Babil 28

Page 1

KARDEŞLİK

İçimizdeki kardeşliğin keşfi

SATRANÇ TARİHÇESİ VE FELSEFESİ ANNEMARIE SCHIMMEL

“İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar”

ARI

Doğaya uyumlu bir yaşam

NEDİM SÖNMEZ

ile röportaj

DATÇA

Antik çağdan bir sanat esintisi

1


2


EDİTÖR’DEN Sevgili kardeşler,

düşüncesindeyiz:

En uzun zamanda çıkardığımız sayımız, “Kardeşlik” sayısı oldu. “Karındaşlık”; aynı karnı, aynı evi, aynı şehri, aynı ülkeyi veya aynı dünyayı paylaşmak anlamındaki bu sözcükle ilgili düşüncelerimizi ve tecrübelerimizi yazıya dökmek bizi oldukça zorladı. Kelimeler dudakların arasından kolayca süzülebilirken, kalpten çıkması uzun bir damıtma ve evrim süreci gerektirdiğinden olsa gerek...

1. Doğada farklılıkların bir birliği oluşturduklarını “gerçekte” bilmemek veya bu fikri sindirmemişlik

“Kardeşlik” bir yetkinliktir. Aynı karında kalıp aynı mekanı paylaşabilmektir. Kökeni, sağlıklı bir bağlanmadır. O zaman, bu kadar savaş, bu kadar cinayet, bu kadar kuyu kazma girişiminin kaynağı nedir? Bunu üç madde ile özetleyebilme

2. Birinci maddenin teorik ve pratik olarak anlaşılmasında multidisipliner (bilim, sanat, politika, felsefe vb.) bir yaklaşım ve pratik sergileme 3. İkinci maddeye bağlı olarak da insanın kendini tanıyarak kapasitelerini keşfetmesi, geliştirmesi ve birinci maddeye hizmet etmesi Yol uzun...

karında yaşama çabası veren, aynı yolun farklı yolcularıdır. İletişime, bilgi teknolojilerine rağmen karanlık bir zaman yaşadığımızı düşünüyorum. Bu karanlıkta dergideki bu yazılar belki bir kutup yıldızı olmayacaktır ama okuyanları kutup yıldızını aramaya iterse, hepimiz için büyük bir başarıdır. İyi okumalar ve sebatkar bir arayış diliyoruz… Semra ŞEN

Yürüyoruz gündüz gece, bilmiyoruz ne haldeyiz, yürüyoruz gündüz gece... Kısacası karındaşlık; aynı yöne bakan, aynı

3


İÇİNDEKİLER KARDEŞLİK

Gurur

Cehalet

Kıskançlık

Bencillik

Nefret İletişimsizlik

Bağlılık Hoşgörüsüzlük

08

“Ve diyorum ki: anlatacak bir şeylerin varsa yarınlara Okunmamış bir kitap Söylenmemiş bir söz Yapılmamış bir resim gibi Sevgi üstüne, barış üstüne, kardeşlik üstüne Durma kardeşim...”

KARDEŞLİK İçimizdeki kardeşliğin keşfi

EVRİM

KLASİK MÜZİK NASIL DİNLENİR? Klasik müzik nedir? Zamana bağlı, geçici değerlere bağlı olmayan, uluslararası kabul görmüş müziktir.

çağrıştırdıklarını hissedebilmek, zihni ve kalbi dinlendiremek ve duygularımızı tanıyabilmek için en iyi türdür.

Neden dinleyelim? Klasik müzikte çok sesliliğin bir uyumu vardır. Aynı zamanda melodi, tını, nüanslar ve tempo gibi birçok değişeni içeren bir bütündür. Müziği anlamak, bize

Nasıl dinleyelim? Konsere gitmeden önce kişileri, eserleri incelemeliyiz ve hatta eserleri daha önceden dinlemeliyiz. Çalınacak müzik eserinin yazıldığı dönemin sosyal ve siya-

sal özelliklerini, sanatçıyı ve tarzını öğrenmemiz bize yardımcı olacaktır.

24

Neleri fark etmeye çalışalım? Klasik müzikte monotonluk yoktur; nüans denen, sesin yükselip alçalmalarını, vermek istediği heyecanı hissetmeliyiz. Eserlerin değişen tempoları vardır çünkü değişen duygular

KLASİK MÜZİK NASIL DİNLENİR

10

26 NEDİM SÖNMEZ

EVRİM

SATRANÇ TARİHÇESİ VE FELSEFESİ

NEDİM SÖNMEZ ile röportaj

16

SATRANCIN TARİHÇESİ VE FELSEFESİ

ARI

Doğaya uyumlu bir yaşam

4

20

ARI Doğaya uyumlu bir yaşam

32 ANNEMARIE SCHIMMEL “İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar”

Antik çağdan bir sanat esintisi:

Datça

38

DATÇA Antik çağdan bir sanat esintisi


İÇİNDEKİLER

MÜZİKLE DÜN VE YARIN

42

L.E.J. 1993 doğumlu üç arkadaş, öğrenci ve vokal Lucie Lebrun, Élisa Paris, Juliette Saumagne, 2013’de Fransa’da müzik kariyerlerine başlasa da iki yılda oldukça beğeni toplamışa benziyor. Tyro yarışmasında büyük bir seyirci kitlesi karşısında sahne alan ve birinciliği kazanan grubun o zaman bir grup

isimlerinin dahi olmadığı vurgulanmış. Hayranlarıyla sosyal ağlar üzerinden etkileşen grup adını isimlerinin baş harflerini kullanarak kısaca L.E.J. olarak belirlemiş. HipHop Mashup şarkılarında Eminem’in bir parçasını kullanarak isimlerini “My name is ELİJEY” olarak doğrulamıştır. Yani çocuktan beri ar-

kadaşlıklarının getirdiği uyumu vurgularcasına grup adı için “LEJ olarak yazılır Elijey diye okunur” diyebiliriz.

48

Önceden kayıtlı olan iki ya da daha çok müziğin karışımı anlamına gelen “mashup” türünde, en tanınan en sevilen parçalardan kısa kısa bölümleri alarak tek bir

48

MARY AND MAX

MÜZİKLE DÜN ve YARIN

44

50 Marko Paşa Müzikali 06 Aralık 2015 20:30 İsmet İnönü Sanat Merkezi, İzmir Ferhangi Şeyler 22 Aralık 2015 20:30 Hikmet Şimşek Sanat Merkezi, İzmir

MARSLI

KÜLTÜR-SANAT

babil

kulesi temmuz-ağustos-eylül 2015 İmtiyaz Sahibi

Yeni Yüksektepe Kültür Derneği Bornova Şubesi Adına: Semra Şen Genel Yayın Yönetmeni Semra Şen

Yayın Koordinatörü Semra ŞEN Editör Seda ÖZTÜRK Grafik Tasarım Eylem ÖZKAN AĞARTIOĞLU babilkulesi@gmail.com Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.

5


TARİH

BABİL KULESİ DİLLERİN KÖKENİNE AİT ESKİ BİR İNANIŞ ‘‘Babil yeryüzündeki tüm şehirlerin ihtişamını aşar.’’ Heredot

Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Eski Ahit’te Babil sözcüğü Babel şeklindedir; bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve karmaşa, karışıklık anlamındadır. Kur'an’da şehrin adı Babil olarak geçer, Türkçe’ye de Arapça’dan geçmiştir Babil, M.Ö. 23. yüzyıl civarında Aşağı Mezopotamya'da (şu anki Güney Irak civarında) Sümer ve Akad toprakları üzerine kurulmuş olan Babil (Babylon) ülkesinin antik başkentidir. Babil, en parlak dönemini Kral Hammurabi zamanında yaşamıştır. Babil, dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve M.Ö. 7. yüzyılda Kral Ne6

bukadnezar tarafından karısı için yaptırıldığına inanılan asma bahçelerine sahiptir. Babil döneminde sanat, mimarî, astronomi, matematik, tıp ve felsefe gibi alanlarda büyük bir gelişme gözlemlenir: Babilliler, günümüzde zaman (60 saniye '1 dakika', 60 dakika '1 saat') ve derece hesaplamaları (360 derece daire) için kullanılan 60'lık sistemi geliştirmişler, tapınaklar üzerine dikilen ve günümüzdeki modern gözetleme kulelerine ilham kaynağı olan gözetleme kulelerini inşa etmişlerdir. Babil Kulesi'nin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli efsaneler vardır. Tevrat’ın Yaratılış(Genesis) bölümünde de kuleden şöyle

bahsedilir: “Ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim’ dediler. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. ‘Yeryüzünde dağılma yalım' diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım’ dediler. Ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var. ‘Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım’. Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar.


TARİH Bundan dolayı onun adına Babil dendi." Tevrat (tekvin 11:1-9)

köşelerine dağılırlar ve farklı diller böyle ortaya çıkar.

Efsaneye göre Tanrı; bir kule yaparak kendisine ulaşmak isteyen insanların kendini beğenmişliğine ve küstahlığına kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Bir doğal felaket yollayarak kuleyi yıkar. Bundan sonra insanlar dünyanın farklı

İsmi verilmemekle beraber Kuran’da Babil Kulesi'ne benzer bir kuleden bahsedilir. Hikâye Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer. Firavun Haman'a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa'nın tanrısına bakacağını söyler.

9. yy İslam tarihçilerinden el-Tabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod, Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. Aslında yedi katlı bir ziggurat olan Babil Kulesi'nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir aşamayı simgeler:

1. katı taşı, 2. katı ateşi, 3. katı bitkiyi, 4. katı hayvanı, 5. katı insanoğlunu, 6. katı güneşi ve gökyüzünü, 7. katı ise melekleri sembolize etmektedir.

Kulenin yüksekliğiyle ilgili bilgilere ise sıkça rastlanılmaz ve Yaratılış Kitabı da bu konuyla ilgili olarak herhangi bir şey aktarmaz. Efsaneye göre kule, teraslı bir piramidi andırıyordu. En üstte, Babil kentinin tanrısı olan Marduk’un tapınağı vardı. Buraya halk giremezdi. Eski Yunan tarihçisi Herodot da, her biri ötekinden küçük olarak üst üste yapılmış yedi kuleden bahseder. Asurlular ve Perslerce yıktırılan yapı, İskender Babil’i aldığında yıkıntı hâlindedir. İskender kuleyi yeniden yaptırmak isterse de er-

ken ölümü bunu engeller. Babiller bu kulede yaptıkları araştırmalar sonucunda burçları bulmuşlardır. Ayrıca yine Babiller bu kule sayesinde tarihte ilk kez ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplamışlardır; bundandır ki ay takviminin mucitleri Babiller’dir. Ancak şunu belirtmede fayda vardır. Birçok kişi tarafından ay takviminin mucitleri Sümerler olarak bilinir, bu aslında yanlış değildir ama çok doğru bir bilgi de değildir. Sümerler ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplayan ilk uygarlıktır ancak bir ay yılını 360 gün olarak he-

saplamışlardır. Normalde bir ay yılı 354 gündür bunu tarihte ilk doğru hesaplayanlar Babiller olmuştur. Kısacası Babil Kulesi, insanların tarihî dönemlerde dil olgusunun kökenine ve ulusların çeşitliliğine yönelik sorularına cevap veren bir inanıştır. Farazî temellere dayanan bu inanış, ulusların ve onların dillerinin çeşitliliğini izah etmeye çalışır. İnanış, kutsal kitaplara da yansımış ve çeşitli efsane, destan gibi anlatılarda yerini almıştır.

