Bizbiriz dergisi 1 sayi

Page 1

?

“Onların içlerinde size karşı duydukları korku, Allah’a olan korkularından daha şiddetlidir. Böyledir, çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.

Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar.

Bizbiriz

dergisi

Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir.

Sayı 1 Şubat 2013 ISSN:2147-642

Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur. “ Halk arasında Haşr diye şöhret bulmuş surenin 13-14 ayeti celilesi

KANAYAN YARAMIZ Müslüman Coğrafyası


BEZİRCİLER İ CNC İ Makina Otomotiv Sanayi M

CNC Torna-CNC İşleme Merkezi

Süleyman BEZİRCİ 0 536 425 82 15

Emre BEZİRCİ 0 506 903 83 47

Zafer Sanayi Yeni Dergi Sokak No:58 Selçuklu/KONYA/TR

TEL:+90.332.249.79.97 E-mail: bezirci_cnc@hotmail.com


EDİTÖRDEN Şubat 2013

bismillahirrahmanirrahim Esselamu Aleyküm Kıymetli okurlar, Allah-u Teâlâ’ya yarattığı mahlûkatın zerreleri adedince şükürler olsun ki, birbirinden kıymetli kardeşlerimizin de katkılarıyla dergimizin ilk sayısıyla karşınızdayız. Evvela dergimizin yayın hayatına başlamasında bize yol gösteren, bizi cesaretlendiren, bizlere her türlü desteği sağlayan varisün-nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) hocamıza ben ve arkadaşlarım adına teşekkürü bir borç bilirim. Rabbim Hocamızın himmetlerine nail olmayı cümlemize nasip eylesin. Kıymetli kardeşlerim, dergimizin ilk sayısında birbirinden kıymetli yazılarla karşınızdayız. Sahab-i Kiramın sadakat timsali hazreti Ebu Bekir (radyallahu anh), adalet timsali halife Ömer bin Abdülaziz (radyallahu anh), günlük hayatımızın vazgeçilmez parçası otomobiller gibi okurken hem hoşça vakit geçireceğiniz hem de kıymetli bilgiler öğreneceğiniz konulara değinmeye çalıştık ve dergimizin en kıymetli köşesinde hocamızın ebedi saadete ulaştıran, değerini bildiğim kelimelerle ifadeye imkanım olmayan yazısıyla sizleri baş başa bırakıyoruz. Mübarek hocamızın duası ve işaretiyle çıktığımız bu yolda Allah-u Telala’ nın izniyle hayr bulacağımızdan şüphemiz yoktur. Bu ilkeyle hareket edip yılmadan dergimizin ilk sayısının kısa zamanda çıkmasında emeği geçen iman erlerine de teşekkür eder birlikte nice yollar yürümeyi Cenab-ı Hakk’ tan niyaz ederim. Kıymetli okurlar, unutmayalım ki BİZ BİRİZ ve biz bir olduğumuz sürece kuvvetliyiz, kıymetliyiz. Sizlerden bu yolda muvaffak olmamız için dualarınızı bekleriz. Okurken faydalı ve hoş vakitler geçirebilmeniz ve bir sonraki sayımızda tekrar birada olabilmemiz duası ile... Allah’ a emanet olun. Duran TOKLUCU

Bizbiriz Dergisi İmtiyaz Sahibi Bizbiriz Derneği adına Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan Genel Yayın Koordinatörü Kadir Aydın Editör Duran Toklucu Grafik – Tasarım Faruk Erhan Fotoğraf Bahadır Aktaş Reklam Koordinatörü Ahmet Navruz Samet Dünsöz Yayın Kurulu Faruk Kul Ebubekir Onhan Selman Bahar Safa Ak Ayşe Tunç Ümmü Haram Baskı Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti. Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14 Konya Tel : 0 332 342 01 55 Fax : 0332 342 21 63 www.ermanofset.com Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin elektronik ve basılı ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir. Abonelik İşlemleri Bizbiriz Derneği Şeyh Sadrettin Mahallesi Turgutoğlu Sokak No:9 Meram / KONYA Tel : 0 332 353 27 00 0 541 248 65 28 - 0 507 577 22 25


içindekiler 12 10

İSLAM KORKUSU 46

BİZBİRİZ SEVDASI

OTOMOBİLERDE YAKIT TASARRUFU

FIKIH 25 VADE FARKI

33 MADDİ VE MANEVİ

DİNÇ BİR HAYAT ÜZERİNE

27

TARİHTE 43 ŞUBAT OLAYLARI 6 KANAYAN YARAMIZ

MÜSLÜMAN COĞRAFYASI 40

HİKAYE

HAYDAR 41

4 • Bizbiriz Dergisi

İLGİNÇ BİLGİLER

Hocamızın Sohbetinden:

AKIL SUYU

HOCAMIZDAN 26

VECİZELER

36 SIDDIK-I EKBER

HZ. EBUBEKİR

ÖMER SAADETLİ BİN ABDULAZİZ HAYAT 15

OSMANLI’DA BİLİMİN “ALAMET”İ 42


Bizbiriz

dergisi

Bizbiriz Dergisi • 5


Kafir her zaman tek millettir. Farklı ırk, devlet de olsa Müslümana ana karşı birleşme konusunda birdir. 6 • Bizbiriz Dergisi


KANAYAN YARAMIZ

MÜSLÜMAN COĞRAFYASI Varisü-n Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) slam dünyasında asırlardır süregelen zulüm acımasız yüzünü bugün Suriye’de gösterdi. Dokuz yıl önce aynı senaryo Irak’ta oynanmıştı. Senaryoyu yazanlar aynı, başrol oyuncuları zalimler aynı, üzerinde oyun oynanan mazlumların isimleri değişse de dinleri, Rasulleri, kitapları, kıbleleri aynı. Müslümanlar. Irak’ta ileri sürülen sebep, Suriye’de de ileri sürülüyor; Kimyasal silahlanma. Dün Irak’ta bulamadıkları kimyasal silahları, bugün Suriye’de arayacaklar. Ve tabii ki bulamayacaklar. Bulmaları da mümkün değil zaten. Olmadığını onlar da biliyor. Kafir her zaman tek millettir. Farklı ırk, devlet de olsa Müslümana karşı birleşme konusunda birdir. Müslümana karşı bir olurlar, birlikler oluştururlar, İslam’a karşı yardımlaşırlar.

İ

Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur Saffat diye meşhur surenin 25- 26- 27 ayetlerinde;

ÀÈ ÂǂÉ ǏƢ È ÈǼºÈƫ ȏÈ ǶÌ ǰÉ Èdz ƢǷÈ ÀÈ ȂǸÉ ÊǴLjÌ ÈƬLjÌ ǷÉ ¿ÈȂÌ ºÈȈÌdz¦ ǶÉ ǿÉ DzÌ Èƥ Ç ǠÌ ºÈƥ ȄÈǴǟÈ ǶÌ ȀÉ ǔ ÀÈ ȂÉdz ƢLjÈ ÈƬºÈȇ ǒ É ǠÌ ºÈƥ DzÈ ÈƦºÌǫÈ¢ÂÈ Size ne oldu ki birbirinize yardım etmiyorsunuz? Evet, onlar o gün zilletle boyun eğeceklerdir. (İşte bu duruma düştükleri vakit) onlardan bir kısmı, diğerlerine yönelir, birbirlerini sorumlu tutmaya çalışırlar. Ey kafirler! Ey Müslümana karşı bir olanlar! Niye yardımlaş mıyorsunuz?

Hani dün dünyada idiniz, esfel-i safilinde idiniz. Dünya, yani aşağıların aşağısı manasına gelen yerdeydiniz ve birbirinize destek oluyordunuz. Haçlı ordularının adını değiştirip, ‘Barış Gücü’ koyuyordunuz ya...

Bizbiriz Dergisi • 7


Ne oldu size? Bugün cehenneme karşı, onun yakıcı azabına karşı yardımlaşsanız ya! Allah-u Teala, onlarla alay edercesine, soruyor; “Niye yardımlaşmıyorsunuz? “ Hani Suriye’ye İsrail uçakla saldırırsa sesinizi kısıyorsunuz, görmezden gelip, kulaklarınızı tıkıyorsunuz. Lakin eğer bir Müslüman veya bir Türk Suriye’ye misillemede bulunacağım derse, kıyametleri koparıyorsunuz. Günlerce sansasyon yapıp, medyadan indirmiyorsunuz. Şimdi ne oldu size? O gün yardımlaşıyordunuz ya dünyada bugün niçin yardımlaşmıyorsunuz? Hani dün dünyada idiniz, esfel-i safilinde idiniz. Dünya yani aşağıların aşağısı manasına gelen yerdeydiniz ve birbirinize destek oluyordunuz.

8 • Bizbiriz Dergisi

Haçlı ordularının adını değiştirip, ‘Barış Gücü’ koyuyordunuz ya. Dün haçı boyunlarından ayakuçlarına kadar indirenler bugün yine üstlerinde taşımıyorlar mı? Dün Allah’ın ordusuna karşı savaşanlar bugün yine aynı orduya karşı savaşmıyorlar mı? Bir tarafta barış gücü kurulmuş. Bir Hıristiyan ülke veya sömürdükleri bir ülke saldırırken insan haklarını hiç aramayan kuruluşlar, Müslüman bir ülke ayaklandığında, hakkını aradığında onu terörist ilan ediyorlar. Irzını, malını, namusunu, memleketini savunmak terörizm oluyor. O gün yardımlaşıyordunuz ya, hani o gün barış gücünü kurdunuz, Avrupa Birliği’ni kurdunuz, Birleşmiş Milletler’i kurmuştunuz ya ne oldu bugün? Niye yardım yapamıyor-

sunuz? Niye yardımlaşmıyorsunuz? Hani dün Müslümanların, dün müminlerin işine karışıp duruyordunuz ya, dün onların aşkını, muhabbetini, sevgisini, İslam’ın sıcaklığını her tarafa götürelim demelerini terörizm diye adlandırıyordunuz ya. Bugün tıkılın bir yere, cehenneme. Hadi yardımlaşın bugün. Şimdi teslim oldunuz değil mi? Dünyada cezaevlerine, Guantenamo’ya atıyordunuz ya Müslümanları bugün siz girin bakalım ahret cezaevine. Hadi gelin bakalım burada yardımlaşabiliyor musunuz? Rabbim bizi tez zamanda bir olanlardan eylesin. Gönlümüzü İslam’da, salih amelde sabit kılsın. Âmin…


HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun Sohbetlerinden derlenen

ON HAFTA SOHBETLERİ 1-2-3-4 ve HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun derlediği

MUHAMMED (SA.V) ‘İİN DUA HİZBİ

ON HAFTA SOHBETLERİ 3

MUHAMMED (s.av) DUA HİZBİ

ON HAFTA SOHBETLERİ 2

ON HAFTA SOHBETLERİ 1

ON HAFTA SOHBETLERİ 4

Varis-ün Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın “On Hafta Sohbetleri” ve Hz.Muhammed (s.a.v)’in Dua Hizbi serisini, Bizbiriz Dergisi ‘nin hediyesi Bizbiriz Dergisi • 9 olarak temin edebilirsiniz


BİZBİRİZ SEVDASI Yaratana bağlı olmadan, yaratılana faydalı olunamayacağının bilenlerin sevdasıdır bu…

10 • Bizbiriz Dergisi

M.Emin DOĞAN Kamu İç Denetçisi Cenab-ı Hakk’a hamd-ü senalar olsun ki, BİZBİRİZ Dergimizin ilk sayısı ile sizlerin huzuruna çıkmanın mutluluğunu yaşıyoruz. BİZBİRİZ, Bir sevdadır… Allah (c.c)’ın ismi ile, Allah (c.c)’ın rızası için, Allah (c.c)’ın yardım ve inayetini murad ederek atılmış bir adımdır BİZBİRİZ… Her adımda AŞK’a doğru mesafeler kat eden bir adımdır… Bir dernektir, bir dergidir ama aslında bir gönül ummanıdır… Daha dün atılmış bir adım gibi görülse de, insanlık ve İslamlık tarihiyle başlayan bir “baş başa düşünüş”, “omuz omuza mücadele” ve “el ele yürüyüş” sevdasıdır. BİZBİRİZ Derneğimizin kuruluşu 2012 yılının Şubat ayına rastlar. Ancak, 2012 yılının Şubat ayından öte bir adımdır, BİZBİRİZ serüveninin başlangıcı. Sonucu belli ama sonu belli olmayan bir sevda yüklüdür, bu serüvenin her bir sayfasına haz veren her bir satırında…


..sevmeden sevilmeyeceğini bilenlerin sevdasıdır bu..

*** Bir olmuş birden çok gönlün serüvenidir bu… Bir fakirin, bir yetimin, bir öksüzün, bir edibin, bir şairin, bir alimin, bir Abidin, bir arifin ama illaki bir kulun gönül çağlayanı olmadan yeşermeyen bir sevdadır bu… Rabbi bir olan Hz. Adem(a.s) ile Havva Anamızın çocuklarının sevdasıdır bu… Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’e ümmet olmuş, O’na ve O’ndan sonra gönderilmiş bütün nebi ve rasullere iman eden Muhammediler’in sevdasıdır bu… “Allah’ın ipine toptan

sarılarak birlik ve beraberlik içerisinde olma”yı temel düstur edinmiş gönüllerin sevdasıdır bu… Sen-ben kavgasından bıkmış, tek Rabbe ve aynı Rasule iman etmiş, aynı gemiye binmiş din kardeşlerinin sevdasıdır bu… Mevlana-Şems birlikteliğinde ki gibi; “sen seni bırak ben beni bırakayım biz olalım” düşüncesi ile yola çıkanların sevdasıdır bu… Nasıl olunması gerekiyorsa öyle olunması gerektiğini bilip Hak yolda bir ve beraber olarak gönül gönüle seyahat edenlerin sevdasıdır bu… Yaratana bağlı olmadan, yaratılana faydalı olunamayacağının bilenlerin sevdasıdır bu… Emrolunduğu gibi dosdoğru olunmadan, zulüm ile adaletin ayrılamayacağına inananların sevdasıdır bu... S e v m e d e n sevilmeyeceğini bilenlerin sevdasıdır bu… *** Derneğimizin açılışında söylediklerimizi, Dergimizin ilk sayısında bir kez daha teyit etmek isteriz ki; Gerçek manada

kardeşlikleri tesis edecek temel ilimleri öğrenip hayata tatbik etmek ve ettirmek temel hareket metodumuz olacaktır. Amaç ve hedefimiz, Bireysel ve toplumsal hayatı etkileyen; ahlaki, kültürel, siyasi, sosyolojik, tarihi ve dini ilimlerin, toplumun bütün kesimlerinde öğrenilmesini ve uygulanmasını geliştirmek” olacaktır. Bu sevdanın neferleri olarak biliyoruz ki; Abdullah Murat Şükrüoğlu (k.s) Hocamızın söyleyişi ile, “ilim amelle birleşince kılıcı gülleştirir, ümmeti birleştirir”. Bunun için, derneğimizin ve dergimizin ağırlıklı ve hatta bütün çalışmalarını, ilim ve amelin artırılmasına yönelik çalışmalar oluşturacaktır. Meselemiz,“ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektedir” diyen Yunus Emre misali evvelen kendimizi bilerek rabbimizi bilmektir. Niyet halis akıbet hayırdır. Aşk’a giden bu sevdanın nefesinde kaybolmak arzusu ile selam ve dua hayr ehline olsun…

Bizbiriz Dergisi • 11


İSLAM KORKUSU Selman Bahar slamiyet on dört asır boyunca çok geniş bir coğrafyaya yayılmış bir dindir. Asırlar boyunca birçok kültürü etkilemiş, sosyal anlamda medeniyet binalarının inşası için gereken harç olmuştur. Yaşadığımız tarihin bu döneminde Dünya üstünde onlarca İslam devleti ve bir buçuk milyardan fazla Müslüman vardır. Farklı coğrafi, etnik, siyasal, ekonomik şartlara sahip milyonlarca insan aynı kurallara riayet etmeye çalışıyor. Tek Allah’a inanıp, yaşamaları gereken hayatı Allah katından bir müjde olan Kur’an-ı Kerim’den öğrenmeye, son nebi Hz. Muhammed (S.A.V)’in yolundan gidip O’nun gibi olmaya çalışıyor. Bu tabloya bakıldığında gayeleri bireysel ve toplumsal olarak erdemli, vicdanlı, kendilerine tanınan sınırları bilerek yaşamak olan bir toplumun, kendisinden olmayanlara zararı ne olabilir ki… Peki Müslüman olmayan insanlar neden İslam’dan ve Müslümanlardan rahatsız olu-

