GÜÇLÜ OLMAK
Sandığımdan daha güçlüyüm
HERAKLES (HERKÜL) Nasıl Kahraman Olunur?
EVRİM
Büyük Patlama
MITOSLARIN MASALLARDA VE SİNEMADAKİ İZLERİ ATHENA
Sokrates ve Platon’un Şehri Atina 1
2
EDİTÖR’DEN Sevgili Okurlarımız, Babil Kulesi’nin bu sayısında konumuz “Güçlü Olmak”. Her zaman olduğu gibi Babil Kulesi ekibi birbirinden güzel yazı ve görselleri okurlarının beğenisine sunmak için elinden geleni yaptı. Önceki sayılarımızdan farklı olarak ekibimizin 27. sayıya kadar gösterdiği çaba, yazı ve araştırmalarıyla katkıda bulunan tüm uzman ve dostlarımıza, editörlerimize ve tabiki tasarımcımıza teşekkürlerimizi sunuyoruz. Neden mi! Güçlü oldukları için. Tasarımcımızın Babil Kulesi ekibine katıldığında “Ben PowerPoint bile bilmiyordum ama şimdi Babil Kulesi’nin tasarımını yapıyorum” diyerek bir çok kişiyi deneme konusunda yüreklendirdiğine çok şa-
hit oldum. Aynı şekilde yazı ve araştırmalarıyla katkıda bulunan kişilerden bazıları hayatlarında ilk defa bir dergii için yazdılar. Keza editörlerimiz her bir yazının noktasını, virgülünü, dilini, anlatımını control etme konusunda süreklilik konusunda güçlenmeye çalıştılar. Özetle Babil Kulesi ile temas eden herkes kendisini bir adım daha güçlendirdi. Konu “Güçlü Olmak” olunca kahramanlığa değinmeden olmaz. Nasıl Kahraman Olunur konusunu Herakles ile aktarılıyor. Herakles bir çok denemeden geçiyor. Sinemada Monomit konusunda ele alındığı gibi insanın kendi duygularını ve düşüncelerini yönetmeyi öğrenmesi ve kahramanlığa giden yolda ilerleyebilmesi için cesarete ih-
tiyacı var. Bazen yeni zorluklara ihtiyacı var. Ekip halinde çalışmak zorlukları aşmayı kolaylaştırıyor ve doğal olarak bizi cesaretlendiriyor. Bu sebeple sinema ve animasyon yazılarımızın filmleri “Son Armağan” ve “6 Süper Kahraman”. Tabii hep iletişim halindeyiz. Hem iletişim kalitesine katkıda bulunmak, hem de bu kadar yazı ve internet ile iç içe olduğumuzdan sözcüklerin serüvenini öğrenmek için Internet yazımızda etimolejiturkce sayfasını değerlendirdik. Beğenerek okumanız ve paylaşmanız dileğiyle… Sevgi TEZ
3
İÇİNDEKİLER
SANDIĞIMDAN DAHA GÜÇLÜYÜM!
GÜÇLÜ OLMAK
08
28
8
GÜÇLÜ OLMAK Sandığımdan daha güçlüyüm
MITOSLARIN MASALLARDA VE SİNEMADAKİ İZLERI
12 HERAKLES (HERKÜL) Nasıl Kahraman Olunur?
44 AŞK Birleşmenin İlksel Gücü Ahmet Hamdi Tanpınar BİR ŞAİRİN YAZIN ÖYKÜSÜ
16 BUDİZM
EVRİM
4
EVRİM Büyük Patlama
54 AHMET HAMDİ TANPINAR Bir Şairin Yazın Öyküsü
20
58 HASTALIK İYİLEŞMEYE GİDEN YOLDUR
İÇİNDEKİLER
60
68
ATHENA SOKRATES VE PLATON’UN ŞEHRİ ATİNA
ATHENA Sokrates ve Platon’un Şehri Atina
6 SÜPER KAHRAMAN
KONSER-
64 SON ARMAĞAN
babil
kulesi nisan-mayıs-haziran 2015 İmtiyaz Sahibi
Yeni Yüksektepe Kültür Derneği Bornova Şubesi Adına: Semra Şen Genel Yayın Yönetmeni Semra Şen
“İTALYA YANSIMALARI” CONSONUS ENSEMBLE Paola Santucci, Soprano Vincenzo Maria Sarinelli, Tenor Lisa Mae Green, Keman Andrea Paoletti, Keman Silvia Andracchio, Viyola Enrico Peluso, Çello Paola Crisigiovanni, Piyano 25 Haziran 2015, Perşembe 21.30 Celsus Kütüphanesi, Efes
DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlileri Sergisi / Seramik ve Cam Sergisi 23 Haziran 2015 tarihinde, saat 18.00 itibariyle Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi Roberto Zucco Tiyatro Oyunu 17 Haziran 2015 – 18:00(1.Oyun) – 21:00(2.Oyun) Yer: İzmir Sanat –
ORQUESTA BUENA VISTA SOCIAL CLUB® “ADIÓS TOUR” Featuring Omara Portuondo, Eliades Ochoa, Guajiro Mirabal, Barbarito Torres, Jesus ‘Aguaje’ Ramos 29 Haziran 2015, Pazartesi, 21.30 Çeşme Açıkhava Ti-
72
KÜLTÜR-SANAT
Yayın Koordinatörü Semra ŞEN Editör Sevgi TEZ Seda ÖZTÜRK Grafik Tasarım Eylem ÖZKAN AĞARTIOĞLU babilkulesi@gmail.com Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
5
TARİH
BABİL KULESİ DİLLERİN KÖKENİNE AİT ESKİ BİR İNANIŞ ‘‘Babil yeryüzündeki tüm şehirlerin ihtişamını aşar.’’ Heredot
Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Eski Ahit’te Babil sözcüğü Babel şeklindedir; bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve karmaşa, karışıklık anlamındadır. Kur'an’da şehrin adı Babil olarak geçer, Türkçe’ye de Arapça’dan geçmiştir Babil, M.Ö. 23. yüzyıl civarında Aşağı Mezopotamya'da (şu anki Güney Irak civarında) Sümer ve Akad toprakları üzerine kurulmuş olan Babil (Babylon) ülkesinin antik başkentidir. Babil, en parlak dönemini Kral Hammurabi zamanında yaşamıştır. Babil, dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve M.Ö. 7. yüzyılda Kral Ne6
bukadnezar tarafından karısı için yaptırıldığına inanılan asma bahçelerine sahiptir. Babil döneminde sanat, mimarî, astronomi, matematik, tıp ve felsefe gibi alanlarda büyük bir gelişme gözlemlenir: Babilliler, günümüzde zaman (60 saniye '1 dakika', 60 dakika '1 saat') ve derece hesaplamaları (360 derece daire) için kullanılan 60'lık sistemi geliştirmişler, tapınaklar üzerine dikilen ve günümüzdeki modern gözetleme kulelerine ilham kaynağı olan gözetleme kulelerini inşa etmişlerdir. Babil Kulesi'nin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli efsaneler vardır. Tevrat’ın Yaratılış(Genesis) bölümünde de kuleden şöyle
bahsedilir: “Ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim’ dediler. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. ‘Yeryüzünde dağılma yalım' diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım’ dediler. Ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var. ‘Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım’. Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar.
TARİH Bundan dolayı onun adına Babil dendi." Tevrat (tekvin 11:1-9)
köşelerine dağılırlar ve farklı diller böyle ortaya çıkar.
Efsaneye göre Tanrı; bir kule yaparak kendisine ulaşmak isteyen insanların kendini beğenmişliğine ve küstahlığına kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Bir doğal felaket yollayarak kuleyi yıkar. Bundan sonra insanlar dünyanın farklı
İsmi verilmemekle beraber Kuran’da Babil Kulesi'ne benzer bir kuleden bahsedilir. Hikâye Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer. Firavun Haman'a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa'nın tanrısına bakacağını söyler.
9. yy İslam tarihçilerinden el-Tabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod, Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. Aslında yedi katlı bir ziggurat olan Babil Kulesi'nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir aşamayı simgeler:
1. katı taşı, 2. katı ateşi, 3. katı bitkiyi, 4. katı hayvanı, 5. katı insanoğlunu, 6. katı güneşi ve gökyüzünü, 7. katı ise melekleri sembolize etmektedir.
Kulenin yüksekliğiyle ilgili bilgilere ise sıkça rastlanılmaz ve Yaratılış Kitabı da bu konuyla ilgili olarak herhangi bir şey aktarmaz. Efsaneye göre kule, teraslı bir piramidi andırıyordu. En üstte, Babil kentinin tanrısı olan Marduk’un tapınağı vardı. Buraya halk giremezdi. Eski Yunan tarihçisi Herodot da, her biri ötekinden küçük olarak üst üste yapılmış yedi kuleden bahseder. Asurlular ve Perslerce yıktırılan yapı, İskender Babil’i aldığında yıkıntı hâlindedir. İskender kuleyi yeniden yaptırmak isterse de er-
ken ölümü bunu engeller. Babiller bu kulede yaptıkları araştırmalar sonucunda burçları bulmuşlardır. Ayrıca yine Babiller bu kule sayesinde tarihte ilk kez ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplamışlardır; bundandır ki ay takviminin mucitleri Babiller’dir. Ancak şunu belirtmede fayda vardır. Birçok kişi tarafından ay takviminin mucitleri Sümerler olarak bilinir, bu aslında yanlış değildir ama çok doğru bir bilgi de değildir. Sümerler ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplayan ilk uygarlıktır ancak bir ay yılını 360 gün olarak he-
saplamışlardır. Normalde bir ay yılı 354 gündür bunu tarihte ilk doğru hesaplayanlar Babiller olmuştur. Kısacası Babil Kulesi, insanların tarihî dönemlerde dil olgusunun kökenine ve ulusların çeşitliliğine yönelik sorularına cevap veren bir inanıştır. Farazî temellere dayanan bu inanış, ulusların ve onların dillerinin çeşitliliğini izah etmeye çalışır. İnanış, kutsal kitaplara da yansımış ve çeşitli efsane, destan gibi anlatılarda yerini almıştır.
Erkan SİHİR 7
DENEME
SANDIĞIMDAN DAHA GÜÇLÜYÜM!
GÜÇLÜ OLMAK
88
DENEME
İradenin yansıması olan kudret ve iç kuvvetten kaynaklanan enerji. Kişiliğin tüm unsurlarını kapsar; fizik, duygu, zihin, mizaç. Zayıflığı yenmek. Kişilik ve ruhsal yönden gereği kadar güçlü olma. Yirmibirinci yüzyıl bilgi dünyası olma ile güvenirken gerek ‘sanal’ alem, gerek ise de ‘sanı’larımız da büyümekte. Güç etimolojik olarak küç kelimesinden türemiştir ve zorlamak anlamına gelmektedir. Arapça’daki kuvvet kelimesi ile benzer anlamdadır. Kuvve aynı zamanda Farsça’da yönetici anlamına de gelmektedir. Sanmak kelimesi de düşünmek değer biçmek anlamına gelmektedir. Kullanmak/yönetmek için hepimiz belli enerjiye sahibiz. Genellikle zannettiğimizden çok
daha büyüktür. Zaman da bir enerji olarak değerlendirilir ise, enerji de bir pastaya benzetilmektedir. Bir pasta tek parça olarak da kalabilir ya da bir pastadan 100 dilim de paylaştırılabilir. Önemli olan bunun gerçekçi ve iyi bir şekilde planlanarak hayata geçirilmesidir. İşte yine bu nedenle de enerjiyi kullanmayınca bize azalmış ve zayıf gibi gelir. Eğitim yoluyla, kendi doğasına ait olan gücün ortaya çıkartılmasıdır.
yamız! Görünmediği için sır gibi gözüken ama uğruna çalışıldığı zaman hayatta görünür kılınan o bilmeyen için bilmece, bilen için aşikar olan, bize bizden daha yakın olan yer! Güç insanın her bir unusurunda potansiyel olarak vardır mesele onu kinetik bir enerjiye çevirebilmektir.
Peki bu kadar aranan güç nerede? Para, iyi bir meslek, statü, beklentilerimizde mi, etrafımızdaki ‘güçlü’ insanlarda mı? Mutlaka bunlar gücümüze güç katabilir, fakat eğer biz güçlü değil isek bu potansiyeller erimeye ve hatta bizi daha da güçsüz düşürmeye muktedirdir. Tüm yollar aynı noktada birleşiyor: iç dün-
˜Duygusal Güç: Sevmeyi Bilmek Ödülsüz eylem Varlığıa Aşk: Duygusal Güçsüzlük= Boşluk Alınganlık Kırılganlık Duygulara gereginden fazla değer vermek
˜Fiziksel Güç: Dayanıklılık ˜Enerjetik Güç: Çaba ve Süreklilik
˜Zihinsel Güç: Bilmek Anlamak Sentezlemek Sadeleştirmek Fikirleri düzenlemek: Zihinsel Güçsüzlük: Eleştiri, Şüphe Dedikodu, Korku ˜ İradenin Gücü: ERDEMLER Erdemler erk ve içimizdeki potansiyeli ifade eder. İnsanın kendi kendini yönetebilmesi ile doğar ve kendini yönetebilmesi doğrultusunda daha da GÜÇ sahibi yapar. Bu bir kapalı döngüdür. Bu döngüye girebilmenin en pratik yolu 99
DENEME erdemleri çalışmaktır bu da ancak ödülsüz ve beklentisiz eylemleri her gün çalışmak ile mümkündür. Veren el alan elden üstündür diyen atalarımız bu uzun yazıyı 4 kelimeye özetlemişler. Neden güçlü olalım? Zayıf olup güçlülerin paraziti olmak var iken… Güçlü olmak insanın iktidarını sağlar. İktidardan daha önemli olan ş e y , iktidarın ‘ned e n ’ i d i r. Doğru b i r nedene sahip olmak u z u n
ve yorucu bir felsefi arayıştır. Doğru bir neden, insanı kontrollü ve yönelmiş bir güce de ulaştırır. Sonuç olarak, aşağıda www.erdemlersozlugu. org sitesinden uzun bir liste derledik. Bunlardan biri bizde var ise, sandığımızdan daha güçlüyüzdür! Peki bu gücü nereye koyacağız?
18. Değişim 19. Dengeli olmak 20. Devamlılık 21. Dikkat 22. Dinamizm
1.
Adalet
23. Duyguların esiri olmamak fakat sevgi dolu olmak
2.
Affetmek
24. Dürüstlük
3.
Alçakgönüllülük
25. Düzen
4.
Anlayış
26.Etkin hoşgörü (bağışlayıcılık, affedicilik)
5. Arkadaşlara sakınımlı ve özenli davranmak
27. Fedakarlık
6. Atalete karşı mücadele
28. Gösterişsiz olmak .kendine yönelik alkışları dizginleyebilmek
7.
Azim
29. Güleryüzlü olmak
8.
Bilgelik
30. Gülümsemek
9. Bilgiçlik ve insanseverlik taslamamak
31. Her şeye kusur bulmama k
10. Bilinçlilik
32. Heyecanların kontrolü
11. Birleştirmek 12. Birlik 13. Cesaret 14. Coşku 15. Cömertlik 16. Çaba 10 10
17. Çalışkanlık
33. İhtiyat 34. İleriye bakmakve ayrıntıları düzenleyebilmek 35. İnsanları kararlarında özgür bırakmak 36. İstikrar
DENEME 37. İşini sevmek sebat göstermek 38. İyi kalplilik
41. İyilik etmeye hazır olmak ve hemen hareete geçmek ve cömertlik 42. Kahramanlık 43. Kamu yararına yapılması gerekenlere karşı cimri olmamak 44. Karakterini düzeltip geliştirmek 45. Kararlılık işini kendi
47. Kendine olabilmek 48. Kendini yeteneği
57. Mücadeleci olmak 58. Mütevazilik
39. İyi niyetlilik 40. İyimserlik
46. Kendi görmek
56. Mertlik
egemen uyarlama
49. Kendini üstün görmemek ve başkalarını küçümsememek
59. Niyetini açıkça ortaya koymak 60. Onur 61. Ortak yararlar için çalışmak 62. Örnek olmak 63. Ödev bilinciyle hareket etmek
79. Şüpheleri aşmak 80. Tahammül 81. Tecrübelerden rarlanmak
ya-
82. Tedbirlilik 83. Toplumsal görevlerden kaçınmamak 84. Umut 85. Uyanıklık
64. Öfkeden bağışıklılık
86. Vefa
65. Öfkenin kontrolü
87. Yakınmamak
66. Önlem almak
88. Yapıcılık
67. Paylaşmayı bilmek
89. Yetenek ve deneyimlilere önem vermek
68. Sabır 69. Samimiyet 70. Sebat 71. Sınırlarını tanımak ve aşmak
50. Kınamamak
72. Sorumluluk
51. Kırılganlığı yenmek
73. Sözüne sadakat
52. Kin gütmemek
74. Sükunet
53. Korkularla mücadele etmek
75. Şana ,üne aldırış etmemek
54. Kötülüğü düşünmekten sakınmak
76. Şeref
55. Merhamet
78. Şiddetli acılarda bile aynı kalmak
90. Yiğitlik 91. Zafer ruhuna sahip olmak 92. Zayıflığı yenmek 93. Zihinin kontrolü 94. Zorluklarla mücadele Semra ŞEN
77. Şaşmamak ve hoşnutsuz olmamak 11 11
ARAŞTIRMA
12 12
ARAŞTIRMA
HERAKLES (HERKÜL) Nasıl Kahraman Olunur? Babası Zeus’un oğlu ve yasanın ifadesi olacakken Hera ondan önce davranır ve Euristenos’un doğmasını sağlar. Euristenos Herkül’ün kuzenidir. Herkül onun yönetimi altında delirir. (İnsanın tanrısal tarafı sürgüne gittiği zaman insan delirir.) Euristenos, Herkül’e 12 tane zorlayıcı iş verir. Herkül bu aşamaları geçtikten sonra ölümsüzlüğe ulaşır. 1. NEMEA ASLANI Ok işlemeyen bir canavar. Herkül gürzüyle zorlayıp onun mağarasına girer. Sonra diğer girişi kapatır ve onu boğarak öldürür. Sonra postunu giyer. Bu fizik bedenin istek ve arzularını yönetmeyi, duruma göre yenmeyi sembolize eder. Kahramanlık kendini yönetmekle başlar. Önce görev alınır. Kahraman onu sorgulamadan kabul eder. Oysa bugün kişilik emri sorgular...
gerekir. Kahraman bilgelik yolunda olan kişidir. Emir sorgulandığında eyleme geçilemez. Onun doğru olup olmadığını ancak uygularsak anlayabiliriz. Herkesin nemea aslanı farklıdır. 2.LERNE HYDRASI Çok başlı bir yılana benzer bir yaratık. Uyurken bile öldürücü. Ülkenin sürülerini telef ediyordu. Herakles onu öldürmek için ateşli ok kullandı ve başlarını kesip dağladı.
bir duygu ortaya çıkar. Psyke (duygu, zihin). Zihnin dengeyi kurması için irade gerekir. Zihin hızlı bir şekilde üretir. İnsan öfkeli olabilir ama onu zihinsel olarak beslemezse öfke geçer ve insan sakinleşir. Zihin ancak emre itaat ederek dinginleşir. Herkül karar verdiğinde Hydra’nın kafasını keser ve yerlerini dağlar. Bir kerede olmasa bile sürekli dener.
