HAYATTA DENGE ESTETİK VE RUH-BEDEN İLİŞKİSİ ÜZERİNE İHVÂN-I SAFÂ Saflığın Kardeşliği
NİYAZİ BERKES Türk Sosyolojisinde İz Bırakan Bir Sosyolog BEDEN GEÇİCİDİR, KALICI OLAN İSE RUH
DELFİ Dünyanın Merkezine Yolculuk 1
2
EDİTÖR’DEN Adım adım Babil Kulemizi inşa ediyoruz. Hem iç dünyamızda hem de günlük eserlerimizde... Bu yolculukta, 31. sayımızda da "denge" konusunu ele aldık. Haddimiz olmadan bu konuda araştırmalarımızı sunmaya çalıştık. Denge hayatın en temel yasası ve hayatın evrensel matematiği noktasında en temel aracıdır. Beklentiler, istekler, varsayımlar, haklı olmayı istemeler ve aramalar bu konuda en temel sarsıcılardır. Denge de hayatın içinde her dakikasında her saniyesinde bir mücadelenin sonucunda
elde ediliyor. Bu sayımızda, Tai Chi Eğitmeni Emel Eva Tokuyan ile güzel bir röportaj yaptık. Sevgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Saflığın kardeşliği olarak bilinen İhvan-ı Safa kardeşliğine, Türk tarihinde iz bırakan sosyologlara da bu konudaki katkıları nedeni ile yer verdik. Estetik ve ruh, beden ilişkisi üzerine deneme de bu konuda tamamlayıcı oldu. Beden geçicidir, kalıcı olan ise ruh yazısı ile de hayattaki görünen ve görünmeyen arasındaki dengeye değindik.
balerini hatırlatır. Zarif, disiplinli, kendisini de gözleyeni de dönüştüren, her türlü sarsıntıya sevgiyle ve incelikle yanıt vermek üzere hazırlıklı... Bu sayıyı hazırlarken ve okurken birlikte bu konuda attığımız zihinsel adımların, hayatta gerçek bir esere dönüşmesini diliyoruz. Semra ŞEN
Denge konusu bana bir
3
İÇİNDEKİLER
08
HAYATTA DENGE Denge hayatın yasasıdır. Hayatın bin bir çeşit görünümü ardında her zaman esas olan dengedir. Tahterevallide inmek de çıkmak da, ortada veya arada olmak da her zaman bir dengeye tabi. Paten kayan çocuğun düşmesi ya da kayması hep bir denge içerir
içinde. Peki, farkı yaratan şey nedir? Kayan ve düşen bir çocuk arasındaki fark nedir? Tek fark denge yasasını bilmek ve bu yönde hayatımızı şekillendirme çabasıdır. Denge teraziye benzetilebilir. İş, para, aile, zaman
önemlidir. önemlidir.
ESTETİK VE RUH-BEDEN İLİŞKİSİ ÜZERİNE
20
Bilgelik
“İş, gözle görülür hale getirilmiş sevgidir.” der Halil Cibran. İş kişiselleştirilmiş bir armağandır. İşin soylu ve doyurucu olması insanolarak da bizi besler.
34
HAYATTA DENGE
Beden Geçicidir, Kalıcı Olan İse Ruh
ESTETİK VE RUH-BEDEN İLİŞKİSİ ÜZERİNE
10
28 EMEL EVA TOKUYAN İLE
HAYATIMIZDA DENGE ÜZERİNE
BEDEN GEÇİCİDİR, KALICI OLAN İSE RUH
EMEL EVA TOKUYAN İLE HAYATIMIZDA DENGE ÜZERİNE Türk Sosyolojisinde İz Bırakan Bir Sosyolog NİYAZİ BERKES
İHVÂN-I SAFÂ (Saflığın Kardeşliği)
12
İHVÂN-I SAFÂ Saflığın Kardeşliği
“NASIL?”
SORUSUNA
TEK CEVAP:
4
NEDEN?
32 NİYAZİ BERKES Türk Sosyolojisinde İz Bırakan Bir Sosyolog
18
“NASIL?” SORUSUNA TEK CEVAP: NEDEN?
36 CARL GUSTAV JUNG Dört Arketip
İÇİNDEKİLER
40
46
DÜNYANIN MERKEZİNE YOLCULUK:
DELFİ Dünyanın Merkezine Yolculuk
44
ZOOTROPOLİS Hayvanlar Şehri
ALİ ZAND VAKİLİ Ali Zand Vakili, Collection Vol.1 İranlı müzisyen Ali Zand Vakili, 1986 yılında İran’ın Şiraz kentinde doğmuştur. Sanatçı şarkılarını Farsça seslendirdiği için sözlerini anlayamıyoruz, ancak şarkılardaki müzikalite ve sözlerin uyumu bize aşina geliyor. Bu uyum
ZEN
bize müziğin evrensel olduğunu bir kez daha anlatmaktadır. Sanatçı insanın derinlerine işleyebilecek etkide bir çalışmaya imza atmıştır. Çevirisine bakma ihtiyacı bile duymayacağınız bir yapıt… 16 Mayıs 2016 tarihinde çıkan “Collection Vol.1”
isimli albümdeki parçaların isimleri şöyledir: 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9.
48
Torshro Aahe Sard Faghat Doa Kon Naar Doneh Nafase Garm Be Sooye To Zendegi Kon Siah Mo Faryad
MÜZİK
babil
kulesi nisan-mayıs-haziran 2016 İmtiyaz Sahibi
Yeni Yüksektepe Kültür Derneği Bornova Şubesi Adına: Semra Şen Genel Yayın Yönetmeni Semra Şen
Yayın Koordinatörü Semra ŞEN Editör Seda ÖZTÜRK Grafik Tasarım Eylem ÖZKAN AĞARTIOĞLU babilkulesi@gmail.com Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
5
TARİH
BABİL KULESİ DİLLERİN KÖKENİNE AİT ESKİ BİR İNANIŞ ‘‘Babil yeryüzündeki tüm şehirlerin ihtişamını aşar.’’ Heredot
Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Eski Ahit’te Babil sözcüğü Babel şeklindedir; bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve karmaşa, karışıklık anlamındadır. Kur'an’da şehrin adı Babil olarak geçer, Türkçe’ye de Arapça’dan geçmiştir Babil, M.Ö. 23. yüzyıl civarında Aşağı Mezopotamya'da (şu anki Güney Irak civarında) Sümer ve Akad toprakları üzerine kurulmuş olan Babil (Babylon) ülkesinin antik başkentidir. Babil, en parlak dönemini Kral Hammurabi zamanında yaşamıştır. Babil, dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve M.Ö. 7. yüzyılda Kral Ne6
bukadnezar tarafından karısı için yaptırıldığına inanılan asma bahçelerine sahiptir. Babil döneminde sanat, mimarî, astronomi, matematik, tıp ve felsefe gibi alanlarda büyük bir gelişme gözlemlenir: Babilliler, günümüzde zaman (60 saniye '1 dakika', 60 dakika '1 saat') ve derece hesaplamaları (360 derece daire) için kullanılan 60'lık sistemi geliştirmişler, tapınaklar üzerine dikilen ve günümüzdeki modern gözetleme kulelerine ilham kaynağı olan gözetleme kulelerini inşa etmişlerdir. Babil Kulesi'nin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli efsaneler vardır. Tevrat’ın Yaratılış(Genesis) bölümünde de kuleden şöyle
bahsedilir: “Ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim’ dediler. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. ‘Yeryüzünde dağılma yalım' diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım’ dediler. Ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var. ‘Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım’. Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar.
TARİH Bundan dolayı onun adına Babil dendi." Tevrat (tekvin 11:1-9) Efsaneye göre Tanrı; bir kule yaparak kendisine ulaşmak isteyen insanların kendini beğenmişliğine ve küstahlığına kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Bir doğal felaket yollayarak kuleyi yıkar. Bundan sonra insanlar dünyanın farklı kö-
şelerine dağılırlar ve farklı diller böyle ortaya çıkar. İsmi verilmemekle beraber Kuran’da Babil Kulesi'ne benzer bir kuleden bahsedilir. Hikâye Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer. Firavun Haman'a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa'nın tanrısına bakacağını söyler.
9. yy İslam tarihçilerinden el-Tabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod, Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. Aslında yedi katlı bir ziggurat olan Babil Kulesi'nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir aşamayı simgeler:
1. katı taşı, 2. katı ateşi, 3. katı bitkiyi, 4. katı hayvanı, 5. katı insanoğlunu, 6. katı güneşi ve gökyüzünü, 7. katı ise melekleri sembolize etmektedir.
Kulenin yüksekliğiyle ilgili bilgilere ise sıkça rastlanılmaz ve Yaratılış Kitabı da bu konuyla ilgili olarak herhangi bir şey aktarmaz. Efsaneye göre kule, teraslı bir piramidi andırıyordu. En üstte, Babil kentinin tanrısı olan Marduk’un tapınağı vardı. Buraya halk giremezdi. Eski Yunan tarihçisi Herodot da, her biri ötekinden küçük olarak üst üste yapılmış yedi kuleden bahseder. Asurlular ve Perslerce yıktırılan yapı, İskender Babil’i aldığında yıkıntı hâlindedir. İskender kuleyi yeniden yaptırmak isterse de erken
ölümü bunu engeller. Babiller bu kulede yaptıkları araştırmalar sonucunda burçları bulmuşlardır. Ayrıca yine Babiller bu kule sayesinde tarihte ilk kez ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplamışlardır; bundandır ki ay takviminin mucitleri Babiller’dir. Ancak şunu belirtmede fayda vardır. Birçok kişi tarafından ay takviminin mucitleri Sümerler olarak bilinir, bu aslında yanlış değildir ama çok doğru bir bilgi de değildir. Sümerler ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplayan ilk uygarlıktır ancak bir ay yılını 360 gün olarak hesapla-
mışlardır. Normalde bir ay yılı 354 gündür bunu tarihte ilk doğru hesaplayanlar Babiller olmuştur. Kısacası Babil Kulesi, insanların tarihî dönemlerde dil olgusunun kökenine ve ulusların çeşitliliğine yönelik sorularına cevap veren bir inanıştır. Farazî temellere dayanan bu inanış, ulusların ve onların dillerinin çeşitliliğini izah etmeye çalışır. İnanış, kutsal kitaplara da yansımış ve çeşitli efsane, destan gibi anlatılarda yerini almıştır.
