Kültür Sanat

Page 1

DEĞER VERMEK OSMANLI DEVLET İDARESİ EPİKÜR DİL DENEN MUCİZE DİL NEDİR? KUZU MAYDANOZ’UN MACERALARI SPARTALILAR PAMUKKALE Hierapolis Antik Kenti

1


2


EDİTÖR’DEN Merhaba Sevgili Babil Kulesi okuyucuları Bu sayımızın konusu ‘Değer Vermek’. Türk Dil Kurumunun sitesinde “Güncel Türkçe Sözlük”te anlamı ‘değerli saymak, önem vermek’ olarak karşımıza çıkıyor. Biz de konularımıza önem verip elimizden geldiğince anlatmaya çalıştık. Aklı ile diğer tüm canlılardan ayrılan insan, duygu ve düşüncelerini dil aracılığıyla ifade eder ve her doğumla birlikte yeniden icat edilir dil. Dil denen mucizeden bahsettik. Milattan önceye zamana gidip doğru

yaşam anlayışı, mutluluğu aramak diyen Epikür’ü anlattık, daha sonra milattan sonraya gidip Osmanlı Devlet İdaresi’ni derinlemesine inceleyip sizlere sunduk. Unesco Dünya Miras Listesinde olan Pamukkale Hierapolis namı değer Holy City (Kutsal Şehir) ile başlayıp antik kentleri gezdik. “Yürü! Durma, yürü! Yürü, kendi aslına kavuş” diyen Ahmet Hilmi Bey adlı yazarın yazdığı fantastik hikayelerden oluşan Amak-ı Hayal kitabını tanıttık. Sahnede keyifle izlediğimiz ‘Kuzu Maydanoz’un Maceraları’ tiyatrosuna değindik. Müzik ruhun gıdasıdır derler ya; Sia ve Son Feci Bisik-

let ile beslendik. Hayallerinin arkasından koşan ‘Coco’ ile daha çok müziğe doyduk, ‘Sully’ filmi ile ben olsam ne yapardım sorusunu kendimize sorduk. Mevlana’ya sormuşlar “İnsanın değeri nedir?” diye, o da “Aradığı şeydir.” demiş. Bu sözü hatırlayarak arayışımızda yepyeni kapıların önüne gidip, kapıları aralamaya çalıştık. İlgiyle okuyacağınız bir sayı olması dileğiyle Burcu ÖZÇALIŞKAN

3


İÇİNDEKİLER

22

08 DEĞER VERMEK

OSMANLI

DEVLET İDARESİ

KUZU MAYDANOZ’UN MACERALARI

10

OSMANLI DEVLET İDARESİ

16

S P A R T A L I L A R

SPARTALILAR

Gökyüzünü Renklendiren Uçurtma Ustası

Bornova Aşık Veysel Rekreasyon alanında dikkatle gezenler fark edecektir ki bazı uçurtmalar diğerlerinden çok yukarıda ve çok daha kararlı. Bu uçurtmaları yapan Suat Amca ile yapmış olduğumuz röportaj aşağıdadır. -İsminiz? -Suat Karataş

EPİKÜR

Dil Denen Mucize

-Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? -Tedaş’tan teknik ressam olarak emekli oldum. 63 yaşındayım. -Günleriniz nasıl geçiyor? - Haftanın altı günü öğleden sonra iki civarlarında Aşık Veysel Rekreasyon alanına geliyorum. Daha önce hazırladığım malze-

28

meler ile o günkü rüzgara uygun uçurtmalar yapıp, çocuklara satıyorum. Bakkalda fabrikasyon ve oldukça kalitesiz kötü uçurtmalar 9 TL, ben 10 TL’ye veriyorum. Amacım kâr etmek değil. Malzeme parası çıksın yeter, çocuklarla vakit geçirmek daha çok mutlu ediyor beni. Çocuklar güzel uçurtmalar uçursun istiyorum. Benim gibi emekli biri için

GÖKYÜZÜNÜ RENKLENDİREN UÇURTMA USTASI

20

Dil Nedir?

4

24

DİL DENENMUCİZE DİL NEDİR?

30

FERİDUN ORAL Merhabalar; Bu sayımızda size ressam, çocuk kitabı yazarı ve çizeri Feridun Oral’dan bahsetmek istiyorum.1961 Kırıkkale doğumlu yazarımız 1985 yılında Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi’nden mezun oldu. Bol ödüllü ve yazdığı birbirinden

güzel çocuk kitaplarıyla tanıdığımız yazarın resim ve illustrasyonları 1986 yılından bu yana yurtiçi ve yurtdışında sergilenmektedir. “Böğürtlen Cini ve Sarı Gaga” adlı çocukların çok beğendiği kitabı 1992 yı-

lında Japonya’da UNESCO Nomo Concours tarafından düzenlenen binealde “Runner Up” ödülünü alarak Nagasaki’de bir okulda ders kitabı olarak okutuldu. 2001 yılında ise Avrupalı İllüstratörler binealinde ‘Düş Kedileri’ adlı çalışması Onur

FERİDUN ORAL


İÇİNDEKİLER

40

32 AMAK-I HAYAL

PAMUKKALE

Hierapolis Antik Kenti

SULLY

42

36

PAMUKKALE Hierapolis Antik Kenti

babil

kulesi ekim-kasım-aralık 2016

COCO

Yayın Koordinatörü Semra ŞEN Editör Seda ÖZTÜRK Gizem RÜZGAR SİHİR Grafik Tasarım Eylem ÖZKAN AĞARTIOĞLU

İmtiyaz Sahibi

babilkulesi@gmail.com

Yeni Yüksektepe Kültür Derneği Bornova Şubesi Adına: Semra ŞEN

Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.

Genel Yayın Yönetmeni Semra ŞEN

5


TARİH

BABİL KULESİ DİLLERİN KÖKENİNE AİT ESKİ BİR İNANIŞ ‘‘Babil yeryüzündeki tüm şehirlerin ihtişamını aşar.’’ Heredot

Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Eski Ahit’te Babil sözcüğü Babel şeklindedir; bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve karmaşa, karışıklık anlamındadır. Kur'an’da şehrin adı Babil olarak geçer, Türkçe’ye de Arapça’dan geçmiştir Babil, M.Ö. 23. yüzyıl civarında Aşağı Mezopotamya'da (şu anki Güney Irak civarında) Sümer ve Akad toprakları üzerine kurulmuş olan Babil (Babylon) ülkesinin antik başkentidir. Babil, en parlak dönemini Kral Hammurabi zamanında yaşamıştır. Babil, dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve M.Ö. 7. yüzyılda Kral Ne6

bukadnezar tarafından karısı için yaptırıldığına inanılan asma bahçelerine sahiptir. Babil döneminde sanat, mimarî, astronomi, matematik, tıp ve felsefe gibi alanlarda büyük bir gelişme gözlemlenir: Babilliler, günümüzde zaman (60 saniye '1 dakika', 60 dakika '1 saat') ve derece hesaplamaları (360 derece daire) için kullanılan 60'lık sistemi geliştirmişler, tapınaklar üzerine dikilen ve günümüzdeki modern gözetleme kulelerine ilham kaynağı olan gözetleme kulelerini inşa etmişlerdir. Babil Kulesi'nin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli efsaneler vardır. Tevrat’ın Yaratılış(Genesis) bölümünde de kuleden şöyle

bahsedilir: “Ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim’ dediler. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. ‘Yeryüzünde dağılma yalım' diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım’ dediler. Ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var. ‘Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım’. Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar.


TARİH Bundan dolayı onun adına Babil dendi." Tevrat (tekvin 11:1-9)

köşelerine dağılırlar ve farklı diller böyle ortaya çıkar.

Efsaneye göre Tanrı; bir kule yaparak kendisine ulaşmak isteyen insanların kendini beğenmişliğine ve küstahlığına kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Bir doğal felaket yollayarak kuleyi yıkar. Bundan sonra insanlar dünyanın farklı

İsmi verilmemekle beraber Kuran’da Babil Kulesi'ne benzer bir kuleden bahsedilir. Hikâye Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer. Firavun Haman'a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa'nın tanrısına bakacağını söyler.

9. yy İslam tarihçilerinden el-Tabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod, Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. Aslında yedi katlı bir ziggurat olan Babil Kulesi'nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir aşamayı simgeler:

1. katı taşı, 2. katı ateşi, 3. katı bitkiyi, 4. katı hayvanı, 5. katı insanoğlunu, 6. katı güneşi ve gökyüzünü, 7. katı ise melekleri sembolize etmektedir.

Kulenin yüksekliğiyle ilgili bilgilere ise sıkça rastlanılmaz ve Yaratılış Kitabı da bu konuyla ilgili olarak herhangi bir şey aktarmaz. Efsaneye göre kule, teraslı bir piramidi andırıyordu. En üstte, Babil kentinin tanrısı olan Marduk’un tapınağı vardı. Buraya halk giremezdi. Eski Yunan tarihçisi Herodot da, her biri ötekinden küçük olarak üst üste yapılmış yedi kuleden bahseder. Asurlular ve Perslerce yıktırılan yapı, İskender Babil’i aldığında yıkıntı hâlindedir. İskender kuleyi yeniden yaptırmak isterse de er-

ken ölümü bunu engeller. Babiller bu kulede yaptıkları araştırmalar sonucunda burçları bulmuşlardır. Ayrıca yine Babiller bu kule sayesinde tarihte ilk kez ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplamışlardır; bundandır ki ay takviminin mucitleri Babiller’dir. Ancak şunu belirtmede fayda vardır. Birçok kişi tarafından ay takviminin mucitleri Sümerler olarak bilinir, bu aslında yanlış değildir ama çok doğru bir bilgi de değildir. Sümerler ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplayan ilk uygarlıktır ancak bir ay yılını 360 gün olarak he-

saplamışlardır. Normalde bir ay yılı 354 gündür bunu tarihte ilk doğru hesaplayanlar Babiller olmuştur. Kısacası Babil Kulesi, insanların tarihî dönemlerde dil olgusunun kökenine ve ulusların çeşitliliğine yönelik sorularına cevap veren bir inanıştır. Farazî temellere dayanan bu inanış, ulusların ve onların dillerinin çeşitliliğini izah etmeye çalışır. İnanış, kutsal kitaplara da yansımış ve çeşitli efsane, destan gibi anlatılarda yerini almıştır.

Erkan SİHİR 7


DENEME

Türk Dil kurumuna göre değer vermek ‘değerli saymak, önem vermek’ olarak ifade edilmektedir. Bir şeylerin verilebilmesi verende bu özelliğin ol8

ması ile ilgilidir. Değerleri kendimizde tanıdıkça, o değerleri başkalarında fark etmek üzerine olan dikkat ve konsantrasyonumuzu geliştirdikçe değer vermek mümkün olur.

