Bizbiriz dergisi 2 sayi

Page 1

dergisi

Bizbiriz

“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın.

Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin

Sayı 2 Mart 2013 ISSN:2147-642

bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız, karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.” Halk arasında Tevbe diye şöhret bulmuş surenin 73. ayeti celilesi

KUR’AN’I ANLAMAK Kur’anı yaşamaktır



EDİTÖRDEN Bismillahirrahmanirrahim Esselamu Aleyküm Kıymetli okurlar, Allah-u Teala’ya şükürler olsun ki yepyeni ve dopdolu mart sayımızla yine karşınızdayız. İlk sayımızda bizi yalnız bırakmayan tüm okurlarımıza can-ı gönülden teşekkür ederim. Hamd olsun ki dualarınız vesilesiyle, yeniden yazma ve yeniden karşınıza gelebilme kudretini kendimizde bulduk. Rabbim hayr kapıları açsın ve emeğimizi zayi etmesin. Kıymetli kardeşlerim bu yazımda sizlere geçtiğimiz ay içerisinde dostlarla bulunduğum ve beni uzunca tefekküre sevk eden bir sohbetten bahsedeyim ki gönlümden geçenleri ifade etmemde bana biraz yardımcı olsun. Çok kıymetli birkaç kardeşimle her hafta olduğu gibi biraraya gelmiştik. Fakat o gün değerli bir de misafirimiz vardı.Her zaman olduğu gibi evvela hasbihal ettik daha sonra mübarek hocamızın kitaplarından ebedi saadet yolunun şifrelerini almaya devam ettik. Vakit iyice daralmıştı, fakat herkesin söyleyecekleri bitmemişti. Misafirimiz sözü aldı ve ağzından hala kafamda yankılanan şu sözler döküldü: ‘’Kardeşlerim, benim hocamla tanışmam yirmibir yirmiiki yaşlarıma denk gelir, yani sizler gibi delikanlıydım o zamanlar. Vakit kaybettim, ilk karşılaşmamız, tanışmamız daha önceleri oldu ama bilemedim uzak kaldım şimdi hala o geçen birkaç yıla acıyorum. Kardeşlerim bu yol mukaddes bir yoldur hocamızın ilmi saf, temiz,duru bir pınara benzer, ben kendi oğullarıma da diyorum gelin bu pınardan sulanalım kurtuluşa varalım’. Evet kıymetli okurlar ben de şu anda sizler gibi fıtratımız gereğince en temel ihtiyaçlarımızdan biri olan suya muhtaç olduğumuz kadar İslama ve onu dosdoğru anlatalanlara ne kadar muhtaç olduğumuzu daha derinden kavramaktayım.Kardeşlerim bu sayımızda yine sizlere bu mübarek sudan bir nebze olsun aktarabilmeye çalıştık. Rabbim cümlemize hocamıza talebe olup bu pınardan kana kana içmeyi nasip eylesin.

Bu sayımızda bu mübarek görevimizin yanında günü-

müz dünyasının adaletine hasret kaldığı Hazreti Ömer (radyallahu anh)efendimizin hayatından ve mübarek bedr gazvesinden, tasavvuftan ve bir çok faydalı konudan bahsettik. Kıymetli kardeşlerim, sözü daha fazla uzatıp ebedi aşmaktan, hadsizlik etmekten Allah’a sığınırım. Son olarak ‘’ Sözlerin büyüğü, büyüklerin sözüdür’’ diyor ve sizi o mübarek sözlerle başbaşa bırakıyorum.Dualarınızı bekler hepinizi Allah’a emanet ederim.

Selam ve dua ile...

Mart 2013 Bizbiriz Dergisi İmtiyaz Sahibi Bizbiriz Derneği adına Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan Genel Yayın Koordinatörü Kadir Aydın Editör Duran Toklucu Grafik – Tasarım Faruk Erhan Fotoğraf Bahadır Aktaş Reklam Koordinatörü Ahmet Navruz Samet Dünsöz Yayın Kurulu Ali Haydar Eslem Ercan Faruk Kul Ebubekir Onhan Selman Bahar Safa Ak Ayşe Tunç Ümmü Haram Baskı Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti. Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14 Konya Tel : 0 332 342 01 55 Fax : 0332 342 21 63 www.ermanofset.com Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin elektronik ve basılı ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir. Yayın Türü Aylık, yaygın süreli yayın Bizbiriz Derneği Şeyh Sadrettin Mahallesi Turgutoğlu Sokak No:9 Meram / KONYA Tel : 0 332 353 27 00 0 541 248 65 28 - 0 507 577 22 25


içindekiler İSLAM’LA YÜKSELEN DEVLETLER

10

EL CEZERİ 49

EY SEN

6

MÜSLÜMAN BİLİM ADAMI

15 ŞEHRİN

FIKIH 20

55 TARİHTE MART OLAYLARI GÖRÜNMEYEN YÜZÜ 47 PİRLERKONDU:

28

KURAN’I ANLAMAK

TAŞKENT

36

TASAVVUF

22

MATEMATİK ALLAH’IN VARLIĞINI İSPATLIYOR

40

HİKAYE

HAYDAR

19

TAHARET

48

İLGİNÇ BİLGİLER

4 • Bizbiriz Dergisi

Hocamızın Sohbetinden:

HOCAMIZDAN 33

VECİZELER

24

44

HZ.ÖMER

İSTİKAMET

SİYER-İ NEBİ 41 34

BEDİR GAZVESİ

12

ARAPÇA RABCA’YA GÖTÜRÜR

CEBEL’ÛL MELÂİKE

MÜSLÜMAN’IN 24 SAATİ 25


Bizbiriz dergisi

Bizbiriz Dergisi • 5


BİZBİRİZ DERNEĞİ 20 yıldır ‘’halka hizmet Hakk’a hizmettir’’ düsturu ile hareket eden derneğimiz 3 Haziran 2012 günü resmiyet kazanmıştır.

Her perşembe bir mahallenin muhtarı ile görüşen dernek komitesi mahallenin yardıma muhtaç 7 veya 9 ailesini belirleyip ailelere nakdi yardımda bulunuyor. ’Ve ayetlerimizi az bir paha karşılığı satmayın.’’

(Bakara Süresi 41)

Ayetine binaen ücretsiz olarak dağıttığımız Kuran’ı Kerim

Ramuz El Hadis Riyazu’s Salihin Hocamız Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun

derlemiş olduğu; Muhammed Mustafa (S.A.S)’in Dua Hizbi Hocamızın On Hafta Sohbetleri 1-2-3 kitapları

‘’Ey Hümran! bir kimse birisine ateş verirse o ateşin pişirdiğinin hepsini sadaka etmiş gibidir. Kim bir tuz verirse sanki o tuzla yapılan yemeği sadaka etmiş gibidir. Kim de bir Müslüman’a su olan yerde bir içimlik su verirse bir köle azad etmiş gibidir. Su olmayan yerde bir içimlik su verirse sanki bir insanı ihya etmiş gibidir.’’ Ramuz El ehadis


HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun Sohbetlerinden derlenen

ON HAFTA SOHBETLERİ 1-2-3-4 ve

HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun derlediği

MUHAMMED (SA.V) ‘İN DUA HİZBİ

ON HAFTA SOHBETLERİ 3

MUHAMMED (s.av) DUA HİZBİ

ON HAFTA SOHBETLERİ 2

ON HAFTA SOHBETLERİ 1

ON HAFTA SOHBETLERİ 4

Varis-ün Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın “On Hafta Sohbetleri” ve Hz.Muhammed (s.a.v)’in Dua Hizbi serisini, Bizbiriz Dergisi ‘nin hediyesi Bizbiriz Dergisi • 7 olarak temin edebilirsiniz


İnsan, kendilerine bol bol verilen mal ve evlatların, onların iyiliğine olduğunu mu sanır...

EY SEN

M.Emin DOĞAN Kamu İç Denetçisi

Ey Sen,

Her gün yeni bir telaş içerisinde koşturmaya devam ediyorsun. Malına ne kadar daha mal katabileceğinin hesapları ile zihnini meşgul etmekten gayrisinde bir iş ve uğraşın yok. Kimin ne kazandığının hesabını tutmaktan kendi muhasebene fırsat bulamıyorsun. Akşamdan sabaha yapacaklarının plan ve programı içerisindesin. 8 • Bizbiriz Dergisi


Hayatına yeni yeni kurallar koyuyorsun. İnsanların ayıbını bulmak ve ifşa etmek için hile ve desise içerisinde boğulmuşun da haberin yok. Nasipsizliğinin üzerine nasipsizlikler peydahlamak için sokakları arşınlıyorsun ama girdiğin sokağın çirkefliğinin farkında değilsin. Kendini bir şey sanıyorsun da, “eşref-i mahlukat” olduğunun farkına varamadığın için “esfele sefilin” bataklığına uçuyorsun. Kibir, gurur, hile, aymazlık, başıboşluk ve ferasetsizlik içerisinde basiretin bağlanmış da haberin yok. Yani, Ey Sen, Hayatını ve kazandıklarını kendinin sanarak hoyratça harcıyorsun. ***

Ey Sen, Her gün önüne yeni fırsatlar konuluyor. Bunlar senin içindir. Oysa Sen yönünü dönüp kaçıyorsun. Gözünü kapatıyor, kulağını tıkıyorsun. Sağır, dilsiz, kör gibi davranıp yaratanına sırt çeviriyorsun. Basiretsiz olduğunu neden düşünmezsin. Kazandıklarını, kendin kazanmışçasına böbürleniyorsun. Sadece çalışmalarının karşılığı olduğunu sanıp kendinden geçiyorsun. Ama kaybettiğin zaman başkalarını suçluyorsun. Yaratanına bile sitem etmekten çekinmiyorsun. Akılsız olduğunu neden düşünmezsin. İhtiyaç sahiplerine ikram etmiyorsun. Dostlarını, yoksulu yedirmek için teşvik etmiyorsun. Helal ve haram demeden bulduğunu yiyorsun. Malı mülkü haddinden fazla seviyorsun. Geçici olduğunu neden düşünmezsin. Sana uzatılan el, selametin için bir davettir.

Kendini bir şey sanıyorsun da, “eşref-i mahlukat” olduğunun farkına varamadığın için “esfele sefilin” bataklığına uçuyorsun.

İnsan, kendisinin bırakıldığını mı sanır.

başıboş

Sana uzatılan el, kurtuluşun için bir vesiledir.

İnsan, hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanır.

Haydi biraz tefekkür et bakalım, Rabbinin nimetlerinden bir tanesini yalanlayabilecek misin?

İnsan, kimsenin görmeyeceğini mi sanır.

onu

İnsan, kendilerine bol bol verilen mal ve evlatların, onların iyiliğine olduğunu mu sanır

Dünya ve dünyalıktan ellerini çekip gönüllerini çekmeyi unuttular. Ellerine aldıklarını çöldeki serap gibi gerçek sandılar.

***

Bizbiriz Dergisi • 9


İSLAM’LA YÜKSELMEK Selman Bahar Bismillahirrahmanirrahim... İslam Dini, temeli Kuran-ı Kerim olan İslam kurallarına uydukları takdirde mensuplarını huzur ve mutluluğa ulaştırmak için Allah katından tüm insanlığa gönderilmiştir. Devlet ise toplu bir şekilde yaşamını sürdüren insanların birbirleri arasındaki ilişkileri düzenlemek, huzur ve refahı tesis etmek çabasıyla ortaya çıkmış, insanlık tarihinin belki de en eski icadıdır. Bizde dilimiz döndüğünce “İslam” ve “Devlet” kavramları arasındaki ilişkiyi incelemeye ve insanoğlunun “İslam şuurunu” kendilerine rehber edinerek nasıl köklü kültürler oluşturduklarını örneklemeye çalışacağız. İslam bir devletin özü olursa, o devletin hükmettiği topraklarda adalet olacaktır. Halkının ihtiyaçlarını bilecek ve ihtiyaçlarının gereklerini yerine getirecektir. En önemlisi ise halkının dini manada ihtiyaç duyduğu gerekleri yerine getirecektir. Bunu İslam’ın bir prensibi olarak, topraklarındaki gayrimüslimler içinde yapacak, İslam’ın hoşgörüsünü egemenlik alanının her yerinde yaşatacaktır. Sonuç olarak İslami bir devletin sınırlarında huzur ortamına erişilecektir. Ekonomik, siyasi ve akabinde genel olarak kültürel anlamdaki gelişim ivmesi de ileri boyutlarda yaşanacaktır. Peki bir devlet İslam’ı nasıl yaşar? Devlet soyut bir kavram gibi görünse de, aynen somut bir varlık gibi hissedilen bir olgudur. Yani devlet aslında onu yöneten zümrenin karakter özelliklerinin bir tezahürü olarak somutlaşır. Buradan çıkan sonuçta bir devletin İslam ilmiyle yönetilebilmesi için, yöneticilerinin de İslam ilmine vakıf olabilmesi gerekmektedir. Yönetici bunu ancak Kuran-ı Kerim’e ve

10 • Bizbiriz Dergisi

Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizin sünnetlerine tabi olmakla başarabilir. Tabi olmalı ki helal ve haram çizgilerini benimseyip hayatına tatbik edebilsin ve tebaasına örnek olabilsin. Eğer hayatımızın ve akabinde devlet kurumunun İslam şuurunu kazanmasını, İslam şuuruyla temellenmesini istiyorsak İslam’ın kurallarını topyekun benimsemek gerekir. Bizim yanlışlarımız ve doğrularımız bir köşeye bırakılıp, Allah’ın (c.c.) uymamamızı istediği haram ve helaller hayatımızın yönünü belirlemelidir. Böyle olursa başarı muhakkak mensup olduğumuz toplumun olacaktır. Fakat tersi olursa, yani ikileme düşülürse akıbet felaket olacaktır. Zaten öyle olmasaydı İslam geleneğini tam anlamıyla benimsemekle yükselip daha sonra o geleneğe sırtını dönen, sırtını dönmese dahi kısım kısım İslam’ı terk eden hiç bir devlet ya kısmen ya da tamamen zarar görmezdi. İslam insanlara sadece Allah’a (c.c.) karşı sorumluluklarını bildirmekle kalmaz. Aynı zamanda insanların birbirleri arasındaki ilişkilerini de düzenler. İşte bu noktada İslam’ın ve devletin amaçları kesişir. İslam Kültürü, devlet olgusunun ortaya çıkışına sebep olan toplumsal eksiklikleri tamamlayabilen yegane sistem olarak bir devlet yapısındaki en önemli dinamiktir. İslam’la yükselen devletlere en güzel örnek, Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizden başlayıp, Halife Efendilerimiz Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ile devam eden ve adalet denince Ömer bin Abdülaziz ile tüm Dünya’ya örnek teşkil eden İslam Devleti’dir. Bu devletin yüzyıllar sonra bile insanlığa örnek olmasının aşikar sebebi, yöneticilerinin İslam’ı titizlikle yaşamalarıdır.


İslam’ı yükseldiği Arap Yarımadası’ndan ötelere taşıyarak, başka coğrafyalara da kitleler halinde İslam’ı kazandıran İslam’ın önderleri, kuvveti ve başarıyı inançları gereği Allah’tan (c.c.) bekleyerek yaşamışlardı. Kıtalara yayılan İslam birçok devletin çatısı-duvarı olmuşsa bu, İslam’ın ilk önderlerinin mirasına sahip çıkmakla mümkün olmuştur. İslam Devleti’nin hakimiyet dönemlerini sırasıyla Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz, Hulefa-i Raşidin Efendilerimiz, Emeviler ve Abbasiler dönemleri olarak inceleyebiliriz. 1258’deki Moğol istilasına kadar İslam Devleti sürekliliğini ideal bir devlet düzeni içinde sürdürdü. Belki Emevilerin zaman zaman ırkçı politikaları olmuş olsa da genel olarak şu ana kadar çok az devletin yaklaşabildiği refahın yaşandığı bir devletti. İslam, TBMM tarafından 1924’te halifelik kaldırılana kadarda ecdadımız Osmanlı tarafından temsil olundu. Türkler İslam’la yoğrulurken, İslam Türklerle coğrafyalar aşmaya devam etti. Aslında tamda bu noktada belirtmek gerek ki, Türkler onlara ulaşan İslam avantajını karakterlerini geliştirmek lehine iyi kullandılar. İslam, Allah yolunda hizmet ettikçe efendi olunan bir yol ve bunu Türkler hükümdarından halkına kadar iyi idrak ederek yaşamışlar. Şu kıssayla daha iyi anlaşılacaktır. Sultan İkinci Bayezid Han, Bayezid Meydanı’na kendi adına külliye ve cami yaptırır. Caminin inşası bittikten sonra camide ilk cumayı kılmak için cemaat toplanır. Bayezid Han der ki, “Her kim ömrü boyunca ikindi ve akşam namazlarının sünnetlerini terk etmemiş ise, ilk Cuma namazında imam olsun.” Fakat camiden çıt çıkmaz. Bu hususta kendisinden başka kimse yeterli olmadığından dolayı imamlığı Bayezid yapar. Savaşta ve barışta namazının sünnetlerine sadık kalabilen, namaza sımsıkı sarılan hükümdarlar İslam’ı yaşama adına halkına canlı örneklerdir. İşte böyle hükümdarlar devleti yönetirken yaşamaları gereken hassasiyeti, namaza gösterdikleri hassasiyetle edinirler. Yani bu kıssayla varmak istediğimiz sonuç şu ki ideal devlet dinden taviz vermeye sebep olmaz. Tam aksine devlet dini daha iyi yaşayabilmek adına çabalaması gereken bir kurumdur. Devleti yönetenler meşruluğunu her alanda adil olmakla kazanır. Adil olmak ise tüm kuralları, insanları çok iyi bilen biri tarafından koyulmuş bir sistemle mümkündür. İşte bu fevke varan devlet büyük bir hızla büyüyecek, önce bölgesinde sonra kıtasında son olarak da Dünya’nın genelinde ekonomik ve siyasi hakimiyet sağlayacaktır. Hakimiyet sağlamak, bu yüzyılda ve bunda sonraki yüzyıllarda topraklar ele geçirmekten

farklı bir hal alacaktır. Kaldı ki artık günümüzde sınırlarda önemli değildir. Artık hiç bir sınır birebir o sınırın sahibinin de değildir zaten. Bir devletin sınırları içinde hangi zihniyet hakimse insanları da o zihniyetin vatandaşı olacak, o zihniyete hizmet eder hale gelecektir. Din adına harpler fikirlerle yapılır, sonucunda hedef sınırlar değiştirmek değil sınırların içindeki insanları değiştirmek olur. Yeni hakimiyet anlayışı da ekonomik anlamda güçlü hale gelip fikirerleri olarak fetihler yapmak olmalıdır. Bu ise ancak tarihte İslam olmuş ceddimizin yaptıkları ahsen amelleri tatbik, İslam olmayan toplumların yaptıklarını terk ile mümkündür. Ne yapılacağını söyledikte, peki nasıl ve kimler tarafından yapılacak? Öncelikle İslam’ı yüceltmek ben Müslüman’ım diyen herkese vazifedir. Her Müslüman adab-ı muaşeretten sapmadan İslam adına iyiye ve güzele doğru çaba göstermekle görevlidir. Ama tabi ki Müslümanların içinde gençlerin yükü daha fazladır. Onların sorumlulukları daha kritiktir. Zihinsel gençlik ataklığın, canlılığın en önemli gereğidir. Genç toplumlar daha dirençli ve daha yürekli tek fikir ve tek vücut olurlar. Genç bir topluluk zorluklara karşı daha güç yılar, hatta biz kefiliz ki inançlı bir gençliği Allah (c.c) izin vermedikçe hiç bir güçlük yıldıramaz. Fakat bir milletin gençleri, büyüklerinin ardından giderek, büyüklerinin ellerini omuzlarında hissederek güçlenir. İşte bu yüzden Müslümanlar birbirlerinin ayak izlerini takip etmekle sorumludurlar. Yani bir önder seçip, İslam dahilinde dediğini kural addedip, yaptığını adet edinmelidirler. Böyle olursa çıkılan yolda hedefe hızlı varılır. Çünkü el birliği kuvvet getirir. El birliğini ise gücünü Allah’tan (c.c) almış güçlü bir önder meydana getirir. Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz “Üç kişi bir araya gelince aranızda birini lider seçin.” buyurmuştur. Bu hadise binaen üç kişilik bir grupta bile öndere ihtiyaç duyuluyorsa fikir harbine gönül vermiş Müslümanlara İslam’ı yaşayan önderler şarttır. Yani Dünya coğrafyasına İslam’ı hakim kılmak için; fikir harplerini dirayetli önderlerin tecrübesiyle ve ardından koşan gençlerin zindeliğiyle, İslam’ı büyük bir titizlikle yaşayarak yapacağız. Rabbim Müslümanlara önderlik yapan kullarının kuvvetini artırsın. Gençlerimize fikri manada zindelik versin, fikireri olabilme şuuru versin. İslam’ı naçar kalmış gönüllere ulaştırabilmek adına mücadele eden her insana kuvvet versin. Gönüllerde çorak kalmış İslam coğrafyalarına dair umutları yeşertsin. Amin... Allah’a Emanet olalım...

Bizbiriz Dergisi • 11


“CEBEL’ÛL MELÂİKE”

BEDİR GAZVESİ

Ebubekir ONHAN

Resulullah (s.a.v) buyurdular ki, “Hz. Allah (c.c), Bedir ehlinin yaptığı fedakârlık ve ihlasına muttali oldu da, “Artık ne isterseniz yapın. Ben sizi affetmişim!” buyurdu. Üç gün önce… Allah Resulü’nün halası Âtike kardeşi Abbas’a sesleniyor. “-Kardeşim, rüyamda deveye binmiş bir adam gelip Muhassab ile Mekke arasında Ebtah’ta durdu ve yüksek bir sesle: -Ey vefasız cemaat! Üç güne kadar vurulup düşeceğiniz muharebe mekânına yetişiniz! Diye üç kere bağırdı. Onu gören insanlar yanına toplandılar. Sonra o adam Mescid-i Haram’a girdi. Halk da kendisini takip ediyor, insanlar etrafını sarmış olduğu halde Kabe’ nin arkasında yine aynı şekilde üç kere bağırdı. Sonra Ebu Kubeys Dağının üstüne çıkıp orada da aynı sözleri tekrar edip bir kayayı tutup yuvarladı. Kaya, aşağıya doğru yuvarlanarak dağın dibinde parçalandı. Kaya parçalarının Mekke’de isabet etmediği hiçbir mahal kalmadı.” Deyince Hazret-i Abbas “Vallahi bu çok mühim bir rüyadır. Sakın rüyanı kimseye anlatma” dedi. Fakat Hazret-i Abbas, Hazret-i Atike’nin rüyasını Velid bin Utbey’e anlatır. Velid de babasına nakleder. Artık kureyşliler bu rüyayı konuşmaktaydılar. Hicretin ikinci senesi… Kureşy’ ten Ebu Sûfyan, Muhammed bin Nevfel ve Amr bin Âs dâhilinde yaklaşık otuz veya kırk kadar müşrikinde aralarında bulunduğu, kadın-erkek herkesin katıldığı ellibin dinarlık sermayeli, bin deveden müteşekkil büyük bir kervan Şam’ın Gazze pazarına doğru ilerliyorlar. Müslümanların hac yapmalarına engel olan Kureyş müşrikleri, Müslümanlarında bu duruma bir misilleme olarak Şam ticaret yolunu keseceklerinden korkuya kapılıyor ve çok tedbirli

12 • Bizbiriz Dergisi

davranıyorlardı. Şam’dan büyük bir ordu ve korku ile yola çıkan kervan… Bu sırada 2 at,70 deve ve Hz. Rasulallah (s.a.v.) komutasında 313 asker (64’ü Muhacir, gerisi Ensar’dan oluşmakta) Medine’den hareket ediyordu. Develere ikişer, üçer ve bazen dörder kişi nöbetleşe biniyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ali (r.a) ve Mersed (r.a) ile aynı deveyi paylaşıyorlardı. Yürüme sırası Âlemlerin Efendisine gelince; “Ya Rasulallah (s.a.v.) Sen bin, biz senin yerine yürürüz” teklifini, ”Siz yürümekte benden daha kuvvetli değilsiniz. Allah’ın vereceği mükâfata da ben sizden daha az ihtiyaç duymuyorum” diyerek geri çeviriyorlardı. Müslümanların kervanı ele geçirmek üzere hareket ettikleri haberini alan müşrikler yolu değiştirip gecenin karanlığından da yararlanmak üzere Bedir’e uğramadan yolarına devam ettiler. Hz. Rasulallah (s.a.v.) ordusunun ileri gelenlerini topalayarak; “Ne dersiniz? Kureyşliler Mekke’den çıktılar ve bütün öfkeleriyle geliyorlar. Sizce kervan mı makbul, yoksa Kureyş ordusu mu?” “Düşmanla karşılaşmaktansa, kervanı takip etmek daha makbuldür.” “Kervan deniz sahiline doğru geçip gitti. Ebu Cehil ise geliyor!” Sad bin Muaz (r.a) bir ara Allah Rasulünün kendisine baktığını ve kendisinden bir işaret beklediğini sezince -“ Anam babam sana feda olsun, bizi kastediyorsun Ya Rasulallah diyip öne atılmıştı. Ben cemaatim hakkında bir şey diyemem, bize isteiğinde bulun Ya Rasulallah, malımızdan


istediğini al Ya Rasulallah, istediğin yere infak et Ya Rasulallah,istediğin gibi yatır ve kaldır Ya Rasulallah. Seni hak din ve kitapla gönderene and olsun ki, sen bize şu denizi gösterip dalarsan, biz de seninle birlikte dalarız. Bizden bir kişi bile geri kalmaz. Yarın bizimle birlikte düşmanımıza karşı gitmeni de hoş karşılamayacak değiliz....Umulur ki Allah; Sana bizden gözünü aydın edecek kahramanlıklar gösterecektir. Allah’ın bereketiyle yürüt bizi!” Kıymetli okurlar, kap ne ise içerisindeki sıvı madde de kabın mutlaka kimyevi dokusunu içerisindeki sıvıya ilave etmektedir. İşte Sad bin Muaz (r.a), Hz. Muhammed (s.a.s) Efendimizin kabının rengini almışlığın ifadesidir. Sana bakış dahi, başkalarının Allah ile münasebetine erişmesine kadar melekütleşmek ve ruhanileşmek. Beşeri duygularını şehevi hislerinin üzerinde tutmak… Zira Bedrin Arslanları işte bu ifadenin ta kendileri olmuşlardır. Hz. Sad’ın sözleri Sultan-ı Levlak (s.a.v)’i çok sevindiriyor ve neşelendiriyordu. Tebessüm buyuruyorlardı Âlemlerin Sultanı. Tebessüm buyuruyor ve mübarek sözleri meydanı inletiyordu: -“Haydi yürüyün!...Vallahi şimdi ben, Kureyşlilerin savaş meydanında vurulup düşecekleri yerlere bakıyor ve oraları görüyorum.” Diyordu. Ebu Sufyan, kervanda bulunan Damdam bin Amr’ı yirmi altın ücretle hizmetine alıp Tebük’ten Mekkeye göndermek üzere yola çıkarıyordu. Mekke’ye kavuşan Damdam, Mekke vadisinin ortasında, deve üzerinde “Ey Kureyş topluluğu; Muhammed ve Ashabı harekete geçtiler, Ebu Sufyan’ın komutasındaki kervana taarruz edecekler… Kureyşliler alel acele hazırlandılar. 950 asker, 100 veya bazı rivayetlerde 200 kadar at ve 700 civarında deve bulunan bir orduyla harekete geçmek üzereydiler. İslam ordusu Bedr’e ulaştığında, Kureyş ordusu daha önce bir kum tepesinin arkasındaki Yelyel Vadisi’nin Medine’ye en uzak tarafında konaklıyordu. Su kuyuları ise vadinin Medine’ye en yakın tarafındaydı. Allah Rasulu (s.a.s) mücahidlerle beraber Bedr’e en yakın olan suyun başına geldiğinde, karargah yeri için Ensar ile isişareye başladılar. Hubab bin Münzir (r.a);”Ya Rasulallah, burası karargah için uygun değildir.Kureyşlilere en yakın bir suyun yanına gidelim, suyun üzerinde bir havuz yapıp içini su ile dolduralım. Başında konakladığımız suyun

gerisindeki bütün kuyuları kapatalım” deyince Allah Rasulu(s.a.s) bu teklifte karar kıldılar. Hz.Ali (ra.) anlatıyor: “Bedir’de geceleyin ince ince yağan bir yağmura tutulduk. Kalkanların ve ağaçların altlarında siperlendik. Hepimiz tatlı bir uykuya daldık. Yalnız Resulullah (s.a.s) geceyi, ağacın altında namaz kılarak, ağlayarak ve “Allah’ım! Sen şu bir avuç topluluğu helak edersen, artık sana yer yüzünde hiç ibadet olunmaz!” diye yalvararak geçirdi. Tan yeri ağarınca, “Ey Allah’ın kulları! Namaza!” diye seslendi. Ağaç ve kalkanların altından çıkanlar Rasulullah’ın (s.a.s) yanına geldiler. Onlara namaz kıldırdı ve düşmanla çarpışmaya teşvik etti. Ordu savaş düzeni aldı. Müslümanların bulundukları yer kumluk ve çok zor yürünebilen bir yerdi. Gece yağan yağmurla birlikte yerin kumları da yapıştı ve kolay yürünebilir bir hale gelmişti. Ayrıca Müslümanları bir uyuklama hali almıştı. Saf halinde uyukladıkları, hatta Ebu Talha’nın (r.a) uyuklamaktan ötürü iki kere kılıcını yere düşürüp almak zorunda kaldığı rivayetler arasındadır. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de de şu şekilde hatırlatılmaktadır: “O zaman, (Allah) katından (verilen) bir güven olmak üzere sizi hafif bir uyku bürüyordu. Sizi tertemiz yapmak, (bulunduğunuz yerde suyun olmayışından dolayı) şeytanın pisliğini (vesvesesini) gidermek, kalplerinizi (ümitle Allah’a) bağlamak, ayakları(nızın altındaki kumları) pekiştirmek (ve sebatınızı sağlamak) için üzerinize gökten su indiriyordu.” (Enfal; 11) Sabahla birlikte Hz. Rasulallah (s.a.s), Kureyş Müşriklerinin zırhlar içinde ve silahlanmış yığınlar halinde görünce: “Allah’ım! İşte Kureyş müşrikleri, olanca kibir ve gururları, olanca büyüklenmeleri ve övünmeleriyle geliyorlar. Sana meydan okuyor ve peygamberini yalanlıyorlar. Allah’ım bana yapmış olduğun yardım vaadini yerine getir! Allah’ım! Onları sabahleyin helak et! Sen verdiğin sözden caymazsın!” diyerek adeta Makam-ı Mahmud’a erişmiş gibi her lahzası cennet bahçelerinde tek başına kalmaktansa ümmeti ile birlikte cennetin koridorlarında el ele kol kola temaşada bulunmak olan Habib-i Kibriya (s.av) Sevgilisine yöneliyor kemerbeste-i ubudiyyet içerisinde yerin ve göğün Sahibine sığınıyordu. Safları düzenledikten sonra kendisi için hazırlanan yerine döndü ve içeri girdi. Yanında Hz.Ebubekir’den (r.a) başka kimse yoktu. Yeniden “Allah’ım! Bu gün sen bu İslam topluluğunu helak edersen, artık sana hiç ibadet olunmaz!” demeye ve yalvarmaya başladı. Omuzlarından elbisesi kayıp düştü. O sırada Hz. Rasulallah (s.a.s) hafif bir uyku hali aldı….