Bir duyg u n u n kafasını koparınca hemen onun yerine başka
Nemea aslanını yani kişiliği yenmek için öncelikle onunla yüzleşmek 13
ARAŞTIRMA 3. ERYMATHOS DOMUZU Bu yaban domuzunu canlı olarak yakalayıp
Euristenos’a getirmesi gerekiyordu. Bazı kusurlar duruma göre erdeme dönüşebilir. Öldürmeden kanalize etmek gerekir sadece. 4.KYRENEİA GEYİĞİ Ürünleri talan edip zarar veriyordu. Boğa kadar iriydi ve boynuzları altın yaldızlıydı. Artemis’e adanmıştı. Boynunda bunu belirten bir kolye vardı. Herakles onun peşinden 1 yıl koştu. Dereden geçerken onu yaralayıp yakaladı. Tanrılar onu geri istediler ancak sonra Herakles’e geri verdiler. Zihin çok hızlı koşar. Yakalamak zordur. O Artemis’in geyiğidir ve yine Artemis tarafından geri verilir. Geyik bencil-
dir ama tanrıya hizmet eder. Ancak tanrı bize teslim ettiğinde ona sahip oluruz. 5.STYMPHALOS GÖLÜ KUŞLARI (Alışkanlıklar). İnsan bile yiyen avcı kuşlardır. Çelikten tüyleri var. İstedikleri zaman ok gibi fırlatabilirler. Onları yakalamanın yolu yaşadıkları yerden onları çıkarmaktır. Athena’nın verdiği tunç sesiyle kuşları korkutup onları öldürmüştür. Toplu yaşarlar. Gizlenirler. İçgüdü, tembellik… vb tüm alışkanlıklar kesicidir. Onları kesmeye çalışınca kesici oklarını atarlar. Biz 7/24 bu kuşlarla birlikteyiz. Alışkanlıkta bir sürü kuş var. Onların ortaya çıkması için tinsel / tanrısal bir sese ihtiyaç var. Yani doğru eylem. Doğru eylemden kasıt bilinçli, gönüllü ve sürekli olması aynı zamanda kişisel evrensel olmasıdır. 6. KRAL AUGEIAS’IN AHIRI (Kibir ve Gururu kırmak). Yıllarca temizlenmemiş bir ahırdır. Herkül ırmakların yönünü değiştirerek ahırı temizler. 7.GİRİT BOĞASI (Öfke, kibir) Denizden gelen mucizevi bir boğaydı. Maddesel dün yada kaldığımız sürece zaferden bile korkarız.
14
ARAŞTIRMA Melankoli böyle bir şeydir.
rüz. Zekâ bir şeyi yaptıkça ortaya çıkar.
8.DIOMEDES’İN DÖRTLÜ KISRAĞI İnsan etiyle besleniyorlardı. Ancak o zaman sakinleşiyorlardı. Bu kendi kendini kurban etmektir.
12. HESPERISLER’IN ALTIN ELMALARI Ares’in oğlu Gykneos ile savaşır ve onu yener.
9 . K R A L İ Ç E HIPPOLYTE’NIN KEMERİ Kemeri alayım derken kraliçeyi öldürür. Hera, Herkül kemeri almasın diye araya girer. Yani bazen sınavlar bize kurgulanmış olarak gelir. Burada Herkül’ün iradesini test eder. Doğal olarak bizim yüzleşmemiz gereken tinsel yönlere ihtiyaç vardır. 10. GERYONEUS’UN SIĞIRLARI Okianos’tan geçme. Tanrısal araç. Zekâyla sırra ulaşma. 11.KÖPEK KERBEROS Görevi ölüler diyarından bu köpeği getirmektir. Herakles çeşitli maceraların ardından Hades’ten izin istedi. Hades’in bir şartı vardı. Sadece zırhı ve postuyla Kerberos’u avlayacaktı. Yeraltına inmek demek insanın kendi karanlığıyla yüzleşmesi demektir. Bunun için de üstümüzdeki zırhları çıkarmamız gerekir. Kendimizle yüzleşince kendi Kerberos’umuzu görü-
Kendimizle yüzleştikten sonra altın elmaları hak ederiz, yani değerli yanlarımızı görürüz.
lar tanrısal bir kıvılcımla ortaya çıkar. Zafer ve sorumluluktan korkmadan... Bu bir iç yolculuktur. Kahraman iç yolculuk yapan kişidir. Kahramanlık bir süreç işidir. Sonuç değil. Jorge Ángel LİVRAGA
K a h r a m a n Yunan’da insanın sembolüdür. İnsanın kendi içindeki kahraman yönü ortaya çıkarması için bu 12 işin alınması gerekir. Onları kabul etmek, itaat etmek ve gerekli araçları edinmek gerekir. Bütün bunlardan sonra insanın kendisiyle yüzleşmesi, alışkanlıklarını yenmesi, zekâsını geliştirmesi, yöntemler bulması ve kendi değerli yanlarını ortaya çıkarm a s ı ancak bu şek i l d e olur. Bun15
ARAŞTIRMA
16
ARAŞTIRMA
BUDİZM Budizm, bugün dünya üzerinde yaklaşık 500 milyonu aşkın inananı bulunan bir dindir. İlk önce Hindistan’da ortaya çıkmış, daha sonra zaman içinde Güney, Güneydoğu ve Doğu Asya’da (Çin, Japonya, Kore, Moğolistan, Nepal, Sri Lanka, Tayland ve Tibet’te) yayılmıştır.
Farklı bakış açılarına göre din veya felsefe olarak tanımlanan Budizm’in hedefi, hayattaki acı, ızdırap ve tatminsizliğin kaynaklarını açıklamak ve bunları ortadan kaldırmanın yollarını göstermektir. Budizm’de öğretilerin ana çatısını meditasyon gibi içe bakış yöntemleri, reenkarnasyon olarak isimlendirilen doğum-ölüm döngüsü ve ‘‘Karma’’ (neden-sonuç zinciri) gibi kavramlar oluşturmaktadır. Budizm, Sanskritçe ve
Pali dillerindeki eski Budist metinlerinde ‘’uyanmış kişi - farkında olan’’ anlamına gelen ‘‘Buddha’’ kelimesinden türetilmiştir. “Tarihî Buda” da denilen Siddhartha Gautama, Budizm’in kurucusu olarak kabul edilir. Siddharta’nın hayattaki acıların kaynağını açıklamak amacıyla yaptığı uzun çalışmalar sonucu ızdırabı sona erdirecek bir mânevî anlayışa ulaştığı ve böylelikle Budalığa eriştiği kabul edilir. 1717
ARAŞTIRMA
Çileci Siddharta ve beş yoldaşı. Bir Laos tapınağından duvar resmi
Budizm, doğada her şeyin bir neden - sonuç ilişkisi içinde birbirini etkilediğine inanmaktadır. Her olay daha önceki olayların bir sonucudur. Yeniden doğumlar şeklinde daha önceki hayatın sonuçlarını geleceğe taşıyoruz (“Karma”). İnsanlar uyanarak veya aydınlanarak bu kısır döngüyü kırıp, hayatın nihai amacı olan ‘‘Nirvana’’ya ulaşmalıdır. Hinduizm’de ise destanlar tarihi belgelerdir, döngüsel tarih anlayışı vardır. Tarih ki18
şilerin yönlendirdiği bir olgudan ziyade ihtiyaçların, eylemlerin ve iradelerin bir sonucudur. Budizm’e göre insanlar genel olarak ‘‘Duhkha’’; acı içindedirler. Bunun nedeni akış ve değişimi bilmiyor olmaları ve hayal olan değişmez biçimlere iştahlarıdır. Hayaller; nesne, olgu, olay ve fikirler olarak karşımıza çıkar. Özgün ve bağımsız bir benlik düşüncesi de hayaldir ve bu sanı acılara neden olur. Acı
ve üzüntülerin nedeni ‘‘Trişna’’; vazgeçmemektir. İnsanlar bilgisizlikten gerçekliğin akıcı ve hep değişmekte olan biçimlerine bağlandıkça neden - sonuç kısır döngüsünden kurtulamaz, acı duyarlar. Bu duruma ‘‘Samsara’’ (yaşamın ve ölümün tekerleği) denir. Bu tekerleği harekette tutan kuvvet ise ‘‘Karma’’ (nedensellik zinciri)’dir. Acı ve üzüntülerden kurtulmak insanlar için mümkündür. Samsara’nın sonsuz dai
ARAŞTIRMA ulaşılır. İlk iki basamağı doğru görmek ve doğru bilmek ile ilgilidir. Sonraki dört basamak doğru davranmaya yöneliktir. Son iki basamak ise doğru bilinçlilik ve doğru meditasyonu ele alır ve son amaç olan gerçekliğin mistik biçimde, doğrudan deneyimini ortaya koyar. Budizm’e Göre “Dört Yüce Gerçek “ 1. Dukkha - Yaşam bir katlanmadır: Acı çekmektir. 2. Samudaya - Acıların sebebi iştahtır: Geçici şeyleri arzu etmektir. 3. Nirodha - Acılar bertaraf edilebilir. 4. Magga - Acı çekmeyi bitirmek sekiz yol ile mümkündür.
resi kırılıp karmanın tutsaklığından kurtulunursa, ‘‘Nirvana’’ya, mutlak özgürlüğe ulaşılır. Bu özgürlük durumunda, özbenlik kavramının yanılsamasından kurtulup, tüm yaşamın bir ve bütün olduğu anlaşılır ve sürekli olarak algılanır. Nirvana, tüm düşünsel kavramların ötesinde olan bir bilinçlilik durumunu yansıttığı için sözlerle ifade edilemez, açıklanamaz. Budalığa “Sekiz Basamaklı Yol” ile
Sekiz Yol 1. Doğru Görüş B i l g e lik 2. Doğru Niyet 3. Doğru Konuşma Ahlak 4. Doğru Davranma 5. Doğru Geçim 6. Doğru Çaba Z i h i n sel Gelişim 7. Doğru Farkındalık 8. Doğru Odaklanma
bile eleştiren Buda, yüce uyanışa ve yüce gerçeğe ulaşmak için herkesin kendince Budalığa erişme gereğini aktarmıştır. Kısaca söyleyebiliriz ki: Budizm’e göre hayat acı çekmektir. Acıların bertaraf edilmesi için iştahların dizginlenmesi gerekir. Hayatın anlamı; zorluklara katlanırken kendimize kalan zamanı hoş geçirmektir. Hinduizm’de kendini fark etmek olan anlam, Taoizm’de geçici varlıklarımızın ve asli olan her şeyin birliğinin farkına varmaktır. Kaynak:
NTV MİTOLOJİ VIKIPEDIA BUDİZMLE MUKAYESELİ OLARAK İSLAM V E İSLAM MİSTİSİZMİ: MÜSLÜMAN - BUDİST DİYALOGUNA BİR KATKI Prof. Dr. Cafer Sadık YARAN
Şükran TEZ
Budizm nedir sorusunun cevabı ve Budist felsefenin özü Buda’nın söz ve davranışlarıdır. Buda, her şeyin geçici olduğunu, doğada “süreksizliğin” esas olduğunu vurgulamış, her türlü dini otoriteye karşı çıkmıştır. Kendi otoritesini 19
ARAŞTIRMA
EVRİM
20
ARAŞTIRMA
Hollandalı bir mucidin yaptığı teleskoptan haberi olmuş ve bunu edinmişti. Aldığı teleskoptan daha iyisini tasarlayarak, nesneleri yirmi kat büyüten bir teleskop elde etti. İlk işi bu teleskopun yönünü Ay’a çevirmek oldu. İlk şaşırtıcı sonuçları da bu vesileyle elde etti. Gözlemler şaşırtıcıydı; çünkü o zamana kadar, gök cisimlerinin (göksel küreler) kusursuz küre geometrisine sahip ve pürüzsüz oldukları düşünülüyordu. Ancak Ay’ın yüzeyi sanıldığının aksine pürüzsüz değil, tepelerle ve çukurlarla doluydu. Galileo Galilei adlı
Toksanalı bu gökbilimci 1610 yılı Ocak ayının ilk günlerindeki yıldızlı bir gecede gözü tasarladığı bu tüpün ucuna dayalı, geç saatlere kadar ayakta kalmıştı. O gece Jüpiter’ i gözlemlemekte olan Galileo gezegenin yakınlarında, ondan çıkan bir hat boyunca dizilmiş gibi görünen sabit yıldızlar olduğunu düşündüğü üç cisim fark etti. İlgisini çeken bu oluşumu ertesi gece yeniden incelerken, üç cisminde beklentilerinin aksine, Jüpiter’le birlikte hareket etmekte olduğunu izledi. Bilinenlere uymuyordu bu durum; çünkü yıldız-
lar gezegenlerle birlikte hareket etmezler. Galileo bunun üzerine aynı oluşuma geceler boyunca dikkat kesildi. Ocak ayının 15’inde durumu çözmüştü. Bunlar sabit yıldızlar değil, Jüpiter’in çevresinde dolanan gezegensi cisimlerdi. Jüpiter’in ayları vardı. !!! Bu gözlemle birlikte göksel küreler kuramı da paramparça oldu. Ptolemaios (Batlamyus) Aristoteles kuramına göre, her şeyin çevresinde dolandığı tek bir merkez vardı; Dünya.
Şekil 1 ARİSTOTELES EVREN MODELİ 21
ARAŞTIRMA Kopernik ise, Dünya’nın Güneş, Ay’ın da Dünya çevresinde dolandığı bir başka seçenek önermiş ancak bu fikir iki hareket merkezi önerdiğinden geleneksel kozmonoglarca saçma bulunmuştu. Ama işte burada, Galileo’nun gözlemi; yani Jüpiter’in ayları, çoklu hareket merkezli sisteme kanıt sunmaktaydı. Bu kanıtlarla Aristoteles ‘‘Batlamyus’’ göksel küreler sistemiyle açıklanan evren düşüncesi yerle bir oluyordu. Galileo’nun keşfini
anlattığı ‘‘Siderus Nuncius’’ (Yıldız Habercisi) adlı kitabı, 1610 yılı Mart ayında Venedik’te baskıdan çıkarak adını dünyaya duyurdu. Başka gökbilimcilerin de Jüpiter’in aylarını izlemelerine el verecek aygıtların yapılabilmesi için altı ay geçmesi gerekecekti, bundan sonra teleskop üretim pazarı hızla büyüyerek hareketlilik kazandı. Gökbilimciler ise kısa süre sonra evrendeki yerimizi belirleyecek ayrıntılı haritalar çıkarmak üzere gezegenin dört bir ya-
nına dağılmışlardı bile. İzleyen dört yüzyıl, bizi merkezden giderek daha uzağa atarak, sonunda 500 milyar gökada gurubu, 10 milyar büyük gökada, 100 milyar cüce gökada 2000 milyar kere milyar Güneş içeren görünür evrende küçük bir nokta olarak yerimizi sağlam bir biçimde belirledi. Üstelik bizim bulunduğumuz 15 milyar ışık yılı genişliğindeki görünür evrenin, bizim bilmediğimiz göremediğimiz bir yapının küçük bir noktası da olabilir.
Şekil 2 15 milyar ışıkyılı içinde ki görünür evrenin haritası 22
ARAŞTIRMA Dünya’nın evrenin merkezi olmadığı fikri birçoklarını huzursuz etmiş, derin zihinsel dönüşümlere zorunlu kılmış olmalı. En keskin karşı koymalar ise bilgiyi tekelinde tutan kesimlerde olmalı. Galileo’nun keşfi, doğru ya da yanlış olmasına bakılmaksızın insanlığın ürettiği bilgiyi tekelinde tutarak ve bunu kullanarak toplumlar üzerinde kurulan iktidara, bir meydan okumaydı. Göksel küreler kuramını yerle bir eden Galileo Galilei, kendisinde yerle bir edilmek istenecekti. Galileo aslında şanslı sayılabilirdi. Kilise önünde diz çökerek okuduğu bir özür metniyle kurtulmuştu. Birkaç yıl öncesinde Giordano Bruno adlı bir başka İtalyan da Dünya’nın merkezde olmadığı fikrini ileri sürerek Kopernik’in tezini savunmuş bu da Bruno’nun feci sonunu hazırlamıştı. Bruno yakılacağı meydana sürüklenirken, söz söyleme ustalığını bilen yetkililer, Bruno’nun halkı galeyana getirmesinden korktukları için, konuşmasını engellemek amacıyla başına demir bir maske geçirmişlerdi. Bruno’nun yakılacağı meydan ise evlerinden gelenler tarafından doldurulmuştu. İnsanlık tahtının üyeleri meraklı bu kalabalık, onun kazığa bağlı halde
diri diri yakılışını izleyecekti. Peki neden, Galileo dehasında bir insan yakılarak yok ediliyor ve neden Galileo için de aynı son hazırlanmak isteniyordu. İnsanlık Tahtı’nın gücünü besleyen iki duygu; insanoğlunun kesinlik isteği ve insanın her alanda üstün ve ayrıcalıklı olduğunu iddia eden insan merkezcilik kibridir. Yalnız şunu belirtmek gerekir ki; bu her iki duyuda insanlığın kültür evriminde, eksik bilgiden kaynaklanan yanlış edinimleridir. İnsan, tüm duygu ve düşünlerinin bir bütünlük içinde kesin, tereddütsüz bir biçimde doğru olmasını bekler. Çünkü varoluşunun anlamını bu düşüncelerle çözmüş ve hiçlik aleminde varoluşunu bu şekilde anlamlı kılmıştır. Bu bütünlüğe yapılacak her eleştiri ya da getirilecek her yenilik, varoluş anlamına bir saldırıdır. Tepkisel olarak bu saldırılara! şiddetli bir şekilde karşılık verilir. Bruno’nun başına gelenler bu duyguyu kullanan iktidarın acımazlığıdır. İnsan; evrenin merkezine kendisini koyduğu gibi, canlılar içinde de en ayrıcalıklı yeri kendisi için ayırır. Tüm yaratılış temelli inançlar da öğretileriyle insanın bu sözde üstünlüğünü destekler.
