Büt Dergisi 16.Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

Page 1


2

b羹t dergisi nisan say覺s覺


b羹t dergisi nisan say覺s覺

3


büt dergisi

Aylık Kültür-Sanat Online Dergi Editör

Mustafa Doğan Yazı işleri

Müge Gül Emre Ceylan

Reklam

Handan Aşık

Grafik Tasarım

Mustafa Doğan

Ön ve Arka Kapak

Mustafa Doğan

Sosyal Medya Sorumluları

Serap Kamacı Emre Ceylan Yazarlar

Emre Ceylan Müge Gül Almira Koç Ulya Altıntaş Serap Kamacı Vedat Taşkın Özlem Çelebi Mustafa Doğan www.butdergisi.com www.facebook.com/butdergisi www.twitter.com/ButDergisi Bize ulaşmak için

4

büt dergisi nisan sayısı

info@butdergisi.com butdergisi@gmail.com

Tüm hakkı saklıdır. Yazılarla ilgili tüm sorumluluk yazarlara aittir.


Editör

16. sayımızla karşınızdayız -Mustafa DOĞAN-mstf.doqan@gmail.comMerhaba sayın okuyucu, 16. sayımızla yine karşınızdayız. Bizi sabırla beklediğiniz için teşekkür ederiz. Sizin desteklerinizle daha da ilerlemeye devam edeceğiz, ne de olsa siz bizi destekliyorsunuz.

Hatırlat-ma-!* Bundan önceki 15 sayımıza da baktınız mı? Yoksa hiç merak etmiyor musunuz? O zaman size kötü bir haberim var. Üzgünüm ama çoook şey kaçırıyorsunuz. Bakın bir daha hatırlatmam, önceki sayılarımıza da göz atmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. (*nasıl okumak isterseniz artık size kalmış)

Bir dahaki sayıyı sabırsızlıkla bekleyin. Tabi ki yine ücretsiz ulaşacaksınız... :)

dergiye gider...

Bu ay ki sayımız her zamanki gibi dopdolu. Bu ay iki tane röportaj sizleri bekliyor. İlk röportaj konuğumuz iknatör, şiirbaz, sandırıcı, radyo programcısı, aşk adamı, oyuncu ve daha sayamadığımız bir sürü özelliğiyle tanınan Ceyhun Yılmaz; diğer bir röportaj konuğumuz ise 6 yıldır evlerimize her gün konuk olan Unutma Beni dizisi oyuncularından Osman Karakoç oldu. Biz bu sohbetleri gerçekleştirirken bir hayli keyif aldık; umarız sizlerde keyifle okur, aklınıza takılan sorulara yanıt alırsınız. Sinema bölümümüzde ünlü yönetmen Tim Burton konumuz oldu. Tim Burton’un filmleri hakkında detaylı bilgiye yazıyı okuduktan sonra sahip olacaksınız. Kemanı Ağlatan Adam dersek sanırım hepiniz onu tanıyacaksınız: Farid Farjad. Bu ay portre bölümünde Farid Farjad’la karşılaşacaksınız. Dünyada 4 tane sanat köprüsünün var olduğundan ve bu 4 sanat köprüsünden birinin ülkemizde olduğunu biliyor muydunuz? Hemen söyleyeyim bu köprülerden birisi Bursa’da bulunmakta. Bu köprünün adı Irgandı Sanat Köprüsü. Sizin için Bursa’ya Irgandı Sanat Köprüsüne gittik ve yazdık. Bu yazıyı yaşamın içinde bölümümüzde bulacaksınız. Aktüel bölümümüzde yok olmaya yakın bir zanaat konu alandı: Berberler. Berberlik mesleğinin de artık neredeyse bitmek üzere olduğunu biliyor musunuz? Nasıl mı? Bir berber bir berbere gel diyememiş yazımızı okuduğunuzda bize hak vereceksiniz. Bu ay aramıza yeni arkadaşlar katıldı ve doğal olarak iki tane yeni bölümümüz oldu. Bunlardan ilki edebiyat bölümü diğeri ise müzik bölümü. Edebiyat bölümümüzün ilk yazısı özgürlüğe hasret bir yazar olan Sabahattin Ali konu alındı. Müzik bölümümüzde de dünyaca ünlü müzik grubu The Beatles’ı göreceksiniz. Ve Foto-Haber bölümümüzde Unutma Beni dizisinin kamera arkasına göz atacaksınız. Ve dahasını bulabileceğiniz dolu dolu bir 16. sayı sizleri bekliyor. Keyifli okumanız dileğiyle, mutlu günler...

büt dergisi nisan Mart sayısı sayısı

5


büt dergisi

Bu Ay Neler var

42 - Unutma Beni Di-

zisinin Kamera Arkası İlk başladığı günden beri yani tam 6 yıldır hafta içi her gün gündüz kuşağında yayınlanan ve izleyicinin severek takip ettiği “Unutma Beni” dizisinin kamera arkasında neler olduğunu görmek, siz değerli takipçilerin merakını biraz olsun gidermek için Ankara’da “Unutma Beni” dizisinin setine konuk olduk.

10- TIM BURTON & ESRARENGİZ DÜNYASI Beyaz perdenin büyülü dünyasında şüphesiz en önemli kilometre taşlarından biri de yönetmenler ve onların içlerinde kurgulayarak yaşadıkları farklı dünyalarıdır.

6

büt dergisi nisan sayısı

16 - OSMAN KARAKOÇ 6

YILDIR AİLEMİZDEN BİRİ

Bu röportajımızda da siz değerli okuyucularımız için yine alçakgönüllü ve değerli bir sanatçıyı seçtim. Bu sayımızda Ankara’ya gidip, sevgili Osman Karakoç’a sizler için sorular sorarak “Unutma Beni”

14- Kemanı Ağlatan Adam:

Farid Farjad Hüzün, özlem, ay-

rılık, gurbet… Tüm bu duyguları bir anda yaşamak; yaşadığın bu duyguları diğer insanların iliklerine kadar hissettirmek. Her defasında aynı duyguyu tekrar tekrar yaşatmak; sadece bir kemandan dökülen nağmelerle dinleyenleri alıp götürebilmek


8- Bi’Haber 26 - Aktüel “ Bir Berber Bir

Berbere Gel Diyememiş” 40 - Edebiyat “ Özgürlüğe

Hasret Bir Adam Sabahattin Ali” 30 - Şiirbaz, İknatör,

Sandırıcı Ceyhun Yılmaz

İçten, samimi, doğal, düşünceli, yardımsever; yılların radyo yayıncısı, okuduğu şiirlerle kalplere dokunan şiirbaz... Yaptığı espriler ile yüzleri gülümseten sandırıcı ve iknatör... Bu ay ki röportaj konuğumuz Ceyhun Yılmaz. Ve gerçekleştirdiğimiz bu keyifli röportaj ile sizleri baş başa bırakıyoruz.

20 - Biz Otizmin Farkın-

dayız, Ya siz?

Günlük hayatımız karmaşık ilişkiler üzerine kuruludur. Mesela çalıştığınız iş yerinde sevmediğiniz birisi olabilir. Ancak çalışma ortamı ve iş ilişkisi dolayısıyla siz o kişiyi gördüğünüzde selam verir ve mecbur kaldıkça onunla konuşursunuz.

1960 yılında İngiltere’nin Liverpool kentinde kurulmuş olan ve 1970’lere kadar büyük kitlelere ulaşabilmiş ve müzik konusunda kalitesini tüm dünyaya kanıtlamış İngiltere’nin gelmiş geçmiş en iyi grubu sayılan The Beatles... Dünya’ya etkisi büyük ölçüde olan bu grubun üyeleri ise John Lennon, Paul MacCartney, George Harrison, Ringo Starr adlı Liverpoollu dört müzikçi gençtir.

37 - THE BEATLES 48 - Irgandı Köprüsü Namı diğer adıyla ‘Irgandı Sanat Köprüsü.’ Ben böyle bir köprünün varlığından bir yıl önce kadar haberdar oldum. Oysaki köprü 1442 yılında yapılmış. Neyse en azından köprü hala ayaktayken ve faal bir şekildeyken gidip yerinde görme fırsatım oldu.

52 - Mitoloji “ Şahmeran” 55- Kitap “İntikam Çocuk-

ları” 57- Yeni “Kitap”lar 58- Film Tanıtım 59- Tiyatro Büt Dergisi’ne duyuru yollayın! Etkinlik mi düzenliyorsunuz? Haberiniz mi var? Yeni bir şey mi çıktı? Duyurmak için butdergisi@gmail. com adresine e-posta atmanız yeterli olacaktır. Gönderdiğiniz duyuruyu yerimiz yettiğince dergimizde paylaşacağımızdan emin olabilirsiniz... Sosyal Hesaplarımız İnternet Sayfamız: www.butdergisi.com Facebook Sayfamız: www.facebook.com/butdergisi Twitter Sayfamız: www.twitter.com/butdergisi Pinterest Sayfamız: www.pinterest.com/butdergisi Tumblr Sayfamız: butdergisi.tumblr.com Google+ Sayfamız: plus.google.com/+BütDergisibütdergisi

büt dergisi Aylık Kültür-Sanat Online Dergi

büt dergisi ocak sayısı

7


Bi’Haber Homeland Frank’siz Kaldı

Kısa Film Festival Teması Kadına Şiddet

Homeland dizisiyle ün yapan Amerikalı aktör James Reborn 65 yaşında hayatını kaybetti.1992’de ben kanseri teşhisi koyulan Rebhorn geçtiğimiz aya kadar oyunculuğa devam etmişti. Son olarak Homeland dizisinde Frank Mathison karakterini canlandıran Rebhorn ‘12 Öfkeli Adam’ filminin Broadway yapımı tiyatro versiyonunda da sahne almıştı.

İstanbul Kısa Filmciler Derneği, gelenekselleştirdiği Ulusal Kısa Film Festivali’ni bu yıl kadınlara ayırdı ve ‘kadına yönelik şiddet’ konulu kısa film ve kısa film öyküsü yarışması açtı. Bu yıl 12.düzenlenen yarışmada En İyi Öykü dalında Bir Varmış Bir Yokmuş isimli öyküsüyle Karina Solmaz Akça ödül alırken, Kurmaca Dalında 1.’lik ödülüne Neden-Siz isimli filmiyle Meltem Yılmazkaya – Fatih Kılıç, 2.’lik ödülüne Pepuk isimli filmiyle Özkan Küçük, 3.’lük ödülüne ise Karpuz Cenneti isimli filmiyle Gülistan Acet layık görüldü. Buğra Kekik 9 Aylık isimli filmiyle Özendirme Ödülü aldı.

Bir Garip Orhan Veli 100 yaşında! Bir Garip Orhan Veli’yim diyen Garipçiler akımının temsilcisi Orhan Veli Kanık 100. yaşında. Orhan Veli Kanık’ın 100. doğum günü anısına pek çok etkinlik, söyleşi ve özel dosyalar hazırlandı. Türk Edebiyatı’nda Garipçiler (Birinci Yeniciler) olarak bilinen akımın temsilcisi Orhan Veli Kanık’ın 100.doğum günü nedeniyle Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ise ‘Sakın Şaşırma: Orhan Veli 100 Yaşında’ adlı bir sergi açtı. Şairin el yazmalarından, mektuplarından, eserlerinden oluşan sergi için bir de katalog kitabı yayımlandı. Adını serginin adı olan ‘Sakın Şaşırma: Orhan Veli 100 Yaşında’ kitabında Orhan Veli’nin yaşamına ve sergide yer alan bilgiler var. ‘Sakın Şaşırma: Orhan Veli 100 Yaşında’ sergisi Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde 1 Mayıs’a dek görülebilir. Orhan Veli İzmir’de Sergi İstanbul’dan sonra İzmir’de edebiyat sevenlerle buluşacak. İzmir’de 19. İzmir Kitap Fuarı’nda da sanatseverlerin beğenisine sunulacak olan “Sakın Şaşırma: Orhan Veli 100 Yaşında” adlı sergi, 19–27 Nisan tarihleri arasında İzmir Fuar Alanı Salon 1B’de olacak. Tam bir edebiyat müzesi niteliğindeki “Sakın Şaşırma: Orhan Veli 100 Yaşında” sergisi, hiç yaşlanmayan şair Orhan Veli’yi daha yakından tanımak isteyen ziyaretçileri bekleyecek.

8

büt dergisi nisan sayısı


Bi’Haber ‘Aşk-ı Nebi’ Sergisi Açıldı Diyanet İşleri Başkanlığı, Hz. Peygamber’in doğumunun 1443. yılında, 2014 yılı Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri kapsamında “Hicaz’dan İstanbul’a Hz. Peygamber Sevgisi” temasıyla hazırlanan “Aşk-ı Nebi” sergisini Topkapı Sarayı’nda açtı. Diyanet İşleri Başkanlığı, 2014 yılı Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ortaklaşa büyük bir sergiye imza atarak, bugüne kadar bir arada sergilenmemiş eşsiz değerdeki eserleri sanatseverler ile buluşturdu. Sergi, Topkapı Sarayı Enderun Hazine Koğuşu ve Ayasofya Müzesi olmak üzere iki aşamalı gerçekleştiriliyor. İki aşamalı planlanan serginin ilk ayağı olan Topkapı Sarayı Enderun Hazine Koğuşu’nda 15, 16 ve 17. Yüzyıllardan kalma Mushaf-ı Şerifler, Siyer-i Nebi kitapları, Muhammediyeler, Delailül Hayratlar, Hilye-i Şerifler, Murakkalardan Hadisler, hat levhalar, Hazine bölümünden murassa Kur’an-ı Kerim muhafazaları, Hırka-i Saadet’in altın mahafazalarından örnekler. Osmanlı hanedanı tarafından vakfedilen ve Fahrettin Paşa tarafından Medine’den İstanbul’a getirilen eserler gülabdan, buhurdan, murassa askı kandiller, Sakal-ı Şerif mahfazaları, Hz. Peygamber’in su içtiği tas ile Mukavkıs’a göndermiş olduğu mektup sergileniyor. Ayasofya Müzesi’nde ise yaşayan hattatların , “Hz. Peygamber “ temalı eserlerinden oluşan bir seçki sanatseverlerle buluşacak. Bugüne kadar gerçekleştirilen en önemli “klasik İslam sanatları” çalışması olma özelliğine sahip sergide, yurt dışından yabancı hattatların eserleri ilk kez gün yüzüne çıkıyor. İslam Kültür Sanat Platformu’nun da düzenleyicileri arasında bulunduğu ve ana sponsorluğunu Yıldız Holding’in üstlendiği serginin küratörlüğünü Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Haluk Dursun, sanat danışmanlığını Prof. Dr. Mustafa Uğur Derman ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Rıza Özcan yaptı. 8 Nisan’da açılan sergi 15 Temmuz’a kadar gezilebilecek.

Şizofrenik Piyanist David Helfgott İstanbul’da Şizofreniye bağlı olarak yaşadığı travmalar sebebiyle oldukça zor bir yaşam süren, 12 yıl akıl hastanesinde elektroşok da dahil olmak üzere çok ağır tedaviler gören David Helfgott İstanbul’da. Yaşamı Oscar ödüllü ‘Shine’ filmine konu olan piyanist David Helfgott Yapı Kredi’nin 70. yılı etkinlikleri için konser vermek üzere İstanbul’da. Çocuk yaşta müzik kariyerine başlayan ancak ailesinin, bilhassa da babasının sert tutumu sebebiyle büyük sıkıntılar çeken piyanist David Helfgott, İstanbul Kongre Merkezi’nde 15 Nisan 2014’te bir konser verecek. Gerek yetenekleri, gerekse yaşam hikayesiyle müzik tarihinde çok önemli bir yer tutan Helfgott bugün dünya çapında en tanınmış piyanistlerden biri.

Şizofreniye bağlı olarak yaşadığı travmalar sebebiyle oldukça zor bir yaşam süren, 12 yıl akıl hastanesinde elektroşok da dahil olmak üzere çok ağır tedaviler gören David Helfgott, albümleri dünya çapında dört milyonun üzerinde satan bir sanatçı. David Helfgott’un zor yaşamı Avrustralya’da doğup büyüyen, eğitimini sürdürmek için 19 yaşında Londra’ya giden Helfgott, rahatsızlığının etkileri fazlalaşınca yeniden ülkesine döndü. İlk evliliği sona erdikten sonra bir konser sırasında fenalaşan Helfgott, bu travmadan sonra akıl hastanesine yattı. Burada piyano çalmadan 12 yıl kalan Helfgott, kendisine uygulanan ağır tedaviler sonunda 1980’lerin başında hastaneden çıktı. Bir barda piyano çalmaya başlayan ve adeta yeniden doğuşunun da başlangıcına adım atan Helfgott bundan sonra yükselen bir çizgiyle kariyerini sürdürdü.

Önemli bir piyanist olmasının sebeplerinden biri ‘çalınamaz’ denen Rachmaninov’un 3. Piyano Konçertosu’nu çalabilen birkaç kişiden biri olması. Bunun yanında romantik dönem bestecilerinin tamamına yakınını bilip çalmakta. Helfgott’un ilginç yaşam öyküsü ‘Shine’ filmine de konu oldu. Filmde Helfgott’u canlandıran aktör Geoffrey Rush, ‘En İyi Erkek Oyuncu’ Oscar’ını kazandı. büt dergisi nisan sayısı

9


Sinema Müge Gül muugegul@gmail.com

&

ESRARENGIZ DUNYASI

10

büt dergisi nisan sayısı


Beyaz perdenin büyülü dünyasında şüphesiz en önemli kilometre taşlarından biri de yönetmenler ve onların içlerinde kurgulayarak yaşadıkları farklı dünyalarıdır. Hemen hemen her yönetmenin kendine has bir imzası olduğunu bilir sinemaseverler. Zaten bu sayede akılda kalıcı, özel ve farklı olmayı başarırlar. Bu ay sizlere bu önemli zatlardan şahsına münhasır bir isimden bahsetmek istiyorum. Zeki, hırslı, başarılı ve olabildiğine kendine has bir yönetmen. Üstelik gotik mekanlar, müzik ve karakterleri yarı müzikal şaheserlerde bütünleştirebilen bir yetenek Tim Burton. Hal böyle olunca da yer yer eğlenceli yer yer ise ürkütücü bir dünyaya davetli oluyorsunuz her film de.

Bonham Carter ile beraber. Bu birliktelikten bir kızı bir de oğlu olan Tim Burton çocukları ile ilişkisine son derece önem veriyor. Özel hayatında tutarlı sayıla bilinecek Burton, meslek hayatında bir o kadar rahat ve ilgi çekici bir tarza sahip. En eğlenceli ve tartışmalı filmlerine bir göz atalım ne dersiniz?

