Büt Dergisi Sayı 34

Page 1


büt dergisi } Ekim Sayısı

Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

içindekiler Tefrika: Mwindo! Mwindo! Mwindo! Davullar çalınıyor… Flütler üfleniyor… Halk köy meydanında toplanmaya başladı. Etraf şimdiden çok kalabalık… Syf .

14

Edebiyat: Sevilmekten Çok Anlaşılmayı Bekleyen Bir Yazar; George Orwell Okumayı seven herkesin bir yazara bağlılığı ve onu nede-nini bilmeden fütursuzca sevmesi çok özel bir duygudur. Syf .

8

34. Sayı www.butdergisi.com

Röpor

Süha D

Röportaj:

İkbal Gürpınar... İkbal Gürpınar ile Ankara’da buluşup sizler için güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Her zaman ki gibi güler yüzlü ve nazikti. Syf .

62

Belgesel fotoğrafçısı ile bol bol fotoğraf k bir söyleşi gerçekleşt


www.butdergisi.com

Künye:

Büt Dergisi Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

Yazı İşleri

Ulya Altıntaş Editör

Mustafa Doğan Reklam

Mısra Yıldız

reklam@butdergisi.com Kapak Konusu:

Katkıda bulunanlar

Abla Darbe Ne Demek? 15 Temmuz 2016 günü akşam saatlerinde Türkiye, tarihe geçen bir darbe girişimi ile karşı karşıya kaldı. Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde örgütlenmiş olan FETÖ-PDY mensubu Syf . bir grup asker darbe girişiminde bulundular.

50

Ve diğerleri...

- Tarık Akan’a veda... - ‘Uzay Yolu Sonsuzluk’ vizyonda - De Niro’ya ‘Saraybosna’nın Kalbi’ - Yaşananların filmini yapmak bile kolay değil

rtaj:

Derbent...

- Cahit Zarifoğlu’ndan Cemal

Sevgili Süha Derbent konuştuğumuz tirdik. Syf .

Süreya’ya Mektup

24

- Okuyucu yazısı: Hüzün

Mustafa Doğan Dilan Eser Ulya Altıntaş Türkan Yıldız Haluk Şahin Selen Demir Sosyal Medya

www.facebook.com/butdergisi www.twitter.com/butdergisi tr.linkedin.com/in/butdergisi www.instagram.com/butdergisi www.plus.google.com /+BütDergisibütdergisi www.butdergisi.tumblr.com www.pinterest.com/butdergisi www. freelyshout.com/butdergisi www.youpic.com/photographer/ butdergisi

İletişim:

info@butdergisi.com


büt dergisi }

editör

Yurdumu alçaklara uğratma! 15 Temmuz şehitlerine...

15 Temmuz… Sıradan bir tarih değil. Öyle takvim yaprağından yırtıp attığımız bir kağıt parçası hiç değil. Bu tarih bir milletin destan yazdığı; yurdunu alçaklara uğratmamak için tarihin sayfalarına kanla bastığı mührün adı. Bu tarih sayfalara hem kara leke olarak geçti hem de altın harflerle yazılmış bir destan. Yani kısacası 15 Temmuz; sıradan bir sözcük, sıradan bir tarih veya yan yana gelmiş harfler bütünü değil. Bu milletin hainlere karşı kanla mührünü bastığı destansı bir tarih… Güne güzel başlamış Türkiye, gecenin getireceğinden habersiz olağanca seyriyle devam ediyordu. Gecenin karanlığı milletin üzerine kan tüküreceğini elbette kimse bilemedi. Buna herkes da-

4

hil. Güneşle uyanıp kanla uyumak ya da uyumamak demek daha doğru bir tabir olacak. Nasıl oldu veya nereden geldi bu bela başımıza tartışmasını bir kenara bırakacak olursak; Türkiye, 15 Temmuz’da “FETÖ” denen terör örgütünün kanlı eylemine sahne oldu. Bu kanlı eylem öyle büyüktü ki; tanklar insanları ezdi, uçaklar halkın üstüne bomba yağdırdı, milletin Meclisini yani milletin kalbini bombaladı, taş üstünde taş bırakmadı. Her şey ilk başta onların istediği gibi oldu. Bombalar istedikleri yere düştü, tanklar istedikleri gibi insanları ezdi, silahları istedikleri gibi adam öldürdü. Ama hesaba katmadıkları çok açık bir şey vardı ki o da bu milletin buna daha fazla müsaade edemeyeceği gerçeğiydi. Onlar silahlarından kan kustururken; millet, korkma-


dan silahsız ve savunmasız bir şekilde onlara meydan okudu. Onlar bombalar yağdırırken, bu asil millet onlarla adeta alay ederek “Bizi yıkamazsınız, yıldıramazsınız” dedi. Onlar bu milleti susturup kana boğacaklarını hesaplarken, halk onları cesaret silahlarıyla geri püskürttü. Onlar yıllarca aldıkları eğitimlerle tankları insanları ezmek için kullanırken, bu halk 5 dakikada tank sürmeyi öğrenerek onları saf dışı bıraktı. Havada ise insanlara korku salmak için f-16 uçururken, bu halk f-16’nın üzerine atlayıp durdurmak istedi. Bunun adı tam olarak korkusuzluk. O an hiç aklından çıkarmadığı Mehmet Akif ’in İstiklal Marşı’ndaki dizelerini bir kez daha hatırladı ve bu dizeleri bizzat yaşayarak; “ Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın…” Bunun başka bir açıklaması elbette yok… Savunmasız onca insan FETÖ terör eyleminde şehit oldu. 241 can toprağa verildi. 241 beden

ebediyete gitti. Hepsinin bu vatan savunmasında büyük rolü var. Hepsi ayrı ayrı kahraman; üniversitelerde araştırılacak tez konusu ve okullarda okutulacak ders konusu. Ne kadar da yazılıp çizilse yaptıkları hiçbir zaman hak ettiği değeri bulamayacak. Çünkü hiçbir harf topluluğu bu kahramanları en iyi şekilde anlatamayacak. Bile bile ölümüne gitmek nasıl olur da anlatılabilir ki? Ve ayrıca bu hainliği de hiçbir cümle doğru bir şekilde aktaramayacak. Arkadaş gördüğün, yıllarca ekmeğini böldüğün insanın; gözünü kırpmadan seni vuracağını nasıl düşünebilirdi ki? Ülke düşmanından bile bu kadar büyük görmediği hainliği, kendi ekmeği ile beslediği insanından ve kendi parasıyla alınan silahından gördü. Bu büyük bir acı! Bu vatan onlara minnettar! Bu vatan size çok şey borçlu! Sizleri unutursak kalbimiz kurusun! SELAM OLSUN SİZE 15 TEMMUZ ŞEHİTLERİ...

5


büt dergisi }

haberler

Hersek’in De Niro’ya Bosna başkenti Saraybosna’da, 12-20 ‘SarayAğustos tarihlerinde düzenlebosna’nın nen 22. Saraybosna Film Festivali kapsamınKalbi’ da festivalin organizatörleri, bu yılki “Saraybosna’nın Kalbi Yaşam Boyu Başarı Ödülü”nü De Niro’nun verdi. De Niro’ya, ödülünün festivalin açılış töreninde verilirken, festivalin açılışında ayrıca De Niro ile özdeşleşen filmlerden 1976 yapımı Taksi Sürücüsü’nün de gösterimi yapıldı. Saraybosna Film Festivali kapsamında daha önce de Angelina Jolie, Benicio Del Toro, Gael Garcia Bernal, Atom Egoyan, Jafar Panahi ve Danis Tanovic gibi isimler de “Saraybosna’nın Kalbi’’ ödülüne layık görülmüştü.

“Yaşananların filmini yapmak bile kolay değil” Sanatçı Yılmaz Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bombalanan yerleri gezdi. TBMM’de atılan bombalarla yerle bir olan noktaları gördükçe şaşkınlığını gizleyemeyen Erdoğan, “Hala inanamıyorum, Bunun filmini bile çekmek kolay değil” dedi. Erdoğan, “Keşke tüm bunlar sadece ibreti alem için çektiğimiz bir film

6

olsaydı, ama gerçek... Buradan filmler serisi çıkar” şeklinde konuştu. Başbakan Binali Yıldırım’la da görüşen Yılmaz Erdoğan darbe girişimi nedeniyle yaşananlardan dolayı üzüntülerini iletti.


‘Uzay Yolu Sonsuzluk’ Vizyonda ABD’li senarist Gene Roddenberry tarafından oluşturulan “Uzay Yolu/ Star Trek” serisinin 3. filmi “Sonsuzluk” 26 Ağustos’ta vizyona girdi. Yönetmenliğini Justin Lin’in üstlendiği, yeniden sinemaya aktarılan bilim-kurgu serisinin 3. bölümü “Sonsuzluk” filminin baş rollerinde Chris Pine, Zachary Quinto, Simon Pegg, Karl Urban, Anton Yelchin, Sofia Boutella ve Idris Elba yer aldı. ABD’li senarist Gene Roddenberry’nin 1964’te oluşturduğu ve 2009’da J.J. Abrams tarafından yeniden sinemaya uyarlanan, dünyaca ünlü serinin merakla beklenen yeni bölümünde, Atılgan gemisinin ve cesur mürettebatının epik

yolculuğu devam ederken, uzayın bilinmeyen derinliklerinde kendilerini ve federasyonun temsil ettiği her şeyi sınayan gizemli, yeni bir düşmanla karşılaşması anlatılıyor.Anton Yelchin’in son filmi oldu Filmde, “Pavel Checkov” karakterini canlandıran Anton Yelchin, filmin çekimlerinden kısa bir süre sonra, 19 Haziran’da hayatını kaybetmişti. Film, 26 Ağustos’ta Türkiyeli sinemaseverlerle buluştu.

7


büt dergisi }

edebiyat Sevilmekten çok anlaşılmayı bekleyen bir yazar;

GEORGE ORWELL O

KUMAYI seven herkesin bir yazara bağlılığı ve onu nedenini bilmeden fütursuzca sevmesi çok özel bir duygudur. İsminin geçtiği her ortamda kendisini O’nun kitaplarını okumuş olmaktan mutluluk duyarken bulur. Kitapla pek alakası olmayan kişiler bu içselleştirmeyi anlamaz, çoğu zaman sahte gelir ama bir insanı hiç tanımadan sadece yazdıklarından yola çıkarak da sevmek mümkündür. Çünkü pek kademe istemez bir yazarı sevmek. Yazılanı sever aslında okuyucu ve çoğu zaman yazılanı sevmek, o cümleleri bir araya getirene karşı bir bağ meydana getirir. Bütün mesele okuma sırasında metni yazan kişinin haritasını ortaya çıkarmaktadır.

