2
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
3
4
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
5
6
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
7
8
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
9
10
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
Ekipmanları Koruyucu kask; sporcular saatte 100 km’ye ulaşan bir hızla atlayış Kayakla atlama, dik bir rampadan aşağı kaymayı, havalanmayı, için kask şarttır. mümkün olduğunca yükseğe atlamayı ve ardından düşmeden yumuşak bir biçimde en uzak noktaya inmeyi içeren gösterişli bir spor- Gözlük; açık bir görüş ve rüzgarın etkisine karşı gözlükte olmazsa oldur. Bu sporda en iyi olanlar, havada süzülürken yatay duruşlarına -ve mazdır. sinirlerine-, kayakları yere değene kadar hakim olabilenlerdir. Atlayış Kıyafeti; ince sentetik kumaştan yapılan vücudu saran bir Yukarıda tanımını okuduğunuz Kayakla Atlama sporunu ülke- kıyafet. mizde Eurosport ekranlarında izleyebiliyoruz. İzlerken ortaya çıkan manzaralar ise adeta biz sporseverleri kendine hayran bırakıyor Kayak Botları; botlar bileklerin hareket etmesine ve uçuş sırasında sporcunun öne doğru eğilebilmesini mümkün kılar. desek abartmış olmayız. Peki nedir bu sporun kuralları ?
Bot kilitleri; botu kayağa sabitleyen kilitler.
Oluklu kayaklar; kayağın azami uzunluğu, sporcunun boyundan anYarışma Türleri Yarışmalar, iki farklı tür atlayış tepesinden oluşan bir rampada cak 80cm daha uzun olabilir.Tahta ve fiberglastan kayakların genişliği başlar. Bir K90 tepesinde atlayış noktasıyla, tavsiye edilen iniş nok- 11.5cm’dir.Kayakların altında beş veya altı tane yiv -oluk- vardır. tası ya da K noktası denen nokta arasında 90 m vardır. İki K120 tepesiyse 120 m’dir. Yarışmalardaki üç etkinlikte, genellikle iki atlayış yapılır; Bireysel K90, bireysel K120 ve K120 tepesindeki takım yarışı. Yarışlar dört grup halinde yapılır. Her yarışmacının 2 atlama hakkı vardır. Bu iki hakkın dışında yarışmacı birde deneme atlayışı yapar. Puanlama Jüriler kat edilen mesafe ve stile göre puanlama yaparlar. K noktasına atlayabilen yarışmacı 60 puan kazanır. K90 tepesinde 2, K120 tepesindeyse metre başına 1.8 puan eklenir ya da çıkartılır. Beş jüri üyesi aynı zamanda 20 puan üzerinden stilleri de değerlendirir: Kalkıştaki düzgün vücut duruşu, uçuş, iniş ve uçuş sırasında dengede duran kayaklar. Atlayışın nihai değerlendirmesi, mesafeye verilen puanla ortadaki üç stil puanı biraraya getirilerek yapılır. İki atlayışta en yüksek puanı alan yarışçı kazanır. Teknik Farklı teknikler denemek, atlayışçılara daha uzun uçuşları tatma imkanı verdi. Başlangıçta atlayışlar neredeyse sadece 45 m’likti. 1920’lerde atlayışçılar Kongsberger tekniğiyle 100 m boyunca uçmaya başladılar. Öne eğilerek, vücutlarını kalça kısmından eğip, kollarını açar ve kayaklarını koşut tutarlardı. 1950’lerdeyse İsviçreli kayakçı Andreas Daescher kollarını vücudunun önünde tutarak, fazladan birkaç fit yapabildi. 1985’te İsveçli Jan Boklöv “V” tekniğine öncülük etti; kayakçı kayakların uç kısmını “V” şeklinde açar ve bu sayede fazladan yükseklik ve denge kazanır. Sporcu Özellikleri Kayakla atlayış sporcularının çelik gibi sinirlere ve yükseklik tutkusuna ihtiyaçları vardır. En başarılı atletler, atlayışlara ortalama beş yaşında başlar; zamanla daha da yüksekten atlayarak güven kazanırlar. Temel beceri kazanıldıktan sonra, sporcular küçük tepeler üzerinde antreman yaparak atlayışın her kısmını mükemmelleştirir. Dayanıklılık şarttır ve üst seviyedeki birçok sporcu kardiyovasküler fitness da çalışır. DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
11
TAKİP EDİN! Fatih Arda İpcioğlu, 2018 Kış Olimpiyatları’na katılan İpcioğlu,böylece ülkemizi Olimpiyatlar’da temsil eden ilk kayakla atlamacı oldu.
12
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
MUTLAKA İZLEYİN! Eğer bu sporu daha yakından anlamak isterseniz 2016 yapımı olan ‘’Eddie the Eagle’ı yani ‘KARTAL EDDİE’yi izlemenizi şiddetle tavsiye ederiz. Film 1988 Calgary Kış olimpiyatlarında yaşanmış gerçek bir hikayeyi anlatıyor.
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
13
14
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
15
16
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
17
18
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
19
Futbolu bu kadar çok sevip de bir türlü hem kulüp hem de milli takım olarak başarıya ulaşamayan Türkiye hedeflere ulaşmak için yeni adımlar attı. Milli takımımızın başına Şenol Güneş getirildi. Yeni gençler ve tecrübeli isimler ile acaba neler yapacağız?
Türk futbolunun ikinci başarılı dönemi 2008 Avrupa Şampiyonası’nda ise bu kez takımın başında Fatih Terim vardı. Bu dönemde de Fenerbahçe Türk futbolu için güzel işler başarıyordu. Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale kadar yükselmeyi başardı. Milli takımda o dönem Fenerbahçe’den Volkan Demirel, Uğur Boral, Mehmet Aurelio, Kazım Kazım ve Semih Şentürk yer alıyordu. Tabi ki Galatasaray da o dönem de hiç fena değildi. Aslında o dönemde yurt dışında oynayan oyuncularımızı da unutmamak gerek. Emre Belözoğlu, Tuncay Şanlı, Gökdeniz Karadeniz, Mevlüt Erdinç ve Nihat Kahveci unutmak mümkün mü? Mucizelerin takımı Türkiye geriden gelip maç kazanarak turnuvaya damga vurmuştu. Bu kez de o dönemin parlayan yıldızı Almanya çıktı karşımıza. Üstelik sakat ve cezalı oyuncularımız sebebiyle kadromuzu bile kuramıyorken. Yine finalin ucundan döndük.
Avrupa Şampiyonası ve Dünya Kupası gibi iki büyük organizasyon içerisinde yer alabilmek her ülke için büyük bir önem taşıyor. Bu sadece futbol milli takımlarının değil, aynı zamanda ülkelerin görünürlüğünü de önemli ölçüde etkiliyor. Tabi ki de en büyük etkiyi milli formayı giyen futbolcular görüyor. Ülkemiz takımlarının transferde önemli şartlarından olmasa da pek çok başarılı futbol ülkesi takımları transfer yaparken oyuncuların milli forma altında çıktıkları maçları da inceliyor. Bir de İngiltere gibi bu konuda çok katı kuralları olan ülkeler var. Türk futbolcularımız ne yazık ki elemelerde o formayı giyebilseler de bizi bir türlü büyük turnuvaya Ülkemizin başarılı olduğu iki taşıyamıyorlar. dönemi kısaca inceledik. İkisinde de aslında ortak nokta kulüp 2002 Dünya Kupası ve 2008 takımlarımızın başarısı. Hem ülke Avrupa Şampiyonası içerisinde hem de ülke dışında 2002 Dünya Kupası ve 2008 başarılı olan takımlarımızın teAvrupa Şampiyonası ülkemiz fut- crübeli isimleri milli takımımızı da bolunun zirve yaptığı iki önem- üst seviyeye çıkarmayı başardı. li turnuva oldu. Her ikisini de üçüncü olarak tamamlasak da bu 2016 Avrupa Şampiyonası ve bizim için çok büyük bir başarıydı. Sonrası Ancak bu milli başarıların altında yatan nedenleri iyi incelemek ge- Selçuk İnan’ın muhteşem rek; frikiği ile gittiğimizi Avrupa ŞampiÖncelikle Şenol Güneş’in ilk yonası bizim için hiç de güzel geçdönemi olan 2002 Dünya medi. Hatta sonrasında da prim Kupası’nı inceleyelim. Dünya kavgası, futbolcu gruplaşması Kupası öncesi Galatasaray’ın hem ve hatta gazeteci dövülmesi gibi Türk futboluna hem de Avrupa büyük sorunlar ile uğraştık. Fafutboluna damgası söz konu- tih Terim görevden ayrıldı. Yerine su. Fatih Terim önderliğinde 4 ise Galatasaray ve Beşiktaş ile kere üst üste şampiyon olan sarı şampiyonluk yaşayan Lucescu kırmızılılar Avrupa’da da UEFA getirildi. Türk futbolu her geçen Kupası ve Süper Kupa’yı kaldır- gün daha da geriye giderken biz mayı başarmıştı. Tabi ki bunun her milli maç dönemi 14 yabancı etkisi milli takımımıza da oldu. kuralını, yerli oyuncuların oynatılGalatasaray’dan Bülent Korkmaz, mamasını konuştuk. 2018 DünErgün Penbe, Fatih Akyel, Tugay ya Kupası’na gidemedik, ilk defa Kerimoğlu, Ümit Davala, Emre düzenlenen Uluslar Ligi’nde 3. Belözoğlu, Hakan Şükür, Emre Lig’e düştük. Zaten çok üst seviAşık, Hakan Ünsal, Okan Buruk, yede olmayan Türk futbolu iyice Hasan Şaş ve Arif Edem o dönem- çakılmaya başladı. Derken Lucesde milli formayı giydi. Yani milli cu ile yollar ayrıldı. takımın yarısı ülkenin o dönem en başarılı takımı Galatasaray’dandı. Yanlarına da Rüştü Reçber, Alpay Özalan, Yıldıray Baştürk, İlhan Mansız, Tayfur Havutçu ve Abdullah Ercan gibi isimler eklendiğinde Türkiye A Milli Futbol Takımı muhteşem bir hale gelmişti. Bu muhteşem kadro belki de kupayı alacaktı ama karşımıza o dönemin devi Brezilya iki defa çıktı, onlarla da iyi bir mücadele verdik ama olmadı.
20
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
Ve Şenol Güneş’li TÜRKİYE Her şey kötüye doğru giderken 2002 Dünya Kupası’nda takımımızın başında olan ve Beşiktaş’ta teknik direktörlük görevine devam eden Şenol Güneş yeniden milli takıma döndü. Aslında resmi olarak göreve gelmesi 1 Haziran 2019 itibari ile olacak olsa da Mart ayındaki Avrupa Şampiyonası elemelerinde takımın başında geçici görevle yer aldı. Uzun zamandır süren başarısızlık, kavgalar Türk insanının milli takım maçlarını unuttuğu günlere bizi getirmişken Şenol Güneş bizi yeniden milli takıma döndürdü. Çok özlediğimiz milli takım havasını yeniden yaşamaya başladık. Ülkemizden yetişen genç isimleri milli takımda görmek ayrı bir mutluluk oldu bizim için. Tabi ki gurbetçi gençlerimizi de unutmamak lazım. Biz yabancı tartışması içerisindeyken bir baktık gençlerimiz yurt dışına transfer olmaya başladı. Milli stoperlerimizden Çağlar Söyüncü İngiltere’ye, Ozan Kabak Almanya’ya, Merih Demiral İtalya’ya gitti. Zaten gurbetçi stoperimiz Kaan Ayhan da Almanya’da. Uzun yıllardık bek sorunu yaşayan Türkiye’den Zeki Çelik Fransa’ya gitti. Sadece İtalya’da değil Avrupa
futbolunda adından söz ettiren Cengiz Ünder’imiz Roma’da harikalar yarattı. Maddi sorunların içinde büyük işler başaran Trabzonspor’dan Uğurcan Çakır, Abdülkadir Ömür ve Yusuf Yazıcı gibi kaliteli isimler çıktı. Bunların hepsi ülkemiz futbolunun en büyük tartışması yabancı kuralının olduğu dönemde oldu. 2020 Avrupa Şampiyonası elemelerine genç isimlerimiz ve Emre Belözoğlu, Burak Yılmaz, Cenk Tosun, Hakan Çalhanoğlu gibi tecrübeli oyuncularla iyi bir başlangıç yaptık. Türk insanı yeniden milli takımından heyecan duymaya başladı. Türkiye Futbol Milli Takımı Nereye Gidiyor, Avrupa Şampiyonası ya da Dünya Kupası’na gider mi şu an bilmiyorum ama çok güzel günlere gittiğine inanıyorum.
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
21
22
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
23
24
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
25
26
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
27
28
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
29
30
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
31
32
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
33
34
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
35
36
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
37
38
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
39
40
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
41
42
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
43
44
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
45
46
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
47
Zico’nun bu söyleminin altında yatan gerçek esasında 1982 İspanya Dünya Kupasına katılan bu Brezilya kadrosunun tarihte 1982’ten önce şampiyon olan 1958,1962 ve 1970 şampiyon Brezilya kadrolarına göre daha yetenekli bir kadro olması ve buna paralel olarak ülkenin bu kadrodan beklentisinin çok büyük olmasıdır. Falcao, Socrates, Zico, Eder gibi süper yıldızlara sahip Brezilya yetenek konusunda herhangi bir sıkıntısı yoktu yalnız net bir golcüleri mevcut değildi ama buna rağmen İlk grup maçlarında toplam 10 golle 3’te 3 yapan sambacılar,İkinci grup aşamasında Arjantin ve İtalya ile eşleşmişti. ikinci grup aşamasında son şampiyon Arjantin’i 3-1 mağlup ettikten sonra İtalya karşısına çıktı.Her şey bu maça kadar yolunda gözüküyordu hatta şampiyon yakıştırmaları ayyuka çıkmıştı. Bu maçta alınacak bir beraberlik Brezilya’yı yarı finalist yapacaktı. İlk grup aşamasında 3 maçta 3 beraberlik alıp bu gruba gelen İtalya’da ilk maçında Arjantin’i 2-1 yenmişti onlara beraberlik yetmeyecekti.
48
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
1982 yılının 5 Temmuz günü Barcelona’da Estadio de Sarrià oynanan ve Brezilyalıların tarihe “Disaster of Sarrià” yani Sarria Faciası olarak not düştüğü maç İtalya’nın 3-2’lik üstünlüğü sona erdi ve yıldızlarla dolu Brezilya’nın dünyası başına yıkıldı. Bu sonucun ardından da Zico o ünlü açıklamayı yaptı; ‘‘Bu sonuç, futbolun ölümüdür.’’