Erkan SİHİR
7
DENEME
HAYATTA DENGE Denge hayatın yasasıdır. Hayatın bin bir çeşit görünümü ardında her zaman esas olan dengedir. Tahterevallide inmek de çıkmak da, ortada veya arada olmak da her zaman bir dengeye tabi. Paten kayan çocuğun düşmesi ya da kayması hep bir denge içerir için8
de. Peki, farkı yaratan şey nedir? Kayan ve düşen bir çocuk arasındaki fark nedir? Tek fark denge yasasını bilmek ve bu yönde hayatımızı şekillendirme çabasıdır. Denge teraziye benzetilebilir. İş, para, aile, zaman
önemlidir. Bilgelik önemlidir. “İş, gözle görülür hale getirilmiş sevgidir.” der Halil Cibran. İş, kişiselleştirilmiş bir armağandır. İşin soylu ve doyurucu olması insan olarak da bizi besler. İnsanları ve durumları dö-
DENEME nüştürebilir, insanlığa kat- •İnisiyatifi ele almak kıda bulunmamızı sağlar. • Şu anda benim koyaİş insanın moralini yüksek bileceğim katkı ne olmatutmasında bir araç olabi- lıdır? Örneğin: sağlık, eğilir. İş ilham verir. İş; ya- tim, adalet. şam kalitesinin vazgeçilmez, zamanı geçmeyen, Yaptığımız iş iyi mi? evrensel, disiplinli yaşam • Geri bildirim istemek tarzıdır. • Çalışmayı bilmek, te mel beceriye sahip olmak FARK ÇALIŞMANIN • İlkelere değer vermek NEDENİDİR • Deneyimleri değerlenÇoğu kişi için çalışmanın dirmek birincil nedeni, ekono- • İlhamı davet etmek miktir. Sadece bu neden- • Örnek oluşturmak, başle yapılan eylem, kişileri kalarını etkileyen başlıca mükemmel ürünlere gö- şey değildir. türmez. O zaman kusurlu telefon, ayakkabı, ilk O tek şeydir. sarsıntıda yıkılan binalara sahip oluruz. Aile önemlidir. Toplumun çekirdeği ve mayasıdır. Gerçek denge: Daha dengeli bir aile haDüzenli biçimde iyi se- yatında ebeveynler: çimler yapma sürecidir. • Öğretin, eğitin, yardım Yaptığımız iş bizi geliştir- edin, sevin, cesaretlendimeli, dönüştürmeli, bilge- rin ve gerektiğinde düzellik patikasındaki yolumu- tin ama kendiniz üstlenzu desteklemelidir. Aksi meyin. takdirde destek değil kös- •Kutlayın, ödüllendirin, tek olacak, denge terazi- teşvik edin, kahramanlanin diğer kefesine doğru rı ve kahramanlıkları eve kayacaktır. Terazinin ke- taşıyın. felerinde etki-tepki yasası bulunur. Zaman önemlidir. Zaman dengesinde plan yapmak Seçimler dengeyi bul- temeldir. Plan yaparken mada önemlidir. Yanlış dikkat edilmesi gerekenseçtiğimiz hakkını verme- ler: diğimiz iyi üretim gerçek- •Kısa-orta ve uzun vadeli leştirmediğimiz bir iş bi- •Zaman seyir defteri zim için tepki yarattığımız •Zamanın izini sürmek en büyük alan haline gelir. zaman hafiyesi Bu konuya nereden başla- •Notlar, almak ve notlayabiliriz? ra, bakmak •Proaktivite, kendini so- •Zaman, hırsızlarını yarumlu olarak görmek ve kalamak ve engellemek sorumlu davranmaktır. •Hayır diyebilmektir. •Kendimi, nasıl geliştirebilirim? Zaman matrisi yapmak
ve bu matriste bir gün önceden her zaman acil olan ve olmayan, önemli olan ve olmayan şeyleri yerleştirmek denge kurma çabasını daha verimli hale getirir. Para önemlidir. Dengesi de önemlidir. •Paranın seyrini takip edelim. •Fatura, fiş takipçisi olalım. •Kara delikleri bulalım ve kapatalım. Bilgelik önemlidir. Seçimleri yapma yeteneğidir. Bir günlük tutmak, başkalarının deneyimlerinden ders almak, deneyimlerimizi paylaşmak bizi daha dengeli tutar. Hayat önemlidir. Hayatın her günü bilinmeyen boş bir sayfadır. Evrensel ilkelere değer vermek, bilgelerin deneyimlerinden ders almak, ilhamı davet edip onunla ahenk içinde yaşamak, denemeyi sürdürmek sabırla ve inatla... İşte o zaman dengeli ve bilgece bir yaşam bizi bekler. Semra ŞEN
9
DENEME
Beden Geçicidir, Kalıcı Olan İse Ruh Hepimiz korkuyoruz bedenin ölümünden Fakat kimdir korkan ruhun ölümünden? Epiktetos Bu dünyaya gelmemizle birlikte her geçen gün bedenimizle daha fazla ilgileniyor, her geçen gün ona daha fazla önem veriyor, her geçen gün onu kaybetmekten, ona zarar gelmesinden korkarak hareket ediyoruz. Bildiğimiz fakat unuttuğumuz bir şey var ki o da bu dünyada sadece bedenimizle değil aynı zamanda ruhumuzla da var olduğumuz. 10 10
DENEME Bedene ait ne varsa her biri geçici aslında. Yaşımıza göre, mevsime göre hatta bazen bir saatten başka bir saate bedene dair hislerimiz, fikirlerimiz değişkenlik gösterebiliyor. Modaları takip ediyor, teknolojiyle bedenimize yön veriyoruz. Bedenin bu geçici haline bakarak ruhun aslında ne kadar da kalıcı olduğunu görebiliyoruz. Hele ki daha üst bilinç, fikir ve birleştirici öğelerle temas eden ruhun varlığının ebedi olduğunu biliyoruz. Tarihin birçok evresinde, birçok farklı yörede ve farklı kültürlerde ruhun ölümsüzlüğü anılmıştır. Bedenimize bu dünyada sahipken, bu dünyada bedenlenmeden önce ve bu dünyada bedenimizi bıraktıktan sonra ruhumuzun yaşamaya devam edeceği ortak kadim bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Bu ortak kavramda; ruhun bu fiziki dünyadaki imtihanını vermesi için bir bedene bürünerek yeryüzüne indiği söylenmektedir. İnsan bedeninin oluşması ve olgunlaşması için geçici bir süre ana rahminde kalması gibi, ruh da bu dünyada geçici bir süre bedeni ile var olup buradan olgunlaşıp ayrılmak için yaşamalıdır. Peki, geçici olan bedenimize ne kadar öncelik veriyor, ya da kalıcı olan ruhumuza ne kadar önce-
lik veriyoruz? Bu dünyaya geldiğimiz andan itibaren, çocukluğumuzdan başlayarak yaşadığımız hayat ve çevreler bizi doğuştan gelen en saf, en temiz duygu ve düşüncelerimizden uzaklaştırıyor. Büyüdükçe bir anlamda insanlığımızın bir kısmını bu dünyada bozdurup harcıyoruz. Tüm hayatımız boyunca geçici olduğunu bile bile, sonlanacağına defalarca tanık olduğumuz halde; bedensel hayatımızı, sağlığımızı, mallarımızı koruma adına vaktimizi enerjimizi ömrümüzü harcıyoruz. Ve bu sonu belli mücadelede esas bizi insan yapan değerleri bizim zamansız olan ölümsüz olan değerlerimizi erdemlerimizi unutuyor, onlardan uzaklaşıyor ve yabancılaşıyoruz. Doğruluk, adalet, neşelilik, doğaya uygunluk gibi çocuk yaşlarda var olan özelliklerimizi yanılsamalar dünyasında yadırgıyor, egomuza yeniliyor ve yükselmek yerine belki de alçalıyoruz. Geçici olmayan, zamandan ve mekândan bağımsız kalıcı değerler olan erdemlerimiz ruhumuzun olgunlaşmasını sağlayacak olanlardır. Ve bu yolda en büyük zafer kendi kendimize verdiğimiz mücadelede alacağımız zaferlerdir. Nefsin aldatıcı ayartıcı dürtülerine karşı mücadeledir esas
olan. Kişiliğin tomurcuğu ezilmeli, adına ben denen egoya karşı büyük tuzakların olduğu bu yolda her zaman yüksek bilinç ve irade ile hareket edilmelidir. Madde âlemindeki kayıplarımızı; paramızı, ekmeğimizi, sağlığımızı kaybetmemizi gerçekten telafisi olmayan kayıplar olarak görüp dertleniyoruz. Fakat ruhumuza ait adalet, cesaret, doğruluk, tevazu gibi değerlerin eksilmesi o kadar büyük kayıplar olarak görmüyoruz. Hem de madde âlemdeki kayıplar veya kazanımlar bizden bağımsız dış unsurlar olmasına rağmen ruhumuza ait kayıplar veya kazanımlar tamamen bizim bilinç ve irademize bağlıyken bunu yapıyoruz. Bilinç ve irademiz ile bu dünyaya ait geçici olan ve ebedi dünyaya ait kalıcı olan kavramları öğrenip anlamaya ve önceliklerimizi ona göre belirleyip bu dünya hayatı süresince hakiki değerlerle bütünleşen bir yaşam biçimi uygulayarak hakikâte birer adım birer adım da olsa yaklaşma gayreti göstermeliyiz. Geçici olan değişmez olana feda edildiğinde ödül senindir. (Sessizliğin Sesi)* Yahya ŞENOCAK 11 11
ARAŞTIRMA
İHVÂN-I SAFÂ (Saflığın Kardeşliği)
12 12
ARAŞTIRMA İhvân-ı Safâ Düşüncesinde Kavramlar İhvân-ı Safâ için sayılar çok önemlidir ve sayıları varlığın temeline yerleştirmiş, her şeyi sayılarla izah etmeye çalışmıştırlar. Risalelerinde Pisagor, Nikomakhos ve Öklid’e birçok kez atıf yaparlar ve sayıların birçok gizemi barındırdığına inanırlar. Sayılar Risalesi’nde genel olarak sayıların özellikleri, kaç çeşit oldukları, bu çeşitlerin alt türleri, özellikleri ve sayıların ikiden önce olan birden nasıl meydana geldikleri, yani sayıların kaynağı olan birden nasıl türedikleri ele alınmıştır. Önce bir ve birlik, ardından ise çokluk konusunu izah ederler. Aritmetik ve geometri anlatımları, bilimsel olmaktan çok felsefi, teolojik karakterdedir. Aritmetik ve geometrik unsurları kanıtlama kaygısına girmeden onları varlıklarla ilişkilendirerek, sembolik ve mistik bir takım yönlerine vurgu yaprak ele almıştır. Felsefi ilimlere matematikle, matemetiğe de sayılarla başlamalarındaki amaçları karmaşık soyut konulara girmeden önce zihinsel hazırlık yapmak-
tır.
Astronomi ve Astroloji İhvan-ı Safâ’nın evren sistemi, merkeze Dünya’yı alan, Güneş’i ise, en uzak kuşatıcı felek ile Dünya arasında orta bir yerde konumlandıran bir evren sistemidir ve bu sistemi Kur’an ayetleriyle desteklemektedirler. Merkezdeki yerden itibaren alttan yukarı hiyerarşik bir sırayla, Hava küresi, Ay küresi, Merkür (Utarit) küresi, Venüs (Zühre) küresi, Güneş küresi, Mars (Merih) küresi, Jüpiter (Müşteri) küresi, Satürn (Zuhal) küresi, sabit yıldızlar küresi ve kuşatıcı küre yer almaktadır ve bu küreler iç içe geçmiş durumdadır.⁶ Evreni, ayüstü ve ay-altı olarak ikiye ayıran İhvân-ı Safâ’ya göre, göksel hareketler, yerdeki oluş ve bozuluşun yakın nedenidir; uzak neden ise Tanrı’dır. Onlara göre, Güneş’in, Ay’ın ve yıldızların etkileri yok sayılamaz. Örnek vermek gerekirse, bireylerin karakterlerinin ve ahlâkî tutumlarının oluşumunda iklimin, içinde yaşanılan coğrafyanın, alınan eğitimin, ailenin ve toplumun yadsınmaz bir rolü bulunmaktadır. Ancak bu etmenlerin hepsi sonuçta gelip, en temel neden olan, burçların, feleklerin
ve yıldızların etkisine dayanır. Çünkü onlara göre; iklim, çevre, toplumsal koşullar ve benzerinin oluşumu da göksel etkilere, yani yıldızların ve burçların konumuna bağlıdır. ⁷ Olayların nedenini Tanrı yerine yıldızlara bağladığı, gaybden haber verdiği, göksel etkiler karşısında insanı önemsiz ve yararsız gösterdiği iddiasıyla astrolojiye mesafeli duran İslami çevrelerin eleştirilerine maruz kalmışlardır. Risalelerinde bu çevrelere yönelik olarak gökbilimin felsefenin bir parçası olduğuna değinmişler ve “Şeriatın hükümlerini öğrenmiş, dini hükümlerin bilgisine vakıf olmuş, ilahi kanundan emin olan bir kimseye gelince, onun felsefi ilimlerle uğraşması kendisini zarara uğratmaz”⁸ diye belirtmişler, astrolojinin gaybı bilme gibi bir iddia taşımadığını söylemişlerdir. Bilim ve Felsefe Bilmenin insanın varlık şartı olduğunu, insanın ancak bilgisi sayesinde değer kazandığını, yaratılanların bilinmek için var edildiğini, Allah’ın cömertliğinin, yaratılanların hikmetlerinin ve hakikatlerinin ancak bilim
⁶Hasan Aydın, Kozmolojik Temelleri Işığında İhvân es-Safâ’da Astroloji ve Astrolojinin Meşruluğu Sorunu Kelam Araştırmaları 9:1 (2011), s.185 ⁷ Hasan Aydın, Kozmolojik Temelleri Işığında İhvân es-Safâ’da Astroloji ve Astrolojinin Meşruluğu Sorunu Kelam Araştırmaları 9:1 (2011), s.187 ⁸İhvân-ı Safâ Risaleleri Cilt:1 (2012), Çev: Ömer Bozkurt, Ayrıntı Yayınları, s.108
13 13
ARAŞTIRMA ile bilineceğini ifade eden İhvân-ı Safâ’ya göre teorik ve pratik bütün bilimlerin başlıca iki amacı vardır: ˜Beden sağlığını gerçekleştirmek ve insanın bedenen sağlıklı yaşamasını sağlamak ˜Ruh sağlığını gerçekleştirmek ve ruhun ölümden sonraki hayatta da mutluluğunu temin etmek Zahiri bilimler beden sağlığını, batıni bilimler ise ruh sağlığını gerçekleştirmeye çalışır. Görünen ve görünmeyen (zahir ve batın) olarak ikiye ayırdığı bu alemde önce görüneni tanımaya çalışır. Çünkü; görünen alem, görünmeyenin açık delili ve belirgin örneğid i r.