8

- Dilan Eser dilaneser3@gmail.com

Kendinizden bulduğunuz şeylerin, aradıklarınız ya da beklentilerinizin retorik halidir yazılanlar ve okudukça, yazar canlanmaya başlar; yazdıklarıyla bütünleşerek bir karakter oluşur kafanızda. Yazılanları yazarın aynası olarak görüp yazara karşı sempati duymaya başlar ve zamanla seversiniz. Etrafınızda öyle hassas, öyle samimi biri yoktur çünkü. Zamanla daha fazla etkilenirsiniz, daha iyi anlarsınız... Bazen size yanlış bile görünse yazdıkları, anlatmaya çalıştıkları, siz yine de tıpkı çocukluk arkadaşınıza kondurmadığınız bir korumacılıkla ve mutlaka bir bildiği vardır temkinliğiyle yaklaşırsınız söylediklerine.


9


büt dergisi }

edebiyat

GEORGE Orwell’i tam da böyle bir sevgiyle seviyor bazılarımız ki onlardan biri de benim. İlk olarak bizi umut ile korku arasında bir yolculuğa çıkaran 1984 romanını okuyarak kendisine kızmış olanlardanım aslında. Okuyanlar bilir, bu kitabında özgür düşünceyi kaldırmak için her şeyi yapan anlayış toplumda her tarafa yerleştirilmiş durumdadır. Tele ekranlar ve mikrofonlar tarafından insanlar sürekli izlenen bir distopya söz konusudur. Bu kötü durumun sorumlusu ise Big Brother olarak görülüyor ki bu şahıs aslında hepimizin bildiği ama kitapta hiçbir yerde açıkça ismi geçmeyen Stalin’dir. Orwell, bu kitabında Stalin’i Rusya devriminin ihanetçisi olarak gördüğü anlayışını

Olumluyu Olumluyu olumsuza olumsuza yeğlerim. yeğlerim. Oynadığımız Oynadığımız oyunda oyunda kazanmak kazanmak söz söz konusu konusu değil. değil. Ama bazı Ama bazı yenilgiler yenilgiler ötekilerden ötekilerden daha iyidir daha iyidir

10

kapalı kapılar ardından eleştiriyor ve kendisini yeterince tanımayanlar tarafından kapitalizmin paralı yazarlarından biri olarak görülüyor. İşte ben de onlardan biriydim. Toplumlarda gözetim üzerinden yürütülen adaletsizlikler her yere yayılmışken, bu durumdan Stalin’i sorumlu tutmasına kızmıştım. Sonrasında okuduğum “Hayvanlar Çiftiliği” adlı kitabına da hayran kalmakla birlikte, yine adaletsizliği kabul etmeyen bir grubun sonradan adaletsizliğin en temel kaynağı haline getirilmesi bakımından sosyalizmin eleştirisi olarak gördüğüm için kendimce kabul edemedim. Yani eğer hayvan çiftliğinin sonunda hayvanlar Napolyon’a karşı ayaklansaydı, eğer 1984’te Winston gizli servis ajanına ‘’parti ne derse desin, 2+2=4’tür.’’ deseydi, Orwell’i tanıdığım yazarların en tepesine yerleştirirdim. Oysa o, bırakın kızmayı, karamsarlığı ve umutsuzluğu aşılıyordu. Bu düzenden kurtuluş yoktu! SONRALARI yazarla ilgili araştırma yapma ihtiyacı duyduğum ilk anda, onun Katalonya’daki iç savaşta Cumhuriyetçi milislere katıldığını öğrendim. Hışımla buradaki anılarını anlattığı “Katalonya’ya Selam” isimli kitabını aldım. Kitabın ilk bölümlerinden birinde gazeteci olarak çalıştığı zamanlarda insanlık adına yürütülen bir savaşta hiçbir şey yapmadan duramayacağına inandığı için cepheye gittiğini yazıyor. Cephede bir çatışmada ağır yaralanıp tedavi olduktan sonra karışan işler nedeniyle ülkesine dönebilen şanslı insanlardan kendisi.


SONRASINDA cephede karşılaştığı şeyler devrime olan inancını zedeliyor ve eleştirilerini bu yönde yoğunlaştırıyor. Çünkü ihanete uğramışlığın haklı isyanı var kendisinde. Kitabı okuyanlar bilir, İspanya’ya geldiği ilk günlerde devrim bölgelerindeki proletarya zaferi her yerde kendini gösterirken ülkesine dönmeye karar verdiği gün her şey değişmiştir. Kendisi cephede savaşırken devrim de kendinden önceki yapıya benzemeye başlamış, uğruna savaştığı ideolojiden eser kalmamıştır. ORWELL, Katalonya’yı anlattığı kitabının bir bölümünde, savaşları yerlerinde oturup sadece yazılar yazan insanların başlattıklarını ve cepheden uzak yerlerde tarafları kışkırttıklarından bahseder. Dolayısıyla kendisinin oturduğu yerden bir şeyler yazmadığını söyleyebiliriz. Ona 1984’ü ve Hayvan Çiftiği’ni yazdıran Katalonya’da gördükleridir. Zamyatin Biz’i yazmadan önce Rusya’da yaşadıklarını kaleme alsaydı eğer, olgular ve olaylar değişirdi ama, ortaya çıkan anlatı aynı resmin farklı veçhelerinden ibaret olurdu. Bu anlamda Katalonya’ya Selam tek başına bir tarihi anı roman değil, Orwell’in başyapıtlarının bir iz düşümü, bir gölgesi olarak değerlendirilebilir. BANA Orwell’i tanıtan sevdiren ve hayran bırakan “Katalonya’ya Selam” adlı kitabı ile, gönlümdeki yazarın bizzat bu zatın kendisi olduğunu söyleyebilirim. Her sözüne katılmasak da en azından örnek kişiliği ve edebi dili ile büyük bir

üstat olduğunu kabul edebiliriz. Belki de o distopyası ve fütürist bakış açısıyla insanlara karanlık umutsuzluğu göstererek adaletsizliğe boyun eğmemelerini anlatmak istiyordu, belki de farklı bir yol deneyerek insanları uyandırmayı planlıyordu. Bundan emin olamayız ancak, fikirlerini bedel ödeyerek bu noktaya getirdiği noktasında ona saygı duymamız gerektiği inancındayım. Çünkü dikkatli okuduğunuzda iyi bir adalet ve eşitlik savunucusu olduğunu görebilirsiniz. GEORGE Orwell, sıra dışı bir yazar olarak kabul görür ve bu açıdan oldukça kıymetlidir. Ve onun kitaplarıyla tanıştığınızda etrafınızdaki her şeyi sorgulamaya ve anlamlandırmaya çalışacağınız bir gerçektir. Ben hala bazı geceler özgürlüklerle ilgili altını çizdiğim satırlarını okuyarak, anlatmaya çalıştıklarını sorgularım. Bu da aramızda derin bir bağ oluşmasını ve onun kitaplar aracılığıyla içselleştirdiğim bir şekilde var olmasını sağlar. Adalete ve özgürlüğe inanan her yazar ile bir bağ kurmak gerektiği inancında olan biri olarak size bildiğiniz her şeyi sorgulatan yazarları sevmenizi tavsiye ederim ki onlardan biri George Orwell’dir. Ve onun deyimiyle;

ÖZGÜRLÜK ANCAK VE ANCAK İNSANLARA DUYMAK İSTEMEDİKLERİ BİR ŞEYİ SÖYLEYEBİLDİĞİMİZDE BİR ANLAM İFADE EDENDİR. 11


büt dergisi }

ustaya veda...

Tarık Akan’a veda... Yeşilçam’ın ünlü isimlerinden Tarık Akan son yolculuğuna uğurlandı. 66 yaşında hayatını kaybeden aktör için önce Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nda anma töreni düzenlendi. Akan’ın cenazesi Teşvikiye Camisi’nde kılınan namazın ardından Bakırköy’deki Zuhuratbaba Mezarlığı’na defnedildi. Akciğer kanseri nedeniyle tedavi gördüğü hastanede cuma günü hayatını kaybeden oyuncu Tarık Akan son yolculuğuna uğurlandı. Akan için önce Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde tören düzenlendi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, CHP’li milletvekili Mahmut Tanal, sanatçılar Cüneyt Arkın, İlyas Salman ve Nuri Alço, eski eşi Yasemin Erkut ve çok sayıda vatandaşın katıldığı törene Tarık Akan’ın cenazesi getirilmedi.

Hikmet Korosu, Fazıl Say’ın piyanosu eşliğinde “Yiğidim Aslanım” isimli şarkıyı yorumladı. Tarık Akan’ın sahibi olduğu Taş Mektep’in öğrencilerinden oluşan Taş Mektep Korosu da törende sahne aldı. Törenin ardından Teşvikiye Camisi’ne getirilen Akan’ın cenazesi, ikindi namazını müteakip kılınan namazın ardından Bakırköy’deki Zuhuratbaba Mezarlığı’na defnedildi.

Hafızalara kazınan karakterleri 1970’te Ses dergisinin açtığı “Sinema Artist Yarışması”nı kazanarak 1971’de ilk filmi olan “Solan Bir Yaprak Gibi”yle Törenin sunuculuğunu Orhan Aydın kamera karşısına geçti ve Tarık Akan üstlenirken, sanatçının çocukları Barış Zeki, Yaşar Özgür ve Özlem Üregül tazi- adını aldı. Akan, 1970-1975’te 12 filmde yeleri kabul etti. Katılımın beklenenden rol alarak “Yeşilçam’ın en parlak günyüksek olması dolayısıyla, salona girişte leri”nde oyunculuğa başladı. Toplam 111 sinema filmi ve 4 televizyon dizisinde rol izdiham yaşandı. Nebil Özgentürk’ün alan Akan “Türkiye’nin gelmiş geçmiş 2005’te hazırladığı “Tarık İçin” isimli belgeselin yeniden düzenlenmiş halinin en iyi filmleri”nden biri olarak gösterilen “Hababam Sınıfı” serisindeki “Damat gösterimiyle başlayan törende, Genco Erkal, piyanist Fazıl Say eşliğinde Nazım Ferit” karakteriyle hafızalara kazınmıştı. Hikmet’in “Yaşamaya Dair” isimli şiirini Akan, Gülşen Bubikoğlu ile 1975’te rol aldığı “Ah Nerede” adlı romantik-komedi yorumladı. filmi ile başarı elde ederken, 1970’li yılTörende ayrıca Cahit Berkay, Suavi, Hü- larda oynadığı filmlerle de adından söz seyin Turan ve Zülfü Livaneli ile Nazım ettirdi.