Esasında bakıldığı zaman Zico’nun açıklaması turnuvadan elenişin hezeyanı ile sıcağı sıcağına söylenmiş bir söz.Çünkü bu kupa Dünya’da ki futbol anlayışlarının değişmeye başladığı bir turnuva olmuştur. Güney Amerika ülkelerinin en belirgin özelliği olan “yetenek takımı “ anlayışı, Avrupa futbolunun “taktik-disiplin” düzenine karşı kaybetmiş, avrupa futbolu yükselişe geçmiştir. Sonuç olarak o İtalya takımı yarı finalde önce grupta berabere kaldığı Polonya’yı yendi.Finalde de Almanya’yı 3-1 ile geçip kupayı sonuna kadar hak etti. O efsane şampiyon kadroda ki bazı futbolcuların isimleri şöyle; 40 yaşındaki Dino Zoff, Franco Baresi, Bergomi,Marco Tardelli,Altobelli ve tabiki turnuva gol kralı Paolo Rossi. Zico her ne kadar ‘’futbolun ölümü’’ gibi bir açıklama yapsa da, o zamanın İtalya milli takım teknik direktörü Enzo Bearzot’un yaptığı iş yadsınamaz boyuttatır.Şöyle ki Bearzot 1974 Dünya Kupası’nda yardımcı teknik direktör olarak kulübededir. Total futbolun damgasını vurduğu turnuva sonrası İtalya’nın katı savunma anlayışı catenaccio’yu terk etme fikrini savunur.1978 Dünya Kupasında ise bu total futbolu İtalyan tarzı dokunuşlarıyla yorumlarayarak milli takımının başında dördüncülüğe uzanır. 1982’de ise yine bu oyunun üstüne koyarak Dünya Kupası şampiyonu olur. Sözün özü ortada ölen kalan yoktur. Aksine İtalyan futboluna seviye atlatan bir teknik adam, pozitif bir futbol uyarlaması ve gökmavi bir Dünya şampiyonluğu vardır. DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
49
50
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
51
52
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
53
54
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
55
56
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
Bu kitabı okuduktan sonra futbola bakış açınız değişecek. Biliyorum çok iddialı bir giriş cümlesi ama kitabın Türkçe önsözünü yazan üstat Uğur Vardan’ın kitabı adlandırdığı şekliyle bu kitap ‘Bir kitaptan fazlası’... İthaki yayınlarından Kasım,2016’da yayımlanan bu kitabın yazarı İngiliz David Winner iken Türkçe çevirisini Egemen Özkan yapmıştır.Sunumunu ise yukarıda da belirttiğimiz gibi Uğur Vardan yapmıştır. Johan Cruyff’un dönüşüne selam çakan bir kapağa sahiptir. Bu kitap ‘Total Futbol’un hakkını fazlasıyla veren ‘total bir futbol kitabı’ olarak karşımıza çıkıyor. Bunu yaparken sadece futbolun içinden gelen terimlerle değil de farklı bakış açıları sunarak bunu anlamanızı istiyor.Hollanda futbolunun daha doğrusu total futbolun doğuş şeklini Hollanda’nın coğrafi özellikleri ile tanımlaması gibi. <<Hollanda’nın arazi yapısı Hollandalıların dünyayı görme biçimlerini ve tabii futbola bakışlarını da biçimlendirmiş. Amsterdam’daki Modern Sanat müzesinin müdürü Rudi Fuchs, her ülkenin ve kültürün kendi görme biçimleri olduğunu söylüyor. “Psikologlar bu farklılıkları reddederler ama Hollanda’da böyle bir fark var. Herhangi bir Hollandalıya ufuk çizgisini çizmesini söyleyin size düz bir çizgi çizer. Aynı şeyi bir Yorkshirelıdan, Toskanalıdan yada başka bir şehirde yaşayan birinden isterseniz o ufuk çizgisinde tümsekler ve tepeler olacaktır.”… İklim ve Coğrafya tarafından biçimlenen bu estetik farklılıklar kaçınılmaz olarak futbola da yansımış.>>
Bu benzetmeler kitabın içine girdikçe kafanızda iyice oturuyor çünkü örneklemeler ve gerçekler bir bir eşleşmeye başlıyor. Kitap ayrıca total futbolun mucidi kabul edilen Rinus Michels’in nereden kimden nasıl etkilendiğinin sorularına da cevap veriyor.Aynı zamanda Cruyff’un Ajax’ının yükselişine ve futbolun dehası oluş sürecine de yakından bakmamızı sağlıyor.Johan Cruyff’un hem futbolculuk hem de teknik direktörlük yıllarında verdiği demeçler ve futbol sahasındaki tutarlılığı görünce sizinde bir kez daha bu dehanın önünde saygı ile eğileceğinizi düşünüyorum. Tıpkı Dünyada ki bütün futbolseverlerin yaptığı gibi... Sözün özü Hollanda futbolunu yada Total futbolu sevin ya da sevmeyin bu kitabı mutalaka okuma listenizi almanızı öneririz.Çünkü içerisinde sadece futbol değil tam da hayatın içinden şeyler var. DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
57
58
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
Kimileri futbolu bir endüstri olarak görür, kimileri ise futbol kavramına daha duygusal bir şekilde yaklaşıp futbolu bir “Bağlılık” olarak niteler. Bu 8 bölümlük mini dizi-belgesel de sizin futbola olan bakış açınızı değiştirebilecek türden bir yapım diyebiliriz. Hikayeye aslında en baştan başlamak lazım. 2016-17 sezonunda İngiltere Premier League’den Championship’e düşmüş bir takımın hikayesi bu yapım. Çoğu taraftara ve futbol otoritelerine göre Sunderland’in bir alt lige düşmesi bile sürprizken, alt ligde 1 yıl küme çıkma mücadelesi verip ertesi sezon tekrar Premier League’e çıkması bekleniyor. Ancak ne var ki, bu süreç sanıldığı gibi olmadı. Takımlarına ve oyuncularına bu kadar bağlı bir şehir bile Sunderland’in bu makus talihini yenemedi ve takım bırakın bir üst lige çıkmayı, bulunduğu ligde bile tutunamadı ve bir alt lige düştü. Bu satırları okurken bile şaşkınlığınızı anlar gibiyiz. Bu mini belgeselde bu anları izlerken kah gülecek, kah üzülecek ve en önemlisi de tuttuğunuz takıma olan inancınız ve bağlılığınızın artacağını düşünüyoruz. Netflix yapımı bu dizide, Sunderland kulübünün içindeki ilişkiler oldukça şeffaf bir şekilde gösterilmiş. Öyle ki başkanın transferin son gününde yapmış olduğu transfer görüşmeleri bile ayan beyan bir şekilde gösterilmiş seyirciye. Futbolcuların maç öncesi halleri, futbolcuların kendi aralarındaki diyalogları, başkanın bu sert düşüş karşısındaki tutumu ve en önemlisi de taraftarın bu süreçte nasıl bir psikolojiye büründükleri oldukça güzel ve sade bir şekilde anlatılmış. Bu mini belgeselin etkisi öylesine fazla oldu ki Premier League’de mücadele eden Newcastle United takımının taraftarları bile ezeli rakiplerine bu dizi aracılığıyla gönderme yapıp statta “Sizi Netflix’te ağlarken gördük.” diye tezahüratta bulundular. Daha da fazla spoiler vermeden mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum. Bu arada yeni dedikodulara göre Netflix, Sunderland ile bu sezon için de anlaştı. Bu iddianın doğru olup olmadığını ilerleyen günlerde göreceğiz ama umarım bu tarz projeleri daha fazla izleyebiliriz.
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
59
60
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
61
62
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
63
64
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
65
Trabzonspor bu sene oyunuyla herkes tarafından takdir aldı.peki senin Almanyada doğup büyümüş birisi olarak Türkiye ile Almanya arasıniçin bu sene nasıl geçti? daki farklar nelerdir? Benim için inişli çıkışlı bir sezon oldu. Başarılı bir sezon geçirdiğimizi düşünüyorum. Bunu da takım olarak başardık. Kötü bir süreç yaşadım kadro dışı kalarak. Nedenleri ortada. Bunu zamanı gelince dile getireceğim, bilinmeyen şeyler var.
Evet Almanya’da doğup büyüdüm. Almanya ile Türkiye arasında bence bir tane fark var oda disiplin. Yetenek olarak çok üstün çok iyi oyuncularımız var. Hepsi üst düzey oyuncular olabilir. Ama Almanya’daki disiplin Türkiye’de olmadığı için biraz geriden gidiyoruz. Sadece disiplin konusunda geliştirirsek kendimizi çok daha iyi yerlere Beşiktaş maçından sonra soyunma odasında duygusal anlar yaşadın geleceğimizi düşünüyorum. biraz o anları anlatır mısınız? Şuana kadar birlikte oynadığın isimlerden senin için en özel kişiyi sor Benim için çok duygusaldı. Medical Park’ta son maçımdı. sak kimi söylersiniz?ve bu kişi neden özel? Maalesef o maçta oynamadım ve bunun içinde çok üzüldüm. Trabzon halkından, taraftarımızdan ayrılmanın üzüntüsünü yaşadım, Ben çok büyük futbolcularla oynadım. Hugo Almeida, Manuel çünkü Trabzon şehrini çok benimsemiştim. Bu yüzden çok duygusal Fernandes, Mario Gomez, Demba Ba ama benim için 2 tane çok özel oldu herşey. futbolcu var oynadığım. Birisi Trabzonspor kaptanı Sosa diğeride Oğuzhan Özyakup. Çünkü bu iki futbolcu kafa yapıları futbol zekaları Trabzonda geçen 2 yılı nasıl özetlersin? inanılmaz iyi. Sosa ve Oğuzhan aynı takımda olursa bilinki o takım şampiyon olur. Buradaki 2.5 yılımı özetlersek, buraya ilk geldiğimde Trabzonspor alt sıralardaydı. Burada bir proje vardı bende o projenin bir Kendinizi özetleyen üç kelimeyi sorsak? parçaşı olmak istedim. Bakarsak 2.5 senede ilk sezon 6. olduk, geçen sezon 5. olduk. Ve şimdi Avrupa Ligindeyiz. İlk geldiğimde taraftarlar Muhteşem Sol Ayak diyebilirim :) futbola küsmüştü ve taraftarlarımızı kazanmayı başardık tekrardan stada gelmeye başladılar. 2.5 senede Trabzonspor’u alt sıralardan Maçtan önce bir totemin var mı? alıp Avrupa Ligine gitmesini sağladık. Benimde bunda payımın çok büyük olduğunu düşünüyorum. Burada 1 senedem daha vardı an- Her futbolcunun totemi vardır. Benimde klasik totemlerim var cak misyonum bitmek zorunda kaldı. Kulübün menfaatleri için feda her futbolcunun yaptığı gibi. Kramponu ilk sağ ayağa giymek, bir etmem gerekiyordu feda dedim. Kulübü düşündüm. Ben her zaman maçta gol attığım zaman ogün ne yaptıysam diğer maçtan öncede fedakarlık yapan biriyim o yüzdende takımdan ayrılıyorum. aynı şeyleri yapmaya çalışırım. Taraftarlarla özel bir bağın var Trabzon halkının seninle olan iletişim- Yaz için neler yapacaksınız? Tatil planınız hazır mı? lerini nasıl geliştirdin? Tatil planım ailem ile uzun zaman geçirmek istiyorum. Uzun za Trabzonspor taraftarlarıyla aram çok iyi, geldiğim ilk günde beri mandır görmüyorum.İkinci çocuğumuzu bekliyoruz, 7. Ayda inşallah beni çok sevdiler bende aynı şekilde onları sevdim. Şöyle söyleyeyim; çocuğumuz dünyaya gelecek. Onun heyecanını yaşıyorum. Bir futbolcu başarılı olursa taraftarlar sever, kötü olursa sevmezler. Benim iyi günde, kötü günde taraftar hep arkamda durdu sevdi beni. Bu benim doğru işler yaptığımın göstergesidir.Taraftarlarla aramız hep güzeldi hep de öyle kalacak. Gençlerden Yusuf Yazıcı ve Abdülkadir Ömür ile özel bağın var. Onları ileride nerede görüyorsunuz?onlara neler tavsiye edersiniz? Yusuf Yazıcı, Abdülkadir Ömür, Hüseyin Türkmen, Uğurcan Çakır, Abdülkadir Parmak, Murat Cem ben onlar için her zaman örnek bir futbolcuydum, abiydim. Onlara her konuda her zaman beni arayabileceklerini, bir ihtiyacları olduğunda herzaman yanlarında olabileceğimin hissini verdim. Onlara tek tavsiyem Avrupa’ya gitmeleri. Çünkü çok büyük yetenekleri var. Bundan sonra ki planlarınız nelerdir? Sezon bitti ailemle tatile gideceğim ilk önce. Planlarımda şuanda Allaha şükür çok teklif var ama değerlendirme konusunda daha zamana ihtiyacım var. Yurt dışından Almanya’dan, yurt içinden teklifler var. Benim için ailem için en doğru kararı vericem. Hayırlısı diyorum.
66
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
67
Sıcaklık git gide artarken Dereağzı tesislerinde bulunan Atletizm şubesinin hemen yanında bulunan yeşil alanda ki banklara oturup hayatı engellerle dolu ama o engelleri tıpkı yarışta aştığı engeller gibi aşan Batuhan ile sohbetimize başlıyoruz...
Lise dönemi.Lise döneminde toplamaya başladım diyebilirim hatta Lise-2’de iken Dünya 3.’sü oldum.O dönem Ata kolejinde okuyordum sonra burs imkanı ile Doğa koleji çıktı karşıma daha iyi olanaklarla kariyerim çıkış sürecine girdi diyebilirim.Sonra ki süreçte dünya sıralamasında 5.sıraya kadar yükseldim.