Erkan SİHİR 7


DENEME

KARDEŞLİK

Gurur

Cehalet

Kıskançlık

Bencillik

Nefret İletişimsizlik

Bağlılık Hoşgörüsüzlük “Ve diyorum ki: anlatacak bir şeylerin varsa yarınlara Okunmamış bir kitap Söylenmemiş bir söz Yapılmamış bir resim gibi Sevgi üstüne, barış üstüne, kardeşlik üstüne Durma kardeşim...” Goethe’nin bu dizeleri ile dünya üzerinde yaşanan krizler ve savaşlar bana kardeşlik ile ilgili bir şeyler yazmam gerekliliğini 8

hissettirdi. Gördüklerim ve duyduklarım kadarıyla anlaşılıyor ki, günümüzde yaşadığımız acılar çoğunlukla, “O kişi bana

şunu dedi, şu kişi bana bunu yaptı, şu kişi bize kızdı.” söylemlerimiz ve ilişkilerimizde yaşadığımız sorunlarla ilgilidir.


DENEME Neden böyledir? Aynı anne-babadan geldiğimiz aynı hayatı paylaştığımız kişilerle bile birbirimize küsmekte, birbirimizi yaralamakta veya yok etmekteyiz. Bunun tek ve basit bir cevabı olsa da öncelikle uygulamada kardeşçe yaşamayı başarabilmemizin önündeki engeller nelerdir diye kendimize sormalıyız. “Çözümde görev almayanlar problemin bir parçası olurlar.” GOETHE Maddeler halinde engellerimiz ve çözümleri; •Fanatizm; insanlara yardım güdüsünden çıkar ama bilgisizce ve düşünmeden hareket eder. Panzehiri bilgi edinmek ve geniş bakış açısına sahip olmaktır. •İletişimsizlik; farklı kişilere, düşüncelere kapalı olmaktır. Panzehiri karşımızdakini etkili bir şekilde dinlemek ve iletişim becerileri kazanmaktır. •Bencillik; çoğunlukla kendi çıkarlarımızı gözetmektir. Panzehiri çevremizdekilere karşı cömert olmaktır. •Bilgisizlik; karşımızdaki kişi hakkında bilgi sahibi olmamaktır. Panzehiri bilgiyi araç olarak kullanmaktır. •Hoşgörüsüzlük; kar-

şımızdakini kusurları ve hataları yüzünden eleştirmektir. Panzehiri karşımızdaki kişiyi anlamaya çalışmak ve kendimizin de hata yapabileceğimizi ve bizim de kusurlarımızın olduğunu hatırlamaktır. •Kıskançlık; kendimizi birlikte olduğumuz kişilerle kıyaslamak ve kişilerin mutsuzluğunu ve başarısızlığını istemektir. Panzehiri kişilerin sevinçlerini ve başarılarını paylaşmaktır. •Nefret; kişiye zarara verme, onun mutluluğunu bozma (gücenme, kin, aşağılama, düşmanlık), panzehiri sevgidir. •Cehalet; mutluluğu yakalamak için gerekenleri ayırt etme eksikliği ve zihin bulanıklığıdır. Panzehiri neleri yapıp nelerden sakınacağımız hakkında anlayış becerimizi üst seviyeye çıkarabilmektir. •Gurur: kişinin kendisini diğerlerinden üstün tutma, kendisine fazla değer vermesidir. Panzehiri kendimizi tanımak ve kendimize gerçekçi bir değer vermektir. •Bağlılık; kişilere, fikirlere ve durumlara olan bağımlılığın panzehiri ise objenin olumsuz tarafları üzerinde düşünebilmektir.

Birlik, kardeşçe yaşam; kardeşlik, merhamet göstermek; merhamet, içten gelen ve karşı tarafa gösterilen bir ilgi, kalpten hissedilen bir koruma duygusu, bireyin çektiği acıyı defetmek için bir şeyler yapma arzusudur. Kişinin hem kendine, hem de başkasına göstereceği bir erdemdir. Belki de her gün kendimize sormalıyız, ben bugün kardeşlik için hangi kusurumu törpüledim ve kardeşim için hangi arzumdan vazgeçtim. Birbirimizden farklı olmamız, daha değerli ya da daha değersiz olmamız anlamına gelmez. Bu, yapay olarak doğaya karşı konmuş bir değerdir. Herkes ne ise veya ne yapıyorsa bununla bağlantılı bir değere sahiptir. Mükemmel bir yüzücü karada yavaş olabilir, hatta tökezleyebilir bile… En kötü sistem bile iyi insanlar tarafından yönetildiğinde halka mutluluk, zenginlik, bolluk ve barış getirir. Jorge Angel LIVRAGA “Bir uygarlığın yetkinliği ve insanlığı ancak kardeşlik ve sevgiyle olasıdır.” EPİKÜR

Perihan BEZCİ 9


ARAŞTIRMA

EVRİM

10 10


ARAŞTIRMA Güneş ve Dünya’nın Evrimi Dünya’daki yaşamın ısı ve ışık kaynağı olan Güneş, gezegenimize en yakın yıldızdır. Dolayısıyla Güneş’i de yıldız evrimi çerçevesinde incelemek gerekir. Bir yıldız parladığı sürece yaşıyor, parlaklıkları kaybolduğunda bu yıldızlar için ölmüş diyebiliriz. Bir yıldızın ne kadar süre yaşayacağı, oluştuğu zaman-

Şekil 8

daki kütlesine bağlıdır. Güneşten kütlece daha büyük yıldızlar daha az yaşarlar. Yıldızların parlaması merkeze yakın katmanlardaki hidrojenin helyum’a dönüşmesiyle oluşuyor. Bu yanma süresi yıldızın bir gaz bulutundan 1000-5000 yıl olan oluşma süresine göre çok uzun. Örneğin güneş için hidrojenin yanma, yani Helyum’a dönüşme süresi yaklaşık

10 milyar yıldır. Oysaki güneşin 40 katı kütleli bir yıldız için yaşam süresi bir milyon yıl olmaktadır. Yıldız hidrojenini yakıp bitirdiğinde, uzaya hidrojeni yakarken verdiği enerjiyi vermeye devam ediyor, ama bunun yerine koyacak enerjiyi sağlayacak bir kaynak olmadığı için, yıldızın iç kısmı merkeze doru çökmeye başlar ve ölmeye başlar.

Aynı zamanda bir yıldız olan GÜNEŞ

Yarıçap = 695 990 km = 109 Yer yarıçapı, Kütle = 1.989x1030 kg = 333 000 Yer kütlesi Işınım gücü = 3.846x1033 erg/s = 3.846x1026 W/s, Yüzey sıcaklığı = 5770 K Merkezi sıcaklık = 15 600 000 K Merkezi yoğunluk = 150 g/cm3 Yaş = 4.57x109 yıl Yüzey yoğunluğu = 2.07x10-7 g/cm3 = 1.6x10-4 hava yoğunluğu Çok eski göktaşlarının incelenmesi sonucunda, ancak çok büyük patlayan yıldızların merkezinde oluşabilecek kimyasal elementlere rastlanması güneşin bir yıldız kümesi

içinde ve birkaç süpernova patlamasının yakınında oluştuğuna işaret eder (Şekil 9). Bu süpernovalardan gelen şok dalgası çevrede bulunan bulutun içinde yüksek yoğunluk

bölgeleri oluşturarak iç gaz basıncını yenecek ve içe çöküşe neden olacak kütleçekimsel kuvvetlerin oluşmasına izin vererek güneşin oluşmasını tetiklemiş olabilir. 11


ARAŞTIRMA

Şekil 9

KEPLER SÜPERNOVASI

Şekil 10 Güneşin oluştuğu öncül bulutsuya benzeyen Orion Bulutsusu'da gezegen öncesi disklerin görüntüsü

Şekil 11 Dünya'nın farklılaşma öyküsü

12


ARAŞTIRMA Geride kalan gaz ve tozdan ibaret güneş bulutsusundan çeşitli gezegenler oluşmuştur. Bu oluşumun kaynaşma süreciyle olduğuna inanılmaktadır. Kaynaşma; gezegenlerin merkezde yer alan önyıldız çevresinde dönen toz taneleri olarak başlamaları, yavaş yavaş bir ile on metre çapında topaklar hâline gelmeleri, daha sonra çarpışarak 5 km çapında geze-

genciklere dönüşmeleri, ve sonraki birkaç milyon yıl boyunca çarpışmalara devam ederek her yıl kabaca 15 cm kadar büyümeleri sürecidir(Şekil 10). Bu evreden sonra dünyanın farklılaşma süreci başlar. Şekil 11, bu farklılaşma sürecinin kısa bir özetidir. Canlılığa Geçiş ve Canlı

Evrimi 4,5 milyar yıl önce oluşmuş dünya üzerinde yaşamın 3,5 milyar yıl önce başladığı bilinmektedir. Yani dünya üzerinde yaşamın oluşması için uygun şartlar oluşuncaya dek yaklaşık 1 milyar yıl geçmesi gerekmiş. İnsanın yükselişi çok sonraları oluşan bir süreç. Kısaca canlı hayatın başlangıcını ve evrimini şu şekilde özetleyebiliriz.

• 3,5 milyar yıl önce basit hücreler (Prokaryotlar), • 3 milyar yıl önce fotosentez, • 2 milyar yıl önce karmaşık hücreler (Ökaryotlar), • 1 milyar yıl önce çok hücreli yaşam, • 600 milyon yıl önce basit hayvanlar, • 570 milyon yıl önce Eklem bacaklılar (böcekler, örümceğimsiler ve kabukluların ataları), • 550 milyon yıl önce karmaşık hayvanlar, • 500 milyon yıl önce balıklar ve ön amfibiler, • 475 milyon yıl önce kara bitkileri, • 400 milyon yıl önce böcekler ve tohumlar, • 360 milyon yıl önce iki yaşamlılar (Amfibiler), • 300 milyon yıl önce sürüngenler, • 200 milyon yıl önce memeliler, • 150 milyon yıl önce kuşlar, • 130 milyon yıl önce çiçekler, • 65 milyon yıl önce kuş olmayan dinozorlar yok oldular, • 2,5 milyon yıl önce Homo cinsinin görünüşü, • 200.000 yıl önce insanlar günümüzdeki gibi görünmeye başladılar, • 25.000 yıl önce Neandertaller yok oldu. İnsanın Evrimi Dünya’nın varlık sürecinin son on binde birlik diliminin bir ürünüdür insan. Bu anlamda dünyanın en geç (ya da genç) sakinleridir. Bu varlık döneminin % 99’luk kısmını da yiyecek peşinde avcı ve toplayıcı olarak geçirmiş ve son 12 bin yıldır tarım toplumu ile

birlikte yerleşik uygar yaşama adımını atmışdır. İnsanın genetik mekanizmasının ve yapısının esas olarak tarım toplumundan epeyce önce avcılık toplayıcılık döneminde şekillenmiş olması gerektiği düşünülüyor. Tarım teknolojisinin geliştirilmesiyle insanoğlunun çevreyle ilişkisinde

de radikal değişiklikler olmuştur. Bu tür ani değişiklikler daha yakın zamanlarda da olageliyor. Sanayi-teknoloji devrimleri olarak betimlenen bu olaylar yeni edinilen bilimsel teknolojik bilgilerle çevreye daha egemen bir yaşam tarzına geçiş demektir. 13


ARAŞTIRMA Tüm bu devrimsel değişikliklerin çok çok daha önce evrimi tamamlanmış genetik mekaniz-

malara sahip olarak başarıldığını bir kez daha hatırlamakta fayda vardır.

İnsan evriminin kısa bir kronolojik özetini şu şekilde yapabiliriz.

