dergisi
Bizbiriz
“Ne oldu size ki (bugün) birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz? Aksine onlar bugün boyun eğip teslim olmuşlardır! Birbirlerini sorgulayıp suçlarlar!”
Sayı: 3 Nisan 2013 ISSN: 2147-642
Saffat diye meşhur süre-i celilenin 25-26-27. ayet-i kerimeleri
MYANMAR Unutturulan
ARAKAN Bizbiriz Dergisi
1
EDİTÖRDEN Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz, “çocuk babanın sırrıdır” buyurur. Her çocuk, fiziksel ve/veya karakteristik olarak babasından bir iz taşır. Yazılan bir kitap, hazırlanan bir dergi, pişirilen bir yemek, çizilen bir proje, inşa edilen bir bina, vs.vs. yazarının, mimarının, aşçısının sırrını taşır. Atılan her imza sahibinin karakterini ortaya koyar. Bizbiriz Dergisi de, Bizbiriz Derneği’nin etsiz kemiksiz çoçuğudur. Şeklinde ve özünde, derneğimizin hizmetkarlarının duygu ve düşüncelerini yansıtır. Üçüncü sayı ile huzurunuzdayız. Geçen günlerde kendimizi eleştirdik ve eleştirttik. Şekil yönünden hayli eleştiri aldık ve “yolun başındayız düzeltiyoruz” dedik. “Eksiksiz bir Allah. Eksiğimizle beşeriz, Haddimizi biliriz elhamdülillah.”1 Eskiklerimizin olduğunu biliyoruz. Düzeltmeye niyetli ve gayretliyiz. Ama biraz da alışılmışın dışında olalım istedik. Dergimizde ki alışılmamış şekiller elbette devam edecek. Yazarlarımıza teşekkür ediyoruz. Gönül vererek yazıyorlar. Konularında ehiller. Rasulullah (s.a.v) Efendimizin “işlerinizi ehil olanlara teslim edin” hadisi şerifini burada da yerine getirmiş olmanın mutluluğunu yaşatıyorlar bize. Yazılarını kaynaklara dayandırarak yazdıkları için okurlarımızdan güzel tepkiler alıyoruz. Bu da yayıncılıkta ayrı bir mutluluk. 1 Sadırdan Satıra Damlalar, Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU, Bizbiriz Derneği Yay. KONYA-2013
Bizbiriz Dergisi İmtiyaz Sahibi Bizbiriz Derneği adına Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan Genel Yayın Koordinatörü Kadir Aydın Editör Duran Toklucu Grafik – Tasarım Yasin Candan Fotoğraf Bahadır Aktaş Reklam Koordinatörü Ahmet Navruz Samet Dünsöz
Dergimizin hazırlanmasından dağıtımına kadar geçen süreçte emeklerini ortaya koyan derneğimiz gönüllülerine de teşekkür ediyoruz. Dergi hazırlamak kimilerine göre çok basittir. Kimileri için ise ulaşılması ve uğraşılması mümkün olmayan bir süreçtir. Bizim için ise her saniyesi huzura doğru akan bir mutluluktur. Allah Rızası için başlanan hiç bir işin boşa gitmyeceğine, Allah rızası için yola çıkan kervanın yolda kalmayacağına inanıyoruz. Yani, işimiz kolay, elhamdülillah. Bir teşekkür de okurlarımıza borçluyuz. Daha ikinci sayıda olmamıza rağmen oldukça mütevazi ama bir hayli yürekten teşekkür aldık. Eleştiri ve beğenilerini sunan siz okurlarımıza müteşekkiriz. Sizler iyisine layıksınız ve bizler iyisini yapmakla mükellefiz. Lakin unutmadık ki, “en iyi, iyinin düşmanıdır” En iyiyi yakalayayacağız ama yola devam ederken yakalayacağız. En iyisini yapalım diye bekleyip, sizleri iyiden mahrum etmeyeceğiz. Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocamızın ifadesi ile; “Kuldan özür dilemeyen, Rabbimize tevbe edemez, kula teşekkür edemeyen Rabbimize Hamd edemez.” Sözün özünü yazının sonunda ifade edelim ki, bütün bunlar “Rabbimizin bir fazlı”dır. Bize bu imkanları sunan Rabbimize hamd olsun. Yegane güç ve kuvvet sahibi odur. O, “OL” demeyince hiç bir şey olmuyor. O’nun “OL” emrinin bir tezahürüdür, elimizde ki bu dergi. Rabbim gücümüzü ve kuvvetimizi artırsın. Selam ve dua ile...
Yayın Kurulu Ali Haydar Eslem Ercan Faruk Kul Ebubekir Onhan Selman Bahar Safa Ak Ayşe Tunç Ümmü Haram Baskı Tarihi Nisan 2013
Baskı
Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti. Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14 Konya Tel : 0 332 342 01 55 Fax : 0332 342 21 63 www.ermanofset.com
Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin elektronik ve basılı ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir. Yayın Türü Aylık, yaygın süreli yayın Bizbiriz Derneği Şeyh Sadrettin Mahallesi Turgutoğlu Sokak No:9 Meram / KONYA Tel : 0 (332) 353 27 00 Bizbiriz Dergisi 0 (541) 248 65 28 - 0 (507) 577 22 25
3
Hizmet Eden Himmet Bulur 6
Zalimlerin Arasında Kan Ağlayan Müslümanlar... 10
Surelerden 14
Fıkıh 16
Hadis 17
Siyer-i Nebi 18
Tasavvuf 22
Cennet De Cehennem De Dünyada... 29
Necasetli Taş 33
Sahabe-i Güzin 34
Murad Efendim 38
Müslüman Bilimadamları 39
İlm-ü Hal 42
Şehrin Görünmeyen Yüzü 48
Arapça Rabca’ya Götürür 51
Haydar 54
İlginç Bilgiler 55
Matematiğin Gelişmesinde Müslümanların Rolü 56
“Toprağı Kaybedilmiş Kubbe: Gönül Dünyamız” 60
Tarih’te Nisan 62
Hizmet Eden Himmet Bulur Varisün-Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU
Muhabbetten Muhammed oldu hasıl, Muhabbet en kuvvetli kardeşlik tutkaMuhammed’siz muhabbetten ne hasıl! lıdır. Muhabbetten doğan itaat, korkudan kaynaklanan itaatten üstündür. Çünkü itaMuhabbetin menbaı Rasulullah (sav) at muhabbetten dolayı yapılırsa gönülden şöyle buyurdu; içten olur. Korkuyla olan itaat ise dıştan yapılmış bir itaattir. İhvanın bir Allah dostunun terbiyesinde birleşen müridlerin birbiriyle sohbet eder ve beraber olmalarının etkili olması da işte bu sebeptendir. Çünkü onlar Allah için birbirini severler ve Lâ tedhulûne’l cennete hattâ tu’minû birbirlerine güzel huyları tavsiye ederler. ve lâ tu’minû hattâ tehâbbû. Yaptıklarını muhabbetle yaptıkları için de İman etmedikçe cennete giremezsi- sözleri kabul görür yine bu sebeple mürid niz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş şeyhten, ihvan ihvandan istifade eder. Haolmazsınız. (Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, bibi Kibriya Muhammed (s.a.v) Efendimiz Sıfâtu’l-Kıyâme, 56) yine şöyle buyurmuştur: Müminler imanları sebebiyle en büyük ’’Uyanık olun !Müminler birbirlerini ortak paydaya sahiptirler. Kardeştirler. Bu sevmede ve birbirlerine acımada tek bir sebeple din kardeşliği, karın kardeşliğin- vucut gibidir.O bedenin bir uzvu rahatden üstündür. Sevgi, ülfet ve kişinin din sız olsa diğer uzuvlar da uykusunu kaykardeşiyle uyuşması, ruhların kaynaşıp an- bedip ateşler içinde kalır.’’(Buhari Edeb laşması sebebiyledir.Bir hadiste şöyle buy- 27;Müslim,Birr;Müsned,IV,270) rulmuştur. Müminlerin bir bütün olabilmeleri “Mümin ülfet eder ve kendisiyle ülfet edi- aradaki kardeşliğin tam olması, herkesin lir.Ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet edilme- önce sen diyebilmesi ve kendini düşündüğü kadar kardeşini de düşünmesine yen kimsede hayır yoktur.” (Acluni II,390)
َ َلا ت َْدخُ ُل ون ا ْل َج َّن َة َح َّتى ُت ْؤ ِم ُنوا َو َلا ُت ْؤ ِم ُنوا َح َّتى ت ََحا ُّبوا
Bizbiriz Dergisi
6
bağlıdır. Mümin kardeşi açken kendi nasıl -Ben bir gül ağacının yanında kaldım, tok yatamıyorsa kardeşinin herhangi bir sı- gülün yaprakları benim üzerime düştükçe, kıntısında maddi veyamanevi sürçmesinde o yapraklarla bir müddet hemhâl oldum, de onun sıkıntısını yüreğinde ve dualarında onların kokusu bana da bulaştı. taşımalıdır. Bu hale erebilmek ise kendi nefDemek ki nerede ve kimlerle beraber sani huylarını tezkiye eden, gönül aynası- isek muhakkak onlardan etkileniriz, onlarnı parlatabilen salih kimselerle ülfet etmek dan bize bir koku geçer. Bu sebeple kim onlarla oturup kalkmak, onların meclisleri- olduğumuz değil kiminle olduğumuz hanne dahil olmak ile olur. gi Gülün bahçesinde toprak olduğumuz Ülfet ve muhabbet salihlerle beraberliği önemlidir. güçlendirir. Salihlerle beraberlik is1e kişinin İhvanın kalpleri bir zincirin halkaları mikendisini ıslahı konusunda oldukça müessir- sali birbirine bağlı olduğundan birindedir. Salihlere sadece bakmak bile fayda verir. ki feyz diğerine birindeki sürur diğerine Vaktiyle bir kimse, bir gül bahçesinden yansır. Kim Allahın boyasına boyanmış ise geçiyormuş. Bakmış ki, güllerin arasında bu boya diğerine de bulaşır. Bu yüzden dikenler, ayrık otları, yabancı otlar var. Dü- müminler müridler daima kalplerine dikşünmüş, bu güllerin arasında bu otların, di- kat etmelidirler. Çünkü Allah (c.c) için karkenlerin ne işi var! Bunlar olmasaydı daha deşlik duru sudan daha safidir. Bir iş Allah iyi olurdu derken, için olmuşsa Allah Teala otlardan birisi dile onda safiyet ister ve tegelmiş; miz olan her şey devam Ülfet ve muhabbet saliheder. Nefsaniyetin ol-Efendi efenlerle beraberliği güçlendirir. duğu yerde samimiyet di, biz hâlimizden Salihlerle beraberlik ise kiolmadığı gibi müridlikmemnunuz, sen şinin kendisini ıslahı konuten, dervişlikten de söz bize karışma, bisunda oldukça müessirdir. edilemez. Çekişmenin zim ne otu olduSalihlere sadece bakmak bile olduğu yerde nefsaniğumuz önemli fayda verir. yet vardır; nefsaniyetin değil, nerede ve olduğu yerden Allah nelerin arasında rızası niyeti kalkmışolduğumuz önemtır. Oysa mürid ve taleli, bizim kıymetimiz bu güllerin yanında olmakladır, hiç kimseye sen kimsin de- be Allahın rızasını kazanmak için bir yola mezler, sen kiminle idin derler demiş. girmiş, bir efendiye biat etmiştir. Âhirette de nerede ve kimlerle beraber olMüridler başta imamesi olan bir tesbihe mak istiyorsak, buna dünyâda karar verip benzer. Nasıl tanenin biri kopsa artık tesbih tercihimizi yapmalıyız. Çünkü burada kim- görevini yerine getiremezse, ihvandan da lerle berabersek, kimleri seviyorsak, âhiret- bir müridin yolda kalması bütün müridanı te de onlarla beraber olacağımız kesindir. yavaşlatır. Bu sebeple tasavvuf terbiyemizSadi Şirazi, Gülistan isimli kitabında şöy- de ben yoktur, biz vardır. le anlatır; İttifak içinde birbiriyle bütünleşmiş ve Vaktiyle birisi, bir çeşmede yüzünü yıkar- tek vücut haline gelmiş bir cemaatın ruh ve ken, çeşmeden su ile birlikte biraz çamur gönlüne Cenâb-ı Hakk’ın nusret ve yardım gelmiş. O kimse bakmış ki bu çamur çok eli uzanacak ve onu hep müsbete, güzele ve doğru tarafa çevirecektir, dolayısıyle de güzel kokuyor. Çamura sormuş; -Sendeki bu koku nedir diye. Çamur da cemaatın yanılma payı en asgariye inmiş olacaktır. Niyetleri halis olduğu için, belki demiş ki:
Bizbiriz Dergisi
7
bu yanılmalar da onlara sevap kazandıracak, emanet, ona muhabbeti, şeyhine muhabbet, güzellikler doğuracaktır. Fakat birbirinden ona hizmeti, şeyhine hizmet bilmelidir. kopuk çizgide bulunanlarda, aynı çizgide Kısaca maddeler halinde belirtmek isterolmalarına rağmen bu dediklerimizin tahak- sek, ihvanın yolda ilerlemesi için şunlara dikkuku mümkün değildir. Velev ki ibadetlerini, kat etmesi gerekir; tesbihatlerini eksiksiz dahi yapsa bir mürid, Kardeşlere yapılan hizmet, nafile ibadetihvanına ilgi göstermiyor, muhabbet etmi- ten daha üstündür. Resûlullah (s.a.v) Efendiyorsa cemaat olma şurundan mahrum kal- miz bir müminin ihtiyacı için koşmanın fazimış demektir. letini ve şerefini şöyle belirtiyor: Vaktiyle bir çiftçi varmış. Bahçesini eker, “Bir mümin kardeşimin ihtiyacını görmek evinin az ötesindeki ırmaktan sularmış. Her- için yürümem bana, şu mescidde (Mescid-i gün iki kovasını alır su çekermiş. Bir gün yine Nebide) oturup bir ay itikafa girmekten daha kovalarını almış, ırmaktan su getirirken, yo- sevimlidir.” (Tabarani, el-Kebir, 13646; İbnu lun sağ tarafının çiçeklerle bezenmiş oldu- Ebi’d-Dünya Kazau’l-Hace, No:36) ğunu, sol tarafında ise kuru otlar ve toprak Mürşid, müridin olgunluk seviyesini insanolduğunu görür. O gün farkeder ki, sağ eline aldığı kovada delik vardır ve hergün farkın- larla geçimi ve halka hizmeti ile ölçer. Güzel da olmadan geçtiği yeri sulamaktadır. İşte geçim ve hizmet kadar insanın cevherini ortaya koyan hiçbir şey yoktur. İmandan sonihvanın hataları da ra her mümin güzel kovadaki deliğe benahlakı ile ölçülür. Hak zer. Tasavvuf yoluHizmet muhabbeti arttırır, yolcusu farzların dışınna daha önce girmiş kalpler arasında ülfet meydada hangi iş ve ibadeti müridlerin yeni giren na getirir. Çünkü emek, sevgi yapacağını kendisi bekardeşlerine karşı doğurur. İhvan, kardeşlerini lirlemez. Tercihi mürmuhabbetli, öğretici şidine bırakır. Mürşid şeyhinden bir emanet, ona ve kusurlarına karşı ona hangi işi ve nafile muhabbeti, şeyhine muhabmüsamahakar olması ibadeti gerekli görübet, ona hizmeti, şeyhine hizgerekir. O zaman kuyorsa onu emreder. İnmet bilmelidir. surlar sevaba, hizmetsan için en hayırlısı ve ler çiçeğe dönüşür. emniyetlisi odur. Derviş, toprak gibidir; Hizmette sınır olherkesi üzerinde taşır. Toprağa bir pislik atılsa, toprak onu içine çeker temizler. Sonra gü- maz, yer ve insan seçilmez, cemaat ve millet zel meyve ve çiçek olarak meydana çıkarırsa taassubuna düşülmez. Allahu Teala’nın yarattığı bütün mahlukat hizmette hedeftir. derviş te temizdir ve temizleyicidir. Hizmette ben yoktur, biz vardır. Benlik birŞah-ı Nakşibend Hz.leri, şöyle der: lik için feda edilmelidir ki güzel geçim olsun. “Bizim usulümüz, halkın içinde Cenab-ı Hak ile beraber olmaktır. Yolumuz sohbet Hizmetteki kardeşlerimiz ile doğruyu bulve halka hizmet yoludur. Halktan kaçmakta mak için konuşuruz, tartışırız, araştırırız, fakat şöhret, şöhrette afet vardır. Hayır, halkın için- sonuçta bir noktada anlaşırız. Katiyyen fitne de bulunup herkese Allah rızası için hizmet ve ayrılığa kapı açamayız. Birbirimize nefis için kızıp küsülü duramayız. İstişare eder, en etmektedir.” doğruya ulaşırız. Hizmet muhabbeti arttırır, kalpler arasınHizmet ehli nefsini değil hizmeti düşünür. da ülfet meydana getirir. Çünkü emek, sevgi doğurur. İhvan, kardeşlerini şeyhinden bir Hizmet ayağa kalksın diye gerekirse nefsini ayaklar altına serer. Bu yolda Allah için te-
Bizbiriz Dergisi
8
vazu gösterip alçak gönüllü olan kimselerin isterse öyle sağardı. Daha sonra bulunduğu başı Arş’a değer. O kimseyi Yüce Allah sever. mahalleden Medine’nin merkezine taşındı. Bu şeref de ona yeter. Kardeşler birbirleri- Ticaret işiyle halifeliğin beraber yürümedine edep içinde şefkat ve merhametle dav- ğini görünce, ticareti bıraktı, bütün vaktini ranmalı, acı sözden, asık yüzden çekinmeli, Müslümanların hizmet ve idaresine ayırdı. hizmet arkadaşları için istiğfar ve hayır dua Devlet hazinesinden kendisine ve ailesine etmelidir. Bir mümin diğer mümin kardeşi yetecek miktar maaş bağladı. Vefat edeceği için hayır dua ediyor ve Allah’tan onun affe- sırada, elinde biriken bütün malını devlet dilmesini istiyorsa Allah’ın rahmetini üzerine hazinesine geri teslim etti. Üzerimde Müsçekmiş demektir. Hizmette hedef nokta kalp- lümanların mallarından hiçbir şey kalmasın lerin kaynaşmasıdır. dedi. Bu duruma şahit olan Hz. Ömer (r.a): Hizmette iş ve yer seçilmez, verilen hizmet -Ebu Bekir peşinden gelenlerin işini zorlaşçeşidi ne olursa olsun onu ihlas ve samimi- tırdı, onun gibi kim yapabilir, Dedi. (İbnu Sad, yetle güç yettiği kadar yerine getirmelidir. Tabakat, III, 167-168; Kandehlevi, Hayatu’sÖnemli olan Allah rızası için hayırlı bir işin Sahabe, II, 379) içinde olmaktır. Hayırlı işlerde başkan olmak Hizmet ehli hayra doymaz, yaptıklarım bir maharet olmadığı bana yeter diye dügibi, geri hizmetlerde şünüp kendisini kekoşan birisi olmak da nara çekemez. Her Hizmet ehli hayra doymaz, utanılacak bir şey dehizmetin sonunda yaptıklarım bana yeter diye ğildir. sanki bir kusur işledüşünüp kendisini kenara çeHz. Ebu Bekir (r.a), miş gibi üzülürler, kemez. Her hizmetin sonunönceleri ticaretle uğAllah’tan kusurlarının da sanki bir kusur işlemiş gibi raşıyor, çarşıya inip affını isterler, devamlı üzülürler, Allah’tan kusurlarının alış veriş yapıyordu. günahlarına istiğfar affını isterler, devamlı günahlaAyrıca koyun sürüsü ederler. Hiç kimse berına istiğfar ederler. Hiç kimse vardı ve zaman zanim yaptıklarım bana benim yaptıklarım bana yeter, man onlarla meşgul yeter, başka hayır ve başka hayır ve sevaba ihtiyacım oluyordu. Bazen masevaba ihtiyacım yok yok diye düşünemez. hallesindeki yardıma diye düşünemez. muhtaç kimselerin Hizmetlerin Hedekoyunlarını sağıyorfi Nefsin Islahı, ahlakı du. Halife olup kendisine beyat edildiği za- güzelleşmektir. Zikri çoğaldığı halde ahlaman, daha önce koyunlarını sağdığı bir aile- kı güzelleşmeyen, bir mürşide gidip geldiği nin kızı: halde tevazu ve edebi artmayan, devamlı -Artık bundan sonra koyunlarımız sağıl- nafile namaz ve oruçla meşgul olduğu halde maz!” diyerek hayıflandı. Kızın sesini işiten kalbi genişlemeyen; eli hayır için açılmayan, Hz. Ebu Bekir (r.a): merhameti çoğalmayan, mümin kardeşlerini -Hayır, vallahi davarlarınızı sağmaya de- vücudunun bir parçası gibi görmeyen kimse vam edeceğim. Üzerime aldığım bu işin daha niyetini bir kere daha kontrol etmelidir. Neönceki ahlakımı değiştirmeyeceğini ümit edi- fisle hiçbir yere varılmaz. yorum, diye kızı teselli etti ve halife iken de Bu yol nefsini kapının eşiğinde bırakma mahallenin koyunlarını sağmaya devam etti. yoludur. Hatta bazen koyunlarını sağdığı kimselere: “Kişinin nefsiyle hayrı, olmaz zulüm-Nasıl istersiniz, sütü köpüklü mü sağayım, den gayrı” sözümüz düsturumuzdur. köpüksüz mü olsun? diye sorar, onlar nasıl
Bizbiriz Dergisi
9
Zalimlerin ARAsında KAN ağlayan Müslümanlar... SELMAN BAHAR
Myanmar Güneydoğu Asya’da Andaman Denizi ve Bengal Körfezi kıyısında, iki küresel güç olan Çin ile Hindistan arasında yer alan bir ülkedir. Birçok etnik ve dinsel unsuru içinde barındırmakla sosyo-kültürel anlamda bir zenginliğe sahiptir. Myanmar’ın sınır komşuları Hindistan, Bangladeş, Çin, Laos ve Tayland’dır. Bu ülkelerin ortasındaki Myanmar, bölgedeki enerji ulaşım hattı, uluslararası ticaretin transit geçiş noktası olması ve yeraltı kaynakları zenginliği ile uluslararası sistemde stratejik olarak önemli bir noktada bulunmaktadır. Ancak Myanmar’ın sahip olduğu coğrafi konum ve yeraltı kaynakları zenginliği, Asya ve Afrika ülkelerinin çoğunun kaderi gibi uluslararası sistemdeki çıkar politikalarının bir parçası olmaktan kurtulamamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası 1948 yılında bağımsızlığını kazanmıştır. Ülke sınırları, etnik ve dinsel harita göz ardı edilerek yapay olarak kurgulanmış olması nedeniyle etnik ve dinsel manada çeşitlilik gösteren Bizbiriz Dergisi
10
çok sayıda toplumsal grup Myanmar resmi sınırları içinde yaşamak zorunda kalmıştır. Bu durumun tezahürü ise bağımsızlık sonrası ülkenin siyasal yönetim sürecinde söz hakkı olmak isteyen birçok etnik ve dinsel temalı grubun büyük çapta iç savaşlar yaşamasıdır. İç savaş sürecinde yönetimi elde eden Myanmar Ordusu 1962’den 2011’e kadar kesintisiz olarak devam edecek, oldukça sert bir yönetim kurmuştur. Askeri yönetim süresince etnik, dinsel ve siyasal çatışmaların dozu azalmıştır. Fakat ülkenin geleceğini kendi ideolojileri çerçevesinde şekillendirmek isteyen gruplar arasındaki çatışmalar tam manasıyla dinmemiştir. Uzun yıllar süren bu kaos ortamını kontrol edebilmek adına katı bir teşkilatlanma gösteren askeri yönetim Myanmar’da geniş çaplı insan hakları ihlallerine sebep olmuştur. İç karışıklıkların neredeyse hepsini şiddet yoluyla bastırmayı seçen askeriye demokratik yolları halka kapatarak karanlık bir dönemin yaşanmasına zemin hazırlamıştır. Halkın, fikirlerini meşru görüp be-
kenin temel gerçekliği olarak yapılandırılmaya çalışılarak diğer dinsel azınlıklar üzerinde baskı kurulmaktadır. Myanmar, uzun süren askeri dikta yönetiminin sonucunda 2007 yılında bir “renkli devrim!” girişimine sahne olmuştur. Safran Devrimi adı verilen ve Budist rahiplerin büyük bir rol oynadığı bu girişim Nüfusunun başarısız olmasına Ülfet ve muhabbet salihlerle %68’ini Burmalıların karşın, ülkede 2008 beraberliği güçlendirir. Salih(Bamarlar) oluşturyılında ilan edilen lerle beraberlik ise kişinin kenduğu Myanmar’da, yeni anayasanın ardisini ıslahı konusunda oldukdiğer etnik unsurlar dından 2010 yılında ça müessirdir. Salihlere sadece Shan, Karen Rakhine gerçekleştirilen sebakmak bile fayda verir. ve Mon etnik grupçimler sonucunda larının yanı sıra az cumhuriyet rejimine sayıda Çinli ve Hintgeçiş yapılmıştır. Bu liden oluşmaktadır. Bu etnik grupların hepsinin kendisine özgü sonuca seçimlerde yolsuzluk yapıldığı iddili ve kültürü bulunmaktadır. Fakat askeri diasıyla oldukça fazla tepki gelmiş olsa da yönetimin başkent Rangoon merkezli ola- sonuç değişmemiş aynen kabul edilmiştir. rak uygulanan baskı ve sindirme politikala- Yeni hükümetin liberal demokrasi, ekonorı nedeniyle Burma dili ve kültürü topluma mik gelişim ve toplumsal gruplar arasında hâkim kılınmaya çalışıldı. Budizm dini ül- yakınlaşma yönünde yeni reformlar yapma nimsediği birçok siyasi lider, askeri yönetim tarafından halktan uzaklaştırılarak ev hapsine alınmıştır. Mevcut yeraltı ve yerüstü kaynakları zenginliğine karşın dünyanın en fakir devletlerinden biri olmasının sebebi uzun yıllar süren baskı rejiminin ilerleme ve gelişmenin önüne set çekmesidir.
