldığı işlem sırasında kulenin tek renk görünebilmesi için aşağıdan tepeye doğru koyulaşan üç ayrı tonda boya kullanılır. Yapımına başlandığında Paris halkı tarafından göz zevkini bozduğu gerekçesiyle direnişle karşılaşan yapı günümüzde değerli mimari eserlerden birisi olarak kabul edilmektedir. Her seferinde Eyfel Kulesinden nefret ettiğini söyleyen yazar Guy de Maupassant, neden öğle yemeklerini 66

kuledeki restoranda yediği sorulduğunda ‘’çünkü burası Paris’te kulenin görülmediği tek yer’’ cevabını vermiştir. Paris’in en çok ziyaret edilen yerlerinden birisi de Musêe du Loure (Loure Müzesi)’dir. Önceleri kraliyete ait olan bu yapı dünyanın en ünlü ve değerli sanat eserlerine ev sahipliği yapmaktadır. Leonardo Da Vinci’nin Mona Liza’sı bunlardan bir tanesidir. Loure Müzesi şehrin merkezinde Seine Nehri’nin sağ yakasıyla

avlusun

merkezinde ise 1989 yılında inşa edilen 21mt yüksekliğinde Loure Piramidi bulunmaktadır. Notre Dame Katedrali Paris’te bulunan çok ünlü bir katedraldir. Meryem Ana’ya ithafen isimlendirilmiştir. Paris’in tüm önemli yapıları gibi Seine Nehri’nin kıyısında bulunur. Turistler açısından popüler bir yer olmasının yanı sıra, hala bir Roma Katolik Katedrali olarak kullanılır ve Paris başpiskoposluğuna ev sahipliği yapar.


GEZİ 12. y.y’da yapılmıştır. 130 mt uzunluğunda, 50 m genişliği, 35 m yüksekliği vardır. Önde iki adet 69 m kuleleri var. İçinin genişliği 6000 m2 kapasitesi 9000 kişiliktir. 19. y.y başlarında Paris şehir planlamacıları katedralin bakımsızlığından dolayı katedrali yıkmak istemişlerdir. Ünlü Fransız yazar Victor Hugo halkın ilgisini çekmek için Notre Dame’ın Kamburu adlı romanı yazmıştır. Ayrıca roman müzikale d ö n ü ş t ü r ü l m ü ş t ü r. Müzikalin ismi Notre Dame de Paris’tir. Açık hava müzesi olan Paris hakkında anlatacaklarım bu sayfalara sığmayacaktır. İyi şarap arayan, ‘yemek benim için şölendir’ diyen yeni lezzet avcıları... herkes hayatında bir kez mutlaka Paris’e gitmeli... ÖNERİLERİM; Gün batımında Seine Nehri’nin iki yakasını birbirine bağlayan köprüler altında tekne gezintisiyle Paris’in en eski ve görkemli binalarını görün. Ressamlar Tepesi’ne mutlaka çıkın, soğan çorbasının tadına burada bakın. Dönüşte merdivenleri kullanın ki belki bidaha göremeyeceğiniz m a n z a r a n ı n tadını çakartın. Muhteşem kostümleri

ve dans gösterileri ile Lido Show’u görmden dönmeyin. Notre Dame Katedralin’de tarihe dokunun. Mimarisi ve tarihi ile Loure Müzesi’ni mutlaka görmelisiniz. Paris’i zirveden keşfetmek için Eyfel Kulesi’ne çıkın. Versay Sarayı (Chateau Versailles) aklınızda kalacak mimarilerden biri. Geçmişin ihtişamı ve zenginliğini unutamayacaksınız. GÜLDANE CEBECİ Fotograf: Güldane Cebeci

67


ANİMASYON

68


ANİMASYON

ÖLÜ GELIN ‘‘Bir kalp atmayı bıraktıktan sonra da kırılabilir mi? ’’

Ö

lü gelin tam olarak bu konuyu irdeliyor işte… Victor kısa süre sonra güzel Victoria ile evlenecektir. Ancak genç adam kendini henüz evlenmeye hazır hissetmemektedir. Kendi kendine yüzük takma provası yaparken yüzüğü yanlışlıkla Ölü Gelin'in parmağına takıverir ve apar topar

Ölüler Diyarı'na götürülür. Ölüler Diyarı'ndaki hayat Yaşayanların Dünyası'nın sıkıcılığından uzak ve çok daha eğlenceli bir yerdir. Ancak yine de Victor onu ilelebet kaybettiğini anladıktan sonra Victoria’ya olan aşkını fark eder ve geriye dönebilmek için her yolu denemeye başlar.