-28 yaşındasın fakat çok zorlu evrelere sahip bir hayat geçmişin var. Ben tüm bunlardan önce Batuhan Eruygun’un geçmişine daha doğru- - Bu olayın üstünde çok durmamakla beraber sadece bir şey sormak su sporla ilk tanışmasına gitmek istiyorum? Atletizmin sporun peşine istiyorum; doping hadisesi ne zaman patlak verdi? Üniversite dönedüşme hikayen tam olarak nasıl başlıyor? minde mi? Antrenörünün direkt etkisinin hukuki olarak kanıtlandığı belirterek soruyorum bu soruyu şimdi geriye dönüp baktığında o İlk sporla ilişkim 4-5 yaşlarındayken Bağlarbaşı spor komplek- zamanlarda ‘Batuhan onu reddedebilirdin?’ diye biliyormuydun kensinin olduğu yerde jimnastik ile başladı diyebilirim.Annem babamda dine? sporcu olduğu için spor bilincine sahip bir aileden geliyorum.Aşağı yukarı 1 yıl boyunca jimnastik yaptım sonra okul hayatıma başladık- Tabiki de oldu.Çok pişman oldum.Şöyle ki o ilacı bana iki hafta kullantan sonra herhangi bir spor branşına yönelmedim bende her çocuk mam için vermişti ben bir hafta kullandıktan sonra vücuduma yaptığı gibi sokakta futbol, basketbol oynadım. Daha sonra 2.sınıftayken olumsuz etkileri görünce karşı koyup bıraktım.Ben kendi isteğimle Dayım bana bir spor ayakkabı aldı. Sana koşu ayakkabısı aldım seni bıraktım ve zaten daha sonra hukuki olarak da aklandım cezam silinkoşuya götüreceğim dedi.Burhan Felek Salonunda ki Ekrem Koçak di. Atletizm pistine götürdü beni. Oraya gittiğim anı hiç unutmuyorum çünkü hayatımda o kadar büyük boşluk görmemiştim tamam çayır -Peki bu olaydan sonra 6 Mayıs 2015 kanser teşhisinin konduğu gün? çimen görmüştüm ama böylesini görmemiştim. Bir tribünün altın- O gün neler yaşadın ve neler hissettin? Böyle bir şeyle yüzleşmek dan geçip küçük bir kapıdan çıktık ve böyle başka bir dünyaya açılır nasıl oldu senin için? gibiydi çok büyük gelmişti o zaman atletizm pisti gözüme. İlk orada tanıştım atletizmle 1-2 ay burada çıktım ama inanır mısın hiç sev- [biraz duraksayarak] O gün uzun bir aranın ardından antrenmanlara medim koşmayı.Sonra 4.sınıfa geldiğimde Babam Beden eğitimi başlayacağımız gündü.Doktora gitmiştim ama beklerken antrenmaöğretmeni onun olduğu okulu atletizm yarışmalarına götürüyorlardı. na yetişmenin derdindeydim.Tam gidecekken doktor geldi ve beni bir Şurada Fenerbahçe Stadının bulunduğu yerde yapılıyordu yarışma- amcayla beraber içeri aldılar.Amcaya kemoterapi olması gerektiği lar.Orada 60metre koştum ve ilk yarışımda Üsküdar şampiyonu old- söylendi.Ben de içimden kendi kendime üzülüyorum ‘insanların nasıl um. Kısacası başlangıcım Fenerbahçe ile oldu ve altın madalya oldu. dertleri var’ diyorum. Tabi ben hiç bir şey beklemiyorum o sırada kenBu olaydan sonra atletizmi tuttum diyebilirim. Çünkü çok havalı bir dime dair benim derdim amca ile görüşmesi bitsinde bende bir an önce şey oldu bir anda küçüksün, 4.sınıfa gidiyorsun törende sana mada- işimi halledip antrenmana gideyim.Sonra sıra bana geldi; doktor bana lya takıyorlar çok havalıydı okulda bir anda popüler olmuştum. baktı, asistanın yüzü düştü... Ben bir şey olduğunu anladım gibi ama bekliyorum. Sonra doktor bazı değerlerimin yüksek çıktığını söyledi -Nerede büyümüştün çocukluğun nerede geçmişti? ve tedavi olmam gerektiğini söyledi... [yaklaşık 20 saniye boyunca derin bir sessizlik] ...Tabii o an bir yıkılma bir hüzün oluyor.Ne yapÜsküdar. Benim ailem 300 senelik Üsküdar’lı.Bütün çocukluğum ve acağını bilemiyorsun. Sonrasında bir kaç test daha olup tedavi olmam gençliğim burada geçti diyebilirim. gerektiği söylendi ve ben çıktım oradan. Tabi antrenmana gitmedim. Beşiktaş sahile indim, bir bardak çay içtim.Biraz kendi kendime kal-İlkokul,ortaokul,lise ve üniversite özet olarak okul hayatın boyunca mak istedim.Hemen ailemi düşündüm, sevdiklerimi düşündüm.Ben sporu nasıl sürdürebildin? Malum ülkemizde genç sporcuların önünde ölürsem ardımdan neler olur diye düşündüm.İnsan ister istemez tüm ki en büyük barikat hep okul hayatı oluyor? bunları düşünüyor.Sonra bir teslimiyet hissine giriyorsunuz.Herşey Allahtan diyorsunuz. Şöyle ki ben biraz yaramaz bir çocuktum ama aynı zamanda dersleri iyi olan bir öğrenciydim.O yüzden öğretmenlerim çok kızamazdı bana -O günlerde seni aykta tutan şey neydi? Motivasyon kaynağın? Aile? bazıları çok severdi bazıları sevmezdi.Kızmak isteyenler hem başarılı Aşk? Hayata olan sevgi? Neydi seni hayata bağlayan şey? öğrenciliğimden hem de sporculuğumdan dolayı çok kızmazlardı.Lise hayatım biraz sekteye uğrar gibi oldu az gidebildim ama genel olarak Yani şöyle (gülerek) iyi ki aşk yoktu o zamanlar.Ailemin desteği çok devam ettim ve derslerimde de başarılıydım. büyüktü tabiki.Ama benim tutkum; motivasyonlarımdan biri tekrar koşuya geri dönebilmekti,tekrar şampiyon olabilmekti.Bunları çok -Lise? istedim ve o zaman da bunları biliyordum çünkü bunu başarabilirsem ortaya inanılmaz bir hikaye çıkabilirdi. Hep Salon Atletizm şampiyBostancı Doğa Lisesi. onasında rekor kırdığımı hayal ediyordum hep o anı yaşıyordum. Nitekim iki sene sürdü bu hayale kavuşmam iki sene sonra rekor-Üniversite? la beraber şampiyon oldum.İşte bu hikaye beni hayatta tuttu desem abartmış olmam. Marmara Besyo / Beden Eğitimi Öğretmenliği -Müziğin hayatında ki yeri ne? Motivasyon kaynaklarından biri olarak -Bende aynı üniversiteye gittiğimi ve Spor yöneticiliği bölümü 2010 onu görebilir miyiz? Sosyal medya da yaptığın bir paylaşımda ‘‘Nina girişli olduğumu söyledikten sonra biraz muhabbet biraz sınıftakile- Simone’un I’m feeling good’’ şarkısının sözlerini paylaşmışsın mesela rden biraz da öğretmenlerden bahsedip röportaja geri dönüyoruz. benim de favori şarkımdır, müzik, şarkılar senin için neler ifade ediyor? -Sporculuk kariyerinde yükselmeye başlayıp madalyaları topladığın dönem Lise dönemine mi yoksa üniversite dönemine mi denk geliyor? Şimdi ben antrenörsüz çalıştığım için tek motivasyon kaynağım mü-
68
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
zik desem yalan olmaz herhalde.Açıkçası bu sene yaptığım en iyi koparma derecesinde şöyle bir şey yaşadım mesela; iki kere denedim ama olmadı sonra kenara geldim bir film müziği vardı FİRE diye havluya kapandım, 3 dakika boyunca hareket etmden sadece şarkıyı dinledim ve daha sonra geri geldim ve o ağırlığı kaldırdım.Bana müthiş bir motivasyon sağladığını söyleyebilirim. Hatta sabahları antrenman süremi uzatmamı bile sağlıyor. Isınma koşusunu atarken şarkıyla gaza gelip daha uzun koşuyorum. -Var mı playlist’in? Neler dinliyorsun mesela favorilerini alabilirmiyiz? Var var.Favorilerim Imagine Dragons çok seviyorum. En sevdiğim şarkı ‘Whatever It takes’ onu kesinlikle listemin başına yazarım. ‘Eminem - Guts Over Fear ft. Sia’. ‘Paolo Nutini- Iron Sky’. Bu Iron Sky’ı mutlaka dinlemeni öneririm harika.Bir de ‘Here Come Rain the Again’. Türkçe’de de Ceza dinlerim bir de son zamanlarda Cem Adrian’ın Kalbin Çukurda şarkısını çok severek dinliyorum ama genel olarak yabancı dinlerim ve ‘Imagine Dragons’ grubu favorimdir, her şarkılarını severek dinlerim. -Toplamda kaç şampiyonluk var? Salon da kaç tane? Saha da kaç tane? Rekorlar kaç tane? Salonda toplam dört tane şampiyonluğum var gençler ve yıldızları da sayarsak onu geçer şampiyonluklarım.13 tane rekorum var şuan. Bir tanesi Balkan şampiyonası rekoru. -Bir röportajında Arizona’da ki olimpiyat hazırlık merkezine kabul edildiğini okumuştum fakat ekonomik destek bulamadığın için gidemediğinden yakınmışsın. Sonuç olarak sen Milli takımın en önemli sporcularındansın Türkiye’de psikolojik baraj denilen 14 saniyenin altına düşen ilk sporcusun fedarasyonun sana bu konuda ve diğer konularda yardımı ne boyutta? Aynen dediğin gibi kabul edildim ama gidemedim.Dünyanın en iyileri ile çalışma fırsatı var.Dünya rekortmeni ile antrenman yapma şansınız var.Oraya gittiğinizde çok ileri düzeyde antrenman bilgisine sahip olabilirsiniz ve bunu hayatınız boyunca uygulayabileceksiniz bu kaçırılmaması gereken bir fırsat.Ben şuan da kendi kendime antrenörlük yapıyorum. Teknik bir sporda bu esasında mümkün olmayan bir şey çok zor. Benim branşımda birisinin sizi dışardan gözlemleyip teknik anlamda müdaheleler yapması gerekir ama ben kendimi videoya çektirip hatalarımı düzeltmeye çalışıyorum.Çok zor bir iş yapıyorum.Orada buna gerek kalmayacak tek işim antrenman yapmak olacak ve antrenman öğreneceğim.Bilmediğim hala bir sürü şey var. -Tokyo 2020? En büyük hedefin desem yanılmış olmam herhalde? Evet.Tek hedefim. Bu yaz bütün her şeyi pas bile geçebilirim.Zaten yeni sakatlıktan çıktığım için tüm planlamayı 2020’ye göre yapabilirim.14 ay boyunca hazırlanabilirim.Salonda koştuğum 7.91’lik derece açıkta 13.70’e denk geliyor.IAF’ın hesabına göre söylüyorum bunu resmi hesaplamalarla ama salonu kabul etmiyor fedarasyonumuz şuanda o yüzden açık sahada da koşup olimpiyat biletimi almak için elimden geleni yapacağım. -Fenerbahçe’ye transferin nasıl gerçekleşti?
hikayeyi yazabileceğimi bir türlü inandılar ve bana güvendiler.Çünkü daha ortada üst düzey bir derecem yoktu ve yapabileceğime inandılar ve transferim gerçekleşti. -Game of Thrones izler misin? Son sezon son bölümde yedi krallığın kralını seçerken Tyrion Lannister bir konuşma yapar ve bir kralın neye ihtiyacı olduğunu şu sözlerle ifade eder; ‘’Halkı buluşturan şey nedir? Ordular?Altın? Bayraklar? Hiçbiri.Cevap Hikayeler. Dünyada iyi bir hikayeden güçlü hiçbir şey yoktur.Onu hiç bir şey durduramaz. Hiç kimse onu yenemez.’’ Senin de buna benzer bir sözünü buldum sosyal medya hesabında Lannister’dan önce sen de şöyle demişsin; ‘’Rekor kırabilirsin, şampiyon olabilirsin ama efsane olmak için bir hikayeye ihtiyacın var.’’ Bu yazıyı okur okumaz kafamda bu ikisi arasında bir bağlantı oluştu senin hikayen gibisi bir daha dünyaya gelir mi bilinmez ama sence de senin hikayen efsane olmayı hak etmiyor mu? Bu hikaye nasıl devam edecek? Öncelikle diziyi belli bir yere kadar izledim daha sonra bıraktım. Ama sonunun nasıl olduğunu arkadaşlarımdan öğrenmiştim.Bana dönecek olursak; Hikayeyi yazmayı devam ediyorum şuanda.Dediğin gibi hikayeler karşısında bir çok şey yenilgiye uğratılabilir.Bende hikayemle kanseri iki kez yendim,ceza yedim tekrar ayağa kalktım,sakatlıklar geçirdim tekrar döndüm. Yapılamaz denilen ne varsa yaptım ve yapmaya halen çalışıyorum.Bundan sonra başarı olarak Avrupa’da madalya almayı ve olimpiyatlarda yarışmayı istiyorum. Kimi sporcular var sadece şampiyon oldukları için hatırlanırlar ama benim gibi hikayesi olanlar tarihe geçerler.Bende onlardan biri olmak istiyorum. Benim hikayeme tüm dünyanın sahip çıkacağını düşünüyorum çünkü böyle bir örnek çok nadir gelir. Bu işin sadece sportif bir boyutu da yok baktığınızda burada kanser hastası olmuş tüm insanlara bir örnek teşkil etme durumu da var bence bu tüm şeylerin üstünde bir olay.Çünkü benim mücadelemi görüp kanserle savaşmaya başlayan hatta atletizme başlayan insanlar var.Ben bu insanlarla beraber inanılmaz bir hikaye yazdım ve halen de yazmaya çalışıyorum.Eğer ki bir de olimpiyata katılıp orada yarışırsam bu hikayenin değeri dünyaları aşar. -Buna paralel olarak yine Survivor programına katılış sebebini hikayenin daha fazla insana ulaşması için olduğunu söylemişsin doğru mu? Evet doğru.Böylelikle daha fazla kişinin kanserle mücadele etmesine vesile olduysam ne mutlu bana. -Peki yarışmadan erken ayrılma sebebin neydi? Hem bir sakatlığım oldu hem de bağışıklık sistemimde bir zayıflama oldu.Bir de bütün yarışmalar göze alındığında en aç takımın en aç dönemine denk gelmişim.Baya kötüydü benim için daha sonra kendi kendime insanlara örnek olmak için umut olmak için hayatta kalmam daha önemli dedim.Amacıma hizmet etmeyecek bir şey için orada durmamın bir anlamı yoktu.Ne tanınır olmak ne de televizyonda görünmek hiçbir şey sağlığımdan önemli olmadığı için ayrılma kararı aldım. -Açlık ve yemek demişken ? Yemek ile aran nasıl? Ne yemeyi seversin?