İnsanın organik ve kültürel evrimi -2,5 milyon, kültürel evrimin organik evrimin önüne geçmesi -2,5-2 milyon, Dikilen İnsan (Homo erectus) türü -1 milyon , Düşünen İnsan (Homo Sapiens) türü -200 bin,Çağdaş Tipte Düşünen İnsan ( Modern Homo Sapiens) İnsanın kültürel evrimi -2,5 milyon – 15 bin, Paleolitik Kültür Evresi ( Eski Taş Çağı) -15 bin – 10 bin , Mezolitik Kültür Evresi ( Orta Taş Çağı) -10 bin, Neolitik Kültür: Asalaklıktan üreticiliğe geçiş -İ.Ö. 3 bin eşitlikçi ilkel topluluktan katmanlı uygar topluma

geçiş

- İÖ 3 bin - İS 1500, Tarımcı Uygar Toplumlar Evresi -İS 1500 sonrası, endüstriye dayanan toplum

Bilincin Evrimi

Doğayla olan ilişkisinde, doğayı olduğu gibi kabul etmeyip onun değiştirme gizil gücüne kavuşan insanın aynı süreçte planlama ve zaman ölçeği de gelişmiştir. Avcı-toplayıcı evresinde yalnızca 1-2 gün sonrasını düşünebilmekte iken tarım devriminden sonra bir yıl sonrasına kadar düşünebilmesi (ve planlaması ) gerekti. Takvimlerin geliştirilme gereksinimi de bu evrede ortaya çıktı. Doğaya karşı yetersiz 14

kaldığı noktalarda, korku veya yardım amacıyla üstün varlıklara ve ya totemlere tapınma yoluna gitmiş. İnsanın bu serüveninde tapınmanın da yetersiz kaldığı aşamalarda, geleceği öngörme ve doğayı anlama isteğiyle sorgulamalar başlamış, bu da felsefe dediğimiz bilgi birikimini ortaya çıkarmıştır. Ancak insan biriktirdiği bilginin doğruluğunu da sorgulamıştır. Bu sorgulamalar sonucunda bilginin doğruluğunun sınanması gerektiği gerçeği ortaya çıkmış felsefede evrimle-

şerek yerini bilimselliğe bırakmıştır. Biyolojik varlığından ayrı olarak, insanın bilincini oluşturan iki faktör vardır; bilgi ve kendi bütünsel varlığıyla doğayla giriştiği ilişki sürecinde, kendini var etme tecrübesidir. İnsanla beraber yürüyen bilincin evrimi, günümüzde insandan bağımsız ve ayrı bir yol izleme eğilimine girmiştir. Yapay zeka çalışmaları henüz insan seviyesinde bir sistem oluşturamamış olsa da gelecek 50 yıl içeri


ARAŞTIRMA

Şekil 12 İnsanın evrimi sinde insanoğlu evrende bilinen en zeki varlık olma özelliğini kaybedebilir. Bu hiç de uçuk bir öngörü değildir. Sonsöz: Kimilerini mutsuz etse de, Dünya denen gezegenimiz, milyarlarca galaksiden biri olan sıradan

bir galaksinin kenar mahallelerinden birinde yer alan bir gezegen, insan denen canlı ise bu gezegen üzerinde oluşmuş yaşamın, evrim ağacının zeki ama sıradan bir üyesidir. Bu açıdan bakarsak İnsanoğlunun kesinlik isteğinin yerini merak, insanmerkezcilik duygusunun yerini ise evrene

duyulan hayranlık alacaktır. Ne ilginçtir ki madde, kendi evriminin sonucunda, kendini anlamaya çalışan biz insanlara dönüşmüştür. Evrim denen şey muhteşem bir serüven!

Yılmaz İNANÇ 15


ARAŞTIRMA

16 16


ARAŞTIRMA

SATRANCIN TARİHÇESİ VE FELSEFESİ “Dünya eskiden kocaman bir satranç tahtasıydı.” Adolf Andersen Satrancın doğuşu uzun zaman efsanelere dayandırıldı. Biri Anadolu - Truva savaşlarında askerlerini eğlendirmeye çalışan Palamedes, diğerleri Hint kökenli 12 kadar efsaneden söz edilir. Brahman Sissa efsanesi bunlardan en yaygın olanıdır. Rivayete göre; kralın biri emri altındakilerden bir oyun yapmalarını ister ancak bu oyunun sıradan olmamasını ve bir ders verir nitelikte olmasını istediğini de ekler. Bunun üzerine vezirlerinden biri satrancı icat ederek kralın huzuruna çıkar. Niyeti bu oyunla krala adamları olmadan tek başına bir hiç olduğunu ve onlarsız hiçbir iş yapamayacağını anlatmaktır. Kral bu oyunu ve vezirin bu yaklaşımını beğenir ve dile benden ne dilersen diyerek veziri ödüllendirmek ister. Vezir hâlâ kralın

alması gereken dersi almadığını düşünerek sadece bir miktar buğday istediğini belirtir. Bunu isterken, satranç tahtasındaki 1. kareye 1 buğday, 2. kareye 2 buğday, 3. kareye 4 buğday şeklinde devam ederek, bir sonraki karede bir önceki karenin içindeki buğday tanesi sayısının iki katı olacak şekilde istediğini söyler. Kral, kendisi gibi ulu ve zengin bir kraldan böyle ucuz bir istekte bulunduğu için vezire sinirlenir ve hesaplayın bir tek tane dâhi fazla vermeyin, der. Adamları hesaplamaya başlar. İlk karelerde sorun yoktur 1, 2, 4, 8,16, 256… derken son kareye ulaştıklarında bu işin şakasının olmadığını anlarlar. Vezirin istediği buğday miktarının ülkenin binlerce yıllık buğday üretimine denk geldiğini görürler. Kral gereken dersi almıştır. Tarihi gelişimi açısından

bakıldığında ise, tarihçiler ilk olarak Mısır piramitleri kabartmalarından yola çıkarak, Mezopotamya, Çin, Pakistan, Yunanistan, Roma ve başka yerlerde bulunan resimlerde, oyun taşları ve bunların hangi kurala göre oynandığı hakkında bir açıklama yapılamadığından, Murray’ın M.S. 570 yıllarında Hindistan’da görülen “ÇATURANGA”dan geldiğini belirten tezini kabul etmektedir. Oyunun bugünkü adını alma hikâyesi Hindistan’da, oyuna “ÇATURANGA” denmesi ile başlar. “Dört kral oyunu” anlamına gelen ÇATURANGA’yı dört oyuncu sıra ile zar atıp, sonucuna göre, şah, fil, at, gemi ve dört erden biri ile seçtiği hamleyi yaparak oynuyordu. Kısa bir süre sonra zarlar kaldırıldı. Oyuncuların 17 17


ARAŞTIRMA sayısı ikiye indirildi. Günümüze kadar bazı değişikliklerle gelen kuralları böylece belirlenmiş olan satranç bundan sonra birçok koldan dünyaya yayılmaya başladı. Bir koldan Çin’e ve oradan Kore ve Japonya’ya ulaşan satranç oldukça az bilinen ikinci bir yoldan Cengiz Han ve Timur orduları ile ve Bizans yolu ile Kuzey Avrupa’ya yayıldı. Avrupa’da soylular

arasında çok popüler bir oyun haline geldiğinden “Kraliyet Oyunu” olarak anılmaya başladı. Hatta bu oyun şövalyelerin yedi yiğit erdeminden sayılırdı. Satrancın bilinen ve en önemli yolu ise; Çaturanga’nın tüccarlarla İran’a gelerek “Satranç” adını alması ve hızla yaygınlaşmasıdır. VII. yüzyılın ortalarında İran’ı işgal eden Araplar satrancı ülkelerine getirdiler. Kuzey Afrika’dan İspanya’ya geçen Arap savaşçılar çantalarında satranç takımlarını da götürdüler. Arap el yazması satranç kitaplarına XIII. yüzyıldan itibaren rastlayabiliriz. XV.yüzyılda kurallar son halini alırken, ilk basılı satranç kitabı olan İspanyol Lucena’nın kitabında (1497), eski ve yeni kurallar açıklanmıştır. Daha sonraki dönemde satrançtaki üstünlük İspanya’dan İtalya’ya geçti. Fransız Devrimi’nden hemen önce ve imparatorluk döneminde Fransa, İtalya’nın üstünlüğünü kabul etti. İlk büyük uluslararası turnuva 1851’de Londra’da yapıldı. O dönemin satranç birincileri; Steinitz, Lasker, Capablanca, Alekhıne, Euwe’dir. Günümüzde oynanan standart halini XIX. yüzyılda almıştır. XX. yüzyıl Avrupası’nda toplumun entelektüel üst tabakaları arasında yaygınlaşmış ve dünyanın en popüler

1818

oyunlarından biri haline gelmiştir. Satrancın uluslararası örgütlenmesi 1924 Paris Uluslar Turnuvası’nda oldu ve Uluslararası Satranç Federasyonu (FIDE) kuruldu. Bunu iki yılda bir yapılan satranç olimpiyatları izledi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra FIDE’nin otoritesi bütün dünya ülkeleri tarafından kabul edildi. FIDE, bugün 119 üye ülke ile futboldan sonra, dünyanın ikinci uluslararası spor örgütüdür. Satrancın tarihçesinden sonra gelelim felsefesine ve hayata dair bizlere neler kattığına... Satranç çoğunlukla hayata benzetilir. Adam FAWER’in “Olasılıksız” adlı kitabında satranç ve hayat benzetmesi şu şekilde yer alır; “...’Satranç hayat gibidir David’ demişti babası. ‘Her parçanın kendi işlevi vardır. Bazıları zayıftır, bazıları ise güçlü. Bazıları oyunun başında işine yarar, bazılarıysa sonunda. Ama kazanmak için hepsini kullanmak zorundasın. Aynen hayatta olduğu gibi, satrançta da skor tutulmaz. On parçanı kaybedip yine de kazanabilirsin oyunu. Satrancın güzelliği budur işte. İşler her an tersi


ARAŞTIRMA ne dönebilir. Kazanmak için yapman gereken tek şey tahtanın üzerindeki olası hamleleri ve anlamlarını iyi bilmek ve karşındakinin ne yapacağını kestirebilmek.’ ‘Yani bu geleceği tahmin etmek gibi bir şey mi?’ diye sordu Caine. ‘Tahmin etmek imkânsızdır. Ama şimdiki zamanı çok iyi bilirsen geleceği kontrol edebilirsin.’...” Adam Fawer’in anlatımından anlaşılabileceği gibi, satrançta da hayattaki gibi kazanma ve kaybetme olgusu vardır. Bu olgu bir strateji üzerine kuruludur. Zihin sporu olarak halk arasında anılmasının sebebi de budur. Hayat bir satranç maçı gibidir. Satranç karşılıklı olarak iki kişiyle oynanan, bir düzlem üzerinde toplam 16’şar taşla karşı tarafı mat etmeye yönelik bir stratejik oyundur. Her taşın bir görevi ve yeri vardır. Her taşın birbiri ile benzer olan ve olmayan özellikleri vardır. Satranç oyununda taraflar birbirlerinin hamlelerinin birkaç el sonrasını düşünerek oynarlar. Taş alma, stratejik olarak rakip taşın yerini alma olarak tanımlanabilir. Satrancın ortaya çıkış sebebine bağlı olarak, bunu bir savaş oyununa