Frankenweenie

1984 yılında bir nevi yönetmenin kendini ispatı da sayılacak bir kısa film olarak karşımıza çıkıyordu Frankenweenie. Küçük dostu Sparky’i aniden kaybeden Victor onu geri getirmeyi kafasına koyar. Kendi imkanları ile ailesinden gizli bir takım denemelerin sonucunda hayatındaki en iyi arkadaşını tekrar hayata döndürmeyi başarır. Ancak bu Filmlerinde bizi bambaşka dimasumane isteğin doğurduğu yarlara götüren bu farklı adam sonuçlar kasabadakiler için 1958 yılında doğdu. İçine pekte iç açıcı bir hal almamaya kapanık ve sessiz bir çocukluk başlar. 2012 kasım ayında bu geçiren Burton, 10 yaşlarısefer karşımıza siyah beyaz bir na kadar anne ve babası ile animasyon olarak çıkan Frankyaşadı. Lakin daha o yaştayken enweenie çok daha çarpıcı ve onlar ile yaşadığı hayatın onu detaylandırılmış bir şekilde pek mutlu etmemesi üzerine animasyon severlerin karşısına büyükannesinin yanında ihtiçıkıyor. Tim Burton’ın artık bir yacı olan yalnızlıkla büyümeye imza şekline gelmiş olan gotik başladı. Yaşıtlarının yaptığı çizimleri ile tekrar hayat bulan hemen hemen hiçbir şey onun ve seslendirmesinde Winona ilgisini çekmiyordu. Karikatürl- Ryder’dan, Christopher Lee’ye er çizerek ve yaşının üstü korku son derece önemli oyuncular filmlerini izleyerek iç dünyasına ile öne çıkan hikaye sadece sığınan bir çocuktu Timothy çocuklara yönelik bir aniWilliam Burton. Özel hayatı masyon olmaktan çıkıyor. Türün ile çokta göz önünde olmayı meraklılarına tadından yenmez sevmeyen yönetmen 2 evlilik bir lezzet sunan Frankenweegeçirdi. İlk eşi Lena Giekese nie; herkesin en azından bir ile biten evliliğinin ardından kez görmesi gereken duygusal, Lisa Marie ile 9 yıllık bir evlilik maceralı ve aynı zamanda hafif yaşayan Burton’un bu evlilikler- ürkünç bir yapım. inden çocuğu bulunmuyor. Yönetmen 2001’den günümüze Beetlejuice (Beterböcek) sinemanın tatlı cadısı Helena Tim Burton’un tartışmasız

“Zeki, hırslı, başarılı ve olabildiğine kendine has bir yönetmen...” en eğlenceli filmlerinden biri başrollerini Alec Baldwin, Geena Davis, Winona Ryder ve Michael Keaton gibi oyuncuların üstlendiği Beterböcek filmidir. Film benimde çocukluk dönemlerime geldiğinden midir bilinmez, benim içimde ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Barbara ve Adam öldüklerinin farkına varınca karşı tarafa geçebilmek için ne yapmaları gerektiğini anlamaya çalışırlarken o tarafta işlerin oldukça uzun zaman alması nedeni ile onlarla ilgilenen danışmanın verdiği kılavuz bir kitabı çözmeye çalışırlar. Ancak bu sırada beklenmedik bir şekilde çiftin dairesine yeni bir aile taşınır. Sevimsiz ve son derece görgüsüz bir karı koca olan Charles ve Delia ile ergenlik sorunları ile boğuşan ve dikkat çekmek için olmadık şekillerde başını belaya sokan gotik kızları Lydia, taşındıkları büt dergisi nisan sayısı

11


Fabrikası

o zamandan tam 200 yıl öncesinde 1799 yılında geçen Hayalet Süvari filmi Tim Burton’un macera ve korku dalında sinemaseverler ile buluşturduğu oldukça farklı ve güzel evin tekinsiz olduğunu anbir film. Başrolünde Tim Burladıklarında normal bir aile gibi ton’un son derece yakın aile gitmektense Adam ve Barbara dostu ve pek çok işte omuz ile savaşmayı seçerler. Çaresiz omuza çalıştığı Johnny Deep kalan çift evlerini geri alabilmek ve çocukluğundan beri sinema için yapmamaları gereken bir dünyasında kendine sağlam şey yapar ve diğer tarafın yaka bir yer edinen karakter oyunsilktiği Beetlejuice’dan yardım cusu Christina Ricci var. Film isterler. 3 kez adını tekraratmosferik olarak 1700’lerin ladıklarında anlaşma yapmış son dönemini yine Burton’a sayılırlar ve beterböcek için has bir tarz ile yakalıyor. Senhiçbir anlaşma bedelsiz değildir. aryo ile bütünleşen hikaye sizi Bu sefer istediği bedel ise alışa gelmedik bir kasabada evdeki Lydia ile evlenmektir. işlenen esrarengiz cinayetlere sürüklerken ana karakterimiz Filmde yer yer müzikal havası Ichabod Crane bilimsel yakalmanızı sağlayan Burton Gotik laşımları ile adeta ayağınızı yere tarzı Lydia’nın siyah ve garip bastırıyor. Lakin çok geçmeden kıyafetleri ile verirken Delia’nın Crane’de hortlak hikayeleri sanat katili heykelleri ile sinirile bugüne dek öğrendiği her inizi bozmayı başarıyor. Yer yer şeyi kendi içinde karşılaştırmak gülümseten beterböcek sizi zorunda kalıyor ve ortaya Haykısa bir süreliğine de olsa alıp alet Süvari gibi iç gıdıklayıcı bir oldukça eğlenceli bir yolculuğa yapım çıkıyor. Masallar diyarına çıkartıyor. Her ne kadar Beetle- sıkışmış analitik beyinli bir adam juice kötü, çıkarcı ve sahtekar olan Crane ile Katrina’nın soluk bir karakter olsa da açıkçası soluğa izleyeceğiniz hikayesini içten içe ondan hoşlanıyorbu derece çekici yapan kuşkussunuz. uz Tim Burton görünmez ama son derece derinden hissedilebilir etkisi. Sleepy Hollow (Hayalet

“Frankenweenie; herkesin en azından bir kez görmesi gereken duygusal, maceralı ve aynı zamanda hafif ürkünç bir yapım.”

Süvari)

1999 yılında vizyona giren lakin

12

büt dergisi nisan sayısı

Charlie’nin Çikolata

Willy Wonka, yıllar önce kapılarını dışarıya kapatmış kocaman bir çikolata fabrikasının tuhaf, farklı ve esrarengiz sahibidir. Tek başına bir adam olan Wonka, kendine sakladığı bir nedenden ötürü 5 şanslı çocuğu fabrikasında ağırlayacağını duyurur. Bunun için çocukların yapması gereken tek şey çikolatanın ambalajına saklanan altın bileti bulmaktır. Charlie oldukça fakir ama bir o kadar birbirine bağlı ve sevgi dolu bir ailenin çocuğudur. Sadece doğum gününde 1 paket çikolata alan Charlie’ye şans güler ve kendini muhteşem bir maceranın içinde bulur. Kendisi gibi şansı yaver giden Veruca, Violet, Mike ve Augustos ile fabrikada bir gezintiye çıkan Charlie, aç gözlü ve yaramaz bir çocuk olmadığı için bay Wonka’nın testini başarı ile bitirir. Lakin Wonka’ın küçük Charlie’ye teklifi son derece acımasızdır. Eğer Charlie isterse bay Wonka ile fabrikaya dönebilir ve onun veliahdı olabilir. Ancak bir daha ailesini görmemek şartı ile. Teklifi kabul etmeyen Charlie dünyadaki en değerli şeyin ailesi olduğunu söylediğinde kendi ailesi ile asla öyle bir bağ yakalayamayan Willy hayatta gerçek mutluluğun ne olduğu konusunda ilk kez çelişkiye düşer. Film müzikleri ve olağan dışı mekanları ile gerçek anlamda olağanüstü. Komedi ve macera türüne ağırlık verilse de üzerinden hafif geçilmiş bir dram sıkıştırılan filmin başrolünde ise yine Johnny Deep’i görüyoruz. Filmin gişe başarısı da harcanan parayı neredeyse üçe katladığından hem sinemaseverleri


hem de Tim Burton’u oldukça mutlu etmiştir. Çikolatadan şelalelerden, bitmeyen lezzetli çikletlerden ve rengarenk şekerlemelerden hoşlananlar için Charlie’nin çikolata fabrikası kesinlikle izlenilmesi gereken bir yapıt olarak Burton koleksiyonunda yerini alıyor.

Alice Harikalar Diyarında

Alice Harikalar Diyarında, 1895 yılında Lewis Caroll takma ismi ile yazarlık yapan Charles Lutwidge Dodgson’ın aynı isimle piyasaya sürdüğü kitabından uyarlanarak sinemaseverler ile

buluşturuldu. Başrollerinde Mia Wasikowska, Johhny Deep ve unutulmaz Kupa Kraliçesi rolü ile Helena Bonham Carter’ı gördüğümüz bu farklı uyarlamada Alice yıllarca rüyasında gördüğü harikalar diyarına yeniden gidiyor. Onun eşsiz yolculuğunda aslında harikalar diyarının pekte harika bir yer olmadığını anlıyorsunuz. Çünkü bu diyar kötü kalpli kupa kraliçesi tarafından zorla ele geçirilmiş bir durumda. Etrafındaki sayısız dalkavuk ve sadık askerleri sayesinde diyarda yaşayan her canlıya eziyet eden kraliçe hak ettiğini bulana kadar maceramız devam ediyor.

“Komedi ve macera türüne ağırlık verilse de üzerinden hafif geçilmiş bir dram sıkıştırılan filmin başrolünde ise yine Johnny Deep’i görüyoruz.”

Tim Burton hangi filme dokunursa dokunsun karakterler mutlaka gotik dokunuşlardan nasibini alıyor. Şapkacı rolünde adeta sizi şaşırtan Jonny Deep gerek makyaj gerekse kostüm olarak son derece farklı bir çizgi ile karşımıza çıkıyor. Çocukluğunuzdan bir masala bu tuhaf ekip ile farklı bir yolculuk yapmak isterken bir kez daha bu usta yönetmenin bu işe ne kadar hakim olduğunu görüyor ve ona hayran olarak kendinizi alıkoyamıyorsunuz. Tim Burton Stop Motion (durağan 3 boyutlu nesneleri hareket edermiş gibi gösterme tekniği) tekniğini ustalık ile kullanan bir 2 yö-

netmenden biridir. 1982’den 2012’ye 21 filmde görev alan yönetmen ayrıca yapımcılığa da soyunmuştur. Yapımcı olarak görev aldığı The Nightmare Be-fore Christmas sinema tarihinde ilk uzun metrajlı film olma özelliği taşımaktadır. Yönetmenin 4 ödülü bulunmaktadır. Bu kadar başarılı bir yönetmenin bu kadar az ödül sahibi olması akıllara başarının ne kadar doğru ölçüde ödülle taçlandırıldığını getiriyor. Tim Burton farklı dünyasını bizlere en doğru şekilde aktarmayı seven sıra dışı ve karanlık bir tarafı bulunduğu şüphe götürmeyen tabiri caizse alacakaranlıkta var gücü ile parlayan bir yıldız gibi. Sizin onun ışığından yararlanmak için yapmanız gereken tek şey ise eserleri ile size dokunmasına izin vermek. Böylece her hücrenize işleyerek sizi de o sihirle dolu esrarengiz dünyasının bir parçası haline getirebilir. Geçici de olsa içinde bulunduğumuz tüm karmaşa ve kaostan uzaklaşmak için denemekten çekinmeyin derim. büt dergisi nisan sayısı

13


Kemanı Ağlatan Adam Farid Farjad 14

büt dergisi nisan sayısı


PortrE Serap Kamacı serab.5091@gmail.com

ayrılık, gurbet... HTümüzün,bu özlem, duyguları bir anda

yaşamak. Yaşadığın tüm bu duyguları diğer insanların iliklerine kadar hissettirmek. Her defasında aynı duyguyu tekrar tekrar yaşatmak. Sadece bir kemandan dökülen nağmelerle dinleyenleri alıp götürebilmek başka zamanlara... Deyim yerindeyse o dökülen nağmelerle seyirciler kadar kemanıda ağlatabilmek... Keman deyince akla ilk gelen isimlerden biridir Farid Farjad. Defalarca dinlenen keman dinletileri, kemanından dökülen nağmelerle tüm duyguları aynı anda yaşatması... Farid Farjad’ın kemanın sesi, besteleri, isyan gibi geliyor insanın kulağına. Sanki içinde kalan duyguları dünyadaki 7 milyar insana duyurmak istercesine. Bütün özlemlerini, hüznünü dışa vurmak birilerine derdini dökebilmek... Onun nağmelerini dinlediğinizde canlanıyor gözünüzde bütün hayatınız film şeridi gibi... Aslında onun yapmak istediğide bu. Ülkesinden, çocukluğundan, gençliğinde özlem duyduğu duyguları, anıları işlemek insanların içlerine... Kulaklarıyla duydukları keman sesini kalplerine işlemek ve yaşatmak özlenmiş geçmişi, yitirilmiş yılları ve avuçlarımızdan kayıp giden hayatı....

itibaren duygularını notlara dökmeye başlayan Farjad, Fars Halk Müziği birikimi kazanmış uzun yıllar süren çalışmalarının ardından. Bunun üzerine bir de Klasik Batı Müziğini eklemesiyle eşsiz tarzlardan birisini çıkarmış ortaya. Doğu ile Batı’yı kemanında bütünleştiren Farjad, o kadar güzel harmanlamış ki iki farklı dünyanın duygularını, kemanından dökülen seslerle yaşatır olmuş aynı duyguları tüm insanlara. Ülkesine tam anlamıyla aşık olan Farjad malesef ayrılmak zorunda kalmış ülkesinden. Döneminin siyasi olaylarından dolayı Amerika’ya taşınan Farjad, 1979 yılından bu yana ülkesinden kilometrelerce uzakta, Amerika’da yaşıyor. Ama ülkesiyle arasındaki bu mesafe unutturmamış ona ülkesini, insanlarını, yaşanan sıkıntıları. Kendisini her zaman bir Fars, bir İranlı olarak gördüğünü dile getiren Farjad, ağzından dökülen her sözde ülkesine duyduğu özlemi anlatıyor. Ülkesinin özlemini derinden yaşayan Farjad ülkesine olan özlemini en iyi bildiği yolla kemanıyla getiriyor dile. Ülkesine olan bu büyük ve ömürlük özlemi ise ülkesinin kardeşi olarak gördüğü Türkiye’de gideriyor usta virtüöz.

Türkiye’de vermek istediğini son yıllarda verdiği her Türkiye konserinde dile getirmiştir. Önümüzdeki yıllarda Konya’ya yerleşmek istediğini söyleyen Farjad, bir ömürlük ülke özlemini dindirmek istiyor ömrünün son deminde. Farjad, kemanıyla çıktığı bu uzun hayat ve sanat mücadelesinde 7 albüme yer vermiştir. 5 serilik Anroozha ve 2 serilik Golha Orkestrası albümü sevenlerine sunan Farjad tüm parçalarıyla büyük alkış toplamıştır. Farid Farjad’ı herkesin en az bir kere dinlemesini isterim. Onun -özellikle Robabeh Jan parçasını- parçalarını dinlerken, içinizde biten umutların yeniden canlanmasını, hayattaki hüznünüzü, ümidinizi, hayal kırıklıklarınızı, yalnızlığınızı ama bir o kadar da sahip olduğunuz zenginlikleri yeniden hissedecek ve farkına varacaksınız. Ya da benim gibi derinden etkilenenler göz yaşlarıyla daha ilk nağmelerde kirpiklerini ıslatmaya başlayacak. Her parçada ayrı bir film çekeceksiniz aslında.

Kemanı ağlatan adam isminin neden verildiğini daha iyi anlayacaksınız. Ve bir daha bir daha dinlemek isteyeceksiniz. Çünkü ilk dinlediğinizde hisstiğiniz duyguları parça bittiğinde Türkiye’ye, Türklere çok büyük özleyeceksiniz ve bir daha Farid Farjad’ı hemen hemen saygı ve hayranlık duyduğunu yaşamak için bir daha dinleyetanımayan kimse yoktur aslında. söyleyen Farjad, dünya çapında- ceksiniz. Farjad’ın ilmek ilmek 1938 yılında Tahran’da doğan ki hayran kitlesine Türkiye’den işlediği o duygu sardıkça saraFarjad ülkesinin zor şartlarıyde eklemiş binlerce kişi. Artık cak. Gözünüzü kapadığınız da la tanışmış doğar doğmaz. Farjad’ı kendisinden biri olarak belki sizde gireceksiniz o özlem Dinleyenlerine binbir duyguyu gören Türk halkı Farjad’ı “keduygusunun büyüsüne... Özlemaynı anda yaşattığı kemanmanı ağlatan adam” olarak nitel- iniz başlayacak; geçmişe ve la olan bir ömürlük macerası endirmiştir. Kendisine verilen geleceğe... olanlara ve olacakise 8 yaşındayken başlamış. bu isimden hayli memnun olan lara... İşte bu yüzden o Kemanı Kemanı eline ilk aldığı andan Farjad, özellikle son nefesini Ağlatan Adam... büt dergisi nisan sayısı

15


16

b羹t dergisi nisan say覺s覺


Röportaj Ulya Altıntaş ulya.marmara@gmail.com

OSMAN KARAKOÇ

6 YILDIR AİLEMİZDEN BİRİ Bu röportajımızda da siz değerli okuyucularımız için yine alçakgönüllü ve değerli bir sanatçıyı seçtim. Bu sayımızda Ankara’ya gidip, sevgili Osman Karakoç’a sizler için sorular sorarak “Unutma Beni” dizisinin 6 yıldır devam etmesinin ardında; aslında bir aile dizisi olmasının ne kadar önemli olduğuna şahit olduk. Çekim arasında bulduğumuz kısa zamanda, toplandık arka odaya taşındık. Çünkü röportaj sırasında çekim başlayabilirdi ve sesli çekim olduğu için elimizi çabuk tutmamız gerekiyordu. Dizideki ismiyle hitap edecek olursak Ali, aynı sevdiklerinin beklediği gibi, yani dizide olduğu gibi sıcakkanlı, mütevazı ve yardımsever bir kişiliğe sahip. Ve Osman Karakoç da bizler gibi düşünüyor. Star olmak kolay, insan olmak zor… Keyifli okumalar…

Fotoğraflar: Ulya Altıntaş

büt dergisi nisan sayısı

17


Röportaj

o dizimizde rol alırken bizim rollerimiz gereği ortak sahnemiz olmadı, onunla karşılıklı oynamayı çok isterdim. Genel olarak düşünürsek Şener Şen, Uğur Yücel benim çok beğendiğim oyuncular; onlarla da oynamak isterdim. Mesela son zamanlarda izleyip de en beğendiğim filmlerden biri Silsile. Oyuncuları da, yönetmeni Ozan Açıktan’ı da çok başarılı buldum.

Dizimdeki Aile Sıcaklığını Usta Oyuncularımız Yarattı

“Ankara’da egolarına yenik düşmüş sultan oyuncu yok.”

