Bizbiriz dergisi 4 5 sayi

Page 1

dergisi

Bizbiriz

“Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına kavuştur.”

Sayı: 4-5 Mayıs - Haziran 2013 ISSN: 2147-642

ÜÇ AYLARIN FAZİLETLERİ VE MÜBAREK GECELER Bizbiriz Dergisi

1



EDİTÖRDEN BİZBİRİZ Dergisi ve ON HAFTA SOHBETLEGariban bir vatandaşın kapısına iki araba yanaşıyor. Kadınlı erkekli on kişi arabadan iniyor Rİ ile tarihe notlar düşmenin azmindeyiz. Onu ve ekibin başındaki muhtar kapıyı çalıyor. Kom- koruyacak, bedelini ödeyecek ve hakkını teslim edecek gönüllere ulaşması için gayret ediyoruz şular, hane sahibinden önce tedirgin oluyor. Hane sahibi ise kapıyı açarken titremeye ki, sadaka-i cariye özelliğini yitirmesin. Kim, bu başlamış durumda. Gözleri kucağımızı doldu- sayfalardan bir ilim öğrenir ve hayatına tatbik ran “ON HAFTA SOHBETLERİ” kitaplarına ve BİZ- ederse o ve onun evlatlarının ömrünce hasenatımızın devam edeceğine inanmışız bir kere. BİRİZ DERGİSİ’ne takılınca bir anda rahatlıyor ve Aksamalara hedef olsak da durmak ve vaz geçbizi içeriye buyur ediyor. mek yok. Dergimizin neşriyatına devam ediyoBİZBİRİZ DERNEĞİ gönülleri olarak her hafta ruz. Ama siz değerli okurlarımızdan da destek bir mahalledeyiz. Mahalle muhtarının eşliğinde bekliyoruz. Dergimizin bedeli, okumak ve hayaihtiyaç sahibi ailelere karınca kaderince destek ta tatbik etmektir. Lütfen bu dergi elinize geçtiolmak amacıyla hareket ediyoruz. Maddi an- ği andan itibaren bedelini ödemeye başlayın ki lamda, karınları doyuracak kadar yardımda bu- biz de neşriyat azmimizi yitirmeyelim. lunabiliyor muyuz bilmiyorum ama gönülleri *** doyurmanın daha çok gayretindeyiz. Abdullah Dostlar bu sayıda kalemlerini üç ayların faMurad ŞÜKRÜOĞLU (ks) Hocamızın sohbetleziletini, bereketi, feyzini ve iştiyakını anlatmak rinden oluşan kitapların, bedene şifa, gönle cila, için kağıtla buluşturdular. Allah (c.c) hepsinden ruha gıda olacağından hiç şüphemiz yok. Yeter razı olsun. Her hareketleri kendilerine ve aileleki, gönül ehlinin eline geçsin. İncileri bataklığa rine hasenat olarak dönsün. Rabbim yazanları, dökmemek de ayrı bir hassasiyetimiz. Bu ziya- gönderenleri, baskıya hazırlayan ve basanlaretlerimizde, dergimizi de kitapların yanında bir rı ve elbette okuyup hayatına tatbik edenleri özet gibi sunuyoruz, gönül ehillerine… korktuklarından emin eylesin, umduklarına nail *** eylesin. Kitap ve dergi çalışmaları tarihe düşülen Biz sözü uzatıp, değerli dostların anlamlı nottur. Nesillere hitap eder. Kağıda yazılan, ek- yazıları ile buluşmanızı geciktirmeyelim. Allah rana yazılandan muteberdir. Kağıt; cömerttir, (c.c) yar ve yardımcımız olsun derken sözü Raher daim bereketini gösterir. Vefalıdır, ihanet sululllah (sav) Efendimiz duası ile bağlayalım: etmediğin sürece seni terk etmez. Kağıda hor “Allahım, Recep ve Şaban aylarını bizler davranmazsan, üzerine emanet ettiğini koru- için mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına ulaştır” (Amin) maktan vaz geçmez.

Bizbiriz Dergisi İmtiyaz Sahibi Bizbiriz Derneği adına Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan Genel Yayın Koordinatörü Kadir Aydın Editör Duran Toklucu Grafik – Tasarım Yasin Candan Fotoğraf Bahadır Aktaş Reklam Koordinatörü Ahmet Navruz Samet Dünsöz

Yayın Kurulu Ali Haydar Eslem Ercan Faruk Kul Ebubekir Onhan Selman Bahar Safa Ak Ayşe Tunç Ümmü Haram Baskı Tarihi Haziran 2013

Baskı

Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti. Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14 Konya Tel : 0 332 342 01 55 Fax : 0332 342 21 63 www.ermanofset.com

Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin elektronik ve basılı ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir. Yayın Türü Aylık, yaygın süreli yayın Bizbiriz Derneği Şeyh Sadrettin Mahallesi Turgutoğlu Sokak No:9 Meram / KONYA Tel : 0 (332) 353 27 00 Bizbiriz Dergisi 0 (541) 248 65 28 - 0 (507) 577 22 25

3


İstiâze ve Besmelenin Tefsiri 6

Kültürel Çöküş 10

Surelerden 12

Fıkıh 14

Hadis 17

Siyer-i Nebi 18

Tasavvuf 22

Üç Ayların Faziletleri ve Mübarek Geceler 31

Aşk 35

Sahabe-i Güzin 36


Müslüman Bilimadamları 41

İlm-ü Hal 44

“Toprağı Kaybedilmiş Kubbe: Gönül Dünyamız” 49

‘Sınır’sız Kardeşlikler... 51

Arapça Rabca’ya Götürür 53

Haydar 56

İlginç Bilgiler 57

Altın oran: Evrenin Matematiği 58

Üstad Necip Fazıl 60

Tarih’te Mayıs 62


İstiâze ve Besmelenin Tefsiri

Hamide ERBAY Beşiktaş İlçe Vaizi

İstiâzeninAnlamı: Kur’an-ı Kerim okumaya başlamadan önce istiâze etmek, Allah-u Teâla’nın emridir. Nahl Sûresi’nin 98. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “Kur’an okuduğun zaman kovulmuş şeytândan Allah’a sığın. ”Sözlükte “sığınmak, korunmak” anlamındaki “avz” kökünden türeyen istiâzenin terim anlamı, her türlü kötülükten korunabilmek için sözle Allah’ın yardım ve himayesini istemektir. Bunun için eûzu, maâzallah (Allah’a sığınırım), neûzubillah (Allah’a sığınırız) ibareleri kullanılır. Aynı kökten türeyen taavvüz de aynı anlamdadır.1 Şeytân kelimesi Arap dilinde “şatn” kökünden gelmekte olup, hayırdan uzak olan anlamına gelmektedir. Hakk’a başkaldırıp o dergâhtan kovulduğu için İblis’e şeytân denilmiştir. Er-racîm ise, taşlamak anlamındaki “rcm” kökünden sıfattır. Taşlanmış, kovulmuş anlamındaki racîm, Allah’ın huzurundan kovulan şeytanın sıfatı olmuştur.2 Kur’an-ı Kerim’de ve Hadislerde İstiâze: Kur’an-ı Kerim’de istiâze Allah lafzı 1  ”İstiâze”md.,Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (TDVİA), c.XXIII, s.318. 2  Süleyman Ateş, Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c.I, s.71.

Bizbiriz Dergisi

6

ile yedi, rab ile sekiz, rahmân ismi ve cin kelimesiyle birer defa olmak üzere onyedi ayette geçmektedir. Bu ayetlerde Hz. Nuh bilmediği şeyi istemekten (Hud 11/7), Hz. Yusuf kendisine şehvetle yaklaşan kadından ve kardeşleriyle arasında cereyan eden olaylarda hata yapmaktan(Yusuf 12/23,79), Hz. Musa(a.s.) kavmine karşı alaycı tavır takınmaktan (Bakara 2/67), ve âhirete inanmayan kibirlilerle (Mümin40/27), onların düşmanlıklarından (Duhan 44/20), Allah’a sığınmışlar ve onun yardımını istemişlerdir. Hz. Peygamber’e de, başta şeytânların vesveseleriyle kalpleri kin dolu olanlardan ve hiçbir delile dayanmadan Allah’ın âyetleri hakkında tartışanların kötü niyet ve davranışlarından olmak üzere çeşitli şerlerden istiâzede bulunması emredilmiştir(Araf7/200; Nahl 16/98;Mü’minûn 23/97-98; Mümin 40/56; Fussilet 41/36;Felak 113/1-5;Nas 114/16). Kur’an’da ayrıca İmran’ın zevcesinin (Al-i İmran3/36) ve kızı Meryem’in (Meryem19/18) istiâzelerinden söz edilmektedir. Cin suresinin 6. ayetinde ise, insanlardan bazılarının bir kısım cinlere sığındıkları bildirilmiş ve bunun doğru olmadığı belirtilmiştir. İstiâze konusuna hadislerde de genişçe yer verilmiştir. Bu hadislerde Hz. Peygamber


bütün kötü sıfatlardan, fayda vermeyen işlerden, şeytanın vesvesesinden, dünya ve ahirette insana eziyet veren şeylerden Allah’a sığınmış, bu maksatla daha çok İhlas, Felak ve Nâs sûrelerini okumuş, bunu ashabına da tavsiye etmiştir.3 İstiâze Lafızları: İstiâze, Kur’an’dan bir âyet değildir. Hz. Peygamber’den gelen en kuvvetli rivayete göre istiâze sözü: “Eûzu billahi mine’şşeytâni’r-racîm(Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım)” ifadesidir. Başka bir rivayete göre de Peygamberimiz “Eûzubillahi’s-semii’lalimimine’ş-şeytâni’r-racîmiminhemzihi ve nefhihi ve nefesihi(Şeytan’ın aldatmacasından, üfürmesinden ve okumasından herşeyi bilen ve işiten Allah’a sığınırım)” derdi. Hadisin metninde geçen “hemz” ölüm ve boğulmayla, “nefh” kelimesi kibirle, “nefs” kelimesi şiirle tefsir edilmiştir.4 Özellikle sabah namazının ardından yapılan Kur’an tilavetlerine“Eûzubillahi’s-semîi’lalimimine’ş-şeytâni’r-racîm” diyerek başlamak İslam ülkelerinde gelenek halini almıştır. Bu geleneğin oluşması, sabah vakitlerinde Haşr sûresinin son üç ayetini sözü edilen istiâze ile başlayarak okumanın fazileti hakkında rivayet edilen hadise dayanmaktadır.(Müsned, III:50, V:26; Ebu Davut, “Salat”,123; Tirmizi “Mevakıt”, 65; “Sevabü’l-Kur’an”, 22).5 İstiâzenin hükmü: “Kur’an okuyacağın zaman kovulmuş şeytândan Allah’a sığın” (Nahl 16/98) mealindeki ayette geçen emirden vücûb hükmünü çıkaranlar varsa da âlimlerin çoğunluğu bunun müstehap olduğu ve Kur’an okumaya başlamadan önce istiâze yapılmasının daha isabetli olacağı görüşündedir. Namaz dışında Kur’an okunurken dinleyici varsa istiâzenin aşikâre yapılması gerekir, zira bu husus kıraâtin sesli olacağının ilan edilmesi anlamına gelir. Hanefi mezhebine göre birinci rekâtte Fatiha sûresinden önce istiâze okumak sünnettir. Namazda istiâze Hanefi ve Hanbeli mezheplerine göre birinci rekâtte, Şafi mezhebine göre her rekâtte sünnettir. Malikiler 3  “İstiâze”md.,TDVİA, c.XXIII, s.318. 4  Süleyman Ateş, a.g.e.,s.71., İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c.II, s.25. 5  “İstiâze” md.TDVİA, c.XXIII, s.318.

ise, bunu farz namazlarda mekruh görmekle birlikte nafile namazlarda gizli okunmak kaydıyla sünnet kabul ederler. Cemaatle kılınan namazlarda imam uyan kişinin istiâzede bulunması gerekmez. Çünkü istiâze namaz için değil, Kur’an okumak içindir. İmam Şâfi’nin, aşikâre okunan namazlarda istiâzenin sesli ve sessiz olarak iki şekilde yapılabileceğini söylemesine karşılık, Ebu Hanife ve Ahmed b. Hanbel sessiz okunmasını tercih etmişlerdir.6 İstiâzenin Hikmeti: ‘Eûzu’nun hikmeti, izin isteme ve kapıyı çalmaktır. Çünkü hükümdarlardan birinin kapısına gelen kişi, onun izni olmadan içeri giremez. Aynı şekilde Kur’an okumak isteyen kişi, dost ile söyleşmeye başlamak istemektedir. Bunun için temiz bir dile muhtaçtır. Dil fuzûli söz, malâyani ile kirlenir, istiâze ile temizlenir. Marifet ehli demişler ki: Bu kelime Allah’a yaklaşanların vasıtası, Allah’tan korkanların sarıldığı ip, suçluların başvuracağı nokta, felakete düşenlerin dönüş yeri, muhiplerin rahatlama mahallidir. Besmelenin istiâzeden sonraya bırakılmasının sebep ve hikmeti, kalbi güzel şeylerle süslemeye başlamadan önce, mâsivâdan temizlemek, Allah’tan başka her şeyden yüz çevirmek, Allah’a dönmek ve yönelmektir.7 Besmelenin Anlamı: Besmele (Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla), Arapçada menhût bir isim ve mastardır. İslam’dan önce Araplar işlerine bazen “bismi’lLâtve’l-Uzzâ” diye putlarının adıyla, bazen de “bismikellâhümme” diye başlarlardı. Neml sûresindeki besmele âyeti (27/30) nâzil olduktan sonra, Hz. Peygamber hep bu ibareyi kullanmış, besmelenin yazıldığı ilk satıra başka hiçbir şeyin yazılmamasını emretmiştir.8 ‘Bâ’ Edatı: Bâ edatının asıl anlamı “yapıştırmak”tır. Hakiki her ilmin bir tek konusu vardır. Kur’an-ı Kerîm’in konusunun Allah ile âlem ve özellikle de insanlık âlemi arasındaki ilişki ve münasebeti bildirmekten ibaret olduğunu söylemek mümkündür. Besmelenin başındaki bâ edatı (be harfi) bu ilişkiyi ortaya koymakta ve kulun yaratanından yardım 6  “İstiâze md”, TDVİA, c. XXIII, s. 319. 7  İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyân 8  “Besmele md.”, TDVİA, c. V, s.530.

Bizbiriz Dergisi

7


isteyerek hep ona bağlı kalışını ifade etmektedir. Arapça cümle yapısı itibariyle “bâ”nın ilgili bulunduğu gizlenmiş bir fiil vardır. Bu besmele ile başlanacak herhangi bir fiildir. Allah’tan yardım dileyerek başlıyorum veya okuyorum, yahut Allah adına okuyorum gibi.9 İsm: Yükseklik anlamındaki “sümüvv”den gelir. İsm, varlıklara ad olan kelimeye denir. Allah: Hak ilahın zât ismi ve özel ismidir.10 Kur’an, “er-Rûhu’l-Emîn’in Hz. Peygamber’in kalbine düşürdüğü vahy-i ilâhidir. Kur’an’ın sûreleri besmele ile başlar. İlk inen vahiyde Alak sûresinde, “rabbinin adıyla oku” buyurulmaktadır. O halde besmele şu anlamı ifade eder: “Ey Muhammed rahmân ve râhîm Allah’ın adına oku. Bu söz senin sözün değil, O’nun sözüdür. Sen bu sözü kendi adına değil, Allah adına söylüyorsun, Allah adına insanlara duyuruyorsun.”11 Er-Rahmân: Yalnız Allah için kullanılan bir isim olan er-Rahmân, zât ismi değil sıfat ismidir. Tam anlamıyla Türkçe karşılığı yoktur. “Rahm” ve “rahmet” kökünden türemiş, çok merhametli, çok rahmet sahibi manasına gelen bir sıfattır. Rahmân’ın rahmeti ezeli rahmettir. Bu bakımdan bu rahmet, iyiye de kötüye de; mümine de kafire de şamildir. Allah’ın her şeyi yaratması, Rahmân’lığının rahmetinden ileri gelmektedir. Bu fıtrî rahmetten uzak kalan hiçbir şey yoktur. Er-Rahîm: Yüce Allah’ın sıfatlarından biridir, çok merhametli anlamına gelir. Rahmân ismi gibi özel isim olmayıp, Allah’tan başkası için de kullanılır. Yüce Allah’ın Rahmân oluşu ezele (başlangıcı olmayışa), Rahîm oluşu “lâ yezâle” (ölümsüzlüğe) göredir. Yaratılanlar, Rahmân ismiyle başlangıçtaki rahmetinden, Rahîm ismiyle de sonuçta meydana gelecek

merhametinden doğan nimetler içinde büyürler ve ondan faydalanırlar. Bu sebeple, Rahmân, bütün mahlukatı rahmetiyle yaratıp besleyen; Rahîm, âhirette müminlere lütfuyla cennet, kafirlere de adaletiyle azab edendir, diye tefsir edilmiştir.12 Besmeleden Çıkan Hükümler: Mushaf-ı Şerifte iki tür besmele vardır. Biri Nem lsûresinin 30. ayetinde geçen besmeledir (Mektub Süleyman’dandır ve Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla başlamaktadır). Bu besmelenin Neml sûresinin ayetinin bir parçası olduğu açıktır.13 Diğeri ise, Tevbe sûresi dışında, sûre başlarında yazılan ve sûreleri birbirinden ayıran besmeledir. Bu 113 besmelenin sûrelerden bir ayet mi, yoksa başlı başına bir Kur’an ayeti mi olduğu konusu tefsir ve usûl ilminde tartışmalı bir mesele olmuştur ki, bilhassa iman, namaz ve kırâat konularıyla ilgilidir. Birinci görüşe göre bu besmelelerden hiçbiri Kur’an ayeti değildir. Bu görüş İmam Malik hazretlerine aittir. Bu sebeple Malikîler namazda besmeleyi okumazlar. İkinci görüşe göre her biri başında bulunduğu sûreden bir ayettir. Bundan dolayı namazda okunması farzdır ve yüksek sesle okunur. Bu görüş İmam Şâfi’ye aittir. Üçüncü görüşe göre, sûrelerin başındaki besmele başlıbaşına bir âyet olarak Kur’an’dan’dır. Bu görüş Hanefi mezhebine aittir. Hanefiler besmeleyi müstakil bir âyet olarak kabul ettikleri için, Fâtiha’dan önce gizli olarak besmele çekmenin sünnet olduğu görüşündedirler.14 Besmelenin yerine göre farz, vacip, sünnet, haram ve mekruh gibi hükümleri vardır. Enâm sûresinin 121. ayetinde “üzerlerinde Allah’ın adı anılmayan hayvanların etinden yemeyin” ve

9  Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.I, s.38. 10  Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e.,c.I, s.38-39. 11  Süleyman Ateş, a.g.e., c. I, s.73.

12  Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c. I, s.49-51. 13  Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c. I,s.36. 14  Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c.I, s. 36-37.

Bizbiriz Dergisi

8


Mâide sûresinin 4. ayetinde de “yetiştirdiğiniz avcı hayvanların size tutuverdiklerinden de yiyin ve üzerine Allah’ın adını anın” buyrulduğu için, hayvan keserken ve av üzerine hayvanı gönderirken veya silahı çekerken besmele çekmek farzdır. Mushaf yazarken Tevbe sûresi dışındaki sûrelerin başına besmele yazmak da farzdır. Namaz dışında Kur’an okumaya başlarken sûrenin başında eûzu besmele çekmek âlimlerin çoğunluğuna göre sünnet, sûrenin başından değil de herhangi bir yerinden başlanırsa menduptur. Tevbe sûresiyle tilâvete başlayan ise yalnız eûzu okumakla yetinir, besmele çekmez. İslamın yaygın muaşeret kurallarından biri de yemek yemeye başlarken besmele çekmektir. Konu ile ilgili hadiste belirtildiği üzere eğer başında unutulursa hatırlandığı zaman “ başında ve sonunda Allah’ın adıyla anlamında” (bismillahifievvelihi ve âhirihi) demek sünnettir(Ebu Davud, “Et’ime”, 15; Tirmizi, “Et’ime”, 47). Neml sûresinin 30. ayetinde yer alan besmele sebebiyle fakihlerin çoğunluğu “cünüp ve hayız olan Kur’an’dan bir şey okuyamaz” (İbnMâce, Tahâret, 105, Tirmizi, Tahâret, 98)meâlindeki hadisine dayanarak bu durumda olanların Kur’an okumak maksadıyla besmele çekmelerini haram saymışlar, dua ve senâ maksadıyla okunmasında ise bir mahzur görmemişlerdir.15 Lutûf ve ihsanı ile herkesi ve her şeyi kuşatan Allah(c.c.) Kur’an-ı Kerîm’i indirirken, ilahî ismini öne almak suretiyle başlamanın kutsal edebini öğrettiği gibi, besmele düsturunu her şeyin anahtarı olarak ihsan ederek, İslam ümmetinin bütün iş ve ihtiyaçlarının başında iktibas edecekleri ve uyacakları kıymetli bir gelenek kılmıştır. Nitekim Resul-i Ekrem de hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Besmele her kitabın anahtarıdır”, “Besmele ile başlamayan her mühim iş sonuçsuz kalır”. Mutlaka Allah (c.c.) ismi ile başlamayan her iş O’nun yüce huzuruna 15  “Besmele” md.,TDVİA, c. V, s.531.

sunulamaz, sonuçsuz ve tamamlanmamış olarak kalır.16 Abdullah Murat Şükrüoğlu hocamız sohbetlerinde asıl önemli olanın, istiâze ve besmelenin manalarını değil mahiyetini anlamak ve hayata tatbik etmek olduğunu vurgulayarak bizi şu şekilde uyarmaktadır: Eûzu’yu anlamak, Bismillahirrahmânirrâhim’i yaşamaktır.Eûzu “sığınırım”;billahi “O Allah’a”;mine’ş-şeytan “şeytandan”;racîm “taşlanmış, horlanmış, kovulmuş” şeytandan, kötü ve kötülükler yapan, kötü ve kötülüklere davet eden nefsimin şerrinden, Hak ve hakikate davet edilince riyakârlık yaparım düşüncesi içerisine girip de “Yaptıklarımla dediklerim birbirini tutmuyor, o zaman köşeye çekileyim” diyenin şerrinden. Sığınmanın ne olduğunu bilmeyen, nereye sığındığını bilmeyen bir insanın Eûzü demesi kadar abes, desturun ne anlama geldiğini bilmeden, mahiyetini bilmeden insanlara destur demesi kadar abes bir durum yoktur. Elbette kelime manalarını değil, mahiyetini anlamaktır asıl olan. Hayata tatbik etmek için anlamaktır. Evvelki âlimlerden bir tanesinin ölüm vakti geliyor, sekerâta yatıyor. Has talebesini çağırıyor; Evladım ! Elli senemi istiâzeyi anlatarak geçirdim, vefatımdan sonra halefim sensin, sen de Bismillahirrahmânirrahîm’i anlat bu kalan zümreye, diyor. Ne âlim bıkmış elli sene Eûzü’yü anlatmaktan; ne de cemaat bıkmış Eûzü’yü dinlemekten. Elli sene sonra talebesine şunu söylemekte: “En iyi anlayan sensin, bundan sonra anlat Bismillahirrâhmanirrâhîm’i bu kalan arkamızdaki zümreye!. Yüce rabbimiz bize ve bütün mü’min din kardeşlerimize anlamayı, anlatmayı, hayatımıza tatbik etmeyi nasib eylesin. Âmin.17 16  Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c.I, s. 61. 17  Abdullah Murat Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri,c. 3, s. 1213.