12


13


büt dergisi }

tefrika

Mwindo! Mwindo! Mwindo! Shemwindo – Babası, 7 tane eşi var, hepsinin kız doğurmasını istiyor. Erkek çocuklarını öldürüyor... Şimşek Üstadı Musa

- Haluk Şahin -

sahin.halukk@hotmail.com

14


Davullar çalınıyor… Flütler üfleniyor… Halk köy meydanında toplanmaya başladı. Etraf şimdiden çok kalabalık… Çoluk çocuk, yaşlı genç, kadın erkek herkes kurulan büyük ateş etrafındaki yerlerini aldılar. Davul sesleri yükseldi, flütler hiç üflenmediği kadar derinden üflenmeye başladı ve kabilenin büyücüsü yüzünü örten bir maske ile ateşin etrafında dans etmeye başladı. Kabile şefi büyük çadırından çıkarak şölenin olduğu yere doğru ilerlemeye başladı. Kabilenin geri kalan üyeleri yanlarından geçen genç liderlerini ayağa kalkıp başlarıyla selamlayarak ona olan bağlılık ve saygılarını gösterdiler. İki yanında iki büyük savaşçı bulunan genç şef kalabalığın arasından ilerleyerek kendisine ayrılan büyük tahtın yanına geldi. Tahta oturmadan önce sol elini kaldırarak tüm halkını selamladı. Selamı alan kabilenin kalan üyeleri hükümdarlarını alkışlayarak hep bir ağızdan onun ismini bağırmaya başladılar; “Mwindo! Mwindo! Mwindo!” Genç şef Mwindo tahtına oturduğu sırada kabile büyücüsü de dansını yarıda kesip şefin oturduğu tahtın önüne doğru yürümeye başladı. Onun bu hareketi bir anda bütün gürültüyü kesti. Davullar sustu. Flütler üflenmedi. Anneler, ağlayan çocuklarının ağızlarını elleriyle kapatarak ses çıkartmamaları için uğraştılar. Büyücü kralın tahtının tam karşısına gelip durduğuna etraftan tek bir çıt sesi dahi çıkmıyordu. Büyücü kollarını iki yana açıp genç şefin önünde eğilerek onu selamladı.

15


büt dergisi }

tefrika

“İSMİNİ bu diyarın en büyük savaşçısı ve liderinden almış olan genç kralımızı sadakat ve saygı ile selamlıyorum.” Kral da tahtından kalkmadan oturduğu yerde büyücüyü başıyla selamladı. “BUGÜN burada yeni liderimiz için düzenlediğimiz bu şölende, eğer kendileri de izin verirlerse hem ona hem de değerli tebaasına geçmişi anımsatıp hatırlatacak ve kralımıza adını verme onurunu bahşetmiş olan büyük atamız, önderimiz ve kahramanımız Mwindo’nun hikayesini anlatmaktan büyük keyif ve zevk duyacağım.” Genç kabile şefi hemen yanında başka bir tahtta oturan annesine doğru döndü. Annesi oğluna gülümseyerek başını onaylar şekilde salladı. Genç şef de aynı hareketle annesine karşılık verdikten sonra büyücüye dönüp, “Bu bilindik ve unutulmaması gereken hikayeyi dinlemekten büyük keyif ve onur duyarım” diye cevap verdi. Büyücünün her ne kadar suratını örten bir maskesi olsa da bu durumdan hoşnut olup gülümsediğini varsayabilirdik. Kralını bir kez daha bu cömert davranışından dolayı selamlayıp arkasını döndü ve tam meydanın merkezine kurulmuş büyük ateşin önüne doğru yürümeye başladı. Bir yandan da ateşin hemen yanında yerlerini almış büyük orkestraya bir el işareti yaptı. Şimdi bir kez daha davullar gür bir sesle çalmaya, flütler derinden üflemeye başlamıştı ve büyücü şarkılar eşliğinde sahnedeki yerini alıp bir yandan dans ederek bir yandan da hikayesini anlatmaya başladı;

16

“BUNDAN uzun uzun zaman önceydi. Daha hiçbirimiz hatta atalarımızın ataları bile doğmadan çok daha zaman önceleri… Dört tarafı ormanlarla çevrili, ortasından geçen büyük nehir ile türlü nimetler bahşedilmiş cennet vatanımız Tubondo, o günlerde ilk atamız olan Şiwanda tarafından yönetiliyordu. Şiwanda, zalim bir kraldı. Tahtına öyle büyük bir açgözlülük ile bağlıydı ki onu elinden alacak kendisine düşman olacak her türlü tehlikeye karşı önlem almıştı. Önlemlerinden en zalimi ise muhakkak ki doğacak erkek çocuklarının öldürülmesi yönündeki fermanı olmuştu. Bir gün yedi eşinin yedisinin de hamile olduğunu öğrendi. Tahtının bulunduğu büyük odaya yedisini birden çağırttırıp şu sözleri söyledi; “Sevgili eşlerim, sizleri erkek çocuk doğurmaktan men ediyorum. Eğer ki içinizden herhangi biriniz yapacağınız doğum sonrası bir erkek çocuk dünyaya getirirseniz hem siz hem de çocuğunuz ölüm cezası ile çarptırılacaksınız. Emirlerim bunlardır ve bu sözlerimi kulaklarınıza küpe edesiniz” diye emretti. Kadınlarına güven olmayacağını bildiğinden dolayı da en güvendiği yedi yaverini her biri bir eşinin yanında olacak şekilde doğumlar gerçekleşene kadar görevlendirdi. Kralın içi yine de huzurlu sayılmazdı ve bu endişelerinde de haksız değildi. Gel zaman git zaman yedi eşinin de karınları burunlarına geldi, doğum günü yaklaşıyordu. Hikaye bu ya bütün eşler sanki daha önce sözleşmişler gibi aynı gün doğuma girdiler. Büyük kral her birini aynı gece döllemiş olmalıydı.


SONUNDA büyük gün geldi ve kralın dölleri bir bir dünyaya gelmeye başladı. Kral endişeli bir şekilde tahtında oturmuş gelecek güzel haberleri bekliyordu. Bir yandan da kendi kendine şöyle söyleniyordu, eşlerimden kim ki erkek çocuk dünyaya getirecek olursa buradan Ulu Tanrımız üzerine yemin ederim ki bundan dokuz ay önce verdiğim sözü tutacak ve her ikisini birden mızraktan geçireceğim, bu en sevdiğim eşim Nuhanda olsa dahi. Yüce Kral kendi kendine konuşup düşünürken içeriye ilk yaveri girdi ve müjdeli haberi kralına verdi, kralım müjdeler olsun. Yedinci eşiniz bir kız çocuk dünyaya getirdi. Kralın yüreğine ufakta olsa bir ferahlama gelmişti. Güzel haberler birbirini izledi. Beş yaver daha kralın hükümdar odasına girerek kız çocuğu olduğunu müjdeledi. Kralın zevkine diyecek yoktu ama ilk eşi, ilk aşkı olan biricik sevgilisi Nuhanda’dan hala bir haber yoktu. Taht odasında gergin bekleyiş devam ediyordu. Altı yaverde birbirlerine bakarak son müjdeli haberin gelmesi için Ulu Tanrı’ya içten dua ediyorlardı. Sonunda kral dayanamadı ve odasını terk ederek son doğumun yapıldığı çadıra doğru ilerlemeye başladı.

“Ben Mwindo’yum. Doğduğumda yürümeyi ve konuşmayı biliyordum. Ah babacığım, beni öldürmeye çalışıyorsun… Ama bana karşı ne yapabilirsin ki?” içeriye girdiğinde annesinin karnından çıkmış ve ortalıkta koşturan bir erkek çocuğu ile karşı karşıya geldiğinde çok sinirlendi. İlk eşine bakarak ona, ben sana erkek çocuk dünyaya getirmemeni emretmedin mi? Şimdi hem seni hem de doğurduğun bu çocuğu mızrağımla yer altı dünyasının derinliklerine göndereceğim, dedikten sonra mızrağını çıkarıp etrafta koşturan bu garip çocuğa doğru fırlatmak üzere nişan aldı. Bu sırada çocuğun elinde bir şey tuttuğunu fark etti. Buffalo tüyünden yapılmış, tahta bir sapa tutturulmuş bir sinek raketi taşıyordu. Çocuk koşturmayı bırakıp olduğu yerde dimdik durarak babasına baktı ve şu sözleri söyledi…”

TAM burada büyücü dansını bıraktı. Genç şef dahil herkes pür dikkat onun anlattığı hikayeyi dinliyorlardı. En yaramaz çocuklar bile sanki bir büyünün tesiri altında kalmışlar gibi annelerinin kucaklarına oturmuşlar büyücünün ağzından çıkacak her bir kelimeyi duymak istiyorlardı. Büyücü etrafındaki BU sırada son çadırda annesinin tüm çabalarına rağmen bulunduğu rahimden kalabalığı şöyle bir süzdü, bir süre solukçıkmak istemeyen bir çocuk vardı. Ebeler landıktan sonra davulların eşliğinde dansına ve hikayesine kaldığı yerden uğraşıyor, şehrin büyücüleri en güçlü devam etti. dualarını ediyorlardı. Kral tam çadırın önüne geldiğinde içeriden bağırışlar ve “BEN Mwindo’yum. Doğduğumda çığlıklar duydu. Bir de bir çocuk sesi geliyordu, bir erkek çocuk sesi… Hışımla yürümeyi ve konuşmayı biliyordum. Ah babacığım, beni öldürmeye çalışıyorsun.

17


büt dergisi }

tefrika

san o halde öyle olsun, yaverlerim size emir veriyorum. Bir mezar kazın ve bu erkek çocuğunu diri diri gömün. AskerBU sözler üzerine biraz önce sessizliğe lerin çocuktan çekinip ona yaklaşmaya bürünmüş olan halk hep bir ağızdan korktuklarını görünce, siz ki kralınızın “Mwindo!” diye bağırarak atalarına ve buyruklarına karşı mı geliyorsunuz. Size atalarının ismini taşıyan yeni şeflerine emrediyorum, derhal bu erkek çocuğunu tezahüratta bulundular. Şef Mwindo gömün, diyerek emrini daha gür ve itaatkendisine gösterilen bu tezahürattan memnun kalmış bir şekilde gülümsedi ve kar bir sesle tekrar etti. Mwindo üzerine eliyle büyücüye devam etmesi yönünde gelen askerlere hiç karşı koymadı. Derin bir mezar kazıldı ve küçük çocuk canişaret etti. lı canlı çukura atılıp üzeri saf toprak ile kapatıldı. O gece kral mutlu ve huzurlu “DAHA sonra kral sırtında asılı duran bir uyku çekti öyle ki uyurken bile onu mızrağını çıkararak bu küstah erkek görenler yüzünün güldüğünü söylüyorçocuğuna hedef aldı ve mızrağını hızla onun üzerine doğru fırlattı. Mızrak daha lardı. havada süzülürken Mwindo elinde tutERTESİ sabah kral kulaklarına gelen bir tuğu raketi sallayarak kendisine doğru çocuk sesi ile uyandı. Aynı tanıdık ses gelen mızrağın yönünü değiştirdi ve kendisine sesleniyordu. Bu dün gece diri mızrak hedefinden şaşarak boş toprağa diri gömülmesini emrettiği tek oğlunun saplanıp kaldı. Başta kral olmak üzere sesinden başka bir şey değildi ve çocuk odanın içinde bulunan hizmetliler ve babasına sesleniyordu: “Ben Mwinen yüce büyücüler bile böylesi bir büyü do’yum. Doğduğumda yürümeyi ve karşısında şaşırıp korktular. Bazıları konuşmayı biliyordum. Ah babacığım, çocuktan uzaklaşmak için birkaç adım beni öldürmeye çalışıyorsun… Ama geri kaçtı. Mızrağının hedefini bulbana karşı ne yapabilirsin ki?” Kral madığını gören kral daha da sinirlenip köpürdü. Eğer ki ben seni öldüremiyor- şaşkınlık ile dışarıya çıktı. Askerlerini de yanına alıp bir gece önce kazılmış “Mwindo’yu içine hapsettiler ve mezarın olduğu yere gitti. Gittiğinde ise davulun üzerini kalın tahtalar ile gördükleri karşısında az kalsın küçük sıkı sıkıya çivilediler. Kral içinde dilini yutacaktı. Mezarın üzerindeki oğlunun bulunduğu davulu nehre toprak eşelenerek açılmış ve tek oğlu atılmasını emretti. Bu sayede su- Mwindo bir ağacın dibinde oturmuş babasına gülümsüyordu. Sinirden kralın yun altında kalan çocuk yine bir gözlerinden ateş çıkıyordu. Derhal askerşekilde davulda kurtulsa bile lerine emir verdi ve büyük bir davul boğularak can verecekti. Kral o yaptırıp çocuğu içine atmalarını emretti. gece yatağına yine mutlu gitti ama Askerler yine başta tereddüt etseler de içinde ufakta olsa bir kuşku vardı.” krallarına karşı gelmelerinin kellerinin gitmesiyle sonuçlanacağını bildikleri için Ama bana karşı ne yapabilirsin ki?”