Bizbiriz Dergisi
11
sözü vermesiyle ve halk nezdinde siyasal kimliğine saygı duyulan siyasilerin ev hapsinin ordu tarafından kaldırılmasıyla şimdilik siyasal gerginliklerin dozu düşmüş görünmektedir. Ama siyasal dinginliğin artmasına rağmen, nüfusun ağırlıklı kesimini oluşturan Budistler Myanmar’da Müslüman Rohingya ırkının yaşadığı Arakan Bölgesi çok ciddi bir toplumsal ve siyasal baskı altındadır. Arakan Bölgesi, Burma Müslümanlarının büyük bir bölümünün yaşadığı yerdir. Ülkenin batısında Bangladeş sınırında yer alan oldukça önemli bir coğrafya olan Arakan, 1748 yılında o zamanki adıyla Burma olan Myanmar’a bağlanmıştır. A r a k a n Bölgesi, sahip olduğu etnik ve dinsel farklılık nedeniyle Burma’ya bağlandığı günden bu yana büyük çaplı katliamlara, sürgünlere ve toplumsal baskı girişimlerine sahne olmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’na yakın yıllarda, özellikle 1942 yılında Budistlerin Müslümanlara saldırması sonucu 100 binden fazla Arakanlı Müslüman hayatını kaybetmiştir. Bunun yanı sıra 1962-2011 yılları arasında, yani iç savaşın şiddetinin azaldığı askeri yönetim döneminde dahi, 1,5 milyondan fazla Arakanlı Müslüman, Bangladeş’e göçmeye zorlanmıştır, 20 binden fazlası katledilmiştir.
Bizbiriz Dergisi
12
Hatta BM tarafından yapılan açıklamaya göre, Arakanlı Müslümanlar dünyanın en çok zulme uğrayan toplumsal grubudur. Fakat ne yazık ki, başta BM olmak üzere kültür ve medeniyet kıtası Avrupa! kökenli uluslararası örgütler bu tespitin gereği olan adımları atıp Arakan’daki vahşete “Dur!” diyememektedir. Ailelerin topluca katledilmesi, tecavüzler, büyük çaplı göç hareketleri, ev ve işyerlerine düzenlenen yağma hareketleri Budistler tarafından “din adına” meşrulaştırıldığı için Müslümanlara yapılan zulüm bu bölgede normal olarak algılanmaktadır. Müslümanlara karşı yapılan hak ihlalleri Budistler tarafından o kadar olağanlaştırılmış ki Myanmar’da düzenlenen son parlamento seçimlerinde (2011 yılında) Arakan Müslümanları 46 sandalye ile temsil edilmeye hak kazanmışken, Myanmar Yönetimi bu sandalyelerden yalnızca 3’ünü onlara vermiş ve 43 sandalye Budistlerce kullanılmıştır. Arakan Müslümanları, Myanmar Yönetimi’nin gözetiminde hatta desteğiyle Budistler tarafından gerçekleştirilen ve soykırım tanımına moda mod uyan katliamlar ile yaşamaya zorlanıyor. Haziran 2012’de yaşanan bir olay, Arakanlı Müslümanların içler acısı olan durumunu uluslararası medya eliyle yeniden ortaya koymuştur. Myanmar Hükümeti yıllardan bu yana kendilerine ait kimlik kartı dahi olmayan Rohingya (Arakan) Müslümanlarına kimlik vereceğini açıklamıştır. Arakan Bölgesi’nde azınlık durumunda olmasına karşın siyasal kontrolü elde tutan ve siyasi gücünün azalmasından korkan
Budistler şiddetin dozunu artırarak umreden dönen otobüse saldırmış ve otobüsteki herkesi öldürmüşlerdir. İçerisinde Arakanlı din âlimlerinin de bulunduğu otobüse saldırmalarından dolayı bu olayın ardından, failleri cezalandırması beklenen Myanmar Hükümeti hiçbir adım atmamıştır. Hatta çok sayıda Müslüman’ı zanlı olarak tutuklaması bölgede gerginliğin dozunun daha da artmasına neden olmuştur. Myanmar Ordusu’nun camileri kuşatması ve Budistlerin ordunun da desteğiyle Müslümanların evlerini yakıp yıkmaya ve yağmalamaya başlaması gibi nedenlerle Arakan Bölgesi’nden Bangladeş’e Müslüman göçü hızlanmıştır. Fakat Bangladeş de oldukça fakir bir ülke olduğundan ve Arakanlı Müslümanları kabul edebilecek gücü ve yeteneği olmadığından Myanmar-Bangladeş sınırını kapatarak Arakanlı Müslümanları ölüme terk etmek zorunda kalmıştır. Bugün itibariyle Burma’da yaşayan Müslümanların nüfusunun 1,3 milyon olduğu belirtiliyor. Ayrıca 3 milyon kadarı da komşu ülkelere kaçarak yurdunu terk etmek zorunda kalmıştır. Arakanlı Müslümanlar aşırı dindar olduklarını öne süren Budistlerce sefalet içinde yaşamak zorunda bırakılmıştır. Çin’in enerji ihtiyacının karşılanması noktasında büyük önem verdiği Ortadoğu petrol ve gazının geçiş noktasında yer alan Myanmar, bu noktadan dolayı Çin’in en önemli partnerlerinden biridir. Hatırlanacağı gibi, uzun yıllar süren askeri yönetimin de en önemli destekçisi Çin’di. Bu nedenle Çin’in Arakanlı Müslümanların geleceği noktasında Myanmar’a baskı yapması beklenmemelidir. Zaten Çin’in böyle bir baskı yapması abestir, zira kendisi de bu tarz sorunlar yaşamıştır ve yaşamaya da devam etmektedir. Uzun yıllar boyu Myanmar’a ambargo uygulayan ve Aralık 2011’de ABD Dışişleri Bakanı’nın ziyareti sonrası Temmuz 2012’de bu ülkeye uyguladığı ambargo ve
sınırlamaları kaldıran ABD’de, Çin için çok büyük önem taşıyan bu ülkeyi kendi yanına çekebilmek ve bu ülke nezdinde ortaya çıkan ekonomik fırsatları değerlendirebilmek için Arakanlı Müslümanların durumu ile ilgilenmemektedir. Yani kısaca her zaman olduğu gibi çıkar siyaseti, şüphe teorileri ve anti-islamist önyargılarla Dünya’yı yorumlayan Avrupa yine merhametten sınıfta kalmış, duyarsızlık kalkanlarını devreye sokmuştur. Bu nedenle Arakanlı Müslümanlar için gündem oluşturmak ve uluslararası farkındalık oluşturarak sorunun çözümüne katkı sağlamak bizlerin, yani Arkanlı Müslümanların kardeşlerinin işidir. Suudi Arabistan ve zengin Körfez ülkeleri Arakanlı Müslümanların sefaletini ortadan kaldırabilmek için adım atmalı, zenginliğini bu sefer zevk-sefaya değil hayırlı bir oluşuma harcamalıdır. Nüfusunun büyük bir bölümünü Müslümanların oluşturduğu Türkiye’nin vatandaşları olarak, altını çizmek gerekirse uluslararası sistemde daha çok sesimizin duyulduğu şu yıllarda bizim daha duyarlı olmamız gerekmektedir. Sahip olduğumuz genç nüfus potansiyelini, uluslararası sistem tabanlı etkinlik çerçevesinde sosyal duyarlılık adına siyasal ortamda aktif bir şekilde kullanmalıyız. Arakanlı Müslümanların durumunu, başta BM olmak üzere, devlet bazında uluslararası aktör konumunda olduğumuz her uluslararası arenada daha fazla gündeme getirmeliyiz. Bu anlamdaki çalışmalarımızı Allah rızasını gözeterek, samimiyetle ve attığımız her adımın arkasında durarak sürdürmeliyiz. Muvaffakiyet ancak Allah’ın lütfudur. KAYNAKÇA 1-Göktürk TÜYSÜZOĞLU, Arakan Katliamı ve Myanmar, www. blog.milliyet.com.tr/uluslararası bakış 2- Dr. Arastü HABİBEYLİ, Küresel Krizin Yeni Dalgası, www. politikaakademisi.org 3- Aslan Balcı Myanmar’ın Yaptıkları Mekke Müşriklerini Aratmıyor, www.timetürk.com
Bizbiriz Dergisi
13
SURELERDEN Fatiha Suresi
S.GÜLSOY
“Sığınırım Allah’a, kovulmuş şeytandan” “Rahman Rahim olan Allhah’ın adıyla” 1.Hamd, o Alemlerin Rabbi, 2. O Rahman, Rahim, 3.O din gününün maliki Allah’ın! 4.Sadece sana ederiz kulluğu, ibadeti ve sadece senden dileriz yardımı, inayeti ya Rab! 5. Hidayet eyle, bizi doğru yola! 6-7. O kendilerine nimet verdiğin mesutların yoluna! Ne o gazap olunanların ne de sapkınların!
Mekke’de inmiş olup yedi ayettir. Fatiha, Arapçada, önce “kitap ve elbise gibi şeylerin açılabilecek baş kısmı, önü, ilk açılan yeri” anlamlarında, sonra da “konuşma ve okuma gibi yavaş-yavaş derecederece meydana gelen her şeyin başlangıcı” anlamında kullanılmıştır. Kur’an’da surelerin tertip edilişinde, yazılmasında namazda okunmasında ve hatta indirilmesinde bu sure ilk olduğundan “elhamdülillah” bulunması ve yahut baştan başa, manasının bir hamd ve övgü olması bakımından, öteden beri “El-hamd” veya “Elhamdülillah” veya “Elhamdülillahi Rabbilalemin Suresi” diye de isimlendirilmiştir.
Bizbiriz Dergisi
14
KUR’ÂN’IN EN BÜYÜK SÛRESİDİR Ebu Saîd İbnu’l-Muallâ (ra) anlatıyor: “Ben Mescid-i Nebevî’de namaz kılıyordum. Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm beni çağırdı. Fakat namazda olduğum için mübarek çağrısına derhal cevap veremedim. Namazdan sonra yanına vararak: “Ey Allah’ın Resulü namaz kılıyordum. Bu sebeple cevap veremedim.” diye özür beyan ettim. Bana: “Allah, Kitab’ında: ‘Ey iman edenler, Allah ve Resulü sizi çağırdıkları zaman hemen cevap verin’ buyurmuyor mu?”1 buyurdu ve arkasından ilâve etti: “Sen mescidden çıkmazdan önce, sana Kur’ân-ı Kerim’in en büyük sûresini öğrete1Enfal diye isimlendirilen sure 24. ayet
yim mi?” buyurdu ve elimden tuttu. Mescid- ağırlayıp misafir etmediler. O sırada kabileden çıkacağı sırada ben: nin reisini yılan soktu. Bunun üzerine kabile “Ya Resulallah! Bana en büyük sûreyi öğre- sakinleri sahabeye gelerek, sizde bir ilaç veya tedavi yapan birisi var mı? diye yardım isteditecektiniz” dedim. Resulullah (sav) bana: ler. Sahabe de “Evet, ama siz bizi misafir bile “O sûre ‘ElhamdülillâhiRabbi’l-âlemin’dir etmediniz, bize bir şeyler hazırlamadıkça size ki, bu, namazlarda tekrar tekrar okunan yedi yardım etmeyiz.” dediler. Bunun üzerine kaâyetten ibarettir.” buyurdu.1 bile sakinleri sahabeye bir miktar koyun eti Ebu Hüreyre (radıyallahuanh) bildiriyor ki, hazırladılar. Sonra bizden birisi hasta üstüne Peygamber Efendimiz (sav): “Nefsimi kudret Fatiha Suresi’ni okumaya başladı. Adam sanki elinde tutan Zât-ı Zü’l-Celâl’e yemin ederim kendisine hiçbir şey olmamış gibi derhal ayaki, Allah, Fâtiha’nın bir mislini ne Tevrat’ta, ne ğa kalktı. Oradan ayrıldıktan sonra Nebi (sav)’e İncil’de, ne Zebur’da, ne de Furkân’da indir- varıncaya kadar bunu yemeyelim dedik. Bilamemiştir” buyurdu.2 here Nebi (sav)’e vardık ve olayı ona anlattık. BİR MÜJDEDİR Nebi (sav) “Okuyana Fatiha’nın şifa olduğunu İbnu Abbâs radıyallahuanhü anlatıyor: nereden biliyorsunuz? dedi, sonra da “yiyiniz 4 “Hz. Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ya- ve bana da bir pay ayırınız,” buyurdu. nında Cebrail (aleyhisselâm) bulunduğu RABB İLE KUL ARASINDA KÖPRÜDÜR bir sırada, yukarıda kapı sesine benzer bir Namazda okunması sebebiyle bir ismi de ses işitti. Başını göğe doğru kaldırdı. Cebrail “es-Salât” olan Fâtiha hakkında bir hadis-i (aleyhisselâm) dedi ki: kutside söyle buyurulmuştur: “İşte gökten bir kapı açıldı, bugüne kadar “Namazı kulumla aramda ikiye ayırdım. böyle bir kapı asla açılmamıştı.” Bir yarısı benimdir, diğer yarısı kulumundur. Derken oradan bir melek indi. Cebrail Kuluma istediği verilecektir. Kul: “Hamd alemlerin Rabbi Allah’adır” de(aleyhisselâm) tekrar konuştu: “İşte arza bir melek indi, şimdiye kadar bu diği zaman, Allah: “Kulum bana hamdetti” der. melek hiç inmemişti.” Kul: “Rahman ve Rahim olan... dediği zaMelek selâm verdi ve Efendimiz (sav)’e man Allah: dedi ki: “Kulum bana senada bulundu” der. “Ya Resulallah! Sana verilen iki nuru müjKul: “Din gününün mâliki” dediği zaman, deliyorum. Bunlar, senden önce başka hiçbir peygambere verilmemişlerdi: Onların biri Allah: Fatiha Sûresi, diğeri de Bakara Sûresi’nin son “Kulum beni yüceltti” der. kısmı. Onlardan okuduğun her harfe mukaKul: “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senbil sana mutlaka büyük sevap verilecektir.” 3 den yardım dileriz “ dediği zaman, Allah: FATİHA SURESİ ŞİFADIR “Bu benimle kulum arasında iki yarıdır. KuEbu Mütevekkil Naci’nin Ebu Said El luma istediği vardır” der. Hudri’den rivayet ettiği bir hadisde şöyle geçKul: “Bizi doğru yola ilet. Nimet verdigin mektedir: kimselerin yoluna. Kendilerine gazab edilmiş “Nebi (sav)’in ashabından bir grup, bir Arab olanların ve sapmışların yoluna değil” dediği kuluma iskabilesine uğradılar. Bu kabile halkı ashabı zaman Allah, “Bunlar kulumundur, 5 tediği verilecektir” der.” 1Buhârî, Tefsir 1; Nesâî, İftitâh 26; EbûDâvud, Vitr 15. 2Kütüb-ü Sitte, 2/438. 3Müslim, Müsâfirin 254; Nesâî, İftihah 25.
4(Buhari, İcare, 16;Müslim, Selam, 65) 5(Müslim, Salât,38, 40; EbûDâvûd, Salât, 132).
Bizbiriz Dergisi
15
FIKIH Mescidde Ticaret
AYŞE TUNÇ
Günümüz cami mimarisinde, camilerin altına, üstüne veya yanına ticarethane, hatta garib bir anlayışla insanları (özellikle gençleri) camiye, islama meylettirmek düşüncesiyle blardo salonu açılmaktadır. Bu caiz midir? İzah eder misiniz?
Kardeşim önce cami adabından ve gayesin“Küçük çocuklarınızı, delilerinizi, alış-verişiniden bahsetmek gerekir. zi, sesinizi yükseltmeyi, hadlerinizi uygulamayı 4 Allah (c.c) yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’de şöyle mescidlerinizden uzak tutun.” buyurmaktadır: Buna göre; her ne olursa olsun, mescidde alım-satım yapmanın yasaklandığı anlaşılır. Ancak bu yasağın derecesi farklı anlaşılabilmiştir. “Ey Âdemoğulları, her mescidde zînetleriMeselâ: Hanefi fıkıh kitaplarının muteberlenizi takının.” 1 rinden Halebî Kebir’de bu hadislere işaret edile“Zînet”ten maksat edeptir. Câmilerin ilk yapı- rek bir yerde: “Mescid, içinde alış-veriş yapmaktan... korunmalıdır” denirken5, daha sonra bir lış gayesi Allah’a ibadettir. yerde de, mescidde alış-veriş yapmanın haramlıYine: Rasûlü Ekrem (sav): ğına işaret edilir.6 Fetavay-i Hindiyye’de aynı iba“Şu mescidler, ancak Allah (cc)’i zikretmek, re tekrarlanır.7 namaz kılmak ve Kur’ân okumak içindir.”2 Bir mescid kıyamete kadar mesciddir. İçi ve Diğer hadisi şeriflerinde ise Rasulü Ekrem arsası mescid olduğu gibi, semâya kadar olan (s.a.v): üst tarafı da mescid hükmündedir. Bu sebepledir ki, içinde yapılması mekruh ve yasak olan hususlar bunların üstünde de, altında da mekruh ve yasaktır.
َي ا َب ِن ي �آ َد َم خُ ُذوا ِزي َن َت ُك ْم ِع َند ُك ِّل َم ْس جِ ٍد
ُِيع َا ْو َي ْب َت اع َ اِذ َا َر َأ� ْي ُت ْم َم ْن َي ب:َع ْن َابِى ُه َر ْي َر َة ِف ى ا ْل َم ْس جِ ِد َف ُق و ُل وا َلا َا ْر َب َح الل ُه ِت َج ا َر َت َك َواِ َذا َر َأ� ْي ُت ْم َم ْن َي ْن َش َّد ِف ي ِه َض ا َّل ٌة َف ُق و ُل وا َلا َرا َّد .الل ُه َع َل ْي َك
Sualin, camilerin yanına, altına bilardo salonu açılabilir mi kısmına gelince, malumunuz odur ki camilerde, alımın-satımın yasaklandığı kerih görüldüğü düşünülürse; İslam’da caiz görülmeyen “Mescidde alım-satım yapan birisini görürse- oyunların cami altlarında oynanması, oynandığı niz ona deyin ki, Allah ticaretine kazanç verme- salonların açılması, muhakkak ki yasaktır. Harasin. Kaybettiği bir şeyi soran birisini görürseniz ma götüren yolların kapatılması en doğrusudur. ona deyin ki, Allah onu sana geri getirmesin.”3 1 (Araf, 7/31) 2 (Hindî, 6661 Hadisi, Ahmed b. Habel ve Müslim) 3 (Tirmizi, Beyhaki; Sünen, Hakim; Müsredrek, Zeylaî, NasburRâye, N/493; Hindî, Ramuz el-ehadis 47/1) Bizbiriz Dergisi
16
4 (Hindî, VN/670 (Hadisi Ibn Adıy, Taberanî rivayet etmişlerdir) buyurmuştur. 5 (Halebî Kebîr, 610) 6 (age. 614) 7 Fetavay-ı Hindiyye (I/110)
HADİS N. AKTAŞ
ُّ َك َان اِ َذا َا ْن َز َل ُم ْن َز ًلا َل ْم َي ْر َت ِح ْل َح َّتى ُي َص ِّلى الظ ْه َر
Enes (r.a.)’ın rivayet ettiğine göre, Muhamed Mustafa (s.a.v) buyuruyor ki; “ Allah-u Teala’nın Rasulü (s.a.v), bir yere konduğu zaman (öğle vaktiyse) öğle namazını kılmadan oradan ayrılmazdı.”
Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v), bir yere ikamet ettiği zaman iki rekat namaz kılmadan kalkmazdı.1 Mesela, bir mescide girdiğiniz zaman, kerahat vakti değilse, tehiyyat’ül-mescit namazı derler, Allah (c.c) rızası için, iki rekat namaz kılarsınız. Bir rivayettede Allah-u Teala’nın Rasulü (s.a.v) buyuruyor; “Her yerde Allah-u Teala’nın adını anın ki; hakkınızda şahitlerinizi çoğaltınız.” Siz şahitlerinizi çoğaltınız. Nereye varırsanız varın, bir su kenarına, bir ağacın altına,odunun yanına, Allah-Allah-Allah (c.c) deyin, muhakkak ki o dağlar, taşlar da sizinle birlikte Allah (c.c) der, siz duysanız da duymasanız da, siz bilseniz de bilmeseniz de. Bütün dağ, taş ayet-i kerime mucibince Allah-u Teala’yı zikreder. Allah-u Teala’nın Rasul’ü (s.a.v)de, bir beldeye vardığında öğlen namazını kılmadan diğer bir rivayette de iki rekat namaz kılmadan oradan hareket etmezdi, yani o mekanda Allah’ı zikrederdi. “Kim bir şehre veyahut bir kalabalığa vardığında; ‘Lailahe illallahu vahdehu la şerike lek. lehül mulkü velehu hamd vehuve ala kullü şeyin gadir.’ Allah’tan başka ilah yoktur, O, bir ve tektir, ortağı yoktur,mülk ve hamd O’nundur ve O’nun herşeye gücü yeter diye 1
Ramuz’el- Ehadis
on defa söylerse, oradakilerin nefesi adedincebir rivayettede sayısı adedince sevap yazılır.” E zikredin ne olacak? Ne olur ki, ne kaybederiz? Hiçbir şey kaybetmeyiz değil mi? Zikredersek, gafletimiz olmaz. O zaman derzi ki; - Ya rabbi! Biz ömrümüzü seni zikrederek geçirdik, kendimizi, bütün hayatımızı senin zikrinle, senin ibadetine, senin yap dediklerini yapmaya, yapma dediklerinden uzak durmaya adadık. Bak Allah (c.c) dedi bir şeyler olacak. Günahın kadar zikrini çoğalt,günahına şahidin varsa, açık yerlerde bol bol ibadet et, bol bol zikret, bol bol istiğfar et ki; istiğfarın günahına örtü olsun.sen günahlarınla biliniyordun ya, günahlarınla bilindiğin kadar Allah-u Teala’ya tövbenle de bilinesin. O yüzden çokça tövde edeceğiz. İnsanları yanın da; - Ben, artık o günahlardan döndüm. Ben müslüman oldum, ben islam oldum. Ben müslümandım , ama şuursuzdum Allah (c.c), beni affetti, kendi yoluna çekti. Ben, şuan da Allah-u Teala’nın dinini yaşamaya çalışıyorum ve uğraşım, çabam o yönde. Allah (c.c) beni de, sizi de affetsin. Dinimize zeval vermesin, son nefesimizde imanımızdan döndürmesin. Amin. On hafta sohbetleri 2. Ciltten alıntıdır.
Bizbiriz Dergisi
17
SİYER-İ NEBİ M. DİKKATLİ
Habibi Kibriya Efendimizin mübarek nesebleri Kur’an-ı Kerim’de bildirildiği gibi1 Hz. İbrahim’e dayanmaktadır. Allah-u Teâla’nın ‘Halil’i, gülşenin İbrahim’i, batılı yerle bir ederken, Hakkın daim yükselticisi olan İbrahim (as) kurbanlık oğlu İsmail (as) ile inşa ettikleri Kabe’nin yapımı bittiğinde ellerini açarak şöyle dua etmiştir;
ً َر َّب َنا َوا ْب َع ْث ِفي ِه ْم َر ُس ولا ِّم ْن ُه ْم َي ْت ُلو َع َل ْي ِه ْم اب َوا ْل ِح ْك َم َة َو ُي َز ِّكي ِه ْم َ �آ َيا ِت َك َو ُي َع ِّل ُم ُه ُم ا ْل ِك َت الح ِك ُيم َ ��ِإن ََّك َأ َ نت ال َع ِزي ُز
“Ey Rabbimiz! Soyumuz içinden onlara Senin mesajlarını iletecek, vahyi ve hikmeti öğretecek ve onları arındırıp temiz kılacak 1Hacc, 78
Bizbiriz Dergisi
18
bir elçi çıkar: Çünkü yalnız Sensin kudret ve hikmet sahibi!” 2 Rahim’ür Rahman atası diliyle ettirdiği bu duanın nasıl kabul olduğunu asırlar sonrasında Kainatın Efendisi (sav)’in dilinden şu şekilde bildirir; “Ben, babam İbrahim’in duasıyım...”3 Rasulullah (sav)’in doğumu ‘Fil Yılı’nda (M.570) gerçekleşmiştir. Yani Ebrehe el-Eşrem’in Mekke’ye yürüyüp, Kabe-i Muazzama’yı yıkmaya niyetlendiği yıl. Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de açıkladığı apaçık bir şekilde Ebrehe’yi engellemiş4, insanların Kabe’ ye ve Kureyş kabilesine 2 Bakara, 129. 3İbniHişâm, Sîre: 1/175; Taberî, Tarih: 2/128. 4 Fil,1-5.s
karşı olan saygılarını arttırmıştır. Mekke’den çıkacak ve Kabe’ye sahip olduğu şerefi getirecek Sevgilisini daha dünyaya gelmeden mucizeyle şereflendirmiştir. Suryanice’de ve Arapça’da isminin karşılığı “merhametli, yufka yürekli baba” manasına gelen1 Hz. İbrahim’in ettiği bir başka duayı da hatırlatarak mucizeyi devam ettirir;
َو�ِإ ْذ َق َال �ِإ ْب َرا ِه ُيم َر ِّب ْاج َع ْل َه َذا ا ْل َب َل َد �آ ِم ًنا َو ْاج ُن ْب ِني َو َب ِن َّي َأ�ن َّن ْع ُب َد ال َأ� ْص َنا َم
Mübarek doğumun iki ay kadar öncesinde Abdullah b. Abdülmuttalib, ticari bir seyahatin dönüşünde rahatsızlanmış ve oğlunu göremeden, yirmi beş yaşında Medine’de vefat etmiştir.6 Arkasında Ümmü Eymen Bereke adında bir câriye, beş deve, birkaç koyun, bir kılıç ve bir miktar da gümüş paradan oluşan son derece mütevazı bir miras kaldı.7 Fakat geride Allah’ın lütfuyla iki Cihanın Sevgilisi, ebedi saadetin rehberi, nuruyla alemleri aydınlatacak hayırlı bir evlad bıraktı.