da benzetebiliriz Ayrıca satranç iyiler ile kötülerin (beyazlar ve siyahlar) karşılıklı çatışması olarak da görülebilir. Her satranç oyuncusu ileri düzeyde bir zekâya, öngörüye, sağlam sinirlere, sabra ve düşünme yeteneğine sahip olmalıdır. Hamle denilen birkaç adım sonrasını belki de oyunun sonunu dahi düşünebilme ve planlayabilme bu oyun ya da spor için geçerlidir. Zihnin sınırlarını zorlar, düşünme yeteneğini arttırır. Attığınız her adım bir hamle, sahip olduğumuz her değer, bizi hayatımızın oyununda güçlü kılacak birer taş görevi görür. En güçlü taşlarımızı hayatımızın merkezine ne kadar yakın tutarsak o kadar güçlü bir mücadele ederiz. O taşlar merkeze yaklaştıkça amacımızı gerçekleştirebilecek güce de o kadar yakın oluruz. Amaca giden yol, taşlarımızı yani potansiyelimizi doğru kullanmaktan geçer. Amaç sadece kazanmak ya da kaybetmek değildir. Bazen kaybetmek bir sonraki oyun için kazanç sağlayacaktır. Zorlu bir rakip, iyi oynanmış bir oyunda kazançtır. Potansiyelleri kullanmayı öğreten her oyun, her hamle, her adım kazanılmış bir oyundur. Oyun bitiminde bütün taşların aynı kutuya konduğu fikri düşünüldüğünde hayatımı-

zın ana fikrini de görmüş oluruz. Satrançta ilerleme kaydeden bir birey hayat sahnesinde de olayları doğru değerlendirerek karar verme açısından insanların onlarca adım önünde olabilir. Satrançta basit gibi görünen bir hamle, daha ileride veya oyun sonunda çok değişik pozisyonlara neden olabilmektedir. Düşünmeden yapılan bir hamle, yapılmış olan onlarca hamlenin etkisini bir anda yok edebilir ya da tam tersi, özellikle piyonla oyun sonlarında beklenmedik iyi hamleler oyunu kazandırabilir. Aynı şekilde hayatta da aldığımız önemsiz gibi görünen kararlar ilerde bizim yaşamımızı tamamen etkileyecek seçimler olabilir. Tüm bu nedenlerden dolayı şöyle diyebiliriz; “Satranç insana resmin bütününü görmeyi öğretir.” Ve unutmamalıyız ki; “İyi oyuncular her zaman şanslıdır.” Capablanca

Derya Nur ÇELİK

KAYNAKÇA http://www.tsf.org.tr/federasyon/tarihce http://www.bilgiustam.com/ satrancin-bulunusu-tarihcesive-felsefesi/ http://blog.milliyet.com.tr/ https://tr.wikipedia.org http://www.satranc.net

1919


ARAŞTIRMA

20 20


ARAŞTIRMA

ARI

Doğaya uyumlu bir yaşam

Her daim doğayı örnek almalıyız. Çünkü doğa ideal olanı yaşar ve biz ondan öğreniriz ideali, ideal yaşamı... Şehir hayatında doğa ananın öğreticiliğinin pek farkında değilizdir. Betonarmeler onunla aramıza girmiştir. Yaşayamayız onunla mevsimlerin geçişini, baharın uyanışını, canlanışları, döngüleri… Bazen ¹Samsara’nın tekerleğini durdurmalı ve etrafımızı incelemeliyiz. Bitkilerden hayvanlara kadar doğa bize, eğer dinlersek bir şeyler anlatmaktadır. Biraz vakit ayırmalı, okumalı, incelemeli ve gözlemlemeliyiz. Bir toplumda yaşamaktayız ve her birimiz bir çarkın dişlileriyiz. Hepimiz işimizi doğru yapıp uyumlu oldukça çark döner ve işler. Doğada birlikte yaşayan canlılar da var olabilmek için takım

halinde çalışıp takıma uygun yaşamaktadırlar. Eskiden beri arıları, onların kilometrelerce yol gidip tekrar kovanı bulabilmelerini, ısı dengelerini nasıl sağlayabildiklerini merak etmişimdir. Peteklerin altıgenliği ezelden mi böyleydi yoksa bunu deneye yanıla mı buldular? Tarihte bilinen en eski arı fosili 80 milyon yaşındadır. Arılar bir kraliçe arı, birkaç yüz erkek arı ve de 10-80 bin işçi arıdan oluşan, birbiriyle uyum içinde ve tek bir amaç için bir araya gelmiş bir topluluktur. Her bir arı, kolonideki görevini tam olarak bilir ve eksiksiz uygular. Erkek arıların tek fonksiyonu kraliçeyi döllemekken, işçi arılar kovanın esas yükünü çekmektedirler. Altıgencikleri oluşturup petek örme, yiyecek toplama,

kovan ısısını düzenleme, bal yapımı, savunma ve yavruların sorumluluğu dahil bir sürü görevi başarıyla gerçekleştirirler. Kraliçe arı hücrelerin temizliğini denetler ve her bir peteğe birer yumurta bırakarak ilerler. Bırakılan larvaların beslenme düzeni kritik öneme sahiptir. İşçi mi, kraliçe mi, yoksa erkek arı mı olacağı buna bağlıdır. Tek bir larva, büyüme dönemi boyunca 10.000 kere işçi arılar tarafından ziyaret edilir. Bakıcılar larvaları sadece yumurtadan çıktıkları ilk 3 gün arı sütü ile beslerler sonrasında ise arı ekmeğiyle beslemeye devam ederler. Ancak kraliçe adayı olan arıya arı ekmeği verilmez 6 gün boyunca arı sütü verilir. Larva arı geliştikçe, önce bulunduğu kuluçka hücresini temizler.

¹Samsara: Sanskrit kökenli modern dillerde birincil olarak “dünya” anlamında kullanılır. Hinduizm, Budizm, Jainizm, Sihizm dinlerinde reenkarnasyon ya da yeniden doğum döngüsünü anlatan bir kavramdır.

21 21


ARAŞTIRMA 10. günden itibaren kovan dışına çıkıp çevreyi tanımaya başlar. Sonraki dönemde vücutlarında oluşan değişimle iğneleri çıkan, zehir bezleri oluşan arılar kovan bekçileri olurlar. Arıların kimlik kartı kovan kokusudur. Güvenlik görevlisi bu kokuyu tanır ve bu kokuya göre geçişe izin verir. Çünkü kovanın güvenliği her şeyin üstündedir. En son gelişim evresinde büyüyen arılar çiçek tozu toplamaya başlar. Polenler arka ayaklarındaki yapılara yapışarak toplanır ve sonrasında arının ağzından çıkan özel bir madde ile nemlendirilerek bal yapımında kullanılınır. Biz insanlar gibi vücut ısılarını ayarlayamayan ancak ısı değişimlerinden etkilenen arılar, yaşayabilmek için birbirlerine muhtaçtırlar. Sıcak havalarda kanatlarını kullanarak ısıyı düşürmeye çalışan arılar soğuk havalarda da küme oluşturup vücutlarını titreştirerek ısıyı yükseltirler. Aynı yöntemi savunmada da kullanırlar. Termal kameralarla izlemede olanlar, kovana saldıran bir eşek arısının etrafını beş yüz arı sararak ısıyı yükseltmiş ve fırında kavruluyormuşcasına eşek arısını öldürmüşlerdir. Başka bir arı erdemi ise, arıların başladıkları işi bitirmesidir. Hangi bitki nin balını (çam,çiçek...) yapmaya başladılarsa o iş devam eder, tüm kovan o balı 2222


ARAŞTIRMA yapıyor ve bir petek bal için yaklaşık 100 bin kilometre kanat çırpılıyor. Yaklaşık 2 mm boyunda olan arıcığın beyni saniyede 16 milyar işlem yapabilme kapasitesine sahip olup en hızlı bilgisayardan 100 milyon kez daha hızlıdır. On milyonlarca yıl önceki bal peteklerinin de altıgen olması ve altıgenin bir çerçeveye boşluksuz maksimum bal koyulabilecek en uygun geometrik şekil olması, üstüne üstlük petek yapılırken arıların farklı noktalardan başlayıp hiç iz olmadan peteği tam olarak bitirmeleri de takdire şayandır. Arıların kırmızı rengi algılayamamalarından dolayı döllenme için arılara muhtaç olan çiçeklerde kırmızı rengin bulunmaması da çok ilginçtir. 80.000 arılık bir kolonide bulunan kusursuz bir iş bölümü, hiyerarşi, sürekli bir çalışma, başkaları için üretme ve varoluş becerisi bizlere ders çıkarmak için önemli fırsatlar sunmuştur. Örneğin takım olma becerisini öğretirler bize.

la kişinin oluşturduğu topluluktur. Takımın her üyesinde amaç birliği ve sorumluluk bilinci olmalıdır. Üyeler gönüllü olup sorumlulukları nettir. Çünkü bir takım en zayıf halkası kadar güçlüdür. Takım olmak ancak amaçların netliği, sorumluluk bilinci, uyum ve iletişim kabiliyeti, çaba ve umut ile mümkündür. Peki, nedir bir arada çalışamamamızın nedeni? Takım üyelerinin güç gösterisinde bulunmaları, takımda üye olarak çalışmayı istememeleri, temel görüşün kendi görüşü olmasını istemeleri ve takım içinde erimeme takım olmayı zorlaştıran şeylerdir. Biliriz ki, takım olmak ve yükü bir bütün olarak göğüslemek hem daha rahat hem de daha büyük başarılara götüren bir yoldur. Öyleyse ne yapmalıyız takım olabilmek için? Öncelikle, takımda bireyler gönüllü olmalı ve verilen işi gönüllülük esasına göre yapmalı-

dır. Haklı çıkmak, bunu karşıdakini alt etmek için amacını taşımaz; aksine doğruyu bulmak, hep birlikte büyüme ve büyütme amacını taşır. Görüşlerimizi ifade ederken karşıdakini rahatsız etmemek ve takım ruhuna uygun davranmak gerekir. Yönetmek aslında dediğini yaptırmak, görüşleri dikte etmekten ziyade; insanları fikirde ve amaçta birleştirmektir. Dışlamak değil, herkes için uygun yer bulup kapsayıcı davranmaktır. Unutmayalım ki, hiçbirimiz hepimiz kadar akıllı değiliz. Büyümek, büyütmek ve üretmek için takım olmalıyız. Takım olmak düşündüğümüz kadar zor değildir. Bunun için etrafımızdaki canlıları biraz daha dikkatli izlemek ve onların yaşamlarından ders çıkarmak kafidir. Bir araya gelmek bir başlangıçtır. Bir arada kalmak bir ilerlemedir. Bir arada çalışmak ise başarının ta kendisidir.

Ercüment EKİNCİ

Peki takım olmak ne demek? Nedir bir takımın özellikleri? Takım olmak için ne yapmalıyız ya da ne yapmamalıyız? Takım; önceden belirlenmiş hedefler için bir araya gelmiş, birbirine bağlı, birlikte hareket eden iki veya daha faz23


DENEME

KLASİK MÜZİK NASIL DİNLENİR? Klasik müzik nedir? Zamana bağlı, geçici değerlere bağlı olmayan, uluslararası kabul görmüş müziktir. Neden dinlenmelidir? Klasik müzikte çok sesliliğin bir uyumu vardır. Aynı zamanda melodi, tını, nüanslar ve tempo gibi birçok değişeni içeren bir bütündür. Müziği anlamak, bize çağrıştırdıklarını hisse24

debilmek, zihni ve kalbi dinlendirebilmek ve duygularımızı tanıyabilmek için en iyi türdür. Nasıl dinlenmelidir? Konsere gitmeden önce kişileri, eserleri incelemeliyiz ve hatta eserleri daha önceden dinlemeliyiz. Çalınacak müzik eserinin yazıldığı dönemin sosyal ve siyasal özelliklerini, sanatçıyı ve tarzını öğrenmemiz bize müziği

daha iyi anlamamızda yardımcı olacaktır. Neleri fark edimeye çalışılmalıdır? Klasik müzikte monotonluk yoktur; nüans denilen, sesin yükselip alçalmalarını, vermek istediği heyecanı hissetmeliyiz. Eserlerin değişen tempoları vardır çünkü değişen duygular insanlar gibi müzikte de mevcuttur.