Bu nedenle değerler, hedefi nesnel gerçeklik olan öznel bir yolculuktur. Bu yolculuk sırasında değerleri evrensel küme olarak ele alabiliriz. Bu kümenin içinde değerler eğitiminin


DENEME de konusu olan yüzlerce erdem bulunmaktadır. Yüzlercesini çalışmak ve özümsemek pratik olarak olanaklı olmamakla birlikte , ekonomide çokça adı geçen Pareto yasası bu konu için de geçerli olabilir mi? Erdemlerin bir kısmını çok iyi çalışmak evrensel kümeyi tanımamızı sağlayarak verimliliğimizi arttırır mı acaba? Pareto yasası, on işten ikisini çok iyi yaparsak yüzde seksen verim sağlayacağımızı belirtir. Kim bilir? Denemeye DEĞER Değer vermek üzerine bir yolculuk hikayesi ile de bu yazıyı taçlandıralım: Vaktiyle bilge bir hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: “Oğlum” der, “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir. Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu kaça alırsınız?” diye sorar. Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir,sonra “Buna bir tek lira veririm. Bizim

çocuk oynasın” der. İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak beş lira vermeye razı olur. Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar, “Bu der “benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.” der. En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. “Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?” Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?” “Ne istiyorsan veririm.”Öğrenci, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:”Ne olur bunu bana satın. Dükkanımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.”

celer içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler.. Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır. Bilge sorar: “Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?” Öğrenci: “Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık” diye cevap verir. Bilge hoca çok kısa cevap verir: “Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir.” Semra ŞEN

Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker. Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşün9


ARAŞTIRMA

OSMANLI

DEVLET İDARESİ

10


ARAŞTIRMA Bir ulus başlangıcından son günlerine kadar incelendiğinde, bir insan soyu olmaktan çok, fikirlerden oluşan bir yapıdır. İnsanlar ölür; aileler dağılır; topluma yeni bireyler, yeni aile grupları katılır; yeni gelenler özümsenir. Kimi zamanlar bazı aşiretler, klanlar dizginleri ele alır; soylar zaman içinde değişir. Aradan yüzyıllar geçtikten sonra ortaya çıkan antropolojik sonucun, baştakilere az benzerlik gösterdiğini görürüz. Bir ulusun tarihi boyunca ördüğü fikir dokusu da hiç kuşkusuz değişimlere uğrar, eski ilkelerin zamanla değeri azalabilir, koşulların doğurduğu ya da dışarıdan aktarılan yeni ilkeler egemen olabilir. Fakat fikirler insanlar gibi ölümlü değildir. Fikirler çağlar boyunca, değişimlere uğrasa dahi, nesilden nesile aktarılır; kitaplarda, yazıtlarda, mitolojilerde, masallarda, sembollerde saklanılabilir ve bu yolla ölülerden yaşayanlara ulaşır. Adalet, birlik, kardeşlik vb. gibi ideal kavramlar sağlam bir şekilde inşa edildikleri takdirde gelecek kuşaklara ışık tutar, yön gösterir ve bu vesile ile ilham verirler. Yüksek idealleri içinde barındıran fikirler bir kültüre dönüştüğü zaman yakınlara olduğu kadar, yabancılara da aktarılabilir; değişik soyların ve insanların içine sı-

zar ve yoğun önyargıların bulunmadığı yerlerde rahatça benimsenir. Oluşan güçlü fikirlerin bir toplumu şemsiyesi altına alması ile bir devleti oluşur. Bir devlet felsefi olarak incelendiği zaman; o devletin, Platon’un bahsettiği ideal devlete yaklaştığı ve uzaklaştığı noktaları ele almak durumundayız. Platon’a göre devlet; toplumdaki bireyleri uyuma sokan, birleştirici olan, halkı üzerinde adil olan, onlara kılavuzluk eden, onları birer filozofa dönüştürmek için evrimleştirme gayesi güden felsefi bir harekettir. Devlet; yöneticilerinin devlet idealine olan bağlılığı, inancı; bu ideali şekillendirecek bir organizasyon kurma kabiliyeti nispetinde varlığını sürdürür. İdeale duyulan aşk zayıflamaya başladığı zaman, yöneticiler menfaatlerini ön planda tutar ve akabinde devlet çürüyüp yok olma aşamasına doğru yol alır. Fransız ihtilali, Amerika’nın “İnsan Hakları Bildirgesi” gibi güçlü fikirlerle beslenen hareketler, bir toplumu etkileyebileceği gibi, tüm dünyanın akışının değiştirilebileceğini de göstermiştir. İslam dini ve yaşam felsefesi de Osmanlı’yı öylesine etkilemiştir ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun var oluş ve yayılma nedeni olmuştur. Osmanlı

İmparatorluğu Roma ve İngiliz İmparatorluklarıyla birlikte, dünyanın İsa sonrası gördüğü üç büyük imparatorluktan biri olarak değerlendirilmektedir. Roma’nın Asya, Afrika ve Avrupa’da parçalanması ve Akdeniz’de birlik eksikliğinin olması Osmanlı için bir doğuş fırsatı olmuştur. Birleştirici bir güç kurma amacıyla ortaya çıkan ve altı yüz yirmi üç sene varlığını sürdürmüş olan Osmanlı İmparatorluğu, her soydan ve her yönden insanı İslam fikri altında birleştirmek amacıyla mücadele eden bir güç olarak tarihte yerini almıştır. Kuruluşundan yıkılışına kadar, Osmanlı ile ilgili olarak tarih kitaplarında olumsuz birçok şey yazılmıştır fakat bir gerçek var ki Avrupa orta çağında, Avrupalılar engizisyon mahkemelerinde zulüm yaşarken, Osmanlı eksiklikleri olmasına rağmen adaletiyle ezilmişlerin sığındığı bir devlet olmuştur. Altı asır gibi uzun bir süre varlığını sürdüren Osmanlı İmparatorluğunun hayatiyetini sağlayan şey, İslam’ı yaymak gibi açık bir hedef ve iyi yönetici ve savaşçıların yetiştirilmesini sağlayan eğitim sistemidir. Osmanlı İmparatorlu ğu’nun yapısını anlayabilmek için bir bütün olarak ele alınması gerekmektedir. Osmanlı Devleti hü11


ARAŞTIRMA kümet, ulema ve saray güçleri tarafından dengelenerek yönetilmekteydi. Din ile devlet yönetimi hem birbirinden ayrı hem de paralel bir şekilde yol almaktaydı. Böylece yönetim kurumu devleti yönetirken dinin etkisini de her zaman sırtında hissetmiştir. Osmanlı İmparatorluğu diğer imparatorluklarda olduğu gibi varlığını güçlü yöneticiler ve askerlere borçludur, fakat Osmanlı’yı diğer imparatorluklardan farklı kılan askerlerle yöneticilerin aynı kişilerden oluşmasıydı. Yönetici eğitimi bir bütün olarak ele alınmıştır. Barış zamanında mülki amir olanlar savaş zamanında askerlerin komutanlarına dönüşmekteydiler. Yönetim kurumunun bütün memurları asker, ordunun bütün subayları savaş dışında devlet dairelerinde memurdu. Böylece yönetici sınıfının eli hem kalemi hem kılıcı tutan eğitimli kişilerden oluşmuştu. Osmanlıların Platon’un “Devlet” (Rex Publica) fikrinden haberdar mıydı bilmiyoruz ama Platon’un yönetici sınıfı Osmanlı’da açık bir şekilde görülmektedir. Bir aracın direksiyonunu fren sistemi, vites kutusu vb. ayrı unsurlar olmasına rağmen aracın gitmesi 12

için tüm unsurların birbirine uyumlu ve sağlıklı çalışıyor olması gerektiği gibi; devletinin yönetimini de bütünün diğer parçalarından ayırır ve diğer etkenleri görmezden gelirsek altı asır ayakta kalan Osmanlı’ya mana vermemiz zorlaşacaktır. Bundan dolayı bu çalışmada yöneticilerin yetiştirilmesinden bahsederken bütün olarak Osmanlı Devleti’nin hareket etme man- tığını da in-

cına doğru yol aldığı müddetçe var olma nedenini gerçekleştirmekte, uzaklaştığı müddetçe de bu dünyadaki varlığının nedenini unutmakta ve dolayısıyla erimektedir. Osmanlının kuruluş amacı, Osmanlı’nın ilk hükümdarı Osman Bey’in oğlu Orhan Bey’e bıraktığı vasiyetinde açıkça görülmektedir:

celeyeceğiz. Yöneticilerin eğitimi, ulemanın eğitimi, sarayın etkileri ve halkın eğitiminin hangi ilkeler ve amaçlarla gerçekleştiğini göreceğiz. KURULUŞ AMACI Her insanın bir yaşam amacı olduğu gibi her ulusun da bir yaşam amacı vardır. Bu yaşam amacı o ulusun yeryüzündeki misyonudur. Ulus kendi ama-

“Bütün kaygılar senden uzak olsun. Seni çevreleyen kutlulukla asla zorba olma. Adaleti geliştir ve onu yeryüzünde süs yap. Bedenimden ayrılacak ruhumu, kazanacağın zaferlerle sürekli mutlu kıl. Dünyayı fethettiğin zaman kılıcını kullanarak dinimizi yaymaya çalış. Hıristiyan krallıklarla hakka dayanan dostluklar kur. Bilginleri her zaman onurlandır, böylece Tanrısal adaleti sağlamlaştı-


ARAŞTIRMA rırsın. Nerede olursan ol bir adamın bilgin olduğunu duyarsan, onu servete boğ, onu yükselt ve ondan yardımlarını esirgeme. Orduların ve servetin seni hiçbir zaman gururlu yapmasın. Çevrende sürekli yasalarla aydınlanmış kişiler bulunsun. Yasaların ülkeleri ayakta tutan tek temel olduğuna inanarak, onu darbelerden koru. Tanrısal yasalar bizim tek amacımız olmalıdır. Attığımız her adımda Tanrıya biraz daha yaklaşalım. Boş girişimler ve verimsiz kavgalarla zamanını boşa harcama. Çünkü yanlış tutkular dünya imparatorluğunun sonu olur. Bana gelince ben inanç gücünü yaymak için çalıştım. Sen benim isteklerimi tamamlayacaksın. Bulunacağın mevki seni herkese karşı eli açık ve

layık olursun. Durmadan halkına nasıl iyilik yapacağım diye düşüneceksin. Ancak o zaman Tanrının sevgisini kazanırsın” (Şeyhülislamı ve Tarihçi hocası Sadettin efendi 1537-1599) Bu vasiyetten de anlaşılacağı gibi Osmanlı’nın kuruluş amacı; adaleti, İslam’ı yaymak ve bunu İslam’ın şart koştuğu şerait kanunlarını kullanarak icra etmektir. OSMANLI İMPARATORLUĞU YAPISI Osmanlı’da devlete ve millete yön veren iki büyük kurumdan söz edilebilir. Bunlar devlet ve din veya başka bir deyişle Osmanlı Yönetim Kurumu ve Osmanlı İslamiyet Kurumu’dur. Bu kurumların birbirinden farklı eğitim sistemi olmasına rağmen birbirlerini e t k i l e m e k-

teydi. Din kurumunun halka açık bir yönü vardı, yönetim kurumu ise kendi içinde yoğrulan bir kurumdu. Sultan merkez olarak iki kurumu da üst noktada kendi idaresi altında birleştirirdi. Yönetim Kurumu imparatorluğun devamı için yöneticilerin eğitimini kendi içinde (halkın katılımına kapalı) oluştururken, İslamiyet Kurumu da halkın eğitimi için örgütlenmişti. İSLAMİYET KURUMU (DİN KURUMU) Osmanlı İslamiyet Kurumu’nun işlevi; imparatorlukta İslami eğitimin verilmesi, din adamlarının ve hukukçuların yetiştirilmesi ve hukuk işlerinin yürütülmesiydi. İslamiyet Kurumundakilerin yetiştirilmesi medreselerde olmaktaydı. Osmanlı İslamiyet Kurumu; hocaları, din adamlarını, hukuk âlimlerini, yargıçları, dervişleri ve Hazreti Muhammed soyundan gelenleri içerirdi.