18

6 yıldır devam eden Unutma Beni dizisi sizin için ne ifade ediyor? Unutma Beni, her şeyden önce benim için bir okul gibi. Kişiler, konservatuar eğitimi alıyor; ben de o eğitimi aldım ama şunu anladım ki pratik yapmak çok başka. Okuldaki eğitimle dışarıdaki gerçeklik arasında dağlar kadar fark var. Okulda öğrendiklerimizin uygulama yeri burası oldu. 1300 bölümün tecrübesi çok başka oluyor. Altı yıldır devam etmesinin getirdiği doğal bir sonuç olarak elbette tekrara düşüldüğü oluyor. Ancak 2. ve 3.sezon benim için çok güzel sahnelerin olduğu sezonlardı. Bana bu kadar devam edeceğini baştan söyleseler hadi canım derdim. İzleniyor olmak ve insanların hissederek izlediği sahnelerin olması bizim için de çok önemli tabii. Diziniz de duygusal sahneler

büt dergisi nisan sayısı

yoğunlukta. Peki bu dizide sizin en hisli oynadığınız sahne hangisiydi? O sahne hep aklımdadır… Sanırım 456.bölümdü. Kızılay’da kalabalığın ortasında çektik. İlkay kafa sesiyle bana olan aşkını anlatıyordu. Aynı kaldırımda birbirimizden habersizdik ve o kalabalıkta yan yana geçerken İlkay bayılıyor. Başında bir insan kalabalığı ve ben ne olduğunu öğrenmek istiyorum ama İlkay olduğunu göremiyorum. “Kim bayıldı” deyip geçiyorum, duygusal bir sahneydi. Peki bugün senaryo yazma şansınız olsa “Unutma Beni” de kendiniz için nasıl bir bölüm hazırlardınız? Ben dış çekimleri çok seviyorum. Çok keyifli oluyor. Eğer bahsettiğiniz gibi bir şansım olsa dış çekimlerle dolu olan ve Cüneyt Mete ile oynayacağım bir bölüm hazırlardım. Çünkü

Sette zaman nasıl geçiyor? Gerçekten aile gibiyiz. Buradakileri kendi babamdan, ağabeyimden, eşimden daha fazla görüyorum. Aile gibiyiz çünkü insanlar birbirine naz niyaz da yapıyor, tartışma da olabiliyor. Keyifli olduğu için bitmesini istemediğimiz çekimlerde oluyor. Bu aile ortamının yaratılmasında Füsun Günuğur, Mithat Erdemli, Uğur Çavuşoğlu gibi usta oyuncularımızın büyük payı oldu. İnsan nasıl görürse öyle yapar derler ya, bizde nasıl olunması gerektiğini öğrendik ve çalışma adabının güzelliğini gördük. Bizim dizimizde de sorunlu oyuncular var. Herkes aynı değil elbette ki, her iki tarafta %50 diyebiliriz. Osman Karakoç özel yaşamında neler yapar, zamanı nasıl geçer? Haftanın 4 günü spor yapıyorum. Gerekirse erken kalkıyorum o zamanı mutlaka ayırıyorum. Akşam 6’da dahi bitse çıkışta bir şekilde yetiştirmeye çalışıyorum. Arkadaşlarımla vakit geçirmeyi,


Röportaj

gündemi takip etmeyi seviyorum. Aktif olarak Twitter kullanıcısıyım. Facebook’ta hiç hesabım yok, adıma açılanları görünce şaşırıyorum. Twitter dışında sosyal medyada herhangi bir yerde adıma açılan hesaplar kesinlikle bana ait değil. Müzik dinlemeyi de çok seviyorum. Özellikle de radyo da dinlediğim belli müzik kanalları var onları takip ederim. Müzik tarzlarım da ruh halime göre değişiyor. Klasik müzikte seviyorum, yerine göre slow bir şarkı ya da arabeskte dinliyorum.

İstanbul’da Her Şey İş Olmuş Ankara da yaşam nasıl? Uzun zamandır burada yaşıyorsunuz, yaşadığınız şehri seviyor musunuz? Ankara’yı çok seviyorum, olumsuz bir şey düşünmüyorum. Bence Ankara daha samimi bir şehir. İstanbul’da her şey iş olmuş. İstanbul’a gidiyorum, diğer oyuncular “Niye geldin iş mi var” diyor. Yani her şey işten ibaret. Ankara da önce “Merhaba nasılsın” denir, o yüzden fazla

garip buluyorum. Burada eşimin çok isterim. Önce sağlıklı olsun ama elinden tutup bir mekâna gidip rakız olursa da çok sevinirim. hatça oturabiliyorum. Magazinsellikten uzak, ben seviyorum Ankara’yı. İzleyicilerinizle aranız nasıl? Bizim izleyicilerimiz genelde ev Yakın zamanda ‘Beni Affet’ dizisinde hanımı ya da iş yerinde televizyonu oyuncu olan meslektaşınız Ceren olan taksiciler veya diğer çalışanKarakoç ile evlendiniz. Söylendiği lar. Öğle saatinde yayınlandığı için gibi bu camia da evliliği yürütmek öğrencilerden çoğu izleyemeyezor mu? biliyor. İzleyenlerden olumlu geri Benim arkadaşlarım da “Evlenelim dönüşler alıyorum. Evin oğlu deymi, ne tavsiye edersin” diye bana imi gerçekleşmiş durumda. Mesela soruyorlar. Bende kiminle evKıvanç Tatlıtuğ ya da Çağatay Ululendiğine bağlı diyorum. Kimilersoy’a bu kadar yakın davranamayinde iletişim olmayabilir, kimilerinde abilirler, belki onların rollerinden aşk olmayabilir herkes farklı. Ben dolayı bir çekince oluşur ama bana kendime göre cevap veremem ama çok yakın davranıyorlar. ben eşimi çok seviyorum ve çok mutluyum. Yani bu evlilikten ne Ankara’da Egolarına Yenik beklediğinizle ve evleneceğiniz kişiyi Düşmüş Sultan Oyuncu Yok doğru seçmenizle alakalı. Dizide kız babasını canlandırıyorsunuz. Kızınıza karşı büyük sevgi duyan, kızım derken gözleri gülen bir Ali görüyorum. Babalıkla ilgili ne düşünüyorsunuz? İleride tabii ki ben de baba olmayı

İzleyicinin bu yakınlığında şehrin de etkisi var mı? Dediğim gibi Ankara samimi bir şehir. Ankara’da egolarına yenik düşmüş sultan oyuncu yok. Ankara’da insanlığı ön planda tutan oyuncu var. Çünkü oyunculuğu öğrenmek basit, yani istenirse 1 gece de bile oyuncu star yapılabilir. Ama önce insan olmak, insani davranmak çok daha zor bir iş. Bu bahsettiğim şekilde olunduğunda zaten iyi oyuncu olunuyor. Ben şimdi İstanbul’da çok büyük bir yapımda oynasam işler çok mu farklı olacak. Geçen gün Uğur Yücel’in bir röportajını okudum “Artist olmak kolay, insan olmak zor” diyordu. Onun gibi düşünüyorum.

“Unutma Beni” dizisinde bir sahne çekiliyor...

büt dergisi nisan sayısı

19


Biz Otizmin Farkındayız, Ya siz? 20

büt dergisi nisan sayısı


Özel Yazı Ece Kılıç

Fotoğraflar: Ece Kılıç

Ümraniye Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nde Drama Öğretmeni

büt dergisi nisan sayısı

21


Özel Yazı

Günlük hayatımız karmaşık ilişkiler üzerine kuruludur. Mesela çalıştığınız iş yerinde sevmediğiniz birisi olabilir. Ancak çalışma ortamı ve iş ilişkisi dolayısıyla siz o kişiyi gördüğünüzde selam verir ve mecbur kaldıkça onunla konuşursunuz. İstemeden de olsa bir şeyler paylaşırsınız. Bunu yaparken siz fark etmiyorsunuz ama beyniniz bu sistemi kurgularken epey çalışıyor. Birinin dedikodusunu yapmak, tavır yapmak, kıskanmak... Karmaşık duygular aslında, inanın katlı integral çözmek kadar zor. Kimler için mi?

gösterip işaret edebilmelidir. Çünkü biz 24 aylık bir çocuktan bunu yapabilmesini bekleriz. Bu örnekte görüldüğü gibi birçok gelişim basamağı yaş ile orantılı bir şekilde ilerlemektedir. Eğer bir çocuk; -Başkalarıyla göz teması kurmuyorsa, -İsmini söylediğinizde bakmıyorsa, duymuyorsa ( işitme sorununun olmadığından emin olunmalı ) -Söyleneni işitmiyor gibi davranıyorsa -Parmağıyla istediği şeyi göstermiyorsa Otizm günümüzde rastlanan en yaygın nörolojik bo-Akranlarının zukluktur. Otizm doğuştan gelen ya da yaşamın ilk üç oynadığı oyunlara yılında ortaya çıkan karmaşık bir gelişimsel bozukluk- ilgi göstermiyorsa tur. Otizmin, beynin yapısını ya da işleyişini etkileyen -Bazı sözleri bazı sinir sistemi sorunlarından kaynaklandığı sanıltekrar tekrar ve ilmaktadır. işkisiz ortamlarda söylüyorsa, Otizmli bireylerin duygusal algıları bozuktur. Sosyal -Konuşmada alanda ilişki kurmak onlar için çok zor bir süreçtir. akranlarının gerÖnceki yıllarda otizm spektrum bozukluğunun isinde kalmışsa görülme oranının 500’de bir olduğu kabul edilirken, -Sallanmak, son verilere göre; otizm spektrum bozukluğunun çırpınmak gibi yaklaşık her 88 çocuktan birini etkilediği düşünülmek- hareketleri varsa tedir. Ayrıca erkeklerdeki yaygınlığı kızlardan dört -Aşırı hareketkat fazladır. Sanıldığının aksine otizm tanılı bireylerin li ve hep kençoğunda, farklı düzeylerde zekâ geriliği görülür. Ayrıca di bildiğince zekâ testlerinde, belli alanlar, diğer alanlara kıyasla çok davranıyorsa daha geri çıkabilir. Otizm tanılı bireylerin pek azında -Gözleri bir şeye ( yaklaşık %10) çok güçlü bellek, müzik yeteneği vb. takılıp kalıyorsa üstün özelliklere rastlanır. ( Asperger sendromu da -Bazı eşyaları dediğimiz bu çocuklar genellikle üstün zekâlı olup döndürmek, sıraya sosyal iletişim anlamında başarısızdırlar.) dizmek gibi sıra dışı hareketler yapıyorsa Peki, otizme neler yol açar? -Günlük Buna verilecek en güzel cevap şu olsa gerek; Otizme yaşamındaki neyin yol açtığı bilinmiyor. Otizmin anne-babadan düzen değişikkalıtım yoluyla geçmiş olabileceğinden kuşkulanılliklerine aşırı tepki maktadır. Dolayısıyla, bu yönde pek çok araştırma yapılmaktadır. Ancak henüz otizmin geni bulunabilm- veriyorsa, iş değildir. Otizmin çevresel faktörlerle tetiklendiği düşünülmektedir. Otizme her çeşit toplumda, ırkta ve Yukarıdaki özelailede rastlanmaktadır. Dolayısıyla, bu özelliklerin her liklerin en az 6 tane maddesi birinin otizmle ilişkili olmadığı kabul edilmektedir. Öyleyse, otizmin çocuk yetiştirilme özellikleriyle ya da çocukta gözleniyor ise doktora başvurulmalıdır. Not: Bu değerlendirmeyi; Çocuk ruh hastalıkları uzailenin ekonomik koşullarıyla ilişkisi yoktur. manı, çocuk nörologları yapmakta, teşhisi onlar koymaktadır. UNUTMAYIN ERKEN TEŞHİS HAYAT Otizmin Belirtileri Nelerdir? KURTARIR. Otizme bir gelişimsel bozukluk da diyebiliriz. Erken çocuklukta gelişimden söz etmek gerekirse iki Otizm geniş bir yelpazedir. Amerikan Psikiyatri yaşındaki bir çocuk istediği bir eşyayı parmağıyla

22

büt dergisi nisan sayısı


Özel Yazı

Birliğinin 2000 yılında yayımladığı kılavuza göre, otizm spektrum bozukluğu kapsamında 5 ayrı kategori yer almaktadır. -Otizm ( otistik bozukluk ) -Asperger sendromu -Atipik otizm (Başka türlü adlandırılamayan otizmli / Yaygın gelişimsel bozukluk) -Çocukluk dezentegratif bozukluğu -Rett sendromu Naçizane benim görüşüm ise otizmi belirli dallara ayırmak anlamsızdır. Merkezi olan bir çember düşünün. Zarlar atılmıştır ve çemberin merkezine en yakın veya en uzak yerine denk gelmiştir zarlar. O zarlar sonsuza kadar orda kalacaktır. Yani ne çemberin dışına çıkabilir ne de merkeze yaklaşabilir. Özetle; Otizm geçici bir gelişim bozukluğu değildir, kalıcıdır. Ama eğitimle sosyal çevreye katılması sağlanır, topluma uyum sağlaması beklenir. Eğitimin amacı budur.

Otizmde Eğitim Konusu

Peki, eğitim ortamları nasıl olur? Bu çocuklar için ne tür eğitimler vardır? Neler uygundur? Dünyadaki ve Türkiye’deki özel eğitim sistemi bu çocuklar için yeterli midir? Evet, işte şimdi yazarın alanıyla ilgili sorulara geldik. Öncelikle 2 yıldır bu çocuklarla çalıştığımı gururla söyleyebilirim. Onların farklı dünyasına eşlik etmek, hayata farklı bir pencereden bakmamı sağladı. Ufak detayların hayati olduğunu

onlarla öğrendim diyebilirim. Öncelikle Türkiye’deki eğitim sistemimizden bahsedecek olursak; 1. Kaynaştırma eğitimi; Kaynaştırma, özel eğitim gerektiren çocukların eğitimlerini, normal gelişim gösteren çocukların devam ettiği resmi veya özel okullarda sürdürmeleridir. Özel eğitim gerektiren çocuk okul öncesi, ilköğretim ve orta öğretim kurumlarında kaynaştırma eğitimi alabilir. Kaynaştırmaya devam eden özel eğitim öğrencilerine ve bu öğrencilerin öğretmenlerine gerekli destek hizmetler devlet tarafından sağlanmalıdır. Destek hizmetler, özel eğitim öğrencilerinin kaynaştırma ortamlarına uyum sağlamalarına ya da ders programlarına gerekli uyarlamaların yapılmasına yönelik hizmetlerdir. Özel eğitim gerektiren çocuk, okuldaki zamanın tümünü, normal gelişim gösteren akranlarıyla aynı sınıfta geçirebileceği gibi, okulda yarı zamanlı eğitim de görebilir. Çocuk için hangi zaman aralığının daha uygun olacağına çocuğun performansı ve öncelikli ihtiyaçlarına bakılarak; aile, öğretmen, PDR ve okul idaresi karar verir. Not: Kaynaştırma eğitimi ülkemizde daha yeni yaygınlaşan bir eğitim. Sınıf öğretmenlerinin alan içi eğitimlerinde aldıkları eğitimlerde, özel eğitimli çocuklarla ilgili bilgilendirme de son yıllarda arttı. Alandaki öğretmen yetersizliği, yanlış yönlendirmeler, sınıf mevcudu fazlalığı, öğretmen tükenmişliği gibi olumsuz faktörlerimiz olsa bile; o çocukların hak ettiği yerde, akranlarının yanında eğitim alması, almaya başlaması eğitim sistemimiz için büyük bir adım. Ben bir özel kurumda, aile isteği üzerine getirildiğim 3,5 yaşındaki otizmli bir öğrenciye gölge öğretmen olarak çalışmaktayım. ‘Gölge abla nedir? Ne yapar?’ derseniz kısaca çocukla öğretmeni, arkadaşları yani bulunduğu ortamla ilişki kurabilmesini sağlama aracı. Öğretmenini kaçırdığı, dikkatini toparlayamadığı, öğretmenin onun ihtiyacını anlamadığı ve çocuğun akranları arasında kaybolduğu anda gölge öğretmen devreye giriyor. Gölge öğretmenler; sadece otizm için değil, down sendromu ve diğer özel eğitim gerektiren çocuklarla da çalışabilmektedirler. 2.Özel eğitim sınıfları; Resmi ve özel okulların bünyesinde özel eğitim gerektiren öğrenciler için açılan sınıflardır. 3.Özel eğitim Uygulama merkezleri; Zorunlu öğrenim çağında olup, normal İlköğretim programına devam edemeyecek özelliklerde olan otizmli büt dergisi nisan sayısı

23


Özel Yazı

öğrenciler için resmi ve özel eğitim uygulama merkezleri açılır. Not: Diğer adı rehabilitasyon merkezleridir. Devlet her çocuk için kuruma belirli miktar para vermektedir. Çocuğun özel eğitime gereksinimi olduğuna dair bir rapor uzmanlarca hazırlanıp bu merkezlere yönlendirilir. Bu merkezler ücretsiz eğitim vermektedir. Sadece otizm değil, burada da tüm özel eğitim gereksinimi olan çocuklar öğrenim görebilir.

ettik. Melahat Hanım, 8 yaşında otizmli öğrencim Talha’nın annesi. Talha 9 yaşında. 2 yıldır drama hocasıyım. İlk dersine girdiğimde tekrarları, takıntıları fazlaydı ve dikkat süresi çok kısaydı. Dramatizasyon çalışmalarında kısa replikleri kolay ezberleyemiyordu. Talha, dil gelişiminde sosyal iletişimi bozuk olduğu için büyük problemleri vardı. Bu yıl Talha’nın gözle görülür bir biçimde dikkat süresi artmış durumda. Dil gelişimi ve telaffuzu eskiye oranla çok daha iyi. 4.Özel Eğitim ve İş uygulama merkezleri; İlkokul Artık kelimeleri tam ve net söyleyebiliyor. Bu yıl ona birinci ve ikinci kademe eğitimlerini tamamlayan, daha uzun bir replik verdim ve çok kısa bir zamanda genel ve mesleki ortaöğretim programlarına devam başarıyla ezberledi. Bilişsel alanında da ilerlemeler var. edemeyecek durumda olan ve 23 yaşından gün alTalha’nın annesine fotoğraf çekmeyi teklif ettiysem mamış otizmli bireyler; otistik çocuklar özel eğitim de kabul görmedi. Maalesef ülkemizde birçok özel iş uygulama merkezlerine devam edebilir. Bu merkeeğitimli çocuk sahibi aile bu durumdan utanıyor. Pek zlerde, akademik bilgi ve becerilerin yanı sıra iş eğitidurumlarıyla ilgili paylaşımda bulunmak istemiyor. mi uygulamaları da yer alır. Türkiye’de 16 tane iş uygu- Ama buna rağmen sorduğum soruları cevapladığı için lama merkezi bulunmaktadır. kendisine teşekkür ediyorum. Eğitim metodu olarak onlarcasını size sıralayabilirim; ABA( bilişsel yöntem); Ayrık denemelerle öğretim; Erken yoğunsal-davranışsal eğitim; Etkinlik çizelgeleriyle öğretim gibi birçok yöntem bulunmakta. Her yöntemden bahsetmeye kalkarsak sayfalar yetmeyebilir. Ama amacımız sadece farkındalık yaratmak değil, bunun yanı sıra sizlere en yalın, en kısa ve en net bilgiyi sunmak. Özetle otizm bir nörolojik hastalıktır. Eğitimle tedavi edilir. Kalıcıdır ama bireyler sosyal hayata uyum sağlayabilecek düzeye gelebilirler.

2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü

Dünya çapında 2 Nisan günü her yerde mavi ışıklandırılmalar yapılıp, farkındalık yaratılmaya çalışılıyor. Örneğin bu yıl; Boğaziçi köprüsü, İstanbul Sapphire çarşı, büyük iş kuleleri vb. İstanbul’un gözde yerleri 19.00-21.00 arası mavi ışıkla aydınlatıldı. Başta ‘Tohum Otizm Derneği’ olmak üzere birçok dernek çeşitli etkinliklerle bu günde farkındalık yaratmaya çalışmaktadır. Birçok etkinlikler ve konserler düzenlenir; otizmli çocuklara sahip aileler bir araya gelerek sohbet etme, sorunlarını paylaşma şansı elde ederler. Ümraniye Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezinde bu yıl küçük bir etkinlik düzenledik. Drama hocalığı yaptığım kurumda çocuklarla eğlenceli vakit geçirdik. Beraber el baskısı yaptık, müzik eşliğinde beraber oynadık, güldük eğlendik.