İ

12 • Bizbiriz Dergisi

yor? Dünya üzerindeki terörist eylemlerden felaket senaryolarından neden hep Müslümanlar sorumlu tutuluyor? Bir Müslüman’ın sahip olması gereken görünüm iyiliğe çağıran timsalken, insanları neden Müslüman kimliğinin itici bir profil olduğuna inandırmaya çalışıyorlar? Medyatik propagandalar toplumsal karalamalar, itici senaryolarda oynatılan Müslüman tiplemeleri, insanların İslam algılarının negatifleştirilmeye çalışılması kalplerindeki İslam korkusunun tezahürüdür. Aslında korkmalarına gerek olmadığını, Müslümanların kendilerinden olmayanlara karşı zorlayıcı olmayacaklarını bilseler, belki Müslümanlardan olurlardı. Korkularını aşanlar kazananlardır. İslamiyet korkusu Batılı devletlerin ve Avrupalı halkın büyük çoğunluğunda bir hastalık gibi yayılmış durumda ve yayılmaya devam etmekte. Bu hastalık İslami kimliğe saygı duyamayan Batılı devletlerde kendi-

ni, zaten kötü durumdaki güçsüz Müslüman devletlerin yaşam alanlarına saldırma olarak gösteriyor. Tarih boyunca ne zaman biraz güç bulsa Müslüman devletlere saldıran gayrimüslim devletler bunu korku psikolojisinde ve belli bir mantıkla yapıyorlar. Bu mantık İslam’ın dünya üzerinde güç kazanmasını engellemektir. Batılı devletler İslam toplumunun birleşmesinin ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlar ve güçlerini sırf İslami bir koalisyon kurulmaması adına harcıyorlar. Çünkü biliyorlar ki, birleşmiş Müslümanların önünde durulmaz. Müslümanlar eğer birleşirde tek çatı altında irade gösterirse o zaman tarihteki örnekler gibi Dünya hâkimi tekrar Müslümanlar olur. Son yüz yıldır gücünü yitirip birbirinden kopuk yaşayan onlarca İslam devletinin zayıflarının eziyet çekmesinin, zulüm içinde olmasının sebebi de budur. Dünyaya hakim tek sözün


“La İlahe illallah MuhammedurRasulullah” olmasını istemedikleri için bizi zayıflarımızla uğraşarak, kardeşlerimizin kanlarından sulanarak acıtıyorlar. Önce sömürge yönetimleri vardı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra manda ve himaye yönetimlerini kurdular. Özellikle Soğuk Savaş Dönemi’nin bitimiyle zayıf halkları sömürmenin adını insani/insancıl müdahale koydular. Mantık ve amaç hep aynıydı; ekonomik ve siyasi anlamda İslami bir birleşmenin önünü kesmek. Bunun adına ister sömürge devletler desinler, ister insani kaygılarla devletlerin iç karışıklarını gidermek… İnsani kaygılar öne sürülerek Müslüman devletlere yapılan askeri operasyonların sonu hep gayrimüslim devletlerin çıkarlarını kısmen ya da tamamen elde etmesiyle sonuçlanmıştır. Bu operasyonlardan Körfez Savaşı’nı çıkar sağlamak adına yapılmış operasyonlardan biri olarak açıklamakta fayda var. 1988 yılında izleri bulunan Irak-Kuveyt arasındaki ekonomik anlaşmazlıkların 1991’de zirveye tırmandığı ve sıcak çatışmaya kadar giden Körfez Savaşı’nda, nedense Amerika ve Avrupalı devletler “uluslararası barış ve güven ortamının zarar gördüğünü” dile getirerek olaya müdahil olmak istediler. ABD “Çöl Fırtınası” adlı Birleşmiş Milletler’in askeri operasyonunun emir-komutasındaki devletti. 42 gün süren ve Irak’ın Kuveyt’ten birliklerini çekmesi sonucu, ABD’nin “amaca ulaşıldığı için ateşkes ilan ederek”

sonlandırdığını belirttiği operasyonun sebebi ise “Kuveyt’e karşı yapılan insan haklarının ihlali sonucu Kuveyt’in müttefiklerince meşru müdafaa hakkının kullanılması” şeklinde belirtildi. Aslında tablo bu şekilde oldukça vicdanı gelebilir. Hatta ABD’ye teşekkür bile edesi geliyor insanın. Ama operasyonun altında yatan menfaat zincirine bakıldığında durum daha iyi anlaşılıyor. Basra Körfezi bölgenin petrolünün Dünya ülkelerine transfer edildiği körfezdir. Ayrıca ABD ve Asya arasındaki ticaret yollarından birisidir. Eğer körfez Irak’ın imtiyazına geçseydi, ABD zaten petrol konusunda anlaşamadığı Irak’la bir de

körfezde karşı karşıya gelecekti. Asya’dan gelen ucuz hammaddenin seyir yolu değişecek ve ticari kaygıları daha da artacaktı. Bu yüzden “Müttefikim.” diyerek Kuveyt’in yanında yer alma ihtiyacı hissetti. İkinci bir durum ise Kuveyt’in kontrolünü elinde bulunduran Irak Orta Doğu’da eskisinden güçlü hale gelecekti. İslam camiasının Dünya politikasında bir büyük kozu da Dünya petrol ticaretine ortak olan Müslüman bir devletin varlığı olacaktı. Sırf bu kaygılar yüzünden yapılan operasyon ne yazık ki vicdani bir operasyonmuş gibi göründüğü için BM üyesi

Müslüman devletlerinde onayıyla yapıldı. Uluslararası sistemi etkileyen birden fazla aktör ve olayın aynı zaman dilimi içinde yaşanması, çoğu zaman karar verecek organların tabloyu tam anlamıyla görememesine sebep oluyor. Zaman, olay, aktör faktörlerin oldukça fazla iç içe geçmesi de hızlı karar verilmesi gereken durumlarda yanlış kararlar verilmesine, yanlış safta yer alınmasına neden oluyor. 1991’de Müslüman kimliği ağır basan, halkının çoğu Müslüman olan devletlerin Körfez Savaşı’nda düştüğü hata belki buydu. Belirtmekte fayda var ki, biz Irak’ın Kuveyt’e karşı takındığı tutumu, Kuveyt’e askeri birliklerini göndermesini savunmuyoruz. Fakat bizim dile getirmeye çalıştığımız düşünce Kuveyt ile Irak’ın arasında dengeyi kurmak için İslami birimlerin olmayışının ortaya çıkardığı sorundur. Müslümanların oluşturduğu bir ortak karar alma birimi olsaydı, İslam devletlerinin danışma birimi olsaydı bu karışıklığı çözmeye Avrupalı devletler yeltenemeyecek, zemin bulamayacaktı. 1991’de hiçbir İslam devleti kendi başına ne Irak’la görüşmeler yapmayı, içinde bulunduğu ekonomik buhran yüzünden sağduyusu zarar görmüş Irak Hükümeti’ni karşısına almayı göze alabilirdi ne de BM üyesi Avrupalı devletlere “Siz karışmayın bu meseleye.” demeyi göze alabilirdi. Körfez Savaşı’ndan daha yakına, bir iki yıl öncesine bakacak olursak durum küçük de-

Bizbiriz Dergisi • 13


ğişmelerde olsa İslam Âlemi için vahametini korumaktadır. Arap Baharı diye adlandırılan, Mohamed Bouazizi adlı gencin, Tunus/El-Tahrir Meydanı’nda Aralık-2010’da kendini yakması ile başlayan süreç Arap Dünyası’nda uzun yıllar rejimlerini sürdüren devlet adamlarının bir bir iktidarlarını kaybetmesine sebep oldu. Tunus’tan Yemen’e, Yemen’den Mısır’a, Mısır’dan Suriye’ye, Suriye’den Bahreyn’e, Bahreyn’den de Libya’ya yayılan bu demokrasi hareketi yayılması esnasında Cezayir, Lübnan, Ürdün, Moritanya, Sudan, Umman, Suudi Arabistan, Cibuti, Fas, Irak, İran, Kuveyt, Batı Sahra, Mali gibi birçok İslam devletinin içişlerinde irili ufaklı karışıklıklara, halk ayaklanmalarına sebep oldu. Arap Baharı 21. Yüzyıl’ın en büyük sosyolojik olayı olarak adlandırılıp, tarihi terminolojide yerini aldı. Aslında bize İslam Âlemi’nin içinde bulunduğu durumu anlatan, Müslümanların yıllar boyu biriken eksikliklerini, manevi anlamda yitirdikleri değerlerin bedelini gösteren çok güzel bir tablodur. Bir yandan Müslümanların haklarını aramalarına sevinecek olurken, diğer yandan komplo teorilerini akla getirip düşünmek lazım. Yıllardır az ama yeterli kazanan Libyalı, Mısırlı, Suriyeli vs. Müslümanlar neden alabora bir ekonominin içinde buldular kendilerini? Bir iki yıl içinde neden demokrasi sevdasına düştüler? Neden Avrupa’nın kültürüne uygun olup olmadığı onlara kalmış ama İslam Kültürü’nün ağırlığını kaldıramayacak kadar sığ sayılabilecek demokrasi anlayışının savunucusu oldular? Acaba biz Müslümanlar devletler bazında birbirimizi çok mu yalnız bıraktık? Zora düştüğümüzde çareyi Batıda arayacak kadar mı yaşamlarımızı batılılaştırdık? Yok-

14 • Bizbiriz Dergisi

sa Batılı devletler biz ayrı gayrıyken saman altından su yürütüp, kendi isimlerini aramıza mı soktular? Ya da bu demokrasi modeli yeni isimleri Müslümanların yöneticileri yapmak için Batılı güçlerin işine mi gelir? Bu sorulara lehte ya da aleyhte birçok savunma ve cevap verilebilir. Ama yıllar bu komplo teorilerine cevap aramakla geçiyor da çözümler eksik kalıyor. Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamız hep ”En kötü Müslüman, en iyi kâfirden evladır.” der. Bizlerinde Müslüman olarak bu sözün altında yatan “Birbirinizi Müslüman olmayanlara karşı destekleyin, kollayın.” mesajına riayet etmesi gerekir. Arap Baharı denince aklımıza şu ihtimal takılıyor; Ya bu insanların siyasi ve ekonomik olarak bu kadar bunalmadan önce yardımlarına koşulsaydı… Eğer onların önlerinde inandıkları İslam gibi dosdoğru örnekler olsaydı da onlara uysalardı daha farklı olmaz mıydı? Eğer biz birbirimizin koluna girer, koluna girdiğimiz insanı sırf Müslüman diye kardeşimiz sayar, adımlarımızı bir edersek bu fiilin devamı devletler bazında kol kola girmektir. Biz bir olur, tek yumruk olursak öncenin haçlı ordusu şimdinin barış gücü iç karışıklıklardan istifade edip din kardeşlerimizi bombalayamaz.

Belki İslam toplumlarındaki bu ayaklanmaların, zulüm ve kanın sorumluları güzel örnekler inşa edemeyen nesillerdir. Fakat bu gidişatı düzeltememek bugünün gençlerinin duyarsızlığı olacaktır. Bir uçta Filistin, bir uçta Arakan, yanı başımızda beşerliğini unutmuş Beşar Esed’in zulmü altındaki Suriyeli Muhalif Müslümanlara ve Dünya’nın herhangi bir yerinde kanamakta olan bir Müslüman yarasına deva olabilmek için önce kendi yüreğimize deva olmalıyız. Sonra kardeşimize, sonra eşe-dosta, sonra komşuya, sonra bir ülke gençliğine koşacağız… Derken “Onların içinde size karşı duydukları korku, Allah’a olan korkularından daha şiddetlidir. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.” (Haşr:13) ayet-i kerimesinde anlatılan kâfirlerin gönüllerindeki İslam korkusunu diri tutmak, birlik olabilen Müslümanlara nasip olacaktır. Bizler kâfirlerin gönlüne korku salabilecek güveni kendimizde bulduğumuzda, gerçek gücü zayıflarımızın faydasına sunduğumuzda zaten bizim zayıflarımız Batının örneklerine özenmeyecektir. Kaldı ki o gücü bulursak zamanla zayıflarımızda olmayacaktır. Batı bizi örnek alacak, Rabbim hidayet bahşederse onlarda kazananlardan olacaktır.


SAADETLİ HAYAT 2. ÖMER 1. MÜCEDDİD

ÖMER BİN ABDULAZİZ (R.A.) Ebubekir ONHAN sr-ı Saadetten bahsedildiği zaman ister istemez gönül başka bir ufka dalıyor ve saadet devrinin gülleri bayıltan nefesi, nefsinin fatihleri, aydın dimağlar ve parlayan çehrelerle, abide şahsiyetler arasında; o günlere

A

hasret ve namzet bir şekilde bakarken zamanın ve mekanın ne kadarda önemsiz olduğunu haliyle hissedebiliyoruz. Güller Şahı, Sevgililer Sultanı, Sevgilisine yürüdükten sonra İslamiyet’i gönlüne tam yerleştirememiş kişilerde vazgeç-

meler ve Sevgi Sultanını (s.a.v) anlamakta güçlük çekenlerden sesler çıkmaya başladığı için dört Raşit Halifenin ağırlıklı hizmeti Kuran ve sünneti kalplerde sabit tutma ve ümmeti bir araya getirip İslamiyeti, İslamiyete uzak gönüllere yakın etme

Bizbiriz Dergisi • 15


çabası etrafında dönmekteydi. Haydar-ı Kerrar Hz. Ali efendimiz şehit edildikten sonra çoğunluğun kararıyla arşın çifte küpeleri, Rasulullah bağının reyhanları, gülleri Hz. Hasan (r.a.) halifelik görevini devralıyor ve altı ay süren hilafetlik döneminden sonra Allah Resulü Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimizi haklı çıkararak hilafetlik makamından feragat ediyordu. Çünkü Aşk Sultanı(s.a.v.) “Allah, Hasan’ın vasıtasıyla Müslümanların iki büyük ordusunu barıştıracaktır” buyurarak yıllar öncesinden haber vermişti. Böylelikle hilafet makamı Hz. Muaviye’ye geçiyor ve Emevi dönemi başlıyordu. Tabii bu geçiş bir şarta bağlanmıştı: Hz. Hasan ve Hz. Muaviye arasında yapılan bir antlaşma. Bu antlaşmaya göre hilafetlik makamı Hz. Muaviye’den sonra Hz. Hüseyin’e (r.a.) verilecekti. Fakat Hz. Muaviye’den sonra hilafete Yezid’in geçeceği söylenmekle birlikte bunu kabul etmeyenlere kılıçlar çekilmişti. Kerbübelada Rasulullah’ın torunlarına bir damla suyu çok görenlere karşı, dik bir duruş sergileyen İmam Hüseyin (r.a.)… Asırlardır ümmetin bağrında bir kısmında ilk günkü tazeliğiyle kanayan yara, bir kısmında kabuklaşmış yara, bir kısmında iz, bir kısmında ise hiçbir şey tesir etmeyen(ümmetin vefasızları)… Kerbela hadisesi

16 • Bizbiriz Dergisi

sonucu İmam Hüseyin (r.a.) şehit edilmesiyle hilafet sancağını garantileyen Yezid döneminde her ne kadar zenginlik artsa da insanlar arasındaki huzursuzluk ve geçimsizlik de o oranda artmaktaydı. Hz. Muaviye’nin, oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesiyle başlayan ve İslam’ı asıl çizgisinden koparan Emevi Saltanatı, Sultan Halife Süleyman bin Abulmelik’ in veliaht tayin etmesiyle vefatından sonra Ömer bin Abdulaziz’ in eline geçmişti. Bir gece sabaha karşı Medine sokaklarında teftişte bulunan Halife Hz. Ömer (r.a.); bir evden bir kadının kızına “süte su koy” dediğini işitir. Kızı da Emirel Müminin Hz. Ömer süte su koymayı yasak etti cevabını verir. Kadın, Emirel Müminin nereden bilecek demesi üzerine kız; O görmüyorsa Allahu Teala görüyor dediğini duyan Halife Hz. Ömer; bu hadise üzerine o kızı araştırıp oğlu Asım’a nikah eder. Asım’ın bu hanımefendiden bir kızı olur. Ondan da Ömer bin Abdulaziz dünyaya gelir. Rasulullah’ın vefatından kırk sekiz yıl, hicretten altmış bir yıl sonra Medine’de dünyaya gelen Ömer b. Abdülaziz on ikinci İslâm halifesidir. Mevlüt Koyuncu’nun Ömer b. Abdülaziz eserinde bildirdiğine göre; Babası Mervan oğullarından Mısır valisi Abdülaziz b.Mervan, annesi Hz. Ömer’in toru-

nu Ümmü Asım’dır. Eğitimine Mısır’da babasının yanında başlamış, Medine’de devam etmiştir. Medine’de, sahabelerin büyüklerinden Enes b. Malik’i ve Abdullah b. Ömer’i dinleme fırsatı bulmuştur. Hicretin seksen altıncı yılında babasının vefatı sonrası Halife tarafından Şam’a davet edilmiştir. Koyuncu’nun İbn’ül Cevzi ve Taberi’den nakl ettiği üzere; Ömer, Şam’a geldikten sonra dönemin halifesi Velid b. Abdülmelik kızı Fatıma ile evlendirmiştir. Kaynaklar Ömer’in bu evlilikten son derece memnun olduğunu belirtmektedir. Aynı tarihte Hicaz Valiliğine tayin edilmiştir. Ömer bin Abdulaziz, Rasullullah efendimizin şehri Medine’de valiliğe başlamıştır. İbn’ül Cezvi ve Taberi’de aktarıldığı üzere dönemin diğer Emevi Valilerinden farklı olarak ulemadan on kişilik bir danışman meclisi kurmuştur. Önemli kararlar vermeden önce bu meclise danışmıştır. Yedi sene kadar valilik makamında kalmıştır. 711 yılında dönemin Halifesi Velid tarafından valilikten azledilmiştir. Halifenin kısa bir zaman sonra vefatı sonrası yerine Süleyman b. Abdülmelik geçmiştir. Süleyman b. Abdülmelik’de kısa bir süre sonra hastalığa yakalanmış ve 717 yılında vefat etmiştir. Süleyman b. Abdülmelik vefatı sonrası kimi veliaht tayin ettiği bilinmiyordu. Kaynaklarda bildirdiği