18


derhal istenilen davulu yaptırıp küçük Mwindo’yu içine hapsettiler ve davulun üzerini kalın tahtalar ile sıkı sıkıya çivilediler. Kral içinde oğlunun bulunduğu davulu nehre atılmasını emretti. Bu sayede suyun altında kalan çocuk yine bir şekilde davulda kurtulsa bile boğularak can verecekti. Kral o gece yatağına yine mutlu gitti ama içinde ufakta olsa bir kuşku vardı. Bu sebeple o gece gülümsemeden uyudu.

“Ben Mwindo’yum. Doğduğumda yürümeyi ve konuşmayı biliyordum. Sevgili babacığım beni öldürmeye çalışıyor… Ama o ve ordusu bana karşı ne yapabilirler ki?” YEĞENİNİ ikna edemeyeceğini anlayan teyzesi ikna oldu ve onunla gelmek istediğini söyledi.

MWİNDO, tanrılar tarafından gönderilmiş, seçilmiş kişiydi. O hem dünya üzerinde hem su altında hem de gökyüzünde yaşayabilir, hayata tutunabilirdi. Nehrin sularına emretti ve onu teyzesinin yaşadığı köye götürmesini istedi. Nehir yüce yaratılmışın sözlerine biat etti ve onu istediği yere götürdü. Davul kıyıya vurduğunda köylüler onu buldu. İçinden bir çocuk sesi geldiğini fark ettiklerinde derhal çivileri söktüler ve içindeki çocuğu çıkardılar. Çocuk, köylülerden onu teyzesinin yanına götürmelerini rica ettiğinde ise bu ricayı geri çevirmeyip onu teyzesinin yanına götürdüler. Teyzesi onu şefkat ile karşıladı ve ona bunca zalimliği yapan krala lanetler savurdu. Mwindo o günden sonra teyzesinin himayesinde yaşadı. Büyüdü ve genç bir savaşçı oldu. Bir gün teyzesinin yanına giderek ona, babasından intikamını alıp, hak ettiği krallık tahtına oturmak üzere yola çıkacağını söyledi. Teyzesi başta ona karşı geldi. Kralın ordusu büyüktü ve öyle büyük bir orduya tek başına nasıl karşı çıkabilirdi. Mwindo gülümseyerek teyzesine bilindik sözlerini tekrarladı;

19


büt dergisi }

tefrika

Böylece yeğen Mwindo ve teyze birlikte Mwindo’nun doğduğu köye doğru yola çıktılar. Köyün girişine geldiklerinde kral savaşçıları ile birlikte hazır bekliyordu. Mwindo, elinde bizon tüyünden yapılmış raketi ile ordunun önünde tek başına dikildi ve, Ey

cesur askerler! Şimdi mızraklarınızı çıkartın ve bana fırlatın,

20

diye seslendi. Yüzlerce mızrak havada uçarak Mwindo’nun üzerine geldiler ama o sadece elindeki raketini sallayarak tüm mızrakların yön değiştirmesine sebep oldu ve mızraklar boş arazinin dört bir yanına dağıldılar. Askerler şaşkınlıkla krallarına baktılar. Gözlerinden korku akıyordu. Mwindo gülümseyerek tekrar askerlere seslendi, Ey cesur askerler! Şimdi de yaylarınızı gerin ve oklarınızı üstüme boşaltın, diye meydan okudu. Yaylar gerildi, oklar haznelerinden çıktı ve tüm ormanda yankılanacak bir ıslık sesiyle göğü kararttılar. Mwindo tekrar raketini salladığında oklar vızıldayarak havada yön değiştirdi ve ağaç kovuklarına saplandılar. Ağaç kovuğundan tüm olanları heyecanla izleyen bir sincap az kalsın bu oklardan birinin hedefi olacaktı. Sincap ile beraber askerler de koşarak savaş alanını terk etmeye başladı. Sonunun geldiğini düşünen kral koşarak askerlerinden bile hızlı koşuyor ve bu lanetli erkek çocuğundan olabildiğince uzağa kaçmaya çalışıyor-


du. Sonunda kral çareyi dostu, yer altı dünyasının hükümdarı olan Muisa’ya sığınmakta buldu. Ne var ki Mwindo, babasını oraya kadar takip etmişti. Muisa, kendi ülkesine girmeye cesaret eden bu ölümlüye küçümser gözlerle baktı. Yer altı kralı Muisa’nın vurduğu herkesi ezen deniz kabuğundan yapılma bir kemeri vardı. Kemerine Mwindo’yu öldürmesini emretti fakat Mwindo elindeki sihirli raketi sayesinde gelen darbeyi önledi. Kemer Mwindo’ya zarar vermeden yanından uçup gitti. Dövüşün sonunda Mwindo yer altı kralını yenmeyi başarmıştı. Sonunda babası ile baş başa kaldığında kral tek erkek oğluna onu öldürmemesi için yalvarmaya başladı. O anda Mwindo yere çömelmiş kendisine yalvaran babasını omuzlarından tutarak ki bu tutma sert bir şekilde değil daha çok şefkat dolu bir tutuştu, onu ayağa kaldırdı ve şöyle dedi; “Ben Mwindo’yum! Doğduğumda yürümeyi ve konuşmayı biliyordum. Ah Babacığım! Sen beni öldürmeye çalıştın ama bana karşı ne yapabilirsin ki? Şimdi benim önümde diz çökmüş kendi hayatını bağışlamam için bana yalvarıyorsun. Ben senin gibi değilim. Seni öldürmek istemiyorum. Senin bir oğula benim ise bir babaya ihtiyacım var. Şimdi gel, huzur içinde hep beraber yaşaya-lım.” BÜYÜCÜ bu sözleri söylediği sırada davullar ve flütler acıklı bir hikayeyi anlatır gibi daha sessiz ve derinden çalıyorlardı. Hikayeyi dinleyenler göz yaşları içinde onları bugünlere getiren ataları Mwindo’ya dua ediyor ve içten

saygılarını sunuyorlardı. Büyücü hikayeyi burada bitirdi ve ağır adımlarla yürüyerek yeni şef Mwindo’nun yanına doğru ilerledi. Tam önünde durdu. “PEKİ yüce şef Mwindo iki atasının gittiği yollardan hangisini seçecek? Açgözlü kralın yolunu mu yoksa bağışlayıcı ve refah getirici Mwindo’nun yolunu mu?” Bu sözleri duyan genç şef yerinden doğruldu. Onunla birlikte bütün halk da ayağa kalktı ve sessizce yeni krallarının vereceği cevabı beklemeye başladılar. Kral önce büyücüye daha sonra da halka baktıktan sonra şu cevabı verdi; “Ben, kralınız Mwindo, taşıdığım isim gibi atamız ve kahramanımız doğduğunda konuşan ve yürüyen, gökyüzünde yer yüzünde ve su altında yaşamaya mukadder olmuş, babasının öldürmeye çalıştığı Yüce Mwindo’nun yolundan gideceğim.” Bu sözler üzerine büyük bir alkış koptu.

HERKES bir ağızdan yeni krallarının

isimlerini bağırıyor, hem yeni krallarına coşkulu bir karşılama yapıyorlar hem de atalarının ruhunu anıyorlardı.

O GÜNDEN SONRA TUBONDO HALKI HEP BARIŞ VE REFAH İÇİNDE HUZUR İÇİNDE YAŞADILAR. GÖKTEN DÜŞEN BİR ELMA İSE TAM BÜYÜCÜNÜN KAFASINA İSABET ETTİ.

21


büt dergisi }

15 Temmuz şehitleri

BU VATAN SİZE


MÄ°NNETTAR!


büt dergisi }

röportaj

Süha Derbent:

Hayatım, sevdiğim işi yapmaktan ibaret Röportaj ve Fotoğraflar:

B

Ulya ALTINTAŞ

elgesel fotoğrafçısı Sevgili Süha Derbent ile bol bol fotoğraf konuştuğumuz bir söyleşi gerçekleştirdik. 20 yaşında mesleğe dahil olduğunu söyleyen Derbent “Hayatım, sevdiğim işi yapmaktan ibaret” diyor. Hayvanları çok sevdiğini de ekleyen başarılı foto muhabiri “Beni vahşi hayvanların dünyasına eğer fotoğraftan başka bir iş ulaştırmış olsaydı, o zaman onu tercih ederdim” diyerek mesleğine olan aşkını da özetlemiş oluyor. Zevkle dinlediğimiz röportajımızı keyifle okumanız dileğiyle…

24



büt dergisi }

röportaj

Süha Derbent’i kendisinden dinleyelim? Kendimi, yaptığım işin bana kattıkları ya da benden aldıklarıyla birlikte tanımlayabilirim. Çünkü benim hayatımda sevdiğim işi yapmanın dışında pek bir şey yok. Doğada öğrendiklerimi varsayarak ve geri kalan her şeyi yok sayarak yaşıyorum. Öğretilmiş tüm bilgileri reddediyorum. Sizin fotoğrafçılık tutkunuz nasıl başladı? 20 yaşındaydım ve bence geç bile kaldım. Çünkü ben tembelim sevmediğim hiçbir şeyi de hayatım boyunca yapmadım. Sevdiğim bir şeye devam etmekle ilgili inadım tuttu ve fotoğrafçılığa başladım.