“Otizmi Geç Fark Ettim”

Velilerimden biriyle etkinlik sonunda hoş bir sohbet

24

büt dergisi nisan sayısı

Çocuğunuzun hasta olduğunu ne zaman anladınız ve ilk ne yaptınız? Biz çok geç fark edenlerdeniz. Çocuğumuz 4 yaşındayken farkına varabildik anca. Ablası bir sorun olduğunu fark etti. Konuşamıyordu, sarıldığımız zaman bizi itiyordu. Temas etmeye karşı çok hassastı. Göz teması hiç yoktu. Bizde bir çocuk psikologu olan tanıdığımıza götürdük. O bizi bir doktora yönlendirdi. Otizm teşhisi konulduğu zaman ‘Otizmin’ ne olduğunu bilmiyordum. Geçici bir hastalık sandım en başta. Sonra doktorla konuşmamızla dünyam başıma yıkıldı. Çok üzüldük. Ne yapacağımız konusunda bir fikrimiz yoktu. Sadece kalbime bir ağrı oturduğunu biliyorum. Talha her ilaç aldığında o ağrı şiddetleniyor. Bu hastalık konusunda gerekli bilgi birikimine sahip misiniz? Bir eğitim aldınız mı? Yok be evladım, ne eğitimi. Talha’ya teşhis konulana kadar otizm nedir bilmezdim ki. Öğrendikten sonra her türlü otizm seminerine katıldım. Bilgi sahibi olmaya çalıştım. Tabi yine de Türkiye’de her şey para be kızım. Özel eğitimler veriliyor bazı yerlerde ama ücretli maalesef. Yine de her türlü seminere katılmaya çalıştım. Ailede ya da kan bağı bulunan kişilerde bu hastalığa sahip çocuğu olan var mı? Yok, hayır. Yani benim bildiğim kadarıyla bizim ailede otizmli tek Talha. Devlet size bu hastalık konusunda belli imkânlar;


Özel Yazı

maddi ve manevi destekler sağlıyor mu? Devlet bize bu gördüğün rehabilitasyon merkezlerine ücretsiz gelmemizi sağlıyor işte. Ama benim için önemli olan Talha’nın gittiği devlet okulu. Kaynaştırma öğrencisi olarak gidiyor. Ama iyi, bilinçli bir öğretmeni yok. İşte bizde açığı buradaki eğitimle kapatmaya çalışıyoruz. Ancak okuldaki eğitimi daha iyi olabilirdi. Devlet bu konuda daha tam iyi değil. Bu çocuklar için daha eğitimli öğretmenler gerekir. Bizim öğretmenimiz devlete girdim, oh rahatım artık zihniyetinde biri, ne diyeyim kızım. Hiç değilse kabul edildi, okuyor. Ben okula hiç alınmaz diye düşünüp, korkmuştum ilkokula başlarken. (Küçük bir not: Rehabilitasyon merkezlerine devlet teşvik için belirli bir miktar para veriyor. Geçen yıl devletin, kurumlara her bir çocuk için 500 TL verdiğini biliyorum. Tabi bu miktar değişmiş de olabilir bu yıl için) Çocuğunuzun bakımı konusunda neler yapıyorsunuz? Evde, dışarıda, tedavide vs. Her 3 ayda bir doktor kontrolümüz var. Daha doğrusu ay aralığı değişiyor. Talha ‘ritalin’ ( dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu için kullanılan bir ilaç) kullanıyor. Dikkatini tam verebilmesi için. Dediğim gibi kızım Türkiye’de her şey para. Otizmle ilgili ün salmış ‘Yankı Yazgan’ı bilirsin. Çok götürmek istiyorum ona. Ama seansı 950 lira. Şimdi ben ne yapayım. Bizim babamızın maaşı 1300 lira. Evde RAM’daki hocalarının verdiği ödevleri yaptırıyorum. Okulda verilen ödevlerini de beraber yapıyoruz. Elimden geldiğince ona yardımcı olmaya çalışıyorum. Peki, Talha için gelecekte ne düşünüyorsunuz? Tedavisi nasıl gidiyor? Eğitimciler Talha’nın durumuyla alakalı size, gelecek ile ilgili bir profil çıkarıyorlar mı? Valla benim de şuan düşündüğüm hep bu. Biliyorsun ki eğitimi kesince bu çocuklar hemen geriye gidiyor. Bizimki hasta olsa, küçük bir grip olup okuluna 2 gün gidemese sanki en başa gitmişiz. En başa sarmışız gibi hissediyorum. Uzun yıllar boyunca RAM’a gelip eğitim alacak. Amacım bir kendi işini kendi görebilecek hale gelebilmesi. Evlenmesini beklemiyorum zaten. Ablasına vasiyetimdir; kardeşine biz öldükten sonra sahip olması, elini kolunu hiç çekmemesi. Tek istediğim kendi parasını kendi kazanacak ve kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürebilmesidir. Bunun için uğraşıyorum, bunun mücadelesini sürdürüyorum.

Teşekkür ediyorum öncelikle bizimle bu özel bilgileri paylaştığınız için. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? Bizlere, okuyuculara. En önemlisi farkına varmak Ece hoca. Kimse kabullenemiyor ilk başlarda. Benim çocuğum mükemmel, otizmli olamaz diyerek nice çocuklar çok geç fark ediliyor. Tek isteğim bunun olmaması. Otizm öyle bir şey ki kızım, ben kimin çocuklarında gördüm. Her doğan çocuk otizmli olma adayıdır bence. Yazıda genel olarak Otizmden, Türkiye’deki Otizmli öğrencilerden bahsetmeye çalıştım. Öncelikle Otizm bir bulaşıcı ölümcül hastalık değildir. Bunu insanlara anlatmak gerek. Otizmlilerde öğrenir, eğitilir ve toplumda yer edinebilirler. Asıl sorun bizim yarattığımız ön yargılar, onları yıkmakta. Biz farkı olmanın farkındayız, ya SİZ? büt dergisi nisan sayısı

25


BİR BERBER BİR BERBERE

GEL DİYEMEMİŞ

26

büt dergisi nisan sayısı


AktüeL Mustafa Doğan

Fotoğraflar: Mustafa Doğan

mstf.doqan@gmail.com

büt dergisi nisan sayısı

27


AktüeL Sanırım, “Bir berber bir berbere gel beraber bir berber dükkânı açalım demiş” tekerlemesini hepiniz hatırlarsınız. Çoğumuz bu tekerlemeyi söylerken zorlanmıştır. Kimimizin dili dönmemiş alay konusu olmuşuzdur, kimimizde hiç zorlanmadan tek seferde söyleyerek alkışı toplamıştır. Ben bu tekerlemeyi maalesef hayatım boyunca söylerken dilimin tam dönmemesinden dolayı zorlandım ve de zorlanıyorum. Ama sanırım bu tekerlemeyi artık ben gibi söylerken zorlanan çok insan var. Bu zorlama dilin dönmemesinden dolayı değil, mesleğin dönmemesinden dolayı. Evet, artık bir berber bir berbere gel beraber dükkân açalım diyemiyor. Üzücü bir durum ama nedeni berberlerin çırak yetiştirememesinden kaynaklanıyor... Küçükken çok iyi hatırlarım, saçım uzadığı zaman babam beni kolumdan tutar doğru berbere götürürdü. Berbere de “Şunu okul tıraşı yap” diye tembih eder ve çeker giderdi. Tabi berber aldığı komutla; beni sandalyesine oturtur, önlüğü beni boğarcasına boynuma dolar, makineyi saçlara daldırır ve 5 dakikada kullanıma hazır “öğrenci modu”na layık bir kafa ortaya çıkarırdı. Genelde gittiğim berber dükkânı aynı idi. 3 berberin tıraş yaptığı koltuklar, lavabonun üstünde tıraş bıçağı, tıraş köpüğü, saç jölesi, saç spreyi ve bilumum tıraş aletleri; arka tarafta da gelenlerin oturması için koltuklar olurdu. Ve berber dükkânlarının olmazsa olmazı çıraklar ortalıkta gezinirdi. Etrafı temizler, gelen müşterileri karşılar, gidenlerin üstelerini fırçalayarak bir bahşiş kapmaya çalışırdı. Kesim yapılırken

28

büt dergisi nisan sayısı

de ustalarının ellerine bakarak nasıl kesim yaptığını inceler. Ve gözleri başka bir yere daldığında ise enseye bir tokat yiyerek “Elime bak, nasıl yapıyorum. Başka yerlere bakma” fırçasını yedikten sonra tekrar ele odaklanır, saç kesimini izlerdi. Bu manzarayla eminim ki birçok erkek karşılaşmıştır ve dünmüş gibi hatırlar. Saçlarım uzadığında artık eskisi gibi babam kolumdan tutarak berbere götürmediği için kendim gidiyorum. Bu sefer saçlarımı öğrenci vasfına layık değil kendi isteğime göre kestiriyorum. Gerçi sürekli aynı berbere gittiğim için, berber çoğu zaman daha bana nasıl bir tıraş istediğimi sormadan kesime başlıyor. “Sen karışma bende” diyor. Tabi bende onun makasıyla saçlarımı baş başa bırakıyorum. Kadınlar toplanıp dedikodu yapmak için nasıl altın günleri düzenliyorsa erkekler de dedikoduyu berberlerde yapar. Genelde erkeklerin dedikoduları öyle kadınların ki gibi olmaz. Berber dükkânlarında daha çok siyasetten spora, ekonomiden borsaya, araba fiyatlarından ev fiyatlarına varıncaya kadar aklınıza gelen tüm konular konuşulur. Tabi sokaktaki gelişmelerde orada konuşulur. Saçlarım yine uzadı ve onları kestirmek için sürekli gittiğim “Şevket Kuaför”e gittim. Şevket kuaförün sahibi dükkânın adından da anlaşılacağı

gibi Şevket ağabey. Şevket ağabeyin yanına gittiğim her seferinde farklı bir çırak görüyordum. Bu son gittiğim de hiç çırak göremedim. Oturdum koltuğa, saçlarımı onun makasına emanet ettim ve o kesim yaparken de başladık muhabbete. “Bu sefer çırak kalmamış” dedim. Ben bunu söyledim ama

bu kadar iç dökeceğini tahmin etmiyordum. Başladı dökülmeye Şevket ağabey: “Eskisi gibi çırak bulunmuyor be kardeşim. Çıraklara artık bir şey denmiyor. Bizim zamanımızda ustamız bize işi öğretmek için kafamıza tarakla vuruyordu. Biz ustamıza cevap veremiyorduk. Benim babam beni kolumdan tutup ustamın yanına geldiğinde söylediği laf şuydu: ‘Al usta eti senin kemiği benim.’ Şimdi nerede o babalar. Adam getiri-


AktüeL yor oğlunu bırakıyor ‘iş öğret’ diyor çekip gidiyor. Bir daha ne soruyor, ne geliyor. Ben çırağa biraz sert çıkınca çırak kaçıp gidiyor, babasına şikâyet ediyor beni. Sonra babası da gelip sen oğluma nasıl kızarsın diyerek benimle tartışıyor, bir daha da göndermiyor oğlunu. Benim zamanımda ben böyle

bir şey yapsam babam bana bir tokat atar, fırçalar ve tekrar benim kolumdan tutar getirir ustamın yanına. Yok, eskisi gibi yok.”diyor. Bunun nedenini sorunca da aldığım cevap, günümüz çağının tembelliğine kanıt niteliğinde. Şevket ağabey: “Neden olacak Mustafacığım. Çocuk çalışmak istemiyor, fırsat bulunca hemen kaçıyor internet kafeye. İnternet kafede başlıyor oyun oynamaya. Yakalayıp getirince

de babasından aldığımız tepki de ortada. Daha da önemlisi burada emek harcayıp bir şey öğrenmek yerine, kolay para kazanma düşüncesi var. Bunu çocuk kendi düşünmüyor ama baba böyle düşünüyor. Böyle düşünüyor ki adam gelip oğluma niye bağırdın diye bana hesap sorabiliyor. Artık bu zanaatı yaparak zaman harcamak istemiyor. Oğlum orada mesleği öğrenmez ise internetten iş yapar. Kolay para kazanır. Burada uğraşıp zaman mı kaybetsin.”diyor. “Bu yüzden çırak bulmak zor” diye de ekliyor. Şevket ağabeye arada şu kuaför mü berber mi sorusunu da soruyorum. Şevket ağabey “Ne dersen de kardeşim, ikisi de aynı kapıya çıkıyor. Kuaför günümüz modernizesine uygun bir kelime. Kadınların gittiği yere de kuaför deniyor, erkeklerin gittiği yere de kuaför deniyor. Bende anlamadım gitti. Ama dediğim gibi ne dersen de ikisi de aynı kapı.” Ben daha çok berber kelimesini kullanmaktan yanayım. Çünkü berber kelimesinde

bana göre bir kültür yatıyor, bir gelenek yatıyor. Şevket ağabeye o meşhur “bir berber bir berbere gel beraber ” tekerlemesini de hatırlatıyorum. “Artık o sözde tarihe karışacak gibi. Artık bir berber bir berbere gel beraber dükkân açalım diyemeyecek. Çünkü berber yetişmesi artık çok zor. Zaten şu da var; daha çıraklığı bitirmemiş, az biraz işi öğrenmiş olanda gidip hemen kendine bir dükkân açıyor. Herhalde ‘saç boza boza ustalaşırız’ diyorlar. Tabi gidecek müşteri kalırsa” diyerek gülüyor. Sonra da şunu ekliyor: “ He bu sadece berberler için mi geçerli, yok. Bu her meslek için geçerli bir durum. Tabi biz kendi mesleğimiz için olanı görüyoruz. Herkeste kolay para kazanma hırsı, iş öğrenmeden usta olma hevesi deyim yerindeyse cin olmadan adam çarpma düşüncesi varken, Allah sonumuzu hayretsin. Bir yerde inşallah bunu gören olurda dur diyen çıkar.” Bu kısa zamanda çok önemli bir konuyu ustasından dinlemek önemliydi. Şevket ağabeyin değindiği yerler çok önemli noktalardı. Cin olmadan adam çarpmaya çalışıyoruz. Bunun sonucunu da hep beraber göreceğiz. Şevket ağabeyin saç kesimi bitiğine göre bizim sohbetinde şimdilik sonuna geldik. Ben Şevket ağabeye hem saç kesiminden hem de o güzel sohbeti için teşekkür ettikten sonra oradan ayrıldım. Umarım o herkesin bildiği güzel tekerlememiz tarih olup, zihinlerden silinmez. Bir berber bir berbere yine gel bir berber dükkânı açalım der... büt dergisi nisan sayısı

29


Röportaj Emre Ceylan Mustafa Doğan

Şiirbaz, İknatör, Sandırıcı

CEYHUN YILMAZ İçten, samimi, doğal, düşünceli, yardımsever; yılların radyo yayıncısı, okuduğu şiirlerle kalplere dokunan şiirbaz... Yaptığı espriler ile yüzleri gülümseten sandırıcı ve iknatör... Bu ay ki röportaj konuğumuz Ceyhun Yılmaz. Ve gerçekleştirdiğimiz bu keyifli röportaj ile sizleri baş başa bırakıyoruz.

30

büt dergisi nisan sayısı


Fotoğraflar: Mustafa Doğan büt dergisi nisan sayısı

31


Röportaj

Röportaj talebimize kısa süre içinde olumlu yanıt aldıktan sonra başladık hazırlıklara. Araştırmalarımızı yaptık, sorularımızı hazırladık ve ekipmanlarımızı da hazır ettikten sonra düştük yollara. Röportajı yapacağımız yere vardık. Gittiğimizde Ceyhun Yılmaz canlı yayındaydı. Bizde yayının bitmesini beklerken, röportajı yapacağımız yere oturduk oradan Ceyhun Yılmaz’ı canlı canlı dinlemeye başladık. Ama bir dakika o da ne? Önüme bir mikrofon getirildi, kulağıma takmam için bir kulaklık verildi. Biz ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz ama bir türlü ne olduğunu kavrayamıyoruz. Ve tüm bunlar olurken hiç kimse bize bir açıklamada yapmıyor tabi. İşte o an anladım ki röportaj için geldiğimiz Ceyhun Yılmaz’ın radyo konuğu olmuştuk. Ceyhun Yılmaz ile röportaja gelen Büt Dergisi yayın konuğu oldu ve röportajın bir kısmını radyo yayınında gerçekleştirdi. Bize böylesine güzel bir ince davranışta bulunan kalbi güzel Ceyhun Yılmaz’a buradan tekrar teşekkürlerimizi iletiyoruz.