üzere Süleyman b. Abdülmelik vefatı esnasında devletin sahib’i Şurta’sı olan Ka’b b. Cabir’i yanına çağırarak idareciler ile beraber bütün insanları toplamasını ve ahidnâmede ismi geçene bîat etmeleri hakkında söz aldığı belirtilmektedir. Vefatı sonrası okunan ahidnâmede Ömer b. Abdülaziz ismi okunmuştur. Bu olay esnasında hazır bulunan Ömer b.Abdülaziz halifeliğin kendi isteği doğrultusunda olmadığını ve bîatlarını onlara iade ettiğini belirtmiştir. Bunun üzerine cemaat “ Ey müminlerin emiri biz seni halife seçtik, halifemiz sensin” diyerek bîat etmişlerdir.” Ömer b. Abdülaziz öncesi Emevi halifelerinin gerek kendileri için gerekse aileleri için her türlü eşyayı hazineden almaları yanlış uygulamalarından birisiydi. O, bu uygulamaları tamamen değiştirdi ve hakkı olmayan bir kimsenin hazineden (Beytü’l mâl) hiçbir şey alamayacağını belirtti. Kendiside hazineden hiçbir şey almadı. İbn Sa’d şöyle bir olayı nakleder: Bir gün azatlı kölesi ve kâtibi olan Müzahim’den kendisine bir rahle satın almasını ister. Bir müddet Müzahim, Ömer’in beğendiği bir rahle ile içeri girer. Ömer bunu nereden aldığını sorunca Müzahim “Ey müminlerin emiri! Beytülmal’in anbarında şu tahtayı buldum ve rahleyi ondan yaptırdım “ Bunun üzeri-

ne Ömer; “Hemen koş ve çarşıda bunun kaç para olduğunu öğren gel” der. Müzahim çarşıda değerinin yarım dinar olduğunu öğrenir. Bunun üzerine Ömer “Beyt-ülmal’e bir dinar koysak kurtulur muyuz?” diye

“Ey Amr, benim hak ve adaletten bir nebzecik ayrıldığımı görürsen yakamdan tut ve “ne yapıyorsun ya Ömer” diyerek ikazda bulun.” diye ricada bulunmuştur. Aynı zamanda Ömer b. Abdülaziz döneminde halifeler

sorunca Müzahim yarım dinar ettiğini tekrar eder. Bu cevaptan sonra Ömer Beytülmale iki dinar koydurur. Bunun yanında Ömer bin Abdülaziz idareyi şu dört temel üzerine oturtulmasına çalıştı; Halife, Bölge yönetimini elinde bulunduran vali, Adaleti temin eden kadı, Vergi memuru, idarenin temeli olarak bunları oluşturmaya çalıştı.

için yapılan dua halk için yapılmaya başlanmıştır. Bernand Lewis, Tarih’te Araplar adlı eserinde; Dönemin müellifleri Emevi halifelerini Hükümdar olarak değerlendirdiklerini yalnız Ömer b. Abdülaziz’i uygulamaları ve yaşantısı ile Hulefâ-yi Râşidîn’e benzediğini bu sebepten ötürü V. Halife olarak isimlendirdiklerini ifade etmektedir.

Adaletli davranmaya özen gösterdi; yakın akrabalarından olan Mervan oğullarına haksız yere verilen devlet toprağını ellerinden alarak burayı vergiye bağladı. Aynı zamanda tabiden olan Amr. b. Muhacire;

Ömer bin Abdülazîz halîfe olduktan sonra hilâfet konağına götürülmek üzere alay atları getirdiklerinde; “Bunlar ne?” dedi. “Hilâfete mahsus bineklerdir.” cevâbını işitince; “Kendi atım, benim hâlime daha

Bizbiriz Dergisi • 17


muvâfıktır.” diyerek saltanat bineklerini geri çevirip, kendi hayvanına bindi. Hilâfet otağına gitmeyip; “Hilâfet otağında Süleyman’ın âilesi var. Ben onların rahatsız olmalarını uygun görmem. Onlar yerleşinceye kadar, benim kıl çadırım bana yeter!” buyurdu. Bu sözleri, insafı ve ahlâkî büyüklüğünü ne güzel ifâde etmektedir. Evine gitti. Âzâdlı kölesi, onun pek kederli ve düşünceli olduğunu görünce: “Bu hâlinizin sebebi nedir?” diye sordu. Cevâbında buyurdu ki: “Doğudan batıya kadar olan Ümmet-i Muhammed’in hukukunu yerine getirme vazifesi bana verildi. Bundan büyük endişe edecek şey olur mu?” Daha sonra hanımı ve amcasının kızı olan Fâtıma binti Abdülmelik’i yanına çağırıp, buyurdu ki: “Eğer benimle birlikte yaşamak istersen ziynet ve mücevherlerini beytülmâle bırak. Zirâ onlar senin yanında iken ben seninle berâber olamam.” Fâtıma, bütün ziynet ve mücevherlerini beytülmale verdi. Fâtıma’nın bu davranışı, Rasulullah efendimizin kızı hazreti Fâtıma gibi mânevî süsler ve rûhî meziyetler ile yaşamaya karar verdiğini göstermekteydi. Ömer bin Abdülazîz’in elli bin altını vardı, hepsini dağıttı. Bir elbisesi kaldı. Câriyelerine de; “Serbestsiniz. İsteyeniniz olursa, âzâd ederim. Benden bir talepte bulunmamak şartı ile kalmak iste-

18 • Bizbiriz Dergisi

yen varsa kalabilir. Çünkü verilen vazife beni sizinle meşgûl olmaktan alıkoyuyor.” buyurdu. Hepsi ağladılar, üzüldüler. Hanımı Fâtıma’yı dahi serbest bıraktı. O da üzülüp ağladı. Efendisinden ayrılmadı. İnsanlığın şeref tablosu, Kâinatın yaradılış sebebi, Resul-i Zişan Habibi Kibriya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) “Bir gün elinizde zekâtla dolaşacak, fakat verecek kimse bulamayacaksınız.” Buyururlarken elbetteki bu mubarek sözlerin tasdik edileceği bir zamanın olacağını belirtiyordu. Şüphesiz bu kutlu zaman dilinin Fatihi de Ömer b.Abdulaziz’den başkası olmayacaktı. Halife Ömer b.Abdulaziz döneminde halk refah,huzur,güven ve iman ilkeleri içerisinde yaşamış, Asr-ı saadete adeta birer pencere açarak iman erleri yetiştirilmiştir. İşte bu kutlu zaman dilimi içerisinde halk; dünyevi ve uhrevi

zenginliğiyle göz kamaştırıyor zekât verecek kimseyi dahi bulamıyorlardı. Öyleki; kaynaklar bu zaman dliminin yirmibeş yıl sürdüğünü belirtmektedir.Zekat memurları köy köy dolaştıkları halde zekat verecek kimse bulamamaya başladılar. Bunları halifeye iletip “Elimizde kalan zekâtları ne yapalım?” diye sorduklarında, “Evlenme vakti gelen ama maddi durumu el vermediği için evlenemeyen gençleri evlendirin” şeklinde cevap yazıyordu. Zekât memurları bir süre sonra tekrar mektup gönderip “Dediklerinizi yaptığımız halde hala zekattan kalanlar var” diyorlardı. Halife Ömer b. Abdulaziz, “Öyleyse ondan da belli bir sonunda geri ödemeleri koşuluyla gayrimüslimlere borç verin” diyerek gayrimüslim tebaadan yatırımda bulunmak isteyen ama maddi varlığı olmayanları da destekliyordu. Adalet timsali Hz. Ömer (r.a.) aşığı


“Ya Fatma! Ben bu ümmetin işlerinin sorumlusu oldum, dolayısıyla her yörenin köşelerindeki aç fakirleri, fakir hastaları, ezilmişlikten çıplak kalanları, kalbi kırık yetimleri, yalnız kalmış dul kadınları, zulme uğramışları, esir ve garipleri, yaşlı kimseleri, kalabalık aileleri, malı az olanları düşünüyorum. Ve biliyorum ki, Rabbim (celle celaluhu) kıyamet gününde onların durumlarını benden soracaktır ve onlar adına davacım ve hasmım Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) olacaktır. Bundan dolayı, Onun husumetine karşı elimde bir delil olmayacağından korkuyorum. Dolayısıyla ben, kendime acıyıp ağlıyorum.” Ömer b.Abdulaziz; Hz. Ömer’i her alanda örnek alıyor ve hayatını hayatına tatbik etmekten geri kalmıyordu. Yakın dostu Hz. Salim’e; “Kardeşim Salim; Allahü Teala beni halifelikle imtihan ediyor, yemin ederimki kurtulamayacağımdan korkuyorum.Bana dedem Hz. Ömer’in mektuplarını, hayatı hakkında bilinenleri, müslümanlara ve gayri müslimlere olan hükümlerini bildir.Hz. Ömer’i kendime numune kabul ettim. Ona göre hareket edeceğim” diyerek Allah’ın adil kılıcı olma yolunda emin adımlarla ilerlemekteydi. Ömer b. Abdulaziz, Hulefa-i Raşidin’den sonra, Müslümanların içine düştükleri ve maalesef bugüne kadar uzayıp gelen ihtilaf hastalığını da çok güzel teşhis etmiş olmasından dolayıdır ki, icraatında başarılı oldu. O şöyle diyordu: “Bu ümmet, Allah’ı, Kitabı ve Rasulu hususunda ihtilafa düşmedi. Onlar dünya menfaat ve nimetleri hususunda ihtilafa düştüler. Onun için de devlet ve izzetlerini kay-

bettiler!” Ömer b. Abdulaziz, devlet başkanlığına, yani hilafete gelir gelmez, devletin haksız olarak el koyduğu bütün malları müslümanlara geri dağıtır. Zerre kadar İslam’dan taviz vermeyerek, Emevî Hanedanı’nın kurmuş olduğu devlet terörünü, baskısını, sömürüsünü, despotizmini ayaklar altına alıyordu. Ömer b. Abdulaziz’in en önemli özelliklerinden birisi de sürekli olarak kendini denetlemesiydi. İşleri bitince, odasına çekilir, kulluğunun muhasebesini yapar ve Allah’a vereceği hesabın zorluğu karşısında ağlardı. Bir gece, onu bu vaziyette gören hanımı Fatma, ne için ağladığını sorunca, onun cevabı; “Ya Fatma! Ben bu ümmetin işlerinin sorumlusu oldum, dolayısıyla her yörenin köşelerindeki aç fakirleri, fakir hastaları, ezilmişlikten çıplak kalanları, kalbi kırık yetimleri, yalnız kalmış dul kadınları, zulme uğramışları, esir ve garipleri, yaşlı kimseleri, kalabalık aileleri, malı

az olanları düşünüyorum. Ve biliyorum ki, Rabbim (celle celaluhu) kıyamet gününde onların durumlarını benden soracaktır ve onlar adına davacım ve hasmım Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) olacaktır. Bundan dolayı, Onun husumetine karşı elimde bir delil olmayacağından korkuyorum. Dolayısıyla ben, kendime acıyıp ağlıyorum.” Ehl-i Beyt’e çok hürmet, izzet ve ikramda bulunan Halife Ömer b. Abdulaziz için Hz. Ali (r.a.)’nin torunu Fatıma binti Hüseyin; “Ömer bin Abdulaziz kalsaydı biz birşeye muhtaç olmazdık” buyurmuşlardır. Büyük veli ve âlimlerden Süfyan-ı Servi hazretleri ve İmam-ı Şafii hazretleri; “Halifeler beştir; Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve Ömer b. Abdulaziz’dir” buyurmuşlardır. Ayrıca fıkıh âlimlerinden Meymun bin Mihran, Ömer b. Abdulaziz hakkında; “Âlimler, Ömer b. Abdulaziz’in yanında talebeydi” buyurmuşlardı. Hocası meşhur fıkıh âlimlerinden Mücahid; “Biz

Bizbiriz Dergisi • 19


Ömer b. Abdulaziz’e öğretmek için geldik, halbuki daima ondan öğreniyorduk” buyurmuşlardır. Kıymetli okurlar; hatırıma gelen bir olayı anlatmak istiyorum. Bundan yaklaşık bir sekiz veya dokuz yıl önce Siirt’in Tillo ilçesine ailece bir ziyarette bulunmuştuk. Tillo’da İbrahim Hakkı Erzumimi ve Hocası İsmail Fakirullah hazretlerine bir ziyaretimiz olmuştu. Fakirullah hazretlerinin istirahatgahlarının önünde bulunan korkuluk demirleri üzerinde hatırladığım kadarıyla birinin içi yeşilliklerle dolu birinin içi boş ve diğerinin içi de karanlık olan üç adet elmasa benzer camdan birer numune bulunmaktaydı. Yandan bakıldığında hiçbir şey görünmüyor ancak tam ortasından bakıldığında içerisindekiler net bir şekilde belli oluyordu. Karanlıklı olan numune cehenne-

20 • Bizbiriz Dergisi

mi, yeşillikli olan numune cenneti, içi boş olan numune dünyayı anımsatıyormuş. Buna atfen İlahiyatçı yazar Dr. Mahir ŞAHİN yurt dışı hatıralarında şöyle der; “Dünyanın peşinde koşma ki; dünya senin peşinden koşsun” Malik bin Dinar hazretleri kısaca zahitliğin tanımını da yaparak şöyle buyuruyor; “Dili dönen, ben zahidim deyip duruyor. Zâhid, Ömer b. Abdulaziz gibi olur. Dünya onun ayağına geldiği halde hepsini reddeder.” Ömer bin Abdülazîz’in sulh, sükûn idaresini çekemeyenler vardı. Bunlar, ehl-i bidatten Hariciler ve menfaati zedelenenlerdi. Halifenin hayatına kıymak için çareler aradılar. Nihâyet hizmetçi kölesini bin altınla kandırarak, bu mübarek zatı zehirlettiler. Ömer bin Abdülazîz zehirlendiğini anlayınca kölesini çağırdı. “Ben sana bir fenalık yapmadığım hâlde bu ihaneti bana

niçin yaptın. Doğru söyle, seni affedeyim.” deyince; köle, yaptığı bu çirkin harekete pek pişman olup, üzüldü. Ağlayarak yerlere kapandı, yalvararak: “Yâ Emir-el-müminîn! Bana bin altın vermek suretiyle bu ihaneti yaptırdılar.” dedi. Halife altınları getirterek, devlet hazinesine gönderdi. Köleyi affetti. Hasta hâlindeyken, kayın biraderi Mesleme ibni Abdülmelik ziyaretine geldi. Ömer bin Abdülazîz’in üzerinde bir gömlek vardı. Kızkardeşi Fâtıma’ya; “Emir-ül-müminînin elbisesini yıkayınız.” dedi. Tekrar geldiğinde gömleğin yıkanmamış olduğunu görüp kardeşi Fâtıma’ya; “Ben size gömleği yıkayınız, demedim mi?” deyince, bütün tebeasının hayat seviyesini yükseltip, iki buçuk yıl bile sürmeyen hilâfetinin sonunda yirmi beş yıl zekât verilecek kimse bulunamamış olmasına rağmen, aldığı cevap hayret vericidir: O zaman kendisine; “Vallahi başka gömleği yok ki, onu giydirelim de, bunu yıkayalım.” cevâbı verildi. Ömer bin Abdülazîz hazretlerinin hastalığı ağırlaşınca tabip çağırdılar. Tabip; “Bu zehir içmiştir. Hayatı hakkında teminat veremem.” dedi. Halife; “Sade bana değil, zehir içmemiş olanların hayatı hakkında da teminat verme!” buyurdu. Tabip; “Zehir içtiğinin farkında mısın?” dedi. Halife; “Evet,


