Bizbiriz dergisi 8 9 sayi

Page 1

dergisi

Bizbiriz Sayı: 8-9 Eylül 2013 ISSN: 2147-642

Kurban Allah’a Teslimiyetin Adıdır ‫لَ ْن َي َنا َل اللَّ َه لُ ُحو ُم َها َو َلا ِد َما ُؤ َها َولَ ِك ْن َي َنالُ ُه ال َّت ْق َوى ِم ْن ُك ْم َك َذلِكَ َسخَّ َر َها‬ ‫ين‬ َ ‫لَ ُك ْم لِ ُت َك ِّب ُروا اللَّ َه َع َلى َما َهدَاكُ ْم َو َبشِّ ِر الْ ُم ْح ِس ِن‬ “Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!” (Hacc/27)



EDİTÖRDEN Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun Lokman Hekim (a.s) oğluna şöyle tavsiyede bulunur. İki şeyi unut, Yaptığın iyilikleri unut ve sakın bir daha bahsetme yaptığın iyiliklerden. Çünkü her anlatışta, o yapmış olduğun iyilikten bir miktar gidiyor. Yapmış olduğun iyilik sana yazılmış olan bir sevap sen yapmış olduğun iyiliği unut anlatıp durma.

Birde ölümü unutma ; (Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz) (Ankebut suresi, ayet 57 ) Ölümü ve mutlak suretle yaradana geri dönüşün olacağını bir an bile olsun aklımızdan çıkarmamak gerekir. Değerli kardeşlerim Lokman Hekim’in oğluna etmiş olduğu tavsiyeleri bizde kendimize edilmiş bir tavsiye olarak değerlendirmemiz gerekir. Cenab-ı Hak yapmış olduğumuz iyilikleri gösteriş ve riyadan uzak, bize yapılmış olan her türlü davranışın Cenab- Hak tarafından ve O’ nun izni ile olduğunu bilmemizin idrakini bize nasip etsin.

Sana yapılmış olan kötülükleri de unut. Çünkü Cenab-ı Hak sana bir sabır verdi ve sen Değerli okuyucularımız Rabbimizin izin sabrettin ve ecrini kazandın. İyiliği Allah için ve müsaadesi ile yine yepyeni ve dopdolu bir yapmak lazım, iyilik ticaret değildir, yani tüccarlık sayımızla daha huzurunuzdayız. Bu sayıda değildir. Ben bunu yaptım sen ne yaptın veya kardeşlerimiz evvelen ne yapacaksın denmez ve Allah’ın rızası için sonra böyle bir beklenti içinde da siz kıymetli okuyucu de olunmaz. Sen iyiliği yap kardeşlerimizin istifadesine ve unut, hiç ummadığın bir sunulmak üzere birbirinden anda ve hiç ummadığın bir güzel konuları kaleme yerde karşına çıkar. aldılar. Rabbim cümlemize okuyup anlamak ve hayatımıza tatbik etmemizi nasip eylesin. Amin

iki şeyi unutma; Allah-u Teala’ nın (“ Nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir.”) (Hadid suresi, ayet 4) ayeti kerimede de belitildiiği üzere Cenab-ı Hakk’ın her an ve her yerde zaman ve mekan gözetmeksizin bizimle beraber olduğunu unutmamak gerekir.

Bizbiriz Dergisi İmtiyaz Sahibi Bizbiriz Derneği adına Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan Editör ve Yazı İşleri Müdürü Kadir Aydın

Selam ve dua ile…..

Yayın Kurulu Hamide Erbay Ayşe Tunç Selman Bahar Zehra Bilmen Faruk Kul Ümmü Haram

Grafik – Tasarım Yasin Candan

Baskı Tarihi

Fotoğraf Bahadır Aktaş

Baskı

Reklam Koordinatörü Ahmet Navruz

Ekim 2013

Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti. Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14 Konya Tel : 0 332 342 01 55 Fax : 0332 342 21 63 www.ermanofset.com

Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin elektronik ve basılı ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir. Yayın Türü Aylık, yaygın süreli yayın Bizbiriz Derneği Şeyh Sadrettin Mahallesi Turgutoğlu Sokak No:9 Meram / KONYA Tel : 0 (332) 353 27 00 0 (541) 248 65 28 - 0 (507)Bizbiriz 577 22Dergisi 25

3


Büyük Oyun; “Ilımlı İslam!” 6

Tîn Sûresi Tefsîri 9

Hadis 12

Fıkıh 13

Siyer-i Nebi 14

Tasavvuf 18

Ayın Sohbeti 25

Dillerde Zikrimiz 29

Sahabe-i Güzin 30

Müslüman Bilimadamları 39


Şehrin Görünmeyen Yüzü 42

Toprağı Kaybedilmiş Kubbe: “Gönül Dünyamız” 44

Surelerden 46

Arapça Rabca’ya Götürür 48

Haydar 50

İlginç Bilgiler 51

Tarih’te Eylül 52

ÇOCUK 54


Büyük Oyun;

“Ilımlı İslam!” SELMAN BAHAR

tan sonra ekonomik yapısından siyasal düzenine kadar bir toplumun bütün değerlerini iç ediyor. Bu bir binayı yıkmak için dinamitleri binanın önce en zayıf noktalarında daha sonra destek kolonlarında patlatmaya benziyor. Müslümanların İslami yaşantılarında Başta kelime kalıbı olarak Ilımlı İslam, zayıf bıraktıkları noktayı tespit ederek önce İslam’ın ağırlığına uymayan bir tabirdir. o zayıflığın yerini nefse hoş gelen bir hazla İslam’ın ağırlığında değiştirilemezlik vardır. dolduruyorlar. Müslümanlar bu hazzın gafleYani Allah tarafından İslam değiştirilmeye tine düştükten sonrada artık daha büyük bir gerek duyulmayacak bir din olarak gönderil- değeri Müslümanların elinden alıyorlar. Bu tip miştir. Bu yüzden İslam’ı ılımlı hale getirmeye müdahalelere birkaç basit örnek vermek geçalışmak nafile bir fiil olduğu gibi Allah’ın in- rekirse; dirdiği dini beğenmemek yoluyla Allah’a isİslam denince akla gelen ilk gereklerden yan etmek demektir. biri olan tesettürden hanım kardeşlerimizi Kaldı ki İslam’ı yaşama çabasında samimi soğutmaya çalıştılar. Gerekçeleri ise tesettüMüslümanların başvurmayacağı bir yöntem rün sosyal hayatı kısıtladığı, her ortama uyum olan İslam’ı yumuşatma eylemi, İslam karşıtı sağlamayı zorlaştırdığı, kaba gösterdiği, itici gruplar tarafından planlanmış bir oyundur. ve ilkel olduğu gibi tamamen gerçekten uzak Müslümanların hayatına yanlışlar doğru, doğ- bahanelerdi. “Tesettür güzeldir ama bak şöyrular yanlış olarak empoze edilmeye çalışılır le pahalı markalardan git al eşarbını. Birazda gevşek bağla ki rüzgarda salınsın şöyle, hem ve bu yolla kültürel değerler çökertilir. eteğin modası geçti, etek yerine geniş panİslam Hukuku’nun ve İslami yaşantının ba- tolon giyersin vesaire, vesaire...” diyen birileriz şekilde zıttı olan kurallar ve adetler hisset- ri çıktı hanım kardeşlerimize, arkadaş oldu. tirilmeden yaşamımıza sokuluyor. Bir zaman Bir gün eşarbını gevşetti, bir gün makyajını sonra manevi huzursuzluklara yol açan bu yaptırdı. bir de geldi eşarbı bağlamaya gerek müdahaleler fark edildiğinde çözümü ya geç- duymadı hanım kardeşimiz. İçini rahatlatanmiş oluyor ya da telafisi oldukça zorlaşıyor. da “Ne olacak canım böyle daha güzel oldun, En başta İslam Kültürü’nü hedef alan “Ilımlı hem senin kalbin temiz, niyetin halis.” diyen o İslam!” söylemi kültürel değerleri yozlaştırdık- arkadaşı oldu. Müslümanların üzerindeki en büyük tehditlerden biri İslam’ı kendi nefsine göre yorumlayan insanların sebep olduğu bir sonuç olarak İslam’ın kurallarının esnetilmeye çalışılması, çerçevesinin küçültülmesi, kalıbının daraltılmasıdır.

Bizbiriz Dergisi

6


Erkeklerimize günlük meşgaleler buldular. Camiden, cemaatten ayırdılar. “Çağa ayak uydur, sosyalleş biraz.” dediler. “Haftada bir halı sahaya gidelim. Çok moda, arkadaşlarla sinemaya gidelim. Bugün o doğdu, görmemek olmaz. Ertesi gün şu eğlence partisi düzenledi, gitmemek olmaz.” dediler. Önceleri abdestsiz dolaşmayan genç “Bana ne oldu böyle” dediğinde, “Haftada bir Cuma’ya gidiyoruz ya başımıza molla mı olacaksın” deyip yolundan döndürdüler.

çabalamak Allah’ı bilmemek değil de nedir?

Birden fazla din varmış gibi İslam’ı, hurafe ve bidatlerle tahrif olmuş anlayışlarla diyaloga sokmaya çalışmak Allah’a düpedüz yalan söylemektir. “Ilımlı İslam’dır bu, bu din hoşgörü dinidir” diyerek Müslüman’ın vatanını, namusunu, emeğini kafire peşkeş çekmek Allah’a en büyük ihanettir. Din içinde bozgunculuk yapanlar, Allah’a karşı yalan söylediklerinin idrakinde değiller. Onlar Müslümanları aldatmanın Allah’a yalan söylemek olduğunu bilmiyorlar. Çünkü Şu anda günümüzde faiz kullanımının onlar hidayetten nasiplerini almamışlar. Öyle Müslümanlara aşılanmasının yöntemi de bu- olsaydı Müslümanlar arasında fitne çıkartmadur, yani İslam’ın kurallarının içini boşaltmak... nın, günaha sevk etmenin, Allah’ın dini İslam’ı Önce banka önünden kullanarak kendilerine geçmeyen halkımıza dünyevi paylar biçnema, kâr payı adıymenin vebalini sırtlala sahip olmadıkları namazlardı. Rabbimiz “Birden fazla din varmış gibi İslam’ı, parayı cazip kıldılar. Hud Suresi’nin 18. hurafe ve bidatlerle tahrif olmuş Sonra “Bu para faizdi ayetinde onları şöyle anlayışlarla diyaloga sokmaya ama işine yaradı bak.” lanetliyor; çalışmak Allah’a düpedüz yalan dediler. Arkasından söylemektir. “Ilımlı İslam’dır bu, “Bir yalanı Allah’a içimizden haram-hebu din hoşgörü dinidir” diyerek iftira edenden daha lal çizgisi zayıf olanlar Müslüman’ın vatanını, namusunu, zalim kim olabilir? banka kredilerinin geemeğini kafire peşkeş çekmek Bunlar Rablerinin rektiğinde başvuruAllah’a en büyük ihanettir.” huzuruna çıkarılalabilecek bir yöntem caklar, şahitlerde olduğunu, zorda kaşöyle diyecekler; ‘İşte lındığında kredi faizişunlar Rablerine nin haram olmayacağını söylediler. karşı yalan söyleyenler!’ Haberiniz olsun

İslam soğuk bir din mi ki, İslam’ın ılımlısı ol- Allah’ın laneti zalimler üstünedir.” sun. Haşa, Allah bilemedi de İslam’ı yanlış indirHal böyleyken bizim dikkatimizin daha fazdi, sen aciz bir kul olarak o yanlışlığı mı fark et- la olması gerekiyor. Her “İslam budur.”, “Hakikat tin? Yarım aklınla Allah’a kusur mu buluyorsun? böyledir.”, “Doğrusu bizimki.” diyene güvenmeİnsanoğlu dini kendine göre yontmaya ne mek gerekiyor. Aç, bak Kur’an’a, Furkan’dan kadar meraklı. Ne kadar cesur ki böyle bir ve- âlâ kaynak mı var? Oku ve öğren. İlk emir değil bali üstleniyor. Daha doğrusu ne kadar cahil ki, mi ki, oku? Niye okumazsın? Okumak, hayata din diye dayatılan yanlışların doğrusunu öğ- Kur’an’la bakmak demektir. Okumak, olayları renmek için Kur’an’ı Kerim’e ve Hz. Muhammed Allah’ın Kelamı ile analiz etmek demektir. Oku(s.a.v.) Efendimiz’in sünnetine sarılmıyor... yan insanın gözleri İslam İslam bakar. YaşadığıNeden sormuyor yanındaki kardeşine, “Bir nı Kur’an’la algılamaya çalışan insanın kulakları yerde faize şart koşup helal dediler, ben haram İslam İslam duyar. O okuyana ne hurafe bulaşır, biliyordum. Sen nasıl biliyorsun?” diye. Biz Müs- ne bidat. Bir makinenin kullanma kılavuzunu lümanların işine mi geliyor yoksa yalan yanlış okumuş birine o makinenin düğmesinin yerini bir din yaşamak... Canımız istediğinde kredi şaşırtabilir misiniz? Kur’an’da yaşamanın kılaçekip, eşin dostun arasında o krediyle sadaka vuzudur. Kur’an’ı özümsemiş birini faizin helal verir görünmek, başına buyruk yaşadığını san- olduğuna inandırabilir misiniz? mak değil de nedir? Dini kendi nefsine göre yorumlamak, her arzuladığını dine uydurmaya

Okumakla doğruyu-yanlışı öğrenir, bilirsin tamamda sadece bilirsin. Eğer okuduğunu ya-

Bizbiriz Dergisi

7


şarsan senin yaşayışınla doğruyu-yanlışı bilirler, senden yaşamayı öğrenirler. “Kitaptan hiç kimseye ne bir yarar vardır ne bir zarar, Ancak içindeki hayata tatbik edilirse fayda sağlar.” der Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocamız... Kandırılmamak için okuyacaksın, öğreneceksin. “Bak biliyorum.” diye kendini kandırmamak içinde bildiğini hayatına tatbik edeceksin. Sonra kimse gelip aklını çelemeyecek. Kimse senin önünde “Bu İslam’dır.” diye yalanı doğrultamayacak. Kandıracak bir iki bilmeyen bulduğunda da karşısında seni bulup, geri adım atacak. *** Gün gelecek karaya ak diyecekler, aka kara. Olmazı olduracaklar, oluru zora sokacaklar. Sen “Yaparım” diyeceksin, birileri “Yapılmaz, günahtır.” diyecek. “İyi o zaman günahsa sizde yapmayın.” diyeceksin. “Biz Müslüman kardeşlerimiz için kendimizi feda ediyoruz.” diyecekler. Seni İslam’dan koparmak için olmadık tezgah düzecekler, buna da Ilımlı İslam! diyecekler. Yani sözün özü Fatır Suresi’nin 5. ayetinde Rabbimizin buyurduğu uyarı mahiyetindeki emirdir; “Aldatıcılar sizi Allah ile aldatmasın.” Allah’a Emanet Olalım...

Bizbiriz Dergisi

8


Tîn Sûresi Tefsîri

İNSANA LUTFEDİLEN YARATILIŞ KIVAMI: AHSEN-İ TAKVİM SIRRI Hamide ERBAY Beşiktaş İlçe Vaizi

Tîn sûresi, Mekke döneminde indirilmiş olup, 8 âyetten oluşmaktadır. Adını ilk âyette geçen “incir” anlamına gelen “tîn” kelimesinden almıştır. Ayrıca “ve’t-tîn” ismiyle de anılmaktadır. Yüce Allah’ın (c.c.) insanı en güzel biçimde yarattığına dair peş peşe gelen dört yemin

ifadesiyle başlamaktadır. Sûre, Allah Teâlâ (c.c.) kendisinin ilim, sanat ve kudret sıfatlarını gösteren dört önemli varlığa, insanın maddi gıdalarından olan incir ve zeytine, manevi gıdası olan vahyin indiği Sînâ dağı ile ‘emin belde’ yani Mekke’ye ve ayrıca insanların muhtaç olduğu maddi ve manevi ikramların en mükemmel örneklerine yemin ederek,

Bizbiriz Dergisi

9


insanın “ahsen-i takvim” üzere en güzel biçimde yaratıldığını bildirmektedir. Ardından gelen ayetlerde de insanın aşağıların aşağısına döndürüleceği, inanan ve sâlih amel işleyenlere ise kesintisiz bir mükafât verileceği ifade edilmektedir. Sure, apaçık delillerden sonra İslam’ın ve ahiret günündeki hesaba çekilmenin inkâr edilemeyeceğini ve Yüce Allah’ın (c.c.) hüküm verenlerin en üstünü olduğunu adeta haykırarak sona ermektedir.1 1. “İncir ve zeytine yemin olsun ki...” İlk âyet hakkında tefsir alimleri genel olarak iki farklı yorumu benimsemişlerdir. Birinci yoruma göre, ‘tîn’ ve ‘zeytin’den maksat, bu adla meşhur olan incir ve zeytin yemişleri ve ağaçlarıdır. Bu görüş, Hasan, Mücahid, İkrime, İbrahim en-Nehaî, Âta gibi bir kısım alimlere ve İbn Abbas’a nisbet edilmiştir. Bu müfessirler, incire ve zeytine yeminle başlanmasının sebebini şöyle açıklamışlardır: İncir ve zeytin, insan hayatı için hem lezzetli bir gıda, hem ilaç, hem de ticaret açısından faydaları pek çok olan meyvelerdendir. Meyvelerin en faydalı ve mübareklerinden olmaları itibariyle özel durumlarına yemin edilmiştir. İkinci yoruma göre, incir ve zeytinden maksat yemiş değil, bu isimlerle anılan mübarek yerlerdir. Müfessirlere göre, 3. ve 4. âyetlerde “Sîna dağı” ve “emin beldenin (Mekke)” zikredilmeleri bunu gösteren bir karinedir.2 Bu görüşe göre incir ve zeytin mecaz olarak bu ağaçların çokça bulunduğu toprakları yani Akdeniz’in doğusunda bulunan Filistin ve Suriye’yi simgelemektedir. Hz. Nuh (a.s.), Hz. İsa (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.), Kur’ân’da adı geçen peygamberlerin çoğu, vahiyle bereketlenmiş bu topraklarda yaşayıp tebliğde bulundukları için, iki ağaç cinsi bu peygamberlerin dile getirdiği dinî öğretilerin sembolü olarak kabul edilmiştir.

3. “Ve bu güvenli şehre yemin olsun ki...” Mekke, Hz. İbrahim (a.s.) zamanından beri bütün Araplarca saygı gösterilen, dokunulmaz bölge olarak kabul edilmiştir. Hz. İbrahim’in duasına mazhar olmuş, ‘emin belde’ ve ‘harem’ kılınmış olan Mekke’de bütün canlılar ve insanlar zarar görmekten muhafaza edilerek emin kılınmışlardır. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğduğu ve risalet vazifesine mazhar olduğu yer olarak da, “Sen içlerinde iken Allah (c.c.) onlara azab edecek değildir. Mağfiret diledikleri halde Allah (c.c.) onlara azab edecek değildir”. (Enfâl, 8/33) âyeti gereği, hem Resûlullah (s.a.v.) içlerinde bulunduğu müddetçe, hem de Yüce Allah’ın (c.c.) mağfiretini isteyerek istiğfar ettikleri sürece halkına azap olunmayacağı vaad edilen şehirdir Mekke-i Mükerreme.4 4. “Biz insanı yaratmışızdır.”

en

güzel

biçimde

Peş peşe gelen dört yeminin ardından Yüce Allah (c.c.) insana has olan yaratılış lütfunu zikretmektedir. “Takvîm,” eğriyi doğrultmak, kıvama nizama koymak, kıymet biçmek, kıymetlendirmek anlamlarına gelmektedir. “Ahsen-i takvim” ise, “biçimlendirmenin en güzeli” demek olur ki, maddi ve manevi her türlü güzelliği kapsar. İnsanın, yeryüzü varlıkları içerisinde gerek fizyolojik gerekse ruhsal yetenekler bakımından en mükemmel ve seçkin canlı olarak yaratılmış olmasını ifade eder. Yaratılmışların en mükemmeli olan insanda bulunan bu güzelliğin kaynağı, Allah’ın (c.c.) onu kendi eliyle yaratıp ruhundan üflemesi,5 “kendi sureti üzere” (kendi sıfatlarından ona-insanlık düzeyinde olmak üzere- lütufta bulunarak) yaratması6 ve onu yeryüzünde halife kılması7 gibi lütuf ve inayetleridir.8

2. “Sîna dağına yemin olsun ki...” Bu hakikat Hz. Ali’ye (r.a.) nisbet edilen dizelerde şöyle dile getirilmektedir; Sîna dağı, Hz. Musa’nın Yüce Allah (c.c.) ile konuşma şerefine naîl olduğu dağ olup, İlacın sendedir de farkında olmazsın, ‘sin’ harfinin kesrası veya fethası ve nunun Derdin de sendendir fakat görmezsin, uzatılmasıyla ‘Tûr-i Sînâ’ ve ‘Seynâ’ diye Sanırsın ki sen sade küçük bir cisimsin, tanınmış ve meşhur olmuştur. Ayrıca Sîna dağı için kullanılan “sinîn” kelimesinin “verimli, Oysa sende dürülmüş en büyük âlem. bereketli, bol ağaçlı” veya “mübarek” anlamına geldiği alimler tarafından ifade edilmektedir.3 4  Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. IX, s. 310. 1  DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c.V, s.646. 2  Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.IX, s. 305-8. 3  DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. V, s.647.