büyük bir önder olarak davranmanı gerektiriyor. Halkına karşı pek çok görevin var; ona karşı iyilik ve bağışlama ile davranırsan, Hanlık unvanına 13


ARAŞTIRMA İslamiyet Kurumunun paralelinde Rum, Ermeni ve Yahudi kurumları ve yabancı kolonilerin örgütleri vardı. Her bir örgüt kendi dinine göre eğitim, din ve hukuk işleriyle ilgilenirdi.

dı. Hükümet bütünüyle bir ordu idi. Savaş zamanı bütün hükümet savaş alanına taşınırdı. Geride vekiller bırakılırdı. Başlıca amacı haça karşı hilalin zaferini sergilemekti.

Din kurumunun yönetime en büyük etkisi, Yönetim Kurumu tarafından çıkarılan kanunların Şeriata uygunluğunu denetlemesi ve Padişahın hocasının din kurumundan olmasıydı. Osmanlı Devletinde şeriat kanunları padişahın üzerinde olan bir güçtü bundan dolayı padişahların çıkaracakları kanunların şeriata uygunluğu gerekmekteydi.

Devlet fikrinin en güçlü yaşandığı yer, Devletin Yönetim Kurumu idi. Yönetim devletin benimsemiş olduğu ideayı topluma yansıtan, topluma yön veren ve uyumlu halde işlemesini sağlayan kurumdu.

Osmanlı sistemi içindeki en büyük tehlike, din kurumunun ve Yönetim Kurumunun rekabetinden ve merkeziyetçilikten uzaklaşma ve parçalara bölünme eğiliminden kaynaklanmaktaydı. OSMANLI YÖNETİM KURUMU Osmanlı Yönetim Kurumu’nun iki asli işi vardı. Biri savaşmak, diğeri yönetmekti. Barış zamanı devletin kurumlarında memurluk yapanlar savaş zamanı askerlik yaparlardı. Her memurun kademesine göre savaşta sorumluluğu ve rütbesi olurdu. Savaşmak ve yönetmek dışındaki öteki yönler, bu unsurları hazırlayıcı ve tamamlayıcı nitelik taşır14

Osmanlıyı tahlil ettiğimizde, Yönetim Kurumu mekanizmasının uzun süre sağlam temellere oturtulmuş olduğunu, kendi içinde kanını temizleyecek bir sistemi olduğunu, devamlı olarak alttan yeni yöneticilerin yetiştiğini görüyoruz. Sistem en iyi olanları yönetici olarak eğitiyor ve zamanı geldiğinde hak edenlere hak ettiği payeyi, görevi ve maddi zenginliği veriyordu. Hata yapanlar ise şiddetle cezalandırılıyordu. Osmanlı yönetiminde “Sultan” en merkezdeki kişiydi. Yetki ve sorumluluk merkezden dış halkaya doğru gücü azalarak gidiyordu. Cezalar da sorumluluk nispetinde farklılık gösteriyordu. Yönetim Kurumu’nu; sultan ve ailesi, saray erkânı, hükümetteki yönetici kadroları, süvariler ve Yeniçerilerden oluşan sürekli ordu, sarayda

hükümet işlerine hizmet etmek için yetiştirilen İç oğlanları ve memurlardan oluşmaktaydı. Osmanlı Devleti’ni ve İslam’ı korumak, İslam’ı yaymak, devleti idare etmek, devlet idaresi için gelir kaynakları yaratmak, askeri diplomatik çalışmalar yapmak bu kurumun görevleri arasındaydı. Yönetim Kurumu’nun en karakteristik özelliği birkaç ayrıcalık dışında tüm kadronun Hristiyan devşirmelerden oluşması ve ne kadar güçlü olursa olsun hayatının sonuna kadar sultanın kulu olarak kalmasıydı. SULTAN (PADİŞAH) Başarılı yönetimlerin Tanrıya kadar uzanan bir hiyerarşisi vardır. Osmanlı yönetiminin Tanrı ile bağlantısı, Tanrının koymuş olduğu şeriat yasalarıydı. Şeriat, Osmanlı ulusunun benimsediği İslam hukukunun tümünü içeren oluşumdu. Sultan Tanrının yasalarının uygulayıcısı olunca, halkının gözünde Tanrının görevlendirdiği hükümdar, Tanrının gölgesi ve yeryüzündeki eli oluyordu. Hiyerarşinin basamakları sırasıyla, içteki halkada; sultanın merkezi olduğu hükümet, orta halkada; saray sipahileri, Enderun (yönetici okulu), saray erkânı, mülki amirler, memurlar, yerel yöneticiler, dış halkada; ye-


ARAŞTIRMA

niçeriler, acemi oğlanları, en dışta; feodal askerler yer alırdı. İç halkadan, dış halkaya kadar bu yönetim kurumunun içinde yer alan herkes sultanın kulu konumundaydı. Sistemin bütün yönlerinin başı ve merkezi sultandı. Sisteme bütünlüğü, gücü, dinamizmi veren oydu. Sultanın bu kurumun üyelerine ve işleyiş mekanizmasına karşı egemenliği vardı. Sistemin her üyesinin canı, malı ve serveti sultanın elindeydi. Yönetim Kurumu’nun memurlarının hepsi dolaylı ya da dolaysız olarak sultan tarafından atanırdı. DİVANI HUMAYUN (YÖNETİM KONSEYİ- HÜKÜMET) Osmanlı İmparatorlu ğu’nun ilk idari örgütü Orhan Gazi tarafından tesis edilmiştir. Orhan Gazi hızla gelişen ve büyüyen beyliğinin organizasyonu için harekete geçmiş ve 1328 senesinde örgütlenme faaliyetlerine başla-

mıştır. Orhan Bey’in, imparatorluğun ilk yıllarında kurmuş olduğu divan, basit bir kurum görünümündeydi. Henüz “Bey” ünvanı taşıyan Orhan divana bizzat başkanlık ediyordu. Orhan vezarete Alâeddin Paşa’yı atadı. Divan bu devirde bir vezir, Bursa kadısı ve Orhan Bey’den müteşekkil üç kişiden oluşuyordu. Orhan’ın (2. Sultan) zamanında sayısı bir olan vezir Fatih Sultan Mehmet zamanında dörde yükselmiştir. Şüphesiz gelişmekte olan bir devlette, karşılaşılan problemler nispetinde sorunlar ve sorumluluklar artmaktaydı. Divan karma bir yapıdan oluşmaktaydı. Divan konseyinde askerler, vezirler ve ilim adamları (İslami kurum) yer almaktaydı. Fatih devrine kadar padişahların bizzat başkanlık ettiği Divan’a, daha sonraları padişah adına ve-

ziriazamlar (sadrazam) başkanlık etmiştir. Padişah nerede bulunursa Divan orada toplanırdı. Fatih zamanında Divan her gün toplanmaktaydı. Toplantılar 16. yüzyıldan sonra haftada dört güne inmiştir. Divan toplantıları 18. yüzyıl başlarında önce haftada ikiye sonra bire inmiştir. Daha sonraki devirlerde Divan toplantıları büsbütün terk edilerek işler sadrazam divanına bırakılıp, padişahların iradesi alınmak için, hükümdara özetler gönderilmek suretiyle, Paşa kapısında görülür olmuş ve Divan akdi üç ayda bir kapıkulu ocaklarına maaş verme ve yabancı elçi kabulü şekline dönüşmüştür. Divanı Hümayun 18. yüzyılda önemini kaybetmesine rağmen imparatorluğun sonuna kadar muhafaza edilmiştir. Yazının devamı bir daha ki sayımız da... David İSRAEL 15


ARAŞTIRMA

16


ARAŞTIRMA

EPİKÜR Epikür milattan Önce 341 yılında Sisam adasında doğmuştur. İsmi çok anılan, felsefesi bir iki kelime ile anlatılınca tam olarak anlaşılamayan antik zaman filozofudur Epikür. Felsefeye on iki yaşında başlamış ve otuz iki yaşında okulunun başına geçmiştir. Yetmiş iki yaşında Atina’da ölmüştür. Birçok eser bırakmıştır, günümüze bunlar arasından ulaşan üç yüzün üzerinde tomar vardır. Epikür felsefeyi temel olarak üçe ayırır. Bunlar mantık, fizik ve ahlaktır. Mantık felsefe çalışmasına giriş yöntemlerini içerir ve bu konudaki çalışmaları Kamon başlıklı tek bir eserde toplanmıştır .

Fizik doğa ile ilgili tüm kuramları kapsar, otuz yedi kitaplık Doğa Üzerine adlı eserde de bu alandaki çalışmaları toplanmıştır. Ahlak da seçilecek ve kaçılacak şeylerle ilişkilendirilir; Yaşamlar üzerine, Mektuplar ve Erek üzerine adlı eserlerinin konusunu oluşturur. Epikür’e göre bireyin temel amacı mutluluktur ve insan mutlu olabilmek için tamamen özgürdür. Epikür’e göre insan kendi kaderini kendi belirler, felsefenin görevi ise bunu insana kanıtlamaktır. Epikür’ün doğru yaşam anlayışı, mutluluğu aramak ve ona ulaşmakla bağlantılıdır. Epikür denince ilk söylenen şeylerden biri hazcı bir filozof olmasıdır. Hazzı

mutlu yaşamın ilkesi ve ereği olarak tanımlar. Felsefesinin temelinde Hazcılık vardır. Epikür’e göre haz, yaratılıştan gelen ilk iyidir. Her haz öz yapısından dolayı iyidir. Ama hepsi her zaman seçilmelidir diye bir durum yok. Tıpkı her acı kötüdür diye hepsinden kaçmamız gerekmeyeceği gibi. Ama Epikür’ün Hazcılık fikri çalışıldıkça kafalardaki plakalara uymadığı görülecektir. Epikür’ün hazcılığı münzevi bir hayattır ve kendisi de bu hayata uygun yaşamıştır. Epikür’e çalışmaya başladığım anda bu fikir ile yüzleştim ve onun ile ilgili edindiğim tüm kalıplar yerle bir oldu. Hazcı bir filozof ama münzevi bir hayat. Mütevazi bir yaşam. Nasıl bu iki kav17


ARAŞTIRMA

18


ARAŞTIRMA

«« ram bir araya gelebiliyordu? Genç kızların ayakları ile ezilen üzümlerden yapılan şaraplar ya da tıka basa doyulan sofralar yok muydu bu hazzın içinde?