Bizbiriz Dergisi

9


KÜLTÜREL ÇÖKÜŞ SELMAN BAHAR

Eğer Müslümanlar güçlü bir devletin çatısı altında İslam’ı yaşamak istiyorlarsa, her yazımızda değinmeye özen gösterdiğimiz üzere kendileri önce güzel Müslümanlar olacaklar. Sonra çevrelerine yayacaklar ve devletlerinin kültürünü İslamlaştıracaklar. Fakat tam tersine kültürümüzün nadide güzelliklerini kaybetmeye, İslam’ın güzelliklerini ötesine itmeye başlayan bir nesil yetişmekte. Bu durumun devamındaki tehlike sonraki nesillerin yozlaşmış, değerleri boşalmış bir kültür yaşadıklarını bile anlayamayacak hale gelmesidir. Dünya tarihi dile getiriyor; insanlığın, gelişmişlik serüveninin zirvesine varıp düşüşe geçeceği eşiğe yaklaştığını, kulak verip dinleyebilene. Unutulan coğrafyaların, bırakın teknolojik imkânlardan yoksunluğunu hala teknoloji kelimesinden bi haber olduğunu unutan “gelişmiş” medeniyetler var. 20. Yüzyılda büyük savaşlardan ideolojik ve ekonomik kârlarla ayrıldığını düşünüp zararını küçük devletlerin sırtına yükleyen “büyük” devletler var. Hissettiğimiz tedirginlik, gelişmiş devletlerin gelişmişlik ve modernleşme çizgisinde evrensel hoşgörüyü kaybetmeye ve medeniyetler arasındaki çekişmenin şiddetli –bazen soğuk bazen sıcak her halükarda can yakıcı- saBizbiriz Dergisi

10

vaşlar haline dönüşmesine zemin hazırlamasının meydana getirdiği tedirginliktir. Son yüzyılda iki farklı kültürü simgeleyen Avrupa ve İslam devletlerinin yaptığı bütün faaliyetlerinin sadece dünyaya zarar vermek olduğu düşüncesi acı ve doğru bir tespit. Artık Doğu-Batı çekişmesinin Dünya siyaset ve sosyal hayatına hırs, öfke ve ölümcül rekabetten başka bir şey katamadıkları aşikâr bir tablo olarak gözler önündedir. Avrupa yalancı zaferlerle kendini şımartırken; Doğu bu zaferlerin yalanına inanarak kendilerini nefret gölgesine itmekteler. Nefret gölgesinde perçinlenen sinirler bir kıvılcımda alev topu olmakta ve Batıya ulaşamadan kendi içlerinde patlamaktadır. Bu durum sadece İslam devletlerinin manevi havasını kaybetmesine değil, azalan maneviyatla beraber İslam halklarının sosyal yaşamlarında ahlaki çöküntülere neden oluyor. İman mefhumunu yanlış algılamış olmak; imanın bize önce bireysel sonra kitlesel güzel getiriler sağlamasından öte hayatımızdaki muhabbeti, hoşgörüyü, saygıyı ve onurlu bir yaşam adına gereken bütün erdem yüklü özellikleri kaybettiriyor. Şöyle denebilir ki; eğer “Amerika ve İsrail


gibi anti-İslamist altyapıya sahip büyük güçler! İslam üzerinde oynadıkları oyunlarda hiç mi başarılı olmadılar, onların hiç mi suçu yok?” diye sorarsanız “Muhakkak ki İslam devletlerinin yaşadığı bunalımda dış etkenlerin payı var.” deriz. Ama eğer Irak’ta bir Sünni, Şii mahallesine üstünde bombayla gidip onlarca canı katledebiliyorsa ve iç mihraklar bu Sünni kişiye “kahraman, şehit, Allah’ın direnişçisi” diyerek övgüler yağdırabiliyorsa burada büyük bir sorun vardır. Bu sıkıntının müsebbibi İslam ahlak ve şuurunu zamanla kaybedip, kendini yozlaşmaktan kurtaramayan Müslümanlardan her biridir. Bizler Müslüman olarak en kötü Müslüman’ın en iyi kâfirden hayırlı olduğunu anlayamamışız demektir. Bizler ne olursa olsun zulme karşı farklı renkler olarak birleşemiyorsak, kolayca farklılıklarımızı kullanarak bizi oyuna getiriyorlar demektir. Hâlbuki insanın, hele de Müslüman ise tek gayesi şuurlu, ahlaklı ve onurlu bir şekilde yaşamını bitirmesi değil midir? İnanç mefhumu kötü niyetli insanlar elinde hafife alınmayacak kadar tesirli bir silah haline dönüşebilirken, biz Müslümanların en çokta imanımızı ihmal etmemizin neresi şuurlu bir yaşamdır? Müslümanları birbirine kırdırmanın en etkili yolu İslam ahlakını yozlaştırmakken, bizlerin en çokta yanlış anlaşılmış “modernizm” kisvesi altında Batılılaşma çabamızın neresi ahlaklı bir yaşamdır? Dünyalık zaferlerin telaşı içinde körelttiğimiz manevi saadet arayışımızın neresinde onurlu bir yaşamın izi vardır? Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocamızdan Allah razı olsun çok güzel söylemiş;

İntikamın iki belirgin sebebi vardır; kin ve ego… Kin sakıncalı ve hoşgörüyü yıkan keskin bir hastalıktır. Ego biraz daha masum görülebilir. Fakat her halükarda ikisi de zalim bir insan haline dönüştürür intikam peşinde koşan insanı. Tek istisna ise kendi geçmişimizle yarışıp hatalarımızı düzeltmek için kendi kendimize giriştiğimiz intikamdır. Başka her türlü dünyalık rekabet bizde kin ve öfkeye sebep olacak ve her zaman için daha fazlasına göz diktirecek bir ahlaksızlığa sürükleyecek. Bunu devletler bazında düşünemez miyiz? Düşünmek zorundayız. Eğer gerçekten vatanperver olduğunu kabul edecekse bir insan önce İslam’ca düşünecek. Diyecek ki “Benim devletimin zulümle, kibirle, can yakmayla ne işi ola? Tek işi daha huzurlu sokaklar inşa etmek, selam verdiğimde önyargısız selamımın alındığı sokaklar… Benim devletimin işi İslam’ın rahatça ve her İslami âdetin özgürce yaşandığı şehirler inşa etmek. Bir ucunda yaşanan felaketi dindirmeye diğer ucunun canla başla koştuğu bir vatan inşa etmek benim devletimin işi. Benim devletimin başka topraklarda gözü olmamalı. Bu yüzden benimde başkasının ekmeğinde gözüm olmamalı.”

Bizim daha iyi yaşama çabamız diğer insanların hakkını gasp etmemize sebep oluyorsa bir şeyleri yanlış yapıyoruz demektir. Başka coğrafyalarda zulmün gölgesinde yaşamak zorunda bırakılmış kardeşlerimizi unutuyorsak hak ve hukuku bilmiyoruz demektir. Biz bütün Müslümanların iyiliği için çabalayacağız, eğer çabalayamıyorsak kötü insanlar olmaya başlamışız demektir. İnsanlara İslam’ın Nuru’nu ulaştırmaya çalışacağız. Biz kendimizden başlarsak dillen“Hele bakın şu dünya düzenine, dirmeye halkalanarak dağılacak salih niyeKim neyi nasıl cehennem etmiş kendine. timiz çevremize. Böylece ne kötü insanlar İnsanoğlu cehennem eder dünyayı ken- gibi vicdanı ardımıza atmış olacağız ne de bir Müslüman’ın gözyaşını kanına akıtacağız. di kendine” Bizbiriz Dergisi

11


SURELERDEN İhlas Suresi

“Sığınırım Allah’a, kovulmuş şeytandan” “Rahman Rahim olan Allhah’ın adıyla” 1 - De ki; O Allah bir tektir. 2 - Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O’na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir.) 3 - Doğurmadı ve doğurulmadı. 4 - O ‘na bir denk de olmadı.

Bizbiriz Dergisi

12

S.GÜLSOY


İhlas suresi, Kur’an’ın 112. suresidir. Mekke Müslim’de yer alan Ebû Hüreyre’nin (r.a) rivâdöneminde nazil olmuştur. Kur’an’daki en kısa yetinde ise, Resûlüllah Efendimiz (s.a.v), kendilesurelerden biridir. Bu sure İslam dininin temeli rine Kur’ân’ın üçte birini okuyacağını bildirerek olan “Allah’ın birliği (tevhit)” ilkesini en güzel, en ashâbını toplar İhlâs sûresini okur ve hücre-i özlü bir şekilde açıklar. saâdetine girer Bir süre sonra çıkar ve: RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAHIN -“Size Kur’ân’ın üçte birini okuyacağım demişADIYLA İhlas ne demektir?

tim Dikkat ediniz! Bu sûre, Kur’ân’ın üçte birine

muâdildir” buyurur. İhlas, samimi olmak, dine içten bağlanmak, dinin esaslarını sırf Allah rızası için uygulamak, Ashâb-ı kiramdan Muâviye bin Muâviye elher türlü hurafe ve batıl inançlardan samimiyet- Müzenî (r.a) Medine’de vefât etmişti. O sırada le arınmaktır. Tebük’te bulunan Resûlüllah Efendimize (s.a.v) Câbir bin Abdullah (r.a) anlatıyor: Cebrâil (a.s) haber verdi ve cenâze namazını Resûlüllah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Kim her gün kılmayı isteyip istemediğini sordu Resûlüllah elli defa İhlâs sûresini okursa, kıyâmet gününde Efendimizin (s.a.v) “Evet” cevabı üzerine, kabrinden şöyle çağrılır: ‘Kalk, ey Allâh’ı öven kişi, Müzenî’nin (r.a) cenâzesi Resûlüllah’ın önüne gecennete gir!”1 tirildi Resûlüllah Efendimiz, arkasında her biri 70 KUR’ÂN’IN ÜÇTE BİRİNE MUÂDİL BİR SÛRE bin melekten teşekkül eden iki safla birlikte ceUbeyy bin Ka‘b, Ömer bin Hattâb, EbûMes‘ûd naze namazını kıldı Sonra Resûlüllah Efendimiz el-Ensarî, Simâk, Enes bin Mâlik ve Ebû Eyyûbi’l(s.a.v) , merhûmun bu mazhariyete nasıl ulaştığıEnsârî (radıyallâhüanhüm) tarafından rivâyet edilen bir hadîs-i şerifte Peygamberimiz (s.a.v) nı sordu Cebrâil (a.s): Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Herhangi bir - İhlâs sûresini sevmesi; otururken, (yanları akşam İhlâs sûresini okuyan, o gece Kur’ân’ın üzerine) yatarken, yürürken, dururken her hâl ü üçte birini okumuş olur”2 kârda onu okuması sayesinde! cevabını verdi3 Buhârî’nin (r.h)Ebû Saîdi’l-Hudrî’den (r.a), KUR’ÂN-I KERİM’İN GÜNLÜK HAKKI Müslim’in (r.h) Ebudderdâ’dan (r.a) rivâyet ettiklerine göre Resûlüllah Efendimiz(s.a.v):

Ebu’l-Fârûk Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s) haz-

- Kur’ân’ın üçte birini bir gecede okumak size retleri de, Kur‘ân-ı Kerim ve İhlâs-ı Şerif’le alâkalı güç gelir mi? diye sordu. Ashâb-ı kirâm: olarak buyurmuşlardır ki: - Buna hangimizin gücü yetebilir, yâ “Her gün hakk-ı Kur‘ân (Kur‘ân-ı Kerim’in günRasûlellah? Dediler. lük hakkı) 200 âyettir; elli İhlâs-ı Şerif okunursa, Resûlüllah (s.a.v) Efendimiz: Kur‘ân-ı Kerim’in hakkı ödenmiş olur Buna riâyet - İhlâs sûresi (Kul hüvellâhüehad) Kur’ân’ın eden, bu vesîle ile dünyada hiç bir sıkıntı görüçte birine denktir, buyurdu. mez, rızkı da geniş olur.” 1  Taberânî, Mu‘cemü’s-Sağîr, 2/781 2  Tirmizî, Sünen, Fedâilü’l-Kur’ân, 2

3  Aliyyü’l-Karî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, 2, 355

Bizbiriz Dergisi

13


FIKIH Avret

AYŞE TUNÇ

Denizde, hamamda, kaplıcada, “Hepimiz erkeğiz veya hepimiz kadınız” diyerek, erkek erkeklerin yanında, kadın kadınların yanında tesettürsüz rahatça durabiliyorlar, bunun hükmü nedir? İzah eder misiniz?

larına, babalarına, kocalarının babalarına, oğullarına, kendi kardeşlerine, kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, kadınlara, köle ve hizmetçilerine, erkeklikten kesilmiş yaşlılara ve kadınların avretlerinden habersiz çocuklar müstesnadır. Gizledikleri ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını da yere vurmasınlar. Hepiniz Allah’a tövbe edin ki felaha eresiniz” 1ayetinde geçmektedir. İkinci de “Ey iman edenler! Hizmetçileriniz ve sizin henüz buluğa ermeyen çocuklarınız odalarınıza girecekleri zaman üç vakit sizden izin istesinler. Sabah namazından önce, öğle sıcağında odanıza çekildiğiniz zaman ve yatsı namazından sonra… Bu üç vakit sizin avret vaktinizdir. Bu üç vaktin dışında izin istemelerine gerek yoktur”2 ayetinde geçmektedir. “Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haram- Bu ayetlerde avret kelimesi başkalarının görmesi dan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu dav- yasak olan bölgelerin açık bulunabileceği vakitranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, ler olarak geçmektedir. Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberAvret ikiye ayrılır. Birincisi, Kur’ân-ı Kerimde dardır. ﴾30) Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusun- “Sev’e” olarak geçen3 kadın ve erkek cinsel orlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstes- ganları anlamındadır. Maide Suresinde de örtmek ve kapatmak anlamında “sev’e” kelimesi kulna, zînet (yer)lerini göstermesinler. “ lanılmıştır.4 Buna “Avret-i Galiz” denir. Bir insa Avret, insan vücudunda başkası tarafın- nın nikâhlı eşi dışında kimseye gösteremeyeceği dan görülmesi haram sayılan yerlerdir. “Avret” avretidir. kelimesi Kur’ân-ı Kerimde terim olarak iki ayetİkincisi, Cinsel organların dışında nerelerin te geçer. Birincisi, “Mü’min kadınlara söyle gözlerini sakınsınlar, ırzlarını ve namusları- 1  (Nur, 24:31) nı korusunlar, görünmesi zaruri olan yerler 2  (Nur, 24:58) dışında ziynetlerin açmasınlar; ancak koca- 3  (Â’raf, 7:20, 22, 26, 27; Taha, 20:121) Değerli Kardeşim, öncelikle islamda, kadın ve erkeğin avretini izah etmek gerekir. Şöyle ki;

‫بِ ْس ِم اللّٰ ِه ال َّر ْح ٰمنِ ال َّرح ِي ِم‬ ‫قُ ْل لِ ْل ُم ْؤ ِمن ِي َن َي ُغ ُّضوا ِم ْن اَ ْب َصا ِر ِه ْم َو َي ْح َف ُظوا‬ ‫وج ُه ْم ٰذلِكَ اَ ْزكٰى لَ ُه ْم اِ َّن اللّٰ َه َخب ِي ٌر بِ َما‬ َ ‫فُ ُر‬ ِ ‫﴾ َوقُ ْل لِ ْل ُم ْؤ ِم َن‬٣٠﴿ ‫َي ْص َن ُعو َن‬ ‫ات َيغ ُْضضْ َن‬ ‫وج ُه َّن َولا َ ُي ْبديِ َن‬ َ ‫ِم ْن اَ ْب َصا ِر ِه َّن َو َي ْح َف ْظ َن فُ ُر‬ ...‫زِي َن َت ُه َّن‬

4  (Mâide, 5:31)

Bizbiriz Dergisi

14


avret olduğu hususu Rasulullah’ın (s.a.v) hadislerinde düzenlenmiştir. Rasulullah (s.a.v) erkekler için gerek namaz kılmak ve ibadet etmek gerekse namaz dışında evde ve toplum içinde avret olan ve örtünmesi gereken yerleri belirlemiştir. Hadislere göre erkekler için avret olan ve örtülmesi gereken yerleri göbeği ile diz kapağı arasıdır. Kadınlar için Rasulullah’ın (s.a.v) avret olarak belirlediği yerler yüz, el ve ayak dışındaki bütün bedendir (Ayak tartışmalıdır). Kadınlar gerek ibadet ve namaz için gerekse evinden çıktığı zaman yabancılar, yani nikâhı düşen ve nâ-mahrem, yani kendisine nikâhı haram olanlar dışında el ve yüz dışında bütün bedeni avret sayılır ve örtünmesi gerekir.

Kadının kadına karşı avreti: Diz kapağı ile göbeği arasıdır. Kadın kadına da olsa bu kısma bakamaz haramdır, çünkü avret-i galizdir. Ancak Müslüman bir kadının, gayr-i müslim (Yahudi, Hıristiyan vs..) bir kadına karşı avreti hususunda muhtelif görüşler ortaya konulmuştur. Şöyle ki; Âyet-i Kerîme’de geçen “kendi kadınları” tabirini, Müslüman kadınlar manasına ele alan ûlema, Müslüman bir kadının, gayr-i müslim (Yahudi, Hristiyan vs.) kadınlara vücudunu göstermesi haramdır demiştir. Hz.Ömer(r.a)ın görevlisi Ebû Ubeyde b. elCerrâh’a yazdığı emir mektubunda:

-“Haber aldığıma göre, gayrı müslim vatandaşların (zimmîlerin) kadınları, Müslüman kaBirde, kadının kadına ve erkeğin erkeğe dınlarla beraber hamamlara giriyorlarmış. Bunu karşı avreti konusu vardır ki şöyledir: yasakla ve buna engel ol. Çünkü zimmî bir kadın, Erkeğin erkeğe karşı avreti: Resûl-i Ekrem Müslüman bir kadının avretine bakamaz” diye (s.a.v)’in: “Müslüman erkeğin uyluğu (diz kapağı emir vermiş. ile kalçası arası) avrettir.” buyurmaktadır.5Hanefi Ebû Ubeyde de bunu yürürlüğe koymuş ve: fûkahası, erkeğin göbeği -”Hangi kadın özrü ile diz kapağı arası avretolmaksızın, sırf yüzütir, diz kapağı da dahildir nü parlatmak amacıyla derken, diğer üç mezhe“Avret yerinizi açmayınız hamama giderse, yüzbe göre diz kapağı avret (yalnız iken de açmayınız). Çünlerin aklanacağı gündeğildir. de Allah onun yüzünü kü yanınızdan hiç ayrılmayan Resûlullah (s.a.v) Hz. kara eylesin!” diye ilân kimseler (melekler) vardır. OnHuzeyfe (r.a)’i mescidde etmiştir.9 lardan utanınız ve onlara saygılı dizi açık olarak görünce: Kadının “Kendi olunuz”. - “ Dizini açma! Çünkü Kadınlarına” göre avreorası avrettir” buyurmuşti, erkeğin erkeğe göre tur.6 avreti gibidir, yani göbeği ile dizkapağı Öyle ki Resul-i Ekrem arasından ibarettir. Ancak İmam Azam’ dan bir (s.a.v) diğer bir Hadis-i Şeriflerinde de: “Avret yerinizi açmayınız (yalnız iken de açma- rivayete göre, kadının “Kendi Kadınları” na göre avreti giyınız). Çünkü yanınızdan hiç ayrılmayan kimseler avreti de, mahremi olan erkeklere göre 10 (melekler) vardır. Onlardan utanınız ve onlara bidir, karnını ve sırtını da gösteremez. saygılı olunuz”.7

Rasulullah Efendimiz (s.a.v) hamam koÜmm-i Seleme diyor ki, Meymûne ile birlikte nusunda şöyle buyurur: Resûlullahın yanında idik. İbn-i Ümm-i Mektûm Câbir’den (r.a) rivâyete göre, Resûlullah (s.a.v) izin isteyip içeri girdi. Resûlullah bunu görünce şöyle buyurdu: “Allah’a ve ahiret gününe inanan bize: kimse peştamalsız hamama girmesin. Allah’a ve ahiret gününe inanan hanımını hamama sok-Perde arkasına çekiliniz! buyurdu. masın. Allah’a ve ahiret gününe inanan üzerinde -O âmâ değil midir? Bizi görmez dedim. içki içilen masalara oturmasın.”11 -Sizde mi körsünüz? Onu görmez misiniz? buEbû’l Melîh el Hüzelî’den (r.a) rivâyete göre, yurdu.8 (Yâni, o kör ise de, siz kör değilsiniz ya, Hıms ve Şam halkından bazı kadınlar Âişe’nin yabuyurdu.) nına girdiler, Âişe onlara şöyle dedi: 5  6  7  8

(Müsned, III, 478) (Sünen-i Tirmizi) (Eşi’at-ül-Lemeât)

(imam-ı Ahmed ve Tirmüzî ve Ebû Dâvüd)

9  (Kurtubî ) 10  (Zeylaî, Tebyîn VI/18.) 11  (Tirmizi) Bizbiriz Dergisi

15


-Siz öyle kadınlarsınız ki hamamlara gidiyor- (s.a.v) şöyle buyurmuştur: sunuz. Ben ise Resûlullah (s.a.v)’dan şöyle derken “Erkek erkeğin avret yerine bakamaz. Kadın işittim: -“Herhangi bir kadın, kocasının evinden da kadının avret yerine bakamaz. (Aralarında bir başka bir yerde elbisesini çıkarırsa Rabbiyle araengel olmadan) bir erkek bir elbise içerisinde di12 sındaki haya perdesini yırtmış olur.” ğer bir erkeğin tenine dokunamaz. Kadın da bir Ya’lâ’ dan rivayet olunduğuna göre; elbise içerisinde diğer bir kadının tenine doku14 Resulullah (s.a.v) kırda peştamalsız olarak yı- namaz. kanan bir adam görmüş ve minbere çıkıp Allah’a Kaynaklarda yer alan ayet ve hadislerden de hamd ve senada bulunduktan sonra: anlaşıldığı üzere, kadın ve erkeğin, hamama, -”Muhakkak ki Aziz ve Celîl olan Allah utan- kaplıcalara ve denize gitmesi caiz görülmemiş, gaçtır, (ayıplara) kapalıdır, utanmayı ve örtün- yasaklanmıştır. Günümüzde bazı kimselerin yapmeyi sever, biriniz yıkandığı zaman örtünsün” tıkları gibi sere serpe yıkanmak, kadın kadınayız veya erkek erkeğeyiz diye fütursuzca hamama, buyurmuştur.13 Abdurrahman b. Ebî Saîd el-Hudrînin) ba- kaplıcalara veya denize girmek, gösterilmesi habasından rivayet olunduğuna göre; Rasulullah ram yerlerini açmak kesinlikle yasaktır, haramdır. Hamamda, kaplıcada ve denizde bulunup ta baş12  (Ebû Dâvûd, Hamam, Tirmizi, edeb 43; ibn-i mâce edeb 38: kalarının avret yerlerine bakmak da haramdır. Dârimi, islizan 23; Ahmed b. Hanbel 4l. 173. 199 267.362) 13  (Ebû Davud vitr 23: Nesâi. gusl 7; Ahmed b. Hanbel IV 224) Bizbiriz Dergisi

16

14  Müslim Hayz/78, Nikâh/123, 124)


HADİS ‫اُ ْد ُعو الل َه َو اَنْ ُت ْم ُم ِوق ُنو ُن بِا ْل ِا َجا َب ِة َوا ْع َل ُموا �َأ َّن الل َه َت َعالَى‬ ‫يب ُد َع ًاءا ِم ْن َق ْل ٍب َغا ِفلِ َلا ِه‬ ُ ‫لا َ َي ْس َت ِج‬

Ebu Hureyre (r.a.)’ın rivayet ettiğine göre, Muhamed Mustafa (s.a.v) buyuruyor ki; “Allah’a dua ediniz fakat kabul olacağına inanarak, biliniz ki, Allah-u Teala gafil olan kalbin duasını kabul etmez.”

Allah’a dua edin, kabul olacağına inanarak. Yalnız, başka şeyle, faydasız amelle, faydasız kültürle, faydasız bilgiyle veyahut şüphe içerisinde Allah’a dua edilirse, Allah (c.c.) duayı kabul etmez.

sıl iş bulacağım gibi şeylerle meşgul. Böyle dua edenin duasına icabet edilmez. Allah (c.c) ‘lebbeyk’ dediydi lakin kalbin meşgul. Dilin diyor ki Allah’ım ver. Ne verecek ‘lebbeyk’ diyor istediğini söylemiyorsun. O havalede 40 tane ya-sin okumuşsun, çok mu önemli Allah (c.c.) için okunmaAyet-i celile de Rabbül Alemin öyle buyuruyan hiçbir şeyde hayır yoktur. Ancak Allah (.c.c.) yor; için okursun, Allah (c.c.) için ibadet edersin. “Duanız olmasa ne işe yararsınız?” İsteyin diyor Allah sınırsız isteyin ama kalbi Allah’ın Rasulü (s.a.v) de diyor ki; meşgul aklı meşgul olarak değil. İmam-ı Ali gibi, “Kabul olmayan duadan Rabbim sana sığınırım.” Allah Rasulü (s.a.v), kabul olmayacak duadan sana sığınırım derken, biz sanki emir erimiz veyahut bir hizmetkarımız varmış da emrediyormuşuz gibi dua ediyoruz. Getirmese ben de onu yapmam dercesine, ibadetler edersek veyahut kalbimiz dünyayla meşgul, dünyalıkla meşgul iken yaptığımız dualar. Aman ya rabbi! Ben sana şu ibadeti yapıyorum, sende bana şunu ver, der gibi dualar edersek Allah (c.c.)onu size verir. Lakin sizin yüzünüzü kendisinden başka bir yere çevirir bunu da bilin. İnsanların okuduğu birçok dua vardır. Bin salat-ı terficiye okur yahut salat-ı tüncina okur veyahut kırk tane ya-sin okur yada bin Yasin okur hatmeder. Allah’ın melekleri o kulun yanına gelir, o kul ‘Allah (c.c.) Allah (c.c.) dese, Allah’ın melekleri onu kuşatır. Allah ‘da; ‘ lebbeyk’ der. Lakin kalbine bakar, dünyalıkla meşgul, bu işi nasıl yapsam, na-

huzura durduğunda kırk hale girecek, Allah’ı görüyor olduğunun bilincine varacak. Ben görmüyorum Allah’ı ama Allah beni görüyor. Ben duymuyorum Allah’ı ama Allah (c.c.) beni duyuyor diyen insanın duasına tez icabet edilir. Allah’a hüsnü niyet içinde yapılan dualar tez kabul edilir. Sen hangisini kabul edersen onu seç. Küfür içinde de yaptığın dua kabul olur. Lakin Allah (c.c.) sırf sana verir, kendisinden uzaklaştırır. İbadetinden uzaklaştırır, sevdiği insanlardan uzaklaştırır. Verir sana dünyalığı verir ama ahretliği sevenleri, Allah (c.c.)kendi sevdiklerini size sevdirmez. Gel duanı şeksiz şüphesiz et. Allah –u Teala dualarının karşılığını verecek. Mutlaka verecek. Gönüllerinizi oyalamadan, ellerinizi açtığınızda Allah’ın sizi duyduğunu gördüğünü bilin. Çünkü Allah muhakkak ki işiten ve görendir.1 1  ON HAFTA SOHBETLERİ 2. CİLT