Bizbiriz Dergisi

10

5  Sa’d, 38/72 6  Buhari,”İsti’zan”,1; Müslim “Birr”,115 7  Bakara, 2/30 8  DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. V, S.647.


Nakledildiğine göre bir hükümdar, mehtaplı bir gecede hanımı ile baş başa kalır ve “eğer şu aydan daha güzel olmamış isen boşsun,” der. Bu söz Kadı Yahya b. Eslem’e taşınır ve fetvası sorulur. Fetvayı “Karısını boşamış olmaz.” şeklinde verir. Kendisine “Sen hocalarına muhalefet ettin.” denildiğinde, o da “Fetva ilme göredir. Yemin olsun ki, bunun böyle olduğuna hepimizden daha âlim olan Allah (c.c.) fetva vermiştir. Çünkü O, ‘Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık,’ buyurmuştur,” diyerek cevap verir.9

7. “Artık bu kanıtlardan sonra ey insan seni dinin asılsız olduğu sonucuna götüren şey nedir?”

İkinci bir görüşe göre bu âyet, yaratılış amacına uygun hareket etmeyip ahlaki değerleri hiçe sayan ve en güzel biçimde yaratılmış olmanın şükrünü yerine getiremeyenlerin cehenneme indirileceğini anlatmaktadır.

soru şeklinde olması ise hükmünün kesinliğini göstermektedir. Resûlullah (s.a.v.) bu âyeti okuyanın “Evet öyledir, ben de buna şahitlik edenlerdenim” demesini tavsiye etmiştir.12

Âyetteki “ed-dîn” kelimesi İslâm dini anlamına gelebileceği gibi, âhiret ve ceza anlamına da gelebilmektedir. İnsanın yaratılışının üstünlüğüne, onun istifadesine verilen nimetlere temas edildikten sonra, sağlıklı bir düşüncenin insanı imana götürmesi gerektiği, bütün âyet ve delillere rağmen dini inkar etmenin ilim ve akıl yönünden sağlam bir dayanağının bulunamayacağı 5. “Sonra onu aşağıların en aşağısına ifade edilmektedir. En güzel biçimde yaratılan insanların bir kısmı ahlaki bakımdan en indirdik.” Bu ayeti müfessirler farklı anlamlarda aşağı seviyeye düşerken bir kısmı iman yorumlamışlardır. Bir görüşe göre, aşağıların ederek iyi ameller işlemekte ve bu düşüşten aşağısına indirilmesi, bedensel ve fiziksel kurtulmaktadır. Bu iki ayrı grup insanın gelişimini tamamladıktan sonra fizyolojik akıbetinin aynı olacağını kabul etmek de akla olarak zamanla gerilemeye başlaması, aykırı bir durumdur. 8. “Allah (c.c.) hüküm verenlerin en algı, hafıza ve düşünce kapasitesinin zayıflamasıdır. “Erzel-i ömür” denilen ömrün adili değil midir?” en sıkıntılı ve zayıf çağından diğer ayetlerde de Bu son ayette de Allah’ın (c.c.) kainattaki bahsedilmektedir.10 Yaşlanmak hem mü’minler varlıkları hikmet ve adalet ölçülerinde yaratıp hem de inkar edenler için kaçınılmaz bir yönettiği, dünyada peygamberleri aracılığıyla durumdur. Ancak mü’minler bedenen zayıflasa en doğru ve adil hükmü verdiği ve ahirette de da, manen güçlenirler, ruhları bu hayattan yine en adil hakim olarak mahlukat arasında sonra kesintisiz sevaba erer. hüküm vereceği vurgulanmaktadır. Âyetin

Başka bir yoruma göre ise, Allah’ın (c.c.) insana verdiği onu yaratılmışların en mükemmeli kılabilecek imkanları kötüye kullananların, en güzel kıvama erişme ve ecir alma imkanından mahrum olarak geriye, insanlardan daha aşağı canlılar alemine doğru gideceğini, alçalmış olacağını ifade etmektedir.11 6. “Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka; onlar için kesintisiz bir ödül vardır.” Allah’ın emrine uyarak rızasını kazanmak için iman edip salih amel işleyenler, “ahsen-i takvim” üzere yaşayanlar aşağıların aşağısına indirilmeyecekler, bilakis Rableri katından hiç kesilmeyecek bir mükafâtla ödüllendirileceklerdir. 9  Razi, Tefsr-i Kebir, c.XXIII, s. 246. 10  Hac, 22/5; Yasin, 36/68. 11  DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c.V, s.648.

12  DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. V, s.648.

Bizbiriz Dergisi

11


HADİS M. DİKKATLİ

‫مى ِو َع َاء شَ ًّرا ِم ْن َب ْط ِن ِه بِ َح ْس ِب ا ْبنِ �آ َد َم لُ َق ْي َم ٌت ُي ِق ْم َن ُص ْل َب ُه َف إ� ْن كَا َن َلا‬ ٌّ ‫َما َم َل� أ �آ َد‬ ‫َم َحالَ َة َفا ِعلا ً َفثُ ْل ٌث لِ َط َعا ِم ِه َو ثُ ْل ٌث لِشَ َرابِ ِه َو ثُ ْل ٌث لِ َن ْف ِس ِه‬ Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (sav) buyuruyor ki; “Âdemoğlu,midesinden/karnından daha şerli/fena bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak birkaç lokmacık ona yeter. Yok, birkaç lokma ile yetinmeyecekse (nefsinin galebesiyle) ille de midesini dolduracaksa hiç olmazsa onu üçe ayırsın: (karnının) üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğine/suya, üçte birini de nefesine (ayırsın, üçte birden fazlasına yemek koymasın).” * Bir zât, Rasulullah’ın yanında öğürmüştü. Rasulullah ona şöyle buyurdu: “Öğürtünü/ geğirmeni bizden uzak tut. Zira, dünyada insanların en çok doymuş olanları, Kıyamet günü en çok aç kalacak olanlardır.”1 Hocam ben zayıflamak istiyorum. Arkadaş zayıflamanın temeli az yemekten geçiyor. Acıkmadan yemeyeceksiniz. Mide yediklerini eritip, bir şey kalmayıncaya kadar geçen vakitte küçülme başlıyor. Çok acıktınız, ‘midem kazınıyor, başım dönüyor, asabım bozuluyor, sinirlerim kalkıyor, elim ayağım titriyor’ diyor ya insanlar, işte o zaman iyice acıkmış oluyorsunuz. Biraz sabredin, oruç tutmadınız mı hiç? Arada bir şey yemeyin. Sünnette 3 öğün yok zaten. İki öğün yerken de doymadan kalkacaksınız. Allah’ın Rasulü (sav); “çok geviş getirin” diyor. Çok çiğneyin ki, hazmınız kolay olsun, tokluk hissi çabuk gelsin. Tabii ki dua edin; -Allah’ım! Benim vekilim, kefilim Sensin. Benim yeme tamahıma, yeme hırsıma karşı sabretme gücü ver. Paraya mı ihtiyacınız var; -Aman ya Rabbi! Bana kanaat ver. Amin. Para isteme güzel kardeşim, isteme. İstedikçe bu göz doymaz. Zaten istediğin de bir şekilde olmaz. * (Tirmizî, Kıyâmet 38 –2480-; İbn Mâce, Et’ıme 50 –3350-; K. Sitte, 11/130). 1  Abdullah Murad Şükrüoğlu\ On Hafta Sohbetleri 5.cilt

Bizbiriz Dergisi

12

Sağlık isteyeceksiniz, hastalıkta şükür isteyin. -Ya Rabbi! Biliyorum ki bu hastalığı bana Sen ihsan ettin. Demiri küften arındırmak için ateşi verdin. Bedeni günahlardan dökmek için hastalık verdin, şükürler olsun ya Rabbi! Bize çekemeyeceğimiz yük verme Ya Rabbi! Şifa istemeyi bile bilmiyoruz. İnsanoğlu hemen isyan eder. Allah’ın kovmuş olduğu şeytanlar ve cinler bu insanlara yakındırlar. Bunlar der ki; ‘Sen oldun, sen şöylesin, böylesin, senin gibi abdest alan yok, senin gibi namaz kılan yok, sen cennetliksin kardeşim, sen oldun.’ Bizler Allah’tan mü’minlik isteyeceğiz. İnsanlar tek halle kendisini korurlar. Alışkanlık haline getireceksiniz. Gururu, kibri bırakıp, Hak yolda yol alacaksınız. Hakikat yolunda yol kat edeceksiniz. Bu yol Muhammedilik. Muhammed Mustafa (sav)’in yolu. “Bende sizin gibi bir beşerim-kuru et yiyen kadının oğluyum” diyen bir Nebinin tevazu yolu. Bu Hak ve hakikat yolu nefsimizi susturmak için yememeye, içmemeye alışma yoludur. Kendi kendimizi motive edeceğiz. Yemeyi yiyeceğimizde, acıktığımızda içimizde bir trafik polisi belirleyeceğiz, ‘dur yeme, bir saat sonra ye’ diyeceğiz. Şimdi az yiyeceğiz. Yemezsem öleceğim diyen kardeş, yersen daha çabuk öleceksin. Vesselam.


FIKIH Kurban

AYŞE TUNÇ

Sual: Kurban kesmenin hükmü ve vakti nedir? Hangi hayvanlardan kurban olur? İzah eder misiniz? Cevap: Değerli Kardeşim; Kurbanın sözlük anlamı; “Yaklaşmak, Allah’a yakınlık sağlamaya vesile olan şey” demektir. Dinî bir terim olarak ise; “ibadet maksadıyla belirli bir vakitte belirli şartları taşıyan hayvanı usulünce boğazlamak, ya da bu şekilde boğazlanan hayvan” demektir. Arapçada bu şekilde kesilen hayvana udhiyye denilir. Kurban kesmenin hükmü hususunda fakihler arasında görüş farklılıkları vardır. Yükümlülük şartlarını ( Müslüman olmak, akıl-baliğ olmak, mukim olmak, nisap miktarı malı olmak) taşıyan kimselerin kurban kesmeleri Hanefî mezhebinde ağırlıklı görüşe ve bazı müctehid imamlara göre vacip, fakihlerin çoğunluğuna göre müekked sünnettir. Hanefîler, Kur’an’da Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’e hitaben “Rabbin için namaz kıl, kurban kes” 1buyrulmasının ümmeti de kapsadığı ve gereklilik bildirdiği görüşündedir. Ayrıca Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’in birçok hadisinde hali vakti yerinde olanların kurban kesmesi emredilmiş veya tavsiye edilmiş, hatta “Kim imkânı olduğu halde kurban kesmezse bizim mescidimize yaklaşmasın.” 2”Ey insanlar, her sene, her ev halkına kurban kesmek vaciptir.” 3 Öte yandan kurban kesmeyi Allah’ın Resulü hiç terk etmemiştir. Bu ve benzeri delillerden hareket eden fakihler gerekli şartları taşıyanların kurban bayramında kurban kesmesini vacip görürler. Kurbanın sahih olabilmesi için belirlenmiş vakit içinde kesilmesi gerekir. Kurban, kurban bayramının ilk üç günü yani zilhicce ayının 10, 11 ve 12. günleri, bayram namazının kılınmasından, 3. günün akşamına kadarki süre zarfında kesilebilir. Şâfiî mezhebine ve bazı fakihlere göre bu süre, bayramın 4. günü akşamına 1  (el-Kevser 108/2) 2  (İbn Mâce, “Edâhî”, 2; Müsned, II, 321), 3  (Tirmizî, “Edâhî”, 18; İbn Mâce, “Edâhî”, 2)

kadardır. Bayram namazı kılınmayan yerlerde sabah namazı vaktinden itibaren kesilebilir. Kurbanın bayramın 1. günü kesilmesi daha faziletli görülmüş, kesimin gündüz yapılması tavsiye edilmiştir. Geceleyin kurban kesmeyi caiz görmeyenler veya mekruh görenler, aydınlatma imkânının yetersizliğinin yol açacağı muhtemel tehlike, hata ve zorlukları göz önünde bulundurmuş olmalıdır. Bu sakıncalar yoksa gece de kurban kesilebilir. Kurban; koyun, keçi, sığır, manda ve deveden olur. Bunların dışındaki hayvanlar kurban olarak kesilemezler. Söz konusu hayvanların kurban olarak kesilebilmesi için devenin 5; sığır ve mandanın 2; koyun ve keçinin 1 yaşını doldurmuş olması gerekir. Bu sayılan yaş sınırını geçtiği halde süt dişlerini değiştirmeyen hayvanlar da kurban edilir. Bunun yanında, 6 ayını tamamlayan koyun, bir yaşını doldurmuş gibi gösterişli olması halinde kurban edilebilir. Koyun veya keçinin bir kişi tarafından; sığır, manda ve devenin ise, yedi kişiye kadar ortaklaşa kurban olarak kesilebileceği Rasulullah’ın hadisleri ve uygulamaları ile sabittir.4 Ancak ,kurbanın ibadet niyeti ile kesilmesi şarttır. Ortaklaşa kesilen kurbanda, ortaklardan birinin sadece et elde etme niyetiyle iştiraki diğerlerinin kurbanını geçersiz kılar. Kurban edilecek hayvanın, sağlıklı, azaları tam ve besili olması, hem ibadetin gaye ve mahiyetine hem de sağlık kurallarına uygun düşer. Bu nedenle, kötürüm derecesinde hasta, zayıf ve düşkün, bir veya iki gözü kör, boynuzlarının biri veya ikisi kökünden kırık, dili, kuyruğu, kulakları ve memesi kesik, dişlerinin tamamı veya çoğu dökük hayvanlardan kurban olmaz. Ancak, hayvanın doğuştan boynuzsuz olması, şaşı, topal, hafif hasta, bir kulağı delik veya yırtılmış olması, kurban edilmesine mani teşkil etmez.5 4  (Ebû Dâvûd, “Dahâyâ”, 7-8). 5  İsam Bizbiriz Dergisi

13


SİYER-İ NEBİ M. DİKKATLİ

Rabbü’l Alemin’in buyurduğu gibi yeryüzünde ibadet maksadıyla inşa edilmiş ilk bina, rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulmuş ilk mescit Kabe’dir1. Küp şeklinde yapı anlamına gelen Kabe’yi ilk inşa edenin Hz. Adem olduğu bilinirken bu inşa şimdiki haliyle değil temelleri belirlenmiş hürmet ve tazim gören bir mekan halindedir. Hz. Şit tarafından yenilendiği bilinen ve Nuh tufanından sonra yeri kaybolmuş olan Kabe’yi, hayatı boyunca zulmün karşısında durmuş, tek başına ümmet olmuş, yürekli Hz. İbrahim’ in, sadakat ve teslimiyete örnek kurbanlık oğlu İsmail (as) ile birlikte aynı temel üzerine ikinci defa inşa ettikleri rivayet olunur. Ayet-i kerimede bu durum şöyle belirtilir; “Bir zamanlar Kabe’nin yerini İbrahim’e şu şekilde hazırlamıştık: Sakın bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada (kıyama) 1  Ali İmran, 96.

Bizbiriz Dergisi

14

duranlar, rüku edenler ve secdeye varanlar için evimi tertemiz et.” 2 Ayette ‘Evimi tertemiz et’ denilirken Kabe’nin Allah katındaki değerinden bahsedilmesi adına evimiz diye belirtilmiş, hem maddi hem manevi pisliklerden arınmış olarak muhafaza edilmesi adına da tertemiz istenmiştir. Başka bir ayet-i kerimede geçen‘yükseltiyor’ kelimesi daha önceden belirlenmiş bir temel halinin yeniden inşasına bir işaret olarak kabul edilmiştir.3 Bu inşa halinde Hz. İbrahim gelen ilahi emirle Kabe’nin duvarlarını örerken oğlu İsmail (as) ise sevgili babasına çevreden taş taşıyordu. Örülen duvarın boyunu aşması üzerine Hz. İbrahim günümüzde Makam-ı 2  Hac, 26. 3  Bakara, 127.


İbrahim olarak ziyaret edilen bu mekanı iskele taşı olarak kullanarak inşaatı devam ettirir. Bu taş, Kabe’nin inşası esnasında iskele olarak kullanıldığı için üzerinde Hz. İbrahim’in ayak izleri oluşmuştur. Makam-ı İbrahim ifadesi Kuran’ı Kerim’de iki defa zikredilir.4 Kabe tevhidin, Makam-ı İbrahim kulluğun sembolüdür, kulluğa düşen amelin, gereken çabanın sembolüdür. İbrahimî bir duruşun anlamını ifade eder ki aynı taşın Hz. İbrahim tarafından insanları hacca çağırırken de kullanıldığı rivayet edilir. Bu kutlu emanet Hacerü’l-esved ile Hicr-i İsmail arasında kalan yerde, Kâbe’nin kapısının olduğu tarafta Kabe’ye 15.40 metre mesafededir. Yaşadığı çağın her şekil putperestliğine karşı duran bu kıdemli yüreği anmak, O’na yakınlaşmak adına tavaftan sonra Makam-ı İbrahim’de iki rekat namaz kılmak sünnettir.5

öncesinde yaşanan yenilenme kararıyla M.605 yılında yıkılmasından korkulan Kabe’nin dört bir duvarının yapımını Kureyşliler kendi aralarında bölüştüler. İşe başlayacakları sırada Kureyş’in ileri gelenlerinden Ebu Vehb b. Amr şöyle bir çağrıda bulundu; ‘Ey Kureyş topluluğu! Kazancınızdan ancak temiz olanla bu işe girişin. Buraya faiz veya insanlardan haksızlıkla elde ettiğiniz bir kazançla katılmayın.’ Bu çağrı zamanla dejenere olunsa da öz itibarı ile edilen duaların karşılığının alınacağına, tamir ve tadilatın yalnızca yapılarda değil gönüllerde de vukuu bulacağına işaret oluyordu. Ne var ki bunca hazırlığa rağmen kimse bu kutsal mabetten ilk taşı sökmeye cesaret edemez. Buna Velid bin Muğire’nin niyetinin salih olması ve bu şekilde Allah’a yakarmasıyla attığı ilk adım son verir. Velid bin Muğire’nin başına bir şey gelmediği görüldükten sonra Kabe’ nin duvarları tamamen yıkılarak Hz. İbrahim’in attığı temellere kadar inildi. Göz nuru Efendimiz (sav)’in bu inşada amcalarıyla beraber bizzat taş taşıdıkları bilinir.