“Fotoğrafçılık ressamın elindeki fırça gibi” Fotoğrafçılığın sizdeki tanımı nedir? Fotoğrafçılıkla ilgili pek bir şey okumam. Aslıda ben normal fotoğrafçılar gibi sergilere bile gitmem. Kendi sergilerime ve sevdiğim bir-iki arkadaşımın sergisine katılmışımdır. Fotoğraf esasen, beni doğaya ulaştıran bir ulaşım aracı. Vahşi hayvanların dünyasına, fotoğraf dışında bir araçla ulaşsaydım o işi tercih ederdim. Benim için fotoğrafçılık ressamın elindeki fırça gibi. Ama yaptığım işi de iyi yapmak için her türlü alt yapısını oluşturup, teknolojisini takip ediyorum. Fotoğraf çekmek için seyahat etmiyorum. Seyahat edebilmek için fotoğraf çekiyorum.

“Fotoğrafçılıkla ilgili pek bir şey okumam. Aslıda ben normal fotoğrafçılar gibi sergilere bile gitmem. Kendi sergilerime ve sevdiğim bir-iki arkadaşımın sergisine katılmışımdır.

26


Cumhuriyet, Atlas, Marie Claire’de çalıştım. National Geographic Traveler’i ben çıkarttım. 98’de işten ayrıldım. O zamandan beri freelance fotoğrafçılık yapıyorum. Son 6 yıldır da Vatan Gazetesi’ne seyahat yazıları yazıp fotoğraf gönderiyorum.

çekebilirsin. Ben; “Ben yaptıysam herkes yapar” diye bakıyorum. Çünkü özel yetenekleri olan biri değilim. Ama bununla ilgili bedelleri ödemeyi göze almak gerek.

Fotoğraf çekerken yetenek ne ölçüde önemli? Belgesel fotoğrafçılığına geçiş nasıl Mesela insanlar, ev, araba satın almayı oldu? çok ister. Benim için bunlar, bir yere İlk başta seyahat fotoğrafçılığı gitmek için satılmak üzere alınmış yapıyordum. Kentleri, kültürleri şeyler. Başka hiçbir önemi yok. Bu görüntüleyip portreler çekiyordum. tür değer yargılarından vazgeçmeniz Doğaya gitmek istiyordum ama paha- gerekiyor. Benim için anlamlı olan da, lıydı. Bir gün bir sponsorum “Bize yapmak istediğin her neyse, onunla seni gönderelim” dedi ve öyle başladı. ilgili bedel ödemeyi kabul etmektir. Bir süre sonra yurt dışından sponsor Çünkü çalışıp, sabredip bunu da isaramayı seçtim. O zaman işim daha tikrarlı olarak sürdüren birinin, bir da kolaylaştı. Son 4 yıldır da Koç gru- yerlere gelmemesi zordur. Benim bunun bir şirketi olan Setur’un alt fotoğrafla ilgili özel bir yeteneğim markası olan Senventure’de insanlara yok. Ben sadece çalıştım. özel yaban hayatı seyahatleri düzenliyorum. “İşinizi pazarlamanız şart” Afrika halkıyla nasıl iletişime geçiyorGerçek anlamda fotoğrafçılığa gönül sunuz? vermiş insanlar var ve hayat her zaman Afrika’da kabileleri fotoğrafladığımızherkese bazı konularda şans tanımaya- da anlaşacak hiçbir ortak dil yok. Ama biliyor. Yani normal şartlarda yaşamaya ben o konuda yetenekli olduğumu çalışan biri de, bu sektörde kimseden düşünüyorum. Hiç konuşmadığım bir yardım almadan sizin geldiğiniz nokinsana bile ne istiyorsam anlatabilitaya gelebilir mi? yorum. Ayrıca yaptığım işleri de iyi Bilmem gelebilir mi? Benim de param pazarlamayı becerdim. Bazı arkadaşyoktu, seyahatlere evimi sattım gitlarım “Senin fotoğrafçılıktaki başarın, tim. Açıkçası bana böyle pek çok mail pazarlamadakinin %1’i kadar bile değil” der. Yani sadece konuşarak da bir şey elde geliyor ve şunu soruyorlar; “Sizin gibi olmak için ne yapmalıyım” diye. edemiyorsunuz. İşinizi pazarlamanız şart. Benim çektiğim fotoğrafların Türkiye’de bir Bunun bir formülü yok ki! Çalışsan piyasa değeri olmamasına rağmen, bunlarla olursun, belki de olamazsın. Belki hayatımı sürdürebilme imkanını kendime benden çok daha iyi fotoğraflar da oluşturdum.

27



“ İlk başta seyahat fotoğrafçılığı yapıyordum. Kentleri, kültürleri görüntüleyip portreler çekiyordum. Doğaya gitmek istiyordum ama pahalıydı. Bir gün bir sponsorum “Bize seni gönderelim” dedi ve öyle başladı.


bĂźt dergisi }

30

içindekiler


Vahşi yaşam fotoğrafçılığı yapıyorsunuz ve karşınızda ne yapacağı belli olmayan pek çok yabani hayvan var. Ölüm korkusu oluyor mu? Korku, bir şeyi bilmemekten kaynaklanır. Dolayısıyla, karşınızdaki hayvanlar vahşi de olsa iyi iletişim kurabildiğinizde hiçbir sorun oluşmuyor. Çünkü ben onu rahatsız etmediğim sürece zarar vermez. Zaten bir hayvana hiçbir risk almadan yaklaşıyoruz. Ne onu ne kendimizi riske atmıyoruz. Beni öldürüp yemesi de bana çok basit geliyor. Çünkü benim için ölüm de doğum kadar doğal bir olay. Bir gün zaten öleceğim. Bir şehirde hastane yatağında, evimde trafik kazasında öleceğime, beni aslan yesin. Bir gün de onun karnı doymuş olur. Beni vahşi hayvanın yanında

görenler, tehlikeli bir iş yaptığımı söylüyor. Ama büyük şehirlerde yaşayanlar, evlerinden işine giderken bile benden daha fazla risk alıyor. Hayvan davranışlarıyla ilgili özel bir eğitim aldınız mı? Türkiye’de böyle bir eğitim yok. Ama Güney Afrika’da Safari ziyaretlerine giden rangerlerin eğitim aldığı bir okul var. O okulda kedilerle ilgili derslere girdim. Ama asıl öğrendiklerimi doğadaki rehberlerimden öğrendim. Ayrıca hayvan davranışları hiç zor değil. Çünkü hayvanlar rol yapmıyor, yalan söylemiyor ve çok netler. Siz, sevgilinizle tartışsanız bile nasıl davranacağını kestiremeyebilirsiniz; ama ben bir aslanın sinirlendiğinde ne yapacağını biliyorum.

31


büt dergisi }

foto-haber

n e d n fi i t k e j b o n Süha Derbent’i

İ Ş H VA A Ğ O D

32


33




bĂźt dergisi }

36

içindekiler


37


bĂźt dergisi }

38

içindekiler


39




42


43




bĂźt dergisi }

46

içindekiler


47


büt dergisi }

saygı ile...

TURGUT UYAR (4.08.1927 - 22.08.1985)


Biliyor musun ? ,

As ,k si , iri yazmaktan bıktım Bir gün sö , yle bir baktım , irler öyle Yazdıgım bütün si Bir sarsılma, nedir bu siiri daha Bir otuz as ,k , Kendimi hiç suçlamadım

,

Peki o zaman ben neden Dereceler sokayım koltugumun altına Ates ,im varsa zaten Ey gözleri maden Çünkü as ,k bir suçlamadır ,sa , nmamıs Sonuna kadar yasa Bir bardak birada yeni bir deniz Ve yagmur Eski bir denizde yeni bir ada Yasa ,sa , nmamıs Sözgelimi Galata’dan Afrika’ya gidiyordum Korsanları kralları ve bazı ülkeleri Ve bütün madenleri Ve kendi sonumu iyi görmüyordum sonunda Her türlü madeni Elimde bir sürü kagıtla Hazırladım kendimi


büt dergisi }

15 Temmuz...

ABLA

DARBE

NE DEMEK?

50

15 Temmuz 2016 günü akşam saatlerinde Türkiye, tarihe geçen bir darbe girişimi ile karşı karşıya kaldı. Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde örgütlenmiş olan FETÖ-PDY mensubu bir grup asker darbe girişiminde bulundular. Kendilerini “Yurtta Sulh Konseyi” şeklinde tanıtan bu cuntacı grup, millet iradesi ile geri püskürtüldüler. - Türkan YILDIZ -

trkn-yldz1@hotmail.com


Not: Tüm fotoğraflar internetten alınmıştır...


büt dergisi }

15

kapak konusu

Temmuz günü sabah saatlerinden itibaren bir hareketliliğin yaşandığı medyada yer almıştı. Verilen bilgilere göre, 16 Temmuz günü saat 03.00 sıralarında darbe yapılacaktı ancak darbe planının deşifre olması sebebiyle söz konusu plan erkene alınmıştı. Bu anlamda, yaşanan bu hareketliliğin her aşaması an be an televizyonlardan verilmeye başlanmıştı.

programına bağlandı ve bir ‘darbe kalkışmasının’ olduğunu, kısa süre içerisinde kontrol altına alınacağını söyledi.

Aynı dakikalarda TRT’ye baskın yaparak bir bildiri okutan darbeciler, söz konusu bildiriyi TSK’nın resmi internet sitesinde de paylaştılar. Buna göre, ordunun yönetime el koyduğu, sokağa çıkma yasağının ve sıkıyönetimin ilan edildiği belirtildi. TRT yayınları durdu ve darbecilerin Genelkur15 Temmuz günü; darbe girişimi ilk olarak akşam saatlerinde İstan- may Başkanı Hulusi Akar ile birçok bul Boğaziçi ve Fatih Sultan Meh- generali rehin aldıkları ifade edildi. Sonraki süreçte, Cumhurmet Köprüsü’nün Jandarma tarafından kapatılması ile başladı. başkanı Recep Tayyip Erdoğan Gün içerisinde yaşanan hareketli- CNN Türk’te bir haber programına FaceTime şeklinde bağlanarak, likle beraber bu son gelişmenin de meydana gelmesine istinaden darbecilere hiçbir şekilde imkan Başbakan Binali Yıldırım bir haber tanınmayacağını belirtti ve halkı meydanlara çıkmaya davet etti. Çağrının ardından ülkenin 4 bir yanından vatandaşlar sokağa döküldü ve kelimenin tam anlamıyla halk demokrasiye sahip çıktı. Camilerden çağrılar yapıldı, Trt spiker iT