İnsan yaratılanlar içinde biricik olandır. Ancak insanın bu üstünlüğüne de Darwin son verecektir. Galileo Galilei’nin 1610 yılında yarattığı depreme benzer etki, 1859 yılında ‘‘Türlerin Kökeni’’ adlı kitabın yayınlamasıyla oluşmuştur. 1876’ ya kadar yedi baskı yapacak bu kitabın özünü “Evrim Kavramı” oluşturur. Galileo Dünya’nın evrenin merkezi olmadığını gösterirken, “Türlerin Kökeni”ni yazan Darwin’de insanın diğer canlılara ortak atalardan geldiğini göstererek, insanlık tahtının altını iyice oymuştur. Darwin; “iki yabanıl ırktan biri olan insanın, uygarlıkta, öteki yabanıl ırk olan maymundan daha yüksek bir aşamaya ulaşmış olmasının nedenini evrim sırasında oluşan beyin güçlerinin farklılığıyla” açıklamıştır. Bu açıklama ile insanlık, maymunla aynı ortak atadan geldikleri gibi bir aşağılanmaya! maruz kalmış, bu fikre büyük bir direnç göstermiştir. Ancak bilim ve teknolojide ki gelişmeler Darwin’i haklı çıkarmıştır. “Gerçeğin ne olduğu, insanın varlığının neyi ifade ettiği, yaşamın anlamında ki gizem nedir ?” gibi insanın en temel sorgulamalarının bir cevabı var mıdır ? Bu sorulara en kapsayıcı ve gerçekçi cevabı vermenin 23
ARAŞTIRMA HERYERDE EVRİM “Dünyanın anlamı , arzu edilenle gerçeğin ayırt edilmesidir” Kurt GÖDEL
ve Galileo ile Darwin’nin yaptığı keşiflere gösterilen direncin aşılmasının yolu; insanoğlunun baş döndüren bilgi birikiminin bir bütünsellik içinde anlaşılmasıdan geçer. Bu bilgi birikiminin yerli yerinde kullanılmasını sağlayacak ve sorularımıza cevap verecek araçların(metod) başında, olguların evrimini geriye doğru takip etmek gelir. Bir olgunun özellikleri, onun geçmişinden tutturularak incelenmesiyle daha iyi anlaşılabilir. Büyük Patlama’dan başlayıp gittikçe artan karmaşıklıkla, temel parçacıklar, atomlar, moleküller, yıldızlar, canlı varlıklar ve son olarak da biz insanlar ve biz insanın farklı kılan bilinç ve düşünce… Çağdaş fizik, vücutlarımızı oluşturan atomların(her bir kilogramında 10ⁿ n=26 atom) yıldızların içindeki nükleer reaksiyonlarda oluştuktan sonra uzaya püskürtülüp gezegenleri, toprağı ve organik molekülleri oluşturduğunu gösteriyor. Vücutlarımız oluşturan atomların yaşı ise yaklaşık 4,5 miyar yıldır. Yaşamın, dolayısı ile yaşamın anlamındaki gizemin incelenmesi sürecinde kaçınılmaz olarak 24
galaksilerin, yıldızların, evrenin, evrenin başlangıcıyla başlayan zamanın yaşam öykülerinin yani evrimlerinin incelenmesi gereği karşımıza çıkıyor. Kısaca bulunduğumuz evren dahil, Dünya’mız, Güneş, yıldızlar tüm canlılar ve hatta düşüncelerin bile bir tarihi, değişimi dolayısıyla “evrim süreci” vardır. Anlaşılacağı üzere; “Evrim” her yerde ve her an devam etmekte. Peki her an ve her yerde devam eden evrimi nasıl inceleyeceğiz. Evrim denince ilk akla gelen; “nesilden nesile kalıtsal değişime uğrayarak ilk halinden farklı özellikler kazanma süreci” olarak tanımlayabileceğimiz Darwin’in temellerini attığı biyolojideki “Evrim Kuram”ıdır. Evrim kuramı ile canlıların evrimi açıklanmaya çalışılmaktadır. Canlı evrimini diğer kavramların evriminden ayırmak için “organik evrim” olarak da adlandırılır. Organik evrim, bu kavramların evrimi içinde, zaman olarak da, niteliksel ve niceliksel olarak da küçük ama önemli bir bölümü oluşturur. Tam
bu noktada organik evrimden ayrı olarak evrimin tanımı yapmak gerekir. Evrim; “Belirli bir sistemin, olgunun ya da fenomenin, zaman içerisinde, aniden olmayan, kesintisiz, niteliksel ve niceliksel değişim süreci.” olarak tanımlayabiliriz. Evrimden söz edebilmek için inceleyeceğimiz bir sistem ve bu sistemin bütünsellik içinde değişim süreçlerini görebilmek için gerekli zaman geçmişi içinde değerlendirme ihtiyacı var. Örnek olarak tek bir insanın yaşamı içinde ki değişim evrelerini görebilmek için ortalama olarak 6570 yıllık zaman süresine bakmak gerekir. Anne karnında başlayan yaşam serüvenin ölüm ile son bulmasına kadar ki geçen süredir. Bu zaman; evrenimiz için şu an bildiğimiz kadarıyla 13,7 milyar yıl, Güneş için ise 4,5 milyar yıldır. •Olgu: bilimsel verilere dayalı, kanıtlanabilir özellikteki bilgidir. Olgular, nesnel ve irade dışı oluşumlardır ve kesinlikle olay değildir. •Fenomen: (fels.) somut, algılanabilir
ARAŞTIRMA ve denenebilir olay ve nesne demektir. Bir nesne, olay ya da sürecin nesnel gerçekliğini vurgulayan bir ifadedir. •Değişim ile gelişim süreci arasında ki fark: gelişim süreci olumlu, iyi yönde bir anlam ifade edebildiği için değişim süreci demeyi tercih ettim, evrimin olumlu yönde olması gerekmez. Bilgi denizinde yönümüzü kaybetmemek adına kendimize bir rota çizmeliyiz. Bu amaçla evrimi, aşamalar halinde şu başlıklar altında ince-
leyebiliriz •Evrenin Evrimi •Maddenin evrimi •Güneş sistemi ve Dün ya gezegeninin Evrimi •Canlının oluşumu ve Evrimi •İnsanın Evrimi •Bilincin Evrimi •Şeylerin Gelecekti Evrimi ve gelecek kurgusu Yukarıda ki süreçlerin bir bütün olarak ele alınmasının değeri, gerçekliğin anlaşılmasında bilimin uzmanlık alanlarına bölünerek oluşturduğu özürlerin gidermesidir. Maalesef günümüzde bilim ayrıntılara dalarak
bir bütünlük içerisinde bilgi birikimini değerlendirememektedir. Evrimin aşamalarının detaylarına girmeden, aşamaların zamansal geçmişini, birlikte topluca görüvermekte yarar var. Bugünki bildiğimiz biçimiyle, evrenin dolayısıyla maddenin evriminin başından, başlatarak şöyle bir andizin (kronoloji) oluşturabiliriz. Evrim süreci; zamanımızdan önce (ZÖ) 13,7 milyar yıl öncesi dolaylarından başlar.
•13,7 milyar; “Büyük Patlama” ile evrenin evriminin başlaması •Evrenin evrimiyle eşzamanlı maddenin evriminin başlaması •4,5 milyar; Güneş ve Dünya’nın evriminin başlaması •3,5 milyar; canlılığa geçiş ve tekhücreliler, canlı evrimi -700 milyon, ilk hayvanlar -200 milyon, eski (arkaik) memeliler -100 milyon, yeni (eteneli- plasenta) memeliler •70 milyon; İnsanın Evrimi’nin başlaması •50(?) bin (ZÖ)- 2015 (İS) Bilincin Evrimi •2015 (İS)… Gelecek Kurgusu EVRENİN BAŞLANGICI-EVRİMİ Bilimsel olarak desteklenen bir teori var elimizde: Evrenin “Büyük Patlama” olarak adlandırılan bir başlangıcı ve tarihi var. Bu olayın öncesine, yani zamandan daha gerilere gitmemize olanak sağlayacak en küçük belirti ya da veriye sahip değiliz. Evren hakkında sahip
olduğumuz modern bilgilerin pek çoğu için dönüm noktası, 1930’larda hem teorik hem de gözlemsel alanda gerçekleştirilen iki devrimsel gelişmedir. Gözlemsel alandaki gelişmeyi yirminci asırda geliştirilen yeni teknolojilere borçluyuz. 1929 yılında Edwin Hubble bu teknolojileri kullanarak evrenin ge-
nişlemekte olduğunu keşfetti. Bu sonuca teleskopuna gelen ışığın frekansındaki Doppler kaymalarına bakarak ulaşmıştı. Bütün galaksiler bizim galaksimiz olan Samanyolu’ndan ve birbirlerinden sürekli olarak uzaklaşıyordu. Hubble’ın anıtsal keşfi, galaksilerin uzaklıklarının, uzaklaşma hızı ile orantılı olduğunu bulmasıydı. 25
ARAŞTIRMA
Şekil 3
Evrenin başlangıdın günümüze değişimi
Galaksiler zamanla birbirlerinden uzaklaştıkla-
Şekil 4 26
EDWİN HUBBLE
rına göre, geçmişte daha yakın olmaları gerekir. Eğer evren filmini geriye doğru oynattığımız düşünürsek, galaksiler gittikçe birbirine yaklaşarak iç içe girmeye başlayacaklardır. Demek ki geçmişte öyle bir an vardı ki, evrendeki, tüm madde, yoğunluğu sonsuz olan bir noktada sıkışmış olarak bulunacaktır. Bu durumun ger-
çekleşmiş olduğu zaman hesaplanmış ve günümüzden yaklaşık 15 milyar yıl önce olarak bulunmuştur. Bu ana “Büyük Patlama” adı veriliyor. Teorik alandaki devrimsel keşif ise Rus matematikçi Friedman’ın Einstein denklemlerinin zamanla değişen evren modeline göre karşı gelen çözümlerini bulmasıdır. Modern evren anlayışı tamamen 20. yy’ın bir ürünü. Mükemmel bir matematiksel yapıya sahip ve gözlemlerle kanıtlanmış gerçek bir matematiksel yapıya sahip.
ARAŞTIRMA Buna göre evren ve zaman 13,7 milyar yıl önce “Büyük Patlama” ile başlamıştır. Maddenin Evrimi “Büyük Patlama”nın ilk birkaç dakikası içinde şu
anda evrende gözlenen helyum⁴ oluşmuştur. “Büyük Patlama” sonrası genişleme sonucu sıcaklık 3000 K dereceye kadar soğuduğunda, bildiğimiz anlamda nötr madde oluştu, “Hidrojen
Şekil 5 evrenden bir fotoğraf Ancak bu andan sonra bilinen diğer ağır elementler (karbon, demir, altın, uranyum vb.) maddenin yıldızlar için-
atomu”. Evren yaklaşık o an 300.000 yıl yaşında idi. Böylece oluşan gaz bulutlarından bugün içinde yaşadığımız evren meydana geldi.
Şekil 6 Maddenin iç yapısı
de, yıldızların evrimiyle oluşmuştur. Not: Bu yazımızın devamı bir sonraki sayı-
mızda yer alacaktır.
Yılmaz İNANÇ
Şekil 7 ELEMENTLERİN EVRENDEKİ DAĞILIMI 27
ARAŞTIRMA
28 28
ARAŞTIRMA
Mitosların
Masallarda ve Sinemadaki İzleri Mitoslar, kurgusal doğaüstü varlıkları ve olayları içeren geleneksel öykülerdir. Mitoslar insanı dönüştüren, değiştiren anlatılardır. Mitoslardan faydalanan sinema da, masallar da insanı değiştiren dönüştüren ilham veren bir araçtır. Mitosların ana konusu inisiyasyon yani erginlemedir. İnisiyasyon bir takım simgesel eylemler ve fiziksel edinimler aracılığıyla, bireye yeni bir yaşama ”doğmak” üzere “öldüğü” duygusu aşılamaktır. Yani ikinci doğumdur. Ölmeden önce ölmektir. Daha aşağı konumdan daha yukarı bir konuma psikolojik olarak geçişi sağlayan eylemlerdir. Ünlü
yazar Willa Cather
“Aslına bakarsanız insana ait sadece birkaç değişik öykü var ve bu öyküler çağlar boyunca, sanki daha önce hiç anlatılmamış gibi anlatılmaya devam ediyor.” der… Bu mitoslar binlerce kez anlatılsa da hiçbir zaman tükenmiyor her seferinde ilgi ile nasıl takip edilebiliyor? Ya da koşarken düşüp ağlayan bir çocuğa anlatılan masal ile, yoğun bir gün sonunda sinemada izlenen bir film nasıl aynı etkiyi yapıyor bir yetişkine? Bu öyküler bizim mitolojik öyküler dediğimiz öykülerdir. Bu öyküler bu yazının da konusu olan monomit kuramını takip ederek, Jung’un açıkladığı arketip kavramlarından beslenirler. 2929
ARAŞTIRMA
Carl Jung Mitoslar binlerce yıldır insanlık hafızasının bize armağan ettiği kıymetli söylencelerdir. Jung mitosların kolektif bilinç dışının öğeleri olduğunu belirtir. Çağlar değişir, zaman değişir ama insan aynı insandır. Mitoslar eskisi kadar ilgi çekmez ya da biz öyle sanırız. Kamp ateşinin etrafında yaşlılar kabileye eski kadim mitoslardan bahsetmez, ritüeller unutulmuştur ama kolektif bilinç dışında olan kendini yine de ifade etme imkânı bulur. Ortak paydalarımızdır. Jung, bütün insanlığın metafizik bir düzeyde bağlantılı olduğuna inanmıştır. Bütün insanlar arasındaki bu metafizik bağlantıyı kolektif bilinçdışı olarak tanımlamıştır. Kolektif bilinç 30 30
dışı, bütün insanlık tarafından paylaşılan bağlantılardan ve arketipler denilen ilk imajlardan oluşmaktadır. Mitsel yapılar ortak bilinçaltında nesilden nesile aktarılarak devamlılıklarını korumaktadır. Ortak paydaları, masallarda, sinemada, romanlarda gördüğümüz zaman hemen tanırız. İçimizde bir yerlere dokunurlar bu karakterler. Bu karakterler günlük yaşam içinde yaşadığımız rollerdir. O büyük kavgada bizle ilgili olan hazineyi sezeriz ve izleriz. Arketipler bizim olaylar karşısında ki düzenleyici ilkelerimizdir. Mesela tarihin hiçbir döneminde birbiriyle ilişki içinde olmayan Türkler ve Avustralya aborjinlerinin halk inançlarında elma, üremenin simgesidir. Bu şunun gibidir; bebekler su ister, büyüyünce de bir şeyler daha isteriz. Biz
bu isteği arketipler sayesinde binlerce yıllık bilinçaltımız sayesinde öğreniyoruz. Örneğin bir bakireden doğan ve ölen ve dirilen motif evrensel bir arketiptir. Grekler Adonis, Anadolu’da Attis, Mezapotamya Tammuz, Toltekler Quatzaquatl demişlerdir. Evrensel anlamda hepsi benzerdir. Bunun gibi birçok arketip vardır. Ve birbiriyle alakası olmayan toplumlarda aynı şekilde tezahür etmiştir. Çünkü Jung’a göre hepsi ortak paydadan beslenmektedir. Mitosların birbirine benzeme sebeplerinden birisi de budur. Çünkü anne, bakire kadın, hoca, kahraman vs birer arketiptir. Her toplumun ortak bilinçaltında yer alır. Mitoslarda bu ortak bilinçaltında yaratılırlar. Jung’un tanımladığı kolektif bilinçdışında olan arketipler hikâyeyi bilen bilmeyen, 1000 yıl önce doğan ya da 15000 yıl önce doğan ya da geçen sene doğan çocuğun temas ettiği ilksel ilkelerdir. Bunlara Jung arketip demiştir. En önemli arketipler arasında kahraman, yeniden doğuş,
ARAŞTIRMA kahramanın yolu, hoca, macera vs. sayılabilir. Bu yazının konusu da her çağda ve nerdeyse her toplumda nerdeyse benzer şekilde ortaya çıkan mitoslardır. Bu mitoslar nasıl bu kadar benzer olmaktadır. Jung ve Campbell’dan faydalanarak diyorum ki bu mitoslar arketipler seviyesinde yaratıldığı ve her toplum kolektif bilinçdışına teması olduğu ve insanın yolu ve ihtiyaçları benzer olduğu için bu mitoslar benzerdir. Bu mitosların içindeki motiflerde Jung’un arketiplerinden beslenip genelde Campbell’ın tanımladığı monomit teorisini takip etmektedir. Diyebiliriz ki kahraman arketipinin içinde kahramanın yolu, yani monomit kavramı da vardır. Masallarda, romanlarda ve sinema filmlerinde mitoslar gizlenmiştir. Bu gizi kaldırmanın yolu mitosları okumayı bilmektir. Mitosların gizlendiği masallar ve sinema filmleri en kısa ifade ile klasik seviyesine ulaşıyor. Yüzyıllarca kalıcı oluyor, gişe ya da rating yapıyor. Bunun sebebi bizim o mitoslara ihtiyacımız olmasıdır. O filmi izlediğimiz zaman o karmaşa içinde içimizde bir yerler o mi-
tosu seziyor. İçimizde bir şeyler titreşiyor ve sezgisel olarak heyecansal bir ilgi duyuyoruz. Bu güzel bir şeydir. En azından kıymetli ve ihtiyacımız olan bir mitosa farkındalığımız artıyor. Ama bu heyecansal bir durumdur. İnsana katkısı sınırlıdır. Asıl olması gereken bedel ödenmesidir. Film izlendi. İnsanın içindeki bir yerler titreşti ve o mitos sezinlendi. Yapılması gereken o mitos analiz edilmeli, çalışılmalı, hayata uygulanmalıdır. Ve bu büyük bir inatla tekrar edilmelidir. Yoksa heyecansal olarak fark edilen ama tanımlanamayan bir mitos ve izlenen bir filmden öteye gitmez. Mitosların işe yarayabilmesi için tekrar tekrar düşünülmesi, tekrar tekrar dinlenilmesi ve tefekkür edilmesi gerekmektedir. Yoksa onca patırtının arasında mitosu sezinlemek o kadar da önemli bir şey olmaz. Önemli olması için üzerinde çalışılması zaruridir. Şimdi bazı masalların ve filmlerin içindeki mitosları nasıl anlayabileceğimizi monomit anahtarını kullanarak analiz etmeye çalışalım. Mitosların ana konusu inisiyasyon yani er-
ginlemedir. Yani bireyin çocukluktan yetişkinliğe hazırlayan sınavlardır antik toplumlarda. Mitosların geleneksel izlerini şu an çocuklara anlattığımız masallarda buluruz. Evet, çocuklara anlattığımız masallarda Gılgamış’ın, Herkül’ün vesairenin hikayeleri gizlenmiştir. Bütün bu öyküler hayatın amacını yani büyümeyi ve olgunlaşmayı anlatır. Aslında çocukların bu mesajlarla temas etmesi doğrudur. Çocuklara hayat yolculuğunda ne ile karşılaşacaklarını çocuğun anlayacağı dil ile aktarmak doğrudur. Çünkü çocuğun yetişkinliğe geçmesi ya da bireyin kafasındaki çocuk bir fikri yetişkin fikre erginlemesi ustalık gerektiren bilinmesi elzem bir beceridir. Mircea Eliade der ki; ”Masalların kökeni ve anlam üzerine gelişen tartışmalarda hangi tarafta yer alınırsa alınsın, masal kahramanlarının başlarından geçen serüven ve sınavların hemen her zaman erginleme törenleriyle bağıntılı olduğunu yadsımak mümkün değildir.” Gılgamış’ın başından geçen erginleme şu anda çocukların masallarında gizlidir. Masallarımız şu anda üç görev görüyor. 31 31
ARAŞTIRMA
Joseph Campbell Birincisi masallar eğlenceli olmalıdır. Çocukların ilgisini çekmeli, çocukları eğlendirmeli, içinde oyunlar olmalı ve hep iyi bitmelidir. İkincisi masallar pedagojik olmalıdır. Çocuklara yalan söylememeyi, yabancılarla konuşmamayı, yardımsever olmayı öğretmelidir. Üçüncüsü; masallarda bir de gizlenen alt metinde gizli, çocukları ve yetişkinleri bir şeye hazırlayan metindir. Ezoterik yani içrek metinler masallara gizlenmiştir. İşte bu yüzden bazı masallar binlerce yıldır anlatılmakta, bazı masallar hiç unutulmamaktadır. O masallar çocuklara ve yetişkinlere Theseus’un, Gılgamış’ın, Osiris’in 32 32
hikâyelerini kulaklarına fısıldamakta onları hayata hazırlamaktadır. Onların da birer kahraman olduğunu subliminal olarak onlara iletmektedir. Ve bu çok iyi bir şeydir. Çünkü modern toplum bireye olgunlaşmalarını sağlayacak ritüelleri sunmuyor. Campbell der ki “ilkel erginleme seremonisi ritüellerinin hepsinin temeli mitolojiktir. Ve hepsi de çocuk egosunu öldürmeyi çocuğu yetişkin olarak tekrar doğurmayı hedef seçer. Pamuk Prenses, Parmak Çocuk, Kırmızı Başlıklı Kız, Pinokyo… hep çocuklara hayatın yasalarını fısıldayan metinlerdir.
Hep beraber Kırmızı Başlıklı Kız masalını inceleyelim; Kırmızı başlıklı kız genç kızların erginleme ritüeliyle ilgili bir masaldır. Büyük ihtimalle arkaik bir avcı kültürüne aittir. Ortaçağdan günümüze yoğun bir şekilde anlatılmaktadır. Amacı kabaca erginleme başlamadan önce zayıf karakterli tecrübesiz kişiyi erginleme sonrası yetişkin güçlü bir bireye evirir.