69


ANİMASYON

Film tam anlamıyla bir Tim Burton klasiği. Onun filmlerine az çok aşina olan bir seyirci filmi kimin yönettiğini bilmeden izlemeye başlasa bile, kısa sürede yönetmenin kim olduğunu keşfedebilir. Sonuçta Tim Burton demek, doruklarda gezinen bir hayal gücü demek, aynı anda hem farklı olup hem de estetik ve güzel olabilmek demek. Filmlerinde çoğu zaman güneşi bir an bile göremezsiniz ,ama bu filmin naif ve sevimli yönünü asla karanlıkta bırakmaz. Kara film türüne incecik mizahıyla katkıda bulunan, seyircinin kafasındaki doğru-yanlış kalıplarını yıkıp fantastik

70

dünyalara götüren bir yönetmen Tim Burton. Onun filmlerinde genelde olaylar bir “anti kahraman”ın yani sevilmeyen, yenilen, dışlanan, sıra dışı, kötülük yapan, acı çeken veya beceriksiz olan bir günahkârın etrafında gelişir. Ama garip bir şekilde öyle bir anlatır ki hikayeyi, seyirci ister istemez bu ‘’yenik’’ karakterle özdeşleştiriverir kendini ve onun için üzülür… Dekor, kostüm ve kahramanlar tamamen kendi eseridir. Sıfırdan yeni bir dünya yaratır ve her şey tamamen onun hayal gücünün ürünüdür. Ölü

Gelin’e

gelecek

olursak, yine alıştığımız gotik, karanlık ve normalde itici olması gerekirken şaşırtıcı bir şekilde sevimliliğini ve naifliğini koruyan grotesk karakterleri… Canlılar âlemi gri ve mat tonlarda betimlenirken ölüler âleminin rengârenk, capcanlı ve çok daha ‘’yaşanılası’’ olması, ya da Amerikan sinemasından pek beklenmeyecek incelikte kinayeli bir espri anlayışı… Hele de filmin stop-motion gibi zor bir teknikle çekildiği düşünülecek olursa… Bilmeyenler için kısaca açıklamak gerekirse, çizimlerle değil karakterlerin birer kuklasıyla yapılan filmlerdir stop-motion filmleri.


ANİMASYON

Karakterlerin her bir mimiği, her bir hareketi kuklalar üzerinde oynanarak fotoğraflanır. Bu da saniyede 25 karelik fotoğraf çekilmesi ve bunun filme dönüştürülmesiyle gerçekleştirilir ki hayli zor ve emek isteyen bir iştir.

Velhasıl böylesine zor bir yönteme rağmen özellikle bu kadar minimal yüz hatlarında bu kadar başarıyla duyguları anlatabilmek, tüm mimikleri neredeyse sadece kaş hareketleriyle g ö s t e r e b i l m e k azımsanacak bir şey değil. Hele ölü gelinin gotik tiplemesi muhteşem; o çürümüş bedenden beklenmeyen bir incelik, duygusallık ve sevimlilik… Gözünden çıkan kurtçuklara rağmen zarafetinden bir şey kaybetmemesi… Ay ışığı altında rüzgârda dalgalanan duvak ise onu gotizmin doruğuna çıkarmış. Zaten bu

yüzden de filmin sonu ‘’mutlu son mu?-mutsuz son mu?’’ polemiğine sürükleyebiliyor seyirciyi. Sırf bu kafa karışıklığı bile klişeleri sevmeyen Tim Burton’un bıyık altından güldüğünü hissettiriyor seyirciye. Son olarak filmin ince mizah anlayışına küçük bir örnek: Damat ölüler âleminden gitmek ister, aldığı cevap şu olur: "Herkes buraya gelmek için canini verirken sen niye yukarı gidesin ki?’’ işte bu tam bir Tim Burton klasiği!