Alemlerin beklediği nurun tecelli vakti “Hatırla ki; Bir zaman İbrahim şöyle demişti: “Rabbim! Bu şehri (Mekke’yi) güvenli kıl! Beni Miladi 571 yılı, Fil vakasından 50- 55 ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak ‘tut!”2 gün sonra. Mısırlı astronomi âlimi Mahmut Felekî’nin (ö. 1302/1885) araştırmalarına ‘İki kurbanlığın oğlu’ göre 20 Nisan’a denk gelen, Kameri aylardan Hz. İsmail’den hatıra kalan, sonraları CürRebiü’l Evvel ayının 12’sinde bir seher vakti... hümiler tarafından gizlenen Zemzem kuAynı, vahyin kendiyusunun yerini bu3 sine gelmeye başladılan , Kureyşin bilgesi, ğı gün gibi mübarek efendisi ve reisi olan bir pazartesi... Abdülmuttalib’in 10 Bütün alem nefesini tutmuş, oğlu vardı. Efendimiz bu gecenin aydınlığında yaşaMekke’de ki bu (sav)’in babası Abdulnacak değişimin farkında, bu mütevazı evde mulah, Abdülmuttalib’in bitmeyecek aydınlığın nurunu azzam vakitler başlaadak ve yeminine temaşada… mak üzere... konu olan çocuğuydu. Kainatın efendiİşte Binlerce yıl öncesinin yaklaşmakta sinde aynı yerde atası olduğu bu kutlu vaİsmail (as) gibi bir tevekkül ve inançla Abdullah’ın da babasına kitlerde hiçbir anneye nasib olmamış şerefi boyun eğdiğini hatırlatarak Efendimiz’e; ‘iki taşıyan Hz. Amine’nin yanında Abdurrahman kurbanlığın oğlu’ denildiğinde O nur yüzlü b. Avf in annesi Şifa Hatun ile Osman b. Ebu’l As’ın annesi Fatıma Hatun da bulunmakta… Nebi tebessüm ederek karşılık vermiştir.4 Bütün alem nefesini tutmuş, bu gecenin Kureyş kabilesinin Haşim oğullarının bilaydınlığında yaşanacak değişimin farkında, ge lideri Abdülmuttalib tıpkı Yusuf (as) gibi bir iffet imsali olan oğlu Abdullah’ı aynı ka- bu bitmeyecek aydınlığın nurunu temaşada... Bu kutlu vakti 15. yy. şairi Süleyman Çelebileden Zühre oğullarının ileri gelenlerinden, soy ve şeref bakımından üstün Vehb bi “Vesîletü’n Necât” (Kurtuluş Vesilesi) ismib. Abdümenaf’ın kızı Amine ile evlendirdi. 5 ni verdiği Mevlid’in veladet (doğum) bahrinde şu şekilde resmeder gönlümüzde;
1el-Kurtubi, II/96 2 İbrahim, 35. 3İbnHişam, a.g.e., I, 151-154;İbn Sa’d, Tabakat I, 83. 4Hakim, Müstedrek, II, 604. 5İbnHişam, a.g.e., I, 156.
6İbn Esîr, el-Kamil, II, 10. 7İbniHişam, A.g.e., c. 1, s. 167
Bizbiriz Dergisi
19
“İndiler gökten melekler, saf saf, Kâbe gibi kıldılar beytim tavaf. Geldi huriler bölük bölük buğur, Yüzleri nurundan evim doldu nur.” Bu nur dolan evde yaşanan mübarek gecede yaygın rivayete göre Hz. Amine’nin doğum sancısı çekmediği, Hz. Peygamber’in sünnetli olarak doğduğu, melekler tarafından yıkanmış ve sırtına peygamberlik mührü vurulmuş olduğu bildirilir. “Bir kimsenin olursa meddahı Allah, Mührü olur onun Rasulullah.”1 Abdülmuttalib kıymetlisinin emanetine karşı ayrı bir sevgi taşıyordu yüreğinde. Doğumunu müjdeleyen günlerde Mekke halkına ziyafetler düzenleyerek, . Övücüsü Allah olan Nebi (sav)’in yerde ve göklerde övülmesini murad etmiş ve torununa araplar arasında pek de bilinmeyen ‘Muhammed’ ismini vermiştir. Sütanneye yapılan bereketli yolculuk Efendimiz’i birkaç gün amcası Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe emzirdi. Bu münasebetle Peygamberimiz, amcası Hz. Hamza ve Ebu Seleme ile sütkardeşi olmuştur.2 Yaygın adete göre yeni doğan çocuklar şehir hayatının kötülüklerinden uzaklaştırılmaları, bozulmamış düzgün bir Arapça öğrenmeleri niyetiyle, havası ve suyu daha iyi olan bir yerde büyümeleri için çevre köylere verilirdi. Abdülmuttalib de himayesinde bulunan bu yetim yavruya Sa’d b. Bekir kabilesinden Halime binti Ebu Züeyb adında uygun bir sütanne bulmuştu. Tarih kaynakları o yıllarda Sa’d oğulları yurdunun kıtlığa maruz kaldığı, otlakların kuruduğu, hayvanların sütlerinin çekilmiş olduğu konusunda ittifaka varmıştır. Fakat bu müjdelenmiş yavruyla bulunan bereket ve hayrlar Halime 1 Sadırdan Satıra Sohbetler, Abdullah Murad Şükrüoğlu, Bizbiriz Derneği Yay. 2013-Konya 2İbnSa’d,I,108, Belâzurî, Ensâb,I,103.
Bizbiriz Dergisi
20
annemizin evine gelme yolunda başlamış, kuraklık onlar için son bulmuştu. Rasulullah (sav) Sa’d oğulları yurdunda bulunduğu sırada ‘Şakku’s-sadr- Göğsün yarılması’ yani iki meleğin gelip, mübarek göğüslerini yararak kalplerinden siyah bir et parçası çıkararak temizleme olayı gerçekleşmiştir.3 Değdiği her siyahı nura boğan Efendimiz (sav) bereketiyle aydınlattığı bu beldeden beş yaşını tamamlamış olarak annesinin yanına baba yurduna döndü. ‘Her yaşayan ölür…’ Altı yaşına gelince annesi ve yardımcıları ÜmmüEymen ile Medine’ye babası Abdullah’ın kabrini ziyaret etmeye gittiler. Burada 1 ay kadar kaldıktan sonra dönüş yolunda Amine rahatsızlandı. Ebva denilen köyün yakınlarında durumunun ağırlaşmasıyla ayrılığın yakın olduğunu anlayarak oğluna; “Her yaşayan ölür, her yeni eskir, her büyüyen fâni olur, yok olur. Ben de öleceğim, ama daima anılacağım. Çünkü ardımda senin gibi hayırlı bir hatıra bırakıyorum.” Diyerek vedasını etmiş ve oraya defnedilmiştir. Daha annesinin kokusuna doymamış Abdullah’ın yetimini Ümmü Eymen Mekke’ye getirerek dedesine teslim etmiştir. Mübarek annesinin vefatından sonra dedesi Abdülmuttalib’in himayesinde çok ayrıcalıklı ve şefkat dolu geçirdiği iki yılın ardından onu da kaybetmiştir. Abdülmuttalib 82 yaşındayken vefatına yakın çocuklarını yanına çağırarak göz nuru torunu Muhammed (sav)’i babası Abdullah ile anne bir kardeş olan amcası Ebu Talib’e teslim etmişti. Kardeş hatırası, baba emaneti, sonsuz destekçi… Allah’ın Rasulü (sav) şimdi dünyayı ve içindekileri karşısına alabilecek kadar yeğeninin üzerine titreyen, Onu her hal üzere destekleyeceğine 3 Sahih-i Müslim, Kitabu’l- İman.
söz veren, kendi çocuklarından dahi çok seven baba yarısı amcasının ve ‘Annemden sonra annem’1 dediği muhterem yengesi Fatıma bint Esed’in yanındadır. Mekke halkı tarafından çok sevilen, sözüne fazlasıyla güvenilen, insanların arasında hakemlik yapan Ebu Talib, Kureyşin diğer ileri gelenleri gibi zengin olmadığı halde cömertliği ve ahlaki özellikleri sebebiyle babası Abdülmuttalib’in vefatından sonra Kureyşlilerin efendisi olmuştur. Onun oturduğu mahalleye Şi’bu EbiTalib (Ebu Talib Mahallesi) denilirdi. Cahiliye devrindeyken içkiyi kendisine haram kılan Ebu Talib, halkın değer verdiği ve itaat ettiği bir lider olarak ‘babasının oğlu’2 övgüsüne layık yaşamıştır. Güzel insan Ebu Talib’in evinde de aynı süt annesi Halime’de yaşanan manevi bereket ve huzur yaşanmaya başlamıştı. O (sav) olmadan sofraya oturduklarında Ebu Talib ailesinin karnı doymazdı. Rasulullah (sav)’e karşı yalnızca Ebu Talib’in değil, hanımı Fatıma hatunun da eşsiz bir iltifatı vardı. Sevgili Efendimiz de Fatıma Hatun’a sevgi ve saygısında hiçbir zaman kusur etmiyordu. İyiliklerini asla unutmaz sık sık ziyaretine giderdi. O Dürr-i Yekta, Fâtıma Hâtûn, vefat ettiğinde ağlamış, çok üzülmüş ve “Bugün annem öldü!” diyerek sevgisini dile getirmiştir. Cenazesinde gömleklerini çıkararak ona kefen yapmış ve beraberinde kabre inerek bir müddet mezarında uzanmışlardı. Sahabe bu farklı muamelenin sebebini sorduğunda ise şöyle cevap vermişlerdir; “EbuTalib’ten sonra, bu kadıncağız kadar bana iyilik eden hiçbir kadın yoktur. Ahirette, Cennet elbiselerinden elbise giymesi için ona gömleğimi kefen yaptım. Kabre ısınması için de oraya kendisiyle birlikte uzandım.”3 Ebu Talib’in asilliği, zengin olmadı halde insanlara ikramda bulunmasından, eşsiz cömertliğinden geliyordu. Ne var ki ailesi oldukça kalabalık olduğundan işlerinde yardıma ihtiyacı vardı. DEVAM EDECEK 1Heysemi, Mecmeu’z-zevaid,IX,257 2CevadAli,el-Mufassal,V,637 3Süheylî, Ravdû’lÜnf, c. 1, s. 112; IbniAbdi’lBerr, elİstiab, c. 1, s. 369370.
Bizbiriz Dergisi
21
TASAVVUF
uzak düşer. Oysa ellerinde bir mum bulunsaydı hepsi aynı şeyi göreceklerdi.!!1 Tasavvufun ne olduğu da bu hikayedeki gibi muallak, tam bir bilmece. Herkes kendi aklı, duygu, bilgi ve görgü penceresinden baktığı için tarifleri de farklı. Tarifler, anlayışlar farklı da olsa, hikayede görülen gerçek aynı; Oysa ellerinde bir mum bulunsaydı hepsi aynı şeyi göreceklerdi.!! Ellerinde olması gereken mum tasavvuf. Tasavvufu verecek olan ise ancak kamil mürşiddir.
Z.BİLMEN
Tasavvuf, İnsan İlmidir... ‘’Hintliler karanlık bir ahıra bir fil getirip koyarlar. Fili merak eden bir çok kişi oraya toplanır. Karanlıkta fili görmek mümkün olmadığı için, her biri elini dokundurarak fili tanımaya çalışır. Meraklılardan birinin eline filin hortumu geçer. Der ki: ‘Fil bir oluğa benziyor.’
Bir kısım insanlar tasavvuf, aşk, muhabbet, sevgidir, şekilde kalmayıp öze inmek gerekir deyip tasavvufu edebi sözlerle boğup dinin zahirini göz ardı etmekte, diğer bir kısım ise, tasavvufu daha çok ibadet etmek, çok zikretmek için girilen yol zannedip, dinin batın yani içsel yönünü gözardı etmektedir. Oysa ki tasavvufun gayesi, tâ ilk nebiden itibâren bütün enbiyâ ve evliyânın sadrından dökülen; ”Allâh’a en güzel ve feyizli bir şekilde kulluk”tur. Bu yönüyle gâyelerin gâyesidir. Hakk’ın rızâsını kâmil mânâda kazanabilmek, nefsi dînin hükmüne râm etmek, ibâdetleri alışkanlık halinden kurtarıp ihsan duygusuna ulaşmak, kalbi selamete erdirip rızâ-yı ilâhîye nâil olmaktır.
َ َي ْو َم َلا َين َف ُع َم ٌال َو َلا َب ُن ون �ِإ َّلا َم ْن َأ�تَى ال َّل َه ِب َق ْل ٍب َس ِل ٍيم
“O günde ki ne mal fâide eder, ne de oğullar». «Ancak Allaha (küfr-ü nifakdan) salim bir kalb ile gelenler müstesna”.2 Şâir Bağdadlı Rûhî, bu ayetleri nazma dökmüş ve şöyle demiş;
Başka birinin eli filin kulağına dokunur. Fil ona yelpazeye benzer zannı verir.
Sanma ey hâce ki, senden zer ü sîm isterler.
Birisi elini filin ayağına sürer de,’Filin şeklini direk gibi gördüm’der.
“Kalb-i selîm”, Allah’tan hakkıyla korktuğu, Allah rızasını kaybetmeyi en kötü hal gördüğü için günahlardan kaçınan ve böylece tertemiz kalan, tatmin olmuş nefse sahip güzel ahlâklı,
Bir diğeri elini hayvanın sırtına değdirir ve şöyle der:’Bu fil taht gibidir’ Böylece, zanları yüzünden sözleri birbirine
Bizbiriz Dergisi
22
Yevme lâ-yenfeu’da kalb-i selîm isterler…
1 Mevlana, Mesnevi. 2 Şuarâ/ 88-89
hakiki müslüman bir mü’min kişinin kalbidir. Pirler, Mürşitler, Rasulullah (Sav)’ Den Miras Rûz-i Mahşer’de, Cenâb-ı Hakk’ın huzûrunda Aldıkları Bu İlmi Bu Günlere Getirmişlerdir.2 hüsn-i kabul görecek olan da böyle bir kalbKalb-i selim ancak bu varislerle elde edilir. dir. Bu kalp ancak gönül ehli Allah dostlarının Mürşid-i kamillerin büyüklerinden Mevlana elinde selamete erişir. Saflaşır, saf altına dönü- Hüsameddin Buharî’nin babası Mevlana Haşür. Toprağın derinliklerinden çıkarılan altın, midüddin Şaşî vefat döşeğinde idi. Bu zat büüzerindeki tozu, toprağı, başka elementleri yük alimlerdendi. Şah-ı Nakşibend’le aynı döyüksek dereceli ateş kazanlarında kuyumcu nemde yaşamıştı. Ona büyük hürmet, sevgi ve tarafından eritilerek saf altına dönüştürülür. saygıları vardı. Fakat o kalp doktoruna teslim Altını tozun, toprağın içinde tanıyan, farkeden, olup seyru sülük terbiyesi almamıştı. Oğlu Hüözündeki cevheri görüp ortaya çıkarmak çeşit- sameddin Buharî ise Emir Hamza’nın (k.s) halili yollara başvuran ise kuyumcudur. Tasavvuf, fesi idi. Emir Hamza da Seyyid Emir Külal’in (k.s) erbabı olan mürşid-i kamillerin, insanı ahsen-i oğludur. Hamidüddin Şaşî vefat anında sıkıntı takvimden esfel-i safiline indiren nefis kirle- ve ızdıraba düştü. Oğlu ve dostları baş ucunda rinden arındırmasıdır. İnsan, aslî cevheri itibâ- idiler. Bir ara oğlu: riyle “ahsen-i takvîm” (varlıkların en şereflisi) -Ne haldesin? diye sordu. Babası: yüceliğinde iken, yaradılış gâyesine yabancı-Benden şu anda kalb-i selim istiyorlar. O da laşıp istikâmetten ayrıldığında «ضَا ْمُه ْلَب َ »ُّلyâni “hayvandan daha aşağı” sıfatına bile mâruz bende yoktur. Nasıl elde edileceğini de bilmikalabilecek bir varlıktır. Tasavvuf yolunda yü- yorum! dedi. Hüsameddin Buharî babasına: rüyenler, her hâl ve ha-Bütün kuvvetinizle reketlerinde zâhirî ve bana yönelin, kalbinibâtınî fazîletlerin merzi bana bırakın. Selim kezi olan Rasûlüllah kalbin ne olduğunu Tasavvuf, Gözün Görmediğini (sav)’e tam bir bağlılık anlayacaksınız! dedi. gayreti içinde bulunurAkılla Görmeye Çalışmaktır. TaVe derin bir murakabelar. Onları bu yola yönsavvuf Aklın Mekanının Ruh Olye daldı. Bir saat kadar lendiren Hak dostları duğunu Kavramaktır. öyle kaldı. O anda Ceda böylece Rasûlüllah nab-ı Hakk’a yönelip (sav)’in bu âlemde îfâ babasını bu ızdırap ve etmiş olduğu bir hizendişeden kurtaracak meti devam ettirmiş ilahi rahmet ve sekiolurlar. Çünkü; net istedi. Gözlerini 1 açtığında, babasının yüzüne bir nur, üzerine bir “Gerçek âlimler, nebilerin vârisleridir.” Günümüz evliyasından Abdullah Murad huzur ve sükunet inmişti. Kalbi ayrılık, yalnızlık Şükrüoğlu bu babda şu hakikatleri dile getirir; ve ölüm endişesinden kurtulup Allah ile huzur bulmuştu. Artık mutmain olmuştu. Bu arada Tasavvuf, Gözün Görmediğini Akılla Görme- gözlerini açtı, bulduğu huzurun sevincini ve ye Çalışmaktır. Tasavvuf Aklın Mekanının Ruh kaçırdığı fırsatın hasretini şöyle dile getirdi: Olduğunu Kavramaktır. -Oğlum! Allah sana bol mükafat versin. MeTasavvuf Dediğimiz Bu Hakikat İlmi, Allah’ın ğer, bize lazım olan iş bütün ömrümüzü bu kalTek Olduğu, Yegane Hidayet Veren Olduğu bi elde etme yolunda harcamak imiş. Fakat ne Esasına Dayalı, Kesreti Külfeti Olmayan, Kolay, yazık ki, ömrümü başka türlü zayi ettim! dedi. Allah’tan Başka Hiçbir Şeyin Elde Edilmesi Dü- Ne mutlu bu babaya ki salih evladının dua ve şünülmeyen, Allah-u Teala’da Fani, O’nun Sıfa- gözyaşı bereketi ile Yüce Allah?ın rahmetine tının Tecelligahı Olmaya Şu Kesret Aleminde kavuştu, huzur içinde dünyadan göçtü.3 Allah’tan Gayrı Olmadığının İdrakine Varmaya Çalışan Kendini Bilme İlmidir. 1 (Ebû Dâvud, İlim, 1)
2 Sadırdan Satıra Damlalar, Abdullah Murad Şükrüoğlu, Bizbiriz derneği Yay. 2013-Konya 3 Kaynaklarıyla Tasavvuf II
Bizbiriz Dergisi
23
Tasavvuf, insan ilmidir. Âlemden sıyrılarak hukûkî sebeplerle îfâ ediyorum. Kendi kendikendi rûhunda derinleşen insan, hikmet ve me diyorum ki: hakîkatler sarayının kapısına ulaşır. Kur’ân-ı “Allâh benim Rabbimdir. Sâhibimdir. O bana Kerîm’i anlayan ve onu gerçek îmânın yolu ola- bunları yapmayı emretmiştir. O hâlde yapmarak yaşayanlar, hakîkî mutasavvıflardır. Muta- lıyım. Bundan başka, hak ve vazîfe birbirine savvıf, içinde bulunduğu toplumun dînî yaşa- bağlıdır. Allâh bunları ben istifâde edeyim diye yışından kendini Allâh’a karşı mes’ul hisseden bana emretmiştir; şu hâlde ben ona şükretinsandır. mekle vazîfeliyim.” Hak dostlarından Necmeddîn-i Kübrâ HazBatı toplumunda, Paris gibi bir muhitte yaretleri, talebeleriyle birlikte sâlih bir zâtın cenâ- şamaya başladığım zamandan beri hayretle zesine iştirâk eder. Mevtâya telkinde bulunul- görmekteyim ki, Hristiyanların İslâmiyet’i kaduğu sırada Necmeddin-i Kübrâ Hazretleri, bulü; onları İslâm’ı kabule sevk eden, fıkıh ve tebessüm eder. Talebeleri, hocalarının böyle kelâm âlimlerinin görüşleri değil, İbn-i Arabî ve bir anda tebessüm etmesine hayret edip bu- Mevlânâ gibi sûfîlerdir. Bu konuda benim de nun hikmetini sorarlar. Hazret açıklamak iste- şahsî müşâhedelerim olmuştur. İslâmî bir komez. Fakat ısrâr edilince şöyle der: nuda benden bir îzah istendiği zaman, benim -Telkın veren kimsenin kalbi gâfil; mezara verdiğim aklî delillere dayanan cevap, soranı giren mevtânın kalbi ise dipdiri. Gâfil birinin tatmîn etmiyordu; fakat tasavvufî îzah meyvekalben diri olana telkin vermesine taaccüp et- sini vermekte gecikmiyordu. Bu konuda tesir gücümü gittikçe kaytim.” bettim. Şimdi inanıyoİlimler ikiye ayrılır; rum ki, Hülâgu’nun ya1-Kesbi İlim; okuTasavvuf, insan ilmidir. Âlemkıp yıkan istîlâlarından yarak, yazarak, dinlesonra Gazan Han zamaden sıyrılarak kendi rûhunda yerek kişinin gayreti nında olduğu gibi, buderinleşen insan, hikmet ve hakîsonucu elde ettiği, gün de en azından Avkatler sarayının kapısına ulaşır. kazandığı ilim. rupa ve Afrika’da İslâm’a Kur’ân-ı Kerîm’i anlayan ve onu 2-Vehbi İlim; Alhizmet edecek olan, ne gerçek îmânın yolu olarak yaşalah-u Teala’nın diledikılıç ne de akıldır; fakat yanlar, hakîkî mutasavvıflardır. ği kullarına katından kalb, yâni tasavvuftur. lutfettiği ilim. Buna Bu müşâhededen ilm-i ledün de denir. sonra, tasavvuf konuİşte tasavvuf erbabısunda yazılan bâzı eserleri incelemeye başlana hak katından verilen ilim kulları Allah’a yak- dım. Bu, benim gönül gözümü açtı. Anladım ki; laştıran, muhabbet saraylarında gezdiren, hik- Hazret-i Peygamber zamanındaki tasavvuf ve met ve hakikat sırlarını açan ledün ilmidir. Pek büyük İslâm mutasavvıflarının yolu, ne kelimeçok insan ledün ilmini inkar etmekte, böyle bir ler üzerinde uğraşmak ne de mânâsız şeylerle düşüncenin mantık kurallarına sığmadığını meşgûl olmaktır; fakat insan ile Allâh arasındasöylemektedir. ki en kısa yolda yürümektir, şahsiyetin geliştiBu iki kıssa tasavvufun ister alim ister cahil rilmesi yolunu aramaktır. olsun her müslüman için elzem olduğunu anİnsan, kendisine yüklenen vazîfelerin selatır. 2002 yılında Amerika’da vefat eden ünlü beplerini arıyor. Mânevî sahada maddî îzahlar İslam alimi Muhammed Hamidullah bu gerçe- bizi hedeften uzaklaştırmaktadır; ancak mâği şöyle ifâde eder: nevî îzahlardır ki insanı tatmîn etmektedir.”1 “Benim yetişme tarzım akılcıdır. Hukûkî çalışma ve incelemeler bana, inandırıcı bir şekil- 1 M. Aziz Lahbâbî, İslâm Şahsiyetçiliği, Terc. İ. Hakkı AKIN, s. 114de târif ve ispat edilemeyen her şeyi reddettir- 115, dipnot 8. İst. 1972. Bu dipnot, Muhammed Hamidullâh’ın miştir. Muhakkak ki ben, namaz, oruç vs. gibi mütercime yazdığı 27 Eylül 1967 târihli mektubun metnidir. Kara, Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketleri, s. 542İslâmî vazifelerimi tasavvufî sebeplerle değil, (Mustafa 543’ten naklen.)