Bizbiriz Dergisi

17


SİYER-İ NEBİ M. DİKKATLİ

‫ما اجمل راع راعنا‬ BİZİM ÇOBANIMIZ NE GÜZEL ! Gül Goncası ömrünün 10. Yılları içindeyken geçimi sıkıntılanan amcasına yardım etmek için izin istedi. Efendimiz (s.a.v) bu konuda ki ısrarları sonucunda amcasına destek olmaya, hem onun hem de Kureyşlilerin koyunlarını dolaştırıp, otlatmaya başlamıştı. Böylece hem amcasına yardım etmiş hem de koyunlarla gün boyu dolaşırken âlemi tefekkür etmeye başlamıştı. Üstelik bu vazife sayesinde toplumun içinde bulunduğu cahiliye hayatlarından uzakta kalıyordu. Çobanlık Araplar arasında sıradan bir meslek değil aksine zengin çocuklarının da yaptığı bir işti. Ayrıca çobanlık birçok peygamberin de uğraştığı derin bir meslekti. “Herkes ne için yaratılmışsa onun için

Bizbiriz Dergisi

18

çalışır yahut kendisi için kolaylaştırılıp hazırlanan şey için çalışır.” 1 Rasul-i Ekrem konu üzerine söyledikleri bu hadisi şerifte insanların uğraşlarının misyonları ile orantılı olduğunu, yapılan işlerin ileriye yönelik bir hazırlık görevi taşıdığını aktarmaktadır. Nübüvvet vazifesi verildikten sonra sahabeleriyle bir gün Merruzzahran mevkiinde beraberce misvak ağacının yemişini topluyorlardı. O aydınlık sima, sadru’ş- şifa Efendimiz (s.a.v) sahabelerine şöyle buyurdu; “Siz bu yabani yemişlerin karalarını tercih ediniz. Çünkü onun siyahı en lezzetlisidir!” O gül cemalin muhatabında ki Sahabeler, merak ve hayret içinde; - “Ya Rasulallah !..” “Bu yemişin iyisini 1  el-Buhari, 82 kader 2, (VII, 211).


kötüsünü çobanlar bilir. Siz de koyun güttünüz Habibi Kibriya Muhammed Mustafa Efendimiz mü?” dediler. (s.a.v) inananları dünya ve ahirette rahata, huzuNebi’yi Ekrem Efendimiz (s.a.v) hasretinden ra erdirmek görevinin izlerini daha küçüklüğünçatlayan gönüllerin, görme muradıyla yananla- den itibaren dolu dolu taşıyordu, yaşatıyordu. rın, hasretine düşenlerin derdine deva gülümse- Yaşamı anlamamız ve insan olmanın sorumluluğuna varabilmemiz adına bizi aydınlattığı hadis-i mesiyle; şeriflerinden bir tanesiyle O’nu anlama yolunda “Hiçbir peygamber yoktur ki koyun güt- gidelim inşallah; memiş olsun!”2 Cevabını verdiler. Peygamberlik ile çobanlık arasında benzerliklerin çokluğundan bahsetmiş nice âlimler. Zira çoban sürüsünü ne yapar? Elinden geldiğince sürüyü zorlar. Peygamberler de ahrette rahat etmesi adına ümmetlerini dünyadayken zorlar. Şu süslü görünen dünya çukuruna ayağımız kaymasın diye binbir zahmetle doğru yola iletmeye çalışır. Yine Peygamberler koyunların sorumluluklarını üstlenerek ümmetlerinin işleri İbn Ömer (r.a)’in rivayet ettiğine göre, Nebi hakkında, yöneticilik ve idare sanatı gibi konu- (s.a.v) şöyle buyurdu; larda tecrübe edinirler. Koyunlarla bulunarak “Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin alonlara karşı merhamet, vakar, hilm ve hoşgörü tındakilerden sorumlusunuz. Yönetici bir çoduyguları gelişir. Koyunun tabiatı gereği davra- bandır. Erkek aile halkının çobanıdır. Kadın, nışlarına sabır ve anlayış kocasının evi ve çoartar. Sürülerini zarar cukları için çobandır. verici hayvanat ve hırsız Hepiniz çobansınız Peygamberler de ahrette cinsinden düşmanlarınve hepiniz çobandan korumak için sabrahat etmesi adına ümmetlerini lık yaptıklarınızdan rederler. Hayvanların sorumlusunuz.”4 dünyadayken zorlar. Şu süslü farklılıklarını, zayıflıklaMevla-yı Zülcelal’in görünen dünya çukuruna rını, bir arada yaşamaya terbiyesinde bir seneleayağımız kaymasın diye binbir olan ihtiyaçlarına rağrini bu şekilde nübüvzahmetle doğru yola iletmeye men aralarında ki şidvete hazırlık yolunda detli çatışmaları görerek çalışır. koyun gütmekle geçirümmeti anlamakta yol mişlerdir. kat ederler. Böylece ümArtık 12 yaşlarının mete karşı derin bir şefiçinde, akranları arasınkat, anlayış noksanlarına karşı şiddetli bir sabır da her anlamda seçkin bir genç olan Efendimiz ve tahammül örneği sergilemek daha mümkün hale gelir. Çobanlıktan elde edilen bu ön çalışma yalnız çobanlıkta değil ticarette de amcasına yarneticesinde, ümmetin davranışlarının vereceği dımcı olmak istemiş ve hazırlanan Suriye/ Şam zorluk ve ağırlık bu işe birden bire girenlere göre kafilesine onunla birlikte katılmışlardır. daha az olur. Özellikle koyun çobanlığının örnek Arazisi tarıma uygun olmayan bu beldede verilmesi, koyunun tabiat gereği daha zayıf, bağ- Kureyşliler hayatlarını ticaretle kazanırdı. Buna la sabitlenmediklerinden dağılmaya daha müsa- bağlı olarak Peygamber Efendimizin büyük deit olmalarına rağmen emirlere uymasının daha desi Haşim b. Abdimenaf devrinde gerçekleştiçabuk oluşunun insanoğlu ile benzerlik göster- rilen ticari anlaşmalar sayesinde Mekkeliler, yaz mesindendir. Rasul-i Zişan Efendimiz (s.a.v) bu aylarında Suriye’ye, kış aylarında ise Yemen ve Habeşistan’a seyahat ederlerdi.5 konuya işaretle; Kervan, uçsuz çöllerin, sıcak ve zorlukla geçen “Sükûnet ve va­kar, ko­yun bes­le­yen­ler­de­ uzun yolculuğun ardından Busra’ ya vardı ve budir.” 3 bu­yur­muş­tur. rada mola verdi. Busra, Şam ile Kudüs arasında-

‫ َوا ْل� َأ ِم ُير‬،‫ َوكُلُّ ُك ْم َم ْس ُؤ ٌل َع ْن َر ِع َّي ِت ِه‬،‫كُلُّ ُك ْم َرا ٍع‬ ‫ َوالْ َم ْر�َأ ُة َر ِاع َي ٌة‬،‫َرا ٍع َوال َّر ُج ُل َرا ٍع َع َلى �َأ ْهلِ َب ْي ِت ِه‬ ‫َع َلى َب ْي ِت َز ْو ِج َها َو َولَ ِد ِه َف ُكلُّ ُك ْم َرا ٍع َوكُلُّ ُك ْم‬ ‫َم ْس ُؤ ٌل َع ْن َر ِع َّي ِت ِه‬

2  Buhari, Sahih. c. 2, s. 247248; Müslim, Sahih, c. 6, s. 125; İbniMace, Sünen, c. 12, s. 727. 3  (Bu­hari, Me­na­kıb, 1; Müs­lim, İman, 84/52)

4  (Buhari,Nikah,91) 5  İbn Sa’d, Tabakat,I,75; İbn Esir, el-Kamil,II,16.

Bizbiriz Dergisi

19


suyu bol ve bahçelerle kaplı bir kasabaydı. ret kafilesiyle beraber Yemen’e gidip gelmiştir.11 Kendisine insanlar içinde ki duruşu, ticaret Busra panayırının yakınlarında ki manastırda yaşayan hatırı sayılır rahip Bahira7, gelen ker- alanında ki doğruluğu ve dürüstlüğü sebebiyle vanda bazı olağandışı durumlar fark ederek bir güvenilir kişi manasında “El-emin” lakabı verilziyafet düzenlemiş ve olayı anlamak üzere ker- mişti. Rabbi Rahim’in şefkat kanadıyla büyüyen vanı davet etmişti. Suriye ticaret yolu üzerinde Muhammed’ül Emin Efendimiz (s.a.v) cahiliye bulunan bu manastırdan daha önce böyle bir çamurundan uzakta büyümüş, zamanın ve iniltifat ve ilgi görmeyen kafile şaşkınlıkla da olsa sanların kötülüklerinden de emin bir şekilde davete icabet etmişti. Gelecek olan Hatem-i yetişmiştir. Hayatında hiç içki içmemiş, putlara Nebi’ nin özellik ve alametlerini bilen bilge rahip tapmamış, putlar için yapılan törenlere katılmagelenler içinde aradığı nuru, nübüvvet kokusu- dığı gibi onlar adına kesilen etlerden de hiç yenu bulamamanın hayal kırıklığıyla, ‘Kervan içe- memiştir. Tertemiz soyuyla, tertemiz büyüyen bu risinden yemeğe katılmayan kimse var mı?’ diye Güzeller Güzeli Ümmetin Efendisi (s.a.v)’e cahilisorar. Herkesin geldiğini, yalnızca küçük bir ço- ye adetleri hiç çekici gelmemiştir. Rasul- i Ekrem cuğun eşyaları beklemek için bırakıldığını öğre- (s.a.v) o günlere ait bu durumu Hz. Ali (kr)’ nin nen Bahira, O’nun da getirilmesi için ısrarcı olur. rivayetiyle şöyle anlatmışlardır; Mukaddes kitapları incelemiş, Kur’an-ı Kerim’ de “Ben, ca­hi­li­ye in san­la­rı­nın yap­tık­la­rı bir şe­yi belirtildiği ehli kitabın ilim verilenlerinden8olan yap­ma­ya iki de­fa te­şeb­büs et­miş­tim. An­cak Al­ Bahira, Nur-i Cenan Efendimiz (s.a.v)’i görmesiy- lah be­ni on­lar­dan mu­hafa­za bu­yur­du. le hayran olmuş, aradığını bulmuştu. Efendimiz Bir ge­ce, Mek­ke’nin yu­ka­rı ta­raf­la­rın­da, Ku­ (s.a.v)’e sorduğu sorulardan aldığı cevaplar karreyş­li bir­kaç genç­le şısında kanaati kuvvetko­yun­la­rı­mı­zı ot­la­tı­yor­ lenmiş, emin olmuştu. duk. Ar­ka­da­şı­ma: Amcası Ebu Talib’le görüşerek; “Eğer ko­yun­la­rı­ma Kendisine insanlar içinde ba­ k ar­san, ben de di­ğer “Yeğenini hemen ki duruşu, ticaret alanında genç­ ler gi­bi Mek­ke’ye memleketine geri gögi­ d ip ge­ce soh­bet­le­ri­ne ki doğruluğu ve dürüstlüğü tür. Onu Yahudilerden ka­tı­la­yım.” de­dim. koru. Vallahi, Yahudiler sebebiyle güvenilir kişi çocuğu görüp, benim Ar­ka­da­şım: manasında “El-emin” lakabı fark ettiklerimi fark Olur, na­sıl is­ter­sen verilmişti. ederlerse ona kötülüköy­le yap! de­di. te bulunurlar. Çünkü Bu­nun üze­ri­ne yo­la senin bu yeğenin ileriçık­ t ım. Mek­ke’ye yak­ de büyük şan ve nam 9 laş­ t ı­ ğım za­man, def, kazanacaktır. Durma, onu hemen geri götür.” ka­val ve ıs­lık ses­le­ri işit­tim. Bahira’ nın bu uyarıları üzerine Ebu Talib, yol“Bu ne­dir? Di­ye sor­dum. culuğun geri kalan kısmından vazgeçerek mallarını orada sattı ve yeğeni ile birlikte Mekke’ye Fa­lan er­kek ile fi­lân ka­dın ev­le­ni­yor! de­di­ler. döndü.10 He­men otu­ra­rak o ta­ra­fa doğ­ru bak­ma­ya Muhbir-i sadık Efendimiz (s.a.v) küçük yaşta baş­la­dım. O es­na­da Al­lah ku­lak­la­rı­ma bir ağır­ sorumluluk almış, amcası Ebu Talib ile yaptığı bu lık ver­di ve ora­cık­ta uyu­ya­kal­dım. Al­lah’a ye­min ilk seyahatte ticaret ve insan ilişkileri adına birçok ede­rim ki, gü­neş üze­ri­me do­ğun­ca­ya ka­dar uya­ şey öğrenmiştir. On yedi yaşlarında bulunduğu na­ma­dım. He­men dö­nüp ar­ka­da­şı­mın ya­nı­na yıllarda da amcaları Zübeyr ve Abbas ile bir tica- gel­dim. - Ne yap­tın? di­ye sor­du. 6  Şam’ın 90 km. güneyinde, Eski Şam da denilen mevki. 7  Arami dilinde “seçilmiş” manasına gelen Bahira kelimesini un- “Hiç­bir şey ya­pa­ma­dım!” de­dim ve ba­şım­ van olarak alan bu rahibin asıl adı, Circis veya Sercis’tir. Avrupalı dan ge­çen­le­ri ona an­lat­tım. tarihçiler, “Serciyus” derler. Bir Yahu­di alimi iken, sonraları HıristiBaş­ka bir ge­ce, ay­nı şey te­ker­rür et­ti. Ben yi­ne yanlığı kabul etmiştir.(İbn Hişam, Sire, c. 1,s.191,dipnot 1); Fayda, Mek­ke’ye ge­ce soh­be­ti için git­ti­ğim­de Al­lah-u Mustafa, “Bahira”, İslam Ansikl., TDV Yay., İst., 1991, IV, 486. 8  Bakara diye meşhur sure/ 146. Te­ala ta­ra­fın­dan üze­ri­me çö­ken ağır­lık­la gü­neş 6

9  Tabakat, 1/153-155; Ensab, 1/96-98; Taberi, 1/194-195. 10  İbn Sa’d,I,155.;Ensab, 1/97.

Bizbiriz Dergisi

20

11  Tarih-i Din-i İslam, 2/33.


do­ğun­ca­ya ka­dar uyu­ya­kal­dım. Dö­nüp ar­ka­da­ şı­mın ya­nı­na gel­dim. Rab­bim be­ni pey­gam­ber­lik­le şe­ref­len­di­rin­ ce­ye ka­dar bun­la­rın ha­ri­cin­de, hiç­bir kö­tü şe­ye mey­let­me­dim!”12 Bulunduğu beldenin kuraklığından beter kurutan cahiliye batağından, çölünden daha yakıcı karmaşasından Allah-u Teala’ nın himayesinde, O’nun serinliğinde ve derininde huzur bulmuş, iyiden başka bir şey bilmemiş, hayırdan başkasına meyletmemiştir. Dünya denilen kör kuyudan, su yerine kargaşa dolu bu çukurdan ancak iman ile çıkılacağını göstermiştir. Vahiy suyuna hazırlanan beden kabı en safi haliyle muhafaza edilmiştir. FETRETTEN, KARGAŞADAN İYİ ÇÖL MÜ OLUR! İMAN ÇÖL ORTASINDA, ELİNİZE GEÇMİŞ VAHİY SUYUDUR.13 RASULULLAH (S.A.V)’ İN ŞEMAİLİ Efendimiz (s.a.v)’in saçı Şemailin ilk bölümünde Nübüvvetin genel bir sınırı çizildikten sonra detaya geçilmiş, Mübarek Başlarından başlanarak sırasıyla devam edilmiştir. Bu başlık altında saç tıraşları ile saç tarama şekli bahis edilecektir. Tirmizi, tarihçi Ebu Said ve muhaddis Ebu Davud bu meseleye derli toplu en geniş yer veren müelliflerdir. Eldeki yazılı vesikalara göre Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in saç biçimi en kısa şekli kulak yumuşağına kadar olup, en uzun şekli de omuzlarına dokunur derecede olacak şekilde 3 türlü ifade edilmiştir. Bu ifadelerden birkaç örneğe bakarsak; Enes b. Malik anlatıyor; “Hazreti Peygamber’ in saçları, kulaklarının orta hizasına kadar uzamıştı.” Hz. Aişe validemiz aktarıyor; “Ben ve Rasulullah Efendimiz (s.a.v) bir kapta boy abdesti alırdık. Rasulullah’ ın mübarek saçları, omuzlarına değmiyordu ama kulak yumuşaklarını geçiyordu.” Bera b. Azib anlatıyor; “Peygamber Efendimiz, orta boylu idi. Omuzları da genişçeydi. Saçları ise, kulak yumuşaklarını döğerdi.” 12  (İbn-i İs­hak, s. 58-59; İbn-i Ke­sir, el-Bi­daye, II, 292) 13  Sadırdan Satıra Sohbetler, Abdullah Murad Şükrüoğlu, Bizbiriz Derneği Yay. 2013/ Konya.

Katade naklediyor: Enes b. Malik (ra)’ e; - “Hz. Peygamber’in mübarek saçları nasıl idi?” diye sordum. - “Kıvırcık da değildi, düz de değildi. Saçları ise kulak yumuşaklarına kadar ulaşıyordu.” Dedi. Bu kaynaklardan anlaşıldığı üzere mübarek saçları hac ve umre zamanları14 dışında ustura traşlı değil, uzun şekildedir. Hatta Ümmü Hani’15nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte; “Rasulullah Efendimiz Mekke’ye geldiklerinde evimize teşrif etmişlerdi. Bu sırada mübarek başları dört belikli (örgülü) idi.” Mekke’ nin fethinde Efendimiz (s.a.v)’in mübarek saçlarının dört belik halinde örülü olduğu rivayet edilmiş. Fakat Ümmü Hani dışında başka hiçbir sahabe tarafından tespit edilmeyen bu saç şekli genel uygulamalardan değildir. 60 yaşını geçmiş olan Resul-i Ekrem’in fetih esnasında neden böyle ördüğü konusunda herhangi bir yorum kaydedilmemiştir. Saç tarama şekilleriyle ilgili İbn-i Abbas (ra)’ın rivayetine bakarsak; “Hazreti Peygamber, saçlarını mübarek alınları üzerine salıverirlerdi. Zira puta tapan müşrikler, saçlarını önden ikiye ayırarak sağa- sola sarkıtırlar; ehl-i kitab olan Hıristiyan ve Yahudiler de ayırmadan alınlarının üzerine salarlardı. Rasulullah Efendimiz ise hakkında bir emir gelmeyen hususlarda, - müşriklere benzememek için- ehl-i kitabın adetlerine uymayı severlerdi. Fakat sonraları, bu adetlerini değiştirerek, saçlarını önden ayırdılar ve bir daha alınları üzerine salmadılar.” Bu metinden anlaşıldığına göre Hz. Muhammed (s.a.v)’ in devr-i saadetlerinde Hicaz bölgesinde iki türlü saç tarama biçimi moda idi. Ehl-i kitap olanlar, kaküllerini önlerine düz tararlardı. O günün putperestleri ise perçemlerini ortadan ikiye ayırarak yanlara bırakırlardı. Efendimiz (s.a.v)’ in yalnızca ahlak ve davranışlarda değil, kılık- kıyafet gibi dış disiplin konularında gösterdiği titizlik ile toplumda saç tarama şeklinde üçüncü bir grup oluşmuştur.16 14  Daha geniş bilgi için; İbnSa’d, Tabakat, II,98. 15  Ebu Talib’in kızı olup, Hz. Ali (kr)’in kız kardeşidir. Kocası Hübeybe b. EbiVehb müslüman olmayı kabul etmediği için kendisi Mekke’nin fethine kadar Müslümanlığını açıklayamamıştır. Mekke fethedilince kocası Necran’a kaçmıştır. Resul-i Ekrem Efendimiz fetih sırasında onun evinde misafir olmuştur. 16  Buhari, el- Camiu’s-Sahih, IV, 166.

Bizbiriz Dergisi

21


TASAVVUF

Tasavvuf, İnsan İlmidir... Z.BİLMEN

Bizbiriz Dergisi

22


Biz şeriatın ne bir milim dışında, ne bir milim içindeyiz. Biz şeriatın tam orta yerindeyiz. Tasavvuf, maddenin mana yönü, zahir olan şeriatın batın yönüdür. Dinin özüdür. Tüm mutasavvıfların hemfikir olduğu bu hakikat, hadim-i Rasul (s.a.v) Abdullah Murad Şükrüoğlu Hoca efendinin sadrından yukarıdaki beyitle satıra dökülür.

LEDÜN İLMİ ALANLAR, HEM SATIRDAN HEM SADIRDAN OKURLAR.2 Şeriatin özünü, hikmetlerini; ibadetlerin asıl amacı olan kulluk bilincini en etkili şekilde, bizzat yaşayarak ifade ederler. Baştan ayağa kul kesilirler. Batınlarında Allah-u Teâla’nın aşkı kaynayan, zahirlerinde ise başı semaya ulaşan dağ gibidirler. Siz hiç bir dağın namaz kıldığını, bulutlara değen başının haşyetullah içinde rükuya vardığını gördünüz mü? Allah dostlarıyla namaz kılanlar, bu Hak namazına şahit olurlar.

Tasavvufa göre bâtın ilmi İslâm’­dan ayrı ve onun dışında bir ilim değil­dir. Bu ilim esasen Allah erleri aynı membadan, Muhammedi nasların derîn ve ince manalarından ibaret Kevser’den sulandıkları için asırlar değişse de olup Rasulullah (asm) tarafından bazı sahâbî- sözleri birbirini tamamlar. Yunus Emre (rh); lere öğretil­miştir. Nitekim onun sırdaşı -sâhibü sırri’n-nebîHuzeyfe ‘Bir kez gönül yıktın ise, Bu kıldığın nab. Yemân’a bazı sırmaz değil. lar tevdi ettiği, ayrıca Ebû Hüreyre’nin, “Hz. Yetmiş iki milBayezid Bistami : ‘Ne zaman Rasul’den iki ilim öğlet dahi, Elin yüzün rendim; birini yaydım, gönlümden dünya düşüncesi yumaz değil’ deröbürünü saklı tuttum, geçse abdest, ahret düşüncesi ken, Abdullah Murad onu da yaysaydım geçse gusül yaparım. Zira dünya Şükrüoğlu (ks), asrımızbaşımı keserlerdi.” hadestir; yani sonradan olmadır da şöyle söyler; dediği ri­vayet edilir.1 ve pistir ve de ona ilişkin düşünRasulullah (asm)’in din‘Gül deren, gülde ce de hadestir. Ahret yeri ise gayde fakih olması için dua kusura bakmaz. bet yeri, yani kendinden geçme ettiği İbn Abbas’ın ilmimahallidir. O halde ahretten de Dost isteyen, dostta nin de bâtın ilmi olduğu zevk almak cünüplüktür. Ne dünkusura bakmaz. söylenir. ya ne ahret; sadece hak! Hak abdesti almaCüneyd-i Bağdadî, dan, namaz kılınmaz. Hz. Musa (a.s)’ın Hızır’­ dan öğrendiği “ledün Kusurla gelen, kuilmi” ile Hz. Ali’nin surla gider’. (r.a) bildiği bâtın ilmi­nin aynı şey olduğunu söyler. Serrâc’a göre Kur’an’ın, hadisin ve İslâm’ın Nedir Hak abdesti? Madden ve manen temizda za­hir ve bâtını vardır. Geniş anlamıyla “şe­riat lenmenin hakikati nedir? “Her işi ehline sorunuz” ilmi” bu ikisini de ihtiva eder. Bu sebeple ehl-i ayet-i kerimesi düsturunca Allah-u Teala’yı irfan tasavvuf, “zahire aykırı düşen her şey bâtıl- derecesinde tanıyan ariflerden dinleyelim cevadır” il­kesini düstur edinmiş, şeriatı tasavvufun bını. Hocamız Abdullah Murad Şükrüoğlu (ks) mihenk taşı kabul etmiştir. Tasavvuf, şeriatı inkar şöyle tanımlar tahareti ve abdesti; etmez. Ancak ve ancak isbat eder. Sırat-ı müsta‘Taharetin hakikati, kalbini Müslümanlar kim üzere sabit eyler. hakkında ki kötü fikirlerden temizlemekRasulullah (asm)’ın varisleri bu ledün yahut tir. Hak abdesti ise, batıldan, hurafelerden, Kur’an’la ve sünnetle arınmaktır.’3 batın ilmine sahiptirler. Gereken kimselere, gerektiği kadarını verirler. Çünkü, 1  Buhârî, “ilim”, 42

2  Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar 3  Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar

Bizbiriz Dergisi

23


Kalp fitne, fesat ile; ruh ve akıl, dinde olmaGÖREN GÖZLERE, İŞİTEN KULAKLARA, yan şeylerle kirlenmişken, bunları kula ema- BİLEN DİMAĞLARA, net eden Rabbin huzuruna nasıl varılır? Oysaki Muhammed Mustafa(s.a.v) kudsi bir hadisinde DÜNYADA DERİLERİMİZ SES VERİR. şöyle buyurur; ONU ANCAK HAL LİSANINDAN ANLAYANLAR “Allah sizin dış görünüşünüze bakmaz, fakat BİLİR.6 kalplerinize ve işlerinize bakar.”4 İnsanın bedeni, tüm azaları günahlarının en Abdestten maksat ilahi huzura çıkıp niyazda yakın şahididir. Çünkü bizatihi onlarla günah işbulunmak için hazırlık yapmaktır. Hallac-ı Mansur ler, hata eder. Her bir uzvun günahı kendi işlevi(rh) idam edileceği zaman önce ayakları kesildi. Hallac ayaklarından akan kanı alıp yüzüne ve el- ne göredir. Abdest alırken her uzvu için işlevine lerine sürdü. Neden böyle yapıyorsun diyenlere göre tevbe eder, af diler. Kul besmele ile Allah’ın cevap verdi: ‘Abdest alıyorum. Aşk abdesti. Aşkta yardımını dileyerek abdeste başlar. Ağıza ve bukılınacak namazın abdesti kanla alınırsa ancak o runa su verirken insan şöyle düşünür veya duâ zaman sahih olur. Ciğer kanıyla abdest alınmaz- eder: “Allah’ım, adını anmak ve senin kitabını sa, aşk müftüsüne göre namaz sahih olmaz.’ okumak için bana yardımcı ol. Cehennem kokusunu uzaklaştırıp bana cennetin kokusunu kok Bayezid Bistami : ‘Ne zaman gönlümden dün- lat.” ya düşüncesi geçse abdest, ahret düşüncesi geçse gusül yaparım. Zira dünya hadestir; yani sonYüzünü yıkarken: “Mevlâm, senin dostlarının radan olmadır ve pistir ve de ona ilişkin düşünce yüzleri ağaracağı gün de hadestir. Ahret yeri yüzümü ağart, o sırada ise gaybet yeri, yani benim yüzümü kara çıkendinden geçme makarma.” der. hallidir. O halde ahretTasavvuf, insan ilmidir. Âlemten de zevk almak cüden sıyrılarak kendi rûhunda Sağ kolunu yıkarken: nüplüktür. Ne dünya derinleşen insan, hikmet ve hakîne ahret; sadece hak! “Allah’ım, beni defteri sağ taraftan verilenlerkatler sarayının kapısına ulaşır. Hatem-i Esam’a den eyle, hesabımı kolay Kur’ân-ı Kerîm’i anlayan ve onu soruldu: Namazı nasıl kıl.” Sol kolunu yıkarken gerçek îmânın yolu olarak yaşakılıyorsun? Cevap ver“Allah’ım beni, defteri sol di: ‘Vakti gelince hem yanlar, hakîkî mutasavvıflardır. taraftan verilenlerden dış abdestimi hem de eyleme.” der. iç abdestimi alırım. Dışımı su, içimi tevbe Başını meshederken: ile yurum.’ “Ya İlâhî rahmetin beni bürüsün, üzerime feyzini ve bereketini indir, senden başka hiçbir kimsenin gölgesinin bulunmayacağı yerde beni Arş’ın gölgesinde gölgelendir.” der.