Yine bu yükseltme işlemi sırasında Kâbe’nin güney doğu köşesinde yerden bir buçuk metre yüksekliğinde, yumurta biçiminde 30 cm. çapında oldukça parlak siyah bir taş olan ve bundan dolayı ‘siyah taş’ olarak anılan Hacerü’lEsved’in de buraya Hz. İbrahim tarafından konulduğu bilinir. Mekke’nin hemen yakınında olan Ebu Kubeys Dağı’ndan getirildiğine Bu şekilde bina Hz. İbrahim’in zamanındaki inanılmakla birlikte cennetten Cebrail (as) temellerin üzerine yükselmeye başlayıp sıra vasıtasıyla getirildiği de rivayet edilir.6 Hacerü’l Esved’i yerleştirmeye gelince kabileler Rasulü Zişan Efendimiz bu iki nişane hakkında arasında tartışma çıktı. Her bir kabile bu şerefli görevi kendilerinin hak ettiğini düşünerek şöyle buyurmuştur; iknaya yanaşmıyordu. Konu iyice şiddetlenip “Rükn (Haceru’l-Esved) ve Makam-ı İbrahim taraflardan bir kısmının kanları uğruna yemin Cennet yakutlarından iki yakuttur. Eğer Allah etmesiyle daha da büyüyen bu anlaşmazlık dört onların aydınlıklarını gidermemiş olsaydı doğu gün sürdü. Kureyşin en ihtiyarı Ebu Ümeyye bin ile batı arasını sürekli aydınlatırlardı.” 7 Muğire9 Ben-i Şeybe kapısından Kabe’ye girecek Haniflerin efendisi, ümmetin önderi Hz. ilk kişinin hakem olmasını ve onun kararına İbrahim’in; “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni göre hareket edilmesini teklif etti.10 İyice zora ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut. sıkışan bu durumun bitmesini isteyen bir kısım Rabbim! Çünkü o putlar insanlardan birçoğunu Mekkeliler bu teklifi hemen kabul ettiler ve saptırdılar.”8 Kabe her tarafının putlarla dolu herkes Ben-i Şeybe kapısından kimin gireceğini olmasının yanı sıra bulunduğu konum itibarı beklemeye koyuldular. ile de yaşanan sel ve toprak kaymalarından, Heyecan, merak, korku ve endişeyle bekleyen zamanla yaşanan yangın, hırsızlık ve benzeri Mekkelilerin baktığı tarafta bir kişinin belirmesi olaylardan etkilenerek epeyce yıpranmıştı. Başka tüm bu duyguları daha da arttırdı. Uzaktan kabilelerin elinde hırpalanmış, zaman zaman da beliren bu zat, kendine has görünüşü, vakurlu bunları gidermek için inşasına çalışılmıştı. yürüyüşüyle her vakitte olduğu gibi o günde Kainatın Efendisi Habibi Kibriya Muhammed gören gözlere derman oldu. İnsanlar içlerindeki Mustafa (sav)’in risalet görevlerinden 5 yıl huzur, güven ve ferahlığı coşkuyla hep bir ağızdan şöyle dile getirdiler; 4  Ali İmran, 96-97. / Bakara, 125. 5  İmam Nevevi, el-İdah, s.245 6  Keşfü’l-Hafâ, Aclûnî, 1108 7  İbrahim, 35- 36. 8  A. Köksal, İslam tarihi, 1-2/ 190.

“İşte güvenilir kişi, El-Emin geldi! Biz onun 9 Taberî, Tarih, c. 2, s. 210. 10  İbn Sa’d, I/146.

Bizbiriz Dergisi

15


vereceği karara seve seve razı oluruz.”11

umre çalışmaları merkezi tarafından hazırlanan Hikmet budur ki, Efendimiz burada plan gereği mimari yapı korunmaya çalışılarak vereceği kararla insanlara risaletinden öncede düzenlenmektedir. Bugünde hedeflediğimiz toplumun maddiderin düşünce ve muhakeme yeteneğini ispatlamış olacaktı. Çevreye uyan değil, çevreyi manevi inşası için güdülen benliklerin, çıkar oluşturan insanlardan olmasının kanıtıyla davalarının, dökülen kan ve gözyaşının tesellisi kendisini sevmeyenlerin dahi koşulsuz Rasul-ü Zişan’ın göstermiş olduğu yolla olacaktır. güvendiği haliyle bizlerin bir kez daha modeli Çözüm olarak sermiş oldukları rida, üst giysisi olacaktı. Biz kendisine peygamberlik görevi anlamına gelmekle risalet görevine de benzetme verilmeden önce dahi ‘El- Emin’ olarak anılan yapılabilir. Çünkü insan bir sorumluluğu bir nebinin ümmetiyiz. Bu şekilde kaçacak almakla bir nevi omuzlarına bunu yüklenmiş noktamızın kalmadığını, emin olunmamış bir olur. Efendimiz (sav)’in getirdiği ölçülere sıkı Müslümanlığın kalitesinden sorgulanacağımızı sıkıya tutunarak, benlik değil de bizliğe aday unutmamalıyız. Sonraki zamanlar içinde olarak tutunduğumuzda o zaman yükseliş insanların kendisine olan itimatlarını ve onları gerçekleşecektir. Ve yine o mübarek elleriyle hiçbir suretle yanıltmayacağını ifade edecek hitama erdirdikleri gibi bizler de işlerimizi O’na götürmekle, işlerimizi Onunla yürütmekle güzel zemin hazırlanmıştı. sonuçlara erişeceğiz biiznillah. Bizlerin, dağların Bu şekilde kendisine dahi yüklenmekten anlatılan duruma karşılık kaçındığı emaneti Nebiyi Muhterem hakkıyla taşımamız Emin Efendimiz tertemiz (sav) olana tutunmamız, zihniyle net ve hızlı bir emin olarak anılmamızla şekilde gelerek hemen yaşanacaktır. Emin olana ridasını çıkarttı ve yere emanet olalım inşallah. 12 yaydı. Merakla beklenen çözüm herkesi memnun edecek, kendisine duyulan güveni de ispatlayacak şekildeydi. Efendimiz (sav) Hacerü’l Esved taşını bir yaygının üzerine koyarak, bu yaygının her bir ucunu dört büyük kabile reisleri olan, Utbe bin Rebia, Zem’a, Ebu Huzeyfe b. Muğire, Kays bin Adiy’in eline verdi. Hep birlikte taşın konacağı yüksekliğe kaldırıldıktan sonra Efendimiz (sav)’de taşı alıp kendi elleriyle yerleştirdi. Anlaşmazlığın bu şekilde memnuniyetle sonuçlanması, kan dökülmeden hallolmasıyla kısa sürede duvar tamamlandı, Kabe’ nin inşası sona erdi.� Allahın evi olarak kıymet bulan, tevhidin sembolü, enbiyaların hatırası olan Kabe-i Muazzama bundan başka çeşitli dönemlerde ve hatta günümüzde de devam eden bir şekilde tadilatta kalmış, gelişen ihtiyaca cevap verebilmek adına genişletmelerde bulunulmuştur. Osmanlı’nın da ciddi anlamda katkısının olduğu son hali kutsal mekanlar hac ve

11  Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 99. 12  İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 146

Bizbiriz Dergisi

16

Kabe’nin Bina Olarak Özellikleri

Beyt-i Muazzama şu son çalışmalar haricinde en son haliyle 145 metrekarelik bir alanı kapsamaktadır. 13 m yüksekliği, 122 ye 11 m duvar uzunlukları olan küp şeklinde bir yapısı vardır. Kabe’nin yapısı sade fakat heybetlidir. Sitare veya kisvede denilen altın işlemeli hat yazıları bulunan siyah bir örtü ile kaplıdır. Üzerindeki bu örtü, ipekli bir kumaştan dokunmuş olup, üzerine Kelime-i Şehadet işlenmiş, çatıya yakın kısmında çevresine altın işlemeli bir şerit geçirilmiş; kemer biçiminde olan bu şeritte de Kur’an ayetleri işlenmiştir. Bu örtü her sene hac mevsiminde yenilenmektedir. 1. Hacerü’l-Esved: Doğu köşesinde bulunan kara parlak taştır. Günümüzde taşın parçaları gümüş bir çerçeveyle bir arada tutulmaktadır. Görünen kısmı yaklaşık 16,5x20 cm’dir. Tavafa buradan başlanır ve burada bitirilir. 2. Kabe Kapısı: Kabe’nin doğu duvarında zeminden 2,13 metre yükseklikte bulunmaktadır.


3. Altın oluk: Kuzey duvarı üzerinde bulunan altından yapılmış oluk. Mekke’de ender yağan yağmur sularını Kâbe’nin çatısından indirmek için ilk 605 yılındaki tamir esnasında eklenmiştir. Emeviler döneminde altınla kaplandığı için bu isimle anılır. Farsça da -Mi’zab’ur Rahme/ Rahmet oluğu- olarak bilinir. 4. Kabe’nin duvarlarının diplerini yağmur ve sel sularından korumak amacıyla yapılan mermer korumadır. Kabe’nin duvarları 25 cm yükseklikte ve 30 cm kadar çıkıntılı bir mermer kaide üzerinden başlar. 5. Hatim: Kabe’nin batı duvarının önünde bulunan ve 90 cm yüksekliğinde ve 1,5 m eninde beyaz mermerden yapılmış İsmail duvarı adı verilen kavisli yarım daire şeklinde alçak duvarla sınırlanmış bir bölgedir. Kabe’ nin aslından olup, 605 yılındaki tamir esnasında dışarıda kalan bölümdür. Bu boşluğun iç kısmına da Hicr denilir.

6. Mültezem: Kâbe’nin doğu duvarında Kâbe kapısı ile Hacerü’l-Esved arasındaki duvar kısmıdır. Duaların kabul edildiği kıymetli yerlerden biridir. 7. Makam-ı İbrahim: Hz. İbrahim ve oğlu İsmail tarafından Kâbe inşa edilmekte iken İbrahim’in ayak izini bıraktığı taşın olduğu yerdir. 8. Rükn-i Şarkî (Doğu köşesi “Hacerü’l-Esved”) 9. Rükn-i Yemanî (Güney köşesi) 10. Rükn-i Şamî (Batı köşesi) 11. Rükn-i Irakî (Kuzey köşesi) 12. Cebrail makamı: Kabe’nin doğu duvarının önünde kapının bulunmadığı kısımda “Irakî” köşesinin hemen yanında bulunan mevkidir. 13. Tavaf’ın başlangıç ve bitiş çizgisi olarak kullanılan mermer banttır. 2006 yılından itibaren kaldırıldı.

Bizbiriz Dergisi

17


TASAVVUF

Zamanın velisi Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi şöyle buyurarak bize Kabe’nin kapısını açtı, ledün okyanusundan hikmet damlaları saçtı; Kabe Beytullah, insanların kıblesi. Hakikatte ise Beytullah insanın kendisi. İnsanların kıblesi beyt iken Rabb’imizin Beyt’i İnsanın gönlü haline geldi. İnsana nazargahullah denildi. “Bir adam Şibli’ye gitti. Şiblî (k.s) ona dedi ki: -Nereye gidiyorsun? -Hacca -Öyle ise iki çuval götür, onlara orada rahmet doldur ve onları giy, bize getir ki, hacdan nasibimiz olsun;gelene onu verelim, ziyaret edeni onunla ağırlayalım. Adam diyor ki; -’Huzurundan vedalaşıp çıktım. Döndüğüm zaman Şibli bana sordu’; -Haccettin mi? -Evet. -Haccetmek için ne amel yaptın? -Guslettim, ihrama girdim, iki rek’at namaz kıldım ve telbiye ettim. -Bununla haccı akdettin mi(ahdettin mi, söz verdin mi Allah’a)? -Evet... -Peki, yaratıldığından beri bu akdine muhalif bütün akitleri bozdun mu? -Hayır... -Sen akdetmemişsin.

Tasavvuf, İnsan İlmidir... Z.BİLMEN

-Sonra elbiseni çıkardın mı? -Evet... -Yaptığın her işten de soyundun mu? -Hayır... -Sen elbiseni çıkarmamışsın. -Sonra temizlendin mi? -Evet...

Bizbiriz Dergisi

18


-Bu temizlenmenle sende bulunan her illeti giderdin mi? -Hayır... -Sen temizlenmemişsin. -Sonra telbiye ettin mi? (Lebbeyk Allahümme lebbeyk.. Buyur Allah’ım emret…anlamında dua) -Evet... -Aynen telbiyenin cevabını aldın mı? -Hayır...

-Evet... -Allah’a yaklaşmaya erdin mi? -Hayır... -Sen Ka’be’yi görmemişsin. -Üç defa remledip, dört defa yürüdün mü? -Evet... -Seninle beraber olduğunu bildiğin her şeyden kaçıp kesildin mi? Dört defa yürümekle güvene erip bundan dolayı Allah’a şükrettin mi?

-Sen telbiye etmemişsin.

-Hayır...

-Sonra Harem’e girdin mi?

-O’ndan başka şeylerden kesilmemişsin.

-Evet...

-Hacer’i musafaha ettin mi?

-Harem’e girmenle her haramı terk etmeye ahdettin mi? -Hayır... -Sen Harem’e girmemişsin. -Sonra Mekke’yi gördün mü? -Evet... -Mekke’yi görmenle Allah’tan sana hal geldi mi? -Hayır... -Sen Mekke’yi görmemişsin. -Mescid-i Haram’a girdin mi?

-Evet... -Yazık sana, hani denilir ki, Hacer’i musafaha eden Hakk’ı musafaha eder; Hakk’ı musafaha eden de güven mahallindedir. Binaenaleyh sende güven alameti göründü mü? -Hayır... -Sen Hacer’i musafaha etmemişsin. -İki rekat namaz kıldın mı? -Evet... -Allah, azze ve Celle’nin önünde durur gibi, olduğun yerde durup niyetini O’na gösterdin mi? -Hayır...

Bizbiriz Dergisi

19


-Sen namaz kılmamışsın. -Safa’ya çıkıp orada durdun mu? -Evet... -Ne amel ettin? -Orada tekbir ettim. -Safa’ya çıkmakla sırrın saflaştı mı? Rabbini tekbir etmekle ekvan gözünde küçüldü mü? -Hayır... -Sen Safa’ya çıkmamışsın ve tekbir de etmemişsin.

bir zikirle zikrettin mi? Ve ne ile cevap verildiğini ve ne ile hitap edildiğini anladın mı? -Hayır... -Sen Meş’ar’e gelmemişsin. -Kurban kestin mi? -Evet... -Şehvetlerini ve iradeni Hakk’ın rızasında ifna ettin mi? -Hayır.. -Sen kurban kesmemişsin.

-Sa’yinde hervele ettin mi?

-Şeytana taş attın mı?

-Evet...

-Attım...

-O’ndan O’na kaçtın mı? -Hayır... -Sen Hervele ve sa’y etmemişsin. -Merve’de durdun mu? -Evet... -Merve’de iken üzerine sekine’nin (huzurun) indiğini gördün mü? -Hayır... -Sen Merve’de durmamışsın. -Oradan Mina’ya gittin mi? -Evet...

-Sendeki cehaleti attın mı ve bu suretle sende ilim zuhur etti mi? -Hayır... -Sen taş atmamışsın. -Ziyaret ettin mi? -Evet... -Sana hakaikten bir şey keşfedildi mi? Yahud ziyaret sebebiyle ikramların arttığını gördün mü? Çünkü Rasulullah (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: “Hacılar ve umre yapanlar, Allah’ın ziyaretçileridir. Ziyaret edilenin kendisini ziyaret edene ikram etmesi haktır.”

-Temenni ettiğin sana verildi mi?

-Hayır...

-Hayır...

-Sen ziyaret etmemişsin.

-Sen Mina’ya gitmemişsin.

-İhlal ettin mi?

-Hayf Mescidi’ne girdin mi?

-Evet...

-Hayır...

-Helal yemeye azmettin mi?

-Sen Hayf Mescidi’ne girmemişsin.

-Hayır...

-Arafat’ a çıktın mı?

-Sen ihlal etmemişsin.

-Evet...

-Veda ettin mi?

-Halkedildiğin (Yaratıldığın) ve varacağın hali bildin mi? Bildin mi ki Rabbin kimdir ve inkar etmekte olduğun o Zat-ı Kibriya kimdir? Ve hak sana, havassı aşina kıldığı bir hal gösterdi mi? -Hayır... -Sen Arafat’a çıkmamışsın. -Meş’ar’e koştun mu? -Evet... -Orada Allah’ı, masivayı hatırlamayı unutturan

Bizbiriz Dergisi

20

-Evet... -Nefsinden ve ruhundan bi’l-külliye çıktın mı? -Hayır... -Sen veda etmemişsin ve Hac da etmemişsin. Eğer istersen tekrar dönüp haccetmen gerekir. Ve eğer haccedersen bu söylediğim şekilde haccetmeğe çalış.

‫في �أمان الله‬





Varisün-Nebi Abdullah Murad Şükrüoğlu

Dünya’nın kıyametini düşünürsün, Kendi kıyametini düşünmekten uzak. Kendi kıyameti dururken dünyanınkini düşünen, Bizce hakikaten ahmak.


Ayın Sohbeti VarisÜn-Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...

. ٍ‫س بِالْ َح ِّج َي�أْ ُتو َك ر َِجالا ً َو َعلٰى كُ ِّل َضا ِم ٍر َي�أْت ِي َن ِم ْن كُ ِّل َف ٍّج َعم ِيق‬ ِ ‫َواَ ِّذ ْن ِفي ال َّنا‬ “İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.” 1 1  (Hacc/27)

Putlardan temizlenmeden hac olur mu? Beyt- nuz. O zaman sizi yaratanın daim size nazar ettiğinin fevkine ve farkına varırsınız. Rabbü’l alemin i tavaf etmeden sahibi bulunmaz mı? Beyt iki tanedir: gökte Beyt-i Ma’mur, yerde daim bizimle. O zaman bizim nefislerimiz AllahBeytullah. Allah’ın gökte Beyt-i Ma’mur’u evve- u Teala’nın mülkü haline gelir. Beden Kabe’sini la yeryüzünde idi. Yerde iken ziyarete gücümüz temizleyip içerdeki yedi nefsi, yani yedi hayvayetmedi. Gökte iken gelin seyran edelim desem ni huyu “Bismillah Allah-u ekber” deyip kurban kim gelir? Adem (as) ile Havva annemiz cennet- etmeden gelen hacıya, hacı mı denir? Sahibini ten indirildiğinde Beyt-i Ma’mur semaya kaldırıl- bulmadan gelen hacı, hacı mı olmuştur? Evi gördı, Kabe bugün bulunduğu yere atıldı. İnsanların dünüz ev sahibini görmeden bu evin sahibi var kıblesi Kabe. Hakikatte ise Beytullah yani Allah’ın diyebilir misiniz? Diyemezsiniz değil mi? O zaevi, insanın kendisi. İnsanların Kabesi beyt iken man hepsi yalan söylemiş olmuyor mu?