Bizbiriz Dergisi • 13


“Hani siz (Bedir’de) Rabbinizden yardım istiyordunuz, O da: “Hiç şüpheniz olmasın ki ben size, birbiri ardınca gelen bin(lerce) melekle yardımcıyım”( Enfal; 9) Ramazan ayının onikinci günü… Üçyüzonüç bedenleşmiş ruh…Cebel’ül Melaike; misafirlerini ağırlamak üzereydi. Zor günlerin ardından gelen müminlerin, o parıldayan yüzleri hatırlarda kalsın diye, Rabbimizin haber verdiği mekan… Semadan üç bin meleğin biner biner indiği Cebel’ül Melaike … Önden yürüyenlerden nice hatıralar anlatan Cebel’ül Melaike … Faran Dağlarında açan ve ardından bütün bir cihanı sevgisiyle kuşatan Alemlerin Sultanı (s.a.v): “Müjde ey Ebu Bekir! (r.a) Allah’ın yardımı geldi. İşte şu Cebrail’ (a.s) dir. Kum tepeleri üzerinde, atının dizginini tutmuş, emir bekliyor!” Buyurarak mübarek Zırh-ı Şeriflerini giydiler. Sonra “Yakında o topluluk bozguna uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.”(Kamer; 45) ayetini okuyarak mübarek istiratgahlarından dışarı çıktılar. Kureyş müşriklerinden Utbe, Şeybe ve Velid meydana çıkıp çarpışacak üç “ER” isteyince; Mübarek dudaklarından şu isimler süzülmekteydi Nazlı Nebi(s.a.v)’nin; Kalk Ya Ubeyde…(r.a)

kadarı kuyulardan bir tanesinin içerisine atıldılar. Hz. Rasulallah (s.a.s), Bedirden ayrılacağı gece, müşrik ölülerinin atıldığı kuyuya doğru yürüdü. Sahabiler de peşinden yürüdüler. Sonunda kuyunun kenarına gelerek durdu: “Ey kuyuya atılanlar!” diye seslendi. Sonra onların isimlerini babalarının isimleriyle birlikte birer birer saydıktan sonra;”Sizler peygamberinize karşı ne kötü bir topluluktunuz! Sizler beni yalanladınız, başkaları ise beni tasdik edip doğruladılar. Siz beni yurdumdan çıkardınız, başkaları ise bana kucak açtılar. Siz benimle çarpıştınız, başkaları ise bana yardım ettiler. Şimdi Rabbinizin vaad etmiş olduğu azabı gerçekleşmiş buldunuz mu? Ben Rabbimin bana vaad etmiş olduğu zaferi gerçekleşmiş buldum.” . Müslümanlar bu konuşmaya şaşırdılar. Hz.Ömer (r.a); “Ya Resulallah! Şu cansız cesetlere ne diye konuşursun?” deyince “Varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz. Ama onlar bana cevap vermeye güç yetiremiyorlar!” buyurdular. Esirlerin kurtulma bedeli olarak her birisinden, mali durumlarına göre 4000, 3000, 2000, 1000 dirhem alınması, okur yazar olanlardan kurtulma bedeli veremeyenlerin de çocuklardan on tanesine okuma yazma öğretmek şartı ile serbest bırakılması kararlaştırıldı. Okur-yazar olmayan yoksul esirler ise Hz. Rasulallah (s.a.s) tarafından karşılıksız serbest bırakıldılar.

Kıymetli okurlar; Varlığın yaradılış sebebi, Muhabbetin Hatibi, O (s.a.v.) ki; “Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, Kalk Ya Hamza…(r.a) Nur-u Muhammedî (a.s.m.) o kitabın kâtibinin Zülfikar’ın Sultanı Hz Ali, ölümün korktuğu kaleminin mürekkebidir.” Nazarıyla gönüllerde şehitler serdarı Hz. Hamza, önce yaralanan ve sonra sevdasını, gözlerde yaşını ceyhun eden, Mübarek aldığı yaralar dolyısıyla şehid olan mekan-ı cennet Nam-ı Celilleri anılırken Ya Resulallah ne kadar Ubeyde… Utbe, Şeybe ve Velid savaş meydanında da tatlısın dedirten Allah Rasulu (s.a.v) şöyle öldüler ve artık savaş başlamıştı. Adeta küçük buyurdular: taşların metale çarpmasını andıran sesler “Gün gelecek; benim Nam-ı Celilim güneşin duyuluyordu. O güne kadar tanınmayan kişiler doğup battığı her yere ulaşacaktır.” Hz. Peygamber’in (s.a.s) yanında çarpışıyordu. Zira Kur’an bu duruma tercüman olmuştu.” Allah Bedre selam olsun. size iki tâifeden (Kureyş’in ya Şam’dan gelen ticâret kervanı veya silahlı birliklerinden) birinin Bedrin arslanlarına selam olsun. muhakkak sizin olduğunu vaadettiği zaman, (siz) Gönül yamaçlarının Matlubunu bulduğu silahlı olmayanın kendinizin olmasını istiyordunuz. maşuklar! Allah da sözleriyle (bunun aksine), hakkı açığa vurmak ve kâfirlerin arkasını kesmek (için silahlı Ümidimiz odur ki; şehbal açsın Ruh-u Revani büyük kısımla savaşmanızı) istiyordu.”(Enfal; 7) Muhammedi her yerde Kalk Ya Ali…(r.a)

Savaş bitmiş. Müslümanlar 14 şehid vermişti. Bütün kalpler onun için çarpsın, bütün gözler Müşriklerden 70 civarında ölü ve bir o kadarda onun için yaşarsın…(s.a.s) esir edildi. Müşriklerden öldürülenlerden 24

14 • Bizbiriz Dergisi


ŞEHRİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ

ASRI, “ASR” ILE YAŞAMAK

B

izbiriz Derneğinin faaliyetleri kapsamında ihtiyaç sahiplerine yardımlar ve ziyaretler yapılıyor. Haftanın her günü yapılmakta olan bu faaliyet Abdullah Murad Şükrüoğlu (k.s) Hocamızın teşvikiyle haftada bir günde ekipler olarak yapılmaya başladı. Erkek kardeşlerimizden ayrı hanım kardeşlerimizden ayrı birer ekip şeklinde her hafta farklı bir mahallede mahalle muhtarınca tespit edilen ailelere yardım götürüyoruz. Kapıya erkek çıkarsa erkek kardeşlerimiz hanım çıkarsa hanım kardeşlerimiz ziyaretlerini yapıyorlar. Derneğimizce bastırılıp ücretsiz olarak dağıtılan Rizyazüs Salihin Abdullah Murad Şükrüoğlu (k.s) hocamızın On Hafta Sohbetleri 1-2-3-4 ve hizbi Dua-ı Muhammed isimli eserlerinden hediye ediliyor. Her türlü yardım götürmekle birlikte yine Abdullah Murad Şükrüoğlu (k.s) hocamızın tavsiyesi ile mutlaka bir miktar da nakit bırakıyoruz.

Ümmü HARAM

Euzubillahimineşşeytanirracim... Bismillahirrahmanirrahim...

Allah’ın izni ile hayırsever kardeşlerimiz tarafından yapılan yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaşması için aracılık yapıyoruz. Böyle bir organizasyonda görev aldığımız için Allah-u Teâlâ’ya şükürler olsun. Bize bir imkânı sunduğu için Abdullah Murad Şükrüoğlu hocamızdan rabbimiz ebeden razı olsun. Allah (c.c), Asr ismiyle şöhret bulmuş süre-i celilede; Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla “ Asr’a yemin olsun ki muhakkak insan kesin bir ziyan içindedir. Ancak iman edip de salih amel işleyenler hem de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bu ziyandan kurtulurlar.” buyururlar. Kardeşlerimizle beraber bu ziyaretlerde yardımları muhtaçlara ulaştırarak hem salih amel işliyor hem de ayak üstü de olsa dert-

Bizbiriz Dergisi • 15


li kardeşlerimize hakkı ve sabrı tavsiye ederek ziyandan kurtulan zümreye dahil olma yolunda bir adım atmış oluyoruz. Bu vesileyle Allah’ın Rasulü Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v) :” Hayra delalet eden onu yapmış gibidir. Allah naçar kalana yardım etmeyi sever.” (Ramuz El Ehadis 207/5) hadisinde bildirdiği Nisa ismiyle şöhret bulmuş sure-i celilede 85.ayeti kerimesinde buyurduğu “ Kim bir iyi bir şeye aracı olursa bu iyiliğin sevabından ona da bir hisse olur” müjdesine de mazhar oluruz inşallah.

Ziyaretlerimizi uzun yaz günlerinde genellikle gündüz ikindi vakti civarlarından yapıyorduk. Günler kısalıp mesai bitimi akşamı yatsıyı bulmaya başlayınca akşam saatlerine kaydırdık. Dernek başkanımızın mahalle muhtarları ile ön görüşmesinde gidilecek adresler tespit ediliyor. Kararlaştırılan saatlerde mahalle muhtarının rehberliğinde belirlenen evlerin kapılarını çalıyoruz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi kapıya çıkan hanım ise hanım kardeşler, erkek ise erkek kardeşlerimiz ilgileniyor.

Rabbim amellerimizi boş çıkartmasın. Yaptığımız iyilikleri ayağımıza bağ da yapmasın. Maksudumuz Allah ve biz sadece rabbimizin rızasını istiyoruz. Allah(c.c) amellerimizi riyadan, gönüllerimizi nifaktan arındırsın. Amin.

Çaldığımız kapıların ardında yaşayan öyle ibretli hayat hikâyeleri var ki. Bu hikâyeleri isim ve adres vermeden kimseyi rencide etmeden Abdullah Murad hocamızın “iyiden alınır örnek, kötüden ise ibret” düsturunca sizlerle de paylaşmak istedik. Muhterem Hocamızda uygun gördüler. Rabbimizin izni ve verdiği güçle bu ziyaretlerde karşımıza çıkan ibretli hayat hikâyelerini sizlere aktarmaya çalışacağız inşallah. Gayret bizden Tevfik Allah’tan.

Bu ziyaretlerin bir diğer faydası da Rabbimize şükrümüzü artırmasıdır. Şüphesiz;

Ebu Hureyre (r.a)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır. “Sahip olduğumuz dünyevi imkânlar açısından durumu sizden daha iyi olanlara değil daha fena durumu bulunanlaGördüklerimiz anlatmak çok da kolay olra bakın zira bu bakış zaviyesi Allah’ın nimetmayacak. Görkemli villaların gölgesinde yılerini hafife almamanız için en uygun yoldur.” kık dökük evlerde bir sürü çocukla hayata tu(Muslim,zühd;9, Tirmizi,Kıyame;58, Libas;38) tunmaya çalışan garibanlar. Lüks apartmanHocamızın tavsiyesi üzerine en az beş kişi- ların on basamakla inilen bodrumlarında rulik gruplar halinde ziyaretlerimizi gerçekleşti- tubet ve küf kokusu içerisinde süren hayatriyoruz. Bu sayı yedi, dokuz bazen on bir ki- lar. Televizyonda gösterilen uzak diyarlardaşiye çıkabiliyor. Grubumuzdaki kardeşlerimiz ki yardıma muhtaç insanların görüntülerine arasında maddi durumu çok iyi olan da olma- bakıp ağlayan ardından çıkan oyun havasıyyan da var. Gördüğümüz manzaralar karşısın- la oynayan bir kısa mesaj gönderip “Görevimi da Rabbimizin üzerimizdeki nimetlerini ha- yaptım” rahatlığı ile hayatına devam eden intırlıyor, hamd-ü senalar içerisinde Rabbimize sanımızın görmezden geldiği unuttuğu belki de yok zannettiği sefalet içerisinde hayatşükürler ediyoruz. Elhamdülillah. 16 • Bizbiriz Dergisi


lar... Kredi mağdurları, hırs ve tamah kurban- tiriyordu. Havayı kesif bir kömür kokusu sarları... Hastalar, yaşlılar, düşkünler, garipler, ye- mıştı. Bütün garibanlığına rağmen bu sokaktimler, dullar... lar ve evler çok sıcak gelmişti bize. Yaşadığımız apartmanların soğuk yüzüne inat bu eciş Her evin bir hikâyesi olduğu gibi bir de kobücüş evlerin toprak sıvaları, tüten bacaları, kusu varmış. Bu ziyaretlerde anladık. Açılan camlarından sızan sarı ışıkları sıcacık sarmıştı kapılardan dışarıya kimi zaman rutubet, kim içimizi. Beki de köyde geçen çocukluğumuzzaman hüzün, kimi zaman hastalık, kimi zadan kalma anılarımız canlanmış o kara düzen man fakirlik kokusu sızıyor. Bazen sabır, bazen günlere bir özlem büyümüştü içimizde. tevekkül bazen de kulluk kokusu. Camlardan sızan ışıkların rengi bile farklıyBazen yolumuz hiç zengini olmayan madı bu mahallede. Bir ışık yanıyor, bir duman hallelere düşüyor. Bazen de çok zengin mutütüyor ama bakalım nasıl. Bu camların gerihitlerin arka sokaklarındaki viranelere. Bazen sinde neler yaşanıyor. Kimi evlerde bir doğum hiç de kötü olmayan evlerde düzgün giyimli, telaşı, kimi evlerde can çekişen bir hasta. Kikültürlü, tahsilli kardeşlerimizle görüşüyoruz. misinde hüzün, kimisinde sevinç.. Kimisi huİşleri iyi gitmemiş. Rabbim önce vermiş sonzur dolu bir yuva, kimisine mutluluk hiç uğra almış... ramamış... Soğuk bir kış günü akşam saatlerinde o Böylesi derin düşüncelerden, minibüsühafta ziyaret yapacağımız mahallenin muhmüzün durmasıyla sıyrılıyoruz. Minibüsten tarlığı önünde kardeşlerimizle buluştuk. Haalacaklarımızı alıp muhtarın çaldığı kapıyı nımlar derneğimizin minibüsüyle, beyler ise açan hanımın yanına gidiyoruz. Muhtemelen özel araçlarla muhtarın rehberliğinde testek oda bir mutfaktan oluşan bir ev, çok eski pit edilen adreslere doğru yola çıktık. Burası her an göçüverecekmiş gibi duruyor. Kapıda Meram’ın göbeği sayılabilecek çok da kenarotuzlu yaşlarda bir hanım ve üç oğlan çocuğu da olmayan eski bir mahalle. karşılıyor bizi. Selam verip kendimizi tanıtıyoEski, yıkıldı yıkılacak kerpiç evleri daracık ruz. Hanım bizi misafir etmek, bir şeyler ikram sokakları ile hiç de bir büyükşehir mahallesi etmek için ısrar ediyor. Prensip olarak evlere görüntüsü vermiyor. Kentsel dönüşüm henüz girmediğimizi daha başka ziyaretlerimizin de buralara uğramamış. Eski bir mezarlığın etra- olduğunu söylüyoruz. Erzurumluymuş. Genç fında kümelenmiş, mezarlık manzaralı, eğri yaşta eşi vefat etmiş ve üç çocuğuyla dul kalduvarlı, tek katlı, alçak damlı ha yıkıldı ha yı- mış. Bir abisi varmış onun da durumu iyi dekılacak hissi veren bakımsız evler... Kargacık ğilmiş. Bu evin sahibi bedelsiz olarak oturburgacık iki aracın yan yana geçemeyeceği tuyormuş. Rahatsızlığından dolayı fazla çalışamadığını eşin dostun hayırseverlerin yarsokaklar. dımlarıyla geçindiğini anlatıveriyor ayaküstü. Evlerin ışıkları henüz yeni yanmaya başlamış. Hediye ettiğimiz kitaplara çok seviniyor. YarSobalara akşam kovaları konmuş, ateşlenmiş, dımımızı takdim edip dua ve selam ile ayrılıçay, bulaşık vs. işler için kullanılmak üzere dol- yoruz. Çocukları da kendiside ziyaretimizden durulmuş güğüm ve ibrikler sobanın üzerin- duydukları memnuniyeti buğulu gözlere ifadeki yerlerini almış. Belki kaynamaya, taşmaya de ediyorlar. Yıllardır hasret oldukları bir yabile başlamıştı. Bizlerin kaloriferli evlerde yaşa- kınlarını uğurlar gibi uğurluyorlar bizi. yamadığı bir aile sıcaklığı vardır bu sobalı evlerBundan sonraki adres yürüme mesafesinde. Akşam ailenin bütün fertleri sobanın etrafından toplanıp en azından birbirlerini görürler. de olduğumuz için aracımızı binmiyoruz. Ayrıldığımız evin hüznü bize de yansıyor. İster Gecenin ayazı iyiden iyiye kendini hisset- istemez o yetimlerin garip hallerinden etki-

Bizbiriz Dergisi • 17


leniyoruz. Yol boyu suskun ilerliyoruz. Hava iyiden iyiye soğumuş, üşüyoruz. Bir sonraki durağımız, köşe başında duvarı dışarı doğru hayli eğilmiş sokağı penceresi olmayan kerpiç bir ev. Yüksek duvarlı bir avlusu var. Kapıyı çalıyoruz. Kapıyı 17-18 yaşlarında bir genç kız açıyor. Buyur ediyor bizi. Eve değil fakat avluya girebileceğimiz söylüyoruz. Selamlaşıyoruz, tanışıyoruz. Bir avlunun içinde sokağa penceresi olmayan duvarı eğri o ev, karşısında merdivenle çıkılan ve mutfak olarak kullanılan başka bir oda, avlu kapısının az ilerisinde odunluk ve kömürlük olarak yapılmış kulübe gibi bir yapı ve tuvalet. Kızcağız bütün ışıkları yakmış, evin kapısına 2-3 yaşlarında bir erkek çocuğu çıkıyor. O soğukta neredeyse yarı çıplak. Ev sahibesinin bu kızcağız olduğu öğreniyoruz. Küçük çocuk da oğluymuş. “Eşim vefat etti.” diyor. Doğu illerinden Konya’ya göç etmiş bir ailenin kızıymış. Ailesi Konya’nın bir köyünde yaşıyormuş. “Ben burada yalnız kalıyorum. 2-3 ev ötede kaynanamla kaynım oturuyor” diyor şivesi konuşmasıyla. Oldukça mahcup, çekingen, ürkek. “Sana uzun kış gecelerinde yoldaş olacak çok güzel arkadaşlar getirdik.” diyoruz. Hadis kitaplarımızdan ve Abdullah Murad Şükrüoğlu hocamızın on hafta sohbetleri kitaplarından hediye ediyoruz. Zarfımızı da kitaplarımızla birlikte veriyoruz. Gözleri ışıldıyor. Memnuniyeti yüzüne öyle bir yansıyor ki onun yüzüne düşün mutluluk pırıltısı bizi de mutlu ediyor. Onları Allah’a emanet ederek vedalaşıyoruz. Onun ürpertici evinde yetimiyle baş başa kalıyor. Oradan ayrıldıktan sonra da rabbim ecrini versin şükrünü artırsın diye dualar ediyoruz. Kızcağız mahcup ve utangaç olduğundan halini çok iyi anlatamadı. Onun hayat hikâyesini bir sonraki durağımızda daha ayrıntılı bir şekilde öğreniyoruz.

katında oturuyorlar. Eski bir apartman ama sokaktaki diğer evlerin yanında saray gibi kalıyor. Biri otuzlarında biri elli elli beş yaşlarında iki hanımla biri kız biri oğlan dokuz on yaşlarında iki çocuk çıkıyor karşımıza. Buyur ediyorlar. Selamlaşıp tanışıyoruz. Teyze çok sıcakkanlı. O da biraz önceki genç kadın gibi şiveli konuşuyoruz. Ziyaretimizden duyduğu memnuniyeti ifade ediyor dualarla. Yanındaki hanım geliniymiş. Bir trafik kazasında bir oğlunu, damadını ve yeğenini öte dünyaya uğurlamış. Yanındaki gelinin kocası olan oğlu da kötürüm kalmış. (bakıma muhtaç) “Bu geline destek oluyorum.” diyor. Biraz önce yetimiyle bir başına bıraktığımız kızcağızında kazada ölen öteki oğlunun karısı olduğunu öğreniyoruz. Yüreğimi burkuluyor.”Ne yaparsın teyze. İmtihan dünyası bu. Her kulun ayrı bir imtihanı var. Rabbim kolay getire hepimize.” Maşallah teyzemiz çok metanetli. Güngörmüş belli. Hani derler ya, Osmanlı kadını... Karşılıklı iyi dileklerde bulunup dualaşıp sarılıyor ayrılıyor. Üç kapıda kaç değişik imtihan kaç farklı hayat görüyoruz. Çocuklarınki ayrı kadınların ki ayrı gelinlerin ki ayrı. Kaynananın ki ayrı ve bundan sonraki hayatına engelli devam edecek evladın ki ayrı. Yaşanan bu acıklı hikâyelere bir de yokluk eklenince imtihan biraz daha ağırlaşıyor tabi. Rabbim onlarında bizim de şükrümüzü artırsın. Bütün mü’min kardeşlerimize dünyada ahiret de iyilik versin. AMİN...

O akşam ziyaret ettiğimiz diğer evlerde yaşlı bir çift ve yalnız yaşayan amcalar varmış. Onlarla erkek kardeşlerimiz görüştüler. Araçlarımıza doğru giderken kardeşlerimizin konuşmalarını duyuyoruz. “Saraylarda yaşıyormuşuz şükür rabbimize” diyor kardeşimizin biri. Öteki kardeşlerimiz de “Elhamdülillah” diyorlar. Birbirimize Allah’a emanet ederek seBuradan sonra gideceğimiz yer birkaç ev lamlaşarak sessiz sakin kendi Hayatlarımıza ilerideymiş. Yürüyoruz. Geleceğimizden hadönüyoruz. beri oldukları için ev sahipleri kapıda karşılıyor bizleri. Üç katlı eski bir apartmanın giriş

18 • Bizbiriz Dergisi


hükmî temizlik ve mânevî temizlik şeklinde üç kademeye ayırmışlardır. Beden, elbise ve çevre temizliği şeklinde ifade edilebilecek olan maddî temizlik, genelde ibadete hazırlık ve ön şart olarak, kimi du­rumda ibadet olarak değerlendirilmiştir. Abdest ve gusül, hükmî temizlik kademesidir. Üçüncü kademede ise kişinin uzuvlarını gıybet, yalan, haram yemek, mala hı­yanet etmek gibi günahlardan, kalbini haset, kibir, gösteriş, hırs ve benzeri kötü huy ve hastalıklardan, hatta benlik ve bilincini Allah’ın gayrısından (mâsivâ) Taharet kelimesi; “tahare” fiilinin temizlemesi gelir. Müslümanın kademe masdarıdır. Lugatta taharet, “Temizlik” kademe arınması ve temizlenmesi, Al­lah’ın manasındadır. Çok yönlü ve anlamları huzuruna böyle bir safiyet ve arılıkla çıkması vardır. İman açısından baktığımızda esastır. taharet; küfrün, şirkin ve nifakın tüm Maddî temizlik İslâm dininin fevkalâde pisliklerinden temizlenmektir. Amel açısından önem atfettiği bir konudur. Kur’ân-ı Kerîm’de baktığımızda teharet; hadesten ve necasetten çevrenin ve ibadet yerinin temizliğinden temizlenmektir1. Yani temizlenmek isteyen söz edilir, Allah’ın temizlik konusunda titizlik bir kimsenin gerek hakiki pisliği (Necaseti), gösterenleri sevdiği bildirilir;” gerekse hades denilen Onun içinde asla namaz hükmi pisliği gidermek kılma. İlk günden temeli için meşru bir sûrette Taharet kalbi temizlemektir. takva (Allah’a karşı gelmekten suyu ve toprağı yahut Abdullah Murad Şükrüoğlu sakınmak) üzerine kurulan her ikisini birden mescit (Kuba mescidi), içinde kullanmasıdır. namaz kılmana elbette daha Kur’ân-ı Kerîm’in layıktır. Orada temizlenmeyi birçok âyetinde, Habib-i Kibriya Muhammed seven adamlar vardır. Allah da tertemiz Mustafa (s.a.v)’in hadislerinde ve örnek onları sever.”2 İbn-i Kesir; su ile temizlenmek hayatında temizliğin önemi ve gerekliliği hususunda aşırı titizlik gösteren ensar’ın bu üzerinde ısrarla durulmuş, temizlik ibadetler ayet-i kerime ile övüldüğünü kaydetmektedir.3 için ön şart sayılmıştır. Yani amelin, ibadetin Habibi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’ de aslı, temeli teharet olmuştur. İslâm dini, özü “Temizlik imanın yarısıdır”4, “Allah temizdir, itibariyle mânevî kirlerden arınma, Allah’ı temizliği sever”5 “Namazın anahtarı temizliktir” tanıma, O’na itaat ve ibadet etmeden ibaret 6 buyurarak; değişik vesilelerle beden ve gibi görünse de ruhun yücelişi ve insanın böyle çevre temizliğini emretmiş veya tav­siye mânevî bir bağlantı ortamına geçebilmesi için etmiş, bu konuda davranışlarıyla ashabına insanı çevreleyen fizik şartların da buna uygun ve bütün müslümanlara örnek olmuştur. olması gerekir. İbadet haya­tında; mânevî İslâm’ın bu ısrarlı takibi neticesinde temizlik temizlenme ile beden ve çevre temizliği müslümanların hayatına dinî yönü de bulunan arasında sıkı bir bağın kurulması hatta bir kültür ve gelenek olarak yerleşmiş, fıkıh Kur’an’da temizlikten, hem maddî hem de kitaplarının ilk bölümünü temizlik (tahâret) mânevî temizliği kapsayacak şekilde genel bir konusu teşkil etmiştir7. anlatımla söz edilmesi böyle bir anlam taşır. İslâm Dininde genel anlamdaki temizlik ile ibadet amaçlı temizlik birbirini tamamlar 2 Tevbe 9/108. ve birlikte bir anlam ifade eder. Bu sebeple 3 el-Bakara 2/125; el-Hac 22/26. Müslim, “Tahâret”, 1. İslâm bilginleri temizliği; maddî temizlik, 4

TAHARET

1

cild 2.

Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri,

5 6 7

Tirmizî, “Edeb”, 41. Ebû Dâvûd, “Salât”, 73; Tirmizî, “Tahâret”, 3. İsam, cild 1.

Bizbiriz Dergisi • 19


FIKIH KÖŞEMİZ Ayşe TUNÇ İlahiyatçı -Kur’an Kursu Öğretmeni

Sual: Varolan rahatsızlıktan dolayı, namazı sandalye ve taburede oturarak kılmanın dinen hükmü nedir? Sandalye ve taburede kılmaktansa yere oturup ayakları uzatarak kılmanın uygunluğu söylenmektedir, izah eder misiniz? Cevap: Bu konuyu izah etmede iki farklı hususu göz önünde bulundurmada fayda vardır. Birincisi oturarak namaz kılmanın caiz olup olmadığı, ikincisi de camilerimizde sandalyelerle bir tür sıralar oluşturulması ve hatta ayrı bir yerde sandalyeliler safı(!) oluşturmak. Namaz, kulun Allah’a en çok yakınlık kazandığı bir ibadettir. Bu niteliğinden dolayı Rasulullah (s.a.v) bu ibadeti “en hayırlı amel”1 olarak tanımlamış, kıyamet gününde hesabı sorulacak ilk amelin namaz olacağını 1

İbn Mâce, Taharet, 4.

20 • Bizbiriz Dergisi

bildirmiştir.2 Bu sebeple namazın terk edilmesine izin verilmemiş, ima ile de olsa mutlaka kılınması istenmiştir. Rasulullah (s.a.v) “Kim namazı kasten terk ederse Allah’ın himayesi ondan uzak olur.”3 buyurmuştur. Kur’an ve Sünnette; namaz ibadetinin rükünlerinin (farzlarının) neler olduğu belirtilmiş ve nasıl uygulanacağı da bizzat Rasulullah (s.a.v) tarafından sözlü ve pratik olarak ortaya konulmuştur.Bu rükünler; “İftitah Tekbiri, Kıyam, Kıraat, Rükû, Secde Ve Ka’de-İ Ahire”dir. Allah Teâlâ: “Gönülden boyun eğerek Allah için namaza kalkın”4 “Ey iman edenler, rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.”5 buyurmuştur. Rasulullah (s.a.v) de; namaz kılmayı 2 3 4 5

Bakara, 2/238.

Hac, 22/77.

Bakara, 2/286.

Bakara, 2/185.


öğrettiği bir sahabiye, sonunda nasıl teşehhüd Kul, Rabbine ibadet ederken hem özde sayapacağını gösterdikten sonra, “Bunu da mimi olmalı hem de dinin belirlediği şekil ve yaptığında namazın tamam olur.” buyurmuştur. şartlarını tam olarak yerine getirmeye özen 6 göstermelidir. Özen ve hassasiyet eksikliğinden Bu rükünlerden her hangi birinin mazeretsiz dolayı Rabbine karşı sorumlu olacağı biolarak terk edilmesi halinde namaz sahih ol- lincinde olmalıdır. Bu sebeple namazını tamaz. Ancak Dinimiz kolaylık dinidir, dinimizde bure, sandalye ve benzeri şeyler üzerinde sorumluluklar, kulun gücüne göre belirlenmiş; kılan mü’minin ileri sürdüğü mazeretleri ken“Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle disini vicdanen rahatlatacak boyutta olmalıdır. yükümlü kılar...“�; gücü aşan durumlar için Namazı asli şekline uygun olarak kılmaya enkolaylaştırma ilkesi getirilmiştir.� Namazın gel olmayacak hafif bedeni rahatsızlıklar bu rükünlerinden herhangi birini yerine getir- konuda meşru mazeret olarak görülmemelidir. meye engel olan rahatsızlıklar da kolaylaştırma Konumuzun ikinci boyutu ise; dini açıdan sebebi sayılmıştır. Buna göre; Namazı normal zorunlu ve meşru bir sebep bulunmadıkça; şekli ile ayakta kılmaya gücü yetmeyen kimse camilerde sandalyede namaz kılmak, göze için asıl olan namazını oturarak kılmaktır. Böyle hoş gelmeyen bir görüntü ortaya çıkarmakta bir kişi namazını kendi durumuna göre diz ve cemaat arasında zaman zaman tartışmalara çökerek veya bağdaş kurarak yahut ayaklarını sebep olmaktadır. Son zamanlarda bu husuyana ya da kıbleye doğru uzatarak kılar. Rasu- sun daha da yaygınlaştığını esefle müşahede lullah (s.a.v) nasıl namaz kılacağını soran hasta etmekteyiz. Özellikle üzerinde namaz kılmak bir sahabiye: amacı ile camilerde rengârenk sandalyelerin “Namazını ayakta kıl. Eğer gücün yetmezse konulması ve bazen de sıralar halinde sabit oturarak, buna da gücün yetmezse yan üzere oturakların yapılması, cami doku ve kültürüyle kıl.” buyurmuştur. bağdaşmamaktadır. Bu durum beraberinde Ayakta durabilen ve yere oturabildiği halde benzetmesi hoş olmasa da- kilisevâri bir sıralı secde edemeyen kimse namaza ayakta başlar, sandalyeli bir durumu akıllara getirmektedir. rükûdan sonra yere oturarak secdeleri ima ile Namaz kılmak için camiye kadar gidebilen kişi yapar. rahatlıkla ayakta durarak kıyam farzını yerine Ayakta durabildiği halde oturduktan sonra getirebilirler. Bu sebeple hastalık ve özürlülük ayağa kalkamayan kişi namaza ayakta başlar, gibi herhangi bir rahatsızlığı bulunan kimselersecdeden sonra namazını oturarak tamamlar. in, zorunlu olmadıkça namazlarını sandalyede Ayakta durmaya ve rükû yapmaya gücü değil, yere oturarak kılmaları daha uygundur.� yettiği halde yere oturamayan kimse namaza Kıymetli hocamız Abdullah Murad ayakta başlar, rükûdan sonra secdeyi tabure Şükrüoğlu’nun 13 senedir ifade ettiği; “sanve benzeri bir şey üzerine oturarak ima ile eda dalyede namaz kılmak caiz değildir” düsturunu eder. kabul eden Diyanet işleri Yüksek Kurulun’a bu Ayakta durmaya gücü yetmeyen, yere de resmi açıklamasından dolayı, şükranlarımızı oturamayan kimse namazı tabure, sandalye sunar, ferasetli fetvalarının devamını bekleriz. ve benzeri bir şey üzerine oturarak rükû ve secdeleri ima ile yerine getirir. 6

Buhari, Taksiru’s-Salat, 19

Bizbiriz Dergisi • 21


MATEMATİK ALLAH’IN VARLIĞINI İSPATLIYOR Matematik Öğretmeni Eslem ERCAN

M

atematik bilimi evrendeki eksiksiz yaratılışı ve hassas dengeleri nasıl gözler önüne serer? Tamamen düzensiz görünen ormanlarda aslında nasıl bir matematiksel düzen hakimdir? Evrende var olan canlı-cansız tüm varlıklarda keşfedilen bu matematiksel estetik ve düzen, bilim adamlarında her geçen gün daha da büyük heyecan uyandırıyor. Milattan önce 2000 yıllarında Mezopotamyada yaşayan Babilliler matematik biliminde oldukça ilerlemişlerdi. Dört temel işlem olan toplama, çıkarma, çarpma ve bölmeyi gayet kusursuz biçimde uyguluyorlardı. Diğer bilim dalları gibi tarih boyunca matematik de bir gelişim göstermiştir. 16. yüzyılda matematik dünyası analitik geometri, kartezyen koordinat sistemi, kalkülüs teoremi, integral gibi kavramlarla tanışmıştır. Matematiğin önünü açan bu kavramlarla birlikte fizik ve mühendislik bilimleri de doğmuştur, zaman içinde ilerleyen çalışmalar astronomide kullanılan matematiği de başka bir düzeye taşımıştır. 20. yüzyılda modern matematik dönemine girilmiş, kümeler teorisi kavramı geliştirilmiş ve sonunda matematik ve fizik bilimi insanların gökyüzüne uzay aracı gönderebilecekleri bir düzeye ulaşmıştır. Geçen 4000 yıl boyunca matematikte gelinen bu sonuç vesilesiyle bilim adamları çok önemli bilimsel bir keşifte bulunmuşlardır: Matematik yalnızca insanların geliştirdiği bir yöntem değildi ve evrenin ve tüm canlıların var oldukları ilk andan itibaren mükemmellik derecesinde bağlı oldukları, işleyen bir sistemi de göstermekteydi. Bu gerçeği

22 • Bizbiriz Dergisi

dile getiren matematikçilerden biri Galile olmuştur. Galile,“Tabiatın kitabı matematik dilinde yazılmıştır; onun harfleri geometrinin şekilleridir. Bunları anlamak ve yorumlayabilmek için matematik dilini bilmemiz gerekir” yorumunda bulunmuştur. Gelişen matematik bilimi 20. yüzyılda, evrenin bazı materyalist-Darwinist bilim adamlarının iddia ettikleri gibi bir kaosun esiri olmadığını; aksine hatasız matematiksel hesaplamalar barındıran muhteşem bir düzenlemenin, Yüce Allahın sonsuz aklının eseri olduğunu doğrulamıştır. Kesin delillerle ortaya konulan bu gerçek, evrende “tesadüfi gelişmelere” hiçbir şekilde yer olmadığını bir kere daha kanıtlamıştır. Evrenin ve canlıların oluşumunda çok yüksek bir akıl vardır. İnsanlığın bu yüksek aklın sadece matematik ile ilgili olan yönünü anlayabilmeleri 4000 yıl sürmüştür. 4000 yıllık bilgi mirasına sahip bilim adamlarının günümüzde gördükleri gerçekler onları, Darwinizmin tesadüfi var oluş iddiasını sorgulamaya yöneltmiştir. İngiliz fizikçi ve matematikçi olan Sir James Jeans evrendeki mükemmel düzeni şu şekilde ifade etmiştir: “Evren hakkında yapılan bilimsel bir araştırmanın sonucu tek bir cümleyle özetlenebilir: Evren, matematik bilgisi sonsuz bir varlık tarafından dizayn edilmiş görünüyordur.” Bitkiler Matematiksel Hesap Yapabilir mi? Eğer bir bitkiyi dikkatle incelerseniz yapraklarının birbirlerini kapamayacak şekilde dizilmiş olduğunu görürsünüz. Bu düzen bitkinin güneş ışığını ve yağmur damlalarını eşit biçimde alabilmesi için


çok önemlidir. Yapraklarda, çam kozalaklarında, kaktüslerde, ayçiçeklerinde ve diğer bitkilerde görülen bu spiral düzen matematikte Fibonacci dizini ismi ile tanımlanır. Bu dizinin özelliği, dizideki her sayının kendinden önce gelen iki sayının toplamına eşit olmasıdır. Bu matematiksel sayı dizisine bitki dünyasının şifresi de denilebilir. 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233……. Smith Collegeden matematikçi Chris Gole, bitkilerde genellikle zıt yönlere doğru kıvrılan iki ayrı spiral grubun bulunduğunu ve bu gruplardaki spiral sayısının çoğu zaman ardışık iki Fibonacci sayısı olduğunu belirtmiştir. Ayçiçeklerinin üzerinde tohuma dönüşen minik çiçekçikler bulunmaktadır. Bu çiçekçiklerin bir kısmı saat yönünde, bir kısmı da saat yönünün aksi istikamette çok sayıda spiral oluşturur. Her iki yöndeki spiraller sayıldığında Fibonacci sayı dizisine uygun olarak, çoğunlukla bir yöne doğru kıvrılan 55, diğer yöne doğru kıvrılan 34 spirale rastlanır. Bazı ayçiçeklerinde de, yine Fibonacci sayı dizinine uygun olarak, 89 - 55 veya 144 – 89 rakamları tespit edilir. Fibonacci sayıları, ağaç yapraklarının dallarının düzeninde, çiçeklerin taç yapraklarında ve tohumlarında da ortaya çıkmaktadır. Bir papatyayı, kıvırcık salata yapraklarını, ananas kozalaklarını veya soğanın katmanlarını dikkatli bir şekilde incelerseniz Fibonacci sayılarını tespit edebilirsiniz. Ormanlardaki Matematiksel Düzen Bir ormana uzaktan bakıldığında, ağaçların konumlarının bir düzen içerisinde olduğu ilk anda anlaşılmayabilir. Oysa kontrolsüz biçimde çoğalmış gibi görünen ağaç gruplarından oluşan ormanlarda da matematiksel bir düzen bulunmaktadır. Los Alamos Ulusal Laboratuvarından Geoffrey West bu konu hakkında şu açıklamayı yapmıştır: “Bir ormanda yürüdüğünüzde, orman size gelişigüzel görünür; ama aslında ortalamada oldukça düzenlidir.” West, yakın bir geçmişte Arizona Üniversitesi’nden BrianEnquist ve Cornell Üniversitesi’nden Profesör Karl Niklas ile birlikte, yetişkin bir ormanda, aynı kütleye sahip ağaçların arasındaki ortalama uzaklığın, gövde çapları ile orantılı olduğunu keşfetmiştir. Tesadüf İddiasını Yok Eden Mükemmellik Ormanlarda görülen bu düzen, çeyrek-kuvvet ölçeği yasası ile açıklanmaktadır. Çeyrek-kuvvet kuramı biyolojinin en temel kurallarından biridir. Bu kuram bilim adamlarını oldukça şaşırtmaktadır; çünkü bu kanuna göre her

varlığı matematiksel ölçümlerle düzenleyici bir el olmalıdır. Geoffrey West çeyrek-kuvvet yasası ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır: ...’’Böyle bir durumla karşılaştığınız zaman bunun size bir şeyler anlatmaya çalıştığını fark edeceksiniz’’ ... Burada önemli olan ‘’Bu bir şeylerin neyi anlatmaya çalıştığı?’’ GeoffreyWestin sorduğu sorunun cevabı gerçekte çok açıktır. Yeryüzüne hakim olan ihtişamlı düzen bize varlıkların tesadüfen var olmadıklarını, yaratılmış olduklarını göstermektedir. Her insan, belirli uzaklıklarla ekilmiş bir sebze tarlasına girdiğinde, mutlaka bu ekimi yapan bir çiftçinin olduğunu düşünür. Bitki tohumlarının kendiliklerinden aralarında eşit uzaklıklar kalacak şekilde toprağın üzerinde yuvarlandıklarını düşünmez. Ormanlarda ise bir tarla ile kıyaslanamayacak mükemmellikte matematiksel bir düzen vardır. Tarladaki tohumları düzenli bir biçimde eken bir insanın var olduğu düşünülüyorsa, ormandaki matematiksel düzenin de mutlaka Yaratıcısı olduğunu düşünmek gerekir. Çünkü ne ormanda ne ağaçta ne toprakta ne de tabiatta böylesine ihtişamlı bir güç ve akıl olabilir. Evrimci bilim adamları tabiatta karşılarına çıkan bu gibi muhteşem özellikleri Allahın yarattığını, bunların yaratılış delili olduğunu kabul etmemek için, doğa mucizesi gibi tanımlamalarla isimlendirmektedirler. Ancak bu ifade gerçekte tam bir mantık hezimetini ortaya koymaktadır. Çünkü mucize kelimesi doğa üstü olaylar anlamına gelmektedir. Dolayısıyla evrimci bilim adamları doğa mucizesi kavramını kullanırlarken, istemeseler de Allahın varlığına işaret etmiş olmaktadırlar. Bütün bunları Yaratıcı’yı hesaba katmadan sürekli ve geçerli ‘fizikî kanunlar’ olarak farz edelim. Peki, şu sorulara nasıl cevap vereceğiz: Bu ‘tabiat kanunları’ nereden geldiler? Onları kim yarattı? Yaratıcı bir kudrete inanmayan herkesin burada durması gerekir. Çünkü kâinatın hiç sebepsiz kendi kendine yoktan var olması tasavvur edilemez bir yaklaşımdır. Zîrâ “Allah en büyük matematikçidir.” diyen Einstein, tesadüfün arkasında dahî bilinmeyen bir sebepnetice prensibinin gizliliğine dikkati çekmiştir. “O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.”

Bizbiriz Dergisi • 23


HADİS

İSTİKAMET

-Şimdi... Demiş ermiş, sevgiyi gerçekten çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık, ِ‫ا‬ ِ َ‫ وﻧِﻌِ ﱠﻤﺎ ا‬:‫ﺳﺘَ ِﻘﻴﻤﻮا‬bilenleri ‫ﻆ َﻋﻠَﻰ‬ ‫ن‬ َ ِ‫ﺼﻼَةُ َوﻟَ ْﻦ ُﳛَﺎﻓ‬ ‫اﺳﺘَـ َﻘ ْﻤﺘُ ْﻢ َو َﺧْﻴـ ُﺮ اَ ْﻋ َﻤﺎﻟِ ُﻜ ْﻢ اَﻟ ﱠ‬ ْ َ ُ ْ gözleri sevgi ile gülümseyen insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. ‫ِ​ِﱠ‬ ٍِ

.‫ﺿﻮء اﻻ ُﻛ ﱡﻞ ُﻣ ْﺆﻣﻦ‬ ُ ‫اﻟْ ُﻮ‬

-Buyurun deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

(‫)رواﻩ اﺑﻦ ﻣﺎﺟﻪ ﻋﻦ اب اﻣﺎﻣﺔ‬ “İstikamet sahibi olunuz. İstikamet sahibi olursanız ne güzel olur, amellerin hayırlısı salattır ve elbette daim abdestli olup, her an abdestli gezmeyi ancak imanı bütün müminler gerçekleştirir.”1İyi de istikamet nedir? İyi işte olduğu gibi insanlara faydalı olmaya çalışmaktır. Bir menkıbeyle anlatalım bunu: Bir gün sormuşlar Allah-u Teala’nın veli kullarından birine; -Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? -Bakın göstereyim, demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden amele indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da ‘derviş kaşıkları’ denilen bir metre boyunda kaşıklar. Allah’ın Salih kulu;

-İşte demiş ermiş, kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. İstikamet; doğruluk, dürüstlük, namazda devamlılık.Beş vakit namazı kalp, beden ve ruh haliyle devam ettirmesi, kendi nefsinden önce kardeşinin nefsini öne geçirmesi ve bütün müminleri, müslümanları sevmesidir. Adem (a.s)’dan bugüne kadar bütün insanlar kardeştir, amenna!Kafir olanlara hidayet bulmaları duasıyla iyi davranmak çok güzeldir, buna da amenna! Lakin mümin ve müslüman kardeşlerin üstüne iki katı titreyeceğiz. Onları barbarlıkla, onları hadsizlikle, onları cahillikle, onları bilgisizlikle suçlayanlar istikamet sahibi olamazlar.

Allah rızası için abdest almak, abdest -Bu kaşıkların ucundan tutup öyle alana yardımcı olmak çok zor olsa gerek. İşte yiyeceksiniz, diye bir de şart koymuş. suyu vermek, suyu ulaştırmak, abdest aldırmak. -Peki, demişler ve içmeye teşebbüs Bu su çeşmeden akan su mu? Bu abdest elimizi, etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun yüzümüzü yıkayarak aldığımız abdest mi?Su, geldiğinden bir türlü döküp saçmadan Hak suyu, abdest Hak ve hakikat abdesti. Allah götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda rızası için şu suyla alınan abdest mi yoksa bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar Kur’an ve sünnet ile alınan ilim abdesti mi daha zordur? Batıldan, bütün hurafelerden Kur’an sofradan. ve sünnetle yıkanmak, arınmak.İşte budur Hak abdesti vesselam.2 Bunun üzerine; 1

İbn-i Mace, Taharet-4

2

cild 4.

24 • Bizbiriz Dergisi

Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri,


MÜSLÜMANIN 24 SAATİ Sabah Uyanınca

Rasulullah (s.a.v) sabah uyandığı zaman şöyle dua ederdi: “ E l h a m d u l i l l a h i l l e z i e h y â n â b a’d e mâemâtenâ ve ileyhi’n-nüşûr.”1 “Bizi öldükten sonra dirilten Allah’a hamd olsun.

‫اَ ْﳊَ ْﻤ ُﺪ ﻟِﻠﱠ ِﻪ اﻟﱠ ِﺬى اَ ْﺣﻴَﺎﻧَﺎ ﺑـَ ْﻌ َﺪ َﻣﺎ‬ ِ ‫ﱡﺸﻮِر‬ ُ ‫اَ​َﻣﺎﺗَـﻨَﺎ َو اﻟَْﻴ ِﻪ اﻟﻨ‬

Dönüş ancak O’nadır.” (Buhari, Ebu Davud, Tirmizi)Efendimiz (sav) sabah uyandığında Cenab-ı Hakk’a niyazla güne başlar ve şöyle dua ederdi: “Allah’ım, Sen’in yardımınla sabaha kavuştuk; Sen’in yardımınla akşama kavuştuk. Sen’inle yaşarız seninle ölürüz. Diriliş (varış), ancak Sana’dır.”2 Başka bir rivayete göre, Rasulullah Efendimiz sabaha ulaşan herkesin şu duayı okumasını tavsiye buyurmuştur. “Kim sabaha erdiği zaman: «Radıytü billahi Rabben, ve bi’l-İslami dînen ve bi Muhammedin Rasulen (Rab olarak Allah’a, din olarak İslam’a, Rasul olarak Muhammed (sav)’e razı olduk)» derse, onu razı etmek de Allah üzerine bir hak olmuştur.”3Başka bir rivayette de, sabahladığında: “Elhamdülillah sabaha erdik. Mülk de sabaha erdi.” buyurmuş, sonra ellerini üç kere yıkamış ve sözlerine şöyle devam etmiştir: “Uykudan uyanınca sizden hiç kimse, üç sefer ellerini yıkamadıkça, elini bir kaba sokmasın. Çünkü o, ellerin geceyi vücudun neresinde geçirdiğini bilemez.” Bu rivayeti nakledenlerden birisi de sabah kalkınca “burnunu üç defa temizlediğini” eklemiş ve bu hususta Peygamber Efendimiz (sav)’ in şöyle buyurduğunu haber vermiştir: “Biriniz uykudan uyandığı zaman üç kere sümkürsün. Zira şeytan burnunun içinde geceler.” (Buhari, Ebu Davud, Tirmizi) (Buharî, Deavat, 7, 8; Müslim, Zikr, 59; Ebû Davud, Edeb, 97,98) 3 (Buharî) 1 2

Bizbiriz Dergisi • 25


26 • Bizbiriz Dergisi


Bizbiriz Dergisi • 27


28 • Bizbiriz Dergisi

Varisün-Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)

KIRK KİŞİNİN ELİNDE BİR UÇURTMA NASIL UÇAR? MÜMİN BİR MÜRŞİDE İNTİSAPLA HAKKA ÇIKAR.


Ayın Sohbeti

VARİSÜ-N NEBİ HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun SOHBETİNDEN....