ARAŞTIRMA Masalımız her masalda o l d u ğu gibi e v v e l zaman içinde ile başlar. Çünkü zamansız, tüm zamanlara hükmeden bir anahtardır.
olayı anlar. Uyumakta olan kurdun karnını makasla keser ve kırmızı başlıklı kızı ve nenesini kurdun midesinden çıkarır. Kızın ağzından dökülen ilk sözcükler “Ne korktum! Kurdun karnı pek karanlıktı!” der ve hemen harekete geçer. Etraftaki taşları kurdun karnına doldurur. Kurt uyanınca taşlar yüzünden ölür ve kırmızı başlıklı kız mutlu mesut şekilde yaşar. Başına o olaydan sonra böyle kötü bir olay gelmez.
Evvel zaman içinde kırmızı başlıklı kız annesinin hazırladığı bir parça keki ve bir şişe şarabı nenesine götürmek üzere annesinden teslim alır. Annesi kızına “yoldan uzaklaşma ve şarap şişesini sakın kırma” diye öğütler. Yolda giderken kılık değiştirmiş kurtla karşılaşır. Kurt kızın nenesine gittiğini öğrenir ve kızı nenesine çiçek toplaması için daha uzun bir yola yönlendirir.
Şimdi masalı analiz edelim. Anne kızına “yoldan uzaklaşma ve şarap şişesini sakın kırma” diye öğütlerken kızının karşılaşacaklarını bilir. Erginleme törenine gittiğinin farkındadır. Ve “yoldan uzaklaşma ve şarap şişesini sakın kırma” derken asıl dediği “bilgilerini artır ve yeni şeyler öğren ama yitip gitme” demektedir.
Kurt koşarak nenenin evine gider ve neneyi yutar onun kıyafetlerini giyer ve yatağa yatar. Birazdan kırmızı başlıklı kız gelir. Kırmızı başlıklı kız nenesine neden dişlerin uzun, neden kulakların büyük gibi sorular sorar. Kurt bunlara cevaplar verir ve kızı da yutar. Sonra eve avcı gelir ve
Kız kurtla karşılaşınca kurdu tanır ama boyun eğer. Anlamıştır erginleme töreni başlamıştır ve çağrıyı kabul eder. Her sınava boyun eğecektir. Erginleme törenlerini yönetenlerin çeşitli maskeler, kürkler, tüyler ve takma pençeler kullanarak hayvan kılıklarına girmeleri çok sık olan bir durumdur. Onlar hayvan biçiminde tanrısal güçlerdir.
Nine tüm kültürlerde olan Ana Tanrıça’dır, ya da toprak anadır. Toprak ana hem besleyen hem de yutup yok edendir. Kurt aslında nineyi yani Ana Tanrıçayı yutmaz. Sadece Ana Tanrıça’nın yok edici niteliğini simgeler. Yatakta nenesinin kıyafetleriyle kurdu gören kız olağan dışı değişimi fark etmiştir. Yaşlı kadının gözleri kulakları ve dişleri büyümüş yırtıcı açlık duygusu varlığını ele geçirmiştir. Ve kurt kızı da yutar. Böylece kurdun midesine giren kız simgesel olarak ölmüş, kişilik yitirilmiştir. Avcı gelip kızı kurtardığı zaman kız ikinci kez doğmuş, erginlenmiştir. Kızın ağzından dökülen ilk sözcükler “Ne korktum! Kurdun karnı pek karanlıktı!” aslında çocuğun çocuk bilincini yitirdiğine yetişkin bilincine geçtiğini anlatır bize. Arkaik avcı bir topluma ait olan ritüel kendini en ünlü masalımızda yer bulmuştur. Ve bunun gibi birçok örnek vardır. Jung ve Campbell’ın çalışmalarından çıkan sonuç, kolektif bilinçdışında mitolojinin temel malzemelerini oluşturan yeniden üretme eğilimi vardır. Ve mitoslar masallarımıza hatta beyaz 33 33
ARAŞTIRMA perdenin keşfinden sonra filmlerde kendilerine yer bulmuştur. Joseph Campbell hayatını mitoslara adamıştır. Araştırmacıya göre mitoslar ve simgeler insan ruhunun derinliklerini yansıtır. Eğer çözmeyi biliyor isek kitap gibi kolayca okunabilir. 1949 yılında yazdığı Türkçe’ ye Kahramanın Sonsuz Yolculuğu ismiyle çevrilen kitabında mitosların genel özelliklerini belirtti. Campbell’in teorisine göre sadece bir kahra-
34 34
man bir macera vardır sadece kahramanın taktığı maskeler değişiyordur. Campbell’a göre mitoslar ölü değil, canlı ve günümüzde de geçerli anlatılardır. Aşağıda detayları ile gösterilen maceranın basitleştirilmiş hali yola çıkış, erginlenme ve dönüş diyebiliriz. Campbell der ki; tüm kahraman bu yolu takip eder, bazen sıralama değişir bazısında bazı duraklar yoktur ama kabaca tüm mitoslar aynı hikâyeyi anlatır, hikâyenin anahtarı da
yukardaki çemberdir. Binlerce yıldır, binlerce mitos kendini bu formülle var ediyor. Ve buna monomit, tek mit deniliyor. İnsanlar birbirinden habersiz, hep aynı şeyi anlatmışlardır. Tek bir hikâye var ve o hikâyeye yeni kıyafetler giydirip duruyoruz. Monomit! Tolkien de, Dante de, Shakespeare de, Disney Stüdyoları da, Warner Bros Stüdyoları da, Ridley Scott da, Tim Burton da, Christopher Nolan da hepsi aynı hikâyeyi
ARAŞTIRMA anlatıyor. Kırmızı Başlıklı Kız da, İlahi Komedya da, Kayıp Balık Nemo da, Amelie de, Keloğlan da hep aynı hikâyedir. Peki, sinema neden aynı hikâyeye farklı farklı kıyafetler giydirip önümüze getiriyor? Çünkü o hikâyeyi anlatınca başarılı oluyorlar, gişe yapıyorlar. Kalıcı oluyorlar. Klasik eserin gücünden faydalanıyorlar. Peki sinema neden aynı hikayeye farklı farklı kıyafetler giydirip önümüze getiriyor? Çünkü o hikâyeyi anlatınca başarılı oluyorlar, gişe yapıyorlar. Kalıcı oluyorlar. Klasik eserin gücünden faydalanıyorlar. Monomit günümüz insanının aslında o kadar özgün olmadığını, kadim bir hikâyeye yeni kıyafetler diken terziler
olduğumuzu suratımıza sertçe vurur. Monomit ya da kadim zamanlardan kalan inisiyasyon ritüellerinden bizlere miras kalan inisiyasyon mitosları kendini her devirde görünür kılmayı başarmıştır. Bunun en önemli sebebi biz o mitoslara temas edince tamamlandığımızı yada bulmacanın eksik parçasını bulduğumuzu veyahut ruhumuza iyi geldiğini ruhumuzun derinliklerinde hissetmişizdir. Biz farkında olmadan gizli mesajı olan masalları, destanları, sinema filmlerini seviyoruz, anlatıyoruz ve izliyoruz. Onlar bize iyi geldikçe, o tür eserleri kalıcı, klasik seviyesine çıkarıyoruz. Onlara yenileri ekleniyor
ya da kalıcı oluyor. Klasiklerin değeri zamanla artıyor. Monomiti Hollywood keşfetti. Joseph Campbell’ın kitabını referans alınarak yazılan Yazarın Yolculuğu adlı eser Christopher Vogler’a büyük bir ün getirdi. Kendisi Hollywood’da birçok yazı gurubunun danışmanı ve eğitimler veren birisi seviyesindedir. Yazdığı kitap senaristlerin kutsal kitabı kabul ediliyor. Christopher Vogler’ın yaptığı temel olarak Campbell’ın kitabını senaryo yazarken nasıl kullanılacağı anlatan bir rehber yazmak oldu. Bu günlerde sinema kurslarının en popüler kursları monomitin anlatıldığı kurslardır. Senaryo yazmak isteyenler mit, mitos, ritüel, monomit vs başlıklarından oluşan kurslara bir gün için inanılmaz paralar ödüyorlar. Çünkü denenmiş, insanlarda karşılığı olan bir formülü var mitosların. Üzerine dikilen yeni kıyafetlerle her seferinde coşkuyla karşılanıyor. Yatırımlar gönül rahatlığıyla emanet ediliyor. 35 35
ARAŞTIRMA
Bununla ilgili anlatılan bir hikâyeye göre 3 kişilik senaryo ekibi meşhur Gladiator filminin senaryosunu yazar ve yönetmen Ridley Scott’ın önüne getirir. Scott’ın tepkisi “100 Milyon doları hayatta kalmak için hayvan ve insan öldüren bir adamın hikâyesini anlatmak için mi riske edecez? Bize gülerler” der. 4. senaristi işe alır, yeni senaristin görevi mevcut senaryoyu monomite göre revize etmektedir. Senaryo revize edilir ve çekilir, tüm dünyada çok başarılı olur. Gladiator de bir monomittir. Kabaca monomitte kahraman bir şeylerin eksikliğini hisseder ve maceralara atılır. Canavarlarla dövüşür, ulaşılmaz dağlara tırmanır, 36 36
karanlık ormandan geçer. Sonunda eski kişiliği ölür ve yepyeni bir içgörü ya da yetenek kazarak geri döner. Şimdi gelin birkaç filmi analiz edelim. Matrix. Bilimkurguyla inisiyasyon olgusunun kesiştiği yerde karşımıza Matrix çıkar. Matrix’i analiz ettiğimizde de karşımıza monomit çıkar. Bu felsefi kadim altyapısı yüzünden klasik olmuş bir filmdir. Yoksa vurdulu kırdılı film, aksiyon sahneleri bol film çok fazla var ama Matrix aralarından çok net bir şekilde sıyrılıyor. Çünkü Matrix insanın daha yukarı bir bilinç durumuna doğmak için nasıl ölmesi gerektiğini anlatan sırlara sahiptir.
Monomit dışında birçok felsefi öğe Matrix’te vardır. En önemli öğe; Matrix kabaca bir mağara mitosunun yeniden canlandırılmasıdır. Mağara mitosu için Platon’un Devlet kitabı okunabilir. Matrix, monomit açısından aşağıdaki satırlarda incelenecektir. İlk olarak: SERÜVENE ÇAĞRI Neo bilgisayarın önünde uyuyakalmıştır. Bir anda bilgisayarında yazılar belirmeye başlar. Uyan Neo! Neo bilgisayarına bakar, birisi bilgisayarına girmiştir. Bilgisayar da tekrar yazı çıkar beyaz tavşanı takip et. Tak tak! Yazar aynı anda kapı çalınır.
ARAŞTIRMA
Kapıyı açtığı zaman kolunda beyaz tavşan olan biri onu bir yere davet eder. Maceraya çağrı kısmı gerçekleşmiştir. Bu sekansta birçok sembolik anlatım vardır. En önemlisi Neo’nun kapı numarası 101 dir. 101 George Orwell’in 1984 adlı eserinde Winston Smith’in de kapı numarasıdır. Neo gittiği yerde Trinity ile tanışır ve çağrı yenilenir. Bir sonraki durak monomitte de olduğu gibi çağrının reddi aşamasıdır. ÇAĞRININ REDDİ Neo ofisinde çalışırken bir zarf içinde cep telefonu gelir ve Neo eline aldığı anda telefon çalar. Arayan Morpeus’tur. Morpeus Neo’ya talimatlar verir. Çünkü başı beladadır. Açık ofis birblabirente döner ve her şeyi gören Morpeus’un yönlendirmeleriyle Neo oradan oraya kaçar. En son Neo’yu pencereye
yönlendirir. Ve Neo’dan atlamasını ister, Neo Morpeus’a inanmaz ve çağrıyı reddeder. Çağrı reddedilmiştir. Monomitte olan çağrının reddi aşaması da gerçekleşmiştir. Sıradaki aşama Akıl Hocası ile karşılaşma-Tanışma aşamasıdır. Neo, Morpeus ile tanışır. AKIL HOCASI Neo yakalanır, sonra serbest bırakılır. Ve Trinity ve arkadaşları Neo’yu eski bir köprünün altından geçirerek Morpeus’a götürürler. Akıl hocası ile Morpeus ile tanışmıştır. Gerçek hakkında konuşurlar. Neo aradığının Morpeus’ta olduğuna inanır. Morpeus burada çağrıyı yineler mavi ve kırmızı hap ile. Ve Neo kırmızı hapı seçer hem hocasını hem macerasını seçer.
dığını fark eder. Her şey bitmek üzeredir. Akıl hocası Neo’yu Nabukadnazar isimli gemisine çeker ve Neo’yu kurtarır. Rutin hayatında cesaret edemeyeceği aklının ucundan bile geçmeyecek şeyleri yapmıştır Neo. İlk eşik açılmıştır. Neo ilk gemiye geldiği zaman ışığa bakamaz, gözleri yanmaktadır. Gözlerim neden yanıyor der. Morpeus’un cevabı daha önce gözlerini kullanmadın ondan dolayı olur. Seyirci eğer biliyor ise aklına Platon’un mağaradan çıkan kahramanın gözlerini getirtir. SINAVLAR, DOSTLAR, DÜŞMANLAR Kahraman, yeni dostlar, yeni düşmanlar ve yeni sınavlarıyla karşılaşır. Gemideki dostları, ajanların herkesin kılığına girilebildiğini öğrenir. Yani düşman herkestir.
Macera başlamıştır. Artık birçok deneme başlamıştır. Bir sonraki durak Eşiği Aşma aşamasıdır.
Yeni yetenekler öğrenir, savaş sanatlarını öğrenir. Matrix’in yapısını öğrenir ve artık kâhini görme zamanı gelmiştir.
EŞİĞİ AŞMA Neo, çorak bir çölde bir yumurtanın içinde olduğunu görür. Kablolara bağlıdır. Matrix’e enerji sağlayan bir pildir. Ve yumurtanın içinde uyanır. Şok geçirmiştir. Bir makine Neo’nun uyan-
Bir kehanet vardır. Seçilmiş kişi gelecek ve Matrix’i yok edecektir. Morpeus da seçilmiş kişinin Neo olduğuna inanır ve onu kâhine götürür. Kâhin mutfağında pasta yapan bir ev hanımıdır. Mutfağında Delfi 37 37
ARAŞTIRMA tapınağında yazan o meşhur söz “Kendini bil!” yazar. Kâhin Neo’yu inceler ve derki bir potansiyelin var ama bu hayatında seçilmiş kişi değilsin belki sonraki hayatlarında, kim bilir der! Neo odadan çıkar ve seçilmiş kişi olmadığını Morpeus’a söyleyecekken Morpeus onu susturur. O duyman gerekenleri sana söyledi. Sadece senin duyman gerekenleri der. Kahramanın macerası artık iyice hızlanmıştır. Bir sonraki durak Mağara ya da balinanın karnıdır. MAĞARAYA DOĞRU Macera alanından gerçek dünyaya geçerken Neo deja vu görür ve kötü bir şeyler olmaya başlar. Cypher ihanet eder. Morpeus yakalanır. Trinity ve Neo zor kurtulur. Bu sırada birçok insan ölür. Akıl hocası yakalanmış, birçok dostu ölmüş olan Neo silahlanır ve balinanın karnına girmeye karar verir. Normal hayatta kimsenin cesaret edemeyeceğine Neo cesaret eder ve balinanın karnına girer. Bir sonraki durak kahramanın Ateşten Gömlek giydiği kısımdır. 38 38
ATEŞTEN GÖMLEK Akıl hocalarının ortak özelliği öykünün bir noktasında kenara çekilmesi ve kahramanın kahramana dönüşmesine izin vermesidir. Balinanın karnında silahlarla gökdelene saldırır. Burada Neonun çok geliştiğini birçok yetenek geliştirdiğini görürüz. Artık mermilerden sıyrılmayı öğrenmiştir. Ajanlarla çata çat savaşmaktadır. Ve balinanın karnına ulaşır. Akıl hocasını kurtarır. Balinanın karnından birlikte sağ salim çıkarlar. ÖDÜL Balinanın karnından hocasını kurtarması Neonun en büyük ödülüdür. Ayrıca birçok yeteneğini mükemmelleştirmiş ve inisiyasyon sürecinin son aşaması olan dirilişe hazırlanmıştır. DİRİLİŞ Ödülü de almış olan Neo en son bir savaş vermelidir. Ajan Smith ile yer altında metroda verdiği dövüş son dövüş
olacaktır. Bu son dövüşte ajanı çok zorlar ama yine de o kadar iyi değildir. Ve ajan Smith Neo’yu vurur. Neo ölür. Herkes şaşkındır. Gerçek dünyada Trinity Neo’yu öper. Uyuyan Güzel’de, Pamuk Prenses’te olduğu gibi. Neo’nun ölmesi yeniden doğması içindir. Neo gözlerini açar ve ayağa kalkar. Hiç olmadığı kadar güçlüdür. Kâhin haklıdır öbür hayatında değil ama doğduğu bu yeni hayatında Neo seçilmiş kişidir. Artık her şeyi en saf haliyle görmektedir. Ajan Smith’i bir insan olarak değil bir yazılım olarak görür. Ölümden dönen, yeniden doğan Neo kozmik bilgileri özümser. Özgürleşmiş olarak savaşa yeniden başlar. Ve ajan Smith’i yok eder. Kahraman başarmıştır. Daha üst bir bilinç hali için ölmüş ve daha üst bir bilince doğmuştur. Film boyunca olan biten
ARAŞTIRMA
Neo’nun inisiyasyon sürecinin zihnini özgürleştirmesinin bir parçasıdır. Biz modern kahramanlar olarak mağaralara girip labirentlerde mitsel canavarlarla dövüşemiyoruz. Zaten gerekmiyorda. Campbell’ın da dediği gibi “geçiş ritusları” sadece adayları (kahraman) etkilemek için değil, aynı zamanda topluluk üyelerini de (izleyicileri) etkilemek içindir. Matrix’in başarısı mitolojik inisiyasyon hikâyesi olmasıdır. Matrix benzeri birçok film vardır. Yüzüklerin Efendisi serileri, Hobbit, Dövüş Kulübü vs. Ama ben onlar gibi vurdulu kırdılı bir filmi değil başka bir kahramanın yolculuğunu anlatacağım. Kahramanlık sadece orglarla
s a vaşma, ajanları öldürme, binaları patlatma ile olmuyor. Kendi hayatına hükmedip başkalarının hayatını olumlu etkilemek ile olur. Bu yüzden sıradaki kahramanımız bizim hayatlarımıza çok daha yakın modern bir kahraman. Fransız bir genç kızın hikâyesini, Amelie’yi inceleyeceğiz. Amelie’nin kendi kabuklarını kırıp hem kendi hayatını düzeltip hem de başkalarının hayatını olumlu etkilemesine monomit gözünden bakacağız. Psikolojik açıdan baka-
cak olursak Amelie’nin yaşadığı gençlik krizini alt etmek üzere geçirdiği dönüşümdür. Filmimizin ya da mitosumuzun sonunda Amelie, içe dönük ve yalnız bir yaşama mahkûm olmaktan kurtulacak, gerçek ve içten aşka kavuşarak kendi iç dünyasının duvarlarını yıkacak ve büyüyecektir. Amelie çocuk zihninden yetişkin zihnine erginleyecektir. Amelie’yi biraz yakından tanıyalım. Amelie 39 39
ARAŞTIRMA ailenin tek çocuğudur. Annesi öğretmen babası doktordur. Babası ile çok yakın bir ilişkisi yoktur. Tek fiziksel temasları babasının Amelie’yi muayene ettiği aylık kontrollerde olur. Amelie o kadar çok heyecanlanır ki bu fiziksel temasa kalbi çok hızlı atar. Babası bu heyecanın farkına varmaz ve kızının kalp hastası olduğuna karar verir. Bundan sonra Amelie’nin hayatı değişecek dış dünya ile irtibatı kopacaktır. Kalp hastası sanılan Amelie dışarıya bırakılmaz, okula gönderilmez. Öğretmen olan anne Amelie’ye eğitimini evde verir. Hiç arkadaşı olmaz, dünyadan uzak büyür ve mecbur kendi dünyasını yaratır ve onu yaşar. Evde çok büyük baskı vardır. Bu baskıyı süs balığı kaşalot’un intihar etme teşebbüslerinden anlarız. Balık her fırsatını bulduğunda intihar etmeye çalışır. Amelie’nin kaçışı içe kapanmak olur. Amelie’nin annesi çok trajik bir şekilde Amelie’nin yanında ölür. Bu ölüm daha da yalnızlaştırır Amelie’yi. Babasıyla birlikte geçer tüm çocukluğu. Evden ayrılma zamanı geldiği zamanda evden ayrılır ve bir kafede çalışmaya 40 40
başlar. Sonuç olarak Amelie’nin hayallerle dolu, sıradan, içe dönük ve huzurlu bir yaşamı vardır. Ama Amelie’nin yolu iyilik perisi olarak kendi erginlemesini tamamlayıp çevresine faydalı olmaktır. Şimdi monomit duraklarına bakalım bu modern mitostaki… SERÜVENE ÇAĞRI Amelie’nin serüvene çağrı süreci; 30 Ağustos 1997 akşamı Lady Diana’nın ölümünü duymasıyla başlar. Amelie açık olan televizyondan haberi duyunca çok şaşırır. Şaşkınlıktan elindeki parfüm şişesini kapağını yere düşürür. Yuvarlanan kapak, duvar karolarından birine çarpar ve onu yerinden çıkarır. Ortaya çıkan delikte, yıllardır orada gizli kalmış teneke bir kutunun içinde, bir çocuğun definesi durmaktadır. 1950’lerde oraya saklanmıştır. Bretodeau adlı çocuğun 50 yıl önce oraya sakladığı hazineyi Amelie keşfetmiştir. Lady Di kendi sorunlarına rağmen başkalarına destek olmayı görev bilen bir iyilik perisidir. Di’nin öldüğü anda Amelie çağrıyı alır ve kabul eder. Di’nin bıraktığı yerden Amelie devam edecektir. Çağrı gelmiştir ve kabul edilmiştir.