Kavramaya çalıştığımız bu âlemin küçük bir örneği olan (mikrokozmos) insan öncelikle tanınması bilinmesi gerekendir. İnsan önce kendini tanıyacak, sonra evrene geçecek onu kavrayacak ve bütün bunlar onun Tanrı anlayışının temelini oluşturacaktır. İhvân-ı Safâ; kendini tanımadan evreni tanıma girişimini, daha yüz kg.lık bir yükü kaldıramazken, bin kg.lık bir yükü taşıma teşebbüsüne ya da henüz yürümeye gücü yetmeyen birinin koşmaya çalışmasına benzetir.⁹ Onlara göre, kendi dışındaki şeylerin bilgisine sahip olduğunu öne süren kimsenin, kendisi hakkında bir şey bilmemesi, tuhaf bir durumdur. İhvân-ı Safâ
için felsefe sadece hakikatin araştırılmasından ibaret olarak teoride kalmaz, felsefenin “kişinin söz ve davranışlarını belli bir sistem dâhilinde düzenleme” gibi pratik yönü de vardır. Felsefeyi, Kindî’de de olduğu gibi insanın gücü ölçüsünde Tanrı’ya benzemesi olarak tanımlar; “Tanrı, bilginlerin en bilgini, hakimlerin en hakimi, sanatkarların en sanatkarı ve hayırlıların en hayırlısıdır. Kimin bilgi, hikmet, sanat ve hayır alanında uğraşısı artar, üstünlük kazanırsa o, Tanrı’ya o derece yaklaşmış olur.”¹º Din Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e gelinceye kadar, Allah’ın insanlığa çok sayıda peygamber ve din göndermesinin ana sebebi, insanlığın, hem sosyal hem de psikolojik evrimini sağlamaktır. İhvan-ı Safâ’ya göre, bu sebeple Allah, kendisine ve öte dünyaya iman gibi esas unsurları değişmeyen ilkeler vazetmiştir. Her gelen yeni din bir önceki dönemin sosyal yaşantı ve düşünceleriyle ilgili olan sistemi ya tamamen ya da kısmen değiştirir. İhvân-ı Safâ’ya göre din ve felsefe maksatları bir
14
ARAŞTIRMA olan ilahi iki iştir ve sadece detaylarda farklılık gösterir. İnsan ancak felsefi bilgiler ve dini terbiye ile ruhi kemale ulaşır ve kurtuluşa erebilir. Din ile felsefeyi birleştirmek isteyen İhvân-ı Safâ; sadece felsefi ve pozitif ilimlerle ilgilenip dinin hükümlerinden ve sırlarından habersiz olanları eleştirmektedirler. Faydasız tartışmalarla insanları yanlışa sevk eden, her şeyi akılla yorumlamaya kalkarak dinin hükümlerini yok sayan filozofların gerçek filozoflar olmadıklarını¹¹ söyleyen İhvân-ı Safâ, aynı zamanda metafizik hakikatleri düşünüp kavramaya, varlıkların hakikatlerini araştırmaya ve dini daha iyi anlamaya yarayan, hikmet anlamında değerlendirdiği felsefeye karşı çıkan dini âlimlerine de olumlu gözle bakmamaktadır. Din ile şeriatı birbirinden ayıran İhvân-ı Safâ dini ilahi emir olarak görür ve tüm peygamberlere göre dinin tek olduğunu fakat peygamber sayısınca şeriat olduğunu ifade eder. Şeriat dünyevi işlerle dinin güçlenmesini, sağlamlaşmasını mümkün kılar. İhvân-ı
Safâ,
kutsal
kitaplardaki yaratılış, Adem, şeytan, bilgi ağacı, haşr, hesap günü, cehnenem, cennet gibi bütün metafizik motiflerin sembol olarak değerlendirilmesi ve mecazi şekilde anlaşılması gerektiğine inanmıştır. Ahlak sistemi, zühd ve takvaya dayanan İhvan-ı Safa tasavvuf kültürüne de önemli katkılarda bulunmuştur. İlk mutasavvıfların dağınık fikirlerini topladıkları ve sonradan gelen büyük mutasavvıfların ve bazı filozofların tasavvuf terimlerinin önemli bir kısmını İhvân-ı Safâ’dan aldıkları söylenmektedir. İhvan-ı Safa’dan etkilenen mutasavvıfların başında İbn Arabi gelmektedir. Yaratılış İhvan-ı Safa’nın yaratılış anlayışı “sudûr” (meydana çıkma) düşüncesi çerçevesinde kavranabilir. Bu kavram, her şeyin tek varlıktan çıktığını ve yine ona döneceğini anlatır. Yaratılış, bir meydana çıkma ve yine aslına dönüşten ibarettir. İnsan bedeni de yok olduktan sonra ruh, Tanrı’ya dönecektir. Bütün âlemi kuşatan engin ruhun kaynağı olan Tanrı’ya dönüş, büyük diriliştir (ba’s-ü Ba’d
el-mevt). Sudûr düsüncesi, risalelerde de net bir biçimde açıklanmaktadır; “Tüm varlıkların yaratılışı birbirine bağlı ve sıralıdır. En aşağı evrende olan olaylar, bağlı oldukları en üst evrenin göksel düzen ve yönetimi gereği oluşurlar” İhvan-ı Safa’ya göre dünyanın Tanrı’dan sudur etmesi (ortaya çıkması) derece derece olmuştur: 1. Tanrı birliği (vahdet-i ilahi) aşamasında; bütün varlık türleri birlik içinde, Tanrı özündedir. Burada tek varlık Tanrı’dır. 2. el-Akl; aşamasında; yönetici, denetleyici, öğretici, yol gösterici özellikleri bulunan; tanrısal varlık olan us (akıl) oluşur. Bu oluşma da bir fışkırmadır. 3. el-Nefs, diri varlıkların özünü oluşturan, nitelik bakımından usla yakınlığı bulunan bir güçtür. 4. İlk madde (maddi ûlâ), yer kaplayan varlıkların oluşturucu gerecidir. 5. Dehr (evren), bütün varlık türlerini kuşatan bütündür. 6. Ecsam (cisimler-nesneler), yer kaplayan tek tek varlıklardır. 7. Eflak (gök katları), ayrı ayrı özellikler taşıyan varlık alanlarıdır. 8. Anâsır (ilkeler yani
⁹Enver Uysal, İhvân-ı Safâ’nın, X. Yüzyıl İslâm Dünyasının Felsefe ve Bilim Düzeyine Işık Tutan Bir Sözlük Denemesi, s.95 ¹ºEnver Uysal, İhvân-ı Safâ’nın, X. Yüzyıl İslâm Dünyasının Felsefe ve Bilim Düzeyine Işık Tutan Bir Sözlük Denemesi, s.96 ¹¹Hasan Aydın, Kozmolojik Temelleri Işığında İhvân es-Safâ’da Astroloji ve Astrolojinin Meşruluğu Sorunu Kelam Araştırmaları 9:1 (2011), s.194
1515
ARAŞTIRMA elemanlar), varlık türlerini oluşturan kurucu özlerdir. Evreni dolduran bütün varlık türleri bu ilkelerin belli oranlarda, belli bir düzene göre, birleşmesiyle biçimlenir. 9. Madenler, bitkiler ve hayvanlar (cemâdât, nebâtât ve hayvanât), evrende bulunan bütün varlık türlerinin toplandığı üç büyük bölümdür. Yeryüzünde görülen ne varsa bu üç türden birine bağlıdır. Bu varlık katları, belli bir diziye göre bir öncekinden doğar. Yaratılış, Tanrı’dan çıkış ile başladı, son varlık katında bütünlüğe ulaştı. İhvan-ı Safâ’ ya göre, böylelikle “sudûr”, Tanrı’ dan başlayarak sonsuza kadar dallanan bir ağaç gibi, üst evrenin tek biçiminden yola çıkıp, alt evrenin çoklu biçimini oluşturmaktadır. İhvân-ı Safâ doğanın tüm aşamaları arasında sürekli bir gelişim olduğunu söyler. Risalelere göre, bitkilerin ilk derecesi, madenlerin son derecesine, bitkilerin son derecesi de, hayvanların ilk derecesine bağlıdır. Bu sürekliliği belirtebilmek için, risaleler hayvanlardan insanlara geçişi de açıklamakta ve maymunda insana benzer niteliklerin nasıl bulunduğunu açıklamaktadırlar. Ancak, insandan sonra meleklere, oradan ilâhî evrene ve mutlak varlığa doğru 16 16
yükselişi anlatmaya devam ettikleri için, evrim düşünceleri çağdaş evrim düşüncesinden farklıdır. Onlara göre evrende hiçbir şey tesadüfen gerçekleşmediği gibi, hiçbir şey de nedensiz ortaya çıkmamaktadır, yani her şeyin bir nedeni ve varlık hikmeti bulunmaktadır. Bu açıdan felekleri, burçları, yıldızların hareketlerini ve onların oluş ve bozuluş üzerindeki etkilerini bilmek, nedensel ve matematiksel düzeni kavramak, hikmetleri görmek için gereklidir. Evren hem var olmada, hem de varlığını sürdürmede Tanrı’ya muhtaçtır; O’nsuz varlığını sürdürmesi imkansızdır. İhvân-ı Safâ’nın seçtiği örnekle söylersek; nasıl ışık varlığını ve sürekliliğini Güneş’e ve lambaya, konuşmacının sözlerinin varlığı ve sürekliliği konuşana bağlı ise, evren de bunun gibi varlık ve süreklilik açısından Tanrı’ya bağlıdır. İnsan İnsanı cismani anlamların son cevheri, ruhani anlamların ilk cevheri olarak gören İhvân-ı Safâ; insanın cisimsel bedeninin dünyada sürekli kalmayı ebedi olarak burada yaşamayı arzuladığını ruhani nefsi itibariyle ise ahirete ulaşmayı istediğini ifade eder. Hayat ve ölüm, uyku ve uyanıklık,
bilgi ve cehalet, hastalık ve sağlık, hayasızlık ve iffet, cimrilik ve cömertlik gibi zıt niteliklere de değinerek bu düalistik yapıya dikkat çeker. Risalelerinde madenler, bitkiler ve hayvanlarla ilgili ifadelere yer verirler. Onlara göre yeryüzünde hayvanların ortaya çıkışı bitkilerden sonra olmuştur. Hayvanlar âlemi dâhil onun altındaki her şey, hep insanın ortaya çıkışı ve yaşayabilmesi için önceden var edilmiştir. İnsan, üç varlık âlemi (madenler, bitkiler ve hayvanlar) ile gökler arasında bir bağdır; bu üç varlık âlemi ona bağlıdır ve insan da onları kullanma haklarına sahiptir. Bununla birlikte insan, en son yaratılan en kompleks varlıktır. İnsanın bundan sonraki gelişimi maddi değil, ruhi bir evrim geçirmesi anlamına gelmektedir. İlahi kökeninin farkına varan mükemmel insan için süreç bitmiştir. İhvân-ı Safâ’ya göre insanın evrimi ruhsaldır, tanrı hayvandan sonra insanı yaratığı gibi, insandan sonra da bir şey yaratacak değildir. Çünkü insan, kökenine dönebilme erdemine sahip oluşu nedeniyle bütün yaratıkların amacını yerine getirmiştir ve bütün diğer varlıklar, bu son tekrar birleşme aşamasının gerçekleşmesi için yaratılmıştır.
ARAŞTIRMA İhvân-ı Safâ‘ya göre beden; topraktan gelen, karanlık, bozulup dağılabilen, cansız, hareketsiz, hissiz ve ölü, cismani bir cevherdir ve kan, balgam, sarı ve kara safra olmak üzere dört karışımdan meydana gelmiştir. Buna karşılık nefs ise bozulup dağılmayan, diri, etkin tabiata sahip, belli bir süre için bedenin tamamlayıcısı, sonra bedeni terk edip ayrılan ve aslına dönen ölümsüz manevi bir cevherdir. İnsanın bir bütün olarak insanlığını fark etmesi ve ilahi kökenini arayarak ruhani olgunlaşma sürecinden geçmesi, felekler âlemine ulaşma arzusunu hissetmesine bağlıdır. Bunu yapabilmesi için de bedeninden onun isteklerinden kötü fiil ve bozuk fikirlerden arınması gerekmektedir. Nefsin, tam olgunluğuna ve gerçek insani nefse dönüşmesi bedenden tamamen ayrılması yani ölmesiyle olur. İhvân-ı Safâ’ya göre doğum olayı nasıl ceninin ana rahminden kurtuluşunu simgeliyorsa, ölüm de ruhun bedenden kurtuluşunun bir simgesidir. Ancak, bu noktaya kadar nefs, olgunlaşma süreci içinde devamlı insan varlığını inşa eder. İhvân-ı Safâ insanın kendi kendisini keşfetmesini istemektedir. Nefs sürekli
bir aktivite varlığı olduğu müddetçe, kendini keşfeder ve güçlerini kullanabilir. Nefs; canlı, hareketli ve dipdiridir. İnsanın, yeryüzünde yaşadığı sürece bir iş, bir fiil gerçekleştirmeden duramayacağı görüşündedir. Çünkü insan, nefsinin olgunlaşmasını ve tekamülünü kesintisiz olarak devam ettirmek durumundadır. İhvân-ı Safâ böylelikle insanın maddeden forma geçiş mücadelesi veren bir varlık olduğuna değinmektedir. İdeal insanın; nefsbeden dengesini kurabilen insan olduğunu belirten İhvan-ı Safa dünyaya aşırı bağlılığı hoş karşılamaz. Onlara göre “İdeal (kâmil) insan şeriatın hükümlerini, peygamberlerin tavsiyelerini ve filozofların irşadlarını uygulayan, düşmanca tutumlardan, kötü huylardan, çirkin davranışlardan, yanlış düşüncelerden uzak duran, ilimler arasında değer farkı gözetmeksizin felsefe, din, matematik, tabii bilimler, ilahiyat gibi bütün alanlarda bilgili olmaya, böylece ruhunu aydınlatma ve arındırmaya çalışan, cahillikten uzak kalan kişidir” Kaynakça •Bayram Ali Çetinkaya, İhvân-ı Safâ’nın Din Söylemi •Bayram Ali Çetinkaya, Dinî Ve Felsefî Metin-
ler Cilt:1 (2012) - İlk Ansiklopedik Metinler Olarak İhvân-ı Safâ Risâleleri’nin Bilimsel ve Entelektüel Anlamı •Bayram Ali Çetinkaya, İhvân-ı Safâ Düşüncesinde Temel Tasavvufî Kavramlar ve Meseleler – Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Cilt IX/2 Aralık 2005) •Enver Uysal, İhvân-ı Safâ’nın, X. Yüzyıl İslâm Dünyasının Felsefe ve Bilim Düzeyine Işık Tutan Bir Sözlük Denemesi •Hasan Aydın, Kozmolojik Temelleri Işığında İhvân es-Safâ’da Astroloji ve Astrolojinin Meşruluğu Sorunu - Kelam Araştırmaları 9:1 (2011) •İbrahim Agah Çubukçu, İhvân as-Safâ ve Ahlak Görüşleri •İhvân-ı Safâ Risaleleri Cilt:1 (2012), Çev: Ömer Bozkurt, Ayrıntı Yayınları •İhvân-ı Safâ Felsefesi Monografisi, Seda Küçüksarp – Cem Çiloğlu – Mehmet İlgürel •Mustafa Öztürk, İhvân-ı Safâ’nın Felsefî Düşünce Sisteminde Kur’an Ve Yorum •Ömer Bozkurt, İhvân-ı Safâ’da Aritmetik, Geometri ve Felsefe İlişkileri •Şahin Filiz, İhvân-ı Safâ (X.yy)’ya göre İnsanın Biyolojik ve Psikolojik Yapısı •http://www.dinlertarihi. net/dinler-tarihi/2/ihvanus-safa-felsefesi.html
Yahya ŞENOCAK
17 17
DENEME
“NASIL?”