ÖZGÜR BENLİ

71


SİNEMA

72


SİNEMA

“Seyirciyi düşünerek film çekerim, zira ben de bir seyirciyim” ...diyerek sinemaya bakışını özetleyen Steven Spielberg, daha sonra ‘Sinema Bebeleri’ olarak anılacak Martin Scorsese ve George Lucas’ın da aralarında bulunduğu okullu yönetmenlerden birisi olarak 70’li yıllarda sinema endüstrisine adım attı, hem de ne adım. Henüz kariyerinin başında ardı ardına ‘Jaws’, ‘Üçüncü Türden Yakınlaşmalar’ ve ‘Kutsal Hazine Avcıları’ gibi başyapıtlarla sektörü yerinden oynattıktan sonra bir bilimkurgu filmi ile karşımıza çıktı: ‘E.T.’ 80’li yıllarda A m e r i k a ’ d a k i muhafazakar eğilim ve yabancı düşmanlığı sinema sektörünü de doğrudan etkileyerek milliyetçi kahramanların başını çektiği aksiyon filmlerin patlamasına yol açtı. Bu ortamda Spielberg’in çektiği ‘E.T.’, ‘Üçüncü Türden Ya k ı n l a ş m a l a r ’ d a değindiği dost uzaylı

kavramını bir adım daha ileri götürerek tüm bir sinema tarihinin en sempatik karakterlerinden birisini bize armağan ederken o yılların politik duruşuna karşı bir tavır sergiliyordu. Devlet dışarıdan geleni tehlike olarak görüp ve çıkarları için kobay olmasını planlarken, Elliott başta olmak üzere çocuklar önyargılardan ve çıkardan uzak biçimde dostluk kurma çabasına giriyorlardı. Hatta annelerinin E.T.yi ilk gördüğünde sorduğu ‘Kim o?’ sorusuna çocukların onu tanıtmak yerine ‘Sana zarar vermez’ cevabı vermeleri, toplumun yabancı korkusu ve önyargısının ipuçlarını vermektedir. Filmin konusu üzerinden ilerlemek gerekirse, arkadaşları tarafından dünyada unutulan dünya dışı varlık E.T.Extra Terrestrial, devlet güçlerinden saklanırken

orta sınıf bir Amerikan ailesine misafir oluyor. Parçalanmış ailede büyümenin sancılarının altı çizilirken, anne aile reisi olarak evde eşit bir görev anlayışı oluşturmuştur. Ailenin ortanca çocuğu Elliott, saflığın sembolü olarak karşımıza çıkarken sosyalleşme konusunda sıkıntılar çeken yalnız bir çocuktur. ‘E.T.’ ile karşılaştıktan sonra hayatı büsbütün değişecek olan Elliott, karar alma m e k a n i z m a s ı n ı başlatarak yetişkinliğe hızlı bir geçiş yapacaktır. Çünkü onun deyimiyle E.T. ona gelmiştir ve onunla tanışan ilk insan olarak mutlak güç ondadır. Artık yetişkinlerin sözünü dinlediği birisidir. Elliott ile E.T. arasında inanılmaz bir duygusal bağ oluşmuş, bu bağ güçlendikçe fiziksel olarak da kendini göstermiş, ben artık biz olmuştur.

73


SİNEMA

Yalnız E.T., evinden uzak kaldıkça enerjisini yitirmesiyle duygusallığını bizlere göstermiştir. Ürkeklik, iyilikseverlik, duygusallık, espritüellik gibi insani vasıfla sahip olan E.T.’nin arkadaşlarının kendisini almaya geldiklerini hissedince hayata dönmesi, kutsal aile kavramına vurgu yapıyor. Aynı zamanda klasiklerden ‘Wizard of Oz’ filminin meşhur repliğine bir selam çakıyor: “There’s no place like home - Ev gibisi yoktur”. Finale doğru çocukların E.T.’yi eli silahlı devlet güçlerinden kaçırması, filmin sistem karşıtı duruşunun belki de en somut örneğidir. Muhafazakar kesimin tepkisine yol açan bu sahne Spielberg’i de rahatsız etmiş olacak ki filmin 20. yıldönümü versiyonunda dijital numaralarla polislerin elinden silahları alıp yerine telsiz yerleştirmiştir. Bu sahnenin devamında bisikletli çocukların göğe yükselerek batan güneş önünde oluşturdukları manzara sinema tarihinin 74

en unutulmaz anlarından birisini oluşturuyor. Spielberg filmlerinin değişmez müzisyeni John Williams’ın tematik müziklerinin filme katkısı da yadsınamaz derecede etkileyicidir. 80’ler denildiğinde akla gelen ilk filmlerden olan E.T. o senenin gişe canavarı olarak kısa zamanda popüler kültürün ayrılmaz bir parçası olmuştur ve yıllardır sayısız film ve dizide kendisine göndermeler yapılmaya devam etmektedir. Hatta ülkemizde de filmin vizyona girmesinden kısa bir süre sonra Zafer Par imzalı kötü bir taklidi yapılmıştır. ‘Badi’ adlı bu yeniden çevrim akılalmaz bir kült film olarak zihinleri epey zorlamaktadır. Sözgelimi, orijinal filmde bisikletle uçan E.T. ve arkadaşlarının yerini bu filmde balonlara bağlı seyyar arabayla uçan Badi ve arkadaşları almıştır. E.T.’nin küçük Drew B a r r y m o o r e ’ u n kıyafetleriyle dolapta saklanması, finalde Elliott’ın alnına parmağını götürmesi ve “I’ll be right here – Ben tam