Bizbiriz Dergisi
24
Tasavvuf, maddenin mana yönü, zahir olan ‘Ben görmediğim Allah’a iman etmem.’ şeriatin batın yönüdür. Dinin özüdür. Tüm mu- İmanın derecelerini bilmeyen müslüman, ‘bu tasavvıfların hemfikir olduğu bu hakikat, ha- sözde şirk var deyip’ korkacak, imanla ruhunu dim-i Rasul (sav) Abdullah Murad Şükrüoğlu bezemiş mümin bu sözden Hak kokusu duyaHocaefendinin sadrından satıra şöyle dökülür; caktır. Alimler der ki; İman üç derecedir; Biz şeriatin ne bir milim dışında, ne bir milim İlmel yakin, Aynel yakin, Hakkel yakin. Her içindeyiz. kişi dercesine göre inanır, kabı kadar alır. Tasavvuf bilgi derecesindeki imanı, gözüyle görürBiz şeriatin tam orta yerindeyiz. cesine Hak sırrına erdirir. İlimden irfana yükselDin üç saç ayağı üzerine kurulmuştur. Bun- tir. Zira Allah’ı bilene alim, Allah’ı tanıyana arif lar; iman, ibadet ve ahlaktır. Tasavvuf müslü- derler. İlim irfana ulaşınca, bilmenin ötesinde manın bu üç hususu Allah’ın rızasına uygun bir tanımaya, tanışmaya yol verir. Bir mümin antarzda ifa etmesinin yollarını gösterir. Tasavvuf cak hakiki mürşid elinde imanın derecelerini “insanın Allah’a olan imanını tam anlamıyla geçip, irfan suyundan içebilir. İmanını ve ahrekalbine yerleştirmesi”, O’nun her şeyin tek ya- tini kurtarır. Ezcümle; ratıcısı, tek sahibi ve tek hakimi olduğunu kavTasavvuf Nebiye Biat, Veliye İntisaptır.2 ramaktır. Her insanın O’na muhtaç olduğunu bilip, Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını ve Behlül Dânâ Hz., bir mezarlıkta bulduğu üç her işi bir kader ile yarattığını anlayarak haya- kuru kafayı zembiline koymuş ve pazara getitın her anında O’na teslim olmasıdır. Diliyle ‘La rip ‘Satıyorum’ diye bağırmaya başlamış. İlahe İllallah’ derken, - Satıyorum, alan var gönlüyle ilk mertebede İlimler ikiye ayrılır; mı?’ ‘La Faile İllallah’ deme1-Kesbi İlim; okuyarak, yazaMeraklılar başına sidir. toplanıp fiyatını sorarrak, dinleyerek kişinin gayreti “Hayrihi Ve Şerrihi lar: sonucu elde ettiği, kazandığı Minallah, ilim. -Birincisi parasız, Onun Açılımıdır, Laiikincisi ise sudan ucuz2-Vehbi İlim; Allah-u Teala’nın lahe İllallah” dur, demiş. Ama üçündilediği kullarına katından lutİşte böyle diyen imacüsünü hiç sormayın... fettiği ilim. Buna ilm-i ledün de nın halavetini duyar, O, ağırlığınca paradır. denir. lezzetini alır. Bu sırrı ise Sebebini merak etancak Hak dostları tamişler. nır. Nitekim Allah-u Teala kelamında şöyle buBirincisini gösterip: yurur; -Bu gördüğünüz ‘Taşkafa’dır demiş, nasihate bile yanaşmazdı. O yüzden beş para etmez. İkincisi de ‘Boşkafa’dır, nasîhat istemesine rağmen onları tutmazdı; üç-beş kuruş verenin elinde kalır. Üçüncüsü ise ‘Hoşkafa’dır ki, buna Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “İman ‘Kâmil kafa’ da diyebiliriz. Hem ameli, hem de etmediniz. (Öyle ise, “iman ettik” demeyin.) ihlâsı vardı; hedefi ise Allah rızâsıydı. O yüzden “Fakat boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalp- kurusu bile Altın değerindedir. lerinize girmedi…1 Hak katında kadirleri yüce Salih kulların yaİslam olmakla, imanın hakikatine ermek bir nında, yadında olmamız duasıyla… değildir, diyor ayet-i kerime. İman sır kapılarını Allah’a emanet olunuz. aralamaktır. Hikmet pınarlarını yudumlamak-
اب �آ َم َّنا ُقل َّل ْم ُت ْؤ ِم ُنوا َو َل ِكن ُقو ُلوا ُ َقا َل ِت ْال َأ� ْع َر …َأ� ْس َل ْم َنا َو َل َّما َي ْدخُ ِل ْال ِإ� َيم ُان ِفي ُق ُلوب ُِك ْم
tır. Yakin bahrine dalmaktır. Velilerin piri Ali (kv) şöyle buyurur; 1 Hucurat/14
2 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar.
Bizbiriz Dergisi
25
Bizbiriz Dergisi
26
Varisün-Nebi Abdullah Murad Şükrüoğlu
Hesabından Korkmayan, Dilediği Suçu İşlesin. Cehennemi Söndürmek İsteyen, İçindeki Fitneyi Dindirsin.
Ayın Sohbeti VarisÜn-Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...
Cennet de Cehennem de Dünyada... َّ َا ُعو ُذ بِالل ِه ِم َن الش ْي َط ِان ال َّرجِ ِيم ب ِْس ِم الل ِه ال َّر ْح َم ِن ال َّر ِح ِيم َ اص ُر ون َ َما َل ُك ْم َلا َت َن َ َب ْل ُه ُم ا ْل َي ْو َم ُم ْس َت ْس ِل ُم ون َ َو َأ� ْق َب َل َب ْع ُض ُه ْم َع َلى َب ْع ٍض َي َت َساء ُل ون “Ne oldu size ki (bugün) birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz? Aksine onlar bugün boyun eğip teslim olmuşlardır! Birbirlerini sorgulayıp suçlarlar!”1 1Saffat/25-26-27
Kim anlamayı dilerse muhakkak ki Rabbü’l-alemin onun anlayışını arttıracaktır. Kim hayatına tatbik etmek için dinlerse de muhakkak ki Rabbi ona hayatına tatbik etme şerefini, izzetini verecektir. Kim de dinleyeyim, okuyayım, anlatayım derse muhakkak ki ona da istediğini verecektir. O dinleyecektir veyahut okuyup anlatacaktır. Yaşayacağım diyen şüphesiz ki hem yaşayacak, hem anla-
yacak, hep anlatacak, dünya ve ahrette izzet ve şeref bulacaktır. Diğerine ise dünya hayatında rezillik ahret hayatında ise bir azap vardır. Siz birinci olanı seçeceksiniz, bizler birinci olanı seçeceğiz. Önce okuma, dinleme ve hayatımıza tatbik etme şerefine nail olacağız. Sonra anlatma, insanları davet etme şerefine nail olacağız. Bizbiriz Dergisi
29
Allah-u Teala bu ayet-i celilerinde kafirlerin ahiretteki halerinden haber vermektedir. Dünyada birbirleriyle yardımlaşan, birbirlerine arka çıkan inkarcılar, o gün teslim olacaklar ve birbirlerini suçlayacaklar. Dünyada beraber olanlar, ahirette de beraber olacaklar. Hayırda yardımlaşanlar, cennette, şerde yardımlaşanlar cehennemde buluşacaklar. Behlûl-i Dânâ (r.h) Harun-u Reşid zamanında yaşamış bir Allah dostu. Bir ara kayıp oluyor. Halk merak ediyor. Tekrar gördükleri zaman soruyorlar; - Ya Behlül? Nerdeydin? -Teslim olanların olduğu yerdeydim. - Neresi orası? - Orası artık yardımlaşmanın olmadığı yer yani cehennemdir. -Ne vardı orda ya Behlül? - Orda hiçbirşey yok. - Nasıl birşey olmaz? Cehennemde ateş var, azap var. Şöyle akrepler var, Uhud dağı büyüklüğünde yılanlar var. - Ben bunları görmedim diyor, bir ara yine kayboluyor. Tekrar ortaya çıkınca halk soruyor; - Ya Behlül nerdeydin? - Cennetteydim. - Cennette selsebil ırmağı vardır, kevser vardır, yakuttan, inciden köşkler, saraylar vardır, gördün mü? - Ben öyle birşey görmedim. Cennette bu dediklerinizin hiçbiri yok. - Nasıl cennette birşey yok? Halk Behlûl-i Dânâ’yı Harun Reşid’e şikayet ediyorlar. Harun Reşid Behlûl’ü huzuruna çağırttırıyor.
Bak sıcak ateş de var insanda soğuk ateş de. Soğuk soğuk ter bastı dersiniz ya hani! Kalp hastalığı geçirenler bilir soğuk soğuk ter basar, bir sıkıntı gelir, bir korku geliyor soğuk soğuk terledim dersiniz ya! Hani bir sıtma tutar da, ‘üşüyorum ört üstümü’ dersiniz oysa kırkın üstündedir ateşiniz! Bak insanda sıcak ateş de soğuk ateş de var. Arama sen cehennemde, akrebi de senin içinde yılanı da çiyanı da sende.
retleriyle, hasediyle, şehvetiyle nefsine teslim olmuş bir cehenneme benzemez mi? Bak sıcak ateş de var insanda soğuk ateş de. Soğuk soğuk ter bastı dersiniz ya hani! Kalp hastalığı geçirenler bilir soğuk soğuk ter basar, bir sıkıntı gelir, bir korku geliyor soğuk soğuk terledim dersiniz ya! Hani bir sıtma tutar da, ‘üşüyorum ört üstümü’ dersiniz oysa kırkın üstündedir ateşiniz! Bak insanda sıcak ateş de soğuk ateş de var. Arama sen cehennemde, akrebi de senin içinde yılanı da çiyanı da sende. Arama başka yerde dercesine Behlûl-i Dânâ anlatıyor bize. Müminin birisi cehenneme girmiş rüyasında. Bakmışki; her ülkenin ateş kazanı ayrı ayrı kurulmuş. Norveçlilerin kazanı, Danimarkalıların kazanı, isveçlilerin, Amerikalıların. - Türkiyelilerin yok mu?
Olmaz mı? Türklerin de var, Arabistanlının -Ya Behlül! Sen cehennemde olduğunu da var, Suriyelinin de, Iraklının, Japonların, söylemişsin, cennette olduğunu söylemişsin. Rusların tüm ulusların bir kazanı var. Her kaDoğru mu? zanın başında bir melek var. Cehennemlikler - Evet Ya Harun, söyledim. Hem cehen- kazandan başlarını çıkarınca, melek başların nemde idim, Hem cennette idim. Siz anlayın topuzu indiriyor, tekrar kazana sokuyor. Yalcehennemi de cenneti de yaşayan benim. nız müslümanların kazanının başında melek İnsan dünyada cenneti ve cehennemi beklemiyor. Acayibine gidiyor; yaşamaz mı? Sevinçleriyle, huzuruyla, Hak -Hepisinin başında bir zebani, ellerinde bir Teala’ya aşkıyla, muhabbetiyle gönlünde bir tokmak var. Lakin müslümanların kazanlarınselamet yurdu kurulmaz mı? Öfkeleriyle, nef- da kimse yok. Bunun sebebi ne? diye soruyor.
Bizbiriz Dergisi
30
Ey sigara içen, ey alkol kullanan, raks da, futbolda, tavlada, okeyde yarışan kardeşim! Ömür hayatını israf ediyorsun, günlerini böyle bitiriyorsun. Allah’a ve Rasulüne (sav) yönel. Gül’e git, Gül’ün sahibine köle git. Senden ateşi savacak, gül kokulu Allah dostlarına git. İsraf cehenneminde ömrünü, bedenini, dünya zenginliğini, ahret saadetini tüketme. Yalan dünya bitti gerçek ahiret başladı denmeden, dünya cehennemini söndür, ahiret cehennemini görmeden.
Cehennem insanın içinde. Saygı değer bir alim veyahut profesör olmuş bir beye varırsın, sözünün üstüne söz söylersen bir anda öfkelenir, cehennem ateşini yakıverir. Senin ateşin, dünyadaki cehennemin nedir? Ey genç kardeşim! Hevanla, hevesinle süslediğin gençlik hayallerine dinin emirleri ters düşünce, ‘biz yirmibirinci asırda elektronik çağında 1400 yıl öncesini mi yaşayacağız’ diyerek nefis cehennemine düşeceksin. GENÇLERE DERSİN, ‘GELİN KUR’AN VE SÜNNETE’ GENÇLER BİN BİR TÜRLÜ HAYAL, BİN BİR TÜRLÜ MASAL PEŞİNDE.
Ey cemaat ehli güzel kardeşim! Dersen ki ‘senin gittiğin yol yanlış, en büyük kapı benim kapım’ tefrika cehennemiyle birliği par- O kafirler yok mu o kafirler? Dünyada na- çalayacaksın. sıl birbirlerine destek oluyorlarsa burda da, Ey alevi kardeşim! Gel ey nusayri arkadabiri birlerine omuz verip, dışarı çıkmaya ça- şım! Senin Rabbin Allah. Dinin islam. Kitabın lışıyorlar. Kur’an. Rasulün Muhammed Mustafa (sav). -Peki niçin müslümanların kazanında yok? Ali (kr)’ye benzemekse derdin Ali Ali gibi ol sende. Ali’yi sev. Ali’ye benze. Yezid’e dön-Onlar herkes kendini kurtarmak istedidün, Ali’yi şehid edene söve söve. İçindeki ğinden birbirlerinin paçasından asılıyorlar, yakıp, eriten cehennemi, muhabbete çevir. dışarıya çıkartmıyorlar da ondan. Ey sigara içen, ey alkol kullanan, raks da, Kıssadan hisse almak gerek. Bizi acı acı güfutbolda, tavlada, okeyde yarışan kardelümseten şu fıkra, aslında içler acısı halimizi şim! Ömür hayatını israf ediyorsun, günleanlatmıyor mu? Burda tefrikaya düşen, azan, rini böyle bitiriyorsun. Allah’a ve Rasulüne azdırılan bizler, dünyamızı da, ahiretimizi de (sav) yönel. Gül’e git, Gül’ün sahibine köle cehennem etmiyor muyuz? git. Senden ateşi savacak, gül kokulu Allah Bu gerçeği gönüllere yerleştirmek, ufku- dostlarına git. İsraf cehenneminde ömrünü, muzu aydınlatmak isteyen Behlûl-i Dânâ; bedenini, dünya zenginliğini, ahret saadetini -Ya Harun! Cennette de, cehennemde de tüketme. Yalan dünya bitti gerçek ahiret başbirşey yok, diyor. ladı denmeden, dünya cehennemini söndür, ahiret cehennemini görmeden. -Nasıl yok Ya Behlül? Kötü işlerle ismi yayılmış bir insan rüyasın-Ne götürdüysen o var ya Harun, ne götürda vefat ediyor. Rüya bu ya diyorlarki; düysen orda o var. İLLA ARAMA CEHENNEMİ ÖLDÜKTEN SONRA DÜNYADA DA CEHENNEM VAR, DÜNYADA DA.
Dersen ki; dünyada cennet, cehennem nerede? HERKESİN CENNETİ DE CEHENNEMİ DE, KENDİ İÇİNDE, KENDİ İÇİNDE.
-Cehennem sekiz kattır. Biz sana birinci kattan göstermeye başlayalım. Neresi hoşuna giderse orda kal. Birinci katta azap var. İkinci katta işlediğinin biraz daha fazlasıyla, ücüncü katta biraz daha, dördüncü kat, beşinci kat, altıncı kat derken yedinci kata geliyorlar bir bakıyor insanlar necasetin içinde bellerinden göğüsle-
Bizbiriz Dergisi
31
rine kadar ellerinde sigaraları yakmış keyifle tüttürmekteler. Milletin yüzünde bir burukluk yok, bir acı yok. - Ben burayı istiyorum, diyor. Atıyorlar cehennemin bu katına, diğerlerinin yanında göğsüne kadar gömülüyor. Eline sigarasını alıyor, keyifle içerken br ses duyuluyor; -Paydos bitti. Şimdi tepeler aşağa… Necasetin içine kafalar sokulmaya başlayınca eyvah çekmenin, başa bela geldikten sonra tövbe etmenin anlamı yok. Cehennemi savacak, cehennem ateşini uzaklaştıracak Behlûl-i Dânâ gibi halk katında deli, Hak katında ise aşık meczup velilere ihtiyaç var. Deli Nail’e para veriyorlar; ‘yanıyorum, yanıyorum’ deyip suyun altına duruyor. Soruyorlar;
“MÜSLÜMAN MÜSLÜMANLA UĞRAŞIRSA HERZAMAN. ALLAH KAFİRİ ONA MUSALLAT EDER HER ZAMAN. “ “MÜSLÜMAN MÜSLÜMANLA UĞRAŞIP DURMAKTA, CEHENNEM ATEŞİNE BİR ODUN DA KENDİ ELİYLE ATMAKTA…”
-Niye suya kaçıyorsun, bunun hikmeti ne? Bu yazı Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin -Verdiği ateş, onun ateşi beni yakıyor. Ateşi söndürmek için su lazım. Zahirde suyla, gö- 02.02.2013 tarihli sohbetinden alınmıştır. Yazının devamını Allah’ın izniyle çıkacak olan On Hafta Sohnülde Allah Allah diye söndürüyorum.
Müslüman müslümanın dünay ahiret derdine ortak olur, cehennemini cennete çevirmek için koşturur, ateşine su olur. Olmazsa;
Bizbiriz Dergisi
32
betleri 5 kitabından takip edebilirsiniz.