Esasında Fenerbahçe beni daha çok başlarda istemişti.Ortalıkta daha ne kanser ne de başka bir şey vardı.Fakat daha sonra başka bir ku- Ben yemek yemeyi çok severim.En sevdiğim yemekte lazanya.Anlüp araya falan girdi transfer olmadı.Sonra araya hastalık girdi za- nem sağolsun çok güzel yapar. ten hastalık bitti atlattım.Sonra ki sene Fenerbahçe her şeye rağmen yine de beni tercih etti ve transfer etti.Belki de onlarda benimde bu DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
69
Ben yemek yemeyi çok severim.En sevdiğim yemekte lazanya. Annem sağolsun çok güzel yapar. -Antrenörsüz çalıştığını ifade etmiştin? Bunun sebebi kariyerinin başında yaşadığın talihsiz acı tecrübe miydi yoksa antrenörlerin teknik yetersizliği mi? Tamamen antrenör eksikliği ve bu branşı bilen antrenör olmaması diyebilirim. Ben en iyi dedikleri antrenörlerle de çalıştım ama istediğim verimi ve sonuçları almadım.Sonuçta benim kendi bir sistemim var ve ben bunu uygulayarak şuan 100 yıldır kimsenin yapamadığı birşeyi yaptım. 14 saniyenin altına indim. Denedim ve işe yarıyor. Diğerleri ile çalışırken böyle bir sonuç elde etmedim.Belki uyuşamadık ama ben bir çok antrenörle çalışma fırsatım oldu hepsinden bir şeyler öğrenme fırsatım oldu bu da belki kendi sistemimde bana fayda sağladı diye düşünüyorum. Bir de ben yurt dışı yarışlarından bir detay vermek istiyorum. Eskiden ben yarışlara gittiğimde yarışma sahasında çok vakit geçirirdim ama artık ısınma sahasında vakit geçiriyorum.Çünkü yarışlar başlamadan önce yabancı atletlerin neler yaptığını izleye bilme imkanına sahip oluyorum ve onlardan yeni şeyler öğrenebiliyorum.Buradan genç sporculara da önerim ısınma pistinden daha fazla vakit geçirmeleri onların faydasına olacaktır. Mesela benim etkilenip kendim uygulamaya başladığım şeylerden bir tanesi alçak engelle ısınma. Normalde çoğu atlet 107cm yüksekliğinde engellerle ısınır ama ben 76cm ile ısınıyorum. Türkiye’de bana bu yüzden gülenler bile oluyor ama yarışta hepsini geçiyorum. Sonuç olarak bunun amacı şu en az yorulmayla ısınmamı gerçekleştiriyorum ve yarışta kademe kademe yüksekliği kolaylıkla geçiyorum. Alçak engelle çalışmamın sebebi kas-sinir sistemini aktive etmek. Sprint dediğiniz şey güç,kuvvet,hız herşeyden önce beynin kasa ne kadar çabuk uyarı vermesiyle alakalı. Bende bunu aktif hale getirmeye çalışıyorum ve bu yöntemle bunu başardığımı da söyleyebilirim. -Örnek aldığın sporcu var mı? Hangi ekolü seversin? Ben Justin Gatlin’i çok seviyorum.Onun hali ve tavrı oldum olası çok hoşuma gitmiştir.Böyle asker gibi bir duruşu ve stili var.O da ceza aldı sonra geri döndü falan hikayesi de hoşuma gitmiştir hep.Komado gibi bir hali var. Ekol konusunda da Jamaika,Bahamalar yada Trinidad Tobago’dan ziyade Amerika Birleşik Devletleri atletlerini ve ekolünü daha çok severim. -Salon yarışları mı ? Açık Saha yarışları mı? Salon ya.Salon daha bir sıcak sanki.Daha kapalı samimi bir ortam var. Salon yarışları beni daha çok motive ediyor. -Antrenman mı ? Müsabaka mı? Müsabaka hem de açık ara. Hatta antrenman yapmaktan nefret ettiğimi bile söyleyebilirim. -Röportajın sonuna gelmişken Batuhan eğer hikayene bir başlık koyacak olursan nasıl bir başlık tercih ederdin? Bilmiyorum bunu hiç düşünmemiştim.Benim için bir çok farklı şey söylendi.Kabustan Zirveye demişti birisi onu sevmiştim. Fakat ben koysaydım Imagine Dragons’un şarkısını tercih ederdim ‘Whatever It takes’ yani ‘Ne Olursa Olsun’... Çünkü ben yoluma ‘Ne Olursa Olsun’ devam ediyorum...
70
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
71
72
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
73
Öncelikle sizi tanıyalım Fırat Günayer kimdir?nerede doğmuş,nerede büyümüş,hangi okullara gitmiştir? Kısaca bizlere bahsedermisiniz? İstanbul Kadıköy de doğdum. 39 yıldır aynı yerde yaşıyorum. Marmara üni. iletişim fakültesi gazetecilik mezunuyum. Çocukluk tutkum olan bir bölümü okudum. Gazetecilik normal bir insanın yapacağı iş değil. Çünkü çalışma saatleri belli değil, mesai kavramı yok,tatili yok .17 sene muhabirlik yaptım ve bu zamanımın hepsi maçlarda, deplasmanlarda ve kamplarda geçti.5-6yaşlarında gazete küpürlerini kesip manşet atan biriydim. Habercilik çocukluktan gelen bir maceraydı benim için. Mesleğe nasıl başladınız? Benim okuduğum dönemde iletişim fakültelerinde racon okurken çalışma hayatına başlamaktı. 2. sınıfa geçince bende çalışmaya tatlıses tv de magazin muhabirliyle başladım. Benim için çok acayip bir tecrübe oldu. 7-8 ay çalıştım ve mesleğe dair ilk adımlarım orada filizlendi. Bana uygun olmadığını anlayınca magazinden spora geçiş yaptım.2000 yılında trt spor servisinde zorunlu stajı yaptım. Staj süresi bir ay olmasına rağmen o zaman ki müdürümüz Metin Çakmak yaptığım işleri beğenmiş ki benden biraz daha devam etmemi istedi. Bir aylığına girdiğim trt de 2 yıl kaldım. Bu süreçte mesleğe dair ne varsa herşeyi öğrendim .
74
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
Meslekteki dönüm noktanız ne oldu?
Unutamadığınız röportaj var mı?
2001 yılında fenerbahçe o.lyon maçında yaptığım röportaj dönüm noktam oldu.lyon başkanı sahaya inmişti 9- 10 muhabir vardı içlerinde de fransızca bilen tek kişi bendim. Böyle olaylar kolay kolay gerçekleşmez .lyon başkanı yanımıza geldi ben hazırım dedi ve röportaja başladı. Bir anda ben soruyordum başkan cevaplar durumuna gelmiştik. Akşam bültenlerinin hepsinde lyon başkanı ola ile ben vardım.spor medyasında fark edilmem ve bu işi yapabilme inancım daha da gelişti.6-7 ay sonra Fb tv den iş teklifi aldım ve profesyonel olarak iş hayatına başlamış oldum. 2 yıl fenerbahçe televizyonuda çalıştım.trt de öğrendiklerimi orada uyguluyordum.kulüp televizyonculuğunda tüm ilkeri gerçekleştirdik ekipçe. 2 yılın sonunda tekrardan trt döndüm 14 yıldırda buradayım.
O.lyon başkanı Jean Michel Aulas ile yaptığım röportaj ilk olduğu için unutamam. Ayrıca vodefone arenanın açılış töreninde başkan fikret ormanla gerçekleştirdiğim röportajı, şampiyonluk röportajlarını ve q7 ile talisca aynı anda ikisiyle birlikte yaptığım röportajların yeri ayrıdır.
Mesleğinizin zor yanları nelerdir?
Eski muhabirlerle bugünküler arasında kıyaslandığında iki nesil arasındaki farklar nelerdir?
Saati yok,izni yok, bayramı yok,tatili yok.spor servisleri için iş olanakları çok azaldı. İşsiz kalırsanız yeniden bulmanız çok zor. Özel hayat kurmak için bile zaman bulamayabilirsiniz. Dünyanın en başarılı televizyoncusu da olsanız ağzınızdan yanlış biz söz çıkarsa bütün kariyeriniz yıkılabilir. Stres seviyesi üst düzey bir sektör bizimkisi.
Mesleğe başladığınızda örnek aldığınız muhabir ya da muhabirler varmı? 1998 yılında fakülteye başladığımda herkesin olmak istediği kişi Acun Ilıcalı ydı. Ozaman külup muhabirliği yapıyordu ve herkesin rol modeli haline gelmişti.
Şimdiki muhabirlerle eski muhabir ler arasında çok fark var. O yıllarda 4.5g yoktu, canlı yayın bile binbir zorluklarla yapılıyordu. Mesela yurtdışı kamplarına gittiğimizde eski muhabirler işi 2 günde çekip kasedi kanala gönderiyorlardı. Daha sonrasında orada ne yaptıkları belli değildi. Şimdi 4.5 g ile her an canlı yayına çıkacak gibi hazır buMeslek hayatınızda en zorlandığınız an neydi? lunuyor muhabirler. İsim vermeyeceğim eskiden bazı muhabirler antremana gelmezlerdi gezmeye çıkıp orada olan muhabirden notları İlk canlı yayınımda çok zorlandım. Bir voleybol maçıydı muhabir alırlardı. Yeni nesilde böyle bişey söz konusu değil.yetki kişi arayıp hastalanınca aniden yerine ben çıktım. O yayınım benim için canlı ve anında yayında bulabilirsin kendini.kısacası jenerasyon farkından heyecanlı gerçekleşmişti.hatta yayın sonra hiç unutmam gömleğim dolayından birbirimizi örnek alma durumu yok. Ayrıca artık sosyal ter içinde kalmıştı. medyada eklendi.Twitterla birlikte iyice ayrıştık. Bizler anında haberi twitterdan servis ediyoruz onlar buna karşı çıkıyor. Mesleğinize dair pes ettiğiniz, bırakmak istediğiniz zamanlar oldu mu? Mesleğe yeni başlayacaklara ve muhabir olma hayali kuranlar nelPara kazanamadığım dönemlerde bırakmayı çok düşündüm.haber- er tavsiye edersiniz?Sizin gibi kalıcı olmak için neler yapmalılar? ciliği sevmem, işime olan aşkım, insanları bilgilendirmek, herkesin sizi takip ediyor olması bana hep engel oldu. Zaten başka bir meslekte Başta bi olmayın, iyi düşünün derim.Bütün zorlukları göze almalarını yapamazdım. söylerim. Sektör iyice küçüldü. İş bulma olanakları azaldı. Ayrıca çok stresli ve zor bir sektör. Bunları ve bu zorlukları bilerek başlamalılar. Ekranların sizi besleyen tarafları nelerdir? Mesleği seçecek kişilere tavsiyem ise yabancı dilinin olması öncelik sağlar, araştırmacı olmak,mesleği iş olarak değil hobi olarak görmek Ekranın en güzel yanı insanların tanınmasını sağlıyor. Program ve çok kitap okumak diyebilirim. yapıyorsanız sağlam bilgi birikiminiz vardır bu yüzden ekranlardasınızdır. Muhabirseniz olayın birebir içindesindir ve insanlar sizin Bizlere kabul edip zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. söylediklerinizden bilgi ediniyordur. Ekrandaysanız kitlelere ulaşıyor- Ben de sizlere teşekür ederim. sunuz ve sözünüzün değeri daha kıymetli oluyor. Beş kelime beş cevap Muhabirlik mi yorumculuk mu? 40 yaşına kadar muhabirlik derim.daha sonrasında bünye bu tempoyu kaldıramayabilir. Keyif açısında tabi ki muhabirlik bambaşka. Gerçekleştirmeyi düşündüğünüz hayaliniz ya da planınız var mı? Spor üzerine Dijital bir tv kurmak istiyorum youtube üzerinden. Fakat şu anki youtube kanallarından farklı olacak. piyasanın zorluklarını bildiğim için iletişim öğrencilerini sektöre hazırlamak ve etkileşimi sağlayacak bir hayalim var. Futbol dışında favori sporunuz var mı? Aslında futbol dışında favori bir sporum yok. İzlemek anlamındaysa bisiklet yarışlarını,ragby, buz hokeyi maçlarını severim.
TRT...Yuvam Taraftar...Değerli İnönü... Unutulmaz Twitter... Haber Instagram... Like DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
75
76
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
77
Günün ilk maçındaki rakibimiz Olympique de Marseille, önceki gece yaklaşık beş saat rötar ile İzmir’e gelmiş, otele yerleşmeleri epey geç olmuştu. Bu sebeple maç ileri bir saate ertelenmiş, bu süreçte ise kendi takımım ile tanışmam kolaylaşmıştı. Yetmiş iki takımın çadırlarının bulunduğu alana gitmemiz ve kısa bir ısınma ile maça hazırlanmamız oldukça çabuk gerçekleşmişti; zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Maç başladığında Atalanta antrenörlerinin hemen yanında saha kenarını arşınlamam ise içimde oldukça umut barındıran bir duygu uyandırdı: Yapmak istediğim iş, hayalini kurduğum meslek tam olarak bu olsa gerekti. Yazarlık ile başlayan, oyuncu izleme ve menajerlik ile devam eden kısa kariyerimin en özel anlarından biri hayat buluyordu. Yine de bu güzel duyguları perçinleyen güzel oyunumuz, Marsilya’nın yetenekli kalecisine takıldı ve sonrasında gelen talihsiz bir frikik golüyle maçı kaybettik.
78
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
Marsilya mihmandarı pek sevgili arkadaşım Mehmetcan Köklü’yü tebrik ettim ve açılış seramonisi için bir numaralı sahaya doğru salındım. Hava çok sıcak, güneş tam tepedeydi. Sıkılan çocukları tekrardan çadır alanına götürdüğümde ise ikinci maçımız için hazırlanıyorduk. Ölüm grubunda olduğumuz gerçeği kendini belli etmeye başlamıştı. Daha sonra turnuvanın şampiyonu olacak Manchester City ile oynayacaktık. Oldukça objektif bir bakış açısıyla şunu rahatlıkla söyleyebilirim; oyun olarak onları perişan ettik. Eğer turnuvanın en ilginç golünü kendi kalemize atmasaydık, Manchester City’nin bizden puan alma şansı yoktu, buna eminim. Günün kalan saatlerinde İzmirspor’u yendik, Galatasaray ile berabere kaldık. Bu noktada beni dehşet sinirlendiren gelişmeler yaşandı. Bunu bir takım özelinde değil, bütün Türk takımları genelinde söylüyorum.