‫َو َقالُوا لِ ُجلُو ِد ِه ْم لِ َم شَ ِه ْدتُ ْم َع َل ْي َنا َقالُوا �َأنْ َط َق َنا‬

‫اللَّ ُه الَّ ِذي �َأنْ َط َق كُ َّل شَ ْي ٍء َو ُه َو َخ َل َق ُك ْم �َأ َّو َل‬ ‫َم َّر ٍة َو�إِلَ ْي ِه تُ ْر َج ُعو َن‬

Kulaklarını meshederken: “Allah’ım, beni söz dinleyip sözün en güzeline uyanlardan kıl, iyilerle birlikte cennete çağıran sesi işitmemi nasip et” diye der.

Boynunu silerken: “Allah’ım beni cehennem“Derilerine: “Aleyhimize niçin şahitlik ettiniz?” den âzat et, boynuma mahcupluk zinciri geçirderler. “Bizi, her şeyi konuşturan Allah konuştur- me.” der. du. Sizi önce yaratan O’dur ve O’na döndürülüAyaklarını yıkarken: “Rabbim, ayağımı doğru yorsunuz” cevabını verirler.”5 yolda, sâbit kıl, beni senin yolundan ayırma.” der. 4  Müslim,, birr, 32,33; İbn Mâce, zühd 5  Fussilet/21

Bizbiriz Dergisi

24

6  Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar


Daha sonra kelime-i şehadet getirip şöyle niyazda bulunur: “Ya Rabbi, tövbemi kabul et, zira Sen tövbeleri kabul edensin. Beni pişmanlık duyanlardan ve tertemiz olanlardan kıl, iyi kullarının arasına kat. Beni çokça şükreden, sabreden ve Seni ananlardan eyle.”

kat abdestini alarak maddi ve manevi kirlerden ve pisliklerden arınmaktır. Setr-i avret: Bütün ayıplarını, günahlarını, sırlarını setreden, örten bir Rabbi olduğunu bilip, O’na sığınmak ve içinin içini bilen Rabbinin huzuruna çıktığını bilmektir.

Su nasıl maddî kirleri temizliyorsa, tövbe de İstikbal-i kıble: Kıble tarafına doğru yönelmanevî kirleri yok eder. Abdest dışı temizler, tevmektir. Hani derler ya; Döndüm kıbleye, kıbbeyle akıtılan gözyaşı ise içi temizler. Şemseddin lem Kabe’ye. Kabe, beytullah yani Allah’ın evi. Sivasi’nin ifade ettiği gibi: Mübarek Sunullahi Gayyibi (ks); “Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hak. Ey maksadı Kabe olan, Pâdişah konmaz sarâya hâne ma’mûr Kabe benem, Hac bendedir, diyerek bize şu olmadan”.7 hadis-i şerifin hakikatini anlatır; Yar’dan gayrısını gönül evinden sürüp, çıkar“Mümin kulun kalbi, Rahman olan Allah’ın armadıkça, iki dünyada Yar’imiz olan Allah-u Teala şıdır. ” 10 nazar etmez. Ancak böyle bir abdestle Hak namazı için huzurun kapıları açılır. Namazda kıblesi Kabe’ye yönelen kişi, insani ilişkilerinde kuNamazı sandılar eğil lun kalbinin Allah-u eğil kalk. İlimler ikiye ayrılır; Teala’nın kulda nazar 1-Kesbi İlim; okuyarak, yazaettiği tek yer olduğuHani huzur, hani rak, dinleyerek kişinin gayreti nu bilmeli ve gönle huşu, bir düşün bak. sonucu elde ettiği, kazandığı yönelmelidir. İnançlıOysa; inançsız tek bir kulun ilim. dahi gönlünü incitmek2-Vehbi İlim; Allah-u Teala’nın Namaz; huzur-u kalp ten kaçınmalıdır. Kabe ile yönelmek Mevlaya, dilediği kullarına katından luttaştandır, onu insanlar fettiği ilim. Buna ilm-i ledün de yapar. Lakin gönül Hak Ruh ile uruç etmektir denir. Teala’nın kudret elinden cemalullaha.8 sudur etmiştir. Mevlânâ Celâleddin Rumi (rh) ise: Tüm namazlar tek bir namaz için, miraç edilecek namaz için kılınır. Varlığın da yoklu- ‘Bir kez gönül yıkmak, Kâbe’yi yıkmaktan daha ğun da yok olduğu sidretü-l müntehanın ötesine kötüdür’ der.

geçen miracın sahibi Habib-i Kibriya Muhammed Vakit: Zahirde her namazı farz olan vakit Mustafa (asm) efendimiz şöyle buyuruyor; içerisinde eda etmenin batınen çok derin mana“Namaz kıldığında dünyaya veda eden kişinin ları vardır. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: namazı gibi namaz kıl.”9 Çık dünyadan ve seni dünyaya bağlayan her şeyden; geç cennetten ve cehennemden; var Hakkın huzuruna. Namaz madde âleminden, mana âlemine; görünür, şehadet âleminden, gayb âlemine yürümektir, dünyaya veda etmektir. Böylesi bir salat için zahir-batın bütün şartları yerine getirir. Hadesten ve necasetten taharet: Hak ve haki-

7  Bk. Büyük Türk Klâsikleri (Ötüken Söğüt), IV, 328 8  Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar 9  İbni Mace, Hakim, Beyhaki

“Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.” 11 Bu hadis-i şeriften Hatemül-Enbiya olan Muhammed Mustafa (s.a.v)’in geldiği zamanı insanlığın ikindi vaktine benzeterek, insanlığın ömrünü bir gün kabul etmiştir. Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki; İnsanın ömrü de bir güne benzer. 10  K. Hafâ: 2/130 11  Ahmed bin Hanbel. İlel.sh. 89

Bizbiriz Dergisi

25


Sabah namazı; insanın doğuşunu temsil eder. NAMAZDA SANIK SANDALYESİNDESİN. Öğle namazı; ergenlik ve gençlik çağını, ikindi HAKİM-Ü ZÜ’L-CELAL’E HESAP namazı; en verimli olduğu orta yaş, kırk yaşını, VERMEKTESİN.14 akşam namazı; ömür güneşinin batmaya yöneldiğini, ihtiyarladığını, yatsı namazı; günün yani Kul kıyama durduğu vakit, Hakimler Hakimi ömrün bitip, görünen âlemin sona erip, ahret Allah-u Teala’nın huzurunda hesap verir. Bir sanık gibi ellerini bağlar, suçunu, aczini itiraf eder. âleminin başladığını anlatır. Muhasebe günü gelmeden önce kendini muNiyet: her namazın vaktiyle beraber farzının hasebe eder. Mihrab, harb edilen yer demektir. veya sünnetinin belirtildiği niyet, her daim hu- Namazdaki insan, bir cengin içindedir. Nefsinin zurda olma bilinci olup, ahrete yönelme, yüzünü bütün çirkinlikleri gözler önünde iken Rabbine sığınır. Karanlık odasında ruhunun fotoğrafı, orâlemlerin Rabbine çevirmektir. taya çıkar tüm çıplaklığıyla. İftitah tekbiri: Namaza başlarken Allah-u Teala’yı birleyerek iki elimizi kulak hizasına götürmektir. Eller Kabe-i Muazzama’da Hacerül Esved’in karşısındaymış gibi öne uzatılır ve;

‫اَلل ُه اَ ْك َب ُر كَب ِيراً َوالْ َح ْم ُد لِلَّ ِه كَث ِيراً َو ُس ْبحاَ َن‬ ً ‫الل ِه ُب ْك َر ًة َواَص ِيلا‬

‫َو َكفَى بِ َن ْف ِسكَ الْ َي ْو َم َحس ِي َبا‬

–“Hesap görücü olarak bugün sana nefsin, yeter.”15 ayeti sanki o an ona okunmaktadır. Adeta şöyle der; ŞAHİT OLARAK YETERSİN SEN, SANA. GAYRISINI ŞAHİT ARAMA!16

diyerek istilam edilir. Sağ el zahiri, dünyayı temsil eder; sol el ise, batını, ahreti temsil eder. Böylece ellerimizi öne itelemekle hem dünya ve arzularını hem de ahret ve arzularını iteler, ellerimizi kaldırarak da bu ikisini arkamıza atarız. Çünkü namazda mekan ve zaman kavramı kalkar. Ben şu anda bütün dünyevî kaygıları ve maddî düşünceleri, kısacası Hak’tan gayri her şeyi elimin tersiyle arkaya atıyor ve yüce Mevlâ’nın huzuruna çıkıyorum, der. Ne dünya vardır artık ne ahret. Yalnız Allah Azze ve Celle vardır. O yüzden “Namaz müminin miracıdır”.

Kıraat: kulun Sahibi- zül Celal’le konuşmasıdır. İlk okunan dua; Sübhanneke duası. “Sübhâneke” kelimesinin anlamı “Allahım seni tesbih ve tenzih ederim, sen en yücesin, sen en büyüksün” demektir. Daha sonra “Fâtiha” suresi okunur. Bir kudsi hadiste Yüce Allah şöyle buyurur:

12  Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar 13  Müslim, Mesacid, 283

16  Abdullah Murad Şükrüoğlu, A.g. 17  Müslim, Salât, 37

“Ben namazdaki Fâtiha suresini kulumla kendi aramda yarı yarıya bölüştürdüm, kulumun istediği onundur.” der ve şöyle devam eder: Kul “Elhamdü lillâhi Rabbi’l’âlemîn” dediği zaman, Allah: “Kulum beni senâ etti” der. Kul: “Mâliki yevmiddîn” dediği zaman, “Kulum beni övdü” der. Kul “İyyakena’budu ve iyyakenestain” dediği zaman: Allah: “Bu kulumla benim aramdadır ve kuArkasından eller bağlanır. Sağ el sol elin üze- lumun istediği hakkıdır” der. Kul: “İhdine’ssırâta’lrine örtülür. Aynı zamanda zahiri ifade eden sağ müstakîm sırâtallezine en’amte aleyhim gayri’lmağdubi aleyhim ve le’ddallîn” dediği zaman el, batını ifade eden sol eli örtmüştür. Allah: “İşte bu kulumundur ve kulumun istediği Kıyam: NAMAZ; RUH FOTOĞRAFINIZIN hakkıdır” buyurdu.”17 Fatiha suresi ile kul; ‘Ya Rabbi! Bana kulluk etme gücünü veren Sensin, ŞEKİLLENDİĞİ KARANLIK ODANIZDIR.12 hamd sanadır. Beni nimet verdiklerinden eyle’ “Evimizin önünden akan bir nehir olsa, günde diyerek dua etmektedir. beş defa bu nehirde yıkansanız, üzerinizde kirRüku: Aliyyül Hamid, Azizül Hakim olan den pastan hiç eser kalır mı? İşte beş vakit namaz 14  Abdullah Murad Şükrüoğlu, A.g.e böyledir, günahları siler süpürür.”13 15  İsra/14

Bizbiriz Dergisi

26


Allah’ın huzurunda saygı ve tazim ile boyun eğmektir. Boyun kişinin hürriyetini ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de kadın köleyi hürriyetine ka-

‫َر َق َب ٍة َت ْحريِ ُر‬

’ denilir. Kadın köle vuşturmak için ‘ demek olan ra-ka-be Arapça’da boyun anlamındadır. Rükuya eğilen kişi de boynunu efendisinin önünde eğerek, ‘ben senin kölenim’, sahibim, Rabbim Sen’sin demektedir.

‫ين‬ َّ ‫لسلَا ُم َع َل ْي َنا َو َع َلى ِع َبا ِد الل ِه‬ َ ‫الصالِ ِح‬ َّ َ‫ا‬

«Selâm bize ve Allah’ın salih kullarının üzerine olsun.» şeklindeki duasıyla tahiyye ve selâmı bütün salih kullara gönderir. Böylece mü’min, dualarının kabul edilmesi ümidiyle diğer mü›minleri de ibadetine katarak onları da bu samimi duaya ortak etmiş olmaktadır.

Sücud: Ebû Hüreyre (ra)’den rivayet edildiği- Bundan sonra mü’min, ne göre Resûlullah (sav)şöyle buyurdu: “Kulun Rabbine en yakın olduğu hal secde halidir. İşte bu sebeple secdede çok dua etmeye bakın”.18 tir.

Secde; sidretü’l müntehanın ötesine geçmek-

‫�َأ ْش َه ُد �َأ ْن َلا �إِلَ َه �إِ َّلا الل ُه َو�َأ ْش َه ُد �َأ َّن ُم َح َّمدًا‬ ‫َع ْب ُد ُه َو َر ُسولُ ُه‬

“Şahadet ederim ki Allah’tan başka hakiki mabud yoktur. Yine şahadet ederim ki Hz. Muhammed (sav) Allah’ın kulu ve rasulüdür.” diyerek, nimet verenin Allah olduğuna şehadet ederek, O’nun sonsuz nimetlerine kavuşmakta ve bu nimetlere ulaşmaya vesile olanın da Efendimiz olduğunu hatırlayıp içten gelerek Allah’ın tek ve eşsiz ilâh olduğuna şehadetini ilan eder.19

Secde insanın nefis mekanının, alnının yere değmesidir. ‘Topraktan geldik, toprak olacağız’ demektir. Fizik olarak ta bir nevi topraklanmadır secde. İçteki nefsi, şeytani kötü elektriği temiz ve temizleyici toprakla gidermektir. İnsanın Adem olmasıdır. Sözlükte Adem kelimesi “yokluk, hiçlik, varlığın zıddı ve varlığın yaratılmasından önceki hal” demektir. Yani kul, yegane var olan Vacid “İşte onlar her daim namazdadırlar”.20 Her an Allah-u Teala’nın huzurunda fani olur. Tüm benlihuzurda olduğunu, bir an dahi olsa Allah’tan gağinden soyunur da O’nun varlığında hiç olur. fil olmanın huzursuzluğunu ruhlarında hissederTahiyyat: Uzun miraç yolculuğunun sonunda ler. Basir ve Semi’ olan Allah-u Teala’ya karşı haya Hak Teala ile Habib-i Kibriya (asm) efendimiz ara- içinde ve istiğfar halindedirler. sında olan muhabbeti dinleme, dinlenme, aşkla Alnı secde görenin, demlenmedir. Tahiyye duası ile mü’min,

‫ات‬ ُ ‫ات َوال َّط ِّي َب‬ ُ ‫الص َل َو‬ ُ ‫اَل َّت ِح َّي‬ َّ ‫ات لِل ِه َو‬

“Bütün kavlî (tahiyyat), bedenî (salâvat) ve malî (tayyibât) ibadetler Allah’a mahsustur.” diyerek, önce Allah’a selâm ve saygılar sunmaktadır. Ardından Rasulullah (sav)’e hitaben

‫لسلَا ُم َع َل ْيكَ �َأ ُّي َها ال َّن ِب ُّى َو َر ْح َم ُة الل ِه َو َب َركَاتُ ُه‬ َّ َ‫ا‬

Gönlü gam görmez. Bu yazıyı sohbetlerinden derlediğimiz Abdullah Murad Şükrüoğlu (ks) Hocaefendi; ‘Efendim, Hak namazı kılmak için ne yapmak gerekir’ diyen talebesine şu kısa lakin konunun özünü hatırlatan şu cevabı verir; -Önce namaza kalkmak gerek!

‫الصلا َ ِة َح َّي َع َلى الفَلا َ ٍح‬ َّ ‫َح َّي َع َلى‬

“Ey Rasulüm! Selâm ile birlikte Allah’ın rahmeti ve bereketi sana olsun.” demektedir. Bundan Allah’ım! Ömrümüzün kalan kısmını, geçen sonra mü’min kendisi ve ibadette bulunan kar- .kısmından hayırlı eyle! Amin deşleri için Allah’a karşı yapılan vazifenin fayda ve tesirlerini Rabbinin koruyup sağlaması ümidiyle bizlik şuuru içinde

‫ِفى اَ َم ِان الل ِه‬

18  Müslim, Salât 215, Ebû Dâvûd, Salât 148; Nesâî, Tatbîk 78.

19  Kurtubî, el-Cami Liahkâmi’l-Kur’ân 20  Mearic /23

Bizbiriz Dergisi

27


Bizbiriz Dergisi

28



Varisün-Nebi Abdullah Murad Şükrüoğlu

Ruhun miracı, duadır.

Bedenin sıhhati, namazdır


Ayın Sohbeti VarisÜn-Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...

ÜÇ AYLARIN FAZİLETLERİ VE MÜBAREK GECELER “Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek Efendimizin miraca çıkması olayıdır. kıl ve bizi Ramazan ayına kavuştur.” Berat Kandili: Şaban ayının 15.gecesidir İnsanlar, dünyevi işlere kendilerini bazen Kadir gecesi: Ramazan ayının 27. gecesidir çok fazla kaptırıyorlar ve uhrevi görevlerini Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v), ikinci plana itiyorlar. Zamanın normal seyri üç aylar girince şu duayı yaparmış; sırasında aynı meşguliyetlerle devam eden hayat sıradanlaşıyor, hatta sıkıcı olmaya başlıyor. Allah-u Teala hem manevi hayattan uzaklaşmamızı önlemek, hem de sıradanlaşan zamana ve hayata manevi bir canlılık katmak için bazı ay, hafta ve günlere özel bir değer atfetmiştir.

‫اَللَّ ُه َّم َبا ِر ْك لَ َنا ِفي َر َج َب َوشَ ْع َبا َن‬ ‫َو َبلِّ ْغ َنا َر َم َضا َن‬

Allah, zaman içinde özel ve değerli anlar yaratmıştır. Bunlar, bayram günleri ve geceleri, “Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek Cuma geceleri, üç aylar diye adlandırdığımız Recep, Şaban ve Ramazan ayı ve Kandil kıl ve bizi Ramazan ayına kavuştur.” Amin. geceleridir. Üç aylar mevsimi aynı zamanda Üç Aylar ve Kandiller Muhasebe Ayıdır kandiller mevsimidir. Allah-u Teala’ ya yakınlığım nasıl? Onun Beş kandil gecesinin dördü üç aylar içerisinde istediği bir kul olabildim mi? Beni ondan yer alır. uzaklaştıran kötü alışkanlıklarım var mı? Her an ölüm gelecek olsa buna ne kadar hazırlıklıyım? Üç aylarda yer alan kandiller: Ahretimi mamur edecek bir hazırlığım var mı? Regaib Kandili: Recep ayının ilk Cuma sorularının sorulduğu, nefsin hesaba çekildiği gecesidir aylardır üç aylar. Miraç Kandili: Recep ayının 27. gecesi ve İşte bakın, bir sene boyunca geçtiğiniz sırat! Bizbiriz Dergisi

31


İlk önce Mevlid kandili, doğduk; ardından Regaib, sevdik, meylettik; sonra Miraç, yüceldik, uruç ettik; ondan sonra Beraat; geçmişimizden azat olduk ve Kadir, Kadir-i Mutlak olan Allah’ın kudretinden geleceğimizi istedik. Bundan sonra bayram eder de insan, dilinden düşürmez;

Receb ayına sağır denmesinin bir başka anlamı da şöyle ifade edilir: Bu ayın bereketi hürmetine, bu ayda işlenen günah ve hataları manen bu ay duymamakta, mü’minlerin sadece ibadet ve sevaplarına şahitlik etmektedir. Böylece Cenab-ı Hak mü’min kullarının bu ayda işlemiş oldukları günahları bağışlamaktadır.

Ama Sen!!! Hepsinden b-i habersen, Mevlid’te tevhit tohumunu gönlüne ekmediysen, Regaib’te besleyip, büyütmediysen, Miraç’ta yücelere erdirmediysen, Beraat’te azat edilmediysen, Kadir’de kıymetini istemediysen, Hak ve Hakikat bayramına eremezsin. Receb Ayı Receb, tazim ve saygı anlamına gelir, İslam öncesi Araplar Receb ayına ayrı bir ehemmiyet verirler, saygı gösterir ve şanını yüceltirlerdi. Receb ayı gelince kılıçlar kınına sokulur, oklar torbalarına yerleştirilir, derin ve kanlı husumetlerin üzerine geçici de olsa bir sükûnet örtüsü çekilirdi. Artık o gürültülü ve korkunç çöller tatlı bir huzurun baharına dalar, her taraf bir güven ve selâmet sahasına dönerdi. Öyle ki, bu ayda bir kimse babasının katiline rastlasa bile başını kaldırıp kaşına bakmazdı. Bu aya “sağır ay”denilmesi de sükûnet mevsimi olmasındandır. Receb ayına sağır denmesinin bir başka anlamı da şöyle ifade edilir: Bu ayın bereketi hürmetine, bu ayda işlenen günah ve hataları manen bu ay duymamakta, mü’minlerin sadece ibadet ve sevaplarına şahitlik etmektedir. Böylece Cenab-ı Hak mü’min kullarının bu ayda işlemiş oldukları günahları bağışlamaktadır.

kalplerdeki yerini bir kat daha artırmıştır. “Allah’ın, gökleri ve yeri yarattığı günden beri, ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü, haram (hürmetli) olan aylardır.” (Haram aylar, Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharremdir.)1 “Recep ayı Allah’ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan da ümmetimin ayıdır.”2 “Receb ayında Allah-u Teala’ya çok istiğfar edin; çünkü Allah-u Teala’nın, Receb ayının her vaktinde Cehennemden azat ettiği kulları vardır. Ayrıca Cennette öyle köşkler vardır ki, ancak Receb ayında oruç tutanlar girer.” 3

İslâmiyet gelince de Receb ayına mahsus olan “Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez; saygı devam ettirildi. Bilhassa Regaib ve Mi’rac Regaib gecesi, Şabanın 15. gecesi, Cuma gecesi, gibi tecellilerle şereflendirildi. Ramazan bayramı ve Kurban bayramı gecesi.”4 Receb ayın, “recm ayı” da denir. Buna göre, “Cennette öyle köşkler vardır ki, onlara ancak mü’minlerin eziyet ve zahmet vermemesi için Receb ayında oruç tutanlar girer.” 5 şeytanlar bu ayda taşlanır, kovulup uzaklaştırılır. “Receb-i şerifin bir gün başında, bir gün Receb ayına “mutahhar” denmesinin sebebi, ortasında ve bir gün de sonunda oruç tutana, bu ayı oruçlu geçirenlerin günah ve hatalarından Receb’in hepsini tutmuş gibi sevab verilir.”6 temizlenip paklanmasıdır. Receb ayının Nebiler “Ramazan ayı dışında Allah rızası için bir gün tarihinde ayrı bir yeri vardır. Meselâ, Nuh (a.s) ve kavmi Receb ayında gemiye binmiş ve tufandan oruç tutan, iyi bir yarış atının bir asırda alacağı mesafe kadar Cehennemden uzaklaşır.” 7 kurtulmuşlardır. Receb ayı Hicrî ayların yedincisi ve Ramazan ayından iki ay öncesidir. Fazileti bakımından ayrı bir yeri vardır. Regaib ve Mi’rac gibi mübarek geceleri içinde bulundurması faziletini daha da arttırmaktadır. Ayrıca, Kur’ân’da haram aylar olarak geçen dört aydan birisi olması, Müslüman

Bizbiriz Dergisi

32

1  2  3  4  5  6  7

İbni Cerir Acluni, Keşfu’l-Hafa, 1/423 Deylemi İ.Asakir Miftahü’l-Cenne Gunye Taberani


Çünkü bu ayda özellikle mağfiret boldur. Bu ayda, halkın kan dökmesine mani vardır. Bu ayda, Allah-u Teala, Peygamberlerinin tövbelerini kabul buyurmuştur. Allah-u Teala bu ayda, peygamberlerini düşmanlarından korumuştur. Bir kimse, Recep ayını oruçlu geçirirse, Allah-u Teala üç şeyi onun için gerekli kılar. Şöyle ki, Geçmiş günahlarının tümünü bağışlar. Kalan ömrünün temiz geçmesini temin eder. Büyük huzura çıkılan kıyamet gününün susuzluğundan da onu emin kılar

Geçmiş günahlarının tümünü bağışlar. Kalan ömrünün temiz geçmesini temin eder. Büyük huzura çıkılan kıyamet gününün susuzluğundan da onu emin kılar.” Rasulullah (s.a.v)’e sorarlar; “Ya Rasulullah! Recep ayının tümünü oruçlu geçirmeye gücüm yetmez. -“O halde, ilkinden bir gün, ortasından bir gün, sonundan da bir gün tutarsın. Böyle ettiğinde ayın tümünü oruçlu geçirmiş olursun. Zira, yapılan iyilikler on misli sevap getirir”� Recep Ay’ın da yapılan dualar kabul edilir, günahlar affedilir. Bu ayda günah işleyenin mükafatı da, cezası da kat kat olur. Hz. Hüseyin (r.a) anlatır;

Kabe’yi tavaf ederken yanık sesle Allah-u Teala’ya dua eden birinin sesini işittik. Babam bunu çağırmamı emretti. Güzel yüzlü, temiz bir kimse idi. Ancak sağ tarafı felç olmuş, kurumuş, “Allah-u Teala, Receb ayında oruç tutanları hareketsiz idi. Ona: mağfiret eder.”8 -Sen kimsin, durumun ne böyle? dedim. O “Allah-u Teala Receb ayında hasenatı kat kimse dedi ki: kat eder. Bu ayda bir gün oruç tutan, bir yıl -Adım Menazil. Ben çalgı çalmak, şarkı oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. 7 gün oruç söylemekle şöhret salmış, Arabistan’ın tutana, Cehennem kapıları kapanır. 8 gün tutana Cennetin 8 kapısı açılır. 10 gün tutana, ünlülerinden bir gençtim. Hep nefsin arzularımın Allah-u Teala istediğini verir. 15 gün oruç peşinde koştum. Recep ve Şaban Ay’larında bile tutana, bir münadi, “Geçmiş günahların af oldu” bu günahlara devam ederdim, Salih ibadetler der. Allahü teâlâ Nuh aleyhisselamı Receb’de işleyen babam beni bu günahlardan kurtarmaya gemiye bindirdi. O da, Receb ayını oruçlu geçirip çalışırdı. Bana ‘Allah-u Teala’nın azabı şiddetlidir, bir anda kahredebilir, kötü arkadaşlardan oradakilere oruç tutmalarını emretti.”� vazgeç, kötü işleri bırak, melekler bu aylarda Yukarıda ki hadis-i şeriflerden anlaşıldığı senden şikayet ediyorlar’ dedi. Nasihate hiç üzere Recep ayında oruç tutmak pek faziletlidir. tahammülüm yoktu. Babamın üzerine yürüyüp, Çünkü Rasulullah (s.a.v) efendimiz bu ayda döverek susturdum. ‘Beytullah’ a gidip şerrinden oruç tutmuştur. Bazı yıllarda tamamına yakınını kurtulmak için Allah-u Teala’dan yardım oruçlu geçirmiş, bazı yıllarda da az bir kısmını dileyeceğim’ dedi babam. Bir hafta oruç tutup, oruçlu geçirmiştir. Kabe’ye giderek; -“Recep ayı, Allah’ın ayıdır; Şaban ayı, benim ayımdır, Ramazan ayı ise ümmetimin ayıdır”.