NECASETLİ TAŞ Necasetli bir taş olsam da koy bir kenara, gün gelir lazım olurum. Gün gelir başa atacak taş olurum. Gün gelir evine temel taşı konurum. Gel necasetli bir taş olsam da atma, koy beni bir kenara. Kimi gün getirirler camiye mihrab ederler. Kimi gün getirirler bir şehidin başına hece taşı dikerler. Koy beni bir kenara, bir taşım necasetli de olsa . Atma beni uzaklara, itme gönlünden ıraklara. Necasetli taş olsam da, gün gelir yine lazım olurum sana . Gel atma ben senin din kardeşinim, Müslüman sırdaşınım. Bir necasetli taşım lakin gün gelir sana şefaatçi olurum. Koy bir kenara gün gelir insan insana lazım olurum. ABDULLAH MURAD ŞÜKRÜOĞLU
SAHABE-İ GÜZİN Burak Çınar
(Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)
Hz. Osman (r.a) Hz. Osman İslam’ın üçüncü halifesidir. Hicret’ten 47 yıl önce 575 yılında Ta’if’te doğmuştur. Mekke’nin önde gelenleri sıcak yaz günlerinde Mekke’ye göre daha serin olan Ta’if bölgesine göç ederlerdi. Hz. Osman’da bir yaz günü burada dünyaya gelmiştir. Babasının adı Affan olup Kureyş Kabilesinin Beni Ümeyye koluna mensuptur. Hz. Osman’ın künyesi ise şu şekildedir; Osman b. Affân b. Ebil-As b. Ümeyye b. Abdi’ş-Şems b. Abdi Menaf el-Kureşî elEmevî. Onun soyu 7. kuşakta yani Abdi Menaf’ta Hz. Peygamber Efendimiz’le birleşir. Hz Osman’ın babası Mekke’nin önde gelen zenginlerindendir ve ticaretle uğraşıyordu. Ticaret için Arap Yarımadasının
Bizbiriz Dergisi
34
dışına da çıktığı bilinmektedir. Hz. Osman bazen babasıyla birlikte ticaret yolculuklarına katılmıştır. Bu yolculuklar esnasında diğer birçok topluluklarla karşılaşmış ve onlardan edindiği bilgilerle kendisini geliştirmiştir. Hz. Osman’ın babası Affan yine böyle bir ticaret yolculuğu sırasında vefat edince genç yaşta olan Hz. Osman babasının mesleğine devam etmiştir. Hz. Osman Mekke’de olduğu kadar ticaret için gittiği yerlerde de ahlakıyla insanları etkilemiş ve gönüllerini kazanmıştır. O İslam öncesinde ve sonrasında güzel huylarıyla ve zekâsıyla insanları etkilemeyi başarmıştır. Hz Osman ilk Müslüman olanların beşincisidir ve kendisi Müslüman oluşunu şu şekilde anlatır;
“Benim kâhin bir teyzem vardı. Bir gün onun evine varmıştım. Bana dedi ki: “Sana bir hatun nasîb olacak ki, ne sen ondan önce bir hatun görmüş olursun, ne de o, senden önce bir erkek görmüş olur. Güzel yüzlü ve zahide bir hatun olup, bir büyük Peygamber kızı olsa gerektir.” Ben teyzemin bu sözüne hayret ettim. Yine bana dedi ki: “Bir peygamber geldi. O’na gökten vahynâzil oldu.” Ben dedim ki: “Ey teyzem, böyle bir sır, şehirde hiç duyulmadı. O halde bu sözü açık söyle.” O zaman teyzem dedi ki: “Muhammed bin Abdullah’a peygamberlik geldi. Halkı dine davet eder. Çok zaman geçmez ki, O’nun dîni ile âlem nurlanır. O’na karşı gelenin başı kesilir.” Teyzemin bu sözleri, bana çok tesir etti. Endişeye düştüm. Ebû Bekir (r.a) ile aramızda büyük bir dostluk vardı. Birbirimizden hiç
ayrılmazdık. Bu meseleyi görüşmek üzere, iki gün sonra hemen Ebû Bekir (r.a)’in yanına gittim. Teyzemin söylediklerini O’na söyledim. Ebû Bekir (r.a) bana dedi ki: “Ya Osman! Sen akıllı bir kimsesin. Hiç görmez ve işitmez ve bir şeye fayda ve zarar vermez olan bir kaç taş ilâhlığa nasıl lâyık olur?” Ben; “Doğru söylüyorsun, teyzemin sözü gerçektir” dedim. Hazreti Ebû Bekir, Osman’a (r.a) İslâmiyeti anlattıktan sonra O’nu Resûlullah’ın (aleyhisselâm) huzûruna götürdü. Peygamberimiz, Hazreti Osman’a şöyle buyurdu: “Yâ Osman. Hak teâlâ seni Cennete misâfirliğe davet eder. Sen de icabet eyle! (Kabûl et) Ben bütün insanlara hidayet rehberi olarak gönderildim” Hazreti Osman Resûlullah’ın
Bizbiriz Dergisi
35
yüksek halleri ve güler yüzle söylediği sözler devam etti. Şura başkanı Abdurrahman İbkarşısında kendinden geçip, büyük bir şevk nAvf, geniş bir kamuoyu yoklaması yaptıktan ve teslimiyetle “Eşhedü en lâ ilahe illallah ve sonra Müslümanların bu iki kişiden birisinin eşhedüenneMuhammedenabdühü ve Re- halife seçilmesi üzerinde mutabık olduklarısûlüh” deyip müslüman oldu. Sonra da daha nı gördü. Hz. Ali (r.a)’i çağırarak ona; Allah’ın önce Şam’a gittiği sırada gördüğü bir rüya- Kitabı, Resulünün Sünneti ve Ebû Bekir ve yı şöyle anlattı: “YâResûlallah! Biz Muan ile Ömer’in uygulamalarına tabi olarak hareket Zerka denilen yer arasında idik. Bir ara orada edip etmeyeceğini sordu. O, Allah’ın Kitabı uyumuştuk. O sırada “Ey uyuyanlar. Uyanın. ve Resulünün Sünnetine tam olarak uyacağı, Ahmed (aleyhisselâm) Mekke’de zuhur etti.” ancak bunun dışında kendi içtihadına göre diye nidâ eden bir ses işittik. Mekke’ye gelin- davranacağı cevabını verdi. Aynı soruyu Osce de sizin Peygamber olarak gönderildiğini- man (r.a)’a yönelttiğinde o, bunu kabul etzi öğrendik.” mişti. Bunun üzerine Abdurrahman İbnAvf, İslâm ile hayat bulup ebediyet kazandıktan Osman (r.a)’ı halife atadığını ilan ederek ona sonra, Peygamber Efendimiz(s.a.s)’in kızı Ru- bey’at etti. Hz. Osman’a ikinci olarak bey’at kiye ile evlendi. Ve Allah yolunda Habeşistan’a eden kimse Hz. Ali (r.a) olmuştur. Peşinden hicret etti. Daha sonra Medine’ye geldi. Hz. de bütün Müslümanlar ona bey’at ettiler. OsRukiye’nin vefatı üzerine Peygamberimizin man (r.a)’ın hilâfete geçişi Hicri yirmi üç senesi Zilhicce ayının sonladiğer kızı Ümmü Gülrında olmuştur. süm ile evlenerek “İki nur sahibi” mânâsına Hz. Osman’ın haligelen “Zinnureyn” lakafeliğinin ilk altı yılı so“Yâ Osman. Hak teâlâ bı ile şereflendi. Öyleki runsuz geçmiştir. Daha seni Cennete misâfirliğe Efendimiz ona şöyle sonraki altı yılda ise davet eder. Sen de icabet demiştir ‘’Eğer bir kızım birçok sıkıntı ortaya eyle! (Kabûl et) Ben bütün daha olsa onuda sana çıkmıştır. Her ne kaverirdim.’’ demiştir. dar İslam kabileciliği insanlara hidayet rehberi desteklemiyor olsa da olarak gönderildim” Hazreti Hz Osman Bedir Araplar arasında kaSavaşı hariç bütün sabileler arasındaki çevaşlarda bulundu. Hukişmeler sürmekteydi. deybiye antlaşmasında Hz Osman’ın yumuşak Mekke’ye elçi olarak huylu kişiliğinden faydalanan akrabaları onu gönderildi. Tebük seferinde onbin kişilik İslâm ordusunun, bütün ihtiyâçlarını karşılayıp ikna ederek devlet işlerinde çeşitli kademedonattı. Ayrıca bin altın da para yardımında lere gelmişlerdir. Bu durum diğer kabilelere bulundu. Bütün malını İslamiyet’in yayılması, mensup kişilerin dikkatini çekmiş ve sonuçta insanların kurtulması, şehâdete kavuşması birçok isyan çıkarmışlardır. için Allah yolunda harcadı. Hz Peygamber’in Vefatı ve Kişiliği yanından ve yolundan hiç ayrılmamış ve Mısırda başlayıp hızla yayılan ve liderliğini “Aşere-i Mübeşşere” denilen cennetle müj- Abdullah İbniSebe’ninyaptığı isyan sonundelenen sahabeler içinde yerini almıştır. da Halifenin evinin kapısına kadar gelmişti. Halifelik Dönemi İsyancılar Hz. Osman’ın evini ablukaya almışHz. Ömer (r.a), yaralanınca, hilâfete geçe- lardı. Evin kapısında ise halifeyi korumak için cek kimsenin tayin edilmesi için altı kişiden Hz Hasan ve Hüseyin nöbet tutmaktaydı. oluşan bir şura oluşturmuştu. Bunlar Hz. Ali, Anlatıldığına göre bu sıralarda Hz. Osman, Sa’dİbnEbiVakkas, Abdurrahman Osman’ın rüyasına Efendimiz teşrif etmişlerb. Avf, ZubeyrİbnAvvam ve Talha İbn Ubey- dir. Hz. Osman bunu şöyle anlatır; dullah idiler. Yapılan görüşmeler neticesinRüyamda Resûl-i Ekrem’i gördüm de, şura üyelerinden dördü feragat edince bana “Osman seni muhasara ettiler öyle görüşmeler Hz. Osman’la Hz. Ali üzerinde mi?” diye sordu. Ben de “Evet yâResûlallah”
Bizbiriz Dergisi
36
dedim. Resûl-i Ekrem “Seni susuz bıraktılar, Bekir ve Hz. Ömer devirlerinin bir devamıydı. öylemi?” diye tekrar sordular. Ben de “Evet Devrinde birçok fetihler yapılmıştır. Horasan, yâ Resûlallah” dedim. Bunun üzerine Resûl-i Hindistan, Maverâünnehir, Kafkasya, KıbEkrem bana bir bardak su verdi ve ben de o rıs Adası ve Kuzey Afrika’nın bir çok yerleri, suyu içtim. Hatta soğukluğunu göğsümde Onun devrinde İslâm topraklarına katılmıştır. duyarcasına kandım. Sonra Resûl-i Ekrem Halifeliği sırasında adâlet ile davranmaya bana “İstersen seni onlara galip getirelim, is- çok dikkat ederdi. Birgün bir gencin kulatersen iftarı bizim yanımızda yap” buyurdu. ğını çekti. Gencin kulağı acıyıp şöyle dedi: Ben de Resûl-i Ekrem’in yanında iftarı tercih “Efendim, herkesin birbirinden hakkını alaettim” dedi. cağı kıyâmet gününü düşününüz.” Bu söz Ertesi gün ise asiler komşu evlerin duvar- Hazreti Osman’a çok tesif etti. “Ey genç sen larını aşarak Hz. Osman’ın evine girdiler. Hz. de, benim kulağımı çek ödeşelim.” buyurdu. Osman ise oruçlu ve Kur’an okumakta idi. Genç, Hazreti Osman’ın kulağını çekti. HazreGözü dönmüş asiler onun üzerine atlayıp ti Osman: “Biraz daha çek” deyince genç: “Siz onu şehit ettiler. Bu arada hanımı Naile’nin kıyâmet gününü düşünerek korktunuz. Ben de parmakları kesildi. de o günkü hesaptan korkuyorum.” dedi. Abdullah bin Selâm, Hazreti Resûlullah kızı Osman’ın şehîd edilRukiyye’yi Osman’a Rüyamda Resûl-i Ekrem’i gördiği esnada yanında verdikten bir zaman düm bana “Osman seni muhabulunanlara “Hazreti sonra kızına “Osman sara ettiler öyle mi?” diye sordu. Osman son olarak o bin Affân’ı nasıl bulBen de “Evet yâResûlallah” deesnada ne dedi?” diye dun” dedi. Hayırlı, iyi sordu. Dediler ki: Hazgördüm, dedi. “Ey cadim. Resûl-i Ekrem “Seni susuz reti Osman “Yâ Rabbi nım kızım, Osman’a bıraktılar, öylemi?” diye tekrar Ümmet-i Muhammed çok saygı göster. Çünsordular. Ben de “Evet yâResûarasındaki tefrikayı kü Eshâbım arasında, lallah” dedim. Bunun üzerine kaldır ve kendilerini ahlâkı bana en çok Resûl-i Ekrem bana bir bardak birleştir” diye üç kere benzeyen o’dur.” Buduâ etti. Abdullah bin yurdu. su verdi ve ben de o suyu içtim. Selâm diyor ki: “Hz Resûlullah (aleyhisHatta soğukluğunu göğsümde Osman o şekilde duâ selâm) hadîs-i şerîfduyarcasına kandım. Sonra Reetmeseydi, kıyâmete te: “Bütün peygamsûl-i Ekrem bana “İstersen seni kadar müslümanlar berler, hayatlarında onlara galip getirelim, istersen bir araya gelemezdi.” bir kimse ile iftihar etAsiler, Hz. Osman’ın iftarı bizim yanımızda yap” bumiştir. Ben de Osman evini soydular. Devlet bin Affân ile iftihar yurdu. Ben de Resûl-i Ekrem’in hazinesi olan beyt-ülederim.” Yine buyuryanında iftarı tercih ettim” dedi. mâlı da yağma ettiler. du: “Bütün melekler Medine-i Münevverebenim ile iftihar ederyi kana buladılar. Haliler. Ben de Osman bin fenin cenazesi üç gün Affân ile öğünürüm.” defnedilmedi. Nihâyet Zübeyr bin Avvâm Hz. Osman adeta cömertliğin, hayânın (r.a) ve onyedi kişi cenâze namazını kıldıktan simgesi idi. Gecenin bir kısmında uyur, sonsonra, Bâki mezarlığına defn ettiler. Hazreti ra ibadete kalkardı. Allah bizlere ve bizden Osman şehîd olduğu zaman 82 yaşında bu- sonra gelenlere onun gibi haya sahibi olmayı lunuyorlardı. nasip etsin. 12 senelik hilafeti boyunca İslam’a büyük Kaynakça; hizmetleri dokunmuş olan Hz. Osman cesur bir kişi idi. Hiçbir felâket karşısında sarsılma- 1)Prf. Dr. İhsan Süreyya Sırma mıştır. Bunun için halifeliği de başarılı geç- İslami Tebliğin Örnek Halifeleri miştir. Bilhassa halifeliğinin ilk yılları, İslâm 2)Şemseddin Ahmet Efendi tarihinde altın bir devir teşkil eden Hz. Ebû Dört Büyük Halife
Bizbiriz Dergisi
37
MURAD EFENDİM Sen Hak yıldızısın yolda kaymazsın, Gönüllere gülsün, asla solmazsın, Asay-ı Musa’sın hiç kırılmazsın, Müride Muradsın güzel Efendim, Gönlüme sultansın canım Efendim. Efendim Efendim Murad Efendim. Gönüller sultanı Murad Efendim. Selamın gelince sabah yelinde, Dağılır hüzünler gönül telinde, Bir umut yeşerir o can evinde, Derdime dermansın güzel Efendim, Gönlüme sultansın canım Efendim. Efendim Efendim Murad Efendim. Gönüller sultanı Murad Efendim. Hani bir dehlize girince insan, Kapanır kapılar susunca lisan, Açılır defterler el-aman aman, Kabrime ışıksın güzel efendim, Gönlüme sultansın canım Efendim. Efendim Efendim Murad Efendim. Gönüller sultanı Murad Efendim. Yüzüne bakmaya yoktur yüzümüz, Nazarınla yanar gönül közümüz, Talibiz biz buna ahir sözümüz, Duama aminsin güzel Efendim Gönlüme sultansın canım Efendim. Efendim Efendim Murad Efendim. Gönüller sultanı Murad Efendim. Aşığız uğruna gittiğin yolun, Bendesi olmuşsun kutlu Rasulün, Abdullah Murad’sın hem Şükrüoğlu’sun, Kulluğun aşikar güzel Efendim Gönlüme sultansın canım Efendim. Efendim Efendim Murad Efendim. Gönüller sultanı Murad Efendim. Bizbiriz Dergisi
38
M. Emin Doğan
MÜSLÜMAN BİLİMADAMLARI FARUK KUL Geçmişte bütün İslam ülkelerinde matematik, tıp, uzay bilimleri ve daha birçok iliHazinî, ölçü ve tartı min okutulduğu medreseler, okullar, rasatteorilerine yaptığı katkı ile haneler; dönemin en gelişmiş teçhizatları ile tanınır. Bilime yaptığı diğer donatılmış hastaneler, herkese açık kütüpbir önemli katkı da yerçekimi haneler bulunmaktaydı. Bağdat, Harran ve hakkındaki görüşleridir. Hazinî, Endülüs başta olmak üzere Mısır, Kuzey AfNewton’dan 500 yıl önce, “her rika ve Doğu Fırat çevresindeki birçok İslam cismi yer kürenin merkezine şehrinde, eğitim sistemi ve ilim, söz konusu doğru çeken bir güç” olduğunu döneme örnek teşkil edecek düzeyde gelişsöylemiştir. tirilmişti. Müslümanlar, yaşadıkları şehirleri ilim ve fenle cazibe merkezi haline getirmişlerdi. Bunlardan biri olan Kurtuba, hastanele- yen Ahmet Fergani, enlemler arasındaki meri, kütüphaneleri ve Orta Avrupa’dan öğren- safeyi hesapladığı gibi, Dünya’nın eksenindecilerin eğitim görmek üzere geldiği okulları ki eğimi en doğru şekilde hesaplıyordu. ile Avrupa’nın en modern şehri olarak bilinEl-Battani, Trigonometrik bağlantıları bumekteydi. günkü kullanılan şekliyle formülleştiren, 877 Harezmi, Hint rakamlarına sıfır rakamı- yılından 929 yılına kadar sürekli astronomik nı ekleyerek bugün kullandığımız rakamları gözlemler yapan; Tanjant ve Kotanjant’ın taoluşturuyor. nımını yaparak Sinüs, Tanjant ve Kotanjant’ın Fen bilimlerinde, deneyle sabit olmayan sıfırdan doksan dereceye kadar tablosunu bilgilere itibar edilmemesi gerektiğini söyle- hazırlamıştır. Bizbiriz Dergisi
39
kimyasal maddelerin yoğunluk ve özgül ağırlıklarını ölçmek amacıyla icat ettiği hassas terazilerle, kimya bilimine de önemli katkılarda bulundu. Öyle ki, icat ettiği ve “Mizanü’l-Hikme” (Hikmet Terazisi) adını verdiği bu hassas terazi ile yaptığı yoğunluk ve ağırlık ölçümleri, günümüz teknolojisi kullanılarak yapılan ölçümlerden pek farklı değildir. Elementler Altın Civa Bakır Pirinç Demir Kalay Kurşun
Hazini’ye göre 19.05 13.56 8.66 8.57 7.74 7.32 11.32
Hazini’ye göre 19.26 13.59 8.85 8.40 7.79 7.29 11.35
Ebü’l-Vefa trigonometriye Sekant ve Kose- 9. Yüzyıl’da Hârizm’de dünyaya geldiği için kant kavramlarını kazandırır. Hârizmî adıyla tanınan ve büyük bir olasılıkla Gözün görülebilir cisimler doğrultusunda Türk olan Muhammed ibn Musa, Memun’un ışınlar yaydığını söyleyen Öklid ve Batlamyus’a Bağdat’ta kurduğu Bilgelik Evi’nde bulunmuş karşı; ‘Görülecek cismin şekli, ışık vasıtasıyla ve bu kurumun kütüphanesinde matematik ve gözden girer ve orada mercekler vasıtası ile astronomi alanlarında araştırmalar yapmıştır. nakledilir’ diyerek, yaptığı sayısız denemelerle Aritmetik ve cebirle ilgili iki yapıtı, matematik ‘göze gelen uyarıların görme sinirleri ile beyne tarihinin gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir. iletildiğini’ söyleyen İbnü-l-Heysem ise optik Hârizmî’nin cebirle ilgili bu yapıtı, 12. Yüzyıl’da Chesterlı Robert ve Cremonalı Gerard biliminin öncüsüdür. tarafından Latinceye tercüme edilmiştir. Benu Musa kardeşler, Abbasi Halifesi MeYapıtların en ilginç yönlerinden biri, açıların, mun (M.S. 813-833) ve onu izleyen halifeler zamanında, matematiksel bilimlerin gelişmesi trigonometrik fonksiyonlarla ifade edildiğini yönünde etkin rol oynamış kişilerdi. Topkapı gösteren bir takım tablolar ihtiva etmesidir. Sarayı III. Ahmed Kütüphanesi’nde bulunan Bunların dışında, Hârizmî’nin yön bulmada eserlerinde (A3474), sihirli kaplar, fıskiyeler, kullanılan usturlabın biri yapımını ve diğeri de kandiller, bir dansimetre, bir körük ve bir kal- kullanımını anlatan iki eseri daha mevcuttur. Hârizmî, Batlamyus’un Coğrafya adlı yapıtını, dırma düzeninden bahsedilmektedir. Kitâbu Sureti’l-Ard’ (Yer’in Biçimi Hakkında) İbnu’n-Nefis, 1200’lü yıllarda, küçük kan adıyla Arapça’ya tercüme etmiş ve böylece, dolaşımını keşfeder. Yunanlıların matematiksel coğrafyaya ilişkin Hazinî, ölçü ve tartı teorilerine yaptığı katkı bilgilerinin İslâm dünyasına girişinde önemli ile tanınır. Bilime yaptığı diğer bir önemli katkı bir rol oynamıştır. da yerçekimi hakkındaki görüşleridir. Hazinî, Ebubekir er-Razi, cerrahide dikiş malzeNewton’dan 500 yıl önce, “her cismi yer küre- mesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanır; nin merkezine doğru çeken bir güç” olduğunu tıp biliminde deney ve gözlemin çok önemli söylemiştir. Roger Bacon’dan yüzyıl önce de, olduğundan bahseder ve başhekimi olduğu dünyanın merkezine doğru yaklaştıkça, su- hastanede görev alacak olan doktorların uzyun yoğunlaştığı fikrini ortaya atmıştır. Hazinî, manlaşmaları gerektiğini söyler.
Bizbiriz Dergisi
40
Çeşitli maddelerin birbirinden ayırt edilme yollarından birinin, maddelerin özgül ağırlıkları olduğunu söyleyerek, sıcak su ile soğuk su arasındaki özgül ağırlık farkını tespit eden el-Beyruni; 973 yılında ‘Bilimsel çalışmaların, deneylerle ispat edilmesi gerektiğini ve belgelere dayanmasının zorunlu olduğunu’ söyler. Şerafeddin Sabuncuoğlu, Fatih Sultan Mehmet döneminin ünlü doktoru ve tıp bilginidir. Mücerrebname’ adlı eserinde, kendi deney ve gözlemlerine yer vermiştir. Asıl çalışma alanı cerrahlık ve deneysel fizyolojidir. Cerrahiyatü’l-Haniye’ isimli eserinde cerrahlıkla ilgili çalışmalarına yer vermiş ve yaptığı cerrahi müdahaleleri resimlerle tasvir etmiştir. Bursalı Ali Münşi Tıp bilimine yaptığı en önemli katkılardan biri Kınakına’ hakkındaki çalışmasıdır. Burada bu ağacın kabuklarının humma, sıtma gibi hastalıklara iyi gelmesi ile ilgili gözlemlerine yer vermiştir. İlk kağıt fabrikasını kuran alim İbni Fazıl, Kızamık ve çiçek hastalığını keşfeden alim Razi, Mikrobu ilk tanımlayan alim Akşemseddin, Cüzzamı bulan alim İbni Cessar, Vebanın bulaşıcı olduğunu bulan alim İbni Hatip, Verem mikrobunu bulan alim Kambur Vesîm, Retina tabakasını bulan alim İbni Rüşd, İlk göz ameliyatını yapan alim Ammar, İlk kanser ameliyatını yapan alim Ali bin Abbas, Küçük kan dolaşımını bulan alim İbnünnefis, İlk Tabipler odası başkanı Ali bin Rıdvan, Sıfırı ilk kullanan alim Harizmi, Trigonometriyi ilk bulan alim Battani, Tanjant,
kotanjant ve kosekantı ilk kullanan alim Ebul Vefa, Trigonometri kitabını yazan alim Nasiruddin Tusi, İlk trigonometrik dönüşüm formülünü bulan alim İbni Yunus, Binom formülünü ilk bulan alim Ömer Hayyam, İlk difransiyel kitabını yazan alim. Sabit bin Kurra, Ondalık kesiri ilk bulan alim Gıyaseddin Cemşid, İlk usturlabı yapan alim Zerkali, Dünyanın döndüğünü keşfeden ilk alim Biruni, Dünyanın çevresini ilk ölçen alim Musa kardeşler, Güneşin yüzündeki lekeleri ilk bulan alim Fergani, Yıldızların yer ve açıklıklarını ölçen ve ilk cetveli geliştiren alim Cabir bin Eflah, İlk otomatik kontrol sistemleri tasarlayan alim Ahmet bin Musa, Sibernetiği ilk kuran alim. El Cezeri, İlk optik temellerini koyan alim İbni Heysem, Sesin .fiziki açıklamasını ilk yapan alim Farabi, İlk torna tezgahını yapan alim İbni Karara, Kanatlarla uçan ilk alim Hazerfen Ahmed Çelebi,İlk uçağı yapan alim Ebu Firnas, Yer çekimini ilk bulan alim Ebubekir Razi, Sarkaçlı saati ilk yapan alim İbni Yunus, Maddelerin özgül ağırlığını ilk hesaplayan alim Hazini, Atomun parçalanabileceğim ilk bulan alim Cabir bin Hayyan, Gök kuşağını ilk açıklayan alim Kutbettin Şirazi, İlk kimya laboratuarını kuran alim. Cabir, Saf alkolü ilk elde eden alim Razi, Fosforu ilk bulan alim Beşir, Havan topunu ilk bulan alim Fatih Sultan Mehmed, İlk kıta seyahatnamesini yazan alim İbni Battuta, İlk dünya haritasını çizen alim Mürsiyeli İbrahim, İlk ecza kitabını yazan alim İbni Baytar.
Bizbiriz Dergisi
41
ilm-ü hal
abdest َّ َا ُعو ُذ بِالل ِه ِم َن الش ْي َطانِ ال َّرجِ ِيم ب ِْس ِم الل ِه ال َّر ْح َم ِن ال َّر ِح ِيم الص َلا ِة َف ْاغ ِس ُلوا َّ َيا َأ� ُّي َها ا َّل ِذ َين �آ َم ُنوا �ِإ َذا ُق ْم ُت ْم �ِإ َلى وه ُك ْم َو َأ� ْي ِد َي ُك ْم �ِإ َلى ا ْل َم َرا ِف ِق َوا ْم َس ُحوا َ ُو ُج وس ُك ْم َو َأ� ْر ُج َل ُك ْم �ِإ َلى ا ْل َك ْع َب ِين َو�ِإ ْن ُك ْن ُت ْم ِ ِب ُر ُؤ ُج ُن ًبا َف َّاط َّه ُروا َو�ِإ ْن ُك ْن ُت ْم َم ْر َضى َأ� ْو َع َلى َس َف ٍر َأ� ْو َجا َء َأ� َح ٌد ِم ْن ُك ْم ِم َن ا ْل َغا ِئ ِط َأ� ْو َلا َم ْس ُت ُم ال ِّن َسا َء َف َل ْم َتجِ ُدوا َما َء َف َت َي َّم ُموا َص ِع ًيدا َط ِّي ًبا َفا ْم َس ُحوا ِب ُو ُجو ِه ُك ْم َو َأ� ْي ِد ُيك ْم ِم ْن ُه َما ُي ِر ُيد ال َّل ُه ِل َي ْج َع َل َع َل ْي ُك ْم ِم ْن َح َر ٍج َو َل ِك ْن ُي ِر ُيد ِل ُي َط َّه َر ُك ْم َو ِل ُي ِت َّم َ ِن ْع َم َت ُه َع َل ْي ُك ْم َل َع َّل ُك ْم ت َْش ُك ُر ون “Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin). Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat o sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.”1 1(Maide ;5/6)
AYŞE TUNÇ Bizbiriz Dergisi
42
ABDESTİN MAHİYETİ VE ÖNEMİ
açık uzuvlar günde birkaç defa su ile temizlenir. Bu sayede vücudun sinir sistemi ve kan dolaşımı daha düzenli hale gelir ve vücuda fiziki-tıbbi birçok fayda sağlar. Ayrıca abdest, namaz ibadetini ifa için yüce Allah’ın huzuruna çıkacak müminin manevi ve ruhi hazırlık ve temizliği de demektir. Nitekim Habibi Kibriya Muhammed Mustafa (sav)’ in birçok hadislerinde abdestin manevi temizliği de içerdiğini görürüz.
Farsça ab (su) ve dest (el) kelimelerinden oluşan ve “el suyu” anlamına gelen abdest, belirli ibadetlerin ifasının ön şartı olan ve kendisi de ibadet mahiyetinde görülen bir nevi hükmi temizliktir. Arapça karşılığı güzellik, temizlik ve parlaklık anlamına gelen “vudu )(الوضوءdur. Fıkıhta abdest, «belli uzuvları usulüne uygun olarak su ile yıkamak ve bazılarını da eldeki su ıslaklığı ile meshetEbu Hureyre (r.a)’den rivayet edildiğine mek» şeklindeki ibadet temizliği olarak tarif göre, Resulullah (sav) şöyle buyurdu: edilir. Abdestle ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de; «Ey iman edenler! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklere kadar kollarınızı yıkayın, başınızı meshedin ve topuklara kadar ayağınızı yıkayın. Eğer su bulamazsanız temiz toprakla teyemmüm edin.» 1 buyurulur.
“Müslüman –veya mü’min– bir kul abdest alır ve yüzünü yıkarsa, gözleri ile bakarak işlediği her günah abdest suyu –veya suyun son damlası– ile yüzünden çıkar. İki elini yıkadığında, elleriyle tutarak işlediği her günah abdest suyu –veya suyun son damlası– ile ellerinden çıkar. Ayaklarını yıkadığı zaman, ayaklarıyla yürüyerek işlediği her günah abdest suyu –veya suyun son damlası– ile ayaklarından çıkar. Neticede o mü’min kul günahlardan temizlenmiş olur.”3
Bu ayet Medine döneminde nazil olmuş ise de, müslümanların Mekke döneminde mi`rac gecesinde namazın farz kılınmasından itibaren namaz öncesinde mendup bir davranış olarak abdest aldıkları bilinmekDiğer bir hadis-i şerifte ise; tedir. Ayet bunu müstakil bir hükümle teyit Ebu Hureyre (r.a)’den rivayet edildiğine etmiş, ayrıca abdestin her amel için değil namaz için farz kılındığını açıklamıştır. Habibi göre, Resulullah (sav) kabristana geldi ve: Kibriya Muhammed Mustafa (sav) ‘de hem “Selam size ey mü’minler diyarı! İnşaallah müslümanlara fiili olarak abdestin nasıl alı- biz de size katılacağız. Kardeşlerimizi görmenacağını göstermiş hem de abdestsiz olarak mizi çok isterdim” dedi. Ashab-ı kiram: kılınacak hiçbir namazın Allah katında kabul -Biz senin kardeşlerin değil miyiz, ya Resuolunmayacağını belirtmiştir.2 lallah? dediler. Resul-i Ekrem: Abdest, başlı başına maddi temizlik özelli-“Sizler benim ashabımsınız, kardeşlerimiz ği de taşıyıp sağlık açısından bir dizi faydalar içermekle birlikte esasen hükmi temizlik işle- henüz gelmemiş olanlardır” buyurdular. Bumi ve arınma yoludur. Bunun için de fıkıh di- nun üzerine ashab: linde maddi kirlilikten temizlenme “necaset-Ümmetinden henüz gelmemiş olanları ten taharet” olarak anılır; hükmi kirlilik olan nasıl tanıyacaksın, ey Allah’ın Resulü? dediler. hadesten temizlik ise birer hükmi temizlik Rasulullah Efendimiz: usulleri olan abdest ve gusül ile olur. Abdest -“Ne dersiniz? Bir adamın alnı ak ve ayakları ile ağız, diş, burun, el, yüz ve ayaklar gibi kirlenmeye ve dışarıdan gelecek mikroplara en sekili bir atı olsa, yağız ve doru at sürüsü içinde kendi atını tanımaz mı?” diye sordu. Sahabe: 1 (Maide 5/6) 2 (Buhârî, “Vudû”, 2; İbn Mâce, “Tahâret”, 47).