Yüzlerce yabancı çocuğun, onlarca yabancı antrenörün yahut seyircinin tek bir yanlış hareketini görmedim. Ev sahibi olarak bu takımları ağırlaması gereken Türk takımları ise sürekli olarak rakibine sataştı, taraftarlar çocuklara hakaret etti. Tuttuğunuz takımı istediğiniz gibi fanatizm ile destekleyebilirsiniz ama bu tedavi gerektiren hastalığınızı evinizde yapın; bu hayatta en çok keyif aldıkları şeyi yapan, yani futbol oynayan küçücük çocukların alanında değil. Sözümü sakınmayı düşünmüyorum çünkü malum süreçte gerçekten utandım. ‘Keşke Türk takımları bu turnuvada olmasaydı’ dediğim anlar oldu. Bu densiz insanlar haddini çok ama çok aştı. Otelde yaşananlar, sahada yaşananlar, yemeklerde yaşananlar. Üç gün boyunca görevli olmadığımız halde kendi takımlarımız kadar onlarla da uğraştık. Yersiz kompleksleri ve anlamsız tavırları gerçekten bizi çok yordu, çok bezdirdi. Bu bağlamda turnuvanın anlamına basitçe değinmek istiyorum. Her şeyden önce bunlar çocuk ve bu bir yarışma değil. Naçizane, oynadıkları futbolun büyük ölçüde önemi yok. Burada kazanacakları en önemli olgu sporcu olma melekelerini kazanmak. İtalyan antrenör takımına oyunu geriden nasıl kurmaları gerektiğini anlatıyor, diğer tarafta ismini verme lüzumunu görmediğim Türk antrenör kendi takımına ‘Top oyna, adam gibi oyna’ diye sözüm ona direktif veriyor. Herkesçe bilinen bu gerçekleri sanki ilk kez deneyimlemiş gibi şok olmam benim hatam; bu kaypaklık ve cehalettin vücut bulduğu ‘pek yetkili’ kimselerin asla değişmemesi onların hatası. Umarım benim de içinde bulunduğum yeni jenerasyon ilerleyen yıllarda bir parça liyakat ile tanışır. Tatsız hadiseleri bir kenara bırakalım ve ikinci güne geçelim. Yine hızlı bir kahvaltı sonrası ‘hayatta kalabilmek’ adına tesislere doğru yola çıktık. İlk günkü yakıcı sıcak yerini yağmurlu bir havaya bırakmıştı. Günün ilk maçında turnuvanın en iyi kalecilerinden birisine sahip Glasgow Rangers’ı mağlup etmeyi başardık. Çok sevgili basın mensubu arkadaşım Ömer Kaya’ya göre Atalantalı çocukların gol sevinci, Paolo Rossi’nin 1982 Dünya Kupası’ndaki meşhur sevincini aratmıyordu. Devamında gerçek bir turnuva takımı olan Sloven Olimpija Ljubljana’ya 1-0 mağlup olduk ve turnuvaya veda etme noktasına geldik. İşte o gergin saatlerde İtalyan antrenörlerin ne kadar istekli, ne kadar hırslı olduğunu bizzat gözlemledim.
Olayları, tıpkı televizyonda gördüğüm gibi yüksek dozda drama ile yaşıyorlardı. Bu duygu yoğunluğu çocuklara da sirayet etti ve önce Kasımpaşa’yı, sonrasında da İsveç ekibi Hammarby’i yenmeyi başardık. O sırada onların sevinçlerine ortak olmam da soğumaya yüz tutmuş ilişkimizi tekrardan alevlendirdi. Dediğim gibi, istediğim meslek tam olarak bu olsa gerek diye düşünüyordum. Maç fazlasıyla grup lideri olarak otele döndük. Ufak bir dinlenmenin ardından yemekte takımla bir araya geldim. Yemek sırasında telefonumdan ilk yarısı oynanan Juventus-Milan maçını açtığımda çocuklar sevinçten çılgına döndüler. Devre arası olunca beni soru yağmuruna tuttular. Anlamadığım noktalarda berbat bir İngilizce ile orta yolu bulmamızı sağladılar. Odalara çıkmadan hemen önce takım kaptanının bana ‘Sen bugün bizim şansımız oldun’ demesi benim için bu turnuvanın en güzel anıydı. Umarım bir gün Bergamo’da onları ziyaret ettiğimde de bu şans bizimle beraber olur. Üçüncü ve son gün hiç olmadığı kadar erken başlıyordu. Grup aşaması sonrası rakibimiz Rus temsilcisi Zenit olmuştu. Kısaca diğer İtalyan takımlarına değinmek gerekirse turnuva üçüncüsü olacak Parma, beklentileri aşmayı başardı ve grubunu lider olarak tamamladı. Yakaladıkları bu başarıya dair turnuva ikincisi PSV’nin ve ev sahibi Altınordu’nun da bu grupta yer aldığını belirtmekte fayda var diye düşünüyorum. Öte yandan kibirli komşumuz Milan da grubunu lider olarak bitirdi. Lazio ise kolay olarak görülen grubundan çıkamadı ve turnuvaya erkenden veda etti. Maç günü sabahı havanın nasıl olacağını düşünürken kendimizi sahada bulduk. Dürüst olmak gerekirse iyi olan taraf bizdik ve bitime birkaç dakika kala Zenit’in çok net ofsayttan bulduğu gol dışında da rakibe top göstermedik. Ancak Türkiye’de hakemlik kurumu, on iki yaş turnuvasında bile vasatı aşmayı başaramadı. İtalyan antrenörlere yaşananları izah etmekte epey güçlük çektim. Dilim döndüğünce durumu ‘Türk hakemleri böyle, yapacak bir şey yok’ diye açıkladım. Türk taraftarlardan sonra bu kez de Türk hakemler yüzünden utanıyordum. Seri penaltılar sonucunda turu geçen Zenit oldu. Üzgündüm çünkü bu maçı da kazanırsak kupa yolunda bizi zorlayacak bir takım olmadığına inanıyordum. Fiziksel olarak diğer takımlardan üstün olan Atalantalı çocuklar gerçekten beni çok şaşırtmıştı. DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
79
Seri penaltılar sonucunda turu geçen Zenit oldu. Üzgündüm çünkü bu maçı da kazanırsak kupa yolunda bizi zorlayacak bir takım olmadığına inanıyordum. Fiziksel olarak diğer takımlardan üstün olan Atalantalı çocuklar gerçekten beni çok şaşırtmıştı. Henüz ilk maç başlamadan önce on iki yaşındaki çocukların nasıl oynadığı ya da sahada neler yapabileceğini pek kestiremiyordum. Bu kararsızlık da beraberinde bir parça küçümseme getirmiş yahut beklentilerimi düşürmüştü. Ancak başta takımım Atalanta olmak üzere izlediğim tüm ekipler beni gerçekten tatmin etmeyi başardı, bu da bir nevi günah çıkarma olsun. Final maçını beklerken oynadığımız iki hazırlık maçında ise bir istisna söz konusuydu. Sırasıyla Göztepe ve Beşiktaş ile yaptığımız maçlarda iki Türk takımı da diğerlerine nazaran oldukça ılımlı ve misafirperverdi. Belki maçlar bir önem taşımıyordu ama antrenörler istisnai kriz anlarını oldukça iyi yönettiler ve bunun sonucunda her iki takımla da dostane ilişkiler kuruldu. Turnuvada görev alan birisi olarak hem Göztepe’ye hem de Beşiktaş’a teşekkür etmeyi kendime borç bilirim. Biraz da bu beş gün içinde tanışmaktan büyük onur duyduğum Giovanni Manzoni’den bahsetmem gerekiyor. Kendisi 80 yaşında, ancak yaşını kesinlikle göstermiyor. Kendi aralarındaki konuşmalarına kulak verdiğim kadarıyla otuz yıldır bu kulübe hizmet veriyor. Öncesinde de bir o kadar AlbinoLeffe’de çalışmış. Bırakın İngilizce’yi, İtalyanca’yı bile Bergamo lehçesi ile konuşan Mister Manzoni ile daha çok turist İtalyancası ve beden dili ile anlaştık. Tipik bir yaşlı gibi bir şey anlatacağı zaman koluma girmesini ve ufak bir yürüyüşe çıkmamızı, ufak tefek hadiselere verdiği abartılı tepkileri ve son gün onları havaalanında uğurlarken ‘Sen de bizimle Bergamo’ya gel’ diye şakalaşmasını büyük bir tebessüm ile hatırlayacağım. Havaalanına gitmeden önce Aydın Abi’ye benden ‘Bu çocuk müthiş’ diye bahsetmesi de aldığım en anlamlı övgü olabilir. Belki günlük hayatta yaşanan bu sıradan hadiseler benim için çok kıymetliydi, bu yüzden malum ısrarımı lütfen mazur görün. Havaalanına gitmeden önce Aydın Abi’ye benden ‘Bu çocuk müthiş’ diye bahsetmesi de aldığım en anlamlı övgü olabilir. Belki günlük hayatta yaşanan bu sıradan hadiseler benim için çok kıymetliydi, bu yüzden malum ısrarımı lütfen mazur görün. Pek tabii turnuvanın genelinde yaşanan her olaya, oynanan her maça dair bir şeyler söylemem çok zor. Belki basın mensubu olarak katılsaydım seçtiğim maçlar ile daha genel yorumlarda bulunabilirdim ancak mihmandarlık görevimin götürüsü olarak oynadığımız rakiplerden fazlasına değinemeyeceğim. Tüm bu koşuşturmacada çok büyük emek harcayan ve bahsettiğim gibi bu hikayede yer almamı sağlayan Aydın Güvenir’e bir kez de buradan teşekkür etmek istiyorum. Bu yazıyı öznel bir dil ile yazdığım için rahatlıkla söyleyebilirim ki onun bu işteki emeği kimseninki ile kıyaslanamaz. Öte yandan oda arkadaşım olan ve bu tür organizasyonlardaki tecrübesiyle bana yardımını esirgemeyen Kızılyıldız mihmandarı sevgili Halil Karagöl’e, geleceğin gazeteci adayı arkadaşım Ömer Kaya’ya ve bu beş gün boyunca varını yoğunu veren tüm turnuva görevlilerine teşekkür ederim. Benim için bu turnuva bir ilkti ancak onlar senelerdir bu işte görev alıyorlar ve bu organizasyonun işlemesinde en kıymetli rol onların olsa gerek. Son olarak Atalanta’yı neden seçtiğimi yahut bu kulübü neden bu kadar sevdiğimi de anlatmam gerek. İtalya’ya ve İtalyan futboluna olan haddiden fazla ilgimin temelinde belki Lecce yatıyor olabilir ancak naçizane, ülkenin en iyi altyapısına sahip olan Atalanta’yı hayatımın sonuna kadar destekleyeceğim. Birkaç yıl önce a takım ile başlayan Atalanta sevgim daha sonra genç takım olan Atalanta Primavera ile örselendi.
80
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
Bergamo’ya gitmem durumunda beni büyük bir zevk ile ağırlayacaklarını söyleyen Atalanta antrenörleri Mattia Morelli, Marco Di Galbo, Luca Rebba, Michele Savoldi ve pek tabii Giovanni Manzoni’ye de teşekkür ederim. Son olarak belki bundan yedi sekiz yıl sonra a takıma yükselecek kadar yetenekli olan Daniele, Emanuele, Matias Angelo, Davide, Manuel, Niccolo, Mattia, Davide, Filippo, Alberto, Jacopo, Riccardo, Thomas, Filippo, Rahul ve Alex ile tanışmak, onlarla İtalyanca konuşabilmek ve birlikte maç izlemek de geriye dönüp baktığımda her zaman tebessüm ile anacağım anlardı. Dediğim gibi beş sene içerisinde onları Atalanta Primavera’da görmek için sabırsızlanıyorum. ‘Önümüzdeki yıl da gelmek istiyoruz, bu kez şampiyon olacağız’ diye veda sözlerini sarf eden Atalanta kafilesinin gelecek turnuvada kupayı kazanamaması için hiçbir sebep göremiyorum. İç hatlar giden alanından çıkışa doğru salındım. O sırada sabahın erken saatlerinde olduğumuzu fark ettim. Merkeze giden otobüsü beklerken olası bir Bergamo seyahati düşündüm ve hayallere daldım.
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
81
Üye olduktan 3-5 ay sonra “Terraneo gönderilecek” haberini yaptım, Aziz Yıldırım kızmış, benim tesislere girişimi yasakladı. Bununla da kalmayıp, bir de beni disiplin kuruluna verdi kongre üyeliğinin iptali için. Tesislere fotoğrafım asıldı, diğer hiçbir gazetecinin fotoğrafı falan yok. Neyse gittim disiplin kuruluna, “Beni daha yeni Aziz Yıldırım başkan üye yaptı, şimdi burada sizin karşınızdayım” dedim, oradaki isimler kahkaha ile gülmeye başladı. Önce zorla üye yaptırdı beni, sonra üyelikten attırıyor beni. Böyle komik şeyler yaşadık.
Muhabirliğimin ilk yıllarından bir anı anlatayım. Hürriyet’teydim. Hürriyet’e gittim, tabi çok da bilmiyorum spor muhabirliğini o dönemler. Kim aranır kim aranmaz, kimden haber alınır bilmiyorum. Gider gitmez Aziz Yıldırım’ı aradım ben. Bir şey sormak için onu aradım. Sekreterini arayıp kendimi tanıttım, “Bana döner misiniz?” dedim, “Tamam” dedi, bir 5 dakika sonra telefon çaldı, Aziz Yıldırım arıyor. Bu arada bizim müdürler Ercan Saatçi ve Mehmet Arslan ikisi de yanımda durup beni dinliyorlar. Ben başkanla konuşuyorum, sorular soruyorum. Konuştum, yazdım, notlar da aldım ve kapattım. Ercan Saatçi ve Mehmet Arslan şaşkınlık içinde bana bakıyorlar. “Nasıl olur ya, Aziz Yıldırım seni nasıl arar, biz aylardır arıyoruz açmıyor, sen 1 hafta oldu başlayalı” demişlerdi bana. İnanılmaz bir şaşkınlık yaşamışlardı. Aslında bu işte cesaret en önemli şey. Normalde akıllı bir adam olsa aramaz Aziz Yıldırım’ı. Sonra tabi yıllar içinde bir sürü anımız oldu Aziz Yıldırım ile. Bir kere Aziz Başkan bizi kulübe çağırmıştı. 1-2 muhabir daha vardı. Emenike ile ilgili demeç veriyor. O dönem Emenike taraftar tarafından yuhalanıyor. Bu arada 1 milyon üye projesi de yeni başlamış. Anlattı anlattı Emenike ile ilgili, biz de not aldık yazdık. Tam çıkıyordum kapıdan, “Ahmet sen kulübe üye ol bu 1 milyon üye kapsamında” dedi. “Bu kampanya çok önemli bizim için, mutlaka üye olmalısın.” dedi. Benim de o dönem çok param pulum yok. “İyi o zaman sizi kırmayayım olayım” dedim. Ertesi gün bankaya gidip 36 ay taksitli kredi çektim ve üye oldum.