mideme inince anladım.” buyurdu. Tabip; “Tedaviye hemen başlayalım.” dedi. Ömer bin Abdülazîz; “Hayır. İlacı, kulağımın arkasında olsa uzanıp onu almam. Rabbime kavuşmam, benim için daha güzeldir.” buyurdu. Ölüm döşeğinde, bir ara ağlamaya başladı. “Niçin ağlıyorsun. Allah-u Teâlâ’nın yardımı ile nice sünnetleri ihya ettin. Adâletin ise çok yüksekti.” dediler. Bunlara cevaben buyurdu ki: “Ben, Allah-u Teâlâ’nın huzuruna bütün milletin hesabını vermek üzere çıkacak değil miyim? Herkese âdil olarak davranabildiğimden emin değilim. Yaptığım kusurlar da ayrı. Tabiî ki ben bundan dolayı korkuyorum ve ağlıyorum.” Bir ara; “Beni oturtun.” buyurdu. Oturttular. “Allah’ım, ben o kimseyim ki, bana emirlik verdin. Ben kusur ettim. Yanlış işleri yapmaktan beni nehyettin. Ben ise isyan ettim.” diye üç defa söyledi. Sonra da: “Lâ ilâhe illallah. İbadete lâyık olan ancak Allah-u Teâlâ’dır” dedi ve başını göklere çevirip dikkatle baktı ve; “Ben öyle kimseleri görüyorum ki onlar ne insan ne de cindir.” dedi ve biraz sonra ruhunu teslim etti. Vefatından önce şöyle vasiyet etti: “Ey Meymûn bin Mihrân! Velid mezara konduğunda oradaydım. Yüzünü açıp baktım, yüzü simsiyahtı. Ben de mezara konduğum zaman yüzümü açıp bakınız.” Vefat edince vasiyeti gereği yüzü-

nü açıp baktılar, yüzü en genç günlerinden daha parlak, daha aydınlık ve güzeldi. Ömer bin Abdülazîz beyaz, ince ve nazik yüzlü, zaîf, güzel sakallı, tatlı ve sevimli idi. Halife olmadan önce çok gürbüz iken, halifeliğinde çok zayıfladı. Vefat edince, zamanın âlimleri taziyede bulunmak için hanımının yanına gittiler. Halifenin vefatıyla Müslümanların büyük kayba uğradığını ve bu sebeple üzüntülerinin çok fazla olduğunu bildirdiler ve hanımına; “Ömer bin Abdülazîz hazretleri hakkında bize malumat ver. Çünkü onu en fazla tanıyan sizsiniz.” dediler. O mübarek hâtun şöyle anlattı: “O da sizin gibi ibadet ederdi. Lâkin bir hususiyeti vardı. O da, Allah korkusunun çok fazla olmasıydı. Öyle ki, Allah korkusundan onun kadar titreyen birini daha görmedim. O her şeyini, insanlara hizmette harcadı. Halkın ihtiyaçlarını karşılamak, sıkıntılarını gidermek için bütün gün vazifesi başında kalırdı. Akşam olduğu halde, bazı kimselerin işleri bitmezse, gece de devam ederdi. Eve girince, kendini namazgâhına atar, durmadan ağlardı. Gözleri şişerdi. Sonra baygın düşerdi. Her geceki hâli buydu. Bir gece, halkın ihtiyaçlarını, işlerini bitirdi. Sonra kendi şahsî malından olan kandili istedi. Sonra iki rekât namaz kıldı. Namazdan sonra elini çenesine dayayıp tefekküre daldı. Gözyaşla-

rı yanaklarından akıyordu. Sabaha kadar bu şekilde ağladı. Şafak sökünce oruca niyet etti. Kendisine; “Ey müminlerin emiri! Sizde bir hâl var. Sizi bu geceki gibi hiç görmemiştim.” dedim. Bana; “Ben düşünüyorum ki, bu milletin beyazına siyahına halife oldum. Fakir, garip, kanaatkâra kendi hâlindeki biçareleri, muhtaçları, zorla tutulan esirleri, memleketin dört köşesindeki nice dertli ve kederlileri düşünüyorum ve anlıyorum ki, Allah-u Teâlâ onların hepsinin hesabını benden soracak ve Muhammed aleyhisselâm da onların lehine ve benim aleyhime şahitlik yapacak. Bu hâlde olan birinin sonunun ne olacağını düşünüyorum ve çok korkuyorum.” cevabını verdi. Ömer bin Abdülazîz hazretlerinin vefatından sonra Halîfe Zeyd ibni Melik, Fâtıma binti Abdülmelik’in beytülmaldeki ziynet ve mücevherlerini iade etmek isteyince, Fâtıma; “Vallahi kabul etmem. Ben Ömer’e sağlığında itaat edip de, vefatından sonra isyan etmem.” diyerek sadâkatini ifade etti. Şimdi, Suriye’nin Humus şehrinde, kendi adıyla anılan caminin bitişiğinde, asil Halife, adil devlet başkanı mütevazı mezarında istirahat etmektedir.

Bizbiriz Dergisi • 21


...damak tadınız...

VUSLAT

UNLU MAMÜLLERİ

VUSLAT Unlu Mamüller Kuruyemiş Nakl. Gıda. Madd. San. ve Tic. Ltd. Şti

Telefon : 0332 322 0 329 22 • Bizbiriz Dergisi

Topraksarnıç Mah. Meram Eski Yol Cad. Ova AVM no:143 Meram/KONYA

Faks : 0332 322 0 329

vuslatkonya@hotmail.com vuslatkonya@hotmail com


w

SÖĞÜTLÜ SÜPERMARKET

güvenilir alısveris

TOPRAK TO SARNIÇ MAH. AZERBEYCAN C C CAD. NO:74 O

Meram/KONYA

Telefon: 0 332- 320 43 83 Bizbiriz Dergisi • 23


BİZBİRİZ DERNEĞİ 20 yıldır ‘’halka hizmet Hakk’a hizmettir’’ düsturu ile hareket eden derneğimiz 3 Haziran 2012 günü resmiyet kazanmıştır.

Her perşembe bir mahallenin muhtarı ile görüşen dernek komitesi mahallenin yardıma muhtaç 7 veya 9 ailesini belirleyip ailelere nakdi yardımda bulunuyor. ’Ve ayetlerimizi az bir paha karşılığı satmayın.’’ (Bakara Süresi 41)

Ayetine binaen ücretsiz olarak dağıttığımız Kuran’ı Kerim Ramuz El Hadis Riyazu’s Salihin Hocamız Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun

derlemiş olduğu; Muhammed Mustafa (S.A.S)’in Dua Hizbi Hocamızın On Hafta Sohbetleri 1-2-3 kitapları

‘’Ey Hümran! bir kimse birisine ateş verirse o ateşin pişirdiğinin hepsini sadaka etmiş gibidir. Kim bir tuz verirse sanki o tuzla yapılan yemeği sadaka etmiş gibidir. Kim de bir Müslüman’a su olan yerde bir içimlik su verirse bir köle azad etmiş gibidir. Su olmayan yerde bir içimlik su verirse sanki bir insanı ihya etmiş gibidir.’’ Ramuz El ehadis


FIKIH KÖŞEMİZ

Ayşe TUNÇ İlahiyatçı -Kur’an Kursu Öğretmeni SORU ORU: V Vade d ffarkı k faiz f i mii

dir? Vade farkı koyarak bir malı peşin fiyatından fazla bir fiyata almak veya satmak caiz midir? CEVAP: Kıymetli kardeşim! Allah-u Teala Kur’ân-ı Kerimde;

...ƢÈƥǂďdz¦ ¿ÈǂċƷÈ Â È ǞÈ Ȉ̺ÈƦÌdz¦ ÉǾ ċǴdz¦ Dzċ ƷÈ È ¢ÂÈ ...

«Allah alışverişi mubah kılmış, faizi de yasaklamıştır» buyurmuştur. (Bakara diye meşhur Sûre, 275) Vadeli satışta vade karşılığı alınan fazlalığın faizle ilişkisi öteden beri İslâm hukukçularını meşgul etmiş bir konudur. Günümüz ticarî hayatında vade farkının alınmasının sebebi ve hesaplanma yöntemi dikkatlice izlendiğinde, bunun klasik doktrinde tanım-

llandığı d ğ şekliyle, kli l ffaiz i şüpheü h sinden uzak olduğunu söylemek bir hayli zorlaşmaktadır. Vade sebebiyle yapılan fazla ödemenin bir kısmının satış bedelini enflasyonun olumsuz etkisine karşı korumayı amaçlayan bir tedbir, bir kısmının ise beklemenin, ödenmeme riskinin ve mahrum kalınan peşin kârın karşılığı mahiyetinde olduğu söylenilse de günümüzde bankaların kredilere uyguladığı aylık faiz oranları ile piyasadaki aylık vade farkı oranlarının daima paralel seyrettiği de gözden uzak tutulmamalıdır. Kâr payı dağıtan finans kurumlarının gelirlerinin önemli bir kısmının ticarî faiz oranına paralel seyreden bu vade farkı uygulamasından kaynaklandığını buna ilâve edebiliriz. Böyle olunca, vade farkının faizle hiçbir ilişki ve bağının bu-

llunmadığını d ğ söylemek ö l k gerçeğe uymamakta, kâğıt üzerinde kalmaktadır. Faiz ortadan kaldırılmadıkça ekonomide ve ticarî hayatta onun etkisinden uzak kalmak mümkün olmayacaktır. Aralarında bazı Mâlikîler’in de bulunduğu fakihler ise akidlerde niyet, saik ve öze önem verip vadeli satışı, malın peşin değerinin vadeli olarak daha yüksek bir değerle satımı mahiyetinde görür, bu sebeple de vade farkını da bir tür faiz sayar. (İSAM) Son olarak İslam Fıkhında ki sedd-i zerai yani haram giden yolu engellemek kaidesi gereğince faizin bulaşacağı her türlü vadeli alış-verişten uzak durmak gerekir.

Bizbiriz Dergisi • 25


w

26 • Bizbiriz Dergisi

Varisün-Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)

İNSANLARIN VADİNE KANMA BUGÜN DER YARIN UNUTUR. SEN ALLAH’A TEVEKKÜL ET ALLAH NE SETREDER NE UNUTUR


Ayın Sohbeti

VARİSÜ-N NEBİ HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun SOHBETİNDEN....

“Şu beden gemimizin bir seyr-i sülük yaptığını bilenlere, bir sona doğru, bir müstekarrine doğru yol kat ettiğini anlayanlara, hayat ummanında şu beden gemisini yüzdüren Nuh’lara selam olsun.”

Varisün-Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)

“Ey yeryüzü! Suyunu yut. Ey Gök! Suyunu tut’ denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cudi’ye oturdu ve “Zalimler topluluğu Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi.” Ayetlerin bir zahiri yönü bir de bizim anladığımız bir işari olarak işaret edebileceğimiz batın yönü vardır. Hud diye isimlendirilen sure mushafta ki sıralamada 11. İniş sırasına göre 52.suredir. Yunus diye isimlendirilen sureden sonra, Yusuf diye isimlendirilen sureden önce, Mekke döneminin son bir yılı içinde nazil

olmuştur. 12- 17- 114 ayetlerinin Medine’de indiği yolunda ki görüş müfessirlerin çoğunluğunca kabul edilmemiştir. Konusu; bu surede ağırlık olarak Allah (c.c)’ın varlığı, birliği, O’nun iradesi, Resullerinin aracılığıyla vahyedildiği gerçeği, vahyin kaynağının Allah (c.c) olduğu, insanlar tarafından bir benzerinin getirilemeyeceği ve Nebilik müessesesinin gelmiş geçmiş bütün toplumlarda bulunduğu anlatılmaktadır. Bazı nebilerin kıssalarına geniş bir şekilde yer verilmektedir. Nuh, Hud, Salih (a.s) ecmain mucize oluşu, öldükten sonra dirilme, hesap ve ahret

Bizbiriz Dergisi • 27


hayatıyla ilgili konulara yer verilmektedir. Hz. Muhammed (s.a.v); “Cuma günü Hud Suresi’ni okuyunuz.” (Darimi, Fedâilu’l-Kur’ân 17) buyurarak surenin faziletini; “Hud Suresi ve kardeşleri beni ihtiyarlattı.” (Tirmizî, Sünen; Hâkim, Müstedrek) mealindeki hadisiyle de ağır sorumlulukları hatırlatan bir içeriği işaret etmektedir. Kur’an meydan okuyor; “Uydurma dahi olsa on surenin benzerini yapın.” Hud diye isimlendirilen sure, 13. ayeti, Kur’an-ı Kerim’in mucize ayetlerindendir. Öyle mucizedir ki tüm edebi sanatlarıyla anlaşılması hususunda, okuyanın anlayışının açık veya kapalı olması farketmiyor. Akıllı olan herkese burada Rabbü’lÂlemin kısaca; “Bu âlemleri Ben yarattım. Burada başka yaratıcı aramayın’’ buyuruyor.

“Ey yeryüzü suyunu içeri çek, yut. Ve ey gök sen de suyunu tut, denildi. Su çekildi, iş böylece bitirildi.”

Araplarda gök yani arş, erkeği; arz yeri temsil eder. Nasıl? Arştan verilmesi arzın da o verileni yetiştirip büyütmesi sebebiyle ona anne, öbürküne de Allah dedi ki göğe; baba denmesi gibi. Birine ey gök artık suyunu erkeklik, birine kadınlık tut! Ve ey yer sen de yüklenir...

suyunu yut! İki emir veriliyordu; Birisi göğe, ötekisi yeryüzüne. Birisi tut! Diğeri Yut! Tamam hepsi bu kadar. Birisi tutmuş, ötekisi de yutmuştu suyunu ve artık yeryüzü kupkuruydu...

Gök ve yer, cansız varlıklardır, binaenaleyh, ey gök ve ey yer diye onlara emir vermek, zahiri durum itibariyle Allah (c.c)’ın emrinin ve teklifinin cansız nesnelerde de geçerli olduğu ispat etmektedir. O zaman akıl, O’nun emri cansızlara da böyle geçerli olursa akıllılar için haydi haydi geçerli olması gerekir, diye hükmeder. Ayette ki – iş bitirildi- tabirinden maksat şudur; Allah-u Teâla ezelde kesin ve kati bir şekilde takdir edip, hükmettiği şey mutlaka meydana gelir. Bununla

28 • Bizbiriz Dergisi

Allah-u Teâla’nın takdir etmiş olduğu her şeyin vakti gelince meydana geleceğini, ne yerde ne de gökte O’nun takdirine mani olacak ve hükmünün geçerli olup tahakkuk etmesini önleyecek hiçbir şeyin bulunmadığına dikkat çekmektedir.

“Ey arz suyunu yut, ey sema artık suyunu tut.”

Abdullah ibni Mukaffa diye bir yazar var. Arap edebiyatının dâhilerinden kabul edilir. Gerçekten bu ilmi bilen, ‘Kelile ve Dimneyi’ Arapça’ ya kazandıran biri. Günün birinde Kur’an’a nazire yapmak geçmiş kafasından. Sen bunu becerirsin, bu işi ancak içimizden sen yaparsın, demişler. Tamam! Demiş. Herhalde bu işi ben kıvıracağım. Şöyle hazırlığını yapmış, enine boyuna bakmış, kendini toplamış ve Kur’an’ı bu gözle bir daha okumuş. Benzerini yapmak adına dikkatlice Kur’an’ı okurkewn Hud Suresi’nde Rabbimizin anlattığı bu bölüme gelir. Tufandan önce Allah göğe emretti; Ey gök su indir! Gök de bu emre imtisalen suyunu indirdi. Sonra yere emretti Allah, yer de suyunu fışkırttı, tamam her taraf su.


olmak gerekiyor. Ben Allah olmadığıma göre ne mümkün öyleyse?’ Diyor ve sonunda vazgeçiyor bu delilikten.