52

ijen Kara ş

Erdoğan CNN Cumhurbaşkanı R.Tayyip n açıklama yaptı. Türk’e Facetime üzerinde


ezanlar ve selalar okundu. Bu hurbaşkanı Recep Tayyip Eresnada TBMM F-16’lar tarafından doğan’ın halkı meydanlara çağırdefalarca vuruldu ve bu durum ması ile birlikte binlerce, hatta tarihe kara bir leke olarak yazıldı. milyonlarca kişi darbecileri önAynı zamanda Cumhurbaşkanlığı lemek, demokrasiye sahip çıkSarayı bombalandı, Erdoğan’ın mak üzere sokağa döküldü. Kimi bulunduğu ve o sırada içinde olkurşunların hedefi oldu, kimi madığı Marmaris’teki bir otele tankın altına yattı, kimi elini, kolsaldırı yapıldı. Birçok resmi kurum unu, bacağını orada bıraktı, kimi ile birlikte, Genelkurmay, kuvvet kadın hali ile kamyon sürerek cunkomutanlıkları, emnitacılara engel olKelimenin tam yet müdürlükleri, Tedu, kimi 5 dakianlamıyla halk lekom binaları gibi kada tank sürkurumlar ele geçirildi meyi öğrendi, demokrasiye sahip ve bazıları ablukaya kimisi de şehit çıktı. Camilerden oldu. Sonraki alındı. süreçte ise deçağrılar yapıldı, 15 Temmuz ve 16 Temmokrasi nöbeti muz tarihleri arasında- ezanlar ve selalar için halk günlerki o gecede birçok şey ce meydanları okundu. yaşandı ve darbe girişiboş bırakmadı. mi bastırıldı. Çatışmalar yaşandı, Bütün bunlar yaşanırken en çok 241 kişi şehit oldu, yüzlerce kişi içimizi acıtanlardan biri de askeryaralandı. Sonraki süreçte asker- lerimizdi. ler gözaltına alındı, askeri, adli ve idari kurumlarla beraber diğer Masum erlerimiz… Astsubay birçok kurumda çalışan binlerce Ömer Halisdemir’in o gece yapmış kişi FETÖ/PDY mensubu oldukları olduğu kahramanlık yıllar boyunca için görevden alındı. Soruşturma- unutulmayacak, unutturulmayalar başlatıldı ve halen devam edi- caktır da. Nitekim bütün belediyor. yeler Şehit Astsubay Ömer Halisemir’in ismini yaşattırmak üzere Darbe girişiminin ardından akılçok güzel çalışmalara imza attılar. larda tarih boyunca anlatılacak Aileler yeni doğan çocuklarına destansı görüntüler kaldı. Cumonun ismini verdiler. Onun ismi ve

53


büt dergisi }

kapak konusu

fotoğrafı 15 Temmuz darbe girişiminin sembollerinden biri oldu. Şehit olan diğer tüm askerlerin, polislerin, vatandaşlarımızın o kahramanlıklarını anlatsak sayfalar yetmez. Kendilerine sonsuz minnettarız, tüm milletimize minnettarız. Ben, bu süreçte basının içindeydim. 15 Temmuz ve sonrasında sokaklardaydım, demokrasi nöbetlerindeydim ve 7 Ağustos’ta yapılan büyük mitingin Malatya’daki ayağındaydım. Medya üzerinden, ajanslar üzerinden ulusal ve uluslararası yorumları takip ettim. Bütün bu süreç boyunca yaşadıklarımı ve yaşananları hep bir yerlere not aldım, defterler doldu, çoğunu kaybettim, unutulmayacak görüntülere şahit oldum. Muazzam görüntüler gördüm. Ama ‘aklında en çok kalan şey nedir?’ diye sorarsanız; masum erler ve onların aileleriydi derim. “Abi benim hiçbir şeyden haberim yok. Bizi tatbikata gidiyoruz diye çıkardılar” diyen, “Abi ne

54

oluyor bana anlat” diyen, darbe girişimini su aldığı bir marketteki televizyondan dehşetle öğrenen ve ağlayan, korkuyla etrafında gelişen olayları izleyen askerleri hatırlayın… Pensilvanya’daki bunağın emirleriyle hareket eden asker kıyafetli hainlerden bahsetmiyorum, onların canı cehenneme… Benim ve milyonların derdi o masum ve suçsuz askerlerdi…

n i n i m i ş i r i g e b r “Da a d r a l l ı k a n a d ardın n a a c n u y o b h tari ı s n a t s e d k a c latıla . ı d l a k r e l ü t n ü gör


Benim de kardeşim askerdi o süreçte… 15 Temmuz akşamı yaşananları takip ederken bir şeylerin toparlanması için ve hem vatanın hem kardeşimin kurtulması için dua ettim saatlerce. Kardeşimin haberi yoktur düşüncesiyle de endişelendirmemek için aramadım kendisini. TRT’den resmi bildiri okununca telefona sarıldım, belki kardeşimi de kurban edecekler bu meseleye diye, belki son kez sesini duyarım diye aradım. Aslında diyecektim ki, “Eğer seni dışarı çıkarırlarsa kendi milletine sıkma, vatandaşa sığın, polise sığın.” Kardeşim telefonu açtı, bir şeyler duymuştu ve sesinden belliydi tedirgindi. “Abla televizyondan bir şeyler duyuyoruz. Askerler köprüleri kapatmışlar, Genelkurmay Başkanı rehin alınmış. Ne oluyor anlamıyoruz. Abla darbe ne demek?” dedi.

haberlere koşuyordum, kardeşim askerdeydi… Kardeşimin olduğu yerde bir sıkıntı çıkacak diye açıkçası ödüm kopuyordu. Yerel basını takip edip durumu öğrenmeye çalışıyordum. 16 Temmuz günü sosyal medyada bazı fotoğraflar paylaşıldı. Askerlerin boğazlarının kesildiği ve öldürüldükleri, acımasızca dövüldükleri şeklinde… Bu fotoğraflara itibar etmesem de askerlerin korku dolu bakışları aklıma kazınmıştı. Yorumlar o kadar ağırdı ki bunun her şeyden bihaber olan askerlerin psikolojilerini nasıl etkileyeceğini düşünmek bile istemiyordum. Hiçbir asker boğazı kesilerek öldürülmemişti ama ortada bazı kişiler tarafından yapılan bir şiddet gerçeği vardı.

Bu söylentileri kardeşimin duyup duymadığını öğrenmek için, aslınAslında bu son cümle o masum da kardeşimin ağzını aramak için erlerin durumdan ne kadar da kendisini aradım. Daha çocuk, bihaber olduğunu o kadar açık hani elinde sigara görsen ‘bu gösteriyordu ki… Bir şey diyeme- yaşta sigara mı içiyorsun!’ diye dim. Kardeşimin olduğu yer sakin- fırça çekeceğin çocuklar… Hiçbir di ve süreç kazasız belasız atlatıl- şeyden haberleri yok… Bir şekildı. Ancak 15 ve 16 Temmuz gün- de onun tedirginliğini atlatmaya lerinde hem ailem hem ben çalıştım konuşurken. Sonunda hiç uyumadık. Ailem demokraaskerlerin şiddet gördüğü ile ilgili si nöbetlerine katılıyordu, ben söylentileri duymadığına kanaat

55


büt dergisi }

kapak konusu

getirdim. Tedirgindi ama ‘Vatan ne olacak?’ tedirginliğiydi. Telefonu kapatırken “Bir şey sorucam” dedi. “Sor” dedim. “Abla dışarıda masum erleri de dövüyorlarmış doğru mu?” dedi.

şehit olmasaydı, Ömer Halisdemir gibiler olmasaydı ne vatan kalırdı, ne de belki bir daha kardeşimi görürdüm.

Hani insanın hayatında iz bırakan bazı anlar vardır. Bir ömür geçse Başımdan aşağı kaynar sular… de o anı unutmazsın, anlatırsın Hani sizin sevmeye doyamadıaynı hüzünle. İşte benim içime ğınız, kıyamadığınız kardeşiniz oturan, unutamayacağım anım da ‘masum erleri dövübudur. Bir ömür yorlar’ tedirginliği O 241 şehit olma- geçse kardeşiyaşıyor. ‘Bu benim saydı, Ömer Halis- min, “Abla dışarıde başıma gelir mi?’ da masum erleri tedirginliği… Boğa- demir gibiler olma- de dövüyorlarzıma bir yumru omış, doğru mu?” saydı ne vatan katurdu. “Hayır, öyle demesini asla bir şey yok” falan lırdı, ne de belki unutmayacağım dedim ama ne diyeve ben de bunun ceğimi de bileme- bir daha kardeşimi hesabını soradim. 2 gündür uyu- görürdüm. cağım. Şunu mamıştım ve vatan da belirtmek isiçin, kardeşim için tedirgin olmak- tiyorum: Halka kurşun sıkan her tan deliye dönmüştüm. Biri dokun- asker bunun cezasını çekmelidir. sa yıkılacaktım oraya. Ağlamamak Bu, kendi milletine yapılan bir için zor tuttum kendisuçtur. Bunu her zaman dile gemi, kafasında bu soru ve tedirgin- tirdik, söyleyemeye devam edelik kalmasın diye bildiğim ne kadar ceğiz. kelime varsa cümleye döktüm. Ve sonunda sanırım sesindeki tedir- Öte yandan mesele milletti, ginliği bitirdim. demokrasiydi, vatandı ama asker aileleri için bir de korkuydu… Telefonu kapattıktan sonra o hain- O gece yaşadıklarını anlatan bir lere lanet ettim ve vatanına sahip anne ile tanıştım. Hem anlattı çıkan bu millete dua ettim. O 241 hem ağladı hem de ağlattı. O gece

56


yaşadıklarını şöyle anlattı: “Oğlum askerdi. 15 Temmuz gecesi hepimiz uyuyorduk. Gece yarısına doğru eşimin telefonu çaldı. Kalktı telefona baktı, oğlumun aradığını söyledi. Yataktan fırladım, kalbim küt küt atıyordu. Oğlumun görev yaptığı yer çok tehlikeli bir yerdi. Aklıma terör saldırısı yaşanmış olabileceği ile ilgili şeyler geliyordu. Eşim telefonu açtı, birkaç saniye telefonun öbür ucunu dinledi, ‘Ne diyorsun oğlum, tamam hakkım helal olsun da nereye gidiyorsunuz, ne oluyor?’ diye bağırdı. Eşimin ‘hakkım helal olsun’ demesiyle ben bastım çığlığı. Oğlum şehit oluyor herhalde dedim. Sonra oğlum telefonu kapatmış, zaten alelacele aramış. Eşime demiş ki, ‘Bizi gece yarısı kaldırdılar, operasyona gidiyoruz

dediler. Nereye gidiyoruz bilmiyorum ama herkes çok endişeli ve bize her şeye hazırlıklı olun demişler. O yüzden son kez sizden helallik istemek üzere aradım. Hakkınızı helal edin baba’ demiş. Ben bunu duyunca kalktım, abdest aldım, Kuran okudum. Kızım televizyon izliyordu, darbe girişiminin olduğunu da ondan öğrendik uyanınca. ‘Neden uyandırmadın kızım beni?’ dedim. ‘Abim askerde, korkmayasın diye’ dedi. O gece sabaha kadar Kuran okuduk oğlum için ve vatan için. Sabaha karşı oğlum aradı, iyi olduklarını söyledi. Meğer darbeci komutanlar bunları götürmeye çalışmış, diğer komutanlar ‘kesinlikle izin vermeyiz’ demişler. Bu şekilde o süreci atlattık ama ben halen o korkuyu atlatamadım.”