– Ey Rabbim! Mazlumların ahını yerde bırakmazsın, bu ayda bu mübarek yerlerde duaları reddetmezsin. Hakkımı Recep ayının niçin Allah’ın ayı olduğu yapılan oğlumdan al, onu felç et, diye dua etti. sorulduğunda; Henüz duası bitmeden sağ tarafım felç oldu. -“Çünkü bu ayda özellikle mağfiret boldur. Bu Beni gören ‘baba bedduasına uğramış kişi’ derdi. ayda, halkın kan dökmesine mani vardır. Bu ayda, Hz. Hüseyin (r.a); Allah-u Teala, Peygamberlerinin tövbelerini -Baban bu hale ne dedi, buyurdu. kabul buyurmuştur. Allah-u Teala bu ayda, peygamberlerini düşmanlarından korumuştur. -Babamdan özür diledim, onun da babalık Bir kimse, Recep ayını oruçlu geçirirse, Allah-u şefkati galip gelerek, beni bağışladı. Beddua Teala üç şeyi onun için gerekli kılar. Şöyle ki, ettiği yerde bu sefer şifa bulmam için hayır 8  Gunyet’üt Talibin, Abdulkadir Geylani dua etmek üzere deve ile gelirken devenin

Bizbiriz Dergisi

33


ürkmesiyle babam düşüp, öldü. Şimdi çaresizim. kelimesi ise, “reğabe”’den türemiş olan bir Üzüntülü ve kırık kalple bu aylarda oruç tutup, isimdir ve kendisine rağbet edilen, arzulanan, geceleri ibadet ediyorum, dedi. taleb edilen şey demektir. Müennesi, “reğîbe”dir. Hz. Ali (r.a) gence dua etti, Recep Ay’ının “Reğîbe”nin çoğulu da “reğâib” dir. Kelime olarak da bereketiyle bu dua Allah kabul etti ve o “Regâib”in aslı budur. felçliye şifa verdi. Receb’in ilk cuma gecesine Regaib gecesi denir. Bu geceye Regaib gecesi ismini melekler Yine eski kavimlerden bir hanım, Kudüs’te vermişlerdir. Her Cuma gecesi kıymetlidir. Bu iki Mescid-i Aksa’nın günlük temizliğini yaparmış. kıymetli gece bir araya gelince, daha kıymetli Recep Ay’ı girince on iki sefer İhlas Suresi’ni okuyarak temizlermiş. Rabbü zü’l-Celal Hz. bazı oluyor. Allah-u Teala, bu gecede, müminlere, kullarına ölümünü muştular. Bu kadına da vefat ragibetler [ihsanlar, ikramlar] yapar. Bu geceye hürmet edenleri affeder. Bu gece yapılan dua edeceği müjdelenince oğluna diyor ki: kabul olur, namaz, oruç, sadaka gibi ibadetlere, -Oğlum ben Hakk’a yürüdüğüm zaman, beni sayısız sevaplar verilir. kefenle değil de Recep Ay’ını saygı ve tazim ile Regaip Kandilinde Yapılması Müstehab geçirdiğim üstümdeki elbiseyle defnet. Tesbihat Ve hanım vefat ediyor. Vefatından sonra oğlu annesinin vasiyetini tutmuyor, bir kefen alıyor ve kefenle annesini defnediyor. O gece oğlunun rüyasına gelen anne:

-Evladım, sana hakkım haram olsun. Sen benim vasiyetimi tutmadın, elbisemle defnetmedin, deyip gözden kayboluyor. Can hıçkırıklarıyla uyanan genç, ertesi gün hemen kabristana koşup annesinin kabrini açıyor. Annesinin orada olmadığını görüyor. Lakin şehitler ölmez, bedenleri çürümez. Ve ne yapacağını bilemiyor. Ertesi gün tekrar rüyasında bir ses; -O bize döndü, onun duvağı gelinliğiydi, diyor.

300 Salavat-ı şerife, 101 Fatiha-i şerife, 101 İhlas-ı şerife, 101 Kadir suresi

Hizb-i Muhammed (s.a.v) kitabımızın günlük evradın son salavatınının ilk 5 salavatı 101 defa, geri kalan salavatlar 33’er defa okunur. Recep Ayına saygı ve tazimi arttırın. İbadetlerinizi arttırın. İhlas Suresi’ni çok okuyun. Fatiha- ı Şerife’yi, Ya-sin, Tebareke, Nebe surelerini çok okuyun, namazlarınızı Kur’an’ı hatmederek kılın.

Recep Ayı’na tazim eden muhakkak ki tazim görür. İnşallah Rabbü zü’l- Celal Hz. bizi ve Regaib Nedir? Regaib, arapça bir kelimedir bütün kardeşlerimizi, inanan mü’minleri affetsin. ve “re-ğa-be” kökünden gelmektedir. “Re-ğa- Rabbim Bir Ramazan Ayı’nda ağzımız oruçlu, be”, kelime olarak, herhangi bir şeyi istemek, dilimiz dualı ve zikirli, Hak aşkıyla kendimizden arzulamak, ona karşı meyletmek ve onu elde geçerek, şehadet ederek aşk ve muhabbetle etmek için çaba sarf etmek demektir. “Reğîb” kendine kavuşanlardan eylesin. Amin. Regaip Kandili

Bizbiriz Dergisi

34


AŞK Söyletme sen dilimi,

Âşık oldu rabbine,

Gönlüm yalnız, seni bilsin.

Dünya görünmez gözüne,

Ayır bedenimden ruhumu,

Yürür gider ateş üstüne,

Ruhum huzur-u hakkı bilsin.

Hem korkusu, tasası yok.

Aşka doymaz bir kere tadan, Aklı fikri bir yana koyan. Görünmez gözüne cümle cihan, Hem dünyada, ahirette olan.

Âşık olmak muradı, İstemez şanı nişanı, Yaktı aşkın çırası, Gözünde gayrısı yok.. Aşktır Mekke’ de doğan,

Aşığın alası yok,

Tüm kâinata yayılan,

Gözünde karası yok,

Aşktır Adem’ in alnında olan,

Rabbe karşı niyazı çok,

Alemi bir anda nura boğan,

Cennet Cehennem tasası yok.

Aşktır Muhammed (s.a.v)’i habibullah yapan ABDULLAH MURAD ŞÜKRÜOĞLU


SAHABE-İ GÜZİN Burak Çınar

(Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)

Hz. Ali (r.a) Resulullah’ın amcasının oğlu, damadı, dördüncü halife. Babası Ebû Talib, annesi Kureyş’ten Fâtıma binti Esed, dedesi Abdulmuttalib’tir. Künyesi Ebu’ı Hasan ve Ebû Tûrab (toprağın babası), lâkabı Haydar; ünvanı Emîru’l-Mü’minin’dir. Ayrıca ‘Allah’ın Arslanı’ ünvanıyla da anılır. Hz. Ali küçük yaşından beri Resulullah’ın yanında büyüdü. On yaşında İslâm’ı kabul ettiği bilinmektedir. Hz. Hatice’den sonra müslümanlığı ilk kabul eden odur. Hz. Peygamber ile Hz. Hatice’yi bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali’ye Peygamberimiz şirkin kötülüğünü, tevhidin manasını anlattığında Hz. Ali hemen müslüman olmuştu. Mekke döneminde her zaman Resulullah’ın yanındaydı. Kâbe’deki putları kırmasını şöyle anlatır: “Bir gün Resul-u Ekrem ile Kâbe’ye gittik. Resul-u Ekrem omuzuma çıkmak istedi. Kalkmak istediğim zaman kalkamıyacağımı anladı, omuzumdan indi, beni omuzuna çıkardı ve ayağa kalktı. Kendimi is-

Bizbiriz Dergisi

36

tesem ufukları tutacak sanıyordum. Kâbe’nin üzerinde bir put vardı, onu sağdan soldan ittim. Put düştü, parça parça oldu. Resulullah’ın omuzlarından indim. İkimiz geri döndük.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 384). Resul-u Ekrem, en yakın akrabasını uyarmak ve hakkı tebliğ etmek hususunda Allah’u Teâlâ’dan emir alınca onları Safa tepesinde toplayıp ilâhî emirleri tebliğ edince, Kureyş müşrikleri onunla alay etmişti. İkinci toplantıyı yapmasını Hz. Ali (r.a.)’ye bıraktı, Ali de bir ziyafet hazırlayarak Hasimoğullarını davet etti. Resulullah yemekten sonra: “Ey Abdülmuttaliboğulları, ben özellikle size ve bütün insanlara gönderilmiş bulunuyorum. İçinizden hanginiz benim kardeşim ve dostum olarak bana bey’at edecek” dedi. Yalnız Ali (r.a.) kalktı ve orada Resulullah’a onun istediği sözlerle bey’at etti. Bunun üzerine Resul-u Ekrem, “Karde-


şimsin ve vezirimsin “ diyerek Hz. Ali’yi taltif etti. Hz. Peygamber hicret etmeden önce elinde bulunan emanetleri, sahiplerine verilmek üzere Ali’ye bıraktı ve o gece Hz. Ali, Resulullah’ın yatağını da yatarak müşrikleri şaşırttı. Böylece Hz. Ali, Hz. Peygamber’i öldürmeye gelen müşrikleri oyalayarak onun yerine hayatını tehlikeye atmış, bu suretle Peygamber’e hicreti sırasında zaman kazandırmıştır. Hz. Ali, Peygamberimiz’in kendisine bıraktığı emanetleri sahiplerine verdikten sonra Medine’ye hicret etti. Medine’de de Hz. Peygamber’in devamlı yanında bulundu, bütün cihat harekâtlarına katıldı, Uhud’da gâzî oldu. Bedir’de sancaktardı. Aynı zamanda keşif kolunun başındaydı; hakim noktaları tesbit ederek Hz. Peygamber’e bildirdi. Bu mevkiler işgal edilerek, Bedir’de önemli bir savaş harekâtını başarıya ulaştırdı. Bedir gazasının başlamasından önce, Kureyşliler’le teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Bu döğüşte, hasmı Velid b. Muğire’yi kılıcı ile öldürdüğü gibi, Hz. Ebû

Ubeyde zor durumdayken yardımına koştu ve onun hasmını da öldürdü. Kendisine “Allah’ın Arslanı” lâkabı ve Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan ve bir de deve verildi. Hz. Ali, Bedir savaşından sonra Hz. Peygamber’in kızı Hz. Fâtıma ile evlendi. Nikâhını Hz. Peygamber kıydı. O zamana kadar Resulullah’la oturan Hz. Ali nikâhtan sonra ayrı bir eve taşındı. Hz. Ali’nin, Hz. Fâtıma’dan üç oğlu, iki kızı dünyaya geldi. Hicret’in üçüncü yılında Uhud savaşında, müslüman okçuların hatası yüzünden müşrikler müslümanların üzerine saldırmışlar ve Hz. Peygamber de yaralanarak bir hendeğe düşmüş ve düşman onun öldüğünü yaymıştı. Halbuki o sırada döğüşe döğüşe gerileyen Hz. Ali, Hz. Peygamber’in içine düştüğü hendeğe ulaşarak, onu korumaya almıştı. İki tarafın da kazanamadığı bu savaşta Hz. Ali birçok yerinden yaralanarak gazi oldu.

Bizbiriz Dergisi

37


Uhud savaşından sonra Hz. Ali “Benu Nadr” Yahudilerinin hainlikleri üzerine bu kabile ile yapılan savaşı bizzat idare etti. Bütün çarpışmalarda Hz. Ali kahramanca döğüşmüş ve müşriklerin en meşhur savaşçılarını öldürmüştür. Hudeybiye barışında sulh şartlarının yazılmasında o memur edildi. Hz. Ali, sulhnameyi yazmaya şöyle başladı: “Bismillâhirrahmânirrahîm . Muhammed Resulullah....” Ancak müşrikler bu ifadeye itiraz ettiler. Hz. Peygamber, “Resulullah” yerine “Muhammed b. Abdullah” yazmasını Hz. Ali’ye söylemiş fakat Hz. Ali “Resulullah” ifadesinin yazımında ısrar etmiştir. Hz. Ali Mekke’nin fethi sırasında yine sancaktardı. “Keda” mevkiinden Mekke’ye girdi. Mekke kan dökülmeden fethedildi. Hz. Peygamber ile birlikte Kâbe’deki bütün putları kırdılar.

Yemen bölgesinin İslâm’a girmesi zordu. Görev yine Ali b. Ebi Talib’e verildi. Hz. Ali “Bu çok güç bir iş” dedi. Resulullah da “Ya Rabb, Ali’nin dili tercümanı, kalbi hidayet nurunun memba olsun” diye dua edince, Ali, siyah bir bayrak alarak Yemen’e gitti, kısa süren irşadları sayesinde Yemen’in bütün Hemedan kabilesi müslüman oldu. Hz. Peygamber’in vefatı sırasında, hücresinde bulunanların başında geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife seçildiği sırada Hz. Ali Resulullah’ın hücresinde tekfin ile meşgul idi. Hz. Ömer devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip adeta İslâm devletinin baş kadısı olarak görev yaptı. Hz. Ömer’in şehâdeti üzerine yine devlet başkanını seçmekle görevlendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.

Mekke’nin fethinden sonra Resulu Ekrem, Hâlid b. Velid’i Benu Huzeyme kabilesine gönderdi. Bu kabile ya cehaleti, ya da bedevî olmalarından, “müslüman olduk” anlamındaki “eslemResulu Ekrem hicretin na” kelimesi yerine “sab9. yılında Tebük seferine bena” dediği için Hâlid b. çıkarken Hz. Ali’yi ehl-i Velid hiddetlendi ve onlarla beytin muhafazası için harp etti. Hz. Peygamber olayı duyunca çok üzüldü. Medine’de bıraktı, ancak Hz. Ali’yi bu hatayı telâfi ile bu sefere katılamadığı için görevlendirdi. Hz. Ali Benu müteessir oldu. Bunun Huzeyme’ye giderek öldüüzerine Resulullah: “Musa’ya rülenlerin diyetini ödeyip göre Harun ne ise, sen mağdur olanların zararlarını telâfi etmişti. bana karşı o olmak istemez

Hz. Osman’ın hilâfeti döneminde idarî tutumdan pek memnun olmamakla birlikte İslâm devletinin muhtelif vilâyetlerinden gelen şikayetleri hep Hz. Osman’a bildirmiş ve ona hâl çareleri teklif etmişti. Hz. Osman’ı muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden gelen gayreti sarfetti.

Hz. Osman’ın şehâdetinden sonra İslâm’ın ileri gelen şahsiyetleri ona bey’at ettiler. Ancak onun bu dömisin?” dedi. Ali, bu iltifattan Huneyn gazasında müsnemi Allah’ın bir takdiri olalümanlar bir ara bozulup çok memnun oldu. rak son derece karışık bir dağıldılar. Sayıları binleri dönem oldu. Hilâfete geçtibulduğu halde içlerinden ğinde hâlledilmesi gereken ancak birkaç kişi sabredip bir çok problemle karşı karşıya kaldı. Bu karışıklıklar dayanabildi. Hz. Ali bu savaşta yalnız sabırla tahamCemel ve Sıffın gibi iç çatışmaları doğurdu. İslâm devmül etmekle kalmayarak gösterdiği yiğitlik ve kuleti bünyesindeki bu ihtilâfları giderme konusunda mandanlıkla İslâm ordusunun kendi safında toparbüyük fedakârlık ve gayretler gösterdi. lanmasını sağladı. Nihayet, Kûfe’de 40/661 yılında bir Hârici olan AbResulu Ekrem hicretin 9. yılında Tebük seferidurrahman b. Mülcem tarafından sabah namazına ne çıkarken Hz. Ali’yi ehl-i beytin muhafazası için giderken yaralandı. Bu yaranın etkisiyle şehid oldu. Medine’de bıraktı, ancak bu sefere katılamadığı için Hz. Ali devamlı olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)’in yamüteessir oldu. Bunun üzerine Resulullah: “Musa’ya göre Harun ne ise, sen bana karşı o olmak istemez nında bulunduğu için Tefsir, Hadîs ve Fıkıhta sahabenin ileri gelenlerindendir. Hatta Resulullah’ın tabiri ile misin?” dedi. Ali, bu iltifattan çok memnun oldu. “ilim beldesinin kapısı” olarak ümmetin en bilgini idi. Berae suresinin ayetleri nazil olunca, Resulullah Hz. Peygamber yolunda insanları hakka iletmek için Hz. Ali’yi Mekke’ye gönderdi. Bu suretle hiçbir müşbüyük gayretler sarfetmiş ve hilâfet dönemi iç karırikin artık Kâbe-i Şerîfi bundan sonra haccedemeyeşıklıklarla dolu olmasına rağmen İslâm’ın öğretilmesi ceğini bildirdi. ve öğrenilmesi hususunda büyük katkıları olmuştu.

Bizbiriz Dergisi

38


Medine’de duruma hakim olup yönetimi tam olarak eline aldıktan sonra öğretim için merkezde bir okul kurdu. Arapça gramerin öğretilmesini Ebu Esved ed-Düeli’ye, Kur’an okutma ve öğretme işini Abdurrahman esSülemi’ye, Tabiî ilimler konusunda öğretmenlik görevini Kümeyl b. Ziyâd’a verdi. Arap edebiyatı konusunda çalışma yapmak üzere de Ubade b. esSamit, ve Ömer b. Seleme’yi görevlendirdi. Devlet yönetimi ve hizmetlerini; maliye, ordu, teşrî ve kaza gibi bölümlere ayırarak yürütüyordu. Malî işleri, dağıtma ve toplama diye iki kısma ayırmazdı. Ümmetin malını ümmete dağıtırken de son derece titiz davranırdı. Kendisine bir pay ayırma noktasında gayet dikkatli olup, kimsenin hakkına tecavüz etmemekte de büyük bir örnek idi. Kendisini Kûfe’de görenler, kışın soğuğunda ince bir elbisenin altında tir tir titreyerek camiye gittiğini aktarırlar. Devlet yönetici ve memurlarının nasıl davranmaları gerektiği konusunda şu yönetmeliği hazırlamıştı. 1. Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlamayın . 2. Müslüman olsun olmasın herkese aynı davranın. Müslümanlar kardeşleriniz, müslüman olmayanlar ise sizin gibi bir insandır. 3. Affetmekten utanmayın. Cezalandırmada acele etmeyin. Emriniz altında bulunanların hataları karşısında hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyin .

vap verin. 11. Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediğinize kendilerini inandırın . 12. Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden dönmeyin. 13. Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yığmalarına izin vermeyin. 14. El işlerine yardım edin; çünkü bu yoksulluğu azaltır, hayat standardını artırır. 15. Tarımla uğraşanlar devletin servet kaynağıdır ve bir servet gibi korunmalıdır. 16. Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere bakmak olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Memurlarınız onları incitmesin, onlara kötü davranmasın. Onlara yardım edin, koruyun ve yardımınıza ihtiyaç duydukları her zaman huzurunuza çıkmalarına engel olmayın .

Üzerinde farz namaz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe Allah’u Teâlâ onun nafile namazlarını kabul etmez.

4. Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker. 5. Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemiş ve devletin suçlarından ve zulümlerinden sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat edin. 6. Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin ve çıkar ummadan ve korkmadan acı gerçekleri söyleyebilenleri tercih edin. 7. Atamalarda araştırma yapmayı ihmal etmeyin. 8. Haksız kazanç ve ahlâksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin. 9. Memurlarınızın hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiğiniz samimi kişileri kullanın. 10. Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz ce-

17. Kan dökmekten kaçının, İslâm’ın hükümlerine göre öldürülmesi gerekmeyen kimseleri öldürmeyin. Hz. Ali bütün bu emirleri kendi nefsinde eksiksiz uygulayan bir halifeydi. Beş yıllık halifeliği çok önemli olaylarla, savaş ve sıkıntılarla geçmişti. Fitnelere karşı sonuna kadar doğru yoldan sabırla mücadele etmek istedi sonunda şehid oldu.

Hz. Ali İslâm’ın bütün güzelliklerine vakıftı. Çünkü o, Resulullah’ın daima yanında bulunmuştu. Vahiy kâtibiydi, hâfız, müfessir ve muhaddisti. Hz. Peygamber’den beş yüzden fazla hadis rivayet etti. Ahkâmın nazariyatından çok amelî keyfiyetine bakardı: “Halka anladıkları hadisleri söyleyiniz. Allah ile Peygamber’in tekzip edilmesini ister misiniz?” (Buhârî, İlim) demiştir. Hz. Ali’nin, Hz. Fâtıma’dan Hasan, Hüseyin, Muhsin adlı oğulları ve Zeynep, Ümmü Gülsüm adlı kızları oldu. Hz. Ali âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarışan, takva sahibi ve son derece cömertti. Medine’de müslümanların durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali de bir hizmetçi almaya karar verip, Resulullah’a gitti. Resulullah kızıyla damadının arasına girerek: “Ben size

Bizbiriz Dergisi

39


hizmetçiden daha hayırlısını haber vereyim. Yatarken otuzüç kere Allahü ekber, otuzüç kere Elhamdülillah, otuzüç kere de Subhanallah deyin” buyurdu. Yine bir gün yiyecek çok az yemekleri olan Hz. Ali ile ailesi sofraya oturdukları sırada kapılarına bir dilenci geldi, onlar da yemeği dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen bir yetime, üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini verdiler. Bu olay üç gün sürdükten sonra şu ayet-i kerime indi: “şüphesiz en iyiler mizacı kâfur olan bir tastan içerler. Allah’ın kullarının taşıra taşıra içeceği bir kaynak. Adağı yerine getirirler ve şerri yaygın olan bir günden korkarlar. İçleri çektiği hâlde yiyeceği, miskine, yetime ve esire yedirirler. ‘Biz sizi ancak Allah’ın rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz oldukça asık suratlı zorlu bir günden dolayı Rabbımızdan korkuyoruz’ derler. Allah da bu günün şerrinden onları korur. Onlara parlaklık ve sevinç verir.” (İnsan, 5/11)

Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Ali’ye buyurdu: “ Ya Ali, altıyüzbin koyun mu istersin, yahut altıyüzbin altın mı veya altıyüzbin nasihat mı istersin ? “ Hz. Ali dedi: “Altıyüzbin nasihat isterim.” Peygamberimiz buyurdu: “Şu altı nasihate uyarsan altıyüzbin nasihata uymuş olursun: 1. Herkes nafilelerle meşgul olurken sen farzları ifa et. Yani farzlardaki rükünleri, vacipleri sünnetleri, müstehapları ifa et. 2. Herkes dünya ile meşgul olurken sen Allah’u Teâlâ’yı hatırla. İslâm’a uygun yaşa; İslâm’a uygun kazan; İslâm’a uygun harca. 3. Herkes birbirinin ayıbını araştırırken sen kendi ayıplarını ara. Kendi ayıplarınla meşgul ol. 4. Herkes dünyayı imar ederken sen dinini imar et, zinetlendir. 5. Herkes halka yaklaşmak için vasıta ararken, halkın rızasını gözetirken sen Hakk’ın rızasını gözet; hakka yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara. 6. Herkes çok amel işlerken sen amelinin çok olmasına değil, ihlaslı olmasına dikkat et.”