3 (Müslim, Tahâret 32. Ayrıca bk. Tirmizî, Tahâret 2)
Bizbiriz Dergisi
43
-Evet, tanır, ey Allah’ın Resulü, dediler. ReVacip olan abdestler: Kabe’yi sadece tavaf sul-i Kibriya: etmek için alınan abdestlerdir. (Hanefi mez-“İşte onlar da abdestten dolayı yüzleri hebi)
Mendub olan abdestler: Bunlar sırf temiz nurlu, el ve ayakları parlak olarak gelecekler. bir hal üzere bulunmak, ezbere Kur’an okuBen havzın başına onlardan önce varacamak, ezan okumak, kamet getirmek, vakit ğım” buyurdular. 1 namazları için ayrı ayrı abdest almak, din Bu yüzden abdest esasında hükmü temiz- ilimlerini okuyup okutmak, din kitablarını lik olmakla birlikte,maddi temizlikle mane- tutmak,yatmadan once abdestli olmak, cenavi temizliği birleştirici, müslümana manevi zeyi yıkamak ve ardından yürümek veya öfkeyönden destek ve güç sağlayıcı bir anlam ve yi sindirip yok etmek için alınan abdestlerdir. Herhangi bir hata arkasından mesela, yalan öneme sahiptir.2 söyledikten ,gıybet ettikten,herhangi bir köBu hadis-I şeriflerin öğrettiği ahlaki düs- tülük işledikten sonra alınan abdestler de bu turu arif-i billah Abdullah Murad Şükrüoğlu kısımdandır. Bu gibi maksatlarla alınan abHocaefendi günümüz insanına şöyle ifade dest ile namaz kılınabilir, Kur’an ele alınabilir. eder; Hatta mümine manevi destek sağladığı,
HAK ABDESTİ; BATILDAN VE HURAFELER- adeta müminin silahı olduğu, ayrıca Habibi DEN, KUR’AN’LA VE SÜNNETLE ARINMAKTIR. Kibriya Muhamed Mustafa (sav)’in mümkün olduğu ölçüde abdestli halde bulunduğu ABDESTİN GEREKLİLİĞİ göz önünde tutularak İslam alimleri mümiAbdest başlı başına ve bizzat amaç olan bir nin imkan ölçüsünde her işe abdestli olarak ibadet değil belli ibadetleri yapmayı mübah başlamasını ve abdestli bulunmasını tavsiye kılan, kulun bu ibadetlere manen ve ruhen etmişlerdir. hazırlanmasına ve bu ibadetlerden azami veAbdestin yukarıda özetlenen bu dini hükrim elde etmesine yardımcı olan vasıta (vesile) ibadettir. Bazı ibadetler ve fiiller içinse ab- münün tabii sonucu olarak abdestsiz kimsedestli olmak dinen gerekli görülmemiş olsa nin, cenaze namazı da dahil namaz kılması, bile, taşıdığı birçok maddi ve manevi fayda- şükür ve tilavet secdesi gibi namaz hükmülar sebebiyle tavsiye edilmiştir. Bundan dola- ne tabi fiilleri yapması, Kabe’yi tavaf etmesi, yı abdestin dini değer ve bağlayıcılık hükmü Kur’an’a dokunması ve onu elle tutması caiz görülmez. Abdestsiz olarak Mushafa bakarak farz, vacip ve mendup şeklinde üç çeşittir: Farz olan abdestler: Bunlar, müslümanların veya ezberden Kur’an okumak ise caizdir.
namaz kılmak, tilavet secdesi yapmak veya Kur’an-ı Kerimi elleriyle tutmak için alacakları abdestlerdir.( Sünni mezheplerin çoğu bunların farz olduğunda görüş birliğindedir. Kur’an’a dokunmak için abdestin farz olduğu hükmü;3 dayandırılmakla birlikte esasen müslümanların Kur’an’a atfettikleri önemi ve ondan istifadeyi azami ölçüye çıkarma gayretlerini yansıtan ve bünyesinde birçok sosyal ve psikolojik gerekçeyi barındıran kolektif şuur konumundadır.) 1 (Müslim, Tahâret 39. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 36) 2 İSAM İlmihal. 3 (el-Vakıa 56/79;Beyhakı,Sünen,I,87-88)
Bizbiriz Dergisi
44
Kur’an yüce Rabbin kelamı olduğu için ona her zaman azami saygı göstermek, su-i edeb olarak algılanacak davranışlardan kaçınmak gerekir. Kur’an tilaveti, öteden beri sünnet değer hükmü atfedilen bir ibadet olarak telakki edildiği için, Kur’an tilavet ederken hem bu kolektif şuuru incitmemek ve hem de esasen her çeşidiyle ibadetin abdestli olarak ifasının ibadeti tamamlayan bir boyut olması sebebiyle böyle davranıp ibadet lezzetini daha derinden almak için abdestli olmaya özen göstermelidir. Fakihlerin Kur’an tilavetini sünnet olarak nitelendirip ona ibadet
içeriği yüklemeleri bu anlamda doğrudur ve bunun için abdestli olmanın şart koşulmasıda yerindedir. Ancak Kur’an okumaktan asıl maksadın manasını anlamaksızın okuma değil, anlamak ve gereğini yerine getirmek üzere okumadır. Zaten Kur’an’ın indirilişinin asli amacı da budur. Birinci okuyuşta ibadet niteliği ön plana çıktığı, ikincisinde ise anlama önem kazandığı için iki tür okuyuş arasında abdest açısından bir ayırım yapmak mümkündür. Bu ayırım sebebiyle olmalı ki, bazı bilginler, ikinci tür okuyuş biçiminde abdest almayı şart koşmamışlardır.1 ABDESTİN FARZLARI Abdestin farzları, bir fiilin abdest sayılabilmesi için onda bulunması zorunlu olan ana unsurlar demektir. Abdestin farzları ilgili ayette (el-Maide 5/6) zikredildiği üzere dörttür: 1. Yüzü (1 kez ) yıkamak 2. Kolları dirseklerle birlikte (1 kez ) yıkamak. 3. Başın 1/4’ nü meshetmek. 4. Ayakları topuklarla birlikte (1 kez ) yıkamak.
larken besmele çekmek Hanbeliler’e göre, dört farzın ayette sayılan sıraya uygun yapılması (tertib) Şafii ve Hanbeliler’e göre, bu işlemlerin ara verilmeden yapılması (muvalat) Maliki ve Hanbeliler’e göre farzdır. Ca`feriler, abdestle ilgili ayetin ifade tarzından hareketle ayakların yıkanmasının değil meshedilmesinin farz olduğunu ileri sürerler. Abdestin farzlarının yerine getirilmiş olması kuşkusuz alınan abdestin fıkhen geçerli (sahih) olması sonucunu da doğurur. Bununla birlikte kullanılan suyun temiz ve temizleyici olması, abdest alırken özür durumu hariç abdesti bozan bir durumun bulunmaması, yıkanması gereken uzuvlarda hiç kuru yerin kalmaması da gerekir. Bazı ilmihal kitaplarında, abdest alırken yıkanan uzuvlarda iğne deliği kadar kuru yerin kalmamasının istenmesi, hakiki anlamı değil bu konuda azami titizliğin gösterilmesi gerektiğini ifade içindir. Abdest uzuvlarında bulunup suyun deriyle temasını önleyen maddelerin imkan ölçüsünde temizlenmesi gerekir. Temizlemede zorluk varsa bunların bulunması abdeste zarar vermez. Boyacı, marangoz gibi esnafın, sanatkarların el ve kollarında bulunan boyalar böyledir. Bunlar el ve tırnaklardan kazınmadıkça abdestin geçerli olmayacağının söylenmesi, bilgiye dayalı fıkhi bir hüküm olarak değil de yukarıda sözü edilen hassasiyetin abartılı ifadesi olarak anlaşılmalıdır. Aynı şekilde bir uzvu yıkamak sağlık açısından sakıncalı ise meshedilir, meshetmek de zararlı ise terkedilir.
Yüzün sınırı iki kulak yumuşağı, alındaki saç bitim yeri ile çenenin sona erdiği yer arasında kalan kısım olarak belirlenmiştir. Yüz yıkanırken sakal sık ise üstünü yıkamak yeterlidir. Abdest alırken parmaktaki yüzüğün altına su alacak şekilde oynatılması, el, yüz ve ayakta bulunan ve suyun deriye temasını önleyen maddelerin imkan dahilinde temizlenmesi gerekir. Dirseklerin yıkanması da abdestin farzları kapsamındadır. Başın dörtABDESTİN SÜNNETLERİ ve ADABI te birinin el içinin ıslaklığıyla meshedilmesi Hanefiler’e göre yeterlidir. Başın mesh mikHabibi Kibriya Muhammed Mustafa tarı Şafii mezhebinde daha az iken diğer iki (s.a.v)’in farz ve vacip kapsamında olmaksızın mezhepte adeta başın tamamıdır. sürekli veya genelde yaptığı ve ümmetine de Abdestin bu dört farzında Sünni fıkıh mez- yapılmasını tavsiye ettiği fiillere fıkıh ilminde hepleri ittifak etmiştir. Ancak Hanefi mezhe- ve ilmihal dilinde sünnet, Hz. Peygamber’in binin dışında kalan diğer üç Sünni mezhebin bazan yapıp bazan da terkettiği fiillere ise buna bazı şartları da ilave ettiği görülür, şöy- mendup, müstehap veya adap denildiğini, le ki: fıkıh usulünde ise bu gruba giren bütün fiilNiyet bu üç mezhebe göre, abdeste baş- lerin, şer`i hükmün beşli taksimi içinde “men1 İSAM İlmihal. dup” olarak nitelendirildiğini biliyoruz.
Bizbiriz Dergisi
45
Abdestin sünnetleri şöyle sıralanabilir:
yici ve Rabbin rızasını kazandırıcıdır,” 1 buyu-Abdeste başlarken önce temiz olan elleri rulmuştur. Diğer bir hadis-i şerifde de: “Eğer bileklere kadar yıkamak. Temiz olmayan elle- ümmetime güçlük vermeyecek olsaydım, her abdest için misvak kullanmalarını onlara ri önce yıkamak ise farzdır. Böylece diğer oremrederdim.”2 buyurulmuştur. ganlar kirlenmiş olmaz. -Sıra gözetmek: Abdest alırken önce yüz, -Abdeste “Euzü Besmele” ile başlamak. sonra kollar yıkanır. Bundan sonra başa mesAbdest arasında okunacak Besmele ile bu hedilir ve arkasından da ayaklar yıkanır. Ayaksünnet yerine getirilmiş olmaz. (Hanbelilere larda mest varsa, mestlerin üzeri meshedilir. göre, abdestin başlangıcında Besmele okuBu şekilde sıra gözetilmezse, yine abdest mak vacibdir; kasden terk edilirse, abdest sahih olur, ancak sünnete uyulmuş olmaz. batıl olur. Yanılarak veya bilmeyerek terk (Şafii ve Hanbelilere göre, abdest alırken bu edilmesi abdesti geçersiz kılmaz.) sıraya uymak farzdır.) -Niyet etmek: Abdesti, namaz kılma-Abdesle sağ tarafdan başlamak: Sağ kol, ya veya abdestsizliği gidermeye veya Yüce sol koldan ve sağ ayak, sol ayakdan önce yıAllah’ın emrini yerine getirmeye niyet ederek kanır. Sağ taraf daha şerefli olduğu için böyle almak. (Hanefi mezhebine göredir, diğer üç yapılır. mezhebe göre ise farzdır.) Niyet kalb ile olur, -Abdest organlarını üçer kez yıkamak. dil ile “Niyet ettim Allah rızası için abdest almaya” denilmesi güzel görülmüştür. Niyetin Bunlardan biri farz, diğer ikisi sünnettir. Üçvakti, elleri veya yüzü yıkamaya başlama za- ten fazla veya üçten az yıkamak sünnete aykırıdır. Şüphe sebebiyle veya su azlığı dolayımanıdır. sıyla bu sayılar azaltılıp çoğaltılabilir. -Mazmaza (ağıza su vermek) ve istinşak -Elleri ve ayakları yıkamaya başlarken par(buruna su çekmek). Şöyle ki: Elleri yıkadıktan sonra önce üç kez ağıza dolusunca su alı- mak uçlarından başlanır. nır ki, buna “Mazmaza” denir. Sonra üç kez de Eller ve ayaklar yıkanırken parmakların burnun yumuşağına kadar gidecek şekilde arasını yoklayıp yıkamak (hilallemek): El parburuna su verilir ve sümkürülür. Buna da “İs- makları birbirine sokularak, ayak parmakları tinşak” denir. Her su verişte su yenilenir. Bun- da el parmaklarından biri ile yapılır. ları yapmakla hem ağzın, hem de burnun içi -Abdest suyunu, bıyıkların ve kaşların altyıkanmış ve kullanılacak suyun tadı ve kokularına ve yüzün çevresinden sarkmış bulunan su anlaşılmış olur. fazla kıllara eriştirmek. -Mazmaza ve istinşakı aşırı derecede yap-Sakalın çeneden aşağıya uzamış kısmını mak. Şöyle ki: Mazmazada su, boğaza kadar iner. İstinşakta su, burnun katı yerine kadar meshetmek ve sık olan sakalı bir avuç su ile çıkarılır. Fakat oruçlu olanlar mazmaza ve is- alt tarafından el parmakları ile hilallamak. Bu, iki İmama göredir, İmamı Azam’a göre müstinşakı böyle aşırı yapmazlar. -Misvak kullanmak. Şöyle ki: Misvak, arak tahabdır. denilen ağacın dalından yapılan ve dişleri te-Başın tamamını bir su ile meshetmek. mizlemek için kullanılan bir fırçadır. Misvakın Buna “Kaplama Mesih” denir. (Şafiilere göre, pek çok yararları ve sevabı vardır. Dişleri te- meshi üç kez tekrarlamak sünnettir.) mizler, ağız kokusunu giderir, sağlığa yararlı 1 (R.Salihin;1207) olur. Bir hadis-i şerifte: “Misvak, ağzı temizle- 2 (Buhari;Müslim)
Bizbiriz Dergisi
46
-Abdestin başından sonuna kadar niyeti -Kulakları meshetmek. Bu mesih bir su ile yapılabileceği gibi yukarıda bildirildiği şekil- unutmayıp kalbde tutmak ve her organı abde de yapılabilir. Serçe parmaklarını kulak dest niyeti ile yıkarken Besmele çekmek ve deliklerine sokarak kımıldatmalıdır. dua etmek. Salat ve selam getirmek. (Hanbelilere göre, kulakları ve içlerini mes-Elleri yıkarken dar olmayan yüzükleri oyhetmek farzdır; çünkü bunlar da baş kısmına dahildir.) natmak. Eğer yüzük dar ise, muhakkak suret-Boynu meshetmek: Başı ve kulakları mes- le yüzükleri oynatıp altına su geçmesini sağhettikten sonra, iki elin arkaları ile ve üçer lamak gerekir. parmakla, yeni bir suya gerek kalmaksızın bo-Abdest alırken ağıza ve buruna sağ el ile yun meshedilir. Boğazı meshetmek bid’attır. -Abdest organlarını, üzerlerine dökülen su su vermek ve sol el ile sümkürmek. ile iyice ovmak. -Yüzü yıkarken göz pınarlarını yoklamak, -Abdest organlarını, arada kesinti yapma- abdest suyunu dirseklerin ve topukların yudan yıkamak. Bir organ henüz kurumadan karlarına eriştirmek. diğerini yıkamaya geçmek. Buna “Vila” denir. Havanın sıcaklığı sebebiyle yıkanan organın -Abdest için yeterinden fazla su harcamahemen kuruması vilaya engel değildir. mak. Organlardan su damlamayacak kadar Bazı alimlere göre vila: Abdest alırken ara- da kısıntı yapmamak. Deniz kenarında buluya başka bir iş sokmamaktır. nulsa bile, gereksiz su harcamak kerahet olur. (Malikilerle Hanbelilere göre, abdest or-Abdest tamamlanınca kıbleye karşı şehaganları yıkanırken hemen birbiri ardından yıkanmaları ve araya başka bir iş sokulmaması det kelimelerini okumak. Ömer İbni Hattab farzdır.) (ra)’ den rivayet edildiğine göre, Nebi (sav) Abdestin adabları ise şunlardır:
şöyle buyurdu:
-Henüz vakit girmemişken abdest alıp na“Sizden biriniz güzelce abdest alır –onu maza hazır bulunmak. Ancak özür sahibleri tastamam yapar– sonra da: Eşhedü en la ilaabdestlerini vakit girdikten sonra alırlar. he illallahü vahdehu la şerike leh. Ve eşhe-Kıbleye yönelerek abdesti almak. dü enne Muhammeden abdühu ve resulüh, -Abdest sularının elbiseye sıçramaması derse, o kimseye cennetin sekiz kapısı açılır. için, yüksek bir yerde durmak. 1 -Abdest için başkasından yardım isteme- O da dilediği kapıdan girer.” mek. Ancak bir özür sebebi ile başkasından yardım istemelidir. Başkasının kendi arzusu ile abdest suyunu hazırlaması veya abdest alana su dökmesi edebe aykırı olmaz. -Abdest alma sırasında zaruret olmadıkça dünya lakırdısı yapmamak.
-Abdest dualarını okumak;2 DEVAM EDECEK 1 ( Müslim, Tahâret 17. Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Tahâret 65; Tirmizî, Tahâret 55; İbni Mâce, Tahâret 60) 2 Ömer Nasuhi Bilmen, İlmihal.
Bizbiriz Dergisi
47
ŞEHRİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ Cemaat Rahmeti Ümmü HARAM Euzubillahimineşşeydaniracim... Bismillahirrahmanirrahim... Akşam ile yatsı arası kardeşlerimizle sözleştiğimiz yerde buluşup, ziyaretlerimizi yapacağımız mahallenin muhtarlığına doğru yola koyulduk.
faaliyet gösteriyoruz. Sizlere Hocamızın sohbet ve dua kitaplarından getirdik.” diyerek muhabbete başladık. Hanımlar ziyaretimizden duydukları memnuniyeti dile getiriyorlar, hepimize ayrı ayrı sarılıyorlar. Yaşça biraz daha büyük olan hanım ağlamaya başlıyor. Bir taraftan da anlatıyor. “Otuz altı yaşındayım. Üç çocuğumla dul kaldım. Şimdiki eşimle ikinci evliliğimi yaptım. Kocam elli yaşının üzerinde, hasta ve güçsüz. İnşaatlarda amelelik yapıyordu. Şimdi eskisi gibi çalışamıyor. Herhangi bir sosyal güvencemiz yok. Oturduğumuz şu köhne evin kirasını kaç aydır veremiyoruz.” diyor. “ Allah sizlerden razı olsun.” diyerek dua ediyor.
Hayli soğuk bir kış günüydü. Yağış yoktu ama kuru ayaz iyiden iyiye kendini hissettiriyordu. Bu haftaki mahallemiz dar gelirli ailelerin çoğunlukta olduğu “varoş” diye tabir edilen mahallelerden biri. Bizi dar sokaklar, eğri büğrü, yıkık dökük evler karşılıyor yine. Metruk, harabe görünümlü evlerin kapısında görünen ayrı kapı ve abone numarasından tahmin ettiğimiz üzere bu küçücük eski evBiz, “Rızık için endişe etmemesini, Rızka lerde birkaç aile birden yaşıyor olmalı. Allah’ın kefil olduğunu, her halükarda RabMinibüsümüz bir avlu kapısında durdu. bimize şükretmemiz gerektiğini, dertler ne İki kanatlı, iyice eskimiş avlu kapısının üze- kadar büyük olursa olsun Rabbimizin en bürindeki iki ayrı numaradan avlunun içinde yük olduğunu, Hz. Zeyd b. Cariye’nin rivayet iki ayrı ev olduğu anlaşılıyordu. Muhtarın ettiği “Bir kul için Allah (c.c.) kendi katında çaldığı kapıyı iki genç hanım açtı. “Bizbiriz bir derece takdir etmişte o kul o dereceDerneği’nden geldiler. Hanımlar sizinle gö- ye ameli ile erişememişse, Allah dünyarüşecekler.” deyip kapıdan uzaklaştı. Biz mi- da onu (bazı musibetlere) müptela kılar. nibüsten inip hanımların bulunduğu avluya Sonra da kendisine o belaya karşı sabır girdik. Selam verdik. Kendimizi tanıttık. “Biz- ihsan eder, ki o dereceye erişebilsin.” haler Abdullah Murad Şükrüoğlu (k.s) Hocanın disine dayanarak yaşadığımız sıkıntıların bizi talebeleriyiz. Bizbiriz Derneği çatısı altına Allah’a yaklaştırdığını” söylüyoruz. Bizbiriz Dergisi
48
“Hz. Ali (k.v)’nin rivayetiyle Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz “Bir kimse Allah’ın verdiği az rızka razı olursa. Allah(c.c.) da onun az ameline razı olur.” buyurmuştur, diyoruz. “Doğru söylüyorsunuz abla.” diyor. “Ama bazen şeytanın ve nefsimizin oyuncağı oluveriyoruz. Gerçekten Rabbimize tevekkül ettiğimizde işler kendiliğinden yoluna giriyor.” diyor. Abdullah Murad Şükrüoğlu(k.s) Hocamızın “Zenginin paraya ihtiyacı bitmez. Kanaatkarın fakir olmaya gücü yetmez.” özdeyişini söyleyerek, Rasulullah(s a v) Efendimizin de buyurduğu gibi “En büyük zenginliğin kanaat olduğunu” hatırlatıyoruz. Getirdiğimiz yardımları takdim ediyoruz. Seviniyor. Yanındaki hanım alıyor sözü ve kendini tanıtıyor. Henüz yirmili yaşlarda eşinden ayrılmış. Bir kızıyla yalnız yaşıyormuş. Avlunun içindeki küçük, kulübemsi evde oturuyormuş. Biz sohbete devam ederken avluya gözyaşları içerisinde bir hanım giriyor. Selam vererek yanımıza geliyor. Muhtar buradan sonra ziyaret edeceğimiz evin hanımını da bizim yanımıza göndermiş. Gelen o imiş. İki gözü iki çeşme ağlıyor. Bir taraftan dua ediyor, bir taraftan da her birimize sıkıca sarılıyor. Bizde ona samimiyetle mukabele ediyoruz. “Rabbim sizi bana kurtarıcı olarak gönderdi. Artık yolun sonundaydım. Canıma kıyacaktım. “Rabbim bana bir ışık yak, bir işaret gönder.” diye dua ederken kapı çaldı. Muhtar amca sizin geldiğinizi söyleyerek beni buraya getirdi.” diyor. Kendini tanıtıyor. Biz de kendimizi tanıtıp kitaplarımızı takdim ediyoruz.
“Bunlar benim kurtuluş reçetem olacaklar.” diyerek Abdullah Murad Şükrüoğlu (k.s) Hocamızın “Etsiz kemiksiz çocuklarım” dediği, On Hafta Sohbetleri kitaplarını sıkıca basıyor bağrına. Bu kardeşimizin ayaklarında hafif bir özrü var. Önceleri İslami bir şuura sahip değilken, evlendikten sonra hidayete ermiş, tesettüre girmiş, namaza başlamış. Fakat eşi içki içen, gece hayatına düşkün bir insanmış. Yıllarca çocuğu olmamış. Sonra Rabbim bir kız evlat vermiş. Kızı üç yaşındaymış. Eşi maddi-manevi ciddi eziyetler ediyormuş. Güzel kazanmasına rağmen gece hayatında harcıyor, eşini ve kızını muhtaç durumda bırakıyor, üstelik de eşini örtünmesinden ve namaz kılmasından dolayı horluyormuş. Dilimizin döndüğünce bu kardeşimize de nasihatte bulunup hakkı ve sabrı tavsiye ettikten sonra yardımlarımızı verip vedalaşıyoruz. Bizi hiç bırakmak istemiyorlar. Rabbimiz Hucurat diye meşhur surede, “Ancak müminler kardeştir.” buyuruyor ya, Elhamdülillah kardeşliği yüreklerimizde hissediyoruz. Onların yanından ayrılırken Abdullah Murad Şükrüoğlu (k.s) Hocamızdan dinlediğimiz, Hz. Mevlana’nın başından geçen bir olayı hatırlıyoruz: Hz. Mevlana talebeleriyle bir yere giderken intihar etmiş bir insanın cansız bedenini görünce ağlamaya başlıyor. Niçin ağladığını soran talebelerine, “Biz ona yetişebilseydik, dinimizi öğretebilseydik sonu böyle olmayacaktı. Görevimi layıkıyla yapamadığım için ağlıyorum.” diyor. Kim bilir, gözünde yaşlarla bizlere şükBizbiriz Dergisi
49
ranlarını sunan bu genç kadın gibi, niceleri vardır şu koca şehirde? Allah’tan gayrı kimse bilmez. O anda; girdiği çıkmazların pençesinde boğulan, en büyük günahlardan biri olan canına kıymaya tevessül edebilecek kadar bunalmış, düştüğü iman zafiyetinden dolayı bir türlü huzur bulamayan bütün kardeşlerimizin acısı, yüreğimizi yakıyor. “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad:28) ayetini anlatamadığımız, gönül dertlerine derman olamadığımız her can için Rabbimizden af diliyoruz. Bu kullardan bir tanesine dahi bir hayrımızın dokunmasını nasip ettiği, bizi bir iyiliğe sebep kıldığı için de Rabbimize şükrediyoruz. Bir veli kulun bizi o kapıya gönderdiğini unutmayarak, Hocamıza dualar ediyoruz. Çalacağımız diğer kapıya varana kadar kardeşlerimizle bu düşüncelerimizi paylaşıyoruz. Canına kıymayı düşünen o gencecik kadının bir sözü üzerinde yoğunlaşıyor düşüncelerimiz. “Çok yalnızım.” diyordu. “Devam ettiğim bir sohbet yok. Bana Hakkı ve sabrı tavsiye edecek dostlarım yok. Etrafım insan dolu ama kulluk şuuru taşıyan kimse yok.”