57


büt dergisi }

58

kapak konusu Öte yandan mesele milletti, demokrasiydi, vatandı ama asker aileleri için bir de korkuydu…


Bu annenin yaşadıklarını en iyi asker anneleri anlar. Veya asker aileleri… O gece asker aileleri bin defa öldüler, bin defa dirildiler. Neyse ki adalet sayesinde, masum erlerimiz serbest bırakıldı ve herkesin içine su serpildi.

20 gün boyunca kışlalarda nöbet tutan hiçbir asker görmedim. O kritik 20 günden sonra askerler kışla önlerinde nöbetlerini tutmaya başladılar. Normalde askerleri görünce “kolay gelsin” der geçerdim. “Allah yardımcınız olsun” derdim. O süreçten sonra askerlere O gece askerdeki evlatları için selam vermek imkansız hale geldi. uyumayan, hatta sonraki süreçte Neden mi? Korkuyorlardı… İnsangünlerce telefon ve televizyon lar yanlarından geçerken köşeye başından ayrılmayan binlerce anne siniyorlardı ve ne yapacaklarını bilvardı. O gece FETÖ’cü darbeciler mez halde bekliyorlardı. Erlerden ve tüm FETÖ’cüler binlerce mabahsediyorum… sum erin günahını aldı, 241 vatandaşımızın katili oldu, binlerce Onların bu halini ilk gördüğüm annenin ahını ve bedduasını aldı, gün içim cız etti, gözlerim doldu, Gazi Meclisimizin kutsal ruhuna bir kez daha lanet ettim. Sonuç el sürdü… Sözüm ona kendilerini olarak, ‘neyse geçecek, bu milleharika Müslümanlar olarak nitetin masum askerlere hiçbir kin ya lendiren o katiller, o geceden son- da düşmanlık beslemediklerini ra kendilerine yatacak yer bırakanlayacaklar’ dedim kendi kenmadı. dime. Benimle beraber birçok insan da askerlerin bu halini fark Dinlediğim birçok aile aynı şeyleri etmişti. Hatta bazıları yaklaşıp, söylüyordu. “Oğlum bizi aradı. “Evladım bizden tereddüt etme ‘Darbe ne demek?’ dedi. Bir hafta biz senin günahsız olduğunu biliboyunca uyuyamadık endişeden.” yoruz” demiş. Hatta yine bir anne Ya da, “Askerleri televizyondan askerlerin tedirginliğini görünce izledik, bizim de oğlumuzu darbe oturup köşede ağlamış. için kullanmışlarsa diye endişeler ettik, ağladık.” gibi cümleler ve Zaten sonraki süreçte askehalen 15 Temmuz gecesini atlata- rimiz bize, biz askerimize mamış olan onlarca aile…15 Tem- tekrar güvenmeye başladık muz’dan sonraki süreçte yaklaşık

milletçe…

59


büt dergisi }

kapak konusu

O, DARBECİLERİN EBABİL KUŞUYDU 15 Temmuz’dan sonra yapılan demokrasi nöbeti de bu sürecin unutulmazlarındandı. O süreçte birçok ilginç görüntüye denk geldim ama en etkilendiğim görüntü Türk bayrağı ile süslediği oyuncak kamyonunu alarak meydana giden 4 yaşındaki Utku Enes Mandıralı’ydı. Hani bir ömür geçse unutmam o görüntüyü. Ömer Halisdemir’in, 241 şehidin kanını yerde bırakmayacak olan nesil buydu işte. 4 yaşındaki minik Utku’nun Türk bayraklı oyuncak kamyonu ile meydana yürümesi, demokrasi nöbetine destek vermesi, darbecilere geçit vermemek üzere meydan okuması; 15 Temmuz gecesi tanklarla milletin üzerine giden o hainlere Fil Suresi’nde belirtilen ebabil kuşu misali bir cevaptı.

Ebrehe’nin Kabe’yi yıkmak üzere büyük bir fil ve diğer birçok fille beraber yola çıkması ve onların da sürü halindeki küçük ebabil kuşları tarafından engellenmeleri hikayesini herkes bilir. Ebabil kuşları onları engellemek için ağzında ve ayaklarında taşıdıkları nohut büyüklüğünde taşları fillerin ve düşmanların üzerine bırakıyorlar ve Kabe’yi yıkmak isteyen bu bilinç bu şekilde engelleniyor. 4 yaşındaki Utku Enes Mandıralı; demokrasimize, vatanımıza, bayrağımıza göz diken hainlerin üzerine oyuncak kamyonu ile giden ebabil kuşuydu. O, ebabil kuşu misali düşmana göz dağı vermişti ve geleceğin teminatıydı. Utku Enes, “Allah kimin yanındaysa o kazanır”ın bariz örneğiydi. Filleri yenen bilinçti. Utku Enes Mandıralı’nın söz konusu fotoğrafı sosyal medyada günlerce dolaştı ve demokra“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın si nöbetinin unutulmayan ismiyle. görüntüleri arasında yer aldı. 1- Görmedin mi Rabbin ne yaptı Düzce’de kaydedilen söz konusu fil sahiplerine! / 2- Onların tufotoğraf için hem fotoğrafı çekene zaklarını boşa çıkarmadı mı? / 3- hem böyle güzel evlatlar yetiştirdÜzerlerine sürü sürü kuşlar saldı. ikleri için Utku’nun ailesine yürek/ 4- Onlara balçıktan pişirilmiş ten tebrikler sunuyoruz. Vatan sert taşlar atıyorlardı. / 5- Derken bizim, millet bizim, demokrasi onları, yenilmiş ekin yaprağı gibi bizim, bayrak bizim, devlet bizim. kılıverdi.” Vesselam…

60


Fotoğrafı çeken ve sosyal medyada paylaşan Selbi Pehlivan

61


bĂźt dergisi }

rĂśportaj


İkbal Gürpınar

“Hayata ve yaptığınız işe yüklediğiniz anlam önemlidir”

Röportaj ve Fotoğraflar:

Ulya ALTINTAŞ

İkbal Gürpınar ile Ankara’da buluşup sizler için güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Her zaman ki gibi güler yüzlü ve nazikti. Hayatı ve yaşamayı sevdiğini söyleyen Gürpınar; “En önemlisi de Rabbimi seviyorum. Hayata ve yaptığınız işe yüklediğiniz anlam önemlidir” diyor. Bizler gibi keyif alarak okumanız dileğiyle...

63


büt dergisi }

röportaj

Eğer siz yaptığınız her şey güzel, kaliteli bir anlam yüklerseniz o sizi dirileştirir yormaz. Mesela ben dün buraya geldim canlı yayınımı sundum. Gündüz yardım dağıttık. Ardından elime aldığım birkaç parça kuru yiyecekle Düzce’ye gidip orada sahneye çıktım. Saat 01:00’de sahneden indim. Yaklaşık 100 kişiyle fotoğraf çektirdim. Yolda park yeri bulduğum bir Röportajlarınızı okuduğumuzda içten yorumlar yaptığınızı görüyoruz. Genel- tesise girdim. Sadece çorba kalmıştı. Yemeğimi yedim ve Kırıkkale’ye de neşeli ve dolu dolusunuz, bu geçtim. Orada anneme kahvaltı hazırmotivasyonun kaynağı nedir? ladım. Babama yemek pişirdim ve Hayatı ve yaşamayı seviyorum. En tekrar program için Ankara’ya geldim. önemlisi de Rabbimi seviyorum. Çünkü her şeyin başı sevgi. Sevdiğiniz İstanbul’da yaşayanlar Avrupa’dan Anadolu yakasına geçince bile yorulzaman size yük gelmez, yıpratmaz. Hayata ve yaptığınız işe yüklediğiniz dum diyor. Ben yorulmuyorum; çünkü her yaptığım işte bir Allah rızası var. anlam önemlidir. Anneme bakarsam eğer Rabbimi mutlu ederim. Amaç Allah’ı mutlu etmek İkbal Gürpınar olabilmek için pek çok aşama kaydettiniz. Zaman zaman farklı olunca ben yorulmuyorum. Ama siz dünyevi bir amaç edinirseniz yorulamesleklere yöneldiğiniz de olmuş. Bu bilirsiniz. süreçlerde ayakta kalmanızı sağlayan nelerdi? İşleriniz sebebiyle çok sık şehir dışı seyahatleriniz olabiliyor. Çocuklarınız serzenişte bulunuyor mu? Büyük oğlum Alper 28 yaşında. Küçük oğlum Efe de ben yokken babasıyla vakit geçiriyor. Onlar işim sebebiyle benden ayrı kalmaya alışkın olduğu için sorun olmuyor.

“Çünkü her şeyin başı sevgi. Sevdiğiniz zaman size yük gelmez, yıpratmaz. Hayata ve yaptığınız işe yüklediğiniz anlam önemlidir. 64


Bulunduğunuz konumdan memnun musunuz? Tabii ki. Çok daha farklı bir konumda olabilirdim ve kazandığım paranın en az on katı daha fazla para kazanabilirdim. Ama ahlaki olarak da fedakarlık yapmam gerekirdi. Şükürler olsun öyle şeyler yapmadım. Bunun için de kendime çok saygı duyuyorum. Bir gittiğim yerde 150 bin tl alabilen bir kadın olabilirdim. Ama bu tarz tercihlerim olmadığı için tanınmış olmak zaman aldı.

amel edemiyordum. Bilgimle amel etmeye başlayınca, Allah bana güzelliklerin kapılarını açtı. Ama tabi bu birçok kişiyi rahatsız etti; çünkü onların istediği tipte bir idol değildim. Onların çok büyük planları var. Hem görünüş hem yaşayış olarak, yıllarca ülkemizdeki insanları Müslümanlıktan çıkarmaya çalıştılar. Ancak birileriyle yatıp kalkarsan, barlarda pavyonlarda gezersen, her gün sevgili değiştirirsen ve ne kadar çok magazine malzeme olursan o kadar iyisin.

Ünlü olmakla sevilmek aynı şeyler mi? Kesinlikle aynı şeyler değil. X isim geçiyor bilmem kimin sevgilisi diye bahsedilmesi var. Ya da İkbal Hanım geçiyor diye koşarak insanların gelmesi var. Şükürler olsun, ben ikinci anlattığım kısımdayım.