Hz. Ali’nin “Zülfikâr” adı verilen meşhur bir kılıcı vardı. Kılıcın ağzı iki çatallı idi ve Hz. Ali’ye Resulullah tarafından hediye edilmişti.

Hz. Ali buyurdu: “Kişi dili altında saklıdır. Konuşturunuz, kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız.” “İnsanın yaslanıp Rabbini bildikten sonra ölmesi, küçükken ölüp hesapsız Cennet’e girmesinden daha hayırlıdır. “

Hz. Ali’nin cömertliği, insanîliği, Resulullah’a olan yakınlığıyla edindiği büyük Amellerin en zoru manevî miras onu yüzyılüçtür. Bunlar; nefsin lardır halk inançlarında “Kul ümidini yalnız hakkını verebilmek, destani bir kişiliğe bürünRabbi’ne bağlamalı ve yalher halde Allah’u dürmüştür. Bir gün onun nız günahları kendini kordört dirhemi vardı. Birini Teâlâ’yı hatırlayabilmek, kutmalıdır. “ açıktan, birini gizliden birini kardeşine bol bol ikramda “Cahil, bilmediğini sorgündüz, birini de gece infak bulunabilmektir. maktan utanmasın. Âlim, etti ve hakkında şu ayet-i içinden çıkamayacağı bir kerime indi: “Mallarını gece meselede en iyisini Allah’u ve gündüz, gizli ve açık olaTeâlâ bilir’ demekten sakınrak infak edenler. Onlar için Rabbleri katında karşılıkları vardır ve üzülecek de de- masın.” ğillerdir.” (el-Bakara, 2/274). “Sizin için korktuğum şeylerin en başında, nefsiHz. Ali’nin peygamberimizden rivayet ettiği bazı hadis-i şerifler: “Günah işleyen biri pişman olur, abdest alır namaz kılar ve günahı için istiğfar ederse Allah’u Tealâ Nisâ suresinde ‘Biri günah işler veya kendine zulmeder sonra pişman olup Allah’u Teâlâ’ya istiğfar ederse Allah’u Teâlâ’yı çok merhametli ve af ve mağfiret edici bulur’ buyurmaktadır.”

nin isteğine uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birincisi hak yoldan alıkoyar; ikincisi ise ahireti unutturur. “

“Üzerinde farz namaz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe Allah’u Teâlâ onun nafile namazlarını kabul etmez. “

“Kalpler, kaplara benzer. Hayırlı olanı, hayırla dolu olanıdır.”

“Malınızın zekâtını veriniz. Biliniz ki, zekâtını vermeyenlerin bunu vazife kabul etmeyenlerin namazı, orucu, haccı ve cihadı ve imanı yoktur. “

Bizbiriz Dergisi

40

“Amellerin en zoru üçtür. Bunlar; nefsin hakkını verebilmek, her halde Allah’u Teâlâ’yı hatırlayabilmek, kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir. “ “Takva, hataya devamı bırakmak; aldanmamaktır.“

“Bana bir harf öğretenin kölesi olurum. “ Hz. Ali bu ümmetin en ileri gelenlerinden biri olarak İslâm’ın bize kadar gelmesinde büyük rolü olan sahabelerdendir .


MÜSLÜMAN BİLİMADAMLARI FARUK KUL Ebu’l-Velîd Muhammed Ibn-i Ahmed Ibn-i Ancak Ibn-i Rüşd’ün Islâm Muhammed Ibn-i Rüşd 1126’da Kurtuba’da aleminde hemen hemen hiç doğdu. Ailesi fıkıh sahasındaki derin bilgibir öğrencisi yàhut halefi siyle tanınıyordu, babası ile dedesi Endülüs olmamıştır. Hatta O’nun başkadılığı (Kâdıu’l-kudât) gürevinde bulunmünekkitleri bile yok denecek muşlardı. Bu dindar sülale ona İslami araştırkadar azdır. İbn-i Teymiye malarda yüksek bir seviyeye ulaşma fırsatı (öl. 1327) istisna edildiğinde, verdi. Bir alimden aldığı derslerle Kur’an ,tefonlardan hiç biri İbn-i Sina’nın sir, hadis, fıkıh arap dili ve edebiyatına dair büyük münekkidi Gazâlî ilimleri öğrenen İbn-i Rüşd, babasından Mamesâbesinde değ’ildi. likilerin kitabı Muvatta’yı okuyarak ezberledi. Ayrıca matematik, fizik, astronomi, mantık, Aristo’nun eserlerine şerhler yazmasını emfelsef ve tıp gibi sahalarda ilmî araştırmalarıretti. Marrâkuşî’nin verdiği bilgilere göre İbn nı sürdürdü. (El-Ehvani, 1990, s.163-64). Rüşd emirle tanışmasını şöyle anlatır: İbn-i Rûşd siyasal şartların oldukça karışık “Müminlerin emiri Ebû Ya’kûb’un huzuolduğu bir ortamda yaşadı. Düşünür Murâbıtların hükümranlığı sırasında doğmuştu runa çıktığımda, onu Ebu Bekr İbn-i Tufeyl ve hanedan 1148’de Kurtuba’yı ele geçire- ile başbaşa buldum. Ebû Ya’kûb ailem ve cek olan Muvahhidler tarafından 1147’de cedlerimden bahisle beni övmeye başladı. Marrâkuş’ta devrilmişti. Mü’minlerin Emiri’nin bana söylediği ilk şey Ebû Yakûb emir olduğu zaman İbn Rüşd’e, filozofarın görüşüne gönderme yaparak şu Bizbiriz Dergisi

41


búrada şerh etti. 1182’de Emir onu Merakeş’e çağırdı ve Baştabiblik görevine getirdi. Daha sonra kadı’l-kudat görevi ile tekrar Kurtuba’ya gönderildi. Emir Yusuf’un vefatından sonra onun yerine geçen Emir Yayub b. Mansur da İbn-i Rüşd’e itibar gösterdi. Ancak daha sonra çekemeyen çevrelerin israrlı baskıları üzerine İbn-i Rüşd Yahudilerle meskün bir kasaba olan Elisana’ya sürüldü İbn-i Rüşd’ün sürgündéki hayatı çok sürmemiş, İşbiliÿe’nin ileri gélénlérinden bir grubun İbn-i Rüşd hakkında ricaları üzerine, Emir yaptığına pişman olmùş, onu affetmiş, ancak bu hadiseden çok geçmeden İbn-i Rüşd 1198 yılında vefat etmiştir.(Uludağ,1985, s.15 vd;Fahri, 1987, s.215)

oldu:’Felekler hakkında ne dersin? Kadîm midir? Yaratılmış mı?’ Beni bir korku ve bocalama sardı... Fakat Mü’minlerin emiri benim bu korku ve bocalayışımı anlayışla karşılayıp İbn Tufeyl’e döndü ve Aristo, Eflatun ve öteki filozofların fikirlerini zikrederek bana sorduğu soru hakkında onunla konuşmaya başladı...” (zikr:El-Ehvani, 1990, s.165) Böylece İbn-i Rüşd Aristo’nun eserlerine şerhler yazmaya aşladı. Bu onun “Şarih” ünvanını almasını sağladı ve Ortaçağ Avrupa’sında da bu özelliğiyle tanındı.( El-Ehvani, s.165) İbn-i Rüşd, Emir tarafından İşbiliye’ye kadı olarak atandı. Düşünür hayatının bu bölümünde resmi görevin yanında Aristo felsefesiyle de yoğun şekilde ilgilenmeye başladı. Önce Aristo felsefesinin özünü ve esasını bulmak ve sonra da bunu şerh ve tefsir etmek için araştırmalara koyuldu. O sene Aristo’nun Kitabu’1hayávan’ını telhis etti. 1171’ de ise terfi ederek Kurtuba’ya kadı tayin edildi. On seneden fazla bu görevde kaldı. Aristo’nun kitaplarını

Bizbiriz Dergisi

42

İbn-i Rüşd ölümünden sonra İslam dünyasından ziyade Batı’da tanındı. Düşünür yeni felsefesiyle Batı’da “İbn-i Rüşdcü Latin Okulu”nun kurulmasına ortam hazırladı. XII. yüzyılların sonlarına doğru Aristoculuğun Avrupa’da canlanmasıyla birlikte İbn-i Rüşd kısa zamanda Yahudi ve Hristiyanlar arasında şüphe götürmez bir lider olarak kabul edildi. Musa b. Meymûn (Maimonides öl: 1204) ve öğrencisi Yusuf b. Yahûda tarafından ona duyulan büyük saygı, O’nun önde gelen bir Aristo müfesiri olarak Yahudiler arasında şöhretini sağlamlaştırdı. XII. yüzyılın bitiminden önce İbn-i Rüşd’ün eserleri, felsefï kültürleri, Renán’ın ifadesiyle “İslam kültürünün yansımasından başka bir şey olmayan” Yahudi âlimlerce Arapça olarak okunuyordu. Bununla birlikte XIII. yüzyılın başlarında Yahudilerin Prene’lerin ötesine ve Ákdeniz sahili boyunca dağılması O’nun eserlerinin Ibranice’ye tercüme edilmesini geréktirdi. Moses ben Tibbon, Jacob ben Abba Mari, Simeon Anatoli, Solomon ben Joseph ben Job, Zeráchia ben Isaac ve Joseph ben Machis O’nun XIII. yüzyıllardaki en tanınmış mütercimleridir; Calonymus ben Calonymus, Calónymus ben Todros ve Samuel


ben Judah ben Meshullan O’nun XIV.yy’daki cüme edildi. mütercimleri arasındadırlar. XIV.yy’ın belirgin Ancak Ibn-i Rüşd’ün Islâm aleminde hebir özelliği İbn-i Rüşd’ün şerhleri üzerinde men hemen hiç bir öğrencisi yàhut halefi tam bir süper şerh dalgasının yükselmesidir. olmamıştır. Hatta O’nun münekkitleri bile Yahudilerle Hristiyanlar arasında kül- yok denecek kadar azdır. İbn-i Teymiye (öl : türel bağların yakınlığı ve Batı Avrupa’da 1327) istisna edildiğinde, onlardan hiç biri İbranice’nin óldukça yaygın olárak biliniyor İbn-i Sina’nın büyük münekkidi Gazâlî meolması sebebiyle, Roger Bacon (öl:1294) ve sâbesinde değ’ildi..Ne var ki O’nun Batı’daki Raymond Martin (öl : 1284’ten sonra)’in du- münekkitleri parlak bir galaksi teşkìl ederler rumlarında görüldüğü gibi genellikle Ibrani- : Máimonides, Siger de Brabant, Moses ben ce yoluyla Arapça felsefi eserlerin Lâtincé’ye Tibbon, Levi ben Gerson; AIbert the Great, tercüme edilmesi XIII.yy’ın başlarında yúk- St. Thomas Aquinas bazılarıdır.(Fahri,1987, sekce bir seviyeye ulaşmıstı. 1217-1230 yıl- s.215 vd) ları arasında Michael te Scot, İbn-i Rüşd’ün Onun İslam felsefesiyle ilgili en önemli eserlerinden çoğunu Lâtince’ye tercüme eseri İmam-ı Gazali’nin Tahafütü’l-Felasifesietti. Öte yandan Hermann the German ne karşı yazdığı Tehafütu’t-Tehafüt ve genel1240-1256 yılları arasında Poetica ve Ethica likle kendisinin tevhid anlayışını ortaya koyNicomachea’nın özetlerini çevirdi. Toplam duğu Faslu’l-Makal ile el-Keşf an minhaci’l olarák İbn-i Rüşd’ün otuz sekiz şerhinden 15 edille adlı risalaeleridir. tanesi Arapça’dán Lâtince’ye XIII. asırda ter-

Bizbiriz Dergisi

43


ilm-ü hal

GUSL ‫بِ ْس ِم الل ِه ال َّر ْح َمنِ ال َّرح ِي ِم‬ ‫الصلَا ِة َفا ْغ ِسلُوا‬ َّ ‫َيا �َأ ُّي َها الَّ ِذ َين �آ َم ُنوا �إِ َذا قُ ْم ُت ْم �إِلَى‬ ‫ُو ُجو َه ُك ْم َو�َأ ْي ِد َي ُك ْم �إِلَى الْ َم َر ِافقِ َوا ْم َس ُحوا‬ ِ ‫بِ ُر ُء‬ ‫وس ُك ْم َو�َأ ْر ُج َل ُك ْم �إِلَى الْ َك ْع َب ْينِ َو�إِ ْن كُ ْن ُت ْم‬ ‫ُج ُن ًبا َفاطَّ َّه ُروا َو�إِ ْن كُ ْن ُت ْم َم ْر َض ٰى �َأ ْو َع َل ٰى َس َف ٍر �َأ ْو‬ ‫َج َاء �َأ َح ٌد ِم ْن ُك ْم ِم َن الْ َغائِ ِط �َأ ْو َلا َم ْس ُت ُم ال ِّن َس َاء‬ ‫َف َل ْم َت ِجدُوا َم ًاء َف َت َي َّم ُموا َص ِعيدًا َط ِّي ًبا َفا ْم َس ُحوا‬ ‫بِ ُو ُجو ِه ُك ْم َو�َأ ْي ِدي ُك ْم ِم ْن ُه َما ُيرِي ُد اللَّ ُه لِ َي ْج َع َل‬ ‫َع َل ْي ُك ْم ِم ْن َح َر ٍج َولَ ٰ ِك ْن ُيرِي ُد لِ ُي َط ِّه َركُ ْم َولِ ُي ِت َّم‬ ‫نِ ْع َم َت ُه َع َل ْي ُك ْم لَ َعلَّ ُك ْم َتشْ ُك ُرو َن‬ “Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz, iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin). Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat O, sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.”1 Sözlükte gusül (gasl ve gusl) “bir şeyi su ile yıkamayı”, fıkıh ilminde ise “bütün vücudun temiz 1  el-Mâide 5/6

AYŞE TUNÇ Bizbiriz Dergisi

44


su ile yıkanması şeklinde yapılan hükmî temizlik işlemi”ni ifade eder. Fıkıhta abdeste küçük temizlik, abdest almayı gerektiren hallere küçük kirlilik (hades-i asgar), gusle büyük temizlik, guslü gerektiren hallere de büyük kirlilik (hades-i ekber) denilir. Guslün Türkçe’deki bir başka adı da boy abdestidir. Kur’an’da “Eğer cünüp iseniz iyice temizlenin” buyrularak cünüplük halinden kurtulmak için guslün gerekliliği bildirilmiş, ayrıca,” Sana, kadınların aybaşı hali hakkında da sorarlar, de ki: “O bir ezadır (rahatsızlıktır)”. Aybaşı halinde iken kadınlardan el çekin, temizlenmelerine kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman, Allah’ın size buyurduğu yoldan yaklaşın. Allah şüphesiz daima tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever”2 ayeti mucibince de, hayzın (ay hali) kadınlar için mazeret hali olduğu belirtilerek gusledip temizleninceye kadar onlarla cinsel ilişki kurulma sı yasaklanmıştır. Cünüplük hali ile kadınların hayız ve nifas kanlarının kesilmesi halinde guslün gerekli olduğu ve bunun nasıl yapılması gerektiği hususuna Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’in söz ve uygulamaları da muhakkak ki önemli açıklamalar getirmiştir.

dende yeni bir denge kurma, kan dolaşımını düzene koyma ve kişiyi hükmî kirlilikten kurtararak ibadet atmosferine hazırlama gibi beden ve ruh sağlığı açısından birçok yararı içinde barındırır. Buna ilâve olarak, bilinebilen veya bilinemeyen birçok hikmet ve fayda taşıdığı inancıyla Allah’ın bu emrini yerine getiren mümin, Allah’a kayıtsız şartsız itaat etmenin haz ve sevabına kavuşur. GUSLÜ GEREKTİREN DURUMLAR

Esasen guslün sebebi hükmî kirliliktir. Bu sebeple hükmî kirlilik hali sayılan cünüplük, hayız ve nifas halleri guslü gerektiren üç temel sebeptir. Bu sebeplerden dolayı gusül farzdır, bir de şehid olmayan müslüman bir ölüye gusül aldırılması, İslâm toplumuna yüklenen kifâî bir farzdır. Ancak bu üç durumun (cünüplük, hayız, nifas) büyük kirlilik olarak anılması, bu durumdaki kimselerin dinen necis sayıldığı anlamına gelmez. Mümin necis olmaz. Hatta müşriklerin necis olduğu meâlindeki âyet de3 onların hükmî kirliliklerine işaret olarak anlaşılmıştır. Bu sebepledir ki, cünüp olan, hayız ve nifas gören kimselerin hükmî kirliliği, onların namaz, tilâvet secdesi, Kâbe’yi tavaf, Kur’an’ı eline alma ve Kur’an okuma, mescide girme gibi belirli ibadetleri veya ibadetle yakından ilgili fiilleri yapmak için gerekli Abdest gibi gusül de esasen hükmî temizlenruhî ve mânevî hazırlığa sahip olmadıkları anlame ve arınma vasıtasıdır. Böyle olmakla birlikte mına gelir. bunların maddî ve manevi temizlenmeyi de sağa) Cünüplük ladığı, ayrıca birçok tıbbî yararlar içerdiği de inkâr edilemez. Guslün insan sağlığı açısından önemi ve yararı Doğulu ve Batılı ilim adamlarınca ayrı ayrı dile getirilmiş, boy abdesti temizliği müslüman milletlerin belirgin özelliği, İslâm medeniyetinin beden temizliğine ve sağlığına verdiği önemin âdeta simgesi olmuştur. Gusül ile hayız, nifas ve cünüplük halinin vücutta bırakabileceği maddî bir kalıntı ve bulaşıklar iyice temizlenmiş olur. Ayrıca gusül, cünüplük halinin vücutta yol açacağı yorgunluk ve gevşekliği giderme, be-

Fıkıh dilinde cünüplük (=cenâbet), cinsî münasebet veya ihtilam ve benzeri bir yolla meninin gelmesi (inzal) sebepleriyle meydana gelen ve belirli ibadetlerin yapılmasına engel olan hükmî kirlilik halinin adıdır.

2  “(el-Bakara 2/222)

3  (et-Tevbe 9/28)

İhtilam; uyku ya da uyanıklık hâlinde, bakmak veya düşünmek yolu ile vücuttan “menî” denilen sıvının gelmesi durumudur. İhtilam, sadece erkeklere mahsus bir hâl de-

Bizbiriz Dergisi

45


ğildir. Kadın da ihtilâm olabilir. Ümmü Seleme larda cinsel etkilenme, haz, uyanma sözkonusu (r.a)’dan şöyle dediği nakledilmiştir: olmadan gelen açık renkli, fışkırmayan, yapışkan ve az miktardaki sıvıya denir, bu da yalnızca ab“Enes’in annesi Ümmü Süleym dedi ki: desti bozar. -Ey Allâh’ın elçisi! Allah, hakkın söylenmesinMeni gelsin veya gelmesin cinsî münaseden hayâ etmez. İhtilâm olduğu zaman kadının bet sonunda kadın da erkek de cünüp olur. gusletmesi gerekir mi?” Cünüplüğe yol açan cinsî münasebetin ölçüsü Rasulü Ekrem (s.a.v): ve başlangıç sınırı, erkeklik organının sünnet kıs-Evet, yaşlık görürse gerekir.” buyurdu. mının duhulü iledir. Erkek veya kadından şehvetBunun üzerine orada bulunan Ümmü Seleme le (cinsî zevk vererek) meninin gelmesi cünüplüğün ikinci sebebidir. Meninin uyku halinde veya Vâlidemiz: uyanıkken, iradî ya da gayri iradî gelmesi sonucu -Kadın da ihtilam olur muymuş?” diye sordu. değiştirmez. Şâfiîler hariç fakihlerin çoğunluğu, Rasulü Ekrem (s.a.v): cünüplük için meninin şehvetle gelmesini şart -Hay Allah iyiliğini versin. Kadın ihtilam ol- gördüklerinden, ağır kaldırma, düşme, hastalık mazsa, peki çocuğu ona nasıl benzer ki?” buyur- gibi sebeplerle meninin gelmesini cünüplük sedular.4 bebi saymazlar. Şafiilerde ise meninin şehvetle Meni ; şehvetin artmasıyla (doyuma ulaşma- gelmesi şart değildir. sıyla) cinsel uzuvdan basınçla dışarı çıkan yoğun sıvının adıdır. Cinsiyet uzvundan meni dışında gelebilen iki çeşit sıvı daha vardır, bunlar mezi ve vedi’dir. Mezi; cinsel duygu, heyecan, tenle temas vb. sonunda meni değil de daha az, açık renkli, yapışkan ve fışkırmayan bir sıvıdır (Bu sıvının kadınlardan gelenine ise “kazi” denir); meziden dolayı gusül gerekmez, yalnızca abdest alınır.

Uykudan uyanan kimse, yatağında, çamaşırında veya bedeninde bir yaşlık görünce bakılır:

6  (Muvattâ, Taharet 53; Buhârî, Gusl, 13)

7  Ömer Nasuhi Bilmen/ilmihal

Eğer rüyada cinsel ilişkide bulunduğunu hatırlıyorsa, gusletmesi gerekir. Yaşlığın meni olup olmamasında şüpheye düşmesi bir önem taşımaz. Ancak ihtilam olduğunu hatırlamadığı takdirde, yaşlığın mahiyetinin ne olduğu üzerinde durulmaz ve gusül gerekmez. Çünkü akıntının şehvetle geldiği bilinmemektedir. Bu mesele Rasulullah (s.a.v) bu hususta da şöyle buyu- İmam Ebû Yusuf’a göredir, İmamı Azam ile İmam rur: Muhammed’e göre, gelen akıntının mezi oldu5 ğunu anlıyorsa, gusl etmesi gerekmez. Fakat “Mezide abdest, menide gusül vardır.” meni olduğunu biliyor veya şübheye kapılıyorsa, Ancak mezinin gelmesi ile abdest bozulacagusletmesi gerekir. İhtiyata uygun olan da buğı için kişi avret mahallini yıkar ve abdest alır. dur. Onun için fetva buna göredir.7 Nitekim Rasulü Ekrem (s.a.v) mezi için: Cünüp olan erkek idrarını yapmadan veya “Herhangi birinizin idrar yolundan mezi geliruyumadan önce yıkansa ve namaz kılsa, daha se, avret yerini yıkasın ve namaz için abdest alsonra kendisinden menî kalıntısı gelse Ebu sın.” buyurmuştur. 6 Yusuf’un aksine, Ebû Hanife ve Muhammed’e Vedi ise; İdrardan sonra veya başka zaman- göre yeniden yıkanması gerekir. Fakat ittifak4  (Buhârî; 130 , Müslim;236) la, kıldığı namazı iade etmesi gerekmez. Ancak 5  (Şevkânî, Neylü’l Evtâr, I, 218)

Bizbiriz Dergisi

46


idrarını yaptıktan veya biraz yürüdükten veya uyuduktan sonra şehvetsiz olarak gelecek menî guslü gerektirmez. Çünkü bu durumda, o menî yerinden şehvet olmaksızın ayrılmış bulunur. Yine bir kadın, yıkandıktan sonra, kocasının menisi çıkacak olsa yeniden yıkanması gerekmez8

Yeni müslüman olmuş bir kimsenin sırf bu sebeple gusletmesi Mâlikî ve Hanbelî fakihlerine göre vâcip, Hanefî ve Şâfiîler’e göre ise mendup bir davranıştır. Cünüp ise gusletmesinin gerekliliğinde ittifak vardır. İslâm dinine giren kimsenin bu sebeple guslü, geride kalan mânevî kirlilikten Sarhoş veya bayılmış olan bir kimse uykusun- ve günahlardan arınıp yeni bir hayata tertemiz dan uyanıp da, kendisinde meni bulacak olsa, başlangıç anlamını taşır. gusletmesi gerekir. Mezi bulacak olsa yıkanması Gusül almanın sünnet ve müstehap oldugerekmez. ğu durumlar; cuma ve bayram namazları önce-

Cünüp olan kimsenin yapamayacağı işler; farz veya nâfile herhangi bir namaz kılması, tilâvet secdesi yapması, Kâbe’yi tavaf etmesi, Mushaf’ı eline alması, camiye girmesi ve orada bulunması câiz görülmez. Bu kimseler dua ve zikir maksadıyla besmele çekip Fâtiha, İhlâs gibi sûre ve âyetleri okuyabilirler. Cünüp kimsenin bu halini herhangi bir farz namazın ifası vaktine kadar geciktirmesi ve bu arada yeme içme de dahil beşerî ve sosyal faaliyetlerini sürdürmesi fıkhen câiz ise de bir an önce cünüplükten kurtulması, bunun için de ilk fırsatta boy abdesti alması, değilse cinsel organını, el ve ağzını yıkaması tavsiye edilmiştir.9

sinde, hac veya umre niyetiyle ihrama girerken ve Arafat’ta vakfe için gusletmek sünnet, cenaze yıkama, hacamat olmak, Mekke ve Medine’ye girme, Berat ve Kadir gecelerini ihya etmeyi isteme, husuf ve kusuf namazı kılma, yağmur duasına çıkma,yoldan gelme, bir toplantıya katılma, yeni elbise giyme, bir günahtan tövbe etme gibi çeşitli sebep ve durumlarda gusletmek de müstehap görülmüştür.11 GUSLÜN FARZLARI

Gusül, ilgili âyette de12 işaret edildiği gibi bütün vücudun kuru bir yer kalmayacak şekilde tamamen yıkanmasından ibarettir. Bunda bütün fakihlerin ittifakı vardır. Ancak Hanefî ve Hanbelî b) Hayız ve Nifas mezhebinde ağız ve burnun içi gusülde bedenin Hayız (ay başı) ve nifas (loğusalık) kanlarının dış kısmından sayılmıştır. Böyle olunca Hanefi kesilmesiyle veya bu iki hal için öngörülen âzami mezhebinde guslün; sürelerin dolmasıyla gusül gerekli olur. Bu süreyi 1- Ağza su almak (mazmaza). aşan kanamalar özür hali (istihâze) sayıldığından 2- Burna su çekmek (istinşak). bu tür kanamanın sona ermesi halinde gusül ge-

rekmez.