82
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
Muhabirliğimin ilk yıllarından bir anı anlatayım. Hürriyet’teydim. Hürriyet’e gittim, tabi çok da bilmiyorum spor muhabirliğini o dönemler. Kim aranır kim aranmaz, kimden haber alınır bilmiyorum. Gider gitmez Aziz Yıldırım’ı aradım ben. Bir şey sormak için onu aradım. Sekreterini arayıp kendimi tanıttım, “Bana döner misiniz?” dedim, “Tamam” dedi, bir 5 dakika sonra telefon çaldı, Aziz Yıldırım arıyor. Bu arada bizim müdürler Ercan Saatçi ve Mehmet Arslan ikisi de yanımda durup beni dinliyorlar. Ben başkanla konuşuyorum, sorular soruyorum. Konuştum, yazdım, notlar da aldım ve kapattım. Ercan Saatçi ve Mehmet Arslan şaşkınlık içinde bana bakıyorlar. “Nasıl olur ya, Aziz Yıldırım seni nasıl arar, biz aylardır arıyoruz açmıyor, sen 1 hafta oldu başlayalı” demişlerdi bana. İnanılmaz bir şaşkınlık yaşamışlardı. Aslında bu işte cesaret en önemli şey. Normalde akıllı bir adam olsa aramaz Aziz Yıldırım’ı. Sonra tabi yıllar içinde bir sürü anımız oldu Aziz Yıldırım ile. Bir kere Aziz Başkan bizi kulübe çağırmıştı. 1-2 muhabir daha vardı. Emenike ile ilgili demeç veriyor. O dönem Emenike taraftar tarafından yuhalanıyor. Bu arada 1 milyon üye projesi de yeni başlamış. Anlattı anlattı Emenike ile ilgili, biz de not aldık yazdık. Tam çıkıyordum kapıdan, “Ahmet sen kulübe üye ol bu 1 milyon üye kapsamında” dedi. “Bu kampanya çok önemli bizim için, mutlaka üye olmalısın.” dedi. Benim de o dönem çok param pulum yok. “İyi o zaman sizi kırmayayım olayım” dedim. Ertesi gün bankaya gidip 36 ay taksitli kredi çektim ve üye oldum.
“
Seni kovarlar, kendin istifa et,kendin bırak
“
3 Temmuz’da ben mahkemelere gidiyordum. Beni istemiyorlardı oradaki adli muhabirler. Ben gördüğümü yazıyordum. Bir gün Hürriyet’in bir adli muhabiri vardı. Ben içeri girerken beni itti “Sen niye giriyorsun? Giremezsin.” falan dedi. Ben de “Sen karışamazsın.” diyip çektim girdim. Beni müdürlere falan şikayet etmişti. Çok engellenmeye çalışmışlardı beni. Hem oradan hem de sosyal medyadan ciddi tepkilerle karşılaştım açıkçası, saldırılarla karşılaştım 3 Temmuz’da. Ben doğru bildiğimi yaptım. Karşılığında da ilk yarı yasaklandım işte Fenerbahçe tarafından. Kulübün aleyhinde çalışanları da kulübün içinde gördük. Maalesef acı yanı bu olayların. Geçen sezon Aykut Kocaman’ın bir maçtan sonra yanına gittim. Diğer gazeteciler de geldi. Ayaküstü muhabbet ettik falan. Neyse gittim hocaya “Hocam şimdi Galatasaray çok önde 10 puan fark var, maçları kolay, sizce puan farkı suni mi?” dedim. Hoca da “Tam öyle diyemeyiz falan filan” dedi, anlattı anlattı en sonunda da suni olabileceği konusunda anlaştık hocayla. Ertesi gün tabi benim manşet “Puan farkı suni”. Aykut Kocaman’ın sloganı olarak bütün bir yıl benim o sorduğum soru konuşuldu. Aslında benim o an aklıma gelen bir şeydi. Ama o kadar güzel bir slogan haline geldi ki. Ondan sonra puan farkı indi, eşitlik sağlandı falan. Geçen sezon Aykut Kocaman’ın bir maçtan sonra yanına gittim. Diğer gazeteciler de geldi. Ayaküstü muhabbet ettik falan. Neyse gittim hocaya “Hocam şimdi Galatasaray çok önde 10 puan fark var, maçları kolay, sizce puan farkı suni mi?” dedim. Hoca da “Tam öyle diyemeyiz falan filan” dedi, anlattı anlattı en sonunda da suni olabileceği konusunda anlaştık hocayla. Ertesi gün tabi benim manşet “Puan farkı suni”. Aykut Kocaman’ın sloganı olarak bütün bir yıl benim o sorduğum soru konuşuldu. Aslında benim o an aklıma gelen bir şeydi. Ama o kadar güzel bir slogan haline geldi ki. Ondan sonra puan farkı indi, eşitlik sağlandı falan.
Geçen sezon Aykut Kocaman’ın bir maçtan sonra yanına gittim. Diğer gazeteciler de geldi. Ayaküstü muhabbet ettik falan. Neyse gittim hocaya “Hocam şimdi Galatasaray çok önde 10 puan fark var, maçları kolay, sizce puan farkı suni mi?” dedim. Hoca da “Tam öyle diyemeyiz falan filan” dedi, anlattı anlattı en sonunda da suni olabileceği konusunda anlaştık hocayla. Ertesi gün tabi benim manşet “Puan farkı suni”. Aykut Kocaman’ın sloganı olarak bütün bir yıl benim o sorduğum soru konuşuldu. Aslında benim o an aklıma gelen bir şeydi. Ama o kadar güzel bir slogan haline geldi ki. Ondan sonra puan farkı indi, eşitlik sağlandı falan. Alex’in gönderilme sürecinde orada ben de suçlanan gazetecilerden biriydim. Ama orda bir şeyi unutuyor insanlar. Bir gün Fenerbahçe ile ilgili yurtdışı kampındaydık. Fenerbahçe iletişimcisi yanıma geldi maçtan önce. Sohbet ettik, oturdu Alex hakkında bir şeyler anlattı bana. “Alex şöyledir, böyledir” falan dedi. Daha Alex ile ilgili hiçbir kriz yok. Ben orada Alex ile ilgili aslında bir kriz olduğunu anladım. Gittim müdürüme “Mehmet Abi, Fenerbahçe’yi acayip büyük bir Alex krizi bekliyor, haberiniz olsun.” Dedim. Bana anlattıklarını müdürüme anlattım, ama yazmak istemediğimi yeri geldiğinde yazmak istediğimi söyledim. Yazmadım o dönem. Sonra kriz patladıktan sonra krizin nedenleri olarak anlattıklarını yazdım. Ondan sonra çok ciddi manada beni suçladılar. “Alex’i gönderen adam” pozisyonuna düştüm. İşin aslı, kulübün resmi iletişimcisinin sana verdiği bilgileri doğru olduğu için kullandım. Sonuçta resmi iletişimcisi. Gazetecilikte sadece bir taraftan değil, iki taraftan da bilgiyi alırsın. O dönem Alex ile ilgili bilgileri de alıp lehine olan bilgileri de kullanıyorduk. O dönem çok zor ve garip bir dönemdi Fenerbahçeliler açısından. Bölünmenin de başladığı dönemdir. İki tarafın yanında birbirini gazlayan insanlar vardı. Hem Aziz Yıldırım, hem Aykut Kocaman hem de Alex’in gazlayanları vardı. Belki de en masumları o isimlerdi. Ersun Yanal’ın ayrılma sürecinde Mahmut Uslu devreye girmişti Ersun Yanal ile Aziz Yıldırım arasındaki gerginliği bitirmek için. Ersun Yanal, Samandıra’ya giderken bir telefon gelmişti Ersun Yanal’a. Arayan da Şansal Büyüka’ydı. Şansal Büyüka “Seni kovarlar, kendin istifa et, kendin bırak” dedi Ersun Yanal’a. Ersun Yanal da yarı yoldan geri döndü. Hatta Mahmut Uslu gitti 1 saat, 1.5 saat bekledi. Mahmut Uslu, olayı zaten tatlıya bağlayacaktı, kalacaktı Ersun Yanal. Sonraki dönemlerde Aziz Yıldırım’a ne zaman sorsak “Ben kovdum, ben yaptım” falan diyor. Öyle yapınca ona dönüyor tabi. Alex olayı da biraz öyle oldu. Alex olayında konunun Aziz Yıldırım ile alakası yoktu yani. Ersun Yanal istifa etmiş, gitmiş “Ben kovdum” diyorsun. Kovulmadı ki Ersun Yanal. Kovulsa gider tazminatını alırdı.
12 Mayıs’ta Kadıköy’de atmosfer ne durumdaydı? İlk izlenimin ne oldu? Orada zaten FETÖ’nün projesi olduğu belliydi o maçın. FETÖ, o gün Fenerbahçe taraftarından intikam almak için bir plan gerçekleştirdi. Daha maç başlamadan, yukarıdan gazlar sıktılar helikopterlerle. Maçtan 2 saat önce basın tribünündeydim, daha olay yok bir şey yok, biber gazından duramıyordum basın tribününden. O kadar etkindi yani. Bizim yüzümüz gözümüz yanıyordu. Maç oynandı, zaten o maçın en skandal tarafı maçın sadece ikinci devresinde 16 dakika maç durmuş. Sakatlıklarla, oyuncuların tartışmalarıyla falan durmuş. Taç aut dışında bir 16 dakikadan bahsediyorum. +5 gelmişti maçın sonuna. O maçın dördüncü hakemi Yunus Yıldırım Hasan Çetinkaya’ya 80. dakikada “5 dakika uzatacağız.” diyor. Daha maçın bitmesine 10 dakika var. Her şey planlı yani. Fenerbahçe zaten öne geçse bir penaltı verecekti Cüneyt Çakır, ben iddia ediyorum. FETÖ’nün o gün Fenerbahçe’den intikam alma günüydü. Her şey belliydi o gün. Siz hangi maçta çevik kuvvetin ortada hiçbir şey yokken maç biter bitmez sahaya koştuğunu? Ne bir taşkınlık var, ne başka bir şey. Herkesi bilerek tahrik ettiler. Taraftar sahaya insin diye demir çubuklarla kapıları açtılar. İnsanlar basın tribünlerine sığındılar. Aykut Kocaman, kendi çocuklarını kurtarmak için sahanın içinde, Ali Koç sahanın içinde. Bir yandan biber gazı yediler. O gün Fenerbahçe’ye çok büyük operasyon yapıldı. Terörist oldu Fenerbahçe taraftarı sonra da. Bunu kimse konuşamadı. Bizden başka kimse konuşamadı. Bu yüzden de çok ciddi saldırılara uğradım o zamanlar bunları söylediğimiz için. İşin en kötüsü benden başka konuşan da yoktu. Bir gazeteci “Sen objektif değilsin” mesajını gönderdi. “Seni takip etmek istemiyorum.” Falan dedi. Orada gerçekleri söylemek fanatiklik oluyordu. Doğru bir şeyi, gördüğümüzü söylüyorduk. Menajer Hasan Çetinkaya maçtan önce her maça gelemiyordu. İmza vermeye gidiyordu. Hasan Çetinkaya adlı futbolcu menajeriyle isim benzerliği yaşadığı için adam karakola imza atmaya gidiyordu.
Bu sezon Fenerbahçe’de yaşanan bir halı krizi vardı. Siz medya olarak daha önce bu süreci biliyor muydunuz yoksa Ali Koç’tan mı öğrendiniz? Biz Ali Koç’tan öğrendik. Bilmiyorduk. Ama orada bir şeylerin döndüğünü hissediyorduk. Hala dönüyor bir şeyler, duyuyoruz bir şeyler. Garip bir direnç var. Ali Koç’un getirdiği Comolli’ye karşı bir direnç var. Birileri Comolli’yi göndermek istiyor. Futbolcuları negatif bir şekilde yönlendiriyorlar. Ama o olayı ilk kez orada Ali Koç’tan duydum. İşin açıkçası şaşırdım olayın bu boyutta olmasına. Çünkü ben o ekibi yıllardır tanıyorum. Hepsi düzgün insanlardır. Ama o dönem biraz laubalilik yaptıkları da aşikar. Abartıldığı kadar ihanet içinde olduklarını düşünmüyorum. Aykut Kocaman ile çalışmamalarından dolayı, antrenörler içinde geri planda kalmış olmalarından dolayı sıkıntılar yaşamışlar. Mesela yeni bir antrenör geliyor oraya, orada Aykut Kocaman’ın ekibini arka plana atıyorlar. Bu da rahatsızlık yaratıp, dedikoduya yol açıyor. Ama ihanet içinde olduklarını zannetmiyorum.
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
83
“
Obradovic’i istiyoruz ama Obradovic de çok para istiyor
“
Kurşunlanma olayından sonra Fenerbahçe’de takımın durumu nasıldı? Özellikle Portekizliler ve Kuyt çok korktu. Sahaya çıkmak istemediler. Tüm konsantrasyonlarını kaybettiler. İsmail Kartal onları ikna etmekte çok zorlandı. Zaten Kuyt çok kısa bir süre sonra ayrılacağını açıkladı. Fenerbahçe, Kuyt’un sözleşmesini 1 yıl daha uzatmak istiyordu. Çok korktular. Alves, Meireles falan çok korktular. Direkt o gün ayrılmak istediler. Çok büyük sıkıntı oldu takım içinde. Bence Fenerbahçe süreci de iyi yönetemedi. Kampanyaya dönüştürüp, başka çalışmalar yapabilirdi. Bu seneki gibi bir kampanya yapılabilirdi. Sonraki Bursaspor maçında stat bomboştu. Futbolculara yeterince destek ve moral verilmedi. Camia buna maalesef çok kötü kullandı bu süreci. Kulüp yönetimi de hatalar yaptı iletişim süresince. Taraftarlar da takımı yalnız bıraktı. Enteresan bir olaydı. Fenerbahçe şampiyonluğa gidiyordu bir de.Yanlış hatırlamıyorsam Aziz Yıldırım’ın Okul Açık’ı kapattığı sezondu. Zaten maçlara çok az taraftar geliyordu. O da ayrı saçmalıktı tabi. O stat kimsenin babasının stadı değil ki. Niye kapatıyorsun, çok saçma bir şey. Kulüp içinden birileri Aziz Yıldırım’ı dolduruşa getiriyordu bazı konularda. Bu iş tribün kapatmakla olmaz. “O haksız, o haklı” anlamında söylemiyorum. Aziz Yıldırım da haklı olabilir. Ama bunun çözümü tribün kapatmak değil. O, başkanın işi değil. Başkan, en fazla eleştirir yani.