Şirk putundan, beden putundan, nefis putunRabbimizin beyt’i insanın gönlü haline geldi. İndan, hanım putundan, dünya putundan kurtulsana nazargah denildi. madan hacı olunmaz. Allah-u Teala buyuruyor ya; NE BEN VARSIN NE DE SEN. CÜMLE VAR OLAN ALLAH. BUNU ZAT’A YÜKLEME SEN. ADEMDİR NAZARGAHULLAH. Rabbimin ziyaret ettiği beytin sahibi insanlık siz, yirmi dört saatte her nefes alışverişinde Allah’ı bilirseniz; “men arafa nefsehu fe gad arafe Rabbehu” sırrına ermiş, nefsinizi bilmiş olursu-

‫لَ ْن َي َنا َل اللَّ َه لُ ُحو ُم َها َو َلا ِد َما ُؤ َها َولَ ِك ْن‬ ‫َي َنالُ ُه ال َّت ْق َوى ِم ْن ُك ْم َك َذلِكَ َسخَّ َر َها‬ ‫لَ ُك ْم لِ ُت َك ِّب ُروا اللَّ َه َع َلى َما َهدَاكُ ْم َو َبشِّ ِر‬ ‫ين‬ َ ‫الْ ُم ْح ِس ِن‬

Bizbiriz Dergisi

25


“Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; hacı oldu. Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmaktadır: fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hida“Mümin kulun kalbi, Rahman olan Allah’ın yete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyası- arşıdır.”4 nız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadeİşte buradan da anlıyoruz ki, kulun gönlü manize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları 2 nevi arş yani beyt-i Ma’mur’dur. Taş Kabe’yi, gönmüjdele!” lünü Kabe’ye çeviren insanın öğretisiyle ziyaret Sizin kurbanlık ettiğiniz, şu nefsiniz ve hevesi- edebilirsin. O öğretiyi almadan kuru bir taklit ile niz olsun. Rabbü’l Alemin buyuruyor: gidersen Mekke’li müşriklerin ziyaret etmesine, 3 tavaf etmesine benzersin. Onlar kurban kesmi“Görmedin mi o hevasını Rab edineni?” Hevanızı kurban ettiğiniz zaman işte, siz nef- yor değildi. Onlar Kabe’yi tavaf etmiyor değildi. sinizi bilmeye başladınız. Bir koç gibi sağ tarafına Onlar namaz kılmıyor değildi. Dünya kurulduyatırdınız, sol ayağınızı sırtına bastırdınız. ‘Bismil- ğundan bu yana her insan namaz kılıyor ama halah Allahu Ekber! Ya Rabbi, bendeki tamahı, hırsı, beri yok kıldığı namazdan. İnsanların namazdan anladığı şu; kini, nefreti, hasedi kestim’ diyerek bıçağı boynuNAMAZI SANDILAR EĞİL EĞİL KALK nuza vurdunuz. Keçiyi inadın bil, sığırı doymayı bilmeyen tamahkar nefsin, deve kindarlığın HANİ HUZUR HANİ HUŞU BİR DÜŞÜN BAK. olsun, koyunu başı eğik mülayim gibi görünüp Kimisi haç çıkartıyor namaz kılıyor. Kimisi aslında içinde bir şeytan gibi duran nefsin bil. akşama kadar oturuyor namaz kılıyor. Her inDizinin altına koyup bıçağı, ‘Allah sen çok büyüksan kendince bir şekilde Allah’a ibadet ediyor. sün ben bunu kesiyorum sende beni bu dünya ve dünyalıklardan kes’ deyip keseceksiniz. Kesen Müslüman’da namaz sadece bende var zan ediyor. Namaz bezm-i vahdette başladı. İlk secdesiz, kesilen sizsiniz. Şimdi Hak kurbanı kestiniz. yi melekler Adem (as)’a yaptı. Başlar, o zaman Kabe’yi, taş duvarları yedi şavt, bir tavaf etmek secdeye vardı. Başlar, o zaman tazimi bildi. Belhac değildir. Evin sahibini ziyarete gedeceksiniz. ler, o zaman rükuya eğildi. Ama Müslüman, sen Sahibinin etrafında aşk ile şevk ile döneceksi- anlamıyorsun ki? Namazı anladığın yok, sücudu niz. Her gönlü Kabe bilip, gönüller ziyaret edip, anladığın yok, kıyamı anladığın yok, tahiyyatı gönlün sahibini memnun edeceksiniz. Allah-u bildiğin yok. Okuduğun şehadetten haberin yok. Teala’nın bize söylettiği gibi; Ne diyeyim ki sana? Aklını başına topla! Allah-u Teala insanı kendisine halife etti. Halifeye kovİKİ GÖNÜL BİRBİRİNİ SEVERSE RIZAEN LİLmuş olduğu şeytanı secde ettirdi. E peki secde LAH, etti mi? Etmedi. Etmediği gibi karşısındakini yani OLUR BİRİ GÖKTE BEYT-İ MAMUR, DİĞERİ Hz. Adem’i suçlu bildi. Hep karşıyı, hep karşıyı YERDE BEYTULLAH. görenler muhakkak ki şaşırır, Allah-u Teala’dan Haccı uzakta arama, bak yanı başında. yüz çevirirler. Arifi billah öyle demiş; ‘Allah’ım, ben her attığım taşla, kötü huylarımı atıyorum’ şuuruyla Allah’ın kovduğu şeytanı Ey muradı Kabe olan, taşla. Her taş bir nefise işaret etsin, deyin bisKabe benem, hac bendedir. millah, atın kurtulun inşallah. Haccı böyle yapın, hacı olacaksanız böyle olun. Gelsin Hacc-ı ekber kılan, Kişi helalleşmeden hacca gidiyor. Önce bütün Kabe benem, hac bendedir. dünya ve dünyalıklarla helalleşin. Hocam benim helalleşeceğim kişi vefat etti, nasıl helalleşeceArif-i billah doğru söylüyor. Sebebi ne? O Rah- ğim, diyor. Onun hakkında nasıl helalleşirsin? man olan Allah’ın nazargahı haline gelmiş. Daim Parasını aldın da vermediysen şahsın arkasında Allah-u Teala’nın Kitab-ı Kadim’i ile hem hal. Ki- bıraktığı birileri varsa onlara vereceksin. Yoksa o tabın emirleriyle meşgul. Allah-u Teala benimle kişinin adına hayır yapıp, Allah-u Teala’dan afv ve beni işitiyor, beni görüyor, beni biliyor inancıyla mağfiret dileyeceksin. Gelin burada hesaplarımıhareket ediyor. Kulun gönlü Rahman’ın beyti, zı kolay edelim. Gelin burada hakkı ve hakikati Kabesi oldu. Kim ki onu ziyaret etti muhakkak ki gözetelim. Yalanlarınızdan temizleneceksiniz. Yalan işlerden, yalancı kimselerden yüz çevi2  Hac suresi/ 37 3  Casiye/23

Bizbiriz Dergisi

26

4  K. Hafâ


“ Ey mü’minlerin emîri! Ben bir şey yapmadım! Sadece her koyunu kendi bacağından astım. Fakat görülüyor ki, her koyun kendi bacağından asılsa da bütün çevreyi rahatsız ediyor, herkese zarar veriyor. Bir kötünün zararı sadece kendine olmuyor, herkese zarar veriyor “.

Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu şeytanın çağırdığı kişi, cömert gider cimri olarak gelir. Gider selametle gelir ihanetle dedim. Kişi hacdan döndü, aradan biraz zaman geçsinde rahat bir zamanda gidelim, dedim. Dediler ki dükkanı açmış dükkanda ağırlıyor misafirlerini. Kasıtlı olarak tam öğle vakti yanına gittik. Biz öğle yemeği yemeyiz. Konya’da adettir öğle yemeği İslam’da ise bidattir. İslam’da öğlen yemeği diye bir yemek yoktur, sabah ve akşam yemeği vardır. Sabah yemeğini çokça yiyin akşam yemeğini fazla kaçırmayın, az yiyin. Akşam yemeği yemezseniz de erken ihtiyarlarsınız. Allah’ın Rasulü (sav) böyle tembihliyor. Dört kişiyiz, tabakta beşaltı tane hurma var, mini mini bardaklarda zemzem. Ben gülümsedim. -Niye gülüyorsun, dedi.

-Hani sana bir kıssa anlatmıştım, hatırladın mı? Önceden her geldiğimizde yemek ikram ederdin, biz istemezdik. Bugün teklif dahi edereceksiniz. O zaman işte ‘Rabbim ben kelamını miyorsun. Zemzemi, hurmayı bir başka misafire okudum, hayatıma tatbik ettim’ diyebileceksiniz. verirsin, dedim. Hayatınıza tatbik etmediğiniz kitabın tecvidini, Müslüman haddini bilen insan demektir. Hadmahrecini bilseniz, cübbe giyseniz, sarık taksa- dini bilen insan ise her işini Kur’an’a ve sünnenız, elinize asa alsanız, başınız eğik, ayakucunuza te götüren demektir. Kur’an’ı ve sünneti hayata bakıp dolaşsanız yine de cehennemden kurtula- intizam olarak geçirmeyen kimse, ‘Kul ya eyyumazsınız. Kur’an’ın hükümlerine uymaz, insanları hel kafirun’ diye okur, Allah-u Teala Muhammed aldatırsanız Allah-u Teala bunun hesabını hepi- (sav)’e söyledi der, ‘Kul’ emrinin kendine olduğumizden soracak. “Onların kıyafetleri yaşantıları nu bilmezse, KUL olmayı bilmez. Rabbim bana bize benzeyecek içinde zerre miktarı iman eden ne emredecek diye Kur’an’ı okumaya başlayın: olmayacak.” diyor Habib-i Kibriya Muhammed ‘Ya Rabbi Senin adınla kelamına başlıyorum, Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (sav)’in sana Mustafa (sav). gelişi gibi geldim. Emret ya Rabbi! Lebbeyk Ya Zamanında hac farizasını bir yükmüş gibi gö- Rabbi!’ ren, başıboş bırakıldığını zanneden bir abimiz Bir hadis-i şerifte Efendimiz (sav) şöyle buyugeldi: rurlar: -Hacca gideceğim hakkını helal et, dedi. “Kim Rabbiyle konuşmak istiyorsa Kur’ân - Helallik vereceğim lakin sana bir menkıbe okusun.“5 anlatayım, dedim. Hacca üç kişi çağırır. Allah-u Kim ki Allah’la muhabbet diler, açsın Kur’an-ı Teala’nın kovmuş olduğu şeytan çağırır, AllahKerim okusun. Kim ki Allah’ı ziyaret etmek ister, u Teala çağırır, Allah’ın Rasulü (sav) çağırır. Seni açsın Kur’an-ı Kerim okusun. Biz haccı, Kabe’nin hangisi çağırdı dedim? etrafında fırıldak gibi dönmek bilirsek, birine -Nasıl yahu, nasıl bileceğiz bunu? Dedi. omuz birine tekme atıp, birine küfür edip gelir-Kolay dedim gelince görüşürüz. Allah’ın ça- sek, Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu şeytanı taşlıyorum diye ‘filanca gün filanca saatte şu günahı ğırdığı ihlasla, aşk ve muhabbetle gider ehli keişletmiştin, al sana’ deyip taşa ayakkabıyı atarsak ramet olur da döner. Keramet ehli olur. Feraseti hacı mı oluruz sizce? Hala Allah-u Teala’nın kovaçılır. muş olduğu şeytanı, şeytan bilip, karşıdaki taşta Allah’ın Rasulü’nün çağırdığı kişinin muhab- arıyorlar. Yahu senin kolunu burkmuyor ki sen beti, aşkı artar, ibadeti, itaati artar. Fakat hayatın- 5  Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd 7/239; ed-Deylemî, elMüsned 1/302 da bir değişiklik olmaz.

Bizbiriz Dergisi

27


niyet ediyorsun, o niyetinin ipini gevşetiyor. Sen faiz alacaksın da yolda karşına banka çıkartıyor. Sen zina yapacaksın da internette karşına adresler çıkarıyor. Sen zina yapmaya azmetmişsin zaten. Niyetine göre Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu şeytan olaylar çıkartacak. Sen hacca vardığında makinalı tüfeği alıp taşı tarasan, patriyotları yağdırsan geri döndüğünde bir daha işlemez misin o günahı? İçindeki şeytanı öldürmedikten sonra, sen seninle olduğun müddetçe günah işleyeceksin elbette. Benim diyen Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu şeytana benzeyeceksin işte. Kurbanda koçu değil nefsini keseceksin. Şimdi Müslümanlar kurban parasına acıyorlar. Elbette onu et bayramı haline getirenler utansın. Birbirini aldatmak için kurban kestik diyenler

Bizbiriz Dergisi

28

utansın. Daha ucuz fiyata kurbanlık arayıp, bir keseceğime iki kestim diyen cahiller utansın. Beş yüz liraya bir tanesini alamazken yüz liraya nasıl alacaksın? İsmini bilmediğin, resmini bilmediğin, namazını bilmediğin başka diyarlarda, kesilip kesilmediğinden habersiz kurbana razı oluyorsun. Kurbanınızı Kabil’in kurbanına çevirmeyin. Hacca giderken, ‘Ben taklidini yapmaya gidiyorum döndüğümde hayatıma uygulayacağım inşallah’ deyin. Allah’ın Rasulü nasıl hacca yöneldiyse nasıl umreye yöneldiyse bizde öyle yöneleceğiz. Allah-u Teala’nın Kabe’si kulun gönlüdür bunu da böyle bileceğiz…6

6  Bu yazı Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin 31.08.2013 tarihli Cumartesi sohbetlerinden alıntıdır.


Dillerde Zikrimiz Biz Muhammediyiz gönülden eseriz Güneşin doğup battığı yerdeyiz biz Gül-i Rana Sultan Murad bazarındanız Gülzarıyız oluk oluk Fatih hanlarız Damla olur akarız yeryüzüne Sevgi olur damlarız her bir gönüle Kan olur akarız kerb-ü beladan Sultanımızda Rasulullahın (s.a.v) tadı var Yürüyoruz zaman ve mekân şahit olsun Dillerde tekbirler sembolümüz olsun Asırlardır beklenen meş’ale tutuştu Murad Sultan Gülzarı kalp bağımız olsun Der ki fuzuli aşık-ı sadık menem Bende mecnunun adı var Bizde deriz ki aşk Muradımızdır Bizde Efendimizin himmeti var Ve dahi deriz ki biz Muhammediyiz Bizde Sultanımızın bereketi var Ve kalben beyan ederiz: Biz biriz Bizde Şeyhimizin sevdası var Dillerde zikrimizdir daim Subhanallah Gönüllerde keremimizdir Zikrullah Daim Allah deriz hak La İlahe İllallah Sultan Murad aşkımızdır Elhamdülillah

Ebubekir ONHAN


SAHABE-İ GÜZİN Burak Çınar

(Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)

EBÛ ZER GIFÂRÎ

Ebû Zer-i Gıfârî, Mekke’nin ticâret yolu üzerinde yaşamakta olan Benî Gıfârkabîlesindendir. Bunlar Arabistan’da bulunan diğer kabîleler gibi câhiliye devrinin her çeşit kötülüğünü işliyor ve putlara tapıyordu. Ticâret kervanlarını çevirip, yağmacılık yapmalarıyla tanınmışlardı. Ebû Zer-i Gıfârî de çevresinin te’sîriyle bir müddet kervan soygunlarına katılmıştı. Kavmi arasında atılganlığı ve cesâreti ile şöhret bulmuş, gücü, kuvveti ve yiğitliği ile o çevrede pek meşhur olmuştu. Putlardan Nefret Ediyordu Fakat o, bütün bunlardan bir tat almıyor, zavallı insanların elleriyle yonttuğu putlara ilâh diyerek tapmasına şaşıyor, putlardan nefret ediyordu.

Bizbiriz Dergisi

30

Nihâyet bir gün her şeyin tek bir yaratıcısı olduğuna inanarak, yol kesme işinden vazgeçti. İnsanlardan uzak bir hayat yaşamaya ve Allah Teâlâ’nın rızâsına kavuşmak için kendisine yol gösterecek bir rehber aramaya başladı. Üç sene böylece devam etti. Ebû Zer-i Gıfârî hidâyete adım adım yaklaşmakta iken, Muhammed aleyhisselâma Allah Teâlâ tarafından peygamberliği bildirilmişti. Artık insanlar birer ikişer Müslüman olmakla şerefleniyor, İslâmın nûru âlemi aydınlatmaya başlıyordu. İslâmın doğuş haberi gün geçtikçe çevrede yayılıyor, müşrikler ise engellemek için çâreler arıyordu. Nihâyet bu haber Benî Gıfâr kabîlesinin yurduna da ulaşmıştı. Mekke’den gelen biri, Ebû Zer-i Gıfârî’nin “Lâ ilâhe illallah” dediğini işitince dedi ki:


- Ne haber getirdin? - Mekke’de bir zât var, senin söylediğin gibi “Lâ ilâhe illallah” diyor ve peygamber ol- Vallahi öyle yüce bir zâtı gördüm ki, hep duğunu bildiriyor. hayrı, iyiliği emredip, kötülüklerden sakındırıyor. Ebû Zer heyacanla sordu: - Peki insanlar, onun hakkında ne diyorlar? - Hangi kabîledendir? Zamanın meşhur şairlerinden olan kardeşi - Kureyş’tedir. Üneys şöyle cevap verdi: Ne Haber Getirdin? - Şair, kâhin, sihirbaz diyorlar. Fakat onun söyEbû Zer-i Gıfârî bu hâlleri işitir işitmez kardeşi ledikleri ne kâhinlerin sözüne, ne de sihirbazların sözüne benzemiyor. Onun söylediklerini şaÜneys’e dedi ki: irlerin her çeşit şiirleriyle karşılaştırdım. Onlara - Hayvanına bin, Mekke’ye git, kendisine va- hiç benzemiyor, hiç kimsenin sözüyle ölçülemez. hiy geldiğini söyleyen zâtla görüş, söylediklerini Vallahi o zât hakkı bildiriyor, doğruyu söylüyor. dinle, benim için bilgi edin, haberini bana getir. Ona inanmayanlar yalancı ve sapıklık içindedirÜneys, Mekke’ye gidip, Peygamber Efendimi- ler. Bu zât iyiliği, ahlâkî değerleri emrediyor, közin (asm) mübârek cemâli, sohbeti ve ihsânları tülükten de sakındırıyor. ile şerefledi. Hayran kaldı. Sonra tekrar memleEbû Zer-i Gıfârî Hazretleri kardeşinin bu sözü ketine döndü. Kardeşi Ebû Zer kardeşine sordu: üzerine:

Bizbiriz Dergisi

31


- Sen bana, bu husûsta arzû ettiğim, gön- medi. Onun için bizzat kendim onunla görüşmek lüme şifâ veren, müşkillerimi giderir bir haber ve ona kavuşmak için buraya geldim. getirmedin. Kendim gidip, onu görürüm, dedi. - Sen doğruyu buldun, akıllılık ettin. Bu zât Kardeşi Üneys dedi ki: Allah’ın Resûlüdür, hak Peygamberdir. Sabahle- İyi olur, fakat sen Mekke halkından sakın! yin ben o zâtın yanına gidiyorum. Beni takip et, Çünkü Mekkeliler, ona karşı son derece kin besli- senin için korkulacak bir şey görürsem, ayakkabımı düzeltiyormuş gibi yaparım. Sen beklemez yorlar ve onunla görüşenleri takip ediyorlar. gidersin. Ben geçip gidersem, arkamdan gel ve Ebû Zer, hemen Mekke’ye gitmeye ve Pey- benim girdiğim eve sen de peşimden gir! gamberimizi (asm) görüp Müslüman olmaya kaEbû Zer-i Gıfârî, Hz. Ali (ra)’yi takip edip, onunrar verdi. Eline bir değnek ve biraz da azık alarak la birlikte Peygamberimizin (asm) mübârek yübüyük bir şevkle Mekke yoluna düştü. zünü görmekle şereflendi. Ve hemen: Kimseye Sormadı - Esselâmü aleyküm, diyerek selâm verdi. Bu Mekke’ye varınca hâlini kimseye anlatma- selâm İslâm’da bu şekilde verilen ilk selâm ve dı. Çünkü bu sırada müşrikler Peygamberimize Ebû Zer-i Gıfârî de ilk selâmlayan kimse oldu. (asm) ve yeni Müslüman olanlara şiddetli düşPeygamber efendimiz selâmını aldıktan sonmanlık yapıyorlar ve bu düşmanlıklarını safha safha ilerletiyorlardı. Bilhassa Müslüman olup da, ra, aralarında şu konuşma geçti: kimsesiz ve garip olanlara işkence yapıyorlardı. - Sen kimsin? Ebû Zer-i Gıfârî de Mekke’de kimseyi tanımı- Gıfâr kabîlesindenim. yordu. Garip ve yabancı idi. Bu bakımdan kimse- Ne zamandan beri buradasın? ye bir şey sormadan Kâ’be’nin yanına varıp otur- Üç gün üç geceden beri buradayım. muştu. Peygamberimizi (asm) görmek için fırsat kolluyor, nerede olduğunu öğrenmek için bir işâ- Seni kim doyurdu? ret arıyordu. Burada Zemzem’den başka bir şey - Zemzem’den başka bir yiyecek, içecek bulamayiyip içmiyordu. dım. Zemzemi içtikçe hiç açlık ve susuzluk duymaAkşam üstü bir sokak köşesine çekildi. Hz. Ali dım. (ra), Ebû Zer’i gördü. Garip olduğunu anlayarak - Zemzem mübârektir. Aç olanı doyurur. alıp evine götürdü. Hâlinden bir şey sormadığı gibi, Hz. Ebû Zer de ona sırrını açmadı. - Yâ Muhammed! İnsanları neye da’vet ediSabah olunca, tekrar Kâ’be’ye gitti. Akşama yorsun? kadar dolaştığı hâlde hiçbir ip ucu elde edemedi. - Bir olan ve ortağı bulunmayan Allah’a Eski oturduğu köşeye gelip oturdu. Hz. Ali (ra), o îmân etmeye ve putları terketmeye, benim gece yine oradan geçerken, Ebû Zer’i görünce: de Allah’ın Resûlü olduğuma şehâdet etmeye - Bu biçâre hâlâ aradığını bulamamış, diyerek da’vet ediyorum. tekrar evine götürdü. Bana İslâmı Bildir