Şükürler ediyoruz ki; Rabbimiz bizi bizlik çatısı altında topladı. Hocamızın himayesinde, kardeşlerimizle birlikte cemaat rahmetiyle nimetlendirdi. Hocamızdan önce bizim de hayatımız yalnızlıklar içindeydi. Kalabalıklar içinde yalnızdık. Cemaat şuurunu, bizlik ruhunu Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocamızla (k.s) yaşadık. Bir mürşidin terbiyesinde, bir cemaatin içinde olmasaydık nefsimizin aymazlıklarından, Allah’ın (c.c.) kovmuş olduğu şeytanın tuzaklarından korunmamız çok daha zor olacaktı. Yanımızdaki kardeşlerimize, “Gerçekten elimizdeki nimetin kıymetini bilmemiz gerekiyor. Rabbim Hocamızı başımızdan eksik etmesin. Salih kullarından ayırmasın. Sizlerden de Rabbimiz ebeden razı olsun. Sizleri Allah (c.c.) rızası için çok seviyoruz. Allah (c.c.) da sevsin İnşaallah.” (Amin) diye dua ediyoruz. Onlar da mukabele ediyorlar. Bütün bir insanlık için hidayet ve hidayette daimiyyet diliyoruz. “Rabbi la tezerna ferden ve ente hayru’l varisiin.” (Rabbim beni tek bırakma, muhakkak ki Sen varislerin en hayırlısısın.) duasını okuyoruz , “Amin” diyoruz.
Sokak lambalarının aydınlığında muhabBu sözler Hz. Muaz (r.a.)’ın rivayet ettiği bir hadisi hatırlatıyor bizlere. Rasulullah bet ederek bir diğer adrese doğru ilerliyoruz. Efendimiz(s a v), “Şeytan insanın kurdudur. Dillerimizde Pirimiz Abdullah Murad ŞükrüKoyunun kurdu gibi. Nasıl kurt koyunun tek, oğlu (k.s) Hocamızın her şeyden evvel bizlere öğrettiği “Elhamdüsahibinden uzakta lillah” zikri var. Başıve köşe-bucakta mıza gelen hayrın kalmasını kollarsa, ve şerrin Allah’tan şeytan da böyledir. geldiğini kabulün (En çok cemaatten bir tezahürü olaayrı olana musallat rak hamd ediyoruz. olur.) Öyle ise size Öyle yürekten söycemaati, ülfeti, toplüyoruz ki bütün luluğu tavsiye edezerrelerimizin Rabrim. Sakın ha cemabimize hamd ettiatten ayrılmayın. Ve ğini hissediyoruz tefrika ve ihtilafa “Elhamdülillah” düşmeyin.” buyuruyor. Bizbiriz Dergisi
50
ARAPÇA RABCA’YA GÖTÜRÜR
N. HADRA
Bizbiriz Dergisi
51
MUNFASIL ZAMİRLER: Herhangi bir kelimeye bitişmeksizin ayrı yazılan zamirlerdir. Örnek cümleler;
س؟ ٌ َه ْل �َأنْ َت ُم َد ِّر
�َأناَ طاَلِ ٌب، َ لا. َم ْن َذ َه َب �إ َلى الْ َم ْد َر َس ِة ؟ ُه َو َذ َه َب. �َأنْ ُت َما َذ َه ْب ُت َما. في الْ َم ْنز ِِل ِ ض ٌ ِ ُه َو َمري.
ماَذاَ َف َع َل ْت فاَ ِط َم ُة ؟
َ ِه َي َك َت َب ْت رِساَلَ ًة �إِلَى خاَلَ ِتها.
�َأناَ َك َت ْب ُت رِساَلَ ًة �إِلَى َجد ِّي. ُه َّن َح ِف ْظ َن الْ ُق ْر�آ َن. ُه ْم َد َر ُسوا الْ َع َربِ َّي َة.
Bizbiriz Dergisi
52
Sen öğretmen misin? Hayır, ben öğrenciyim. Okula kim gitti? O gitti. Siz ikiniz gittiniz. O evde hastadır. Fatıma ne yaptı? O, teyzesine bir mektup yazdı. Ben dedeme bir mektup yazdım. Onlar Kur’ân’ı ezberlediler. Onlar Arapça okudular.
BEN (ORTAK)
SEN SEN (BAYAN)
O
O (BAYAN) BİZ (ORTAK)
SİZ
SİZ (BAYANLAR)
İKİNİZ
İKİSİ
ONLAR
ONLAR (BAYANLAR)
اَنَا اَ ْن َت اَنْ ِت ُه َو ِهي ن َْح ُن اَن ُت ْم اَنْ ُت َّن اَنْ ُت َما ُه َما ُه ْم ُه َّن Bizbiriz Dergisi
53
HAYDAR Ahmet NAVRUZ
Peçelinin aklından bu düşünceler geçerken arkasındaki kişi; ‘’Silahını at ve dön’’ diye bağırdı. Peçeli etrafa baktı o siperde onlardan başka kimse yoktu. Arkasını dönünce karşısında Filistinlilerin içinde aynı Müslüman gibi yaşayan Musa’yı gördü. Musa karşısında pis pis sırıtıyordu. ’’Ne oldu şaşırdın mı?’’ dedi ve konuşmasına devam etti. ’’Şimdi sen diyorsun bu bana niye silah doğrulttu degil mi?Dur ben cevap vereyim;ben müslüman değilim. Siz Müslümanların arasına yerleşen bir yahudiyim. Sizin bu şekilde gizli planlarınızı orduma bildirir ve şimdi edeceğim gibi miletim olan yahudiliğe bu şekilde hizmet ederim. ’’dedi. ’’Şimdi de seni öldürerek milletime hizmet edecem diyerek kurma kolunu çekince,Peçeli üzerine saldırdı ama o arada silahi ateşleyen Musa peçeliyi omuzundan yaralamıştı. Allahın verdiği güç ile Musa’yı yere yıkan Peçeli sılahı alarak Musanın boğazını sıkmaya başladı. Musa da can havli ile peçelinin boğazını tırnakları ile kanatmıştı. Ama peçeli bir hamle ile Musa nın boğazını kırıp öldürdü. Bu arada sesleri duyan mahalleli olanları görmüş ve yardıma geliyordu. Peçeli hem omzundan hem boğazından yaralanmıştı. Ama son gücünü toplayıp koşar adımlarla ortadan kayboldu. Arkasından Peçelinin yaralandığı görenler ağlamaya başladı. Olayın üzerinden üç gün geçmişti. Gazze sokaklarında üç gündür kan dökülmüyordu. Bu arada yaralı olan Yasir aamca da iyileşmeye başlamış ayaklanmıştı. Ama içi içini yiyordu acaba Haydar niye ziyarete gelmedi diye. Bunu öğrenmenin tek bir yolu var diyerek sitemle Haydarın bakkala doğru yola çıktı. Bakkalın önüne doğru yaklaştıkca Haydara kızan gençlerin sesini daha net duyuyordu. Bakkaldan kızarak uzaklaşan gençleri durdurup; ‘’Hayrola gençler e bu sinir’’dedi. Gençlerden uzun boylu olanı; ‘’Sorma Yasir amca Haydar üç gündür dükkanı açmaz görende bizimle birlikte küffarla savaştı yada peçeli oda yaralandı o yüzden dükkanı açamıyor sanacak. ’’diye sitem ederek yürüdü. Endişelenen Yasir amca hemen Haydarın evine doğru yöneldi. Kapısı çalınan Haydar bitkin bir halde kapıyı açıp,karşısında Yasir amcayı görünce hem utanıp hem sıkılarak; ‘’Biz gelemedik sen mi geldin yine ezdin bizi amca. ’’ diyerek elini öptü. ’’Estağfurullah evlat da hayırdır dükkanı da açmıyor musun ‘’dedi. ’’Hastaydım Yasir amca’’ diye cevap veren Haydar’a, Yasir amca özlemle sarıldı. Yasir amca omzunu sıkınca Haydarın gözü yaşardı. Elinin ıslandıgını hisseden Yasir amca eline baktı ve kan olduğunu görünce “hayrola evlat inş bu ne hal ‘’diye korku ile sordu. ’’Haydar ufak bir kaza diye geçiştirip mutfağa kaçtı hemen. Haydarın boğazlı kazak giymesi de gözünden kaçmamıştı Yasir Amcanın. Hemen sevinçle Haydara ses etmeden evden çıktı. Ve önüne gelen herkeze ‘’Ey Gazzeliler Allahın kılıcı yiğit Peçeli Haydarmış’’. diye herkese müjde veriyordu. Ama unuttuğu tek bir şey vardı israil ordusu. israil yandaşları hemen orduya haber götürmüşlerdi ve büyük bir birlik Haydarı ele geçirmek için yola çıkmıştı bile. Haydarın evine varan israil birliği hemen içeri girdi ama Haydar hiç mudahale etmeden yerde yatıyordu. Haydara bir tekme atan komutan demek peçeli sensin ha Türko mdi anlayacağız gerçekten sen misin değil misin diyerek omzunu açmaya yeltendi. . . Bizbiriz Dergisi
54
İlginç Bilgiler Haz. Ahmet NAVRUZ 1.Patateslerin az nın ve sarısının birbirine karışmaması için yağlı olması için ne buzdolabından çıkarır çıkarmaz kırın. yapılmalıdır? 7.İnsan yaşamı bo-Patatelerin daha yunca ne kadar deri az yağlı olmasını kaybeder? stiyorsanız;önce süt -Her insan yaşamı dolu bir kabın içinde boyunca ortalama 22 beketin ve kuruduktan sonra kızartın böykg deri kaybeder. lece daa az bilgi çekecektir. 2.Yoğurt ve sütün yararı nedir? -Süt ve yoğurt tükemek,ciğerlerinizi temizlyerek alkol ve sigaranın zararını azaltır.
8.Çocuk gelişiminde önemli olan nedir?
-Çocuk gelişiminde uyku çok önemlidir,çünkü büyüme hormonu uyku3.Hayvanlar neyi dayken salgılanır. seçebilir? 9.Hangi insanlar -Hayvanlar güzel daha çok yaşar? ve yakışıklı insanları -Rahat ve umursasçebiliyorlar. maz insanlar,gergin 4.İnsan neden nef- ve stresli insanlara oranla daha çok yaşar. ret eder?
10.En pahalı su -Bir insan 3 sebepten dolayı nefret eder;1-Sizin yerinizde olmak istiyordur. markası hangisidir? 2-Kendisinden nefret ediyordur. 3-Sizi teh-En pahalı su markası Norvec’in Voss dit olarak görüyordur. bölgesinden çıkan musluk suyudur.2 üniversite öğrencisi şişelere doldurup ‘Voss’ 5.Kaç ev depreme dayanaksız? ismi ile satmaya başlamıştır. -1.deprem bölgesi üzerindeki 20 milyon konutun 6.5 milyonu depreme dayanıksızdır. 6.Yumurtanın akı ve sarısı karışmadan nasıl kırılır? -Yumurtanın akı-
Bizbiriz Dergisi
55
MATEMATİĞİN GELİŞMESİNDE MÜSLÜMANLARIN ROLÜ ESLEM ERCAN
Matematik tarihine ait batılı kaynaklarda bu ilmin Yunan uygarlığında ortaya çıktığı görüşü ileri sürülmüştür. M.S. 2. yüzyılda sona eren bu uygarlığın ardından 12. yüzyılda tek örnek olan Fibonacci’den bahsedilir ve arkasından 17. yüzyıla ait örneklere geçilir. Matematik tarihine ait verilmek istenen bu bilgiler son derece eksik ve yanlışlarla doludur. Batı, son zamanlarda elde ettiği başarıları geçmişe de yaymaya çalışmakta, geçmişte insanlığın gelişmesinde büyük emekleri olan uygarlıkları görmemezlikten gelerek tarihi tahrif etmektedir. Gerçek ise şudur: Tarih boyunca birçok değişik yerlerde değişik uygarlıklar ortaya çıkmış, birbirlerinden etkilenmiş ve miras yoluyla aktarılan bilgi ilerlemeyi sağlamıştır. Matematik ile ilgili çalışmalarda bilebildiğimiz kadarı ile ilk olarak peygamberlerin zuhur ettiği diyarlar
Bizbiriz Dergisi
56
olan Mezopotamya ve Mısır Uygarlıkları etkili olmuştur. M.Ö. 8. yüzyıl ile M.S. 2. yüzyıl arasında Yunan matematikçileri, eski Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarından öğrendikleri bilgileri geliştirmiş ve daha sistemli hale getirmişlerdir. M.S. 6. ve 8. yüzyıllar arasında matematik ilmi Hindistan’a doğru kaymıştır. Batı tarihçilerinin görmemezlikten geldiği 8-16. yüzyıllar arası ise Müslüman matematikçilerin, Yunan ve Hint uygarlıklarından elde ettikleri bilgileri yorumlayıp yanlışlarını ayıklayarak kendi orijinal katkılarını yaptıkları önemli bir devirdir. 17. yüzyıldan sonra ise batı. İslam medeniyetinden gelen büyük potansiyel üzerine yeni matematiğini kurmaya ve öne geçmeye başlamıştır. Sayma ihtiyacı ile ortaya çıkan matematiğin ilk kolu olan aritmetik ile ilgili eserlerde Thales, Pisagor, İskenderiyeli Heron, Dio-
fantos ve çağdaşlarına ait bilgilere geniş yer verilir. Böylece bu branştaki temel bilgilerin Yunan, Roma ve Bizans matematikçileri tarafından ortaya konduğu intibaı verilmek istenir. Ancak son yüzyılda yapılan araştırmalar, Eski Mısır ve Mezopotamya’da, bu bilgilerin büyük kısmının var olduğunu göstermiştir. Aritmetiğin gelişmesinde en önemli katkı, hiç şüphesiz ki onluk sayı sistemi idi. Onluk sayı sistemi Hintli veya Arap matematikçiler tarafından geliştirilmiş olup Romen sayılarına göre büyük avantajlara sahip idiler. Romen rakamları ile büyük sayıları ifade etmek çok zordu. Ayrıca dört işleme de yapı olarak müsait değildi. Eski Hintlilerden kalma kitabelerde (yazıtlarda) görülen, rakam ve işaretler, günümüzde “Hint-Arap Sistemi” olarak adlandırılan sisteme göre benzerlik olduğunu ve nümerik (terkiym) sistemin, o devirde kullanıldığını göstermektedir. Daha sonraki yıllara ait kitabeler, sayılarda, rakamın kendi zat i değeriyle vaz i (konum) değeri, (yani sayı içindeki anlam değeri) arasındaki bağıntının bilindiğini, sıfır anlamını veren, “0” gibi bir işaret kullanıldığını da göstermektedir. Sıfır da dâhil olmak üzere onluk sistemle ilgili işlemlerin eski Hint âlimi Brahmagupta’nın astronomi ile ilgili 632’de yazılan Siddhanta adlı eserinde gösterildiği bilinmektedir. Müslümanlar bu yeni sisteme çok çabuk adapte olmuş ve bu sistemi kullanmaya başlamışlardı. M.S. 830 ve bu sistemi kullanmaya başlamışlardı. M.S. 830 yılında el-Hârizmi onluk sistem ile ilgili işlemlerin nasıl yapılacağını gösteren bir kitap yazmıştır. Bu kitabın tercüme edilmesi ile de batı, bu yeni sistemle tanışma fırsatını elde etmiştir. Ne var ki bu sistemin batıda kabullenilebilmesi üç asırlık bir dönemden sonra mümkün olabilmiştir. Batı dünyası, hem hiçbir değeri olmayan hem de bir sayının sağına gelince onu on, yüz, bin misli büyüten sihirli sayı sıfırı anlamakta büyük zorluklar çekmiştir.
dır.Matematik tarihinde; aritmetikte, ondalık sayılarda virgül kavramı ile, tam sayı kavramında sıfır rakamının kullanılması çok önemli bir olaydır.Bilim tarihi eserleri, ondalık sayı kavramında önemli yeri olan virgül kullanma şerefinin, 15. yüzyıl Türk-İslam Dünyası matematik ve astronomi alimi Gıyasüddin Cemşid e ait olduğunu belirtir. Gıyasüddin Cemşid tarafından hazırlanan Risalet ül Muhitiyye adlı eserde, aritmetik işlemlerde hem ilk kez virgül kullanılmıştır hem de bu sayılarda toplama, çıkarma, çarpma ve bölme olmak üzere dört işlemi göstermiştir.
Bağdat’ın ünlü matematikçisi Ebu Bekir el Kerhi (?-1029) tümevarımın meşhur formülleri olan ve Gauss’a izafe edilen 1 ‘den n’e kadar sayıların toplam formülünü bulmuştur. Aynı zamanda l’den n’e kadar sayıların karelerinin ve küplerinin toplamını da göstermiştir. Gıyaseddin Cemşid el-Kâşî ise Kaşi, pi sayısını virgülden sonra 16 basamağa kadar doğru olarak hesaplamıştır ve bu yaklaşım 1700lü yıllara kadar en iyi yaklaşım olarak kalmıştır. Bir başka çalışmasında Kaşi, denklemin çözümünü elde etmek için, günümüzde sabit nokta iterasyonu olarak bildiğimiz tekniği kullanmıştır. Ayrıca denklem sistemlerini çözmek için de çalışmalar yapmış ve günümüzde Horner metodu olarak bilinen yöntemi, bir sayının n. kökünü hesaplamak için kullanmıştır.1 ‘den n’e kadar sayıların dördüncü kuvvetlerinin toplamını göstermiştir. Sayılar teorisinin temelini atan Sâbit İbni Kurrâ’nın (?-943) bulduğu kardeş sayılar (amicable numbers) kavramı astroloji ve astronomi alanında uygulama imkanı bulmuş ve günümüze kadar gelmiştir. İslam dünyası matematiğinin en ayırt edici farkı, bu dönemde cebir ve sayılar teorisi alanında yapılan çalışmalardır. İslam Dünyası cebirin anavatanıdır. Memun’un kurduğu okulun öğrencilerinden kuşkusuz en meşhur olanı El-Harezmi’dir. Harezmi’nin Ondalık sayıların bulunuşu ve kullanılışı da 830 da yazdığı “El’Kitab’ül-Muhtasar fi tamamen Müslümanlara ait orijinal bir katkı- Hısab’il Cebri ve’l-Mukabele” (Cebir ve
Bizbiriz Dergisi
57
Denklem Hesabı Üzerine Özet Kitap) kitabı dünya üzerindeki ilk cebir kitabıdır ve “cebir” kelimesi literatüre bu kitap ile geçmiştir. Bu kitap Avrupa’da Rönesans dönemine kadar okullarda ders kitabı olarak okutulmuştur. Bundan dolayı Harezmi’ye Cebirin Babası da denmektedir. Cebir alanı, rasyonel sayılar, irrasyonel sayılar, geometrik büyüklükler gibi her türlü niceliği cebirsel nesneler olarak görür ve bunların üzerinde yapılan işlemleri geneller. İkinci dereceden denklemlerin çözümleri için gösterdiği geometrik metodlar bugün için bile çok orijinal bulunacak çözümlerdir. Üslü köklü ifadeler, çarpanlarla ilgili işlemler ve diğer bazı cebir problemleri kitabın içinde yer almaktadır. Eserin son bölümü ise hükümet işlerine ait hesaplar, bina yapımı, kanal hesapları, tüccarlar için gerekli hesaplar, miras hukuku gibi uygulamalara ayrılmıştır. Afganistan’dan bir İranlı Ebu’l-Vefa el-Buzcani (940-988) yüksek dereceli denklemleri geometrik olarak çözümleyerek el-Hârizmi’nin çalışmalarını tamamlamıştır. Ayrıca konik denklemlerin bir eksen etrafında dönmeleri ile meydana gelen hacimleri hesaplanmıştır. Daha çok edebi yönü ile tanınan büyük matematikçi Ömer Hayyam (1043-1123), binom açılımı olarak adlandırılan açılımı bulmuştur. Binom açılımı veya daha doğru bir ifade ile Hayyam açılımında katsayıları belirleyen ve Paskal üçgeni olarak bilinen üç-gen, aslında Ömer Hayyam tarafından 500 yıl önce ortaya konmuştur. Kübik denklemleri tasnif edip geometrik çözüm metotlarını gösteren Ömer Hayyam, aynı zamanda 17. yüzyıl Fransız matematikçisi Pierra Fermat’ın (1601-1660) adına atfedilen Fermat teoreminin özel bir hali olan x3+y3=z3 denkleminin tam sayılarla çözülemeyeceğini Fermat’tan 550 yıl kadar önce göstermiştir. Gıyaseddin Cemşid, yüksek dereceden denklemlerin yaklaşık çözümleri için yeni bir metod vererek nümerik analize katkıda bulunmuştur. Miftahu’l-Hesap adlı eserinde ise herhangi bir dereceden kök almayı göstermiştir. Regula Falsi olarak meşhur olan
Bizbiriz Dergisi
58
nümerik metod ise Hisabu’l-Hataeyn olarak el Hârizmi’ye aittir. Matematikte önemli bir dal olan analitik geometrinin orjini, Fransız matematikçi Descartes’in 1637 yılında yazdığı La Geometri adlı eserine dayandırılır. Hâlbuki 830 yılında el-Hârizmi tarafından yazılan Hisabu’I-Cebr ve’l-Mukabele’de bu konudaki ilk bilgiler verilmiştir. Ömer Hayyam’ın Cebir adlı eserinde de bu konuda bilgiler mevcuttur. Optik üzerine araştırmalarında yeni bir teknik kullanan ünlü fizikçi İbn’ul Heysem (965-1039), cebir ve geometri arasında yakın bağıntılar kurarak analitik geometri kurucuları arasına girmiştir. Descartes ise bunları alarak sistemleştirmiştir. Müslüman matematikçiler geometri konusu ile de yakından ilgilenmiş, cebir ile geometri arasındaki koordinasyonu kurarak önemli katkılarda bulunmuşlardır. Sabit İbni Kurra, Ebu’l-Vefa geometri ile ilgili önemli çalışmaları olanlardandır. Ebu’l-Vefa, 7 ve 9 kenarlı düzgün çokgenlerin yaklaşık çizimlerine dair yeni bir geometrik usul ortaya koymuştur. Felsefi yönü ile meşhur olan büyük düşünür Farabi’nin (870-950) yazdığı ve Kültür Bakanlığı tarafından tercümesi yayınlanan Teknik Geometri kitabı birçok geometrik çizim probleminin orijinal çözümlerini ihtiva etmektedir. Tecrübî ilimlerin kurucusu ünlü ilim adamı el-Birüni (973-1052) üç kenarı verilen bir üçgenin alanını hesaplama formülünü ilk olarak vermiştir. Küfeli bir Arap olan Ebu Yusuf Yakub İbni İshak el Kindi (801-870) sayılar teorisi ile modem aritmetiğin temellerini atmanın yanında, kürevî geometriyi ilk geliştiren kişi olma ünvanını da kazanmıştır. Matematiğin diğer önemli bir disiplini olan trigonometri ise orijin olarak tamamiyle Müslümanlara aittir. Trigonometrideki temel kavramlardan olan sinüs, kosinüs, tanjant, kotanjant tariflerini ilk yapan ve böylece trigonometrinin kurucusu ünvanına hak kazanan elBattani dir (858-929). Trigonometrik mef-
hum, tarif, teorem ve formüllerin birçoğunu trigonometriye ve kürevî trigonometriye kazandıranların başında Ebu’l Vefa gelir Sinüs teoremini genel uzay üçgeni için ispatlamış, sinüs değerlerini bulmak için yeni bir teknik ortaya koymuştur. Sinüs toplam fark formülünü, yarım açı formülünü ilk defa ortaya atmış, sekant kavramından ilk olarak bahsetmiştir. Trigonometriye önemli katkılarda bulunmuş bir alim de İbni Yunus’tur (950-1009). Kosinüs toplam ve fark formüllerini çıkarmış, ters dönüşüm formülünü vererek logaritmanın icadına temel teşkil etmiştir. El-Birüni ise, birim çember ve trigonometri bağıntısını göstermiş, meşhur kosinüs teoremini göstererek, trigonometriye önemli katkılarda bulunmuştur. Cabir b. Eflah (?-l150) ise kürevî trigonometriye katkıda bulunan ayrı bir matematikçidir. Nâsirüddin Tusî (1201-1274) ise ilk defa trigonometriyi bağımsız bir ilim dalı olarak ele alarak sistematik hale getirmiş, eserinin iki yüzyıl boyunca trigonometriye önemli katkılan olmuştur. Sin 3 A’nın sin A cinsinden eşitini bulmuş, trigonometri ile ilgili birçok yeni yaklaşık hesap metodu teklif etmiştir. Son olarak adından şimdiye kadar hiç bahsetmediğimiz ve matematikçilik yönü pek bilinmeyen büyük deha İbni Sina, 17. yüzyılda Newton ve Leibniz’in sonsuz sayılar hesap teorisine 6 yüzyıl önce çok yaklaşmış ve limit nazariyesini geliştirmişti.(2) Newton ve Leibnizin İbni Sina’dan yararlanıp yararlanmadığı karanlık bir nokta olarak kalmasına rağmen bu hadise birkaç asır içinde büyüyen parlak İslam medeniyeti hakkında bize önemli ipuçları vermektedir. Yazımızda bahsettiklerimizin yanında bahsedemediğimiz yüzlerce İslam matematikçisi hep bu parlak medeniyetin koruyucu ve geliştirici atmosferi içerisinde yetişmişlerdir. Son olarak İslam dininin getirdiği esas ve prensiplerin matematik üzerindeki tesirleri üzerinde durmak istiyoruz. İslamiyet, getirdiği esas ve prensipler ile sadece görünen maddi âlemin olmadığını, bunun yanında
giremediğimiz fakat hissettiğimiz manevi bir âlemin olduğunu beyan etmiş ve böylece insanlığı müşahhas (somut) düşünme sisteminden mücerred (soyut) düşünme sistemine yükseltmiştir. Mücerred düşünebilme isematematiğin temel şartlarından birisidir ve İslamiyet, insanları bu yönde hazırlamıştır. matematiğinvazgeçilmez mefhumlarından sonsuzluk, İslamiyet tarafından insanlara öğretilmiştir. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’in ısrarla teşvik ettiği tefekkür astronomiyle ilgilenmeye sebep olmuş, dolayısı ile de matematik gelişmiştir. Kıble tayini, namaz vakitleri, takvim hesapları, miras gibi bazı temel dini meseleler de matematiğingelişmesinde rol oynamıştır. Bütün ilim dallarına az veya çok kaynaklık eden matematik ilmi İslamiyetin koruyucu, kollayıcı ve geliştirici atmosferi içerisinde büyük mesafeler katetmiştir. Önceki medeniyetlerden aldıkları bilgileri büyük bir alçak gönüllülükle belirten ve bunlar üzerine büyük katkılarda bulunan Müslüman matematikçiler, hiç şüphesiz ki bugünkü matematiğin ulaştığı seviyede temel taşlarını teşkil etmişlerdir, Ne var ki batı medeniyeti eski Yunan medeniyetinde olduğu gibi(*) herşeye sahip çıkmaya, başkalarından öğrendiklerini kendi buluşları gibi takdim etmeye çok alışmıştır, Objektif değerlendirmeler yapan ve batılı kaynaklardan körü körüne etkilenmeyen yeni araştırmacılar, hiç şüphesiz ki gerçekleri geç de olsa gün ışığına çıkaracaklardır. İslamiyet’ten kaynaklanan büyük dinamizm ile hareket edecek yeni matematikçiler ise aldıkları mirası yeniden geliştirmeye namzettirler. KAYNAKÇA 1-Lütfi Göker. Matematik Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1989 2- Dr. Sigrid Hunke. Avrupa’nın Üzerine Doğan İslam Güneşi, Bedir Yayınevi, 1972 3- Doç. Dr. Mehmet Bayraktar, İslam’da Bilim Ve Teknoloji Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. 1985 4- Farabi, Teknik Geometri, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1989 (Tercüme Doç. Dr. Mehmet Bayraktar 5-Mustafa Armağan, İslam Bilimi Tartışmaları, İnsan Yayınları, 1990 6- http://www.islam-tr.net 7- http://sahmath.com (*)-Pisagor teoreminin hem özel hem de genel hali Pisagor’dan 2000 yıl önce Eski Mısır medeniyet tarafından bilinmekteydi.