Helak olacaklar helak olmuşlar, cezasını çekmesi gerekenler çekmişler cezalarını, artık iş bitmiş ve tufan da bitecek. Allah birisi semaya, öteki de arza olmak üzere iki emir verdi; “Ey sema artık suyunu tut. Ve ey arz sen de suyunu yut.” Allah dedi ki göğe; ey gök artık suyunu tut! Ve ey yer sen de suyunu yut! İki emir veriliyordu; Birisi göğe, ötekisi yeryüzüne. Birisi tut! Diğeri Yut! Tamam hepsi bu kadar. Birisi tutmuş, ötekisi de yutmuştu suyunu ve artık yeryüzü kupkuruydu. Kur’an’ın bu bölümüne gelince Mukaffa kara kara düşünmeye başlıyor. Sanki beynini ellerinin arasına alıyor, sıktıkça sıkıyor, kafatasını eritiyor ve sonra diyor ki; ‘Eyvah! Bunu diyebilmek için semaya ve arza söz geçirecek güçte olmak gerekiyor. Bunu diyebilmek için, böyle bir sözü söyleyebilmek, Kur’an gibisini meydana getirebilmek için ancak Allah

Yine Arap gramercilerinden İbn Hayyam şu 19 harften oluşan kısacık ayette tam 21 tane edebi sanat olduğunu söylüyor. Siz dört kelimeden ibaret bir ayet görüyorsunuz, çok rahat dinliyorsunuz ya. Ama bakın ilim ehlinin eline düşünce taşın elmas olduğu anlaşılıyor. 19 harften oluşan bu ayette tam 21 tane edebi sanat olduğunu söylüyor. Hz. Ömer (r.a) bu ayet okunduğunda bu edebi güzellik karşısında hayretler içinde kaldığını ve bunu söyleyenin bir insan olmayacağını, bu sözün beşeri ayet değil, ancak çok yüce bir yaratıcıya ait ilahi bir kelam olduğunu hemen anladığını söylüyor. Muhakkak ki kitaplarda bu ayetlerden bahsedilenler bu kadar. “Ey gök suyunu tut ve ey yer sende suyunu yut” tan ne anlıyoruz? Nuh (a.s)’ın gemisini illa tahtadan bir gemi olarak anlayan insana ben diyorum ki; İnsan bedeninin etten, kemikten bir gemi olduğunu, fırtınanın ise içinde ki şüphe ve vesvese olduğunu niye düşünmezsin? İçinde ki fırtınan dindikten sonra o aklın artık yerine oturur. O göz pınarından akan suya; “Ey göz suyunu tut” demesi yeterli olacaktır. Suyunu tutunca o göz artık

Bizbiriz Dergisi • 29


göremeyecektir, o kulak duyamayacaktır. O aynasında; kulakta da su vardır, o gözde de su vardır, o ‘Subhanallah, subhanallah!’ diye aşkla, burunda da su vardır, o ağızda da su vardır. muhabbetle seyre dalsın. Kendimizi Nuh (a.s)’ın yerine koyalım. Çünkü Habib-i Kibriya Muhammed Allah-u Teâla’nın her nebisinin insanın farklı Mustafa (s.a.v) buyurdu ki; bir yönünü taşıdığını görürüz. Ama biz “Denize bakmak ibadettir.” (Ebu Nuaym) hep kendimizden uzak düşündük. Nebiler Şu gönül deryasına bir dalında bir bakın geldi geçti, biz o Nuh (a.s)’ın gemisine binemedik. Biz o suyun ne olduğunu, o hele. O deryada neler var, neler. Ne güzellikler vahiy suyunun kesildiğini anlamadık. Ey var, ne inciler var. Allah (c.c) onların önce akıl gökyüzünde ki vahiy suyu, suyunu tut, sularını, sonra Hakkı ve hakikati görmelerini denildi vahiy kesildi, hitap bitti, iş bitirildi. engelleyecek gözlerinde ki suları, Hakkı Şimdi Kur’an’ın vahyi var mı? Yok tabi. ve hakikati duyacak kulaklarında ki suları Vahiy suyu kesildi. Aklı olan insan vahyin çekmişti. Ey baş suyunu tut, denilmişti de Hak katından gelen çok büyük bir hediye akıl suları kesilmiş, akılları işlemez olmuştu. olduğunu anlar. Şu beden gemimizin bir seyr-i sülük yaptığını bilenlere, bir sona doğru, bir müstekarrine doğru yol kat ettiğini anlayanlara, hayat ummanında şu beden gemisini yüzdüren Nuh’lara selam olsun. Hepinizden Allah (c.c) razı olsun. Bizim bu ayetten anladıklarımız bir nükte, bir nebze. Ummandan bir katre. - Ey Ümmü Eymen her insan ölümü Bu ummana dalmak isteyenler hoş geldiler, tadacaktır. Muhammed Mustafa (s.a.v)’ de selam ile. Allah (c.c.)’ın selamı ve rahmeti üzerinize ve üzerlerimize olsun... bir insandır. Bu kadar üzülme.

Ümmü Eymen (r.ha) bunu anlayanlardandı. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in vefatından sonra bir gün Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a), Ümmü Eymen (r.ha)’yı ziyarete giderler, ağlamaktadır. Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a) onu teselli etmek için şöyle derler.

- Siz ne diyorsunuz? Ben Rasulullah (s.a.v)’in öldüğüne üzülmüyorum ki.. -

Peki, niye ağlıyorsun bu kadar?

Sohbetin devamını Abdullah Murad

- Ben gök kapıları kapandı, vahiy kesildi ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocaefendi’nin On Hafta Sohbetleri 1. Kitabından takip edebilirsiniz. diye ağlıyorum. (Darimî, Vefatu’n-Nebi) Rabbim akıl suyumuzu açsın. Ey arş suyunu aç, yani gönül sularımız açılsın. Baş, akıl suyumuz açılsın da biz anlayalım. Ey baş suyunu aç, ey beden sen de suyunu fışkırt da şu Nuh’un gemisi Hakka, hakikate dalsın. Hakkı hayretle seyretsin, Hakkı gönül

30 • Bizbiriz Dergisi


DERMAN SENSİN Kur’an’da seni okudum Sana uydum huzur buldum Aşkınla yandım tutuştum Derman sensin Ya Rasulallah Gözler hep seni arıyor Özler aşkınla yanıyor Diller cemalin soruyor Derman sensin Ya Rasulallah Gören göz olup göreyim Sünnetinle sana ümmetim Aşkından ben biçareyim Derman sensin Ya Rasulallah Aşığım muradım isterim Kapında kıtmir beklerim Aczimle şefaat isterim Derman sensin Ya Rasulallah

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU

Bizbiriz Dergisi • 31


Kim gelip girse bugün Abdullah Murad gülzarına Bir kademde vasıl olur her kişi dildarına Bir nefeste mürde dil bulur hayatı cavidan Murad Sultanın kudsi nefesinden erer hem yarına Alemi manada şâh olmak dilersen tâliba Gel bugün ver varlığın Abdullah Murad varına Hem gönül ayinesini derd-i sivadan pak kıl Er hazret huzuruna yanma bu firkat nârına Alem-i kudse erişmek ister isen Bedriya Sıdk ile gel bende ol gir Abdullah Murad bâzârına Hem ilahı aşka yanmak istersen bırakma ağyara Lutf ile kanarız biz aşkı Abdullah Murad Sultana Feyz ile güller şaduman dilersen nazarına Ebedi varisi ol sende gel ulaş artık Sultana Akifleri, Fazılları anarız gözümüz asımın neslinde Biz Akşemseddini bulduk, sende gel erişmek için Fatih’e Ben gibi yüzsüz değilsin, ne ile gelsem deme Ey Nefsim def’ol git dersen gir bu bahçeye Nev-i beşeriyyette dem vururuz bugün eşiğinde Kanmak için Kur’anı gel silsile-i Muhammediyyeye Eşini evde, işini işte,nefsini kapının eşiğinde Abdullah Murad Sultana varmak için gayrı gir içeriye Ebubekir ONHAN

32 • Bizbiriz Dergisi


MADDİ VE MANEVİ S DİNÇ BİR HAYAT ÜZERİNE...

Ümmü HARAM

Euzubillahimineşşeytanirracim... Bismillahirrahmanirrahim...

ağlık vücudun fiziki ve psikolojik bakımlardan, bütün fonksiyonlarının yerinde bulunması durumudur. Sağlık sıhhat ve esenlik içerisinde olmaktır. Gönül mutmain ve kalp huzur içerisinde olmadıkça bedenin sıhhatinden söz edilemez. Hayat rehberimiz Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v.): “Adamda bir et parçası vardır, o sağlam olursa cesedi de sağ selamettir. Dertli ise başka yerleri de dertlidir. Burası da kalptir. (Ramuz El-Ehadis 127/3)” buyurur. Kalplerin tam manada huzur bulması ise iman ile,

Allah’ı anmak ile mümkündür. Rabbimiz Ra’d ismiyle şöhret bulmuş sure-i celilenin 28. ayetinde, “Onlar (Allah’a yönelenler), iman eden ve Allah’ı anmakla kalpleri huzura kavuşan kimselerdir. Şunu iyi bilin ki gönüller, (ancak) Allah’ı anmakla huzura kavuşur.” buyurmuştur. Allah-u Teâla’ yı tespih, tahmid ve tekbirlerle anmanın yanı sıra en büyük zikir, O’nun kelamıdır. Kur’an’ı okuyup hayatımıza tatbik edersek gerçek manada Rabbimizi zikretmiş ve kalp huzuruna erişmiş oluruz. Allah’ın zikrini yani Kur’an-ı Kerim’i hayatımıza tatbik etmezsek fik-

Bizbiriz Dergisi • 33


rimizi, gönlümüzü ve hayatımızı Kur’an’a uydurmazsak, kalbimiz ve hayatımız huzura kavuşmaz. Allah’ın zikrini kalbine, fikrine ve hayatına geçiremeyenler, dilleri Allah dese bile dalları sulanan fakat köklerine su ulaşmayan ağaçlar gibi olurlar. Her halimizi Kur’an’a ve sünnete uydurursak, gayemiz Allah’ın rızasını kazanmak olursa, dilimiz de Rabbimizin zikriyle meşgul olursa kalplerimiz ancak o zaman huzura kavuşacaktır. Huzur dolu bir kalp ise sağlıklı bir vücut demektir. “Çağımızın hastalığı nedir?” diye sorsak neredeyse herkesten alacağımız cevap “stres”tir. Rasulullah’ın (s.a.v.) asırlar öncesinden bildirdiği gibi beden hastalıkları, kalpteki huzursuzluklarla direk olarak bağlantılıdır. Modern tıpta bu durumu kabul ediyor. Doktorlar birçok hastalığın altında yatan sebebin psikolojik olduğunu, insanların stresten uzak kalarak sağlıklarını koruyabileceklerini her fırsatta söylüyorlar. İnsanların psikolojik hastalıkları ve tedavi yöntemleri ile ilgili olarak stres kontrolü, stressiz yaşam üzerine onlarca kitap yazılmış, araştırılmalarda bulunulmuştur. Oysaki Necip Fazıl Kısakürek’in şu beyitte bize söylediği ilaç hepsine bedel; Eczanede ama hangi rafta, şişede, İslam ki tek ilaçtır, örümcekli köşede. Müslüman, “Allah’a teslim oldum.” diyorsa ve gerçekten teslim olmuşsa kalp huzursuzluğu yaşamaz. Huzursuz olmaya çabalasa bile huzursuz olamaz. Çünkü kalp huzurunun yegâne reçetesini hayatına tatbik eder. Yani her an Allah’ı anar, hep Rabbiyle beraber olur. Sağlıklı yaşamanın ilk şartı huzur dolu bir kalptir. Huzur dolu bir kalbe, mutmain bir gönüle sahip olan insan kolay kolay hastalığa teslim olmaz. Bağışıklık sistemi kuvvetli olur. Mikroplar vücudunu kolayca teslim alamazlar. Tabi hastalık da sağlık da insan içindir. Sarsılmaz imanı, zikreden kalbi ve şükreden dili olan bir Müslüman’da hastalanabilir. Ama kalbindeki deruni imanla, hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğini, hastalıkların günahlara kefaret olduğunu bilir. Her zaman olduğu gibi hastalığında da Rabbinin rızasını kazanmanın yollarını arar. “La Şifae İllallah” (Allah’tan başka şifa veren yoktur.), düsturuyla hastalığının şifa sebeplerini arar. Allah’ın Rasulü Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v.), “Mü’min bir kul hasta olduğu zaman, bu hastalık onu, tıpkı demirci körüğünün demirin pasını temizlemesi gibi, günahlardan temiz-

34 • Bizbiriz Dergisi

ler. (Ramuz El-Ehadis 31/1)” buyurmuştur. Başka bir hadis-i şerifte: Mümin bir kul hasta olduğu zaman Allah-u Teâla kiramen kâtibine şöyle buyurur: “Bu kulum için hastalığını devam ettirdiğim müddetçe, sıhhatte olduğu zaman yapmakta olduğu şeyin mislini yazın. Eğer ruhunu kabzedersem, hayra kabzetmiş olurum. Eğer afiyet verirsem, etini kendi etinden daha hayırlısı ile ve kanın da kendi kanından daha hayırlı bir kanla değiştiririm. (Ramuz El-Ehadis 31/2)” buyruluyor. Kalbi huzur dolu mü’min bir kul hastalığın kıymetini de sağlığının kıymetini bildiği gibi bilir. O her halde Rabbine şükreder. Ve yegâne şifa verenin Allah (c.c.) olduğunu unutmadan hastalığının tedavisine bakar. Zira Rasul-u Zişan Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz, “Tedavi olun, zira Allah hastalıkla beraber şifasını da vermiştir. Ancak ölümün ve ihtiyarlığın çaresi yoktur. (Ramuz El-Ehadis 249/12)” buyurmuşlardır. “La ilahe İllallah Muhammedur Rasulullah” diyen gerçek iman sahibi mü’minler hayatlarında her işlerini Kur’an’a ve sünnete uydurmak zorundadır. Aksi takdirde gerçek bir imandan söz edilemez. Biz “Müslüman’ız Elhamdülillah.” diyorsak hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim, Kur’an’ı uygulamalı olarak bize açıklayan Rasulullah (s.a.v.) ve Rasulullah’ı (s.a.v.) hayatlarına tatbik ederek bizlere Kur’an’ı ve sünneti anlatan Rasulullah’ın (s.a.v.) varisleri olmalıdır. Bugünün modern(!) Müslüman’ı şaşkın, ne yapacağını bilmez bir halde. Rabbini tam manasıyla bilmiyor. Rasulü’nden ve sünnetlerinden bihaber. Allah Rasulü’nün kutlu varislerinin rehberliği yerine Allah’ın kovmuş olduğu şeytanın tuzağı haline gelmiş medyanın, kovulmuş şeytanın ve avenelerinin rehberliğini tercih ediyor. Tabi ki sonunda iç huzurunu kaybederek hayatının en kıymetli nimetini, zamanı ve imanı boşa sarf ederek bocalıyor. Bizde Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızı tanımadan önce bu haldeydik. “Müslümanız” dediğimiz, namaz kılıp, tespih çektiğimiz halde Kur’an ve sünnetten uzak bir hayat yaşıyormuşuz da farkında değilmişiz. Allah (c.c.) Hocamızı lütfetti de O’nun vesilesi ile yanlışlarımızı görüp, düzeltme imkânına eriştik. Her işimizi Allah’ın Rasulü’ne (s.a.v.) danışarak yapmamız gerektiğini öğrendik, Elhamdülillah. Allah, Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızdan razı olsun. Rabbimiz bize bir hastalık vermişse, Rasulullah’ın (s.a.v.) sünneti gereği derdimizin dermanını arayacağız. Yine hadis-i şerifler ışığında ne yapma-


mız gerektiğine bakalım. Rasulullah (s.a.v.), “Sadaka veriniz ve hastalarınızı sadaka ile tedavi ediniz. Sadaka her türlü hastalığı ve belaları defeder. Amellerinizi ve hasenatınızı artırır. (Ramuz El-Ehadis 252/4)” buyurur. Başka bir hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, “Gamları, hemleri sadaka ile karşılayın. O zaman Allah (c.c.) Hazretleri sizden belayı defeder ve şiddet anlarında sizleri sabit, kadem kılar. (Ravi: Hz. Ebu Hureyre (r.a.))” buyurmuştur. Bu hadis-i şeriflerden anladığımız üzere başımıza gelen bütün musibetlerde olduğu gibi hastalık isabet ettiğinde de öncelikle sadakamızı vereceğiz. Duamızı edeceğiz. Hastalığımızla ilgili sünnet olan tedavi yöntemlerini uygulayıp icabında bir hekime muayene olacağız. Hastalık durumlarında izlememiz gereken yol hakkında Abdullah Murad Hocamız (k.s.), “Önce sadakanızı verin, hastalığınızın şifası için dua edin, hekime gidiyorsanız da sadakanızı verip, ‘Allah’ım benim şifamı bu hekime bildir, hayrından faydalandır, şerrinden muhafaza et.’ diye dua edin. Muhakkak ki şifayı verecek olan Allah’tır. Kimi zaman tesbihat, kimi zaman içtiğiniz bir su, kimi zaman bitkisel karışımlar, kimi zaman kullandığınız ilaçlar sebebiyle Allah size o şifayı ulaştırır.” buyururlar. Hocamız kimi zaman tesbihat, kimi zaman sünnet üzere hastalıkların tedavisi ile ilgili tavsiyelerde bulunurlar. Asıl olan sağlığı korumaktır. Hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğini bilen hakiki iman sahibi Müslümanlar, bu dünyadaki her şey gibi bedenimizin de bir emanet olduğunu bilirler. Rabbimizin bize emanet ettiği mal, mülk, çocuk, eş, Kur’an ve sünneti nasıl korumakla yükümlüysek canımızı, bedenimizi, ruhumuzu da korumak, öncelikle Allah’a (c.c.) karşı olan sorumluluğumuzdur. Hastalık gelmeden önce sağlığımızın kıymetini bilip, hastalıklara teslim olmamak için önlemlerimizi almalıyız. Bunun için de rehberimiz her alanda olduğu gibi Rasulullah’tır (s.a.v.). Çok doğaldır ki bir çırpıda, birkaç satırla Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz’in sağlıklı kalabilmek adına ümmeti için dile getirdiği tav-

siyelerin hepsini sayamayız. Çünkü yapmış olduğu her iş, bütün sünnetleri insan sağlığı açısından gerekli pratiklikler içermekte. Tuvalet adabından tutun da, misvak kullanmasına, sofraya oturmasından, yemesine, içmesine, yürüyüp, istirahat etmesine, yatıp uzanmasına, kadar Allah Rasulü’nün bütün davranışları sağlıklı bir hayat için olması gereken her şeyi barındırıyor. Rasulullah (s.a.v.) bize sadece ibadetlerimizi nasıl yapacağımızı değil, nasıl yaşayacağımızı öğretmiştir. Allah Zül Celal Hazretleri Ahzab ismiyle şöhretlenmiş sure-i celilenin 21. ayetinde, “Andolsun ki Allah’ı(n rızasını) ve ahiret gününü(n saadetini) umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için Allah’ın Rasulü’nde sizin için pek güzel bir örnek vardır.” buyurmuştur. Haşr diye meşhur surenin 7. ayet-i kerimesinde de, “O Rasul size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasak ettiyse ondan da vazgeçin. Allah’a saygılı olup emirlerine uygun yaşayın, aykırı davranmaktan sakının, çünkü Allah’ın azabı çetindir.” buyuruyor. Bu emirler ve yasaklar doğrultusunda yaşadığımızda ise bize hem dünya hem ahiret saadeti var. Rabbim Kur’an ve sünnet üzere kendi rızası doğrultusunda bir hayat sürmeyi, her nefesi ve son nefesi iman ile alıp vermeyi nasip etsin, âmin. Hastalık gelmeden sağlığın kıymetini bilmek, sağlıklı bir ömür sürmek temennisiyle... Allah’a emanet olalım...