DENEME

Örneğin İtalyanca “Allegro” eserin canlı çalınmasını ifade eder, bu da bizim coşkuyu hissetmemizi sağlar. Müzik her insanda farklı şeyler çağrıştırsa da, müziğin evrensel bir yönü ve evrensel bir dili vardır. Çalanların kıyafeti ve vücut hareketleri müziğe uyum sağlıyor ve müziğin anlamıyla bütünleşiyor. Klasik müziğin dönem­leri ve özellikleri ne­lerdir? Barok dönemde (16001750) kilise için müzik yapılıyor, melodiler daha zor takip ediliyor, bu yüzden döneme şekilsiz inciler dönemi deniliyor. En bilinen sanatçısı Antonio Vivaldi’dir.

Klasik dönemin (17501825); simetri, doğallık ve sadelik en önemli özellikleridir. En bilinen sanatçısı Wolfgang Amadeus Mozart ve Joseph Haydn’dir. Her iki dönemde de tempo değişimleri azdır. Romantik Dönemin (1825-1900) ise en önemli özelliği mantıktan çok duyguların ön planda olmasıdır. Dönem insanın iç dünyasını yansıtır ve sanatçı toplumdan soyutlanmıştır. Ludwig van Beethowen ve 20. -21.yy (1900- ..) temsilcileri Richard Strauss ve Arnold Schoenberg’in eserlerinde tempo daha yoğun, çalgıların tınıları daha farklı, bestecileri melodiden uzaktır. Dün-

ya savaşlarından sonra hayatın zorluklarını anlatır ve geleneksel yapıları yıkar. Klasikte ritim ve melodi çok kullanılıyor. Melodi çeşitliliği müziğin formunu oluşturmaktadır. Klasik müzik konserlerine nasıl ulaşılır? Konserleri internetteki şehir rehberlerinden, konser salonlarının web sitelerinden, konser salonlarının sezonluk broşürlerinden, gazetelerden ve afişlerden takip edebilirsiniz. KAYNAK: “60 Dakikada Klasik Müzik” kitabı, yazarı Doç. Dr. Ozan Tunca

Perihan BEZCİ 25


RÖPORTAJ

NEDİM SÖNMEZ

26


RÖPORTAJ

Bugün Kağıt ve Kitap Sanatları Müzesi’nde Ege Üniversitesi Kağıt ve Kitap Sanatları Müzesi Koordinatörü ve Ebru sanatçısı Sayın Nedim Sönmez’le beraberiz. Öncelikle sizi tanıyalım. Ben Edirne’li, Trakyalıyım. Nasıl söylenir, farklı bir kültürde büyüdüm. Elişleri, peşkir vb. şey-

leri görerek, inceleyerek büyüdüm. Lise çağlarında bunları biriktirir, toplarken yapan kadınlarla konuşurdum. Bu rengin anlamı ne, bu desenin anlamı ne, diye sorarak biriktirirdim. O zamanlardan korumaya yönelik bir his oluştu içimde. En büyük şansım Edirne’de son köy enstitüsü mezunlarının öğretmen olduğu bir okuldan mezun olmamdı. Ardından İs-

tanbul Üniversitesi’nde İşletme bölümü okudum. İstemeden okudum diyebilirim, aslında sanat tarihi okumak isterdim. Ama hayat yaşanıldığı haliyle doğrudur diyoruz. Dolayısıyla bu geçmişin verdiği arzuyla sanat hayatıma devam ettim. Başlangıçta ebrudan uzak ama halk sanatının içindeydim. Edirne’de öğretmen okulunun verdiği sanat ve spor ortamını İstanbul Üniversitesi’nde bulamadım. Ancak orada da her günüm sahaflarda geçti. Her gün İstanbul’da meşhur Sahaflar Çarşısı’ndaydım. Ebru yapmayı öğretmen okulunda öğrenmiştim. En basit haliyle tuzlu suya yağlı boya atarsınız, suyun yoğunluğundan boya yukarıda yüzer, kağıda alırsınız onunla bir cilt işi yaparsınız. 1977’de Uğur Derman’ın “Türk Sanatında Ebru” diye kitabı çıkmıştı. Onu okumuştum. İstanbul’daki işletme eğitiminden sonra Avrupa’ya staja gittim. Stajın devamında Avrupa’da kalıp İtalya’ya geçtim. Orada ebru kağıdı yapıp satan mağazalar gördüm. Ancak o ilk çıkışın verdiği kızgınlık ve heyecanla, 27


RÖPORTAJ

ben size doğrusunu gösteririm dedim. Çünkü tarihçeyi yanlış, tekniği başka gösteriyorlardı. İtalya’daki geziden Almanya’ya döndüğümde, evde kendi kendime ebru yapmaya başladım. Dilim o zamanlar İngilizce, kendinizi dilden ifade edemiyorsanız, parmaklardan ifade ediyorsunuz. Böyle bir başlangıç oldu. Bir yandan da Konstanz Üniversitesi’nde öğrenimime devam ediyordum. Üniversite öğrenciliğim sırasında part-time çalışırken, bir şekilde benim ebru yaptığım duyultu. Kütüphane müdürü eve gelip “Gel bir sergi açalım” dedi. Konstanz Üniversitesi’nde ilk defa bir ebru sergisi açıldı, yıl 1981 veya 1982 olabilir. Bu ilk sergimdi ve bu sergide 23 eserim beğe28

nildi ve satıldı. Düşünün bana verdiği heyecanı! Hem onun etkisiyle, hem de devamında Almanların desteğiyle bu sanatla uğraşmaya devam ettim. Bu arada Türkiye’de askerliğimi yaptım. Dönünce yaşamakta olduğum ve Almanya’yla İs­viçre arasında bulunan Konstasz şehrindeki Konstanz Gölü’nün kıyısında bir galeri kurdum. Dünyanın ilk ebru-resim galerisiydi. Çünkü ilk kez ebruya manzara sokmuştum. Bu da kendi kendine oluşan bir gelişmeydi. Ne sergi açma ne de sanatçı olma iddiam vardı. Bir bakıyorsunuz, Almanya’nın soğuğunda donarken, ebru teknesinde kervanlar yapmaya başladım. Arabistan’la falan ilgisi yok, içinizi ısıtıyor ama. İstanbul’da iken adalar-

da şnorkelle dalardım, bu tecrübelerimden hareketle ebruda balıklar yapmaya başladım. Böyle bir yenilikti bu. Bunları sergiliyordum ve sergi sergiyi getirmeye başladı. Kuzey İsviçre’nin bir gazetesi tam sayfa haber yapmıştı beni. Bu sanatı bir ustadan öğrenmedim. Kendi kendime öğrendim ebruyu. Bu defa araştırmaya başlıyorsunuz. Dil bilmenin güzelliği bu oldu. Ebruyu tüm dünya kaynaklarında araştırdım. İnanılmaz bir kaynak zenginliği olduğunu görüyorsunuz araştırdıkça. Kültürlerin karışımından çok güzel kültürler çıkar ya, bu daböyle bir şey. Ebru tarihi konusunda iyi bir araştırmacı oldum ve günümü-


RÖPORTAJ

ze kadar böyle geldi. 80-100 sergi, 18-20 kitaplık bir ebru geçmişim oluştu. 1984 veya 1985 yılıydı, İstanbul’da ilk sergimi açmam tesadüfen gerçekleşti. Gezmeye gittiğimde birisi ebru yaptığımı duydu. Gel bir sergi açalım, dedi. Bir sansasyon yaşandı. Dergilerde falan hep “ebruda yeni bir yorum”, “yeni bir bakış açısı”, diye haberler yapıldı. “Ebruda böyle bir şey olmaz”, diye biraz konuşuldu ancak insanlar alıştılar bu fikre. Genel reaksiyonlar olumluydu. Velhasıl, ebru yıllarım sırasında Almanya’da diğer renkli kağıt teknikleri, kağıdın yapımı, kullanılan motifler gibi konuları da araştırdım. Konular birbirine bağlantılıydı. Çiçekli ebru üzeri-

ne bir kitap yazacaksınız, çiçekle ilgili de birçok şey araştırıyorsunuz. Tarihçesini araştırırken kağıdın, karşınıza gezginler çıkıyor mesela, onları da araştırıyorsunuz. Almanya’daki tecrübelerin ışığında ülkeye döndük. Sonra müzeyi kurduk; Kağıt ve Kitap Sanatları Müzesi. Yaklaşık 1011 yıldır Türkiye’deyim. Ege Üniversitesi’nin akademik kadrosunda, Sanat Kurulları Koordinatörü’yüm. Sanat merkezleri kurmuştum daha önce. MÖTBE’yi ben kurmuştum mesela. 1995 yılında depoydu orası, MÖTBE Sanat Galerisi’ni kurduk. Sonra yine Almanya’ya döndüm. Gelince Ellinci Yıl Köşkü ve birçok fakülteye sergi salonları açtık.

Üniversite’nin sergi ve sanat işleriyle uğraşıyoruz. Kağıt ve Kitap Sanatları Müzesi’ni de, eski bir laventen köşkünde kurduk. Çok güzel bir bina burası. Amacımıza çok uygun hizmet ediyor. Koleksiyonun ¼ ya da 1/5 benim kendi parçalarımdan oluşuyor. Diğer bağışçıların katkılarıyla yaklaşık olarak 700 objeyle açılışımızı yaptık. Bugün bin civarı objemiz var. 2,5 yılda yaklaşık 14000 ziyaretçiyi misafir ettik. Sırf İstanbul’dan, Denizli’den grup olarak gelenler var. İnsanlar geliyor, biz de gelenlere rehberlik hizmeti vermeye çalışıyoruz. Gönlünüzle kurduğunuz, gönülden çalıştı ğınız, yaptığınız işi ve 29