Kendi kozasını yırtmak, başkalarının sorunlarını çözmek gibi bir zorlu yolculuğu vardır. ÇAĞRININ REDDİ Teneke kutudaki define Amelie’nin tek düze varoluşunda bir anlam kıvılcımı yaratır. Kutunun sahibini bulmak ve onu ona vermek Amelie’nin tek hedefidir. Bu mitos da çağrının reddi aşaması hiç gerçekleşmez. Amelie’nin erginleme töreni başlamıştır. AKIL HOCASI Amelie 1950’lerde, yani yaklaşık 40 yıl önce kendi dairesinde oturan çocuğu bulmak için ertesi gün araştırmalara girişir. Tüm mahalleyi gezer, herkesle konuşur ama bir türlü aradığı kişiye ulaşamamıştır. Amelie’nin farkında olmadığı bir şey vardır. Amelie bir başkası tarafından izlenmektedir. Amelie araştırması sonucu oluşan hayal kırıklığıyla apartmana girerken bir anda Kristal adamın kapısı açılır ve ona hatasını söyler. Amelie de kristal adamın evine girer. Kristal adam çocukluğundan beri hastadır. Vücudu en ufak temasta kırılan, insanlardan uzak yaşamak zorunda kalan bir hastadır. Evinden çıkamaz. Evi hastalığına göre tasarlanmıştır.
ARAŞTIRMA
Her yıl aynı resmi çizer. Onlarca çizmiştir. Resmin adı sandalda öğle yemeğidir. Renoir’e aittir. Burada elinde bardak olan kızın gözleri zorlamaktadır. Resmi iyice mükemmelleştirmiştir. Sadece bardaklı kızın gözleri mükemmelleştirilmeyi beklemektedir. Bardaklı kızın gözleriyle ilgili Amelie ile konuşurken Amelie’nin de elinde bardak vardır. Hikâye ilerledikçe bardaklı kızla Amelie’nin benzerliklerini Amelie ifade eder. Akıl hocası artık mükemmelleşebilmesi için Amelie’nin gözlerini, görüşünü mükemmelleştirmelidir. Bardaklı kız için yaptığı yorumlar aslında Amelie için yaptığı yorumlardır. Risk alması gerektiği, hayata değip darbe alması gerektiği ve bunu geciktirmemesi için tavsiyelerde bulunur. Korkmamalıdır, kendini
gerçekleştirmelidir.
R u h u nun i n cinmesinden korkup hayattan kendini soyutlamaktan vazgeçmelidir. Tabi ki bardaklı kız!:) Doğaüstü bir yardım biçiminde ulaşan Kristal adamın desteği Amelie’yi doğru yola yöneltecektir. Ama daha önemlisi Amelie akıl hocasını bulmuştur. Artık Amelie’ye bir başka şekilde yaşanabileceğini tarif eden bir figür vardır. EŞİĞİ AŞMA Kristal adamdan aldığı bilgilerle Amelie aradığı kişiyi bulur ve sahnelediği bir özel oyunla defineyi sahibine
teslim eder. Definenin gerçek sahibi Bretodeau pek farkında olmasa da bir tür eşik nöbetçisi görevini üstlenmiştir. Amelie’nin ilerleyebilmesi için Bretodeau’nun sorununu aşması kesin koşuldur. Amelie hazineyi sahibine verdikten sonra yaşlı adamı izler. Adam sarsılmıştır. Çok etkilenmiş ve olumlu şekilde değişmeye karar vermiştir. Yıllardır görmediği ve hiç görmediği torununu görmeye karar verir. Hayatın tekdüzeliğinden kurtulmuştur. Filmin sonunda da göreceğimiz gibi bildiği her şeyi torununa öğreten bir dede olmuştur. Amelie risk aldıkça başkalarının da hayatı değişmektedir. 41 41
ARAŞTIRMA
Risk almaya devam eder. Kör adamı tüm çarşıda gezdirir. Onun gözü olur. Ona her şeyi tarif eder. Sonra sahneyi beyaz bir ışık kaplar. Eşik aşılmıştır.
çalışır. Yaratıcılığını kullanarak çevresinin sorunlarını çözmelerine yardımcı olur. Yeni dostları, düşmanları ve sınamaları vardır.
SINAVLAR, DOSTLAR, DÜŞMANLAR Amelie babasının öldüğü hayaliyle sarsılır ve babasını ihmal ettiğini düşünür. Babasının içe dönüklüğünü kırmak ve adamcağızı kabuğundan çıkarabilmek içim bahçe cücesini dünyaya gezmeye gönderir. Kıskanç Joseph’le hastalık hastası Georget’i aşka sürükler. Çırak Lucien’i aşağılayan Colignon’a oyun oynar. Apartman yönetici kadının rahmetli kocası tarafından sevildiğine ve adamın pişman olduğuna dair mektuplar, oyunlar hazırlar. Kimin neresi acıyorsa, Amelie oraya merhem olmaya
MAĞARAYA DOĞRU Amelie hızla mağaraya doğru ilerlemektedir. Balina ağzını açmış Amelie’yi beklemektedir. Kendi kabuğunu kırıp başkalarının hayatını düzeltirken sırada kendi hayatı vardır. Dışa dönük birisi olmuştur ama kendi hayatı için bir ilişki geliştirmemiştir daha. Sırada bir ilişki gerçekleştirmek vardır.
42 42
Amelie Nino’yu görür. Kalbi çarpmaya başlar. Bir koşuşturma başlar. Nino birisinin peşinden Amelie’de Nino’nun peşinden koşmaya başlar. Nino’yu kaçırır ama Nino bir albüm düşürmüştür.
Amelie albümü alır. Albümde fotoğraf kabininde çekilen ve beğenilmeyip yırtılan fotoğraflar vardır. Nerdeyse her sayfada çeşitli yaşlarda, çeşitli kabinlerde bulunmuş bir adamın fotoğrafı da vardır. O kişi muhtemeldir ki Nino’nun bu resimleri toplamasının sebebidir. Amelie’nin hayalet olarak nitelen
ARAŞTIRMA
A T E Ş TEN GÖMLEK Bir labirent koşuşturması sekansı inceleriz. M a s k e l e r, kostümler, afişler. Tüm Paris sokakları labirent olmuş kahramanımızın erginleme törenine mekan olmuştur. Ve sonunda ateşten gömlek giyilmiş ve Nino ile tanışılmıştır.
dirdiği adamın çeşitli yaşlarındaki fotoğrafları ile ilgili Akıl Hocası ile de konuşur. Akıl hocasının da yönlendirmesiyle Nino ile tanışmaya karar verir. Ama bunu Amelie kendi tarzında yapar. Nino ile oyun oynar. Onu kendi dünyasına çeker. Hala tedirgindir. Gerçek dünya kurallarına göre davranamaz.
ÖDÜL Amelie bir aydınlanma anında albümde her sayfada resmi olan adamın kimliğini çözmüştür. Bir hayalet değil. Yaşlanmaktan korkan biride değil. Bu kişi sadece fotoğraf kabinlerini tamir eden bir tamircidir. Sırrı çözmüştür. Bunu Nino’ya bir oyunla gösterir. Nino da artık özgürdür. Onun bulmacası da çözülmüştür.
Akıl hocası devreye girer ve cesaretlendirir Amelie’yi. Amelie harekete geçmesi gerektiğini anlar ve Nino’ya kapıyı açar. Artık birlikte ve mutludurlar. Filmin başında kendi dünyasında yaşayan çocuk bilincindeki Amelie bu çocuk bilincini yetişkin bilincine erginlemiştir. Çocuk bilinci ölmüş yerine yetişkin bilinci doğmuştur. Ölmeden önce ölmede gerçekleşmiştir. Amelie’nin kendi erginlemesi Amelie’nin olduğu kadar çevresindeki insanlarında hayatını dönüştürmüştür. KAYNAKÇA Kahramanın Sonsuz Yolculuğu – Joseph Campbell Sinemada Modern Mitoloji – Ömer Tecimer Mitolojinin Gücü – Joseph Campbell –Bill Moyers İçimizdeki Kahraman – Carol S. Pearson Dört Arketip – Carl Gustav Jung Mit ve Anlam – Claude Levi Strauss
Erkan SİHİR
DİRİLİŞ Nino Amelie’ye gelir. Amelie gerçek bir ilişkiden kaçmaktadır. Kendi dünyasında kalmakta ısrar etmektedir. Burada 43 43
ARAŞTIRMA
44 44
ARAŞTIRMA
İlksel aşktır, birleşmenin ilksel gücüdür Neden aşk üzerine söyleşiyoruz? Çünkü bugün aşk, sadece karşılıklı çıkar ilişkisine dayanan, geçici, heyecandan öteye gitmeyen bir konu halini almıştır. Aşk’ın büyüklüğünü ve değerini yeniden hatırlatmak için bu söyleşiye ihtiyaç duyduk. Şüphesiz ki aşk; insanoğlunun en şiddetli yaşadığı duygudur. Eskiden ruh dünyamızla sınırlı olduğunu sandığımız bu sihirli duygunun günümüzde, ruhumuzun ve bedenimizin birlikte tecrübe ettiği bir deneyim olduğunu öğreniyoruz. Bu yazıda aşkın ne manaya geldiğinden, türlerinden, ruh ve fiziki dünyamızın aşk denen tecrübeden nasıl etkilendiğini; gerçek aşkın nereden başlayıp nere-
ye ulaşması gerektiğini, yaptığımız araştırmaların ışığında açıklamaya çalışacağız. Görüyoruz ki hepimiz aşkı farklı şekillerde ifade ediyoruz. Bu da bizi aşkın sözcükler ya da tanımlar sorunsalı olarak özetlenemeyecek kadar zengin olduğunu gösteriyor. Her ne kadar çok varyasyonu olsa da; aşkı bazı ana başlıklar altında değerlendirip çözümleyebiliriz. Akla ilk gelen aşk tanımı; insanın insana karşı hoşlanma, beğeni, istek, arzu, tutku, şehvet gibi duygularının ortaya çıkışı ve yükselmesi sonucu başlayan duygu karmaşıklığı olarak karşımıza çıkmaktadır. Biz de önce buradan yola çıkarak ve bu duygu yoğunluğunun bedenimizde hangi değişimler sonucu ortaya çıktığına, nasıl aşık oldu-
ğumuza bir bakalım. Hemen her konuda araştırma yapan bilim adamları bu konu üzerinde de araştırmalar, deneyler yapmış ve bazı sonuçlara ulaşmışlardır. Bilim adamları diyor ki; aşık olan birinin beyninde elektrokimyasal bazı tepkimelerin gerçekleşmesi sonucu bazı kimyasal ileticiler beyinde dolaşmaya başlar ve kişinin aşık olduğunu beynin her köşesine iletirler. Aşk uyarıları beynimizin en yaşlı yeri olan ve cinsel iştahımızla beslenen hipotalamusun derinliklerinden kaynaklanır ve sinir ileticileri ile beyin korteksinin farklı loplarına doğru ateşlenir. Bunun sonucunda da heyecan, kalp atışlarında artış, mutluluk, güç, tüm engelleri aşabileceği hissi gibi sonuçlarla aşk bizlerde kendini gösterir. 45 45
ARAŞTIRMA
Yine b i l i m adamlarının yaptığı çalışmalar sonucunda, hayvanlar aleminde olduğu gibi insanlar arasında da kokunun aşık olma sürecini başlatmaya yettiğini de ortaya koymuşlardır. Ayrıca yine yapılan çalışmalarla sadece koku değil, görsel ve işitsel algı, hatta tat alma duyularının da aşık olma sürecinde rol oynadığını tespit etmişlerdir. Ayrıca korkunun tutkuyu doğurduğu, tutkunun da bir süre sonra arzuya dönüştüğü, bunun da bizi aşk zannettiğimiz bir duruma sürüklediği de yine yapılan çalışmalar sonucu ortaya çıkarılmıştır. Eğer bir kişinin sizden hoşlanmasını istiyorsanız onu tüylerinin ürperip korkmasını sağlayın. Genellikle güzellik ve yakışıklılık aşka sebep gibi görünse de aslına bakarsanız o kadar da önemi yoktur. Bazen bir sese, gülüşe, duruşa bağlı olarak da aşık oluruz. O zaman kişinin güzel ya da yakışıklı olmasının bir önemi kalmaz. Bir gün kişi, birini gö46 46
rür ve aşık olur, onun peşinden dünyanın öbür ucuna bile gitmeye k a l k a r, hayatındaki her şeyi bir kenara bırakıp her şeyi unutur. Sonra bir gün gelir ki, o tutku geçer ve ilişkiyi bitirir. İşte böyle kişiler karşılarındaki kişiden ziyade aşkın yarattığı tutkudan dolayı damarlarında dolaşan dopamin’in etkisine aşıktırlar.
maya başlar. Aşka teslim olmuş iki beden, aşkın esiri haline gelir. Aşk; bugün en çok kullanılan kelime olmasına rağmen en az hissedilen duygudur. Herkes aşktan ve tecrübe ettiği büyük duygudan bahseder. Herkes ne kadar çok konuşursa; hepimizin bizde olduğundan değil, olmadığından bahsettiği aşktan yoksun oluşunu o kadar çok gösterir.
Sevgi “Hub” sözcüğünden gelmektedir. Hub; Arapçada, “kaynama noktasına gelmiş suyun üstüne çıkmaya başlayan kabarcıklar”dır. Buna “Habbe” veya “Habab” da denir. Yani, muhabbete susamışlıktan, arzudan dolayı kalbin kaynamaya ve habbeler çıkarmaya başlamasıdır.
Yaratılış sırasında insan ruhlarının dünyada yaşamak üzere bölündüğü anlatılır. Bölünen her ruh, yarısını kaybettiği hissine kapılır. Aşk, tüm insanlar için bir zamanlar kendi parçası olanı ve artık bulamadığını bulma ihtiyacıdır. Aşk, kaybedilmiş birliğin aranması, zıtlık ve benzerliğin uyumudur. Zıtlıktır, çünkü her biri bir yarısını kaybetmiştir, benzerliktir çünkü hiçbir ilişkisi olmayan iki ruhu bir gün bir araya getiren birbirlerini yeniden bulmuş hissini verir.
Aşk, Arapçada “Işk” sözcüğünden gelir ve sarmaşık demektir. “Aşaka” adı verilen bu sarmaşık ağaca dolanır. Onu tepeden tırnağa sarar. Yapraklarının altından ağacın gövdesine kök salar ve ağacın öz suyu ile beslenir. Sarmaşık büyüyüp geliştikçe ağaç, solmaya kuru-
Aşk; gereksinimi duyduğumuz şeyle birleşmeye duyulan derin ihtiyaçtır. En üstün duygu olmasına rağmen aşk, insanların yoksunluğunun bir göstergesidir. Eksik olan, ihtiyaç duyulan, arzunun güçlü kolları ile kendimize çekmek istediğimiz şey sevilir. Bizi tamamlayan, sahip
İsterseniz şimdi bir de aşk kelimesinin nereden geldiğine ve ne anlam taşıdığına bakalım.