Bizbiriz Dergisi • 35


Safa AK Fil vak’asından üç yıl sonra doğan, kendisinden ikive ya üç yaş büyük olan Rasulullah’ın(s.a.v)(s.a.v) sadık dostu Aşere-i mübeşşereden (Habib-i

Kibriya

Mustafa(s.a.v)

Muhammed

tarafından

daha

hayatta iken cennetle müjdelenen on sahâbî), Hulefâ-yi Raşidîn’nin birincisi olan Hz. Ebû Bekir’in tam künyesi Abdullah b. Ebî Kuhâfe Osman b. Âmir el-Kureşî et-Teymi dir. Annesi Ümmü’l-Hayr Selma

Güneş, peygamberler hariç, Ebû Bekir’den daha faziletli bir insan üzerine doğup batmamıştır.”

(Kenzul-Ummâl, 10/543; es-Savâik, 249; Suyuti, Tarihul-Hulefâ, 42)

bint

Sahr,

Mekke

döneminde

İslâmiyeti kabul etti. Babası Ebû Kuhâfe Mekke fethinden hemen sonra Müslüman oldu. Anne ve babasının mensup olduğu Teym kabilesi’nin soyu Mürre b. Kâ’b’da Rasulullah(s.a.v)’ın

nesebiyle

birleşir. Hz. Ebû Bekir’in çocukluğu, gençliği ve müslüman olmadan önceki hayatı hakkında kaynaklarda fazla

bilgi

bulunmamaktadır.

Hz. Ebû Bekir’in elbise ve kumaş ticaretiyle

SIDDIK-I EKBER

İslâmiyet’i

meşgul kabul

olduğu,

ettiği

sırada

40.000 dirhem kadar sermayesi

HZ. EBUBEKİR (RADIYALLAHU ANH) bulunduğu, ticaret kervanlarıyla Suriye ve Yemen’e seyahat ettiği bilinmektedir.

Rasulullah(s.a.v)’ın

yirmi beş yaşlarında iken katıldığı Suriye

36 • Bizbiriz Dergisi

ticaret

kervanında


onun

da

bulunduğu

rivayet

edilir.Hz.

bir

arkadaş

bulacağını

Ebû Bekir(r.a.)’in nasıl Müslüman olduğu

Rasulullah(s.a.v)

hususunda da kaynaklarda pek az bilgi

şerefine nail olacağını anlayarak hazırlık

bulunmaktadır. Genellikle Hz. Muhammed’in

yapmaya başladı. Bu konuşmadan dört ay

Allah’ın Rasulu(s.a.v) olduğunu haber alınca

sonra Rasûl-i Ekrem Kureyşliler kendisini

yanına gittiği ve kendisiyle görüştükten

öldürmeye karar verince Hz. Ebû Bekir’ in

sonra

inanılır.

evine gelerek Medine’ye hicret edeceklerini

üstünlüğünden

söyledi. O gece müşrikler tarafından evi

İslâmiyet’i

kabul

Rasulullah(s.a.v)’ın

ettiğine

onun

ile

birlikte

söyleyince

kuşatılan

bir sırada Hz. Ebû Bekir’in inandığını ve

Ali’yi yatırarak Hz. Ebû Bekir ile birlikte Sevr

İslâmiyet

ettiğini

mağarasına doğru hareket ettiler. Rasûl-i

Müslümanlardan

Ekrem, kendilerini takip eden müşriklerin

her

şeyini ilk

feda

söylemesi

onun

olduğunu

göstermektedir.

yatağına

etme

söz ederken kendisini herkesin yalanladığı için

Rasulullah(s.a.v)

hicret

Hz.

Kaynaklarda,

mağaranın ağzına kadar gelmesi üzerine

Suriye’ye yaptığı seyahatlerde rahip Bahîrâ,

korkuya kapılan Hz. Ebû Bekir’i teselli ederek

rahip Nestûrâ ve Yemen’deki Ezdli bilginle

onların kendilerine zarar veremeyeceğini

görüştüğüne ve yine Suriye’de gördüğü bir

söyledi. Daha sonra nazil olan ve Hz. Ebû

rüya üzerine Rasulullah’ın(s.a.v) risâletine

Bekir’in bu üzüntüsünü dile getiren âyet-i

hemen iman etmeye hazır hale geldiğine

kerîmede Resül-i Ekrem’in onu, “Üzülme, Allah

dair menkıbeyi rivayetler bulunmaktadır.

bizimledir” diye teselli ettiği belirtilmektedir.

Hz. Ebu Bekir(r.a.)

Kureyş’in ileri

Hz. Ebû Bekir bu özel durumu sebebiyle Türk

gelenlerindendi. Bu sayede birçok kimse

ve İran edebiyatlarında “ yâr-ı gâr ” (mağara

onun vasıtası ile Müslüman olmuştu. Bunların

dostu, can yoldaşı) ifadesiyle anılmıştır.

başında Aşere-i mübeşşereden Hz. Osman

Mekke döneminde Rasulullah(s.a.v) onunla

Radîyallahu ahn gelmektedir. Ayrıca Hz.

Hz. Ömer arasında kardeşlik bağı kurmuştu.

Ebu Bekir (r.a.) tüm servetini İslam yolunda

Medine’de ise evinde misafir olduğu Hârice

harcamıştır Mekkeli müşriklerin İslam’ı kabul

b. Zeyd ile arasında kardeşlik bağı kuruldu.

eden kölelerine işkence ettiği dönemde Hz.

Hârice

Ebu Bekir (r.a.)çok büyük bedeller ödeyerek

paylaşma

Müslüman köleleri almış ve onları azat etmiştir.

ederken yanına aldığı paradan artakalan 5000

Kurtardığı

Bilâl-î

dirhemle Medine’de ticarete başladı. Fakat

Habeşî ve annesi Hamâme bulunmaktadır.

şehrin havası sağlığına iyi gelmedi ve sıtmaya

Hz. Ebu Bekir(r.a.)’in bu fedakârlığından

tutuldu, oğlu Abdullah’a mektup yazarak

dolayı Leyl suresinin 6. 7. ve 8. Ayetlerinin

Mekke’de kalan ailesi ni Medine’ye getirmesini

nazil olduğu düşünülür: ( Kim malından

istedi. Abdul lah da kız kardeşleri Esma ve Âişe

verir ve korursa, en güzeli tasdik ederse, biz

ile annesi Ümmü Rûmân, Rasulullah(s.a.v)’

de ona kolay olması için başarı vereceğiz.)

ın hanımı Şevde ile kızları Fâtıma ve Ümmü

Müslümanlar Medine’ye hicret etmeye

Gülsüm ile birlikte Medine’ye hicret etti.

bu

sahabîler

arasında

başlayınca Hz. Ebû Bekir de hicret için

Hz.

b.

Zeyd’in, teklifini

Ebu

servetini kabul

Bekir(r.a.)

kendisiyle

etmeyip

Hicretten

hicret

sonra

Rasulullah(s.a.v)’ dan izin istedi. Resûlullah

Rasulullah(s.a.v)’ın

ona acele etmemesini, Allah’ın kendisine

için uygun gördüğü arsayı alarak İslam’ın

mescid

yapılması

Bizbiriz Dergisi • 37


Rasûlullah’ın

hizmetine sundu. Mekke döneminde olduğu

bir

konuşmasından

gibi Medine döneminde de zorunlu olmadıkça

sonra Rasûlullah’ın öleceğini anlayan Hz.

Peygamber‘in yanından hiç ayrılmadı. Resûl-i

EbuBekir(r.a.)

Ekrem Bedir Savaşın’da karar vermeden önce

üzerine Rasûlullah onun susmasını isteyip

onunla istişare etti; Hz. Ebû Bekir, Rasûlullah

Hz. Ebu Bekir(r.a.)’in kapısı dışında mescidin

için

bütün

kurulan

kumandanlık

karargâhında

ağlamaya

kapatılmasını

başladı

emretti,

bunun

Bunun

onun yanında yerini aldı. Müşriklerin safında

sebebini açıklarken de “İslâmiyet’e ondan

bulunan oğlu Abdurrahman ile savaşmasına

daha faydalı kimseyi tanımadığını, insanlar

Rasulullah(s.a.v)

arasında bir dost edinecek olsa onu tercih

izin

vermedi.

Hz.

Ebû

Bekir. Uhud’da savaş müslümanlar aleyhine

edeceğini”

gelişme gösterdiği andan itibaren vücudunu

namaza

çıkamayacak

Resûlullah’a siper eden ve yanından hiç

namazı

Hz.

ayrılmayan birkaç sahâbîden biridir. Hicretten

istedi.

Rasûlullah’ ın hastalığı süresince

sonra 7. Yılda Rasulullah(s.a.v) Benî Kilâb ve

namaz

kıldırma

Benî Fezâre üzerine gönderilen askeri birliğe

tarafından

Hz. Ebu Bekir(r.a.)’i kumandan olarak gönderdi.

söyledi.

Ayrıca

Rasûlullah

kadar

hastalanınca

EbuBekir(r.a.)’in

kıldırmasını

Hz.

görevi

Rasulullah(s.a.v)

EbuBekir(r.a.)’e

verildi.

Rasûl-i Ekrem(s.a.v) pazartesi günü kendini iyi hissederek sabah namazı için mescide

‘’Kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki, Allah daim ve bakidir’’

gitti ve namaz kıldırmakta olan Hz.Ebû Bekir’in yanında namaza durdu. Rasûlullah ‘ın iyileşmesine bütün sahibiler gibi çok sevinen Hz. Ebû Bekir namazdan sonra Rasûlullah’ ı ziyaret ederek bir süreden beri uğramadığı evine gitmek üzere izin aldı. Birkaç saat sonra

Hz. Ebu Bekir(r.a.) bu kabileleri dize getirdi. Mekke’nin Ebu

fethinden

Bekir(r.a.)

Rasulullah(s.a.v)’ın

sonra

babasını huzuruna

Hz.

doğrudan getirdi

ve

babası Ebû Kuhâfe burada Müslüman oldu. Böylece sağlığında annesi, babası ve bütün çocukları müslüman olan yegâne sahâbî

Rasûlullah’ın vefat ettiğini öğrendi. Onun hücre-i saadetine girerek yüzünü açtı, alnını öptü ve daha sonra mescide geçti. Başta Hz. Ömer olmak üzere şaşkınlık içinde bulunan ve Rasûlullah’ın vefatına inanmak istemeyen sahabeleri ikna eden meşhur konuşmasını yaptı. ‘’Kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin

oldu. Hz. Ebû Bekir Huneyn Gazvesi ve Tâif

ki

Muhasarası’na da katıldı. Tebük Gazvesi’nde

tapıyorsa bilsin ki, Allah daim ve bakidir’’.

Rasûlullah’ın kendisine verdiği en büyük

Bundan sonrada şu iki ayeti okumuştur

sancağı taşıdı. (Gazve; Rasûlullah efendimizin

“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan

direk idare ettiği savaşlara denir.) Hicretin 9.

önce

yılında Rasûlullah kendisi hacca gitmediği

Şimdi o ölür veya öldürülürse, siz ardınıza

için

sahabinin

dönüverecek misiniz? Kim ardına dönerse,

başına Emr-i Hac tayin etti. Bir sonraki yıl

elbette Allah’a hiçbir şeyle zarar verecek değil;

Rasûlullah ile birlikte Veda haccına katıldı.

fakat şükredip sabredenlere, Allah muhakkak

Hz.

Ebu

Bekir(r.a.)’i

300

Muhammed

birçok

ölmüştür.

peygamber

Kim

gelip

Allah’a

geçmiştir.

mükâfat verecektir’’(Al-i imran 144.) “(Ey

38 • Bizbiriz Dergisi


Rasûlüm!) Elbette sen de öleceksin, onlar da

sahabenin elindeki yazılı metinleri toplama,

ölecekler!” (zumer 30.) böylece sahabeler

kontrol etme ve tedvîn etme görevini verdi.

şaşkınlıktan kurtulup kendilerini toparladılar.

Hz.

Ebû

Bekir,

İslâm

dinini

tebliğ

Halifelik Dönemi ve Vefatı

etme konusunda Rasûlullah’ ın başlattığı

Hz. Ebû Bekir, ensar ve muhacirlerden

stratejiyi

devam

ettirerek

Sâsânîler’in

birer emîr seçilmesini isteyen sahâbîlere bu

elinde bulunan Fırat’ın aşağı taraflarındaki

görüşün doğru olmadığı nı, İslâm birliğini

bölgelere ordu göndermeye karar verdi.

sağlamak için tek lider etrafında toplanmak

Sâsânîler’le yapılan savaşta başkumandan

gerektiğini söyledi. Aday olarak da Hz.

Hâlid b. Velîd Basra körfezindeki önemli

Ömer’le Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı gösterdi. Fakat

yerleşim merkezlerini fethetti. Daha sonra

sahâbîler onun halife olmasını uygun görerek

aldığı bir emirle Suriye cephesine geçti.

Mescid-i Nebevî’de kendisine biat ettiler.

Müslümanların Bizans İmparatorluğu ile

Hz. Ebû Bekir, takip edeceği siyasetin genel

askerî mücadelesi Rasûlullah’ın zamanında

esaslarını ortaya koyan meşhur hutbesinde

yapılan Mûte Savaşı’yla başlamış, Tebük

müslümanların

halde

seferiyle devam etmişti. . Hz. Ebü Bekir 633

onlara başkan seçildiğini ifade ederek doğru

yılı sonbaharında her biri 3.000 kişilik üç

hareket ederse kendisine yardım etmelerini,

ayrı orduyu Bizans’a karşı yolladı Filistin’deki

yanlış davranırsa doğrultmalarını, Allah’a ve

Kaysâriye ve Gazze şehirleri fethedildi. Bu

Rasulü’ne itaat ettiği müddetçe Müslümanların

sırada halifeden emir alan Hâlid b. Velîd

kendisine

istedi.

Şam şehri yakınlarına ulaşıp Merc Filistin’in

Hz. EbuBekir(r.a.) ilk olarak Rasûlullah’ın

kapıları Müslümanlara açılmış oldu. Hz. Ebû

Mûte Savaşın’da şehit olanların intikamını

Bekir, yaptığı Ecnâdeyn Savaşı’nın neticesini

almak için hazırladığı orduyu sefere çıkardı.

öğrendikten

Bazı sahabilerin itirazına karşın Rasûlullah’ın

tarihinde

hayatta iken bu emri verdiğini söyleyerek

Hz.

en

iyisi

itaat

olmadığı

etmelerini

sonra

altmış

22

üç

yaşında

EbuBekir’den(r.a.)

vefat

özellikle

edebi

kaynaklarda

bazı yalancı ve münafıklara cesaret vermişti,

bahsedilmiştir.

bundan

olduklarını

güzel soylu iyi huylu anlamına gelen Atik,

iddia eden yalancılar ve zekât vermeyi

Rasûlullah ile mağarada kalmasından ve

reddeden gruplar nüfuz kazanmaya başladı.

orada ki dostluğundan dolayı mağara dostu

Bunları

anlamında Yâr-ı Gâr ve en meşhur olan bizzat

peygamber

engellemek

isteyen

Halife

Hz.