RÖPORTAJ sanatı seven insanlar olduğunuz belli. Buranın elektriği, atmosferi bambaşka. Müze, Kültür Bakanlığı’nın özel müze statüsüne alındı. Maddi yönden eksiklerimiz var. Aslında bahçeye atölyeler yaptırmak istiyoruz; origami atölyesi, kağıt yapımı, ebru atölyesi gibi ... Ebrunun etimolojisi nedir? Ebru aslında, en basit haliyle bir kağıt renklendirme veya süsleme sanatıdır. Benzerleri de mevcut. Ebru öncesinde Uzakdoğu’da da örnekleri bulunuyor. Japonların sumiyagaşileri, Çinlilerin iluşaşiyeni var. Sonra ebru diye bir kağıt renklendirme tekniğinin örneklerini görüyoruz ki, en eskileri 1500’lerin başlarında. Daha öncesi yok. Ebrunun ilk görüldüğü yer de eskiden kitap sanatlarının merkezi bugünkü Afganistan’ın başkenti Herat şehri olsun, Hazar Denizi’nin güneyindeki Tebriz, Kazvin gibi şehirler olsun, Kuzey İran diyelim. En eski örnekleri orada. Sonra İstanbul’a gelişi var. 1560 gibi yıllara oturtuyorum. Ebru herkesin yapabileceği bir sanattır. Herke30

sin yapabileceği bir kağıt renklendirme tekniği bu. İstanbul’a ilk geldiğinde ticari bir meta olarak görülüyordu. Yabancılara satılan renkli bir kağıt olarak yer alıyordu. Bütün o İstanbul’da 1570’lerde üretilen tüm renkli ebrular, gezginlerin defterlerinde yer alıyor. Gezginler, gittikleri yerde kendilerinde olmayan, değişik ne varsa almışlar. Bugün bizde farklı bir yere gitsek, yanımızda farklı bir şey getirmek isteriz. Renkli kağıdın Avrupalılar için apayrı anlamları var. Kitap sanatlarından, dekoratif parçalarda olmasına kadar değişik objelerde kullanılıyor. Değişik objeler diyorum, mesela ilk teleskopları ebruyla kaplamışlar. Galileo döneminden beri, 1608 -1610 oradan başlayarak devam etmiş. Çünkü pratik olmuş, pahalı cilt-

ler yerine basit ebruyla araştırmalarını, kitaplarını kaplamışlar. Otuz Yıl Savaşları’ndan dolayı yıpranmışlar. O dönemden yüzlerce kitap var elimizde. Kitap sanatlarında cilt amaçlı ebru kullanımı çok fazla. Çok kısa sürede bütün dünyaya yayılmış. Bir sıvı üzerinde yüzen bir boyaya şekil veriyorsunuz daha sonra onu kağıda alıyorsunuz. Zevkli bir teknik, terapi gibi geliyor. inişli çıkışlı bir grafikte de olsa, günümüze kadar gelmiş. Doğudan batıya, kuzeyden güneye her yerde ebru yapılıyor. Ülkemizde sadece Türklerin yaptığı bize özgü bir sanatzannediliyor ebru. Ancak öyle değil. Tüm dünyada ebru yapılıyor, çünkü ebru evrensel bir sanattır. Ebruya manzara eklemem ilgi gördü. Bu kadar


RÖPORTAJ

serginin sebebi budur. Çünkü estetik ebruda önemlidir. Ebru İstanbul’a bulutumsu bir desen olarak geliyor. Zaten Farsçada bulut kelimesinden gelir ebru ismi. Ancak İstanbul’da 5-10 senede desenler geliştiriliyor. Albümlerden bunu takip edebiliyoruz. Albümler Almanca konuşulan Orta Avrupa’da üniversite öğrencileri, devlet memurları, tüccarlar, soylular arasında kullanılan hatıra defterleridir. Yanlarında taşıyor, birbirlerine yazıyorlar. Ebru bu defterlerde çok kullanılmış. Binlerce ebru albümü var. Bunl Dönünce yaşamakta olduğum ve Almanya’yla İs­viçre arasında bulunan Konstasz şehrindeki Konstanz Gölü’nün kıyısında bir galeri kurdum. arın

250’si elimden geçti. Albümlerdeki ebrularla ilgili literatür var. Benden önce literatürde bilinen ebru albümleri sayısı 7-8 tanedir. Bu sayıyı 52-54’e çıkardım. Bir kaynak bulsam da incelesem diye bakıyorum. Gidip elinize alınca ancak inceleyebiliyorsunuz. Bunlar önemli şeyler. İstanbul’a en basit haliyle geliyor, desenler burada gelişmeye başlıyor. Taraklı desenler yapılıyor, sonra çiçek desenleri geliyor. Önce tanımsız çiçekler (18. yy’da), daha sonra tanımlı çiçekler yapılmaya başlıyor; laleler, sümbüller, karanfiller gibi... Ebru durağan bir sanat değil, her dönem sanatçılar tarafından gelişimi sürdürmüş. Bunun en son kuşağı benim yaptığım manzara resimleridir.

Bu müzenin bir benzeri var mı? Ülkemizde kesinlikle yok. Sık sık açılan bir müze değil bu. Uzmanlık ve malzeme gerektirir. Elimde bu objeler olmasaydı ya da dışarıdan getirtemeseydik, olmazdı. Zaman içinde noksanımız neydi diye baktık ve çocuk kitapları bölümü ekledik. Müzenin en kıymetli parçası nedir? Hepsi kıymetli :) Her biri zaten orjinal. Şöyle diyebiliriz; en ilginçleri, dünyanın en küçük kitabı ve en hafif kağıdı burada. Katı çalışmalarımız ve exriblis çalışmaları var. Hepsi özel objelerdir... Röportaj: Aslı DEĞİŞİCİ

31


YAZAR

32 32


YAZAR

ANNEMARIE SCHIMMEL “İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar”

Bu sayımızda sizlere Alman yazar, mutasavvıf, doğu bilimci Annemarie Schimmel hakkında bilgiler vermeye çalışacağız. Bir yazı ile Schimmel’li anlatmak çok zor. Umarım bu yazı yazarın eserlerini okuyanları onun hayatını ve kitaplarını daha detaylı araştırmaya yöneltir. Kaynağım Senail Özkan’ın 2003 yılında yayınlanan İslam Araştırmaları Dergisindeki yazısıdır. Annemarie Schimmel 1922 yılında Almanya’da dünyaya geldi. Ailesi kitap okumaya meraklı, Annemarie Schimmel’e

karşı ilgili kişilerdi. Çocuklarını bu konuda hep desteklediler, hep yanlarında oldular. Annemarie Schimmel’in dil öğrenmeye merakı vardı. Okul yıllarında Latince ve Fransızca öğrendi. 15 yaşında Arapça öğrenmeye başladı. Okuduğu tarih, edebiyat ve dinler tarihi kitapları doğuya olan ilgisini artırdı. Daha sonra İngilizce de öğrenen Schiemmel tüm kitaplarını hem İngilizce hem Almanca olarak yazacaktı. Akademik kariyerine Marburg Üniversitesi’nde başlamıştır. Bu dönemde Oryantalizm ve İslami

bilimler, Arapça, Türkçe, Farsça, İslam sanatları, İslam Edebiyatı derslerine girerken aynı anda hocasının yanında Dinler Tarihi konusunda ikinci doktorasını da yaptı. Schimmel Türkiye’ye ilk defa 1952 yılında geldi. Amacı İstanbul’daki el yazmalarını incelemekti. İstanbul’da birçok aydın dostu vardı. Bunlar arasında Behçet Necatigil, Salah Birsel, Cahit Külebi, Haldun Taner, Samim Kocagöz ve Yaşar Nabi gibi o dönemin önde gelen şairleri de vardı. Onlarla yaptıkları sohbetleri hiç unutamayacaktı.

33


YAZAR

Aynı yıllarda hayranı olduğu Yahya Kemal ile de tanışacaktı. Bu arkadaşlıkları sonrasında dostları ondan “İstanbul Dergisi” ve “Yeditepe ve Hayat” dergilerinde yazı yazmasını isteyeceklerdi.. Bu yazıları Cemile Kıratlı müstear ismiyle yazacaktı. Almanca Schimmel, “kırat” manasına gelmektedir. Berlin’deki hocalarından biri Schimmel’i çok sevdiği için kendisine “Schimmele” (Schimmelcik) diye hitap edermiş ve Schimmele’nin Türkçe’deki sesteşi olarak da “Cemile”yi kendisine isim olarak seçmiştir. Annemarie Schimmel İstanbul’a her geldiğinde iki camiyi ziyaret et34

meden dönmezdi. Ona göre İslam sanatı bu iki camide mükemmelliğin sınırlarını zorlardı. Bunlardan biri Edirnekapı’da bulunan Mihrimah Camii, diğeri de Rüstem Paşa Camii idi. Öğrencilik yıllarından itibaren Mevlana’nın şiirlerini okuyan ve tercüme eden Schimmel Mevlana’yı da ziyaret etmek istiyordu. İstanbul’daki arkadaşlarına ne kadar rica etse de bir türlü sonuç alamıyordu. O zamanlar Konya’ya gitmek o kadar da kolay değildi. Bir gün bir gönül ehliyle yaptığı sohbetlerinde bu durumu dile getirecek ve kendisini harekete geçi-

recek şu cevabı alacaktı: ” Fakat çocuk, bunun sebebi gayet basit: Hz Mevlana bu insanların hiçbirini görmek istemiyor. O yalnız Seni görmek istiyor! Bunun üzerine Schimmel Konya’ya koştu. Yeşil Türbe’nin karşısında bir otele yerleşti. Bu ilk ziyaretinden bir yıl sonra Mevlana tekrar çağıracaktı onu, o tekrar gidecekti. Bu ziyaretinde “Garbın Mevlana Görüşü” isimli Türkçe bir konuşma yapacaktı. Takvimler artık 1954’ü gösteriyordu. Ankara’da İlahiyat Fakültesi kurulmuş ama dinler tarihi okutacak hoca bulunamıyordu. Hatta bir dinler tarihi kitabı bile yoktu.


YAZAR Müslüman olmayan bir kadın Ankara İlahiyat’a 1954 yılında dinler tarihi profesörü olarak atanıyordu. Bu isim tabii ki de Schimmel’den başkası değildi. Beş yıl dinler tarihi dersi verdi ve “Dinler Tarihine Giriş” adlı bir ders kitabı yazdı. Bu ilk kitap İslam dinine kadar olan tüm dinleri içeriyordu İslam kısmı ise başlı başına bir konuydu ve onu ayrı bir ciltte yazıp tamamladı. İslamı ele alan ikinci cildi yazıp idareye teslim etti. Fakat teslim edilen bu metin kayboldu. Yıllar sonra ölen bir meslektaşının çekmecesinde bulundu. Fakat esrarengiz bir biçimde nüsha tekrar kayboldu. Schimmel’in kendi ifadesine göre bu kitap başka biri tarafından, başka bir isimle de Schimmel hayattayken yayınlanmadı. Türkiye yıllarında annesini de yanına alıp arabasına atlayıp Anadolu’yu karış karış gezmiştir. Çok uzun yolculuklar yapmış ve Türkiye’de birçok ile daha o yıllarda gitmiştir. Bu gezilerinin sonunda Anadolu’nun Kalbi olarak Sivas Divriği’yi işaret etmiş ve buraya birçok kez gelmiştir. Dolu dolu beş yılın ardından Marburg’a geri dönmüştür. Resmi izinle Marburg Üniversitesi’nden ayrılmış olsa da üniversi-

teye dönmesi bir yıl boyunca engellenmiştir.

2-Ruhum Bir Kadındır, İz Y.

Bir yıl sonra Bonn Üniversitesi’nden gelen profesörlük teklifi ile bu zor günleri atlatmış, üniversitede Arapça, Farsça, Türkçe, dinler tarihi, Tasavvuf ve İslam tarihi üzerine dersler vermeye başlamıştır.

3-Halifenin Rüyaları, İslam’da Rüya ve Rüya Tabiri, Kabalcı Y.

1965’te artık dinler tarihi konusunda otorite olmuş, Harvard Üniversitesi ona Hint-Müslüman kültürü okutması için bir kürsü teklif etmiştir. Schimmel bu kürsüyü yıllardır ders verdiği Bonn Üniversitesi’nde istemiş ne yazık ki Alman Üniversiteleri bir kadının kürsü sahibi olmasına izin vermemişlerdir. Bunun üzerine Schimmel Amerika’ya gitmiş ve Harvard Üniversitesi’nde yirmi beş yıl görev yapmıştır. Ancak 1992 yılında emekliliğinden sonra evine yani Bonn’a dönmüştür.

6-Sayıların Gizemi, balcı Y.

Schimmel’in emekliliği de çok verimli geçmiş. Yılda bazen iki bazen üç kitap yayınlama şansına sahip olmuştu. Otuza yakın ödüle, 100’ün üzerinde makale ve farklı dillerde yazılmış 50’yi aşkın telif ve tercüme kitaba imza atmıştır. Türkçeye de çevrilen bazı eserleri aşağıdaki gibidir.