Sabahleyin yine Beytullaha gitti, sonra oturduğu köşeye çekildi. Hz. Ali (ra) tekrar da’vet edip evine götürdü ve ona sordu: - Senin işin nedir? Bu şehre ne için geldin? - Eğer bana doğru bilgi vereceğine kat’î söz verirsen, söylerim. - Söyle, hâlini kimseye açmam. Akıllılık Ettin - İşittim ki, burada bir Peygamber çıkmış. Onunla görüşmesi, ondan işittiklerini ezberleyip bana nakletmesi için kardeşimi göndermiştim. Kardeşim gönlüme şifâ verecek bir haber getir-

Bizbiriz Dergisi

32

Bunun üzerine Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri: - Bana İslâmı bildir, dedi. Peygamber Efendimiz (asm) ona Kelime-i şehâdeti okudu. O da söyleyip, Müslüman oldu. Ebû Zer Müslüman olmanın verdiği büyük bir iştiyâkla dedi ki: - Yâ Resûlallah! Allah Teâlâ’ya yemîn ederim ki, Müslüman olduğumu Kâ’be’de müşrikler arasında haykırmadıkça memleketime dönmiyeceğim. Bundan sonra Ebû Zer-i Gıfârî Kâ’be yanına gidip, yüksek sesle:


- Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne taptığınız şey! Köpeğin bile hakâret ettiği puta Muhammeden abdühu ve Resûlüh, diye hay- tapmak hoşunuza gidiyorsa, buna çok şaşılır. kırdı. Herkes başını eğmiş duruyordu. İçlerinden Bunu işiten müşrikler hemen üzerine hücum biri cevap verdi: ettiler. Taş, sopa ve kemik parçaları ile öyle döv- Peki senin bahsettiğin Peygamber neyi bildüler ki, kanlar içinde kaldı. diriyor. Onun doğru söylediğini nasıl anladın? Bu hâli gören Hz. Abbâs seslendi:

Bunun üzerine Ebû Zer Hazretleri, yüksek ses- Bırakın bu adamı, öldüreceksiniz! O sizin ti- le kalabalığa şöyle hitap etti: câret kervanınızın geçtiği yol üzerinde oturan bir - O, Allah’ın bir olduğunu, O’ndan başka ilâh kabîledendir. Bir daha oradan nasıl geçeceksiniz? olmadığını, her şeyi yaratan ve her şeyin mâliki, Böylece Ebû Zer Hazretlerini müşriklerin elin- sahibi olduğunu bildiriyor. İnsanları Allah’a îmân den kurtardı. etmeye çağırıyor. İyiliğe, güzel ahlâka ve yardımlaşmaya da’vet ediyor. Kız çocuklarını diri diri Kavminin Yanına Dön! gömmenin ve yaptığınız diğer her türlü kötülüMüslüman olmakla şereflenmenin verdiği ğün, haksızlığın, zulmün, çirkinliğini ve bunlarşevkle, öylesine seviniyor ve coşuyordu ki, erte- dan sakınmayı emrediyor. si gün gene Kâ’be’nin yanında Kelime-i şehâdeti Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri İslâmiyeti uzun yüksek sesle bağıra bağıra söyledi. Bu sefer de üzerine hücum eden müşrikler, yere yıkılıncaya uzun açıkladı. Kabîlesinin, içinde bulunduğu sakadar dövdüler. Yine Hz. Abbâs yetişip, ellerin- pıklığı bir bir sayıp, bunların zararlarını ve çirkinliğini gayet açık bir şekilde anlattı. Onu dinleyenden kurtardı. ler arasında başta kabîle reisi Haffâf, kendi karBundan sonra Peygamber Efendimiz (asm) deşi Üneys olmak üzere çoğu Müslüman oldu. Ebû Zer-i Gıfârî Hazretlerine buyurdu ki: Diğerleri ise daha sonra Peygamberimizi (asm) - Şimdi kavminin yanına dön! Emrim sana görerek Müslümanlığı kabûl ettiler. ulaşınca, onu kavmine haber ver! Ortaya çıkEbû Zer-i Gıfârî Hazretleri bu hizmetleri tığımızın haberi sana geldiği zaman yanımıza yaptığı sırada, İslâmiyet, Mekke’de ve civârında dön! oldukça yayılmıştı. Müşriklerin zulmü de o deBu emir üzerine Ebû Zer-i Gıfârî kendi kabîlesi rece artmış, İslâm uğrunda kanlar dökülmüş, ilk arasına dönüp, onlara İslâmiyeti anlatmaya baş- şehîdler verilmişti. İki defa Habeşistan’a, daha sonra Medîne-i Münevvereye hicret yapıldı. ladı. Hicrete kadar bu hizmete devam etti. Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri kavmini İslâmiyete da’vet ediyordu. Birgün kabîlesine, Allah’ın bir ve Muhammed aleyhisselâmın onun Resûlü olduğunu ve bildirdiklerinin hak ve tapmakta oldukları putların bâtıl, boş ve ma’nâsız olduğunu söylemişti. Kendisini dinleyen kalabalıktan bir kısmı, “Olamaz” diye bağrışmaya başladılar. Bu sırada kabîlenin reisi Haffâf, bağıranları susturdu ve dedi ki: - Durun, dinleyelim bakalım ne anlatacak! İşte Sizin Taptığınız Şey

Her Şeyi Sorardı Ebû Zer Hazretleri de Medîne’ye hicret etti. Peygamber Efendimiz (asm) hicretten sonra Eshâb-ı kirâm arasında kurduğu kardeşlikte Ebû Zer Hazretlerini de Münzir bin Amr Hazretleri ile kardeş yaptı. Daha sonra İslâmı anlatması için tekrar kabîlesi arasına gönderildi. Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri Hendek savaşından sonra Medîne’ye geldi ve yerleşti. Bundan sonra Peygamber efendimizin yanından ayrılmadı.

Bütün zamanını dîni öğrenmeye ayırdı. İlim Bunun üzerine Ebû Zer Hazretleri şöyle deöğrenmek husûsunda büyük gayret sahibi idi. vam etti: Her şeyi Peygamberimize (asm) sorardı. Îmân, - Ben Müslüman olmadan önce, bir gün Nuihsân, emir ve yasaklar husûsunda, Kadir Gecesi hem putunun yanına gidip, önüne süt koymuştum. Bir de baktım ki, bir köpek yaklaşıp, sütü ve daha birçok husûsların sırlarını, izâhını, namaiçiverdi. Sonra da putun üzerine pisledi. Görü- za dâir ince husûsları ve nice şeyleri Resûlullah yorsunuz ki, put köpeğin üzerini kirletmesine (asm)’a bizzat sorarak öğrenmiştir. mânî olacak güçte bile olmayan bir taş! İşte sizin

Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) Ebû Zer’i çok

Bizbiriz Dergisi

33


sever, ona, husûsî iltifât buyururdu. Çok zaman vakti Ebû Zer orduya yetişti. Resûlullah (asm)’ın gece geç vakte kadar Resûlullah (asm)’ın huzû- yanında bulunan Eshâb-ı kirâm dediler ki: runda kalırdı. Peygamberimizin (asm) mahremi, - Yâ Resûlallah! Tek başına bir adam geliyor. sır dostu idi. Onunla mahrem meseleleri konuResûlullah Efendimiz (asm): şurdu. - Ebû Zer midir? Onun olmasını isterim, buAyrıca Ebû Zer Hazretleri, Peygamberimizin yurdular. (asm) mübârek elini öpmek saâdetine kavuşmuştur. Resûlullah Efendimize bi’ât ederken de, Eshâb-ı kirâm dikkatle bakıp Resûlullah “Hak Teâlâ’nın yolunda hiçbir kötüleyicinin kötü- (asm)’a dediler ki: lemesine aldanmıyacağına, ne kadar acı olursa - Yâ Resûlallah, gelen Ebû Zer’dir. olsun dâimâ doğru sözlü olacağına” söz vermişti. Ömrünün sonuna kadar hep böyle kaldı. Bu - Allah Ebû Zer’e rahmet eylesin! O, yalnız husûsta Resûlullah Efendimiz (asm) buyurdu ki: yaşar, yalnız yürür, yalnız başına vefât eder - Dünyaya Ebû Zer’den daha sâdık kimse ve yalnız başına haşrolunur. gelmedi. Daha sonra Ebû Zer’e: Tebûk Seferi - Ey Ebû Zer! Niçin geride kaldın, buyurduResûlullah (asm)’a anlatılamayacak derecede lar. muhabbeti ve bağlılığı vardı. Bir defasında şöyle Her Adımına Karşılık demiştir: Ebû Zer, devesinin durumunu anlattı ve bu - Yâ Resûlallah, benim kalbim yalnız Allah sebeple geride kaldığını söyledi. Bunun üzerine Teâlâ’nın ve sizin muhabbetinizle doludur. Bu Resûlullah efendimiz: muhabbet o derecede ki, insanın kalbi ancak bu - Bana gelip kavuşuncaya kadar, attığın kadar muhabbetle dolu olur. her adımına karşılık, Allah Teâlâ bir günâhını Tebük muharebesinde Ebû Zer-i Gıfârî Hazret- bağışlasın, diye duâ buyurdular. lerinin devesi pek zayıf ve dayanıksız olduğu için Ebû Zer-i Gıfârî dünyaya hiç değer vermezdi. geride kalmıştı. Yolun ortasında devesi çöküp Son derece kanâatkâr, fakîr ve yalnız yaşardı. Peykalınca, devesinden indi. Eşyasını sırtına yükleyerek orduya yetişmek için yaya yürümeye baş- gamber Efendimiz (asm) bu sebeple ona, “Meladı. Şiddetli sıcak ortalığı kavuruyordu. Bir öğle sîh-ül-İslâm”lâkabını vermişti.

Bizbiriz Dergisi

34


Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri, Mekke’nin fethine de kendi kabîlesinin sancağını taşıyarak katılmıştır. Peygamberimize (asm) tam bağlanıp, onun sevip, beğendiğini seven, sevmediğini ve beğenmediğini sevmeyen Ebû Zer, Resûlullah (asm)’ın vefâtında da yanında bulunmuştur. Peygamberimizin (asm) vefâtından sonra bir köşeye çekilip, son derece mahzûn ve yalnız yaşadı. Hz. Ebû Bekir (ra)’in halîfeliği devrinde de böyle yaşayıp, onun vefâtından sonra Şam’a gitti. Oraya yerleşti.

Vâlinin adamı durumu vâliye anlattı. Vâli, Ebû Zer’in, sözünün eri olduğunu anladı. Ancak, Ebû Zer’in bir günlük ihtiyaçtan fazlasını bulundurmayıp dağıtmasını ve halkı buna teşvik etmesini, halkın anlamayacağını anlayan vâli, durumu halîfe Hz. Osman (ra)’a mektup ile bildirdi. Medîne’den Ayrıl!

Bunun üzerine halîfe, Ebû Zer’i Medîne’ye da’vet etti. Ebû Zer, Medîne’ye geldiğinde, evlerin Sel Dağına dayandığını ve refâhın arttığını gördü. Halîfenin huzûruna çıkınca, Hz. Osman Bir gün Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri, Kâ’be’nin (ra)’a, niçin insanların biriktirdikleri malları dağıtyanında durarak şöyle dedi: tırmıyorsun, diye sordu. Bunun üzerine Hz. Os- Ey ahâli, sizden biri bir yolculuğa çıkacak olsa, man (ra) buyurdu ki: azıksız aslâ çıkmaz, mutlaka bir yol hazırlığı yapar. - Yâ Ebâ Zer, halkı zühd yoluna zorla sokmak Yanına yiyecek, içecek, para vs. alır. Dünya hayâ- imkânsızdır. Onlar zekâtlarını verdikten sonra, tında bir yolculuğa çıkan bir insan, azık almadan benim vazîfem, onlar arasında Hak Teâlâ Hazretçıkmazsa, ya âhıret yolculuğuna çıkacak birisi, lerinin emriyle hükmetmek ve onları çalışma, ikazıksız nasıl çıkar? tisat tarafına teşvik eylemektir. Âhıret Azığı

Orada toplanan ahâli sordu:

Bunun üzerine Ebû Zer dedi ki:

- Resûlullah (asm) bana “Binalar Sel dağına ulaştığı zaman, sen Medîne’den ayrıl!” diye - Bizim âhıret azığımız nedir yâ Ebâ Zer? - Dünyayı iki kısma ayırınız. Birini dünyalık emretmişlerdi. İzin verirseniz, ben Medîne’den elde etmeye, diğerini de âhıret hazırlığı yapma- gideyim. Hz. Osman (ra) müsâade buyurdu. Birkaç ya tahsîs ediniz. Üçüncüsü size zararlı olur, fayda koyun ve keçi, yetecek miktarda yiyecek verevermez. Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri, Hz. Osman (ra)’ın rek, Medîne-i Münevvere yakınlarındaki Rebehalîfeliğine kadar Şam’da kaldı. Şam halkına din ze adındaki köye gitmesini söyledi. Ailesi de bilgilerini öğretmekle meşgul oldu. Şüpheliler- Şam’dan buraya gönderildi. Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri, Rebeze’de, küçük den ve harâmlardan son derece sakınırdı. Evinde bir günlük nafakasından fazlasını bulundurmaz, bir kulübeye yerleşti. Gelip geçenlere, hadîs-i şerîf ve dînî bilgiler öğretmeye başladı. Halîfenin hep fakîrlere dağıtırdı. Bir defasında Şam vâlisi, tecrübe etmek için, hediye ettiği, birkaç koyun ve keçisi vardı. Onlarhizmetçisi ile akşam on bin dirhem altın gön- la hayatını devam ettiriyor, dâimâ Allah’a şükredermişti. Ebû Zer Hazretleri altınları alınca uyku- diyordu. su kaçtı, uyuyamaz hâle geldi. Hemen kalktı ve fakîrlere dağıttı. Yanında tek altın bile saklamadı. Ertesi gün vâlinin hizmetçisi gelip dedi ki:

Elbisen Eskidi

Birgün, muhterem hanımı hatırlattı:

- Elbisen çok eskidi, bir yenisini bulamaz mı- Aman efendim, dün akşam sana getirdiğim yız? altınlar meğerse başkasına gidecekmiş. Yanlışlık- Bize artık elbise değil, kefen lâzımdır! Üstelik la sana getirmişim. Mümkünse altınları geri ala- sana, iyi haberlerim var. yım, yoksa vâli benden hesap sorar. - Hayırdır İnşâallah efendi... Bunun üzerine Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri bu- İnşâallah yakında, Allah’ın sevgilisi Peygamber yurdu ki: Efendimize (asm) kavuşacağım. Ey ölüm çabuk gel, - Oğlum, onları fakîrlere dağıttım. Sen vâliden rûhum Rabbime kavuşmak sevgisiyle çırpınıyor. iki-üç gün mühlet iste, ben bu parayı hazırlarım, Hanımı ağlamaya başladı. o zaman iâde ederiz.

Bizbiriz Dergisi

35


Hz. Ömer (ra), halîfeliği zamanında birgün arkadaşları ile oturmuş sohbet ediyordu. Bu sırada Kadıncağız bir şeyler söylemek için dedi ki: iki genç huzûruna geldi. Yanlarında kollarından - Nasıl ağlamıyayım! Gerçekten bir emr-i Hak sıkıca tuttukları bir genç vardı. Kollarından tutuvâki olsa, vefât etsen, ben buralarda tek başıma lan genç, temiz giyimli mert birine benziyordu. ne yaparım? Sonra bir kefen bezimiz bile yok. Ay- Biri geliş sebeplerini şöyle anlattı: rıca kadın başıma, seni nasıl defnedebilirim? - Bu genç, babamızı öldürdü. Bunun muhâke- Şimdi bunları bırak da, kapıya çık bakalım! me edilmesini istiyoruz. Gelen giden, var mı? Üç Gün Mühlet Ver Hanımı gözlerini sildi. Kapı önüne çıktı. UzakHz. Ömer (ra), her iki tarafın da ifâdelerini aldı. lara, ufuklara baktı, baktı. Issız çöl rüzgârlarından Hâdisenin nasıl cereyân ettiği iyice öğrenildikten başka, ne gelen vardı, ne giden! Üzüntüyle içeri sonra kâtil genç suçlu görülerek idâma mahkûm döndü. Başını salladı: edildi. - Bilirsin ki, hac mevsimi geçti. Bu günlerde, şu Delikanlı kararı sükûnetle dinledikten sonra, ıssız çöle, kimin yolu düşebilir? dedi ki: - Gelirler! Gelirler! Sen şimdi kalk! Bir keçi kes; -Siz, mü’minlerin emîrisiniz. Emriniz başımızın pişirmeye başla! İyi kalbli Müslüman cemâ’ati geüzerinedir. Kararın yerine getirilmesine hazırım. lince, onlara ikrâm edersin. Sakın, yemeden onları Ancak, babam vefât etmezden önce paralarısalıverme! nı ayırmış, bana,”Oğlum, şunlar senin, şunlar da Hanımı, tekrar dışarı çıktı. Gözleri nemli, efen- kardeşinindir. Büyüyünceye kadar sen muhâfaza disinin emirlerini yerine getirmeye başladı. Ye- et! Büyüyünce kendisine verirsin.” diye vasiyet etmek pişirirken yolu da gözlüyordu. İşte bu sırada mişti. Ben de bu paraları bir yere gömdüm. Şimdi ufukta, bir toz bulutu belirdi. Bulut yaklaştı, yak- karar infaz edilirse, bu paralar orada kalır. Çünkü laştı. benden başka yerini bilen yoktur. Yetim hakkı zâyi olur. Bana üç gün müsaade ederseniz gider Gelenler Var! emâneti ehil birine teslim ederim. Sonra da gelir Nihâyet atlılar ve develiler, açıkça belli oldu- teslim olurum. lar. O zaman kadıncağız buruk bir sevinçle içeri Hz. Ömer (ra): koştu: -Yerine bir kefil bırakman lâzım, buyurdu. - Müjde efendi! Söylediğin gibi, gelenler var! - Niçin ağlıyorsun hanım?

Yaşlı Sahâbînin gözleri parladı ve dedi ki:

-Burada bulunanlardan biri bana kefil olur?

-Kefilini göster! - Elhamdülillah! Çok şükür, geldiler demek. Öyleyse, gel de şu yaşlı vücûdumu, Kıbleye doğru çeGenç, orada bulunanların yüzüne dikkatlice virelim. baktı. Sonra Ebû Zer Gıfarî Hazretlerini göstereSonra Kelime-i Şehâdet getirip vefât etti. Ha- rek: nımı, efendisinin dediklerini yaptı. Sonra tekrar, - İşte bu zât kefil olur, dedi. kapı önüne çıktı. Yolcular gelmişlerdi. Hz. Ömer (ra): Bunlar Abdullah bin Mes’ûd, Mâlik bin Eşter - Ey Ebû Zer, kefil olur musun? ve ba’zı Müslümanlardı. Kadıncağız eliyle, gelen- Evet, üç güne kadar döneceğine ben kefil lere evi gösterip sordu: - Ebû Zer içerde, vefât etti. Onu kefenleyip, olurum. ecre, sevâba nâil olmak istemez misiniz?

Aradan üç gün geçti. Mühlet bitmek üzereydi. Bu ismi duyan kâfile mensupları, hep birlikte, Da’vâcı gençler gelmiş fakat, suçlu genç gelmemişti. Da’vâcılar dedi ki: Ebû Zer Hazretlerinin hizmetine koştular. - Ey Ebû Zer, kefil olduğun genç gelmedi. Abdullah bin Mes’ûd’un verdiği kefenle kefenlendi ve cenâze namazını da, Abdullah bin Madem o gelmedi, sen onun kefili olarak, onun Mes’ûd kıldırdı. Hazırlanan etten de yiyerek hep cezâsını çekmedikçe buradan ayrılmayız. birlikte Medîne’ye döndüler. Çoluk çocuğunu Hz. Osman (ra) himâyesine aldı.

Bizbiriz Dergisi

36

Ebû Zer Hazretleri gayet sakin bir şekilde:


- Daha vakit var, sürenin sonuna kadar bekleyin bakalım. Eğer gelmezse, ben hazırım. Sözünde Durdu

“Ey kullarım! Şüphesiz zulmü kendime haram kıldım. Ya’ni zulümden münezzehim. Bunu size de haram kıldım. Sakın kimseye zulüm etmeyin.”