SORUSUNA TEK
CEVAP:
18 18
NEDEN?
DENEME
Saniyeler saniyeleri, günler günleri ve yıllar yılları kovalarken hayat denen nehrin ortasında veya kenarında akıyoruz. Ya da küçük bir köşede rahat rahat duruyor da olabiliriz. Bu yazı, “rahatlık” arzusunu sorgularken doğdu. Rahatlık ile ilgili bir filozofun yazdıkları beni aydınlattı. “Bana hep ‘Nasıl?’ ile başlayan sorular soruyorsunuz, hâlbuki ‘Neden?’ sorusudur asıl cevap. Zen koanlarındaki şimşek çakması gibi birşey çaktı ve tekrar derin karanlığa büründüm. Bu beni aydınlığı tefekkür etmeye ve unutmamak adına yazıyı yazmaya götürdü.” Çağan Irmak’ın “Dedemin İnsanları” filmi şu cümle ile başlar: “Yaşanmış hikâyenin yaşanmış insanlarından: Neden? ‘6 soru cümlesi içinden ilk akla gelenin en cevapsız oluşu ilginçtir.’ Sorunun aslında her cevabı yeni bir cevaptır. Hâlbuki ‘Kim, nasıl vb.’ soru kelimelerinin her birinin tek ve somut, elle dokunulabilir bir cevabı varken ‘Neden?’ sorusu derindir.” Peki, neden daha çok
“Nasıl?” sorusunu kullanıyoruz? “Nasıl?” : Konfor sağlamaktadır. Ezberciliğin rahatlığını sağlar, hemen yöntem üretilebilir ama bir tırtılın koza içindeki sancısının yaşanmamışlığından dolayı hafıza üretemez. Kısa vadelidir ve hızlıdır. Çıkarlarımızı kollar ve çıkarlarımıza hizmet eder. Daha popülisttir. Neden “Neden?” sorusu? Daha derinlere dalabilmek için, zira denizin güzelliği ve dengeli hali derinlerdedir. Derinlere ulaşmak disiplinli bir çaba gerektirerek; çabayı göstereni, zorluklara direneni dönüştürür. Bilimin temel sorusudur. Bir parça evrene dair bilgimiz varsa ve bilgi edinmeyi sürdürmeye devam ediyorsak bu soruyu sormanın sonucudur. Farkındalık ve anlam ancak bu soru didiklendikçe aydınlanır. İyi bir nedeni olan, dikkati ve konsantrasyonu büyütür. İrade ancak bu süreci sürdürdükçe olgunlaşır.
Hafıza ancak bu soru ile temellenir. Temeli çürük bir hafıza, ilk depremde kendini unutkanlık toprağının içinde ufacık olmuş moloza dönüşmüş bulur. En önemlisi bu soru sorulduğunda, anlamlı bir neden varsa kişisel olarak değişen engellerimizle savaşmak için ikna edilmeye ve yöntemler aramaya gerek kalmaz. İlginçtir ki, günümüzde kilo vermek için bile birçok yöntem var ama hala şişmanız ve şişmanlık dünya çapında salgın olarak kabul edilen bir hastalıktır. Halbuki insan aşık olduğunda beğenilmek için bile tığ gibi olması sadece zaman meselesidir. Anlamlı bir neden varsa, aracımızın el freni kalkar ve biz el freni çekilmiş bir aracın gaz pedalına basmak için değişik yöntemler üretir, “Nasıl?” sorusundan sıyrılır ve doğal oluruz. Saniyeler saniyeleri, günler günleri ve yıllar yılları kovalarken hayat denen nehrin ortasında veya kenarında akıyoruz. Ya da küçük bir köşede rahat rahat duruyor da olabiliriz. Peki, nereye doğru ak(m)ıyoruz? Neden? Semra ŞEN 19 19
ARAŞTIRMA
20 20
ARAŞTIRMA
ESTETİK VE RUH-BEDEN İLİŞKİSİ ÜZERİNE “Sadece bedenin estetik görünüşüne değil, aynı zamanda ruhun etik görünüşüne önem vermek; tüm güzellik ve ahengin ruhsallıkta başladığını ve işlevinin ruhsallıkta olduğunu emin bir şekilde idrak etmek.” Estetik kelimesi, Grekçe “aisthetikos”dan gelir. “Duymak, duyumsamak, duyumla algılamak” anlamlarını taşır. Estetiği daha çok duyularımıza hoş gelen şeyler için kullanırız. Türkçede de bize hoş gelen şeylere güzel deriz. Bu da “göz” anlamına gelen “köz” kelimesinden türemiştir. Maddi varlıklar için güzellik, görme duyusu olan göze hitap eder. Manevi güzellik söz konusu olduğunda ise “kalp gözü” devreye girer. Estetiğin uğraş alanı güzelin aranmasıdır. Etikte de ruhsal olarak iyi olan, doğru olan güzeldir ve ruhta etik olmadan estetik olamaz. Tarih boyunca filozoflar “Güzel nedir?” sorusuna yanıt aramışlardır. Platon’a göre, güzel olan varlıklar güzelliklerini ortak bir kaynaktan, güzellik ideasından alırlar. Bu güzellik mutlaktır ve bütün güzel şeylerin üstündedir. Oraya ulaşan insan, hayatı yaşamaya değer bulur. Ona ulaşmak için, dünyevî güzelliklerin üstüne çıkmak gerektiğini bilir. İnsan ister kendisi, isterse bir rehber eşliğinde dünyevî güzellikten hareketle basamak
basamak yükselerek yüce güzelliğe ve iyiliğe ulaşır. Estetik kavramını araştıran bir diğer filozof “Enneadlar” kitabının sahibi, Plotinus’tur. Plotinus kitabının ilk bölümü olan “Güzel Üzerine”de özü itibariyle güzel olanla, başkası sayesinde güzel olanı karşılaştırarak söze başlar. Ona göre kendiliğinden güzel olan ruhtur ve ondan pay alarak güzel olan da bedendir. Beden güzelliğinden ruh güzelliğine “arınma” sayesinde ulaşılabilir. Ruhun yakınlık duyduğu şey güzel, yakınlık duymadığı şey de çirkindir. İslam filozofları da güzellik kavramını incelerken “Tanrının mutlak güzel olduğunu ve bütün varlıkların güzelliklerini ondan aldığını” ifade etmişlerdir. O halde varlıkların güzelliği, ilahî güzelliğin bir yansımasıdır. Güzellik dereceleri, ilahi güzellikten aldıkları pay kadardır. Sevgi de bu güzellik neticesinde ortaya çıkar. Dolayısıyla varlıklara sevgi ile bakmak esastır. Bunun en güzel örneklerini Mevlâna Celâleddin Rumî’nin sözlerinde görmekteyiz. 21 21
ARAŞTIRMA
22 22
ARAŞTIRMA “Güzellik baktığın şeyde değil, bakışında olmalı. Yüz gözünün gördüğü değil, gönül gözüyle gördüğündür güzel olan.” Hz. Mevlana Kuran-ı Kerim’de de kâinatın estetik bir düzen içinde yaratıldığı, insan fıtratında estetik ve sevginin yer aldığı belirtilir. “Yeri ve gökleri yerli yerince yarattı. Sizi en güzel şekilde şekillendirdi. Dönüşünüz onadır.” (Teğâbun, 64/3) Platon ruhun bedenle olan ilişkisinde, ruha daha çok önem verirken bedeni de tamamen inkâr etmez. Ona göre her bakımdan aktif olan ruhtur. Şekil alan, yönetilen ve pasif bir nicelikte olan ise bedendir. Ruh, maddi nesneleri daha yakından tanımak amacıyla yeryüzüne düşmüş ve bedene konuk olmuştur. Ne var ki bu sınırlı ve sonlu beden zindanında konuk olmak onu tatmin etmemiş ve bu yüzden bir an önce aslına, yani tanrısal âleme dönmek arzusuyla bedenden kurtulmak istemiştir. Tanrının bir parçasını teşkil ettiğinden ve ondan gelip tekrar ona dönmek istediğinden ruh tanrısal niteliklere sahiptir, dolayısıyla ezeli ve ebedidir. Genelde bir araç olarak görülen beden, ruhun bazen mezarlığı bazen hapishanesi, ba-
zen de hizmetkârı olabilir. Platon’a göre, bedene şekil veren ve onu meydana getiren ruhtur. “Bir bakıma ruh tenin bir türlü ahengidir.” der. Ruhun, bedenin eşi ve bedenin hayat sebebi olduğunu, bedene solumak yetisini kazandırdığını, onu tazelendirdiğini; bu ilke yok olunca da bedenin yıkıldığını, öldüğünü belirterek açıklamaya çalışır. Aristoteles’e göre de, ruh bedene göre bir önceliğe sahiptir. Maddeform öğretisinde, formun maddeyi biçimlendirmesi gibi ruh da bedeni biçimlendirmektedir. Modern zamanlarda eskiye nazaran beden algısındaki en önemli fark; onun daha süslü ve ön planda olmasıdır. Bu da tarihsel süreçte bize insanın değişimini hatırlatır. İlkel zamanlarında insan diğer hayvanlardan ayırt edilemezken gün geçtikçe daha estetik bir yapıya sahip olmuş ve bir üst canlı oluvermiştir. Kendini böyle görmesindeki asıl sebep beden değil ruhtur. Yeni toplum tipinde beden önemli bir araç ve aracı haline gelmiştir. Çünkü beden aracılığıyla yeni kimlikler, yeni tüketim kalıpları, yeni güzellik idealleri, yeni imajlar, yeni iktidar tipleri inşa edilmektedir. Böylelikle beden “modern” dün-
yanın bir projesi haline gelmiştir. Bu bağlamda bedene olan ilgi artmıştır ve popüler kültürün medya aracılığıyla dayattığı kusursuz beden yaratma çabası bugün toplumun büyük kesimlerince kabul görmektedir. İnsan olarak unutmamamız gereken: Sadece bedenin estetik görünüşüne değil, aynı zamanda ruhun etik görünüşüne de önem vermek; güzellik ve ahengin işlevinin ruhsallıkta olduğunu hep hatırda tutmaktır. KAYNAKLAR 1- Platon ve Aristoteles’te Ruh beden problemi ve karşılaştırması - Fazıl Derbeder -Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bililer Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. 2- Mevlana’da Aşk Estetiği - Prof. Dr. İsmail Yakıt Makalesi- Selçuk Üniversitesi Mevlâna Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin çıkardığı “Mevlana Araştırmaları Dergisi’nin Yıl:1, Sayı: 1, Mayıs 2007 s.35-43’te yayımlanmıştır. 3- Felsefi Bedenden Sosyolojik Bedene- Meral Gülkaya Timurturkan - ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Temmuz 2008 // Sayı: ¼ 4- Çalışma Yaşamında Bedenin Değişen Görünümü - Ebu Çetin - Uluslarası İnsan Bilimleri Dergisi - Yıl: 2009 Cilt:6 Sayı:1
Funda BAYKARA 23 23
ARAŞTIRMA
24 24
ARAŞTIRMA
ŞİKAYET ETMEK 21. yüzyıl insanlık açısından bir buhran çağı olma yolunda ilerlemektedir. Geçen yüzyıldan kalma politik sorunlar, devam eden savaşlar, ekonomik problemler, çözülmemiş insan hakları problemleri ve bütün bunlar yetmezmiş gibi küresel ısınma, kıtlık, susuzluk ve göçler… Bu liste böyle uzayıp gitse de insanlığın elinde büyük bir çözüm var! Günlük hayatta sürekli kullandığımız ama belki de fark edemediğimiz bu çözümün adı: ŞİKÂYET ETMEK. Günümüzde sadece bir taksi yolculuğu yapılsa da şikâyet mekanizmasının nasıl işlediğini görebiliriz. Havanın sıcak ya da soğuk olması, yağmurlu olması ya da yağmurun yağmaması şikâyet ko-
nusu olabilir. Trafik vardır çünkü yağmur yağmıştır ya da hava bunaltıcıdır çünkü yağmur yağmamıştır. Asıl amaç şikâyet etmektir ve her şeyden şikâyet edilebilir. Şikâyet etmek neye yarar?
partiye gitmiştir, bir süre sonra sıkılır ve balkona çıkar. Balkonda asıl kız vardır ve “Siz de mi partiden sıkıldınız?” ilk giriş cümlesi olur. Bu şikâyet şu fikri belirtir: “Ben de partiden sıkıldım yani sizinle içerdekilerden daha fazla ortak noktamız var ve sizin-
“Şikâyet Özgür Dünya” kitabının yazarı Will Bowen’e göre şikâyet etmenin 5 temel nedeni veya 5 kullanım sebebi vardır. 1- Konuşma/sohbet başlatmak veya arkadaşlık kurmak Temelde karşımızdaki insanla ortak bir nokta yaratma amacı güder. Filmlerde sıkça gördüğümüz klişe bir örnek ile anlatmak gerekirse; başroldeki erkek oyuncumuz bir 25
Beyin Sinapsı
le arkadaş olabiliriz. Aynı şeylerden şikâyet ediyorsak birbirimize daha çok benziyoruzdur.” 2- Sorumluluktan çekinip harekete geçmekten kaçmak “Şişmanlık bizde genetik, benim ailemdekiler hep şişman, su içsek bize yarıyor o yüzden zayıflayamam.” gibi bahaneler sunarak, şartların olumsuzluğundan ve zorluğundan yakınarak durumu kabullenmek ve harekete geçmemek için şikâyet ederiz. 3-Üstünlüğünü 26
göster-
mek, övünmek
le etmek için yaparız.