4-Tanrının Yeryüzündeki İşaretleri, Kabalcı Y. 5-İslam’ın Mistik Boyutları, Kabalcı Y. Ka-

7-Cavitname, M. İkbal’den çeviri, Kültür B Schimmel 2003 yılında vefat eder. Vasiyeti uyarınca mezar taşına “Die Menschen schlafen, wenn sie sterben, erwachen sie” yazılr. Bu söz Hz . Muhammed’in bir hadisidir. Anlamı “İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar” Annamerie Schimmel okumanızı ve onun ışığının uyanma sürecinize yardımcı olmasını temenni ederim.

Erkan SİHİR

1-Hz. Muhammed, Profil Y. 35


KÄ°TAP

3636


KİTAP

. AHLAKI MEKTUPLAR SENECA

R o m a İmparatorluğu’nda Epiktetos ve İmparator Marcus Aurelius ile birlikte Stoik Felsefeyi insanlığa sunan filozof Seneca’nın öğrencisi Lucilius’a yazmış olduğu mektuplardan oluşan bu kitapta Roma’da sosyal ve siyasal yaşamın yanında aklın gösterdiği yolda erdemi ve hayatımızı nasıl düzenleyeceğimiz hakkında bilgiler buluyoruz. Hayatımızda hep şu soruyu sorarız kendimize “Nasıl mutlu olabilirim?”. Aradığımız anahtarı içimizde taşıyoruz. Sorum-

luluklarımızı yerine getirdiğimizde, yaşamımıza form kazandırdığımızda mutluluğa ulaşabiliriz. İnsanın nasıl mutlu olacağı konusunda erdemlerin, mücadelenin rolü, kendimizi tanımamız ve gündelik hayatta küçük sorunları çözebilmemiz için öğütler veriliyor. İster baştan sona, ister ilham almak için mektuplar arasında herhangi birini seçip okuyabiliriz. Seneca’nın Lucilius’a yazdığı mektuplarda gündelik hayatımızda çözemediğimiz veya farkında olamadığımız ek-

sikliklerimizi fark edebiliriz. “Bu işin içinden nasıl çıkacağım diyorsun. Zorluklardan kaçamazsın, onları yenebilirsin sadece”. “Vaktinden önce mutsuz olma! Başında dolandığını sanıp korktuğun felaketler belki hiç gelmeyecek başına. Hiç olmazsa şimdiye kadar gelmediler”.

37 37


GEZİ

Antik çağdan bir sanat esintisi:

38 38

Datça


GEZİ

Gezimizin ilk günü sabah otobüsümüz Karşıyaka Vapur İskelesi’den hareket etmeye başladı. Bir süre yol katettikten sonra Gökova Körfezi’ne bakan enfes bir manzaraya karşı kahvaltı için mola verdik. Öğleden sonra Datça’ya ulaştık. Otelimize yerleşip Eski Datça sokaklarına indik. Taş evlerle dolu sokaklarda yürürken huzur buluyorsunuz ve sakinliğin yeni bir formuyla tanışıyorsunuz. Aslında çok da büyük olmayan Eski Datça’da bolca sanat atölyelerine rastlamak

da mümkün... Bir de Can Yücel’in evini ziyaret edip orada küçük bir şiir okuma etkinliği gerçekleştirdik. Buradan Datça merkezine geçip küçük bir gezi yaptıktan sonra sahil yolundan otelimize yürüyerek ulaşıp nefis akşam yemeğimizi yedik. Yemekten sonra günü bitirirken kumsala ulaştık. Masalar kumsala inmişti, usulca süzülen dalga sesleriyle eşliğinde sohbetler ettik. Arkadaşlarımız gitar çaldı ve canlı müzik eşliğinde güzel bir gece geçirdik.

Ertesi gün sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra otelden ayrıldık ve yaklaşık bir saat uzaklıktaki Knidos Antik Kenti’ne ulaştık. Knidos antik çağın en önemli ticaret, bilim, sanat ve kültür kentlerinden biri ve demokrasinin ilk örneklerinin yaşandığı çağın modern bir kenti. Örneğin, Knidos’lu Eudoksos matematik, astronomi fizik alaninda çalışmalar yapmış bir bilgin. Devrin en ünlü gözlemevi Knidos’da, Eudoksos buradan yıldızları 39 39


incelemiş. Bu çalışmasında Datça Yarımadası’nın parlak, nemsiz göğünün etkisi vardır sanırım. Dünyanın yedi harikasından biri olan İskenderiye Feneri’nin mimari Sostratos da Knidos’lu. M.Ö 4.yy’ın en ünlü heykeltraşlarından olan Praksiteles Atinalı olmasına karşın uzun yıllar 40

Knidos’ta yaşamış, Knidos’un verdiği ilhamla birçok ölümsüz esere imza atmıştır. Bunların içinde en ünlüsü olan,“Knidos Afroditi”dir. “Knidos Afroditi” heykelinin kısaca öyküsü şöyledir; “Altı Dor” şehrinden Kos, Praksiteles’ten Afrodit heykeli ister. Praksiteles birisi çıplak, diğerinin üzerinde kıvrımlı kumaş bulunan iki heykel yapar. Kos giyinik olanı seçer, çıplak olan Knidos’a kalır. Heykeltraşlıkta ilk kez böylesine cesurca bir kadın vücudu işlenmiştir. Heykeli görmek için bir çok yerden insanlar Knidos’a gelirler, buradan geçen gemiler Knidos‘a uğramadan gidemezler. Mermer, insan vücudunun dokusunu en yakın veren yontu malzemesidir, bu çalışmaya

uygun en güzel mermeri kullanan Praksiteles anlaşıldığı kadarıyla, taşa bir ruh kazandırmıştır. Bir çok antik kentte Afrodit heykeli vardı ama, Knidos Afrodit’i binlerce yıl geçtiği halde hala üzerinde konuşulan bir eserdir. Ressamlara, şairlere ilham kaynağı olmuş, o çağlarda bir turizm hareketini de başlatan onun görkemli güzelliği ve ünü, o günün şartlarında insanların uzak kentlerden Knidos’a gelmesine neden olmuş. Bugün hala çok konuşulmasına sebep bence biraz da heykelin ortada olmayışı, anlatılırken herkes kendi hayal dünyasında kendine göre bir güzel oluşturmaktadır. Olabilecek en güzel kadın, derin anlamlı bakan, kusursuz oranlar ve asıl önemlisi öyküsü. Öyküsü olmayan çok az şey bugünlere gelmiştir. Knidos’da Musalar Kutsal Alanı da bulunmaktadır. Günümüzde tapınağın temelleri kalmış. Musalar Eski Yunan Mitolojisi’nde sanatın perileridir, ilham verirler. 1850’li yıllarda buraya gelip kazılar yapan Charles Newton burada bir çok Nymphe heykeli de bulmuştur.Nymphe’ler mitolojide doğada çeşitli yerlerde bulunan perilerdir, güzel kadınlar olarak tasvir edilirler, bulunduk


GEZİ ları yere göre isimlendirilirler. (çeşme Nymphesi gibi...) Knidos Akropolün hemen aşağısında, Demeter Kutsal Alanı’nın arka tarafında insan eliyle düzeltilmiş gibi duran büyük bir kaya mevcut, kayada düzgünce yapılmış nişler (oyuklar) bulunmaktadır. Newton oyukların altında ünlü Deme-

ter heykelini bulmuştur. Büyük olan nişte Demeter heykeli, küçük olan da Kızı Persephone’ye ait bir heykel vardır. Mitolojiye göre Demeter Eski Yunan’da bereket tanrıçasıdır ve baharda toprağın uyanmasını sağlayan odur. İnsanlara tarım yapmayı öğretir. Yine efsaneye göre Demeter’in kızı Persephone doğada gezerken birden toprak yarılır ve yeraltı tanrısı Hades dışarı çıkarak Persepho ne’yi kaçırır ve ona nar yedirir. Mitolojiye göre ölüler ülkesinde bir şey yiyen bir daha oradan çıkamaz. Demeter bunu duyunca kızına çok üzülür, hayata küser, ve yeryüzünde kıtlık başlar. Baş Tanrı Zeus araya girerek Persephone’nin yılın çiçek açma ve meyve zamanında

annesi Demeter’in yanında, kışın da kocası Hades’in yanında kalmasına karar vererek olayı tatlıya bağlar. Böylece toprak yeniden canlanır. Persephone’nin her dışarıya çıkışında Demeter yeryüzüne baharı getirir. Knidos’daki antik gezimizi tamamladıktan sonra Palamutbükü Koyu’na deniz, kum ve güneş üçlüsüyle buluşmaya gidiyoruz. Öğlen yemeğimizi buradaki kafelerde atıştırıp akşamüstü buradan ayrılarak otele döndük. Son gün sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra otelden ayrıldık, dönüş yolunda Akyaka’ya uğradık. Gerçekten çok güzel, sakin ve doğa ile iç içe bir yer. Azmak Deresi’ndeki küçük yüzme etkinliğinden sonra, öğlen yemeğini yediğimiz kafelerde biraz dinlenip saat 16:30 gibi oradan ayrılıp aşkamüzeri İzmir’e ulaştık. Şunu belirtmeliyiz ki Tanrı gerçekten Datça Yarımadası’na çok cömert davranmış. Her yer badem ağacı, tarih, kültür, uyum... Enerjisi antik çağlardan süregeliyor. Çok vakit kaybetmeden yolunuzun tekrardan Datça’ya düşmesi dileğiyle...

Seda ÖZTÜRK

41


ANÄ°MASYON

42


ANİMASYON

MARY AND MAX Yayın tarihi: 9 Nisan 2009 (Avustralya) Yönetmen: Adam Elliot Yapımcı: Melanie Coombs Seslendirenler: Toni Collette (Mary), Philip Seymour Hoffman (Max), Eric Bana (Nick), Barry Humphries (Anlatıcı), Bethany Whit more (Genç Mary) Tür: Animasyon Süre: 94 dk. Genellikle animasyon sı tarafından giderilemimızla da sevebilmeliyiz, izlemeyi çok fazla tercih yordu. Bir gün bu merakı arkadaşlarımızı kendimiz etmem. Ancak 2009 yaüzerine telefon rehberinseçeriz.” gibi cümlelerle pımı olan bu filmi ikinci den bir mektup arkadaşı birbirlerine destek olukez izlememe sebep, yabuluyor. O kişi ise Max. yorlar. Film Mary’nin ve pıtın gerçeğe daha yakın Max 44 yaşında, obez, Max’in geçirdikleri yıllarve etkileyici bir çekime ekmek arası çikolata sela ve mektuplaşmalarla sahip olmasıydı. ven bilim adamlarının devam eder. isimlerini verdiği salyanAnimasyonun çizgi film gozları, kedisi, balığı ve Kullanılan müziklerin şeklinde olmasının nepapağanı dışında; yalnız, verdiği duygularla, zadeni ise, günümüzde doğru düzgün bir işi olman zaman gülerken pek kullanılmayan stopmayan, sürekli insanları zaman zaman hüzünlemotion yöntemiyle çesorgulayan ve anlamlanniyoruz. Bazen sinirlenkilmesidir. Bu yöntemde dıramayan biridir. melerini izlerken, bazen objeler tek tek oynatılıp aslında küçük olduğunu sahneler birleştiriliyor. Mary ve Max’in gerçek düşündüğümüz durumFilmin çekimleri 13 ay arkadaşlıkları uzun süre ların bir cesaret göstersürmüş, Adam Elliot filmi mektuplaşmayla geçer. gesi olduğunu fark editoplam 5 yılda tamamlaMektuplaşmalarda kimyoruz. Film siyah-beyaz mış. Filmi sevmemdeki seye söyleyemedikleri, ağırlıkta ancak Mary başka bir etken de kaanlamlandıramadıkları daha renkli ve Max daha rakterler arasında olan şeyleri; dünyayı, insanrenksiz. Fimli 2. kez izlearkadaşlık bağının ilgi ları ve en çok da kendidiğimde farkettiğim, filçekiçiliği... Ana kahralerini birbirine anlatırlar. min etkisini güçlendiren manlar filmin başında Yalnızlıklarını birbirleriyle ve beni içine çekmesini anlatılıyor. paylaşarak azaltırlar. Bu sağlayan bir diğer durum arkadaşlık; bazen Max’in da ara ara yapılan ilgi çeMary, Avustralyalı 8 yaanksiyetesi tutmasına ve kici renklendirmeler... şında bir kız çocuğu; alMary’nin annesinin ennında bir doğum lekesi gellemelerine rağmen Filmin soğuk havada izolan, kendi yaptığı oyundevam eder. Birbirleriylenip içinizi ısıtmasını dicaklarla oynayan, yalnız, le hayata dair paylaşımliyorum. :) hayalperest, meraklı... larda bulunurlar. “Önce Fakat bu merakı ilgisiz ve kendini sevmelisin, hiç Burcu ÖZÇALIŞKAN alkolik annesi ve ölü kuş kimse mükemmel değildoldurmayı seven babadir, kendimizi kusurları43