“KUR’ANI ANLAMAK”

Varisün-Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)

“Allah’ım okuyuşumuzdan önce anlayışımızı değiştir. Ya Rabbi! Bizi Kur’an’ın hadimi eyle. Kur’an’ın anlayışıyla, Kur’an’ı değerlendirmemizi nasip eyle. “

diyordu ki; “Biz Afganistan’a gitmeden önce de Tevbe süresini okurduk. Biz bu ِ ِ‫ﺎﻫ ِﺪ اﻟْ ُﻜﻔﱠﺎر واﻟْﻤﻨﺎﻓ‬ ِ ‫ ﻳﺎ أَﻳـﱡﻬﺎ اﻟﻨِﱠﱯ ﺟ‬sure-i celileyi İslam Üniversite’sinde ِ‫ﲔ َوا ْﻏﻠُ ْﻆ َﻋﻠَْﻴ ِﻬ ْﻢ َوَﻣﺄْ َو ُاﻫ ْﻢ َﺟ َﻬﻨﱠﻢ َوﺑ‬ ‫ﺲ‬ ‫ﺌ‬ ‫ﻘ‬ ْ َ َ َ ‫ َ َ ﱡ‬öğretim görevlisi iken de okurduk. َ ُ َ ُ َ ِ Lakin okuduğumuzda tüylerimiz ُ‫اﻟْ َﻤﺼﲑ‬ kıpırdamazdı. Anladığımızı ِ ِ münafıklara karşı ِ ‫ﱠ‬ ِ ‫ ُﻜﻢ اﻧِْﻔﺮوا‬ve َ ‫“اﺛﱠﺎﻗَـ ْﻠﺘُ ْﻢ إِ َﱃ‬Ey ‫ اﻟﻠﱠ ِﻪ‬Nebi! ‫ﰲ َﺳﺒِ ِﻴﻞ‬Kâfirlere ‫ﻟ‬ ‫ﻴﻞ‬ ‫ﻗ‬ ‫ا‬ ‫ذ‬ ‫إ‬ ‫ﻢ‬ ‫ﻜ‬ ‫ﻟ‬ ‫ﺎ‬ ‫ﻣ‬ ‫ا‬ ‫ﻮ‬ ‫ﻨ‬ ‫آﻣ‬ ‫ﻳﻦ‬ ‫ﺬ‬ ‫ﻟ‬ ‫ا‬ ‫ﺎ‬ ‫ﻬ‬ ‫ـ‬ ‫ﻳ‬ ‫أ‬ ‫ﺎ‬ ‫ﻳ‬ َ َ َُ َ ‫ﱡ‬ zanneder, anlattığımızı zannederdik. Ve biz ْ ُ Onların ُ karşı ُ َ َçetinَ ol. cihad et ve onlara va- َ َ ِ ‫ ْاﻷ َْر‬hem hafızı, hem de alimi idik. Lakin ‫َﺮِة إِﻻﱠ‬racakları ‫ﻴَ ِﺎة اﻟ‬cehennemdir. ‫اﻟ ﱡﺪﻧْـﻴَﺎ ِﻣ‬bir‫ﻴَ ِﺎة‬varış ‫ﺎﳊ‬ ‫ضأ‬ ‫ ﱡﺪﻧْـﻴَﺎ ِﰲ ْاﻵ ِﺧ‬yer ْ ُ‫اﻵ ِﺧَﺮِة ﻓَ َﻤﺎ َﻣﺘَﺎع‬Ne ْ ِ‫َر ِﺿﻴﺘُ ْﻢ ﺑ‬Kur’an’ın ْ ‫ َﻦ‬kötü َ‫اﳊ‬ َ َ Afganistan’a gelince, Tevbe süresi yeniden nazil 1 yeridir orası!” ِ ‫ﻴﻞ‬ ٌ ‫ ﻗَﻠ‬anlatmaya ça- oluyor zannettim. Öyle ki Nebiyyi muhterem Bu ayet-i kerimeyi anlamaya, de oradaydı da sanki vahiy iniyordu. Yeni lışacağız, hayatımıza tatbik etmemizi kolay eyِ‫ـﱡﻬﺎ اﻟﻨﱠﺎس ◌ ﺗَـﺘﻤﻨـﱠﻮا ﻟَِﻘﺎء اﻟﻌﺪ ﱢو واﺳﺄﻟُﻮا اﻟﻠﱠﻪ اﻟْﻌﺎﻓ‬iniyormuş gibi anlamaya başlamıştık. Demek ‫ﻳَﺎ أﻳ‬ ‫ﻮﻫ ْﻢ‬ ‫وإ َذا ﻟَِﻘﻴﺘُ ُﻤ‬için ُ lemesi َ َ duaْ edeceğiz. َ Kur’an ْ َ َ َ anlaَ ،َ‫ﻴَﺔ‬Allah’a َ ُ َ َ Rabbim ُ mucizedir demiştik. Mucizi’l-beyandır.”1 yışımızı, fehmimizi arttırsın, anlatmayı, izah et‫ﺎﺻِﱪُوا‬ َ‫ﻓ‬ ْ Bulunduğun coğrafyaya, bulunduğun meyi ve her bir hücremizle ayet-i celilenin sırrıbulunduğun sosyal ortama göre ِ ٍ ‫ﱡﺪوا َﳍﻢ ﻣﺎ اﺳﺘَﻄَﻌﺘُﻢ ِﻣﻦ ﻗُـ‬iklime, ِ ‫وأ‬ ِ ‫ ِرﺑ‬nasip ‫اﻟﻠﱠ ِﻪ‬nın ‫َﻋ ْﺪ ﱠو‬mazharı ‫ﺗُـ ْﺮِﻫﺒُﻮ َن ﺑِ​ِﻪ‬olmamızı ‫اﳋَْﻴ ِﻞ‬ ‫َﻋ‬ ْ ‫ﺎط‬ ْ ْ ْ ْ َ ْ ُ anlıyorsun َ ‫ﱠﻮة َوﻣ ْﻦ‬eylesin. َ Kur’an’ı. Rahatına, huzuruna, refah Şehit Allah rahmet eylesin, ٍ ِ​ِ ِ ِ Abdullah Azam, ِ ‫ﱠ‬ ِ

ِ ‫ﺎن اﻟﱠﺮِﺟﻴ ِﻢ ﺑِﺴ ِﻢ‬ ِ ِ َ‫ﺎﷲ ِﻣﻦ اﻟ ﱠﺸﻴﻄ‬ ‫اﷲ اﻟﱠﺮ ْﲪَ ِﻦ اﻟﱠﺮِﺣﻴ ِﻢ‬ ْ َ ِ‫اَﻋُﻮذُ ﺑ‬ ْ

‫ﻳﻦ ﻣ ْﻦ ُدو� ْﻢ ﻻَ ﺗَـ ْﻌﻠَ ُﻤﻮﻧَـ ُﻬ ُﻢ اﻟﻠﻪُ ﻳـَ ْﻌﻠَ ُﻤ ُﻬ ْﻢ َوَﻣﺎ ﺗُـْﻨﻔ ُﻘﻮا ﻣ ْﻦ َﺷ ْﻲء‬ َ ‫ َو‬1 ‫ َو َﻋ ُﺪ ﱠوُﻛ ْﻢ‬Afgan’da Rahman’ın Ayetleri. َ ‫آﺧﺮ‬ ‫ِﰲ َﺳﺒِ ِﻴﻞ اﻟﻠﱠ ِﻪ ﻳـُ َﻮ ﱠ‬ ‫ف إِﻟَْﻴ ُﻜ ْﻢ َوأَﻧْـﺘُ ْﻢ ﻻَ ﺗُﻈْﻠَ ُﻤﻮ َن‬

Bizbiriz Dergisi • 29


seviyene göre Kur’an’ı anlıyorsun. Veyahut sıkıntına, eziyetine, içinde bulunduğun mücadeleye göre anladığın bir Kur’an’ı Kerim var. Allah-u Teala mucize derken bunu mu kastediyordu? Kur’an’ı hepimiz aklımıza göre mi anlayacaktık? Bulunduğumuz coğrafyaya göre, iklime göre, hukuka göre mi anlayacağız? Astronotsak, biyologsak, jinekologsak, her ne meslekte olursak Kur’an’ın anlayışı, anlatımı acaba değişecek mi? Yoksa biz dar bir görüşten, geri bir kafadan çıkıp, alemleri içine alan, bütün kainatı yoktan var eden O Allah’a, yani külli iradeye bu cüz’i irademizi teslim ederek mi Kur’an’ı anlayacaktık? Kur’an acaba Arabistan Yarımadası’nda nazil olduğu için “o coğrafyaya ait, biz anlayamayız, o oranın kültürü” mü diyecektik? Biz evvelen bakış açımızı bir yoklayalım. Neye göre Kur’an’ı anlayacaktık? Kendimize göre mi? ‘Ben böyle bilirim’e göre mi? Kur’an’ı anlamaya çalışmak, bildiğini hayata taşımakla olur. Kur’an’ı harf harf, ayet ayet, hece hece nakşetmekle olur. Allah’ım okuyuşumuzdan önce anlayışımızı değiştir. Ya Rabbi! Bizi Kur’an’ın hadimi eyle. Kur’an’ın anlayışıyla, Kur’an’ı değerlendirmemizi nasip eyle. Bugün okuyorlar lakin; Okuyan kör, dinleyen sağır, biz diyoruz ki bağır hoca bağır. Kim ne anlar ki? Ne okuyan görüyor, ne dinleyen anlıyor. Cihat deyince adamın aklı çıkıyor, benzi sararıyor. İslam’ı öldürecekler, yani İslami anlayışı öldürecekler. Cihat ayetlerini ve cihat kelimesini Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’den öğrenmeliydik. O nasıl anladıysa biz de öyle anlamalıydık değil mi? Başka nasıl anlayacaktık ki? Hadis-i şerifte buyruldu; “Küçük cihat bitti, büyük cihada geldik.”2 Elbette büyük cihada geldik. Sen büyük cihadı hiç tanımadın ki; nefsinin hevasını, hevesini, arzularını, korkularını, şehvetini, umutlarını hiç tanımadın ki! Nasıl cihat 2

Acluni, Keşfu’l-Hafa’I, 425.

30 • Bizbiriz Dergisi

edecektin ki? Hasmını bilmeyen muhatap, hasmıyla nasıl savaşacaktı ki? Senin nefsinle yüzleşmeye, nefsini tanımaya, küçük cihatla başlaman lazım değil miydi ki? Orada cihada, küçük cihada gidenlere, hani dünyada kafirlerle karşılaşıncaya kadar nefisleri şehitlik türküleri söylettiriyordu. Fakat savaş kızıştığı zaman, kaçmayı emrediyordu. Gördükleri zaman kan revanı, oradan kaçmayı düşünüyorlardı. Nefislerindeki yaşam arzusunu, nefislerindeki hileleri, nefislerindeki ölüm korkusunu, nefislerindeki hasedi ve tamahı görüyorlardı. Nefislerini, karşılarında bir başkası varmış gibi seyrediyorlardı. Çünkü nefis az sonra öleceği halde ama para, dünyalık toplama hırsındaydı. Sen hiç nefisini tanıdın mı ki büyük cihada çıkacaksın? Abdullah’ı Azam devam ediyor; “Afganistan’a gitmeden önce şöyle derdik; Mücahitler hayır paralarını yiyorlar, hayır paralarını birbirlerine peşkeş çekiyorlar, üçer beşer de evleniyorlar, keyiflerince yaşıyorlar. Fakat içine girdiğimizde böyle bir şey olmadığını gördük. Müslümanların nefisleri, korktuklarından dolayı, Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu şeytanın kurduğu tuzağına düşüyorlardı. Cihattan korkan, kaçan müslümanın bahanesiydi bunlar.”3 İki çocuğuyla beraber şehit oldu Abdullah Azam. Cihat etmeyiz, cihattan uzak dururuz, mücadele etmeyiz, müslümanlar kan akıtırmış, ‘savaşmasalardı bir şey olmazdı’ deriz. Çiçek attık Fransızlara tecavüz ettiler, çivilediler duvara. Dünyanın neresinde bir İslam ülkesi varsa, muhakkak orada kan akıyordur. Lakin müslümanlardır barbar olan. Talebeden ِ ِ ِ ‫ﺑِﺴ ِﻢ‬ulemasına ِ ِ ِ cihat ِ‫اﷲ اﻟﱠﺮ ْﲪ ِﻦ اﻟﱠﺮ‬ hocasına,‫ﺣﻴ ِﻢ‬cahilinden kadar َ ْ ‫اَﻋُﻮذُ ﺑﺎﷲ ﻣ َﻦ اﻟ ﱠﺸْﻴﻄَﺎن اﻟﱠﺮﺟﻴ ِﻢ‬ dedin mi aklı çıkıyor müslümanın. Mücadele dedin ِ ‫ﻳﺎ أَﻳـﱡﻬﺎ اﻟﻨِﱠﱯ ﺟ‬ ‫ﺲ‬ ‫ َوﺑِْﺌ‬mi; ‫ﱠﻢ‬ ‫ﻢ َﺟ َﻬﻨ‬ayet-i ‫ِﻬ ْﻢ َوَﻣﺄْ َو ُاﻫ‬celile’deki ‫ﲔ َوا ْﻏﻠُ ْﻆ َﻋﻠَْﻴ‬ ‫ُﻤﻨَﺎﻓِ ِﻘ‬gibi ‫ ُﻜﻔ‬inandıktan ْ‫ﱠﺎر َواﻟ‬ ْ‫ﺎﻫ ِﺪ اﻟ‬ َ َ ‫َ َ ﱡ‬ ْ َ ُ َ sonra küfre sapar gibi sapıyorlar. ِ ُ‫اﻟْ َﻤﺼﲑ‬

ِ ِ ِ‫ﱠ‬ ‫ﻴﻞ ﻟَ ُﻜ ُﻢ اﻧِْﻔُﺮوا ِﰲ َﺳﺒِ ِﻴﻞ اﻟﻠﱠ ِﻪ اﺛﱠﺎﻗَـ ْﻠﺘُ ْﻢ إِ َﱃ‬ َ ‫ﻳَﺎ أَﻳـﱡ َﻬﺎ اﻟﺬ‬ َ ‫ﻳﻦ َآﻣﻨُﻮا َﻣﺎ ﻟَ ُﻜ ْﻢ إذَا ﻗ‬ ِ ‫ْاﻷ َْر‬ ‫اﳊَﻴَ ِﺎة اﻟ ﱡﺪﻧْـﻴَﺎ ِﰲ ْاﻵ ِﺧَﺮِة إِﻻﱠ‬ ْ ُ‫ﺎﳊَﻴَ ِﺎة اﻟ ﱡﺪﻧْـﻴَﺎ ِﻣ َﻦ ْاﻵ ِﺧَﺮِة ﻓَ َﻤﺎ َﻣﺘَﺎع‬ ْ ِ‫ض أ َ​َر ِﺿﻴﺘُ ْﻢ ﺑ‬ ِ ‫ﻴﻞ‬ ٌ ‫ﻗَﻠ‬ ِ َ‫ وإذ‬،َ‫ﻳﺎ أﻳـﱡﻬﺎ اﻟﻨﱠﺎس ◌ ﺗَـﺘﻤﻨـﱠﻮا ﻟَِﻘﺎء اﻟﻌﺪ ﱢو واﺳﺄﻟُﻮا اﻟﻠﱠﻪ اﻟْﻌﺎﻓِﻴﺔ‬ ‫ﻮﻫ ْﻢ‬ ُ ‫ا ﻟَﻘﻴﺘُ ُﻤ‬Afgan’da ْAyetleri. َ َ َ َ َ َ Rahman’ın َ َُ َ ْ َ​َ َ ُ ‫ﺎﺻِﱪُوا‬ ْ َ‫ﻓ‬ ِ ‫وأ‬ ِ ‫َﻋ ﱡﺪوا َﳍﻢ ﻣﺎ اﺳﺘَﻄَﻌﺘُﻢ ِﻣﻦ ﻗُـ ﱠﻮٍة وِﻣﻦ ِرﺑ‬ ‫اﳋَْﻴ ِﻞ ﺗُـ ْﺮِﻫﺒُﻮ َن ﺑِ​ِﻪ َﻋ ْﺪ ﱠو اﻟﻠﱠ ِﻪ‬ ْ ‫ﺎط‬ َ ْ َ ْ ْ ْ ْ َ ُْ َ ٍ‫وﻋﺪ ﱠوُﻛﻢ وآﺧ ِﺮﻳﻦ ِﻣﻦ دو�ِ​ِﻢ ﻻَ ﺗـﻌﻠَﻤﻮﻧَـﻬﻢ اﻟﻠﱠﻪ ﻳـﻌﻠَﻤﻬﻢ وﻣﺎ ﺗـْﻨ ِﻔ ُﻘﻮا ِﻣﻦ ﺷﻲء‬ ُ َ​َ ْ ُ ُ َْ ُ ُ ُ ُ َْ ْ ُ ْ َ َ َ ْ ُ َ َ َْ ْ

3


ِ ‫ﺎن اﻟﱠﺮِﺟﻴ ِﻢ ﺑِﺴ ِﻢ‬ ِ ِ َ‫ﺎﷲ ِﻣﻦ اﻟ ﱠﺸﻴﻄ‬ ‫اﷲ اﻟﱠﺮ ْﲪَ ِﻦ اﻟﱠﺮِﺣﻴ ِﻢ‬ ْ َ ِ‫اَﻋُﻮذُ ﺑ‬ ْ “Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.”4 İnsanlar kendi anlattıklarına inanmıyorlar. Ezenlere karşı hoşgörülü, kan akıtanlara mütevazı olurken, kanı akanlara karşı zalim kesiliyorlar. Bu nasıl diyalog, bu nasıl hoşgörü Allah aşkına? Müslüman ne zaman uyanacağız? Hiç kimse sormayacak mı ayet-i celile nasıl indi? Patron işçisine soruyor; - İslam’ın şartı kaç? - Bir, diyor. - Evladım nasıl olur? Diyor ki; - Efendim siz zekatı, haccı kaldırdınız, biz de namazı orucu kaldırdık. Geriye kalıyor bir. Böyle mi anlamalıyız? Hindistan’da Fransızlar Kur’an bastırıyorlar. Hafız-ı kelamlar okuyup, cihad ayetlerinin çıktığını görünce, “bu Kur’an değildir, Kur’an olamaz” diye haykırınca, dağıtılanlar geri toplanıyor. Fransızlar şöyle bir yol tutuyor; ayetleri çıkartmayalım ama tevil edelim. Günümüzde de ‘Sıcak savaş bitti. Cihad diyalogla, güler yüzle, tatlı dille’ diyelim. İyi de zaten müslümanlar güler, yüzlü tatlı dilli. Öyle değil mi yoksa? Bir müslümanın gaddarlık, zalimlik ettiğini hiç duymadım. Duyamıyorum da ne hikmetse. Çünkü Nebiyyi Muhterem Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v) izin vermiyor buna. ‘Esir düşerse bir kafir elinize, kardeşinize davrandığınız gibi davranın, eziyet etmeyin’ diye emrediyor. Müslüman esire bile eziyet etmezken, esir olmayanı nasıl esir etsin ki? Öyle değil mi? Sufiler, dervişler cihatta, mücadelede en ön safta ileriye gidenlerdir. Biz cennetlere sevdalıyız. Biz Allah’ın rızasına talibiz. Biz Muhammed (s.a.v) aşıklarıyız. Biz Muhammediyiz. Biz böyle öğrendik, böyle devam edeceğiz. Müslüman cihat zamanı dedelerinden, atasından gördüğü gibi en ön safta şehit olmak için mücadele edecek. 4

Tevbe/38.

ِ ِ ‫ﺎﻫ ِﺪ اﻟْ ُﻜﻔﱠﺎر واﻟْﻤ‬ ِ ‫ﻳﺎ أَﻳـﱡﻬﺎ اﻟﻨِﱠﱯ‬ ‫ﱠﻢ َوﺑِْﺌ‬ ‫ َﻋﻠَْﻴ ِﻬ ْﻢ َوَﻣﺄْ َو ُاﻫ ْﻢ َﺟ‬edecek, ‫ﲔ َوا ْﻏﻠُ ْﻆ‬ ‫َ َ ﱡ‬ َ ‫ﻨَﺎﻓﻘ‬nefsi Allah‫ﺲ‬ ُ َ َ için ‫َﺟ‬değil. ُ ‫َﻬﻨ‬mücadele َ için ِ Müslümanlar savaşı istemezler. Ama savaş ُ‫اﻟْ َﻤﺼﲑ‬ vuku bulunca sabır ve metanetle ِ‫آﻣﻨﻮا ﻣﺎ ﻟَ ُﻜﻢ إِذَا ﻗ‬savaşırlar. ِ‫ﱠ‬ ‫ﻴﻞ ﻟَ ُﻜ ُﻢ اﻧِْﻔُﺮوا ِﰲ َﺳﺒِ ِﻴﻞ اﻟﻠﱠ ِﻪ اﺛﱠﺎﻗَـ ْﻠﺘُ ْﻢ إِ َﱃ‬ ْ َ ُ َ ‫ﻳﻦ‬ َ ‫ﻳَﺎ أَﻳـﱡ َﻬﺎ اﻟﺬ‬ َ Zira Rasulullah (s.a.v): ِ ‫ْاﻷ َْر‬ ‫اﳊَﻴَ ِﺎة اﻟ ﱡﺪﻧْـﻴَﺎ ِﰲ ْاﻵ ِﺧَﺮِة إِﻻﱠ‬ ‫ﺎﳊَﻴَ ِﺎة اﻟ ﱡﺪﻧْـﻴَﺎ ِﻣ َﻦ ْاﻵ ِﺧَﺮِة ﻓَ َﻤﺎ‬ ْ ُ‫ َﻣﺘَﺎع‬düşmanla ْ ِ‫ض أ َ​َر ِﺿﻴﺘُ ْﻢ ﺑ‬ “Ey insanlar, karşılaşmayı

ِ ‫ﻴﻞ‬ ٌ ‫ﻗَﻠ‬

ِ ِ ِ ‫ﻮﻫ ْﻢ‬ ُ ‫ َوإ َذا ﻟَﻘﻴﺘُ ُﻤ‬،َ‫اﺳﺄﻟُﻮا اﻟﻠﱠﻪَ اﻟْ َﻌﺎﻓﻴَﺔ‬ ْ ‫اﻟﻌ ُﺪ ﱢو َو‬ َ َ‫ﱠﺎس َ◌ ﺗَـﺘَ َﻤﻨـ ْﱠﻮا ﻟ َﻘﺎء‬ ُ ‫ﻳَﺎ أﻳـﱡ َﻬﺎ اﻟﻨ‬ ‫ﺎﺻِﱪُوا‬ ْ َ‫ﻓ‬ ِ ‫وأ‬ ِ ‫َﻋ ﱡﺪوا َﳍﻢ ﻣﺎ اﺳﺘَﻄَﻌﺘُﻢ ِﻣﻦ ﻗُـ ﱠﻮٍة وِﻣﻦ ِرﺑ‬ ‫اﳋَْﻴ ِﻞ ﺗُـ ْﺮِﻫﺒُﻮ َن ﺑِ​ِﻪ َﻋ ْﺪ ﱠو اﻟﻠﱠ ِﻪ‬ ْ ‫ﺎط‬ ْ ُ ْ ْ ْ َ َ ْ ْ َ َ temenni etmeyin, Allah’tan afiyet dileyin. ٍ‫آﺧ ِﺮﻳﻦ ِﻣﻦ دو�ِ​ِﻢ ﻻَ ﺗـﻌﻠَﻤﻮﻧَـﻬﻢ اﻟﻠﱠﻪ ﻳـﻌﻠَﻤﻬﻢ وﻣﺎ ﺗـْﻨ ِﻔ ُﻘﻮا ِﻣﻦ ﺷﻲء‬5‫وﻋﺪ ﱠوُﻛﻢ و‬ ُ َ َ ْ ُ ُ ْ َ ُ olursanız Ancak ْ ُ ْ َ َ َ ْ َُ َ ُ ُ ُ ْ َ sabredin.” ْ َ ْ karşılaşacak ‫اﻟﻠﱠ ِﻪ ﻳـُ َﻮ ﱠ‬kıl! ‫ُﻤﻮ َن‬ayaklarımızı ‫ َﺳﺒِ ِﻴﻞ‬Amin. ‫ِﰲ‬ َ‫ف إِﻟَْﻴ ُﻜ ْﻢ َوأَﻧْـﺘُ ْﻢ ﻻَ ﺗُﻈْﻠ‬ Ya Rabbi, sabit Biz savaş isteyenlerden değiliz fakat şu an İslam coğrafyasında oluk oluk kan akarken, biz birbirimize haset, biz birbirimize kibir, biz birbirimize husumet içerisindeyiz. Anladık Kur’an’ı deyip, Kur’an’ı fikir tartışmalarına konu ediyoruz. Kur’an’ı Azimüşşanı anlamak, hayata tatbik etmekle olur. Fakat hayata tatbik edecek kişi, geçmişte Hama’da çoluk çocuk demeden tanklarla ezenlerin, bugün Suriye’de topluca katledenlerin, Libya, Pakistan, Afganistan, Irak, Doğu Türkistan, Keşmir, Çeçenya gibi İslam ülkelerini kana boğanların kafir olduğunu unutmasın! Biz neferliğe razıyız. Komutanlıkta gözümüz yok. Bize askerlik, bize kulluk yeter. Biz Allah’ın kuluyuz, Rasulullah (s.a.v)’in ümmetiyiz. Biz La İlahe İllallah Muhammedurrasululllah diyenlerle, birlikteyiz. Ormanda aslan kurda bakar, bir deri bir kemik kalmıştır. - Ey kurt kardeş nedir bu halin, der. - Açım aslan baba, der. Aslan; - E, takıl benim peşime, avlanayım, doyurayım karnını, der. Az ilerlerler, orada tilki vardır. Tilkiyi de çağırırlar. O da takılır. Sonra aslan şöyle bir geyik sürüsü görür. Bir yavru ceylanın peşine takılır. Ceylan çelimsiz, biraz hastalıklıdır. Bugünkü insan suretindeki zalimler, vahşilerden daha vahşidir. Hiçbir şey yapmadıkları halde insanları 5 Buharî, Cihad, 112, 156, Müslim, Cihad 19, 20; Ebû Davud, Cihad, 89. Bizbiriz Dergisi • 31

1


ِ ِ ِ ‫ﻮﻫ ْﻢ‬ ُ ‫ َوإذَا ﻟَﻘﻴﺘُ ُﻤ‬،َ‫اﺳﺄﻟُﻮا اﻟﻠﱠﻪَ اﻟْ َﻌﺎﻓﻴَﺔ‬ ْ ‫اﻟﻌ ُﺪ ﱢو َو‬ َ َ‫ﱠﺎس َ◌ ﺗَـﺘَ َﻤﻨـ ْﱠﻮا ﻟ َﻘﺎء‬ ُ ‫ﻳَﺎ أﻳـﱡ َﻬﺎ اﻟﻨ‬ ‫ﺎﺻِﱪُوا‬ ْ َ‫ﻓ‬ öldürürler. Bak bu hayvanlar açlıkları için ِ ‫ﱠ‬ ِ ‫وأ‬ ِ ‫َﻋ ﱡﺪوا َﳍﻢ ﻣﺎ اﺳﺘَﻄَﻌﺘُﻢ ِﻣﻦ ﻗُـ ﱠﻮٍة وِﻣﻦ ِرﺑ‬ ‫اﳋَْﻴ ِﻞ ﺗـُ ْﺮِﻫﺒُﻮ َن ﺑِ​ِﻪ َﻋ ْﺪ ﱠو اﻟﻠﻪ‬ ْ ‫ﺎط‬ َ ْ َ ْ ْ ْ ْ َ ُْ َ avlarken, öbür vahşiler keyifleri için avlarlar. ٍ‫وﻋﺪ ﱠوُﻛﻢ وآﺧ ِﺮﻳﻦ ِﻣﻦ دو�ِ​ِﻢ ﻻَ ﺗـﻌﻠَﻤﻮﻧَـﻬﻢ اﻟﻠﱠﻪ ﻳـﻌﻠَﻤﻬﻢ وﻣﺎ ﺗـْﻨ ِﻔ ُﻘﻮا ِﻣﻦ ﺷﻲء‬ ُ َ​َ ْ ُ ُ َْ ُ ُ ُ ُ َْ ْ ُ ْ َ َ َ ْ ُ َ َ Ceylanı avlar, kurda der ki; َْ ْ ‫ِﰲ َﺳﺒِ ِﻴﻞ اﻟﻠﱠ ِﻪ ﻳـُ َﻮ ﱠ‬ ‫ف إِﻟَْﻴ ُﻜ ْﻢ َوأَﻧْـﺘُ ْﻢ ﻻَ ﺗُﻈْﻠَ ُﻤﻮ َن‬ - Taksim et. Kurt üç parçaya ayırır. Aslana, kendine, tilkiye. Aslan şimdiki vahşiler gibi doyurayım diye yanına aldığı kurda şöyle bir bakar, kuvvetli bir pençe atar; - Bu ne biçim taksim böyle, der. Sen zalimin işine karışma ki, sana pençe atmasın. Doyurayım dediği zaman anla öldürecektir, böyle vahşilerdir onlar. Sonra tilkiye döner, - Sen taksim et bakalım, der. Kurt ölmüştür. Tilki ceylanın tamamını aslanın önüne sürer; - Hepsi sultanımındır. Kalırsa nadan kullarındır, der. Aslanın hoşuna gider. Şöyle bir güler, sonra da der ki; - Sen böyle taksim etmeyi, taksimat yapmayı nereden öğrendin? Tilki; - Babam, atam kurttan, der. Be müslüman sen ne zaman babandan atandan öğreneceksin? Vahşiler kapını kırdı, kurtuluş zamanın da gelmeden anneni, bacılarını hamile, çocuk demedi, çiviyle duvara çaktı, seyreyledi, kahkaha attı, güldü. Bunları ne zaman hatırlayacaksın? Allah rızası için altı tane İsrail, Yahudi çocuğu öldü diye sabahlara kadar uyku tutmazken, sizin dedeniz, babanız acaba çivileyenlerden miydi diye sormazlar mı size? Sorarlar tabii. Allah aklımızı başımıza versin. Allah hidayet versin. Bizim düştüğümüz durum, ders almamamızdan kaynaklanıyor. Atalarımızın çektiği ıstırabı bize anlatmıyorlar. Anlatanları da bize kötü gösteriyorlar. Çağdaş değil, cahil cühela gösteriyorlar. Birlikte olmayı düşünenleri hasım ve insanlığa düşman gösteriyorlar. Elbette doğruyu söyleyenlere, elbette doğruya düşman olacaklar. Allah-u Teala, şöyle buyurur; “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet 32 • Bizbiriz Dergisi

ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız, karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.”6 Ukbe b. Amir (r.a)’in bildirdiğine göre Rasulullah (s.a.v) bir gün minberde; ‘“Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın’ ayetini okudu ve bilesiniz ki, kuvvet atıştır, kuvvet atıştır, kuvvet atıştır.” diye buyurdu.7 Rasulullah (s.a.v) o zamanki savunma silahıyla düşmanınıza karşı hazırlanın, buyuruyor. Soğuk savaşta kalemiyle, kitabıyla, propagandasıyla, medyasıyla, muhabbetiyle tamam da, silahlı mücadelede niye yoksun, silahlı mücadele yapanlara karşı niye zalimsin be müslüman? Zaten kuvvet vermiyoruz, dua da etmeyecek miyiz? Aslan Mashadov mektubunda şöyle demişti; “Müslümanlar! Sizden para istemiyoruz, paramız var. Sizden asker istemiyoruz, askerimiz var. Sizden silah istemiyoruz, silahımız var. Müslümanlar! Sizden sadece dua istiyoruz. Biz cephede sizin ettiğiniz duaların faziletini ve faydasını görüyoruz. Siz ettiğiniz dualardan bizi uzak tutmayın…”8

Sohbetin devamını Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefefndinin On Hafta Sohbetleri Kitabının 4. Cildinden takip edebilirsiniz.