“Ah bu takımın başına beni geçireceklerdi, dünya şampiyonu yapardım.” (çünkü ben onlardan daha iyiyim.) Sorumluluk almış kişileri ya da başkalarını eleştirip aşağılamak böylece kendimizin daha üstün olduğumuzu ispatlamak için bir uygun yöntemdir.
5-Kötü sonuçlar için bahane oluşturmak
4-Başkalarını kontrol etmek/yönlendirmek “O müzik grubu çok kötü, ben dinledim, hiç güzel değildi sakın dinleme!” gibi karşımızdaki insanı yönlendirmek ve manipü-
“Elektrikler kesikti, o yüzden ders çalışamadım.” burada da sınavdan kötü not alabileceğimizin ön bahanelerini sunarız ki, beklentileri düşürelim. Baktığımız zaman şikâyet etmek bizi olumsuz olanda birleştirir ya da olumsuzluk karşısında çözümsüz kalmamıza sebep olur. Çözüm yerine çözümsüzlük seçilmiş ve buna haklı bahaneler sunulmuştur.
Sağlık Açısından Şikâyetin Etkileri Bu durum beden ve zihin dünyamızı da negatif yönde etkilemektedir. Beynimizi ele almak gerekirse; sürekli şikâyet etmek “hippocampus” adlı çözüm üretme ve bilişsel yetenek bölgesini etkilemektedir. Şikâyet ederek oluşturduğumuz gereksiz stres, bu bölgede yeni nöron oluşmasını yavaşlatmaktadır. Zamanla hafıza ve yeni durumlara uyum sağlama yeteneklerini de azaltır. Ayrıca yarattığımız bu stres, stres kaynaklı hastalıkları da etkilemektedir. Şikâyet etmenin en tehlike yanı bağımlılık yapmasıdır. Bu da belki de bazı insanların neden sürekli şikâyet ettiğinin açıklamasıdır. Artık amaç sorunu görmek ya da çözmek değil şikâyet etmektir ve her seferinde şikâyet edecek daha çok sebep bulunabilir. Beyin açısından, tıpkı bir arama motoru gibi sık kullanılan bilgi/yetenek öne çekilir. Sinapslar git gide birbirine yaklaşır ve sık kullandığımız düşünceye ulaşım imkânı hızlandırılır. Ve hızlı ulaşan düşünce yarışı kazanır. Böylece şikâyet etmek kendi döngüsünü oluşturur: Sorunlara odaklan - şikâyet et çözümden kaç - daha çok soruna odaklan.
Peki, bu mekanizmadan nasıl kurtulabiliriz? Öncelikle bir ayrım yapmak gerekir. Bir sorunu ortaya koymak ve şikâyet etmek farklı şeylerdir. Sorunu fark etmek, yarattığı olumsuzlukları incelemek şikâyet değildir. Bizi çözüm arayışına iten ilk itkidir. Felsefi açıdan bakmak gerekirse şikâyet ettiğimiz zorluklar bizim için bulunmaz fırsatlardır. Bizim irade, aşk ve zekâmızı kullanmamız ve geliştirmemiz için bir fırsattır. Sonuçta Aristoteles’in dediği gibi “Erdemlerimizi yumuşak yataklarda yatmak için edinmeyiz.” Stoacı filozof Seneca ise “Tanrı iyi insanları keyif içinde yaşatmaz; onları sınar, sertleştirir ve kendisi için hazırlar.” sözüyle zorluklara olan bakış açısını ortaya koyar. “Ahlaki Mektuplar” kitabında da sayısız örnek bulunabilir. Felsefenin bize öğütlediği şey sorunlar karşısında aktif rol edinilmesidir. İrade koymalı ve çözümde diretmeliyiz. Zekâ ile çözüm yolları geliştirmeli, aşk ile yaptığımız işten keyif almalıyız. İşlerin kötü gitmesi içsel neşemizi etkilememeli, içimize kapanıp lanetler okuyup şikâyetler etmek yerine elimizdeki zorluğu yeni potansiyeller ve erdemler için fırsata çevirmeliyiz. Kolay olma-
yabilir ancak sınırlarımızı zorlamazsak onları nasıl genişletebiliriz? İlk seferde mükemmel bir çözüm elde edemeyebiliriz ancak çabaladıkça bizler gelişeceğiz ve bizler geliştikçe çözümlerimizde daha iyi olacaktır. Filozof D. Guzman’ın dediği gibi “Çaba hayatın yasasıdır, sınırlar ve sınırlandırmalar için panzehirdir.” Kaynaklar 1-http://www.actforlibraries.org/psychologyof-complaining-reasonswhy-people-complain/ 2-http://www.curiousapes.com/the-scienceof-happiness-whycomplaining-is-literallykilling-you/ 3- http://m1psychology. com/complaining-is-badfor-your-brain/ Akbey KIR
27
RÖPORTAJ
EMEL EVA TOKUYAN İLE
HAYATIMIZDA DENGE ÜZERİNE 28
RÖPORTAJ
Hayat içinde yaşarken kendimize, kişilere, durumlara ve olaylara en uygun, en adil yanıtı verme durumuna “dengede hareket etme” diyebiliriz. Dengeyi ancak tutumlardan ve eylemlerimizin görülebilir sonuçlardan algılayabiliriz.
1- Denge nedir? İnsan fiziksel, enerjik, duygusal ve zihinsel kısımlardan oluşan bir varlıktır. Her bir yönümüzün ihtiyaçları var. Yeterli beslenme-uyuma, fiziksel ve enerjitik dengemiz için gereklidir. Duygularımızı kaliteli sanat eserleri, sevme-merhametdiğerkâmlık kapasitesi vb. ile besleme; aklımızı pratik ve iyi fikirlerle işleme duygusal ve zihinsel dengemizin ihtiyaçlarıdır. Gelişmişliğimiz ölçüsünde de zaman zaman orta-
ya çıkardığımız “İndivido” denilen birey kısmımızı belli ölçüde deneyimliyoruz. Birey kısmımız, durumlardan etkilenmeyen tarafımızdır. Bireyimiz (individomuz) her zaman merkezde ve dengededir. Kişiliğimizi oluşturan unsurları ise düzenleyerek ve onlara dikkat ederek dengeye getirmemiz söz konusudur. Doğanın her planında olduğu gibi dengede olmak bireysel çabamızın, sürekliliğimizin ve kararlığımızın bir ürünüdür.
2- Dengemizi neden kaybederiz? Gün içinde pek çok etkiye maruz kalıyoruz. Bazılarına da hazırlıksız yakalanıyoruz. Bir boks maçını düşünün ardı ardına yumruklar gelir. Hazırlığımız ve planımız yoksa rakibe karşı, sadece kendimizi korumak için savunma, kendi içimize kapanma belki de ringde yere serilip nakavt olma durumunda kalırız. İnsan her planda hareket eden bir varlıktır. Nasıl ki yürümeyi öğrenirken pek çok kez dengemizi kaybe29
RÖPORTAJ dip düştüysek ve kiminde çocuk dizlerimizde yaralar aldıysak duygusal ve zihinsel anlamda büyürken de aynı şey söz konusudur. Doğu ve batı felsefi öğretilerin temelinde yatan fikirlerden bir tanesi bu hayata büyümeye, sevmeye, öğrenmeye geldiğimizdir. Eylemsiz, atalet içinde bir insanın hayat tecrübesi geliştirmesi sınırlıdır. Eğer hep duruyorsak dengede olup olmadığımızı nasıl bilebiliriz? Büyüme, öğrenme, sevme yolunda nasıl ilerleyebiliriz? Her ne olursa olsun; kalbimizi, aklımızı düşmelere ve yaralanmalara rağmen açarak düştüysek kalkmaya olan inancımız ve çabamızla ilerleyebiliriz.
30
Hareket ettiğimizde doğal olarak az veya fazla yaptığımız şeyler olacaktır. Bunları fark edip düzeltme imkânı da elimizdedir. Kendi bedenimizin ritmine uygun beslenme ihtiyacı kadar uykunun da gerektiğini hepimiz biliyoruz. Ancak duygusal ve zihinsel planlarda işimiz biraz karmaşık hale geliyor. Yetiştirmemiz gereken işlerin bizde yarattığı baskı, tercih etmediğimiz bir şekilde nezaketsiz ve bencil insan tutumları, yüzeysellik, tüketim ve hızın dayatıldığı bir çağda yaşıyor olmamız, her gün karşılaştığımız adaletsizlikler, beklentilerimizin ve ihtiyaçlarımızın uygun şekilde karşılanmaması gibi pek çok unsur dengemizi kaybetmemize sebep olur. Kendimizi tıpkı ringdeki boksör gibi gelen etkilere sadece tepki vermeye çalışır; belki savunmaya geçtiğimiz için çözümsüz manevralarla işi zorlaştıran, duygusal ve zihinsel planlarda yaralanmış, dağınık, üzgün ve çaresiz bir durumda buluruz. Önümüzü göremeyiz, karamsar ve negatif hisler içimizi kaplar. Her yer karanlık, her çaba sonuçsuz, her du-
rum umutsuz görünür. Dağılmış ve etkisiz kalırız. Sevgiyle, değerlerle, birleştirici, çözüm odaklı bir şekilde hareket etme imkânımız yok olmuştur. Dengemiz kaybolmuştur. 3-Dengemizi Nasıl Buluruz? Mimari yapılarda kullanılan bir kilit taşı vardır. Tüm yapıyı ayakta tutar ve birleştirir. Onu kaldırırsan tüm yapı çöker. Hepimizin hayatın içindeki küçük büyük zorluklara karşı ayakta kalmamızı sağlayan böyle bir kilit taşına ihtiyacı vardır. Odysseus mitosunda da Kirke’nin uyarısı ile Siren seslerine kapılmamak için geminin direğine bağlamıştı kendisini kahramanımız. Önceden hazırlıklı olmak ve hayatın zor zamanlarına doğru yanıtlar vermemizi sağlayacak kilit taşımız veya kendi gemimizin merkezindeki direk nedir? Eğer bunu oluşturmamışsak ilk fırtınada sekteye uğrarız ve yaşam sadece durumları idare etmek ve etkisiz yanıtlar vermekle geçer. İnsanın zor zamanlara dayanmasını sağlayan güçlü fikirlere ihtiyacı vardır. Hayatımız, tüm hataları yapacak ve onlardan ders çıkaracak kadar uzun değildir. Akılı kişi tecrübeyi kullanır. Bu nedenle felsefe çalışmak önemlidir. Bilge-
RÖPORTAJ ler insanı ve doğayı incelemişler, her takıldığımız nokta için çareler üretmişlerdir. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok bu anlamda. Felsefe çalışarak zihnimizi düzenleyip var olan her şeyi tam kapsamı ile doğru yere koyabiliriz. Kendi güçlü ve zayıf taraflarımızı anlayarak durumlar karşısında önceden hazırlık yapma imkânına kavuştuğumuz gibi, diğerlerini de anlamak ve hepimizin faydasına birleştirici hareket etme fırsatına da sahip oluruz. Eğer kendi merkezimize zamansız fikirleri ve erdemleri yerleştirmişsek, kilit taşımız varsa olası dengesizlik durumlarıyla baş etmemiz mümkündür. Günlük hayat içindeki anlaşılmadığımızı, işimizde ailede, kişisel ilişkilerde, hakkımızın yendiği, kafamızın karıştığı, hangi yolun daha doğru olduğunu bilemediğimiz durumlarda bizimle sohbet etmek için kitaplığımızda Mevlana, Platon, Yunus Emre, Buda gibi birçok ustanın eserleri bizi beklemektedir. Fikirlerle temas bakış açımızı değiştirebilir. Doğanın bir unsuru ile de temas etmek, muhteşem gün doğumunu izleyerek yenilenmenin her an mümkün olduğunu hatırlamak, denizin ma-
Dengemizin kalıcılığı için düzenli olarak felsefi derinliği olan Tai Chi Chuan gibi bir spora çalışmak; ruhsal, zihinsel, fiziksel tüm hayat güçlerini dengelediği için bütünsel bir fayda sağlar. “Bir kişinin bir sanattaki ustalığı her hareketine yansır.” ( Lao Tzu ) Ölçülü, dengeli, uyumlu hareketler dizisinden oluşan Tai Chi, günlük hayatta da dengeli ve ölçülü davranmamıza olanak sağlar. viliğinin ve kapsayıcılığının dinginliği, gökyüzüne doğru uzanan ağaç dallarının ilerleme gücünü görmek kendi içimizde bulunan merkezimizle tekrar temasa geçmemize yardım edebilir. İyi bir uyku, hafif ve taze yiyecekler, sevgi dolu bir dost ile samimi bir sohbet yeniden dengeye ve merkeze gelmemize imkân verir. 4- Dengemizin sürekliliği için önerileriniz nelerdir? Baktığımız beslediğimiz şey büyür ve bizimdir. Denge hayatımızı mümkün olan en etkili ve mutlu bir şekilde yaşamamıza olanak sağlar. Felsefe çalışmak ilk ve en önemli unsurdur. Çünkü hayatı okumayı tüm varlığa aşk duymayı öğretir.