çıkmış insanların hazlarını ve cinsel hazlarını söylemiyoruz. Tersine bedence acı çekmemeyi ve ruhça sarsıntı içinde olmamayı anlıyoruz.

Epikür’ün hazcılığının temel kuralını anlayınca bazı kavramlar yerine oturuyor.

İçki ve şölen sofraları, kadınlar, erkeklerin verdiği hazlar; yaşamı zevkli kılmaz. Yaşamı zevkli kılan seçilmesi ve kaçınılması gereken her şeyin nedenini araştıran, insan ruhunu büyük bir kargaşaya sokacak yanlış sanıları kaldırıp atan ölçülü bir muhakemedir.

Epikür’e göre eğer ki haz acı getirecek ise talep edilmez. Örnek vermek gerekir ise tıka basa yedikten sonra miden ağrıyacaksa, soda içmek zorunda kalacaksan ve yahut mide bölgen yağlanıp sen buna üzüleceksen tıka basa yeme hazzından uzak duracaksın. Epikür kendi hazcı anlayışını şöyle açıklar: Hazzın erek olduğunu söylerken, bununla öğretimizi bilmeyen, bizimle aynı görüşte olmayan ya da yanlış anlayan bazı kimselerin düşündüğü gibi, yoldan

Epikür’ün hazcılığı acıdan kaçınmak, uzak durmak anlamına gelir. Epikür çoğu gününü bir kuru ekmekle geçirmiştir. Onun için en büyük haz, ruh dinginliğidir. Ruhun dinginliğine de bedensel zevkler peşinde koşmakla değil ancak bilgelikle varılabilecektir. Kısaca özetlemek gere-

kirse hayattan haz duymalı, fakat düşünüp hesap ederek. Bir başka ifadeyle; iyi bir hayat, refah seviyesinin yüksek olduğu kadar acının ve ıstırabın olmadığı bir yaşamdır. Yaşamımız boyunca, en fazla rahatı ve mutluluğu elde etmek ve en az acı ve ıstıraba katlanmak için hesap yapmalıyız. Epikür’ün tavsiye ettiği yaşam böyle bir yaşamdır. Epikür’ü daha derin araştırmak isteyenler için bu yazının da kaynağı olan Diogenes Laertios’un yazmış olduğu “Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri” adlı eseri tavsiye ederim. Epikür mektuplarına “Selam” yerine “Doğru yaşa “ sözcüğüyle başlardı. Ben de bu yazıya “Doğru Yaşa” diyerek son veriyorum. Erkan SİHİR

19


ARAŞTIRMA

Dil Denen Mucize Dil Nedir? “Dil, insanlığın kendisidir ve zihin hayatımız onunla vardır.” Ahmet Hamdi Tanpınar “Dil; insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir araç, kendine özgü kanunları olan ve bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, teme20

li bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş toplumsal bir yapıdır.” Muharrem Ergin “Dil, (aynı dili konuşan ve yazan) insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir araç, kendine özgü kanunları olan

ve bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş toplumsal bir yapıdır.” Muharrem Ergin Dil birçok araştırmacı tarafından mucize ola-


ARAŞTIRMA lığıyla ifade eder. Her doğum dilin yeniden icat edilmesidir. Her birey doğumla birlikte dili baştan keşfeder. Doğduğu ortamda hangi dil konuşuluyorsa onu öğrenir. Çocuk dil, diş, nefes, ses, dudaklarını nasıl kullanacağını dilin yapısına göre öğrenir. Zamanla hepsi evrimleşir. Ancak bir de neyi nasıl ifade edeceği kısmı vardır ki bu noktada çocuk ebeveynlerini ve büyüklerini model alır.

rak tanımlanır, bazılarına göre ise evrimin doğal bir sürecidir. Zihinsel bir olgudur. Aynı dili konuşan ve yazan insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir araçtır. Kendine özgü kanunlar çerçevesinde gelişir. Kişilerin ve toplumların üstündedir. Homo sapiens - Homo loquens (Akıllı insan - Konuşan insan) Konuşmayan insan ölür. Aklı ile diğer tüm canlılardan ayrılan insan, duygu ve düşüncelerini dil aracı-

Dil hem dert hem de dermandır. Derdi anlatma ve dermanı öğrenme aracıdır. Dil insanı özgür kılar. İnsan konuşma yetisi olan bir primattır. Sonsuz maymun teoremine göre bir maymun daktilonun başına oturup yeterli zaman geçirirse Shakespeare gibi yazabilir. Dil ile iletişimin evrimi paralel ilerler. Değişim dilde canlılık belirtisidir. Dil düşünceyi biçimlendirir. Biz konuştuğumuz dilin yapısına göre düşünürüz. Dil, en güçlü silahtır. “Şiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar. Ölümleri olur zaferleri,

Öpüşürken yok olan ateşle barut gibi…” William Shakespeare İnsanın değeri Tanrısallığıyla ölçülür. Başlangıçta söz vardı. Söz Tanrıyla birlikteydi ve söz Tanrıydı. Yaratım dil ile başladı. “Ol dedi oluverdi.” Ali İmran Suresi 59. Ayet Bir dilin ölümü bir milletin ölümüdür. Şu an dünya üzerinde 6000 tane dil vardır. Sadece 65 tanesi güvenli bölgededir. Harry Potter 65 dile çevrilmiştir. Yüz yıl içinde yüzde ellisi yok olacak diyen araştırmacılar da bulunmaktadır. KAYNAKÇA Dilin En Güzel Tarihi, Ghislaine Dehaene, Pascal Picq, Cécile Lestienne, Laurent Sagart Dil Denen Mucize , Prof. Dr. Walter Porzig Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, Doğan Aksan Türk Dil Bilgisi, Muharrem Ergin Dil, Tarih ve İnsan, Prof. Dr. Günay Karaağaç Dillerin Katili, David Crystal Hayvanlardan Tanrılara Sapiens, Yuval Noah Harari Genel Dilbilim Dersleri, Ferdinand De Saussure Gizem RÜZGAR SİHİR

21


DENEME

22


DENEME

Devlet Tiyatrosu İzmir sahnelerinde büyüleyen çocuk müzikali Kuzu Maydanoz’un Maceraları büyülüyor. Çocuklar ve anne babaları oyunu ayakta alkışlıyor. Nil Ünlü Aycıl tarafından yazılan “Kuzu Maydanoz’un Maceraları” adlı oyunun yönetmenliğini Devlet Tiyatrosu usta oyuncu ve yönetmenlerinden Levent Ulukut yaptı. İki ay süren provalar sonrasında 10 Aralık 2017’de Konak Sahnesi’nde prömiyer yapan oyunun tüm temsillerinde salon, çocuklar ve anne babaları ile doldu. Tekrar izlemek istediklerini söyleyen minikler ve büyükler gelecek temsilleri heyecanla bekliyor. Peki bu oyunda neler var! Geleceğimiz çocuklarımız için altın değerinde mesajlar var. Doğamızı korumalıyız. Dürüst ol-

malıyız. Teknolojik araçları doğru kullanmalıyız. Dengeli beslenmeliyiz. Dişlerimizi fırçalamalıyız. Aşı olmalıyız. Evimizin adresini bilmeliyiz. Arkadaşlarımıza ve büyüklerimize saygılı davranmalıyız. Zor zamanlarda birbirimize destek olmalıyız. Ailemizin ve arkadaşlarımızın değerini bilmeliyiz. Tüm bu mesajlar muhteşem müzikler, şarkılar, danslar, ses, ışık ve görsel efektler eşliğinde veriliyor. Kuzu Maydanoz’un Maceraları’nı izlerken salondakiler animasyon tadında büyülü bir dünya görüyor. Oyuncular, kostüm, dekor, koreografi ve teknik ekip ve yönetmen adeta her anı öyle ince çalışmış ki izleyenler bü-

yüleniyor. Sanat sevgisini perçinlemek ve tiyatroda oyun izleme alışkanlığının küçük yaşlarda edinilmesinden yana olan Ulukut: “Çocuklar doğal olarak çok bilinçli. Oyunda gördükleri haksızlığa tepki veriyorlar. Değerli olanı alkışlıyorlar. Onlardan ve ailelerinden gelen geri bildirimler sayesinde biz de ekip olarak doğru bir iş yapmanın sevincini yaşıyoruz. Çünkü bizler doğru, güzeli getirir felsefesiyle çalışıyoruz.” diyor. Ekim başında perdeler yeni sezon için açılıyor. Bu sezon bu oyunu izlemenizi öneriyoruz. Sevgi ULUKUT 23


ARAŞTIRMA

24

S P A R T A L I L A R


ARAŞTIRMA

Spartalılar, çoğumuzun 300 Spartalı filminden tanıdığımız, Antik Yunanistan’da yaşamış olan savaşçı bir topluluktur.

karışmasın.

Yunan medeniyetini Atina ve Sparta olarak ikiye ayırmak mümkün.

Sparta, Mora Yarımadasındadır. Spartalılar, M.Ö. 110-1050 yıllarında Yunanistan’ın güneyindeki Lakonia’ya yerleşiyorlar. Ticarete elverişli limanları yok. Ticareti Atina’dan yürütüyorlar.

Atina’da demokrasi var, Sparta’da cumhuriyet.

Spartalılar üç temel sınıftan oluşuyor.

Atina ticarete elverişli limanları olan zengin ticaret yeri. Sparta ise ticarete elverişli limanı yok, toprak var tarım yapılıyor.