Nihâyet bildirilen vakit doldu. Ebû Zer Hazret“Ey kullarım! Hepiniz, dalâlet, sapıklık üzeleri de ortaya çıkıp, cezâsının infazını istedi. Tam re yaratıldınız. Yani din bilgilerini bilmiyorbu sırada, toz duman içinde birinin gelmekte oldunuz. Ancak sizden hak yoluna hidayet ve duğunu gördüler. Gelen, o gençten başkası deimân etmeğe muvaffak eylediğim kimseler ğildi. hidayete kavuştu, dalâletten kurtuldu. BenGenç geciktiği için özür dileyerek: den hidayet isteyiniz, sizi hidayete kavuştu- Parayı bulup dayıma teslim ettim. Kardeşimi rayım.” de ona emânet ettim. Dayımın yeri haylı uzak ol“Ey benim kullarım hepiniz açtınız. Fadl duğu için ancak bu zamanda gelebildim. ve keremimle sizleri yedirip içirip doyurdum. Orada bulunanlar, gencin sözünde durmasına Benden yiyecek içecek talep ediniz ki size buhayran kaldılar. Bu husûsu kendisine söyledikle- nun sebeplerini ve yolunu kolaylaştırayım.” rinde: “Ey benim kullarım hepiniz çıplaktınız, he- Mert olan hakîki Müslüman sözünde durur. pinizi ben giydirdim. Benden giyecek talep Arkamdan, “Artık dünyada sözünde duran kal- ediniz ki sizi giydireyim.” madı.” dedirtmem. “Ey benim kullarım! Şüphesiz siz bana hiç Ebû Zer Hazretlerine, genci tanımadığı hâlde bir zarar veremezsiniz ve bana hiç bir fâide sağlayamazsınız. Ben bunlardan münezzeh neden kefil olduğunu sorduklarında: ve müberrâyım. Ben ganiyy-i mutlakım siz de - Genç bana güvenerek, “Bu bana kefil olur.” fakir-i mutlaksınız.” dedi. Bunu reddetmeyi mürüvvete, insanlığa “Ey benim kullarım! Eğer sizin öncekilerisığdıramadım. “Âlemde fazîlet, iyilik kalmaniz ve sonrakileriniz, insanlarınız, cinleriniz, mış.” dedirtmem. takvânın en yüksek derecesinde olsa, benim Bu durumu gören da’vâcılar: mülkümde zerrece artış olmaz. Zühd ve tak- Biz de “Bu dünyada kerem sahibi, cö- vânızın fâidesi yine sizedir.” mert kalmadı.” dedirtmeyiz. Allah rızâsı için, “Ey benim kullarım! Sizin öncekileriniz ve da’vâmızdan vazgeçtik, ölenin vârisleri olarak sonrakileriniz insan ve cinleriniz, yani heaffettik, dediler. piniz en âsî bir kimse gibi hep, isyânkâr ve Peygamber Efendimiz (asm) Ebû Zer Hazretle- günâhkâr olsanız, benim mülkümden zerre eksilmez. Bunların zararı, ziyânı size ulaşır.” ri hakkında buyurdu ki: “Ey kullarım! Öncekileriniz ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz, yeryüzünde bir yerde el kaldırıp benden isterseniz, (Ben de dilersem), her istediğinizi veririm. Böylece benim mülkümden bir şey eksilmiş olmaz. İğne denize daldırıldığı zaman iğne denizden Ebû Zerr-il Gıfârî Peygaberimiz (asm)’den biz- birşey eksiltir mi? Ucunda kıymetsiz bir yaşlık zat işiterek 281 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ken- kalır.” disinden Enes bin Mâlik, İbn-i Abbas, Hâlid bin “Ey kullarım! Sizin amel ve ibadetlerinizi, Vehba, Zeyd bin Vehb, Hurşe bin Hurr, Cübeyr her işinizi, ilmi ezelîm ve hafaza meleklerim bin Nüfeyr, Ahnef bin Kays, Abdullah bin Samit, ile zapt ve hıfz ederim. Sonra işlerinizin karşıAmr bin Meymun ve daha çok sayıda hadîs âlimi, lığını âhirette noksansız veririm. İşte bu şekilhadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ondan rivâyet edi- de her kim bir hayır işlerse, bana hamd-ü senâ len bu hadîs-i şerîfler Kütüb-i sitte denilen meş- eylesin. Bu da benim ihsânımdır. Bundan başhur altı hadîs kitabında yer almıştır. ka iş işleyenler de beni değil, kendi nefislerini Ebû Zerr’in rivâyet ettiği bir hadîs-i kudsî şöy- kötülesinler. Zira kötülük işleyenler, irâde-i ledir: Allahü tebâreke ve teâlâ Hazretleri buyur- cüz’iyyeleri ile kendi nefslerine uyarak günâh işliyorlar.” du ki: - Benim ümmetimde Ebû Zer, Meryem oğlu İsâ’nın zühdüne sahiptir. Bu fıtrat üzere yaratılmıştır. İsâ aleyhisselâmın tevazuuna bakmak kendisini mesrur eden kimse, Ebû Zerr’e nazar eylesin.

Bizbiriz Dergisi

37


Ebû Zerr-il Gıfârî şöyle anlatmıştır

- Yâ Resûlallah bana nasihât et!

Bir gün mescid girdim. Resûlullah Efendimiz - Sana Allah’tan korkmayı tavsiye ederim. İşin (asm) yalnız oturuyordu. Ben de yanına otur- başı budur. dum, buyurdu ki: - Yâ Resûlallah biraz daha!.. - Yâ Ebû Zer, mescide girince iki rekât na- Sana Kur’ân-ı Kerîmi okumayı tavsiye maz (tahıyyet-ül mescid) kılmak gerekir. Kalk ederim. O senin için yeryüzünde nur, gökte kıl. meleklerin övgüsüdür. Kalktım iki rekât tahıyyet-ülmescid namazı kıldım sonra yine Resûlullah (asm)’ın yanına varıp oturdum. Dedim ki,

- Yâ Resulallah, bana namaz kılmayı emir buyurdunuz. Bu namaz nedir? - Azı ve çoğu Allah Teâlâ’nın koyduğu bir ibâdettir. - Yâ Resûlallah hangi amel daha efdaldir: - Allah Teâlâ’ya imân etmek ve onun yolunda cihad yapmak. - Yâ Resûlallah imân bakımından en kâmil mü’min hangisidir?

- Biraz daha... - Çok gülmeyi terket, çok gülmek kalbi öldürür, yüzün nurunu giderir. - Biraz daha nasihât buyur, Yâ Resûlallah! - Susmayı tercih et sadece hayır söyle, bu şeytanı senden uzaklaştırır, dîne uymakta sana yardımcı olur. - Biraz daha, Yâ Resûlallah! - Cihad et, çünki cihad ümmetimin zühdüdür. - Biraz daha...

-Ahlâkı en güzel olanıdır.

- Miskinleri, fakirleri sev onlarla bulun.

-Yâ Resûlallah mü’minlerin en emini kimdir?

- Biraz daha, Yâ Resûlallah!

- Kendinden aşağı olanlara bak, senden - İnsanlara elinden ve dilinden zarar gelüstün olanlara bakma, çünkü içinde bulunmeyen kimsedir. duğun hal senin için nimettir. -Yâ Resûlallah en efdal hicret hangisidir? - Biraz daha, Yâ Resûlallah dedim! - Günâhlardan uzaklaşmaktır. - Akrabanı ziyaret et, onlar seni ziyaret et- Yâ Resûlallah en efdal namaz hangisidir? meseler de. - En uzûn kılınan namazdır. - Biraz daha, Yâ Resûlallah dedim. - Yâ Resûlallah, oruç nedir?

- Allah Teâlâ’ya itâat et, kınayanların kına- Ecrini, mükâfatını bizzat Allah Teâlâ’nın masına aldırma. katkat vereceği bir farzdır ibâdettir, - Biraz daha nasihât et, Yâ Resûlallah! - Yâ Resûlallah hangi cihad daha efdaldir? - Acı da olsa Hakkı söyle! - Mal ve canı ile yapılan cihaddır,

- Biraz daha istedim. - Yâ Resûlallah hangi köleyi azât etmek daha - Tedbir almak gibi akıllılık yoktur. Haramefdaldir? lardan el çekmek gibi vera yoktur. Güzel ah- Madden ve manen kıymetli olanı. lâk gibi de soyluluk yoktur. - Sadakanın en efdali hangisidir? - Az da olsa fakirin gönlünü almak için verilendir. - Yâ Resûlallah, Allah Teâlâ’nın indirdiği âyetler içinde en fazîletlisi hangisidir? - Âyet-el kürsîdir.. Ebû Zer Hazretleri devam ederek,

Bizbiriz Dergisi

38

Kaynaklar: 1) Hilyet-ül-evliyâ, 1/156. 2) Tabakât-ı İbn-i Sa’d 1/219, 2/354. 3) El-A’lâm, 2/140. 4) Tehzîb-üt-tehzîb 12/90. 5) El-İsâbe 4/62. Selam ve dua ile...


MÜSLÜMAN BİLİMADAMLARI ALİ KUŞÇU

Türk-İslam dünyasının büyük astronomi ve kelam alimi olan Ali Kuşçu, XV. yüzyıl başlarında Semerkant’ta doğdu. Babası Muhammed, ünlü Türk Sultanı ve astronomu Uluğ Bey’in kuşcu başısı (doğancıbaşı) olduğu için, ailesi ‘Kuşçu’ lakabıyla meşhur oldu. Küçük yaştan itibaren matematik ve astronomiye ilgi duyan Ali Kuşçu, devrin en büyük alimleri olan Bursalı Kadızâde Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî’den matematik ve astronomi dersi aldı.Daha sonra bilgisini artırmak için Kirman’a gitti. Burada Hall-ü Eşkâl-i Kamer (Ay Safhalarının Açıklanması) adlı risale ile Şerh-i Tecrîd adlı eserini yazdı. Ali Kuşçu, Semerkant ve Kirman’da eğitimini tamamladıktan sonra Uluğ Bey’e yardımcı ve rasathanesine müdür olmuştu. 1449’da hacca gitmek istedi. Tebriz’de Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan kendisine büyük saygı gösterdi ve Fatih’le barış görüşmelerinde yardımını istedi. Ali Kuşçu, Uzun Hasan’ın sözcülüğünü yaptıktan sonra Fatih’in davetiyle İstanbul’a geldi. XV. yüzyılın ilk yarısında, Semerkant, dünyanın en önemli bilim merkeziydi. Uluğ Bey Rasathanesi, gök bilgisi araştırmaları için en doğru sonuçları alıyordu. Rasathanenin genç müdürü Ali Kuşçu, gece gündüz demeden çalışıyor, bilimsel gerçeklere yenilerini katmak için uğraşıp didiniyordu. Gökyüzü bilgisi (astronomi), hem değişmez kuralların, kanunların tespit edilmesine yarıyor, hem de gözlemlerle kontrol edilebiliyordu. Otuz yıla yakın bu işte çalışan Ali Kuşçu, bir gün ansızın her şeyi yüzüstü bırakarak hacca gitmeye karar vermişti. Buna da sebep, en olmayacak bir zamanda, sevgili hükümdarı Uluğ Bey’in 1449

FARUK KUL

“Hünkârım izin verirlerse önce Tebriz’e döneyim. Çünkü burada bulunuşumun gerçek sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı’nın elçisi olmaktır. Elçiye zeval yoktur. Gerektir ki, hünkârımın lütûfkâr davetini kabul etmeden önce vazifemi iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni gönderen, bana güvenmiş olan insana bildireyim...” yılında öldürülmesiydi. Uluğ Bey, Ali Kuşçu için bambaşka bir mânâ taşıyordu. Her şeyden önce hocasıydı. Ondan matematik ve astronomi dersleri almış, eserlerini uzun uzun incelemiş, sohbetlerinde bulunmuş, hâttâ Doğancıbaşısı olduğu için, adının ucundaki “Kuşçu” lâkabı bile böylece yadigâr kalmıştı.Uluğ Bey, kendi kurduğu rasathaneye de müdür olarak Ali Kuşçu’yu lâyık görmüş, henüz tecrübesiz bir çağdayken bu dev rasathanenin başındaki çalışmalarda, ona bizzat yardımcı olmuştu. İşte Uluğ Bey’in bir ihanete kurban giderek öldürülmesi Ali Kuşçu’yu can evinden vuran bir olaydı. Ali Kuşçu bu olayla çok kırıldı. Çoluk çocuğunu toparlayıp Tebriz’e geldi. Uzun Hasan kendisine o kadar saygı gösterdi ki, Konstantiniye Fâtih’i, bir devri kapayıp yenisini açan genç cihangirle ihtilâfında aracılık etmesini istedi. Genç Fâtih’in de bilgin olduğunu, bilginlere büyük saygı gösterdiğini biliyordu. İstanbul’da olup bitenler, kuş kanadıyla Tebriz’e ulaşıyorduBunun üzerine Ali

Bizbiriz Dergisi

39


Kuşçu, kendisine bunca itibar eden Uzun Hasan’ın dileğini kırmayarak yol hazırlıklarını tamamladı. Semerkant’ta Kızıl Elma olarak bilinen eski Bizantium’a ulaştı. Haberciler; onun geleceğini daha önceden saraya uçurmuşlardı. Huzura kabul edildiği zaman Osmanlı hükümdarından beklemediği kadar iltifat gördü. Çünkü, kendisinden önce, eserleri İstanbul’ca biliniyordu. Uluğ Bey Rasathanesi’ndeki çalışmalarından, Semerkant’a aylarca uzak bulunan İstanbul’daki hükümdarın haberi vardı. Osmanlı tahtında oturan II. Mehmet (Fatih), gayet dikkatli, bilgili, uyanık bir padişahtı. Âdet olan merasimle Uzun Hasan’ın elçisini kabul etmiş, dileklerini dinlemiş, ama hemen geri dönmesine izin vermemişti. Ondan, gelip artık batıya kaymış olan ilim merkezlerini aydınlatmasını, bilgisiyle İstanbul medreselerinde ilim heveslisi gençleri yetiştirmesini rica etti. Bu teklif, Ali Kuşçu için beklenmedik bir iltifattı. Cefâlı olduğu kadar şefkatli olduğunu da bildiği Fatih’in isteği, onun için emir demekti. Ama, ahlâkı dürüst bir ilim adamı olduğunu şu sözlerle ispat etti: “Hünkârım izin verirlerse önce Tebriz’e döneyim. Çünkü burada bulunuşumun gerçek sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı’nın elçisi olmaktır. Elçiye zeval yoktur. Gerektir ki, hünkârımın lütûfkâr davetini kabul etmeden önce vazifemi iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni gönderen, bana güvenmiş olan insana bildireyim...” Ali Kuşçu’nun bu mazereti, Fatih’e son derece akla yakın göründü. Padişah; iki şeye birden sevinmişti: Kuşçu, davetini kabul etmişti, gelip buradaki ilim öğrencilerini yetiştirecekti. İkincisi ise, son derece mert ve ahlâklı bir insandı. Her haliyle, medreselerde yetiştireceği gençlere örnek olacaktı. Bu sebeple, bir müddet daha misafir ettikten sonra kendisine izin verdi. Değerli matematik ve astronomi bilgini Ali Kuşçu, sözünü tuttu. İki yıl sonra, ailesini de alarak Tebriz’den hareket etti. Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarından karşılanarak ihtişam içinde İstanbul’a getirildi. Ölümüne kadar da gençleri yetiştirmekle uğraştı. Kuşçu’nun ders vermeye başlamasıyla, İstanbul medreselerinde astronomi ve matematik alanında büyük gelişme oldu. Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelişi önemlidir; çünkü o zamana kadar İstanbul’da astronomi ile uğraşan güçlü bir bilgin yoktu. Ali Kuşçu, Osmanlılar arasında astronomi bilimini yaydı. Uluğ Bey Ziyc’inin tamamlanmasında büyük emeği geçmiştir. Nasirüddün Tusi’nin Tecridül Kelam adlı eserine yazdığı şerh, bu konuda da gayret ve başarısının en güzel delilini teşkil etmektedir. Ebu Said Han’a ithaf edilen bu şerh,

Bizbiriz Dergisi

40

Ali Kuşcu’nun ilk şöhretinin duyulmasına neden olmuştur. Kaynakların değerlendirilmesi sonucu anlaşılmaktadır ki; Ali Kuşcu yalnız telih eseriyle değil, talim ve irşadıyle devrini aşan bir bilgin olarak tanınmaktadır. Öyle ki; telif eserlerinin dışında, torunu Mirim Çelebi, Hoca Sinan Paşa ve Molla Lütfi (Sarı Lütfi) gibi astronomların da yetişmesine sebep olmuştur. Bu bilginlerle beraber, Ali Kuşcu’yu eski astronominin en büyük bilginlerinden birisi olarak belirtebiliriz. Doğum yeri Maveraünnehir bölgesi olduğu ileri sürülmüşse de, adı geçen bölgenin hangi şehrinde ve hangi yılda doğduğu kesinlikle bilinmektedir. Ancak doğum şehri Semerkant, doğum yılının ise 15. yüzyılın ilk dörtte biri içerisinde olduğu kabul edilmektedir. 16 Aralık 1474 (h. 7 Şaban 879) tarihinde İstanbul’da ölmüş olup, mezarı Eyüp Sultan Türbesi hareminde bulunmaktadır. Ölüm tarihi; torunu meşhur astronom Mirim Çelebi’nin (ölümü, Edirne 1525) yazdığı bir eserin incelenmesi sonucu anlaşılmıştır. Mezar yerinin 1819 yılına kadar belirli olduğu ve muhafazası yapıldığı; ancak 1819 yılından sonra, Ali Kuşcu’ya ait mezarın yerine, zamanının nüfuzlu bir devlet adamının mezar taşının konmuş olduğu anlaşılmaktadır. ALİ KUŞÇU’NUN ESERLERİ Ali Kuşçu’nun değişik alanlardaki eserlerini beş grupta toplamak mümkündür. 1 Astronomi Eserleri[1] Şerh-i Zîc-i Uluğ Bey: Süleymaniye, Carullah, nr. 1493, 215 yaprak. Risâle fî Halli Eşkâli Mu‘addili’l-Kamer li’lMesîr (Fâide fî Eşkâli ‘Utârid): Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, III. Ahmet, nr. 3843, yaprak 270b-273a. Risâle fî Asli’l-HâricYumkin fî’sSufliyyeyn: Bursa İl Halk Kütüphanesi, Hüseyin Çelebi, nr. 751/8, yaprak 124b-125b. Şerh ‘ale’t-Tuhfeti’ş-Şâhiyye fî’lHey’e: Süleymaniye, Ayasofya, nr. 2643, 64 yaprak. Risâle der ‘İlm-i Hey’e: Süleymaniye, Ayasofya, nr. 2640/1, 24 yaprak. 1 Astronomi alanındaki eserleri için bkz. Ramazan Şeşen ve diğ., Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi (Ed. Ekmeleddin İhsanoğlu), İstanbul 1997, I, 27-38; matematik alanındaki eserleri için bkz. a. mlf. ve diğ., Osmanlı Matematik Literatürü Tarihi (Ed. Ekmeleddin İhsanoğlu) , İstanbul 1999, I, 271-275; kelam sahasındaki eserleri için bkz. Müjgan Cumbur, a.g.e., Ankara 1974, s. 6-23.