+Nereden geldiniz? – Biz Büt Dergisi’nden geliyoruz. +Büt Dergisi mi? Biliyorum. B Ü T. – Evet. Kültür-Sanat Dergisi bu. Aylık olarak internetten online çıkıyor. Sizinle de röportaj yapmak istedik. + Teşekkür ederim öncelikle röportaj yapmaya değer veren, kıymet veren bu arkadaşlarımıza. Ayaklarına sağlık buraya kadar geldiler. Sağ olun arkadaşlar, aslanlarım benim. – Rica ederiz.

radeniz bölümünden göç almış olan, göç edenlerin oluşturduğu, kurduğu bir İstanbul semti. Benim ailemde o Anadolu’dan göç eden güzel ailelerden biriydi. Babam Borusan Holding’de çalışmaya başlamış; annem ev hanımı; ablam çocuk, aramızda iki yaş var… Mahalle; anne babalarının, bizim anne babalarımız gibi olan çocuklarla oynadığımız bir mahallede büyüdük. Misket oynadık, akşamları kaldırımda oturduk, öğlen uykuları yaptık. Mahallemizdeki okula gittik. Yürüyerek Ve röportajımız başlar. gittik, geldik. Herkesi teyze, Size göre Ceyhun Yılmaz kim- amca bildik, dost bildik. Fenerbahçeli olanda vardı; Beşiktaşlı dir? olanda. Müslüman’da vardı, Normalde böyle sorulara cemezhebi başka, inancı başka vap vermiyorum. Ama madem olanda vardı. Kamyoncusu da böyle bir soru hazırlamışsınız vardı, babam gibi. Tamiratçı sizi kırmayayım. Düşünmeye olanda. Hiç kimse hiç kimsenin çalışayım, sesli düşüneyim. hiçbir şeyini sorgulamadı. BirCeyhun Yılmaz kimdir? Radyo birlerimizin evlerine gire çıka ve televizyon programları yabüyüdük, sevgi dolu büyüdük. pan, internet iletişimi ile yeni düzene hazırlık yapan, önerileri Ve çocukken kendimi anlamaya başladığım yıllardı; o olan, fikirleri olan, projeler yagüzel, temiz insanların arasında pan; bekâr, yalnız ama aşk adamı. Aynı zamanda genç kızların büyüdüğüm içinde çok mutluyum. kalbini çalıp çalıp ne bileyim… Uğraşan işini yapan bir adamım Facebook sayfanızda kendiya ben. Radyo yayını, Ceyhun Yılmaz: nizi : “Sandırıcı, İknatör, Şiirbaz” gibi kavramlar ile tanımİnsanı özel ve farklı kılan Aman efendim ne kadar güzel birçok şeyin temeli çocuklamışsınız. Bu kavramları ve bir cuma akşamı oluyorsebeplerini açıklar mısınız? lukta atılır. Peki, siz nasıl bir dur inşallah. Biz İzmir’deyiz. Bunların tamamı benim üretçocukluk geçirdiniz? Siz kıymetli arkadaşlarımızı tiğim kelimeler diye biliyorum. Evet, sünnetimde benim bir İzmir’e bekliyoruz. Saat Şiirbaz kelimesinin benden kırılma oldu. Sünnette benden 18.00’dan beri İzmir Optimum bir parça gitti moruk, kafa orada daha önce üretildiğine şahit D&R’ın içerisinde, İzmirli oyaladı beni. (gülüyor) Nasıl bir oldum internette, ekşi sözlükte dostlarımızla kitabımızı imgaliba. Eş zamanlı düşünmüşüz çocukluk geçirdim. Çok güzel zalıyoruz “Yalnızsam Düzelt” veya aynı şeyi düşünmüşüz bir soru teşekkür ederim. Ben kitabı. Ve bu genç adamİstanbul Bahçelievler’de doğup, birbirimizin haberi olmadan. lar geldi yanımıza, benimle büyüdüm. Öncelikle Bahçeliev- Böyle bir çalma malma durumu konuşacaklar. + Hoş geldiniz. ler’in yapısını anlatalım dinleyolmasın diye pek sahiplenmiNedir ismin kardeşim? – Hoş yorum onu. Çünkü ben fikir icilerimize ve okuyucularımıza. bulduk. Ben Emre Ceylan emeğine çok saygı duyarım. İstanbul – Bahçelievler daha arkadaşım Mustafa Doğan. Kendime de saygı duyulmasını çok Anadolu’muzun Orta Ka-

32

büt dergisi nisan sayısı


Röportaj

beklerim elbette. O yüzden şiirbaz hakkında fazla bir şey söylemem.İknatör benim ürettiğim bir kelime. Manasını da açıklayayım: ikna kabiliyeti olan demek. Kişiselleştirilmiş hali ile ikna edebilen kişi demek. İknaratör veya iknatör iki şekilde de okuyabilirsiniz. Nasıl olsa ben ürettiğim için ikisini de serbest bırakıyorum. İknatör kelimesinin manasında da şu var: ben sizi ikna edebildiğim için güldürebiliyorum veya ikna edebildiğim için hüzünlendirebiliyorum. Diğeri de sandırıcı. Aslında bu hepimiz ile ilgili bir gönderme. Gerçek olmayan şeyleri bazen birbirimize zannettiriyoruz, sandırıyoruz. Yani özellikle aşkta, ikili ilişkilerde. Sandırmak üzerine bir kariyer yaptım bir dönem, utandığım bir kariyer. Ondan sonrada vazgeçtim ve kendimi eleştirmek içinde, o günlere bir daha dönmeyeyim diye sandırıcı olduğumu ilan ettim. Bu arada mesajı alıyorsun inşallah. Dediğim gibi bunlar benim kendime bulduğum, mesleğim gibi gördüğüm şeyler. İknatör; bu da Sherlock Holmes’tan çıktı. Sherlock Holmes çok küçük yaşlardan beri okurum. Ve onun ‘çıkarım bilimi’ isimli bir bilime dâhil olduğunu ve danışman dedektif mesleğinde olduğunu hatırlatalım. Aslında böyle bir meslek yok, meslektaşı yok. Kendi bulmuş bunları. Bende ondan etkilendiğim için kendime böyle bir yer açtım. Yayıncılık hayatınıza ne zaman ve nasıl başladınız? Sizi etkileyen ya da tetikleyen etkenler nelerdi? 1999 yılının ocak ayının 16’ıncı günü Best Fm’de başladım.

Sonra Alem Fm’de devam ettik, şuanda olduğu gibi. Bu yılbaşından beri. Fatih Terim bana torpil yaptı. O zaman ki radyonun sahibi Emrah Beyi tanıyordu. Öyle tesadüfen, torpille başladık. Torpiller kapıları açıyor tabi ama o odalarda ne kadar kalacağınızı siz belirliyorsunuz. Radyodan önce 1995 yılından 1999 yılına kadar spor muhabirliği ve spor yöneticiliği yaptım. TGRT’de spor müdür yardımcısı oldum. Spor muhabirliğinden başladınız. Sonra radyo, televizyon dünyasında diziler, programlar derken, radyo yayınları ile devam ettiniz. Biraz saçmalamışım gibi görünüyor evet, ama şöyle açıklayabilirim bunu. Spor muhabirliğini böyle bir staj

yapıyormuşum gibi yapmıştım. Kariyerimi radyodan sonra televizyon ve kitaplar, sahne olarak devam ettirdim. Fakat o spor muhabirliği geçmişim sonra talk show

büt dergisi nisan sayısı

33


Röportaj

teşekkür ediyorum. Röportajın bundan sonrasını reklam arasında yaparız. Reklamlardan sonra devam edeceğiz. Ve röportajın devamı. İnsanlar sizi radyoda mı dinlemeyi tercih ediyor? Yoksa televizyonda görmeyi mi ister? Kişilerin cevap vereceği bir soru bu ama ben bunu şöyle yanıtlıyım: Ben anlaşılmayı seviyorum. Nerede anlaşılıyorsam o kabulümdür. Buna böyle cevap veriyorum. Yani kimisi belki radyodan dinleyip seviyor, kimi televizyondan, internetten, kitaptan hepsi kabulüm. Yeter ki doğru düzgün anlaşılalım. Ne diyor Yılmaz Erdoğan: “Bir anlatıcıya en büyük mükâfat doğru düzgün anlaşılırlık.”

tecrübem günün birinde “21” programında yolları birleşti, kesişti ve çok hoş bir program çıktı ortaya. Hem benim hem de arkadaşların gayretiyle hem de Lig Tv’nin emek veren elemanlarıyla. Hayatta ‘bunu niye yaşıyorum’ diye çok sormamak lazım kendimize. Ben çok sordum kendime ‘ne işim vardı muhabirlikte’ diye ama bak o muhabirlik nasıl güzel bir şeye sebep oldu. Ceyhun Yılmaz: Şimdi bir ara vermemiz lazım. Çocuklara

34

büt dergisi nisan sayısı

acaba? Arada bir sorun, sıkıntı mı oldu? Bu 14 yılı kimse fark etmedi biliyor musun? (gülüyor) Yok, olur mu canım hala görüşüyoruz biz. Arkadaşımız, dostumuz hepsi. Biz, Ulus’taki stüdyomuzu kurduk. Bu sistemden yayın yapmak istedik artık. Best Fm’de merkezi yayını savundu. O konuda fikir ayrılığımız oldu. ‘Peki, başka bir yerde yapabilir miyim bu istediğimi?’ dedim. ‘Tabi yapabilirsin’ dediler. Öpüştük, ayrıldık. Ama biz her zaman görüşmeye devam edeceğiz yani. Herkeste bilsin yani.

“Oyun ve Roman Yazmayı Çok İstiyorum”

Şimdi siz komedyenlik, şairlik, radyo yayıncılığı, oyunculuk gibi birçok alanda icraatta bulundunuz. Peki, bunların dışında ‘şunu da yapsam, tamamdır artık’ dediğiniz bir alan ya da proje var mı? Oyunculuğu reddediyorum bir Radyo hayatınızda olmasaydı, tek. Konuk oyuncu diyelim. hangi alanda çalışırdınız? Ne Çünkü oyunculuk eğitimi lazım, ile uğraşırdınız? ustası lazım. Hiçbirini görmedik Olasılık teorilerine prensip olar- çok şükür. Soru biraz olasılığa ak cevap vermiyoruz. Olasılık kayar gibi ama yinede içinde teorileri var ya, olmasaydı ne gerçeklik, bir gelecek planı olurdu? İşte halamın sakalı olbarındırıyor. Bu açıdan cevap saydı ne olurdu? (gülüyor) Böyle vereceğim soruya. Oyun yazşeylere cevap vermiyorum. mayı falan çok istiyorum. RoÇünkü doğruyu vermez bu tarz man yazmayı istiyorum. Bunlar sorular. Bir bilim kurgu senaryistek olarak kalmak zorunda osu konuşuyorsak yöntemdir, belki de hayatım boyunca. Ama senaryo olasılığı konuşulur. Ama sonuçta cevabım, evet bunlar gerçek bir sohbet, ben bir kişi aklıma geliyor. Ama bir düzenolarak karşındayım olasılık teor- sizliğim var benim şuanda. Her isi saçma. ne kadar düzenli bir işim olsa da. Yani her akşam 18.00-20.00 14 yıl boyunca Best Fm’de arası radyo programını yapmak yayın hayatınıza devam etüzerine kurulu hayatım. Ama tiniz. Yılbaşından sonra bubuna rağmen etrafı çok dağınık. radaki yayın hayatınız bitti. Onlarla ilgili bir düzen yaşarsam Bitmesindeki sebep ne oldu eğer, zannediyorum ki o oku-


Röportaj

malara da o yazmalara da vakit ayırabilirim. Okumalara diyorum, bizi okuyan Büt Dergisi okuyucuları pekâlâ biliyorlardır ki yazabilmek için önce okuyabilmek lazımdır. Ben, radyoda popüler olmak, televizyonda popüler olmaktan daha zor diye düşünüyorum. Bu kendi fikrim tabi. Siz televizyonda da sevilen bir isimdiniz ama radyoda takipçi kitlenizin daha fazla olduğunu düşünüyorum. Bunun sebebi ne sizce? Televizyon programında; giyiniyoruz, bir yere gidiyoruz, başka bir hale giriyoruz, hazırlanıyoruz, sıkıştırıyoruz winzip dosyası gibi. Winzip dosyasını yüklüyoruz ağabey ve orada fışkırtıyoruz. Radyo biraz daha hayatımız. Yemeğe gidiyormuşuz gibi, arkadaşlarla toplanıyormuşuz gibi. İşimiz gibi değil, geleneğimiz gibi oldu. O yüzden bir farklılık vardır. Ama bunun ötesinde radyo programcılığının, radyo aletinin, televizyon aletinden farklılığını lütfen unutmayalım. Bu fark benim ile ilgili değil. Bu fark iki kitle iletişim aracının tarihiyle, temeliyle ve yapısıyla ilgili bir fark var. Sen kendine ait özel bir zaman dilimi istemeyen radyodan bahsederken, ‘bana bakmazsan anlayamazsın’ diyen televizyonu aynı kefeye koyamayız. Bu mantıklı değil yani. Bir konuşmanızda ‘Ben radyocu değilim. Radyo yayıncısıyım’ dediniz. Bunun nedeni nedir? Bu iki kavram farklı mı? Radyocu için biraz tamirattan da anlamak gerekir diye

düşünüyorum. O da bir meslek, zanaat. Ama radyo yayıncılığı için prensipleri bilmeniz gerekiyor. Kavramlar yanlış biliniyor. Radyo yayıncılığı diye konuşmamız lazım ama mesleğin kendi sahipleri, bu meslekten para kazanan, ekmek yiyenler bile kendilerine radyocu diyebiliyorlar. O yüzden kavramlara sahip çıkmak bazen çok zor. Gördüğümüz kadarıyla sizin hayatınızda sosyal sorumluluk projelerinin çok önemli bir yeri var. Bugüne kadar yer aldığınız projelerden de bir karşılık beklemediniz. Bu hassasiyetinizin temelinde yatan özel bir neden var mı? Şeyi anladım; bir bebek doğduğunda birisi yardım etmezse ölüyor. 48 saat ile 72 saat içerisinde ölüyor. Birisi yardım etmeli ona yaşaması için değil mi? Anne, baba, bakıcı vs. Başka bir insan sana dokunmadan, insan ürüyemiyor demek bu. Bu dokunmayı, bu yardımı ömür boyu unutmamak lazım. Çok küçük yaşlarda bunu anladığım zaman kendime söz verdim. 1516 yaşında falandım. Bu da pek konuştuğum şey değildir aslında ekipte ilk defa duyuyor olabilir bunları. Dedim ki ben bir gün çok para kazanırsam, kazandığım parayı mutlaka para kazanamayanlara göndereceğim. Böyle bir şey gelmişti aklıma. Sonra biraz daha olgunlaştıkça ihtiyaçları keşfettim. Çocuk, sağlık ve eğitim. Bu üç ihtiyacı keşfettiğim için ilk kitabımızı Eğitim Gönüllülerine, ondan sonrakini sağlıkla ilgili sonrada işte kanser ve omurilik felçlileri. Şimdi yeni kitabımı da ilan ettim

Tek Soru Tek Cevap: Sevdiğim İkinci Kadınsın Sen: İsmi bende saklı bir kadın. Aşk: ’Sız olmaz. Radyo: Hayat. Galatasaray: Anne, baba Televizyon: Perdeli hayat. Ruhi: Tatlı çocuk. PACYA: Yeni bir sistem. Şiir: Anlatım biçimi. Maskeli Beşler: Komik filmdi. Simge Fıstıkoğlu: Arkadaş. Geleceğe Dönüş: Hayatımın filmi. Twitter: Bir kitle iletişim aracı. Ceyhun Yılmaz: Adam adam (kahkaha atıyor) Buna cevabım ‘İknatör.’ geçen gün. Otizm farkındalık gününde yaptık röportajı. Onu da otizmlilere bıraktım.

“İnsanların Tansiyonlarını Sıfırlıyorum” Radyo programlarınıza duygusallık ile başlayıp –şiirle-, sonra komediyle devam edip ardından kapanışı yine duygusal halde bitiriyorsunuz. Bu iki zıt duyguyu harmanlayıp bir arada verme fikri aklınıza nereden geldi? Bunu nasıl başarıyorsunuz? ‘Aldığım yere bırakıyoruz’ diyoruz buna. Şimdi şiir, seveni tarafından dinlenirken sadece kendisiyle ilgili bir an yaşatır. Şiirin büyüsü budur. Yani şiir dinlerken aynı zamanda hayatın başka dertlerini düşünemezsiniz. O şiire kendinizi verdiğinizde. Hele iyi birisi okursa. Yani ben okumaya çalışıyorum, açıkça söyleyeyim. Ben şiir okumayı radyoda öğrendim. İlk başladığım zaman okuyamıyordum yani. büt dergisi nisan sayısı

35


Röportaj “Şiir bir anlatım, ifade biçimidir. Sadece bir şey anlarsanız, anlatabilirsiniz.”

mak ihtiyacı için önce anlamak lazım ya, ben önce anlamaya başladım. 12-13 yaşında anlamaya başladım. Annemin Okuduğumu zannediyormuşum arkadaşlarının hep aynı şeyi daha doğrusu. -İlk şiir okumakonuştuğunu anladım. Bize her larına 1999 Ocakta başladım. geldiklerinde kapıda annem Yazmalara 13-14 yaşında gelenlere ‘ay bir şeyde hazırbaşlamıştım işte 1988-1989 layamadım ama’ -masada dolu yıllarında.- Şiir okunurken baş(gülüyor)- gelenlerinde anneme ka bir şey düşündürmediği ‘aaa daha ne yapacaksın Allah için, insanların gün içeraşkına’ muhabbetlerinin sürekisinde yaşadıkları o tansiyonu li döndüğünü görünce dedim sıfırlıyorum. Sıfırladıktan sonra ‘bunu niye sürekli yapıyorkendi tansiyonumla hareket edi- sunuz’. Bunun gibi klişeleri yorum. Ondan sonra kendi tan- yakalıyordum. Teyzemin mesela siyonumdaki etkimi de sıfırlayıp ‘yani’ kelimesini birden fazonları hayatlarına bırakıyorum. la kullandığını fark ettim, ona Bu mantıkla çizilmiştir yayın söyledim. Bunun gibi gariplikler akışımızın şiirle başlayıp, şiirle gösteriyordum. Bu benim bu bitmesi. Ekipte ilk defa duydu konudaki merakımı geliştirdi. bunu, bak ne kadar zamanBir şeyi duyduğum zaman andır içinde yaşıyorlar aslında. lamını bilmiyorsam mutlaka (gülüyor) araştırırdım. Bu düşünce şekli, bu hareket, bu merakın peşinde Şiir yazmaya, kendinizi şiir koşmak, elbette biriktiriyorile ifade etmeye ne zaman sun… Biriktirince doluyorsun, başladınız? anlatmak istiyorsun. Bunu ben Yazmalara 13-14 yaşlarınderslerde şöyle söylüyorum: tıpda başladım. O zaman Galkı mağaraya hayvan resmi çizen atasaray’a yazdığım şiirler var. o adam gibi. Niye çizdi onu? Okumalara ise 1999 Ocakta Çünkü bir şey anladı. ‘Bebek başladım. Şiir bir anlatım, ifdoğurmuş fil, onunda yavrusu ade biçimidir. Sadece bir şey var, onlarda bizim gibi aile kaanlarsanız, anlatabilirsiniz. Bu vramındalar’ diye anladı. Çizanladığınız şey bir kızın güzelliği erek anlattı sana, bana işte veya de olabilir, bir yaprağın sarao dönemdeki insanlara. İşte rıp düşmesi de olabilir. Anlatbende anladıklarımı şiir ile ifade etme yolunu seçtim. “PACYA Yeni bir iletişim sistemi” Size ait yeni bir kavram, uygulama olan PACYA nedir? Ne yaptığınızdan bahseder misiniz? PACYA, Türkçe bir kelime. Açılımı şu: Perde Arkası Canlı Yayın Arası. Radyo programımızda

36

büt dergisi nisan sayısı

her reklam girdiğinde, internette başlayan bir program. Bunu bütün televizyon ve radyo programlarına teklif ediyoruz. Yeni bir iletişim sistemi olarak öneriyoruz. Patentini de aldık. Bizim takipçi kitlemiz biliyor. Bu zamana kadar; bu kadar doğal, içten ve samimi kalmayı nasıl başardınız? Valla bilemiyorum. Sevgili dostum diğer türlüsü çok yorucuydu. Ben böyleyim işte yapacak bir şey yok. Sinirlenince de sinirleniyorum, çocuklar görüyorlar sinirlendiğim zamanlarda. Ama içimde öyle kötülük yoktur yani. Onların canlarını acıtmak için söylemem. O an önemli bir şey olmuştur ve o önemli şeyin kıymeti ile ilgili bir sinirdir o. O da aynı doğallığın içine giriyor aslında. Şimdi sen doğal olacağım diyip gülümserken doğal olacaksın, sinirlenirken içeri girip ağlayacaksın. Öyle bir şey yok. Hepsi aynı kefede. Önemli olan senin sinirli anlarında bile yaptıklarını hoş görebilecek olan dostlarınla yaşayabilmendir. Bu doğallık başka türlü tek başına korunabilecek bir şey değil. Etrafınla, ekibinle, arkadaşlarınla öyle kurabilirsin bunu. Gerçek dostlar doğal tutuyor insanı. Benim doğal olmaktan başka çarem yoktu moruk, onu da söyleyeyim sana. Diğer türlüsü güç yani. Biz bu röportajı yaparken gerçekten çok keyif aldık. Umarım sizlerde okurken en az bizim kadar keyif almışsınızdır. Samimi, doğal, sıcak kanlı, bir o kadar da içten olan; bizlere zaman ayırarak bu röportajı yaptığımız Ceyhun Yılmaz’a bir kez daha teşekkür ediyoruz. Saygılarımızla.