6 7 8 47.

Enfal/60. İbn Taberî, Kesir, ilgili ayetin tefsiri. Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri, cild,4 s:640-

1


VAZGEÇMEM Bakarım yere göğe Aşkı yanar gönüllerde, Ararım onu her yerde, Sorarım Allah’ım nerede? Adını andım her yerde Vazgeçmem ben Allah’ımdan. Baktım şu dünyanın işine, Dönüyor hep tersine, Akıl ermez dünyanın işine, Vazgeçmem ben Allah’ımdan. Geldim yalan dünyada, Ağladım doğduğum anda, Anladım doğru, gerçeği, Vazgeçmem ben Allahımdan Allah yolunda ölsem, Kara toprağa girsem, Allah diye inlesem, Vazgeçmem ben Allah’ımdan. Varis-ün Nebi Abdullah Murad Şükrüoğlu

Bizbiriz Dergisi • 33


ARAPÇA RABCA’YA GÖTÜRÜR ‫َا ُﻋﻮ ُذ ِ� ِ� ِﻣ َﻦ اﻟ �ﺸ� ْﻴ َﻄ ِﺎن �اﻟﺮ ِﺟﲓ‬ BİR AYET ِ‫ﷲ �اﻟﺮ ْ َ َﲪ ِﻦ �اﻟﺮﺣﲓ‬ ِ ‫ِ�ﺴﻢ‬ ‫ﻮﰉ ﻟﻬُ ْﻢ‬ َ ‫َا � ِ� َ�ﻦ آ ٓ َﻣنُﻮا َو َ ِﲻﻠُﻮا �اﻟﺼ ْﺎ ِﻟ َ ِ� ِﺎت ُﻃ‬ ‫ا��و ُﺣ �آﺴ َ ُنﺰﻟْﻦﻨَ َﺎﻣ ُآﻩٓ ٍﻗُب ْﺮآٓ�ً َﻋ َ ِﺮﺑ �ﻴﺎ ﻟ � َﻌﻠ � ُ ْﲂ ﺗَ ْﻌ ِﻘﻠُﻮن‬ ْ َ�

“Biz onu, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur’an “İman edenlerve Salih amel olarak indirdik.”� işleyenler,onlar için, mutluluk ve Bizler Kur’an’ ın dili olan Arapçayı öğrenmek için güzel bir dönüş yeri vardır.” çıktık yola… Bizim amacımız derdimiz Abdullah Murad Şükrüoğlu hocamızın da her zaman söylediği gibi Rabbimize yaklaştıracak olan Kur’an’ ın dilini okumak, hayatımıza (Rad diye anlamak, isimlendirilen süre 29. Ayet) tatbik etmektir. Rabbim sadrımızı genişletsin dilimizi çözsün ve anlayışımızı kolaylaştırsın inşallah!

ARAPÇA DA İŞARETLER

BİR HADİS

‫َﻣﺎ ا�� ﻧْ َﻴﺎ ِﰲ ْا�ٓ ِﺧ َﺮ ِة ِا �ﻻ َ َ� ﻳ َ ْﻤ ِﴙ َا َ�ﺪُ ُ ْﰼ‬ ‫ِا َﱃ اﻟْ َ ِّﲓ ﻓَ َﺎ ْد َ� َﻞ َا ْﺻ َﺒ َﻌ ُﻪ ِﻓي ِﻪ ﻓَ َﻤﺎ ﺧ َ​َﺮ َج‬ ‫ِﻣنْ ُﻪ ﻓَﻬ َُﻮ ا�� ﻧْ َﻴﺎ‬ “Ahirete oranla dünyanın büyüklüğü şu kadardır: biriniz denize gider parmağını içine sokar. Oradan çıkardığı bulaşıklığı kadardır.” (Ramuz el-Ehadis Hadis No: 4545)

ESRE: Harfin altında konulur ve harfe “ı-i” sesi verir.

BİR AYET

ÜSTÜN: Harfin üstüne konulur ve harfe “e-a” sesi verir. ÖTRE: Harfin üstüne konulur ve harfe “u-ü” sesi verir. İKİ ÜSTÜN: Harfin üstüne konulur ve harfe “en-an” sesi verir.

Kİ ÖTRE: Harfin üstüne konulur ve harfe “un-ün” sesi verir.

‫ﻮﰉ ﻟَﻬُ ْﻢ‬ َ ‫َا � ِ� َ�ﻦ آ ٓ َﻣنُﻮا َو َ ِﲻﻠُﻮا �اﻟﺼﺎ ِﻟ َ� ِﺎت ُﻃ‬ ‫َو ُﺣ ْﺴ ُﻦ َﻣآ ٓ ٍب‬ “İman edenlerve Salih amel işleyenler,onlar için, mutluluk ve güzel bir dönüş yeri vardır.”

İKİ ESRE: Harfin altın konulur ve harfe “ıh-in” sesi verir.

(Rad diye isimlendirilen süre 29. Ayet)

 ARAP ALFABESİ 28 HARFTEN OLUŞMAKTADIR

34 • Bizbiriz Dergisi

‫ِﴙ َا َ�ﺪُ ُ ْﰼ‬ ‫ﻓَ َﻤﺎ ﺧ َ​َﺮ َج‬

“Ahirete büyüklüğ denize sokar. Or kadardır.

(Ramuz e


‫اَﻟ َْﻌ َﻤ ُﻞ َﺟﻴﱠ ْﺪ‬ İşler iyi

‫ات‬ ْ ‫ُﺟ َﻤ ْﻞ َو ِﻋﺒَ َﺎر‬

elma

‫ﺎح‬ � ‫ﺗُ َﻔ‬

CÜMLELER VE DEYİMLER

...‫ﺑَـﻠﱠ ْﻎ َﺳﻼَِﻣﻲ‬ …e selam söyle

ً‫اَ ْﻫﻼً َو َﺳ ْﻬﻼ‬ Hoş geldin

ِ ‫اِ ْﺷﺘـ ْﻘ‬ ‫ﻚ‬ َ ‫ﺖ اﻟَْﻴ‬ ُ َ Seni özledim

‫ﺎح اﻟْ َﺨ ْﻴـ ْﺮ‬ َ ُ َ‫ﺻﺒ‬

hurma

Hayırlısabahlar

‫ﺴﺎءُ اﻟْ َﺨ ْﻴـ ْﺮ‬ َ ‫َﻣ‬

elma

limon

‫ﺗُ َﻔ �ﺎح‬

Hayırlı akşamlar

‫ﻚ؟‬ َ ‫َﻛ ْﻴ‬ َ ُ‫ﻒ َﺣﺎﻟ‬

‫َﺧ ْﻮ ٌخ‬

nar

şeftali Nasılsın?

Buyur

İyiyim sen nasılsın?

‫اَ ْﺷ ُﻜ ُﺮ َك َﻋﻠَﻰ اﻟ ﱢﺰﻳَ َﺎرْﻩ‬

‫ٌﺷ ْﻜﺮا ﺗَ ْﻟَﻤ ٌﺮ‬ ‫ﻚ \ اَ ْﺷ ُﻜ ُﺮ‬ َ ً

nar

‫رﻣﺎن‬

Dut

‫ﺗُﻮت‬

‫ﺗُﻮت‬

kavun

‫ﴰﺎ ٌم‬ َّ

Teşekkür ederim

incir

‫�ﳰ ُﻮن‬

ٌ‫ﺑ َ ِّﻄﻴﺦ‬

Dut

ِ ‫ﻒ‬ ‫ﻚ؟‬ َ ‫َﻛ ْﻴ‬ َ ُ‫ﺻ ﱠﺤﺘ‬ limon

‫ﲔ‬ ٌ ‫ِﺗ‬

‫رﻣﺎن‬

karpuz

hurma

‫ﺗ َ ْﻤ ٌﺮ‬

‫�ﳰ ُﻮن‬

incir

‫ﺑِﺨﻴ ٍﺮ و ﻛﻴﻒ ﺣﺎﻟﻚ اﻧﺖ؟ ﺗَـ َﻔ ﱠ‬ ‫ﻀ ْﻞ‬ َ َْ َ ُ َ َ ْ َ َ َ

Ziyaretine teşekkür ederim

‫َﺧ ْﻮ ٌخ‬

şeftali

portakal

‫ِﺗ ٌﲔ‬

‫�ُ ْﺮﺗُ َﻘﺎ ٌل‬

Sıhhatin nasıl?

ِ ‫ﻓ ِﻲ اَﻣ‬ ِ ‫ﺎن‬ ‫اﷲ‬ َ

ٌ‫ﺑ َ ِّﻄﻴﺦ‬

üzüm

Allaha emanet ol karpuz

‫ﻚ؟‬ َ ‫َﻛ ْﻴ‬ َ ُ‫ﻒ َﻋ َﻤﻠ‬ kavun

‫َ ّﴰﺎ ٌم‬

İşlerin nasıl?

kayısı

‫ِﻋﻨَ ٌﺐ‬ ‫ِﻣ ْﺸ ِﻤ ٌﺶ‬ Bizbiriz Dergisi • 35


tarzlarının asıl sebebi de budur. İslam alimleri, kendi rûhî-manevî hayatlarına göre, içinde bulundukları hal ve makama göre tasavvufu tarif etmişlerdir. Sûfî ve Tasavvuf kelimelerinin kökü

TASAVVUF Ali HAYDAR Tasavvuf tarih boyunca üzerinde çok konuşulan konulardan biri olmuştur. Her ilim dalı, her ilim adamı olumlu veya olumsuz tasavvuf ve tarikatler hakkında yorum yapmış, görüş beyan etmiştir. Bir kısmı semboller, remizlerle, aşklı meşkli söylemlerle tasavvufu bir muammaya dönüştürürken, bir kısmı da tasavvufun kaynağını İslâm dışı gösterip, İslam inanç ve hukukuna aykırılıkla, hatta şirkle suçlamıştır. Bu yazı dizisinde Kur’an-ı Kerim ve hadisler ışığında, tasavvufun doğuşu, tarihi, tarih boyunca tasavvuf müktesebatı, bu ilmi hayatlarıyla anlatan geçmişte ve günümüzdeki ehlinin ifadeleriyle, itidal üzere anlatılacaktır. Tevfik Allah’tandır.

Sûfî ve tasavvuf kelimeleri Kur’ân ve hadîslerde zikredilmediği gibi, sahâbe ve tâbiîn devrinde bilinen kavramlar da değildir. Rasulullah (s.a.s.) devrine yetişen ve O’nu görme bahtiyarlığına eren kimselere “sahâbî” adı verildiğinden o dönemde zühd ve takvâ ile temâyüz eden şahsiyetlere bir başka ad verilmesine ihtiyaç duyulmamıştır. Sahabelere yetişen ikinci nesle de “tâbiîn” dendiğinden bu isimle anılmak onlara şeref olarak kâfiydi. “Tebe-i tâbiîn” döneminde iyice genişleyen İslâm dünyâsında refah seviyesi yükseldikçe halkın ibâdet ve zühd konularına yönelenlerine yeni bir takım adlar verilmeye başlandı. Bu adlar arasında en yaygın olanları âbid, zâhid, nâsik, bekkâ gibi isimlerdi. Bunların arkasından hicrî II. asrın ortalarından sonra kullanılmaya başlayan ve giderek yaygınlaşan kavram ise “sûfî” kavramıdır. İlk defa “sûfî” lakabıyla anılan zât, bir rivâyete göre Câbir b. Hayyân (ö.150/767), bir başka rivâyete göre ise Ebû Hâşim’dir. Her ikisi de Kûfe’li olan bu zâtların durumları nazar-ı i’tibâra alındığında “sûfî” kavramının önce Kûfe ve Basra’da ortaya çıktığı söylenebilir. Sûfî ve tasavvuf kelimelerinin hangi kökten geldiği konusu ihtilaflıdır. Kuşeyrî ve Hucvirî gibi bâzı müellifler bu kelimenin Arapça herhangi bir kelimeden türemiş olmadığını, olsa olsa câmid bir lakap olabileceğini belirtmektedirler. Sûfî ve tasavvuf kelimelerinin Arapça bir kökü bulunduğunu öne sürenler ise bir kelime üzerinde ittifak edemeyerek değişik görüşler öne sürmüşlerdir. Tasavvuf kelimesine kök olarak öne sürülen başlıca kelimeler şunlardır:

Tasavvufun tanımını yaparken “zaahirî ilim” değil, “batınî bir ilim” olduğunu, “ruhî-tecrübe”, gönle doğan ilham ve keşiflerle dolu olduğunu, tekrarlanabilir veya deneyi yapılabilen “müspet ilim” olmadığını hatırlatmamız gerekir. Bu özelliğinden dolayı tasavvuf için; “kal ilmi” değil, “hal ilmi” denir. Onu tanımanın en sağlam ve gerçekçi yolu, onu tanımlarda aramaktan ziyade fiilen yaşamaktan ve yaşayan1.Asr-ı saâdetteki ashâb-ı ların tecrübelerini paylaşmaktan geçer. İşte tasavvuf hakkında konuşurken bu incelikleri dik- suffesinden, kate almamız gerekmektedir. Tasavvuf kitap2.Bir çöl bitkisi olan sufâneden, larında rastladığımız farklı anlatımlar ve izah

36 • Bizbiriz Dergisi

suffenin


3.Duruluk ve temizlik anlamına gelen safa Mahmud de bu görüşe katılan âlimlerdendir. 1 ve safvetten, Tasavvufun doğuşu 4.Saff-ı evvelden, Tasavvufun kaynağının Muhammed 5.Kendilerini halka hizmete veren Benu’s- Mustafa (s.a.v)’e dayandığı ve o kaynaktan sûfeden, yayılan bir rayiha olduğu, O’nun örnek hayatı ve bu hususla alakalı sözleri dikkatle incelendiği 6.Ense saçı ve kıl demek olan sûfetü’l- takdirde görülecektir.2 kafâdan, Asr-ı saadette müslümanlar sorunlarını 7.Sıfat kelimesinden, Rasulullah (s.a.v)’e iletiyor ve cevap 8.Yunanca hakîm ve filozof anlamına gelen buluyorlardı. Kimi zaman bu sorun vahiyle cevaplanıyordu. Bu sebeple sofiadan, çözülmeyen problem, ihtilaf 9. Yün anlamına “Tasavvuf, Aklın Mekanının Ruh edilen bir mevzu olmuyordu. Olduğunu Kavramaktır. “ gelen sûftan. Rasulullah (s.a.v)’in vefatından sonra ilk iki halife zamanında Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU Sûfî kelimesinin da çıkan sorunlar ihtilaflara kökü olarak en çok meydan vermeden çözüldü. hüsn-i kabul gören Lakin Ömer (r.a)’in şehadetiyle kelime, yün anlamına gelen Arapça “sûf”tur. beraber müslümanlar arasındaki fitne kapısı Klâsik tasavvuf yazarlarının ilklerinden olan açıldı. Osman (r.a) zamanında çoğalarak Ebû Nasr Serrâc (ö.378/988), peygamberlerin, şehadetiyle son buldu. Ve ondan sonra Cemel evliyâ ve asfıyânın yolu dediği sûf giyme Vak’ası ve Sıffin Savaşı zuhur etmişti. Müminler âdetinden hareketle sûfî kelimesini bu kökten üzerinde büyük tesirler ve acı hatıralar bırakan sayar. İnsanların giydikleri libasa nisbetle isim bu iç savaşlar en çok akaid problemlerinin almalarının eski bir âdet olduğunu, Îsâ’nın ortaya çıkmasına sebep olmuştu. arkadaşlarının beyazlar giydikleri için “beyaz libaslı” anlamına “havârîler” adını aldıklarını Öte yandan hicrî birinci asrın sonlarında belirten Serrâc, sûfîlere de yünlü giydikleri Suriye, Mısır, İran, Irak gibi büyük ülkelerin için sûfî dendiğini; gömlek giyinenin fiili İslâm topraklarının sınırlarına dahil edilmesiyle “tekammesa” ile ifâde edildiği gibi, sûfîlerin müminler çok değişik inançlarla karşılaşmışlar, ilmine de “tasavvuf denildiğini anlatmaktadır. doğu ve batı felsefesiyle yüzleşmek Onun ifâdesine göre sûfîleri, fakihlerin fıkha, durumunda kalmışlardı. Sürekli devam eden muhaddislerin hadîse, müfessirlerin tefsire fetihler sayesinde ganimetler alınmış, refah nisbeti gibi kendi hâl ve makamlarından ve zenginlik artarak müslümanların hayat birine nisbet edip adlandırmak mümkün standardı yükselmişti. Böylece Rasulullah değildir. Çünkü hâller ve makamlar pekçok ve Devri’nde görülmeyen, bir anlamda lüks değişken olduğundan sûfînin ad ve lâkabının sayılabilecek bir hayat tarzı ve telakkisi ortaya devamlı değişmesi gerekir. Bu ise işi iyice çıkmıştı. Bu, şimdiki neslin aksine o günkü zorlaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. neslin hiç de alışık olmadığı bir durumdu. Klâsik devir müelliflerinden Kelâbâzî, Ebû Hicrî II. asırda ortaya çıkan bu dünyevîleşme, Nuaym, Gazzâlî, İbnu’l-Cevzî, Sühreverdî, maddeye bağlanma, sünnetten uzaklaşma, İbn Teymiye ve İbn Haldun bu görüşü benimsemektedir. Müsteşriklerden Nicholson, bid’atlerin ortaya çıkması ve dine karşı bir Nöldeke, Massignon ve Goldziher ile son devir derece lâkaytlık, zühd ve takvaya önem veren 1 mutasavvıflarından Ezher şeyhi Abdulhâlim 2 Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Marmara Üniv. İlahiyat Fak. Vakfı Yay (İFAV)., İstanbul 2001, VI. Basım, s. 59.

Bizbiriz Dergisi • 37


müminleri rahatsız etti. Onlar, kendilerini ilme, binip, aşk-muhabbet refrefiyle huzur-u İlahi’ye ibadete verdiler. Zühd ve takvaya bürünerek varır, hakkın tecellilerine mazhar olur. gayet sade bir hayat yaşadılar. Hicrî birinci-ikinci Ey huzura kavuşmuş nefis! asırda yaşayan bu zahidlerin dönemine “zühd dönemi” adı verildi. Bu dönem, tasavvufun Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut özünü ve başlangıcını oluşturuyordu. olarak Rabbine dön. Rasulullah (s.a.s)’ın ve Hulefa-i Raşidîn’in (Seçkin) kullarım arasına katıl, hayatında zühd, takva, sabır, tevekkül, Ve cennetime gir.6 cömertlik, feragat şeklinde yaşandığını gördüğümüz ruhani ve manevi hayatın Allah-u Teala itmi’nana ermiş, razı olduğu sahabiler tarafından benimsendiğini ve en güzel örneklerinin onlar tarafından yaşandığını ve razı ettiği kuluna, kendisine dönmesini, katında kadri yüce, tarafından dost ve veli görüyoruz. olarak seçilmiş arif-i billah kullarının arasına

Tasavvuf, Gözün görmediğini akılla görmeye çalışmaktır. Abdullah Murad Şükrüoğlu Sufi ve tasavvuf kavramlarının kullanılmaya ve ilk sufi adlarının duyulmaya başladığı hicri II. asrın sonundan, tarikatların ortaya çıktığı devre kadar olan üç, üç-buçuk asırlık dönem, Tasavvufun İkinci Dönemidir. Tasavvuf bu dönemde müessese haline gelmiş ve Cüneyd Bağdadî, Bayezid Bestamî, Gazalî gibi büyük sufi ve mutasavvıflar bu dönemde yetişmiştir.3

girmesini emretmektedir. Bu ayet-i celile nefsin ulaşacağı son noktayı belirlerken, bunun Allah’ın kendisi için seçtiği has kullarının, mana sultanlarının arasına karışmakla, onların haliyle hemhal olmakla gerçekleşeceğini ifade etmektedir. Tasavvuf büyükleri, tasavvufun “esfel-i safilin”de hayvan sıfatında olan insanı, “ahsen-i takvim”e ruh sıfatına ulaştırmaktadır, der.

Ve Tasavvufun Üçüncü Dönemi; tasavvuf Ebu Hüreyre (r.a.)’in rivayet ettiği hadise müesseselerinin temsilcisi diyebileceğimiz tarikatların ortaya çıkarak sosyal hayatın bir göre bir gün Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz bir parçası haline geldiği VI/XI. asırdan başlayarak, yerde oturuyordu. Yanına biri gelip ona; günümüze kadar devam eden dönemdir.4 – İman nedir, diye sordu. Efendimiz: Tasavvufun Kaynağı – İman; Allah’a, Meleklerine, Allah’a Tasavvufun kaynağı elbette Kur’an-ı Kerim kavuşmaya, peygamberlerine ve öldükten ve Rasulullah (s.a.v)’in fiili-kavli sünnetidir. sonra dirilmeye inanmaktır, cevabını verdi. O kişi: Allah-u Teala: – İslâm nedir, diye sordu. Efendimiz s.a.v: “Rûhumdan ona üfledim”5 buyruğuyla insanın ruhuyla yüceleceğini bildirmiştir. – İslâm; Allah’a ibadet edip hiçbir şeyi O’na İnsanın cevheri ruhtur. Beden onun şu sebepler ortak koşmamak, namazı ikame ve zekâtı eda dünyasında sadece bineğidir. Ruh akıl burağına etmek, Ramazanda da oruç tutmaktır, dedi. 3-Mustafa Kara, Din, Hayat, Sanat Açısından Tekkeler ve Sonra o kişi: Zaviyeler, Dergah Yay., İstanbul 1990, III. Basım, s. 29. 4- Mustafa Aşkar, Tasavvuf Tarihi Literatürü, T.C. Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 2001, s. 15. 5- Hicr/29.

38 • Bizbiriz Dergisi

– Peki ihsan nedir, diye sordu. Efendimiz: 6- Fecr/27-29


– Allah’a sanki görüyormuş gibi ibadet etmendir. Eğer sen Allah’ı görmüyorsan da şüphesiz O seni görmektedir, buyurdu.

KUSURLA GELEN KUSURLA GİDER. Rızık; RIZIK EVVELEN İMANDIR.

BİZİ İMANLA RIZIKLANDIRAN MEVLAY-I Bu kişinin soruları ve rahat tavrı karşısında şaşkınlık içinde kalan sahabeye dönen Hz. ZÜ’L-CELAL’E, Peygamber s.a.v. Efendimiz; NE KADAR HAMDETSEK AZDIR. – Bu kişi Cibril idi. Size dininizi öğretmeye geldi, buyurdu.7

İsraf; İSRAF; HUZURDAN ÇIKMAK. RIZIK; HUZURDA KALMAKTIR.8

Bu hadis,“iman”,“İslâm”ve“ihsan”kelimelerini ‘Tasavvuf aklı yok saymak, irade ve hürriyyeti hiç bir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde tanımlamaktadır. Buna göre iman, Kur’an ve kişinin elinden alıp, şeyh efendilerin eline Sünnet’te emredilen temel inanç konularına vermektir’diyerek, tasavvufun İslam’a aykırı olduğu, şirk unsurları taşıdığı gerekçesiyle her tam manasıyla iman etmektir. devirde tasavvuf karşıtları tarafından bu ilim İslâm, her müslümanın mükellef olduğu tenkit edilmiştir. Tarihten ve günümüzden ibadet şartlarını yerine getirmektir. çok çeşitli ilim alanlarında temayüz etmiş bir İhsan ise, iman ve İslâmı her an Allah-u kısım ilim ehlinin ve tabii ki Allah’ın veli kulları Teala’nın huzurundaymışız gibi yaşamaktır. Bu, olan şeyh efendilerin tasavvuf hakkındaki tasavvufun özüdür. İmanı, ihsanla anlamak, düşünceleri şunlardır. İslam’ı ihsanla yaşamak. Tasavvuf, Rasulullah (s.a.v)’in dosdoğru yolu sünnetinin batın yani içsel yönüdür, madde-mana bütünlüğüdür. Meşayih-i kirama göre taharet, abdest, namaz, oruç, rızık, israf, merhamet, zulüm terim ve dış manasından daha derin, insanda bu hasletleri meleke haline getiren, kişinin bireysel ve toplumsal olarak huzurunu sağlayan birer iç dinamiklerdir. Nitekim çağımız tasavvuf büyüklerinden Abdulah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin sadrından satıra döktüğü dizelerinde şöyle der;

Abdullah Murad Şükrüoğlu:

Tasavvuf, gözün görmediğini akılla görmeye çalışmaktır. Tasavvuf, aklın mekanının ruh olduğunu kavramaktır.9 Şeriat; haramlardan uzak durmaktır. Tarikat; şüpheli şeylerden uzak durmaktır. Marifet; mübahlardan uzak durmaktır. Hakikat; helallerden uzak durmaktır. 10

İmam Malik: “Tasavvuf bilmeyen fakih faTaharet; TAHARETİN HAKİKATİ; KALBİNİ sık, tasavvufu bilip de fıkhı bilmeyen ise zınMÜSLÜMANLAR HAKKINDAKİ KÖTÜ dık olur. Bu ikisini birleştiren eden ise hakikate ulaşır.”11 FİKİRLERDEN TEMİZLEMEKTİR. İmam Şafiî: “Sufiyye ile sohbetim esnasında Abdest; HAK ABDESTİ; BATILDAN, HURAFELERDEN, KUR’AN’LA VE SÜNNETLE kendilerinden üç şey istifade ettim: ARINMAKTIR. 1.Zaman bir kılıçtır, sen onu kullanmazsan, GÜL DEREN GÜLDE KUSURA BAKMAZ. o seni keser. DOST İSTEYEN DOSTTA KUSURA BAKMAZ. HAK ABDESTİ ALMADAN NAMAZ OLMAZ. 7- Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1.

8-Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar. 9- Abdullah Murad şükrüoğlu, Sadırdan Satıra İlahiler .

10- Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri cild;4. 11- Fıkh-ı Maliki şerhi cild 2; s,195 Abdü’l-Baki ez-Zerkanî ve Aliyyü’l-Kâri, c 1;s,33. Bizbiriz Dergisi • 39


2.Kendini hakla meşgul etmezsen, batıl seni içtimaiyenizde bu hasenesini çürütecek hangi istila eder. seyyiatlardır, söyleyiniz?16 3. Kendine hiçbir varlık isnad etmemek, Ömer Nasuhi Bilmen: “Tasavvuf: şeriatin 12 erbab-ı ismetten olmak demektir”. edep kuralları ile zahiren ve batınen süslenmenin neticesi olarak insanda tecelli Ahmed İbni Hanbel: “Sufîlerle sohbeti eden feyzin kemalatı olan bir haldir.”17 tavsiye ederim. Onlar ilimleriyle, murakabeden edindikleri feyz ile Allah korkusunu hakkıyla Hasan el-Benna: “Bizim ahlakımız sufi tanımalarıyla ve halkın mesavi ve abeslerinden ahlakıdır.”18 uzak kalmakla ve yüce himmet olmalarıyla bizi Bu görüşlerden anlaşılacağı üzere tasavvuf geçmişlerdir”.13 geçmişteki misyonunu bugün de devam İbni Teymiye: Tasavvuf şeyhleri daima ilme ettirmelidir. Maddeciliğin, menfaatperestliğin, ve şeriate uyulmasını mensuplarına tavsiye bananeciliğin zirveye ulaştığı günümüz etmişlerdir.14 insanların mana erlerinin, Allah’ın velilerinin cihandan engin merhametleri gönüllerine, Seyyid Kutub: Yüce Allah’ın kullarından yardım ellerine çok ihtiyacı var. Güzel herhangi birine yönelik sevgisi, ifadenin ahlakın, ulvi erdemlerin hiçe sayılmasına vasfedemeyeceği bir olay olunca; kullarından dur diyecek, kafalardaki şüpheleri izale birinin O’na yönelik sevgisi de zaman zaman edecek hikmetli dillere aç insanlık. Modern sevenlerin sözlerinde örneklerini görmekle insan kişilik bozukluğu içinde, varlığının beraber, ifade ve tasvir edebilmesi son sebebini kaybetmiş, hissiyatı azalmış, adeta derece güç bir olaydır. İşte gerçek tasavvuf canavarlaşmış. Müslüman adalet, hak, hukuk, adamlarının yükseldiği kapı burasıdır. Ancak eşitlik, paylaşım, saygı, cömertlik, emeğe saygı, bunlar da, tasavvuf kisvesine bürünen ve uzun yapılanı takdir etme gibi temel ahlâkî ilkeleri tarihlerinden bilinen bu, topluluğun içinde unutmuş. son derece azdırlar- Rabia el-Adeviye’nin şu beyitleri hâlâ o eşsiz sevginin gerçek tadını Bizim zalimler sağlam-çürük aramazlar. 15 duygularıma taşımaktadır... Eline güç verin bir tane müslümana Said Nursi: Merkez-i Hilafet olan İstanbul’u acımazlar.19Mürşid-i Kamil Abdullah Murad beşyüz elli sene bütün âlem-i Hristiyaniyenin Şükrüoğlu Hocamızın beyitlerinde ifadesini karşısında muhafaza ettiren, İstanbul’da beşyüz bulduğu gibi mazluma karşı acımasız, zalime ise yerde fışkıran envâr-ı tevhid ve o merkez-i suskun müslüman. Yeniden erdemli bir toplum İslâmiyedeki ehl-i imanın mühim bir nokta-i için, asr-ı saadet huzurunu yakalayabilmek istinadı, o büyük câmilerin arkalarındaki için tasavvufun güzel ahlak, irfan, aşk yoluna, tekyelerde “Allah Allah!” diyenlerin kuvvet-i mana aleminin sultanlarına, hak ve hakikat imaniyeleri ve marifet-i İlahiyeden gelen mürşid-i kamillere her zamankinden daha çok bir muhabbet-i ruhanî ile cûş u huruşlarıdır. ihtiyacımız var. İşte ey akılsız hamiyet-füruşlar ve sahtekâr milliyetperverler! Tarîkatın, hayat-ı 12-Celalüddin-i Suyûtî’nin “Te’yidü’l-Hakikati’l-Aliyye”

s,15ı; Şeyh Emin Kürhî’nin “Tenvîru’l-Kulûb”. 13-Allame Muhammed Sifarinî, “Gızau’l-Elbab li Şerhi Manzûmeti’l-Adab”, c 1;s,120. 14-Tasavvuf | İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 8 [2007], sayı: 19;Tiblavi Mahmud Sad “İbn-i Teymiyede Tasavvuf”. 15-Fi-Zilali’l-Kur’anMaide suresi 54–56. ayetlerin tefsiri. 40 • Bizbiriz Dergisi

16- Risale v.1.0 Mektubat s 443 444-446. 17 Muvazzah İlmi Kelam s.59–60–61. 18 İhvan-ı Müslimin’de Eğitim ve Teşkilatlanma Siyaseti

-Abdulhalim Mahmud. 19 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar.


SİYER

SİYER-I NEBİ ‫ﻮن‬ َ َ‫ﺎﱒ ْاﻟ ِﻜت‬ ُ ُ َ‫َا � ِ� َ�ﻦ آٓﺗَيْن‬ َ ُ‫ﺎب ﻳ َ ْﻌ ِﺮﻓُﻮﻧ َ ُﻪ َ َ� ﻳ َ ْﻌ ِﺮﻓ‬ ‫ﻮن‬ َ ‫�آﺑْﻨَ َءﺎ ُ ْﱒ َوا �ن ﻓَ ِﺮﻳﻘ ًﺎ ِﻣ ْﳯُ ْﻢ ﻟ َ َﻴ ْﻜ ُت ُﻤ‬ � ‫ﻮن‬ َ ‫اﻟْ َﺤ �ﻖ َو ُ ْﱒ ﻳ َ ْﻌﻠَ ُﻤ‬

“Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (peygamberi), çocuklarını tanır gibi tanırlar. Buna rağmen içlerinden bir bölümü, bildikleri halde gerçeği gizlerler.”1 Bugün de insanlık tıpkı 1400 yıl evvelinde olduğu gibi kurtarıcısını kendi öz evladı gibi tanımakta ve yine bir kısmı doğruyu gördükleri halde türlü sebeplerle gerçeklerden gizlenmekte. Şüphesiz günümüzde Müslümanların ِ � ‫ِل‬rağmen ُ َ‫ْﺪ َﰷ َن ﻟ‬ve‫ ﻟَ َﻘ‬yaşa‫ا� �آ ْﺳ َﻮ ٌة‬ ‫ْﲂ ِﰲ َر ُﺳﻮ‬anlayış görünen çokluklarına yış noktasında Habibi Kibriya Muَ ‫ﻮ َم ْا� ٓ ِﺧ َﺮ َو‬kiْ ‫ﻟْ َﻴ‬eksiklikler ّ ‫َﺣ َﺴ�ﻨَ ٌﺔ ِﻟ‬ َ ‫ﺮ‬ ‫ﻛ‬ ‫ذ‬ ‫ا‬ ‫و‬ �‫ا‬ ‫ﻮ‬ ‫ﺟ‬ ‫ﺮ‬ � ‫ َﻤﻦ َﰷ َن‬örnekliğine � َ ُ ْ َ َ َ hammed Mustafa (s.a.v) ve O’nun olan ihtiyacı açıkça‫ﲑا‬ Nebi Mu‫ا� َﻛ ِﺜ‬ � ً göstermektedir. َ hammed Mustafa (s.a.v)’in hayatını konu edinmiş Siyer ilmine gösterilen rağbet yüzeysel ve ezberdeyken,duyulan saygıysa gelenek halini almış durumda. Halbuki Efendimiz (s.a.v)’i bu şekilde bilmek, O’na karşı cahil kalmak demektir, zulmetmektir. Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin, ‘İslam yaşamdır, geriye kalan masaldır’ sözü ne kadar da hakikatli ve günü-

�ُ َ ‫�آ َو َﻣﻦ َﰷ َن َﻣ ْيﺘًﺎ ﻓَأ ْ�ﺣيَ ْﻴﻨَﺎ ُﻩ َو َﺟ َﻌﻠْﻨَﺎ‬ ‫ﻧ ًُﻮرا ﻳ َ ْﻤ ِﴚ ِﺑ ِﻪ ِﰲ اﻟﻨ� ِﺎس َﳈَ ْﻦ َﻣث ُ َُ� ِﰲ‬ ِ ‫ا �ﻟﻈﻠُ َﻤ‬ ‫ﺎت ﻟَيْ َﺲ ِ َﲞ ِﺎرجٍ ِﻣ ْﳯَﺎ َﻛ َﺬ ِ َ� ُزِ�ّ َﻦ‬ ‫ﻮن‬ َ ُ‫ِل ْﻠ َﲀ ِﻓ ِﺮ َ�ﻦ َﻣﺎ َﰷﻧُﻮا ﻳ َ ْﻌ َﻤﻠ‬

‫ا� ﻓَﺎﺗ � ِﺒ ُﻌ ِﻮﱐ‬ َ � ‫ﻮن‬ َ ‫ﻗُ ْﻞ ا ْن ُﻛ ْﻨ ُ ْﱲ ُ ِﲢ �ﺒ‬ � َ ُ ُ ُ ْ ْ ُ ِ ُ َ ُ ْ ُ ‫ﻮر‬ ‫ﻔ‬ ‫ﻏ‬ �‫ا‬ ‫و‬ ‫ﲂ‬ � ‫ﻮ‬ ‫ﻧ‬ ‫ذ‬ ‫ﲂ‬ ‫ﻟ‬ ‫ﺮ‬ ‫ﻔ‬ ‫ﻐ‬ ‫ﻳ‬ ‫و‬ �‫ا‬ ‫ﲂ‬ ٌ ُ� َ َ ْ َ َ ُ � ‫ُ ْﳛ ِﺒ ْﺒ‬ ‫�ر ِﺣ ٌﲓ‬

-Bakara diye meşhur sure/ 146.

1

müzü yansıtmakta. Hayat veren, kuvvete getiren, yolumuzu düzleştirip, sağlamlaştıran gerçeğimizden uzaklaştıkça masallarda kaldık, korktuk ve uyuduk. Bizler masallardan sıyrılıp hakikate ererek O’nu tanımak ve yaşamak adına başladığımız bu köşede gelin işe Rasulullah (s.a.v)’in doğduğu zamanları tanımakla başlayalım. Atası İbrahim (a.s)’ın duası, kardeşi İsa (a.s)’ın müjdesi, annesi Amine’nin rüyası, ümmetin hasreti olan Son Nebi Muhammed Mustafa (s.a.v) ‘eski dünya olarak bilinen Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının ortasında yer alan Arabistan Yarımadası’nın batısındaki Hicaz Bölgesinde Mekke şehrinde dünyaya geldi.’2Dünyanın dört bir yanından coşkun ve hırçın bir su gibi bataklaşan bu hal soyu Hz. İbrahim (r.a)’ a dayanan bu beldede çoğalmıştı, insanlık unutulmuş, zulüm kol geziyordu. Mazlumlar kan ağlaya dursun zalimler zulmünden utanmıyordu. Can, mal, namus güvenliği yoktu. Sadece güçlülerin haklı olduğu, kimsenin kimseye hesap sormaya gücünün yetmediği bir dünya… İnsanlık bunalmış, ruhlar hasta. Sapkınlıkların, azgınlıkların, yanlışlıkların zirve yaptığı cahiliye devri denilen bu zamanları Abdullah Murad Şükrüoğlu ne de güzel anlatıyor; Vahşet doluydu dünya, 2-Casim Avcı, Son Peygamber Hz. Muhammed, İsam 2007,

s.17

Bizbiriz Dergisi • 41


‫ﻮن‬ َ َ‫ﺎﱒ ْاﻟ ِﻜت‬ ُ ُ َ‫َا � ِ� َ�ﻦ آٓﺗَيْن‬ َ ُ‫ﺎب ﻳ َ ْﻌ ِﺮﻓُﻮﻧ َ ُﻪ َ َ� ﻳ َ ْﻌ ِﺮﻓ‬ Tapıyordu ‫ﻮن‬ ‫ ْﻢ ﻟَ َﻴ ْﻜ ُت ُﻤ‬hayvana, ‫ا �ن ﻓَ ِﺮﻳﻘ ًﺎ ِﻣ ْﳯ‬puta, ‫�آﺑْﻨَ َءﺎ ُ ْﱒ َو‬ ُ َ Sevinen iblisti buna,� Doğmamıştı َ‫ﻳ َ ْﻌﻠ‬İslam ‫ﻮن‬ ‫�ﻖ َو ُ ْﱒ‬daha. ‫ اﻟْ َﺤ‬ve kendisine, inَ ‫ُﻤ‬dirilttiğimiz “Ölü iken �ُ َ ‫�آ َو َﻣﻦ َﰷ َن َﻣ ْيﺘًﺎ ﻓَأ ْ�ﺣيَ ْﻴﻨَﺎ ُﻩ َو َﺟ َﻌﻠْﻨَﺎ‬ ‫ﻧ ًُﻮرا ﻳ َ ْﻤ ِﴚ ِﺑ ِﻪ ِﰲ اﻟﻨ� ِﺎس َﳈَ ْﻦ َﻣث ُ َُ� ِﰲ‬ ِ ‫ا �ﻟﻈﻠُ َﻤ‬ ‫ﺎت ﻟَيْ َﺲ ِ َﲞ ِﺎرجٍ ِﻣ ْﳯَﺎ َﻛ َﺬ ِ َ� ُزِ�ّ َﻦ‬ ‫ﻮن‬ َ ُ‫ِل ْﻠ َﲀ ِﻓ ِﺮ َ�ﻦ َﻣﺎ َﰷﻧُﻮا ﻳ َ ْﻌ َﻤﻠ‬ ِ � ِ‫ ْﲂ ِﰲ َر ُﺳﻮل‬bir ُ َ‫ﰷ َن ﻟ‬nur َ ْ‫ ﻟَ َﻘﺪ‬verdiğimiz ‫ �آ ْﺳ َﻮ ٌة‬yürüyeceği �‫ا‬ sanlar arasında kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kalّ ‫ َﺣ َﺴ�ﻨَ ٌﺔ ِﻟ‬duru‫ َو َذ َﻛ‬türlü ‫ ْا� ٓ ِﺧ َﺮ‬ondan ‫ا� َواﻟْ َﻴ ْﻮ َم‬ ‫ َﻤﻦ َﰷ َن �َ ْﺮ ُﺟﻮ‬kimsenin َ � çıkamamış mış,‫ َﺮ‬bir mu gibi olur mu? İşte işlemekte oldukِ ‫ َﻛ‬kâfirlere, ‫ا‬ ‫ﲑ‬ ‫ﺜ‬ �‫ا‬ � ً َ ları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir.”3 Yapılan bütün kötülükleri güzel, çirkinlikleri süslü saymaktaydılar. Bu öldürücü karanlık, Hz. Adem’in arş-ı ala’ da gördüğü4, her şeyden evvel Allah’ın kendi nurundan yarattığını bildirdiği5Ahmedi Nur ile dirilmeyi, Alemlerin Efendisini bekliyordu. Bu muazzam olayın gerçekleştiği gün ferahlatıcı bir sabah, batması mümkün olmayan bir güneşle aydınlanırken, dünyada meydana gelen harikulade olaylar batılın zail olacağını ve dengelerin değişeceğini müjdeler gibiydi. Bu mübarek zamanda Save gölü kurumuş, Semave deresi taşmış, Mecusilerin bin yıldır yaktıkları ateş sönmüş, Kisra sarayının burçları yıkılmıştı. Hakikatte ise; yıkılan, Kisraların sarayı değil, dünyayı zulümle yöneten üç büyük güç olan İran’ın ihtişamı, Bizans’ın saltanatı ve Çin’in azametiydi. Sönen ateş, Mecusilerin tapınaklarında ki ateş değil, dünyada ki küfür ve dinsizliği körükleyen alevlerdi. Kuruyan Save gölü değil, putperest inancın saçmalığı, zerdüştlüğün zorbalığı ve zalimlerin süslü görünen halleriydi. 6 Hayat bulduran bu aydınlık ve temizlenme gelen Nur-u Muhammed (s.a.v)’in hürmetine başlamış, insanlığın boşluğunu dolduracak tevhit canlanmıştı. “Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için

‫ا� ﻓَﺎﺗ � ِﺒ ُﻌ ِﻮﱐ‬ َ � ‫ﻮن‬ َ �‫ﻗُ ْﻞ ا ْن ُﻛ ْﻨ ُ ْﱲ ُ ِﲢﺒ‬ � َ ُ ُ ُ ْ ْ ُ ِ ُ َ ُ ْ ‫ا� ﻏﻔ ٌﻮر‬ ُ � ‫ا� َوﻳَﻐﻔ ْﺮ ﻟﲂ ذﻧُﻮ�َﲂ َو‬ ُ � ‫ُ ْﳛ ِﺒ ْﺒﲂ‬ ‫�ر ِﺣ ٌﲓ‬

3-En’am diye meşhur sure, 122. 4-Kastalani, Mevahibü’lLedünniye, c.1, s.6. 5- İmam Şibli, Peygamberimizin Hayatı, Timaş 2008, s.83. 6-hzab diye meşhur sure, 21.

42 • Bizbiriz Dergisi

َ َْ ْ َ ‫ﻧ ًُﻮرا ﻳ َ ْﻤ ِﴚ ِﺑ ِﻪ ِﰲ اﻟﻨ� ِﺎس َﳈَ ْﻦ َﻣث ُ َُ� ِﰲ‬ ِ vardır. ِ ‫ َﻛ َﺬ‬güzel Allah’ın Resulü’ ‫ َ� ُزِ�ّ َﻦ‬nde ‫ ِﺎرجٍ ِﻣ ْﳯَﺎ‬bir‫ ِ َﲞ‬örnek ‫ﺎت ﻟَيْ َﺲ‬ ‫” ا �ﻟﻈﻠُ َﻤ‬ Tevhidin habercisi, Nebi Muhammed ‫ﻮن‬ ‫‘ ِل ْﻠ َﲀ ِﻓ ِﺮ َ�ﻦ َﻣﺎ‬üsve-i haَ ُ‫ َﰷﻧُﻮا ﻳ َ ْﻌ َﻤﻠ‬tarafından Mustafa (s.a.v) Rabbimiz 7

ِ � ِ‫ﻟَ َﻘﺪْ َﰷ َن ﻟَ ُ ْﲂ ِﰲ َر ُﺳﻮل‬ ‫ا� �آ ْﺳ َﻮ ٌة‬ ‫ا� َواﻟْ َﻴ ْﻮ َم ْا� ٓ ِﺧ َﺮ َو َذ َﻛ َﺮ‬ َْ � ‫َﺣ َﺴ�ﻨَ ٌﺔ ِﻟ ّ َﻤﻦ َﰷ َن �َ ْﺮ ُﺟﻮ‬ ‫ﻮن‬ َ‫َا � ِ� َ�ﻦ آٓﺗَيْ� َن‬ َ َ‫ﺎﱒ ِﺜ ًاﻟﲑا ِﻜت‬ ُ ‫ا� ُ َﻛ‬ َ ُ‫ﺎب ﻳ َ ْﻌ ِﺮﻓُﻮﻧ َ ُﻪ َ َ� ﻳ َ ْﻌ ِﺮﻓ‬

‫ﻮن‬ ‫�آﺑْﻨَ َءﺎ ُ ْﱒ َوا �ن ﻓَ ِﺮﻳﻘ ًﺎ ِﻣ ْﳯُ ْﻢ ﻟ َ َﻴ ْﻜ ُت ُﻤ‬ َ sene’ yani en güzel örnek ُ ‫ﻗُ ْﻞ ا ْن‬ ِ ُ ‫ ُ ْﱲ‬gösterilmiştir. َ‫ا� ﻓ‬ � َ � olarak ‫ﺗ‬ ‫ﲢ‬ ‫ﻛ‬ ِ � ‫ﻮﱐ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﺒ‬ ‫ﺎ‬ ‫ﻮن‬ ‫ﺒ‬ ‫ﻨ‬ ِ ْ ُ َ � Bu üstünlükleriyle Muhammed Mustafa � (s.a.v) ْ َ ُ ‫ﻮن‬ ‫ﻤ‬ ‫ﻠ‬ ‫ﻌ‬ ‫ﻳ‬ ‫ﱒ‬ ‫و‬ ‫ﻖ‬ ‫ﺤ‬ ‫ﻟ‬ ‫ا‬ � ْ ْ َ َ َ ُ َ َ ُ ُ ُ yaklaşık on ‫ ٌﻮر‬beş ‫ا� ﻏَ ُﻔ‬ ‫ ُذﻧُﻮ�َ ْﲂ َو‬sadece ‫وﻳ َ ْﻐ ِﻔ ْﺮ ﻟ ْﲂ‬kendisine �‫ا‬ ُ � asırdır ُ � ‫ ُ ْﳛ ِﺒ ْﺒ ُﲂ‬inanَ maları dolayısıyla Müslümanların değil, amaç‫ن ِﺣ َﻣ ٌْﲓيﺘًﺎ ﻓَأ ْ�ﺣيَ ْﻴ‬gerçekleştiğini �ُ َ ‫ﻨَﺎ ُﻩ َو َﺟ َﻌﻠْﻨَﺎ‬yaşarken ‫�آ َو َﻣﻦ َﰷ � َر‬ ladığı toplumun görerek tarihin başarıya ulaşmış en etkin kişisi olaَ ِ ُ َ ِ ِ ِ ِ ‫اﻟ‬ ُ ‫ﻣ‬ ‫ﳈ‬ ‫ﺎس‬ ‫ﻨ‬ ‫ﰲ‬ ‫ﻪ‬ ‫ﺑ‬ ‫ﴚ‬ ‫ﻤ‬ ‫ ﻧ ًُﻮرا ﻳ‬medeniyeti‫ﰲ‬ �َ ‫ث‬ ‫ﻦ‬ ِ َ ْ � َ ْ rak kabul edilmiş, tarihi ve islam ni ‫ﻦ‬ şekillendirerek ِ ‫ �ﻟﻈﻠُ َﻤ‬olmayanlarında ِ ‫ﺎت ﻟَيْ َﺲ‬ �ِ‫ َﲞ ِﺎرجٍ ِﻣ ْﳯَﺎ َﻛ َﺬ ِ َ� ُز‬müslüman ‫ا‬ َ ّ bir şekilde ilgi duyduğu üstün bir şahsiyet olarak örnekleşmiştir. ‫ﻮن‬ ‫ َﲀ ِﻓ ِﺮ َ�ﻦ َﻣﺎ‬için ‫ ِل ْﻠ‬örnek teşkil eden َ ُ‫ َﰷﻧُﻮا ﻳ َ ْﻌ َﻤﻠ‬Herkes �

bu hayatı daha iyi anlamak, Onun ile anılmak, Onun ile ‫ة‬yaşamak, ِ � ِ‫ﻮل‬Onun ُ َ‫َن ﻟ‬yaşatmak ٌ ‫ا� �آ ْﺳ َﻮ‬ ‫ ْﲂ ِﰲ َر ُﺳ‬ile ‫ ﻟَ َﻘﺪْ َﰷ‬adına bütün çabamız. ٓ �‫ َواﻟْ َﻴ ْﻮ َم ْا‬Teala ‫ ِﺧ َﺮ َو َذ َﻛ َﺮ‬Allah-u �‫ا‬ ‫ َﰷ َن �َ ْﺮ‬buyuruyor; ‫َﺣ َﺴ�ﻨَ ٌﺔ ِﻟ ّ َﻤﻦ‬ َ � ‫ ُﺟﻮ‬şöyle “De ki: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana ِ ‫ا� َﻛ‬ ‫ا‬ ‫ﲑ‬ ‫ﺜ‬ � ً َ uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı ba-

‫ا� ﻓَﺎﺗ � ِﺒ ُﻌ ِﻮﱐ‬ َ � ‫ﻮن‬ َ �‫ﻗُ ْﻞ ا ْن ُﻛ ْﻨ ُ ْﱲ ُ ِﲢﺒ‬ � َ ُ ُ ُ ْ ْ ُ ِ ُ ْ ُ ‫ا� ﻏَ ُﻔ ٌﻮر‬ ‫و‬ ‫ﲂ‬ � ‫ﻮ‬ ‫ﻧ‬ ‫ذ‬ ‫ﲂ‬ ‫ﻟ‬ ‫ﺮ‬ ‫ﻔ‬ ‫ﻐ‬ ‫ﻳ‬ ‫و‬ ُ� َ َ ُ � ‫ُ ْﳛ ِﺒ ْﺒﲂ‬ ْ َ َ �‫ا‬ ‫�ر ِﺣ ٌﲓ‬ ğışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”� Biz bundan dolayı her işimizi O (s.a.v)’e göre düzenlememiz gerektiğini söylüyoruz. Biz bunu Rabbimizin emri olarak almazsak, Rasu7-“Hatem; Asım kıraatinde “ta”nın fethiyle, mütebakisinde

kesriyle okunur. Kesr ile “hatim”, ism-i fail olup, hatmeden, nihayete erdiren, yahut mühürleyen demek olur. Feth ile “hatem” de, ismi alet olup, mühür demektir. Yani Muhammed Resulullah, hem peygamberleri hitama erdiren son peygamberdir, ahir’ül enbiyadır; hem de bütün peygamberleri tasdik ve tevsik eden ilahi bir mühürdür. Eğer o gelmese idi, diğer peygamberler unutulup gidecek, tarihte onların mevcudiyetlerini ve nübüvvetlerinin hakkıyyetini ilmen isbat etmek mümkün olmayacaktı. Nübüvveti Muhammediye ile beşeriyyet, din nokta-i nazarından tekamül gayesine ermiştir. Ondan sonra başka peygamber beklememeli, nur-ı Muhammediyi takip eylemelidir”. Bkz. Elmalılı Tefsiri, V, 3906.


lullah (s.a.v)’e itaatin Allah’a itaat olduğunun şuuruna varmazsak O (s.a.v)’e danışmayız. İnsanoğlu kendi kıt aklının erdiğince danışacak bir yer bulur. Ama bilesiniz ki Muhammed Mustafa (s.a.v)’e uymayan işlerin sonu hep hüsran olur.

RASULULLAH (S.A.V)’ İN ŞEMAİLİ

Bu kısımda ‘Allah’a ve ahiret gününe ümit besleyip de Allah’ı çok anan kimseler’ olma azmi ile yola çıkanları asırlar öncesinin ‘güzel örneği’ ile irtibatlandırarak güzel insan olma yolunu aralamaya bakacağız. Şemail, -şimal- kelimesinin çoğulu olup huy, tabiat, karakter, hal, hareket anlamındadır. İslam alimleri bu kelimenin geniş manasını daha da özelleştirerek Muhammed Mustafa (s.a.v)’ in beşeri yönünü, yaşama üslubunu ve şahsi hayatını anlatan bir terim haline getirmişlerdir. Kendi cahiliyemizden sıyrılıp Asr-ı saadetten nefeslenme yolunda ki bu rol modelimiz Hz. Muhammed (s.a.v) Kur’an-ı Kerim’de “… Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.” �Şeklinde anlatılmaktadır. Bu ayet-i kerimede kullanılan tabir ‘Hatemü’n Nebiyyin’dir.’� Allah-u Teala bir yandan Muhammed Mustafa (s.a.v)’in ‘peygamberlerin mührü’ olduğunu, O’ndan sonra artık bir peygamber göndermeyeceğinin bilgisini kesin bir şekilde verirken, ‘mühür ’ün eserini mübarek vücutlarında da tecelli ettirmiş bulunmaktadır. Bu tecelli ünlü muhaddis Hakim(405/

1014)’ den gelen bir rivayette şöyle aktarılmıştır; “…Allah hiçbir peygamber göndermemiştir ki, onun sağ elinde Peygamberlik beni (şamet’ünnübüvve) olmamış olsun. Ancak bizim peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam bunun istisnasını teşkil etmektedir. Zira O’nun peygamberlik beni, (sağ elinde değil) kürek kemikleri arasındadır. Peygamberimiz (S.a.v)’e bu durum sorulunca; “Kürek kemiklerim arasında bulunan bu ben, benden önceki Peygamberlerin beni gibidir. Ne var ki, artık benden sonra bir daha nebi ve resul gelmeyecektir.”� Nübüvvet mührü ile ilgili birkaç hadise daha bakarsak; Cabir b. Semüre anlatıyor; “Ben, Rasulullah Efendimiz’ in kürek kemikleri arasında bulunan Nübüvvet mührü’nü gördüm. O, güvercin yumurtası büyüklüğünde kırmızımtırak bir yumru idi.” Ebu ZeydAmr b. Ahtab el- Ensari anlatıyor; “Peygamber Efendimiz bana; “Ya EbaZeyd, bana doğru yaklaş ve sırtımı elinle kaşı” dedi. Ben de, emr-i peygamberiye uyarak, elimle mübarek sırtlarını kaşıdım. Bu sırada parmaklarım, Mühr-i nübüvvet’e dokundu. Bu hadiseyi Ebu Zeyd’ den nakleden ’Ilba b. Ahmer; - ‘Nübüvvet mührü nasıl bir şeydi?’ diye sorduğumda, o; - ‘Kıl yumağı gibi bir şeydi!’ şeklinde cevap verdi, der.” Ebu Nazra (109/ 727) anlatıyor; Ashabdan Ebu Said el- Hudri (r.a)’ya Resulullah Efendimiz’ in Peygamberlik mührü’ nün nasıl bir şey olduğunu sordum. Mübarek sırtlarında ‘gül tomurcuğu gibi bir et parçası olduğunu’, söyledi.