EbuBekir(r.a.) 100 kişilik süvari ordusunun

Rasûlullah

lakaplar

etti.

onları ikna etti. Rasûlullah’ın(s.a.v) vefatı dolayı

farklı

Cemâziyelâhir

Bunlar

tarafından

annesi

verilmiş

kullanılarak tarafından

Sıddık’tır.

başına geçerek asileri ağır mağlubiyetlere

Hz. EbuBekir(r.a.) es-Sıddık Radıyallahu

uğrattı. Daha sonra sahabilerin isteği üzerini

anh’ın Aşere-i Mübeşşere’nin en faziletlesi

Hz.EbuBekir(r.a.) İslam ordusu komutanlığını

olduğunu söyleyen bir Yunus beyti ile bitirelim;

Hâlid b. Velîd’e bıraktı. Yemâme savaşından

Ömer ü’ Osman’ Ali Mustafa yârenleri

beş yüz kadar hafız sahabînin topluca şehit

Bu dördünün ulusu Ebu Bekr-i Sıddîk’dur

edilmesi, başta Hz. Ömer olmak üzere bazı sahabîleri Kur’an’ın yok olması endişesine

Yararlanılan kaynaklar

sevketti. Çünkü Kur’an tedvîn (bir araya

Türkiye Diyanet vakfı İslam Ansiklopedisi

getirme)

edilerek

henüz

Mushaf

haline

Murat Ak ‘Klasik Türk Şiirinde Aşere-i Mübeşşere

getirilmemişti. Hz.Ebû Bekir bir komisyona,

Aybil Yayınları Bizbiriz Dergisi • 39


HAYDAR 1.BÖLÜM

A

Ahmet NAVRUZ

sla haksızlığa tahammül edemezdi. Yaşı ufak olmasına rağmen herkes tarafından sevilirdi Haydar. Arkadaşları her zaman onunla birlikte olmak isterdi. Ailesinden aldığı terbiye ve din eğitimi, onu diğer çocuklardan daha farklı ve olgun kılıyordu. Kolay kolay sinirlenmezdi. Onu tek sinirlendiren mazlumun ezilip, itilip kakılması ve haksızlık yapılması idi. Babası dış ülkeleri gezerek ticaret yaptığı için sürekli farklı ülkelerde geçmişti hayatı. Bu konargöçerlik babası Abdullah Bey’in 1948 yılında ilk İsrail-Filistin savaşı başlangıcında Gazze’de bir İsrail askeri tarafından öldürülmesi ile sona erdi. Bu arada 21 yaşına gelen Haydar, bir müddet arasa da babasını öldüren askerin izini bulamadı. Babasından kalan para ile uzun zamandır kaldığı ve alıştığı Gazze’de kendisine bir bakkal dükkanı açan Haydar hem babasının acısını yaşıyor hem de efendiliği ve dürüstlüğü ile Gazzelilerin gönlünü fethediyordu. İyice Filistinli Müslümanlara eziyeti artıran Yahudiler İsrail devletini kurmuştu. Ve halk artık sadece bu katliamları konuşuyordu. Yine bir gün Haydar öğle namazını kılmış bakkal dükkânında Kur’an-ı Kerim’i okurken çok sevdiği Yasir Amca dükkâna girdi. Haydar’ın Kur’an okuduğunu gören Yasir Amca selamını vermeyip bekledi. Ayet-i kerimeyi bitirip Kur’an-ı Kerim’i kapatan Haydar her zaman ki güler yüzü ile: -”Buyur Yasir Amca hoş geldin.” Dedi. -”Selamun Aleyküm, hoş bulduk Haydarım. Olanları duydun mu?” dedi, direk Yasir Amca. Haydar: -”Aleykümselam hayrola inşallah Yasir Amca ne oldu ki?” diye soran Haydar’a Yasir Amca sevinçle anlatmaya başladı: -”Dün cani Yahudiler yine kardeşlerimizin evlerini basmış. Evdeki ailelere işkence ediyorlarmış. Tam

40 • Bizbiriz Dergisi

küffarl a r

Kur’an-ı Kerim’i yakacakmış ki içeri yüzü peçeli bir yiğit girmiş. Herkes Hızır’dı herhalde diyor. Bir tabur silahlı askeri ateş bile etmeden döverek etkisiz hale getirip silahlarını almış ve askerlere; -‘’Bundan sonra insanlara bu şekilde işkence edip dinimize el, dil uzatanlar karşılarında beni bulur.” demiş. Kefereler elinden zor kaçmış Haydarım. Bu arada gülümseyen Haydar’a Yasir Amca; -Bakıyorum da seninde pek bir hoşuna gitti Haydarım güllerin tabak tabak oldu. Haydar; -Eee Yasir Amca, kimmiş o yiğit? Üzülerek konuşmaya devam eder Yasir Amca; -Hiç sorma Haydarım, onu kimse bilmiyor. O mübarek kişi geldiği gibi koşarak gitmiş. Şimdi herkes onu konuşuyor. İşte Haydarım bu yüzden bu kadar neşeliyim. -”Hay Allah razı olsun Yasir Amca beni çok mutlu ettin.” demiş Haydar. Yasir Amca: -”Ne demek Haydarım ama sen bakkalsın gözün kulağın açık olsun o mübareğin kim olduğunu görür duyarsan bana haber et.” der. -Yasir amcanın elini öpen Haydar, “İnşallah amca hemen haber ederim.” diyerek Yasir Amca’yı uğurlar. Yasir Amca gidince düşünmeye başlayan Haydar kendi kendine, “Bakalım bu işin sonu nasıl olacak.” diye söylenip Kur’an-ı Kerim’i tekrar okumaya başlamış.


?

İLGİNÇ BİLGİLER

kkoklamak) kilo vermemize yardımcı olur.

9.Bir insandaki toplam damar uzunluğu ne kadardır? k Bir insandaki toplam damar uzunluğu 150.000 km.dir 1 10. İnsanlar hakkında bilinmeyenler Gülmek için 17, kaşlarımızı çatmak için 42 kasımızın çalışması gerekir.

Hazırlayan: Ahmet NAVRUZ

11.Günümüzde evliliklerin yüzde kaçı boşanmakla sona eriyor? Günümüzde evlenenlerin % 50’si boşanıyor.

12. Hangi ilin nüfusu 131 ülkeden daha fazladır? İstanbul’un nüfusu 131 ülkeden daha kalabalıktır. 13. Okyanusun en uzak olduğu nokta? Her hangi bir okyanusun en uzak olduğu nokta Çin’dir.

14.Yürüyüş yapmanın yararları nelerdir? 1. TTavuklar 1 kl en ffazla l kkaç saniye uçabilir? En fazla süre uçan tavuk 13 saniye havada kalmıştır?

2. Yarım kilo bal ne kadar bitki özü içerir? Yarım kilo bal üretebilmek için arılar; iki milyondan fazla çiçekten bitki özü toplamak zorundadırlar.

3.Sivrisineklerden hangisi ısırır? Sadece dişi sivrisinekler ısırır.

Günde 3 km ya da daha fazla bir mesafede yapılan yürüyüş kanser ve kalp hastalıklarından ölme risklerini %50 azaltır.

15.Eskiden ilaç olarak kullanılan yiyecek türü nedir? Ketçap eskiden ilaç olarak kullanılırdı.

16.Yunuslar nasıl uyur? Yunuslar, bir gözü açık uyurlar.

17.350 çocuğu olan

kral kimdir? Polonya kralı Augustu’nun 350 tane çocuğu Bir kilo limonda, bir kilo çilekten daha fazla şeker vardır. vardır. 18.Tarih boyunca yeryüzünde bulunan 5. İnsanlar 1890 tarihinde hangi sebzeyi zehirli altının 200 kat daha fazlası okyanuslarda sanıyorlardı? bulundu. İnsanlar 1890 da domatesi zehirli sanıyorlardı. 19.Yiyeceklerinin donmaması için 6. Hangi meyve kahveden daha fazla uyku açar? buzdolabını kullananlar kimlerdir? Sabahları elma kahveden daha fazla uykuyu açar. Eskimolar, yiyeceklerinin donmaması için buzdolabını kullanılar. 7. Kızartmanın zararları nelerdir?

4. Limonda çilekten daha fazla olan nedir?

Kızartma yemenin beyinde marihuana ile aynı kimyasalın sağlanmasına neden olduğunu biliyor muydunuz.

8.Koklayınca kilo verdiren meyveler nelerdir? Muz veya elma koklamak (yemek değil sadece

20.Osmanlı kavuk sırrı? Osmanlı sultanlarının ve bazı alimlerin başlarındaki kavukların kefenlerinden oluştuğunu; sık sık ölümü hatırlayıp ona göre karar verdiklerini biliyor muydunuz.

Bizbiriz Dergisi • 41


2.

OSMANLI’DA BİLİMİN “ALAMETİ”

Faruk KUL

Abdülhamid Han’ ın Japonya’ya 1889 yılında robot hediye ettiğini biliyor muydunuz?

İnsan biçiminde tasarlanan Alamet adındaki bu robotun ana özelliği sema edip yarım metre yürüyebilmesi. Alamet ayrıca her saat başı yaptığı sema hareketi sırasında ezan okuyabiliyor. Araştırmacı-Yazar Oktan Keleş’in arşivinde bulunan Alamet’ in orjinal fotoğrafları Yıldız Sarayı yangını sırasında zarar görmüş. Ancak kalan fotoğraflar bile 120 yıl sonra bu ilginç olayı aydınlatmaya yetiyor. Sultan 2. Abdülhamid Han döneminin Japon İmparatoru olan Meiji’ nin yeğeni Prens Komatsu, gemiyle İstanbul’a gelir ve yanında getirdiği çeşitli hediyeleri Sultan’a hediye eder. Sarayda misafir edilen Komatsu’ dan sonra 1889 yılında İstanbul’a özel elçiler gönderen Japon İmparatoru, ülkesinin en büyük nişanı olan Büyük Krizantem dahil pek çok hediyeyi 2. Abdülhamid Han’a takdim eder. Hediyelerle birlikte gelen mektupta İmparator, İslam dini, ilim, teknolojik gelişmeler, Osmanlı’da vakıflar ve hayır kurumları yapısı gibi konularda bilgi ve materyal gönderilmesini rica eder. Alamet’in yapım süreci Sultan, saat mekaniği konusunda devrin üstadı olan Musa Dede’den daha önce hiç yapılmamış teknolojik bir saat yapmasını ister. Saat ustası Musa Dede aklına gelen ilginç fikirle alametin yapım aşamasına başlar. Bu saat semazen şeklinde olsun. Her saat başı sema edip Gong sesi çıkartsın diyen Musa Dede’nin fikrini Sultan inceler. Projeyi inceleyen Sultan, Musa Dede’den Gong yerine Alamet’ in ezan okumasını istemiş, robotun yapımından kısa bir süre önce icat edilen gramofon sayesinde ses kaydı yapılabildiğini, dolayısıyla Alamet’ in ezan okuyabileceğini belirtmiştir. Alamet Neden Duyulmadı? Ertuğrul Firkateyni ile birlikte Japonya’ya gönderilen Alamet, ‘’Osmanlı Nişanları, hediyelerle birlikte İmparator’a takdim edilmiştir’’ şeklinde kayıtlara düşüldüyse de zamanla Osmanlı arşivleri arasına terk edilmiş ve bir daha hatırlanmamıştır. Ertuğrul Firkateyni 450 mürettebatı ile dönüş yolunda batmıştır. Bu üzücü olay Alamet’in adının duyulmasını bugüne kadar imkânsız kılmıştır Ayrıca Alamet’ in fotoğraflarının büyük bir kısmı Yıldız Sarayı yangını sırasında hasar görmüştür. Alamet’ in çağının çok çok üstünde olan özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: • Semazen biçiminde • Normal bir insan boyuna yakın • Saatli bir robot • Her saat başı sema ediyor •

Sema sırasında kollarını açıyor

Gümüş levhalardan yapılmış etekleri sema esnasında açılıyor

Sema ederken ezan okuyor

Tüm bu hareketler sırasında yarım metre ilerliyor ve eğilerek geri dönüyor

Hareket kabiliyeti Yüksek bir Robot Alamet’in yapabildiği hareketlerden olan ayakta durma, dengede kalma, yürüme ve eğilme zamanımız teknolojisiyle bile ancak mümkündür. Alamet 1889 yılında bu hareketleri kolaylıkla gerçekleştirebiliyordu. Robotun tamamı gümüş ve altın kaplamadan yapılmıştı. Robotun arka kısmında kurma ya mevcuttu ve yedi günde bir kuruluyordu. 42 • Bizbiriz Dergisi


TARİHTE ŞUBAT AYI OLAYLARI Hazırlayan: Kadir Aydın

1

Şubat

1921’de Kurtuluş Savaşı’nın en kritik günlerinde Sivas’ta Şeyh Sinusi başkanlığında İslam Kongresi toplandı.

1 Şubat 1936’da Osmanlı banknotları tedavülden kaldırıldı.

2

1919’da İttihat ve Terakki Fırkası kapatılarak mallarına el kondu.

Şubat

1917’de Sadrazam Mehmet Sait Halim Paşa, V. Sultan Mehmet Reşat Han’a istifasını vermişti. Şubat Sait Halim Paşa, İttihat ve Terakki Partisi’nin bir üyesi idi. Türkiye I. Cihan Savaşı içindeydi. Devleti fiilen Enver Paşa ile Dâhiliye

3

Nazırı Talat Paşa idare ediyordu. Sivil işlerde gerçek iktidar, İttihat ve Terakki Partisi Genel Başkanı Talat Paşa’nın elinde idi. Nitekim Sait Halim Paşa’nın yerine o sadrazam oldu. Talat Paşa’nın, savaşın Türkiye için kaybedilmesi ile bitecek olan sadareti başlamıştı. 1919’da Balkanlardaki müttefik Fransız-Sırp-Yunan-İngiliz kuvŞubat vetleri Başkumandanı Fransız Mareşali Franchet d. Esperey, büyük bir velveleyle İstanbul’a girmişti. Fransız Mareşali, Mondros Mütarekesi şartlarına aykırı bir şekilde Türkiye’nin taht şehrine giriyordu. Beyaz bir ata binmişti. Eski Roma imparatorlarının yaptırdığı gibi atının dizginlerini kendisi değil, iki asker tutuyordu. İstanbul’daki Rum, Ermen, hatta Yahudi

8

Bizbiriz Dergisi • 43


azınlıklar Mareşali alkışlıyor, Türklere küfür ediyor, büyük tezahüratta bulunuyorlardı. Bu anlar, Türklerin 22 yüzyıllık tarihleri boyunca yaşadıkları en felaketli dakikaları teşkil etmektedir. 8 Şubat 1266’da İlhanlılar Devleti’nin kurucusu büyük Moğol hükümdarı Hülagü Han ölmüştür. Cengiz Han’ın torunu olan Hülagü Bağdat’ı zapt ederek Abbasi saltanatına son vermiş, daha sonra Suriye’yi alarak Mısır’a yürümüş, fakat orada Türk Hükümdarı Baybars’a mağlup olmuştur. Devrinde uygarlık eserleri meydana getirmiş olan Hülagü kan dökücü hükümdarlardandır. 1934’te Balkan Antantı imzalanmıştır. Türkiye, YugoŞubat slavya, Yunanistan ve Romanya’nın aralarında Balkanlarda kendi hudutlarının güvenliğini karşılıklı olarak tekeffül etmek için imzaladıkları bu antlaşmaya Bulgaristan girmemiştir. Olaylar ve Almanya’nın Türkiye’den gayrı diğer Balkan devletlerini istilası karşısında Milletler Cemiyeti’nin ve büyük devletler topluluğunun çaresiz durumda kalması bu güzel girişimi baltalamış ve tarihe karışmıştır. 9 Şubat 1621’de İstanbul Boğazı donmuştu. Bu, tarihte ancak birkaç defa vuku bulmuş çok nadir bir doğa olayıdır. İstanbul ile Üsküdar arasında yaya gidip gelen İstanbullular olmuştur. Bir şair Yol oldu Üsküdar’a 1030’da Akdeniz dondu” mısraını tarih düşürmüştür. 9 Şubat 1441’de büyük Türk şairi, Edibi ve dilcisi Ali Şir Nevai doğmuştur. Timur ailesine mensup asil bir Türk ailesinin çocuğudur. Herat’ ta doğmuştur. Medrese arkadaşı Hüseyin Baykara Herat hükümdarı olunca onu yanına çağırmış ve vezir yapmıştır. Ali Şir Nevai, Horosan’ ı Doğu’nun en büyük sanat merkezi haline getirmiştir. Eserlerini Türkçe yazarak Türk diline büyük hizmetleri dokunmuştur. Manzum hikâyeleri ve divanı da vardır. Bütün eserleri Türk Dil Kurumu tarafından bugünkü Türk kültürüne toplu halde yeniden kazandırılmıştır.