Ayrıca doğayı gözlemlemek; bale, tiyatro, konser gibi sanat eserlerini izlemek; bilimsel, sanatsal, felsefi konularda okumak ve düşünmek için zaman açmak da önemlidir. Bize ne dengede hissettiriyor ise onu bulmak ve temas etmek gerekir. Gören gözlerle bakmayı bilirsek, uçan bir kuşta, bir bestede, bir tabloda, bilimin tüm dallarında, olgun ve sevecen bir tutumda dengenin izlerini görmek mümkündür. Yeter ki biz kollarımızı, kalbimizi, aklımızı dengenin içimize nüfus etmesi için açık tutalım. Fotograf: Orkun AVCI
31
ARAŞTIRMA
32 32
ARAŞTIRMA
Türk Sosyolojisinde İz Bırakan Bir Sosyolog NİYAZİ BERKES Sosyolojinin en kısa ve net tanımı “toplum bilimi” olarak verilir. Toplumu toplum yapan ise bireydir, insandır. Toplum olmadan insanlar var olabilir, ancak insansız toplumdan söz etmemiz mümkün değildir. Toplum bilimi de felsefe, tarih, coğrafya, fen bilimleri vb. birçok alan gibi çok derin ve geniş yelpazeye sahip bir bilim dalıdır. Sosyolojiyi bir okyanusa benzetirsek eğer, bugün aktarmaya çalışacağım kısım bu okyanusta oluşan küçücük bir dalgadan ibarettir. Sosyolojinin de tarih içerisinde ve zamanla çok çeşitli dallara ayrıldığını
görebiliriz. Örnek verecek olursak; din sosyolojisi, çevre sosyolojisi, hukuk sosyolojisi, kent sosyolojisi, aile sosyolojisi, siyaset sosyolojisi, çağdaş sosyoloji kuramları, kitle ve iletişim sosyolojisi, endüstri ve göç sosyolojisi, toplumsal cinsiyet sosyolojisi, toplumsal değişme kuramları gibi oldukça geniş bir alan sunar bizlere. Evet; Türk sosyologları da Osmanlı'nın sonlarından ve Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından günümüze kadar, saydığımız alanlarda birçok deneysel ve gözlemsel araştırmalar yapmış; görüşlerini,
düşüncelerini ve yer yer çözüm yollarını paylaşmışlardır. Sosyoloji yani toplum bilimi ortaya çıktığı andan itibaren her zaman dinamik bir yapıya sahip olmuştur. En güzel yanı da budur. Sürekli günceldir. Çünkü sosyoloji, yaşadığımız toplumda bireyle, insanla ayakta durmaktadır. Günümüzde hemen hemen her konuda tartışırken, konuşurken; siyasetten bilime, edebiyattan sanata kadar sosyolojiden de bahsetmiş oluyoruz. Peki, bizler Türk toplumunun bireyleri olarak, Türk milletinin yetiştirmiş olduğu sosyologları 33 33
ARAŞTIRMA ne kadar tanıyoruz? Şimdi, Türk tarihinin değerli sosyologlarından biri olan Niyazi Berkes’i kısaca tanıyıp, bakış açısına bir göz atalım:
medeniyetinin son merhalesi olarak karşımıza çıkmakta ve bizi iki yüzyıldır meşgul etmektedir. Türkiye çağdaşlaşma yolunda büyük mücadeleler vermiştir.
Berkes, çok yönlü bir düşünür ve yazardır. Tarihten sosyolojiye, felsefeden gezi yazılarına kadar geniş bir alanda kitaplar yayınlamıştır. Ağırlıklı olarak Türkiye'nin geçirmekte olduğu sosyal değişimi analiz etmeye çalışmıştır. Batılılaşma veya çağdaşlaşma serüveni olarak kabul edilen bu değişim sürecini kavramsal çerçevede tartışır.
Türkiye'nin özgün kültürel yapısı ve farklılıkları üzerinde odaklanır. Hayatında karşılaştığı bütün olumsuzluklara rağmen kendisini içinde yaşadığı toplumdan uzaklaştırmamaya dikkat etmiştir. Mekân olarak uzaklaşsa bile Türkiye'nin sorunlarını çözümleme kararlılığından vazgeçmez.
Berkes'in sosyolojisi; toplumu tarihsel süreç içinde anlamaya ve geçirdiği sosyal değişme evrelerini tespit etmeye çalışan bir özellik taşır. Berkes'e Göre Çağdaşlaşma Çağdaşlaşma, dilimizde modernleşme anlamında yeni bir toplumsal merhaleyi açıklamak için kullanılmaktadır. Berkes, özellikle modernleşme yerine çağdaşlaşma kavramını kullanır. Bunu eserlerinde yaptığı kavram analizlerinde de gösterir. Çağdaşlaşma ona göre bir süreci ifade eder. Bu süreçte geleneksel ve kalıplaşmış yapılar yeni biçimlere dönüşmektedir. Bu yeni biçimler Batı
34 34
Berkes'e Göre Sekülerizm "Sekülerizm", ateizm veya dinsizlik demek değildir. Sekülerizm başlıca iki temel önermeyi içermektedir: Birincisi devletin dinsel kurumlardan kesin bir biçimde ayrı olmasıdır. İkincisi ise farklı dinler ve inanışlardan olan kişilerin kanun önünde eşit olarak değerlendirilmesidir. Niyazi Berkes'e göre; bir toplumun çağdaşlaşması için, ilerlemesini engelleyen her türlü eski kalıplardan kurtulması gerekir. Modernleşmenin en önemli özelliklerinden birisi insan aklının öne çıkartılması ve toplumsal hayatın sekülerleştirilmesidir.
Laiklik Berkes'e göre sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değildir. Bu tarz bir anlayış zaten çok yüzeysel bir yaklaşımı gösterir. Hâlbuki mesele geri kalan bir toplumun ilerleyebilmesi için yapılanları ve yapılması gerekenleri anlayabilmektir. Berkes için laiklik, toplumun çağdaşlaşması için temel bir değer olarak anlam kazanır. Türkçeye Fransızca “laicisme” teriminden geçen bu sözcük; İslam, Osmanlı, Türk din ve siyaset geleneğine yabancı bir terimdir. Sekülerleşme laikliği de içine alan ve ona göre daha geniş bir anlam içeren yaklaşımdır. Bir toplumda değişme zorlukları ortaya çıkıp çağdaşlaşmaya doğru bir yönelme başlayınca o zamana dek açıkça din şemsiyesi altına girmemiş kişiler, kurumlar ve kurallar; yok olmamak için dinin kutsal sığınağına yönelirler. Örnek olarak, matbaanın getirilmesine gösterilen direnç için “gâvur icadı” gerekçesinin kullanılması gösterilebilir. Berkes çağdaşlaşma ile birlikte dinselleşme eğiliminin devreye girdiğini ileri sürer. Dinselleşme, çağdaşlaşmaya karşı kaplumbağa-
ARAŞTIRMA nın kabuğuna çekilmesi gibi bir korunma çabasıdır. Her çağdaşlaşma döneminin arkasından bir dinselleşme humması başlar. Bu dinselleşme eğilimi gerçek anlamda dini bir gelişme değil, yenileşmeye karşı bir zırh ve dirençtir. Berkes'e Göre Türk Toplumunda Batıcılık ve Çağdaşlaşma Batılılar kendi dışındaki toplumları ilerletmek bir tarafa, kendilerine bağımlı haline getirmek isterler. Batı'nın emperyalist yönü burada devreye girer ve bizi esir almaya çalışır. Bunun için Berkes' e göre Batılılaşmak yerine Batılılaşmamak esastır. En önemli özelliklerinden birisi insan aklının öne çıkartılması ve toplumsal hayatın sekülerleştirilmesidir. Avrupa'nın ilerlediğini gören aydınların bir kısmı bunun gerçek boyutlarını anlamak yerine taklit ederek ilerleyebileceğimiz gibi bir yanılmaya düşmüşlerdir. Bu yanılgıdan dolayı Osmanlı'dan günümüze kadar, çağdaşlaşma yerine Batılılaşma kavramı ön plana çıkar. Berkes'e göre bu son derece yanlış bir algıdır. Bu bakımdan Berkes; sorunun Batılılaşmak ile değil, Batılılaşmamak ile çözüleceğini düşünür.
Çünkü kapitalist batı ikiyüzlüdür ve kendi dışındaki toplumların gelişmesini istemez. “Batı'dan bağımsız olmayan hiçbir geri kalmış toplum Batılılaşamaz, ilerleyemez; ister reform ister devrim yoluyla kendine yeni düzen veremez; sele kapılmış bir saman çöpü gibi sürüklenir durur. Geri kalmış toplumların Batılılaşmasını isteyen Batılılar aynı zamanda bunlara karşı gelmekle çelişikliğe düşmektedirler.” der. Dolayısıyla bizim geri kalmışlığımızı Batılılaşarak aşmamız söz konusu olmaz. Her toplum kendi devrimlerini gerçekleştirmedikçe ilerleme sağlayamaz. Berkes'e göre Batıcılık; geri kalmış toplumların aydınlarının kendi toplumlarının kalkınamaması gerçeğinin karşısında, ilerlemiş toplumları görmekten gelen aşağılık duygusunu hafifletmek için yapıştıkları bir hayal, bir toplumsal sakatlığın aydınlar arasında nükseden bir görüntüsüdür.
toplumsal devrim savaşına girişmiştir. Türkiye'nin çağdaşlaşması bu girişime dayanır. Batı karşısında yaşadığımız ikilemin çözümü de Atatürk'ün önderliğinde yapılan çağdaşlaşma girişi olan devrimlerde ortaya çıkmaktadır. KAYNAKLAR: Eskişehir Anadolu Üniversitesi - “Türk Sosyologları” Dersi Eskişehir Anadolu Üniversitesi - “Türkiye'nin Toplumsal Yapısı” Dersi Eskişehir Anadolu Üniversitesi - “Türkiye'de Sosyoloji” Dersi http://tr.wikipedia.org/ https://www.academia. edu http://sosyolojisi.com/ http://www.talid.org/sunus.aspx?SAYI=11 http://www.felsefe.gen. tr/sosyoloji/sosyolojinin_ dogusu_ortaya_cikisi.asp Esen TÜRKER
Berkes, Osmanlı'da başlayan çağdaşlaşma ve Batılılaşma tartışmasının Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması ve Atatürk devrimleri ile yeni bir boyut kazandığını düşünür. Atatürk Millî Kurtuluş Savaşı biter bitmez hemen bir
35 35
KÄ°TAP
36 36
KİTAP
DÖRT ARKETİP Jung bu eserinde her insanda bulunan bilinçdışını; mitler, simgeler ve ritüelleri psikolojik bağlamda ele alarak, düşlerimizin ve davranışlarımızın psikanalizi ile örnek vakaları kullanarak karşılaştırmıştır. Bunu yaparken öncelikle konunun doğru anlaşılması için tanımlara yer verir. İlk bölümde arketipi “Tüm fenomenlerin öncesinde ve üstünde olan ilk imge.” diye tarif edip Platon’un “idea”sıyla eşanlamlı bir kavram olarak açıklamıştır. Ayrıca psişik olan her şey önceden biçimlenmiş olduğu için, özellikle bilinçdışı eğilimlerden kaynaklananların da önceden biçimlenmiş olduğunu, “fantezi” örneği ile açıklamıştır. “Arketiplerin
var
oldu-
ğuna dair kanıttan yoksun olsaydık, tüm akıllı insanlar böyle bir şeyin olmayacağı konusunda bizi ikna etselerdi bile, en yüce değerlerimizin bilinçdışına gömülmemesi için arketipleri icat etmemiz gerekirdi.” Sözleri ile arketiplere mantıksal kanıt sunar. “Anne arketipi”ni çocuğun psikolojisine annesinin etkisi dışında; Antik Yunan, Hint, Sümer mitolojileri ve tanrıça örnekleri ile çocuğun anneye yansıttığı arketiplerle anlatır. Çocuklardaki nevrozun nedenini öncelikle annede arar. Nevrozun aşırı evhamlı bir annenin çocuğunda görülmesinin yanı sıra çocuk fobilerinde annenin hayvan, cadı vb. fantezileri mitolojik kökenli bilinçdışı koşullanmalardan değil, masallardan, tesadüfen
duyulmuş sözlerden kaynaklanabileceğini söyler. “Anne arketipi”nin oluşturduğu anne kompleksinden ve etkilerinin kız veya erkeklere göre farklılık gösterdiğinden bahseder. Etkileri “Erkek çocuklarda eşcinsellik, Don Juanizm ve bazen de iktidarsızlıktır.” der. Bu etkiye mitolojideki, Kybele-Attis ideolojisini örnek gösterir. Kızlardaki etkilerini ise, dişil içgüdülerinin aşırı güçlendiğini veya onlara ket vurulduğunu örnek vakalarla açıklar. En önemlileri olan, anneliğe özgü unsurların hipertrofisinin (örn: Demeter) olumlu yönü; her tür oluşum ve değişimin, başlangıç ve sonun gizemli kaynağı anne sevgisi olmasıdır. 37 37
KİTAP Anneyle özdeşleşme (örn: Persephone): Olumlu yönü; sahip olduğu boşlukla erkeğe yazgısını yaşama mutluluğu vermesidir. Anneye karşı direnç: Olumlu yönü; erkeğe manevi lider ve danışman olup, dış dünyanın bilmediği önemli bir rol oynayabilmesidir. Bu bölümün sonucu olarak bize “İnsan bir arketiple mümkünse asla özdeşleşmemelidir, çünkü bunun sonuçları psikopatolojiden ve dönemin bazı olaylarından anlaşıldığı gibi dehşet vericidir.” der ve Nietzsche’nin “Zerdüşt”ünün bir de psikolojik açıdan dikkatle okunmasını önerir. Çin felsefesindeki Yinyang örneğini vererek zıtlıklar olmadan hiçbir şeyin var olmayacağını ve bundan yola çıkarak dişil madde kabul görmeden ruhun yükselişe geçemeyeceğinden dem vurur. İkinci bölüm yeniden doğuş üzerinedir. Biçim olarak “Ruh göçü (örn: Buddha), Reenkarnasyon, Diriliş, Yeniden Doğuş (örn: İsa’nın yücelmesi), Dönüşüm Sürecine Katılım (örn:Eleusis gizemleri, ritleri)”den ve bahseder.