Müzik Özlem Çelebi

ozzlemcelebi@gmail.com

Dünyada yaşama başladığımızdan beri ayrılmaz bir parçamız olan müzik, hayatımızda büyük role sahip. Dünden bugüne müzik, ülkesine ve zamanına göre çeşitlilik gösteren bir olgu olmuştur. Eski dönemlerde müziğin daha dar alanda etkisi olduğunu görüyorken; günümüze doğru ise müzik, aslında bize tek bir ulusa ait olmadığını gösteriyor. Ayrıca günümüze doğru müziğin bu kadar geniş kitlelere ulaşması da sanatçı ve müzik gruplarının sayısını arttırmıştır. Bu müzik gruplarından kuşkusuz kendi zamanından günümüze kadar büyük etki yaratan ve sevilerek dinlenen THE BEATLES grubudur. büt dergisi nisan sayısı

37


Müzik Topluluğun 1966′ya kadar süren erken ya da taklitçi dönemi, kolay akılda kalan, yinelenen ritimlerden oluşan Lennon/ MacCartney besteleriyle biçimlendi. The Beatles, kendi materyallerini besteleyen ve birçok müzik tarzını içeren ilk rock akımlarından olmuştur. Birçok yeni müzik tarzına kapı açan grup aynı zamanda birçok yenilikçi prodüksiyon tekniklerine de öncülük etmiştir. 1965 yılının aralık ayında çıkardıkları Rubermeseydi Beatles kurulamaya- ber Soul ve 1966’da çıkan Rebilirdi. Birçok kez isim değişikliği volver popüler müzik için devrim yaşayan grup; Beatals, The niteliğinde iki albümdür. 1967’de 1960 yılında İngiltere’nin Silver Beats, The Silver Beetles, çıkardıkları Sgt. Pepper’s LoneLiverpool kentinde kurulmuş The Silver Beatles gibi isimlerin- ly Hearts Club Band albümleri olan ve 1970’lere kadar büyük den sonrasında The Beatles is- genel olarak ilk kendilerine özgü kitlelere ulaşabilmiş ve müzik miyle müzik hayatlarına devam tarzdaki albümü olarak görülür. konusunda kalitesini tüm dünetmişlerdi. Birçok satış rekoru Love me do, Please please yaya kanıtlamış İngiltere’nin kırarak elliden fazla şarkısıyla me, From me to you, She loves gelmiş geçmiş en iyi grubu liste başarısı göstermiştir ve you, I want to hold your hand sayılan The Beatles... Dünya’ya ABD’de büyük başarıya ulaşan ve niceleri şarkılarıyla dünyada etkisi büyük ölçüde olan bu ilk İngiliz grubu olmuştur. BeatBeatles tutkusu başlamış oldu. grubun üyeleri ise John Lennon, les adıyla ilk konserini 27 Aralık Grup, şarkılarının yanı sıra Paul MacCartney, George Harri- 1960′ta vermiş ve 1962′den giyinişleri, uzun saçlarıyla da bir son, Ringo Starr adlı Liverpoollu başlayarak ünü kısa sürede gençlik kuşağı yaratmışlardır. dört müzikçi gençtir. Dinleyyayıldı. Bu olguyu da çevirdikleri filmlerenleri hem neşelendirebilen le pekiştirdiler: 1964’de A Hard hem hüzünlendirebilen bir hayal İlk rock akımı... Day’s Night (Zorlu Bir Günün dünyasına sürüklerdi. McCart7’den 70’e ulaşabilmiş bir Gecesi); 1965’te Help (İmdat); ney’ye göre; eğer İngiltere’de gruptan ne beklenir ki? Onlar 1967’de Yellow Submarine (Sarı zorunlu askerlik 1960′ta sona adeta birer yaşayan efsane… Denizaltı); 1970’de Let it be

38

büt dergisi nisan sayısı


Müzik (Boşver). 1985 yılında Guinness Rekorlar kitabına, The Beatles’ın ortaya çıkışından itibaren tüm albümlerinin 1 milyardan fazla sattığı eklenmiştir.

Son Konser...

1966′dan başlayarak yeni bir müzik arayışı içine giren topluluk, klasik müzik biçimlerini, Hint müziğini, stüdyo tekniklerini deneyerek oluşturdukları bestelerini sahnede canlı olarak yayınlayamayacaklarını anlayınca, 26 Ağustos 1966′da son kez konser verdiler. 1968′den sonraki albümler, dörtlünün, sanatsal ve kişisel anlaşmazlıklarının belgeleri olmaya başladı. Grup 1969’da yine stüdyoda problemler yaşadıkları “Abbey Road” albümünü kaydetti. Aynı anda da “Let It Be” albümü kayıtları devam ediyordu. 20 Eylül 1969’da Lennon grup elemanlarına ayrıldığını söyledi ancak basına bir açıklama yapılmadı. 3 Ocak 1970’de George Harrison bestesi “I Me Mine” kaydedilmiş son Beatles şarkısı oldu ancak John Lennon bu kayıtlarda yoktu. Aynı yıl ilk adı “Get Back” olarak karar verilen ancak mixi beğenilmemiş albüm en sonunda “Let It Be” olarak yayınlandı.

Ancak bu grubun dağılmasını engelleyemedi. 10 Nisan 1970’de McCartney basın toplantısı ile grubun dağıldığını açıkladı. 1970’de bütün Beatles üyelerinin solo albümleri yayınlanmıştı. 1973 tarihli Ringo adlı Ringo Starr albümünün bir parçasında üç Beatles üyesi bir araya gelmişti. 1974’te Lennon ve McCartney stüdyoda kendileri için kayıt yaptılar ancak bir daha hiç buluşmadılar. 1980’de John Lennon otelin önünde vuruldu. Yaşayan diğer 3 Beatles elemanı “All Those Years Ago” adlı George Harrison şarkısında tekrar bir araya geldiler. Şarkı Lennon’ın anısına yazılmıştı ve 1988’de grup Rock N Roll Ünlüler Salonu’na girmeye hak kazandı. 1995-1996 sırasında Beatles’ın gizli kalmış kayıtları Anthology 1,2,3 olarak yayınlandı. Ayrıca iki Lennon bestesi Free As A Bird ve Reel Love, Beatles’ın üç elemanı tarafından kaydedildi.

da önemli bir yere sahip olan ve en çok dinlediğim grupların başında gelir. Müziğin böylece yaşamımızda duygularımıza, hislerimize hitap etmesi bizlerde bir arayış olarak en çarpıcı amacı insanı korumak olmasıdır. Bu koruma amacından dolayı bugün artık somut olarak görülen ve hemen kavranabilen bir özellik olmadığını gösteriyor. Soyut olmaktan çıkartıp neredeyse tüm duyu organlarımızla hissedebildiğimiz bir somutluğa getirmektedir. Öyle ki müzik bazen üzgün olduğumuz anlarda bazen de mutlu olduğumuz anlarda müzik hayatımızın vazgeçilmez bir durağı gibi oluverir.

The Beatles benim hayatımda

büt dergisi nisan sayısı

39


Edebiyat Almira Koç

almirakoc36@gmail.com

Özgürlüğe Hasret Bir Adam:

SABAHATTİN ALİ Bir adam düşünün, gözlüklerinin arkasından hüzünlü bakan… Bir adam düşünün düşünceli bir şekilde gülümseyen… Bir adam düşünün hayatı boyunca türlü türlü sıkıntılarla baş etmekten yılmayan… Öyle bir adam ki her şeye rağmen yazmayı seven, yazmayı bırakmayan, derdini yazarak anlatan. Kırk bir yıllık ömrüne nice şiirler, öyküler, romanlar sığdıran; Türk Edebiyatı’nın direklerinden bir olan bu adam kim mi?

Sabahattin Ali diye tanırız biz onu. Kürk Mantolu Madonna’sından, Kuyucaklı Yusuf’undan, Dağlar ve Rüzgârından, Aldırma Gönül demesinden. Eserlerindeki üzüntüsünden, sevincinden yıllar geçse de sevilmesinden hiçbir şey kaybetmeyen bu adamı kaçımız tanıyoruz? Kaçımız onun eserlerini okurken hayatını merak ettik? Kaçımız onu hayal ettik? Hadi önce onu biraz tanıyalım sonra da eserlerinden bahsedelim. Onun o kırk bir yıllık hayatında anlatmaya çalıştıklarını anlamaya çalışalım… Sabahattin Ali’nin bu dünyadaki macerası 25 Şubat 1907’de başlar. Babası piyade yüzbaşısı olduğu için şehir şehir gezer küçük Sabahattin. Çocukluğu gibi okul hayatı da farklı şehirlerde geçer. Edebiyatla tanışması ise, şiirlerle olur ve ilk şiirleri ‘Çağlayan Dergisi’nde çıkar. Daha sonra öykü yazmaya da başlar. Yedi Meşale, Resimli Ay, Varlık gibi dergilerde yayımlanan şiirleri, öyküleri ile tanınmaya başlar.

40

Demiştik ya Sabahattin Ali zor zamanlar geçirdi diye. İşte o zor zamanlar, Aydın’da Almanca öğretmeni iken başlar. Yıkıcı propbüt dergisi nisan sayısı

aganda yaptığı iddiasıyla 3 ay tutuklu kalır. Konya’da, Atatürk’ü eleştiren bir şiir okuduğu iddiasıyla hapse atılır, 1932 yılında. Bir yıl boyunca orada yatarken hapishane şarkısı 5 adlı şiirini kaleme alır. Tabii çoğumuz bu şiiri Aldırma Gönül adıyla biliriz. Bu şiirde hissederiz Sabahattin Ali’nin sevdiklerine, memleketine, belki de en önemlisi özgürlüğüne duyduğu hasretini… Neyse ki çıkan af ile bir yıl sonra özgürlüğüne kavuşur Sabahattin Ali. Bir yıl çoğumuza kısa bir zaman gibi gelse de onun için ne kadar uzun geçmiştir kim bilir? Yazdığı ‘İçimizdeki Şeytan’ adlı romanıyla milliyetçilerden büyük tepkiler almış. Hatta kendisi hakkında yazılan hakaret dolu yazı için Nihal Atsız’a dava açmış; bu yüzden birçok sıkıntı çekmiş. Davayı kazanmasına rağmen tepkiler ise dinmemiş. İçimizdeki Şeytan adlı romanında ise, birbirlerini severek evlenmelerine rağmen; birbirlerini pek tanımayan kişilikleri, hayata bakışları farklı olan iki gencin anlaşamayarak ayrılmalarını konu alır. Daha sonra Aziz Nesin İle “Marko Paşa” adlı dergi-


Edebiyat

yi çıkarmaya başlar. Kadere bakın ki bu “paşa” ifadesiyle İsmet Paşa ile alay edildiği gerekçesiyle 3 ay hapis yatar. Bu baskılardan bunalan Sabahattin Ali ise şu söz ile ifade etmeye çalışmış kendini : “Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi”. Bir başka dava nedeniyle 1948’de tekrar 3 ay hapis yatan Sabahattin Ali için sıkıntılar daha da artmış. İşsiz kalmış, yazacak yer bulamamış. Bütün bunların üstüne bir de üstündeki baskıdan kurtulmak isteyen Sabahattin Ali, Kırklareli üzerinden Bulgaristan’a geçmek istemiş. Yurt dışına çıkmak için anlaştığı Ali Ertekin tarafından, Bulgaristan sınırına yakın Sazara köyü civarında ormanda öldürüldüğü iddia edildi. Mezarı belli olmayan Sabahattin Ali’nin 1907 yılında başlayan macerası böyle son buluyor. Aslında nefes aldığı süreçte yaşadığı macerası hikâyelerinde, şiirlerinde, romanlarında okuyucusunun kalplerinde, hayallerinde devam ediyor. Gelin birazda bu macerasına tanık olalım. Halk şiiri geleneği ile başladığı ‘dağlar ve rüzgâr’ şiirlerinde başlar belki ilk macera. Rüzgâr şiirindeki şu dizeleri dinleyin: Arzularım muayyen bir haddi aşınca

Ve sözler kulaklarıma sağırlaşınca Bir ihtiras duyup vahşi maceralara Çıkıyorum bulutları aşan dağlara. Tanrıların başı gibi başları diktir, Bu dağları saran sonsuz bir genişliktir, Ben de katıp vücudumu bu genişliğe, Bakıyorum aşağılarda kalan hiçliğe Sonra bir orman hikâyesi ile devam eder bu macera. İhtiyar bir adamın ağzından anlatılan, orman içindeki bir köyün, ormanının elinden alınma hikâyesi. Doğa sevgisini görürüz burada, ağaç sevgisini…

Böyle devam eder işte Sabahattin Ali’nin macerası, eserleri yaşadıkça onun macerası da devam edecek. Benim yazamadığım eserleri de var elbette. Araştırmak, okumak ise size kalmış. Son olarak size düşünceli bir şekilde gülümseyen adamın bir sözüyle veda ediyorum. Bu söz ise Kürk Mantolu Madonna’ dan:“Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde, ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatıyla öteye geçiveriyoruz?”

Bu hikâyeyi ise Kanal, Kırlangıçlar, Arap Hayri, Pazarcı, Kağnı gibi hikâyeleri takip eder. Bu güzel eserlerinin yanında Anadolu insanına bakışıyla, köy-kasaba hayatına bakış açısıyla edebiyatımıza da farklı bir boyut kazandırmış. Kürk Mantolu Madonna ise hüzün dolu bir aşk hikâyesi aslında. Adını eserde geçen bir tablodan alır. O tablodaki kadın olan Maria Puder, erkek karakterimiz Raif Efendinin, Kürk Mantolu Madonna’sı olmuş. Raif Efendi ve Maria Puder arasındaki bu aşk hikâyesinde ikisinin de hayatı bakışı o kadar farklı ki… İkisinin de psikolojisi öyle işlenmiş ki hemen etkisi altına giriyorsunuz kitabın. büt dergisi nisan sayısı

41



Foto Haber Ulya Altıntaş ulya.marmara@gmail.com

Unutma Beni Dizisinin Kamera Arkası İlk başladığı günden beri yani tam 6 yıldır hafta içi her gün gündüz kuşağında yayınlanan ve izleyicinin severek takip ettiği “Unutma Beni” dizisinin kamera arkasında neler olduğunu görmek, siz değerli takipçilerin merakını biraz olsun gidermek için Ankara’da “Unutma Beni” dizisinin setine konuk olduk. Kameramanından ışıkçısına kadar genç bir ekibin uyumla çalıştığı sette, kimi zaman parka gidip çekim sırasında fotoğraflar çekerken, kimi zaman da ev sahnelerinde oyuncuları fotoğrafladık. Sıcacık bir ekip gördük. Çocuk oyuncu Zeynep Eda zaman zaman sıkılsa da ufak istekleri gerçekleşince tekrardan çekimlere dönüyordu. Ufak istek demişken öyle oyuncak falan istediğini sanmayın, sakız ya da salata karşılığında söylenilenleri eksiksiz yaptı; boş zamanlarında da çekim yapılan evin balkonunu süpürdü, perdelerin arkasında dolaştı, koltuk boşluğuna saklandı… Ekip uzun saatler çalışmasına rağmen yine de enerjisinden bir şey kaybetmedi. Sanırız ki bu da uzun yıllardır günlük dizi çekmelerinden kaynaklanıyor. Herkes sıcakkanlı, güler yüzlüydü ve bizi çok güzel ağırladılar. Parktaki çekimden sonra topladılar eşyaları bindiler arabalara ve Ankara’nın sessiz sakin güzel bir sokağında başka bir sahne çekildi. Yeniden ev çekimleri için toplanan ekip bu sefer de orada çalışmalarını sürdürdü, yemek molasında hep birlikte yemek yenildi ve kalan sahneler tamamlandı. Merak ediyorsanız hemen söyleyelim, dizinin oyuncuları aynı ekranlardaki gibi kimsenin surat astığını görmedik. Kamera arkasında da önünde de kimse zorla bu işi yapıyor gibi davranmıyordu. Yani gözlemlediğimiz kadarıyla herkesin yüzü gülüyordu. Bizlerde yakaladığımız karelerdeki Osman Karakoç, Didem Özkavukçu, Elif Şanlı, Deniz Alver Çamlıdağ ve Zeynep Eda Eğri fotoğraflarını siz Sevgili Unutma Beni sevenleri için paylaşıyoruz. büt dergisi nisan sayısı

43


44

b羹t dergisi nisan say覺s覺


b羹t dergisi nisan say覺s覺

45


46

b羹t dergisi nisan say覺s覺


b羹t dergisi nisan say覺s覺

47


Yaşamın içinden Emre Ceylan emreceylan_91@hotmail.com

48

Fotoğraflar: Fatih Yıldırım büt dergisi nisan sayısı


Irgandı Köprüsü

Türkiye coğrafi konum bakımından oldukça önemli bir yere sahip. Coğrafi konumu sebebiyle geçmişten günümüze birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bir bölgedir. Bundan dolayıdır ki Türkiye’nin hemen hemen her yerinde tarihi kalıntılara, tarihin eski izlerine rastlanmaktadır. Ülkemizin değişik bölgelerinde yer alan, hepsi birbirinden değerli, kıymetli olan tarihi zenginliklerimizi bilmeliyiz ve bunlara gereken önemi vererek korumalıyız. büt dergisi nisan sayısı

49


Yaşamın içinden

Irgandı Köprüsü de bu zenginliklerimizden birisi. Namı diğer adıyla ‘Irgandı Sanat Köprüsü.’ Ben böyle bir köprünün varlığından bir yıl önce kadar haberdar oldum. Oysaki köprü 1442 yılında yapılmış. Neyse en azından köprü hala ayaktayken ve faal bir şekildeyken gidip yerinde görme fırsatım oldu. Şimdi bu köprüden haberdar olmayanlara veya gidip köprüyü göremeyecek olanlara köprü hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Çünkü ülkemiz topraklarında yer alan değerlerimizi herkesin bilmesi gerektiği düşüncesindeyim.

“Irganda Köprüsü 1442 yılında Pir Ali oğlu Tüccar Muslihiddin tarafından yaptırılmış.”

50

büt dergisi nisan sayısı

Bursa’nın en önemli geçiş noktalarından birisi olan Irgandı Köprüsü, Gökdere üzerinde Yıldırım ilçesi ile Osmangazi ilçesini birbirine bağlayan sıra köprülerden birisidir. Köprü 1442 yılında Pir Ali oğlu Tüccar Muslihiddin tarafından yaptırılmış. Tarihi kaynaklarda yer alan bilgilere göre üzerinde 31 dükkân, bir mescit ve 2 adet depo bulunduğu belirtilmekte. Ancak köprü

1855 yılındaki depremde büyük zarar görmüş. İkinci büyük hasarı ise; 1922 yılında Yunanlılar tarafından almıştır. Yunanlıların şehri terk ettikleri sırada köprüyü bombalamaları üzerine köprü tahrip edilmiştir. Bu yıkıcı etkenler dışında köprü birde şehrin sahipleri tarafından zarar görmüştür. Köprüye yapılan beton ve asfalt kaplamalar ve de altyapı elemanları köprüye yıkıcı zararlar vermiştir. Yaşanan yıkıcı deprem ve bombalamalar nedeniyle köprünün 31 dükkân

ve 1 mescitten oluşan arasta yapısından günümüze hiçbir şey kalmamıştır.

yılında köprünün daha fonksiyonel hale getirilmesi amacıyla yeniden işlevlendirme çalışmaları yapılması üzerine gerekli araştırmalar ve incelemeler yapılarak çözüm amaçlı raporlar çıkartılmıştır. Uzman kişiler ile yapılan görüşmeler ve araştırmalar sonucu hazırlanan raporlar neticesinde yerli ve yabancı ziyaretçi akışının sağlanması için faydalı sonuçlar ortaya çıkmıştır. Sonuçta köprünün kar amacından uzak bir sanat köprüsü

olması üzerinde karara varılmıştır.