SÄ°NEMA

sinema

44


SİNEMA

MARSLI Vizyon Tarihi: 02 Ekim 2015 Yapımı : 2015 - ABD Tür : Bilim Kurgu , Aksiyon , Gerilim , Macera Süre: 141 Dak. Yönetmen : Ridley Scott Oyuncular : Matt Damon , Sean Bean , Kate Mara , Sebastian Stan Jeff Daniels Senaryo : Drew Goddard Yapımcı : Ridley Scott , Simon Kinberg

2015 yılının en iddialı yapımlarından birisi de Ridley Scott’ın yönettiği Marslı filmi oldu. Ridley Scott Hannibal, Gladyatör, Cennetin Krallığı gibi birçok fenomen filmin yönetmenidir. Filmin oyuncuları arasında Matt Damon, Sean Bean, Kate Mara , Sebastian Stan , Jeff Daniels sayılabilir. 109 milyon dolara mal olan Marslı aynı adlı romandan beyaz perdeye aktarılmıştır. Andy Weir tarafından yazılan roman bilim-kurgu dalında uzun süre best-seller olmuştur. Marslı ismiyle Türkçeye çevrilmiştir. Marslı filminin başrolünde artık sinemada olgunluk zamanlarını ya-

şayan Matt Damon var. Bu filmde de sinemada bir çok kez gördüğümüz üzere yine Matt Damon’ı kurtarıyoruz! Bu sefer Mars’dan Marslı benzerleri gibi uzun bir izleyiş süresi vaad ediyor. Yaklaşık olarak 2 saat 21 dakika süren film bilim-kurgu meraklılarını yeterince memnun edecektir. Filmin konusunu detaylarına girmeden şöyle tarif edebiliriz; Mars yüzeyine terk edilen bir astronotun hayatta kalma mücadelesini ve Nasa’nın onu kurtarmak için zamanla yarışını izlediğimiz eğlenceli bir film

diyebiliriz. Marslı bir başyapıt olmasa da izlenmesi gerekli eğlenceli bir film olmuş. IMDB puanı 8.2 ‘dir. İzlerken hikayenin gerçek detaylara dayalı bir kurgu olduğu unutulmamalıdır. Mars ile ilgili güncel açıklamaların Nasa tarafından yapıldığı şu günlerde Mars da geçen bir filmi deneyimlemenizi tavsiye ederim. Bu filmi izlerken sinemanın insanlığı geleceğe hazırlamak için bir araç olarak kullanıldığını da hatırlayınız. Erkan SİHİR 45


Ä°NTERNET

46


İNTERNET

http://www.ezberkaliplarinisorgula.com diğimiz ve sorgulamaya üşendiğimiz konuları ve kalıpları bize fark ettirmeye çalışıyor. Üçgenin iç açıları toplamı her zaman 180 derecedir. Yabancı dil kabiliyet meselesidir. İleri yaşlarda öğrenmek güçleşir gibi kalıplar genelde kabullendiğimiz kalıplardır.

“Özgürlük sorgulamaktır.” sloganıyla yola çıkan http://www.ezberkaliplarinisorgula.com/ internet sitesi hayatta sorgulamadan kabullen-

1994 yılında kurulan Beyaz Nokta Gelişim Vakfı eğitimle ilgili bir sivil toplum kuruluşudur. Başkanı Tınaz Titiz uzun süren siyasi hayatında bir dönem Kültür ve Turizm Bakanlığı ve 3 dönem de milletvekilliği yapmıştır. Vakıf toplumun sorun çözme kabiliyetini geliştirme amacıyla kuruldu. Titiz, ezberin olmadığı, insanların soru sormayı bildikleri, öğrenebilme kabiliyetlerinin farkında oldukları ve kişiye özel değer sistemlerinin oluşturulduğu bir eğitimi hedefliyor.

Eğitim sisteminin ezber üzerine kurulması, insanların sorun çözme kabiliyetlerini köreltiyor ve onları öğrenilmiş çaresizliğe itiyor. Eğitim sistemi içine yerleştirilen 3 temel yeni yaklaşımla çocukların öğrenme yeteneklerini yeniden kazanabileceklerini düşünüyor; ezbersiz eğitim, doğru soru sorma teknikleri ve gereksiz bilgilerle yapılan zihinsel tacizin önüne geçilmesi planlanıyor. “Soru Sorma Kaynakçası” ve “Ezber Kalıpları Kaynakçası” bölümlerinin de bulunduğu sitede ayrıca “Ezber kalıbına sığmamanın araç ve yöntemleri, IZM’ler birer ezber kalıbıdır” ve “Sorgulama; niçin” gibi konu başlıklarıyla ezbercilikten kurtulmanın yollarını da gösteren gayet güzel ve faydalı bir site… Ercüment ÇAVDAR

47


MÜZİK

MÜZİKLE DÜN VE YARIN

L.E.J. 1993 doğumlu üç arkadaş, öğrenci ve vokal Lucie Lebrun, Élisa Paris, Juliette Saumagne, 2013’de Fransa’da müzik kariyerlerine başlasa da iki yılda oldukça beğeni toplamışa benziyor. Tyro yarışmasında büyük bir seyirci kitlesi karşısında sahne alan ve birinciliği kazanan grubun o zaman bir grup

48 48

isimlerinin dahi olmadığı vurgulanmış. Hayranlarıyla sosyal ağlar üzerinden etkileşen grup adını isimlerinin baş harflerini kullanarak kısaca L.E.J. olarak belirlemiş. HipHop Mashup şarkılarında Eminem’in bir parçasını kullanarak isimlerini “My name is ELİJEY” olarak doğrulamıştır. Yani çocuktan beri arkadaşlık-

larının getirdiği uyumu vurgularcasına grup adı için “LEJ olarak yazılır Elijey diye okunur” diyebiliriz. Önceden kayıtlı olan iki ya da daha çok müziğin karışımı anlamına gelen “mashup” türünde, en tanınan en sevilen parçalardan kısa kısa bölümleri alarak tek bir


MÜZİK

MÜZİKLE DÜN VE YARIN

kompozisyonda birleştiriyor ve kendi tarzlarında yorumluyorlar. “Eklektik” de denen müzikleri klasik ve dünya müziğinden beslenmesinde konservatuarda aldıkları eğitimin en büyük rolü oynadığı söylenebilir. Öyle ki daha önce hiç duymadığım ama çok hoşuma giden şarkılarının kime ait olduğunu araştırırken çok güzel yeni sesler keşfettim. Bazı şarkılarsa orijinal halinden daha keyifli olmuş diyebilirim. Youtube’da kısa sürede milyonlarca kişiye Summer 2015 şarkıları

hakkında yapılan röportajlarda Elisa “Bu videonun virüs gibi yayılacağını bilseydim evdeki pijamaları üzerime geçirmezdim” diyerek şaşkınlıklarını açıklıyor. Yine de kliplerindeki uyumları, şarkı geçişlerinde ya da diğerlerine sözü bırakırken yaptıkları eğlenceli bakışları izlenmeye değer. 2016’da kendi şarkılarından oluşan bir albümle meydan okuyacaklarını söyleyen grubun albümlerini beklerken önceki coverlarının tadını Youtube’dan aşağıdaki listedeki şarkılarının isimlerini aratarak ve http://lej.tv/ ‘den çıka-

rabilirsiniz. Facebook ve İnstagram hesaplarından eğlenceli fotoğraflarını ve videolarını takip edebilirsiniz. Keyifli dinlemeler. Summer 2015 Summer 2014 Seine-Saint-Denis Style Jimmy Survivor Get Lucky Hanging Tree La dalle Tous Les Memes Can’t Hold Us Le mojo El Dulce De Leche

Eda GÜZEL

49 49


KÜLTÜR-SANAT

temmuz-ağustos-eylül

şehir kültür rehberi

İZMİR DEVLET TİYATROSU

Devr - i Dilruba 29 Kasım 2015 15:30 Özel İzmir Tiyatro Bab-ı Sanat Sahnesi Yaşamaya Dair 13 Kasım 2015 20:30 Sabancı Kültür Sarayı Hasan Tahsin Salonu, İzmir

Marko Paşa Müzikali 06 Aralık 2015 20:30 İsmet İnönü Sanat Merkezi, İzmir Ferhangi Şeyler 22 Aralık 2015 20:30 Hikmet Şimşek Sanat Merkezi, İzmir

DEVLET OPERA VE BALESİ

Doğaçlama Fabrikası 04 Aralık 2015 20:00 Sabancı Kültür Sarayı Hasan Tahsin Salonu, İzmir

Baba Zula 17 Aralık İsmet İnönü Kültür Merkezi

Buyur Burdan Bak 05 Aralık 2015 20:30 İzmir AKM Yunus Emre Salonu

Kent Orkestrası 25 Kasım Ismet İnönü Kültür Merkezi

Niloya Müzikali 27 Aralık 2015 13:00 - 27 Aralık 2015 15:00 İzmir AKM Tiyatro Salonu

Boğaziçi Caz Korosu 29 Kasım. Bostanlı Suat Başer Tıyatrosu Mohsen Namjoo 18 Aralık 2015 21:00 Container Hall, İzmir

50


KÜLTÜR-SANAT

KONSERLER Levent Yüksel 28 Kasım Ooze Venue Cem Adrian 4 Aralık Bostanlı Suat Başer Tıyatrosu Yeni Türkü 4 Aralık Bios Bar Vedat Sakman 11 Aralık Bostanlı Suat Başer Tıyatrosu

KONSERLER

Volkan Konak 12 Aralık Ooze Venue Halil Sezai 19 Aralık Ooze Venue

Kaan Tangöze 19 Kasım. Bostanlı Suat Başer Tıyatrosu Atalay Demirci - Ne Alaka 22 Kasım 2015 18:00 İzmir AKM Yunus Emre Salonu Koray Avcı 03 Aralık 2015 20:30 Narlıdere AKM, İzmir

EPICA Turkish Enigma Tour with Finntroll as special Guest 19 Aralık 2015 19:30 İzmir Arena Sagopa Kajmer 10 Ocak 2016 18:00 İsmet İnönü Sanat Merkezi

Göksel 04 Aralık 2015 23:00 Ooze Venue, İzmir Hayko Cepkin 25 Aralık 2015 23:00 Ooze Venue, İzmir

51


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.