38 38
Yeniden doğuşun psikolojisini “Kutsal ritüeller ile yaşamın aşkınlığının deneyimi ve öznel dönüşüm olarak ikiye ayırarak inceler. Öznel dönüşümde psiko-patolojide önemli bir rol oynayan “Kişiliğin azalması, çoğalma anlamında dönüşüm, içsel yapının değişimi, bir grupla özdeşleşme, bir kült kahramanla özdeşleşme, büyülü işlemler, teknik dönüşüm, doğal dönüşüm” çeşitlemelerini anlatır. Bunların içinde dikkat çekici olan, grupla özdeşleşmede ortak deneyimin nispeten daha düşük bilinç düzeyinde gerçekleşmesidir. Bu yüzdendir ki; ulaşılması daha kolaydır ve daha sık gerçekleşir, fakat insanda daha derinlere inmediği için değişim kalıcı değildir. Grupta kaçınılmaz olan psikolojik gerileme, kısmen de olsa ritlerle, bilinçdışı bir güdüselliğe dönmesini engelleyen kült törenlerle önlenir. Bölümün üçüncü kısmında dönüşüm sürecini canlandıran bir simge dizisi örneği olarak; Kur’an’ın Kehf (mağara) süresindeki Hızır ve Yedi Uyurlar’dan bahseder. Üçüncü bölümde masallarda ruhun fenome-
nolojisinden bahseder. Öncelikle doğa bilimlerinde, gözlemlenen şeyin “töz”ünün ne olduğu sorusunu sorabilmek için dışarda bir Arşimed Noktası’nın olması gerekir. Fakat psike’nin dışarda böyle bir noktası yoktur, çünkü psike’yi yalnızca psike gözlemleyebilir.” der. “Geist” sözcüğünün etimolojik olarak “köpük, maya, hayalet, rüzgar” gibi birçok farklı anlamda kullanıldığından bahseder. Psikolojik açıdan kuşku duyulmayacak bir özerkliğe sahip olan ruhun kendini spontane bir biçimde sergileyebileceğini dikkate alınmasını salık verir. Ruhun düşlerde kendini cüce, konuşan bilge hayvanlar ve yaşlı bilge figürü olarak gösterdiğini ve gulyabani ya da hayvan görünümündeki ruh arketipi; insanın idrak, anlayış, iyi bir tavsiye, karar gibi şeylere ihtiyaç duyduğu ama kendi imkanlarıyla bunlara ulaşamadığı durumlarda ortaya çıktığını söyler. Düşlerde olduğu gibi mit ve masallarda kendini gösterdiğini; Fin, Kafkas, Rus, Amerika, Estonya, İran, İspanyol, Balkan, Alman (Grimm Kardeşler) masallarını karşılaştırarak bize bütünsel bir bakış açısıyla sunar. Örnek
KİTAP olarak “Ağacın Üzerindeki Prenses” masalında kullanılan sembollerin ve sayıların analizini yaparak, Platonun “Timoius” eseri ve “Herakles Mit”i ile de benzerlikleri gösterir. Jung ilginç bir belirleme yaparak “Alman masallarında da bulunan Hristiyan Wotanizmin çarpıtılmış olarak, Nasyonal Sosyalizmin de psikolojik vaftiz babasıdır.” der. Dünya savaşını örnek göstererek toplumsal durum analizini bunun üzerinden yaparak, insanlığın kendisi hakkında bilgi sahibi olmasında, psikolojinin yerine, hep karşı tarafın suçlanabildiği “Savaş olsun daha iyi.” yorumunu yapmaktadır. Sonuç olarak “Ruh arketipi hem iyiliğe hem de kötülüğe muktedirdir ama iyiliğin şeytanlığa dönüşüp dönüşmemesi insanın özgür, yani bilinçli iradesine bağlıdır ve insanın en büyük günahı bilinçsizliktir.” der. Dördüncü bölümde hilebaz figürünün psikolojisini Kızılderili Mitolojisi, Grimm Masalları “Aptal oğlan Hans, Keloğlan, Mercür, Şaman, Büyücü Hekim”, İtalyan komedi sahneleri ve Ortaçağ Kilisesi’ndeki karnaval gelenekleri, Budalılar Şenliği üzerinden açıklar. Bu psikolojinin işlevi ile ilgili
şöyle söyler: “Kızılderili, bilinci ancak daha yüksek bir düzeye ulaştığında, eski halini bir başka durum olarak kendinden ayrı tutup nesneleştirebilirdi, yani kelimelere dökebilirdi. Daha alt ve düşük seviyeye geri dönüp bakması, ancak daha yüksek bir bilinç düzeyine ulaşmasıyla mümkün olmuştur.” Kitabın sonlarına doğru, eğer mitoloji tarihsel bir artık ise, neden şimdiye dek kaybolmayıp uygarlığın doruklarında bile budalalığı ve grotesk tuhaflığı nedeniyle eğlendirici rolü oynamadığı yerlerde bile etkin varlık gösterdiğini sorar. Mitosun tekrar tekrar anlatılmasını ve unutulmamasını terapik anamnezi (tedavi edici anımsama) durumuna bağlar. Son olarak şu tespitlerde bulunur: “İnsanın dünyaya Tabula Rasa (boş levha) olarak geldiği fikri ile hareket eden kişi esenliğini devletten bekler ve kendi yetersizliğinden toplumu sorumlu tutar. İhtiyaçları karşılandığında varoluşun anlamına ulaştığını sanır. Bu önyargıların etkisiyle, birey kendisini tümüyle çevresine bağımlı hisseder ve kendi içine bakma yetisini yitirir. Dolayısıyla etik değerleri, neyin yasak ya da zorunlu olduğu bilgisiyle bastırılır.
Bu durumda, bir askerin üstünden aldığı bir emri ahlak süzgecinden geçirmesi nasıl beklenebilir ki?” Gizemi sayesinde mitos, bilinçli bir biçimde anlaşılıp anlaşılmadığından bağımsız olarak, bilinçdışına doğrudan etkide bulunur. Bizde en aydın kişi bile, Noel Ağacı adetinin ne anlama geldiğine dair bir fikir sahibi olmadan çocuklarına bir Noel Ağacı dikecek ve buna yorum getirecek kişinin lafını derhal ağzına tıkacaktır. İnsan dışarıdan bakıldığında uygar bir insan gibidir ama kendi içinde bir ilkeldir. Çünkü kökenini ele vermeyi istemez. Bir başka yönü de, bütün bunları çoktan aştığına inanmasıdır. Ayrıca insan psikolojik olarak ancak yaşadığını anlar.” sözleriyle kitabını bitirir. Davranışlarına, düşüncelerine bir de Jung’un gözüyle bakmak, kendini dönüştürmek ve bilincini genişletmek isteyenlere bu kitabı okumayı ve üzerinde düşünmeyi tavsiye ederim. Kaynak: CARL GUSTAV JUNG, Metis Çeviren: Zehra Aksu Yılmazer Perihan BEZCİ
3939
GEZİ
DÜNYANIN MERKEZİNE YOLCULUK:
40
GEZİ
yükselerek sürüyor ve en sonunda gökyüzü ile yarışan yükseklikte dağların arasında buluyoruz kendimizi.
Yunanistan’a gidip de Delfi’ye uğramadan geçmek olmaz! Delfi dünya kültür mirası olan, şu an hala modern ve antik kısmı bulunan, şekil olarak küçük, anlam olarak zengin bir yer. Atina’dan özel aracımızla iki saatte şehre ulaşıyoruz. Yol yavaş yavaş
Gök ile yerin en yakın olduğu noktalar olan yüksek tepeler, tanrılara yakın olan yerler olarak sembolize edilirken; tanrılara en yakın yer diye düşündürecek kadar yüksek dağlar. Parnassos Dağları’nda yükseldikçe, etekleri zeytin ağaçları ile kaplı, yer yer deniz mavisi boncuklar ile kaplı bir coğrafyaya sahip. Yükseldikçe Apollon’a adanmış olan tapınağa yaklaşıyoruz. Zeytin kaplı eteklerin sahibi Athena Tapınağı da aşağılarda kalıyor. Önce hamamlarda arınıp en temiz ve saf halimize geçtik ve ardından agoraya doğru ilerliyoruz. Bilgelik tanrısına adanmış olan mabet, bir bilgelik yolcusu gibi yalnız.
Sütunlar, etrafında kuraklığa meydan okuyan selviler ile kaplı. Apollon Tapınağı’na kıvrıla kıvrıla çıkarken Athena’ya adanmış, zafer anıtını görüyoruz. Yanında evrenin merkezini sembolize eden Omphalos Taşı (Kosmos ve evrenin düzenini simgeler.)... Parnassos, ilham perilerinin yaşadığı dağ olarak bilinir. Bu gezide her dönemeçte yeni bir ilham perisi ile yürüdük sanki. İlham perilerinin bilgelik mabedindeki dağda yaşaması çok anlamlı geldi. Her dönemeç, her yükseklik ve her zorluğun; bilgelik ve ilhamla dolu olması da... Bu yazıyı yazmaya orada karar verdim ve başlık olarak “Parnassos’ta İlham Yağmuru” koyarız diye düşündüm. Ya peki bu kadar ilham neye ve nereye odaklıyordu, nereye ve neden götürüyordu beni? Cevap çok basitti: 41
GEZİ
Omphalos, evrenin göbeği, bilgelikle besleyen ve büyüten merkez. Merkezle kehanet merkezi yan yana. Apollon, Zeus ve Leto’nun oğludur. Aydınlık ve güneştir. Doğduktan sonra bastığı yerler yeşerir Delos Adası cennete döner. Delfi’de doğar. Doğar doğmaz lir çalar. Kâhin olur ve öğrendiği tanrısal sırları aktarır. Apollon gelecekten haber verir, kâhindir. Apollon’un merkezi en güneşli noktada bulunuyor. Burada çekilen fotoğraflar ilginç bir şekilde çok aydınlık. Burada dört yılda bir şenlikler düzenleniyor. Herkes buraya hediye ile geliyor ve devlet işleri için mutlaka buraya danışılıyormuş. Delfi, Apollon’un sanatına yaraşır 4000’e yakın heykele sahipken Neron’un 500 tanesini kaldırdığı söylenmektedir. Bu 42
kehanet
merkezi-
ne danışmaya gelen iki önemli kişinin ismi tarihte sıkça zikredilmektedir. Birincisi filozof Sokrates buraya danışmaya gelmiştir. Sorusu ise “En bilge kimdir?” idi. Aldığı cevap onun için büyük bir kriz olacaktır. “Euripides bilgedir, Sophokles bilgedir, ama en bilge kişi: Sokrates!”. Kriz kelimesinin diğer anlamının fırsat olduğunu da hatırlarsak cevap daha da anlamlı oluyor. İkincisi Sparta Kralı Leonidas’ın danışmasıdır. Sparta krallarının Herakles soyundan geldikleri düşünülüyor. Pers istilasına karşı danışır ve kâhinler der ki: “Eğer Herakles soyundan ölen olursa Atinalilar kazanacak!” Leonidas, Perslilere karşı ölmeye gidiyor. Ölünceye kadar savaşmaya gidi-
yor. Leonidas, yanındaki askerlere bunu açıklıyor; geri dönmek isteyenlere izin veriyor, kendisiyle kalanlarla da ölüme kadar savaşacağını söylüyor. 300 tane adamı onunla kalıyor. Üç gün boyunca bir geçitten geçirtmeyen bu askerler tarihteki en şanlı, en cesur mücadelenin kahramanları oluyorlar. Bu süre zarfında Atina’ya haber gidiyor ve Atina şehri boşaltılıyor. Geriye çekilip orduları toparlabiliyor. Perslerin erzakları tükeniyor. Atina da boşaltıldığı için yüz binlerce Persli ölüyor. Tekrar geri çekilmek zorunda kalıyorlar. Peki, neden buradaki kehanetler bu kadar önemli sayıldı? Apollon tapınağında rahipler ve Pythia isimli rahibeler bulunmaktadır. Pythialar dinsel töreni yöneten kadın kâhinlerdir. Sadece Pythiaların bulunduğu bodrum katında
GEZİ
esrime durumuna geçiş sonrası olması gereken şeyleri gördükleri ve oradan çıkıp rahiplere söyledikleri, rahiplerin de ilgili kişilere kehanetleri ifade ettikleri söylenmektedir. Pythiaların girdiği yere rahiplerin girmesi yasak olduğu ifade edilmektedir. Kuş sesleri rüzgârın uğultusu vb. bunların her biri Pythia’lara konuşur ve esin kaynağıdır. Sorunun cevaplarını yansıtır. Bütün kehanetler mecazi olarak anlatılır. İnsanın bilgelik yönündeki evrimine uygun bir şekilde adeta, insanın iç değerlerini geliştirmeye çalışan bir hükümet gibi, Delfi dünyayı yöneten bir merkez olmuştur. Bu kehanet merkezleri tarih içinde üç yerde bulunmuştur: Klaros, Didim ve Delfi. Danışmak için gelen krallar bilgi karşılığında bü-
yük bağışlar yaparlar. Bu bağışlar ile tapınağın alt kısımlarında hazine odası yapılmıştır. Gemilerle ve biyolojik güçle herkesin geldiği bu merkeze M.Ö. 479 yılında Yunan Pers savaşları sonrasında Yunan Ateşi Delfi’ye geldi. Eski tanrılar ve yeni tanrılar birleşti. M.Ö. 700 yıllarında Anadolu’ya kadar ünü yayıldı. M.Ö. 4.yy’da yıkıldı ve deprem sonrası tekrar inşaa edildi. “Başkasını yenen güçlü kendisini yenen kahramandır.” diyerek kehanet merkezinden yukarılara doğru çıktıkça, narlar bademler vb. birçok yemiş ağacı var. Yükseldikçe bitki örtüsü basitleşmesi gerekirken zenginleşmesi çok etkileyiciydi. Dut ağaçlarının diriliği; meyvelerinin tadı, kokusu ve kan kırmızı rengi ile hücrelerimiz birleşti. Tiyatronun çok yüksek-
lerinde stadyuma varıyoruz. Delfi oyunları oynanan bu mekânın, olimpik oyunların ikiz kardeşi olduğu bilinmektedir. Sanat, kültür ve bilim buradaki ana noktadır. Dünya insanlarını birleştirmeyi amaçlar. Sanat, birleştiricidir. Sanat, bilim, kültür her biri Apollon’un unsurlarıdır. Temel değerleri kuvvetlendirir. Birlik ve beraberliğe yol açar. Birleştikçe gerçek olur, rekabet ise Delfi’nin girişindeki hamamda arındırılmaktadır. Hala dünyada sanat ve kültür ile birleştirme konusunda etkindir. Delfi yanı başında müzesi mutlaka ziyaret edilmeli. Omphalos buradadır. Dünyada eşi benzeri olmayan sütunlar burada bulunmaktadır. Delfi şu an mütevazı bir kasaba. Epikuros Kafe’de güzel bir ev şarabı ve ballı yoğurt ile dünyanın merkezine yolculuğumuz sabitlendi. Delfi “Kendini Tanı” sözü ile bilinmektedir. Yukarıya gittikçe fazlalıkları aşağıda bıraktık. Yukarıda sadece ruhsal olan kaldı. Delfi yüksekte bir şehir! Yükseğe çıkmak demek, bedel ödemektir. Fazlalıklarını aşağıda bırakmak, vazgeçmektir. Her şeyin bedeli vardır, bilgeliğin bedeli yüksek(te)dir. Semra ŞEN 43
SİNEMA SİNEMA
44 44
SİNEMA
Tür Süre Yönetmen Oyuncular IMDB Kategori Vizyon tarihi
: Biyografi Dram : 127 dk. 28 sn. : Bonmei Tokahashi : KankuraNakamura - Yuki Uchida - Ryushin Tel : 7,4 : Alt yazılı filmler, Japonya : 2009
“Zen”, Dogen Zenji’nin hayatını konu alan biyografi-dram türünde bir filmdir. İzlenmesi gereken filmlerden biri olan eser, bir başyapıttır.