Fenerbahçe basketbol ve Obradovic’in geliş süreciyle alakalı ne anlatabilirsin? Fenerbahçe, Bartzokas’ı istiyordu. Ona gittiler, 500 bin Euro’ya serbest kalma maddesi vardı galiba. Orada Olympiakos’un başkanı biraz mafyatik bir adam, sıkıntı çıkartmış ve hiç görüştürmemiş. O sırada Semih Özsoy ile görüştüm ben. “Ya Ahmet Bartzokas olmadı, biz de Obradovic’i istiyoruz ama Obradovic de çok para istiyor, ekibiyle beraber 4.5 milyon Euro istiyor.” Dedi. Ben de bu şartlarla Obradovic’in nasıl geleceğine dair bir şeyler yazdım Twitter’a. Attığım tweet, belki de gelmesini sağlayan faktörlerden biri oldu. Tabi onların menajerli tweetlerimizi okuyor. Orada Fenerbahçe, Obradovic ile pazarlık halindeydi. Semih Özsoy belki de bana bilerek söyledi anlatsın diye. Öyle yazdıktan sonra Obradovic fiyatında indirim de yaptı. Gazetecilikte zaman zaman böyle şeyler oluyor. Kulüpler böyle stratejiler de yapabiliyorlar. Teodosic’i yazdığımda da tam tersi oldu, ben o haber yönetimden de almamıştım, Ülker Grubu’ndan öğrenmiştim. O zaman Ülker yönetiyordu şubeyi. Çok net söylemişti, “Anlaştık, Ama mesela bir röportaj yaptım, 6 Türk takımı Final Four’a kalmıştı İstanbul’a getirdik, hepinizi uyuttuk” demişti. Hürriyet’te manşetten voleybolda. 6 takımın da kaptanı kendi formalarıyla gelip hepsiyle çıktı. CSKA serbest bırakıyordu, bir anda vaz geçtiler. Hem Obradovic birlikte Burhan Felek’te röportaj yapmıştım, ödül de aldı o röportaj. gelmiş, hem Teodosic onlara karşı büyük bir güç olacağını düşündüler. Çok çok zor bir işti o organizasyonu yapmak. Aziz Yıldırım’ın Fenerium genel müdürün tokatladığı mevzu var o da özel bir haberdi. 2009-2010 sezonunda Bursaspor’un şampiyon olduğu sezonda Galatasaray’ın Sneijder’in golleriyle Fenerbahçe’yi 2-1 mağlup etKadıköy’de neler yaşandı son maçta? Anons krizi yaşanmıştı. tiği maçın ardından bir haber yapmıştım. Fenerbahçe resmi sitesi başkan Aziz Yıldırım ve yöneticiler futbolcuları ziyaret ettiler diye bir Fenerbahçe, saniye başı pozisyona giriyordu o maçta. Çok fazla haber koydu. Ben de orada bulunanlardan birini aradım. “Yav ne oldu, pozisyona giriyordu. Fenerbahçe’nin golü atacağı belliydi. Ama o an- başkan toplantı falan yapmış” dedim, halbuki toplantı falan yok oraonstan sonra futbolcuların hepsi durdu, geri pas yapmaya başladılar. da bir cinlik yaptım. Yem attım gazetecilik tabiriyle. “Evet ya, başkan Maçın bitmesine 5 dakika kala oluyor bunlar. Ondan sonra da işte ke- geldi Selçuk ile Bruno Alves’i kovdu” dedi o kişi. “İkisini de kadro dışı nardan birileri “Oynayın, skor 2-1, yanlış anons” falan dediler, oyun- bıraktı, bundan sonra oynatmayacak” dedi. “Aaa öyle mi harika abi, cular geç de olsa anladılar ama çok geç kalmışlardı. O anonsçu belki süper abi” dedim kapattım telefonu. Ertesi gün manşette bu haber de Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu çaldı belki de. Çok komik bir du- vardı. Neyse, gazetede çıktı, haber %100 doğru, içerik doğru. O yönetirumdu. ci beni aradı, “Ahmet ya, sana bir şey soracağım, ya ben dün seninle konuştum mu?” dedi, “Evet abi konuştuk” dedim. “Ya ben dün biraz hastaydım, hatırlamıyorum hiç ya, senden ricam aman kimse duySenin gazetecilik hayatında “Benim en iyi haberim, en sükse yaratan masın.” dedim. “Tabi ki kimse duymayacak.” dedim. Sen kulübe git, haberim şu” diyebileceğin haber hangisi? benim arkamdan salla falan, kimsenin de aklına gelmez.” dedim. Zaten daha sonradan duydum, bana en çok sallayan da o yöneticiymiş O kadar çok var ki aslında. Bir sürü ödüller var. Ali Koç’a lis- içeriden. Öyle bir anımız oldu. telerin verilmemesi haberi bütün süreci değiştirdi bence. Yeni bir kampanya olmasına vesile oldu. Tüm kongre üyeleri ona mail adresleriyle bilgilerini gönderdi. Çok ciddi bir etki yarattı. Orada etkisi çok büyük bir olaydı. Fenerbahçe tarihinde de etkisi oldu o haberin. Haberin içeriği de çok tarafsız yazılmıştı. Ali Koç’un listelerin verilmediği yazıyordu, hukuken bunun önünde bazı engellerin olduğu yazıyordu. O açıdan çok çok iyi bir haberdi. Benim için en iyi haberlerden birisi de odur. Ama mesela bir röportaj yaptım, 6 Türk takımı Final Four’a kalmıştı voleybolda. 6 takımın da kaptanı kendi formalarıyla gelip hepsiyle birlikte Burhan Felek’te röportaj yapmıştım, ödül de aldı o röportaj. Çok çok zor bir işti o organizasyonu yapmak.
84
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
Komik bir haberimi daha anlatayım. Sosyal medyada takılıyorum bir gün. Bir tane tweet atmış biri “Bizim sitede Krasic oturuyor, dün bizim eve elinde çocuğu için süt, sütü bizim evde ısıttı.”diye. Kulüp de borçlarını ödemediği için elektrikleri kesilmiş. Çok takip edilen bir adam da değildi. Neyse sabahı zor ettim. Aldım elime telefonu o siteyi aradım, “Merhaba ben, Fenerbahçe Kulübü’nden muhasebeden Mustafa.” dedim. “Lan siz nasıl adamsınız, bizim futbolcumuzun elektriğini kesmişsiniz, utanmıyor musunuz? Ne biçim insanlarsınız?” dedim. “Mustafa Bey siz de borcunuzu ödemiyorsunuz.” Dedi. “Ne borcumuz var, ödeyeceğim.” Dedim. “36 bin lira borcunuz var, biz de tabi ki de elektriklerini keseceğiz” dedi. Ben de haberi patlattım. “Parayı göndereceğiz” falan dedim ben de. Muhteşem bir haber. Ertesi gün haberi manşetten girdim, olay oldu. Ertesi gün telefon çaldı, geçen gün konuştuğum adam. “Abi merhaba, sen gazeteciymişsin, keşke deseydin.” dedi. Ben ona gazeteci olduğumu söylesem hayatta bu bilgileri alamazdım. Gazetecilikte bu tarz cinlikler yapıyorsun. Ne olduğunu öğrenmek için mecbur kalıyorsun.
Twitter’da feministlerden de linç yedim. O tweeti de canım sıkıldı, öyle attım. Moralim de iyi değildi. Evde tekim, sürekli kafa dalgın. Çaydanlık yanıyor, kafamda sürekli bir şeyler falan var. Eğlencesine bir tweet attım. O tweeti attım, ben ne bileyim feministlerin linçine uğrayacağımı? Ama ilk gelen yorum da “Abi geçmiş olsun, feminist linçi geliyor” birazdan dedi. Ben de içimden “Yok canım” falan dedim. Ben nereden bileyim bu kadar büyük bir olay olacağını? Bütün Türkiye beni konuştu neredeyse. Baya bir olay olmuştu, efsane olmuştu. Çok gülmüştüm aynı zamanda. Eğlendiğim bir linç olmuştu. Bir de hatunlar saldırıyor ya, bir de hatunlara yalakalık yapmak isteyen erkekler var. Asıl onlar pis, onlarla uğraşmak zor. O yalakalarla uğraşmak çok zordu ya. Lan tweette de bir şey yok. Hakikaten iyi niyetle yazılmış bir tweetti. Kadın evin direğidir yazmıştım. Olmadı mı işler yürümüyor dedim. Ne var bunda? Hepimizin annesi evimizin direği. Annemiz olmadığında ev yürür mü yani? Bu da öyle bir anı.
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
85
86
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
Futbolun dijitalleşmesiyle ilk ilişkim kuzenim ve bir arkadaşının blog yazıları yazdıklarını bana söylemeleri ve beni de davet etmeleri ile başladı diyebilirim. Kuzenim bana gireceğim siteyi ve adımları güzelce anlattı. Talimatlar doğrultusunda, tam sorunsuz olmasa da uzun bir uğraştan sonra belli bir aşamaya ulaştığımı ve onların “deplasmandaatacagimizbirgol.blogspot.com” adlı blogunda yazı yazabilecek hale geldiğimi düşündüğümde kuzenimden gelen telefonla sarsıldım: “balkonlarısalla.blogspot.com” nedir abi? Bu basit ve tuzaksız bir soruydu. Ancak o günden bugüneki bu Rıza Çalımbay’ın Sivasspor’u çalıştırdığı ve Fenerbahçe’nin Kadıköy’de herkesi handikapla yendiği(halk tabiriyle (“handoladığı”) dönemlere tekabül etmektedir- neden bir futbol blog sitesi için, Arabesk filminde Şener Şen’in söylediği o şarkının aklıma geldiğini bulamadım. Sanırım futbol ve buna paralel olarak tüm sporlar endüstriyelleştikçe, dijitalleştikçe ben eskiye özlemimi kabartıyordum. Gözümde daima eski dönem maçlar, sporcular canlanıyordu canlanmasına fakat o anda Şener Şen’in dans eden kadınlardan talepte bulunduğu o sahne serbest çağrışım yapmıştı işte bir kere. Kendimi onlarca düşünce ile boğarak; karar aşamasında çok da başarılı olamadığım milyonlarca örnek dururken, isim seçiminde doğru karar vermem beklenemezdi elbette. Aynen şu anda belki de birçok kişiye anlam ifade etmeyen bu yazıyı yazdığım gibi. O günden bugüne, Rıza Çalımbay’ın çalıştırdığı takımlar kadar değişmediğim ve Fenerbahçe’nin iç saha performansı kadar kendimi geliştiremediğim ortada! İtalya 90 Dünya Kupası’dır aklımın futbola kıyısından ermeye başladığı zamanlar. Kamerun’un yazdığı tarih belki ben 6 yaşındayken yüzde yüzüyle aklımda kalmamıştı ama İtalya bayrağı renklerine bezenen maskotun topu kontrol edişi aklımdan çıkmamıştı örneğin. Skorun ekrana yansıma şekli, sağdan ve soldan gelen ve sonra ortada birleşen çizgilerle aklıma kazınmasına da hayranlık besliyordum hatta. Arka odada çoraptan yaptığım topla oynama isteğim ağır basıyor ve fakat annem ve babamın içeriden “haydi gel, maç başlıyor” sesleriyle bu isteğimi zor da olsa bastırdığımı hatırlıyorum. Yıllar ilerledikçe “ev sporları” konusunda ablam ve kuzenimle ihtisas yaptığımızı da düşünmüyor değilim. Sandalyenin oturma kısmını yerinden çıkartıp, havluyu üst ağları bile olacak biçimde yerleştirdiğimde attığım goller daha anlamlıydı. Kuzenimle Van Goebel{?} (Van Kubıl diye okunmasında fayda var) Kostadinov olur ve kutu kadar “odahol-oda” ekseninde birbirimizden kayarak top kapma mücadelesi yapardık. Dolabın orta iki çekmecesini açar, onlara üst direk muamelesi çeker ve kaleye de küçük file çöp sepetini yerleştirirdik. Frikik atarken nispeten büyük yastıkları da baraj olarak dikerdik. Sonraları, kumsalda oynanan kovalar olur ya işte onu ekmek bıçağı kullanarak azimle kesmeye çalışan ablama hayranlıkla baktığımı hatırlıyorum. Aynı noktadan kesmek önemliydi o aşamada. Saatler süren bu uğraş sonrası dibi boş hale gelen kovayı don lastiğiyle ince uzun bir tahta parçasına bağlaması ve bunu kapı kirişine monte etmemiz suretiyle yine o iç içe geçmiş meşhur çorapla az basketbol oynamadık. Basketlerde arka odadan gelen “panyalı... Ricky O’neal Winslow” sesleri belki bazılarını rahatsız etse de sportif faaliyetler bir tutkuydu bizim için.