el-Fethiyye fî ‘İlmi’l-Hey’e[2]: Süleymaniye, Ayasofya, nr. 2733/1, 70 yaprak. Risâle fî Halli Eşkâli’l-Kamer: Bursa İl Halk Kütüphanesi, Hüseyin Çelebi, nr. 751/7, yaprak 119b-123b. 2. Matematik Eserleri er-Risâletu’l-Muhammediyye fî’lHisâb: Süleymaniye, Ayasofya, nr. 2733/2, yaprak 71b-168b. Risâle der ‘İlm-i Hisâb: Süleymaniye, Ayasofya, nr. 2640/2, yaprak 25b-72b. 3. Kelâm ve Usûl-i Fıkıh Eserleri: eş-Şerhu’l-Cedîd ‘ale’t-Tecrîd: Süleymaniye, Çorlulu Ali Paşa, nfr. 305, 285 yaprak. Hâşiye ‘ale’t-Telvîh: Süleymaniye, Carullah, nr.1438/2, yaprak 13b-20a. 4. Mekanik Aletleri Hakkındaki Eseri: et-Tezkire fî Âlâti’r-Ruhâniyye[3]. 5. Dil ve Belagat Eserleri: Şerhu’r-Risâleti’l-Vad‘iyye: ‘Adûduddîn İcî’nin Fâ’ide fî’l-Vad‘ adlı risâlesinin şerhidir (Köprülü, nr. II, 339/1; Râgıb Paşa, nr. 1285/6, 1289/3; Kayseri Raşid Efendi, nr. 1001/4). el-İfsâh: İbn Hâcib (ö.h.646)’in Arapçanın cümle yapısı konusunda kaleme aldığı el-Kafiye fi’n-Nahv adlı eserinin şerhidir. (Raşid Efendi, nr. 9226, Topkapı Sarayı Müzesi, Emanet Hazinesi, nr. 1891, 1892). el-‘Unkûdu’z-Zevâhir fî Nazmi’l-Cevâhir: Arapça sarf ilmi konusunda kaleme aldığı bir giriş ve üç bölümden oluşan bir eseridir (Süleymaniye, Fatih, nr. 4676, 148 yaprak; Yeni Cami, nr. 1181/1; Laleli, nr. 3030/10; Şehit Ali Paşa, nr. 2576, 2577, 2578). Sultan Selim döneminde Müftüzâde Abdürrahim tarafından şerh edilmiştir. Şerhu’ş-Şâfiye: İbn Hâcib’in sarf ilmindeki eşŞâfî adlı eserinin Farsça şerhidir (Köprülü, nr. 1598, vr.42-234). Risâle fî Beyâni Vad‘i’l-Mufredât: Kelimelerin bir anlam için konulmasıyla ilgili küçük bir risaledir (Süleymaniye, Şehit Ali Paşa, nr. 2830; Hafit Efendi, nr, 450, vr. 80b-81a; Köprülü, nr. 1610/35). Fâ’ide li-Tahkîki Lâmi’t-Ta‘rîf: Harf-i tarifin 2 Ali Kuşçu’nun bu eseri Seyyid Ali Paşa (ö.1846) tarafından Mir’âtu’l-Âlem (“Evrenin Aynası”) adıyla Türkçeye çevrilmiştir. Bkz. Seyyid Ali Paşa, Mir’âtu’l-Âlem (Haz. Yavuz Unat), Kültür Bakanlığı, Ankara 2001. 3 Takiyyuddîn Râsid bu eserden söz eder. Bkz. Sevim Tekeli, 16’ıncı Asırda Osmanlılarda Saat ve Takiyyuddîn’in “Mekanik Saat Konstrüksüyonuna Dair En Parlak Yıldızlar” Adlı Eseri, Ankara 1966, Türkçe s.46, İngilizce s.114, Arapça s.221.

bazı özellikleri üzerinde duran tek varaklık bir risâledir (Köprülü, nr. 1593/21; Süleymaniye, Reşid Efendi, nr. 1032/39). Risâle mâ Ene Kultu: Taftazanî’nin Telhîsu’lMiftâh üzerine yazdığı ve el-Mutavvel diye tanınan şerhte geçen “mâ ene kultu” ibaresiyle ilgili olarak yazılmıştır. Risâle fî Beyâni Sebebi Takdîmi’lMusnedi İleyh diye de anılır (Süleymaniye, Reşid Efendi, nr. 1032/30; vr. 183-187; Köprülü, nr. III, 704/3; Ragıb Efendi, nr. 374, vr.208-211). Risâle fî’l-Hamd: Seyyid Şerîf elCurcânî’nin el-Hâşiyetu’l-Kubrâ’sında söz konusu ettiği “hamd” ile ilgili sözlerin tahkikine dair bir risaledir (Süleymaniye, Fatih, nr. 5384, vr. 68-70). Risâle fî ‘İlmi’l-Me‘ânî: İlm-i Me‘ânî konusunda küçük bir risâledir (Süleymaniye, Carullah, nr. 2060, vr. 136-137). Risâle fî Bahsi’l-Mufred: Arapça’da basit ve mürekkep kavramlar hakkında dil felsefesi ağırlıklı bir risaledir (Süleymaniye, Pertevniyal, nr. 896, vr. 7b-8b; Şehit Ali Paşa, nr. 2761, vr. 6368). Risâle fî’l-Fenni’s-Sânî min ‘İlmi’lBeyân: Belagat ilimlerinden beyân ilmi hakkında kısa bir risaledir (Süleymaniye, Yazma Bağışlar, nr. 4140, vr. 78a-81a). Tefsîru’l-Bakara ve Âli ‘İmrân: Kehhâle tarafından zikredilen bu eserin herhangi bir nüshasına rastlanmamıştır[4]. Risâle fî’l-İsti‘âre: Bu risâlede hakikat, mecaz, istiare ve kinaye konuları örneklerle incelenmektedir[5]. Kaynaklarda Ali Kuşçu’ya nispet edilen, ancak nüshaları tespit edilemeyen başka eserler de vardır. Bunlar: Târîhu Ayasofya, Tefsîru’zZehraveyn, Mahbûbu’l-Hamâ’il, Risâle fî Mevdû‘ati’l-‘Ulûm, Meserretu’l-Kulûb fî [6] Def‘i’l-Kurûb “Babası, Ünlü Türk Sultanı ve astronomu Uluğ Bey’in kuşcu başısı (doğancıbaşı) olduğu için, ailesi ‘Kuşçu’ lakabıyla meşhur oldu.” 4 ‘Umer Ridâ Kehhâle, a.g.e., Beyrut ts., VII, 227. 5  Ali Kuşçu’nun bu eseri Musa Yıldız (ö.1846) tarafından Türkçeye çevrilerek İsmail Ayvalı tarafından yapılan şerhi ile birlikte Bir Dilci Olarak Ali Kuşçu ve Risâle fî’l-İsti‘âre’si adıyla Kültür Bakanlığı yayınları (Ankara 2002) arasında basılmıştır. 6  Cengiz Aydın, a.g.m., s. 410; ayrıca bkz. Katib Çelebi, a.g.e., I, 286, 448, 572, 883, II, 1676; Muhammed Süreyya, Sicill-i Osmânî, İstanbul 1311, III, 486-487; Abdülhak Adnan ADIVAR, Osmanlı Türklerinde İlim, s. 47-54.

Bizbiriz Dergisi

41


ŞEHRİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ

Eceli Gelen İnsanın Şerrinden Allah’a Sığınırız Ümmü HARAM

Bismillahirrahmanirrahim

bölümü, yine lüks evlerin çoğunluklu olduğu bir yer olmasına karşın daha gariban bir görüntü vardı. Arada kalmış tek tük müstakil evler de, bir müteahhit tarafından yıkılıp yerine yapılacak apartman için gün sayıyordu, besbelli. Aracımız işte böyle bir evin önünde durdu. Yıkılmasına az kalmış bu küçük evde bir kadının çocukları ile birlikte yaşadığını öğrendik.

Başlık oldukça ilginç değil mi? Biz bu duayı ilk defa Abdullah Murad (k.s.) hocamızdan işittiğimizde bize de çok ilginç gelmişti. Oysa Rasul-ü Ekrem Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in sığındığı şeylerdenmiş eceli gelen insanın şerri. Öyle ki adamın vadesi yetmiştir bir dokunmayla yere yıkılır, üzerine kalır. Bunun gibi birçok örnek Çaldığımız kapının aralanması ile birlikte verilebilir bu duruma. Mesela yaptığımız mahalle ziyaretlerinden birinde rastladığımız bir vakıa da içeriden dört beş çocuk fırlıyor. Bir yandan da nara atıyorlar, sesleri anneleri ile anlaşmamıza buna bir örnek teşkil edebilir. mani olacak kadar Soğuk bir güz gününün yüksek. Anneleri bir akşam saatleriydi. Sobalar, birine sesleniyor bir kaloriferler yeni yanmaya ötekine... Ama heyhat başlamış. Gündüz olmasa söz dinleyen kim? bile akşamları bir ısınma Bakıyoruz çocukların aracına ihtiyaç hissedilir neredeyse hepsi yaşıt olmuştu. O günkü gibi. “İkiz, üçüz falan ziyaretlerimizi, Konya’nın mı?” diye soruyoruz. en mutena semtlerinden “Yok.” diyor hanım. birine yapacaktık. Çocukları işaret ederek, Kardeşlerimizle muhabbet “Şu ikisi yaşıt, bu ikisi ederek ziyaret edeceğimiz de birbiriyle yaşıt.” adreslere doğru ilerlerken, diye ekliyor. Bizim “Bu lüks semtlerde de şaşırdığımızı görünce, yardıma muhtaç insanlar “Şu ikisi benim, diğer var mıdır?” sorusunun ikisi kumamın. Bunlar üzerine konuşuyoruz. aynı yıl doğdu.” diye Artık, gözlerimizle görerek açıklama yapıyor. anladığımız üzere her Öyle güler yüzlü, semtte ihtiyaç sahibi insan öyle pozitif bir hanım yaşıyor. ki yıllardır tanışıyormuş Bol ışıklı caddelerin kenarlarındaki görkemli gibi kaynaşıyoruz. Hikayesini anlatıveriyor binaların içinde yaşayan iyi giyimli, hali vakti samimiyetle. Çocuk denecek yaşta evlenmiş. Şu yerinde olduğu belli insanlar, lüks araçlarını anda da kırkında yok zaten. Kocası üzerine kuma park edip, evlerine çekilmeye başlamışlardı. getirmiş. Çaresiz kalıp kabullenmiş. Fakat gelen Caddelerde, sokaklarda bir akşam telaşı hakimdi. kuma oldukça serkeş bir kadınmış. Kanaatten, Aracımız ana caddeden ara sokaklara saptığında, sabırdan, sebattan nasibini alamamış. Evde bu ışık ve renk cümbüşü yerini hüzünlü bir sürekli kavga çıkartıp kocasını da kendisini de karanlığa bırakmıştı. rezil ediyormuş. İkiye bir evi terk edip gidiyormuş. Mahallenin, caddenin iç tarafında kalan Beraber yaşadıkları süre içerisinde üç kendinin Bizbiriz Dergisi

42


“Evde şimdilik oturuyoruz ama bu ev harabe, üç de kumanın çocuğu olmuş. Hanımın önceden bir gün yıkılacak. Allah bir çıkış yolu gösterecektir de bir çocuğu varmış. Kumasının çocuklarına da kendisi bakmış. diye bekliyorum.” diyor.

Bizde yardımlarımızı yapıp hanım kardeşimizle Çocuklar zaten onu anneleri biliyorlarmış. “Şu anda bu çocukların hepsi benim evlatlarım.” vedalaşıyoruz. Bir sonra ki eve doğru yol alırken hanım kardeşimiz için dua ediyoruz. diyor. Hayır dualarıyla bu kapıdan ayrılırken, şükrün Hikayenin gerisi daha acıklı. Kuma evden kaçtığı zamanlar bakıp ilgilenmediği halde ve sabrın ne kadar önemli olduğunun idrakine çocuklarını da kaçırıyormuş. Baba evlatlarının tekrar vardık. Rabbim Cümle Müslüman’a şükrün derdine düşüp birde onları arıyormuş. birkaç defa lezzetini versin. Allah’a emanet olalım. çok uzak memleketlerdeki yuvalardan çocukları bulup getirmişler. Hanımın kocası o sıralarda şehir dışındaki büyük piknik alanlarından birinde bekçilik yapıyormuş. Bir gün kuması adamın çalıştığı parka gidiyor. Çıkan bir tartışma uzayarak fiziksel kavgaya dönüyor. Aralarında çıkan arbede sonucu kuma gelen kadın ölüyor. Adam hapse gönderiliyor. Çocuklar da ziyaret ettiğimiz hanıma kalıyor. Basit bir darbe ile ölüveren kuma, bize “Eceli gelen insanın şerrinden Allah’a sığınırım.” duasını hatırlatıyor. “Babaları hapiste, anneleri öldü. Bunlar benim evlatlarımdan farksız. Belki de bu yavruların hürmetine Rabbim bizi rızıklandırıyor.” diyor hanım kardeş. Kadıncağız sahip çıkamam düşüncesi ile 15 yaşındaki öz kızını evlendirmiş. “Başında babası yok, arkasında dolanamam, kötü olmasından da korktum.” diyor. Diğer çocuklar zaten çok büyük değil, Altı ile on yaş arasında değişiyor, altı çocuğun yaşı. Bizbiriz Dergisi

43


TOPRAĞI KAYBEDİLMİŞ KUBBE:

“GÖNÜL DÜNYAMIZ” Ebubekir ONHAN

Gerçek saadet, insan zihninin dağınıklık ve perişaniyetten kurtulması, insan kalbinin itminan ve istirahata ermesinden ibarettir. Onu, deniz kenarlarında, dağ başlarında, tenha koruluk ve koylarda arayanlar hep yanılmışlardır. Aydınlık veya Şua, karanlıklarla savaşarak gerçek derinliğine ulaşır. Güzellikler, çirkinlikler içinde daha bir belirginleşir. İyiler, fâikiyetlerini tam olarak ancak kötüler arasında ortaya koyabilir; hiç olmazsa bazıları için bu böyledir. Toplum, huzura ihtiyaç hissettiğinde onu daha iyi duyar; duyar ve onun için çabalar durur. Rahatı, gerçek derinlikleriyle ancak meşakkat görmüşler anlayabilir; Cenneti de sırat yaşamış, sırattan geçmiş olanlar. Karanlığın en azgın ânı ışığın sabahını soluklar. Gündüzler, ana rahmi dönemini gecenin bağrında geçirirler; baharlar da karın-yağmurun sinesinde. Sebepler, bütün bütün tesirsizleşince, ruhları Kudreti Sonsuz mülâhazası sarar, “meşakkat teysîri celbeder” fehvâsınca, sıkışma da her zaman ferahfeza iklimlere açılmanın önemli bir rıhtımıdır. İç içe bunalımlarla sarsılıp çeşitli kaosların fasıklar dairesi içinde kıvrandığımız şu günlerde, rahatı, huzuru daha iyi anlayabiliyor en azından ışığın kadrini daha bir yürekten takdir edebiliyoruz. İmanı ve Hakk’a kulluğu, o derin güzellikleriyle daha net görebiliyor ve kaynağı iman, vicdanlarımızdaki hakikî güveni daha engin duyabiliyoruz. İyiliklere karşı arzularımızın köpürdüğünü, kötülüklere karşı da tiksinti duyduğumuzu daha açık hissediyor ve tam bir iyilik duası yapmak için kendimizi, şu aydınlık günlerin çağlayanlarına salarak son bir kez daha topraği kaybedilmiş olan gönül dünyamızın meçhuller limanına yanaşıp tekrar yok olmasını

Bizbiriz Dergisi

44

engellemek adına ellerimizi semaya kaldırıyoruz. Kim bilir, şimdiye kadar kaç defa semaya yönelmiş ama, değişik olumsuzlukların milleti çepeçevre kuşattığı, iradelerimizin çatırdayıp azimlerimizin sarsıldığı ve gurbet içinde gurbetler yaşadığımız böyle kasvetli bir zaman diliminde, hırpalana hırpalana tam mazlumlaşmanın, her gün ayrı bir saldırı karşısında buruklaşmanın hâsıl ettiği farklı bir hisle –bu biraz da kulluk insiyaklarımızdan kaynaklanıyor– sinelerimizi Rabbimize açıp en içten duygularla sızlanıyor ve “Ey Müsebbibü’l-esbâb, sebepler bütün bütün uçup gitti! Düşmanların cefâsı, dostların da hâl bilmezliği acz ve zaafımıza inzimam edince yol mülâhazalarımızı yoldakilerin hayreti sardı; bahtına düştük, bizi takılıp yollarda kalan yalnızların tâli’sizliğine uğratma!” diyoruz; diyor ve içimizi çekiyor; maruz kaldığımız ızdırapları duyma ölçüsünde, ihtiyaç ve ıztırar hâliyle O’nun kapısının tokmağına dokunuyor; böyle bir tevhid mülâhazasına iltifatlarının ifadesi sayılan teveccühlerini, yine O’na olan itimat ve güvenlerimizle bekliyoruz ki, bu seviyede tabiatlarımızın derinliklerinde duyarak bir başka zaman dilimi yaşadığımızı hatırlamıyorum ve yaşayacağımıza da fazla ihtimal veremiyorum. Evet, şimdiye kadar değişik iltifat esintileriyle defaatle idrak ettik ve defaatle dualaşmaya çalıştık; millet olarak şanlı günlerin içli ve derin sarsıntıları, harb u darblerin yaşandığı o tozludumanlı günlerin sisli atmosferinde, ziyası ve bereketiyle maytaplar gibi yanıp-sönen buruk anları; maddî-mânevî iç içe yoklukların ortalığı kasıp kavurduğu hazanlı günleri… Azimlerimizi ümitlerimize bağlayıp “Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder / Halk eder esbâbını bir lahzada ihsan eder” duygularını mırıldanarak, gece-


gündüz arası gelip-gidip fevkalâdeden bir mutlaka önemli bir iş var!” dedi önce. Sonra da kapı aralanacağı ümidiyle hep aktif bekleyişte hemen kapıya koştu ve göz aydınlığı misafirini içeri buyur etti. Merakla bekliyordu olacakları. Allah bulunduğumuz canlı fakat yetim zamanları… Her anın bir sebepler dairesinde işleyişi vardır. Resûlü önce baş başa kalmalarının daha uygun Ve her şey lisan-ı hal ile Bismillah der. Der ve O olacağını söyledi ise de, Ebû Bekir (ra), kızlarını uhuvvet deryasında zaman dahi tüllenip gider. kastederek: “Ey Allah’ın Resûlü, endişe etmeyin. Bütün mevcudat adeta ruh-i hal ile hicret eder. Onlar benim kızlarım; Senin de ehlinden sayılır.” Ve bu kutlu yolculukta sadece Rabbine doğru dedi. Bunun üzerine Kutlu Nebî (sallallâhu aleyhi ve sellem): “(Bilesin ki,) Mekke’den hicret etmek için yöneliş vardır. bana izin verildi.” dedi. Hz. Ebû Bekir heyecanla: “Birlikte mi, ey Allah’ın Resûlü?” diye sordu. “Evet, birlikte.” diye karşılık verdi, Allah Resûlü. “Kimi beyhude yorulur Resûl-i Ekrem’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) Kimi ise aşk ile yoğrulur” bu mukaddes yolculukta refakat etmek için sabırsızlıkla bekleyen biri için bu haber, bir muştu, bir sevinç kaynağıydı. Çünkü Hz. Ebû Bekir, Aşk ile yoğrulanların, İman sevdası ile diğer arkadaşları gibi hicret için izin istediğinde, coşanların soy kütüğüne işlenmiştir bu asil duruş. Efendimiz kendisine: “Acele etme! Belki Allah Mehmet Akif Üstadım ne güzel de anlatıyor: yanına bir arkadaş verir.” diye karşılık vermişti. O, bu sözlerden ne kastedildiğini anlamakta gecikmemişti. Hemen iki deve satın almış ve dört “ Oku, şayet sana hisli bir yürek lazımsa aydır da bu yolculuk için hazırlanmaya çalışıyordu. Oku, zira O’nu yazdım iki söz yazdımsa…” Allah Resûlü’nün bu sözleri onun için büyük bir lütuftu; kendini tutamadı, sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı... Sonrasında, tarihin “Faran dağlarının eteklerine kurulu o mukaddes akışını değiştirecek o mukaddes yolculuğa çıkmak şehir, ‘Şehirlerin Anası’, o gün çok farklı bir hâdiseye için gerekli olan plân ve hazırlıkları yapmaya şahitlik ediyordu. Güneş o sabah sanki bir başka koyuldular...” doğmuştu, Mekke semalarında. Vakit, herkesin istirahat için köşesine çekildiği öğle vaktiydi. Efendiler Efendisi (sallallâhu aleyhi ve sellem), ‘kardeşim’ diye iltifat ettiği Ebû Bekir’i (ra) ziyaret için o gün hiç de alışık olmadıkları bir zamanı seçmişti. Mekke’nin ıssız sokaklarını aşarak Hz. Ebû Bekir’in hânesine ulaştı, kapısını çaldı; içeri girmek için izin istiyordu. Her hâliyle şaşılacak bir hâdiseydi bu. Hz. Ebû Bekir, hâne halkıyla birlikte hemen ayağa kalktı ve: “Anam babam yoluna feda olsun! Vallahi bu saatte geldiğine göre, bunda Bizbiriz Dergisi