3- Bütün vücudu yıkamak.

Hayız ve nifas halindeki kadının hükmü cüşeklinde üç farzından söz edilir. Lakin talim nüp kimseninki gibidir. Ayrıca bu durumdaki için ayrı ayrı sayıldığında on birdir. Buna göre: kadınların cinsel ilişkide bulunması haramdır10, 4- Açılmasında zorluk olmayan, sünnet ediloruç tutması da câiz değildir. Kadınlara mahsus memiş kabuğun içini yıkamak. haller ve bunların fıkhî hükmü daha sonraki ko5- Göbeğin içini yıkamak. nularda izah edilecektir. 8  (el-Fetâvâl-Hindiyye, I, 14; İbn Âbidin, Reddü’l Muhtar, İstanbul 1984, I, 159 vd.) 9  İsam 10  (el-Bakara 2/222)

6- Kapanmamış olan küpe deliğinin içini yıka11  Nimet-i İslam 12  (el-Mâide 5/6)

Bizbiriz Dergisi

47


mak.

farz çizgisinin altına düşmediği müddetçe kişiyi

7- Erkeklerin örgülü saçlarını çözüp içini yıkaması, kadının eğer su örgünün köküne sirayet ediyorsa, örgülü saçı çözmesi gerekli değildir.( Hanbelîler hayız ve nifas sebebiyle gusül için örgünün çözülüp saçın yıkanmasını gerekli görür.)

prensip olarak sorumluluktan kurtarırsa da, ma-

8- Sakal sık dahi olsa cildi yani diplerini yıkamak.

yapılması gerekir.

9- Bıyığın diplerini yıkamak. 10- Kaşların altını yıkamak.

demki ibadetler Allah’ın rızâsını kazanmak, ona kulluğumuzu ve bağlılığımızı en iyi şekilde arz etmek için yapılır, o halde ibadetlerin mümkün olduğu ölçüde bütün farz, sünnet ve âdâbıyla Guslün Sünnetleri ve Adabı: 1- Besmele ve niyet ile başlamak,

2- Öncelikle elleri ve avret yerini yıkamak, 11- Kadınlarda ferç ve makadın, erkeklerde ise 3- Bedenin herhangi bir yerinde kir ve pislik makadın normal oturuş halinde dışta kalan kısvarsa onu gidermek, mının yıkanması, farzdır.13 Mâlikî ve Şâfiîler ile Şîa’dan Caferîler’e göre 4- Namaz abdesti gibi abdest almak, ağız ve burnun içini yıkamak sünnettir. Gusülde 5- Abdestten sonra önce üç defa başa, sonra niyet Hanefîler’e göre sünnet, diğer mezheplere göre farzdır. Mâlikîler’e göre vücudu ovalamak sağ, sonra sol omuza su dökmek, ve ve gusül işlemlerinin arasını açmamak da gus6- Sonra diğer uzuvları yıkamak, her defasınlün farzlarındandır. da bedeni iyi ovuşturmak, Gusül mutlak su denilen nehir, pınar, kuyu, deniz, kaynak ve yağmur suları ile yapılır. Gusül esnasında, bedendeki yara üzerinde sargı varsa bakılır; şayet yıkama yara için zararlı olmayacaksa sargı çözülüp yıkanır, değilse sargı üzerine meshedilir.

7- Her âzayı üçer defa yıkamak,

Ayrıca deri üzerinde olup suyun deriyle temasını önleyen ve izâlesinde (temizlenmesinde)de güçlük bulunan boya ve benzeri maddeler, gusle mani değildir. Bu sebeple vücudun maddî temizliğini imkân ölçüsünde ve sabun kullanarak yaptıktan sonra deri üzerinde kalıp, suyun deriye ulaşmasına mani olan boyacının tırnağı üzerindeki boya, rençberin tırnağındaki kir vs. gusle mani değildir.

11- Gusülden sonra çabucak giyinmek,

8- Suyun kullanımında aşırı davranmamak, 9- Avret yerlerini örterek yıkanmak, 10- Gusül esnasında konuşmamak,

guslün belli başlı sünnet ve âdâbındandır. Abdestin âdâbı sayılan diğer güzel davranışlar gusül için de geçerlidir. Lakin gusülde, abdestten farklı olarak kıbleye dönülmez ve dua okunmaz, mekruhtur.14 Yazımızın son cümlesini Abdullah Murad Şükrüoğlu (k.s) söylüyor; TAHARETİ OLMAYANIN ABDESTİ OLMAZ.

GUSLÜN SÜNNETLERİ ve ÂDÂBI

ABDESTİ OLMAYANIN NAMAZI OLMAZ. NAMAZI

İbadetlerin ifası, bir mezhebin belirlediği OLMAYANIN DİNİ OLMAZ… 13  Nurul İzah

Bizbiriz Dergisi

48

14  Nurul İzah


TOPRAĞI KAYBEDİLMİŞ KUBBE:

“GÖNÜL DÜNYAMIZ 1 ” Ebubekir ONHAN

Hep merak etmişimdir, Mehmet Akif ERSOY’a bu satırları yazdıran sebebi.

Yer yüzü boşaldı, habersiz miyiz? Güneşe göç varda kalan biz miyiz?

“... Ağlarım ağlatamam; hissederim söyleyemem, Dili yok kalbimin bundan ne kadar bizarım. Oku, şayet sana hisli bir yürek lazımsa, Oku, zira onu yazdım iki söz yazdımsa....”

Ses demir, su demir ve ekmek demir... İstersen demirde muhali kemir, Ne gelir elden kader bu emir... Garip pencerecik, küçük, daracık; Dünya ya kapalı, Allah’a açık.”

Varlık içinde yokluk, gurbet içinde gurbet yaşadığımız şu günlerde belki daha fazla geçmişin muhasebesini yapmak lazım. Asırlardır üzerimize serpilen ölü toprağını bir kenara atıp, ufuklar ötesine uzanan sahralarda dolaşmak lazım bir kere daha. Ansızın bedenimizi okşayan yağmurun farkına varmak için, belki biraz daha fazla hissetmeliyiz gönüller arası meltem seyrini. Bir kere daha denemeliyiz, yalnızlıklar koğuşunun parmaklıkları arkasından çıkıp, buhar buhar akmakta olan Asr-ı Saadet damlacıkları arasında gezinmeyi. Belki de peşinden koşmayı bırakmalıyız dünyevi hislerin; sonra aynaya bakıp halimizi tahayyül ederek Üstad’ın dediği gibi :

Tekrar etmeliyiz hakikati...

“Sükut... kıvrım kıvrım uzaklık uzar; Tek nokta seçemez Dünyadan nazar. Yerinde mi acep ölü ve mezar

Bir önceki sayımızda “Toprağı kaybedilmiş kubbe: Gönül Dünyamız” ismi altında gözlere ve gönüllere bir nebze de olsa seyr ettiğimiz acizane hakikat olarak gördüğüm önemli hususları, birazda şekva haliyle hem sizlerin gönüllerine hem de dünya haline tercüman olmaya çalışmıştım. Biz, “Kanayan Yaramız: Müslüman Coğrafyası” derken aslında geçmişin ve geleceğin muhasebesini yapmaya davet ediyoruz. Birlik içinde beraberlik içinde ruh ve mana itibariyle inkisara uğramayan bir fikriyatın; mazluma Eren, Zalime Mucahit olma yolunda binlerce başın tereddütsüz feda edileceği Davay-ı Nübüvvet’i ve Nam-ı Celili Muhammed’i (s.a.v) soluk soluk bütün bedenlerde teneffüs ettirebilme, islamı yeryüzünde bütün uzak ve uzaklaşmış gönüllere uğramasını

Bizbiriz Dergisi

49


kendisine gaye kabul etmiş gönül insanlarının bir arada kardeşlik şuuruyla yaşamanın, tasada ve kıvançta bir olmanın zuhurunu ifade etmeye çalışıyoruz. Bizlik şuuru ile; Asr-ı Saadetin o güzel esintisini geçmişten alıp geleceğe uzatan bir tertemiz eli tutmayı anlıyoruz ve anlatmaya ömrümüz vefa gösterirse devam edeceğiz. Yıllar var ki hasret namzeden sineleri göremedik. Yaşantımız hüsran içerisinde enelik şuuruyla geçmekte iken sadece tesirsiz müeyyidelerde bulunmakla yetindik. Suların arkında yatak yaparak aktığı şu günlerde yine ayrılığı ve ayrı kalmayı kendimize şiar edindik. Sorumuzun cevabını artık verelim ve birlikte analiz etmeye çalışalım. Mehmet Akif sadece bir örnek. Ve tertemiz bir örnek. Sadi Şiraziler, Nedimler, Bakiler, Fuzuliler, Yaman Dedeler... Ve ismini sayamadığım tertemiz gönüller... Kıymetli dostlar, yanık gönüllerden ses hep aynı çıkmaktadır. Tek bir fark var o da söylemlerin farklı farklı, anlamların aynı kapının kilidi olmasıdır. Bu husus bile bizim zaman zaman geçmişin ve geleceğin muhasebesini yapmamıza yeterlidir. Muhterem Büyüğümüz Abdullah Murat Sukruoglu; ben ve benim gibi hayırsız iki üç kardeşimizle sohbet halkalarında ne zaman bulunsak hep söylediği, dile getirdiği, bir iki önemli husus var. Kerbela ve Kanayan Yaramız Müslüman Coğrafyası. Çözümünü de konuyu etraflıca analiz ettikten sonra buyuruyorlar: “Kardeşlik... Kardeşler arasındaki bağlılık...” Bir iki hafta kadar önce mübarek sohbetlerinden ayrı kaldık bu sebepten dolayı. Kendileri kardeşlik konusunda insanların adeta et ve kemik gibi bir arada bulunmalarını şiddetle istiyor ve tavsiye buyuruyorlar: “ Sadırdan satıra, kulaktan akıla nur olur dolaşır; Ruhta ilim amelle birleşince kılıcı gülleştirir, Ümmeti birleştirir...”

Bizbiriz Dergisi

50


‘SINIR’SIZ KARDEŞLİKLER...

Ümmü HARAM ler veriyor. Aramızda hayli mesafe olmasına rağmen akşamın sessizliğinde sesler bize raBismillahirrahmanirrahim hatlıkla ulaşıyor. Muhtar Filipinli bir aileden Ziyaret ettiğimiz her aile, çaldığımız her bahsederken, karanlık bir çıkmaz sokağa gikapı belleğimizde bir iz bırakıyor. Bu kapıla- riyoruz. rın ardında yaşanan hayatların gönül yakanTek katlı, müstakil bir evin bahçe kapısını ları, yürek burkanları, hayrette bırakanları, ibretlik olanları var. Hazinelerle ölçülemeye- çalıyor muhtar amca. Bir yandan da ev sahicek kıymetteki götürdüğümüz kitaplarımıza besi hanımı ismiyle çağırıyor. Orta yaşın üsve gönül dolusu samimiyetimize karşılık, bir tünde bir hanım açıyor kapıyı. Muhtarla bir tebessüm, birkaç damla gözyaşı, hayır duala- şey konuşuyorlar. Bu arada eşim bizi bilgilenrı ve gönüller dolusu muhabbet buluyoruz. diriyor. Ziyaret edeceğimiz ev kapısını çaldığımız Karşılığını yalnızca Allah’tan (c.c.) bekleyeevin arkasındaymış. Aile rek uzattığımız eller hiç Filipinlerden Türkiye’ye geboş dönmüyor Biiznillah. lirken hanımın kocası vefat Aldığımız dersler ise cabaetmiş. kadın iki kız çocuğu sı Elhamdülillah. Rabbimiz ile kalmış. Bize kapıyı açan amellerimizi boşa çıkartteyze bahçesindeki iki odamasın, Amin. lı eve o hanımla çocuklaSarı ışıklar yayan sokak rını bedelsiz olarak Allah lambalarının aydınlığında (c.c.) rızası için yerleştirmiş. ilerliyoruz. Erkek kardeşEtraftan gelen yardımlarlerimiz bize yol gösteren la geçiniyorlarmış. Hanım mahalle muhtarıyla birlikmemleketinde yüksekokul te önümüzde, bizde haokumuş, bilgili bir kültürlü nım kardeşlerimizle daha bir hanımmış. geride yürüyoruz. Muhtar Euzubillahimineşşeytanirracim

babacan tavırlarıyla gideceğiz aileler hakkında bilgi-

Hikaye hepimizin ilgisini çekiyor. Denizler, dağlar

Bizbiriz Dergisi

51


aşarak Türkiye’ye gelirken, eşini ebedi hayata maklarımızın ucundaymış gibi okşuyoruz. uğurlayan sonrada Konya’nın ücra bir mahalMeryem ve Fatma anneleri ile vatanlarınlesinde iki çocuğuyla hayat mücadelesi vedan çok uzakta hısımsız, akrabasız... Kimseren bu kahraman kadını merak ediyoruz. sizlerin kimsesi olan Allah’a tam bir tevekkül Ev sahibesi hanım, yanımıza yaklaşıyor. içindeler... Gerçek kardeşliğin din kardeşliği Selamlaşıp tanışıyoruz. Abdullah Murad Şük- olduğunun şuurundalar... Rasulullah (s.a.v) rüoğlu Hoca’nın talebeleri olduğumuzu, Biz- Farisli Selman’a (r.a.) ‘’Selman ehli beyttendir.” biriz Derneği çatısı altında hizmet verdiğimi- buyuruyor ya; akrabalık için kan bağı gerekzi anlatıyor, Hocamızın kitaplarından takdim miyor, kardeşlik için aynı karında büyümek, ediyoruz. Hanımda memnuniyetini ifade aynı babadan olup, aynı anadan doğmak geediyor. Bizi evinin yanındaki dar yoldan arka rekmiyor. taraftaki eve doğru götürüyor. Tek katlı müşRabbimiz Hucurat diye şöhret bulmuş sutemilatın önünde duruyoruz. Geldiğimizden haberdar edilmiş olsa gerek, ev sahibesi bizi re-i celilede ‘’Ancak Müminler kardeştir.’’ bubüyük bir muhabbetle kapıda karşılıyor.Ar- yurmuyor mu? İşte sözün bittiği yer... kasında iki küçük kız çocuğu ile siyahi bir Dilimizi çat pat konuşabilen dünyanın nehanım... Biri altı, diğeri yedi yaşında. Kıvır- redeyse öbür ucundan kalkıp gelmiş, rengi cık saçları, karası kapkara, beyazı bembeyaz başka, ırkı başka ama aynıyız. Biriz, kardeşiz, gözleri ilkten cezbediyor girenleri... Annesi Adem (a.s.)’ın, Nuh (a.s.)’ın çocuklarıyız. Bir bizim selamımıza mukabele edip bizi karşı- Allah’a inanmış, bir vücudun azaları olmuşuz. larken, onlar şaşkınlık içinde çevreyi süzüyorÖyle bir muhabbet akıyor ki bakışlarımızlar. Onlarında başını okşayıp sevgimizi gösteriyoruz. Pespembe dudakları tebessümle dan... Konuşuyor, halleşiyoruz bakışlarımızla. açılırken tenlerinin esmerliğine inat inci gibi Gözlerden dökülen birkaç damla o andaki ışıldayan bembeyaz dişleri görünüyor. Öyle duygu yoğunluğunun en saf hali... tatlılar ki insan gözlerini alamıyor. Yardımımızı ve kitaplarımızı takdim ediAklımıza altı yaşında, Ebva’da annesini yoruz. Bize mukabele olarak hayır duaları defnedip Ümmü Eymen’le Mekke’ye dönen, ediyorlar. Muhabbetle uğurlanıyoruz. Dünbabasını zaten hiç görmemiş Allah’ın Rasu- ya tatlısı iki karabiberi ve annelerini Allah’a lü Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) geliyor. emanet edip bir başka adrese doğru yola çıBu yetimlerin başlarını bütün yüreğimiz par- kıyoruz. Bizbiriz Dergisi

52


ARAPÇA RABCA’YA GÖTÜRÜR

N. HADRA

Bizbiriz Dergisi

53


MUTTASIL ZAMİRLER CEMİ

TESNİYE

MÜFRED

‫ُه ْم‬

‫ُه َما‬

ُ‫ﻪ‬

MÜZEKKER

onların

ikisinin

Onun

َّ‫هُن‬

‫ُه َما‬

‫َﻫﺎ‬

MÜENNES

onların

ikisinin

Onun

‫ك ُم‬

‫ُك َما‬

‫َك‬

MÜZEKKER

Sizlerin

ikinizin

Senin

َّ‫ُكن‬

‫ُك َما‬

‫ِك‬

MÜENNES

ORTAK

Sizlerin

ikinizin

Senin

‫نَا‬

‫نَا‬

‫ي‬ َ

Bizim

Bizim

Benim

Muttasıl zamirler Kelimenin sonuna bitişir ve aitlik anlamı katar Örnek

Bizbiriz Dergisi

54

Benim kitabım

‫ِكتَا بِي‬

Onun okulu

ُ‫ستُه‬ َ ‫َم ْد َر‬

Onun evi

‫بَ ْيتُ َها‬

Bizim kalemimiz

‫قَلَ ُمنَا‬

Sizin çantanız

‫َحقِيبَتُ ُك ْم‬

Onların defteri

‫َد ْفتَ ُر ُه ْم‬


Ulaşım Araçları

Araba

Bisiklet

‫سائِ ُل النَّ ْق ِل‬ َ ‫َو‬ ٌ‫َسيَّا َرة‬

ٌ‫َدرَّا َجة‬

Gemi

ٌ‫َسفِينَة‬

Motosiklet

ٌ‫اريَّة‬ ِ َ‫َدرَّا َجةٌ ن‬

Otobüs

ٌ‫َحافِلَة‬

Tren

‫قِطَا ٌر‬

Uçak

ٌ‫طَائِ َرة‬

Vapur

ٌ‫اخ َرة‬ ِ َ‫ب‬ Bizbiriz Dergisi

55


HAYDAR Ahmet NAVRUZ

Bir anda dışarıdan bir patlama sesi geldi ve çatışma çıktı.Komutan ne olduğunu anlamamıştı.Peçeliyi yakalamaya gelmişti, tam yakaladım diye sevinirken peçeli tarafından baskına uğramıştı.Peçeli küffarı bir bir yere seriyordu.Allah Allah nidalarından korkan israil askerleri kaçarken birbirlerine kaçın ordu geliyor diye bağırıyorlardı.Tek başına bir ordu gibi saldırıyordu peçeli.Ve sani geçen gün yaralanan o değil sanki hiç bir şey olmamış gibi hareketleri kusursuzdu. İlk patlama sesinden beri ağzını açmayan komutan ilk kez konuşuyordu: -Geri çekiliyoruz! Zaten yer yer kaçan askerler bunu duyunca arkalarına bakmadan kaçmaya başladılar. …………… Haydar kanlar içinde baygın yerde yatıyordu.Peçeli içeri girip Haydarın kendine gelmesini sağladıktan sonra dışarıdan yardım çağırdı.Yasir Amca ve diğer komşular yardıma geldiler.Yasir amcanın gözünde yaş ‘’benim yüzümden kıydılar yiğidime’’ diye ağlıyordu. eçeli halkın geldiğini görünce her zaman ki gibi ortadan kaybolmuştu. Bir taraftan birkaç kişi Haydarın yarasını sarıyordu ama kalabalığın arkasından gelen sesler Yasir Amcayı sinir etmeye yetmişti. -Ben demiştim bu Türkden Peçeli falan olmaz diye ne zaman bizimle savaştı da şimdi bizim için savaşacak. Bir diğeri: -Baksana adamlar tekme tokat dövdü elini kaldıramadı.Allahdan gerçek peçeli geldi kurtuldu.diyorlardı.Bunları duyan Yasir Amca ‘’Bir yararınız yok konuşmayan bari’’ diye kızarak kalabalığı kovaladı. …………… Aradan geçen bir hafta Haydarın dinlenmesine yardımcı olmuştu.Günler sonra dükkanı açmak için erken kalkmış kahvaltısını hazırlarken kapı çalınmaya başladı.Kapıyı açan Haydar hem sevinç hem şaşkınlıktan tutula kaldı.Gelen tek dostu,kardeşi,ne zaman dara düşse hemen oracıkta biten Muhammeddi.Muhammet Türkiyeden arkadaşı idi ergenlik dönemlerinde hep beraber güreşirlerdi ama yenişemezlerdi.Muhammedde Haydar gibi kimse tarafından sırtı yere getirilememiş bir yiğitti.Tek yenemediği Haydardı.Haydarı öyle şaşkın görünce ‘’kardeşim tanıyamadın mı?’’diyerek sarıldı… Hasret gideren iki arkadaş beraber dükkana geçtiler.Haydar:’’Ne zaman geldin kardeşim ‘’ diye sorunca Muhammet biraz afallayıp ‘’Daha dün geldim kardeşim’’ diye cevap verdi.Buna bir anlam veremeyen Haydar gelen müşteri ile ilgilenmek için ayağa kalkmişti ama Muhammeti gören müşteri ‘’Ooo kardeş geleli bir hafta oldu Haydara baskın yapılmadan bir gün önce gelmiştin nerelerdesin sen’’ diye siteme başladı.Konuşmalar geçerken Haydarın tek düşündüğü ‘’Muhammedin kendisine niye yalan söylediği idi… Bizbiriz Dergisi

56


İlginç Bilgiler Haz. Ahmet NAVRUZ Hamamböcekleri yaklaşık olarak 250 milyon yıldır yaşadıkları halde hiçbir değişime uğramamışlardır.

1.3kg’dır. İnsan elinde, en yavaş uzayan tırnak başparmağınki, en hızlı uzayan tırnak ise orta parmağınkidir.

Hapşırdığınız zaİnsan vücudundaki man, kalbiniz de dâhil olmak üzere bütün en güçlü kas dildir. vücut fonksiyonlarınız bir an için durur.

İnternetin yıllık büHapşırırken Burnu ya da Ağzı Kapamak, yüme yüzdesi 314.000’dir. Felce Neden Oluyor. Kangurular geri geri yürüyemezler.

Havuca rengini karoten verir.

Kaşları yukarı kaldırmak için 30 kaşı haGünümüzde, evlenenlerin yüzde ellisi rekete geçirmek gerekiyor. boşanmaktadır.

astım hastasıdır.

Kelebekler ayaklaHawaii alfabesinde sadece 12 harf bulun- rıyla tat alırlar. maktadır. Kıta isimlerinin Her 25 kişiden biri hepsi ayni harfle başlayıp ayni harfle biter.

Hipopotamlar insandan daha hızlı koşarlar. İleri doğru bir adim atıldığında, insan vücudundaki 54 kas çalışır.

Kirli kar, temiz kardan daha kolay erir. Kopeklerin ter bezleri ayaklarındadır. Kutup ayıları solaktır.

İnciler sirkede erir. İnek sütünün pH değeri 6’dır. İnsan beyninin % 80’i sudur. İnsan ortalama

beyninin ağırlığı

Bizbiriz Dergisi

57


ALTIN ORAN: EVRENİN MATEMATİĞİ ESLEM ERCAN

var olmuştur. Geçen on binlerce yıl içinde yapılan tüm çalışmalar, evrenin alelâde bir düzen içinde yaratılmadığını, hâlâ insan aklının alamayacağı kadar sistematik bir ölçü içerisinde yaratıldığını ortaya koymuştur. Evrenin bu sistemi, kuşkusuz sayılar üzerine oturtulmuştur. Var olan her şey, bir sayıya karşılık gelmektedir. Dil bilimi bile matematiksel kurallar sayesinde gelişim göstermektedir. Ve biz bu sayıları, daha çok gündelik matematik hesaplamalarında, ölçüp tartmada, mühendislikte ve bunun gibi basit konular üzerinde incelemeye çalışıyoruz. Felsefi boyutta düşünüldüğünde, varoluşun ve doğa yasalarının temelinde de bu sayılar bulunmaktadır. Bu anlamda evrene hâkim olan sayıların yasası, kuşkusuz Allah’ın matematik düzenini ortaya koyacaktır. İşte İnsanlık tarihinin başlangıcından beri, bu düzeni görmemizi sağlayacak anahtar, evrendeki düzeni keşfetme güdüsü de altın orandır… Evrende görebileceğimiz tüm nesne ve varlıkların parçaları arasında bir uyumun olduğunu ve binlerce yıldır hiç değişmediği saptandığı için Allah’ın matematik sistemi olarak bilinen bağıntıya “altın oran” denilmektedir. Sanatta ve matematikte çok kez karşılaşabileceğimiz bu oran, aslında basit bir kural üzerine oturtulmuştur. Fakat gözlemleyebildiğimiz bütün varlık aleminde bu oranın geçerli ve tutarlı olarak göze çarpması, insanları şaşkına çevirecek kadar ciddi bir sistemi ortaya koyuyor. Evrenin var oluşundan bu yana tutarlı olarak bütün varlıklarda 1,618’e karşılık gelen bir oranın bulunması, dünyaca ünlü matematikçilerin de hayranlıkla incelediği ve kendi çalışmalarında kullandıkları bir konu alanı olmuştur.