Spartalılar-Sadece asker

Atina özgürlükler ülkesi, Sparta’da ise özdisiplin hakim. Biz Spartalı olmak istemeyiz, Atinalı olmak isteriz. Atina’da özgürlük fikri serbestlik fikri ile karışmış durumda. Kendimi ifade edeyim ve kimse bana

Perlioki-Tüccar ve zanaatkar Helotlar-Toprak kölesi. Devletin kölesi. Ürettiklerinin %60’ını Spartalılara veriyorlar. Helotlar sayı olarak çok fazla, bu yüzden potansiyel tehlike. Sparta, sanat ve felsefe merkezi olan Atina gibi, diğer şehir devletlerinden farklı olarak savaşçı

bir toplumdu. Erkeklerin tek mesleği askerlikti. Spartalı bir çocuk doğumundan itibaren sert bir eğitimden geçiriliyor. Ağlamalarına, karanlık ya da yalnızlık korkusu duymalarına asla göz yumulmuyor, tersine görmezden geliniyordu. Her ağladığında emzireyim fikri yok. Yeni doğan bir çocuk engelli ise doğaya bırakılıyor, ölüme terkediliyor. Helotlar kurtarsa bile, çocuk Spartalı olamıyor. Çocuklar yedi yaşından sonra Agoge denilen okullara gidiyor. Bu çocuklar 7-13 yaş arasında biraz esnek yetiştiriliyor. On üç yaşından sonra bıçkın bir delikanlı gibi yetiştiriliyor. Kavga ve döğüş öğretiliyor. Bu çocuklar gerekirse Helotlar’dan yemek çalıyorlar. Bir Spartalı hırsızlıktan değil de, hırsızlık yaparken yakalanmaktan yargılanıyor. Net, acıma25


ARAŞTIRMA

sız ve affedici olmayan bir eğitim. Böyle bir çete hayatında çocuk ayakta kalmayı öğreniyor. Çocuklar on üç yaşından sonra Agoge’nin asıl merkezine gidiyor. Yirmi yaşına gelen Spartalı genç, bir denemeden geçer ve başarılı olursa yurttaş olur. Bunun için Helot öldürmesi gerekebilir. Bu denemeden sonra halk meclisine girme, yasaları oylama ve evlenme hakkı elde ediyor. Spartalılar yirmi yaşından altmış yaşına kadar savaş ve seferberliğe hazırlar. Altmış yaşından sonra yaşlılar meclisine giriyorlar. Yasa teklifinde bulunabiliyorlar. Spartalılar 20-30 yaş arası evlenebilir ama kendi evinde oturamaz, Agoge’de yaşar. Bu yaşlarda evli olanlar eşleriyle kaçak olarak görüşüyorlar. Görüşmeleri değil ama yakalanmaları suç sayılıyor. 26

Spartalılar, Lycorgos yasalarına göre ortak masalarda aynı yemek yiyor. Az ve basit yemekler veriliyor. Spartalı olmak çok zor. Spartalı bütüne hizmet eder. Kilo almaya hakkı yoktur. Eğer çakı gibi delikanlı değilsen Sparta’dan çıkarsın. Sparta fikri temelde özdisiplin ile başlar. Haz ve zevklerden uzaktır. Spartalılardaki özdisiplin özgüveni de beraberinde getiriyor. Spartalı olmak aynı zamanda ödev bilincidir. Lycorgos, Sparta fikrini ortaya koyuyor. Kendisi kral değil. Girit ve Asya’yı gezerek kendi toplumuna ne katabileceğini düşünüyor. Lycorgos yasaları buradan çıkıyor. Sparta’da her zaman iki tane kral var. Eperos adında 5 kişilik meclisleri var. Krallar serbest değil,

bu meclis tarafından denetleniyor. Eperos üyeleri yaşlılar meclisinden bir yıllığına seçiliyor. Savaşa giderken bu kişilerden iki kişi krala eşlik ediyor. Kiminle ne zaman savaşılacak Eperos karar veriyor. Eperos üyelerinin onaylamadığı hiçbir şey yapılamıyor. Eperos, Termofil savaşına dini törenler var diye izin vermiyor, törenlerin bitmesi bekleniyor. Krallar iyi komutan olmak ve savaşa en önde girmek zorundalar. Spartalılar beş klandan oluşuyor. İki klanı kraliyet ailesi oluşturuyor. Sparta’lı kadınlar orduda görev almasalar da evde belirli eğitimden geçerlerdi. Kız çocukları erkeklere göre daha hafif eğitiliyor. Kadın evde yemek yapmak zorunda değil. Spartalı kadın cesur, özgür, sportif. Spartalı kadın evlenmek ve çocuk doğurmak zorundaydı. Çünkü savaşçı vatandaşa ihtiyaç vardı. Savaşa erkekler öncelikli gider ama gerekirse kadın da gider. Çocuk doğururken ölen kadın şehit sayılıyor. Cinsiyet ayrımı yok. Kadın üstü çıplak olimpiyat yarışlarına katılıyor. Perlioki ticaret yapar ve vergi verir, ihtiyaç olunca orduya asker verebilir. Helotlar, Spartalılar tarafından fethedilen ve köle haline getirilen Laconia ve Messeina kökenli Yu-


ARAŞTIRMA nanlılardı. Helotlar Spartalıların geçim kaynağı ve ana düşmanı. Spartalıların hayatlarını sürdürmek için gerekli tüm günlük işler bunlar tarafından yapılırdı. Sparta toplumu paracı olmasın diye para birimi demir çubuk yapılıyor. Herhangi bir eşya için bir kağnı çubuk vermek gerekiyor. Bu şekilde mal mülk edinmenin önemsizliği kavranıyor. Spartalı konuşmaz iş yapar. Bu yüzden entellektüel felsefe gelişmiyor. Spartalı ödev bilinciyle yaşıyor. Spartalı yasa ne derse onu yapar. Erkek evlenmem, kadın doğurmam diyemez. Toplum sürekli birbirini gözetiyor. Her şey denetleniyor, her şey izleniyor. Spartada herkes eşit, sadece cesurlar ödüllendiriliyor. Spartalılar öldüğünde gömülür, savaşta ölür ise mezar taşı konur. Bir Spartalı, Spartalı olmaktan vazgeçip tüccar olabilir. Spartalı olmak bir seçim. Spartalılar zamanla nüfus olarak çok büyürler ve nüfus artınca fetih yapmaya başlarlar. Messina’yı almaya çalışıyorlar. Bereketli toprakları ve ticareti var. Messina için üç defa büyük savaş yapıyorlar. Birinci Messina savaşı 15 yıl sürüyor. İkinci Messina savaşı, Spartalılar ve Helotlar

arasında oluyor. Helotlar için kötü sonuçlanıyor. Aristomenes adındaki Helot Sparta’da kıtlık olmasına sebep oluyor. Tarlaları yakıyor. Helotlar artınca savaş yapıp öldürüyorlar. Helot öldürmek suç değil. Üçüncü Messina savaşınSpartada deprem oluyor ve Helotlar ile tekrar savaş başlıyor. Messeine savaşında kazandıkları toprakları 9000 asker arasında bölüştürüyorlar. Hepsinin aynı zenginlikte olmasını sağlamak ve askerlerdeki rehaveti engellemek için.

Tanrıları Zeus ve Nike. Zeus ana tanrıları, Nike dişi tanrıça. Sparta bir ideal. Temelinde özdisiplin, kendini yönetmek, bütüne hizmet etmek, elinden gelenin en iyisini yapmak var. Kaynak: Akbey Kır, 24.04.2018 Aktif Felsefe Bornova Şubesi Spartalılar konferansı. Plutarkhos - Lykurgos’un Hayatı Halime YAZICI

Atina ve Sparta arasında şehir devletleri savaşı başlar. Atina Sparta arasında yaşanan Peleponnes savaşı otuz yıl kadar sürer. Spartalıların galibiyetiyle sonuçlanır. Platon bu savaşta komutan olarak görev alır ve çok etkilenir. Platon buradan aldığı fikir ile koruyucular sistemini oluşturur. Atina Peleponnes savaşı ile fethediliyor. Atina zengin bir ticaret şehri. Fakat rahat Spartalılara yaramıyor, Spartalı fikri zedeleniyor. Rahat eden insan iyi asker olamaz. Rehavet Spartayı çöküşe doğru götürüyor. Perslere karşı yapılan Termofili savaşında 300 spartalı 1 milyon kişiye karşı savaşıyor ve savaş kaybediliyor. 27


RÖPORTAJ

Gökyüzünü Renklendiren Uçurtma Ustası

Bornova Aşık Veysel Rekreasyon alanında dikkatle gezenler fark edecektir ki bazı uçurtmalar diğerlerinden çok yukarıda ve çok daha kararlı. Bu uçurtmaları yapan Suat Amca ile yapmış olduğumuz röportaj aşağıdadır. -İsminiz? -Suat Karataş -Kısaca kendinizi ta28

nıtır mısınız? -Tedaş’tan teknik ressam olarak emekli oldum. 63 yaşındayım. -Günleriniz nasıl geçiyor? - Haftanın altı günü öğleden sonra iki civarlarında Aşık Veysel Rekreasyon alanına geliyorum. Daha önce hazırladığım malzemeler ile o günkü rüzgara uygun uçurtmalar ya-

pıp, çocuklara satıyorum. Bakkalda fabrikasyon ve oldukça kalitesiz kötü uçurtmalar 9 TL, ben 10 TL’ye veriyorum. Amacım kâr etmek değil. Malzeme parası çıksın yeter, çocuklarla vakit geçirmek daha çok mutlu ediyor beni. Çocuklar güzel uçurtmalar uçursun istiyorum. Benim gibi emekli biri için güzel bir hobi olduğunu düşünüyorum. Burada


RÖPORTAJ çocukların arasında yaşımı unutuyor ve kendimi oldukça genç hissediyorum. -Kaç senedir bu hobi ile ilgileniyorsunuz? Beş sene oldu. -Sizin yaptığınız uçurtmaların diğer fabrikasyon uçurtmalardan farkı nedir? Ben uçurtmaları belli hesaplamalardan sonra yaparım. Havada dengelidirler. Hava şartlarına uygun olarak matematik hesaplamalardan sonra yaparım. Doğal olarak uçurması kolay olur. Kaliteli malzeme kullanarak her birisi için tek tek uğraşırım. Böyle olunca da Her biri birbirinden farklı ve hepsi kendine has uçurtmalar çıkıyor ortaya. -Hangi malzemeleri kullanıyorsunuz? Jelatin, bant, çıta, ip, poşet ve şu an aklıma gelmeyenler. -Uçurtma yapmaya nasıl başladınız? Otuz kırk sene önce oğluma yaparak başladım. Geçtiğimiz on beş senedir yüzlerce uçurtma yaparak kendimi geliştirdim ve amacıma ulaştım. Son beş senedir de Aşık Veysel’de uçurtma yapıyorum. -Uçurtmalarınız kaç metreye kadar yükselebiliyor? Yaptığım denemelerde 600-700 metreye çıktık-

ları oluyor ama çocuklara sadece 200 metre ip veriyorum. -Son beş yılda çocukların uçurtmaya ilgileri nasıl? Artıyor mu azalıyor mu? Çocukların ilgisi her geçen gün artıyor. Uçurtmayı unutan yetişkinler, hiç uçurtma ile tanışmamış çocuklar gördükleri zaman çok seviniyorlar ve uçurmak istiyorlar. Ama bu ilgi benim için hiçbir zaman yeterli olmuyor sanırım. -Ne tür uçurtmalar yapıyorsunuz? Her tür uçurtma yapabiliyorum. Altıgen, yıldız, sekizgen… -Sizin dışınızda hobi olarak uçurtma yapan kişiler var mı? Kemal Amca’mız vardı. 80 yaşında. Kendisi ile üç sene önce tanıştım, onun sayesinde baya uçurtma kültürüm gelişti. Son bir senedir gelmiyor uçurtma yapmaya. Sağlık sorunları ile uğraştığını düşünüyorum. İşte böyle yüzünü göklere dönmüş birinin yıllar süren uçurtma hikayesi. Çocukluk düşlerimizin rengarenk uçurtmaları ile yeniden buluşmak isteyenleri Aşık Veysel’de bekliyor. Parkta onu bulmak için göğe bakmanız ve en yukarıdaki uçurtmayı takip etmeniz yeterli. Röportaj: Erkan SİHİR 29