Bizbiriz Dergisi • 43


yın gelişim şekli onun Müslümanların arasına katılması sonucunu doğurmuştu. Tarihçilerin ittifakla naklettikleri rivayete göre, Hz. Ömer (r.a)’in Müslüman oluşu söyle gerçekleşmişti: Hz. Ömer (r.a), Resulullah (s.a.s)’i öldürmek için onun bulunduğu yere doğru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile karsılaştı. Nuaym ona, böyle öfkeli nereye gittiğini sorduğunda o, Muhammed (s.a.s)’i öldürmeye gittiğini söylemişti. Nuaym, Hz. Ömer’in ne yapmak istediğini öğrenince ona, kız kardeşi ve eniştesinin yeni dine girmiş olduğunu söyledi ve önce kendi ailesi ile uğraşması gerektiğini bildirdi. Bunu öğrenen Hz. Ömer (r.a), öfkeyle eniştesinin evine yöneldi. Kapıya geldiğinde içerde Kur’an okunmak(RADIYALLAHU ANH) taydı. Kapıyı çalınca, içerdekiler okumayı kesip, Kur’an sayfalarını sakladılar. İçeri giren Hz. Ömer “Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah (r.a), eniştesini dövmeye başlamış, araya giren kız Safa AK bunu Ömer’den sorar diye korkarım” kardeşinin aldığı darbeden dolayı burnu kanamıştı. Kız kardeşinin ona, ne yaparsa yapsın dinlerinden dönmeyeceklerini söyleyerek kararlılığını bil Fil vakasından 13 yıl sonra dirmesi üzerine, ona karşı merhamet duyguları Mekke’de doğmuştur. Babası, Hattab b. Nüfeyl kabarmaya başlamış ve okudukları şeyleri görmek olup, nesebi Ka’b’da Resulullah (s.a.s) ile birleşistediğini söylemişti. K ndisine verilen sahimektedir. Annesi, Ebu Cehil’in kardeşi veya amfelerden Kur’an ayetlerini okuyan Hz. Ömer (r.a), casının kızı olan Hanteme’dir. Hz Ömer’ül Fahemen orada iman etti ve Resulullah (s.a.s)’in neruk Hulefa-i Raşid’in ikincisi ve Resulullah (s.a.s)’ın rede olduğunu sordu. O sıralarda Müslümanverdiği tevhid mücadelesinde ona en yakın olan lar, Safa tepesinin yanında bulunan Erkam (r.a)’in isimlerdendir. evinde gizlice toplanıp ibadet ediyorlardı. Resulullah (s.a.s)’in Daru’l-Erkam’da olduğunu öğrenen Kaynaklar Hz. Ömer (r.a)’in Müslüman olmadan Hz. Ömer (r.a), doğruca oraya gitti. Kapıyı çaldığınönceki hayatı hakkında fazlaca bir şey söylemez- da gelenin Ömer olduğunu öğrenen sahabiler enler. Ancak küçüklüğünde, babasına ait sürülere ço- dişelenmeye başladılar. Zira Hz. Ömer (r.a) silahlabanlık ettiği, sonra da ticarete başladığı bilinmek- rını kuşanmış olduğu halde kapının önünde durutedir. Cahiliye döneminde Mekke eşrafı arasında yordu. Hz. Hamza: “Bu Ömer’dir. İyi bir niyetle gelyer almakta olup, Mekke şehir devletinin elçilik gö- diyse mesele yok. Eğer kötü bir düşüncesi varsa, revi onun elindeydi. Bir savaş çıkması durumunda onu öldürmek bizim için kolaydır” diyerek kapıyı karşı tarafa elçi olarak Hz. Ömer (r.a) gönderilir ve açtırdı. Resulullah (s.a.s), Hz. Ömer (r.a)’in iki yakadönüşünde onun verdiği bilgi ve görüşlere göre sını tutarak; “Müslüman ol ya Ibn Hattab! Allah’ım hareket edilirdi. Ayrıca kabileler arasında çıkan an- ona hidayet ver!” dediğinde Hz. Ömer (r.a) Kelime-i laşmazlıkların çözümünde etkin rol alır, verdiği ka- Şahadet getirerek iman etti. rarlar bağlayıcılık vasfı taşırdı. Hz. Ömer (r.a), risaletin altıncı yılında MüslüHz. Ömer (r.a), sert bir mizaca sahip olup, Islama man olmuştur. O, iman edenlerin arasına katıldığı karşı aşırı tepki gösterenlerin arasında yer almak- zaman Müslümanların sayısı yetmiş seksen kişi kataydı. Sonunda o, dedelerinin dinini inkâr eden ve dardı Mekkeli müşriklerin, gösterdiği zorbaca teptapındıkları putlara hakaret ederek insanları onlar- kiden dolayı Müslümanlar, Beytullah’a gidip nadan yüz çevirmeğe çağıran Resulullah (s.a.s)’ı öl- maz kılamıyor ve ancak gizlice bir araya gelebilidürmeye karar vermişti. Kılıcını kuşanarak, Rasu- yorlardı. Hz. Ömer (r.a) Müslüman olunca doğrulullahı öldürmek için harekete geçmiş, ancak ola- ca Beytullah’ın yanına gitti ve Müslüman olduğu-

HZ. ÖMER

44 • Bizbiriz Dergisi


nu haykırdı. Orada bulunanlar şiddetli tepki gös- olayın iç gerçeğini kavramıştı. terdi. Ancak o, müşriklere karşı savaşını sürdürerek Resulullah (s.a.s)’in vefatının hemen peşinden onların, Müslümanlara gösterdiği muhalefeti kırdı herkesin göz önünde Beytullah’ ta namaza durdu. ortaya çıkan karışıklığın Hz. Ebû Bekir (r.a) ‘in halife seçilmesiyle yok edilmesinde Hz. Ömer (r.a) büMüslüman olduktan sonra sürekli Resulullah yük rol oynamıştır. Hz. Ebû Bekir (r.a) ‘in kısa halifeli (s.a.s)’in yanında bulunmuş, onu korumak için elin- döneminde en büyük yardımcısı Hz. Ömer (r.a) olden gelen gayreti göstermiştir. O, iman ettikten muştur. Hz. Ebû Bekir (r.a) vefat edeceğini anladığında, Hz. Ömer (r.a) ‘i sonra müşriklere kar- Kenâr-ı Dicle’debir kurt aşırsa koyunu kendisine halef tayin şı çok sert davranmış ve dinini her ortamda, kim- Gelir de adl-i İlâhi sorardı Ömer’den onu etmeyi düşünmüş ve bu düşüncesini açıkseden çekinmeden saM.Akif Ersoy layarak bazı sahabivunmuştur. İslâm teblilerle istişarelerde buğinin yeni bir veçhe kazanması için Medine’ye hicret emr olunduğu za- lunmuştu. Herkes Hz. Ömer (r.a)’in fazilet ve üstünman Müslümanlar Mekke’den gizlice Medine’ye lüğünü kabul etmekle beraber, onu bu is için bigöç etmeye başladıklarında, Hz. Ömer (r.a), gizlen- raz sert mizaçlı buluyorlardı. Hatta Talha (r.a) ve diğer bazı sahabiler ona; “Rabbin seni Hz. Ömer (r.a) me ihtiyacı duymamıştı. Hz. Ömer (r.a), beraberin‘i hafife tayin ettiğinden dolayı sorgularsa ona ne de yirmi arkadaşı olduğu halde Medine’ye doğru cevap vereceksin? Bilirsin ki Ömer oldukça sert bir yola çıkmıştı. Hz. Ali (r.a) onun hicretini şu şekilde kimsedir demişlerdi Hz. Ebu Bekir (r.a) ise şöyle ceanlatmaktadır: vap verdi “Derim ki: Allah’ım! Kullarının en iyisini “Ömer’den başka gizlenmeden hicret eden onlara halife yaptım.” Sonra da Hz. Osman (r.a)’ı çahiç bir kimseyi bilmiyorum. O, hicrete hazırlan- ğırarak bir kâğıda Hz. Ömer (r.a) ‘i halife tayin ettiğidığında kılıcını kuşandı, yayını omzuna taktı, eli- ni yazdırdı. Kâğıt katlanıp mühürlendikten sonra, ne oklarını aldı ve Kâ’be’ye gitti. Kureyş’in ile- Hz. Osman (r.a) dışarı çıkarak insanlardan kâğıtta ri gelenleri Kâ’be’nin avlusunda oturmakta idi- yazılı olan kimseye bey’at edilmesini istedi. Oradaler. O, Kâ’be’yi yedi defa tavaf ettikten sonra, kilerin bey’at etmesiyle Hz. Ömer (r.a) ‘in II. Raşid halife olarak iş başına gelişi gerçekleşti. Makâm-i İbrahim’de iki rekât namaz kildi. Halka halka oturan müşrikleri tek tek dolaştı ve onlara; Halifelik Dönemi “Yüzünüz kara ol­sun. Kim annesini evlatsız, çocukResulullah (s.a.s.) vefat etmeden önce Müslarını yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa su vadide beni takip etsin” dedi. Onlardan hiç biri onu en- lümanlar hemen hemen tüm Arap coğrafyasını hâkimiyeti altında tutuyordu ve Bizansa karşı askegellemeye cesaret edemedi” . ri seferler düzenleniyordu. Hz. Ebu Bekir (r.a) döHz. Ömer (r.a), Bedir, Uhud, Hendek, Hayber vb. neminde bu askeri hareketler Bizans’la birlikte İran gazvelerin hepsine ve çok sayıda seriyyeye katıl- devletine karşı devam etmişti. Hz. Ömer (r.a)’in mış, bunların başında komutan olarak görev yap- üzerine düşende ise bu siyaseti devam ettirmek mıştır. Hz. Ömer (r.a), bütün meselelere karsı net ti ve Bizans’ın elinde bulunan Suriye’yi İran’ın elinve tavizsiz tavır koymakla tanınır. Onun küfre karşı de bulunda Kisra kalesini Azerbaycan ve Ermenisdüşmanlığı; müşriklerin, İslam’a karşı olan saldırıla- tan bölgelerini Müslüman toprakları arasına katrını hazmedememe konusundaki hassasiyeti; bazı mayı başarmıştı. Bu fetihler den sonra yönünü bakararlara şiddetle karşı çıkmasına sebep olmuştur. tıya çeviren İslam orduları Kudusü ve Mısır’ı İslam Hudeybiye’de yapılan anlaşmanın müşrikler lehine topraklarına almış ve halife Hz. Ebu Bekir (r.a) bir görünen maddelerine karşı çıkışı bunlardan biridir. süre Kudüs sarayında kalmıştır. Bütün bu askeri haAncak o, Resulün, Allah Teâlâ’nın gösterdiği doğ- reketlerin yanı sıra Hz. Ebu Bekir (r.a) aynı zamanrultuda hareket etmekten başka bir şey yapmadığı da henüz müesseseleri bulunmayan İslam devleuyarısı karşısında, hemen kendini toparlamış ve tini teşkilatlandırmaya çalışıyordu. Yani İslam dev-

Bizbiriz Dergisi • 45


letinde ilk teşkilatlanma Hz. Ömer (r.a) döneminde olmuştur. İlk zamanlar bu teşkilatlanmaya pek ihtiyaç yoktu. Ancak devletin sınırları genişlemiş ve bu geniş coğrafya içerisinde devletin etkinliğini sağlayabilmek için idarî düzenlemeler yapılması zarureti doğmuştu. O, ilk olarak askerlerin kayıtlarının tutulduğu ve fey ve ganimet gelirlerinin dağıtımının kaydedildiği “divan” teşkilatını kurdu. Ayrıca Hz. Ömer (r.a), yargı (kaza) işlerini bir düzene koymak için valilerden ayrı ve bağımsız çalışan kadılar tayin eden ilk kimsedir. Geniş coğrafyalara hükmeden Müslüman devletinin halen kendisine ait bir para birimi yoktu bu durumda ekonomiye dışarıdan gelecek herhangi müdahaeyi etkin kılabilirdi bu nedenle ilk olara Hz. Ömer döneminde para bastırılmıştı.

problemler ortadan kaldırılmıştır. Vefatı Hz. Ömer (r.a), 645 yılının son ayında Ebû Lü’lü Firuz adında Yahudi bir köle tarafından namaz kılarken şehid edildi. Bu köle Hz. Ömer (r.a)’e gelip efendisinden alınan verginin çok olduğunu iddia etti. Hz. Ömer (r.a),“Senden alınan miktar fazla değildir” dedi. Hz. Ömer’in bu sözüne razı olmayıp, düşmanlık gösteren Firuz, Hz. Ömer (r.a)’e kastetmeyi plânladı Görünüşteki sebep böyle görünmekle beraber işin esası böyle değildi İran casusu olarak aldığı emri yerine getiriyordu Hz Ömer bir gün esnaf teftişinde iken, Firuz’a, “ Duydum ki, senin değirmen yapmanda üzerine yokmuş” deyince, “ Şayet sağ kalırsam, sana öğle bir değirmen yapacağım ki, doğuda ve batıda herkes ondan bahsedecek” demişti. Hz Ömer ‘de, “ Vallahi bu beni tehdit etti” buyurmuştu Buna rağmen açıkca suç teşekkül etmediği için cezalandırmamıştı. Hz Ömer ile vergi tartışmasından bir gün sonra elbisesi içine bir hançer saklayıp, sabah namazı vaktinde mescide girdi Beklemeye başladı Hz Ömer safları düzeltip tekbir alarak namaza durur durmaz, Firuz yerinden fırlayıp Hz Ömer’e arka arkaya altı darbe vurdu Darbelerden biri karnına isabet etti Firuz bir kişiyi daha yaralayıp kaçtı ve yakalanmadan önce intihar etti Hz Ömer evine kaldırıldıktan bir müddet sonra ayılıp “Katilim kimdir? Diye sordu Ebû Lü’lü Firuz olduğu söylenince “Allah’a şükürler olsun ki bir Müslüman tarafından vurulmadım” dedi ve yaralandıktan 24 saat sonra vefat etti. Ardından Hz. Ayşe den izin alınarak Hz. Ebu Bekir (r.a)’ in yanına defnedilmiştir.Hz. Ömer (r.a) yaşamıyla adeta adaletin timsaliydi. Devletin içerisinde bir kişi dahi aç olsa bundan kendisini sorumlu tutardı. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy bir beyitinde Hz. Ömer (r.a)’ in adaletini en iyi şekilde şöyle ifade etmektedir.

Hz. Ömer (r.a)’in, üzerinde titizlikle durduğu ve asla müsamaha göstermediği en önemli konu adalet meselesiydi. O, mevki, rütbe, soyluluk vb. hiçbir ayırım gözetmeden hakların sahiplerine verilmesi için çok şiddetli davranmıştır. Bu konuda onun yanında bir köle ile efendisi arasında bir fark yoktur. O, her tarafta adaletin eksiksiz yerine getirilmesi, muhtaç ve yoksul kimselerin gözetilmesi için ülkenin en ücra köselerindeki durumlardan zamanında haberdar olmak için imkân oluşturmaya çalıştı. O, muhtaç kimseler konusunda din ayırımı gözetmemiş, Hıristiyan ve Yahudilerden olan yoksullara da yardımlarda bulunmuştur. Hz. Ömer (r.a), fethedilen bölgelerde okullar açmış, buralara müderrisler tayin etmiş ve Kur’an-ı Kerim’i okumak ve onunla amel edebilmek için gerekli olan eğitimin verilmesini sağlama yolunda gayret sarf etmiştir. İslâm’ın, Müslüman olan insanlara öğretilmesi ve tebliğ çalışmalarının yürütülmesi için sahabîlerden ve diğer âlimlerden istifade etmiş ve onları değişik bölgelerde görevlendirmiştir. Kur’an , Hadis ve Fıkıh öğretimi ile uğraşan bu âlimlere büyük meblağKenâr-ı Dicle’debir kurt aşırsa koyunu lar tutan maaşlar bağlamıştır. Hz. Ömer (r.a), devGelir de adl-i İlâhi sorardı Ömer’den onu letin her tarafında camiler inşa ettirmişti. Onun zamanında dört bin tane cami yapılmış olduğu rivayet edilmektedir. İlk defa bir takvimin kullanılması- Kaynakça na Hz. Ömer (r.a) zamanında ihtiyaç duyulmuş ve Türkiye Diyanet vakfı İslam Ansiklopedisi böylece Hicret esas alınarak oluşturulan takvimle Murat Ak ‘Klasik Türk Şiirinde Aşere-i Mübeşşere devlet işlerinde tarihleme açısından ortaya çıkan

46 • Bizbiriz Dergisi


Hazırlayan: Ahmet Navruz

PİRLERKONDU: TAŞKENT

M.Ö. 3000-2000 yıllarında KLİKYA’ ya Hititler (Etiler) hakim olmuşlardır. Hitit uygarlığının izlerini Taşkent ve çevresinde rastlanılmaktadır. Çıban Kayasındaki Kabartmalar, Karıcık Kale mevkiindeki tanrıca şekilleri, Avşar ve Çetmi Kasabası yörelerinde çeşitli hayvan şeklileri, Aladağ bölgesinin hemen hemen her yerinde bu benzer yüzlerce Hitit yapısı eserlere rastlanıldığı görülmüştür. 1956 Yılında ilk, 1968 yılında ikinci defa Taşkent ve yöresine gelerek inceleyen Arkeoloji heyetinin açıklaması hayli ilginçtir. Hitit veya İyon medeniyetine ait KANDA-KANDİ adında bir uygarlık merkezi aradıklarını, KANDA-KANDİ şehrinin Taşkent çevresinde olduğunu ve kesinlikle hangi harabeler olabileceğini kestiremediklerini söylemişlerdir. Şöyle bir kanaat akla gelebilir: Taşkent’in ilk isminin sonundaki KONDİ, LONDA veya KANDA takısını, adı geçen tarihi şehirden almaktadır.Nitekim, ŞİKARİ’ DE PİRLERKANDİ, İsmail Hakkı Konyalı’ nın “Konya Tarihi” adlı eserinde PİRLKANDİ, evliya Çelebi’ nin Seyahatnamesinin 9. cildinde KARİYE-İ KONDİ olarak adı geçmektedir. Kesinlikle söylenebilir ki, Taşkent’in ilk adı PİRLERKANDİ’ dir. Zamanla dilimizde dönüşüme uğrayarak PİRLERKONDU - PİRLONDA şeklini almıştır. Klikya’ da Hitit uygarlığından sonra Taşkent’i ilgilendiren ikinci uygarlık ROMA-BİZANS uygarlığıdır. Taşkent ve çevresinde sık sık karşılaşılan harabeler, lahitler, mermer sütunlar, taştan yapılmış, aslanlar ve madeni paralar, tümüyle ROMA-BİZANS uygarlığının kalıntılarıdır. KARICIK, SIVAT, ANACAK, DİKMENİN BOYU, ÖRENCİK, TAŞDİBİ ve ASAR (Hisar) bu uygarlıkların yer yer seyrettiği mevkilerdir. Osmanlılar zamanında, Kariye-i KONDİ diye adlandıran Taşkent’te, Osmanlı-

Türk uygarlığı en güzel örnekleriyle canlılıklarını muhafaza etmektedirler. Hikayesi dillere destan olan BÜYÜK CAMİİ, Osmanlı padişahlarından Yavuz Sultan Selim zamanında yapılmıştır. Bugün dahi kubbe ve minarelerindeki sanat, dipdiri ve taptazedir Yavuz’un Çaldıran seferine rastlayan (1516-1517) yıllarında büyük camiinin inşaatına merhum Uzun Şıh (Abdullah) zamanında başlanılmıştır. Nitekim Camii tabusunda “SELİMİYE CAMİİ” diye adı geçmektedir. Ballar çeşmesi, Emirler Pınarı ve Boğaz Köprüsü bu uygarlığın örnekleridir. Oğuz Bey, kardeşi Karaman Han’dan ayrılıp Taşkent’e adı ile maruf Oğuzeli’ne yerleşmiştir. Piri Bey oymağından Oğuz Bey ile beraber gelen (1031-1035) bugünkü sülale adları şunlardır: 1 - KURRALAR (Bekir Efendi Oğulları) 2 - MEHMET EFENDİLER 3 - HACIVELLER 4 - ŞIHOCAGÎL 5 - MUSTAFALAR (Hacı İbrahim Oğulları) 6 - TOMBULLAR

Bizbiriz Dergisi • 47


1031-1035’den elli sene kadar bir zaman sonra :Şemsi Bey, oymağıyla gelen Piri Şemsi Bey oymağında bulunan bugünkü sülale adı olarak da devam eden nesiller de şunlardır: 1- FAKILAR 2- HACIHALIMELER 3- EMİNLER 4- DAVUTLAR (Kazancılar) 5- HACILAR 6- ÇELİKLER

Köy kurulmuş, Piri Bey oymağı toplanmıştı.Piri Şemsi Bey oymağına; “Gardaşlarım... Yeni bir yurt edindik, evler yapıp köy kurduk. Bu yurdumuzun da bir adı olmalı. Kendimizi bir bütün olarak köyümüzle tanıtmalıyız”. Onun bu sözleri oymağı tarafından coşkunlukla karşılandı. Oymadın en yaşlısı olan Mustafaların atası Hacı İbrahim Efendiden bir ad istediler. O da: Yeni yurdumuzda bizi huzura kavuşturan çalışkan Pirimizin evladı olmadığından, yerini kabul ederse bu köyün adım ve tüm köyü evlat ederek köyümüze Onun adım verelim. Adı Piri Kondu olsun. Köy adı coşkunlukla kabul edildi. Anadolu’da Selçuklu Hanedanı Arslan Yabgu, Resul Tiğin ve Kutalmış’la başlamıştı. Ayrıca bir devlet olarak kurulduktan sonra Türkün özelliği yine kendini gösterir: Sınırlarım genişletip, hükmetmek, işte bu idare Alaeddin Keykubat zamanında en sağlam ve en parlak devrini yaşar. Parlaklığın süslediği zaferlerden önemlileri: Moğollarla iyi geçinip, doğuyu güvenliğe alması ve Antalya’yı fethetmesidir. Yöremizle ilgili olan Antalya fetihidir. Çünkü Antalya fetihinde Piri Kondu yolu güzergahıdır. Bu hususta M. Ali Kemaloğlu’nun Alanya Tarihi eserinin 61. sayfasında aynen şöyle anlatılır: Bizzat hükümdarın kumar ettiği Türk Ordusu, en kısa yol olan Konya-Çumra-Dinek-BelviranHadim ve Pirlevkanda yoluyla Kalonoros’a (Antalya) inmiştir. Bu zaferin dönüşünde soğuk su-

48 • Bizbiriz Dergisi

yundan testisini dolduran kızın çeşmesine yaklaşır. Çeşmeden su içer ve kıza sorar: “Kızım köyünüz nerededir”?. (Asar Belini göstererek): “Şu tepenin arkasındadır Sultanım”. “Söyle köylülerine, sultanım bu çeşmenin yapılmasını istiyor”. Diyerek yoluna devam eder. Bunun üzerine o suyun bulunduğu mevkiye çeşme yapılır. Çam ağacından oyularak yapılmış su içme kabı (şapşak olarak bilinen) da konur. Çeşmenin yapılmasına vesile olan Alaeddin’e izafeten Sultan Çeşmesi denir. Çeşmenin adı hala Sultan Çeşmesi olup soğuk suyuyla meşhurdur. Bu arada efsane olarak bilinip anlatılan bir gerçeği anlatalım. Konya Eski Eserler Müzesi Müdürlüğünden alınmış, 1203 te yayınlanmış, zamanının resmî gazetesi şeklinde olan MECMUATÜL TEVARÎ-ÜL MEVLEVIYE adlı mecmuanın 110. Sayfasındanalınmıştır. «Keramet-i Dar Karyeri Pirler-Konda» bu paragrafta beyan ediliyor. Hz. Mevlana Hadim civarına birkaç günlük istirahat ve teferrüç için gittiklerinde (Hicrî 668 ki Hz. Mevlana 64 yaşında iken) O karyeden geçerken çamaşır yıkayan kadınlara tesadüf ediyor. 0l -o- kadınlardan su istediğinde bir tas su verilir. Suyun içine çam çöpü koyulur. Bunu niçin yaptığını suyu veren kıza sorduğu zaman: “Efendim terlisiniz. Soğuk su zarar verir diye attım” dedi. Hz. Mevlana: “Adım bağışla kızım” der. “Adım bağışlandı efendim” diyerek kız cevap verir. Bunun üzerine Hz. Mevlana: “ Bir arzunuz var mı?” diye sordu. Dokuma bezlerinden LONCA (zamanın esnaf vergisi) mühürü basılıp, damga vergisi alınıyordu. Bez damgalayan memurların güçlük çıkardıklarından yakındılar. Canlarının yangın olması hasebiyle Hz. Mevlana bu iş zımnında tahsilat talebinde bulundular. Hz. Mezlana Tac-ül Vezir Süleyman Muiniddin Pervaneye bir kağıt yazıyor, bütün vergilerden muaf tutulması için «ÇAMINIZ KURUMASIN, KARINIZ FARIMASIN, SUYUNUZ ILIMASIN VE BEZÎNÎZDEN DAMGA AKÇASI ALINMASIN» dediler. Bunu Pervaneye verdiler. O da cemî Tekaküften muaf tuttular. 1974’ te basılmış olan TAŞKENT’ İN DOĞUŞU adlı kitabdan alınmıştır.


HAYDAR 2.BÖLÜM Ahmet NAVRUZ

D

erin uykularından herkes patlama sesiyle uyanmıştı. Peçeli tarafından rezil edilen İsrail ordusu büyük bir güçle saldırıyordu yine. Acımasızca, canice gözleri dönmü şekilde ateş ediyorlardı. Karşılıklı olarak Filistinliler kimisi silah kimisi taşla direniyordu. Yasir amca dışarıdan çıkınca yerde yaralanmış yatan bir çocuğu gördü. İsrail askeri vurduğu 5 yaşındaki cocuğu acımasızca tekmeliyordu. Yasir amc koşarak çocuğun önüne geçti. Onu gören asker Yasir amcaı da tekmelemeye başladı. Önünden çekilmeyip çocuğa kendini duvar gibi siper ettiğini gören asker silahını doğrultup Yasir Amcaya ateş etti. Karnından vurulan Yasir amca kanlar içinde yere serildi. Tam bu sırada asker omzunda bir el hissetti. Arkasını dönünce karşısında Peçeliyi gören asker daha silahını doğrultmadan gırtlağından kanlar fışkırmaya başlamıştı. Elindeki hanceriyle askeri yere seren peçeli Yasir amcanın yanına eğilip yarasını bastırdı. Çocuk ile Yasir amcayı Yassir amcanın hanımının yanına taşıdı. Yasir amcanın karısı Melike hanım elinden her iş gelen savaş başladığında beride ücretsiz hemşirelik yapan cevval bir kadındı. Yasir amca ile komşu çocuğunu o halde görünce önce ayakta durmakta güçlük çekti ama yardım etmeli idi. Duvara dayanarak Peçeli yardım etti. Yasir amcanın yarası ağırdı.Melike hanım hemen çantasını getirip tedaviye başladı ama bir yandan da gözyaşlarına hakim olamıyordu. Hem gözünden yaşlar geldi hem çocuk ile Yasir amcayı tedavi için uğraşmaya başladı. Biliyordu ki bunda da vardı bi hayır sabretmeli idi Bu yüzden feryad etmiyordu ve Rabbine dua ediyordu. Kurşunu çıkarırken bir yandan da ayetel kursi okumaya başlamıştı. Yaralıları taşıyan peçelinin yardım etmeye vakti yoktu.