gınlaştırmaya karar verir. Sonra Japonya’ya geri döner. Her aşamada çok büyük zorluklarla karşılaşır. Ve onların üstesinden gelir.
Dogen Zenji’nin annesi ölüm döşeğindeyken ilginç bir diyalog yaşarlar. Bu diyalog üzerine Dogen cenneti dünyadayken yaşamayı amaç edinir. Ve bunun için Japonya’dan kalkıp Çine gider. Orada ustasını arayıp bulur. Budizm’i öğrenirken Zen’i keşfeder. Bu keşiften sonra Zen Budizm’inin yay-
Zen Budizm’inin ne olduğunu anlatan, değerli erdemleri ve öğretileri içerisinde barındıran, kendini tanıma yolculuğundaki insanlara ışık olabilecek seyredilmesi gereken filmlerden birisidir “Zen”. Öyle ki günümüze değin nasıl bir aydınlık verip yol gösterici olduğu dersini çıkarabileceğimiz ender
filmlerden biridir. İzlememiş olanlar çok şey kaçırmış olabilir. Film hakkında söylenecek o kadar çok şey varken, ancak seyredilerek aktarımın daha güçlü olduğunun tecrübesini de yaşatıyor. Zen Budizm’ini keşfedip aktaran Dogen Zenji’nin, kendimizi keşfetmekte ışık ve ilham olması dileğiyle… Orhan ÖZLÜ
45 45
ANÄ°MASYON
46 46
ANİMASYON
Zootropolis . Hayvanlar Sehri ,
Vizyon tarihi: 10 Haziran 2016 (1s 48dk) Yönetmen: Byron Howard, Rich Moore Seslendirenler: Aysun Topar, Cem Yılmaz, Fatih Özacun... Tür: Animasyon, Aile, Komedi Ülke: ABD Hayat bir tiyatro sahnesidir. Av ve avlanan ilişkisi kadim bir yasadır. Kadim yasa günümüzde avcının, kaçakçıları avlamasına; avlananın da dünyaya hizmet etmesine dönüşmüştür. İşte bu noktada, içindeki şefkati fark eden bir tilki ile içindeki kahramanı fark eden bir tavşan sahneye çıkar. Tavşan ilk kez yırtıcı olmayan ve topluma hizmet eden hayvan, Tilki ise yırtıcı olmayan hayvanlar arasında ilk yırtıcı olarak topluma hizmet eden bir izci olmak istemektedirler.
konfor vaadinin sessiz şantajı ile başlar her şey.
Büyükler tarafından “hayalperestlik” olarak nitelenen bu durumda, onlardan diğer kardeşler gibi davranılması istenmektedir. Aptal ve havuç yetiştiren bir tavşan veya kurnaz tilki olarak toplumsal
Evrimleşmiş olabiliriz ama içimizde halen yaşayan bir hayvan var ki, o kırılabilir. İçimizdeki hayvan kimseye fark ettirmek istemez üzüldüğünü.
Mekan Zootropolis’tir ve burası bir “hayaller ülkesi”dir. Gelen herkes istediği şeyi olabilir ama aslında herkes neyse odur: aptal tavşan veya kurnaz tilki. Tavşanımız tilkinin aşağılamalarına maruz kalır. Hiç tavşandan “polis” olur mu? Tavşanın sloganı ise dış kınamalara rağmen tamamen iç motivasyonla: “Ben pes etmek bilmem.”dir. Kayıp su samurunun aranması ve bulunması da bu gayret için fırsat olur.
Evrimleşmiş
olabiliriz
ama genetik yapısından bağımsız olarak vahşileşebiliriz. Evrimleşmek için çaba harcayabiliriz, ama dikeyleştirici ve bilinçten yoksun tek bir çaba bile bütünü etkiler. Evrimleşmek için çaba harcayabiliriz, ama dünyayı değiştirmek rasyonel olmayan bir iyi niyet ile olamaz. “‘Gerçek Hayat” zorluklar ile evrimleştirir; karşımıza engeller çıkarır. Ancak her engelde dünyayı daha iyi bir yer yapmayı deneyin. Kendi içinize bakın ve değişimin bizde başladığını görün. “Zootropolis” tanıdık geldi mi? Ya tavşan ve tilki? Semra ŞEN 47
MÜZİK
MÜZİKLE DÜN VE YARIN
ALİ ZAND VAKİLİ Ali Zand Vakili, Collection Vol.1 İranlı müzisyen Ali Zand Vakili, 1986 yılında İran’ın Şiraz kentinde doğmuştur. Sanatçı şarkılarını Farsça seslendirdiği için sözlerini anlayamıyoruz, ancak şarkılardaki müzikalite ve sözlerin uyumu bize aşina geliyor. Bu uyum bize müziğin ev-
48
rensel olduğunu bir kez daha anlatmaktadır. Sanatçı insanın derinlerine işleyebilecek etkide bir çalışmaya imza atmıştır. Çevirisine bakma ihtiyacı bile duymayacağınız bir yapıt… 16 Mayıs 2016 tarihinde çıkan “Collection Vol.1” isimli albümdeki parçala-
rın isimleri şöyledir: 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9.
Torshro Aahe Sard Faghat Doa Kon Naar Doneh Nafase Garm Be Sooye To Zendegi Kon Siah Mo Faryad Semra ŞEN
MÜZİK
MÜZİKLE DÜN VE YARIN
VÀLİ Herkese merhaba Dergimizin bu sayısının albüm tanıtımında Norveçli grup Vàli’nin 2004 yılında çıkarttıkları akustik tarzda yapılan “Forlatt”ı seçtik. İçinde enstrümantal ezgiler barındıran albümde en çok dikkati çeken; gitarın o muhteşem rahatlatıcı tınısı, ardından gelen flüt ve çello sesleri oluyor. Norveçli akustik neo-folk müzik yapan tek kişilik grubun albümdeki tüm şarkıları enstrümantaldir. Vàli, aynı zamanda Norveçli doom metal grubu “Skumring”in gitaristidir. Eşsiz müziği ile dinleyiciye kaybettiği huzuru geri kazandırır. Yaptıkları müzik türüne “akustik/dark folk” da denmektedir. Şu
zamana kadar çok övgü alan bir albüm… İnsanı bir yerden alıp başka bir yere götüren, adeta zihne ve ruha dinginlik veren bir özellik taşır her bir parça. Ormanlık bir yerde sizi ürküten bir şeylerden hızlıca kaçarken sığınacağınız bir yer gibidir ezgiler. Doğal, akıcı, ama bir o kadar da dingin... Albüm balta girmemiş ormanların saflığı ve temizliği gibi hisleri içinde barındıran melodilerle dolu. Her bir parçanın insanlar gibi ayrı bir karakteri var sanki. Rüzgârın yüreğinize savurduğu seslerin içinizdeki yansıması gibi... “Terk edilmiş” anlamına gelen “Forlatt”, taşıdığı mitolojik etkilenimlerle dinleyiciye büyülü sesler ulaştırıyor, boyutlar arası
gezintiye çıkarıyor. İnsan bu parçaların nasıl ortaya çıktığını, nasıl bir ruh haliyle doğduğunu düşünmeden edemiyor. Daha önce dinlemeyenler için ısrarla önerebileceğim bir albüm… Parçalar: 1) Naar vinden graater 2) Dypt inne skogen 3) Et ensomnt minne 4) Nordlysets dans 5) Lengsel 6) Sorg 7) Skumringens onfag 8) Her ute i moerkret 9) Taake 10) Doegens evige kall Herkese müzik dolu günler dileğiyle… Esen TÜRKER
49 49
KÜLTÜR-SANAT
nisan-mayıs-haziran
İZMİR TİYATRO
Anlatılan Senin Hikayendir 27.08.2017 Pazar / 21:15 Seferihisar Sığacık Kale İçi Açıkhava Tiyatrosu / İzmir 28.08.2017 Pazartesi / 21:15 Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu Bir Delinin Hatıra Defteri 28.09.2017 Perşembe / 21:00 Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu 04.10.2017 Çarşamba / 21:00 Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu Mahşer-i Cümbüş 25.08.2017 Cuma / 20:30 Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu Sersefil (Korkuyorum Sevgilim) 26-27.08.2017 Pazar / 20:45 Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu Saçmalar 20.09.2017 Çarşamba / 21:00 Bornova Ayfer Feray Açıkhava Tiyatrosu 50
şehir kültür rehberi
Aşk Ölsün 22.09.2017 Cuma / 21:00 Bornova Ayfer Feray Açıkhava Tiyatrosu / İzmir 23.09.2017 Cumartesi / 21:00 Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu Shirley 23.09.2017 Cumartesi / 21:00 Güzelbahçe Kültür Merkezi / İzmir 24.09.2017 Pazar / 21:00 Bornova Ayfer Feray Açıkhava Tiyatrosu / İzmir 25.09.2017 Pazartesi / 21:00 Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu Ferhangi Şeyler 29.09.2017 Cuma / 21:00 Bornova Ayfer Feray Açıkhava Tiyatrosu / İzmir 30.09.2017 Cumartesi / 21:00 Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu / İzmir 01.10.2017 Pazar / 20:30 Güzelbahçe Kültür Merkezi / İzmir Kırkından Sonra 02.10.2017 Pazartesi / 20:00 Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu 03.10.2017 Salı / 20:00 Konak Sahnesi / İzmir
KÜLTÜR-SANAT
KONSER
Zakkum 15 Eylül 2017, Cuma, 21:00 Ooze Venue
Sertab’ın Oda Müziğinden Müzikale 22 Eyl 2017 Cum 21:15 Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu, İzmir
Fazıl Say & Serenad Bağcan Şarkılar 25 Eylül 2017, Pazartesi, 21:00 İzmir Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu
MFÖ 23 Eyl2017 Cmt 21:15 Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu,İzmir
Feridun Düzağaç 20 Ekim 2017, Cuma, 21:00 Ooze Venue
Sunay Akın & İlhan Şeşen 14 Eylül 2017, Perşembe, 21:00 Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu
Erol Evgin 21 Ekim 2017, Cumartesi, 21:00 İzmir Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu
Sıla Heybeden Şarkılar 13 Ekim 2017, Cuma, 21:15 İzmir Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu Birsen Tezer 13 Ekim 2017, Cuma, 21:00 Ooze Venue
Hayko Cepkin 03 Kasım 2017, Cuma, 21:00 Ooze Venue Resul Dindar 03 Kasım 2017, Cuma, 20:30 Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu Koray Avcı 18 Kasım 2017, Cumartesi, 21:00 Ooze Venue Berkay 11 Kasım 2017, Cumartesi, 21:00 Ooze Venue
51