Şuan köprünün üzerinde birçok dükkân yer almakta. Her biri sarı renkli, tek katKöprünün nitelik açısından lı dükkânlar. Çatısı kırmızı önemine bakacak olursak; kiremitli; pencere çerçevedünya üzerinde yer alan leri ve kapıları ahşaptan; arastalı dört köprüden biri- üzerleri ise ahşap tenteden sidir. Bu arastalı dört köprü; oluşuyor. Köprü üzerinde; İtalya: Ponte Vecchio, İtalya: hat, ebru, tezhip, minyatür, Ponte Rialto, Bulgaristan: sedefkârlık, ahşap oyOsma Köprüsü ve Türkiye: macılığı, nakkaşlık, gelenekIrgandı Köprüsü’dür. sel Türk el sanatları, Bursa Belediye tarafından 2005 bıçağı ve metal işleme


sanatı, Bursa-İznik yöresi çiniciliği, Bursa dağ yöresi kültür, sepet ve köfüncülük, Bursa’ya özgü damak tadıyla sunulan mantı ve Bursa kitaplarının satış ve teşhirinin yapılacağı dükkanlar yer almakta. Aynı zamanda Kayhan Muhtarlığı da köprünün üzerinde yer almaktadır. Köprünün iki ucundan giriş bulunmakta. Köprüyü ziyarete gelenlerin dinlenmesi ya da bir şeyler atıştırması için köprünün yan tarafında bir kafeterya bulunmakta. Irgandı Köprüsü, yerli ve yabancı ziyaretçilerin kültürel değerlerimizi, Bursa yöremizin simgesel değerlerini gezip görebilecekleri bir mekân haline getirilmiştir. Aynı zamanda burada bunların nasıl yapıldıklarını da görme fırsatınız olacaktır. Bursa’ya geldiğinizde köprüyü ziyaret etmeden Bursa’dan ayrılmayın derim. Ufak bir hatırlatma yapmak istiyorum. Yıllardır Bursa’da yaşamasına rağmen bu köprünün varlığından haberdar olmayan insanlarda var. Köprünün nerede olduğunu, nasıl gideceğinizi sorduğunuzda ‘Bursa’da böyle bir yer yok’ ya da

‘nerede olduğunu bilmiyorum’ cevabıyla karşılaşırsanız sakın şaşırmayın. Çünkü ben burayı bulmaya çalışırken çok insana adres sordum. Sorduklarım arasından 4 kişi burayı bilmediğini söyledi. Hatta içlerinden biri ayakkabı tamircisi olan amca “Ben 70 yaşındayım evladım. Doğma büyüme Bursalıyım. Burada böyle bir yer yok” diye iddialı bir açıklamada bulundu. Bende kendisine “amcacım böyle bir yer var. İnternetten baktım, araştırdım ondan geldim ben buraya” desem de o bana yine de “Yok. Olsaydı benim haberim olurdur” dedi. Ülkemizde sahip olduğumuz değerlerimizi imkanlar dahilinde gidip görmeliyiz. Eğer gidip göremiyorsak bile en azından varlığından haberdar olmalıyız. Hazinelerimize sahip çıkmalıyız. Bunları

koruyup, kollamalı ve gelecek nesillere kalmasını sağlamalıyız. Son olarak diyorum ki: “Irgandı Sanat Köprüsünde buluşalım…” büt dergisi nisan sayısı

51


Sinema Müge Gül muugegul@gmail.com

ŞAHMERAN Yüzyıllardan beri anlatılan ve içine insan karıştığı andan itibaren ihanet ile yoğrulan tuhaf bir efsanedir Şahmeran. Bu efsane bizlerin hala hüküm sürdüğü, buram buram geçmiş kokan topraklarda dillerden dile aktarılmıştır. Dilden dile değişiklik gösteren efsanenin birkaç değişik versiyonu bulunmakta. Bu ay sizlere değişiklik gösteren bu hikâyelerden bahsedeceğim. Hikâye’nin doğduğu yer, bugün Mersin’e bağlı Tarsus ilçesidir. Tarsusluların efsanesini diğer hikâyelerden ayıran, onların hikâyesindeki Şahmeran’ın erkek olmasıdır. Tarsus yakınlarında bir kalede yaşamakta olan Şahmeran, son derece akıllı, yetenekli ve bilge biriymiş. Belden aşağısı yılan olan Şah’ın en gizemli yeteneklerinden biri de çok uzakları bile görebilen gözleriymiş. Sarayında yılanlardan oluşan hizmetkârları ile yaşayan Şahmeran, kimseye zarar vermeyen adil bir kralmış. Hoşluk içinde geçen günlerden birinde

52

büt dergisi nisan sayısı

günlerce tek kelime etmemiş. Bir sabah yılanlarından birine gidip kız hamamda mı diye bakmasını emretmiş. Hamama gizlice süzülen yılan yıkanmakta olan kızı görmüş. Hızla geri dönerek Şahına kızın orada olduğunu söylemiş. Şahmeran kızı kaçırmak fikri ile sarayından çıkarak Şahmeran, hamamda banyo yapan hızla hamama doğru yol almaya bir kızı görüp âşık olmuş. Derhal başlamış. Lakin kızına bir fenalık yardımcılarına o kızın kim oldgelmesinden çekinen bey, en uğunu öğrenmelerini emretmiş. güçlü adamlarını hamamın etrafıEfendilerinin isteği ile Tarsus’a na yerleştirmiş. Âşık olduğu kıza dağılan onlarca yılan kızın hakkavuşma heyecanı ile pekte dikkatli kında bilgi toplayıp geri gelmiş. davranmayan Şahmeran, adamGenç kızın Tarsus beyinin biricik ların tuzağına düşmüş ve oracıkta kızı olduğunu ve her hafta aynı gün hamama geldiğini söylemişler. canı alınmış. Şahmeranın, aşka olan zaafı sebebiAşkından divaneye dönen Şahyle canından olmasının ardından, meran en kıymetli hazinelerinden Şahlarının ölümü ile hırslanan oluşan bir sandık ile kızı beyden istemek üzere yola koyulmuş. Kızın yılanlar girebildikleri her eve girmiş ve karşılarına çocuk, kadın, yaşadığı eve gelip babasından istemiş. Lakin hem korkudan hem erkek kim çıktıysa sokup zede tiksintiden bey kızını veremey- hirlemiştir. Bu şüphesiz Şahmeran’ı eceğini söylemiş. Umutları kırılar- geri getirmemiş, lakin onun sadık ve kindar hizmetkârlarının içini ak sarayına dönen Şahmeran


soğutmuştur.(sadece bu versiyonda yılanlar Şahmeranın öldüğünden haberdardır.) Bunun dışında anlatılan 2. versiyonda ise Şahmeran karşımıza bir kadın olarak çıkıyor. Belden aşağısı süt akı rengi bir yılandan oluşurken, belden yukarısında belki de gelmiş geçmiş en güzel kadını resmeden bir yaratıkmış Şahmeran. Uzun siyah kadife yumuşaklığında saçları, gece siyahı gözleri ve insanın ta içini gören bakışları ile bir canavardan çok daha fazlası eden Şahmeran yeraltındaki krallığında yaşarmış. Hazinesi göz kamaştıran, yılanların kraliçesi aynı zamanda pek çok şeyi bilirmiş. Geçmişten o zamana yaşamış tüm uygarlıkların tarihini bilen, bitkilerin dilinden anlayan, adil ve hoş görülü bir kraliçeymiş Şahmeran.

kraliçeyi takip eden Tahmasp, daha önce hayatında görmediği enfes yiyecekler ile dolu bir ziyafet sofrasının başköşesine kurulmuş. Altından tabaklarda sunulan yiyecekler ile karnını tıka basa doyururken kristal kadehlerden kana kana şerbetler içmiş.

Yavaş yavaş kendine gelen genç adam kendisi ile konuşan Şahmeranın büyüleyici güzelliğini fark etmiş. Kusursuz yüz hatlarını incelemiş. Ay parçası simasını zihninin her hücresine kazımış. Büyülü bir tını gibi sesi ise genç adamın başını döndürecek kadar hoş ve nazikmiş. Bu kadar güzel ve iyi yürekli bir kadının bu duruma neden ve nasıl geldiği aklını kurcalamış. Lakin Şahmeran’ı kırmak istemediğinden bu soruları ona hiç sormamış. Şahmeran genç konuğundan oldukça hoşnutmuş. Yeraltındaki Bir gün gece ormanda gezerkbu saray her ne kadar paha en, bir mağaraya sığınan biçilmez bir servetle dolup Tahmasp’ın ayağı kaymış ve taşsa da yılanların kraliçesi için çürüyen mağara tabanından adeta bir hapishane gibiymiş. aşağıya hızla düşmeye başlamış. İnsanlardan ve onların açgözlü, Sağı solu hırpalanan genç adam hırslı dünyalarından uzak durbir süre kendinden geçmiş. Uy- mak zorunda olan Şahmeran andığında daha önce hiç görbu aniden çıka gelen konuğu mediği kadar güzel bir bahçede ile zaman geçirmekten çok haz buluvermiş kendisini. Etrafınalmış. da bir takım sesler işitmiş ve sağ tarafında adeta güneş gibi Şahmeran ve Tahmasp ardoğan ışığa doğru dikkatlice asında güzel ve güçlü bir aşk bakmış genç adam; korkuyla başlamış. Günlerce yeraltında karışık bir merak ile. sevdiği kadınla zaman geçiren genç adam yukarıdaki dünyayı Sakin ol demiş Şahmeran. İki adeta unutmuş. Anlar anları kolunu kenara doğru açmış. kovalamış ve bir gün Tahmasp Krallığıma hoş geldin âdemoğ- ailesini özlediğinin farkına lu demiş. Sakın korkma, sana varmış. Şahmeran ne yaparsa burada asla bir fenalık gelmez. yapsın genç aşığını fikrinden Tersine her ne dilersen en kısa caydıramamış. O halde madem sürede yerine getirilir. Yorgun gidiyorsun kendi dünyana şunu ve bitkin bir halde konuksever sakın unutma; “Her ne olur-

sa olsun asla başka insanların yanında suya girme. Hiç kimseye benden bahsetme. Yanına istediğin kadar altın gümüş al ve kendine bir hayat kur beni de unutma.” demiş.

Mersin’ e bağlı Tarsus ilçesinde bulunan Şahmeran Heykeli...

Tahmasp yanına kendine bir dükkân açacak kadar değerli eşyayı alarak ona yol gösteren yılanlar ile kendi dünyasına gitmiş. Bir marangozhane açarak hayatına devam etmeye başlamış. Arada sırada geceleri kimse fark etmeden gidip Şahmeranı görürmüş, lakin kimselere bu imkânsız aşkından bahsetmemiş. Kaderin cilvesi ki bir gün Tahmasp’ın ülkesinin kralı hastalanmış. Açıkgözlü vezir, krala sürekli onun dermanının Şahmeranın etinde olduğunu söylermiş. Ne yapıp ettilerse Şahmeranı bulamamışlar ve bunun üzerine bir bilgeye gitmişler. Bilge, kralın adamlarına “çevrede yaşayan herkesi gruplar halinde hamam ya da dereye sokarak yıkanmalarını sağlayın. büt dergisi nisan sayısı

53


Eğer Şahmeranı tanıyan biri varsa kendini açık edecektir, bende onu size gösterebilirim” demiş. Uzun ve dikkatli bir çalışma sonucunda sıra Tahmasp ve birlikte yaşadığı insanlara gelmiş. Tüm itirazlarına rağmen kalabalık bir grup ile hamama giren gencin tüm derisi yılanlar gibi pul pul kaplanınca bilge; “işte aradığınız kişi budur.” demiş. Apar topar kralın huzuruna götürülen genç, kralın muhafızları tarafından işkence dolu bir sorgulamaya maruz kalmış. Ve sonunda amacı sadece Şahmeranın bilgeliğine ulaşmak olan vezir tarafından istediği bilgiye ulaşılmış. Sevdiği adamın başına gelenleri önceden gören Şahmeran fazla direnmeden kralın muhafızlarına teslim olmuş. Kralın huzuruna çıktığında ise Tahmasp’un perişan halini gören Şahmeran, sevdiğini sakinleştirmeye çalışmış. Demiş ki; “Ey sevdiğim, ey karanlık dünyamın güneşi. Ben er geç bu günün geleceğini biliyordum. Ama sana kırgın değilim. Üzülme sakın.” demiş. Sabırsızlığı artan vezir yerinde duramıyormuş. Bunu fark eden Şahmeran; “Her kim benim kuyruğumdan bir parça yerse dünyadaki tüm gizli şeyleri öğrenir. Her kimde başımdan bir parça koparıp yerse oracıkta ölür gider.” demiş. Daha sözünü tamamlamasına fırsat vermeden vezir öne atılmış. Ve keskin kılıcı ile bir anda ikiye ayırmış yılanlar kraliçesini. Hızla kuyruğundan bir parçayı ısırmak üzere keserken, sevdiği kadının ölümüne sebep olduğu

54

büt dergisi nisan sayısı

için acı çeken Tahmasp öne doru atılıp başından bir parça koparıp yemiş. Lakin Şahmeran ölmeden önce vezire bir oyun oynamış. Kuyruğundan yiyen vezir oracıkta dünyanın en güçlü zehri ile ölmüş. Tahmasp ise Şahmeranın tüm bilgeliğine sahip olmuş. Fakat bir yerlere sığamayan genç adam kendini yollara vurmuş. Dağ tepe gezerek insanların dertlerine derman olan ‘Lokman Hekim’ hikâyesi de böylece doğmuş, olmuş. Şahmeran ile ilgili bir diğer efsanede de yine yılanların şahı bir kadın olarak bilinir. Camsab fakir bir oduncudur. Arkadaşları ile ormanda gezerken içi bal dolu bir kuyu bulurlar. Arkadaşları açgözlülük yaparak Camsab’ı boşalttıkları kuyuda bırakarak kaçarlar. Dışarı çıkamayan Camsab, kuyuda bir ışık görür. Yanında taşıdığı çakının da yardımı ile deliği kazarak büyütür. Burası başka bir diyara; yılanların en bilge en akıllı olan türü, meranların dünyasına açılan bir bahçedir. Çok geçmeden etrafı bu güçlü yılanlar ile sarılan genç, onların ecesi Şahmeran ile karşılaşır. Başına gelenleri anlatan Camsab, tekrar evine dönmek için yardım ister. Şahmeran, kendisini gördüğünü kimseye söylememesi karşılığında serbest bırakacağını söyler. Son derece iyimser ve yardımsever olan yılanların kraliçesi Camsab’ı ormana çıkan güvenli tünellerden geçirerek kendi diyarına ulaştırır. Efsaneye göre; o dönem çaresiz bir hastalığa yakalanan padişah,

sağlığına kavuşmak için ülkesinin her yerinde Şahmeranı aratıyormuş. Çünkü bütün hekimler ona iyi gelecek olan şeyin Şahmeran’ın eti olduğu hususunda hem fikirmiş. Biraz saf bir adam olan Camsab arkadaşları ile sohbet ederken ağzından Şahmeran’ı gördüğünü kaçırmış. Ödül alma umudu ile arkadaşları ertesi gün sarayın yolunu tutmuşlar. Vezir ile görüşerek Camsab denen köylünün Şahmeranın yerini bildiğini söylemişler. Padişah huzuruna getirttiği gence büyük bir hazine ve vezirlik vereceğini söyleyince Camsab, Şahmeranın yerini göstermiş. Vezir ve adamları Şahmeranı olduğu yerden çıkartarak hemen oracıkta öldürmüşler. Etinden bir parçayı Padişaha yedirerek iyileşmesini sağlamışlar. Şahmeran’ın tuhaf efsanelerindeki en büyük ortak pay, aslında yılanların Kraliçesinin başına ne geleceğini bilmesidir. Buna rağmen bu adamları neden serbest bırakarak onlara güvenmek istediği hala büyük bir sırdır. Tek hakikat ise, insanoğluna olan bu sadakatini ve güvenini canı ile ödediğidir. Günümüzde bereket ve bilgelik sembolü olan Şahmeran, aynı zamanda erdemli olmanın da önemini hatırlatan bahtsız bir figürdür. Hala Ecelerini kaybettiklerini bilmeyen yılanların, bunu öğrendikleri takdirde tüm dünyaya saldırarak öçlerini alacaklarına ait görüşün hüküm sürdüğü düşünülürse, belki de bu geleceğin gelmemesi için içten içe dua etmek gerekir.