Zaman içinde, hayatın doğal akışıyla, yaşın ilerlemesiyle ve birçok unsurla bu tutkumuz törpülenebiliyor, yok olabiliyor kimi zaman. Ancak sporda yazılan hikayeler, efsanevi anlar, üzüntünün ve sevincin zirve noktaları, bizi güldürebilecek, ağlatabilecek, duygulandırabilecek o anlar hiç bitmiyor. Misal İtalya 90 Dünya Kupası’nda Kamerun kalesini koruyan Thomas N’Kono’dan etkilenen Gianluigi Buffon oğluna Thomas adını koymuştur ve daha sonra efsaneleşen, karizmanın kitabını yazmış, sporda gösterilmesi gereken azmin, çabanın, içimizde olması gereken tutkunun sahibidir bu sporcu. Spordaki etkileşime başka bir örnek vermek gerekirse; Tracy McGrady’nin (Çreyzi Mıgıredi diye okumakta fayda var) 35 saniyede 13 sayı atarak ve arada taktik faulden bolca sayı yemelerine rağmen San Antonio’yu dize getirme anları vardır. Spora azıcık ilgi duyabilecek bir çocuğa 1 dakikalık görüntüleri izletseniz T-Mac’in yaptıklarına hayranlıkla bakacağına emin olabilirsiniz. Hayatımda kendimi güçsüz, bıkkın, yorgun, bitkin hissettiğimde açar izlerim hala. O son anlara yaklaşırken ortaya düşen top için adeta “bana bırakın, kimse dokunmasın” diyerek topa atlayışı ve üçlük çizgisine yaklaşmakta iken 4 San Antonio’lunun savunma çabaları arasından sıçrar, bulutların arasından sıyrılmaya çalışan güneşin doğuşu gibi yükselir, topu sokar, bir sayı ile maçı aldığında döner ve fırtına koparan, şimşek çaktıran bir patlama ile kolunu savurur ve ağır çekimde bağırırken zaman durur! Gregg Popovich, Bruce Bowen hatta takım arkadaşı Yao Ming dahi hiçbiri inanamaz aslında. O gün maçı kaybettik diyerek salonu terkeden Houston Rockets taraftarları sporun ruhuna aykırı hareket etmişlerdir. Tarih tam da böyle anlarda yazılır işte. Sporun bugün geldiği nokta belki dünyanın en saf, en naif olgusu değil. Karanlıkta kalan, mantığımıza uymayan, sonuca ulaşmayan, ulaşsa da aklı selim insanları tatmin etmeyen birçok parametre mevcut olmuştur ve dahası da olacaktır. Ama bu noktada sporsever olarak, sporun esas ruhunu, etkisini anlamaya çalışanlar olarak saha içinde varolan güzelliklere odaklanabiliriz. Tıpkı her şeye rağmen, hayatın her alanındaki olumsuzluklara rağmen iyi yönleri görmeye ve mutlu olabilmeye çalışmak gibi. Kim bilir belki tüm kötülükler bir günde toplanıp göç etmeye karar verirler. Yoksa biz gideceğiz belki de Cem Karaca’nın dediği gibi:
İşte geldik gidiyoruz, Bilinmez bir diyara. Eskiden karpuz idik. Şimdi döndük biz hıyara!
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
87
88
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
OAKA’da müthiş bir uğultu, Gate 13 tribünü her zamanki gibi formunda. Takımlar ısınmak için parkeye çıkmış, ancak salondaki sigara dumanı hala varlığını ve etkisini sürdürüyor. Tabi bu dumanın tamamının sigara dumanı olduğu da şüpheli. Yunanca’ya aşinayım; yeni bir dil öğrenirken önce küfürleri öğrenirsiniz. Pana tribünlerinden oyuncularımıza muhtemelen içeriği hiç de sevimli olmayan küfürler yağıyor. Bu küfürlere, nereden ele geçirdilerse, parkeye atılan cam parçaları eşlik ediyor. Durumu Euroleague temsilcisine bildiriyoruz, “Raporumuza ekledik” diyorlar. Durumu düzeltmeye yönelik herhangi bir adım yok. Euroleague Final 8 duman altı oynanacak. Tam o sıralar, bir kaç yıl önce bu salonda “King is back” pankartıyla karşılanan, basketbol tanrılarıyla arası gayet iyi Zeljko Obradovic tünelden parkeye doğru yöneliyor. Tüm salonun aynı anda ismini haykırışını ve tüm taşkınlıkların bir anda son bulduğu o anı sanırım ömrüm boyunca unutmayacağım. Seriyi de 3-0 kazanıp F4’a kalıyoruz; sonrası malum, Dünya’nın en güzel takımı, ülkemize Avrupa’dan gelen en büyük kupayı kaldırıyor. Obradovic, kulüp personelinin ve yöneticilerinin, doğal bir saygı beslediği mercilerden biriydi. Birine saygı duymanız gerekiyorsa, mevki gereği kendisine saygı duyarsınız ancak bu duyguyu, o kişinin size ve çevresine, ayrıca bulunduğu sportif ortama yaptığı katkı ve uyandırdığı pozitif duyguyla beslersiniz. İşim gereği kendisinin ilk idmanlarından birinde bulunduğum sırada, yanımdan geçerken “Hello” deyişinden nasıl bir anlam çıkarmam gerektiğini biliyordum mesela. Bir Euroleague medya gününde, takım ve koçların çekileceği toplu bir fotoğrafa, neden malzemecilerin ve diğer idari personelin çağırılmadığının hesabını sormuştu Obradovic bizlerden ve özellikle takım medya sorumlusu İlker Üçer’den. Karşınızdaki kişi %100 haklı olunca, karşı koyacak bir argüman gelmiyor aklınıza. İlker de “You are right coach, sorry” demekle yetinmişti.
Fenerbahçe Erkek Basketbol Takımı o yıl zorlu bir sezon geçiriyor ve Baskonia maçını talihsiz bir şekilde kaybediyor. Taraftarın bir kısmı, baltalarını çıkarmış, eleştiriler fazlasıyla acımasız. Keza Koç Obradovic de aynı oranda takımına karşı kızgın. Basketbol şubesindeki arkadaşlarla konuşuyoruz, onlar da gergin, umutsuzluk emarelerini kendini göstermiş durumda. Takım oteline gidiyor dönemin Başkanı Aziz Yıldırım. Obradovic, maçın ardından takımına, kendisini tanıyanların tahmin edeceği üzere sitemden bir tık öte bir konuşma yapıyor. Otelde buluşan Başkan ve Koç görüşmeye başlıyorlar. Aziz Başkan Obradovic’e sportif hiç birşey sormuyor, sportif hiçbir eleştiri yöneltmiyor. Şaşırıyor bu duruma Obradovic. “Ne gerekiyor, sana ne lazım, ne değişiklik gerekiyorsa, ne adım atılması gerekiyorsa biz senin arkandayız” diyor. Obradovic müthiş mutlu oluyor bu durumdan. Bir kaç yıl önce, Galatasaray’la oldukça gergin geçen ve sonunda Galatasaray’ın parkeye çıkmadığı seride de Aziz Başkan aynı tavrı sergilemişti; “Takımı ligden çekmek dahil nasıl bir adım istiyorsan biz senin yanındayız” mesajını vermiş, Obradovic çok mutlu olmuştu bu durumdan. Şimdi aynı tavır Baskonia maçında da karşısında duruyordu. Sonraları, kupayı kazandıktan sonra Obradovic bu anı, kupaya uzanan yolda “Kırılma noktası” olarak anlatmıştı.
Sponsorlardan gelen bir hediye veya pazarlama amaçlı gönderilen bir ürün, eğer tüm ekibine gönderilmemişse kabul etmez Obradovic. Bir yerden bir yemek daveti varsa, tüm ekip davet edilmemişse katılmaz Obradovic. Bazen sadece “En iyi koç” olmak yetmez, en iyiler arasında da en iyisi olmak gerekir. Obradovic benim kulüpte mesai harcadığım süre içinde hep en iyinin de en iyisiydi. Şu anda da bir değişiklik olduğunu sanmıyorum. Şimdilerde takım F4’da 4. olmuş, ligdeki maçlarından birinde oyuncuların, taraftarların bir bölümü tarafından ıslıklara, küfürlere maruz kaldığını duyuyoruz, görüyoruz. Euroleague’de bir tek CSKA Moskova’nın 5 yıl üst üste F4’a kaldığı bir ortamda, Obradovic’e, takıma, sanki futbola köstek oluyor muamalesi hissediyoruz. Bu takımın bu seviyelere nasıl geldiğinin matematiği yapılmadan, salt kupa başarısı baz alınarak yapılan bu eleştirilerin ne kadar haksız olduğunu ben kendime gönül rahatlığıyla anlatıyorum. Çıkardığım sonuç, sevgili Alper Öcal’ın twitter hesabında paylaştığı post ile birebir aynı: Efes’in maksimum şartlarda gelip ejderha çıkardığı bir maç üzerinden bir kısım Fenerbahçe taraftarının, kurması yıllar süren, tüm Avrupa’da öykünülen bir yapıyı çizebiliyor olması spor kültürsüzlüğünün bir sonucu. Burası F4, kaybetmek de var. Üzülmek, eleştirmek doğal ama yıkmak değil.”
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
89
Vitoria-Gasteiz... “Basketbolun Başkenti” diyerek karşılıyor şehir sizi. Final Four etkisi şehrin her yanında hissediliyor. Ancak bu şehir sadece Final Four var diye basketbol güzellemesi yapıyor değil. İsterseniz gelin biraz yakın geçmişe uzanalım ve o bölgedeki basketbol kültürü nasılmış bakmaya çalışalım. Şehrin salonunda herhangi bir maça; kilometrelerce öteden, televizyon başında bile denk gelseniz şehir sakinlerinin, genci, yaşlısı, kadını, erkeği ile her koldan şehrin takımını desteklediklerini ve takımlarına her daim sahip çıktıklarını bir bakışta anlarsınız. Ben de televizyon başından Bask insanının bu tutkusuna tanıklık etmiştim sadece. Ta ki 2016 Final Four için Berlin’e gidene kadar. Alexandraplatz Meydanı’na ilk ayak bastığımda, “Final Four” meyvesinin neye benzediğini ilk kez yerinde tadacak olmanın heyecanıyla bir sağa bir sola ilerliyor, meydanı kaç kez turladığımın hesabını ise yapamıyordum doğal olarak. Bir kıvılcım Lokomotiv Kuban ile oraların gediklisi CSKA Moskova Rusya’yı temsilen çok az sayıda bir toplulukla yer alıyordu orada. Fenerbahçe taraftarlarının bir kısmı Madrid ile hesabı açmıştı, bir kısmı benim gibi ilk kez oradaydı, ama hepsi o heyecanı yaşa ve yaşat felsefesini benimsiyordu. Marşlar ve tezahüratlarla inletiyordu Berlin’i. Fakat kendilerine belli bir köşe belirlemiş, sayıları belli ölçüde olan, birbirini tutan, koruyan, kollayan; tam anlamıyla “kemik” bir taraftar topluluğu da oradaydı ki eğlenmek ne demek biliyorlardı. O zamanki adıyla Laboral Kutxa. Final Four coşkusunu en doğru yaşayan onlarmış gibiydi. Bandoları vardı, sadece kendi taraftarlarını değil herkesi coşturabilecek, eğlendirebilecek kapasitede ve bir o kadar da eğlenceli insanlardan oluşan. Samimilerdi.
90
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
Genç taraftar gruplarıyla hoş sohbetlerimiz oldu; atkı değişimi yaparken ufak hileler yapsak da çok önemsemediler. Normalde t-shirt verip atkı almak genelde hoş karşılanmaz elbet. Onlar durumu güzellikle ifade etmeye çalıştıklarında; kuzenimle o atkının 20 yılı aşkın bir süredir hiç yıkanmadığını, gerektiği şekilde vurgulayınca hiç kızmadılar. Meydanda dolaşırken, bizde olsa en fazla örgü örebilecek, 70 yaş civarında oldukları su götürmez üç adet hanımefendiyi Laboral atkısı ile görünce kendilerine büyük saygı duyduk, onlarla ve coşkulu her yaş grubundan taraftarları ile skorlara aldırmaksızın fotoğraf çektirdik, maç analizi yaptık, eğlendik. Geçtiğimiz aya dönecek olursak; şehrin şirin tren istasyonundan meydanlarına doğru ilerlerken, valizin tekerleklerinden gelen sesler şehrin huzurlu atmosferini bozuyormuş hissine kapılıyordum. Memleketimizde bu tarihte bulut ve yağmurun varlığına burun kıvıran çok olur, orada ise bu durumu kimse dert etmiyor gibi. İnsana yaşadığını hissettiren güzel duygulara sarılmayı bilen bir topluluk olduğunu hissettiriyor Bask insanı. Fan Zone’a göz attığınızda yediden yetmişe herkesin sportif faaliyetlere iştirak etmeye gönüllü olduğunu görüyorsunuz. Sokaklarında koşan, bisiklete binen, yürüyen insanları hiç eksik olmuyor. Kültürlerine sahip çıkıyor; sanata, spora, yeşile önem veriyorlar. Yerden metrelerce yükseğe kurdukları geçitler, yeterli büyüklükteki tüneller o kadar simetrik ki, bunların varlığı; yeşilliğin, doğanın, güzelliğine anlam katıyor. Bask bölgesinden birçok bisikletçi yetişmesine şaşmamak gerek zira bu güzel manzaranın tadını çıkararak çevrilen her pedal insana huzur verir, insanın kendini güçlü hissetmesini sağlar. Nefes alabildiğini bilir bu sporcular.
Farklı olana ilgi duyan bakışlar atarken rahatsız edici olmamayı başaran ve hemen hemen hepsi “burası bizim, biz taraftarız ve takımımızı sahipleniriz” diyen tüm yaş grubundan saygılı insanları barındıran bu topluluk kendi salonlarında, kendi takımlarının forması ve atkısıyla daima yer aldılar. Fernando Buesa Arena’da, yolu kendi şehrinden geçmiş eski oyuncularını alkışlarken, sevmedikleri rakiplerinin özelliklerini de bilerek onları ıslıklamaktan geri durmadılar ve her fırsatta, hep bir ağızdan “Baskonia lo lo lo lo lo lo lo loooo! Lo lo lo lo lo lo lo looo lo lo lo lo lo lo lo looo ooooo Baskonia!” diye bağırdılar. “ Final Four neden buraya verildi, ulaşım zor” diye düşünen, “salonu berbat yerde, insanlar İngilizce bile konuşamıyor” diyen birçok Türk oldu. Ancak genele baktığımızda basketbol kültürünü Avrupa’da yansıtmak, o değere nasıl sahip çıkılabildiğine inanmak için, spora nasıl bakıldığını, farklı gözlerle, farklı noktalardan izleyebilmek için kanımca mükemmel bir noktaydı Vitoria-Gasteiz. Sonuç olarak; Bask bölgesine gidenler, o bölgeyi, bölge insanını ve onların yansıttığı sportif ruhu görürken, Final Four’da yer almanın keyfini tattılar. Basketbolun birleştiriciliğini, spora bakışı ve tutkuyu gözlemleyerek kendi kültürlerini de Bask insanının gözlemesine katkıda bulundular. 2019 Final Four’unu, başarı odaklı ülkemiz için, sonuçlardan bağımsız değerlendirmek istersek Karl Ove Knausgaard’ın Kavgam adlı kitabındaki şu söze başvurabiliriz: “Geleceğin vadettikleri ne kadar baştan çıkarıcı olursa olsun, anlık ihtiyaçlara her zaman yenik düşerdi.”
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
91
92
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
93
94
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
95
96
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
97
98
Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
99
100 Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
101
102 Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
103
104 Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
105
106 Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
107
108 Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
109
110 Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
111
112 Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
113
114 Haziran 2019 | DeplaseDergi.com
DeplaseDergi.com | 2019 Haziran
115