Arkasını döndü. Tam dışarı çıkacakken çocuk seslendi. “Peçeli abi, al bunu” diyerek elindeki dua yazılı kağıdı verdi. ve devam etti. “Annem vermişti abi. Fakat demişti ki “sadece boynunda asılı durmasın oğlum! Hem de duaları oku. Allah seni korur.” Ben de hem okudum hem taşıdım. Bak ölmedim. Bunu sen tak hem de oku. Allah seni de korusun.” dedi. Duayı alan Peçeli çocuğu öperek koşar adımlarla çıktı. İsrail askerlerinmin silahlarını alarak koşmaya başladı. Bir arka sokakta Filistin direnişini geçemeyen küffar akerleri tank ile saldırmak için hazırlanıyorlardı. Kadınların ve çocukların saklandığı eve namlusunu çeviren tanka ateş ve taş kar etmiyordu. herkes çaresiz kalmıştı. Evin içinde kadınlar Allah’a dua ediyordu. Bir anda İstail askerleri vurulup yere düşmeye başladılar. Tankın çevresindeki askerler doğu yönüne ateş ediyorlardı.Fakat hepsi teker teker kanlar içinde yere yığılıyordu. Tank namlusunu doğuya doğru çevirmeye başladığı anda tankın üstünde beliren peçeli tankın içine bir el bombası atıp hemen sipere doğru koştu ve siper aldı. Büyük bir gürültü ile tank patlarken Filistinliler Allahuekber nidaları ile sevinçlerini belli ediyorlardı. Siperden ayağa kalkan peçeli arkasından kafasına dayanan silah ile irkildi. Bir anda peçelinin aklından türlü düşünçeler geçmeye başlamıştı.(Acaba kafama silahı dayayan kim? İsrail askerinin Filistinli siperinde işi ne? Silahı dayayan İsrailli değilse Filistinliler neden kafasına silah dayamıştı?)

Bizbiriz Dergisi • 49


İLGİNÇ

BİLGİLER Hazırlayan

?

Ahmet NAVRUZ

1.Güneş

kaç Dünya büyüklüğündedir? Güneşin içine 1 milyon dünya sığabilir.

2.Erkek penguen

kaç gün aç kalabilir? Erkek imparator penguen 134 gün aç kalabilir.

3.Çıta kaç km hıza ulaşır? Çıta, 2 saniyede 70 km/sa, 4.5 saniyede 100 km/sa hıza ualşır.

4.Sıcak su mu daha ağır soğuk su mu? Sıcak su soğuk sudan daha ağırdır.

5.Salatalığın yüzdekaçı sudur? Salatalığın %96sı sudur.

6.Facebook’ta şu an kaç profil var? Facebookta şu anda 610,736,000 üye prfili vardır.

7.Yılda kaç kere rüya görülür? İnsanlar yılda 1500 kere rüya görürler.

8.İnsan günde kaç kez nefes alıp verir?

Bir insan günde 23000 kez nefes alıp veriyor.

9.En çok kullanılan isim nedir? Dünyaa en çok kullanılan isim Muhammed’dir.

10.Saç düzleştirmenin zararları nedir? Saç düzleştirilerde bazı kanser tiplerinin gelişimini tetikleyici sigarada da olan “formaldehit” maddesinin bulunduğunu biliyor muydunuz?

11vKolanın zararları nelerdir? Kola içildiğinde ilk 10-40 dakikada vucuttaki kan şekerini tehlikeli derecede etkiler ve bir saatin sonunda vücuda ciddi zararlar verir.

12.Kedi timi hangi şehrimizde vardır? Bursa Osmangazi Belediyesi kentteki farelerde başedebilmek için kedi timi kurmuştur.

13.Tarihte kaç yıl barış içinde geçti? Geçen 3500 yılın 230 yılı barış içinde geçti.

14.İlk göz ameliyatını kim yaptı? İlk göz ameliyatını İbni Sina yapmıştır.

15.Günde 1 metre boyu uzayan bitki nedir? Günde 1 metre boyu uzayan bitki sarmaşıktır. 16.En fazla C vitamini neyin içinde vardır? Gül bitkisi meyve olmamasına rağmen yeryüzündeki en fazl C vitamini barındıran canlıdır.

17.Acı yemenin yararları nelerir? Günde bir çay acı yemek metabolizmanızı %25 oranında hızlandırıp kilo vermenize yardımcı olur.

18.Eskiden telefon

sırası kaç yılda bir gelirdi? bundan 60 sene önce telefon sırası 8-10 yılda bir gelirdi.

19.Hatırlama ve

algılama için hangi bitkiler yararlıdır? Avakado ve havuç hatırlamayı yaman mersini ve limon ise algılamayı artırır.

20. Astıma ne iyi gelir? Limon koklamak astıma iyi gelir.

50 • Bizbiriz Dergisi


BİR MÜSLÜMAN BİLİM ADAMI:

EL CEZERİ

T

Faruk KUL

am ismi, Cizreli Ebul-iz (Ebû’l İz İbni İsmail İbni Rezzaz El Cezerî ) ya da Avrupa’nın bildiği ismiyle El-Cezeri / al-Jazari ( Ibn Ismail ibn al-Razzaz alJazari) olan bu mucit bundan 800 küsur yıl önce (1136-1206) yılları arasında yaşadı. Bu müslüman bilimadamın en büyük doğrulayıcısı da yazmış olduğu robot ve bilim kitaplarıdır. Bugün insanoğlunun vazgeçilmezleri arasına giren bilgisayar teknolojisinin temeli bundan yaklaşık dokuz asır önce yaşamış müslüman bilimadamı El Cezeri olarak karşımıza çıkıyor. Yapmış olduğu mekanik tasarımlar ile bugünün teknolojisinin, sibernetiğin temellerini atmıştır. Öncelikle sibernetiğin ne olduğundan başlayalım. Sibernetik bir insanın veya otomatik bir makinenin, modern tekniğin kaynakları çerçevesinde herhangi bir işi yönetmesini veya belli bir amaca ulaşmasını sağlayan bilim. Makina ve canlılarda, kontrol ve haberleşmenin şartlarını ve kanunlarını tespit eden bir bilim dalı olarak karşımıza çıkıyor. Yaşayan organizmalarda ve makinalarda kontrol ve haberleşme ile ilgili bilimlerin karmaşıklığını ifade etmek için kullanılmıştır. Kökü, eski Yunanca “Kubernetes” Latince “Gobernare”den gelmektedir. Her iki kelime de “sevk ve idare” anlamına gelir. Tam bu nokta El Cezeri devre giriyor ve en önemli çalışmaları haberleşme,denge kurma ve atarlama, insanlar ile makinelerde bilgi alışverişi ve kontrolünü sağlama gibi konuları kapsayan Sibernetik alanında sibernetiğin babalarından sayılan İngiliz nöroloji profösörü Dr. Ross Ashby’nin 1951’de ‘ÜstünDenge Durumu’nu 1206 yılında el-Cezerî tarafından tasarlanan ve ortaya atmasından sekiz yüz yıl kadar önce otomatik sistem kurmakla yetinmeyip, otomaüretilen, 12 m yüksekliğe su yükseltmek için çift pistonlu set ile tahrikli ilk pistonlu pompa tik çalışan sistemler arasında denge kurmayı

Bizbiriz Dergisi • 51


başarıyor.Bilim dünyasında bilgisayarın babası unvanını kazanan ; su saatleri, su robotları, otomatik termos gibi yeryüzündeki ilk robot çalışmalarını gelişteren dahi: EL CEZERİ Hakkında çok fazla bilgi bulunmayan El Cezeri’nin hayatına dair ortak görüşler şu şekildedir.Yaşamı konusunda bilinenler de kendi kitabına yazdığı bir önsözden elde edilen El Cezeri, 1136’da Cizre-Diyarbakır’da doğdu. Adından anlaşıldığı üzere Dicle ve Fırat nehirleri arasında o zamanlar ‘Cezire’ adı verilen bölgede doğmuş olan El Cezeri, kendi ifadesine göre 1181-1206 yılları arasında, o zamanki adı amid olan Diyarbakır’da Artuklu hanedanın himayesinde bulundu. Kendisi de Artuklu Türklerinden olan Cezeri, 1205’te tamamladığı tek kitabını da Artuklu Emiri Nasirüddin Mahmud’un talebi üzerine yazdı. Artukoğulları’nın sarayında 32 yıl Reis’ül Amal (başmühendislik) görevinde bulunan Cezeri, Artuklu emirlerinden Nureddin Muhammed (1167) ve oğulları Kutbeddin sökmen (1185) ile Nasirüddin Mahmud (1201) zamanında da saraydan ayrılmayarak çalışmalarını sürdürdü. Sarayda bulunduğu dönemde bir robot yaparak Artuklu hükümdarı Mahmud bin mehmed’e sundu. Kendi kendine hareket eden robotu hayranlık ve takdirle karşılayan Mahmud bin Mehmed, buluşlarını bir kitap haline getirmesini istedi. Bunun üzerine Cezeri de 502den fazla cihazın kullanım esaslarını, yararlanma olanaklarını çizimlerle gösterdiği en önemli eseri olan ‘Kitab-ül-Cami beyn El İlmi vel- Amel-in-Nafi fi Sınaat-il-hiyel’ (Mekanik Hareketlerden Mühendislikte Faydalanmayı İçeren Kitap) adlı eserini kaleme aldı. Sibernetik biliminin temellerini attı.Bilim Dünyasında Çığır Açan Eseri: Kitab-ı Hiyel Cezeri’nin en önemli eseri, o güne kadar tasarladığı sibernetik ve elektronik sistemle ilgili robotları ve makineleri anlattığı kitabı ‘Kitab-ül-Cami Beyn –el-İlmi vel-Amel-in-Nafi fi sınaat-ilHiyel’dir. Kısaca ‘Kitab-ı Hiyel’ olarak da bilinen ve bugün beşi Türkiye’de olmak üzere on beş kopyası olan, Arapça kaleme aldığı bu eserin52 • Bizbiriz Dergisi

de, elli farklı aletin plan ve işleyişini anlattı. Bu aletler arasında otomatik cihazlar, kendi kendine öten tavus kuşları, robot filler, otomatik saatler, ele su döken robot insan ve insan ve mühendislikle ilgili birçok alet bulunmakta. İlk 4 kısmında 10, son 2 kısmın da 5’er şekle yer verdiği 6 bölümden oluşmakta olan kitapta, her aletin şeklini renkli mürekkeplerle çizen Cezeri, şekillerde Arap harflerini kullanarak baz harfler işaretledi ve açıklamalarının kolayca anlaşılması için metinde bunlara göndermeler yaptı. Bazı yerlerde ise bu Arapça harflerin ebcet hesabına göre değerleri kullandı, bazılarında ise bugün hala anlaşılamamış olan gizli bir harf sistemni kullandı. Eserinde tasarladığı sistemleri ve mekanizmaları anllattıktan sonra bu aletlerin montajı ve nasıl çalıştırılacağı hakkında bilgi verdi. Eserinde yer alan bütün şekilleri bizzat çizen, renklendiren ve yaldızlayan cezeri’nin 6 bölümden oluşan kitabında kısaca şunlar yer almaktadır: Birinci Bölüm: Cezeri, kitabının ilk bölümünde su saati, kadranlı su saati, saat-i müsteviye ve saat-i zamaniye hakkında 10 şekil vererek çalışmalarını anlatır. İkinci Bölüm: Bu bölümde çeşitli kapların yapılışını, tasarladığı 10 şekille dillendirir. Üçüncü Bölüm: Bu bölümde kan alınması (hacamat) ve abdest alınması ile ilgili ibrik ve tasların yapılmasını yine 10 farklı şekilde göstererek anlatır. Dördüncü Bölüm: Bu bölümde havuzları ve fıskiyeleri anlatır. Beşinci Bölüm: Bu bölümde derin olmayan bir kuyudan veya akan bir nehirden suyu yükselten aletleri tasvir eder. Altıncı Bölüm: Kitabın bu son bölümünde birbirine benzemeyen 5 farklı makineyi ortaya koyar. Cezeri’nin bu meşhur eseri, 1974 yılında Donald R. Rill tarafından İngilezceye çevrildi ve ‘’Al Jazari’s Book of Knowledge of Ingenious Mechanical Devices’’ adıyla yayınlandı.Buluşları ile çağına ışık tuttu. Cezeri’nin tsarladığı özellikle su ve kandil saatleri gibi aletler, çok karmaşık bir yapıya sahipti. O dönemde elektrik gücü, many-


etik güç, foton etkisi veya elektromanyetik güçler olmadığı için Cezeri, aletlerini yerçekimi kuvveti, su gücü ve basınç tesirinden faydalanarak çalıştırıyordu. Saatler: Cezeri, saatler hakkındaki sistemlerini aynı mil üzerindeki bir gösterge ve onun üzerinden ucuna ağırlık asılı bir kayış geçen kasnak biçiminde tasarladı. Ağırlığın düşüş hızı yüzen bir cisimle kontrol ediliyordu. Kayışın öbür ucuna bağlanmış olan bu cisim ve içinde bulunduğu kap ağır ağır boşaltılıyordu.Belirli süreler içerisinde içi su dolu bir kova devriliyor, devrilince bir mandala dokunarak dişlinin bir diş ilerlemesini sağlıyordu.Cezeri, mandal dişli, palanga ve kaldıraçlardan oluşan sistemde, bugün motorlu araçlarda kullanılan karank milini ilk defa kullanmış oldu. Tavus Kuşu Saati: Cezeri, kitabının birinci bölümünde yukarıdakinden başka on farklı saatin nasıl yapıldığını gösterdi.Bunlardan en önemlisi ve göze çarpanı, cephesi 420 santimetre yüksekliğinde olan ve 3 diş içerisinde anne,baba ve yavru tavus kuşları bulunan ‘’tavus kuşu saati’’dir. Cezeri’nin bu saatinin işleyişi şu şekildeydi: Her yarım saatte bir, sabit seviyeli bir kaptan akan su kayık şeklindeki kaba doluyordu. Suyla dolan kap devriliyor ve bu şekilde boşalan su bir çarkın dönmesini sağlıyordu. Çark dönünce alttaki tavus kuşu da dönüyor,yavrular kavga etmeye başlıyor, üstteki anne tavus kuşu ise 180 derece geri dönerek eski yerine geliyordu. Boşalan kap tekrar dolmaya başlayınca kabın içerisindeki şamandıra yükselerek anne tavus kuşunu yavaş yavaş döndürüyor, anne tavus kuşunun gagası da böylece dakikaları gösteriyordu. Fil saati: Yine birinci bölümde anlattığı fil saati ise daha kompleks bir mekanizmaydı. Bu sistem de tavus kuşunda olduğu gibi her yarım saatte bir ejderhanın ağzına bir top düşüyor, bir filin üzerinde oturan adam bir sopa ile file vuruyor, elindeki sopa da saati gösteriyordu. Aynı şekilde çalışan başka bir saat ise elinde tuttuğu bir balıkla karşısındakine bardak veren ‘’balıklı adam’’ diye isimlendirilen bir robottu. Hacamat Makinesi: Cezeri’nin tasarladığı

diğer bir alet ise kan aldırırken, (hacamat) alınan kanın miktarını ölçmek için kullanılan bir aletti. Şamandıralar yardımıyla kan miktarının ölçüldüğü bu sistem, elinde çubuk tutan bir kadın simgesinin kanın hacmini göstermesi şeklinde çalışıyordu. Cezeri, yapacağı aletlerin önceden kağıttan maketlerini inşa etmesi açısından da önemli çalışmalarda bulundu. Maketleri yaparken geometriden de faydalanan El Cezeri, ilk hesap makinesinden asırlar önce aynı sistemle Cezeri’nin, tasarladığı bazı aletler Otomatik yüzen kayık ve çalgıcılar, Birbirine şerbet ikram eden iki şeyh, Dört çıkışlı iki şamandıralı otomatik sistem, iki bölümlü testi (termos), Otomatik su akıtma, İkramda bulunma ve kurulma makinesi, Su çarkı kepçe mekanizması, Motor kompresör mekanizması, Su çarkı ve su dolabı.

çalışan benzer bir meaknizma da geliştirdi ve bunu bir saat tasarımında kullandı KİTABU’L HİYEL’DEN ÖRNEKLER. -Otomatik Kuşlar -Filli saat -Otomatik yüzen kayık ve çalgıcılar -Birbirine şerbet ikram eden iki şeyh -Dört çıkışlı iki şamandıralı otomatik sistem -İki bölümlü testi (termos) -Otomatik su akıtma , ikramda bulunma ve kurulama makinası -Su çarkı kepçe mekanizması -Motor-kompresör mekanizması -Su çarkı su dolabı. El Cezeri’nin yaptığı makine parçalarının bir kısmı kendisinden 200-350 yıl sonra yaşamış Giovanni de Dondi ve Leonardoda Vinci’nin eserlerinde rastlanmaktadır.(5) Ömrünün son yıllarında kendi şehri olan Cizre’ye dönmüş ve Cizre’de vefat etmiştir. Nuh (A.S.) Camii avlusunda bulunan kubBizbiriz Dergisi • 53


besinde gömülmüştür. serinin 5 kopyası Türkiye’de olmak üzere tüm dünyada 16 kopyasının olduğunu biliyoruz. Türkiye’de, 4 adedi Topkapı Saray Müzesinde, 1 adedi de Süleymaniye kitaplığındadır.Kopyalardan 1 tanesi Bağdat Cahıs Kütüphanesinde, 1 tanesi Dublin Chesterbeatly Kütüphanesinde, 2 tanesi de Oxford bodleian Kütüphanesinde, iki adedi Leiden Universite Kütüphanesinde, üç tanesi de Paris Bibliotheque Nationalde ve Amerika Birleşik Devletlerinin çeşitli müze ve kolleksiyonlarında farklı yazmalardan koparılmış, minyatürlü sayfalar b u l u n m a k t a d ı r.

Cezeri’nin en ünlü icadı olan bu saat hayvanlarla insanın ortak çalıştığı bir makinadır. Filin ortasında oturan adamın kalemi, yarım saatte 7,5 dereceye geldiğinde yukarıda bulunan kuş öter. Balkonda oturan adam sağ tarafındaki şahinin gagasından elini kaldırır, sol elini sol tarafındaki şahinin gagası üstüne koyar. Sağındaki şahinin gagasından, sağdaki yılanın ağzına bir top düşer, yılan topu filin sağ omzundaki vazoya bırakır, filin seyisi balta ile filin başına hamlede bulunur, sopalı adam sol elini kaldırır ve filin başına vurur. Top filin göğsünden çıkar, karnında asılı bir çan üzerine düşerek ses çıkarır, böylece yarım saatin geçtiği anlaşılır.

Hayvan gücüyle çalışan yandaki m a k i n a n ı n mekanik aksamı ve bağlantıları tam olarak gözükmemektedir ama aşşağı doğru uzanan milin kepçeyi aşşağı yukarı hareket ettirmeye yaradığını anlamaktayız.


TARİHTE MART AYI OLAYLARI Hazırlayan: Kadir Aydın

2

1855’te Rusya İmparatoru Çar II. Nikolas, intihar etmişti. Buna MART sebep, Kırım savaşı’nda Türkiyeİngiltere-Fransa’ya yenilmiş olmasıydı. Türkiye’yi parçalamak için açtığı istila savaşında çar, ağır malubiyetlere uğratılmış ve harbi kaybetmişti. 1924’te Cumhuriyet Hükümeti tarafından hilafet kaldırıldı. MART 3 Mart 1878’de Ayastefanos’ta Ruslarla bir antlaşma imzalanmıştık. (Sonra Berlin muahedesiyle tadil edilmiştir.) Ruslar, İstanbul kapılarına dayanmışlar ve bir hayli küstahlıkta bulunmuşlardı. Bu arada Ayastefanos’ta (şimdiki Yeşilköy) büyük bir zafer abidesi de yapmışlardı. Uzun yıllar Türk toprakları üzerinde bir leke gibi duran bu abide 1914’te, Türk milleti tarafından kazmalarla, bombalarla ve toplarla yıkılmıştır. 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiştir.

3

3 Mart 1918’de Brest-Litovsk antlaşması imzalanmış, Rusya savaştan çekilmişti. 1925’te TBMM tarafından İstiklal Mahkemeleri’nin teşkiline dair olan kanun kabul edilmişti. Bunu MART hakkında bizzat konuşan Atatürk, bunun memlekette sükûn ve asayişin tesisi için tatbik edileceğini bildirmişti. 1920’de Türk dilinin sadeleşmesi ve gelişmesi uğrunda pek büyük hizmetleri olan Ömer Seyfettin MART ölmüştü. 1403’te IV. Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid vefat etmişti. MART Timurlenk’le yaptığı Ankara Meydan Muharebesi’nde mağlup ve esir düşen Yıldırım, 8 ay esarette kalmış, bu acıya dayanamayarak kahrından ölmüştü. Timur, tarihlerin yazdığına göre, Yıldırım’a katiyen bir esir muamelesi yapmamış ve öldüğü haberini duyunca da yazık, cihan bir kahra-

4 6

8

Bizbiriz Dergisi • 55


man kaybetti” demekten kendini alamamıştı. 1764’te Laleli Camii, ibadete açılmıştı. İnşaat 3 yıl, 11 ay sürmüştü. MART Camii yaptıran III. Mustafa ile oğlu III. Selim, camiin önündeki türbede gömülüdür. 1917’de Bağdat düşmüştü. 6. Türk Ordusu, çetin vuruşmalardan sonra, bu tarihi şehri, İngiliz-Hint MART kuvvetlerine bırakmak zorunda kaldı. 1921’de İstiklal Marşı TBMM’de Milli Marş” olarak kabul edildi.

9

11 12 MART

12 Mart 1918’de kahraman Erzurum düşman işgalinden kurtarılmıştır. 1827’de II. Sultan Mahmut, askeri MART hekim ve cerrah yetiştirmek üzere Tıbhane ve Cerrahhaneyi açmıştı.

14

15

1921’de Sadrazam Talat Paşa, Berlin’de MART bir komitacı tarafından şehit edilmiştir. I. Dünya Savaşı’nın talihsiz bir devrinde ve Sait Halim Paşa’dan sonra sadaret mevkiine geçen Talat Paşa, harp sonunda iktidar mevkiini bırakarak vatan topraklarından ayrılmak mecburiyetinde kalmıştı. Bütün hayatında mert ve temiz kalmış, daima Türk vatanı için çalışmış bir devlet adamı idi. 1583’te daha çok Feridun Bey” diye tanınan Damat Ahmet MART Feridun Paşa ölmüştü. Feridun Bey, 16. asrın büyük tarihçi, edip ve devlet adamlarındandı. Münşe’atu’s Selatıyn” veya Feridun Bey Münşeatı” diye bilinen eserinde, kendi devrine kadar olan Osmanlı hükümdarlarının yazışmalarını ve onlara verilen cevapları toplamıştır. Bu eser, 15. ve 16. yüzyıl Türk-Osmanlı tarihinin en

16

56 • Bizbiriz Dergisi

önemli kaynaklarından birisidir. Nişancılığa kadar yükselen Feridun Paşa, Kanuni’nin kızı Mihrimah sultan’ın Rüstem Paşa’dan olan kızı Ayşe Hanım Sultan’la evlenmişti ki, bu prenses, devrinin en zengin hanımı sayılıyordu. 16 Mart 1920’de I. Dünya Savaşı sonunda Mondros Antlaşmasını çiğneyerek, itilaf kuvvetleri İstanbul’u işgal etmişti. İstanbul, kurtuluş günü olan 6 Ekim 1923’e kadar sessiz sedasız ve bütün acılarını sindire sindire yaşadı. Fakat Anadolu’da doğan kurtuluş hareketine içten içe bağlandı, yardıma koştu. 1915’te İngilizlerin ve Fransızların mühim deniz kuvvetleri ile MART Çanakkale Boğazı’nı geçmeye teşebbüsleri, Türk’ün zaferi ve düşmanların önemli zaiyat vererek geri çekilmeleri ile sonuçlanmıştı. Çanakkale’yi denizden geçemeyen düşman karadan zorlamaya karar vermiş ve kara harpleri yapılmıştı. Bunun sonucu da malumdur. Yine Türk’ün zaferiyle bitmiştir. 18 Mart 1920’de Osmanlı Meclis-i Mebusanı son içtimasnı yapmıştır. 1534’te Hafsa Valide Sultan ölmüştür. Yavuz’un zevcesi, Kanuni Şubat Sultan Süleyman ile Hadice Sultan’ın annesi olan Hafsa Valide Sultan, kuvvetli bir rivayete göre Kırım Hanı I. Mengli (Benli) Giray’ın kızıdır. Meziyetleri ile tanınmıştır. Sultan Selim Camii’nde, Yavuz’un türbesinin yanındaki türbede gömülüdür. 19 Mart 1877’de ilk Meclis-i Mebusan toplanarak teşrii vazifesini görmeye başlamıştı. Mithat Paşa ve arkadaşlarının ısrarıyla II. Sultan Abdülhamit tarafından 23 birinci kanun 1876’da ilan edilen Kanun-i Esasi’nin hükümleri icabınca toplanan bu meclis, yine Abdülhamit’in emriyle 13 Şubat 1878’de feshedilmiştir.

18

19


25 MART

27

1821’de Yunanistan istiklalini ilan etmişti.

1854’te İngiltere ve Fransa, Rusya’ya savaş açmıştı (Kırım Savaşı). Rus MART saldırısına uğrayan ve kendisini başarı ile koruyan Türkiye, Mustafa Reşit Paşa’nın pek parlak diplomasisi sayesinde, Avrupa’nın iki büyük liberal devletini de, amansız düşmanına karşı savaşa sokmuştu. 1856’da Paris Sulh Muahedesi MART imzalanmıştı. Türkiye’ye haksız saldıran Ruslara karşı İngiltere, Fransa, Sardunya tarafımızı tutarak Kırım’da beraberce savaşmışlar ve galip gelmişlerdi. İlk olarak bizim de katıldığımız bu kongrenin sonucunda lehimize pek çok hükümleri bulunan Paris Muahedesi imzalanmış ve Osmanlı İmparatorluğu’nun da Avrupa Devletleri gibi istiklaline sahip olduğu taahhüt edilmiştir. (Bu antlaşma ile istiklalimiz kabul edilse de sonradan gözleri dönerek toprağımızı paylaşma hevesine düşmüşlerdir. Dolayısı ile bu antlaşmanın hiçbir hükmü kalmamıştır. Tabi geldikleri gibi de gitmişlerdir.) 1517’de esir edilen son Mısır-Suriye Türk-Memlük İmparatoru Sultan Tumanbay, Kahire’de Yavuz Şubat Sultan Selim’in huzuruna kQabul edilmişti. Yavuz, Tumanbay’a eşit bir hükümdar muamelesi yapmış ve tahtının yanına kurdurduğu bir tahta oturtmuştur.

30

31


58 • Bizbiriz Dergisi




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.