Hakkınızda çıkan haberlerle ilgili neler düşünüyorsunuz? Mesela geçenlerde yine hakkımda iğrenç bir haber çıktı. Güya ben demişim ki “Cumhurbaşkanının zevcesi, cariyesi olmak istiyorum” Bunlar benim dile getirmek dahi istemediğim sözler. Bunlar o kadar iğrenç laflar ki, aklı başında hele hele de imanlı bir kadının asla söylemeyeceği şeyler. Ama onların sistemlerine çomak soktuğum için Ebu Lehep’lik yapmaya devam ediyorlar. Fıtratlarında bu olduğu için ben onlara kafayı takmıyorum. Hem Allah’a havale ediyorum, hem de başkalarına ibret olsun diye mahkemeye veriyorum.

Maneviyata önem veren bir insansınız. Nelerden besleniyorsunuz? Sürekli olarak Kur’an-ı Kerim meali -hadis ve kıssa okuyorum. Sadece okumak da değil anlamaya çalışıyorum. Çok fazla tefekkür ediyorum. Nefs-i Emmare size hep kötü şeyleri emreder. “Gençsin, güzelsin, yap boş ver dünyaya bir daha mı geleceksin…” Ama sürekli nefsinin peşinden giden kişi en alt basamakta kalır. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de açık ve net olarak diyor ki: “Şeytan, yaptıkları kötülükleri onlara güzel gösterir.” Ama ben doğruyu yaparım, ben haklıyım demeye devam ederler. Benim de bilgim vardı ama bilgimle

İnsanlar nasıl oluyor da bu kadar basit karayabiliyorlar? Çünkü klavyeşörlükte şu iyidir, şu rezalettir demek kolay. Ben her hakkımda çıkan habere cevap verecek olsam, bütün vaktimi harcamış olurum. Ama böylesine iffetle alakalı bir

65


bĂźt dergisi }

66

içindekiler


konuda iftira atıldığı zaman susma dim. Reyting kaygısı gütmeden şiirler şansım yoktu. Peygamber Efendimizin okunsun sohbetler edilsin… Ama eşi Hz. Aişe bile iftiraya uğradı. Ben maalesef kavga gürültü olunca daha mi uğramayacağım. Yüklü miktarda fazla reyting alındığı için, birçok bir tazminat davası açtım. Kazanırsam yerde o iğrenç evlilik programları ve hayra harcayacağım. Yeter artık hadle- yarışmalar seyrediliyor. rini bilsinler. Oturdukları yerden her şeyi yazamayacaklaSizin için sevgi nedir? “Özde bir olduğumuzu rının farkına varsınAllah-u Teala sadece lar. Çünkü artık bu fark etmeliyiz. Bu dün- bu dünyaya değil, büiblislerden gına gel- yanın ipine tutunup tün alemi “Habibim di. için yarattım” diyor. Allah’ın ipini bırakırsak Sevgi varlığın özü. Anne olarak İkbal Rabbimiz bizleri, kötülükler savaşlar Gürpınar nasıl biri? bilinmek sevilmek 1- Büyük oğlum için oluyor. Rahman suiçin yarattı. Biz, Albilinçli bir annelik resinde “ Her ne varsa lah’ın ruhundan üfleyaptığımı söyleyeyerek yarattığı varlıkgeçicidir” diyor. mem çünkü onu larız. Hallac-ı Mahsur doğurduğumda 18 yaşındaydım. Efe Ene’l Hak dediği için derisi yüzülerek de çok faha farklı bir anneydim çünkü öldürüldü. Ben Allah’ım dedi; ama çok okudum halen de okuyorum. ben tapılası Allah’ım demek istemedi. 2- Ayrıca Efe bana çok şey öğretti. Beni Allah’tan bir parçayım dedi. Maneviyatı da çok güçlü bir çocuk. Siyahi bir kişiye öyle bir bakmışlar Çok şey öğreniyorum ve bu beni diri ki “Ne o boyayı mı beğenmediniz, tutuyor. 3- Hatalarımı düzeltmeye boyacıyı mı?” demiş. Özde bir oldçalışıyorum. Anne bilinçli ve kültürlü uğumuzu fark etmeliyiz. Bu dünyanın olursa çocuğu da öyle oluyor. Zaten ipine tutunup Allah’ın ipini bırakırsak Türkiye’de kızların okutulmaması kötülükler savaşlar oluyor. Rahman projesi yabancı bir millet projesiydi. suresinde “ Her ne varsa geçicidir” diAnneleri cahil bırakacaklar ki çocuklar yor. Sen ölüp gidiyorsun arkandakiler da cahil olsun. Sonra da parmakların- mal mülk için kavga ediyor. Açıl saçıl da istedikleri gibi oynatsınlar. ye iç diyerek şeytanın istediklerini, şeytanın köleliğini yaptırıyorlar. Ben Sektör içerisinde yazılı ve görsel basında Allah’ın kuluyum. Aklım varsa şeytanı pek çok farklı projede yer aldınız. Sizin mı dinlerim Allah’ı mı? Allah’ın kulgerçekleştirmek istediğiniz herhangi bir luğu mu kaliteli? Şeytanın köleliği mi? şey var mı? Ben bir şiir programı yapmak ister-

67


büt dergisi }

alıntı...

Cahit Zarifoğlu’ndan Cemal Süreya’ya Mektup Cahit Zarifoğlu 1962 yılında, o yıllarda Paris’te bulunan hiç tanımadığı bir şaire, kalbi yakınlık duyduğu Üvercinka’ya, yani Cemal Süreya’ya bir mektup yazdı; “İstanbul’a döndüğünüzde sizinle ev tutup birlikte oturabilir miyiz?” Cemal Süreya, Zarifoğlu’dan gelen mektuba çok şaşırmıştı, günlüklerinde bu ilginç olayı şöyle anlatacaktı, ‘’Cahit Zarifoğlu ölmüş. Bugünün adı bu olacakmış. Bir ay kadar önce öğrenmiştim onulmaz sayrılığa tutulduğunu. Bazı kanserler mutlaka çok büyük bir çocukluk mutsuzluğuna bağlıymış gibi gelir bana. Hiçbir bilimsel tutanağı olmayan bu kanıya tanıdıklarımda bir şeyler göre göre vardığımı sanıyorum. Bir izlenim işte. Zarifoğlu’nu tanıdığım yılları düşünüyorum. Sevinçlerle büyümüştü sanki. İyi şairdi. İlk şiirleri de iyiydi. (Sezai) Karakoç çevresinden. Daha yüz yüze gelmeden, 1962’de bana, Paris’e bir mektup yollamıştı. Adresimi Sezai (Karakoç)’dan almış. Saklamamışım o mektubu. Zarifoğlu, o sıra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenci. Yurtlardan sıkılmış her hal, İstanbul’a dönüşümde, birlikte ev tutup oturmayı öneriyordu mektubunda. Ben de bir tuhafım o günler. Bir ölçüsüzlük görmüştüm bu öneride. O ara otuz yaşı dönmüşüm. İyi sayılan bir aylığım var. Ne yani, bu çocuk öğrenci hayat koşuluna mı indirmek istiyor beni. Dönüşte yeniden tanıştık. Zaman zaman vapurda, yolda, Sezo’nun (Sezai Karakoç) evinde-bürosunda rastlaştıkça konuşurduk, (ama her şeyden)…

68


Daha çok 1964–1966 yılları. Söylenmemiş güzel sözler de vardı aramızda. Ama bir arkadaşlığımız olmadı. Serüvenlerinden söz ederdi. Bunları, tuhaf yanlarını öne getirerek anlattığını anımsıyorum. Şiirine de yansımıştır. Sezai ile onun bu tavrı ve öyküleri üzerine çok konuşmuşumdur. O yıllarda mukaddesatçı genç sanatçılarla, aramızda büyük kopukluk yoktu. Kopukluğu onlar yarattı. Zaman nasıl da akıp gitmiş? Tam yirmi yıl oluyor Cahit Zarifoğlu ile görüşmeyeli. Bir gün de bin yıl olacak.”

69


büt dergisi }

okuyucu yazısı..

HÜZÜN...

K

ırıldım, öyle çok kırıldım ki kum tanelerine benzedim. Kocaman ben küçücük bir kavanoza sığabilecek kadar küçüldüm. Ufaldım o kadar ufaldım ki aynaya baktığımda karşımda sonsuzluk gördüm. Ruhumun sonsuzluğunu gördüm, kendimi hissettim gözlerimin derinlerinde. Bembeyazla simsiyah arasındaki fark kadar keskindi yaşamımla ölümüm arasındaki ilişki. Yaşarken ölüyordum bazen, bazen öldüğüm halde yaşıyordum. İnanamıyordum kendime hala nefes alıyorum diyordum. Oksijen taneleri ciğerlerime yapışıyor, sarhoş oluyordum mutsuzlukla. Ellerimi uzatıyordum boşluğa, yapışıyordum mutsuzluğumun boğazına o önce davranıyordu nefesim kesiliyordu.

- Selen DEMİR -

delice. Kabuğundan kurtulmak istiyor. Ruhuma izin veriyorum, özgür kalmasını engelleyen kabuğumdan soyunuyorum hiçliğe yürüyorum ellerime sözcükler bulaşmış bir şekilde yürümeye devam ediyorum. Denize yürüyorum, devam ediyorum yürümeye, yüzerek devam ediyorum okyanuslara yüzüyorum ellerime bulaşan sözcüklerimi okyanus bile temizleyemiyor.

Bütün ruhum eziliyor, sonra bir köpekbalığına yem oluyorum onun beni yuttuğu ağzı sonsuzluğum oluveriyor. Yaşarken öldüm ben. Dirildim binlerce kez binlerce kez öldüm. Bu devamda edecek yaşamak başlı başına bir hüzün. Derin arzularla bitmek bilmeyen istek ve beklentilerle. Sevgi Sonsuz huzuru tadıyordum. Gözlerimi bile içinde hüznü barındırırken. açıyordum her taraf beyaz o kadar Gülümseyin içinde hüzün barındıran masum bir beyaz ki kendi kirliliğimgülüşler daha sonsuz daha güzel olur den utanıyordum. Sarılacak bir gövde bakmalara doyamaz insan. Hüznü arıyorum, güvenecek bir insan bom- içimden atmaya çalışmıyorum beni boş bir beyazlık var sadece etrafımda hüzün güzelleştiriyor. Hüzün herkesi hiçliğe yuvarlanıyorum, paldır küldür güzelleştiriyor. Hüzünlü kalın, hüzündüşüyorum hiçliğime, hiçliğe. Yazle gülümsediğiniz nice günlere mak bile bu hiçliğimden kurtulmama hüznünüzle. yardım edemiyor kocaman bir boşlukla yaşamaya alışıyorum sonra. Ruhum Sizlerde bizimle info@butdergisi.com adresine yazı, fotoğaf ve şiirlerinizi paylaşın yayınlayalım. vücudumla savaşıyor. Çıkmak istiyor

70


71


ÖMER HALiSDEMiR O SiZi

2 KURSUNLA , BiTiRDi

3O KURSUNLA , ÖLÜMSÜZLESTiRDiNiZ , SiZ ONU


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.