YAZAR

FERİDUN ORAL Merhabalar; Bu sayımızda size ressam, çocuk kitabı yazarı ve çizeri Feridun Oral’dan bahsetmek istiyorum.1961 Kırıkkale doğumlu yazarımız 1985 yılında Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi’nden mezun oldu. Bol ödüllü ve yazdığı birbirinden güzel 30

çocuk kitaplarıyla tanıdığımız yazarın resim ve illustrasyonları 1986 yılından bu yana yurtiçi ve yurtdışında sergilenmektedir. “Böğürtlen Cini ve Sarı Gaga” adlı çocukların çok beğendiği kitabı 1992 yı-

lında Japonya’da UNESCO Nomo Concours tarafından düzenlenen binealde “Runner Up” ödülünü alarak Nagasaki’de bir okulda ders kitabı olarak okutuldu. 2001 yılında ise Avrupalı İllüstratörler binealinde ‘Düş Kedileri’ adlı çalışması Onur


YAZAR çocuk kitabı oldu. Yine 2012 yılında küçük bir ejderhanın kendi kararıyla evinden ayrılıp dünyayı keşfetmesi ve yeni arkadaşlar edinmesini anlatan “Pirinç Lapası ve Küçük Ejderha” adlı kitabı İBBY Türkiye tarafından yine Yılın En İyi Resimli Çocuk Kitabı seçildi. Aynı yıl benim ve çocuklarımın favorisi olan, yavru bir baykuşun büyürken karşılaştığı zorlukları aşarken küçük bir fare ile kurduğu güzel dostluğu anlatan “Kırmızı Kanatlı Baykuş” kitabı Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği tarafından Yılın En İyi Resimli Öykü kitabı seçildi.

Ödülü’ne layık görüldü. “2008 yılında Kırmızı Elma” isimli ormandaki dostluk ve dayanışmayı anlatan ve birbirinden güzel çizimlerle süslü kitabı İBBY Türkiye tarafından Yılın En İyi Resimli Çocuk Kitabı seçilerek birçok yabancı dile çevrildi ve ingilizce basımını yapan Winged Chariot yayınevi tarafından internet ortamına aktarılan ilk Türk

Yazdığı kitaplar genelde YKY’ndan çıkmış ve hepsi birbirinden güzel resimleri ve masallarıyla ilk sayfadan itibaren çocukları içine alıyor. Bu anlamda hepsi çocukların hayal dünyasını geliştiren okuma sevgisi kazanmalarına büyük etkisi olacağına inandığım kitaplar. Çocukların ve büyüklerin en kısa zamanda bu çok yönlü yazarımızı tanıması ve kitaplarını okuması dileğiyle. Yazdığı ve resimlediği, bazıları ise resimleriyle katkıda bulunduğu kitapları ise şöyle; •Ay Ne Zaman Gelecek? •Babaannem Kime Ben- ziyor •Bahar Masalları •Baloncu Dede ve Üç Küçük Yaramaz

•Bay Tavşan'ın Bir Fikri Var •Benekli Faremi Gördü- nüz mü? •Bir Lokmalık Masallar •Böğürtlen Cini ve Sarı Gaga •Bu Kış Kimse Üşümeyecek •Cengel Kitabı "Ormanın Öyküsü" •Cengel Kitabı “Ormanın Öyküsü” (küçük boy) •Fark Etmemişim Bilmi yordum - Şile Kitabı •Farklı Ama Aynı •Fati Teyze’nin Yıldızı •Guguklu Saatin Küçük Kuşu •Güz Masalları •Her Güne Bir Masal •Kayıp Şeyler Ülkesinde •Kırmızı Elma •Kırmızı Kanatlı Baykuş •Kış Masalları •Kirpi ile Kestane •Küçük Ayı ile Ahlat Ağa cı •Küçük Ayının Uzun Yol culuğu •Küçük Fare Bidi •Küçük Hasır Şapka •Maymun Kral •Meyveleri Kim Yemiş? •Mırnâme-Büyüklere Kedi Şiirleri •Pirinç Lapası ve Küçük Ejderha •Yağmurlu Bir Gün •Yavru Ahtapot Olmak Çok Zor •Yaz Masalları Ayşe EVRİM GENÇ

31


KÄ°TAP

32


KİTAP

^ A’mak-ı Hayal Herkese merhabalar, Dergimizin bu sayısında yazar Filibeli Ahmed Hilmi ve en önemli kitabı olan, Amak-ı Hayal’ den kısaca bahsedelim istedik. Belki şimdiye kadar duymamış veya duyup da okumamış kişiler varsa faydalı olacağını düşündük: 1865 yılında Bulgaristan’ın Filibe şehrinde dünyaya gelen Filibeli Ahmed Hilmi (1865-1913), Galatasaray Lisesi’ni bitirmiş, Düyunu Umumiye’de memurluk yapmış, siyasi nedenlerle Beyrut, Mısır ve Libya’da kalmak zorunda kalmıştır. Çıkardığı gazeteler dönemin yöneticileri tarafından kapatılmıştır. Çeşitli gazetelerde yazılar yazan ve tasavvufla ilgilenen yazarın 40 kadar eseri vardır. Amak-ı Hayal ise, 23 “fantastik” hikâyeden oluşuyor. Ne var ki Ahmed Hilmi bey, tasavvufla tanıştıktan son-

ra kaleme aldığı bu hikâyeleri çok ciddiye alıyor ve şöyle diyor: “Okuyucularımıza sunduğumuz bu hikâyeler (bunların hikâye olup olmadığı iyi düşünülmelidir) eğer beğenilirse kendimizi bahtiyar sayacağız. Zira, bu kitaba rağbet edilmesi, insanların ciddi meselelerle ilgilendiğini göstermesi bakımından çok önemli.” Ahmed Hilmi Bey’in bütün bir kitapta vermeye çalıştığı ders şu metinde gizli: “Ey avare yolcu! Yürü! Durma, yürü! Bu geçici alemin zevkleri seni Allah’a kavuşmaktan alıkoymasın. Bu eşsiz manzaraların, bu güzelliklerin hepsi yalnızca bir rüya ve hayaldir. Ey zavallı ziyaretçi! Yürü! Durma, yürü! Yürü, kendi aslına kavuş. Kemalin dereceleri bunlardır. Geçici süs ve gösterişi terk edip, yürü ki Allah’a kavuşma kadehinden içesin. Yürü ki, yokluk meydanında Allah’ın kudretini ve sırrını göresin.” 33


KİTAP Şimdi biraz bahsedelim:

kitaptan

da ayna önemli bir yere sahiptir.

Amak-ı Hayal; ”Hayalin Derinliklerinde” anlamına gelmekte ve yazarın tasavvufi ilk romandır.

Allah ve alem=aynadır. [İnsan-ı Kamil]=aynadır. BU ALEMDE İNSANDAN DAHA MÜKEMMEL BİR AYNA YOKTUR.

Kitabın “Vahdet-i vücud” görüşünü yansıtan otobiyografik bir özelliği vardır. Hikayede iki ana karakter vardır. Raci aslında yazarın kendisidir. Ve hayali bir şahsiyet olmadığı söylenir. Aynı zamanda Manisa’ da Ayn-ı Ali dergahı diye geçen bir yerde yazıldığı rivayet edilir. Günümüzde halen Ayn-ı Ali mekanı gidilip görülebilecek, insanların o meşhur sultan çayını, leziz kahvesini yudumlarken, bazen tasavvufi bazense türk sanat müziğini dinlediği, ilgi çekici güzel bir mekandır. Fakat o dönem Ayn-ı Ali kayıtlara geçmemiştir. Eski dönemde bulunduğu yer mezarlıktı ve günümüzde mezarlığı park haline getirilirken sadece parkın içinde türbe kalmıştır. Aynalı dede karakteri, şapkasında ve paltosunda aynalar olan önemli bir yere sahiptir. Kitapta verdiği mesaj da en az karakter kadar özel ve derindir: “Benim varlığımda kendi öz benliğinizi seyredin!” Bu arada biraz ayna nesnesinden bahsedelim; Tasavvuf 34

edebiyatında

Mısırlılarda da ayna güneş sembolü olarak karşımıza çıkmıştır. Dinsel törenlerde kullanılmış. Ayrıca, Miken uygarlığında da (bir dönem Sipilos’ta yaşayanlar kişilere verilen ad) ayna aynı amaç için kullanılmış. “İNSANLAR MADDE ÖTESİNDE YAŞADIĞI OLAYLARI VE İNANÇLARI KENDİ VARLIKLARINDA HİSSEDER.” Raci karakteri:”İNSAN” anlamına gelmektedir. Aynalı Dede ise, bir ermiş, filozof, bilgin bir kişidir. Meczup bir görüntüsü vardır. Bektaşi şeyhi olduğu söylenir. Bu iki kişi arasında çok derin bir öğrenci-hoca ilişkisi vardır. Genç bir delikanlı olan Raci çok şiddetli bir savaşa, (iç savaş) imtihana kendi varlığında girmiştir. Aynalı Dede karakteri yer yer çok derin sözleriyle karşımıza çıkıyor kitapta; Şöyle diyor bir yerde: “Bu meydan adalet ve imtihan meydanı, nere-


KİTAP ye gidersen git, ben seni orada da bilgilendirmeye devam edeceğim.” Şimdi gelelim ayn ne demek: Arapça’ da Ayn: GÖZ ve KAYNAK demektir. AYN-I Aynı kaynakta ve gözde olan anlamı taşır. Felsefi açıdan baktığımızda da Yeni Yüksektepe’ nin de üzerinde durduğu konularla bağlantılı oladuğunu rahatça görebiliyoruz. Şöyle ki; •Amak-ı Hayal:> yer ve olaylar bakımından gerçek dünyadan ziyade, doğu-batı felsefesi, mitoloji, manevi alem ürünüdür. Adeta mayanın oyunları gibi hayal ve gerçek dünya birbirine girmiştir. •Amak-ı Hayal:> öğrenci ve hoca arasında geçen 9 günlük buluşmayı anlatır. Şimdi ana başlıklar halinde sunalım bunları: •1. GÜN: Buda, Nirvana ve Hiçlik konuları işlenir. Nefs ve hırslara uymama. •2. GÜN: Zerdüşt. Hürmüz ve Ehriman (bu ikisi zıtlıkları temsil eder. Nefsler ve mertebeleri devreye girer.) •3. GÜN: Hint Tanrısı Brahma, seyyahlık, nur kavramı, suyun varlığı ve hava elementi konuları işlenir.