ARAŞTIRMA olmadığımızı bize katan şey sevilir. Bu nedenle erkek kadını, kadın da erkeği sever. Her beden aşka ihtiyaç duyar fakat her bedenin de ihtiyacı farklıdır. Fizik alemde insanın gıdası arzular ve tutkular ile beslenmekken, manevi yönün gıdası ilim, hikmet, varlık bilgisi ve aşktır. Aşkın ihtiyaç duyduğu şeyi, tamamlanabilmek için aradığını söyledik. Bu nedenle aşk, karşıtları bir araya getirip birleştiren ve iki nesneyi yalnızca bir tane kalacak şekilde tamamlayan etkili bir güçtür. O karşılığını arayan ve çeken bir mıknatıs gibidir. Her ne kadar aşk akıl işi değil dense de her şeyde olduğu gibi, aklımızı aşkı yaşarken de kullanırız. Çünkü aşk akıl işidir. Sadece ne istediğini bilen, seçim yapmış olan insan aşk yolunda kendini olgunlaştırır. Ancak akıl insanda iki yönlüdür. Aklın gölgesi bizi çeşitli tuzaklar yoluyla heyecan ve heveslere sürükler. İnsan; ruhunun ihtiyacını ve kişiliğin ihtiyaçlarını fark edemediğinde tuzağa düşüp düşmediğini de fark edemez. Bir istekten diğerine konup durarak hayatının renkli ve maceralı geçeceğini zanneder. Tıpkı arıların lezzetli bir damla bal için her
gün ç i çekten çiçeğe uçması gibi… Bu gibi durumlarda insan kendi tuzağına düşer ve bir kez daha adına tecrübe diyeceği tekrarları yaşar. Aklımız bizi geçici olaylarla sürekli meşgul etmek ister. Zihnimiz onun heyecan ve heveslerini kutsal isteklermiş gibi sunar. Bu durumda bizi karanlığa sürükleyen zihnin oyununa gelmemek ayrı bir çaba ve bilinç durumu gerektirir. İnsanların gizli yasalarını kolaylıkla keşfedememesi için, doğanın her şeyi örtmek üzere kullandığı ve yanılsamayı temsil eden eski doğa tanrıçası Maya’ya göre aşk; savaşın karşıt kutbu olarak görünür. Bununla birlikte aşkta, adil bir orta yolu sağlayan diğer bir ikilik saklıdır. Aşk, zevk ile acı arasındadır. Bizi fazlasıyla tatmin eden ile derinden yaralayan arasında aşkın huzurlu yalınlığı bulunur. Aşk, bolluğun ve yokluğun çocuğudur. Kaynaklara sahip olan ama aynı zamanda her an kendini sefalet içinde hisseden yoksulluk ve bolluğun
oğludur. Bu paradoks, onun her zaman ikilik içinde yaşamasına ve ayrılığın bilinci ile birleşme susuzluğundan oluşan ikiz ruhlar içind e uyanmasına neden omuştur. Zevk ile acı değişkendirler, süreklilikten kesinlikle hoşlanmazlar. Bu iki uç duygunun değişkenliği arasında duyguların en üstün ifadesi olarak aşkı buluruz. Düş görmeyi sağlayan bir parça zevk ve bunu tecrübe etmeyi sağlayan bir parça acı, her ikisi de aşkta birlikte bulunur. Aşkı tanımlamak için birazda mitolojiye bakalım. Mitolojiye göre dünyanın var oluşundan önce Kaos’tan başka bir şey yokken, her şey potansiyel halde iken ve hiçbir şey ortaya çıkmamışken, her şeyi düzenleyecek, birleştirecek, ilksel biçim ve hayat verecek kapasitede dev bir güç, bir ilki doğmuştur. Bu, ilksel Aşk olan Eros’tur. 47 47
ARAŞTIRMA Eros, evreni düzenledikten sonra onu çeşitli katlara ayırmaya başlamış ve gökyüzünün en yüksek ve ince planından başlayarak, basamak basamak somut, elle tutulur, görünür bir dünyaya, bizim yaşadığımıza dünyaya kadar inmiştir. Bu katlardan her birinde farklı bir aşk türünün, o seviyeye uygun aşk ifadesinin olmasını sağlamıştır. Ancak bu gün tüm seviyeler için aynı sözcüğü kullanmaktayız. Mistik coşkuyu, insanın Tanrı’ya duyduğ u
aşkı, içindeki Tanrısal olanla temasa geçme ihtiyacını, uyum dolu olanın verdiği estetik coşkuyu, daha çok bilme ve doğanın sırlarını çözme tutkusunu ifade etmek için aynı sözcüğü kullanıyoruz. Yine aynı sözcüğü çeşitli hoşlanma, şefkat duygularını, diğer insanlara, bir şehre, eve, kitaba, bitkiye veya hayvana duyulan bağlılığı ifade etmek için de kullanmaktayız. Platon’a göre az önce bahsettiğimiz Eros; en eski tanr ı -
d ı r. B u gün heykel veya resimlerde gördüğümüz, sürekli olarak insanları tuzağa düşürmek için fırsat kollayan o sempatik melek Eros’dan bahsetmez. Onun bahsettiği Eros; ilksel aşktır, birleşmenin ilksel gücüdür. Yani diyebiliriz ki; iki tip Eros vardır. Biri ruhu bir zamanlar parçası olanı aramaya iten ilahi Eros, diğeri de zevkten, cinsel tatminden, içgüdüden, amaca ulaşmak için her yolu mübah kılan o susuzluktan başka bir şey düşünmeyen dünyevi 48 48
Eros. Yaşlanmaya, hastalığa ve ölüme mahkum bedenlerden başka hiçbir yerde duramayan bir aşk olan dünyevi Eros mutluluğa götürmez. Oysa gerçek aşk bunun ötesindedir. Platon’a göre aşk; bilgelik, enerji ve bildiğimiz, canlı olarak algıladığımız her ölçekte hatta cansızlarda bile yaşamdır. Ve der ki: “ Aşk, varlıkların en genci ve en narinidir. Bunlara bir de esnekliği ekleyiniz, çünkü o esnek olmayıp, kaskatı bir yapıda olsaydı, her bulunduğu yeri nasıl sarıp sarmalar, her ruha hiç farkına varılmadan nasıl girebilir ve oradan yine öylece nasıl çıkabilirdi? Onun letafeti, doğasına özgü ahenk ve esnekliğin en parlak kanıtıdır.” “Aşkın doğru yolundan yürümek ya da bir başkası tarafından yürütülmek, bu dünyanın güzelliklerinden yola çıkarak o güzelliğe doğru yürümektir. Yani tek bir güzel bedenden iki güzel bedene, iki güzel bedenden bütün güzel bedenlere, bütün güzel bedenlerden güzel eylemlere, güzel eylemlerden güzel bilimlere ve bilimlerden de nihayet, tek bir bilime; güzelin biliminden
ARAŞTIRMA başka bir şey olmayan bilime doğru basamak basamak sürekli yükselerek, sonunda güzelliğin kendisini bizzat bilmektir.” Platon’un öğretilerinden etkilenen Yeni Platonculuk akımının öncüsü olan Plotinus, ruhu düşmüş olduğu madde dünyasından akıla, oradan da mistik bir görü ile “Bir”e ulaştıracak olan tek kılavuzun aşk olduğunu söyler. Plotinus’a göre fizik dünyada aşkın 2 boyutu vardır. 1- Venüs Urania: Göksel Aşk - Platonik Aşk – “Bir”e Duyulan Aşk 2- Venüs Pandemus: (Fiziksel Aşk – Karşılıklı Aşk – İnsan varlığına Duyulan Aşk) Eskilerde Platonik Aşk’dan daha çok söz edilirdi. Hatta bu kavramın olumlu bir çağrışımı da vardı. Günümüzde ise böyle bir aşk biçimi komik bulunabiliyor. Özellikle gençler arasında, karşılık bulamamış aşık, “Platonik aşık” olarak tanımlanıyor. “Platoncu aşk” kavramı, genellikle, XV. yüzyılda Platon’un tüm yapıtlarını Latince’ye çeviren ve bunlar üzerine yorumlar yazan İtalyan Marsilio Ficino’ya (1433-1499)
dayandırılır. Daha sonra mektuplarından b i r i n d e “Amor Plat o nicus” adın ı koyacağı bu kavram, onun a r a c ı lığıyla Rö- n e s a n s Avrupası’nın düşünsel hayatında dolaşıma girmiş; zengin felsefi anlamlarla donanmıştır. Platoncu aşkta, sevilen kişinin güzelliği salt fiziksel dış görünüşüne indirgenmez; çünkü dile gelen ya da yansıyan daha yüksek, daha ideal bir şeyin dışavurumudur. Platoncu aşk tasarımında, sevme olgusu üç aşamalı bir düzen doğrultusunda yeryüzünden başlayıp “İdealar Dünyası’nda son bulan bir serüven olarak anlatılır. Buna göre; İlk aşamada insan, bir insan tekindeki güzelliğe kapılarak o tekele aşık olur. İkinci aşamada insan tekindeki güzelliğe yönelmiş aşkından sıyrılarak bütün insanlardaki güzelliği görme yetisi kazanır ve buna bağlı olarak da aşkında tek bir insana indirgenemeyecek bütün bir insanlığın güzelliğine yönelme söz konusu olur.
Üçüncü ve son aşamada ise bütün insanlara duyulan aşk kişiyi en sonunda tinsel aşkı tanımaya, böylelikle de bir zamanlar bildiği ama unuttuğu “idealar Dünyası”ndaki (PlatonDevlet) “Güzel İdeası”nı yeniden anımsamaya götürür. Bu noktada, özellikle Eskiçağ Yunan dünyası için önemli bir kavram olan Eros, yeryüzüne düşerek dünyevi aşk yaşantısının tutsağı olan insana, İdealar Dünyası’nı gösterir ve İdealar Dünyası’na geri dönmek ancak felsefe etkinliği ile yürünebilen uzun bir yol olarak resmedilir. Plotinus’a göre Aşk, -Eksikliğin tamamlanmasını amaçlayan çokluk içindeki birliğin, mutlak birliğe işaret eden, iyinin ve güzelliğin peşindedir. -Ruhu; güzelliğin bilgisini içeren estetik görüden, Bir ile birleşmek anlamını taşıyan mistik görüye yükseltendir. -Varolan her şeyin mükemmelleşmeye doğru doğal eğiliminin itici gücüdür. -Her varlığı kendi iyiliğine doğru harekete 49 49
ARAŞTIRMA
geçiren evrensel ilkedir. - İnsanı, sınırlarının ötesine geçmeye zorlayan, dinamik, tinsel bir güç ve arayıştır. Giordano Bruno ise aşkı üç şekilde resmeder. - İlki: Bedensel görünümden, tinsel ve ilahi olanın sevgisine yükselen aşktır. - İkincisi: Karşılaşmanın ve hoş sohbetin büyük zevkinde sınırlanan aşktır. - Üçüncüsü: Karşılaşmadan itibaren dokunma isteğine vardıran aşktır. Giordano Bruno’ya göre aşk yapmak; karşılıklı konuşmak, fikirleri paylaşmak, duyguları takas etmek, gizli ve asil büyüyü yaratmak, sonsuzluğun gökyüzünün altında sessiz bakışların ve anlamı saklı jestlerin ardından mistik bağlar kurmaktadır. Giordano Bruno, doğada öz olarak kötü herhangi bir gücün var olmadığını düşünür. Bize gerekli olan ise basitçe her şeye hakettiği kadar değer vermektir. 50 50
Duyulardan gelen her etki, üst ve göksel bir diğer etkinin solgun yansımasından başka bir şey değildir. Çoğu kez ruhlar, Eros’un çiftinin bir biçiminden diğerine tesadüfi bir şekilde başıboş dolaşırlar. Zira aşkın bize verebileceği en büyük öğreti, gölgesinden ilahi güzelliği seyretmek ve efendiyle görüşmesine izin verilmediğinde hizmetkarlarıyla görüşmektir. Mevlana’ya göre ise en güzel varlık Tanrı’dır. O’nun güzelliği yaratıkların güzelliğine benzemez. Tanrı’nın güzelliğinden dolayı bütün insanlar güzeldir. İnsan Tanrı’ya ancak aşkla ulaşabilir. Dünyadaki bütün aşklar gelip geçicidir, ancak Tanrı aşkı kalıcıdır. “Külle aşık olanlar, cüz’e itibar etmez. Cüz’e meyleden, küllün isteyicisi değildir.” (Mesnevi, I/2903) “Faniye olan aşk ebedi değildir. Çünkü insan bu düzenin hükmüne, ebediliğe müsait değildir.” Mevlana’ya göre her şeyin kökeni aşktır. Aşk ışıktır, nurdur. Bir bitki bir hayvan da sevebilir, ancak hem bedeniyle, hem bilinciyle, hem düşüncesiyle, hem belle-
ği ile sevebilen yegane varlık insandır. Mevlana bir kadına (ya da bir erkeğe) duyulan aşkı da ulular. O aşk ciddi ise, gerçek aşka yani ilahi aşka köprü olur. Bir başkasını seven kişi kendisini, tüm insanlığı, evreni ve Tanrıyı da sevmeye başlamış demektir. İşte aşkların en güzeli, bu bilince ulaşıldığı zaman başlayan “Hakikat aşk”ıdır. Leyla ile Mecnun Bu hikâyenin konusu kısaca şöyledir: Leyla ve Kays (Mecnun’un asıl adı) ilkokul yıllarında birbirlerine âşık olmuşlardır. Kısa zamanda her yere yayılan bu aşkı duyan annesi, Leyla’yı okuldan alır ve Kays’la görüşmesini yasaklar. Ayrılık ıstırabıyla mahvolan Kays halk arasında Arapçada “deli” anlamına gelen “Mecnun” diye anılmaya başlar. Bu sevda yüzünden çöllere düşen Mecnun’a birçok kişi Leyla’yı unutmasını söyler; ancak onun için kainat artık Leyla’dan ibarettir ve hiçbir şekilde bu aşktan vazgeçmez. Hatta dedesi onu bu dertten kurtulmak üzere Allah’a yakarması için Kabe’ye götürür; ama o tam tersine derdinin artması için dua eder. Hem Leyla’nın hem Mecnun’un halleri gittikçe perişanlaşmak-
ARASTIRMA tadır. Başkasıyla nikahlandırılan Leyla, kocasından kendisini uzak tutmak için bir hikâye uydurur ve bir süre sonra adam ölür. Bu sırada Mecnun çöldedir ve aşkın bin bir türlü cefasıyla yoğrulmaktadır. Dünyayla bütün bağlantısı kesilir ve sadece ruhuyla yaşarhale gelir. Leyla’nın vücudu da dahil olmak üzere bütün maddi varlıklarla ilişkisi bitmiştir. Bir gün Leyla çölde onu bulur ama Mecnun onu tanımaz ve “Leyla benim içimdedir, sen kimsin?” der. Leyla, Mecnunun ulaştığı mertebeyi anlar ve evine geri döner ve üzerinden fazla zaman geçmeden Leyla hayata gözlerini yumar. Mecnun, onun mezarına uzanır ve canından can gitmiş gibi hıçkıra hıçkıra ağlar. Yaradana feryat figan dualar ederek canını almasını, kendisini Leyla’sına kavuşturmasını ister. Duası kabul olur, göklerin gürlemesiyle birlikte Leyla’sına kavuşur âşıklar âşığı Mecnun ... Bu hikâyenin sonunda; seven ve sevilen bir olmuşlardır. Âşık kendini madde dünyasından tamamen soyutlamayı başarmış ve sevdiğine ulaşmıştır. Bu noktadan sonra seven ve sevilen diye iki farklı kişiden bahsetmekte yanlıştır; ruhlar ilahi visal(ilahi kavuşmaya)e ulaşmışlar-
dır. Bu yüzden artık Mecnun sevdiğini kendinden dışarıda aramamaktadır, bu dünyayı onun yeri kabul etmemektedir. Bu mesnevide Fuzuli, dünyevi aşkı bir basamak olarak kullanıp onun üstünden maddeden ayrılıp tamamen ruha ait olan ilahi aşkı anlatır. -“Aşk, renge ve kokuya bağlı olursa, o aşk değildir, kişiye bir utançtır.” (Mesnevi,I/224) -“Aşksız yaşama ki, ölü olmayasın; aşkla öl ki diri olasın.”(Mektuplar:36) -“Aşk, kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Hakk’ın vasıfl a r ı n dandır. Ondan başkasına aşık olmak, geçici bir hevestir. ”(Mesn e v i VI:971)
aşk dediğiniz?” diye soran bir müridine sadece “ Ben ol da bil.” demiştir. “Aşk: her ne şekilde açıklasam da, anlatsam da onu tarifte insan dilsiz kalır. Kalem, gerçi her şeyi yazar ama aşka gelince başı döner. Akıl, aşkı anlatmada çamura batmış eşek gibidir. Aşkı ve aşıklığı yine aşk izah eder. Güneşe delil, yine güneştir. Sana delil lazımsa, güneşten yüzünü çevirme.” (Mesnevi, I/117-121) Her türlü kemale erişi aşkta gören Mevlana’nın bütün eserleri aşka dairdir.
Mevlana’yagöre aşk bir h a l d i r. Anlatılmaz ancak yaşanır. Bu nedenle: “Aşk diyorsunuz, nedir bu 51 51
ARAŞTIRMA Zira aşk hayatın aslıdır, özüdür. Kainatın yaratılış sebebi aşktır. Mademki varlığın mayası aşktır, aşkın en ileri noktası olan Allah aşkı ve muhabbeti her şeyin üzerinde değere sahiptir. Mevlana bu düşünceden hareketle binlerce beyitte ilahi aşkı söylemiştir. Mevlana’ya göre aşk yaratıcının vasıflarındandır. İnsan, neyi, kimi severse sevsin bu sevgi aslında gerçek varlığadır. Bu sevgi insanı hırstan, benlikten kurtaracak tek yoldur. Gerçeğe ancak bu yolla ulaşılabilir.
“Dünyada aşk gibi bir üstad, bir mürşit ve insanı doğru yola ulaştıran bir kimse yoktur.” (Eflaki I,408) “ İnsanlar, kuşkular, işkiller içindedir. Ondan kuşkuyu, işkili gidermeye imkan yoktur; meğer ki aşık aşık olsun. Aşık oldu mu, onda ne kuşku kalır, ne işkil. Bir şeyi sevdin mi ona karşı kör eder, sağır eder o sevgi seni.” (Fihi Mafih:86) Tıpkı Mevlana gibi Yunus Emre için de aşk ya da onun deyimiyle “ışk” her şeydir. Tanrı ışktır, tabiat ışktır, insan ışk-
tır. Hayat ve ölüm, yokluk ve varlık hep ışkın eserleridir. Yerin göğün direği, bütün varlık ve oluşların özündeki güç, aşktır. Her varlığın özünde aşk vardır. Bilinen ve bilinmeyen her şey onun gücü ile yürür. Bu gerçeğe, bu güce ulaşan aşık, bu gerçeğin mestliğiyle korkularını aşar, her şeyi feda eder. İnsanın kendi özü ile buluşması, asıl benliğine kavuşmasını sağlayacak olan güçtür; aşk. Bu nedenle Yunus Emre aşksız gönülleri taşa benzetir ve aşksız bir gönlün yabanda olduğunu söyler.
Aşksızlara öğüt şiiri “İşidin ey yarenler ışk bir güneşe benzer Işkı olmayan gönül misati taşa benzer Kuru ağacı nideler kesip oda yakmazlar Her kim aşık olmadı kuru ağaca benzer.” Yunus Emre’ye göre aşk bir sonsuz ilimdir. Onun bir zerresi bütün bilimlere değerdir. “Aşk eteğin tutmak gerek, akibet zeval olmaya Aşktan okuyan bir elif, kimseden sual olmaya”
Aşk, canlar canıdır. Bunu bulan kendi canından vazgeçer, benliğinin ötesine ulaşır, gerçek birliğe varır. Gerçek kitabın aşk olduğun söyleyen Yunus, Tanrıyı hem seven, hem sevilen, hem de sevginin (ışkın) ken52 52
disi olarak görür. Ona göre kendisi aşk olan tanrı, aşık (seven) ve maşuk (sevilen) olması sıfatıyla tüm varlıkları, evreni ortaya çıkarmıştır yani yaratmıştır. Bütün varlıklar gibi in-
san benliği de Tanrısal aşkın yansımasıdır. Diğer sufiler gibi Yunus da gerçek aşk sayesinde, insanın giderek tanrıya yaklaştığını ve sonuçta Tanrıyı kendi içinde bulacağını söyler.