Bizbiriz Dergisi

58


İlk olarak kimler tarafından keşfedildiği bilinmese de, Mısırlıların ve Yunanlıların bu konu üzerinde yapmış oldukları bazı çalışmalar olduğu görülmektedir. Öklid, milattan önce 300’lü yıllarda yazdığı “elementler” adlı tezinde “ekstrem ve önemli oranda bölmek” olarak altın oranı ifade etmiştir. Mısırlıların keops piramidinde, Leonardo da Vinci’nin “İlahi Oran” adlı çalışmada sunduğu resimlerde ve aşağıda onlarcası sayılacak nesne ve çalışmalarda kullanıldığı bilinen altın oran, “Fibonacci Sayıları” olarak da bilinmektedir. Orta Çağ’ın en ünlü matematikçisi olan İtalyan kökenli Leonardo Fibonacci, birbiri arasında ardışık ilişki ve olağanüstü bir oran bulunduğunu iddia ettiği sayıları keşfetmiştir. Evrendeki muhteşem düzenle birebir örtüşen bu sayıları keşfetmesi nedeniyle, altın orana da adının ilk iki harfi olan “Fi” (Φ) sayısı denilmiştir. İnsan başta olmak üzere bütün canlılar âlemi de bir düzen içerisinde var olmakta ve yaşamlarını devam ettirmektedirler. Dünyamızdaki bütün doğal olaylar belli bir düzen ve intizam içerisinde oluşmakta, gelişmekte ve devam etmektedir.Yeryüzünde, denizlerde ve atmosferde bir düzenin varlığı müşahede edilmekte, canlı varlıkların da yine belirli yasalar çerçevesinde hiçbir aksama olmadan yüzdükleri, yürüdükleri ya da uçabildikleri görülmektedir. Düşünebilen herkesin rahatlıkla gördüğü bu düzen bizlere her şeyin arkasındaki bir düzenleyicinin varlığını haber vermektedir.

mevcut intizam ve estetikten hareketle pek çok filozof da mutlak ateizmin mümkün olmadığı düşüncesine ulaşmıştır. Teleolojik kanıtın önemle üzerinde durduğu konu evrendeki düzen, intizam, canlı ve cansız varlıklarda görülen gaye ve amaçlılıktır. Aralarında Kindî (v. 866) , Farabî (v. 950), İbn Sînâ (v. 1037), Gazzâlî (V. 1111) ve İbn Rüşd (1126- 1198) gibi Müslüman düşünürlerle, R. Tennant (1866-1957) ve W. Paley (1743-1805) gibi Hıristiyan düşünürlerin bulunduğu pek çok kişi bu kanıtı iki şekilde ele almış ve Tanrı’nın varlığını ispatlamaya çalışmışlardır: Filozoflar bu kanıt çerçevesinde birinci olarak evrendeki gaye ve nizamdan yola çıkmış ve Tanrı’nın varlığına ulaşmışlardır. Bazan da Tanrı’nın varlığından ve niteliklerinden hareket ederek evrendeki düzen, gaye ve güzelliği açıklama yoluna gitmişlerdir. Yani onlar her fırsatta ya âlemin nizamından ve intizamından bahsederek Tanrı’nın varlığına gitmiş ya da Tanrı’nın inayetini, adaletini, cömertliğini ve güzelliğini anlatırken sözü evrenin yapısına getirmiş ve görüşlerini bu yolla açıklamaya çalışmışlardır.(49)

Meselâ Kindî âlemdeki varlıklarda bir düzen, âhenk, irtibat, güzellik ve amaç bulunduğunu dile getirmiştir.(50) Kindî’ye göre evrenin mükemmel yapısı, düzeni, parçalarının birbiriyle olan ahenkli irtibatı, her şeyin iyiyi koruyacak, kötüyü yok edecek tarzda düzenlenmesi, ilim sahibi bir Dünyanın değişik kültürlerinde yetişen düzenleyicinin varlığının en iyi işaretidir. Fârâbî ve İbn Sina da eserlerinde evrenin insanlar çeşitli şekillerde bu düzeni ve düzenine ve güzelliğine işaret etmişlerdir. estetiği dile getirmekte, onunla ilgili felsefî, edebî veya dinî eserler yazmaktadır. İnsan Fârâbî’ ye göre Tanrı, âlemin düzenleyicisidir. benzer duygular içerisinde yaşadığı dünyayı Evren de bu ilâhî düzenin eseri olarak vardır. algılamış ve içi aşk dolu kitaplar kaleme Bu nizamda da ilâhî adalet tecelli ettiği için almıştır. Bir şairin şiiriyle, ressamın resmiyle orada adaletsizlik söz konusu değildir. Yine ya da mimarın eseriyle duygulanan İnsan, Gazzâlî’ ye göre Tanrı evrende hiçbir şeyi boşu Tanrı’nın sanatı karşısında da heyecanını boşuna yaratmamıştır. İnsan vücudundaki gizlememiş ve daima hayranlığını ifade azaların birbirine bağımlı ve uyumlu olması etmiştir. Daha önce de ifade edildiği gibi gibi evrendeki her şeyde bir uyum ve ahenk birçok ateist dahi karşılaşmış olduğu bu söz konusudur. Dolayısıyla önemli olan şey heyecanla inkârdan vazgeçmiş ve Tanrı’nın evrene ibretle bakmak ve bütün varlıklardaki varlığına kanaat getirmiştir. Yine âlemdeki hikmeti görmektir.

Bizbiriz Dergisi

59


ÜSTAD NECİP FAZIL 26 Mayıs 1904’te, Perşembe günü sabaha karşı, İstanbul’da büyük bir konakta doğdu. Babası o sırada hukuk öğrencisi olan ve daha sonraki yıllarda Bursa’da âzâ mülazımlığı, Gebze savcılığı ve Kadıköy hâkimliği görevlerinde bulunan hukukçu Abdülbaki Fazıl Bey; annesi, Girit muhacirlerinden bir ailenin kızı olan Mediha Hanım’dır. Ailenin tek çocuğu idi. Ailesi ona “Ahmet Necip” adını verdi. Necip adını, babasının büyükbabası Necip Efendi’den aldı. Aslen Maraşlı bir ailenin çocuğudur. Kayıtlı bir şecereyle, Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan ve Osmanoğullarından daha eski bir familya olan Dulkadiroğulları’na bağlı ‘Kısakürekler’ soyuna mensuptur. Necip Fazıl, ilk dinî telkin ve terbiyesini, dedesi Mehmet Hilmi Efendi’den aldı; okuyup yazmayı henüz 5-6 yaslarındayken ondan öğrendi. Ağır ve ciddi hastalıklarla dolu bir çocukluk geçirdi. Çocukluk yıllarında geçirdiği bu hastalıkları pek çok şiirinde dile getirmiştir. Bahriye Mektebi’ne gireceği 1916 senesine kadar Büyükdere’de Emin Efendi isimli bir hocanın işlettiği mahalle mektebinden başlayarak çeşitli okullara devam etti. Fransız Papaz ve Kumkapı’da ki Amerikan kolejinin ardından Serasker Riza Pasa yalısındaki Rehber-i Ittihad mektebine verildi. Yatılı olan bu mektepte de fazla kalamayınca, bir süre için Büyük Resit Pasa Numûne mektebine ve seferberlik sebebiyle gidilen Gebze’nin Aydınlı köyünde, köyün

Bizbiriz Dergisi

60

ilk mektebine yazıldı. İlk mektebi, Heybeliada Numûne Mektebi’nde bitirdi. 1916 yılında, Mekteb-i Fünunu Bahriyey-i Şahane’ye, bugünkü adı ile Deniz Harp Okulu’na imtihanla girdi. Beş yıl öğrenim gördüğü bu okulda Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Akseki gibi Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi tanınmış isimler görev yapmakta idi. Türk şiir ve düşünce hayatının Necip Fazıl’a göre zıt kutbunda yer alacak olan Nâzım Hikmet Ran aynı okulda iki sınıf üstte öğrenci idi. Necip Fazıl, Bahriye Mektebi’ndeki öğrencilik döneminde şiirle ilgilenmeye başladı, tek nüsha elle yazılmış “Nihal” isminde haftalık bir dergi çıkararak ilk yayıncılık faaliyetine başladı. Okulda iyi derece İngilizce öğrenerek Lord Byron Oscar Wilde, Shakespeare gibi batılı yazarların eserlerini orijinal dilden okuma imkânını buldu. Ahmet Necip olan adının “Necip Fazıl” olması bu okulda gerçekleşti. Bahriye Mektebi’nde üç yıllık öğrenimini tamamladıktan sonra ilave edilen dördüncü sınıfı bitirmedi ve okuldan ayrıldı. İstanbul’un işgali sırasında annesi ile birlikte Erzurum’daki dayısının yanına giden Necip Fazıl, bu arada henüz çok genç yaşta olan babasını kaybetti. 1921 yılında İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi’ne girdi. Bu okulda Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Faruk Nafiz, Ahmet Kutsi gibi dönemin ünlü edebiyatçıları ile tanıştı. Yakup Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı Yeni Mecmua dergisinde ilk şiirlerini yayımladı. 1924 yılında Maarif Vekâleti’nin


Avrupa ülkelerine eğitim hayatlarının devamı için gönderilecek lise ve Darülfünun öğrencileri arasında ilk grup için açtığı sınavda gösterdiği başarı sonucu, üniversitedeki eğitimini resmen tamamlamış sayıldı ve Paris’e gönderildi. Sorbonne Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi (1924). Bu okulda sezgici ve mistik filozof Henri Bergson ile tanıştı. Paris’te bohem bir yaşam sürdü, kumar sevdasına tutuldu. Bir yılın sonunda bursu kesildi ve yurda dönmek zorunda kaldı. Paris’teki bohem hayatına bir süre İstanbul’da da devam etti. 1925’te ilk şiir kitabı “Örümcek Ağı”nı bastırdı. O yıllarda yeni bir meslek olan bankacılık alanında çalıştı. 1934 tarihi, Necip Fazıl yaşamında ve eserlerinde bir dönüm noktası oldu. O yıl, bir Nakşî şeyhi olan Abdülhakîm Arvâsî hazretleri ile tanıştı. Ahmet Arvâsî ile Eyüp Sultan’daki Pierre Loti Mezarlığı yanındaki Kaşgari Tekkesi Camii’ndeki sohbetleri sayesinde ciddi bir fikir ve zihniyet dönüşümü yaşadı. Ahmet Arvasi ile tanışmasını kendisine milat kabul eden Necip Fazıl’ın şiirlerinde bu tanışmadan sonra tasavvufi düşüncenin izleri görülmeye başladı.

tan gazetesinin sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman Malatya’da bir suikast teşebbüsü ile yaralanmıştı. Necip Fazıl, Hüseyin Üzmez’i azmettirmekle suçlandı. 1951’deki mahkumiyeti sebebiyle 9 ay 12 günlük hapis cezasını çekerken “Maskenizi Yırtıyorum” başlıklı bir broşür yayımlayarak 1943’ten beri başına gelenlerin ve Malatya Hadisesi ile ilgili yaşananların geniş bir muhasebesini yaptı (11 Aralık 1952). [3] Malatya hadisesi davası halen devam etmekte olduğundan 1951 mahkûmiyeti ile ilgili cezası dolduktan sonra bir süre daha tutuklu kaldı. Malatya Davası’ndan suçsuz bulununca 1953 yılını Aralık ayında serbest kaldı. 1957’de çeşitli davalardan gecikmiş cezaları nedeniyle 8 ay 4 gün daha hapis yattı.

Serbest kaldıktan sonra, önce Yeni İstiklal, sonra Son posta gazetelerinde yazarlığa başladı. 1963-1964’te Türkiye’nin çeşitli yerlerinde konferanslar verdi. 1965’te “B.D. Fikir Kulübü”nü kurdu. Konferanslar serisini ve günlük yazılarını sürdürdü; bazı eserlerini gazetelerde tefrika etti. Arvâsî ile tanışmasından sonra yaşadığı derin fikir buh- 1973 yılında Hacca gitti. O yıl oğlu Mehmet’e Büranın ardından hayatının yeni dönemindeki ilk önemli yük Doğu Yayınevi’ni kurdurdu.‘’Esselâm” isimli eseri olan “Tohum” adlı tiyatro oyununu yazdı (1935). Müs- manzum eserinden başlayarak daha evvel çeşitli lümanlık ve Türklük vurgusunun ön planda olduğu eser, yayınevlerince basılmış eserlerinin düzenli yayıMuhsin Ertuğrul tarafından İstanbul Şehir Tiyatroları’ndan nına başladı 23 Kasım 1975’te Milli Türk Talebe sahnelendi. Oyun, sanat çevrelerinden büyük ilgi gördüğü halde halkın ilgisini çekmedi. 1936’da bir kültür –sanat Birliği tarafından Mücadelesinin 40. Yılı münadergisi olan “Ağaç Mecmuası”’nı çıkarmaya başladı. İlk sayı- sebetiyle bir “Jübile” tertiplendi. 1976’da, dergisı 14 Mart 1936’da Ankara’da çıkarılan dergi, ilk altı sayıdan kitap şeklinde, 1980 yılına kadar 13 sayı sürecek sonra İstanbul’da çıkarılmaya başladı. Dergi, spirütalist “Rapor”ları, 1978’de de SON DEVRE Büyük Doğu özelliklere sahipti ve Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı dergisini çıkardı. 26 Mayıs1980’de Türk Edebiyat Tarancı gibi önemli edebiyatçılardan katı sağlanmaktaydı. Büyük ölçüde İş Bankası tarafından finanse edilen derginin Vakfı tarafından “Şairler Sultanı” ve 1982 yılında yayınlanan “Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu” yayın hayatı 16 sayı sürdü. isimli eseri münasebetiyle de “Yılın Fikir ve Sanat Necip Fazıl Kısakürek, 1943 yılından itibaren siyasal tavrını ve Türk modernleşmesine eleştirisini ortaya koyan Adamı” seçildi faaliyetlerine başlamıştır. Muhalefet anlayışını ifade eden araç, 17 Eylül 1943 günü ilk sayısını çıkardığı “Büyük Doğu” dergisidir. Büyük Doğu, o dönemde çıkarılan tek İslamcı dergidir. Başlangıçta dönemin ünlü isimlerinin yazılarının da yer aldığı dergide daha sonra değişik takma adlarla Necip Fazıl’ın yazdığı yazılar egemen olmuştur. Necip Fazıl’ın takma isimlerinden bazıları şunlardır: B.A.B, İstanbul Çocuğu, BÜYÜK DOĞU, Fa, Tenkitçi, N.F.K., ?, Ne-Mu, Ahmet Abdülbaki, Abdinin Kölesi, HA.A.KA, Adı değmez, Bankacı, Be-De, Prof. Ş.Ü., Dilci, İstanbullu, Muhbir, Dedektif X Bir…

12 yaşında şiire başlayan Necip Fazıl’ın ilk şiir kitabı daha 17 yaşında iken yayınlandı ve şiirleri MEB’in ders kitaplarında okutuldu. Genç yaşta yazdığı tiyatro eserleri, dönemin tiyatrolarında aylarca kapalı gişe sahnelendi. Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta ünlü yaptı. Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile takdir toplamayı sürdürdü. Büyük Doğu çıktığı günden itibaren çeşitli nedenler ileri sürülerek birçok defa kapatıldı ve Necip Fazıl hakkında birçok Bir çok kişi tarafından da çok sevilen şair “Üstad soruşturma açıldı. Hatta bu soruşturmalar sonucu dara dü- Necip Fazıl Kısakürek”, olarak anılmaya başlandı. şen Necip Fazıl geçimini sağlamak için evindeki tüm eşyaları Necip Fazıl, Yaşar Nâbi tarafından, “bir mısrası satmak zorunda kaldı. Türk milletini ihya etmeye yeter” denilerek övülSanatçı, 28 Haziran 1949’da Büyük Doğu Cemiyeti’ni müştür. kurdu. 1950’de derneğin ilk şubesi Kayseri’de açıldı. Necip Fazıl’ın 1951’deki mahkûmiyet kararı ile ilgili hastaneden aldığı tecil raporunun süresinin dolduğu sırada 22 Mayıs 1952’de “Malatya Hadisesi” meydana geldi. O gün Va-

Üstad Necip Fazıl, 25 Mayıs 1983’te evinde hayatını kaybetti. Cenazesi, Eyüp Sultan Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Bizbiriz Dergisi

61


Tarih’te Mayıs Haz. A.Kadir AYDIN

3 6

3 Mayıs 1481’de, Fatih Sultan Mehmet vefat etti. 3 Mayıs 1920’de, TBMM’nin ilk kabinesi kuruldu.

6 Mayıs 1955’te, bestekâr ve müzik bilgini Hüseyin Sadettin Arel öldü. İstanbul’da doğan Arel, Mehmet Emin Efendi’nin oğlu, adliye nazırlığı yapan kazasker Ali Haydar Arsebük’ün kardeşidir. Hukuk öğrenimi görmüştür. Adliye nezaretinde çevirmenlik, mektubi müdürlüğü, deniz ticaret mahkemesinde yargıçlık (1909), Makedonya illerinde adliye müfettişliği, ceza işleri müdürlüğü, adliye müsteşarlığı (1911), Şurayı Devlet üyeliği (1913), Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü (1915), Şurayı Devlet Tanzimat Dairesi Başkanlığı (1915) yaptı. Şurayı Devlet kaldırılınca avukatlığa başladı. 1910’da Washington’da toplanan Uluslar arası Hukuk Kongresine Osmanlı Devleti’nin delegesi olarak katıldı. Fransızca, İngilizce, Almanca, Arapça, Farsça bilen Arel, 1908’de Şehbal adlı dergiyi, 1939-1940’ta da aylık Türklük dergisini yayımladı.

10

10 Mayıs 1795’te, Halıcıoğlu’nda ilk topçuluk okulumuz Mühendishanei Berri Hümayun” açılmıştır. Bu okul, III. Selim devrinin en hayırlı teşebbüslerinden biridir. Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra Mühendishane daha çok önem kazanmıştır.

10 Mayıs 1799’da, Fransızlar Akka Kalesi’ne saldırıya geçtiler.

11 Bizbiriz Dergisi

62

11 Mayıs 1876’da, Sadrazam Mahmut Nedim Paşa’nın vükela meclisinden çıkarttığı bir kararla İstanbul’da ve taşrada basılan gazetelere sansür konmuştur. Bizde basına konan ilk sansür budur. Ondan önce, ileri fikirleri çekemeyen devlet cihazı, Şinasi

ve Namık Kemal gibi inkılâpçı simaların faaliyetine set çekmek istemişse de sansür konmamış, yani yayınlar basılmadan önce bir tetkike tabi tutulmamıştır. 11 Mayıs 1897’de, Gazi Ethem Paşa’nın Yunanlıları mağlup ettiği zafer yaşanmıştır. 11 Mayıs 1920’de, Mustafa Kemal ve arkadaşları İstanbul Hükümeti tarafından idama mahkum edildiler. 11 Mayıs 1954’te, Sait Faik Abasıyanık öldü. Adapazarı’nda doğdu. Türk öykücülüğünün en önde gelen kişilerinden birisidir. Liseyi İstanbul ve Bursa’da okudu. Babasının isteği üzerine Lozan’a iktisat öğrenimi için gitti (1931), daha sonra Grenoble’a (Fransa) geçerek 3 yıl orada kaldı. Dönüşünde öğretmenlik ve muhabirlik yaptı. Hatta bir ara ticarete bile atıldı; ama yaşamı boyunca hep edebiyatla uğraştı.

12

12 Mayıs 1868’de, Galatasaray Lisesi kuruldu.

12 Mayıs 1881’de, Bordo Antlaşması ile Tunus, Fransızların hÂkimiyeti altına girmişti. Uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı olarak yaşayan bu Müslüman ülke, 19. yüzyıl içinde pek karışık bir tarih yaşamıştır. Fransa, Tunuslu bazı kabilelerin Cezayir topraklarına girerek beş Fransız askerini öldürmesini bahane ederek 30000 kadar bir kuvvetle yürüyerek Tunus Beyini bu antlaşmayı imzaya mecbur etmiştir.

13 14

13 Mayıs 1915’te, Seddülbahir savaşları olmuştur. 14 Mayıs 1560’ta, Türk donanması Celbe önlerinde büyük bir deniz savaşı kazanmıştır. Sabahın erken saatlerinde Piyale Paşa merkeze, Kurdoğlu Ahmet Paşa sağ kanada, Midilli Beyi Mustafa Bey sol kanada kumanda ederek adaya doğru yürümeye başlamıştı. Türk denizcilerinin


her zamanki kahramanca savaşı karşısında düşman kuvvetleri tarumar olmuştu.

15

15 Mayıs 1812’de, Ruslarla Bükreş Antlaşmasını imzalamıştık. Eflak ve Buğdan işlerini bahane eden Ruslar, Tuna üzerine yürümüşler ve Bükreş’e girmişlerdi. Alemdar Mustafa Paşa, Tertköy’deki meydan muharebesini kazanmış, fakat bu sırada iç işlerimiz karışmış ve padişahlar değişmiş ve Alemdar da şehit olmuştu. İmzaya mecbur olduğumuz bu antlaşma ile Prut suyu hudut sayılmıştır. 15 Mayıs 1919’da, İzmir işgal edildi.

17

17 Mayıs 1880’de, devlet adamı şair Ziya Paşa öldü. Ziya Paşa, 1825’te İstanbul’da doğmuştu. İstibdada karşı savaştı, Tanzimat devri yazarlarının siyasi ve sosyal düşüncelerini paylaştı. Abdülmecit’in sarayında katip olan Ziya Paşa, Abdülaziz padişah olunca, sadrazam Ali Paşa yüzünden saraydan uzaklaştırıldı ve İstanbul dışında çeşitli yerlere atandı. İstibdada karşı kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyeti” ne girdi. Bu öğrenilince 1867’de Namık Kemal ile Paris’e kaçtı. Avrupa’da Türkçe gazeteler çıkardı. Siyasi ve sosyal düşüncelerini savunan Terkib-i Bend” adlı eserini yazdı. Rousseau’dan Emile” çevirisini yaptı. II. Abdülhamit tahta çıkınca, devrin anayasasının hazırlanmasına katıldı. Milletvekili seçileceği lafları üzerine, zaten Meşrutiyetten korkan Abdülhamit tarafından Suriye ve Adana valiliklerine uzaklaştırıldı ve orada öldü. Eserleri Külliyat-ı Ziya Paşa” ismiyle birkaç defa yayımlanmıştır. Çevirilerini (en önemlisi Moliere’in Tartuffe’ü) çoğu basılmıştır.

19 20

19 Mayıs 1919’da, Mustafa Kemal Samsun’a çıktı.

20 Mayıs 1878’de, 16. Osmanlı padişahı II. Osman tahtan indirilmiş ve Yedikule zindanlarına götürülerek feci bir şekilde öldürülmüştür. Tarihe adı Genç Osman diye geçen bu talihsiz hükümdar inkılap ve yenileşme hareketlerine bir başlangıçtır. Henüz 18 yaşında iken, ileri düşüncelerinin kurbanı olmuştur.

21

21 Mayıs 1556’da, Zigetvar kuşatması yapıldı.

22 si” seçilmiştir.

23 25

22 Mayıs 1955’te, Nene Hatun öldü. Kadın kahramanlarımızdan birisidir. 1877-1878 Türk-Rus savaşı sırasında Erzurum şehrinin savunmasına katılmış, Aziziye Tabyası’nda, diğer kadın ve erkeklerle beraber kahramanca çarpışmıştır. 1955 yılında Yılın Anne-

23 Mayıs 1944’te, ressam Şevket Dağ öldü. Şevket Dağ, daha çok cami resimleriyle tanınmıştır. Birçok uluslar arası ödül kazanmıştır.

25 Mayıs 1807’de, Kabakçı Mustafa isyanı meydana gelmiştir. Osmanlı tarihinde padişah III. Selim’in tahttan indirilmesiyle sonuçlanmış bir isyandır. III.Selim’in başlattığı Nizamı Cedit ıslahatı, çıkarları elden giden bazı kimselerin ve Yeniçerilerin işlerine gelmemiştir. 28 Mayıs’ta III. Selim Nizam-ı Cedit’i resmen kaldırmak zorunda bırakıldı. 29 Mayısta da Topal Ataullah Efendi’nin fetvasıyla tahttan indirildi ve sonra da öldürüldü. 25 Mayıs 1895’te, Ahmet Cevdet Paşa öldü. Ünlü Tarih-i Cevdet” ve Kısas-ı Enbiya” eserlerinin yazarı olan Türk devlet adamı, bilgini ve tarihçisidir. İlk adliye nazırıdır. Fuat Paşa ile birlikte yazmaya başladıkları Kavaid-i Osmaniye” adlı ilk Osmanlı grameri ni daha sonra tek başına tamamlamıştır. 25 Mayıs 1957’de, Mahmut Kemal İnal öldü. Tanınmış bir tarihçimizdir.

26

26 Mayıs 1512’de, Sultan II. Bayezid öldü. Sekizinci Osmanlı Padişahıdır. Fatih Sultan Mehmet’in Gülbahar Hatun’dan olan oğludur. Fatih’ten sonra Osmanlı padişahlarının en bilgini olarak bilinir.

29 31

29 Mayıs 1453’te, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u feth etti.

31 Mayıs 1601’de, Tiryaki Hasan Paşa komutasındaki küçük bir Türk kuvveti, kendisinden en az 15 defa büyük bir orduya karşı koyarak Kanije Zaferi’ni kazanmıştır. Kaynak tarih portalı

Bizbiriz Dergisi

63







Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.