Bizbiriz Dergisi
59
“TOPRAĞI KAYBEDİLMİŞ KUBBE:
GÖNÜL DÜNYAMIZ” Ebubekir ONHAN
Her zaman öteler ötesi yolculuğa seçilenler, seher vakti yollara dökülenler arasından belirlenir. Sabahtan haşre kadar, İlay-ı Kelimetullah’ın yeryüzünde sedalanması için, Muhammedi solukları; güneşin beş dakikalığına dahi doğup battığı yerlerde, sibiryanın step soğuklarında can siperane tüttürmeye çalışan küheylanlar... İşte o küheylanlar ki; Kuran-ı Mucizul Beyan takdir ediyor : ” Koşarken tırnaklarıyla kıvılcımlar saçan o küheylanlara da yemin olsun...” (adiyat-2) Ey ensar topluluğu kalkın ve Huneynde ki gibi saldırın! Hitabını duyunca yatağında ölümü beklenirken hemen dirilen, ardından savaş meydanında yaralanmış ve parçalanmış sadece bir et parçasının tutmakta olduğu sağ kolu savaşmasına mani olunca kılıcını sol eline alıp sağ kolunu kendinden evvel cennet meydanına gönderen Ebu Akil’i hatırlayalım. Savaşa çıkarken kırmızı sarığını heybetli bir şekilde bağlayıp en ön saflarda koşup da kılıç helezonları içerisinde “Allah’ım bana da bir şehadet” diye inleyen Ebu Dücane’yi hatırlayalım. Ailesinin en sevimli erkek evladı. Henüz on yedisinde veya on sekizinde Mekke sokaklarında gezerken kendisine her gün izdivaç teklifleri verilen, hakikat güneşine gözlerini açınca da ne zaman bir muallime-i mürşide ihtiyaç var denilse en önlerde yerini almış, ihtiyar-genç yetmiş insanla Alemlerin Sultanına biat etmiş, Uhud’da Resulullah’ın hırkasını giymeye nasipdar olmuş, savaş sırasında sağ eli kopunca “Elhamdulillah Resulullahın sağ eli
Bizbiriz Dergisi
60
kurtuldu,” sol eli kopunca Elhamdulillah Resulullahın sol eli kurtuldu” diye sevinen ve aynı zamanda mahçup bir şekilde başını öne eğen büyük fetanet,”vur ey ibni kamia bir başım kaldı o Resulullah’a feda olsun” diye Huzur-u Risalete bir posta sarılı olarak götürülen Musab bin Umeyr’i hatırlayalım. Hasırlara sarılıp yakılan Zübeyir bin Avvam’ı, sırtında ateşlerin söndürüldüğü Ammar’ı hatırlayalım. Yetiştiği gül devriyle şen şad olamayan, sadece Uhud’u düşününce sevinen ve gülen, sırtındaki yarada elin yumruğun kaybolduğu ve sırtındaki yara gösterildiğinde mes’ud ve bahtiyar olan Nesibe’yi hatırlayalım. Gül devrini yaşarken değil; başını kaynayan sulara sokulduğu günler için hasret yanan Abdullah ibni Huzafet-üz Zehni’yi hatırlayalım. Babasının evinden kovulduğu günü düşünüp de ardına göz yaşlarıyla bakan Huzeyfe’yi hatırlayalım... Çünkü o günlerde, hiç bir şeye gönül kaptırmadan, tırmanma şeridinde hiç kimseye takılmadan yürüyorlardı. İişte o günlerde; böyle aşmışlardı dünyayı, iradeleriyle şahlanmışlardı... Bugünlerde çok dertliyiz. Geçen hafta Muhterem Hocamız sohbet sırasında yine müslümanların çektiği sıkıntılardan bahsettiler. Bosnayı, Gazzeyi, Doğu Türkistanı, Çeçenistanı, Arakanı hatırlattılar. Ayrı bir hicran ruhumuzu sarıp geçti. Öyle diyordu Muhterem Hocamız; “Kanayan Yaramız, Müslüman Coğrafyası...”
Fatih Sultan Muhammed Han; İstanbul ve onun kalbi Ayasofya’yı fethetmek üzere beş Nisan tarihinde donanmasını İstanbul sularına getirirken, evlatlarının atının nal izlerinin dolaştığı müslüman coğrafyasındaki bu ızdırapları acaba tahayyül etmiş miydi bilinmez ama bilinen bir gerçek var ki; Üstad Necip Fazıl’ın 1965 Ayasofya hitabesinde dediği gibi “Artık tırnaklarımızla yerimizden söktüğümüz kellelerimizi iki elimizle alıp, iki diz kapağı arasına yerleştirmenin ve sonra ikinci bir baş ile onu seyretmenin vakti geldiğini kabul edelim ve avaz avaz haykıralım ki; bizi şiltesi üç kıtayı kaplayan devi cüceleştirdiler...” Evet aynen öyle oldu. Yemen’den Viyana’ya, Fas’tan Kafkasya’ya kadar en aşağı on milyon kilometrekarelik bir zemin nasıl oldu da yediyüzseksenbin kilometrekareye kadar indirildi, sonra batının bit pazarı elbiseleri giydirilerek işte size layık özgürlük uygarlık budur denildi. Yazımızın başında işte bu yüzden biraz hatırlayalım dedik. Evet hatırlayalım ama; nasıl hatırlayacağız. Bizler ki; yeri geldiğinde çok iyi müslüman ama işe geldiğinde müslümanlığını unutmaya yüz tutmuş yüzsüzler... Neyi nasıl hatırlayacağız. Kıymetli dostlar; cennet mekan Fatih Sultan Muhammed Han Hz.leri İstanbul’u fethettiği zaman, batıyı Fransa’dan dişleyecek olan İslam kıskacının milini ele geçirmişti. İşte bu mil için İstanbul’u fethetmek daha doğrusu İslam’ın yeryüzünde hakim kalabilmesi, cihana islam mührünün vurulabilmesi için “Gün gelecek İstanbul fetholunacak, Onu fetheden kumandan ne mubarek komutandır, onu fetheden asker ne mubarek askerdir” iltifatına mazhar olabilmek için gerekliydi. Haç’ın zulmünden kurtararak Hilal’in özgürlüğünde mukaddes ve muazzez mekan Ayasofya’nın kubbesini göklere yükseltmişti. Üstad’ın ifadesiyle işte bu mil Ayasofya’dır. Evet şimdilerin de toprağı kaybedilmiş Kubbesi... İstanbul ve Ayasofya... Toprağı kaybedilmiş Kubbelerden biri sadece İstanbul ve Ayasofya değildir. Muhterem Hocamız “Kanayan Yaramız, Müslüman Coğrafyası” derken tir tir titrememek elde değil. Çünkü; Gazze’de, Bosna’da, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da, Arakan’da ecdadımızın atının nal izleri dolaşmaktadır. Hatırlayamıyoruz, ızdırabını çekemiyoruz çünkü; gönül dünyamızın kubbesi de kayıp... Suç, bizde. Biz O (s.a.v) anlatamadık.
Halbuki O (s.a.v) kendisini anlatmıştı. Yarı yer O’ nun (s.a.v) sesini işitmiş, Beşerin beşte biri Lebbeyk Ya Resulallah (s.a.v) deyip karşısında dile gelmişti. Ecdadımız sabah namazını kaçırırım korkusuyla sabah namazına kadar uyumamıştır. İşte bu yüzdendir ki, Çanakkale’de dedelerimiz; İslam bu memlekette yetim kalmasın diye iradeleriyle şahlanmışlardır. Her zaman öteler ötesi yolculuğa seçilenler, seher vakti yollara dökülenler arasından belirlenir düsturuyla yaşlısı, genci, çoluğu, çocuğuyla adeta Bedir de koşuyor, Uhud da budanıyor, Taif’te taşlara mahzur kalıyor, Yermük de Huneyn de coşuyor, Hudeybiye de sevdalanıyor gibi kısaca asr-ı saadetin birer iz düşümü halinde hezeyansız ve ye’siz İslam’a namzet yaşıyorlardı. Böyle necip bir millet için canını dahi feda etmeye hazır yaşayan ama vefasızlar tarafından ecza masrafları bile karşılanmayan Mehmet Akif (r.a.) Çanakkale de ecdad şahlanırken, Belçika’dan o tertemiz sineleri manevi bir iklimde temaaşa ediyor şu mısraları kaleme alıyor; “Bedrin arslanları ancak bu kadar şanlı idi...” Evlad-ı Fatih Hanlar öyleydi. Bir yerde müslümanlara eziyet edildiği zaman orduyla o yere sefere çıkılırdı. Bir yerde İslam’a ve onun eşsiz savunucusu Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimize en küçük bir saldırıda bütün devlet otoritelerini yok sayıp zamanında harekete geçilirdi. O yüzden tekrar tekrar dillerden gönüllere tercüman olalım. Kürsülerden gönüllere, yerden arşa kadar ne varsa haykıralım ve şuurunda olalım ki; Bizler kozmopolit haydutların değil, Fatihlerin nesliyiz. Hz. Muhammed’in (s.a.v) ümmeti, Hz. Kuran-ı Azimuşşanın hadimleriyiz. Bizler Osmanlı’nın torunlarıyız. Mezarda kan terliyor babamın iskeleti! Ne yaptık, ne yaptılar, Mukaddes emaneti.. Gönül kubbeniz sahipsiz kalmasın. Sevgiyle kalın Dualarınızı bekliyoruz.
Bizbiriz Dergisi
61
Tarih’te Nisan Haz. A.Kadir AYDIN
1
1 Nisan 1921’de, İkinci İnönü Zaferi’ni kazandık. 1 Nisan 1891’de Ahmet Vefik Paşa ölmüştü. Osmanlı İmparatorluğu’nun son devrinde Bursa valiliği, Meclisi Mebusan reisliği, dâhiliye nazırlığı, sadrazamlık ve başvekillik gibi yüksek memuriyet kademelerine ulaşmış olan merhum, tarihimize daha ziyade Türk dili ve edebiyatına olan hizmetleriyle geçmiştir. Molyer’in komedilerini büyük bir ustalıkla dilimize çevirmiş ve Lehçe-i Osmanî” adlı büyük bir sözlük oluşturmuştur. 2 Nisan 1918’de, Van düşman işgalinden kurtulmuştu. I. Dünya Savaşı’nda Ermenilerin saldırısına uğrayan şehrin büyük kısmı ateşe verilmişti. 2 Nisan 1918’de Türk orduları tarafından kurtarıldığında şehrin bütününe yakınının yanmış olduğu görülmüştür. 3 Nisan 1870’de, Ziya Paşa, Hürriyet” gazetesini Londra’dan, Cenevre’ye naklederek orada litografya ile çıkarmaya başlamıştı. İlk sayısı Namık Kemal ve Ziya Paşa tarafından 1868’de Londra’da çıkarılan bu küçük, fakat inkılâp tarihimizde çok önemli gazete, 88. sayısına kadar orada devam etmişti. Nihayet en uygun havayı İsviçre’de bulan gazete, Cenevre’ye nakledilmiş ve 100. sayıya kadar orada devam olunmuştur. 5 Nisan 1900’de, Gazi Osman Paşa ölmüştü. Aslen Tokatlı olan Osman Paşa, Plevne savunması ile Türk tarihinin kahramanlıkla dolu bir sayfasını yaratmıştır. Şehrin düşmesinden sonra kılıcını teslim etmiş olduğu Rus Çarı bu kılıcı nazik bir jestle kendisine iade etmiş ve şöyle demiştir: Sizi tebrik ederim. Bu askeri tarihin en güzel hadisesidir. Kılıcınızı kendi memleketinizdeki gibi şerefle taşıyabilirsiniz.” 6 Nisan 1326’da, Bizans İmparatorluğunda ki Bursa ili, Orhan Gazi tarafından fethedilerek Türk toprakları-
2 3 5 6
Bizbiriz Dergisi
62
na katılmıştı. 6 Nisan 1453’te, Fatih Sultan Mehmet komutasındaki Türk orduları İstanbul’u kuşatmaya başlamışlardı. 6 Nisan 1920’de, Mustafa Kemal tarafından Anadolu Ajansı kurulmuştu. Mustafa Kemal Paşa, TBMM’nin açılması için çalışmalarına devam ederken Anadolu Ajansı’nı kurmuş, adını da kendisi koymuştur. Anadolu Ajansı ilk çalışmalarına Müdafaa-i Hukuk Temsil Heyeti’nin teşkilatından ve araçlarından faydalanarak başlamıştı. 7 Nisan 1789’da, Sultan I. Abdülhamit ölmüş, yerine III. Sultan Selim tahta çıkmıştı. I. Abdülhamit, Avrupa Türkiye’sindeki Özü Kalesi’nin Rusların eline geçtiğini ve kaledeki Türklerin kılıçtan geçirildiğini bildiren tezkereyi okurken teessüründen inme inip ölmüştür. Sonraki devirlerde ülkenin kbölünmesine sebep olan devlet adamlarında böyle bir teessür belirtisi bile görülmemiştir. 7 Nisan 1799’da, Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki Türk kuvvetleri Akka Kalesi’nde Napolyon Bonaparte’ın kuvvetlerine karşı üçüncü çıkış hareketini yapmışlardı. Sonuçta Napolyon yenilmiş olarak çıktığı bu savaş için şöyle demiştir: Eğer Akka Kalesi’ni almış olsaydım, oradan İstanbul’a kadar yürüyecek ve bu şehri de alarak tarihin seyrini değiştirecektim.” 8 Nisan 1763’te, Sadrazam Damat Koca Ragıp Paşa ölmüştü. 64 yaşındaydı. 18. yüzyılın büyük devlet adamlarından ve diplomatlarından olan Paşa, Türk şiirinin büyük şahsiyetlerinden biri olmakla da tanınmıştır. 8 Nisan 1924’te, Şeriye mahkemeleri lağvedilmiştir. İslam hukuku ve bunun müeyyidelerini tatbike memur şeriye mahkemeleri, hayatın akışı karşısında hizmet göremez ve yeni ihtiyaçları karşılayamaz olmuştu. Yeni bir hayat inkişafında yer alan Cumhuriyet Türkiye’sinin, yani medeni dünyanın anlayışına uygun bir hukuk müessesesine sahip olması icap ediyordu. 9 Nisan 1588’de, Mimar Sinan ölmüştü. Türk milletinin ilim ve sanat kolundaki yaratıcı dehasını gösteren
7 8 9
en büyük mimarımızdır. 81 cami, 51 mescit, 55 medrese, 26 mektep, 6 su kemeri, 7 büyük köprü, 3 hastahane, 17 kervansaray, 33 saray, 35 hamam yapmıştır. Sinan, Türk milletinin tarih boyunca övüneceği bir evladıdır. Öldüğünde 98 yaşında idi. 10 Nisan 1453’te, Türk topları İstanbul surlarını dövmeye başlamıştı. 10 Nisan 1712’de, Türk şiirinin büyük dehalarından divan edebiyatının da en büyük şairlerinden olan Nabi ölmüştü. 10 Nisan 1920’de, Şeyhülislam Dürrizade Abdullah, Mustafa Kemal’e ve milli harekete karşı bir fetva çıkarmıştı. 11 Nisan 1920’de, Urfa vilayetimiz, düşman istilasından kurtulmuştu. Sevr antlaşması üzerine Urfa 7 Mart’ta İngilizler tarafından işgal edilmiş ve sonra aralarında yapılan antlaşma üzerine İngilizler, Urfa’yı Fransızlara teslim etmişti. Urfalılar kendi aralarında teşkil ettikleri milis kuvvetleriyle düşmana karşı koymuşlar ve büyük kahramanlıklar göstermişlerdir. 13 Nisan 1909’da, İstanbul’da büyük bir isyan çıkmıştı. O zamanki tarihle 31 Mart gününe rastlayan bu isyan tarihe 31 Mart vakası” diye geçmişti. Kara ruhlu yobazların tahrikleri ordunun içine kadar sokulmuştu. Bu tahrikler neticesinde kabine düşürülmüş, birçok devlet ricali iş başından uzaklaştırılmıştır. Az sonra, Hareket Ordusu gelerek isyanı bastırmıştır. 13 Nisan 1937’de, büyük Türk şairi Abdülhak Hamit Tarhan ölmüştü. 15 Nisan 1856’da, Fransa, İngiltere ve Avusturya, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü garanti eden Paris Antlaşması’nı Rusya’ya karşı imzalamışlardı. 15 Nisan 1931’de, Türk Tarih Kurumu kurulmuştu. Atatürk’ün teşvikleri ile kurulan bu cemiyet, en son vesikalarla Türk tarihini modern çalışmaların ışığı altında gözden geçirmek ve yeni baştan yazmak hedefini güdüyordu. Milli ruhun günden güne inkişafı Osmanlı İmparatorluğu’ndaki tarih anlayışını tasfiye etmişti. Yurdun istilacılardan kurtulması, kapitülasyonların ilgası gibi başarıların yanında tarihin yeni bir anlayışla gözden geçirilmesi hep aynı ileri zihniyetin eseridir. 17 Nisan 1897’de, Türkiye, Yunanistan’a savaş açmıştı. Türk orduları birkaç hafta içinde Atina kapılarına dayanmışlar, fakat büyük devletler müdahale ederek Yunanistan’ı
10 11 13 15 17
kurtarmışlardır. Bu savaş sırasında Yunanistan’ın toplayabildiği en büyük savaş gücünü de imha ettik. 18 Nisan 1897’de, Abdülezel Paşa harp meydanında savaşırken atı üzerinde şehit edilmiştir. Aslen Konyalı olan merhum, Arabistan vilayetlerinde, Kırım Harbi’nde ve nihayet Karadağ’da büyük yararlar göstermiş bir askerdi. 1887’de paşalık rütbesini kazanmıştı. Komuta mevkiinde, askerlerinin başında ve at üzerinde şahadeti Yunan Harbi’ndedir. 23 Nisan 1920’de, TBMM açılmıştı. Mustafa Kemal Paşa ilk meclisi açış nutkunda, yeni Türk devletinin temel fikrini şöyle belirtmiştir: Milletimizin kuvvetli, mesut ve müstekar yaşayabilmesi için devletin tamamen milli bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin teşkilat-ı dahiliyemize tamamen mutabık ve müstenid olması lazımdır.” 24 Nisan 1920’de, Mustafa Kemal Paşa TBMM başkanlığına seçilmiştir. 24 Nisan 1512’de, Yavuz Sultan Selim 42 yaşında olduğu halde tahta çıkmıştı. 25 Nisan 1915’te, İtilaf Devletleri Çanakkale’ye asker çıkarmaya başlamışlardı. 27 Nisan 1909’da, II. Abdülhamit tahttan indirilmiş ve yerine V. Mehmet getirilmişti. Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girip hakimiyeti üzerine alması üzerine Ayan ve Mebusan Meclisleri Yeşilköy’de müşterek bir toplantı yapmışlar ve bu mühim kararı vermişlerdi. 33 yıldan beri tahta bulunan II. Abdülhamit’in yerine ondan iki yaş küçük olan kardeşi Reşad Efendi (IV. Mehmet Reşat) geçtiğinde tahta en yaşlı çıkan Osmanoğlu olmuştur. O sırada 64 yaşında idi. 28 Nisan 1848’de, Mustafa Reşit Paşa, sadrazamlık görevinden azledilmişti. 28 Nisan 1921’de, İzmit, Yunan işgaline uğramıştı.
18 23 24 27 28 29 30
29 Nisan 1919’da, Anadolu’nun paylaşılmasında İtilaf Devletleri’nin safında kendilerine de bir pay çıkaran İtalyanlar, Antalya Limanı’na gelmiş ve savunmasız şekilde bulunan şehre asker çıkarmışlardı. 30 Nisan 1919’da, Mustafa Kemal Paşa, 9. Ordu Müfettişliği’ne atanmıştı.
Bizbiriz Dergisi
63
BİZBİRİZ DERNEĞİ 20 yıldır ‘’halka hizmet Hakk’a hizmettir’’ düsturu ile hareket eden derneğimiz 3 Haziran 2012 günü resmiyet kazanmıştır.
Haftada bir gün, bir mahallenin muhtarı ile görüşen dernek komitesi mahallenin yardıma muhtaç 7 veya 9 ailesini belirleyip ailelere nakdi yardımda bulunuyor. ’Ve ayetlerimizi az bir paha karşılığı satmayın.’’
(Bakara Süresi 41)
Ayetine binaen ücretsiz olarak dağıttığımız Kuran’ı Kerim
Ramuz El Hadis Riyazu’s Salihin Hocamız Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun
derlemiş olduğu; Muhammed Mustafa (S.A.S)’in Dua Hizbi Hocamızın On Hafta Sohbetleri 1-2-3 kitapları
‘’Ey Hümran! bir kimse birisine ateş verirse o ateşin pişirdiğinin hepsini sadaka etmiş gibidir. Kim bir tuz verirse sanki o tuzla yapılan yemeği sadaka etmiş gibidir. Kim de bir Müslüman’a su olan yerde bir içimlik su verirse bir köle azad etmiş gibidir. Su olmayan yerde bir içimlik su verirse sanki bir insanı ihya etmiş gibidir.’’ Ramuz El ehadis