ARAŞTIRMA
“Benim gözüm gönlük aşktan doludur Dilim söyler yari yüzüm suludur Senin aşkın deniz ben bir balıcak Balık sudan çıksa hemen ölüdür. Yunus sen toprak ol eren yolunda Erenler menzili Arş’tan uludur.” Aşk bir yoldur. İnsan bu yolda ilahi aşka girmeden önce beşeri aşkı tecrübe etmeli ve orada yorulmalıdır. Aşk yolu çileli bir yoldur. Bunun için hayatta çekilen sıkıntılar, yaşanan acılar, insanı hamlıktan kurtarır, benlikten sıyırır. İnsan sevdiği ile pişer. İnsan, ilahi aşka ulaşabilmek için hamlıktan olgunluğa geçmeli, nefsin olumsuz sıfatlarından, her türlü kötülükten arınmış olmalı, kendi egosu ile mücadelesinde galip gelmiş olmalıdır. Aşk, kendini eylemle gerçekleştirdiğinde, gerekli olanı arzulamaktan, ihtiyaç duyduğu ile bir olmaya yükseldiğinde kendini tamamen ifade eder. Aşkın her eylemi bizi doğal olarak daha büyük bir mükemmelliğe, daha tamamlanmış bir gelişime taşır. Gerçek aşk bir seçimdir. Vazgeçmedir. Ruhun ihtiyaçları karşısında kişiliğin günübirlik isteklerinden vazgeçmektir. Kalıcı olanı geçici olana tercih etmektir. Akıllı ve ne istediğini bilen seçim yapmış olan insan
aşk yolunda kendini olgunlaştırır. Aşkın getirdiği heyecan ve tutkular Plotinus’un bahsettiği yersel aşkın çocuklarıdır. Yersel aşkta karşımızdaki kişinin güzelliğine, mevkisine, kariyerine ve beşeri birçok yönüne ilgi duyarız. Fakat geçici olan o duygular, kalıcı bir liman arayan ruhumuzu beslemekten uzaktır. Geçici olan her şeyde olduğu gibi, güzellik, mevki, şan, şöhret de bir gün yerini yokluğa bırakacaktır. Mevlana da, Yunus Emre de, Plotinus da bize göksel aşkı gösterirken, yersel aşkı tamamen yerle bir etmemektedir. Bu dünyanın aşkı olan, insanın insana duyduğu aşkı derinleştirebiliyorsak, güzele ve iyiyi bakarken her şeydeki güzelliği ve iyiliği görebiliyorsak, bu aşk bizi göksel aşka, ilahi aşka taşıyacaktır. Göksel aşk, ilahi aşk bizi varlıkların gerçek nedenine götüren aşktır. Bu yüzden de gerçek aşık, aşkıyla kendinden geçmiş olan değil, kendini bulandır. Aşk, bir
serkeşlik, kendiliğindenlik, bilinmezlik hali değil bir disiplindir. İnsanı kutsal olana taşıyan bir gemidir. İçinde gizli hazinelerin bulunduğu altın sandığımızdır. Onu elde etmek uğruna fedakarlık yapmaktır. Kendini adamadır. Aşık olmak hiçbir şekilde zayıf olmak değildir. Aşık kişi melankoliye kapılmaz. Aşk, güçlülerin ruhunda ve vücudunda sağlığın işaretidir. Mistik düzlemde saflıktır. Çünkü sadece saf olanların içlerinde bozulmamışlık ve ölümsüzlük duygusu vardır. AŞK; bilgelik, enerji, yaşam, kutsala ulaştırandır. Sevenler aşkın kendilerine ilahi bir şey getirdiğini hatırlasınlar çünkü sevme becerisine sahip herkesin içinde bir Tanrı yaşar. Sevenler hatırlasınlar; içimizde ilahi bir şey var. Büyük harflerle yazılan bir AŞK vardır. Gaye COĞAL 53 53
YAZAR
Ahmet Hamdi Tanpınar BİR ŞAİRİN YAZIN ÖYKÜSÜ
54 54
YAZAR Kalemiyle insanın, medeniyetlerin, sanatın izinde yürüyen, doğal olandan ayrılmadan estetiği, insandan bağımsız düşünmeden medeniyet mefkûresini rehber edinen, inandığı yolda beklentisi olmadan yürüyen yılmaz savaşçı… Edebiyat tarihçisi, eğitimci, şair ve romancı; Ahmet Hamdi Tanpınar… Ahmet Hamdi Tanpınar aslen Batumlu olan Kadı Hüseyin Fikri Bey’le Nesime Bahriye Hanım’ın üçüncü çocuklarıdır. Çocukluğu ve ilk gençliği Kadı Hüseyin Bey’in görev aldığı Anadolu şehirlerinde geçer. Ergani, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya Tanpınar’ın çocukluk dünyasında insanı ve doğasıyla derin izler bırakır. Bu ona yalnızca büyük şehir kültürünü değil; taşra insanını, kültürünü, tarihini, doğasını, sosyal yaşamını tanıma şansı da sunar. Kendisi de bunu şöyle anlatır: “Ergani’den sonra Sinop’a gittik. Orada denizle dost odum. Çocukluğumun en büyük zevki bir berzahta kurulu şehrin iki yanındaki deniz kıyısında oynamaktı. Siirt’te uzak dağlara akşam saatlerinde çöken yalnızlığı ve yıldızlı geceleri tanıdım… Yıldızlı gece beni büyülerdi sanki. Sonsuzluk dalga dalga vücudumu ve ruhumu doldururdu. Bir Sümer rahibi gibi mu-
hayyilem hep yıldızlarla meşguldü. Sırrın içinde yüzerdim. Buna akşam saatlerinde uzak dağların o korkunç yalnızlığını, o ezici morluğunu ilave edin…” Birinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği, Mondros Ateşkes Anlaşması’yla Osmanlı İmparatorluğunun tasviye sürecinin başladığı günlerde Ahmet Hamdi Tanpınar yüksek tahsilini yapmak üzere Antalya’dan İstanbul’a gelir. Bir yıl Halkalı Ziraat Mektebi’nde öğrenim gördükten sonra, önce Darülfünûn’un Felsefe Bölümü’ne kaydolur. Ardından Yahya Kemal’in Edebiyat Fakültesi’nde hoca olduğunu öğrenince Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne geçer. Bölüm hocaları; Cenap Şahabettin, Ferit Kam, Hüseyin Daniş, Necip Asım, Fuat Köprülü gibi alanlarında söz sahibi olan eğitimcilerdir. Edebiyata temayülü yüksek olan Ahmet Hamdi’yi en çok etkileyen isim kendisinin de belirttiği gibi Yahya Kemal Beyatlı olur. “Şiirde ve fikirde ilk ve galiba yüzünü gördüğüm son hocam Yahya Kemal oldu. Haşim’i daha evvel okumuş ve sevmiştim. Bu iki şair bana kendilerinden evvelkileri unutturdular. Yahya Kemal’in derslerinde –fakülte hocamdı- ayrıca eski şiirlerin lezzetini tattım. Gâlib’i, Nedîm’i, Bâkî’yi
Nâilî’yi ondan öğrendim ve sevdim. Yahya Kemal’in üzerimdeki asıl tesiri şiirlerindeki mükemmeliyet fikri ile dil güzelliğidir. Dilin kapısını bize o açtı…” Üniversite hayatına Yahya Kemal hayranlığıyla başlaması, Darülfünun’da onun öğrencisi olması, mütareke yıllarında onun fikirleri ve duygularını görmesi onun sanat hayatında büyük etkiler yaratır. Şiirde mükemmelin peşinde koşmaya kararlı bu genç şair için mütareke yılları İstanbullunun en önemli yayınlarından biri olan Dergâh dergisi ikinci bir okul olur. Bu dergide hocası Yahya Kemal, Ahmet Haşim gibi usta isimlerin yanında Yakup Kadri, Nurullah Ataç ve Ahmet Kutsi gibi genç edebiyatçılarla tanışma ve şiir estetik tartışma imkânı bulur. 1923 yılında Şeyhi’nin Hüsrev ü Şirin mesnevisi üzerine yaptığı tez çalışmasıyla Darülfünun’dan mezun olur. Aynı yıl Erzurum Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atanır. Erzurum’dan sonraki görev yeri Konya olur. Edebiyat, hayatındaki sürekliliğini korur. Andre Cide, Dostoyevski, Goethe, Edgar Allan Poe gibi isimleri okuyarak; onlarda yeni dünyalar, imgeler keşfetmeye çalışır. Konya’da bulunduğu sırada bir Mevlevi ayinin 55 55
YAZAR de dinlediği bir Dede Efendi bestesi onda Türk Klasik Müziği’ni tanıma ve anlama duygusu uyandırır. Aynı zamanda sürekli Batı müziği dinleyen Tanpınar’ın günlüklerinde de Beethoven, Lalo Schifrin gibi isimlerden bahseder. Hem Batı hem Doğu formlarıyla musîki onun zengin dünyasında her zaman var olan hayatın ağırlığını hafifleten bir evrendir. O s m a n l ı İmparatorluğu’nun son döneminde yaşananlar yalnızca büyük bir cihan devletinin yavaş yavaş erimesi, topraklarını kaybetmesi değildi. Şark medeniyetine yabancılaşıp Garp medeniyetinin birçok sahada aldığı mesafeyle hayatları kuşattığı, münevverlerinde dâhil olduğu bütün toplumun arada kalmışlığının nedenlerini, kendisini hayata bağlaya değerlerin sorgulandığı yıllardı. Tanzimat’tan bu yana kalemler, edebiyatımızda yeni bir söyleyişin peşine düşer. Batı karşısında ona öykünerek ama ondan farklı değerler üzerine kurulu bir gelenekten geldiğini unutmadan yeniden başlanmalıydı. Ahmet Hamdi Tanpınar, Türk aydınının içinde bulunduğu bu sancıyı bütün benliğinde hissetmiş, hayatını Doğu-Batı ekseninde, geçmişine sahip çıkarak yeni olanın güzelliğinin 56
farkına varmaya hasretmişti. Bu nedenledir ki eleştirmen Doğan Hızlan Ahmet Hamdi için; “Tanpınar’ın önemi birçok estetik soruna cevap aramasıdır. Edebiyat tarihi açısından sadece romancı ya da şair olarak kalsaydı, bu türde iyi eserler veren biri olarak değerlenir, ona göre yargılanırdı. Ama Tanpınar bizim kimlik sorunumuz üzerine çok düşünmüş. Doğu-Batı her yazarın üzerinde düşünmesi gereken bir sorunsaldır…” der. Tanpınar, Türk musikîsi ve Batı musikîsini dinlemesi, onda dîvan şiirinin ve Fransız şiirinin bir arada olması bu sorunsala yanıt aramasındandır. Buna yanıt ararken de sanat hayatında zirveye koyduğu estetik serüveninin coğrafyasını genişletmektedir. Otuzlu yaşlarının başlarında estetiğin bütün disiplinlerinde söz sahibi ve geniş bir birikimle hayata bakan bir aydın olan Ahmet Hamdi Tanpınar, bütün birikimini en mükemmele varmaya çalışarak şiire yansıtmak istiyordu. Ona göre şiir; “Hayatımızın maddi taraflarıyla gündelik meşgaleleriyle bir münasebeti olmayan saf bir his uyandırmalıydı. Ulaşılması gereken merhale rüyanın kendisinden ziyade bazı rüyalara içimizde refakat eden
YAZAR duyguyu ifade edebilmekti.“. Tanpınar şiiri sanatın bu kadar merkezinde tutmasına rağmen hiçbir zaman üretken bir şair olmamıştır. Bunda hocası Yahya Kemal’in şiirine olan hayranlığı bir raddeye kadar etkilidir ama asıl neden, mükemmele varma çabası ve bu noktada hiçbir zaman tatmin olmamasıdır. Kozmosla insanın birleşmesini naklettiğini söylediği, bir çeşit rüya hali olarak tasvir ettiği “Ne İçindeyim Zamanın” çalışması onun nesiller boyu en çok biline şiiridir. Tanpınar şiir türünde az eser vermesine rağmen birçok edebi isim onun şairliğini yüceltir. Beşir Ayvazoğlu bu konuda “Tanpınar’ın şairlik kumaşının çok halis bir kumaş olduğunu düşünüyorum.” der. Nitekim Prof. Dr. Mehmet Kaplan Huzur romanını tahlil ederken “Bir Şairin Romanı: Huzur” şeklinde başlık vermesi bu anlamda onun şairliğini tartışılmaz kılmaktadır. 1939’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yeni Türk Edebiyatı kürsüsü başına “profesör” unvanıyla getirilir. Birçok öğrencinin yetişmesinin yanı sıra bu disipline getirdiği usullerle de yeni bir çığır açar. 1942 Maraş Mebusu olarak Meclis’e girer. İstanbul’dan, derslerden uzaklaşması uzun süredir tasarladığı hikâye ve
romanları yazmak için imkân oluşturur. İlk eseri olan Mahur Beste’de olaylar örgüsünden çok dönemin dokusunun sosyal yapısının irdeler. Daha sonra bugün hemen bütün edebiyat eleştirmenlerince Türk Edebiyatı’nın en iyi romanlarından biri olarak kabul edilen Huzur’da Tanpınar karakterlerin değerlerini, ilişkilerini, dünya üzerindeki konumlarını sorgulayışlarını ve devraldıkları kültürel mirasla başa çıkma çabalarını anlatır. Romanın başkarakterlerinden biri de İstanbul’dur. Hikâye boyunca giderek geçmişi hatırlamanın huzursuzluğuyla bambaşka bir ruh haline bürünür şehir. Bu dönemde Yaz Yağmuru ve Abdullah Efendi’nin Rüyaları gibi Türk öykücülüğüne yeni bir soluk getiren hikâyeler kaleme alır. Edebiyat öğretmenliği döneminde yaşadığı Erzurum, Konya, Ankara ve iki eski payitaht olan Bursa ve İstanbul’u anlattığı Beş Şehir isimli deneme kitabı kendi alanında aşılamamış bir başyapıt olarak yerini alır. Bir dönem vekillik yaptıktan sonra, İstanbul’a geri döndüğünde tekrar ders vermeye devam eder. Derslerde işlediği konular çerçevesinde kalem aldığı Ondokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarih alanında yapılan en
önemli çalışmalardan biri olma özelliğini günümüzde de koruyan bir kaynak kitabıdır. 1961’de kaleme aldığı Osmanlı toplumundan Cumhuriyet’te geçiş sürecini, bu süreçte değişen dönüşen kurum ve insanları ironiyle bezenmiş mükemmel bir anlatımla ele aldığı Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü yayınlar. Tanpınar’ın öğrencisi olan Prof. Dr. İnci Enginün “Genellikle bu tür eleştiri kitapları daha ince olur. Tanpınar bu kadar hacimli bir kitabın bir tek satırında bile karikatüre düşmeden, bayağılaşmadan ironiyi muhafaza etmesi inanılır şey değil.” der. 1962 yılı Ocak ayında rahatsızlığı artan Tanpınar 23 Ocak’ta fenalaşarak Haseki Hastanesi’ne kaldırılır. Aynı gece sabaha karşı hayata gözlerini yumar. Çektiği tüm acılar, sıkıntılar ona kalmıştır belki ama kısa ömrüne sığdırdığı onlarca eseri ise biz okuyucularına… Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır. Bu da gösterir ki zaman ve mekan insanla mevcuttur….
Gönül ALICI
Kaynaklar: http://kirpi.fisek.com.tr/ print.php?metinno=edebiy at/20041219161139.txt
57
KÄ°TAP
58
KİTAP
İNSAN ZATEN HASTADIR Hastalıktan kaçabileceğimiz ya da onu dünyadan silebileceğimiz hayalinden kurtulmamız gerekiyor. İnsan, daima güce açlık duyan egosu ile yaşar. Her “AMA” “İSTİYORUM” ifadesi bu güç iddiasını sergiler. “BEN” hep daha fazla böbürlenir ve insanı hep daha yeni ve asıl kalıplar bularak kendine hizmet etmeye zorlar. “BEN” sınırlamalarla yaşar bu yüzden vericilikten, sevgiden ve birlikten korkar.”BEN” karar verir, bir kutbu gerçekleştirir ve oluşan gölgeyi dışarı, “SEN” e doğru iter. İnsan, orta noktadan kenara doğru kaydıkça, hastalık insanı yeniden ortaya doğru sıkıştırır ve tek yönlü yaklaşımları dengeler. İnsan, egosunun coşkusuyla attığı her adımı, hastalık, alçak gönüllülük ve çaresizliğe doğru atılan bir adımla eşitler. Sağlıklı yaşamak için her deneme hastalığı davet eder. Hastalık, iyileşmemenin, iyileşmeye dönüştüğü dönüm noktasıdır. Bunun olabilmesi için, insanın hastalığa karşı yürüttüğü savaşta ateşkes yapması, hastalığın ona söyleyeceklerini dinlemeyi ve görmeyi öğ-
renmesi gerekir. Hasta, kendi içindeki sese kulak vermeli ve eğer gelen haberleri öğrenmek istiyorsa, hastalıkla iletişime girmelidir. Hasta kendisi hakkında kendi görüş ve düşüncelerine kaçınmadan sorgulamalıdır. KENDİSİNDE EKSİK OLANLARI BİLİNCİNDEN İÇERİ ALARAK HASTALIĞI GEREKSİZ HALE GETİRMELİDİR. İyileşme hep bir bilinçlilik gelişimi ve olgunlaşma ile bağlantılıdır. Gölgenin bir bölümü bedene inerek hastalık belirtisini oluşturur. İyileşme, bunun ters işlemi olarak hastalığın getirdiği prensibi bilince yükselterek onu maddesel boyuttan kurtarır. SORUŞTURMA YÖNTEMLER Bedensel belirtileri incelemek ve onları ruhsal boyutta yorulmamak, insan için faydalı olacaktır, onun farkında olmadığı alanlarda eğilmesini ve neler olduğunu görmesini sağlayacaktır. Ruhumuzda da, bedenimizde de aynı şartlar geçerlidir. Yukarda ki aşağıdaki gibidir. Yeni gördüğümüz ve hoşlanmadığımız bir yönümüzü hemen değiştirmek ya da ortadan kaldırmak gerekmez, tersine gördüklerimizi kabul etmek gerekir.
Çünkü reddetmek bu görüntüleri yeniden gölgeye itecektir. Sadece bakmak bile bizleri bilinçlendirir. “KENDİ” nin bu artan bilinciyle insan, kişisel bir değişime ihtiyaç duyabilir. Ancak şunu unutmamalıyız, bir şeyleri değiştirmeye niyet etmek, zıt etkilerini de beraberinde getirir. Hızla uykuya dalma arzusu, uykuyu engellemenin en garanti yoludur, oysa bunu hedeflemezsek, kendiliğinden oluşur. Burada hedefsizlik, isteği engellemek ve isteği zorlamak arasındaki tam orta noktadır. Yani bir şeyin olmasına imkan veren, orta noktanın sakinlik ve huzurudur. Savaşanlar ve ava çıkanlar asla hedeflerine ulaşamazlar. Eğer kişi hastalık nedenlerini yorumlarken yorumlarının kötü ve olumsuz olduğu hissine kapılıyorsa, bu onun kendi hakkındaki değerlendirmesidir. Ne kelimeler, ne eşyalar, ne de olaylar kendiliğinden iyi veya kötü, olumlu veya olumsuz olamazlar, bu değerlendirme sadece bakan kişiden kaynaklanır. Ahmet ATALAY
59
GEZİ
ATHENA SOKRATES VE PLATON’UN ŞEHRİ ATİNA 60
GEZİ
Atina gezimize büyük bir heyecanla çıkıyorum. Filozofların kucağında büyüdüğü şehirdir Atina. Biz de Sakız Adası üzerinden gemi yolculuğuyla şehre ulaşıyoruz. Hem okudum, hem de gezdim… Atina yıllardır
merak ettiğim bir şehirdi. Bu merakım; çocukluğumda okumaya başladığım Yunan mitolojisinden başlayarak, yaklaşık 2500 yıldır birçok filozofu etkileyen Antik Yunan filozofu Sokrates’in öğrencisi Platon’un eserlerini
okumakla güçlendi. Yaşayışına ve fikirlerine hayranlık duyduğum Platon’un yaşadığı şehri ve tüm bunlarla birlikte bilginin cehalete, sevginin nefrete, merhametin zulme, cesaretin korkuya olan savaşını temsil eden, ilham almaya ça 61
GEZİ lıştığım Tanrıça Athena tapınaklarını da ziyaret
şısında. Athena
Herodes Atticus Tiyatrosu Parthenos Tapınağı
Propylaion
etme isteği beni bu yolculuğa çıkardı. Atina şehri kurulurken, şehrin tanrısı kim olacağı söz konusu olur. Bütün Olimpos tanrıları bir araya gelir. Çeşitli yarışmalar sonucunda iki tanrı kalır. Bu iki tanrı Poseidon ile Athena’dır. Jüri tanrılar bu şehre en büyük hediyeyi verecek olanı şehrin tanrısı seçeceklerini belirtirler. İlk olarak kendinden emin Poseidon üç başlı mızrağını yere vurur ve yer yarılarak bir at ortaya çıkar. Poseidon atı herkese göstererek “Bu evcil bir attır, insanı yorulmadan istediği her yere götürür, onun yüklerini taşır.” der. Bütün tanrılar büyülenmiştir bu hayvan kar62
ise küçük bir gülücük atar ve mızrağını yere saplar. Mızrağın saplandığı yerden bir filiz çıkar; filiz büyür büyür, çok güzel bir zeytin ağacı olur. “Bu da zeytin ağacıdır. Meyvesi olan zeytinin saymakla bitmeyen özellikleri vardır.”der. Bütün tanrılar tebrik eder Athena’yı ve artık şehir ona aittir. Artık şehrin ismine de Atina denecektir. Olimpik oyunların yapıldığı Panathenaic Stadyum ve Parlamento binasının önünde 10 dakika durarak fotoğraf çekiyoruz. Serbest zamanda, tecrübe raporlarından ve gezi bloklarından öğrendiğimiz yerleri otelden ve caddelerde direklere asılı olan kutulardan aldığımız haritalarla gezmeye başlıyoruz. 5 Euro/kişi fiyata 1 saatlik Trailer binilebi-
linir ama biz yürüyerek Kraliyet Sarayı ve Bahçesi, Hydrian Kapısı, Zeus Tapınağı, Kongre Salonu, Platon Akademi ve Syntagma Meydanı’nı yaya olarak geziyoruz. Kiliseler kapalı olduğu için içlerini göremiyoruz. Syntagma Meydanı’nda unlu mamüllerle açlığımızı bastırıp metro ile otele geri dönüyoruz. Şehrin merkezinde bulunan Roma İmparatoru Publius Aelius Traianus Hadrianus adına yaptırılan Hydrian Kapısı’nı ve adı geçen diğer yerleri gezerken geçmişle şimdiki zamanın birleştiğini somut olarak görüp hissedebiliyoruz. Akropol kelime anlamı yüksek tepe olan ve Antik Yunan ve Roma uygarlıklarının şehir sistemlerinin merkezinde yer alan bu kesimde, Herodes Atticus Tiyatrosu, Parthenos Tapınağı, Propylaion, Athena Tapınağı’nı gezerken yüce duygulara kapılmamak elde değil...