burada olacağım” repliği gibi birçok sahnesiyle hafızalara kazınan bu sinema klasiği 1982 yılında Oscar ödül töreninde Gandhi’ye yenik düşmüştür. ‘Gandhi’ye bir itirazımız olmamakla birlikte ‘E.T.’nin sinema tarihindeki yeri açısından talihsiz bir seçim olarak değerlendirilebilir. Son noktada Spielberg’in “Benim duygularıma, fantezilerime, kalbime en yakın film” sözleriyle en kişisel filmi olarak lanse ettiği ‘E.T.’, çocukluk, masumiyet, dostluk ve fedakarlık gibi temaları başarılı bir şekilde işleyen unutulmaz bir fantezi olarak belleklerde yer etmiş ve edecektir.

ALPER EROL


İNTERNET

www.flickr.com İnternet, hayatımıza bir çok kolaylıklar getirdi. Çok sayıda bilgi arasından daha nitelikli olana ulaşma konusundaki zorlukları da beraberinde getirdi. Bu da hem zaman hem de emek olarak zorlanmamıza neden oluyor. Estetik, nitelikli, seçilmiş görsellerin olduğu bu sayfada gereksinimlerinize uygun bir çok görsel bulabileceksiniz. Yazının gerisi de görsel, birçok sözüme bedel olacaktır bu. Yine de yetmediyse sayfayı mutlaka ziyaret etmenizi öneririz.

75


MÜZİK

MÜZİKLE DÜN VE YARIN

GEVENDE - Ev (2006) Doğu Anadolu’da ramazan davulcusu manasına gelen, fakat asıl anlamı çalgıcı olan Gevende grubu 2003 yılında Eskişehir’de kurularak değişik mekânlarda günübirlik çalışsalarda, 2006 yılında grup elemanlarının hepsinin aynı evde kalmalarından dolayı adını verdikleri ‘’Ev’’ isimli albümle Türk müzik piyasasına girmişlerdir. Psikedelik progressive jazz müzik yapan Gevende, şarkılarında blues, jazz, Latin ve world müzik gibi tatları, seyyah gibi birçok ülkeyi gezip oralarda müzik yapmalarının getirdiği bir artı olarak bünyelerine katmışlardır. Topluluk, sahne performanslarında

76

doğaçlamaya bolca yer vererek parçaların akışını tamamen o günkü ruh haline bırakıp, hazır olan parçaları bambaşka boyuta taşıyor. Grup, vokali bir enstrüman gibi kullanıp, performansa doğaçlama sazlarla destek veriyor. Sözlerinin çoğunun manası yok. Bu anlayışla çıkarttıkları ‘’Ev’’ de dokuz parça var. ‘’Çelik çomak başlıyor ahali!’’, ‘’E hadi oturmaya mı geldik! Biz biliyoruz da mı oynuyoruz?’’ diyerek, sıcacık, kıpır kıpır bir müzikle açılış yaptıktan sonra, ‘’Refik’’ ve ‘’Hem’’ isimli, insanı değişik ortamlara götüren iki parçayla devam ediyor. Sonrasında ‘’nayu’’ der Gevende; rüyaların tersine çıktığına inanırcasına ‘’Uyan’’ı tersten okurlar. ‘’Okyanus

Düğünü’’, ‘’Anonim’’ ,’’Gözağrı’’, ‘’Sermest’’ ile müziğin güzelliğine kendimizi kaptırdıktan sonra son şarkı ‘’Şeker’’ de çocukluk günlerimizi hatırlatıcı bir tonda ve küçük bir çocuğun heyecanlı bir sesle bir böceği anlatmasını dinliyoruz. Zamanın ve büyük adamların hayalimize kurduğu ağların müthiş tasvirini, melodisini dinliyoruz. Gevende; farklı, alternatif ve içi dolu müzik arayanların buluşma noktası. İnsanın içinden gelen, delicesine hisler, duygular barındıran ve çok zekice kotarılmış bir albümle bize güzel şarkılar hediye eden Gevende’yi k a ç ı r m a m a n ı z ı şiddetle salık veririz.