9

44 • Bizbiriz Dergisi

10 Şubat 1918’de Osmanlı tarihinin en büyük hükümdarlarından Sultan II. Abdülhamit Han ölmüştür. II. AbŞubat dülhamit, 1909’da tahttan indirildikten sonra Selanik’e gönderilmiş, Balkan Savaşı’nın başında da Beylerbeyi Sarayı’na nakledilmiştir. Oradaki dairesinde zevcelerinden Müşfika IV. Kadın efendi ile sakin bir hayat yaşıyordu. 76 yaşında idi. Ondan birkaç ay sonra da tahtta bulunan kardeşi V. Sultan Mehmet Reşat öldü. Yerine küçük kardeşi VI. Sultan Mehmet Vahdettin padişah oldu. 1821’de Mora’nın Patras şehrinde Yunanlılar ayaklanmışlardı. Bu, Şubat büyük Yunan isyanının başlangıcı oldu. Rusya, İngiltere ve Fransa’nın asi Yunanlıları desteklemesi üzerine, uzun yıllar süren mücadelelerden sonra Türkiye Yunanistan’a bağımsızlık vermek zorunda kaldı. O zamanki Yunanistan, sadece Mora, Attika, Ağrıboz ve Kiklat adalarından ibaretti. 1878’de Sultan İkinci Abdülhamit Osmanlı Meclis-i Mebusanını Şubat kapatmıştı. 1483’te Babür Şah doğmuştu. Hindistan’da muazzam Türk-Moğol Şubat İmparatorluğunu kuran Babür, Timurlenk’ in torunlarındandır. Delhi sultanının 100 bin er ve bin filden oluşan ordusunu 12 bin süvarisiyle yenmesinde Osmanlı Türklerinin idaresindeki topçu bataryaları en büyük etken olmuştur. 12 yaşında babasının ölümü üzerine Fergana’da tahta çıkmış, 35 yıl saltanatta kalmış, dağılmaya yüz tutan imparatorluğu tekrar kurmuş ve canlandırmıştır. İyi bir şair, kuvvetli bir hattat ve nesirci olan Babür, muhtelif eserler de kaleme almıştır. Çağatay lehçesi edebiyatının 16. yüzyıl temsilcisidir. Vekayi” adını taşıyan ünlü anıları birkaç cilt halinde Türkçe de basılmıştır. Ayrıca bu anıları İngilizce, Fransızca ve Almanca başta olmak üzere birçok yabancı dile de çevrilerek yayınlanmıştır.

10

12

13 14


1517’de Yavuz Sultan Selim Han Türk ordularının başında büyük törenle Şubat Kahire’ye girmiştir. Az önce Ridaniye Meydan Savaşı’nı kazanan Türk orduları, yeryüzünün Türkiye ve İran’dan sonra 3. büyük devleti olan Mısır-Suriye Türk-Memluk İmparatorluğuna son vermiş ve Mısır ile ona bağlı olan ülkeleri Türkiye’ye katmıştır. 1855’de Serdar-ı Ekrem (başkomutan) Ömer Paşa, Kırım’da Şubat Gözleve zaferini kazanmıştı. Ömer Paşa 4 saat içinde 26 bin asker ve 80 toptan oluşan Rus ordusunu büyük bir bozguna uğratmıştır. 1925’te önemli Türk tarihçilerinden Abdurrahman Şeref Efendi ölmüştü. Şubat Mekteb-i Mülkiye’de ve Galatasaray Sultanisi’nde hocalıklarda bulunan, aynı zamanda devletin resmi vakanüvisi (tarihçisi) olarak hizmet görmüştü. Ayan azalığında ve Maarif Nazırlığı’n da da bulunmuştur. Okullar için yazdığı kitaplar tertip ve ifade bakımından örnek eserlerdir. Türk ve Osmanlı tarihine dair eserleriyle ve yetiştirdiği öğrencileri ile ülkemiz kültürüne büyük hizmetleri dokunmuştur. 18 Şubat 1536’da Fransa’ya kapitülasyon” denilen ilk ticari imtiyazlar verilmiştir. Türkiye, Almanya-İspanya tarafından yutulmasına engel olmak için, Fransa’yı bütün gücüyle destekliyor, her türlü askeri, bahri ve mali yardım yapıyordu. Sonradan bu kapitülasyonlar tek taraflı lütuf eseri olmalarına rağmen, Avrupa devletleri tarafından, Türkiye’nin başına bela olacak şekilde istismar edilmiştir. 19. yüzyıl sonlarında emperyalizmin zirvesinde bulunan büyük Avrupa devletleri, Türkiye’den başka Çin, Japonya, Brezilya gibi eski imparatorluklara da kapitülasyonlar” denen tek taraflı görüşlerini dayatmışlardır. 1793’te III. Sultan Selim Nizam-ı Cedid” denen yenileşme ve batılaşma Şubat hareketini fiilen başlatmıştır. Nizam-ı Cedid, Türkiye’nin yenileşme ve batılaşma hareketleri tarihin en önemli

15

17

18

adımlarından birini teşkil eder. 24 Şubat 1495’te Fatih Sultan Mehmet’in oğlu ve II. Bayezid’in küçük kardeşi Şehzade Cem ölmüştü. Sultan Cem acıklı sergüzeşti ve güzel şiirleri ile tarihimizde pek ünlü olmuş bir simadır. Babası Fatih’in ölümünden sonra Bayezid tahta geçmiştir. Fakat Cem, kardeşinin liyakatsizliğini ileri sürerek ona karşı bir mücadele açmış, her defasında yenilmiştir. Nihayet Rodos Şövalyelerine sığınmış sonra papanın eline düşmüştür. Orada, ölümüne kadar Bayezid’e karşı papanın elinde bir silah olarak kalmıştır. 24 Şubat 1918’de güzel ve kahraman Trabzon şehrimiz I. Dünya Savaşı’nda işgali altına düştüğü Ruslardan kurtarılmıştır. 1914’te ilk havacılarımızdan Fethi ve Sadık Beyler şehit düşmüşlerdi.

27 Şubat

28

1856’da Osmanlı İmparatorluğu’nda Islahat Fermanı ilan edilmişti.

Şubat

1924’te Halife II. Abdülmecit Efendi İstanbul’da sonuncu Cuma Şubat selamlığına çıkmıştı. 3 gün sonra halifelik kaldırılmış ve bütün Osmanlı ailesi Türkiye dışına çıkarılmıştır. Abdülmecit Efendi, son halife olup TBMM tarafından seçilmişti. Halifeliğin kaldırılmasıyla da ülke dışına çıkarılmış ve 1945’te Paris’te vefat etmişti.

29

Kaynak : Tarih portalı

24

Bizbiriz Dergisi • 45


DEVİR: TASARRUF DEVRİ

OTOMOBİLLERDE YAKIT TASARRUFU TASARRUF Faruk KUL

G

ünümüz dünyasında otomobillerin çok fazla yaygınlaşması ile birlikte dünya ge-

cın sürüş reaksiyonları gecikir, fren mesafesi uzar,

nelinde fosil yakıtların ( benzin, mazot vs.) kullanımı giderek artmıştır. Bu kul-

Devamlı vitesin boşa alınarak kullanımı aracın

lanımın artmasıyla parelel olarak fosil yakıtlar daha değerli hale gelmiştir. Öyle ki fosil yakıtlar dünyada savaş sebepleri arasında sayılmaktadır. Stratejik açıdan bu kadar değerli bir yakıtın ekonomik kullanılması hem bireysel olarak hem toplumsal olarak bizim faydamıza olacaktır. Bu yakıtların daha ekonomik kullanımı milli ekonomiye de katkı sağlayacaktır. Bizler için otomobiller de yakıt tasarrufuna dair püf noktalarını derledik. 1. Aracı boş viteste kullanma Ülkemizde sürücülerin sıkça yaptığı hatalardan birisi de araç yokuş aşağı giderken vitesi boşa almaktır. Bu şekilde daha az yakıt tüketileceği düşünülür. Özellikle aracı viteste bırakıp kendi gidişine bıraktığımız zaman yakıt pompası motora yakıt akışını durdurur. Fakat vitesin bu durumda boşa alınılmasıyla motora az miktarda da olsa yakıt gönderilir. Bu nedenle yakıt tüketime çok büyük bir faydası olmaz. Ayrıca sürüş esnasında vitesin boşa alınması sürüş güvenliğini tehlikeye atan bir durumdur. Ara-

46 • Bizbiriz Dergisi

aracın kontrolden çıkmasına sebep olabilir. yürüyen aksamında önemli deformasyonlara sebep olur. Böyle durumlarda vitesi boşa almaktan ziyade uygun vites de herhangi bir ayak pedalı kullanmadan seyretmek yakıt tasarrufu sağlayacaktır. 2. Araç Rölanti de ne kadar yakıt sarf eder? Otomobiller yavaşlatılmış çalışma esnasında motorun hacmi ve gücüne göre yakıt harcarlar. Bekleme süresine göre sarfiyat artar veya azalır. Özellikle yoğun trafikte 1-1,5 bucuk dakikadan daha fazla bekleyeceğimize inanıyorsak kontak kapatmak daha tasarrufludur. 3. Aracı yüksek devirde kullanmak Aracın yüksek devirde kullanılması yakıt tüketimini olumsuz yönde etkiler. Yüksek devir demek yüksek güç demektir. Araçtan istediğiniz güç miktarına göre o oranda araç yakıt sarfiyatı yapacaktır. Bu bağlamda hangi tip araç kullanıldığı motor hacmi, motor teknik verileri çok önemlidir. 1.4 l bir aracın 2500 d/dk da çalışması ile 2.5l bir aracın 2500 d/ dk da çalışması aynı yakıt miktarıyla gerçekleşmez. Genel bir ifadeyle 2500 d/dk üzerine çıkılan her devir yakıt tasarrufunu olumsuz etkiler. İdeal yakıt tü-


na sebep olabilir ayrıca buharn llaşmadan kaynaklı yakıt sarfiyyatı artacaktır. Bu nedenle dolu depoyla seyahat etmek daha d aavantajlı olacaktır. 6. Arızalı Parça Aracın yakıt sisteminde bakkımsız parçalar enjektör, yakıt pompası yakıt hortumları, karp büratör ve yakıt filtreleri arab ccın daha fazla yakıt kullanmasına sebep olacaktır. Araçların bu n parçalarının periyodik bakımına p dikkat edilmelidir. d 7. Açık cam ve sunroofla sseyahat etme Camlar açık seyahat etmek, özellikle şehir dışı uzun seyaö hatler de sarfiyatı 2-3 lt ye kadar h aarttırır. Camlar açılmasıyla araketimi için 2000-2500 d/dk arasında kullanım sürücünün genel kullanım karakteri olmalıdır. 4. Ani Fren-Gaz hareketleri Ani fren ve gaz hareketleri yakıt tüketimini önemli ölçüde etkiler. Ani hızlanma da üreteceğiniz gücü ani frenle ile kaybedersiniz. Sürekli bu şekilde bir sürüş hem motorunuzun gereksiz yere yıpranmasını ve yakıt tüketiminde önemli bir artışı beraberinde getirecektir. 5. Aracın deposunu her zaman dolu tutmak

bebi vardır. Bunlardan birisi depoda gerçekleşecek buharlaşmadır. Depoda ne kadar az benzin veya mazot bulunursa buharlaşma etkisi o kadar çok olacaktır. Bir diğeri benzin depo kapaklarının tam kapalı olmamasıdır. Tam kapalı olmaması durumda dışarıya benzin sızma ihtimali vardır. Ayrıca tam kapalı olmama durumunda depo içerisine sıcaklık girişi olacak bu da buharlaşma miktarını artıracaktır. Yakıt tasarrufu da olumsuz yönde etkilenecektir.

cın sürüş dengesi bozulur. Araca etkiyen rüzgâr gücü artar. Bu da daha fazla güç gerektirir ve yakıt sarfiyatı artar. 8. Kaliteli Motor Yağı kullanma Araçta kullanacağınız motor yağları ile motor elemanlarındaki sürtünmeleri ve buna bağlı kayıpları minimuma indirebilirsiniz. Kullanacağınız yağın kalitesi artıkça sürtünmeye bağlı aşınma azalır. Hararet sorunları azalır. Buna bağlı olarak yakıt sarfiyatı azalır. 9. Klima Kullanmak

Aracın deposunu her zaman

Aracı sürekli boş depoya ya-

dolu tutmak yakıt tasarrufunu olumlu etkiler. Bunun birkaç se-

kın konumda kullanılması aracın yakıt aktarım elemanlarına

Araçlarımızda kullandığımız klimalar motor tahrikli olduğu için klima kullanımı da paralel

zarar verebilir. Diğer arızaları-

olarak motorda güç üretimine Bizbiriz Dergisi • 47


sebep olacaktır. Klimanın daha fazla kullanılması demek yakıt sarfiyatının artması demektir. 10. Lastik Seçimi Lastikler aracın yol ile bağlantısı sağlayan önemli elemanlardır. Bu öneme binaen lastik seçimi de bir o kadar önemlidir. Lastik basınç değerlerinin aracı-

ğişikler araçların yakıt tüketimini de değiştirir. Daha kısa sürede daha fazla güç beklentileri ve bu beklenti doğrultusunda aracın beyninde(ECU) yapılan oynamalar yakıt tasarrufunu olumsuz etkiler. 12. Otomatik Vites araçlarda yakıt tasarrufu

13. Vites Değişimi Yakıt tasarrufunda dikkat edilmesi gereken birçok unsurdan birisi de vites değişimi ve kullanımıdır. Özellikle manuel vitesli araçlarda vites değiştirme tekniği çok önemlidir. Düşük vites yüksek devir kullanmak yakıt sarfiyatını artırmaktır. Bunun yerine yüksek vites düşük devir kullanılırsa yakıt sarfiyatı azalır.

nız kullanım kılavuzundaki değerlerde olmasına dikkat edilmesi gerekir. Basıncı düşük olan lastik yol ile daha fazla sürtünmeye sebep olarak yakıt sarfi-

Otomatik vites araçlarda gaz pedalını kullanmanın bazı teknikleri vardır. Bunlardan biri gaz pedalının altında yumurta varmışçasına basmaktır. Bu saye de

yatını artırır. Lastiklerin aşınmasına dikkat edilmesi ve değiştirme periyoduna bağlı kalınmalıdır.

aracın sakin seyri için gerekli en uygun devir ve vites seçeneğini araç kendisi belirler. Tersi bir durum da yakıt tüketimi artacaktır.

11. Modifiyeli Yakıt Tasarrufu

Araçlarda

Özellikle uzun yolda gaz pedalındaki küçük hareketlerle oto-

lar için yakıt tasarrufu iddiasında bulunan birçok tasarruf ci-

Otomobil üreticileri ürettikleri araçların motorlarını ideal

matik vitesli araçlar manuel vitesli araçlardan daha az yakıt tüketimi yapacaktır. Son dönem-

hazı vardır. Bu cihazları satın almadan ve kullanmadan önce

değerlere göre tasarlarlar ve bu motorlar için en ideal yakıt oranını yakalamaya çalışarak modellerini geliştirirler. Fakat daha sonradan araçların mekanik ve motor aksamına yapılacak de-

48 • Bizbiriz Dergisi

lerde geliştirilen triptronic vites seçeneği olan araçlarda ise her zaman için aracı otomatik vites seçeneğinde kullanmak daha az yakıt tüketimi sağlar.

Debriyaj kullanımında ise dikkat edilmesi gereken durumlar, vites değişim esnasında debriyajı sert kullanmamak, debriyaj pedalı ani bırakmamaktır. 14. Yakıt Tasarruf Cihazları Otomotiv sektöründe araç-

araç üretici firmasına ve teknik servisine başvurulmasında fayda vardır. Aksi takdirde bilinçsiz kullanımda aracın motor ve mekanik aksamında ciddi problemlere sebep olabilir.


ŞİMŞEK KUAFÖRÜM ALİ Ali ŞİMŞEK

Yaylapınar Uhud Mah.Akmescid Sok.48/B Meram/KONYA (Ahmet Haşhaş Ilköğretim Okulu Karşısı)

Tel:0.543 213 26 67


CEVDET Çiçekçilik

Adres: Nalçacı Cd 31/C Selçuklu Merkez Konya Telefon : (0332) 238 40 50


el öz

Serin ADAY SÜRÜCÜ KURSU

Babalık Mah. Yapıcı İş Merkezi C Blok k No:4 D:404 Nalçacı/Konya

Telefon : (0332) 322 88 11


yapısında güven var....

Telefon : +90 232 469 42 42 Faks : +90 232 459 21 04

E-Posta : info@egepoli.com.tr

Karacaoğlan Mahallesi Kemalpaşa Caddesi 27/B Işıkkent/Bornova/İZMİR


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.