45


SURELERDEN

MUAVAEZETEYN SURELERİ S.GÜLSOY

113 - Felak Suresi Medine döneminde inmiştir. 5 âyettir. Felak, sabah aydınlığı demektir. Bismillâhirrahmânirrahîm 1. De ki: «Sığınırım o sabahın Rabbine, 2. yarattığı şeylerin şerrinden,

Bizbiriz Dergisi

46

3. Karanlığı çöküp bastırdığında bir gecenin şerrinden, 4. o düğümlere üfleyen üfürükçülerin şerrinden 5. ve kıskançlık gösterdiğinde bir kıskancın şerrinden!» 114 - Nas Suresi


Hz. Resulullah (s.a.v) (bir gün) Ay’a bakarak: Medine döneminde inmiştir. 6 âyettir. Nâs, “Ey Aişe, şunun şerrinden Allah’a sığın. Bu, (ayet-i insanlar demektir. kerimede geçen) gasıktır. (Ayet): “Kaybolduğu Bismillâhirrahmânirrahîm zaman Ay’ın şerrinden...” demektir”4 1. De ki: «Sığınırım insanların Rabbine, İbnu Abbas(r.a)den rivayetle 2. insanların hükümdarına, Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: “Şeytan 3. insanların İlahına; insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş vaziyette bekler. Allah’ı zikredince siner, çekilir, 4. o sinsi vesvesecinin şerrinden, gaflet etse vesvese verir.”5 5. ki, insanların sinelerine vesvese verir Ukbe İbnu Amir durur. Tirmizi’de gelen bir rivayette der ki: 6. Gerek cinlerden, gerekse insanlardan “Resulullah (s.a.v), bana, her namazın arkasından (olsun).» Muavvizeteyn’i okumamı emretti.”6 Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) bir Rabbim bizleri bu surelerin sırrına mazhar çok durumda ; yağmurda ve karanlıkta,uyurken, etsin. Bu surelerle bizleri Rasulünü ve ashabını şeytanın, nefsin ve yaratılmış tüm mahlukların şerrinden emin olmak için, nazar değmesine karşı koruduğu gibi korusun (amin) velhamdülillahi ve bunun gibi zarar verecek nice duruma karşı rabbilalemin. ashabına muavezeteyn surelerini okumalarını tavsiye etmiştir. Ukbe İbnu Amir’den rivayetle Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: «Bu gece indirilen ayetler var ya, onlar gibisi hiç görülmemiştir: Kul euzu bi>rabbi>l-felak ve Kul euzu bi-rabbi>n-nas sureleri».1 Abdullah İbnu Hubeyb anlatıyor: Hafif bir yağmur ve karanlığa maruz kalmıştık. Bize namaz kıldırsın diye Resulullah (s.a.v) ‘ı bekledik.” (Ravi der ki; Abdullah İbnu Hubeyb şu manada birşeyler daha söyledi: “Resulullah (s.a.v) çıktı ve: “Söyle” dedi. Ben: “Ne söyliyeyim?” diye sordum. Bunun üzerine: “Aksama ve sabaha erince Kul hüvallahu ahad ve Muavvizeteyn sürelerini üçer kere oku. Bu sana, her şeye karşı yeterlidir” dedi.2 Cabir (r.a) den: Resulullah (s.a.v) bana: “Ey Cabir okur dedi. Ben: “Annem babam sana kurban olsun, ne okuyayım?” diye sordum. Bunun üzerine: “Kul euzu bi-rabbi’l-felak ve Kul euzu bi-rabbi’n-nas surelerini oku!” dedi. Ben de onları okudum. Resulullah ilaveten: “Bu iki süreyi oku, bunlar gibisini asla okuyamıyacaksın!” dedi.3 Hz. Aişe de demiştir ki: 1  Müslim, Misafirin 264 2  Nesai, İstiaze 1, (8, 250-253 3  Nesai, İstiaze 1, (8, 254

4  Tirmizi, Tefsir, Muavvizateyn, (3363) 5  Buhari, Tefsir, Kul euzu bi-rabbi’n-nas 1 6  Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 12, (2905)

Bizbiriz Dergisi

47


ARAPÇA RABCA’YA GÖTÜRÜR

N. HADRA

İSİM CÜMLESİ İsimle başladığı için cümleye “İSİM CÜMLESİ” denir. İki öğeden oluşur; 1-mübteda 2-haber İlk isme mübteda ikinci isme haber denir. MÜBTEDA her zaman marife ‫أ‬ ‫(ل‬elif-lam) alır. Son harfin harekesi daima merfu (ُ) olur. NOT: Özel isimler ‫أ‬ ‫(ل‬elif-lam) takısı almazlar. İkinci isim HABER’dir. Başında ‫أ‬ ‫(ل‬elif-lam) takısı almaz. Son harfin harekesi ٌ olur. Nekradır. Bütün “dır-dir’ler haberdir. Mübteda ve haber birbirlerine (Müzekker-Müennes //Tekil-İkil-Çoğul)’da uyarlar.

ÖRNEK CÜMLELER; Kız güzeldir. Kalem kısadır. Okul büyüktür. Oda geniştir. Öğrenci çalışkandır.

Bizbiriz Dergisi

48

‫اَلْ ِب ْن ُت َج ِمي َل ٌة‬ ‫اَلْ َق َل ُم َق ِصي ٌر‬ ‫اَلْ َم ْد َر َس ُة َك ِب َير ٌة‬ ‫اَلْ ُغ ْر َف ُة َو ِاس َع ٌة‬ ‫اَل َّطالِ ُب ُم ْج َت ِه ٌد‬


‫اَلْ َم ْش ُرو َبات‬ Ayran Çay Kahve Maden suyu Meyve suyu Limonata Portakal suyu Soğuk suyu

İÇECEKLER

‫َع َيران‬ ‫شَ اي‬ ‫َق ْه َوة‬ ‫ِم َياه َم ْع َدنِ َّية‬ ‫َع ِص ُير الْفَا ِك َهة‬ ‫َع ِص ُير ال ِلي ُمون‬ ‫َع ِص ُير الْ ُب ْرتُقَال‬ ‫َم ٌاء َبا ِر ٌد‬

‫اِنَّا َف َت ْح َنا لَكَ َف ْت ًحا ُم ِبي ًنا‬

BİZ SANA APAÇIK FETİH VERDİK. (FETİH DİYE İSİMLENDİRİLEN SÜRE 1.AYET)

‫اَلْ َب ِخي ُل َم ْن ُذ ِك ْر ُت ِع ْن َد ُه َف َل ْم ُي َص َّل َع َل ّي‬

CİMRİ, YANINDA ADIM ANILIP DA BANA SALAVAT GETİRMEYEN KİMSEDİR. TİRMİZİ

Bizbiriz Dergisi

49


HAYDAR Ahmet NAVRUZ

İki peçeli halkın hayret dolu bakışları arasında küffar askerlerini yara yara ilerliyordu. Üstelik birisi yaralı idi. Herkes biliyordu ki onu ayakta tutan iman kuvveti idi. Dumanlar içinde yürüyerek kayboldu peçeliler. *** Peçeli sırtındaki yaralı kardeşini güvenli bir yere taşımak için var gücü ile koşuyordu. Ama aklında da sürekli bir düşünce vardı. Sırtındaki peçeli kim di?Bu eller bu ses tanıdığı birine aitti. Kimsenin bilmediği deposuna gelmişti peçeli yaralı kardeşini yatağa yatırdı ve hemen tedaviye başladı. İçinden bir ses önce yüzünü aç diyordu ama merakını yenip bir an evvel kurşunu çıkardı. Tedaviyi tamamlamıştı şükür ki ağır birşeyi yoktu. Peçeli yaralı kardeşinin yavaşca yüzünü açtı. Gördükleri onu şaşrıtmamıştı bu Muhammetti. Ama bu sırada bir tıkırtı duydu hemen dışarı baktı. İsrail askerleri takip etmiş ve etraflarını sarmıştı. Peçeli birşeyler yapıp Muhammeti kurtarmalı idi. Hemen gizli tunele doğru taşıdı Muhammeti ve siper aldı. Çok kalabalıktı küffar askeri ama Peçeli önce bir tekbir getirdi ve ateşe başladı. Attığı kurşular boşa gitmiyordu hiç. Her biri bir küffarı cehenneme yolluyordu. Ama peçeli bir kurşun atıyordu sipere yüzlerce kurşun geliyordu. Peçeli burdan çıkmalı idi ama nasıl. birden arka taraftaki israil hastanesi aklına geldi oraya girerse savaşması ve kaçması daha kolay olacaktı. Cephanesine baktı 3 tane el bombası kalmıştı onları askerlerin yoğun olduğu yerlere atıp koşmaya başladı. Çok cephanesi yoktu ama hastahanenin altını israil askerleri cephanelik olarak kullanıyordu o yüzden daha da bir kuvvetle koştu. Hastahanen kapısına varmiştı hemen güvenliği etkisiz hale getirirp kapıya mayın döşedi ve zincirle kitledi israil askerleri çevrede peçeliyi arıyordu. Anons odasına girip kimseye zarar vermeyeceğini herkesin pencereden uzak durmasını söyledi. Çünkü biliyordu ki küffar masum çoçuk demez öldürür dü. Hemen en güzel yere cephane taşıyıp beklemeye başladı İsrail askerleri hastahaneye girdiğini anlamış hasta masum demeden ateş ediyordu. Peçeli de kendi başına yardım ediyordu. Hastahane de hiç müslüman yoktu ama bu acımasızlığı gören bazı hristiyan ve yahudilerde ellerine silah almış ediyorlardı. Bazı kadınlarda cephane taşıyordu. Peçeli hem ateş ediyor hem de ayetel kürsi ile fil suresini okuyordu. *** Çatışma saatelerdir devam ediyordu. İsrail askeri geri çekilmiyor hastahanede teslim olmuyordu. Bir anda kurşunlar durdu ve dışardan komutan konuşmaya başladı. ‘’İçerdeki herkes 5 dakika içinde dışarı çıkmazsa nükleer bomba atacağız içeri’’ diyordu. Herkes panik içinde kapıya koşmaya başladı Peçeli :’’Eğer çıkarsanız hepizi öldürürler kalın savaşalım diyordu. ’’ama kimse dinlemiyordu bir kaç kişi hariç. Peçeli mayını çekerek isteyenleri dışarı çıkarıyordu ki israil askerleri çıkanlara ateş etmeye başladı. Peçeli bu hamleyi bildiği için herkesi içeri katıp kapıyı kapatmaya uğraşiyordu ki kurşunun birisi koluna isabet etti. Dışarı çıkan 50 kişi kadar halk ölmüştü. İçerde 120-130 kişi kalmıştı. Peçeli yerden kalkıp kapıya tekrar mayını döşedi ve kolunu sardı. Kurşun sıyırmıştı. Dışarda küffar ordusu nükleeri hazırlıyordu herkes korku içinde ağlıyordu. Haydar yüksek sesle: ‘’ Ey alemlerin sahibi ikram ve kerem sahibi Yüce Rabbim. Sen bizi bu küffar ordusu karşısında bizi hezimete uğratma. Katından bize rahmet ve yardım gönder. Burada senin yolundan sapmış bu kalpler belki bu vesile ile doğru yolu bulurlar. Ey Rabbim her zaman sana duam beni saidler olarak yaşat şehid olarak ruhumu kabzet oldu. Muhakkak senin yolunda ölmek benim için mükafatın en büyüğüdür lakin bu küffar karşisinda yenilgiye uğramamız müslüman kardeşlerimizin azmini kıracaktır,sen bizi kafir ordusu karşısında yenilgiye uğratma. ’’diyerek duasını bitirdi ve oradakilere:’’Eğer kurtulmak istiyorsanız dediklerimi tekrar edin’’ deyip ayetel kürsiyi okumaya başladı ve ateş acti. Bu arada küffar bombayı hazırlayıp fırlattı. Tam o anda her yer karardı ve etrafı kumrular sardı. Herkes korkudan titriyor peçeli ise tekbir getiiryordu. Bizbiriz Dergisi

50


İlginç Bilgiler Haz. Ahmet NAVRUZ

Bir insan hayatı boyunca ortalama 22 kilogram deri kaybediyor.

milyon yıldır yaşadıkları halde hiçbir değişime uğramamışlardır. Eiffel Kulesi´nin tepesine çıkana kadar 1792 basamak vardır. Dünyanın en hızlı büyüyen bitkisi bambu, bir günde 90 cm kadar uzuyor. Kağıt para sanıldığı gibi kağıttan değil pamuktan yapılır. 1950´den önce kenevir, ağaç kabuğu ve marijuana yaprağı kullanılarak yapılırdı. Kangurular geri geri yürüyemezler. Ketçap 1830´lu yıllarda ilaç olarak satılırdı.

Karıncalar uyumaz. Timsahlar renk körüdür. Hawaii alfabesinde bulunmaktadır.

sadece

12

harf

Kereviz yerken harcanan kalori, kerevizin içindeki kaloriden daha fazladır. Hiçbir kağıt parçası 7 defadan fazla ikiye katlanamaz! Hamamböcek leri yaklaşık olarak 250

Bizbiriz Dergisi

51


Tarih’te Eylül Haz. A.Kadir AYDIN

1 4 6 7 9 11 14 Bizbiriz Dergisi

52

1 Eylül - Özbekistan’ın Karacabey’in kurtuluşu (1922) bağımsızlığı (1991); Galatasaray Lisesi’nin açılışı (1868); II. Dünya 15 Eylül - Yassıada’da Demokrat Savaşının başlaması (1939) Partili 11 devlet adamının idam kararı (1961); Bakü’nün fethi 4 Eylül - Belediye Zabıta (1918) Teşkilatı’nın kuruluşu (1826); Sivas Kongresi (1919) 16 Eylül - Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamları (1961) 5 Eylül - Nazilli, Pazaryeri, Domaniç, Alaşehir, Gördes ve 17 Eylül - Adnan Menderes’in Salihli’nin kurtuluşları (1922) idamı (1961); Rusların, Polonya’yı işgali (1939)20 Eylül 6 Eylül - Çeçenistan’ın Peygamberimizin Hicreti bağımsızlık ilanı (1992); Tebriz’in (622); Sivrihisar, Mihalıççık ve fethi (1514) Bozcaada’nın kurtuluşları (1921) 7 Eylül - Kanuni Sultan Süleyman’ın vefatı (1566); Aydın’ın kurtuluşu (1922) 9 Eylül - Kapitülasyonlara son verildi (1914); İzmir’in kurtuluşu (1922); Keban Barajı’nın hizmete girişi (1974) 11 Eylül - Budapeşte [Budin] (1526) ve Graz’ın (1532) fetihleri; Plevne Zaferi (1877); Bursa’nın kurtuluşu (1922) 12 Eylül - Ordunun idareyi ele alması (1980); Mudanya, Urla ve Kırkağaç’ın kurtuluşu (1922) 14 Eylül - İstanbul’da Küçük Kıyamet denilen büyük deprem (1509); Bergama, Manyas ve

15 16 17 21 26 27 30

21 Eylül - II. Abdülhamid Han’ın doğumu (1842); Kore Savaşı için, askerlerimiz Kore’ye gitti (1950) 22 Eylül - Iran-Irak Savaşı’nın başlaması (1980) 26 Eylül - I. Viyana Kuşatması (1529); Dil Kurultayı’nın ilk toplantısı (1932) 27 Eylül - Preveze Zaferi (1538); Deniz Kuvvetleri Günü 29 Eylül - İnebahtı Kalesi’nin fethi (1499) 30 Eylül - Kanuni Sultan Süleyman’ın taht’a çıkması (1520); Azerbaycan’ın bağımsızlığı (1991)



Çocuk Rasulullah (sav), bir gün çarşıya çıkmış. Evine defa selam verdiğinde: geri dönerken yol kenarında ağlayan bir kızcağıza ” Aleykümselam ” diyerek selama karşılık rastlamış. Kıza neden ağladığını sormuş. Kız verenler olmuş. Rasulullah (sav): ağlayarak cevap vermiş Rasulullah (sav): ” Verdiğim birinci ve ikinci selamı duymadınız ”Ya Rasulallah. Ben bir hizmetçiyim. Ev sahibim mı? ” diye sormuş. Evin reisi: bana iki dirhem verip alışverişe göndermişti. ” Duyduk Ya Rasulallah! Fakat bize verdiğiniz Fakat ben parayı kaybettim.” selamları artırmanızı ve güzel sesinizi biraz daha Rasulullah (sav), cebindeki iki dirhemi hemen fazla duymayı istediğimiz için birinci ve ikinci küçük kıza vermiş, ama küçük kız ağlamaya selamınıza karşılık vermedik.” demiş. Rasulullah devam etmiş. Rasulullah (sav), bunun nedenini (sav)’i evlerine buyur etmişler ve: merak edip sormuş: ” Ya Rasulallah! Buraya ziyaretinize ne vesile ” Geç kaldığım için bana kızmalarından oldu? ” diye sormuşlar. Rasulullah (sav), olan korkuyorum.” demiş. Gül kokulu Efendimiz kızın biteni anlatıp, küçük kızın endişesi yüzünden elini tutup hizmetçilik yaptığı eve götürmüş. geldiğini söyleyince evin reisi: Kapıya gelince: ” Canım yoluna feda olsun ey Allah’ın Nebisi! ” Esselamüaleyküm ” diyerek selam vermiş. Madem ki, bizim bu hizmetçi kızımız sizin buralara Selama kimse cevap vermemiş. gelmenize vesile oldu, Artık hizmetçimiz değil, Bunun üzerine Rasulullah (sav), bir kez daha kızımızdır.” demiş. Peygamberimiz bu habere çok ” EsselamüAleyküm” diyerek selam vermiş ama sevinmiş ve mutlu bir şekilde oradan ayrılmış. yine hiç ses çıkmamış. Rasulullah (sav), üçüncü

Bir sözdür ki şeytan kaçar, Bir anahtardır, Her kapıyı açar. (besmele) Minarede ses, Ölümsüz nefes (ezan) Eğilirsin kalkarsın, Engelleri yıkarsın, Bazen perde açılır, Sen Kabe’ye bakarsın. (namaz) Bizbiriz Dergisi

54


KÜÇÜK YAŞTA SORUMLULUK SAHIBI OLMAK Osmanlı padişahlarından 2. Murad’ın oğlu olan 2. Mehmed (Fatih Sultan Mehmed) 29 Mart 1432 yılında dünyaya geldi. 12 yaşında tahta çıktı. İlk padişahlığını 1444-1445 yılları arasında yaptı.

En büyük mürekkep balığı Dünyanın en büyük mürekkepbalığı 2004 yılında yakalanmıştı ve 150 kilo ağırlığındaydı. Şubat 2007’de Yeni Zelandalı balıkçıların yakaladığı dev mürekkepbalığı ise daha önceki rekoru kırdı. 10 metre boyunda ve 450 kilo ağırlığındaydı. Yakalandığı yer ise Antartika açıklarıydı.

Bengal kaplanları Günümüzde sayıları yüzlerle ifade edilen Bengal kaplanları sadece Hindistan ve çevresinde yaşar. 160 cm uzunluğundadır.

BULBAKALIM! Elimdeki çiçeklerin ikisi hariç hepsi papatya, ikisi hariç hepsi gül ve ikisi hariç hepsi karanfil olduğuna göre elimde hangi çiçekten kaç tane bulunmaktadır? (Her çiçekten birer tane vardır.)

Salih’in babasının 5 çocuğu var: Birincisinin adı Çaça, ikincisinin Çeçe, üçüncüsünün Çiçi, dördüncüsünün Çoço, beşincisinin adı nedir? (Salih)

FIKRA ; Annesi, matematiği zayıf olan oğluna dört işlemi öğretmeye çalışıyordu: - Bak yavrum, matematik kadar kolay bir ders yoktur aslında. Örneğin; sen bir bakkal olsan, ben sana gelip tanesi elli kuruştan iki yumurta, bir liradan da üç ekmek alsam, kaç lira vermem gerekir. Çocuk gözlerini kırptı, biraz düşündü, ama işin içinden çıkamadı. - Zararı yok anneciğim, borcun olsun; sonra ödersin.

Bizbiriz Dergisi

55







Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.