MÜZİK

REPLİKAS-Zerre(2008)

Bize bir Türk rock grubu olarak başından sonuna kadar başka hiçbir şeyle meşgul olmadan dinlenilmesi gereken bir albüm armağan eden Replikas’a teşekkür ediyoruz; müzik piyasasına gireli on yılı aşkın bir zaman olmasına rağmen kalitesinden ödün vermeyerek beşinci albümü olan Zerre’yi çıkarttığı için… Replikas, ne batı ne doğu ne de herhangi bir jargona sıkıştırılmadan içinde bulunduğumuz zamanın, mekânın ve halet-i ruhiyenin tınısını en iyi şekilde yansıtmayı başaran nadide gruplardan biri. Yeni albümlerini çıkartmadan önce konserlerde çalıp, seyircinin vereceği tepkiye göre şarkılarında değişiklik yapabilen, rutin hayatımızda kapı gıcırdaması, sevmediğimiz zil sesleri gibi sesleri şarkılarında çok güzel bir melodik ritme dönüştürebilen

bir grup. Erkin Koray’dan başlayarak ve derinleşerek tekke müziklerine kadar uzanan, yerel müziklere ve onlardan doğan arabesk, tasavvuf ve Türk rock müzik kültürüne göndermeler ve kelimelerin anlamlarından sıyrılarak ses olarak beste içerisinde yer almaları en büyük artıları, ölüm, çocukluk, yaşlılık ve ruh hastalıkları genelde ağırlıklı temalar olarak göze çarpıyor. Müzikal olarak tüm detayları düşünerek oluşturdukları albümü farklı mekânların a k u s t i ğ i n d e n faydalanmak adına stüdyo dışına taşıyarak Gökçeada’da eskiden yarı açık cezaevi olan bir binayı stüdyoya dönüştürerek kayıtları burada gerçekleştirmişler. Zaten albümü defa çıkarıp CD çalara taktığımız zaman, Gökçeada’nın Ege’ye ait kokusu içimize doluyor. Davul, bas ve perküsyonların ön planda olduğu albümde, tek davul seslerinin kafaya indirdiği darbelerle açılışı yapıyor ve ‘’bu sıkıntıyı’’ bize anlatan grup, Don

Kişot’un sevgilisinin adı olan ‘’Dulcinia’’ da ise ‘’yokluğuna varlık dayanmaz’’ diyor. ‘’Zerre’ dir belki ama yok denilmez’’ dediği albüme adını verdikleri parçayla birlikte felsefi soru ve sorunlarına gerek müzikleriyle gerek sözlerle bizi de ortak ediyor. ‘’Bozuk düzen’de sağlam çark olmaz ‘’ diyor Pir Sultan Abdal gibi, insanın iç sularında yüzmesi için tınılarla güzel bir destek veriyorlar. ‘’Gülmediğin günler hep bizleydin’’ diyerek birlikte haykırıyoruz. ‘’Bugün varım yarın yokum’’ bilmeyenler olabilir, elimdeki benim değil diyor bu güzide topluluk. Sonuçta 12 şarkı bir de gizli şarkısı olan Zerre albümü değişime açık ve rutin pop müzikten bıkıp farklı şeyler arayanlara tavsiye ediyor ve ruhunuzu geliştirecek yepyeni deneyimler kazanacağınızın garantisini veriyoruz. En nihayetide, zerredir belki ama yok denilmez HARİKA DOĞAN

77


KÜLTÜR-SANAT

ekim-kasım-aralık

şehir kültür rehberi

KARŞIYAKA ODA TİYATROSU YOLLARDA 13-14.10.2009 Salı/Çarşamba 20:30 JEANNE D’ARC’IN ÖTEKİ ÖLÜMÜ 20-21-27-28.10.2009 Salı

SABANCI KÜLTÜR MERKEZİ BARUT FIÇISI 23-24.10.2009 Cuma/Cts 20:30 SELAHATTİN AKÇİÇEK KÜLTÜR MERKEZİ AYININ FENDİ AVCIYI YENDİ 15-16 .10.2009 Prş/Cuma 14:00

78

20:30


KÜLTÜR-SANAT

KONAK MELEK ÖKTE SAHNESİ AYININ FENDİ AVCIYI YENDİ 18.10.2009 Pazar 11:00 ve 14:00 DONA AGATA’NIN KAÇIRILIŞI 20-21-22-23-24-27-28-29-31.10.2009 Saat:20:00 SAKARCA 25-31.10.2009 Paz/Cts 11:00 ve 14:00

79



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.