Dünyanın en büyük müzelerinden biri olan, 3 katlı Atina Arkeoloji Müzesi, Neolotik dönemden Roma çağına kadar uzanan zengin tarihi sanat eserleri ile dopdolu. Arkeoloji müzesinde sergilenen eserler arasında Mykenai’deki altı kuyu mezarda bulunan altın eşyalar, kupalar, taçlar ve altın boynuzlar, gül biçimli rozetler, gümüşten bir boğa başı ve savaşcı figürlerinin resimleri ile süslenen vazolarla çok sayıda Kore ve Kuros heykelini de içeriyor. Kuros’ların en ünlüsü Sunion’daki Poseidon Tapınağı’nda bulunmuş dev heykeldir. Aigina’daki Aphaia Tapınağı’ndan getirilmiş heykeller klasik dönem öncesine aittir. 1928’de Artemision Burnu açıklarında bulunan ve M.Ö. yaklaşık 450’de heykelci Kalamis’in yaptığı düşünülen tunç Poseidon heykeli müzenin en güzel parçalarından biridir. 5. yüzyıla ait mermer heykeller, vazolar, sikkeler de oldukça etkileyici. Helenistik dönemden kalma heykeller arasında Delos’ta bulunmuş “Galyalı Savaşçı” ve Olimpiya’da ele geçmiş “Boksör” sayılabilir. Yu-
Zeus Tapınağı
Hydrian Kapısı
nan sanatının yanı sıra Avrupa’nın dördüncü en önemli Mısır sergisinde çeşitli biçim ve renklerde kefir böceği heykelcik- Platon Acedemy leri, tören kıyafetleri ve kapları, mumya sandukaları, “Sekhmet” gibi Mısır Tanrı ve Tanrıçalarının heykelleri görülebilir. Akşam olunca Yeni İzmir’e, tavernaya geldik. Mübadelede Syntagma Meydanı ve Parlamento Binası İzmir’den gelenlerin yerleştirilmiş besleyici bir geziydi, ısolduğu bu yer, evlerin rarla öneriyoruz. balkonlarındaki renkli saksılardaki çiçeklerle Perihan BEZCİ çok şirin. Myptia tavernasında ise yemekler oldukça güzel ve doyurucuydu. Atina, çok uzak olmayan ve birçok yönden 63
SÄ°NEMA
6464
SİNEMA
son armağan Yapımı : Tür : Süre: Yönetmen Oyuncular
2006 - ABD Dram 114 Dak. : Michael O. Sajbel : Abigail Breslin, Mircea Monroe, Bill Cobbs, Drew Fuller, Ali Hillis Senaryo : Cheryl Mckay Yapımcı : Rick Eldridge, John Shepherd
Genç yaşlarda zenginliğe ulaşmak için büyük çaba sarf ederek sonu gelmeyen bir zengiliğe ulaşır. Ailesini unutmaz ve bu zengiliği tatmaları için üstüne düşen her şeyi yapar. Çocuklarının ve süre gelen kuşakların para ve gücün hâkim olduğu bir yaşam sürmelerini sağlar. Fakat yaşının ilerlemesi sonucu ölümün yaklaştığını anlar. Çocuklarının yaşamlarında tek hâkim para ve zenginlik olduğundan aile ilişkileri kopmaya başlar. Yaptığı hatanın farkına varır. Ölümünden sonra tüm mirasını çocuklarına pay eder.
Diğer bir yandan yıllarca küstüğü torunu güvendiği tek kişidir. Tabi torunu da şöhretten nasibini almış birisidir. Şirketin hâkimiyetini torununa bırakması için bir dizi armağanlar sunar. Her sınavı tek tek geçtikçe ikinci bir armağana ulaşır… Çalışmak, çok çalışmak bize kazanmayı öğretir. Kahramanımız Jayson zorlu bir sınavdan geçer. “Her şeyini kaybetmeden yeni bir yaşama başlayamaz”. Jayson şu an bilemediği yeni yaşamında neler kaybetti neleri kazandı.
Alışkanlıklar, insanın kusurlarıdır. Kusurlardan kurtulmak için Jayson neler yaptı?.. Arkadaşlarımız bizim dostlarımız mı? Yoksa çok iyi vakit geçirdiğimiz için mi dostumuz olur?.. Jayson gerçekleri gerçek dostunu ararken kendisini de arkadaşlarını da araştırmaya başlar. Armağanlardan birisi de dostunu bulmaktır. Küçük Emily ile tanışması böyle olur. Emily ile yeni yaşamına yol alacağının farkında değildir.
6565
SÄ°NEMA
66 66
SİNEMA
Şu ana kadar aldığı armağanlar, dizi, iş ve paranın değeriydi. Sıra insanı insan yapan özellikleri tanımaktı. “Hayatlarımızı öyle yaşamalıyız ki sorunlarımızdan kaçmak yerine onları bizi güçlendiren meydan okumalar olarak karşılamayız. Böylece gelecekte zafer bizim olur. Kahramanımızın aldığı ödevler bitmek bilmez. Kelebekler çoçuklar gibidir. Kendi renklerini seçerler”. Bizler çoçukları istediğimiz renge boyayamayız.” Emily de ölümü beklemesine rağmen ailesi, yani annesinin kendisinden sonra ayakta kalması için mücadele eder. Peki niçin? Jayson için aile nedir?.. Jayson da ailesi ile yüz yüze gelir. Tarih bizi kaçtıkları-
mızla karşı karşıya çıkaracak ve savaşmamızı sağlayacaktır. Jayson için de yüzleşme zamanı gelir. Gerçekler zor da olsa gerçektir. Sona ulaşmak için yapması gerekeni yapar. Belki de dönemeyeceği bir yolculağa çıkar. “En iyi zamanlardır, en kötü zamanlardır. Bilgelik çağıydı. Budalalık çağıydı. Hayat aşk ya da nefret değildir. Ama sen hayatını iyi yaşa tanrının veya doğanın sana verdiği kadar. Jayson için de böyle olur. Ateş içimizde közleştirdiğimiz ateş, bırakın içinizden çıksın alevlensin gökyüzünde renklensin. Dede Jayson’da gördüğü ateşi çıkararak son armağana gitmesi için yüzleşmesini sağlar. “Hayal kurmak için özgür olmak gerekir ve şimdi hayelleri gerçekleştirme zamanı”.
Her zaman yetişkinler, çocuklara bir şeyler öğretmeye çalışılır. Fakat biz büyükler çoçuklardan öğrenecekleri çok şey var. Emily de küçük kocaman yüreği ile Jayson’a hayatında bilmediği şeyi kısa bir zaman diliminde öğretir. Peki, öğrendikleri nedir? Önümüzde değişmesi gereken koskacaman bir dünya var. Unutmamak gerekir ki hayatımızdaki gerçekler ayrıntılarda gizlidir. Kahramanımız için de öyle olmuştur. Bu senaryondan alacağımız derste ayrıntılarda gizlidir. Bu satırları okumayı bitirdiğinizde siz de armağanınızı almak için harekete geçin. İyi seyirler Sıdıka KILIÇ 67 67
ANÄ°MASYON
68 68
ANİMASYON
6 Süper Kahraman Vizyon Tarihi: Yönetmen: Oyuncular: Tür: Ülke:
16 Ocak 2015 (1s 42dk) Don Hall, Chris Williams (II) Ryan Potter, Scott Adsit, Jamie Chung. Macera,Animasyon,Aile ABD
Günümüze uyarlanmış bir kahramanlık hikâyesi olan bu film bize kahramanlık tanımını yeniden sorgulamamızı ve hatırlamamızı sağlıyor. Annesini ve babasını küçük yaşta kaybetmiş, 13 yaşındaki Hero, abisi ve teyzesi ile yaşamaktadır. Zeki bir çocuk olan Hiro kendi yapmış olduğu robot ile para bahisli robot dövüşlerine katılmaktadır. Diğer robot dövüştürücüleri ile başının derde
girdiğini gören abisi, Tadashi Hiro’yu birçok dehanın araştırma yaptığı, kendi okuluna götürür. Bu okuldaki hocadan ve yapılan çalışmalardan etkilenir ve bu okula kabul edilebilmek için çalışmalara başlar. Tadashi, dehasının güçlerini kullanmayı öğrenen Hiro’ya bu konuda cesaret verir. Daha sonra kendini tehlikeli bir komplonun içinde bulunca abisinin yapmış olduğu Baymax
isimli bir robotun yardımını istemek zorunda kalan robot dahisi Hiro, Hamada’yı macera bağımlısı olan arkadaşları GoGo Tamaga’nın, düzenli ve tatlı Wasabi NoGinger’ın, kimya dehası Honey Lemon’ın ve fanatik Fred ile birlikte onu kahramanlığa, dostluğa ve dayanışmaya çağıran maceralar gelişmeye başlar. Perihan BEZCİ
69 69
İNTERNET
www.etimolojiturkce.com Etimoloji çalışmaları dillerin köken çalışmalarını içermektedir. Dilin nereden gelip nereye gittiğini göstermesinin yanında günlük dilin gelişimini de sözcüklerin serüveni üzerinden gözler önüne serer bu çalışmalar. Böyle olunca da etimoloji akademik alanda olduğu kadar günlük yaşamda da oldukça önemli bir yer tutar. Her gün sıkça kullanılan birçok sözcüğün gerçek anlamını öğrenmek, hangi dile ait olduğunu bilmek ve günümüze kadar olan serüvenini takip edebilmek oldukça güzel. 2014 yılında kurulmuş olan “EtimolojiTürkçe” 70
adlı site kullanıcılarına sanal dünyada bu imkânı sunabilecek güzel sitelerden biri. Türkçenin etimoloji alanında sanal dünyadaki eksikliğini gidermeye çalışan bir site. Türkçede kullanılan kelimelerin kökenlerinin hangi dillerden geldiğini ve anlamını içeren bir alt yapıya sahip olan site etimoloji kitaplarına ulaşamayanlar için alternatif bir yol sunmaktadır. Tabi kitapların yerini tutmaz ama araştırmanıza başlamak için ideal. Site yönetiminin verdiği bilgiye göre sitede sürekli güncellenen 13.485
kelime ve 350 ek bulunmaktadır ve Site içeriği Etymonline, NişayanSözlük ve Wikinationary içeriğine ve çevirilerine dayanmaktadır. Bu bilgiye dayanarak tekrar hatırlatmakta fayda var etimoloji oldukça geniş bir alan olup derin araştırmalar gerektiren bir dilbilim alanıdır. Bu nedenle daima akademik çalışmalar referans alınmalı, internetin kaynak olduğu çalışmalar ancak bu referanslar ışığında doğru kabul edilmelidir. Aksi takdirde yanılmak kaçınılmazdır. Gizem RÜZGAR SİHİR
MÜZİK
MÜZİKLE DÜN VE YARIN AJDA PEKKAN & MUAZZEZ ABACI
Türk Pop’unun divası Ajda Pekkan ve Türk Sanat Müziği’nin harika sesi Muazzez Abacı nostalji severlerin bayram edeceği bir albüm hazırladı. Çok yeni bir albüm değil. 2014 albümü ama şarkılar klasikleşmiş unutulmazlardan seçilince tadına doyum olmuyor. Parçalar zaten en bilinen, en sevilenlerden; sesler de kulağı tam anlamıyla dolduran, zevk sahibi dev sesler olunca bu albümün vazgeçilmezler arasında olacağını rahatlıkla söylenebilir. Arşiv niteliğindeki bu eserdeki parçalar Ajda Pekkan, Muazzez Abacı ve albümün müzik direktörü ve aranjörü olan Taşkın Sabah tarafından seçildi. İki güçlü yorumcunun bir araya gelerek ortaya çıkardığı mükemmel uyum ve ahenk dinlerken insanı içine alıp,
bütün anıları alt üst eden bir yolculuğa çıkarıyor. Canlandırdığı anılar bir taraftan, Yeşilçam filmlerinden görüntüler bir taraftan yaşattığı duygu seli tüyleri diken diken ediyor, gözyaşları akıtıyor, bazen de gülümsetiyor. Dostlara rakı sofrası hazırladığında arka fonda belki başka nostaljik şarkılarla da genişletilerek dinlenecek bir albüm. Günümüz pop hengâmesi arasında artık Türk Sanat Müziği dinleyenlerin sayısı azalmış olsa da tadına doyulamayan bu tür albümlerle geçmişi anarken geleceğe de yepyeni güzel anılar bırakacak kadar güçlü görünüyor. Albümle ilgili yazılacak ve araştırılacak o kadar çok şey var ki… Aslında Türk müziğinin ve Yeşilçam’ın da unutulmaz besteci ve müzisyenlerini anmadan geçmemek gerekiyor belki de ama bir sorun kimi tanıyoruz diye… Bizi biz yapan, geçmişimizi inşa eden yapımcıları tanımıyoruz.
Bu albümün geçmiş ile gelecek arasında bir köprü görevi görmesi dileği ile… İyi dinlemeler… Cd 1 01. Dediler Zamanla Hep 02. Bir Kere Sevdim Diye 03. Şeytana Uyduk Bir Kere 04. Kaderimde Hep Güzeli Aradım 05. Aşkım Bahardı Ümitler Vardı 06. Ben Seni Unutmak İçin Sevmedim 07. Gülünce Gözlerinin İçi Gülüyor 08. Elveda Bütün Hatıralar CD 2 Fasıl 01. Hicaz Peşrev 02. Bir Nigah Et Ne Olur Halime Ey Gonca Dehen 03. Kederden mi Neden Bilmem 04. Gülşen-i Hüsnüne Kimler Varıyor 05. Tel Tel Taradım Zülfünü 06. Benliyi Aldım Kaçaktan 07. Kara Bulutlar Kaldır Aradan 08. Kadifeden Kesesi 09. Ayva Çiçek Açmış 10. Vardar Ovası 11. İndim Havuz Başına 12. Arabaya Taş Koydum Civanım 13. Dürüyemin Güğümleri Kalaylı
Eda GÜZEL
71
KÜLTÜR-SANAT
ocak-şubat-mart
KONSER
Çim Konserleri bu yıl 11 Haziran’da başlıyor.. 10 Eylül 2015 tarihine kadar sürecek olan konser dizisinde bir çok ünlü sanatçı sizleri bekliyor olacak! KONSER TAKVİMİ Yer: Alsancak Tarihi Havagazı Fabrikası 11 Haziran – 11 Eylül 2015 Saat : 21:00 Tüm konserler ücretsizdir. ÖZGÜN KONSERLERİ BAJAR – 11 HAZİRAN RESUL DİNDAR – 18 HAZİRAN ÖZLEM TANER – 25 HAZİRAN FUAT SAKA – 2 TEMMUZ BOĞAZİÇİ CAZ KOROSU – 5 EYLÜL ( Fuar Alanına Alındı)
şehir kültür rehberi
ROCK KONSERLERİ ROCKA – 9 TEMMUZ PENTAGRAM – 23 TEMMUZ GECE YOLCULARI – 30 TEMMUZ REDD – 6 AĞUSTOS POP KONSERLERİ YASMİN LEVY – 13 AĞUSTOS GÖKSEL – 20 AĞUSTOS FETTAH CAN – 27 AĞUSTOS ZAKKUM – 3 EYLÜL MEHMET ERDEM – 10 EYLÜL JANUSZ OLEJNICZAK RESİTALİ 16 Haziran 2015, Salı, 21.30 Odeon, Efes Janusz Olejniczak, piyano ORGUN ÇILGIN VİRTÜÖZÜ CAMERON CARPENTER, organist 18 Haziran 2015, Perşembe, 21.30 Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi FRANZ LISZT ODA ORKESTRASI & ARKAS TRİO TUNCAY YILMAZ, Keman GUSTAV RIVINIUS, Çello EMRE ELIVAR, Piyano PETER TFIRST, Baş Keman 20 Haziran 2015, Cumartesi , 21.30 Celsus Kütüphanesi, Efes ÇAĞDAŞ SESLENİŞLER ENSEMBLE SAGITTARIUS VOKAL SOLİSTLERİ & TÜRK SOLİSTLER MICHEL LAPLENIE, Şef ÇİMEN SEYMEN, Soprano JERFİ AJİ, Piyano 22 Haziran 2015, Pazartesi , 21.30 Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi
72
KÜLTÜR-SANAT
KONSERLER
“İTALYA YANSIMALARI” CONSONUS ENSEMBLE Paola Santucci, Soprano Vincenzo Maria Sarinelli, Tenor Lisa Mae Green, Keman Andrea Paoletti, Keman Silvia Andracchio, Viyola Enrico Peluso, Çello Paola Crisigiovanni, Piyano 25 Haziran 2015, Perşembe 21.30 Celsus Kütüphanesi, Efes ORQUESTA BUENA VISTA SOCIAL CLUB® “ADIÓS TOUR” Featuring Omara Portuondo, Eliades Ochoa, Guajiro Mirabal, Barbarito Torres, Jesus ‘Aguaje’ Ramos 29 Haziran 2015, Pazartesi, 21.30 Çeşme Açıkhava Tiyatrosu
DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlileri Sergisi / Seramik ve Cam Sergisi 23 Haziran 2015 tarihinde, saat 18.00 itibariyle Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi Roberto Zucco Tiyatro Oyunu 17 Haziran 2015 – 18:00(1. Oyun) – 21:00(2.Oyun) Yer: İzmir Sanat – Fuar içi Bilet Fiyatları: 1 TL Yaratıcı Çocuklar Derneği - Çocuklar ve Kentler / Fotoğraflarla Çocuk Hakları Fotograf Sergisi 25 Mayıs - 14 Haziran 2015 tarihleri arasında Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi Alt Galeri’de... Giriş Ücretsizdir.
THE SOUL REBELS DERRICK MOSS, Bas Davul LUMAR LEBLANC, Trampet JULIAN GOSIN, Trompet COREY PEYTON, Trombon ERION WILLIAMS, Saksafon PAUL ROBERTSON, Trombon EDWARD LEE JR., Sousaphone MARCUS HUBBARD, Trompet 1 Temmuz 2015, Çarşamba , 21:30 İzmir Ekonomi Üniversitesi & Gösteri Merkezi CENEVRE BÜYÜK TİYATROSU BALESİ 2 Temmuz 2015, Perşembe , 21:30 Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu 73