•4. GÜN: İmtihan meyanından bahsedilir.

rüşürüz.”

•5. GÜN: (azamet =büyüklük, onur) Simurg kuşuna biner.

Bir söz: “İNSANIN YEGANE MARİFETİ BİR ŞEY BİLMEDİĞİNİ İTİRAF VE TASDİKİDİR.”

•6. GÜN: Kaf Dağı ve Anka: BU KERVAN NEREYE GİDER?” sorusuna cevap alamayınca, Kaf Dağı’nı aramaya çıkar.

İlahi Aşk’ tan bahsedilir: “Evvelce batınım zahir, Zahirim batın olmuştu. Ben şimdi tam manasıyla seviyorum.”

•7. GÜN: İkililikten bahsedilir. “Hep ikililik birlik için, Bak iki göz bir görüyor! Birlik ise dirlik için, Bak iki göz bir görüyor!”

SEMBOLOJİSİ: Zahir kısırdır, batın özdür, parlaktır. Mezarlık>zahiriyi temsil eder. Aynalının sözleri> batınidir. Aynalı’nın kendisi> marifet, güneşi temsil eder. Aynalara yansıyan aynı güneşin birliği gibi. Aynalar ayrıdır, fakat yansıttıkları ışık güneş aynıdır.

•8.GÜN: Tasavvuftaki 4 kapıdan, marifet kapısını anlatıyor. “Ölmek için önce olmak gerekir.” •9. GÜN: Saadetten bahsedilir. Saadet tanımları yapılır: Adem şöyle der: Şeytana uymamaktır. Eflatun şöyle der: Daima ulviyatı tefekkürdedir. Aristo şöyle der: tık! İşte saadet!

Man-

Zerdüşt şöyle der: Karanlıkta kalmamaktır. İsa mesih şöyle der: Maziyi unutmak, hali hoş görmektir. • Aynalı sözü= “Elveda! Gün gelir ki yine gö-

Neticede: Görülen duyulan aynıdır.

ve

SON SÖZLER: Efsanevi, mitolojik, tarihi, sosyolojik, doğu-batu düşünce dünyası, filozofları, dinler, temsilcileri, düşünce sistemleri, psikolojik durumu içerisinde vermiştir Amak-ı Hayal. İnsanın iç saadetini bulma arayışı, kendini tanıması, manevi derinleşme, Bunların hepsi vahdet-i vücutta birleşir; yani BİRLİK. Esen TÜRKER 35


GEZÄ°

PAMUKKALE

Hierapolis Antik Kenti

36


GEZİ

Gezimize UNESCO Dünya Miras Listesi’inde yer alan ve dünyada eşi benzeri olmayan 2500 yıllık Pamukkale Hierapolis Antik Kenti namıdiğer Holy City (Kutsal şehir) ile başladık. Bergama Krallarından II. Eumenes tarafından M.Ö. II. yüzyıl başlarında kurulduğu ve Bergama’nın efsanevi kurucusu Telephos’un karısı Amazonlar Kraliçesi Hiera’dan dolayı, Hierapolis adını aldığı bilinmektedir. Fay hattı üzerinde olması nedeniyle MS. 60’daki büyük depremde yerlebir olan antik kent daha sonra Hz. İsa’nın havarilerinden olan, Aziz Philip’in burada öldürülmesinden sonra Hristiyanlık için önemli bir merkez haline gelecektir. Rehberimizle tepedeki tiyatroya doğ-

ru yönlenirken gözümüz sıra sıra sütunların olduğu ana caddeye takılıyor. Frontinus caddesi denilen bu cadde 14 metre genişliğinde olup kentin ana caddesini oluşturur. Dönemin Şanzelize caddesi (Champs-Elysees) olan bu cadde sıra sıra alışveriş dükkanlarının olduğu popüler bir caddeymiş. Antik kente giriş kuzey Bizans kapısıyla, çıkış da güney Bizans kapısıyla yapılmaktadır. Deprem ve ardından gelen zaman kente büyük zarar vermiş. Rehberimizin Gymnasium dediği alanda birkaç yıkılmış sütun dizisi mevcut sadece. Kentin sularını çevredeki tepelerden sağlayan su kanalları yol üstünde dikkati çekmektedir. Tepeden gelen içme suyunu evlere kadar taşıyan bir sisteme sahipmiş

bu antik kent. Kurban törenlerinin yapıldığı ve kapısına yaklaşan her canlının öldüğü ünlü Ploutonium Kutsal Alanı (Cehennem Kapısı) ziyaretine gelmişti sıra. Bu bölgeyi Plouton ve eşi Persephone’nin hüküm sürdüğü cehennemin girişi olduğuna inanıyorlar ve bu Tanrılara mağaradan sızan karbon anhidrid gazıyla boğulan boğaları kurban ediyorlardı. Pagan inanışın hâkim olduğu kentte termal sular ve yaklaşanın içinden çıkan karbon anhidrid gazı kente “Kutsal” (Holey) adının verilmesini sağlamıştır. Burada kurban törenleri sırasında Tanrılar için adaklar ve burayı korumak için iki heykel bulunmuştur biri yeraltın 37


GEZİ Frontinus Caddesi

da yaşayan her şeyi sembolize eden yılan; diğeri 1.3 metre yüksekliğinde, yaşayanların kapıya yaklaşmamasından sorumlu Hades’in cehennem köpeği ve sadece kahraman Hereklos’un yenebildiği Kerberos.

Ploutonium Kutsal Alanı

Rehberimiz tiyatroya varmak üzereyiz dediğinde, 1800 yıllık tiyatroda Tİyatro

oynanan oyunlar kulağımıza gelir gibiydi, bu kadar büyüleyici bir devasallık, ululuk ve korunmuşluk beklemiyor insan. Gerçekleştirilen yenileme çalışmaları neticesinde; Antalya Perge Tiyatrosu’nun dışında hiç 38

özgün yere sahiptir. Yapımı M.S. I. yüzyılın ikinci yarısında başlanılmış ve yaklaşık 150 yıl sürmüştür. Bir yamaca kurulan tiyatronun 50 oturma sırası mevcuttur. Tiyatroda yer alan kabartmalı frizlerde Apollon ve Artemis’ in doğuşu ve dini ayin sahneleri; Dionysos, Satyr ve Menad’lardan oluşan eğlence sahneleri;

bir antik tiyatroda bulunmayan mitolojik kabartmaları, görkemli sahne binası, oturma basamakları ile Hierapolis Antik Tiyatrosu, şu anda Akdeniz Havzası içinde Roma Dönemi Anadolu Tiyatroları arasında en önemli ve

Marsyas ve Apollon arasında geçen müzik yarışması; Tanrılar ile devler arasındaki (Giganthomachi) savaşlar; yeraltı Tanrısı Hades’in Tanrıça Persephone’yi yeraltına kaçırması gibi mitolojik konular, Hierapolis Kenti için yapılan sportif yarış sahneleri; Arşitravın Kral Kapısı üstünde İmparator Septimus Severus’un taç giyme merasimi tasvir edilmiştir. Türkiye’de Sahne Binası restore edilen tek tiyatro ünvanına sahip olan Pamukkale Hierapolis Antik Tiyatrosu, yapılan bu yenileme çalışmaları sonrası 12.000 kişi kapasitesi ile kültürel ve sanatsal etkinlikler için


GEZİ faal duruma gelmiştir. Sıra gelmişti Pamukkale deyince akla ilk gelen travertenlere... Seneler önce geldiğimde o kar beyazlığı griye dönmüştü, tekrar gri bir görüntü mü karşılayacaktı bizi acaba? UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesindeki doğal sit olanı olan

Kleopatra Havuzu

Horoz Figürü

travertenlere beyaz pamuğumsu görüntüsünü veren termal su içindeki minerallerdir. Kalsiyum karbonat açısından zengin olan bu termal su yeraltından yüzeye çıktığında oksijenle temas edip içindeki karbondioksit ve karbon monoksit uçuyor. Kalsiyum karbonat da çöküyor geriye sıcacık beyaz kadife bir halıda yürüme hissi kalıyor. Yıllar önce travertenlerin etrafı otellerle çevriliyken şuan birkaç ufak kafe hariç oteller kalmamış. Travertenlerin beyaz kalması için birkaç kilometre aşağıya alınmış oteller. Ziyaretçiler için de düzenleme gelmiş. Paçaları sıvıyor ve sadece size ayrılan kısımdan ayak

kabısız yürüyebilirsiniz. Sıcak suda yürüme şansı birkaç terasta serbest bırakılmışken travertenlerin bembeyaz kalabilmesi için diğer yerlere giriş yasaktır. Bir de antik havuz diğer adıyla Kleopatra Havuzu var travertenlerin hemen üstünde. Buz gibi soğukta 35 derece sıcacık su keyfi eğlenceli görünüyor. Gezimizin sonuna doğru programda Leodikya Antik Kenti vardı. Helenistik Kent, M.Ö. 3. yüzyılın ortalarında Seleukos Kralı II. Antiokhos tarafından eşi Laodike adına kurulmuştur. Kent Hristiyanlığın ilk 7 kilisesinden birine sahiptir. Laodikeia, Hristiyanlık dünyası için

çok önemlidir. Çünkü kent M.S. 4. yüzyıldan itibaren Kutsal Hac Merkezi olma gibi dinsel bir özelliğe sahip olmuştur. Bu nedenle İncil’de adı geçen ve Laodikeia Kilisesi adına vahiy gönderilen bir kentte Laodikeia Kilisesi’nin ortaya çıkarılması, bu kutsallığı bir kat daha artırmaktadır. Leodikya’daki Denizli horozu figürü de bizi şaşırtmadı değil. :) Otelimizden çıktıktan sonra son olarak Kırmızı Su’ya uğradık. 5 km kuzeydeki travertenler pamuk gibiyken buradakilerin kırmızı olması da şaşırtıcı. İçerdiği mineraller bu rengi almasını sağlıyor (Su sodyum, bikarbonat, sülfat, kalsiyum, magnezyum, karbondioksit içeriyor.). 56 derece olarak yer altından çıkmaktadır. İyi gezmeler. Ercüment ÇAVDAR

39


40


SİNEMA

Vizyon Tarihi: Yönetmen: Oyuncular: Tür: Ülke:

9 Eylül 2016 (1s 36dk) Clint Eastwood Tom Hanks, Aaron Eckhart, Laura Linney... Biyografik, Dram ABD

Tom Hanks’in başrolde yer aldığı, Clint Eastwood yönetmenliğinde olan bu film son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden bir tanesi. Tom Hanks, “Pilot Sully” olarak karşımıza çıkmaktadır. Sully, bir uçuşu sırasında iki motorunun durması üzerine zorunlu iniş yapmak zorunda kalmaktadır. İniş yaparken aklında kritik bir ikilem vardır: Hava limanına inmesi halinde çevredeki bina ve insanlara zarar verme olasılığı yüksektir ya da ikinci ihtimal olarak Hudson Nehri’nin üzerine inecektir. Nehir üstüne inişler bugüne kadar sağ

kalımın olmadığı tehlikeli bir iniştir. Sully, Hudson Nehri’ne inmeye karar verir. Herkes sağ kurtulur. Sully kendini toplumun onu kahraman ilan ettiği bir ortamın içinde bulur. Kahraman olma hızı ile sigorta şirketlerinin kendisini suçlu ilan etmesi sırasında çok kısa bir süre geçer. Film defalarca olayı farklı açılardan görmemizi ve yaşamamızı sağlıyor. Pilotun, yardımcı pilotun, birçok yolcunun, halkın ve sigortacıların her birinin bakış açısını izliyoruz. Bakış açılarının her birinini odaklandığı ve merkez aldığı nokta ise “insan”

faktörüdür. Bu filmin en güzel tarafı, hayata yönlendirilen teknik ve düz bir bakış açısından öte insan faktörünü yargılarımızda hatırlamaya yapılan vurgudur. Filmde dikkat çeken noktalardan bir tanesi de arama kurtarma çalışmalarının, acil durum planlarının çok yönlülüğü ve uygulanabilirliği ile ilgili sayısız detayın olmasıdır. Sadece bu nedenle bile izlenmeye değer bir film olarak öneriyoruz. Semra ŞEN 41


ANÄ°MASYON

42


ANİMASYON

Tür : Animasyon Yönetmen : Lee Unkrich, Adrian Molina Oyuncular : Anthony Gonzalez, Gael Garcia Bernal, Benjamin Bratt Süre : 100 dk Yapım Yılı : 2017 Ödüller: 2018 Oscar en iyi animasyon ve en iyi özgün müzik Animasyon severlerin bildiği gibi 2 yapım şirketi; Pixar ve Disney Coco’da bir araya gelerek bana göre şahaneler yaratmıştır. Miguel adlı başkahramanımızın başından geçen bu animasyon film Meksika kültürünü anlatan ve bunu görsellerle müzikleri ile destekleyen bir yapım olmuş. Ailesinden büyük büyük dedesinin müzik için ailesini terk etmesi üzerine müziğe kapılarını kapatan bir ailede ayakkabı üreticisi olmak üzere yetiştirilen Miguel müziğin çağrısına kulak verip müziğin ardından gitmesiyle maceradan maceraya atılır. Gizlice çok sevdiği sanatçı olan Ernesto de la Cruz’un müzedeki gitarını almasıyla bir anda kendini Ölüler Şehri’nde bulur.

Ölüler Ülkesi, Meksika’daki Guanajuato kentinden esinlenip tasarlanmış. Çok fazla detay olan bu animasyonun ne kadar sürede yapıldığına baktığımda şaşkınlığımı gizleyemedim açıkçası, 6 yıl süren bir prodüksiyon süreci olan bu animasyon Pixar’ın en uzun süreli prodüksiyonu olmuş. Bu bilgileri de paylaştıktan sonra kahramanımız Miguel’e dönecek olursak, Ölüler Şehri’nden dönmek için Ölüleri canlandırma günü’nün bitmesine sadece 1 gün vardır ve bu sürede Miguel ölen ailesi ile tanışır. Ailesinden izin almadan geri dönemeyecektir ve tabi ailesi ona müziksiz bir hayat yaşarsa geri dönebileceğini

söyler. Miguel için savaş her iki tarafta da devam etmiştir yani anlayacağınız, kendisini anlatmak için yine müziğin gücünü kullanır her iki tarafta da ailesini müzikle birbirine bağlar. Hayatta sevdiğimiz şeylerin peşinden gitmemizi, bunun ancak bizi biz yapan şeyler olduğunu maceraların aslında bizi büyüttüğünü anlatan bir animasyon. Aklıma Ratatouille adlı bir animasyonu getirdi, bir farenin bir şefin ‘Herkes aşçı olabilir!’ sözünden etkilenerek aşçı olmak için yollara düşmesi gibi, bizi harekete geçiren şeylerin peşine düşmek dileğiyle. Burcu ÖZÇALIŞKAN 43


www.zehirsizev.com

44


Dünyamızı her geçen gün plastik atıklarla ve kullandığımız kimyasallarla kirletmeye devam ediyoruz. Bu kirliliğin bir sebebi de ev içinde hem kişisel bakımımız hem de ev temizliğinde bazen bilinçli ya da bilinçsiz kullandığımız kimyasallar ve onlardan kalan plastik

atıklar. Bu sayıda size bu konu da bilinçli tüketici olmamıza yardımcı olacak bir internet sitesini tanıtmak istiyoruz. www.zehirsizev.com Sitede temizlikten tutunda kişisel bakım için kul-

lanıcıların uyguladığı az ve çoğunlukla doğal malzemelerden yapılmaya çalışılan birçok tarif var ve bu tarifleri uygulayanlar görüşlerini yorumlarda rahat, açık bir şekilde paylaşmışlar.yine sitede etiket okurken karşılaştığımız ama ne işe yaradığını ve ne olduğunu bilmediğimiz bir çok kimyasal maddeyle ilgili bilgiler var. Gözatmakta fayda var. Doğayı korumak ve atıklarımızı bir nebze de olsa azaltmak için. Ayşe EVRİM GENÇ 45


MÜZİK

MÜZİKLE DÜN VE YARIN

SON FECİ BİSİKLET-Vesaire Malum, youtube sayesinde müzik çok yayılıyor. Bu şekilde dinlenme oranını artıran yeni bir grup var: Son Feci Bisiklet. Birçok Türkçe rock grubu (Manga, Sakin, TNK) gibi Ankara çıkışlı grubun şu ana kadar “Son feci EP” ve “Vesaire” adlı iki albümü var. Bu grup özgün, genç ve tatlı denilebilecek şarkılarıyla, uzun zamandır Türkçe şarkı dinlemeyen kişileri bile kendine çekiyor. Grup, festivallere gidiyor, şehir şehir dolaşıp

46

konserler veriyor. Konserlerinde hiç ara vermiyorlar. Grup üyeleri: Arda Kemirgent (vokal, gitar) Can Sürmen (davul) Ozan Özgül (bas gitar) Erkin Sağsen (gitar). Grubun ismi gibi şarkılarının isimleri ve sözleri de bir hayli özgün. Örneğin “viva la vadi” adlı şarkısından bir dörtlük: ‘Bir yolunda gitmedi Bu küçük gezegenin iş-

leri Sonsuz ömürleri var gibi kibirleri Petrol kokardı bakımlı elleri..’ 2015 yılında çıkan Vesaire albümündeki şarkıları: 1.Bu kız 2.Ütopya 3.Gece 4.İ.K.O 5.Pazar ve ertesi 6.Modern zamanlar 7.Viva la vadi 8.Elektrot 9.Nektarin Burcu ÖZÇALIŞKAN


MÜZİK

MÜZİKLE DÜN VE YARIN

SİA-This is acting

Yürürken, koşarken, okurken, yoldayken… Kısacası hayatın mümkün olan her anında müzikle hareket edenlerdenim. Her modumda dinlemeyi sevdiğim, beni dinamik ve canlı hissettiren bir ses Sia. Asıl adı Sia Kate Isabella Furler olan şarkıcı 1975 yılında Avustralya’da müzik ve sanatla iç içe olan bir ailede doğmuş. 1993 yılında müzik hayatına başlasa da isminin duyulması 10 yıl kadar

sürmüş. Bugüne kadar 8 albümü olan Sia birçok ünlü isimle düet yapmış, film müziklerinde yer almıştır. Şarkılarını dinleyip Sia ile ilgili haberlere ulaşacağınız www. siamusic.net adında bir internet sitesi var. Tüm şarkılarını sevsem de favorim en dinamik olan 2016 yılında çıkan This is Acting albümüdür. Albüm toplam 19 şarkıdan oluşuyor: 1.Bird set free

2.Alive 3.Move your body 4.Unstoppable 5.Cheap thrills 6.The Greatest 7.Reaper ... Sia’nın klipleri de bir hayli renkli ve müziğiyle ön planda olmak istediği için kliplerinde oynamaması gizemli olmasını da sağlıyor. Şimdiden iyi dinlemeler:) Burcu ÖZÇALIŞKAN

47


KÜLTÜR-SANAT

ekim-kasım-aralık

şehir kültür rehberi

KONSER Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu 29 MAYIS ÇARŞAMBA - 21:15

KONSER

Ümran Baradan Güzel Sanatlar Lisesi Yıl Sonu Konseri 14 Mayıs 2019 Salı 20:00 AASSM Büyük Salon Ayşe Deniz Gökçin Beethoven’dan Rock’a Piyano Resitali Hikmet Şimşek Sanat Merkezi Saatleri : 17 Mayıs 2019 / 22.00 Milli Mücadelenin 100. Yılı 19 Mayıs Atatürkü Anma Gençlik Ve Spor Bayramı Özel Konseri AASSM Büyük Salon “Fatih Erkoç” Akustik Konseri

48

Olten Filarmoni 22 Mayıs 2019 Çarşamba 20:30 AASSM Büyük Salon MİRKELAM SoldOut Performance Hall 24 Mayıs 2019 / 21.30 Pink Martini İzmir Fuarı - Kültürpark 17 Mayıs 2019 / 21.15 Black Coffee Sommer Klein 05 Haziran 2019 / 17.00 Rubato Bayram Özel Jolly Joker Alaçatı 09 - 16 Haziran 2019 / 21.00 Boğaziçi Caz Korosu Hikmet Şimşek Sanat Merkezi 25 Mayıs 2019 / 21.15


KÜLTÜR-SANAT

TİYATRO

FESTİVAL

“Van Gogh” Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu 27 MAYIS PAZARTESİ - 21:00 “İki Bekar” İzmir AKM Yunus Emre Salonu 29 MAYIS ÇARŞAMBA - 21:15 “Suit-Düğün Dündü Bugün Bugün” Konak AKM, Bostanlı 15 MAYIS, 16 MAYIS İKİMİZİN DÜNYASI 15-18 mayıs 20.00 İzmir Devlet Tiyatrosu Karşıyaka sahnesi BİR ANADOLU MASALI 19 Mayıs 11.00 BORNOVA KÜLTÜR VE SANAT MERKEZİ BOZKURT KURUÇ SAHNESİ İzmir

İzmir Gençlik Festivali 17 - 19 Mayıs 2019 3. Çadır Kampı ve Etkinlikler Gençlik Karnavalı İzmir Kum Denizi Plajı - İzmir Urla 27 HAZİRAN - 30 HAZİRAN “İzmir Rap Festivali” Bornova Aşık Veysel Amfi Tiyatro 25 MAYIS CUMARTESİ - 13:00

49


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.