KitaP Mustafa Doğan mstf.doqan@gmail.com

İntikam Çocukları Ne olursa okurum ben; yeter ki okunacak bir kitap, okunacak bir yazı ve paylaşılacak bir düşünce olsun. Yine bu düşünceyle aslında hiç tarzım olmayan bir kitaba el attım: “İntikam Çocukları” Bu kitabı almamın nedeni; okuduğum bir kitabın bunu referans göstermesiydi. Kitap, adından az biraz anlayabileceğiniz üzere polisiye tarzında yazılmış bir kitap. Aksiyon, polisiye roman okumayı seviyorsanız buyurun; bu kitap size göre... Yukarıda da bahsettiğim gibi kitap polisiye tarzında yazılmış bir kitaptır. Dil olarak bakmak gerekirse; akıcı bir üslup kullanılarak olay örgüsü işlenmiş ya da Türkçeye tercüme edilişi güzel ve akıcı bir şekilde aktarılmış. Kitap ‘Altın Kitaplar Yayınevi’ tarafından 1986 yılında birinci baskı ile piyasaya sürülmüştür. Kitabın yazarı ‘David Morrell’, Türkçe tercümesini yapan kişi de ‘Hasan Karabulut’tur. Aslında yazarın en ünlü romanının sinemaya uyarlanmış halinden tanıyoruz: Rambo serisi. Evet, Rambo film serisinin kitap yazarıdır kendisi. Hakkında internetten araştırma yaparsanız, çok fazla bilgiye ulaşacaksınızdır. Kitapta yapılan betimlemeler, olay anını yaşama hissiyatını veriyor size. Özellikle insan betimlemeleri kusursuza yakın diyebilir-

Kitabın yazarı ‘David Morrell’, Türkçe tercümesini yapan kişi de ‘Hasan Karabulut’tur. Aslında yazarın en ünlü romanının sinemaya uyarlanmış halinden tanıyoruz: Rambo serisi.

im. Tabi, bu kitap sayesinde çok fazla dövüş sanatı hakkında bilgi sahibi olacaksınız; ben şimdiden söyleyeyim. İsrail ajanlarının dövüşme stili, İngiliz ajanlarının dövüşme stili, Amerikan ajanlarının dövüşme stili ve dahası... Kitap, Notre Dame Kilise’sinde yaşanan bir tecavüz olayından yola çıkarak, dünya da bulunan 5 (Amerika, Rusya, İngiliz, Alman, Fransız) güçlü gizli istihbarat servislerinin aralarında anlaşarak kurduğu, Abelard Korunma sistemini anlatarak başlıyor. Abelard Koruması; tüm dünyada geçerli olmak üzere, tüm gizli servis ,ajanlarının tarafsız bölgesidir. Yani kurulan tarafsız ev veya bölgelere gelen her ajanın dokunulmazlık hakkı vardır. Kimse burada bir ajanı öldüremez ve öldürtemez. Bu kurala tüm dünyadaki ajanlar uymak zorundadır. Eğer burada bir ajan başka bir ajan tarafından öldürülür ise kural bozulur ve kuralı bozan kim ise tüm dünya ajanları, kişiyi gördükleri yerde öldürmekle yükümlüdür. Kitabın bu girişi aslında nasıl bir tarz kitapla karşılaşacağınız hakkında size bilgi veriyor gibi. Ama bizim asıl kahramanlarımız bir baba ve iki üvey evlat olacaktır; baba Eliot, üvey kardeşler Saul ve Chris. Elito CIA’nin yönetim kadrosunda bulunan başkandan sonra büt dergisi nisan sayısı

55


Kitap

gelen en önemli adamdır. Aslında istese ilk adam olabilme imkânı var iken; her gelen siyasetçi baştaki ilk adamı değiştirir kuralı nedeniyle, ikinci adam olmanın daha sağlam olacağı düşüncesi ile bulunduğu yeri korur. Eliot; kendi için çalışacak, kendi isteklerini yerine getirecek ve onun bir dediğini iki yapmayacak adamlar yetiştirir. Bunları yapacak kişilerin; ne bir ailesi, ne bir sevdiği, ne bir tanıdığı ve ne de bir akrabası olacak. Bu tanımlara uyacak en iyi kişiler tabi ki yetim kalmış çocuklardır. Saul ve Chris de bu şekilde büyütülmüş iki yetim çocuktur. Aynı okulda okuyan iki yetim çocuk daha sonra kardeş gibi olurlar ve Eliot’un fedaileri olurlar. Eliot, bu iki çocuğu tek kendi çıkarları için kullanmaz; daha doğrusu CIA için operasyonlara gönderdiği çocukların kazandıkları başarılar, onun da başarı hanesine bir yıldız olarak eklenmesini sağlar. Saul’un kod adı: Ramus; Chris’in kod adı ise: RomuPolisiye roman seviyorlus’tur. Eliot, Saul’a yaptırdığı en son sanız, bu kitap tam size operasyon ile başkanın en yakın arkgöre. Kitapta aksiyon hiç adaşını öldürtür. Bunu yapmasındaki eksik olmuyor. amaç Saul’un artık görevinin tamamlandığını ve öldürülmesi gerektiğidir. Saul öldürülmeli çünkü Eliot’un tüm yaptırdığı işleri biliyor. Eliot, başkana iyi görünmek için Saul’u kendi adamları tarafından öldürülmesine çalışıyor, fakat Saul her seferinde kurutuluyor. Ve Saul, bu işte Eliot’un olduğunu anlıyor ve kayıplara karışıyor...

56

Chris, yıllar önce girdiği bir çatışmada yaralanarak kaçarken Çinli bir ajan tarafından kurtarılıyor. Chris, Çinli ajana can borçludur. Yaptığı bir operasyon sonrası gittiği, Abelard korunma evinde tesadüfen hayatını kurtaran Çinli ajan ile karşılaşıyor. Çinli ajan, Abelard koruma kilisesinde bir Rus ajanı öldürmek isterken, kilise rahibi tarafından fark ediliyor ve öldürülüyor. Çinli ajanın ölümü üzerine yarım kalan işi Chris tamamlıyor büt dergisi nisan sayısı

ve Rus ajanını öldürüyor. Ve böylece Chris, Abelard Koruma kilisesinin birinde kuralı bozarak tüm dünya ajanları tarafından aranan kişi oluyor. Saul, Eliot’tan kaçıyor; Chris tüm dünya ajanlarından kaçıyor. Saul ve Chris aynı okulda büyüyüp aynı eğitimleri aldıklarından kendi aralarında çok gizli bir haberleşme ağı bulunuyor. Eliot bunu tahmin edebildiği için Chris’i bulup abisinin izini sürmek için onu yem olarak kullanıyor. Chris’e gönderdiği şifreli bir mesaj ile ulaşan Saul, babasının onu öldürtmek istediğini mesaj atıyor. Buna inanmak istemeyen Chris, abisiyle görüşüp konunun detaylarını öğrenmek için şifreli mesajda geçen buluşma yerine gidiyor. Chris’e de özellikle takip edilmemesi için uyarı da bulunuyor. Chris takip edilmediğinden emin bir şekilde abisi Saul ile buluşma yerine geliyor. Saul kendinden emin bir şekilde Chris’in, Eliot’un adamları tarafından takip edileceğini biliyor ve onun için gerekli önlemleri alıyor. Chris’in buluşma yerine geldiğinde babasının adamları onları öldürmek için saldırıya geçiyor ve Saul babası tarafından öldürülmek istediğini böylece kanıtlıyor. Bu sefer Saul ve Chris birlik olup babalarının neden bu şekilde davrandığını araştırıyorlar. Bu iki kardeşe Saul’un eski sevgilisi Erika adında Mossad ajanı da eşlik ediyor. Saul, Chris ve Erika, Eliot’un peşinde... Polisiye roman seviyorsanız, bu kitap tam size göre. Kitapta aksiyon hiç eksik olmuyor. Saul, Chris ve Erika gerçeği öğrenebilecekler mi? Chris, ajanların elinden kurtulabilecek mi? Saul onu öldürmek isteyen babası Eliot’tan intikam almak isteyecek mi? Daha fazlasını kitapta bulabileceksiniz. Peki, intikamlarını alabilecekler mi İntikam Çocukları...


Yeni “Kitap”lar Cüneyt Arkın (Fakir Gencin Hikayesi) Yazar: Cüneyt Arkın Yayınevi: Epsilon Yayınları

Güçlü Kal - 365 Gün Hayata Tutun Yazar: Demi Lovato Çevirmen: Sevinç Seyla Tezcan Yayınevi: Pegasus

Sevgili Okuyucu, Hayatımda pek çok tecrübe yaşadım, bağımlılıktan depresyona kadar pek çok zorlukla karşı karşıya kaldım Filmlerimde zalimin karşısında ama hep kendimi keşfetmenin ve ezilen yoksulun, hakkı yenenin mutluluğun peşinde oldum. İnyanındaydım hep… işler ve çıkışlar, kalp kırıklıkları ve Güçlü, yiğit, cesurdum. Emeğin, zaferler her zaman var olacak. Bu yüzden bazen ufacık birkaç kelime bile çok şeyi değiştirebilir. İnsanı rahatlatıp ilham veralın terinin yanındaydım. ebilir. İçimde var olan yüce güçle temas kurmak için her gün meditasyon yapıyor ve dua ediyorum. Huzur bulmak için Başıma gelecek belaları umursığınabileceğiniz daha yüce bir güce, sizden daha büyük bir şeye samadan, durmadan horlanan, sahip olmanız çok önemlidir. Bazı günler mücadele gerektirse hakkını arayamayan halkımın de, sizi motive edecek, size ilham verecek ve pozitif kalmanıza, acılarını paylaşıyor, yenilmez görünen büyük, acımasız güçlerle ileri doğru yol almanıza yardım edecek bir şeylerin olması çok ölümü göze alarak savaşıyordum. önemli. Bu kitap kendi sözlerim ve bana ilham veren alıntıların Cömerttim, insan âşığıydım…. Yılmaz, cesur bir savaşçıydım. Or- yanı sıra derslerin, meditasyonların, düşüncelerin ve günlük hedeflerin bir derlemesi. Bana müthiş yardımcı oldular. Bu hepinidular bozuyor, kaleler fethediyordum. zle paylaşmak istediğim, özel ve kişisel bir armağan. Hayatta her nerede olursanız olun, lütfen bunu okuyun ve yanınızda olduğuPeki filmlerimde böyleydim de, özel hayatımda aynı doğrucu, mu bilin. Güçlü kalın, cesur olun, çok ve gerçekten sevin; bir şey halkını, yurdunu seven insan mıydım? Halkıma ne kadar dürüst davrandım? Hayatım boyunca, kendime bunları sordum, kendimle kaybetmez, aksine kazanırsınız. Sevgilerimle, -Demi Lovatohesaplaşıp durdum. “İşte bu yüzden ben hep dargın bakan bir çocuktum…”

Kapalı Gişe Yalnızlık Şairi Öldürdüler Beyhude Zamanlar Yazar: Serkan Özel Yazar: Onur Yazar: Mahmut Özkızıl Yayınevi: Destek Bayrak Yayınevi: İzdiham / Şiir Yayınları Yayınevi: İzdiDizisi ham / Şiir Dizisi Canı yanardı... “Geçmiş olsun!” derdim. Yüreği burkulurdu... “Geçmiş olsun!” derdim. “Ama seni seviyorum...” derdi. “Geçmiş olmasın!” derdim. Niye biliyor musunuz? Çünkü aşktı benim tek derdim... Ama her şey gibi bu aşka da geçmiş oldu. Zaten “Güzellik geçicidir...” demişlerdi ve haklıydılar çünkü benim sevdiğim de bir güzellik yaptı ve bizi geçmiş oldu. Sonra ne mi oldu? Sonrasını biliyorsunuz zaten... Hem o benden geçmiş oldu hem de ben kendimden geçmiş oldum... -Serkan Özel-

Alfabeyi mezar taşlarından söken çocuklar bir çağı selamda bırakıp gittiler, dünya çok kötüydü arkalarında üç boğumluk akrep kuyruğu kaldı: -Mel-şe-mülk-

Kardeşim yok benim, hiçbir nesebe benzemem Zavallı gözlerimle bunca planın ortasına doğdum Allah bana yükledi genç ölenin gömdüğü milatları Çingene Sabahı En baştan başlayarak defalarca başladım Sonuçlara inanarak ve herkesi andırarak Hiç delil yoktu, hiç anlam yoktu, hiç umut yoktu Gıcırdamayan bir dal bulsam kendimi asacaktım Kaldım ve boğularak çıktım çocukluğumdan

Yazar: Mehmet Şah Erincik Yayınevi: İzdiham / Şiir Dizisi Okumayın, görmeyin. Kaçın, kaçın. Bu gelen lanetimdir. Sizi delirtecek: ne zaman beni sevse biri.. büt dergisi nisan sayısı

57


Film Öneri 23 NUMARA Vizyon Tarihi: 2007 - ABD Tür: Aksiyon, Gerilim, Gizem Süre: 101 Dakika Yönetmen: Joel Schumacher Oyuncular: Jim Carrey, Logan Lerman, Rhona Mitra, Lynn Collins, Virginia Madsen Senaryo: Fernley Phillips Yapımcı: Fernley Phillips, Beau Flynn Konu: Karısı Agatha ve oğlu Robin ile ortalama bir yaşam süren Walter Sparrow’un

hayatı, karısının doğum gününde kendisine hediye ettiği bir kitap ile altüst olur. 23 numara isimli ve yazarı belirsiz bir kitap ile sıra dışı bağ kurar Sparrow. Kitabın hayatından kesitler sunduğunu düşünmeye başladığında, akıl sağlığını da tehlikeye atmaya başlar. Birdenbire 23 numarasına karşı oldukça güçlü bir takıntı duymaya başlayan Walter, gördüğü hayallerde de etrafındakilere zarar vermeye başladığını görür. Sevdiklerini korumak için tek yolun, kitabın arkasındaki gizemi çözmek olduğunu düşünen Sparrrow’u oldukça karmaşık bir bilmece beklemektedir. Güvenebileceği tek kişi yine kendisi olan Walter Sparrow gerçeği bulabilecek midir?, 23 numarasının gizemi nedir?, Her şeyin arkasındaki gizemle yüzleştiğinde Sparrow’u hangi sürpriz beklemektedir? Bana göre, Jim Carrey’nin gelmiş geçmiş en iyi performanslarından biri bu filmde sizi bekliyor olacak. Onunla gülmek kadar gerilmenin de eğlenceli olduğunu görecek ve eminim ki bu filmi arşivinizde hak ettiği gibi bir yere koyacaksınız.

INK (MÜREKKEP) Yapım Yılı: 2009 - ABD Tür: Bilim Kurgu, Aksiyon, Fantastik Süre: 107 Dakika Yönetmen: Jamin Winans Oyuncular: Chris Kelly, Jessica Duffy, Kayla Bergholz, Jason Coviello, Marty Lindsey Senaryo: Jamin Winans Yapımcı: Jamin Winans, Kiowa K. Winans Konu: John eşini kaybettikten sonra kendini çıkılmaz bir duruma sokmuştur.

Hayat ile arasında tek bağı kızı Emma olan John, eşinin ailesinin ‘’babalığa yetersizdir’’ düşüncesini ispat etmelerinden sonra her şeyini kaybetmiştir. Kendini işine vererek sadece kariyerine adayan genç adamın hayatı, kızının aniden girdiği nedeni belirsiz bir koma ile değişir. John ve Emma’nın hikâyesini izlerken kendinizi fantastik ve bilim kurgusal bir gerçeklikte var olan masalsı bir dünyada bulacaksınız. John, Emma’yı kurtarabilecek midir?, Emma’nın başına ne gelmiştir?, Kendi içimizdeki savaşı kazanmak için gerçekte neye ihtiyaç duyarız? Ink, çok farklı bir bilimkurgu filmi. Nadir bir sona bağlanan filmde tanık olacaklarınız, umutlarınız ve çaresizlikleriniz üzerine kurulmuş son derece farklı bir yapım.

58

büt dergisi nisan sayısı


Tiyatro Haber

İstanbul Tiyatro Festivali Başlıyor 19. İstanbul Tiyatro Festivali 9 Mayıs–5 Haziran 2014 tarihleri arasında yapılacak. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında bu yıl; yurtdışından 7, Türkiye’den 35 tiyatro, dans ve performans topluluğunun 100’e yakın gösterisi 13 farklı mekânda sanatseverlerle buluşacak. Oyun, dans, performans ve etkinliklerden oluşan 19. İstanbul Tiyatro Festivali; Bisahne, Cevahir Sahnesi, DOT, Haldun Taner Sahnesi, ikincikat-karaköy, Kenter Tiyatrosu, Moda Sahnesi, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi, Sainte Pulcherie Fransız Lisesi, Salon, Şişli Blackout, Üsküdar Stüdyo ve Üsküdar Tekel sahneleri gibi şehrin farklı mekânlarında tiyatroseverlerle buluşacak. 19. İstanbul Tiyatro Festivali’nin programı, Rahmi M. Koç Müzesi’nde düzenlenen bir basın toplantısı ile açıklandı. İstanbul Tiyatro Festivali biletlerini, biletix satış nokları, biletix çağrı merkezi, biletix web sitesinden; ana gişe İKSV ve gösterim günlerinde gösterimden 2 saat önce etkinlik mekanındaki gişeden temin edebilirsiniz. Lale Kart sahipleri festival biletlerinde %20-25 oranındaki indirimden yararlanabilecek. Ayrıca biletler hem tam bilet hem de öğrenciler için indirimli bilet şeklinde satılacak. 19. İstanbul Tiyatro Festivali broşürü, İKSV’den ve Biletix satış noktalarından temin edebilirsiniz.

“Sersefil” Türkiye Turnesine Çıktı Kültür ve Turizm Bakanlı ile Emniyet Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Şubesi tarafından desteklenen “Sersefil” adlı tiyatro oyunu Türkiye Turnesine çıktı. Oyunun sponsorluğunu üstlenen Pharmactive Genel Müdürü Köksal Ülgen, bu oyuna sponsor olarak hem sanata destek vermeyi, hem de sanat vasıtası ile gençleri ve ailelerini uyuşturucu konusunda bilinçlendirmeyi amaçladıklarını belirtti.

gösterimi” gerçekleştirildi.

Toplumsal bir sorun haline gelen uyuşturucu bağımlılığı konusunu anlatan oyun, 5 Nisan günü Ortaköy Afife Jale Sahnesi’nde basın mensuplarının ve ünlü simaların katılımı ile turne öncesi “özel

Sersefil isimli oyun toplamda 18 şehirde oynanacak. Sersefil’in oyuncu kadrosunda; Ömer Vatanartıran, Öznur Serçeler, Halim Ercan, Pelin Akil, Melda Gür, Alkış Peker, Sefa Zengin ve Volkan Severcan yer alıyor.

İBB Şehir Tiyatroları 30. Çocuk Şenliği Başlıyor İBB Şehir Tiyatroları bu yıl 30.’sunu düzenlediği Çocuk Şenliği’nde tamamı ücretsiz gösterimlerle çocukları tiyatro ile buluşturacak. 23-27 Nisan 2014 tarihleri arasında “Haydi Çocuklar Tiyatroya” sloganıyla gerçekleştirilecek şenlikte; Şehir Tiyatroları’nın tüm sahneleri birbirinden farklı 16 oyun ve toplam 30 gösterim ile kapılarını çocuk izleyicilere açacak. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda Kağıthane Sadabad Sahnesinde ilk kez sahnelenecek olan “Harikalar Mutfağı” oyunu ile başlayacak şenlik, 27 Nisan Pazar gününe kadar devam edecek. Farklı başlıklar altında atölyelerin de gerçekleştireceği şenlikte tüm etkinlikler ücretsizdir.

‘Yaşamaya Dair’ Fransa Yolunda ‘Yaşamaya Dair’ adlı tiyatro oyunu Fransa’nın Toulon kentinde sahnelenecek. İstanbul’un anlatıldığı festivale davet edilen Dostlar Tiyatrosu, 15 Mayıs tarihinde “Yaşamaya Dair” ile Fransa’da tiyatro severlere sahnelenecek. Oyunun bir kısmı Türkçe bir kısmı Fransızca oynanacak. Genco Erkal’ın uyarlayıp yönettiği oyun sahnelenmeye başladığı ilk günden beri oldukça ses getirdi. Oyun Nazım Hikmet’in ölümünün 50. Yıldönümü için Genco Erkal tarafından uyarlandı. Oyunda sahneyi Genco Erkal ve Tülay Günal paylaşıyor. “Yaşamaya Dair – Bursa Cezaevi’nden Mektuplar”, ozanın, Bursa Cezaevi’ndeki yaşamını ve eşi Piraye Hanım’a olan tutkusunu anlatıyor. Usta oyuncunun, Hikmet’in sürgün yılları ve Vatan hasretine odaklandığı oyunda, izleyiciler adeta ozanın destansı yaşamındaki o yıllara doğru yolculuğa çıkmakta. büt dergisi nisan sayısı

59


Bir şarkısında der ki: Bilinmeyeni bilebileceğin hiç bir şey yok. Gözükmeyeni görebileceğin hiç bir şey yok. Aslında olmaman gereken yerde olabildiğin hiç bir yer yok. Bu (çok) kolay!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.